|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Yazar: Metin Akman
Muğla Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi olan Metin Akman, sürekli tartışmalara konu olan ve çeşitli dezenformasyonlarla asıl mecraından saptırılan Türklerin islamlaşması konusunu derli toplu bir şekilde bir araya getirmiş ve güzel bir makale hazırlamış.
Bu konu ile ilgili özellikle ulusalcı Türkler ve Kürtler birbirine yakın sözler sarfetmekte, islamlaşmanın kılıç zoru ile gerçekleştiğini ve zorla müslümanlaştırılmış halkın değerlerini kaybedip özüne yabancılaştığını dile getirmektedirler.
Hiçbir araştırma belki bu konu ile ilgili yetkin bir analiz sunamayacaktır bizlere, bunu biliyoruz. Fakat hiç olmazsa, geçmişte neyin yaşanıp yaşanmadığı konusunda kafamızda birikmiş soru işaretlerinin bir kısmına ışık tutabileceği umuduya makalenin ilk bölümünü siz değerli okuyucularımızın beğenisine sunuyoruz. Makale çok uzun olduğundan sizlerin de okumanızı kolaylaştırmak adına makalenin bir kaç parçaya bölünmesini uygun gördük. Yazıları bir kaç bölüm halinde her hafta siz değerli okuyucuların beğenisine sunmaya çalışacağız.
TÜRKLER’ İN İSLAMİYET’ İ KABULU VE ANADOLU’ NUN İSLAMLAŞMASI – 1
GİRİŞ
Ülkemizde Anadolu’ nun dini hayatı üzerinde son on – on beş yıldır yapılan bazı tarihi yayınlarda gerçekler ne yazık ki ideolojik ve konjonktürel yaklaşımlarla saptırılmaktadır. Akademik yelpazeden gelmeyen bir kısım araştırmacılar, hem ele aldıkları konunun ana kaynaklarına inmemekte ve ikinci – üçüncü el araştırmalara dayanarak eserlerini kaleme almakta, hem de Anadolu’ daki söz konusu hayatı tamamen kendi bakış açılarından hareketle değerlendirmekte ve bunu yaparken de konuyla ilgili ana kaynakların neler naklettiğine bakmamakta ya da görmezden gelmektedirler. Bunun sonucu olarak önemli tarihi simalar ve olaylar tarihsel bağlamından kopartılarak konuyu ele alanların ideolojik kalıplarına uydurulmaktadır. Böylece bir dönemin tarihi saptırılmakta, olaylar tahrif edilmekte, kişiler gerçek kimliğinden uzaklaştırılmaktadır. Oysa Anadolu’ da tarih içinde meydana gelen dini hayatın objektif olarak ortaya konması, bugünün problemlerine ışık tutması ve çözüme yardımcı olması bakımından oldukça önem arz etmektedir. Bu bakımdan Anadolu’ nun dini tarihi son derece nazik bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bu durum bizi, Anadolu’ nun, hiç olmazsa bir döneminin dini hayatı üzerinde araştırma yapmaya sevk etmiştir.
Türkler genel olarak Emeviler döneminde İslamiyet’le tanışmışlar, Abbasiler devrinde ise bu dine kitleler halinde girmeye başlamışlardır. Özellikle Selçukluların islamiyeti benimsemesiyle tarihin akışı değişmiştir. Selçuklular çeşitli sebeplerle beraberindeki diğer Oğuz Türkmenleriyle batıya doğru göç etmişler, Bizans devletini zorlayarak neticede Anadolu’yu vatan edinmek suretiyle buraya yerleşmişlerdir. Selçuklular Anadolu topraklarında kendi devletini kurmuşlardır. Bu devlet, özellikle Orta Asya, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinden gelen sufilere kucak açmıştır. Bu sufiler Anadolu’nun hem İslamlaşmasını sağlamışlar, hem de burada dini hayatı canlı tutmuşlardır. Selçuklu sultanları âlim ve mutasavvıflara son derece saygı göstermişlerdir. Sultanların dini duyguları genellikle kuvvetliydi. Devletin resmi olarak uyguladığı politika Sunilik üzerine kurulmuştur.
Selçuklular zamanında Anadolu etnik yapı itibariyle büyük ölçüde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır. Bunun yanında burada gayrimüslimler de hayatlarını devam ettirmişlerdir. Sultanlar bunlara gayet iyi davranmışlardır. Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında genellikle iyi ilişkiler kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti tarafından dini kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlar sadece dini sahada değil, aynı zamanda diğer birçok alanda da hizmet vermişlerdir. Bunların ekonomik ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmıştır. Devlet bu kurumlara ihtiyacı olan personeli, bizzat kendisi tayin etmiştir.
TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ VE TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARI
Türklerin Müslüman olmaları sadece Türk ve Müslüman âlemi için değil, aynı zamanda Müslüman tarihi açısından da son derece önemli bir olaydır. Çünkü Türkler, İslam dinini herhangi bir İslam devletinin siyasi baskısı altında kalarak değil, kendi hür iradeleriyle kabul etmişlerdir. Böylece Türkler, isteyerek kabul ettikleri bu dine yapabilecekleri en büyük hizmetleri yapmışlar, onu doğudan alarak, batıda gidebildikleri es son noktaya kadar yaymışlar. Aynı zamanda kurdukları köklü İslami kurumlarla büyük bir İslam medeniyetinin de kurucuları olmuşlardır.
