Her ilmin kendine mahsus kelime ve deyimleri vardır
Bazı fıkhi tabirler
Câiz ne demektir?
(Câiz değil) demek de;
Farz-ı ayn ve farz-ı kifâye
İbadetlerin en kıymetlisi
Duâ ederek cihad farz-ı ayndır
İlmi tabirlerin Türkçesi
Bazı kelimelerin açıklamaları
Ahlakı bozma gayretleri
Dini kelimeleri bozmak
Türk dilini bozuyorlar
Dilimize sahip çıkmak
.Her ilmin kendine mahsus kelime ve deyimleri vardır
Soru: İbâdet ve tâat ne demektir?
CEVAP
Bir ilmi öğrenmek isteyen, o ilme ait kelime ve deyimleri bilmesi gerekir.
Allahü teâlânın rızasına kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan ve mekruhlardan kaçınmaya [İslam hükümlerini] yerine getirmeye İbâdet etmek denir. Niyetsiz ibâdet olmaz. Amel, üçe ayrılır:
1- Mâsıyet: Günah olan işler. İçki içmek gibi.
2- Tâat: Allahü teâlânın beğendiği şeyler. Tâat yapan müslümana sevap verilir. Sadaka vermek gibi. Tâat, niyetsiz veya Allah için niyet ederek yapılınca, sevap hâsıl olur. Tâat yaparken, Allahü teâlâ için yaptığını bilmese de sevap hâsıl olur. Sevap hâsıl olması için, Allah rızası için niyet etmek lâzım olan tâate İbâdet denir.
3- Mubâh: Günah veya tâat olduğu bildirilmemiş olan işler. Niyete göre, tâat veya günah olur. Şık giyinmek gibi. Karşı cinse güzel görünmek, onu elde etmek için güzel giyinmek günah olur. İslamın vekarını korumak için güzel giyinmek ise tâattır. Her mubâh, iyi niyet ile yapılınca tâat olur.
Bir kimse Allahü teâlâ için yaptığını bilerek tâat yaparsa, buna Kurbet denir. Kurbet olan işi de yaparken sevap hâsıl olması için niyet etmek şart değildir. Niyetsiz alınan abdest ibâdet olmaz, kurbet olur ve bu abdestle Hanefi’de namaz kılınır.
Demek ki, her ibâdet kurbet ve tâat oluyor. Kur'an-ı kerim okumak, vakıf yapmak, köle azat etmek, sadaka vermek, abdest almak ve benzerleri yapılırken sevap hâsıl olmak için, niyet lâzım olmadığı için, kurbet ve tâat oluyor. Fakat, ibâdet değildir. Tâat veya kurbet olan bir iş yapılırken, Allah için niyet edilirse, ibâdet yapılmış olur. Allah rızası için tâat yapmaya ve sevap kazanmak niyeti ile yapılan mubâhlara kurbet denir.
Allahü teâlâyı tanımaya yarayan fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi bilgileri öğrenmek tâattir, kurbet değildir. Çünkü kâfir, Allahü teâlânın varlığını, bunları öğrenirken değil, öğrendikten sonra anlar. Tâat, kötü niyet ile yapılırsa, günah olur. Güzel niyetlerle tâatın sevabı artar. Özetlersek:
İbâdet: Kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek demektir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, mesela namaz kılmak, zekât vermek gibi.
Tâat: Allahü teâlânın beğendiği şey. Buna hasene de denir. Sadaka vermek, Kur’an okumak gibi.
Kurbet: Yakınlık. Tâatı, Allahü teâlâ için yapmak demektir. Mesela sadaka verirken, Allah rızası için vermeye niyet etmek kurbettir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Birkaç sevdiğimize rüyada, bu fakirin abdestte kullandığı müstamel sudan içmelerinin lâzım olduğu, içmezlerse büyük zarar görecekleri bildirilmiş. Böyle şey olmaz dedimse de faydası olmadı. Fıkh kitaplarına baktım. Kurtuluş yolunu şöyle buldum ki, üç kere yıkadıktan sonra, kurbet yani sevap kazanmak niyet etmeden, dördüncü yıkamak ile kullanılan su müstamel olmuyor. Bu sevdiklerimizin ricaları üzerine niyet etmeden dördüncü yıkamakta kullanılan suyu içmek için kendilerine verdim.
İsar, muhtaç olduğu bir şeyi kendi kullanmayıp, muhtaç olana vermektir. İnsana gereken şeylerde isar yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde isar yapılmaz. Mesela örtünecek kadar elbisesi olan, bunu muhtaç olana vermez, kendi kullanır. Namazda ön saftaki yerini başkasına vermez. (Eşbah)
.
.Bazı fıkhi tabirler
Sual: Gazetenizde câiz, sahîh gibi tabîrler geçiyor. Bunların manâsı ne demektir?
CEVAP
Esah: Bir meselenin hükmü hakkında müctehid âlimlerin kavillerinden en doğru olanı, demektir. Esah, sahîh’ten daha kuvvetlidir. Bir misâl: Suyu arayıp bulamayan kimse, teyemmüm edip namazını kıldıktan sonra, suyu görse, bu husûs ihtilaflı ise de, Esah olan namazı iâde etmez.
Sahîh: Fıkıh kitaplarında, müctehid âlimlerin kavillerinden birini tercih edip, (doğru olan budur) denilen kavildir. Bir misâl: Erkeğin başını tıraş etmek mümkün olduğu için, saçını uzatıp örse bile, çözerek yıkaması gerekir. Sahîh olan kavil budur. Çünkü erkeğin saçını örmesinde zarûret yoktur.
Müftâbih: Müctehid âlimlerin ictihâdlarından uyulması gereken fetvâ demektir. Bir veya iki ayrı müctehidin bir iş hakkında iki ayrı kavli bulunsa, birine sahîh, diğerine esah kavil dense, esah kavil ile fetvâ verilir. Herkesin ibâdet yaparken ve harâmlardan sakınırken kendi mezhebindeki âlimlerinin (Müftâbih olan = fetvâ verilen kavil budur) diye bildirdikleri kavle uyması gerekir. Bir misâl: Teşehhüdde şehâdet kelimesini okurken, şehâdet parmağı ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir.
