|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
Sual: Cizvit ne demektir? Çin fağfurunun Cizvit papazlarına sorduğu sualler nelerdir? CEVAP Cizvit, [Fr. Jésuite] 1512'de papazların kurduğu bir misyoner ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=5836
|
[Tirmizi] İmam-ı Şarani hazretleri, (Kuşluk namazına devam edene, cin ... Cin mektubunu, yanında veya evinde bulundurana, cin gelmez ve dadanmış olan cin ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1763
.
|
.
Cin ve illüzyon
|
Sual: Cinlere, illüzyon diyenler var, doğru mudur?
CEVAP
Bazı kimselerin, cinleri hayal (illüzyon) sanarak, yok demeleri yanlıştır.
Korkudan, göz önünde hasıl olan hayaller, elbette yoktur. Fakat, bu hayalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demektir. Bir şeye yok diyebilmek için, o şeyi tanımak gerekir. Tanımadan yok demek, çocukça laf olur. Bu gibilere, ilim adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber verdiği ve hele, Peygamber efendimizin çeşitli zamanlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecrübeye dayanmadan, zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilim adamına yakışır bir şey değildir.
Cinlere, meleklere, Cennete, Cehenneme inanmayanlar, (Kim gitmiş, kim görmüş? Var olsalardı görürdük. Görülmeyen şeye inanılmaz) diyorlar. Gözü akla değil, aklı göze bağlı sanıyorlar. Halbuki akıl, duyu organları üstünde bir kuvvettir ve hissedilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir hakimdir. İnsanlar, göze tâbi olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve farenin insandan daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü, bu hayvanlar, karanlıkta da görüyor, insan ise göremiyor. O halde, göremediğine inanmak istemeyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmektedir. Demek ki, his organlarımız, aklın aletleridir. Hakim, kumandan akıldır. Akıl, görünmeyen, duyulmayan şeyleri reddetmediği gibi, yokluğu ispat edilemeyen ve anlaşılamayan şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun olmaz. (S. Ebediyye)
Cinlerin yaradılışı
Normal akla sahip bir kimse, kâinattaki muazzam nizamı incelediğinde, bunun kendiliğinden olmadığını anlar. (Dünya kendi kendine muntazam bir şekilde nasıl asırlardan beri dönebilir. Elbette döndüren bir yaratıcı vardır) der. Yaratıcıya inanan da Onun bildirdiklerine inanır. Çünkü cinleri, şeytanları inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmek demektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalı, aksine gözü akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz.
Akıl göz gibi, İslamiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet ışığına ihtiyacı vardır. İslamiyet ışığı da bunların var olduğunu bildiriyor. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ,(İnsan ve cinleri ancak, beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım) buyuruyor. (Zariyat 56)
Nur-ül-islam kitabında diyor ki:
Cinlerin ilk babası Can’dır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık.) [Hicr 27]
Şeytanlar, iblisin zürriyetindendir. İblis de cin taifesindendir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İblis cinlerdendi.) [Kehf 50]
Cin suresinin ilk âyetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildirilmektedir.
Nas suresinde cinlerden insanlara zarar verenlerin bulunduğu, zararlarından Allah’a sığınılması bildirilmektedir. Bu bakımdan cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini inkâr eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli askerleri olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. (Neml 17)
Cehennem, cin ve insanlarla doldurulacaktır. (Secde 13)
Cinlerin, mümin ve kâfir olanları vardır.
Kur'an-ı kerimde cin ile ilgili daha birçok âyet-i kerime vardır. Hadis-i şerifte cinlerden korunmak için dualar bildirilmiştir. Göz ile görmediğini inkâr etmek, akla da, ilme de aykırıdır.
Cinleri inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalıdır! Aksine gözü, akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslamiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet ışığına ihtiyacı vardır.
Cin ve Şeytan
Sual: Şeytan tek midir, çok mudur? Şeytanlar, cinler gibi mi çoğalır? Cin de insana musallat olur mu? Cin ile şeytan arasındaki fark nedir?
