Osmanlı Medresesine Eğitim Açısından Umumi Bir Bakış -2
A. Çangaoğlu
TALEBE MÜDERRİS MÜNÂSEBETİ
Yukarıda anlattıklarımızı "TalebeMüderris" ve "Talebeîdare" kategorileri açısından incelediğimizde, aklımıza hemen şu bir kaç nokta gelmektedir.
1) Meseleye birinci olarak kategori perspektifinde baktığımızda, daha önce açıklamaya çalıştığımız gibi yardımlaşma, birlik ve beraberlik ya da iletişim; bir yerde eğitimöğretim faaliyetinin ne tür bir ilişki içinde yürütülmesi ve hangi bazda ele alınması gerektiği meselesinin, manâsını ve özünü sergilemektedir.
2) MüderrisTalebe arasında bugün "Rehberlik ve Danışmanlık" dediğimiz olayın, medreselerde var olduğunu çok belirgin bir şekilde görmekteyiz. Zira başta talebemüderris olmak üzere aradaki ilişki, bir yerde idarî mekanizmayla ilgili problemlerin çözümü, belli derecede olması gereken bu dengenin kurulması ve tedrisatın başarıya ulaşması, böyle bir yapıyı iktiza etmektedir.
3) Bunların yanında (Okul) İdareTalebe arasında gördüğümüz bu güçlü iletişim, bizi talebeden yukarıya saygısevgi ve itaat; yukarıdan talebeye karşı sevgi ve hoşgörü gibi eğitimde önemli, ahlâkî düsturların varlığına götürmektedir. Bu ahlâkî hasletlerin, bugün bütün eğitimöğretim müesseselerindeki gerekliliği, bilhassa üniversitelerde zuhur eden hadiseler karşısında, ihtiyacın ne kadar şiddetli olduğunun bir ispatıdır.
Eğitimin işleyişi, mühim bir faktör olan sınıftaki talebe sayısı ile direkt alâkalıdır. Çünkü bu sayı nisbeten de hocanın sınıf ve ders hakimiyeti, talebeyle ilgilenmesi; yani eğitimin bir yerde başarısı da buna paralel olarak değişecektir. Medreselerde bu işin önemine binaen, "talebe sayısı medresenin büyüklüğüne göre değişmekle beraber en büyük medreselerde bile bir müderrisin okuttuğu talebe sayısı 20 rakamını geçmiyordu."35 Okullarımızdaki bir sınıfta okuyan talebe sayısının kabarıklığı, üstelik bunun üniversitelerde daha doğrusu yükseköğretim kurumlarında bile mevcudiyetini düşünürsek, sınıftaki öğrenci sayısı açısından medreselerden epey geride kaldığımız ortaya çıkıyor.
Burada Osmanlı tedrisat geleneğindeki "Cer" usulünden36 bahsetmemiz lâzım. Bugün bilhassa yükseköğretim kurumlarında uygulanan "Staj" konusuyla çok büyük benzerlik gösteren bu sistemde, talebeler; hitap edilecek kitlenin, diğer zamanlara nazaran daha çok ve birlikte olduğu Recep, Şaban, Ramazan olarak bilinen "Üç aylar"da (Şûhuru Selâse) ülkenin en ücra köşelerine, medresesi, hocası bulunmayan köylerine kadar ulaşarak, oralarda halkla ilgilenir, onlara namaz kıldırır ve vaaz eder. Halkın her türlü problemlerine ve meselelerine çözüm bulmaya çalışan talebelerin bütün ihtiyaçları, hukuki bir kural olmaksızın Köy İmecesi tarafından karşılanır. Talebeye bulunduğu yöreden ayrılırken çeşitli giyecek ve yiyecek malzemesi ve paranın verilmesiyle, bir kısım ihtiyaçlarını temin etmesi sağlanır. Böylece talebenin hem tedrisat hayatı süresince halkla kaynaşması, meseleleri teşhis etmesi ve en mühim olarak da sosyalleşmesi ve halkla bütünlük içinde olması, içtimaî yapıyla rahat uyum kurma gibi önemli hususlardaki problemlerin büyük bir kısmı halledilmeye çalışılmıştır. Bu sistem aynı zamanda Yaygın Eğitimin sağlanmasında da faydalı olmuştur.
Medrese talebeleri, bir medreseyi bitirip daha üst düzeydeki bir medreseye geçerken, ortaöğretim kurumlarındaki diploma ile aynı ayarda olan "temessük"37 denen bir belge alırlar. Ortaöğretim seviyesindeki medreselere (mesela: Haşiyei Tecrid, Miftah med. vs.) vakfiyelerde özel bir şart konulmamışsa (meselâ, kimsesizler ya da yoksullar için vs.) bütün erkek çocuklar girebilirler.38 Kız çocuklarının eğitimi ise, medreseler kadar ihtimam gösterilen ve programları farklı olan Sıbyan Mekteblerinde ve İçtimaî bünyeyle karşılanmaktadır. Fatih, Ayasofya gibi medreselerde ise talebe alımı ilmiye sınıfının39 başı olan Şeyhü'lİslâm, müderrisler ve diğer yetkili kişilerin huzurunda imtihan yoluyla yapılmaktadır.40 Bu durum Fatih medresesi ayarındakilerin yükseköğretim kurumu hatta üniversiteden sonraki Yüksek Lisans ve Doktora seviyesinde kabul edilmelerinden dolayıdır, O halde bugünkü üniversiteye giriş ve Yüksek Lisans, Doktora imtihanlarına benzer sınavların mevcudiyetini görmekteyiz. Bu tür kurumlarda okuyanlar yani Danişmendler ise "İcazetname" denilen diploma alırlar. Danişmendlerin en yeteneklilerinden seçilen Muidler, yani bugünkü Doktora ve Doçent seviyesinde olan Danişmendlere müderrislerin verdikleri dersleri tekrar anlatırlar. Danişmendler de daha alt derecede okuyan Softalara ders anlatırlar. Bunun yanında Danişmendlerin İstenilen evsafta yetişmelerine hassasiyet gösterilmiştir. Meselâ bununla ilgili olarak bir padişah fermanında "....imdi âbadı kiram ve ecdâdı îzâm zamanlarında, bu babda vaz' olunan kânunı kadîme ve verilen ahkâmı şerîfeye muhalif vaz' olduğuna rızâyı şerifim olmayıp, benim dahi bu babda emri şerifim bu veçhile sadr oldu ki; talebeden biri bittemam istihkâkıyla danişmend olduktan sonra üç yıl bittemam şuğal ettiği şuhûd ve udûl ile yanlarında sabit olmayınca onların gibileri danişmendliğe kabul etmeyeler. Şöyle ki; bu emri şerifime muhalif vaz'ları sadır olursa danişmende ta'ziri beliğ olunup tarîkinden reddoluna ve kabul eden müderris dahi muateb ve ma'zûl olan her danişmende...." şeklindeki bu konudaki ihtimam ve hassasiyeti gösteren sözlerden sonra böyle danişmendlerin en aşağı dereceden başlayarak (1 yıl, 3 ay, 5 ay, 6 ay gibi daha kısa sürelerle) tedrisatını tamamlamasını ve bu emirlere muhalif davranan danişmendin şehirden sürülmesi ve müderrisin de itab ve azl olunması istenmektedir.41
Danişmendlerin ders verdikleri Softalar için de aynı durum söz konusudur. Başka bir padişah fermanında; vakfiyedeki şartlara uymayıp geceleri izinsiz sokağa çıkan softalar, ihtar edildiği halde muhalif davranırlarsa hücrelerinin ellerinden alınması42 şeklindeki ifadeler, eğitimöğretime gösterilen olağanüstü önemi göstermektedir.
IV GÜNÜMÜZÜN PROFESÖRLERİ, MÜDERRİSLERİ
Medreselerde Öğretim görevlileri olan Müderrisler, bugün üniversitelerden sonraki akademik kariyerde bulunan şahıslar seviyesindedirler. Ortaöğretimde ders verenler, bugünkü tabirleriyle en az Araştırma Görevlisi veya Doktora; yüksek öğretimdekiler ise Doçent ya da Profesör statüsünde kabul edilebilir.
Eğitimöğretimin başarıya ulaşmasında birinci derecede ehemmiyetli olan müderrisler ya da genel anlamda hocalar, bilhassa ilk dönemlerde çok büyük iltifat görmüşlerdir. Osmanlı toplumunun karakteristik özellikleri olarak ilme ve âlime saygı duymalarından müderrisler de kendilerine düşen payı almışlardır. Hem toplumda hem de devlet mekanizmasında ayrıcalıklı bir mevkiye sahip olan müderrisler, içtimaî hayatta olduğu kadar siyasî ve ekonomik hayatta da imtiyaz sahibi olmuşlardır. İlmiye sınıfına mensup olan müderrislerin, hemen bütün ihtiyaçları devlet, zengin kişiler veya vakıflar tarafından karşılanmıştır. Çok yüksek olan maaşlarıyla müderrisler, ilmî çalışma ve ders verme gibi konularda da serbest bırakılmışlardır. Yani müderrisler kendi yetişme biçimlerine, mensup bulundukları okullara ve talebelerin seviyelerine dikkat ederek istedikleri kitapları ve dersleri, vakfiyeyi de göz önüne almak şartıyla okutmakta serbesttirler.