Mu’temed: Müctehid âlimlerin, dînî bir mevzûdaki sözlerinden esas alınan kavildir. Bir misâl: Balgam kusmak mu’temed kavle göre abdesti bozmaz. İbni Âbidîn hazretleri buyuruyor ki:
Mudmerât’da deniyor ki: Fetvâya yarayan alâmetlere gelince, “fetvâ böyledir”, “bununla fetvâ verilir”, “biz bununla amel ederiz”, “itimad bunadır”, “bugünün ameli buna göredir”, “ümmetin ameli buna göredir”, “sahîh olan budur”, “esah olan budur”, “muhtâr olan budur” gibi sözlerdir. Bu sözlerin bazısı bazısından daha kuvvetlidir. Meselâ; “Fetvâ bununladır” sözü, “fetvâ bunun üzerinedir” sözünden daha kuvvetlidir. Esah sözü, sahîhten daha kuvvetlidir. Âdab-ül-müftî’de diyor ki: Mu’temed bir kitaptaki rivâyetin altına esahtır, evlâdır veya benzeri bir ibâre yazılırsa, o rivâyetle fetvâ vermek câiz olduğu gibi, muhâlifi ile de fetvâ verilebilir. Ama, rivâyetin altına “sahîhtir”, yahut “amel olunmuştur” veya “bununla fetvâ verilir”, “fetvâ böyledir” gibi sözler yazılmışsa muhâlifi ile fetvâ verilemez. Ancak, Hidâye gibi bir kitapta bir kavil için, sahîh olan budur, Kâfi’de de, muhalif kavil için sahîh olan budur, denilirse, muhayyerlik sâbit olur. Bu takdirde, fetvâ verecek olan müftî, kendine göre kuvvetli olanı tercih eder. (R.muhtâr)
.Câiz ne demektir?
Câiz kelimesi, cümlede kullanıldığı yere göre çeşitli manâlara gelir:
1- Câiz, genel olarak ruhsat verilmiştir, günâh değildir manâsındadır. Fakat, câiz denilen şeyi yapmamak daha iyidir.
2- Yapılması daha iyi demektir.
3- Yapılması tenzîhen mekrûh demektir.
4- Yapılması tahrîmen mekrûh demektir.
5- Yapılması mubâh demektir.
6- Yapılması vâcib, lâzım demektir.
7- Yapılması günâh demektir.
Şimdi bunlara birkaç misâl verelim:
1- (Cemâatle namaz kıldıktan sonra, duâyı beklemeden gitmek câiz) demek, (Günâh değildir, gidilebilir, ancak gitmeyip duâyı beklemek daha iyi olur) demektir. (Kur’ân-ı kerîmi abdestsiz ezberden okumak câizdir) demek de böyledir. Günâh olmaz, fakat abdestli okumak daha iyi demektir. (Sabah namazında aldığı abdest bozulmadan, bu abdest ile, öğleyi, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı kılmak câiz) demek de böyledir. Yanî günâh olmaz, fakat her namaz için abdest almak daha iyi olur. (Yaşlı kadının elini öpmek câizdir) demek de böyledir.
2- (Namazda rükü’ ve secde tesbîhlerini üçten fazla [5,7,9,11 gibi] söylemek câiz) demek, daha iyi olur, müstehabdır demektir. (Abdest bozulmadan, her namaz vaktinde abdest üstüne yeniden abdest almak câiz) demek, yapılması daha iyi olur demektir. (Cum’a namazında, imâmın secde-i sehv yapmaması câiz olur) demek de böyledir.
3- (Amca ve dayı kızı ile evlenmek câiz) demek tenzîhen mekrûhtur, bir mecbûriyet olmadıkça, yapılmaması daha iyi olur, yapılırsa da günâh olmaz demektir. Fıkıh kitaplarında, (Şarap yapana üzüm satmak câizdir) buyurulması da böyledir.
(Güneşte ısınan su ile abdest almak câiz; fakat tenzîhen mekrûh) demek de böyledir. Hıristiyanın kestiği hayvanın etini yemek de böyle câiz; yanî tenzîhen mekrûhtur.
4- (Hıristiyan kadınla evlenmek câiz) demek, zimmî olursa tenzîhen mekrûh, harbî olursa tahrîmen mekrûh demektir. [Zimmî, İslâm devletine haraç, cizye gibi vergiler veren gayrı müslim vatandaş demektir. Harbî ise, vatandaş olmıyan gayrı müslim demektir.]
5- (Pamuk gömlek giymek câiz) demek, yapılmasında veya yapılmamasında bir mahzûr yoktur demektir.Böyle mubâh işler, niyete göre daha iyi veya daha kötü olabilir. Kadınların süslenmesi câizdir. Kocası için süslenmesi iyi olur, yabancılar için süslenmesi câiz olmaz.
6- (Hastalık sebebiyle yarasından kan, irin akanların, idrar kaçıranların, abdest ve namazlarının bozulmaması için Mâlikî mezhebini taklîd etmeleri câiz) demek, yapılması lâzım demektir. Bunun gibi, (Mahalle mescidinin gelirlerini, masraflarını idâre etmek için mütevelli [vazîfeli bir memur] tayîn etmek câiz) demek, lâzım manâsınadır. (Bir kadın, peruk takarak sokağa çıkamaz. Ancak erkekler arasında başını açmak zarûreti olduğu zaman, başını peruk takarak örtmesi câiz) demek, başını açması günâh olur, peruk takması şarttır demektir.
7- (Bir babanın malının hepsini bir çocuğuna hediye etmesi câiz olur) demek, hediyeyi alan çocuğa bunun hiç mahzûru olmaz, fakat çocukları arasında ayrım yaptığı için babaya günâh olur demektir.
.(Câiz değil) demek de;
1- Mekrûh,
2- Harâm,
3- Fâsid,
4- Küfür,
5- Sahîh değildir,
6- i’tibâr edilmez,
7- Bid’at ma’nâsına da gelir.
Birer misâl verelim:
1- (Namaz kılmak için, câmi resimli seccâdeyi yere sermek câiz değil) demek, mekrûhtur demektir. Genel olarak mekrûh denilince, tahrîmen mekrûh anlaşılır.
2- (Alkollü içkilerin damlasını içmek câiz değil) demek, harâm demektir.