Türklerle Müslümanlar arasındaki ilk temaslar, Nihavend Savaşı (642) sonrasında, İran’ın fethinin tamamlanmasıyla başlamıştır. Aslında bu tarihten önce de Türkler ile Arapların birbirinden haberdar oldukları, eski cahiliye dönemi Arap şairlerin şiirlerindeki Türkler ile ilgili pasajlardan anlaşılmaktadır. Bu pasajlarda, Türklerin özellikle askeri yönlerine ve kahramanlıklarına vurgu yapılmıştır. Zikredilen şiirlerin bir kısmından, eski Arapların Türkler hakkında sathi de olsa bilgilerinin olduğu görülmektedir. Bu durum Arapların Türkleri tanımalarının ilk defa askeri yollarla olduğunu ve söz konusu tanışmanın Arap edebiyatında da akis bulduğunu göstermektedir.
HZ. Peygamber döneminde de Araplar ile Türklerin birbirlerinin varlığından haberdar oldukları, gelen rivayetlerden anlaşılmaktadır. Et-Taberi Tarihi’ ndeki bir rivayette, hendek kazma işini yönetmek üzere HZ. Peygamber için bir Türk çadırı kurulduğu belirtilmektedir. Yine HZ. Peygamber’in Medine’de bir Türk çadırında itikâfa girdiği, hadis kaynakları tarafından rivayet edilmektedir. Bu rivayetler, iki ırkın birbirinden haberdar olduklarını, hatta az da olsa birbirinden öğrendikleri bazı şeyleri kullandıklarını göstermektedir.
HZ. Ömer (634–644) döneminde İran’ın fethedilmesiyle Müslümanlar, bir taraftan Horasan, diğer yandan da Azerbaycan cihetinden Türk ülkelerine sokulmaya başlamışlardır. Böylece meydana gelen Türk- Arap karşılaşması, HZ. Osman (644–656) zamanında artık fiili çatışmalara dönüşmüştür. Bu çatışmalar, Emeviler (661–750) devrinde ise had safhaya ulaşmıştır. Emevi Halifesi Muaviye (661–680) tarafından başlatılan Horasan ve Maveraünnehir fetihleriyle, Türk- Arap ilişkileri artık tamamen savaşlar şeklinde gelişme göstermiştir. Gerçekten Muaviye tarafından Horasan’a vali olarak tayin edilen Ubeydullah b.Ziyad, yirmi dört bin askerle Beykent’e gelerek Türkleri tam bir hezimete uğrattı ve askerleriyle birlikte her tarafı yakıp yıkmak suretiyle ilerleyerek Ramdin ve Beykent’i ele geçirdi. Daha sonra Buhara’ya yönelen Ubeydullah b.Ziyad, burasını da fethetti.
Türk bölgelerinin Müslümanlar tarafından fethi, özellikle horasan valiliğine tayin edilen Kuteybe b.Müslim döneminde büyük bir hız kazanmıştır. Kuteybe Horasan’a gelir gelmez, gaza yapmak üzere ordusunu savaşa hazırlamıştır. Onun bu maksatla vermiş olduğu hutbesinin bir yerinde şöyle diyordu: “Şüphesiz Allah bu bölgeyi dinin yücelmesi, aziz olması için size helal kılmıştır”. Bu ifadeyle, Kuteybe, valilik süresince takip edeceği siyaseti de ortaya koyuyordu. Gerçekten Kuteybe’ nin Horasan valiliği tamamen askeri mücadele içinde geçmiştir. O, 714 yılında Çin’ e oldukça yakın olan Kaşgar şehrini fethetmiş ve daha sonra Çine’ e bile gazaya gitmiştir.
Kuteybe, Türkistan bölgelerinde daha önce fethedilmeyen ya da fethedildiği halde bölge halkının isyanları sonucunda elden çıkan birçok yeri fethetti. Böylece onun yoğun çabaları neticesinde Buhara, Semerkant, Toharistan, Fergana gibi merkezler, kısaca bütün Maveraünnehir bölgesi Müslümanların hâkimiyetine girdi. Ancak, Kuteybe’ nin Maveraünnehir’ de kurduğu bu hâkimiyet, askeri iktidarın dışında dini bir hâkimiyet arz etmekte midir? Bu soruya olumlu cevap vermek oldukça zordur. Çünkü Ubeydullah b.Ziyad tarafından fethedilmiş olan Beykent daha sonra anlaşmayı bozmuş ve Kuteybe tarafından tekrar savaş yoluyla fethedilmiş. Yine daha önce Ubeydullah b.Ziyad tarafından fethedilmiş olan Buhara’ da, Kuteybe tarafından tekrar fethedilmiş. Bütün bunlar, Emeviler döneminde Türkistan bölgeleri için dini bir hâkimiyetten söz edilemeyeceğini, Ömer b.Abdülaziz dönemi bir kenara bırakılırsa, bölgenin genel dini yapısını değiştirecek oranda bir dini oluşumun düşünülemeyeceğini göstermektedir. Şüphesiz bunun sebebi Emeviler’ in, fethettikleri yerlerde, yerli halka karşı izledikleri olumsuz politikalardır. Kuteybe’ de bu olumsuz politikaları izleyen valilerden biri olmuştur.
İslam dünyasında iktidarın el değiştirip Abbasoğullarına (750–1258) geçmesiyle yeni bir dönem başlamış, bu dönem, Türkistan bölgelerindeki gerginliğin yumuşamasıyla sonuçlanmıştır. Abbasiler, kendilerinden önceki idarenin tam tersine, Arap olmayan halklarla iyi ilişkiler kurmuşlar, mevali, özellikle Türkler’ in Araplara yaklaşması sonucunu doğurdu. Bu yakınlaşma 751 tarihindeki Talas Savası’ inde fiilen uygulamaya koyuldu ve Çinlilere karşı Türkler ile Araplar aynı saflarda yer aldılar. İşte böylece Orta Asya’ nın kaderine karar verilecek, Türkistan bölgeleri Çinlileşme yerine, tedricen İslamiyet’ e açılmış oldu.