Bununla birlikte bu kadar saygıdeğer olan müderrislerin yetişmesi, medreseyi bitirip müderris olması çok kolay değildir. Bir müderris en yüksek dereceli okuldan mezun olurken imtihana tabi tutulduğu gibi, bir süre bekledikten sonra, herhangi bir medreseye atanırken de rüştünü ispat etmek zorundadır. Meselâ; Sahnı Seman müderrisliklerinden boşalan bir yer için başvuran iki müderris, ilk önce çeşitli devlet erkanının huzurunda sorulan sorulara yazılı olarak cevap vermişler, bu cevaplar incelendikten sonra tekrar kendilerine gösterilmiş ve bunu müteakip de aralarında münazara yapıldıktan sonra kazanan kişi ehil olduğunu ispatlayıp müderris olabilmiştir.43 Vakfiyelerde müderrislerin bu işe liyakatli, kapasiteli ve bilgili olmalarına dair olan şartlar oldukça sık geçmektedir.44 Bununla beraber mezun olan bir müderris, ilk kademedeki medreseden başlayarak ancak bu şekilde terfi edebilirdi.
VII MEDRESEVAKIF İLİŞKİSİ
Bu bölümde medreseleri anlamamızda bize yardımcı olması için, genel hatlarıyla, medrese vakıf ilişkisini İktisadî, idarî ve hukukî boyutta ele alacağız.
1) İKTİSADÎ DURUM: İlk başlarda da söylediğimiz gibi Osmanlı toplumunda içtimaî müesseseler padişah ve ailesi, devlet erkanı, zengin kişiler ve vakıflar vasıtasıyla yapılmaktaydı.
Medreseye (veya müesseseye) bağışlanan her türlü menkul, gayri menkul, para vs. gelirler vakıf mallarını teşkil etmektedir.45 Medresenin bütün ihtiyaçlarını (müderristen talebeye ve talebeden temizlikçisinin masrafına kadar her türlü harcamayı) karşılamayı vakıflar üstlenmişlerdir. Eğitim işinin ehemmiyetine binaen, eğitimöğretimin rantabl bir şekilde yapılabilmesi için medrese elemanlarının bütün istekleri karşılanmaya çalışılmıştır. Evliya Çelebi'nin ifadesiyle “her softanın yemeği ve yatağı ücretsiz oluktan başka odunu ve mumu da ücretsizdir; her oda için ayrı bir hizmetkâr vardır."46 İsmi bilinmeyen bir İspanyol ile Fransız Antoine Golland isimli seyyahlar, "talebelere vakıf gelirinden günde 57 akçe verildiğini ve vakıfların çok zengin olduğunu"41 belirtiyorlar.
Müderrisler için de aynı durum geçerlidir. Zamanın toplum yapısına göre en yüksek ücretleri yine vakıf gelirinden karşılanmıştır. Ayrıca yardımcıları, lojmanları, hizmetçileri ve kendilerine ait odaları vardır. Bu durumda hem talebeler, hem müderrisler hem de başka yerlerden gelen alimler buralarda kalabildiği için, bir yandan müderristalebe arasındaki iletişim güçlenirken, diğer taraftan da misafir alimlerden de istifade etme imkânı doğmaktadır. Her türlü ihtiyacın karşılanması konusunda vakfiyelerde bilhassa mevzu üzerinde durulmuştur.48
Eğitim konusunda çok çeşitli vakıfların varlığına şahid olmaktayız. Öyle ki, bazı vakfiyelerde vakfın ya da birkaç vakfın bütün gelirlerinin bazen de meselâ bir köy ya da beldenin gelirlerinin hepsinin sadece bir medreseye tahsis edildiğine sık rastlanmaktadır.49 Bazı vakfiyelerde vakfın gelirlerinin tamamının sadece medreselerdeki talebelerin yazın soğuk su ihtiyacını karşılamaya tahsis edildiğini, bir takım vakıfların da yaz aylarında talebelerin mesire yerlerine götürülerek temiz hava almaları için kurulduğu görülmektedir.5
Medreselerin iktisadî bakımdan kendi kendine yetmesi ve bunu da aşarak başka alanlara da yatırım yapabilecek seviyeye gelmesi, gelişmesi ve büyümesi, her zaman vuku bulma ihtimali olan çeşitli müdahaleleri de önlemiştir. Aynı zamanda ekonomik istikrarsızlıklardan da fazla müteessir olmamasını temin etmiştir. Medreselerin tam anlamıyla bir "Vakıf Müessesesi" olması, ayrıca devletin ekonomik yükünü de oldukça hafifletmiştir.
2) İDARÎ DURUM: Medreseler; medreseyi yaptıran kişi ya da kişilerin (Vâkıf) düzenledikleri ve bugünkü anlamda bir iç tüzük mahiyetinde olan ve bir müessesenin nasıl çalışması ve hangi kurallara göre yürütülmesi gerektiğini gösteren şartlara göre yani "Vakfiyeler"e göre yönetilirler. Bu belgede vakıf, medreseyi ne için kurduğu, hangi gelirleri tahsis ettiği ve (zamana göre) hangi derslerin okutulması gerektiğini yazar. Vakfiyedeki (zamana ve topluma göre değişebilen) şartlar istikâmetinde medrese; vâkıfın, bazı müderrislerin ve vâkıfın ailesinden bazı kişilerin katıldığı ya da bu işe tayin edilen kişilerin bulunduğu "Mütevelli" tarafından idare edilir. Bir çeşit Yönetim Kurul niteliğinde olan Mütevelli, medresede eğitimin lâyıkıyla yapılıp yapılmadığı, ihtiyaçların tesbiti gibi mevzularda vazifelidirler. Müderrislerin de bu kurulda yer alması, talebemüderris arasındaki yardımlaşma ve iletişimi sağlarken, çeşitli konularda idare ile ilgili meselelerin çıkmasına da manî olunmuştur. Bugün Amerika ve Avrupa ülkelerinde tatbik edildiği bilinen bu kurul daha üst düzeyde, servetlerin bağışlanmasıyla oluşan hukukî bir kurum olan vakıflara da bağlıdır. Vakıflar ise, Kadı ve Müftüler tarafından kontrol edilmektedir. Böylece vakıflar, idarî mekanizmada da kendilerine yetmekteydiler.
3) HUKUKİ DURUM: Medresenin hukukî durumu, en başta vakıflar hukukî bir müessese tarafından yönetilmesinden kaynaklanmaktadır.
Medreseler; ders seçimi, metodoloji zaman ayarlaması ve kitapların tesbitî gibi, konularda (vakfiyedeki kurallara uymak şartı, ancak zamanın ve ihtiyaçların durumuna göre şekillenmek koşuluyla) serbest bırakılmışlardır. Birkaç istisna dışında devletin menfî bir müdahalesi gözükmez. Medresenin ekonomik bakımdan kendisine yetmesi bu durumu yani serbestliği daha da kuvvetlendirmiştir.51 Böylece medresenin büyümesi ve gelişmesi, ilişki içinde bulunduğu unsurlarla (talebe, müderris, idare, halk, sosyokültürel hayat vs.) azamî birlik ve bütünlük içinde hareket etmesinde oldukça faydalı olmuştur. Ayrıca bir eğitim müessesesi olarak medreselere, hem devlet hem de halk tarafından ihtimam gösterilmesi, bu müesseselerin fikrî hayatta, ilmilik, içtîmaîilim ve kültürel yaşantıda olduğu kadar siyasî ve iktisadî alanlarda da ağırlığını koymasını ve söz sahibi olmasını sağlamıştır.
VIII MEDRESENİN FONKSİYONUNU KAYBETMESİ
Medresenin 1400'lü yıllardan 1800'lü yıllara kadar, bazı küçük aksaklıklar hariç, genel çizgisiyle, başta eğitim olmak üzere içtimaî, ilmî ve kültürel hayat kadar siyasî ve iktisadî sahada da bilfiil tesir icra ettiği bir gerçektir. Fakat burada cevaplanması gereken bir kaç soru var. Acaba Medrese ya da Medrese Sistemi, gayesine ulaşabildi mi? Görüldüğü kadarıyla belli bir süre daha olsa, 1600'lü yıllara kadar, gaye ve hedef seçtiği hemen her yönüyle istifade edilebilecek bilgi ve tecrübelerle teçhiz edilmiş insan modelini yetiştirmede, büyük çapta başarılı olduğu söylenebilir. Zaten bu muvaffakiyet biraz da medresenin ferd ve cemiyet bazında İcra ettiği tesirler ve kazandırdıklarıyla alâkalıdır.