3- (Yürüyerek namaz kılmak câiz değil) demek, fâsid yanî namaz bozulur demektir.
4- (Allah göktedir demek câiz değildir) demek, küfr olur, yanî böyle söyliyen kâfir olur demektir. (Şaka olarak da olsa, zünnâr denilen papaz kuşağını bele bağlamak câiz değil) demek de böyledir. Yanî zünnâr kuşanan kâfir olur. Bunun gibi, (Müslüman kızın, kâfir erkekle evlenmesi câiz değil) demek, evlenirse, kâfir olur demektir.
5- (Diş çukurundaki yemek artığının altına su geçmezse gusül câiz olmaz) demek, gusül sahîh olmaz, geçerli olmaz demektir.
6- (Müctehid olmayanın, âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîflerden manâ çıkararak, kendi anladığına göre hareket etmesi câiz değil) demek, muteber değildir, hiç kıymeti yoktur demektir.
7- (Sakalı bir tutamdan kısa yapmak câiz değil) demek, bid’at olur demektir. Bid’at ise harâmdır. Çünkü sünneti değiştirmiş oluyor.
.Farz-ı ayn ve farz-ı kifâye
Sual: Farzın ve sünnetin ayn ve kifâye olanı vardır. Ayn ve kifâye ne demektir?
CEVAP
Bunlar bir terimdir. Farz-ı ayn ve sünnet-i kifâye gibi birleşik olarak kullanılır.
Farz: Dinimizin, yapılmasını açık ve kesin olarak emrettiği şeylerdir. Farzları terketmek haramdır. İnanmıyan ve yapılmasına önem vermeyen kâfir olur.
Farz-ı ayn: Mükellef olan her müslümanın bizzat kendisinin yapması gereken farzdır. Her müslümanın yapması ve sakınması emredilen dinin hükümlerini öğrenmek farz-ı ayn’dır. Her müminin, en önce, ehl-i sünnet itikadını, kısaca öğrenmesi farzdır. Bundan sonra, yapacağı emirleri ve sakınacağı yasakları öğrenir. Mesela yeni müslüman olan kimsenin, abdestin ve namazın farzlarını öğrenmesi, hemen farz olur. Sünnetlerini öğrenmesi de sünnet olur. Ramazan gelince, orucun farzlarını öğrenmesi farz olur. Zengin olunca, zekâtı öğrenmesi farz olur. Haccı öğrenmesi, hacca gideceği zaman farz olur. Herşeyi zamanı gelince öğrenmesi farz-ı ayn olur. Mesela evlenmek istediği zaman, nikâh bilgilerini, kadın-erkek haklarını, kadınların özür hâllerini öğrenmesi farz olur. Bir sanata, ticarete başlayınca, bunlardaki emir ve yasakları, fâizi öğrenmesi gerekir. Hangi sanata başlıyacaksa, ona âit fen bilgilerini de öğrenmesi farz olur. Herkese kendi sanatını okuması, öğrenmesi farz olur. (Kimya-i saadet)
İbadetlerin en kıymetlisi
İbadetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır. (İfsâh)
Kelam, fıkh ve ahlâk bilgilerini lüzumu kadar öğrenmek ve çoluk çocuğuna öğretmek, farz-ı ayn’dır. Öğrenmiyenler ve çoluk çocuğuna öğretmiyenler büyük günah işlemiş olur.
Bir ayet ezberlemek, herkese farz-ı ayn’dır. Fatiha’yı ve 3 ayet veya bir kısa sure ezberlemek vaciptir. (Dürr-ül Muhtar)
Lüzumlu fıkh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn’dır. Helaldan, haramdan ikiyüzbin meseleden bir kısmını öğrenmek farz-ı ayn, bir kısmını öğrenmek de farz-ı kifâye’dir. Herkese, işine göre, lüzumlu olanı farz-ı ayn olur. (Bezzâziyye)
Farz-ı kifâye: Müslümanlardan lüzumu kadar kimse tarafından yapılınca, diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Bazıları şunlardır:
1- Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak ve gömmek farz-ı kifâye’dir. Erkek yoksa, bu işleri kadınlar yapar.
2- Kur’an-ı kerimi ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifâye’dir. Kur’an-ı kerimden bir miktar ezberledikten sonra, fıkh öğrenmek gerekir. Çünkü, Kur’an-ı kerimi ezberlemek farz-ı kifâye, lazım olan fıkh bilgilerini öğrenmek ise, farz-ı ayndır. (Bezzâziyye)
Ehli tarafından tefsir okumak farz-ı kifâye’dir. Farz-ı ayn olan fıkh bilgilerini okumayı bırakıp, okuması nafile olan tefsir kitaplarından din öğrenmeye çalışmak akıllı kimsenin yapacağı iş değildir.
Camiye girince, mekruh vakit değilse, iki rekat Tehıyyet-ül-mescid namazı kılmak sünnettir. Kur’an-ı kerim okunuyorsa, kılınmaz. Çünkü, Kur’an-ı kerimi dinlemek farz-ı kifâye’dir. Farz-ı kifâye için de sünneti terk etmek evladır. (Hamevî)
3- Bir topluma selam verene cevap vermek farz-ı kifâye’dir. Cevabı geciktirmek haramdır. (Şir’a)
4- Bir toplumda aksırıp (Elhamdülillah) diyene, (Yerhamükallah) demek farz-ı kifâye’dir, üçten fazla aksırınca söylemek ise müstehabdır. (Riyâd-un-nâsihîn)
Duâ ederek cihad farz-ı ayndır
5- Cihad etmek farz-ı kifâye’dir. Duâ ederek cihad ise, her müslümana farz-ı ayn’dır. Bu cihadı yapmamak büyük günah olur
6- Fen bilgilerinden sanatına, ticaretine lazım olanları, yalnız bu işle meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları farz-ı kifâye’dir. Mesela tıp ilmini öğrenmek, tedavi yapmak ve bütün sanatlar farz-ı kifâye’dir.
Namaz vakitlerini hesap etmek, farz-ı kifâye’dir. (Mevduat-ül-ulûm)
7- Fetva vermek ve ilim öğretmek farz-ı kifâye’dir. Her şehirde, müşkülleri çözebilen bir zat bulundurulmak farz-ı kifâye’dir.