CEVAP
İblis, cin taifesindendir. Şeytan, sapıtan, doğru yoldan ayıran demektir. Bunun için İblisin çocuklarına şeytan denmiştir. Kur'an-ı kerimde şeytanların çok olduğu bildirilmektedir. (İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir) buyuruluyor. (İsra 27)
Şeytan ile cin arasında az fark vardır. Şeytanlar da, cin gibi ateş ile havadan yaratılmıştır. İlk insan topraktan yaratıldığı halde, toprak değil, et, kemiktir. Cin de ateş ve havadan yaratıldığı halde, ateş ve hava değildir. Cin ve şeytanlar, en ufak yerlerden geçerler, insanın içine girerler. Şeytanın vesvesesinden kurtulmak için, dine uymak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İblis, şeytanlarına der ki, "Et, kadın ve içki ile insanları aldatmaya çalışın! Bunlardan daha tesirlisi yoktur.") [Deylemi]
Fazla et yemenin zararlı olduğu bu hadis-i şeriften de anlaşılmaktadır.
Cin ile evlenmek, Şafii mezhebinde caiz, Hanefi’de caiz değildir. Cinnin çoğalması gaz [hava] iledir. Bundan dolayı, cin ile evlenmek, hakiki evlenmek değildir. Cinden, cin ile uğraşanlardan uzak durmak gerekir.
Her insanın yanında en az kâfir bir cin, bir şeytan bulunur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her müslümana yüz altmış melek vekildir. Eğer insan bir an yalnız başına bırakılsaydı, şeytanlar ona taarruz ederlerdi.)[Taberani]
Şeytan ve Melek
Sual: Şeytan, melek değil miydi?
CEVAP
İblis, meleklere hocalık etmiş ise de, melek değil, cin taifesinden olduğu din kitaplarında yazılıdır.
Cinlerle görüşmek ve cinci hocalara gitmek
Sual: Cinlerle ve cincilerle görüşüp, onlardan faydalı bilgiler öğrenilebilir mi?
CEVAP
Hayır. Cinci hocalara da gitmemeli. Muhyiddin-i Arabi hazretleri buyuruyor ki: Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya ait bir bilgi edinemez, çünkü cinlerin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünya bilgileri edineceğini sanan kimse de aldanır, çünkü faydasız şeyle vakit geçirmeye sebep olur. Onlarla tanışan, kibirli olur. (Fütuhat)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de buyuruyor ki: İnsanın cinle tanışması, arkadaş olması zararlıdır. Onlarla konuşmak, fâsıkla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan, fayda görmez. Cinle tanışmaya özenmemeli, evliya-i kiramın ruhaniyetlerinden faydalanmaya çalışmalıdır. (Keşkül risalesi)
Evliya zatları tanımak, sevmek ve onlar tarafından sevilmek büyük nimettir.
.
Cinler Cennete girecek mi?
|
Sual: Cinleri inkâr eden kâfir olur mu? Cinler de Cennete girecek mi?
CEVAP
Cinler, çeşitli şekillere girebilecek kabiliyettedir. Müslümanları ve kâfirleri vardır. Dine uymakla mükelleftirler. Varlıkları, Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerle sabittir. İnkâr eden kâfir olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]
(Cehennemi insan ve cinlerle dolduracağım.) [Hud 119, Secde 13]
(Hani, cinnilerden bir grubu, Kur'an-ı kerimi dinlemek üzere sana sevk etmiştik.) [Ahkaf 29]
İbni Mesud hazretleri bildiriyor:
(Bir gece Resulullah, bizimle beraberken aramızdan kayboldu. Her yeri aradık, bulamadık. O geceyi endişe içinde geçirdik. Sabah olunca, Hira tarafından gelirken gördük. “Ya Resulallah, sizi aradık” dedik. (Bana cinlerden bir davetçi geldi. Onunla beraber gittim. Onlara Kur'an-ı kerim okudum) buyurdu.) (Tefsir-i Kurtubi)
Bir hadis-i şerifte de, (Ezan okurken sesini yükselt! Çünkü, ezan okuyanın sesini işiten bütün insan ve cinler, Kıyamette ona şahitlik ederler) buyuruldu. (Buhari)
Cinler hakkındaki kaviller
Cinlerin kâfirleri, bütün âlimlere göre, Cehenneme gidecektir. Mümin cinler hakkında ise, değişik kaviller vardır:
1- İnsanlar gibi muamele görecektir.
2- Cehenneme girmeyecek, fakat toprak olacaktır.
3- Cennetin “Rabad” denilen yerindedir. Dünyadakinin tersine; insanlar onları gördüğü halde, onlar insanları göremeyecektir. Cinler defalarca Peygamber efendimizin huzuru şeriflerine gelip kendisini dinlemişlerdir. Resulullah onlara, Rahman suresini tebliğ niyetiyle okumuştur.
(Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz) ifadesi bulunan âyet-i kerimeden sonra, (Rabbimizin hiçbir nimetini inkâr etmeyiz, ey Rabbimiz sana hamd olsun)demişlerdi.
Bu sure, onların da dini emir ve yasaklarla mükellef olduğuna delalet eder. Çünkü bu sure, “Sekaleyn”e [insan ve cinne] hitap etmektedir.
Kur'an-ı kerim âyetleri ve hadis-i şerifler; onların da, mükafat ve ceza için haşr edileceklerine delalet etmekte, müminlerinin Cennete, kâfirlerinin de Cehenneme gidecekleri anlaşılmaktadır.
İmam-ı Buhari buyuruyor ki:
Cin suresinin (Hakikaten biz, hidayet rehberi olan Kur'an-ı kerimi dinleyince, Ona iman ettik. Rabbine iman eden, bahstan ve rehaktan korkmaz) mealindeki 13. âyet-i kerimesindeki bahs,mükafatın eksik verilmesi; rehak da hak etmediği cezayı görmek, demektir. Bu âyet-i kerime, onların iyiliklerine karşılık mükafatlarının eksiksiz verileceğine ve günahlarına karşı fazladan ceza görmeyeceklerine delalet eder. (Avn-ül-mürid)
.
Cinlerin zararları
|
Sual: Cin insana zarar verir mi, insan şekline girebilir mi? Zararından korunmak için ne yapmalı?
CEVAP
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında özetle deniyor ki:
Cinlerin müslüman olanı ve olmayanı vardır. Müslüman olan cinlerden insanlara bir zarar gelmez. Bunlar, yalnız ibadet ederler. Ehl-i sünnet âlimleri bunları tanır. Salih insanlar gibi görünür ve sohbet ederler. Kâfir olan cinler, insanlara çeşitli şekilde zarar verirler. İnsandan ayrılmayıp her şekle girebilirler. Mesela mikrop şekline girip insanın damarlarında dolaşırlar. Yalnız müminlerin kalbine giremez ise de, kalbine vesvese verebilir. Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüştür.
Kâfir cinler, iyi insan şekline de girip iyi ve faydalı şeyler de yaparlar. Kâfir ve fâsıklarla arkadaşlık yapınca, hiç ayrılmayıp onları günaha ve küfre sokarlar.
Cinler ve şeytanlar rüyada da görülebilir. Çok güzel şekle girip ihtilama sebep olurlar.
Herkesin kâfir bir cin arkadaşı vardır. Melekler, insanları cinlerin zararından korur.
Âyet-i kerime ve dua okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da cinler bir şey yapamazlar.
İnsanlara, hastalıkların tedavilerini ve gerekli ilaç öğrettikleri, sara hastasının bedenine girip, ona zarar verdikleri, insanlara nazarlarının değdiği kitaplarda yazılıdır.
Cin üç sınıftır:
1- Rüzgar ve hava gibi olanlar.
2- Yerdeki böcek ve hayvancık gibi olanlar.
3- Dinin emir ve yasaklarına uymakla vazifeli olanlar ki bunlara hesap ve azap vardır.
Cin, ateş ve havadan yaratıldığı için çok latiftir, çabuk hareket eder, hafif bir çarpmada hemen ölürler. Ömürleri kısa, din bilgileri azdır ve kibirli olurlar, birbirleri ile hep dövüşür ve savaşırlar. Cinnin ölümü, yerde kaybolmakla olur. İhtiyarları, gençleşir, çocukluk haline döner ve ölüp yerde kaybolur.
Kâfir cinler, cinci ve büyücülerin bildirdiği insanlara sihir = büyü yaparlar. Hadika’daki hadis-i şerifte, (Sihir = büyü yapan, yaptıran ve inanan bizden değildir) buyuruluyor. Cinciler, falcılar ve yıldız nameye bakıp, sorulan her şeye cevap verenler büyücü sınıfına girerler. Bunlara gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah’tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfür olur.
Geçmiş şeyleri cinden sormak caiz, ileride olacak şeyleri sormak caiz değildir. Çünkü geleceği ve gaybı ancak Allahü teâlâ bilir. Kâfir cinler yalancı olduğu için olmuş şeyleri de görmeden gördük diyebilirler. Cinciye gidip, insanı cinden kurtardığına inanıp, ona ücret vermek caiz değildir.