Ancak bu tarihlerden sonra hem eğitimöğretim telâkkisi, gaye ve hedef, hem de metod ve sistem gibi ana mevzularda giderek irtifa kaybedildiğine şahid olmaktayız. Osmanlı ferd ve toplumunda, özellikle 16. asırdan sonra meydana gelen siyasî, kültürel, içtimaî ve biraz da ekonomik gerileme, medresenin bu mefhumlar üzerindeki azalan nüfuzunu açıkça ortaya koymaktadır.
Açıklamaya çalıştığımız kadarıyla uzun bir süre tesir sahibi olan bu müessese neden bozuldu? Bir meselede pratik ile teoriğin birlikte ve azamî uyum içinde işlemesi gerekir ki, bunu medresenin büyük ölçüde gerçekleştirdiğini biliyoruz. Ancak insan, yaratılış itibariyle hata ve kusurdan hali olmadığı için, ne kadar mükemmel bir sistem kurmaya çalışırsa çalışsın, bazı yüksek düsturlara uymadığı için mükemmel bir nizamı yakalayamıyor ve kurduğu sistem de tabiî olarak kusurlu mahiyet taşıyor.
Osmanlı medrese sisteminde de bu durum geçerlidir. En başta sistemde bazı boşluklar ya da hatalar olması, daha sonraki yıllarda bunların giderek büyümesi, kuralları uygulamadaki İstismarlar, İslâm’ı bir ideoloji ve hayat nizamı olarak benimseyen Osmanlı toplumunun 16. asırdan sonra İslâm'ın bazı esaslarım anlama ve tatbik etmedeki yanlış telâkkileri, bozulmanın en temelinde yatan sebepler. Bu bozulmadaki siyasî, içtimaî, iktisadî ve idarî sebepler ile anlayıştaki problemleri kısaca şöyle sıralayabiliriz.
1) Eğitimöğretimin ana düşüncesinin askıya alınması ve buna paralel olarak, İslâm'ın bazı prensiplerini tamamen şahıslara bağlı olmak üzere yanlış yorumlamaları ve bununla birlikte 16. asırla gelen fikrî durgunluk.
2) Öğretim, mezuniyet işlemleri, müderris yetişmesi, tayinler talebe alım ve yetiştirilmesi gibi konularda liyakatin ve ehil olmanın arka plâna alınmasıyla şahsî nüfuzun ortaya çıkması.
3) İlmin ve ilim adamlarının eskisi kadar himaye görmemesi.
4) İnsanın maddîmanevî eğitimini esas alan, çok yönlü ve küllî eğitim tarzının terkedilmesi.
5) Ülkenin 16. asırdan itibaren siyasî ve ekonomik istikrarsızlıklar içine girmesi, medresenin de bozulan vakıf müessesesiyle birlikte bundan menfî şekilde etkilenmesi.
6) Batı ile temasların hızlanması ve Batılılaşma ile birlikte Avrupaî eğitim kurumlarının tesis edilmesiyle medreselerin ikinci plâna itilmesi. Bu arada Batılı devletlerin ülke üzerinde oynadıkları oyunlardan medreselerinde paylarını almaları52 vs.
(Devam edecek)
DİPNOTLAR
35 BALTACI, Maarif Sistemimiz, s. 32; KÜRKÇÜOGLU, Fatih Sultan Mehmed II. Vakfiyesi.
36 PAKALIN, a.g.e., c.l., s. 279280; ERGİN, a.g.e, el, s. 100117.
37 "Temessük" = İhtimam ile Tutunmak, Yapışıp Sıkı Tutmak (Pakalın, 2. a.g.e., s. 453).
38 Kızların Eğitimi, Sıbyan Mektebi denilen okullarda, en az medreselerdeki kadar itina ile yapılmaktadır. Bilgi için bk; PAKALIN, a.g.e., s. 201203; AKSOY, Özgönül; Osmanlı Devri İstanbul Sıbyan Mektepleri üzerine bir inceleme, İst., 1968; BERKER, Aziz; Türkiye'de İlköğretim, Ank. 1945; Koçu, R.Ekrem; Sıbyan Mektepleri, Hayat Tarih Mecmuası, Mart 1966 c. I, sayı; 2. s. 2428.
39 "Osmanlı İlmiye Sınıfı" hk. bak; UZUNÇARŞILI, Osmanlılarda ilmiye Teşkilatı. TTK. Ank. 1988; ÖZTÜNA, Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yay. İst. 1983, c. 19
40 Bununla ilgili olarak, I. Abdulhamid'e ait 1195 :./1781 M tarihli vakfiyenin 111. sahifesinde şu şekilde bir kayıt geçmektedir. "...Medresede bulunan yirmi adet odanın her birinde kalan ikişer kişiden kırk talebenin herbirine günde ikişer akçe ücret verilip, bu kırk talebenin seçimi Şeyhü'lİslâm'a tevdi edilmiştir. İmtihanda hak sahibi oldukları belirlenen kırk öğrencinin ilmî yönden birbirine nisbetle birinci, ikinci ve üçüncü itibariyle kırkıncıya kadar tertib buyurdukları..." Bak: ATEŞ, İbrahim; Vakıflarda Eğitim Hizmetleri ve Vakıf Öğrenci Yurtları, v.d. s. 14, s. 41. Ank. 1982.
41 29 Şevval 983/31 Ocak 1576 tarihli ferman için bak: Ahmed Refik a.g.e, s. 5153.
42 Ahmed Refik, a.g.e., s. 51.
43 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 64.
44 Bak.; Fatih Sultan Mehmed (E) Vakfiyesi (875 :./1470 M.) s. 263, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arivişinde No: 46'da bulunmaktadır. Meselâ: "Olpadişahı lebib medarisi âliye vezaifini bu minval üzre tertib ettik ki,.... bâlayı kitabi celi serd ve tefsil olunduğu üzre seccadenişin sadr Ha'de olmaya ihtihkâkı zahir, mebâdı ve muhaddimatı akliyyat ve nakliyyatda naziri nadir, esbabı liyakatı makamı terisi cami' ulumu nafia tahsiline sarfı ömri aziz eylemiş..." Dr. İbrahim Ateş, a.g.e., s. 32.
45 Vakıflar hakkında bügi için bak: BERKÎ, Ali Himmet; Vakfılann Hukuk ve Farih Bakımından Kıymeti; V.D. İst. 1965, c. VI, s. 7 ve Prof. Dr. YEDİYILDIZ, Bahaeddin, Instıtutıon Du VAQF Au XVIII SIECLE EN TRQUTE, kültür Bak., Yay., Ank. 1990; YEDÎYILDIZ, B., "Vakıf maddesi, İ.A.; BARKAN, Ö. LÜTFİ; "Osmanlı Devletinde Hukukî Mahiyeti ve Tarihi Tekamülü, VD. Ank. 1942, c. 11, s. 135; SELÇUK, F.; Vakıflar (Başlangıçtan 18. asra kadar) V.D. İst. 1965, s. IV. s. 27.
46 Evliya ÇELEBİ; Seyahatname, İstanbul 1314, c.l, s.313316
47 Antoine Golland; İstanbul'a Ait Günlük Hatıralar (16721673) Şerhlerle Yayınlanan = Charles Scheefer, H. cilt 51673) Tere. Nahid Sim Orik, TTK. Ank. 1987, s. 83. Türkiye'nin Dört yılı (15521556); Manvel Serran, Y. Sonstz'ın Yayınladığı El Yazmasından Tere. A. Kurutluoğlu, Tercüman Ya İst. (Tarihsiz), s. 69 ve 82'de geçen bilgiler şöyledir: "Ne Atina'da ne de tarihin kaydettiği eski kültürlerden eser yok. Okumalar için çocukları papazların ellerine veriyorlar. Bunlarda kendileri zaten bir şey bilmediklerinden zor okuma ve ikiüç gramer kaidesinden başka bir Şey öğretmiyorlar. Türklerin ise bizdeki üniversiteler gibi mektepleri vardır. Bunların vakıfları zengin, öğrencileri çoktur. Çok fazla gelirleri olduğu için her birinde günde üçbin talebe yemek yiyebilir."
48 Bu mevzuda İmam Şafiî Hazretleri'nin prensib alındığı anlaşılmaktadır. Fatih vakfiyesinde geçen ifade şöyledir: "Tetimme medreselerinin odalarından her birine de 15'er akçe tayin buyurmuş olup, bu hücrelerde kalan itidatlı talebelerin kendileri için tayin edilen maaşla, boşluğun doldurulması, ihtiyacın temini, açlığın izale edilmesi, geçim sıkıntılarının bertaraf edilmesi cihetine gidilerek; İmam Şafiî Hazretleri'nin tedrisa safhasında geçim cihetinden 'Bir tek soğanı temin etmekte vazifeli olsaydım, bir mesele öğrenmezdim' buyurdukları üzre sakin kafa ile faydalı ilimleri öğrenme ile meşgul olma şartı kılmıştır…”
51. LEKESİZ. M. Hulusi, a.s.e.. s. 26. vd; ATEŞ, İbrahim, a.g.m., s. 32
52 Bilgi için bk; UZUNÇARŞILI, İ. H.; İlmiye Teşkilâtı, s. 6771; AKYÜZ, Y. ; a.g.e., s. H892; ATAY, H.; Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 131155; BALTACI, a.g.e., s. 4050 vd; BİLGE, Mustafa; İlk Osmanlı Medreseleri, İst 1984; AKDAĞ. Mustafa; Türk Halkının Dirlik ve Düzen Kavgası Ank. 1975, s. 20, 113. vd; PAKALIN, ZEKİ, a.g.e., c. II, s. 445 vd; KOÇİBEY RİSALESİ, K.T.B. Yay., Ank. 1985, Hazırlayan; Zuhuri Danışma, s. 17 vd.