8- Emr-i mâruf farz-ı kifâye’dir. Yapılmazsa, gücü yeten herkes mesul olur.
9- Ramazanda hilali gözetlemek farz-ı kifâye’dir. Vacib-i kifâye de denmiştir.
10- Her asırda ictihad farz-ı kifâye’dir.
Sünnet-i kifâye, birkaç kişi işlese, digerlerinin işlemesi gerekmiyen sünnetlerdir. Mesela bir topluluk hâlinde giderken, içlerinden birinin, bir kimseye veya başka bir topluma selam vermesi sünnet-i kifâyedir. Yani herkesin ayrı ayrı selam vermesi gerekmez.
Camide itikafa girmek de sünnet-i kifâyedir. Bir mahallede bir kişi camide itikafa girse, diğer müslümanlarin itikafa girmeleri gerekmez.
Teravih namazını cemaatle kılmak da sünnet-i kifâye’dir. (El-İhtiyar)
Bir mahallede bir kişi ezan okusa, herkesin minareye çikip ezan okuması gerekmez. Bir camide cemaatle namaza başlarken bir kişi ikamet okusa kâfidir, herkesin ikamet okumasi gerekmez.
.İlmi tabirlerin Türkçesi
Soru: Rükû, secde, tekbir gibi sözcükleri anlayamıyorum. Bunların Türkçe’sini yazsanız da herkes anlasa, daha iyi olmaz mı?
CEVAP
Olmaz. Çok kimse, global, küresel, gibi yabancı kelimeleri kullanırken, bizim din ile ilgili zaruri kullanılması gereken ilmî kelimeleri yadırgıyor. Geçen gün, yeniden basılacak olan (İdarecilere tavsiyeler) isimli kitaba bazı ilaveler yaparken, Vakıf genel sekreterimiz de, anlaşılmaz yabancı kelime yazdığımı sanarak, (Yabancı kelime yazmayın) dedi.
Şu bir gerçektir ki, her işte, her meslekte, her ilimde o ilme has [özgü] özel tabirler, terimler vardır. Mesela sporla ilgilenen, ofsayt, aut, korner, penaltı, basketbol, futbol, kale, gol kelimelerini bilir. Bilmezse, seyrettiği maçtan zevk almaz. Maça gidenin de bunları bilmesi gerekir. Hakemler, spikerler bunların Türkçe’sini söylemez. Hakem, spiker yabancı kelimedir, ama bunlar ehlince bilinir, bunların Türkçe’si olmaz. Maç seyreden, kale denilince, etrafı surla çevrilmiş, askeri bakımdan önem taşıyan kalın duvarlı binayı anlamaz. Bunun gibi harç kelimesinin, hukukta, inşaatta, ziraatta, ev işlerinde ayrı anlamları vardır.
Sporda olduğu gibi, hukukta, tıpta, ekonomide ve her ilim dalında o ilme mahsus [özgü] terimler bulunur. Bu kelimelerin Türkçe’si olmaz. Vakıf kelimesi yabancıdır, Türkçe’si olmaz.
Hukukta bazı terimler kullanılır. Mesela dava, duruşma, beraat, vekil, müvekkil, teminat, zimmet, icra, iflas, miras, varis, vasi, infaz, zabıt, muhakeme, tahkikat, iddianame, mümeyyiz, nafaka hak, hukuk gibi kelimelerin Türkçe’si olmaz.
Tıpta da bazı terimler kullanılır. Mesela, karantina, terapi, psikiyatri, kardiyoloji, jinekoloji, üroloji, nöroloji, çekap, anestezi, narkoz, operasyon, enjeksiyon, tahlil, tomografi, röntgen, migren, tansiyon, prostat, menapoz, glokom, katarakt, aft, kolesterol, kist, sinüzit, farenjit, menenjit, bronşit, siroz, diyabet, egzama, alerji, kanser, ülser, enfeksiyon, nevrasteni gibi kelimelerin Türkçe’si olmaz.
Ekonomide de bazı terimler kullanılır. Bunları ancak ekonomistler ve bu işle ilgilenenler bilir. Mesela açığı kapatmak için hükümetçe yapılan para yardımına Sübvansiyon deniyor. Para arzına Emisyon, yabancı paralara göre, paranın değerini düşürmeye Devalüasyon deniyor. Fiyatların artması, paranın değerinin düşmesi ile meydana gelen ekonomik bozukluğa Enflasyon deniyor. Böyle kelimelerin Türkçe’si olmaz.
Bilgisayar kullanıyoruz. Bazı teknik tabirleri, mesela delete, enter, mous, mail, email, cd, disk, disket, ekran, gibi kelimeleri, ICQ kullanılıyorsa, online, offline, chat [sohbet] gibi kelimeleri bilmek gerekir. Chat [çet] sohbet demekse de, bilinen sohbetten farklıdır. Bir odada, bir sayfada karşılıklı yazışmadır.
Dinini öğrenmek isteyen kimsenin de, ezan, ikamet, niyet, kefaret, fidye, farz, vacip, sünnet, müstehap, kıyam, kıraat, rüku, secde, âyet, hadis, sure, tadili erkan, haram, helal, küfür, fasit, batıl, sahih, caiz, nisap, ictihad, müctehid, mezhep, tasavvuf, ihlas, riya, gıybet, suizan, hüsnü zan, mucize, keramet, firaset gibi Arapça kelimeleri bilmesi gerekir. Bilmezse dinini öğrenmesi mümkün olmaz. Bu kelimelin Türkçe’si olmaz.
Turgut Özal, (Özden layüsel değildir) demişti. Bu kelimenin yerini sorumsuz kelimesi tutamaz. Çünkü layüsel, yaptığı işlerden hesap sorulmayan, istediği gibi hareket eden demektir. Yalnız Allahü teâlâ layüseldir. İnsanlar layüsel değildir. Bu anlama gelen başka kelime bulunmadığı için Özal bunu kullanmak zorunda kalmıştı. Dinimizi öğretmek niyetiyle kullanmak zorunda kalan kelimelerden dolayı, din kitaplarındaki tabirleri hoş görmek, dili ağır diye tenkit etmemek gerekir.
.Bazı kelimelerin açıklamaları
Sual: Bizim Sayfada çıkan bid'at, caiz gibi kelimeleri anlayamıyorum. Bunların bir kısmını yazdım. Açıklarsanız, dini yazı okurken bakarım.