751 tarihinden sonra Araplar ile Türkler arasındaki ilişkiler, sürekli bir biçimde olumlu bir seyir takip etti. Artık Türkler, bu barış döneminde İslamiyet’ i ve Müslümanları daha yakından tanıma fırsatı bulmuşlardır. Böylece Abbasiler dönemiyle birlikte Müslümanlaşmaya başlamışlar, Abbasi Devleti’ nin çeşitli makamlarında, bilhassa bu devletin ordularında önemli görevler almışlardır. Böylece Türkler, Abbasiler döneminde hızlı bir İslamlaşma sürecine girmiş oldular. Ancak bütün bunlara karşın, Maveraünnehir ve çevrelerinde Müslümanlığın tam manasıyla kabul edildiğini söylememiz zordur. Maveraünnehir bölgesinin tamamen Müslüman oluşu Samanoğulları (874–999) döneminde gerçekleşmiştir. Samanlılar’ ın aslı, behram- ı Gûr’ a dayanan İranlı, asil ve soylu bir aileye mensup oldukları söylenir. Samanlı ailesi Abbasi halifesi el-Me’ mun nezdinde büyük bir itibar kazanmıştı. El-Me’ mun, Maveraünnehir’ in idaresini onlara vererek, kendilerine değer verdiğini göstermiş oldu.
Samanoğulları devletlerini kurup otoritelerini sağlayınca, Türk bölgelerine seferler düzenlediler ve bu seferden dönerken beraberinde çok sayıda Türk esirler ve köleler getirdiler. Onlar bu esir ve köleleri kendi ordularında istihdam ederek asker olarak faydalandılar. Böylece Samanlı ordusu, sanki Türklerden müteşekkil bir hale gelmişti. Aslında Samanlılar Devleti’ nde Türkler sadece ordularda değil, diğer birçok önemli devlet makamlarında da görevler almışlardır. Nitekim bu köle Türklerden biri de ileride Gazneli Devleti’ nin (963–1187) kurucusu olan Alptekin’ dir. Samanlılar ile bu şekilde temas haline geçen Türkler, Müslüman olmaya başlamışlardır. İslam dünyasının, Türklerin İslam’ a kazandırılmalarını Samanlılara borçlu olduğu görülmektedir.
Samanlıların dini yayma politikalarının bir sonucu olarak, X ve XI. Yüzyılın başlarında İslam, Samanlı ülkesinden diğer Türk kavimlerine, Sir Derya bölgelerinde ve Aral Denizi kıyıları kenarında yerleşmiş olan meşhur Oğuzlar’ a kadar hızla yayılmıştır. Bir taraftan daha Emeviler zamanında, özellikle Kuteybe ve II. Ömer döneminde Türklerin İslamlaşmasıyla ilgili oluşturulan alt yapı, diğer taraftan Abbasilerin Türklere olan yaklaşımlarındaki olumlu tavır, öbür yandan da Türk aristokrat kesimine mensup insanların İslamı kabul ederek Müslüman devletlerin hizmetlerine girmeleri ve kendileriyle beraber birçok Türkmen kitlelerini de bu devletlerin hizmetlerine çekmeleri, İslamlaşma sürecine yükselen bir ivme kazandırmıştır. Özellikle IX. Yüzyılın ortalarından itibaren gelişen askeri, ticari ve dini münasebetler sonucunda Türkler, büyük gruplar halinde Müslüman olmaya başladılar. IX. Yüzyılın ikinci yarısında, Samanoğulları’ nın hâkimiyetine geçmiş olan şehirlerin halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu söylenebilir. Ancak, büyük kitlelerin Müslüman olmaları, X. Asırda başlamıştır. Türk boyları arasında kalabalık bir grup halinde Müslümanlığı ilk kabul edenler, Balasagun ile Talas’ ın doğusundaki Mirkî kasabasında oturan Türkler olmuştur.
Türk devletleri arasında İslamiyet’ i devlet dini olarak kabul eden ilk devlet, İdil Bulgar Devletidir (X-XV. Asırlar). 921 yılında, Bulgar ülkesinden Abbasi halifesine, kendilerine İslamiyet’ i öğretecek ve yayacak din bilginleri, camiler, istihkâmlar yapacak ustalarla, yardım için para göndermesini isteyen bir elçi gelmişti. Bu elçi, halifeye, Bulgar Han’ ı Almış Han’ ın bu konudaki isteklerini iletmişti. Bu talep Bağdat’ ta büyük bir memnuniyetle karşılanmış ve bir heyet oluşturularak Bulgarlar’ a gönderilmiştir. Elçilik heyetinin beş bin insan, üç bin at ve ayrıca çok sayıda devden oluştuğu göz önünde bulundurulursa, Bağdat’ ın bu talebe vermiş olduğu önem daha iyi anlaşılmış olur. Heyetin içinde danışman ve sekreter olarak meşhur ibnu Faldan da bulunuyordu. Elçi heyetinin Bulgar’ a varmasıyla merasim tertip edilerek, İslam dini resmen bir devlet dini olarak kabul edilmiş oldu. Böylece Bulgar şehirlerinde artık halk Müslüman olmuş, buralarda cami ve medrese inşa edilmiştir. Bununla birlikte, ülkenin bazı yerlerinde Hıristiyanlar da bulunmaktaydı.
İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden bir başka Türk devletinin de Karahanlılar Devleti (840–1212) olduğunu bilinmektedir. Köprülü, yalnız hükümdarlar açısından değil, aynı zamanda dayandığı halk kitlesi bakımından da Türk olmak şartıyla, ilk defa ortaya çıkmış olan ilk İslami Türk devletinin Karahanlı Devleti olduğunu söyler. Bu devlette İslamiyet, Satuk Buğra Han adındaki Hakan’ ın Müslüman olup, bütün halkının da kendisini takip etmesiyle birlikte, hâkim bir din haline gelmiştir. Bu hadise İslam’ ın Orta Asya’ daki en büyük başarısı olarak kabul edilmektedir.
Karahanlılar’ ın İslamiyet’ i kabul etmesinde de Samanlıların rollerinin olduğu görülmektedir. Samanlıların komşuları olan Karahanlılar, İslam dinini, bu devletle olan siyasi ve askeri ilişkiler sebebiyle benimsemişler, hatta tıpkı komşuları gibi Suni- Hanefi mezhebinin ateşli savunucuları olmuşlardır. Siyasi bir takım sebepler yüzünden Karahanlı ülkesine sığınmasına izin verilen Müslüman Samanlı şehzadelerden birisinin, Satuk Buğra Han üzerinde etkili olduğu söylenmektedir. Tabi bu arada İslam sûfî- vâizlerinin de etkilerinin unutulmaması gerekir.
Karahanlılar’ ın Müslüman olmasıyla, Türk topluluklarının İslam dinine girmeleri daha da hız kazanmıştır. Bunda, Karahanlılar’ ın büyük payları vardır. Çünkü onların Müslüman olmalarıyla bu dinin Türkler arasında yayılması, artık bir cihat mahiyetini almıştır. Gerçekten Müslüman olan Türkler, Müslüman olmayan ırktaşlarına karşı, onlarında Müslüman olmalarını sağlamak için, onlarla savaşıyor ve böylece gazi oluyorlardı. Müslüman Karahanlılar, soydaşları Uygurlar’ a karşı cihat düşüncesiyle savaşmışlardır. Hükümdarları ve halkıyla büyük bir İslami hassasiyete sahip olan Karahanlılar’ ın İslamiyet uğruna giriştikleri gazalar, Kâşgarlı Mahmut’ un şiir ve nakillerinde ifadesini bularak bize kadar gelmiştir.
İbnu’ul Esir, 920 yılında 200 bin çadır halkının İslam dinine girdiği haber vermektedir. İbnu Kesir ise, İslam dinini kabul etmiş bu büyük topluluğa “Türkimân” denildiğinden, daha sonra bu birleşik kelimenin hafifletilerek “Türkmen” halini aldığından söz eder. Biz, Oğuzlardan İslamiyet’ i kabul edenlere “Türkmen” adının verildiğini biliyoruz. Öyleyse söz konusu ihtidanın, Karahanlılar’ ın hâkim olduğu bölgelerde meydana geldiği ve bu Türk kavimlerinin her biri Oğuz boylarından olan Karluk- Yağma- Çiğil gibi kabileler olduğu tahmin edile bilir. Ayrıca X. Asrın ilk yarısında yaşayan ünlü İslam coğrafyacısı el- İstahri’ nin el-Mesalik ve’l-Memalik adlı eserinde Maveraünnehir’ den İslam ülkesi olarak bahsetmesi, Türk bölgelerinde İslamlaşmanın boyutunu göstermesi açısından önemlidir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Anadolu’nun islamlaşması arkaplanı üzerinde özellikle son yıllarda yapılan bazı tarihi araştırmalarda gerçekler ne yazık ki ideolojik ve konjonktürel yaklaşımlarla saptırılmaktadır. Biz de bu çalışmayı yaparken saptırmaların hakikat derecesini bir nebze de olsa siz okuyucularımıza aktarmaya çalışalım dedik.
BİBLİOGRAFYA( Kaynakça)
Babinger, Franz, Anadolu’ da İslamiyet, çev: Ragıp Hulusi, nşr: Mehmet Kanar, ( Köprülü’ nün makalesi ile birlikte), İnsan Yayınları, İstanbul 1996
Barthold, V. V, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, haz: Hakkı Dursun Yıldız, TTK Yayınları, Ankara 2000
Cahen, Claude, “Türkler’ in Anadolu’ ya İlk Gelişi”, çev: Yaşar Yücel – Bahaeddin Yediyıldız, Belleten, LI, Ankara 1987, s.37
Devlet, Nadir, “İslamiyet’i Resmen Kabul Eden İlk Türk Devleti: İdil – Bulgar”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, IX, İstanbul 1992, s. 314 – 316
Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Ailesinin Menşeî Hakkında, TTK Yayınları, Ankara 1995
Kara, Seyfullah, Anadolu Selçuklularında Din ve Din Kurumları, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum 2002
Kitapçı, Zekeriya, HZ. Peygamber’ in Hadislerinde Türk Varlığı, Yedi Kubbe Yayınları, İstanbul 1986
Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, nşr: Orhan F. Köprülü, DİB Yayınları, Ankara 1991
Köprülüzâde, M. Fuad, Türkiye Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1997
Pritsak, Omelyan, “Kara – Hanlılar”, İA, IV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, s. 253
Raux, Jean – Paul, Türklerin Ve Moğolların Eski Dini, çev: Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, İstanbul 1994
Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Yayınları, İstanbul 1981
Turan, Osman, Selçuklular Tarihi Ve Türk – İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005
____________, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005
URFALI MATEOS, Urfalı Mateos Vakâ- i Nâmesi, çev: Hrant D. Andreasyan, TTK Yayınları, Ankara 2000
Yıldız, Hakkı Dursun, İslamiyet Ve Türkler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1996
_____________, “Türklerin Müslüman Olmaları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VI, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s
......