.
Osmanlı Medresesine Eğitim Açısından Umumi Bir Bakış -3
A. Çangaoğlu
IX- MEDRESENİN TOPLUMDAKİ TESİRLERİ
Osmanlı medresesi veya medrese sisteminde 1700'lü yıllardan itibaren başlayan dejenerasyon, son dönemlerinde yaptığı vazifesini aksatmakla birlikte, medresenin içtimaî hayattaki en başta ilim ve âlim anlayışı olarak aşıladığı müspet düşüncenin 1900'lere değin sürdüğünü söyleyebiliriz.
Bir önceki bölümde medreselerin bozulmasıyla ilgili saydığımız sebeplere karşı, bozulmanın su yüzüne çıktığı 17. asrın sonlarına doğru belli bir süre Osmanlı memleketinde bulunan Lord Paul Ricaut'un Osmanlı tedrisat hayatıyla alâkalı verdiği bilgiler oldukça ilginçtir. Bu müesseselerin hâlâ vazifelerini bihakkın ifâ ettiklerini ve kaliteli bir eğitim yaptıklarını söyleyen Ricaut şöyle devam ediyor: "Bana göre Türklerin talim ve terbiye sistemi, siyasetlerinin başlıca istinad noktalarından ve devletlerini ayakta tutan mühim unsurlardan biridir. Bu sistemde ne zenginlik, ne rüşvet, ne doğuştan üst sınıfa mensup olma ve ne de dalkavukluk geçerli değildir. Fazilet, ihtiyat, çalışkanlık, disiplin ve samimiyet geçerlidir. Bizzat padişah bu vasıflara dikkat ederek bir adamı terfi ettirmektedir."
Osmanlı'yı ve Osmanlı memleketini çok iyi tanıdığı belirtilen bu İngiliz diplomatın, Avrupa ve İngiltere'nin Osmanlı'dan çok geri olduğunu, Türk insanının ilme olan saygısından yazılı bir kâğıda dahi ayak basmadıkları, sokakta görürlerse alıp bir kenara koydukları şeklindeki Osmanlı'yı takdir eden sözleri, gerçekten dikkate şayandır. Onu, Türk İnsanının bu sevgi ve saygıya kaynak teşkil eden, inançlarına tercüman olan yukarıdaki ifadeleri bir yerde bizi başka bir mecraya ve platforma sürükleyerek oldukça duygulandırdı. Bunlar bir yerde, bizim medresenin bozulmasıyla ilgili söylediklerimizi de tekzib etmektedir. Ancak bu durum meselenin asla unutulmaması icab eden başka bir buudunu teşkil etmektedir.
Burada mühim bir husus belirginleşiyor ki, o da medresenin tesir gücünün çok uzun bir süre devam ettiğidir.54 Tarihçi Yılmaz Öztuna da bu durumu "ben 1940'lorda İstanbul sokaklarında birçok defa, yazılı bir kâğıdı alıp bir kenara koyan ihtiyar insanlar gördüğümü hatırlarım"55 şeklindeki ifadeleriyle tasdik ediyor. Öztuna'nın bahsettiği bu yaşlı insanlar, medresede yetiştikleri için, aldıkları eğitim ve inançları böyle bir hareket tarzına onları itiyordu. Ancak, bilhassa Tanzimat dönemiyle başlayan halk ve aydınlar arasındaki kopukluk, genel eğitim yapısının çökmeye başlamasıyla beraber; yeni yetişen nesil, bu şekilde güzel ve istenilen davranışlara itebilecek bir eğitim görmediği için, bu tür ahlâkî hasletlerden mahrumdular. Neticede, nesiller arasında kopukluk, nesiller çatışması, kimlik bunalımları ve kültür buhranlarının doğması kaçınılmaz oldu ve bugün bundan toplum olarak ne kadar bizarız! Bu husus, sadece bizim değil, hatta düşmanın da tasdikiyle böyledir.
Uzun bir süre Osmanlı hâkimiyetinde kalan Macarların bu mevzu ile alâkalı yaptıkları çalışmalarda bu haslet, hemen dikkatleri çekiyor ve bir yerde de bize ders veriyor. Macarlar, ülkelerinde bıraktığımız vakfiyelerin hemen tamamını büyük bir hassasiyetle bir araya getirip Macarca tercümeleriyle birlikte "Törük Deftere (Türk Defterleri)' adı altında yayınlamışlardır. Macaristan Peşte Milli Arşivi Müdürü Dr. Fekete'nin Balkanlardaki tedrisat hayatıyla alâkalı olarak, eserin mukaddimesinde yer alan şu ifadeleri mühimdir: "Türkiye'nin idaresinde mektep ile medrese olmak üzere iki tedrisat tipi bulunuyordu. Budin, Temaşvar, ihtimal ki Zigetvar ve sonraları Kanije gibi ileri Türk şehirlerinde mektepten başka yüksek tedrisat müesseseleri de bulunuyordu. Bunun adı Medrese idi.
Medreselerin tedrisi, camilerde değil hususî binalarda vuku buluyordu. Müderrisler yüksek bir tabaka teşkil ediyorlardı. Din ile muhakeme ve idarî, mülkiye adamları, tahsillerini bu medreselerde görüyorlar ve bu mesleklerde, ancak buralardan yetişen talebeler istihdam ediliyordu.
Bu defterlerden anlaşıldığına göre, Türk devleti, umumî tedrisatın ehemmiyetini Hristiyan devletlerden çok önce takdir edip, eğitim ve kültür işlerine çok daha fazla para harcıyordu."
Yukarıda ve yazımızın başından beri anlattıklarımız, medresenin toplumsal yapıdaki yerini göstermekle birlikte, mevzunun iyice aydınlanması bakımından medresenin tesirleri hakkında sadece birkaç madde sıralamak istiyoruz:
1) Ulema (ilmiye) sınıfını yetiştirmek. Bu sınıfa mensup olan kadılar, şeyhü'l-islâmlar, müderrisler, hekimbaşılar, padişah hocaları vs. şahıslar medreseden yetişir. İlmiye sınıfına ancak Fatih Medreseleri seviyesindeki medreselerden mezun olanlar girebiliyordu.
2) Bilhassa ilk dönemlerde devlet memurları da medreselerden yetiştiği için, devlet kademesine ve tabiî olarak da siyasî konjonktüre doğrudan tesiri olmuştur.
3) Müderrislerin de dâhil olduğu ilmiye sınıfı mensupları, bilhassa Ramazan ayında padişah huzurunda yaptıkları "Huzur Dersleri" ile58 de devlet kademesini dolaylı olarak etkilemişlerdir.
4) Padişahların savaşlarda; ''Ulema ile düşüp kalkan, onlara danışan devlet adamlarım Allah (cc) sever" şeklindeki hadis-i şerifi rehber alarak, şeyhü'l-islâm, bazı müderrisler ve kadılar gibi ilmiye sınıfı mensuplarını beraberlerinde götürmeleri, hem padişah için savaşta muvaffakiyet sağlanmasında birer faktör olduğu gibi toplumda da halkın hüsn-ü niyetini kazandırmış, hem de ilmiye üyelerinin devlet me-kanizmasında ve halk üzerindeki tesirlerini artırmıştır. Böyle bir yerde siyasî iktidar da kontrol altında tutulmuş oluyordu.
5) Sıbyan Mektebi hocası yetiştirmek suretiyle de, bu kişileri yetiştiren medreselerin programları farklı olduğu için60, hem eğitim sisteminin en alt derecesine kadar tesir edilmiş, hem de günümüz meslek okulları an-layışında ve seviyesinde eğitim-öğretim yapılarak bir anlamda bu meslek okullarının prototipi teşkil edilmiştir.
6) Din görevlileri olan imam, vaiz ve hatib gibi kişilerin medreselerde yetişmesi, dolaylı olarak dînî ve içtimaî hayatta da tesir icra etmiştir.
7) Birçok müderrisin derslerini açık alanda yapması, tatbik edilen Cer sistemi ile hem;
a- Yaygın eğitimin gerçekleşmesine yardımcı olunmuş;
b- Öğrenciye bir nevi staj yapma imkânı verilerek aynı zamanda para da kazanma fırsatı verilmiş.
c- Talebenin daha sonra gerek yapacağı vazife olsun gerekse halkı tanıma açısından bilgi ve tecrübe kazanması, halkla kaynaşması ve mezun olduktan sonra da toplum bünyesiyle maksimum entegre olması ile programların da buna göre düzenlenmesi gibi birçok faydalı konuyu gerçekleştirmiştir. Bu takdirde anlam bakımından ince ve önemli farklılıklar arz eden eğitim ve öğretimin maksimum gerçekleşmesi, bugün Eğitimde Program Geliştirme ve Eğitim İstatistiği Araştırma gibi ilim mevzularının vazifelerinin yerine gelmesini de mümkün kılmıştır.