CEVAP
Her ilim, ıstılahları [deyimleri] ile öğrenilir. Bu bakımdan Türkçesi olmıyan kelimeleri öğrenmeniz şarttır. Bildirdiğiniz kelimelerin açıklamaları şöyle:
Abid: İbadetle meşgul olan.
Akıl-balig: Ergenlik çağına ulaşmış olan.
Akika: Çocuk nimetine karşilik, Allahü teâlâya şükretmek niyetiyle kesilen hayvan.
Arefe: Zilhiccenin 9. günü. Kurban bayramından önceki gün. Başka güne arefe denmez.
Aşere-i mübeşşere: Cennete girecekleri, dünyada iken müjdelenen on Sahabi.
Ateist: Allahü teâlâya inanmayan, dinsiz.
Bid'at: Sonradan ortaya çıkan şey. Zararlı olmıyan adetlerdeki değişiklikler günah olmaz. İbadette, bid'at yasaktır. Mesela papaz elbisesi giymek günah değil, haç takmak küfürdür.
Caiz: Yapılmasında mahzur, [sakınca] olmayan şey.
Dar-ül-Harb: İslâm ahkamının tatbik edilmediği yer. Kâfir diyarı. İslâm ahkamının tatbik edildiği yere, İslâm diyarına Dar-ül-İslâm denir.
Edille-i şeriyye: Dinimiz için esas olan ve bunlara bagli olan deliller. Edille-i şeriyye dörttür. Bunlar, Kitap [Kur'an-i kerim], Sünnet, Icma ve Kiyastir.
Eshab: Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlari.
Fâsık: Harama önem verdiği hâlde emir ve yasaklara uymayan günahkâr.
Feyz: İlâhî ihsan, lütuf, manevî nimetler.
Fıkıh: Dinde yapılması ve yapılmaması gereken işleri bildiren ilim.
Fakih: İctihad derecesine varmış âlim.
Fitne: Bölücülük yapmak, insanları sıkıntıya, belâya düşürmek.
Fuhş: Çirkin söz ve iş.
Gayrı müslim: Müslüman olmayan. Daha çok hıristiyan ve yahudilere denir.
Hacamat: Deriyi keserek kan alma. Sülükle de olabilir.
Halife: Resulullah efendimizin vekili ve bütün müslümanların reisi veya bir tasavvuf büyüğünün vazifelendirdiği talebesi.
Halvet: Yabancı bir kadınla bir erkeğin, bir yerde yalnız kalması.
Hasenat: Güzel işler, iyilikler. Seyyiat ise bunun zittidir. Kötülükler, günahlar demektir.
Hatem-ül-enbiya: Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselam.
Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah: Allah için sevip Allah için düşmanlık etmek.
Hurmet-i musahere: Herhangi bir kadına, şehvetle dokunmakla hasıl olan durum. Bir kadının herhangi bir yerine şehvetle dokunmak, hurmet-i musahereye sebep olur. Yani o kadının neseb ile ve süt ile olan anası ve kızları ile, o erkeğin evlenmesi haram olur.
Hüsn-i zan: İyi zan. Sui zan, kötü zan.
İctihad: Müctehid âlimlerin Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hüküm.
İddet: Boşanan veya kocasının ölümü ile dul kalan kadının başka erkekle evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
İhlas: Bütün iş ve ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak. İhlas sahibine muhlis denir.
İrtidad: Müslüman iken, islâm dinini terketme. Terkedene mürted denir.
İskat ve Devr: Ölen müslümanı, namaz oruç gibi borcundan kurtarmak için yapılan iş.
İstiğfar: Allahü teâlâdan mağfiret, af dilemek.
İstihare: Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak için, iki rekat namaz kıldıktan sonra, rüya görmek üzere uykuya yatma.
İstihaza: Adet ve lohusalık dışında gelip oruca, namaza mani olmayan hastalık kanı.
İtikad: Peygamber efendimizin, Allahü teâlâ tarafından, peygamber olarak bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği hususların hepsini kalben tasdik ederek inanma.
Kefaret: Yanlışlıkla veya kasten işlenen bir günahın affı için dinin emrettiğini yapma.
Kelime-i Tevhid: "La ilahe illallah Muhammedün resulullah" sözü.
Kelime-i Temcid: "La havle vela kuvvete illa billah" sözü.
Kerahet: İşlenen amelin sevabını gideren şeyler. Buna mekruh da denir.
Mahrem: Nikah düşmeyen kimse. Namahrem, yabanci, kendisiyle evlenilmesi haram olmayan demektir. Herkese söylenmiyen gizli şeylere de mahrem denir.
Mahşer: Kiyamette bütün mahlukatin dirildikten sonra hesap için toplanacaklari yer.
Mendub: Yapılması halinde sevab, yapılmazsa günah olmayan şeyler.
Mubah: Dinimizde yapılması emrolunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.
Müdahene: Gücü yettiği hâlde, haram işleyene mani olmamak. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek.
Mümin: Resul-i Ekremin bildirdiklerinin hepsini beğenip, kalbi ile kabul eden, inanmayıp inkar edene münkir veya kâfir denir.
Münafık: İnanmadığı hâlde, müslümanları aldatmak için, müslüman görünen kimse.
Riyazet: Nefsin isteklerini yapmamak. Nefsin istemediğini yapmak ise mücahededir.
Ruhsat: İslâmiyetin meşakkat ve zaruret gibi sebeplere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık, kolaylık yolu, azimetin zıttı.
Salih: Ehl-i sünnet itikadında olup genel olarak günah işlemiyen kimse.
Sapık: İtikad veya ibâdetlerde Ehl-i sünnetten ayrılan.
Sütre: Namaz kılanın önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk.
Şirk: Allahü teâlâya ortak koşma. Ortak koşana müşrik denir.
Tahmid: "Elhamdülillah" sözü.
.Ahlakı bozma gayretleri
Sual: Ahlakımızı bozma gayretleri dilimizde nasıl anlaşılır? Birkaç örnek verir misiniz?