Cinden kurtulmak için en tesirli silah Kelime-i temcid (La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim) ve istigfar duasıdır. Bunları okuyandan, cinler kaçar ve büyü bozulur. Cin mektubu denilen duayı, yanında taşıyana veya evinde bulundurana cin gelmez, dadanmış olan cin de gider.
Âyet-el-kürsi, İhlas, Muavvizeteyn ve Fatiha surelerini sık sık okumak da, insanı cinden muhafaza eder. Bu âyet-i kerimeleri okumakla, bu mektubu taşımakla, şifa âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle faydalanmak isteyenlerin Ehl-i sünnet itikadına uygun olarak doğru iman sahibi olması gerekir. Bunları yazanın ve kullananın itikadı doğru olmazsa ve haram işlerse, faydaları görülmez.
Cin ve şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına ve sihre, büyüye karşı koruyucu âyet denilen (ayat-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve bu âyetleri üzerinde taşımalıdır.
Evliyanın ruhları, görünmeden de, görünerek de, sevdiklerine fayda verir ve belalardan korur. Onları tanımaya, sevmeye ve sevilmeye uğraşmalıdır. (Daha fazla bilgi için Seadet-i Ebediyye kitabına bakılmalı.)
Cin ve şeytan
Sual: Cinle şeytanın yaratılış bakımından farkı nedir?
CEVAP
Şeytan da, cin gibi, ateşle havadan yaratılmıştır; fakat cinde hava, şeytanda ateş fazladır. Cinlerin kâfir olanları olduğu gibi Müslüman olanları da vardır. Şeytanların ise hepsi kâfirdir. (Keşkül risalesi)
Görülmeyen olay ve varlıklar
|
Sual: Bazıları, (Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) diyor. Bazıları da nazara bâtıl inanış diyorlar. Bu konularda âyet, hadis yok mudur?
CEVAP
(Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) sözü, çok basit, çok yanlış, ilme aykırı bir sözdür.
Dünya, bir imtihan yeridir. Allahü teâlâ, Bekara suresinin başında gayba imanı, yani görmeden inanmamızı emretmiştir. İyi ile kötünün, inananla inanmayanın ayırt edilmesi için bir imtihan gerekir. Allahü teâlâ imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, suç, günah işleyeceğini bilir. Fakat, henüz suç işlemeden cezalandırılsa, Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmanız doğru değildiyebilir. İşte bunun gibi sebeplerle, insanlar imtihan için dünyaya getirilmiştir. Söz dinleyenle, dinlemeyen, suç işleyenle işlemeyen belli olsun diye, bazı yasaklar konmuş, bazı ibadetleri yapma mecburiyeti getirilmiştir. Mesela (domuz eti veya besmelesiz kesilen kuzu eti niye haram) diye soruluyor. Etin mutlaka bir zararı olduğu için değil, emri dinleyenle dinlemeyen belli olsun diye de haram edilmiş olamaz mı?
Bu öyle bir imtihan ki sorular da, cevaplar da bellidir. Kabirde ne sorulacak, ahirette ne sorulacak hepsi bellidir. Ben soruları ve cevapları bilmiyordum diye itiraz edilemeyecektir.
Cin, şeytan, nazar, Cennet, Cehennem gibi şeylerin görülmemesi de bir imtihandır. Görüldükten sonra imtihanın ne önemi kalır?
İyi ile kötünün, bilenle bilmeyenin, çalışkanla tembelin, inananla inanmayanın ayırt edilmesi için bir imtihan gerekmez mi?
İnsanlar akla tâbi olurlar
Melek, cin, şeytan gibi varlıkları göremiyoruz. Bunların var olduğu Kur'an-ı kerimle ve hadis-i şeriflerle sabittir. Peki, göz tek başına her zaman bir ölçü olabilir mi? Göz neleri görür, neleri göremez?
Görünüşe aldanmamalıdır. Akıl, çok zaman gözün yanlışını çıkarır. Göz ile pencereden güneşe baktığımız zaman, güneşin, bir tepsi kadar olduğunu zannederiz. Fakat, akıl, güneşin dünyadan büyük olduğunu söylüyor. Gözümüzün aldandığı açıktır. Meleğe, şeytana, cine, nazara inanmayanlar, elbette, (Biz gözümüzün gördüğüne inanırız. Güneş, top kadar küçüktür) diyemezler. Diyemediklerine göre, göz her zaman ölçü olamaz. Görmedikleri şeye yok diyemezler.