8) Medreseler kurulurken cami, Darü'ş-Şifa, İmarethane, kütüphane gibi kompleks bir yapı (külliye) çerçevesinde kurulması, mimarî açıdan sağladığı ayrı bir özelliğin yanında; içtimaî ve hayatî hizmetlerin ya-pılmasına çok büyük katkıda bulunmuştur. Ayrıca çarşı ve bedestenlerin, han ve hamamların da bu komplekste bulunması, yine halkın önemli ihtiyaçlarına cevap verirken, buraların bir ticaret merkezi haline gelerek ekonomik hayatın canlanmasına, öte yandan bu tür yerler etrafında yerleşim bölgelerinin doğarak, demografik ve şehir yapısının da değişmesini müsbet yönde etkilemiştir.
X - BİR KARŞILAŞTIRMA
Yukarıda medrese ile ilgili vermeye çalıştığımız tahliller ışığında medrese eğitim-öğretim sistemi ile günümüz eğitim-öğretim modeli arasında bir ilişki kurarsak, ilk plânda şu birkaç noktayı bulmaktayız:
1) Eğitim-öğretim anlayışı, yani insan, talebeyi ele alma ve onu gerektiği gibi yetiştirme telâkkisi, gayesi ve metodu, bugünküyle tam olarak uyuşmadığı açık olmasına rağmen, günümüzdeki modem eğitimdeki temel mevzularda, medreselerdekine benzer bir kayma gözlenmektedir.
2) Programlar ve sınıf geçme gibi konularda ulaşılmaya çalışılan tutarlılık ve ahenk, yine bugün modern eğitimin de üzerinde durduğu sistemin temel taşlarım oluşturmaktadır.
3) Medreselerdeki "çok yönlü" ve "külli" olarak yapılmaya gayret edilen eğitim tarzı, bugün dünya ilim ve eğitim metodunun gündemini tutmaya başlarken. 21. asır modern eğitim modelinin de alt yapısını teşkil etmeye doğru hızla yol almaktadır.
4) Gerçekleştirilmeye çalışılan, halktan kopmama, gerektiği kadar seviye farklılıklarını azaltma, uyum ve birlik içinde hareket etme prensibi ki (bu farklılık ve tutarsızlıklar, uçurumlar Tanzimatla beraber, aydın ve halk kesimi arasında oldukça artmıştır) günümüz siyasî, içtimaî ve eğitim sisteminin üzerinde durduğu mühim noktalardan biridir.
5) Osmanlı eğitim sisteminde mevcut bulunan talebe ve hocaların, daha doğrusu eğitim-öğretim ele-manlarının "sosyal güvenlikleri" ve içtimaî düzende hak ettikleri mevkileri konusundan, maalesef bugün pek söz edilmemektedir.
6) Tedrisat müesseselerinde doğrudan iletişime dayalı olarak yapılan eğitim metodu, bugün en verimli usullerden biri olarak da tespit edilmekle birlikte, bir türlü eğitim kurumlarında yaygın hale getirilememiştir.
7) Gerek talebe ve hocalar, gerekse eğitim sisteminin muvaffakiyet elde etmesinde mühim noktalardan biri olan, bugün birçok ileri Avrupa ülkesinde tatbik edilen, bizde ise yüksek öğretim kurumlarında bile lâyıkıyla uygulanamayıp, orta-öğretimde istenilen ve beklenilen verim alınamayan "seçmeli ders ve seçmeli hoca" olayının, medrese sisteminde uygulandığını, ancak kısıtlı olduğunu görmekteyiz.
8) Medresede talebeler ve hocalar arasındaki maksimum iletişim, bugün özlemi çekilen ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen bir ilişkidir.
9) Devletin iktisadî ve idarî yükünü büyük nispette azaltan medrese yönetim biçimi, bugün Amerika ve çeşitli Avrupa ülkelerinde tatbik edilip modem bir yapı olarak görülmektedir. (Ancak bunun zamanın, mekânın, ce-miyetin ve okullar ile talebelerin durumlarına göre, iktisadî, siyası plânda çok iyi ayarlanması ve tespit edilmesi elzemdir.)
10) Danişmendlerin yani yüksek lisans ve doktor seviyesindeki talebelerin, bir alt derecedeki öğrencilere ders ver-meleri, bugün de üniversitelerde uygulanan usulün aynısıdır.
11) Belli bir zaman için dahi olsa kurulan sistemin ve metodun iyi seçilerek birlik ve iç içelik suretinde çalışması; bugün Eğitim Bilimleri olarak adlandırdığımız bilim dallarının vazifelerinin tabiî bir şekilde yerine gelmesini mümkün kılmıştır. Zaten eğitim-öğretim sistemi ile Eğitim Bilimlerinin beraber ve birbiriyle mezc olarak çalışması, eğitimin başarıya ulaşmasında elzemdir ki, bugün maalesef böyle bir yapıdan çok rahat bah-sedemeyiz.
XI - SON BİRKAÇ SÖZ
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta var. Yazımızın en başından beri Osmanlı Medrese Eğitim Sistemi hakkında yaptığımız açıklamaların, günümüzde ya da gelecekte ideal ya da tam teşkilatlı bir eğitim-Öğretim yapısının ve sisteminin oluşturulmasında kâfi geleceğini söylemek ve inanmak (her ne kadar bazı tarafları ile modern eğitimin bazı noktalarını tutsa ve birtakım cihetlerde bugün bizden daha ileri bir seviyede olsa bile) biraz zor. Zaten eğitim-öğretim meselesi zamana, mekâna ve içtimaî yapıya göre değişme gösterecektir ve çeşitli teknik gelişmeler, değişen zihin ve fikir yapıları, çağın özellikleri, ülkenin ve dünyanın aldığı siyasî, İçtimaî ve politik görüntüyle beraber değişme de göstermek durumundadır. Ancak bazı temel kavram ve felsefelerin, metodlarının değişmediğini bilmemiz ve görmemiz de gerekmektedir.
Ancak çok uzun bir süre hem güçlü bir içtimaî düzen örneği sergileyen hem de ilim, kültür sahalarında dünyada "kriter'7 ve denge unsuru kabul edilen Osmanlı devletinin, ilmî ve içtimaî bir müessesesi olarak "medrese"nin bugün ve gelecekte ifade edeceği manâ da farklı olacaktır. Bununla birlikte; metod, anlayış, sistem ve yapı ile bir eğitim sisteminin dejenere olarak bozulması gibi konularda bazı teklifler ve prensipler arz edeceği de muhakkaktır.
Zaten bu durum içtimaî bir ilim olarak tarihin, bugünü ve geleceği şekillendirme, anlama, açıklama ve yorumlama vazifesidir. Bilhassa devlet ve toplum olarak bizim için tarihten mesajlar, prensipler ve düsturlar çıkartabilme, tahliller yapabilme ve bunu hayata tatbik edebilme; her gün ve her yönüyle hızla değişen hâdiseler karşısında, kendimizi ve dünyayı anlama ve kontrol etmede, büyük bir üstünlük ve strateji olmalıdır.
Sınırlarımız İçinde Kalan Medreselerin Vilayetlere Göre Dağılımı
Adana - Ulu Cami Med. Öğrenci Yurdu.
Afyon - Gedik Ahmet Paşa Med. Kültür Bakanlığı Müzesi Ayfon Sincanlı Boyalıköy Med. (Harikah) Halen hazine mülkiyetinde.
- Çay Taş Med. Alâaddin Camii.
Amasya - Başağa Med.
- Gökmedrese Camii.
- Sultan Bayezid Med. Kütüphane.
- Şanlar (Küçükağa) Med.
- Merzifon Mehmed Çelebi Med. Belediye.
- Suluova Yolpınar Köyü Med.
Antalya - Medrese (İmaret) Yıkık Yivli Minare külliyesinde.
- Karatay Med. Darü's-Süleha Halk Eğitimi Merkezi.
- Alanya Oba Med.
- Elmalı Ömer Paşa Med.
- Korkuteli Sinaneddin Med. Harap.
Aydın - Cihanoğlu Med. Camiye bitişik odalar halinde.
- Nasuh Paşa Med. Kısmen harap,
Balıkesir - Yıldırım Camii Med. Kur'ân Kursu.
Bitlis - Gökmeydan Med.
- Şerefiye Med.
Bursa - Yeşil Med. Türk İslâm Eserleri Müzesi.
- Şair Ahmed Paşa Med.
- Lala Şahin Paşa Med.
- İnegöl îshak Paşa Med. Kütüphane.
- İznik Süleyman Paşa Med. Halk Eğitim Merkezi Kütüphane.