CEVAP
Ahlakımızı çökertmek için, aile mefhumunu kaldırma, rezaletleri meşru gibi, meşru olanları da kötü gibi gösterme gayretleri devam etmektedir. Hırsızlık, fuhuş, kumar, esrarkeş ve sarhoş olmak gibi dinimizde kötülükleri, iyi bir şey gibi göstermeye, hafife almaya çalışıyorlar. Birkaç örnek verelim:
Hırsızlık yapana çok uyanık veya uyanığın biri diyorlar. Halbuki uyanık açıkgöz, zeki demektir.
Şoför, kör kütük sarhoş yakalanıyor, alkollü idi, sarhoşken başkasını öldüren birine de, alkol almıştı deniyor. Sanki yanında bir kapta alkol taşıyormuş gibi basit gösteriliyor.
Ahlaksız bayanlara sosyetik diyerek rezaletlerini hafife almaya çalışıyorlar.
Yurtdışından gelen denetimsiz, frengili, aidsli kötü bayanlara, fahişe denmiyor da, nataşa deniyor.
Bir erkekle nikahsız gezen fahişeye, o erkeğin dostu diyorlar. Dost ne güzel bir kelimedir, fahişeye dost denir mi hiç? Bunlara metres de diyorlar. Metres, efendi, öğretmen demektir.
Zina yapılan resmi yerlere, genel ev, özel yerlere randevu evi deniyor. Randevu buluşma demektir. Zina evi denmiyor, buluşma evi deniyor. Fahişe için hayat kadını, tele-kız ve daha başka cazip kelimeler kullanıyorlar. Hayat kadını, hayat veren kadın anlamında, Tele kızdaki kız ise, el değmemiş, bâkire anlamındadır. Zinayı hafifletmek için, cinsel taciz ifadesi kullanılıyor. Mesela, (Clinton cinsel tacizde bulunmuş) denmişti. Zina yerine kaçamak da deniyor, “Ara sıra kaçamak yapmalı” diyorlar.
Puşta, ibneye, daha yumuşak bir kelime, mesela eşcinsel, travesti diyorlar. Birbiri ile kötü ilişki kurmaya çalışan bayanlara da lezbiyen, sevici diyorlar. Kötü iş yapmıyor da, sadece seviyor gibi gösteriliyor. Aksırınca (hapşırınca) elhamdülillah diyene, yerhamükellah yerine, çok yaşa diyorlar.
Kötü şeyler iyi gibi gösterilirken, iyi şeyler de kötü gibi gösteriliyor. Birkaç da buna örnek verelim:
Efendi kelimesi, asırlardır çok kıymetli zatlara verilmişti. Başta Peygamberimize, efendimiz diyoruz. Ama bugün, resmi dairelerdeki odacıya, kapıcıya, çaycıya basit işlerde çalışana efendidenerek, efendi kelimesi aşağılanmak isteniyor.
Başörtüsü, çaycılık ve benzeri hizmetlerde çalışan bayana uygun görülüyor da, memurluk yapan bayana uygun görülmüyor. Allah’ın emri olan başörtüsüne, gayri meşru bir kıyafet gibi sıkma baş diyorlar. Başörtüsü dememek için türban da diyorlar. Dindar Müslümana, dinci, gerici, yobaz diyorlar. Sakallı olanlarına, çember sakallı diyorlar. Kastro tipi sakallılara da özgür sakallıdiyorlar.
Millî oyunlara, halk dansları deniliyor. Böylece dansı meşru göstermeye çalışıyorlar.
Bakire kızlara, bayan diyorlar. Böylece bakireliğin önemi olmadığı havası verilmeye çalışılıyor.
Allahaısmarladık yerine, emir verir gibi, ukalaca kendine iyi bak deniyor. İnşallah yerine, umarım ki kelimesini kullanıyorlar. Hadis-i şerifte, (İnşaallah demekten daha faziletli iş yoktur) buyuruldu. Kesin işlerde de inşaallah denir. Allahü teâlâ, (Mescid-i harama inşaallah gireceksiniz) buyurdu. Yine Allahü teâlâ, (İnşaallah demeden hiçbir şeyi yarın yapacağım deme)buyurdu.
İnşallahla maşallahla olmaz diyerek bu güzel kelimelerle de alay ediyorlar. Böylece bizim güzel mefhumlarımız kayboluyor, iyiyi, kötüyü tefrik edemez, anlaşamaz bir toplum haline geliyoruz. Bunların oyununa gelmemelidir.
.Dini kelimeleri bozmak
Ahlakımızı bozmak için dinimizce güzel olan şeyleri çirkin, çirkin olan şeyleri de hoş gösterme gayretlerinin yanı sıra, bazı kelimeleri de, kimi bilerek kasten, kimi de bilmeden yanlış kullanıyorlar. Mesela, Mucize, yaratmak, kader, şehit, oruç gibi kelimeler, dinimizin bildirdiği manadan da başka türlü kullanılıyor. Allahü teâlânın yarattığı işlere, mesela gözün, kulağın yapısına mucize diyorlar. Allahın kudreti denir. Başka türlü söylemek mucizenin manasını bozmak olur.
Peygamberlerden ilahi adet dışında ve ilahi kudret içinde meydana gelen olaylara Mucize denir. Mucize, bir peygamber tarafından, tabiat kanunlarına, âdete muhalif olarak yapılan harika bir iştir. Kendisinde harika bir şey zuhur eden, mesela denizde, suyun üzerinde yürüyen zat, peygamberse, bu işe mucize denir. Evliya ise keramet, salih ise firaset, fâsık ise istidrac, kâfir ise, sihirdenir. Sihir, cisimlerin fizik özelliklerini, şekillerini degiştirir. Maddenin yapısını değiştiremez. Mucize ve keramet, ikisini de degiştirebilir. Mucizeyi yapan yalniz Allahtır. Peygamberlerine verdiği mucizeleri için (Bunları yapan biziz) buyuruyor. (Enbiya 79)
Bunun için (mucize indirim), (Mucize yarattı), (Yedinci kattan düştü, mucize olarak kurtuldu) demek, Onun Peygamber olduğunu söylemek olur ki bu ise küfürdür. Yaratmak da sadece Allah’a mahsustur. Yapmak anlamında da olsa, yaratma kelimesi insanlar için kullanılamaz.