.Türklerin Müslüman Olması - Türklerin İslamiyeti Kabulü Ne zamandır - Anadolu'nun Müslümanlaşması - Türk Arap İlişkileri
Yazar: Metin Akman
Muğla Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi olan Metin Akman, sürekli tartışmalara konu olan ve çeşitli dezenformasyonlarla asıl mecraından saptırılan Türklerin islamlaşması konusunu derli toplu bir şekilde bir araya getirmiş ve güzel bir makale hazırlamış.
Bu konu ile ilgili özellikle ulusalcı Türkler ve Kürtler birbirine yakın sözler sarfetmekte, islamlaşmanın kılıç zoru ile gerçekleştiğini ve zorla müslümanlaştırılmış halkın değerlerini kaybedip özüne yabancılaştığını dile getirmektedirler.
Hiçbir araştırma belki bu konu ile ilgili yetkin bir analiz sunamayacaktır bizlere, bunu biliyoruz. Fakat hiç olmazsa, geçmişte neyin yaşanıp yaşanmadığı konusunda kafamızda birikmiş soru işaretlerinin bir kısmına ışık tutabileceği umuduya makalenin ilk bölümünü siz değerli okuyucularımızın beğenisine sunuyoruz. Makale çok uzun olduğundan sizlerin de okumanızı kolaylaştırmak adına makalenin bir kaç parçaya bölünmesini uygun gördük. Yazıları bir kaç bölüm halinde her hafta siz değerli okuyucuların beğenisine sunmaya çalışacağız.
TÜRKLER’ İN İSLAMİYET’ İ KABULU VE ANADOLU’ NUN İSLAMLAŞMASI – 1
GİRİŞ
Ülkemizde Anadolu’ nun dini hayatı üzerinde son on – on beş yıldır yapılan bazı tarihi yayınlarda gerçekler ne yazık ki ideolojik ve konjonktürel yaklaşımlarla saptırılmaktadır. Akademik yelpazeden gelmeyen bir kısım araştırmacılar, hem ele aldıkları konunun ana kaynaklarına inmemekte ve ikinci – üçüncü el araştırmalara dayanarak eserlerini kaleme almakta, hem de Anadolu’ daki söz konusu hayatı tamamen kendi bakış açılarından hareketle değerlendirmekte ve bunu yaparken de konuyla ilgili ana kaynakların neler naklettiğine bakmamakta ya da görmezden gelmektedirler. Bunun sonucu olarak önemli tarihi simalar ve olaylar tarihsel bağlamından kopartılarak konuyu ele alanların ideolojik kalıplarına uydurulmaktadır. Böylece bir dönemin tarihi saptırılmakta, olaylar tahrif edilmekte, kişiler gerçek kimliğinden uzaklaştırılmaktadır. Oysa Anadolu’ da tarih içinde meydana gelen dini hayatın objektif olarak ortaya konması, bugünün problemlerine ışık tutması ve çözüme yardımcı olması bakımından oldukça önem arz etmektedir. Bu bakımdan Anadolu’ nun dini tarihi son derece nazik bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bu durum bizi, Anadolu’ nun, hiç olmazsa bir döneminin dini hayatı üzerinde araştırma yapmaya sevk etmiştir.
Türkler genel olarak Emeviler döneminde İslamiyet’le tanışmışlar, Abbasiler devrinde ise bu dine kitleler halinde girmeye başlamışlardır. Özellikle Selçukluların islamiyeti benimsemesiyle tarihin akışı değişmiştir. Selçuklular çeşitli sebeplerle beraberindeki diğer Oğuz Türkmenleriyle batıya doğru göç etmişler, Bizans devletini zorlayarak neticede Anadolu’yu vatan edinmek suretiyle buraya yerleşmişlerdir. Selçuklular Anadolu topraklarında kendi devletini kurmuşlardır. Bu devlet, özellikle Orta Asya, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinden gelen sufilere kucak açmıştır. Bu sufiler Anadolu’nun hem İslamlaşmasını sağlamışlar, hem de burada dini hayatı canlı tutmuşlardır. Selçuklu sultanları âlim ve mutasavvıflara son derece saygı göstermişlerdir. Sultanların dini duyguları genellikle kuvvetliydi. Devletin resmi olarak uyguladığı politika Sunilik üzerine kurulmuştur.
Selçuklular zamanında Anadolu etnik yapı itibariyle büyük ölçüde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır. Bunun yanında burada gayrimüslimler de hayatlarını devam ettirmişlerdir. Sultanlar bunlara gayet iyi davranmışlardır. Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında genellikle iyi ilişkiler kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti tarafından dini kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlar sadece dini sahada değil, aynı zamanda diğer birçok alanda da hizmet vermişlerdir. Bunların ekonomik ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanmıştır. Devlet bu kurumlara ihtiyacı olan personeli, bizzat kendisi tayin etmiştir.
TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ VE TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARI
Türklerin Müslüman olmaları sadece Türk ve Müslüman âlemi için değil, aynı zamanda Müslüman tarihi açısından da son derece önemli bir olaydır. Çünkü Türkler, İslam dinini herhangi bir İslam devletinin siyasi baskısı altında kalarak değil, kendi hür iradeleriyle kabul etmişlerdir. Böylece Türkler, isteyerek kabul ettikleri bu dine yapabilecekleri en büyük hizmetleri yapmışlar, onu doğudan alarak, batıda gidebildikleri es son noktaya kadar yaymışlar. Aynı zamanda kurdukları köklü İslami kurumlarla büyük bir İslam medeniyetinin de kurucuları olmuşlardır.