Çankırı - Çivitcioğlu Med.
- Buğday Pazarı Med.
Çorum - Alaca Hüseyin Gazi Med. Harap.
- Alaca Mahmudiye Köyü K. Hisar Med. Harap.
Diyarbakır - Ulu Cami Medreseleri Yurt, diğeri harap.
- Şeyh Safa Med.
- Sarı Saltuk Med.
- Ali Paşa Med.
- Çermik Çötelizade Med.
- Hani Hatuniye Med. harap.
Edirne - H. Bayezid Med.
- Peykler Med. Talebe Yurdu.
- Saatli Med.
Erzurum - Çifte Minareli Med. Kültür Bakanlığı'na verildi.
- Yakutiye Med. Kültür Bakanlığı'na verildi.
- Caferiye Med.
- Kurşunlu Cami Med.
Eskişehir - Kurşunlu Med. Kültür Bakanlığı'na verilecek
- Seyitgazi Med. Kültür Bakanlığı.
- Sivrihisar Elmalı Med.
Gümüşhane – Bayburt Pulurferahşah Med.
Hakkâri - Meydan Med.
Hatay - Dörtyol Payas II. Selim Med.
Kur'ân Kursu.
Isparta Atabey Ertokuş Med. Kültür Bakanlığı
Kütüphanesi.
Eğridir Dündarbey Med.
İçel Tarsus Kubad Paşa Med. Kültür Bakanlığı
Müze.
İzmir Bayındır İsa-el Kevakibi Med.
Ödemiş Birgili Merhum Med.
Kastamonu - İsmail Bey Med.
Yakup Ağa Med.
Bayraklı Med. Onarım görmüş.
Urfa Ulu Cami Med. Bir kısmı ilkokul, sağlam.
Kayseri Çifte Med.
Külük Med.
Köşk Med.
Sahabiye Med. İşyeri.
Melik Gazi Med.
Hunad Med. Müze.
Hatuniye Med.
Kırşehir Nureddin Caca Med. Halen Cami.
Kocaeli Gebze Çoban Mustafa Med.
Konya Karatay Med. Müze.
Sırtçalı Med. Müze.
Akşehir Taş Med. Müze.
Beyşehir İsmail Bey Med. Harap, kısmen onarılmış
Ermenek Tol Med.
Karaman Naturiye Med. Onarımı yarım.
Kütahya Vacidiye Med. Müze.
Rüstem Paşa Med.
Manisa Hafsa Sultan Med.
Sinanbey Med. Harap.
Muradiye Med. Müze.
K. Maraş Taş Med.
Mardin Kasımiye Med.
Zinciriye Med.
Şehidiye Med.
Marufiye Med.
Muğla Fethiye Örenköyü Med. Kalıntısı
Milas Firuz Bey Med.
Nevşehir Kurşunlu Cami Med.
Gülşehir Karanezir Med. Kütüphane
Niğde Akmedrese Müze.
Aksaray Zinciriye Med. Müze.
Samsun Vezirköprü Taş Medrese Kütüphane.
Sinop Prevane Med. Müze.
Sivas Buraciye Med. Onanîmış.
Gök Med. Müze idi, tamir olacak, sadece
cephesi ayakta.
Tekirdağ Rüstem Paşa Med. İlkokul.
Tokat Gök Med. Müze.
Yağıbasan Med. Harap.
Niksar Yağıbasan Med. Harap.
Van Gevaş İzdişir Bey Med
53. RİCAUT; Türklerin Siyasî Düsturları, Tercüman Yay. (Tarihsiz) s. 46-47.
54. Bununla ilgili bir misal: "Kanunî Sultan Süleyman'ın yeğeni Gazi Hüsrev Bey'in 1537'de Bosna'da yaptırdığı medrese bugün de tedrisatını sürdürmektedir. 1970'lerde bir Müslüman Boşnak olan ve bu medresede eğitim gören Muhiddin Begiç, Yugoslavyaınn federal başkanı oldu." OKİÇ, Tayyib; (Belleten) Necati Lugal Armağan sayısı, TTK. Ank. s. 486.
55. ÖZTUNA, Y., Büyük Türkiye Tarihi, c. 10, s. 313.
56. Zikreden; ERGİN, Osman; a.g.e., c. 1, s. 1010.
57. Bilindiği gibi klasik Osmanlı Devlet görevlileri İlmiye, Mülkiye ve Askeriye olarak sınıflandırılmaktadır. Bak; AKYÜZ, Y., a.g.e..s. 83-84.
58 "Huzur Dersleri" için bk. PAKALIN, Zeki, a.g.e.. C.L, s. 860. MARDİN. EBUL'ALÂ; Huzur Dersleri, tst. 1956-1966 Hz., İ. Sungur bey. UZUNÇARŞILI, İ. H; İlmiye Teşkilatı, s. 215, 223.
59. Bu mevzu İle alâkalı bir misâl olarak; I. Mahmud (1730-1750)'un Hariciye Nazırının (Dışişleri Bakanı) Fransa elçisine söy-lediği şu sözler oldukça dikkate şayandır: "Bizim hükümetimiz, zannettiğimizden daha cumhuriyetçidir. Saint-Petersburg ve Viyana'da kararlar, kimseye hesap vermeye mecbur olmayan bir-İki kişi tarafından alınır. Oysa bizde, padişah ne kadar müstebit olursa. Şeyhü'l-İslam ve ulemânın fikri olmadan bir barış anlaşmasına karar veremez." Ahmed Refik, Osmanlı Devletinde Hoca Nüfuzu, İst., 1933. s. 14-16.
60. Sıbyan mekteplerinin programlan, Fatih döneminden başlayarak bilhassa üzerinde durulan ve çocuklara yönelik olmasına dikkat edilen bir konu olmuştur. Bu konuda 31. dipnottaki eserlere müracaat ediniz.
.
Osmanlıda İçtimaî - İktisadî Hayatın Sigortası HİSBE-MUHTESİB
A. Halid Gülen
Giriş
İslâm dünyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanından itibaren var olan "Hisbe", diğer ismiyle "İhtisab Müessesesi"nin Hz. Ömer zamanında tam teşkilatlı bir yapıya oturduğu bilinmektedir. İslâm içtimâi hayatında, toplumun intizam ve rahatında mühim yer tutan bu müessesenin gayesi "emr-i bil mâruf ve nehy-i anil münker"1 idi. Gerçekten iyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak maksadıyla kurulan ihtisab müessesesi, İslâm dininin kaidelerine uygun hareket edilmesini sağlardı.2 "İyilikleri emreden ve kötülükleri yasaklayan" yani "Hisbe"yi yerine getiren kişilere ise "Muhtesib" adı verilmiştir.
Osmanlı Devleti'nde "hisbe" veya "ihtisab"la vazifelendirilen kişilerin, Osman Gazi döneminde pazarların kontrolü ve vergilerin toplanması gayesiyle tayin edildiği tahmin edilmektedir.3 Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılan kanunlarla, muhtesiblerin vazife ve salâhiyetleri belirtilmiştir.4
"Muhtesiblik" İçin Aranan Şartlar
"Hisbe" kendi başına komple bir iktisâdi-içtimaî sistemi ifade etmektedir. Bu sistemin başında ise "İhtisab Ağaları" vardır. "îhtisab müessesesinin başına geçip idare edecek olanların diğer insanlardan ayrılan bazı özelliklerinin bulunması icab etmekteydi. Herşeyden önce bu insanların ahlâklı, zeki, ilim sahibi olmaları gerekiyordu."5 Muhtesiblerde aranan vasıflar şu şekilde sıralanabilir:
1. Müslüman olmalı,
2. İşini Allah rızası için yapmalı,
3. Erkek olmalı,
4. Yapacağı işlere dair ilim sahibi olmalı,
5. İşini yaparken adaletli olmalı,
6. Başkasından yapmasını isteyeceği şeyleri ilk önce kendisi yapmalı,
7. İslâm'ın dinî kaidelerini en güzel biçimde yaşamalı,
8. Mesuliyetini idrak edebilecek yetişkinlikte olmalı. "Gerçekten muhtesiblik, ancak istenilen vasıflara haiz olan kişilere veriliyor, halkın zarar görmemesi için bu insanların durumu araştırılıyordu."6 Muhtesiblerin padişah tarafından tayin edilmesi,7 onlara padişah ve kadıların bir "vekili" olma mevkiini veriyordu. Genellikle sadrazamların, ihtisab ağalarını ve kadıları yanına alarak şehirlerde halkın arasında dolaşması,8 muhtesibleri hükümet nezdinde güçlendiriyor ve halkın üzerinde çok büyük bir tesir atmosferi kurmalarını sağlıyordu.