Kader kelimesi de yanlış kullanılıyor. (İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere, şansa bırakmamalı) diyorlar. Kader, insanların elinde değildir. Kader, şans gibi kelimeleri yanlış olarak tesadüf yerine kullanılıyor. (İşi tesadüfe bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı) denmez. Kader, Allahü teâlânın ezelî ilmi ile, kulların yapacakları şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın ilmine kimse müdahale edemez. İntihar eden de Allah’ın kaderini değiştiremez.
İmanlı olmayan, nerede nasıl ölürse ölsün şehit denmez. Dinimizin bildirdiği yollardan başka yolda ölene şehit denmez. Mesela devrim şehidi, demokrasi şehidi, görev şehidi mafya şehidiolmaz.
Açlık grevi için, ölüm orucu da diyenler çıkıyor. Oruç, sadece aç durmak değildir. İmsak ile akşam arasında orucu bozan şeylerden uzak durmak demektir.
Müsteşrikler, İslâm dini yerine, İslâm Nazariyesi, İslâm Düşüncesi, Allah düşüncesi diyorlar. İslâmiyet, ilahi bir din olup bir düşünce sistemi olmadığına göre, bu tabirleri kullanmak asla caiz değildir. Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir.
Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir. Akıl, zihin mahluktur. Allahü teâlânın bildirdiği şeylere düşünce, görüş denmez. Kur'an-ı kerimdeki hükümlere bile Kur'ani görüş diyorlar. Bu tabirleri kullanmak insanı küfre sürükler.
Akıl ve şuur mahluktur. Mahluka ait mahluk olan bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür. Mesela Allah’ın fikri veya ilahi şuur demek, mahluk [yaratık] olan şuuru, Yaratıcı için kullanmak demektir. Bu ise küfürdür. Çünkü şuur, akıl, fikir yaratıktır. Bir kimse, Yunan felsefecileri gibi, (Dünya kadimdir, Allah gibi ezelîdir) derse küfre düşer.
Müslüman kelimesi yerine islâmcı veya dinci diyorlar. Dinimiz salih, mücahid, dindar, mütteki gibi kelimeleri bildirmişken, yerlerine İslamcı demek bid'attir. Hiç bir İslâm âlimi islâmcılıktan bahsetmemiştir. Türkçe’de genel olarak, cı, cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı makarnacı gibi kelimeler, o şeyi yiyip bitirmekle zevk alana denir. İslâmcı, dinci de bunlara benziyor. İslâm’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimseye benziyor. Bunun için de, Müslüman kelimesi varken, hiç kimsenin dinci veya İslâmcı olmasını tavsiye etmeyiz.
.Türk dilini bozuyorlar
Sual: Bir sürü uydurma kelime çıkardılar. Bunlar Türk dilini bozuyorlar. Bazı örneklerle zararlarını açıklar mısınız?
CEVAP
Çok kimse, yanlış olarak, meşhur oldu yerine, şöhret oldu, geçen yıl yerine, geçtiğimiz yıl, ucuzluk yerine, şok indirim veya mucize indirim diyorlar.
İlim sahibi olana âlim oldu denir, ilim oldu denmediği gibi, şöhret sahibi olana da, şöhret oldu denmez, meşhur oldu denir. Meşhur yerine, şöhretli veya ünlü de denebilir.
Geçtiğimiz yıl, geçtiğimiz ay, geçtiğimiz hafta, geçtiğimiz gün denmez. Çünkü biz zamanı değil, zaman bizi geçmektedir.
Şok; kaza, beklenmeyen kötü bir olay demektir. Fiyatlar ucuzlayınca alıcı niye şok olsun? Fiyatlar çok yükselince insan şok veya şoke olur. Şoke olmak, birdenbire şaşırmak, hoşa gitmeyecek bir şeyle karşılaşmak demektir. Hele mucize indirim demek çok yanlıştır.
Dil tasfiyecileri, bir sürü uydurma kelime çıkardılar. Bu kelimeler bilhassa iki yönden daha zararlıdır:
1- İhtiyaç yokken, sırf bir kelime başka dilden geldi diye, mutaassıp kelimesini atıp yerine, hiçbir kaideye uymayan uydurma bir sözcük, mesela bağnaz koymak dilde anarşiye yol açar.
2- Osmanlı arşivlerini, lüzumlu vesikaları yıllardır okuyacak kimse bulunamadı. Bu fark edilince tedbir almaya çalıştılar. Osmanlı eserlerini bugünkü gençliğin anlaması gittikçe zorlaşıyor. Azerbaycan’dan bir genç geldi. Mızraklı ilmihal’in aslını okudum, rahatça anladı. İslam’ın koşulu beştir dedim. Anlamadı. Yarın şart kelimesi unutulup yerine koşul gelirse, kimse İslam’ın beş şartını bilemeyecektir. Bu uydurma kelimeleri tasvip etmemek bu bakımdan din gayreti olur. Müslüman, dininin unutulması için yapılan böyle çalışmaları hoş görmemelidir.
Mektup, kitap yabancıdan yani Arapça’dan geldiği için onun yerine Betik kullanılmasını istiyorlar. Eğer bu betikler, topluma hâkim olursa, artık mektup yazamayacak, kitap okuyamayacağız.
Saptamak sözcüğünü hançer gibi bağrımıza saplamaktan çekinmediler.
Azman, aşırı şekilde gelişmiş demektir. Kurt azmanı köpekler böyledir. Azman vezninde yazman ve uzman var. Azmanlar, yazmanlar çoğalır, azmanlaşırlarsa, ortalıkta kâtip diye birine rastlamak mümkün olmaz. Azman veznindeki uzmanlar, çoğaldığından, artık mütehassıs elaman bulmak zorlaştı.
Bu bağnaz dilciler, hayvanlardan esinlenerek [ilham alarak] hayvanlara benzer sözcükler üretmeye çalışıyorlar. Boğaya benzesin diye doğa, aygıra benzesin diye uygar sözcükleri buldular. Herkes uygar olursa, bir tek medeni kimse bulmak mümkün olmayacaktır.
Kuyruk hayvanlarda olur. Bunun için kuyruk vezninde uyruk sözcüğü buldular. Köpeklerin hav hav, kedilerin miyav miyav sesinden esinlenerek sınav diye bir sözcük uydurdular.