Türklerle Müslümanlar arasındaki ilk temaslar, Nihavend Savaşı (642) sonrasında, İran’ın fethinin tamamlanmasıyla başlamıştır. Aslında bu tarihten önce de Türkler ile Arapların birbirinden haberdar oldukları, eski cahiliye dönemi Arap şairlerin şiirlerindeki Türkler ile ilgili pasajlardan anlaşılmaktadır. Bu pasajlarda, Türklerin özellikle askeri yönlerine ve kahramanlıklarına vurgu yapılmıştır. Zikredilen şiirlerin bir kısmından, eski Arapların Türkler hakkında sathi de olsa bilgilerinin olduğu görülmektedir. Bu durum Arapların Türkleri tanımalarının ilk defa askeri yollarla olduğunu ve söz konusu tanışmanın Arap edebiyatında da akis bulduğunu göstermektedir.
HZ. Peygamber döneminde de Araplar ile Türklerin birbirlerinin varlığından haberdar oldukları, gelen rivayetlerden anlaşılmaktadır. Et-Taberi Tarihi’ ndeki bir rivayette, hendek kazma işini yönetmek üzere HZ. Peygamber için bir Türk çadırı kurulduğu belirtilmektedir. Yine HZ. Peygamber’in Medine’de bir Türk çadırında itikâfa girdiği, hadis kaynakları tarafından rivayet edilmektedir. Bu rivayetler, iki ırkın birbirinden haberdar olduklarını, hatta az da olsa birbirinden öğrendikleri bazı şeyleri kullandıklarını göstermektedir.
HZ. Ömer (634–644) döneminde İran’ın fethedilmesiyle Müslümanlar, bir taraftan Horasan, diğer yandan da Azerbaycan cihetinden Türk ülkelerine sokulmaya başlamışlardır. Böylece meydana gelen Türk- Arap karşılaşması, HZ. Osman (644–656) zamanında artık fiili çatışmalara dönüşmüştür. Bu çatışmalar, Emeviler (661–750) devrinde ise had safhaya ulaşmıştır. Emevi Halifesi Muaviye (661–680) tarafından başlatılan Horasan ve Maveraünnehir fetihleriyle, Türk- Arap ilişkileri artık tamamen savaşlar şeklinde gelişme göstermiştir. Gerçekten Muaviye tarafından Horasan’a vali olarak tayin edilen Ubeydullah b.Ziyad, yirmi dört bin askerle Beykent’e gelerek Türkleri tam bir hezimete uğrattı ve askerleriyle birlikte her tarafı yakıp yıkmak suretiyle ilerleyerek Ramdin ve Beykent’i ele geçirdi. Daha sonra Buhara’ya yönelen Ubeydullah b.Ziyad, burasını da fethetti.
Türk bölgelerinin Müslümanlar tarafından fethi, özellikle horasan valiliğine tayin edilen Kuteybe b.Müslim döneminde büyük bir hız kazanmıştır. Kuteybe Horasan’a gelir gelmez, gaza yapmak üzere ordusunu savaşa hazırlamıştır. Onun bu maksatla vermiş olduğu hutbesinin bir yerinde şöyle diyordu: “Şüphesiz Allah bu bölgeyi dinin yücelmesi, aziz olması için size helal kılmıştır”. Bu ifadeyle, Kuteybe, valilik süresince takip edeceği siyaseti de ortaya koyuyordu. Gerçekten Kuteybe’ nin Horasan valiliği tamamen askeri mücadele içinde geçmiştir. O, 714 yılında Çin’ e oldukça yakın olan Kaşgar şehrini fethetmiş ve daha sonra Çine’ e bile gazaya gitmiştir.
Kuteybe, Türkistan bölgelerinde daha önce fethedilmeyen ya da fethedildiği halde bölge halkının isyanları sonucunda elden çıkan birçok yeri fethetti. Böylece onun yoğun çabaları neticesinde Buhara, Semerkant, Toharistan, Fergana gibi merkezler, kısaca bütün Maveraünnehir bölgesi Müslümanların hâkimiyetine girdi. Ancak, Kuteybe’ nin Maveraünnehir’ de kurduğu bu hâkimiyet, askeri iktidarın dışında dini bir hâkimiyet arz etmekte midir? Bu soruya olumlu cevap vermek oldukça zordur. Çünkü Ubeydullah b.Ziyad tarafından fethedilmiş olan Beykent daha sonra anlaşmayı bozmuş ve Kuteybe tarafından tekrar savaş yoluyla fethedilmiş. Yine daha önce Ubeydullah b.Ziyad tarafından fethedilmiş olan Buhara’ da, Kuteybe tarafından tekrar fethedilmiş. Bütün bunlar, Emeviler döneminde Türkistan bölgeleri için dini bir hâkimiyetten söz edilemeyeceğini, Ömer b.Abdülaziz dönemi bir kenara bırakılırsa, bölgenin genel dini yapısını değiştirecek oranda bir dini oluşumun düşünülemeyeceğini göstermektedir. Şüphesiz bunun sebebi Emeviler’ in, fethettikleri yerlerde, yerli halka karşı izledikleri olumsuz politikalardır. Kuteybe’ de bu olumsuz politikaları izleyen valilerden biri olmuştur.
İslam dünyasında iktidarın el değiştirip Abbasoğullarına (750–1258) geçmesiyle yeni bir dönem başlamış, bu dönem, Türkistan bölgelerindeki gerginliğin yumuşamasıyla sonuçlanmıştır. Abbasiler, kendilerinden önceki idarenin tam tersine, Arap olmayan halklarla iyi ilişkiler kurmuşlar, mevali, özellikle Türkler’ in Araplara yaklaşması sonucunu doğurdu. Bu yakınlaşma 751 tarihindeki Talas Savası’ inde fiilen uygulamaya koyuldu ve Çinlilere karşı Türkler ile Araplar aynı saflarda yer aldılar. İşte böylece Orta Asya’ nın kaderine karar verilecek, Türkistan bölgeleri Çinlileşme yerine, tedricen İslamiyet’ e açılmış oldu.