Muhtesibin Yardımcıları
İhtisab Ağalarının, vazifelerini îfa ederken "Koloğlanları" ile çeşitli mesleklerden seçilen ''Arif, Emir, Gulam, Avn ve Haberci"9 gibi isimler alan yardımcıları vardı. Bunların seçimini ise muhtesib bizzat kendisi yapıyordu. Yardımcıların vazifelerini îfâda hassasiyet göstermeleri, hareketlerinde ölçüyü kaçırmamaları gerekmekteydi. Aksi takdirde muhtesib tarafından derhal vazifelerinden alınırlardı. Bu bakımdan onlar, devamlı olarak muhtesibin kontrolü altında bulunuyorlardı. Devlet kademesi de bu husus üzerinde titizlikle durmaktaydı. Mesela 10 Mart 1779 tarihli bir fermanda, "hıyaneti görülen Koloğlanlarının vazifelerine son verildiği" kay-dedilmektedir.10
Muhtesiblerin Vazifelerini Îfâ Usûlü
Muhtesiblerin hükümet nezdindeki önemli itibarı ve halk karşısında hükümetin yanında önemli bir kişi olarak bulunmaları sebepsiz değildir. Vazifelerini yerine getirirken bazı usullere dikkat etmeli, bunları yerinde ve zamanında kullanmasını bilmeliydiler. Muhtesib; işlenen kötü işi gördükten veya bildikten sonra; şahsa ilk önce, yaptığının kötü olduğunu anlatır, bunu müteakiben bir daha yapmaması için onunla konuşur, nasihat eder ve kendisine İslâmî kaideleri hatırlatırdı. Bütün bunlara rağmen hâlâ yapmaya devam ederse, ya kendisi cezasını verir veya kadıya intikal ettirirdi. Muhtesib vazifesini yaparken, İslâm dininin içtimaî kaideleri çerçevesinde, kolaydan zora doğru bir yol takip ederdi.11
Muhtesiblerin İçtimaî-İktisadî Vazifeleri
Muhtesiblerin Osmanlı içtimaî hayatında yaptığı vazifeler oldukça geniştir. Bu yüzden 'İhtisab Müessesesi" ni veya "Muhtesiblik" i bugünkü kavramlardan biriyle açıklamak oldukça zordur. Günümüzde, Sağlık Müdürlüğü'nün, İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun, mahkemelerin (adliyenin), bir kısmı belediyelerin, bir kısmı müftülüklerin ve zabıtaların yetki ve vazife sahasına alabileceğimiz bu vazifelerin iktisâdî-içtimâî hayatla ilgili bölümünü kısaca açıklamaya çalışalım:
Esnaf ve Tüccarların Kontrolü
Muhtesiblerin Osmanlı içtimaî ve iktisadî hayatında önemli bir rolü bulunuyordu. Muhtesib, devlet-halk-esnaf (tüccar) üçlüsü arasındaki münasebetlerin düzenlenmesi ve yürütülmesinde mühim bir yere sahipti. Devlet, muhtesibi vasıtasıyla esnaf ile işçilerini kontrol ediyor ve on-ların haklarını koruyordu. Ayrıca maksat ve standartlarını devam ettirmek gayesiyle esnaf loncalarını yeterince yakından izleyebiliyordu.12 İhtisab ağasının bu işle vazifelendirdiği muhtesib, ayrıca mahallî pazarların teşkilâtlanması ile uğraşıyor ve gerektiğinde temel gıda maddelerini, esnaf ve sanatkârlar arasında paylaştırıyordu. Bunların yanında, bazı şartlardan istifade ederek, halkı sömürmeye çalışan insanları takip etmek, esnafın kullandığı ölçü aletlerini kontrol etmek ve gerektiğinde cezalandırmak, muhtesibin diğer vazifeleri arasındaydı. Böylece muhtesib, bugünkü "karaborsacılık" ve "stokçuluk" gibi çeşitli "haksız kazanç" yollarını tıkayarak, halkın ve iktisadî hayatın intizamını sağlıyordu.
"Kola Çıkma"
Muhtesib, esnafın nizam ve kanunlara uygun çalışıp çalışmadığını hem bizzat hem de em-rindeki memurları vasıtasıyla kontrol ederek hileli satışlara mani olmaya çalışırdı.13 Bu hâdiseye "Kola Çıkma" denirdi. İhtisab ağasının bazen ileri gelen devlet adamları yani 'Vezirler', 'Kadılar gibi şahıslarla, bazen de kendi başına veya yardımcılarıyla beraber yaptığı bu işi, sürekli yapmak mecburiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. 17. asırda Osmanlı ülkesine gelen bir yabancı, muhtesibin her gün dolaştığını, esnaf içinde hile yapabileceklerin bunu bildikleri için kolay kolay herhangi bir haksızlık yapmaktan çekindiklerini, hattâ bu yüzden küçük çocukların bile aldatılma korkusu olmadan pazara rahatça gidebildiklerini yazmaktadır.14 Yani Osmanlı halkında, bırakın büyükleri, çocukların bile çarşı-pazarda al-datılma korkusu yoktu.
Narh Tesbiti
Muhtesib, Osmanlılarda, piyasada "fiyatların kontrolü ve belirlenmesi" işini de üstlenmişti. Fiyatların başıboş, halka ve ekonomiye zarar verecek şekilde seyretmesini önlemek, önemli bir mevzu idi. Evliya Çelebi, bu işin ehemmiyetine binaen İstanbul'un fethinden sonra vezir-i azamın her çarşamba şehri dolaşıp, bütün esnafın rızasını alarak satılanlara narh koyduğunu yazmaktadır.15 Fiyatların tesbiti işini bazen devlet doğrudan kendisi yaptığı gibi, tüketici veya esnaflar arasındaki çeşitli "Esnaf Birlikleri" de bu hususta söz sahibiydi. Burada çok önemli birkaç nokta belirginleşmektedir: Bugün "Kapitalist Sistem" ile bu sistemin temel taşlarından olan "serbest piyasa ekonomisi" nin doğurduğu gereksiz fiyat artışları ve fiyat dalgalanmaları "Hisbe" müessesesi sebebiyle o gün için söz konusu değildi. Bazı "şirket" ve "iş çevreleri"nin piyasadaki malları çoğaltmak veya azaltmak ve piyasaya, esnaf-tüccar ile halkın zararına olarak "kalitesiz, ucuz, farklı isimde aynı malı" sürmek gibi haksız kazanç yollarının önü alınmış ve meydana getirecekleri "arz-talep dengesizliği"'ne mani olunmuştur Bir diğer yandan, bazı kişi ve kuruluşların çok çeşitli iş sahalarında faaliyet gösterip, ülke ekonomisinin zararına hattâ devlet yönetimine karışacak derecede "çok fazla büyümeleri" ve böylece "büyük sermaye birikimleri"nin ortaya çıkması önlenmiştir. Bu yolla, küçük esnaf ve tüccara da hayat hakkı tanınmıştır. Menfaatleri istikametinde iktisadî ve içtimaî hayatta tesirli olan bu "sermaye biri-kimleri''nin "tekelleşmesi" ortadan kaldırılarak, bir diğer zaviyeden de "enflasyon" un oluşmasının önüne geçilmiştir.
Muhtesibler, İslâm içtimaî ha yatının prensipleri istikametinde, satılan malların şehre getiriliş usulünden halka arzedilişine kadar esnafla ilgileniyor ve gerektiğindi onlara yardımcı oluyordu. Muhtesiblerin vazifeleri o kadar genişlemişti ki; kayıkçı esnafının fazla; ücretle taşıma yapmamasını ve kayıklara fazla insan bindirmemesini kontrol etmek; yük taşıyan hayvanlara taşıyabilecekleri yükten fazla yüklenmemesini takip etmeğe kadar hemen her işle alâkalanırlardı. Bu konuda "İhtisab Kanunlarında" '6 "ve ayağı yaramaz bargiri (yük taşıyan beygir) işletmeyeler; at, katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler ve hamallar ağı yük urmayalar" şeklinde geçen ifadeler oldukça ilgi çekicidir. Han ve hamamlardan tutun da şehrin temizliğini dikkat etmeye kadar bütün işler muhtesiblerin vazifesiydi. 13 Mayıs 1794 tarihli bir fermana göre ise; "İstanbul'daki ekmekçi esnafından Feyzullah Efendi, Arnavut Cafer, Kasımpaşa semtinde Ahmed adındaki şahıslar, defalarca tenbih edilmiş olmalarına rağmen iyi ve temiz ekmek çıkarmamakta ısrar ettiklerinden, başkalarına ibret olmaları için Limmi Kalesi'ne sürülmüştür:'17 Bu takdirde muhtesibler, hemen her alanda olağanüstü yetkili birer "Kontrol ve Teftiş Memuru”ydu. Bu durum, bugünkü bazı "Koruma Dernekleri" gibi teşkilâtlara nazaran, Osmanlı medeniyetinin üstünlüğünü de gözler önüne sermektedir.
İşyeri Açma İzni
Muhtesiblerin iktisadî hayattaki mühim vazifelerinden biri de, 'İşyeri Açma Ruhsatı" vermesi idi. Osmanlı hayatında önceden tesbit edilmiş bulunan esnaf gruplarının sayılarında, mecburiyet olmadıkça eksiltme veya çoğaltma yapılmazdı. "Gedik" adı verilen bu sistemde halkın ve esnafların yararı gözetilerek, bir meslekte gereğinden fazla açılan dükkân kapatılma yoluna gidilmiştir. Osmanlı toplumunda, her bir mesleğin ve esnafın kendine göre özel bir değeri olduğundan, bunların kıymetini yitirmemesi için böyle bir yola başvurulmuştur.18 Emeğe ve mesleğe saygı söz konusudur.