Hayvanlar arabaya koşulur. Koşulmak kelimesinin emir şekli koşul’dur. Bu koşulu şart yerine koymak, kelime düzenini alt üst etmek olur.
Hâkim kelimesi Arapça olduğu için uydurma bir sözcük aradılar, yargı kelimesinden doğru olarak yargılayıcı veya yargıcı kelimesi mümkün iken, sırf uydurma olsun, kırlangıç’a benzesin diye yargıç sözcüğünü buldular. Yargıç yarma aleti demektir. Mahkemeye de yargıçevi diyebilirler.
İzlemek, takip etmek iz üzerinde yürümek demektir. Seyretmek, bakmak anlamında kullanılması yanlıştır. Türkistanlı bir genç, (Televizyon izliyoruz) diyenlere şaşırıp kalır, (Ne o televizyon kaçtı da onu mu takip ediyorsunuz, izini mi sürüyorsunuz) der. Gülünç hale düşmenin ne âlemi vardır?
.Dilimize sahip çıkmak
Sual: Dinde dilin yeri, önemi nedir?
CEVAP
Bir milleti meydana getiren başlıca unsurlardan ikisi, Dil ve Din diye tarif edilir. Dinde de dilin yeri, önemi büyüktür. Ecdadımızın yazdığı bir Mızraklı ilmihali okuyamayan genç, dinini nasıl öğrenecektir?
İnsan hakları ile ilgili tapu kayıtlarının önemi büyüktür. Bunları okuyacak insan sayısı, gittikçe azalmaktadır. Çok zengin olan arşivimizi, kitaplarımızı okuyup anlayacak kimse kalmayınca ne yapılacak? İrfan hazinemizden faydalanmak için, uydurmacılığa milletçe karşı çıkmak millî bir vazifedir. Dili korumak, vatanını korumakla birdir. Dil, vatan gibi, örf ve adetlerimiz gibi büyük bir önem arz eder. Milli kültürün esası dildir. Başka dilden gelen kelimeler, değişikliğe uğrayarak yeni bir özellik kazanmışsa, o kelime artık yabancı olmaktan çıkmış, o milletin malı olmuştur.
Asırlardır kullanarak öz malımız haline gelen bu kelimeleri atmak, (daha önce bu topraklar yabancıların olduğu için mesela, İstanbul Bizans’tan gelmedir, istemeyiz) demeye benzer. İstanbul bizim vatanımız oldu. Hak, adalet, ilim gibi kelimeler de malımızdır. Malımızın atılmasına göz yumulmamalıdır.
Din ve dilin önemini bilen millet düşmanları, din ve dilimizi bozmak, millî kültürümüzü çökertmek için dinde ve dilde anarşi meydana getirmeye çalışmışlardır. Dünyada hiçbir dil, saf olmadığı gibi, saf olması da mümkün değildir. İngilizce’nin yarıdan fazlası Fransızca’dır. Fransızca’nın, hemen hepsi başka dillerden gelmiştir. Çoğu Latin ve Grek asıllıdır. En saf olan Arapça’da bile İbrani, Süryani, Türk ve Avrupa menşeli birçok kelime vardır.
Kamyon, tren, kravat, sonu ist ile biten sosyalist ve kapitalist, sonu tör ile bitenler, traktör ve vantilatör, sonu siyonla biten enflasyon, istasyon gibi Fransızca’dan gelen kelimeler; çek, maç, gol gibi İngilizce’den; fasulye, polis, anahtar gibi Yunanca’dan; nisan, şubat gibi Süryanice’den; kitap, kalem, insan, vatan, halk gibi Arapça’dan; çoban, kâğıt, çarşaf gibi Farsça’dan gelen kelimeler ile mazot [Rusça], çay [Çince], makarna [İtalyanca],] gibi kelimeler, dilimize yerleşmiştir. Bunları atıp yerine sözcük uydurmak, kültür emperyalizmidir, dilimize yapılan bir su-i kasttır.
Ağaçtaki kuru dalları ayıklarken balta ile dal ve kökleri kesmek ağaca zarar verir. Meyve ağacı balta ile budanmaz. Budama makası gerekir. Budama gibi, aşılama da rasgele olmaz. Ameliyat bıçağı, aşı bıçağından ayrıdır. Portakal yaprağı, çam ağacına konsa iğreti durur. Ağaçta da, dilde de gelişmenin tabii olması, bünyeye uyması şarttır. Dilin de kanunları vardır. Kanunsuz müdahale, onu dejenere eder.
Kuralsız kelime uydurmak hastalıktır. Psikolog Ayhan Songar, (Bazı akıl hastaları, durup dururken kelime uydurur. Bunların konuşmaları, bazen hiç anlaşılmaz bir uydurma lisan haline gelebilir) diyor.
Uydurma kelimeler, dağdan gelip bağdakini kovarsa ne olur? Devlete İlkut diyorlar. Eğer İlkut yayılırsa, ortada devlet kalmaz. Özgürlük gırtlağımıza çıkarsa, hürriyetimiz yok oldu demektir. Yaşam her yeri kaplarsa, hayatımız sona ermiş olur. Artam, meziyetlerimizi alıp götürür. Kitap yerine Betik, kütüphaneleri doldurursa kitapsız kaldık demektir. Vicdan yerine Bulunç ortada gezerse, artık vicdansız oluruz. Demokrasi denilen Budunbuyrun zorbası, Meclise de girerse, demokrasi yıkılmış olur. Doygu rızıkmış. Doygu, egemen olursa, maazallah rızkımız kesilir. Düzence disiplinmiş. Düzence her yere girerse, hiç bir yerde disiplin kalmaz. İstikamet yerine Yönelti yolumuza çıkarsa, istikametimizi şaşırırız. Mut, saadetmiş. Mutlar her yeri kaplarsa,saadetten mahrum kalırız. Eser, Yapıt olursa, tarihi eserlerimiz yıkılmış olur. Radyo yaymaçmış. Yaymaç çoğalırsa radyo dinleyemeyiz, dinlesek de zaten anlayamayız. Ulusçuluk milliyetçilikmiş. Ulusçuluk borusu öterse, milliyetçilik susar.
Nasıl dil tasfiyecileri kelimeleri bilinçli çıkarmak istiyorsa, sağ duyu sahipleri de şuurluca uydurukçadan uzak durmalıdır.
|