751 tarihinden sonra Araplar ile Türkler arasındaki ilişkiler, sürekli bir biçimde olumlu bir seyir takip etti. Artık Türkler, bu barış döneminde İslamiyet’ i ve Müslümanları daha yakından tanıma fırsatı bulmuşlardır. Böylece Abbasiler dönemiyle birlikte Müslümanlaşmaya başlamışlar, Abbasi Devleti’ nin çeşitli makamlarında, bilhassa bu devletin ordularında önemli görevler almışlardır. Böylece Türkler, Abbasiler döneminde hızlı bir İslamlaşma sürecine girmiş oldular. Ancak bütün bunlara karşın, Maveraünnehir ve çevrelerinde Müslümanlığın tam manasıyla kabul edildiğini söylememiz zordur. Maveraünnehir bölgesinin tamamen Müslüman oluşu Samanoğulları (874–999) döneminde gerçekleşmiştir. Samanlılar’ ın aslı, behram- ı Gûr’ a dayanan İranlı, asil ve soylu bir aileye mensup oldukları söylenir. Samanlı ailesi Abbasi halifesi el-Me’ mun nezdinde büyük bir itibar kazanmıştı. El-Me’ mun, Maveraünnehir’ in idaresini onlara vererek, kendilerine değer verdiğini göstermiş oldu.
Samanoğulları devletlerini kurup otoritelerini sağlayınca, Türk bölgelerine seferler düzenlediler ve bu seferden dönerken beraberinde çok sayıda Türk esirler ve köleler getirdiler. Onlar bu esir ve köleleri kendi ordularında istihdam ederek asker olarak faydalandılar. Böylece Samanlı ordusu, sanki Türklerden müteşekkil bir hale gelmişti. Aslında Samanlılar Devleti’ nde Türkler sadece ordularda değil, diğer birçok önemli devlet makamlarında da görevler almışlardır. Nitekim bu köle Türklerden biri de ileride Gazneli Devleti’ nin (963–1187) kurucusu olan Alptekin’ dir. Samanlılar ile bu şekilde temas haline geçen Türkler, Müslüman olmaya başlamışlardır. İslam dünyasının, Türklerin İslam’ a kazandırılmalarını Samanlılara borçlu olduğu görülmektedir.
Samanlıların dini yayma politikalarının bir sonucu olarak, X ve XI. Yüzyılın başlarında İslam, Samanlı ülkesinden diğer Türk kavimlerine, Sir Derya bölgelerinde ve Aral Denizi kıyıları kenarında yerleşmiş olan meşhur Oğuzlar’ a kadar hızla yayılmıştır. Bir taraftan daha Emeviler zamanında, özellikle Kuteybe ve II. Ömer döneminde Türklerin İslamlaşmasıyla ilgili oluşturulan alt yapı, diğer taraftan Abbasilerin Türklere olan yaklaşımlarındaki olumlu tavır, öbür yandan da Türk aristokrat kesimine mensup insanların İslamı kabul ederek Müslüman devletlerin hizmetlerine girmeleri ve kendileriyle beraber birçok Türkmen kitlelerini de bu devletlerin hizmetlerine çekmeleri, İslamlaşma sürecine yükselen bir ivme kazandırmıştır. Özellikle IX. Yüzyılın ortalarından itibaren gelişen askeri, ticari ve dini münasebetler sonucunda Türkler, büyük gruplar halinde Müslüman olmaya başladılar. IX. Yüzyılın ikinci yarısında, Samanoğulları’ nın hâkimiyetine geçmiş olan şehirlerin halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu söylenebilir. Ancak, büyük kitlelerin Müslüman olmaları, X. Asırda başlamıştır. Türk boyları arasında kalabalık bir grup halinde Müslümanlığı ilk kabul edenler, Balasagun ile Talas’ ın doğusundaki Mirkî kasabasında oturan Türkler olmuştur.
Türk devletleri arasında İslamiyet’ i devlet dini olarak kabul eden ilk devlet, İdil Bulgar Devletidir (X-XV. Asırlar). 921 yılında, Bulgar ülkesinden Abbasi halifesine, kendilerine İslamiyet’ i öğretecek ve yayacak din bilginleri, camiler, istihkâmlar yapacak ustalarla, yardım için para göndermesini isteyen bir elçi gelmişti. Bu elçi, halifeye, Bulgar Han’ ı Almış Han’ ın bu konudaki isteklerini iletmişti. Bu talep Bağdat’ ta büyük bir memnuniyetle karşılanmış ve bir heyet oluşturularak Bulgarlar’ a gönderilmiştir. Elçilik heyetinin beş bin insan, üç bin at ve ayrıca çok sayıda devden oluştuğu göz önünde bulundurulursa, Bağdat’ ın bu talebe vermiş olduğu önem daha iyi anlaşılmış olur. Heyetin içinde danışman ve sekreter olarak meşhur ibnu Faldan da bulunuyordu. Elçi heyetinin Bulgar’ a varmasıyla merasim tertip edilerek, İslam dini resmen bir devlet dini olarak kabul edilmiş oldu. Böylece Bulgar şehirlerinde artık halk Müslüman olmuş, buralarda cami ve medrese inşa edilmiştir. Bununla birlikte, ülkenin bazı yerlerinde Hıristiyanlar da bulunmaktaydı.
İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden bir başka Türk devletinin de Karahanlılar Devleti (840–1212) olduğunu bilinmektedir. Köprülü, yalnız hükümdarlar açısından değil, aynı zamanda dayandığı halk kitlesi bakımından da Türk olmak şartıyla, ilk defa ortaya çıkmış olan ilk İslami Türk devletinin Karahanlı Devleti olduğunu söyler. Bu devlette İslamiyet, Satuk Buğra Han adındaki Hakan’ ın Müslüman olup, bütün halkının da kendisini takip etmesiyle birlikte, hâkim bir din haline gelmiştir. Bu hadise İslam’ ın Orta Asya’ daki en büyük başarısı olarak kabul edilmektedir.
Karahanlılar’ ın İslamiyet’ i kabul etmesinde de Samanlıların rollerinin olduğu görülmektedir. Samanlıların komşuları olan Karahanlılar, İslam dinini, bu devletle olan siyasi ve askeri ilişkiler sebebiyle benimsemişler, hatta tıpkı komşuları gibi Suni- Hanefi mezhebinin ateşli savunucuları olmuşlardır. Siyasi bir takım sebepler yüzünden Karahanlı ülkesine sığınmasına izin verilen Müslüman Samanlı şehzadelerden birisinin, Satuk Buğra Han üzerinde etkili olduğu söylenmektedir. Tabi bu arada İslam sûfî- vâizlerinin de etkilerinin unutulmaması gerekir.
Karahanlılar’ ın Müslüman olmasıyla, Türk topluluklarının İslam dinine girmeleri daha da hız kazanmıştır. Bunda, Karahanlılar’ ın büyük payları vardır. Çünkü onların Müslüman olmalarıyla bu dinin Türkler arasında yayılması, artık bir cihat mahiyetini almıştır. Gerçekten Müslüman olan Türkler, Müslüman olmayan ırktaşlarına karşı, onlarında Müslüman olmalarını sağlamak için, onlarla savaşıyor ve böylece gazi oluyorlardı. Müslüman Karahanlılar, soydaşları Uygurlar’ a karşı cihat düşüncesiyle savaşmışlardır. Hükümdarları ve halkıyla büyük bir İslami hassasiyete sahip olan Karahanlılar’ ın İslamiyet uğruna giriştikleri gazalar, Kâşgarlı Mahmut’ un şiir ve nakillerinde ifadesini bularak bize kadar gelmiştir.
İbnu’ul Esir, 920 yılında 200 bin çadır halkının İslam dinine girdiği haber vermektedir. İbnu Kesir ise, İslam dinini kabul etmiş bu büyük topluluğa “Türkimân” denildiğinden, daha sonra bu birleşik kelimenin hafifletilerek “Türkmen” halini aldığından söz eder. Biz, Oğuzlardan İslamiyet’ i kabul edenlere “Türkmen” adının verildiğini biliyoruz. Öyleyse söz konusu ihtidanın, Karahanlılar’ ın hâkim olduğu bölgelerde meydana geldiği ve bu Türk kavimlerinin her biri Oğuz boylarından olan Karluk- Yağma- Çiğil gibi kabileler olduğu tahmin edile bilir. Ayrıca X. Asrın ilk yarısında yaşayan ünlü İslam coğrafyacısı el- İstahri’ nin el-Mesalik ve’l-Memalik adlı eserinde Maveraünnehir’ den İslam ülkesi olarak bahsetmesi, Türk bölgelerinde İslamlaşmanın boyutunu göstermesi açısından önemlidir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Anadolu’nun islamlaşması arkaplanı üzerinde özellikle son yıllarda yapılan bazı tarihi araştırmalarda gerçekler ne yazık ki ideolojik ve konjonktürel yaklaşımlarla saptırılmaktadır. Biz de bu çalışmayı yaparken saptırmaların hakikat derecesini bir nebze de olsa siz okuyucularımıza aktarmaya çalışalım dedik.
BİBLİOGRAFYA( Kaynakça)
Babinger, Franz, Anadolu’ da İslamiyet, çev: Ragıp Hulusi, nşr: Mehmet Kanar, ( Köprülü’ nün makalesi ile birlikte), İnsan Yayınları, İstanbul 1996
Barthold, V. V, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, haz: Hakkı Dursun Yıldız, TTK Yayınları, Ankara 2000
Cahen, Claude, “Türkler’ in Anadolu’ ya İlk Gelişi”, çev: Yaşar Yücel – Bahaeddin Yediyıldız, Belleten, LI, Ankara 1987, s.37
Devlet, Nadir, “İslamiyet’i Resmen Kabul Eden İlk Türk Devleti: İdil – Bulgar”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, IX, İstanbul 1992, s. 314 – 316
Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Ailesinin Menşeî Hakkında, TTK Yayınları, Ankara 1995
Kara, Seyfullah, Anadolu Selçuklularında Din ve Din Kurumları, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum 2002
Kitapçı, Zekeriya, HZ. Peygamber’ in Hadislerinde Türk Varlığı, Yedi Kubbe Yayınları, İstanbul 1986
Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, nşr: Orhan F. Köprülü, DİB Yayınları, Ankara 1991
Köprülüzâde, M. Fuad, Türkiye Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1997
Pritsak, Omelyan, “Kara – Hanlılar”, İA, IV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, s. 253
Raux, Jean – Paul, Türklerin Ve Moğolların Eski Dini, çev: Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, İstanbul 1994
Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Yayınları, İstanbul 1981
Turan, Osman, Selçuklular Tarihi Ve Türk – İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005
____________, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005
URFALI MATEOS, Urfalı Mateos Vakâ- i Nâmesi, çev: Hrant D. Andreasyan, TTK Yayınları, Ankara 2000
Yıldız, Hakkı Dursun, İslamiyet Ve Türkler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1996
_____________, “Türklerin Müslüman Olmaları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VI, Çağ Yayınları, İstanbul 199.
|
Bugün 251 ziyaretçi (308 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|