Herhangi bir dükkânın açılması ve istenilen vasıflarda çalışması da muhtesiblerin izniyleydi. Bu noktada muhtesibler bugünkü "Zabıtalar ve Belediyeler" olarak karşımıza çıkmaktadır. Hisbe müessesesinde vazifelerin iş bölümüyle yapılması, bugünkü "Belediyeler-Zabıtalar-Vergi Kontrol Memurları" arasında sık sık vuku bulan kopukluk ve zıtlıkları yok etmiştir. Muhtesiblerin "vergi toplama" işiyle de uğraşmaları; yine günümüzde çok rastladığımız, "hükümet krizleri"ne yol açan "vergi kaçakçılığı" ve "hayalî ihracat" gibi bir anda devlet ve millet düzenini alt üst eden skandallar önlenmiştir. Çünkü hemen her gün şehri gezen, esnaf ve tüccarın her derdiyle meşgul olan, onları çok yakından tanıyan muhtesibler, kimin ne kadar kazanacağını çok iyi bilirlerdi.
"Çocukların" Yetiştirilmesi
Muhtesiblerin vazifelerinden biri de, okumayan veya işsiz olan çocukların, esnafların yanına yerleştirilmesi ve yetiştirilmesini sağlamaktı.19 Böylelikle, hem meslek temelden ve en ince ayrıntısına kadar tatbikatlı öğreniliyor, hem de mesleğin değeri korunuyor ve küçük yaştaki ço-cukların muhafazası, bakımı ve ileride bir meslek sahibi olmaları sağlanarak işsizlik de ortadan kaldırılıyordu. İhtisab müessesesi, bir nevi bugünkü "Çocuk Esirgeme Kurumu" ile "İş ve İşçi Bulma Kurumu" nun vazifelerini de yapıyordu.
Sağlık Konusu
Muhtesibler, "hekim-hasta" münasebetlerini de düzenliyor ve kontrol ediyorlardı. Bilhassa cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanmış insanları, hastalığın başkalarına bulaşmaması için karantinaya alıyor, şehirden dışarı çıkarıyor ve tedavi ettiriyorlardı. Doktorların faaliyetlerini gözetiyor ve yardımcı oluyorlardı. Muhtesibler, çeşitli zamanlarda halkın genel sağlık kont-rolünden geçirilmesiyle de ilgilenirlerdi.
Şehirlerin İntizamı
Muhtesibler şehir düzenlemesi ile ilgili olarak, şehiriçi yolların yapım ve tamiri, evlerin önlerine varıncaya kadar bütün sokak ve caddelerin temiz ve güzel kokulu olması, halkın sağlığını bozacak çeşitli problemlerin yok edilmesi gibi, bugünkü "Belediyeler" ile "Sağlık Bakanlığı”nın vazife alanına giren işleri de yapıyorlardı. Evlerinin önünü temiz tutmayanlar, şehri kirletenler muhtesib tarafından cezalandırılırdı.
Son Birkaç Söz
Osmanlı Devleti, "Hisbe" müessesesini kendi yorumunu katarak tatbik etmiş, bu sistem ile iktisâdi-içtimaî, hattâ idarî hayatın pek çok kademesine ulaştığı gibi, bunların fonksiyonlarını mükemmel bir şekilde icra ettirmeyi de başarmıştır.
Farklı ve geniş sahalara ulaşarak, bunlar arasında maksimum irtibatı da kurmuştur. Muhtesiblerin gerek adlî işlerden mesul 'Kadılar', gerek idareden mesul 'Beyler' ve güvenlikten mesul 'Şehir Eminleri' gibi önemli kişilerle sürekli irtibatta bulunması; toplumun intizamı için gerekli bu çok önemli birimler arasında vuku bulabilecek fikir ve hareket planındaki zıtlıklar ve kopukluklara fırsat vermemiştir. Günümüzde sık sık gündeme gelen "Devlet Bakanı-Belediye Başkanı", "Hükümet-Vali" gibi çeşitli yönetim mekanizmalarında ortaya çıkan "vazife-salâhiyet karışıklıkları ve müdahaleleri" de önlenmiştir. Böylece devlet, aslında özü "merkeziyetçi" olan bir politika ile "Mahallî İdarelere" ehemmiyet vermiştir. Bu yolla da kendisi bizzat ve direkt olarak işe karışmadan, geniş ve teferruatlı işleri çok daha kolay ve mükemmel bir şekilde "Hisbe Müessesesi-Muhtesibler" ile yaptırmıştır. Hem kendisi maddî-mânevî olarak yıpranmamış, hem de halka daha rahat ve çabuk inerek, sağlıklı bir münasebet kurmuştur. Bugün iktisâdî-içtimaî-idarî mekanizmalarda meydana gelen birçok problemi; daha önce çok geniş bir coğrafyada ustalıkla çözmeyi bilen Osmanlı Devleti'nin kurduğu ve geliştirdiği sistemlerden, günümüz şartlarına göre istifade etmek bizim için büyük bir "üstünlük" ve "güç kaynağı" olacaktır.
Dipnotlar
1) Zambaur. E. V.: 'Hisbe' Maddesi, İ. A., M. E. B. ist. 1979, c. 5, s. 540; Levy, FL: "Muhtesıb" maddesi, İ.A., M. E. B., c 8, 532; Pakalın, M. 2.; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. M.E.B. Yay., ist. 1983, c. II, s, 572; Kazıcı, Ziya; Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, Kültür-Basın-Yayın Birliği Yay., ist. 1987, s. 14-15; Kavakçı, Y. Ziya; Hisbe Teşkilâtı, Ark. 1975. s. 32.
2) Levy, agm.; Zambaur, Agm.
3) Levy, Agm. s, 533: Kazıcı, Agm, s. 32
4) Akgündüz, Doç. Dr. Ahmed, Osmanlı Kanunnameleri, c.1, s. 237: inalcık, Halil: 'Bursa 15. asır Sanayi ve Ticaret Tarihine Dair Vesikalar" Belleten XXIV/93, s. 63-64, TTK. Ank, 1960; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat, İst. 1983, c. 1. s. 120 vd.
5) Levis, Bernard; İslâm ve Osmanlı Uygarlığı, Tere. Nihal Önül, İst. 1975, s. 151; Kazıcı, Age. s. 58.
6) Mantran, Robent; 15 ve 16. asırlarda İstanbul’da Sosyal Hayat, Verso Yayınları, İst. 1986, s. 31. 7] Kazıcı, age., s. 51-60.
8] Mantran, age., s. 32; Kazıcı, a.g.e., s. 51 -52.
9) Akdağ, Mustafa: Türkiye'nin iktisâdi ve içtimâi Tarihi, c. II, s. 116; Akgündüz, age., s. 234-236: Kazıcı, age, s. 44-47.
10) Mantran. age., s. 310; Kazıcı age., s. 44.
11) Kazıcı, age, s. 16; Kavakçı, age, s. 56
12) Kazıcı, age. s. 69; Güllülü, Sabahaddin, Ahi Bitlikleri, İst 1977. s. 147-149.
13) Ergin, Osman; Türk Şehirlerinde imaret Sistemi, İst. 1939. s. 39 vd; Türkiye'de Şehirciliğin Tarihi inkişafı, ist. 1936, s. 14.
14) Lewis, Raphaela: Osmanlı Türkiye'sinde Gündelik Hayat, Tere. Mefkure Poroy, İst. 1973, s. 153-155.
Not: Bu ifade, dikkat edilirse, 17. asra aittir, yani duraklama devrine. Buradaki ifadeden esnafın muhtesib korkusuyla aldatmadığı ifade edilmek istenmiştir. Bu izah tarzı bir batılı mantaliteyi yansıtır, "Aldatan bizden değildir" hadisini bilen Müslüman esnaf bilerek aldatamaz. Eğer, yazıdaki ifadeler doğruysa, o zaman da Osmanlıların niçin çöktüğü bu ifadelerde gizli demektir. (Y.Ü.)
15) Defterdar Sarı Mehmed Paşa; Devlet Adamlarına Öğütler, Neşr. Hulusi Ragıp Uğural, Ank. 1969, s. 22-27; Seyahatname, c. I, s. 120; Kütükoğlu, Mübahat, Osmanlılar'da Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, ist. 1978, s. 9-10.
16) Barkan, agm., s. 339,
17) Kazıcı, age. s. 97.
18) Ülgener, Sabri. İktisâdi Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, İst. 1981. s. 85; Kazıcı, age., s. 136-140.
19) Bilgin, Beyza: İslâm’da Muhtesiblik ve Eğitim Yönünden Değeri, A.Ü.İ.F. Dergisi Sayı; XIX. Ankara 1973.
|