Gözle görülmeyen şeylerin yok olduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına tâbi olmak demektir. Hayvanlar his uzuvlarına tâbi olur, insanlar ise, akla tâbi olurlar. İnsanların his uzuvları, hayvanlarınkinden daha geridedir. Köpek çok kuvvetli koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz, gecenin zifiri karanlığında yarasa gibi hareket edemez, kedinin gördüğü gibi karanlıkta göremez.
Mıknatısın magnetik gücünü gözümüzle göremiyoruz. Fakat demiri çekmesinden mıknatısta bir güç olduğunu anlıyoruz. Kumanda âleti ile, TV'yi açıp kapatıyoruz. Kumanda âletinde gözümüzle görmediğimiz bir güç, bu işleri yapıyor.
Uzaktan kumandalı bir âletle, otonun kapılarını açıp, arabayı çalıştırabiliyoruz. Fakat bu işi yapan gücü gözümüzle göremiyoruz. O halde, hisse değil, akla değer vermek lazımdır.
Lazer ışınları ile çeşitli ameliyatlar yapılıyor. Demir bile kesiliyor. Bu ışınları, magnetik dalgaları gözümüzle göremiyoruz. Göremediğimize yok demek akla, ilme uygun değildir.
Bir teldeki elektrik akımını gözümüzle göremiyoruz. Fakat yaptığı işlerden, mesela elimizi dokunduğumuz zaman, bizi çarpmasından, içinde cereyan olduğunu anlıyoruz. Göz ile görmediğimiz için cereyanı inkâr etmek mi gerekir?
Yer çekimini de gözümüzle göremeyiz. Fakat cisimlerin havaya doğru değil de yere doğru düşmesinden yerde bir çekim kuvvetinin olduğunu anlıyoruz. Karanlıkta göremediğimiz gibi, çok kuvvetli ışıkta da göremeyiz.
İnsandaki ruh denilen bir varlığı göremiyoruz. Ancak insanları ayakta tutup hareket etmesini sağladığı için ruhun varlığını anlıyoruz.
İyiyi kötüden ve hakkı bâtıldan ayıran insana akıllı diyoruz. Halbuki aklı da göremiyoruz. Görülemeyen şeyi inkâr etmek ilme aykırı bir ahmaklıktır.
Gözle görülmediği halde, mevcut olduğu akılla anlaşılan çok şey vardır. Bazı kimseler, bir şeye bakıp beğendikleri zaman gözlerinden çıkan şualar, canlı cansız şeylerin bozulmasına sebep oluyor. Fen, belki bir gün, şuaları ve tesirlerini daha iyi açıklayacaktır. Nazar gözle görülmez ama, diğer tesir eden şeyler gibi neticesinden anlaşılır. Toplumda, nazarı değen insanlar vardır. Nazarın, kadınlara ve çocuklara daha çok tesir ettiği tecrübelerden anlaşılmıştır.
Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır
(Cin ve şeytanı gözümüzle görmüyoruz. Görülmeyen şeylere inanmayız) sözünü ancak cahiller, akılsızlar ve bazı dinsizler söyler. Fenden haberi olan, normal düşünebilen ve akıl sahibi bir kimsenin, yalnız gözüne göre konuşması, karar vermesi mümkün değildir.
Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır. Göz her şeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak, (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.
Bugün fen yolu ile suyun, oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya baktığımız zaman ne oksijeni, ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak, (şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?
İnsanlık şerefi
Aklın önemi, insanlığın şerefi, gözün görme kuvvetiyle ölçülseydi, kedinin insandan daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü insan, ışık olmadan, karanlıkta göremediği halde kedi görebiliyor. O halde göze değil, akla göre karar vermek lazımdır.
Bazı zehirli gazlar, renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılmaktadır. Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz halde, kokusundan dolayı anlarız.
İki biberin birinin tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Göz, belli bir uzaklıktan sonraki ve belli bir büyüklükten daha küçük olan cisimleri göremez. Küçük mikroplar görülemediği gibi, çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunların yokluğunu iddia edemeyiz.
Göz her şeyi göremediği gibi, kulak da her sesi işitemez. Sağlam bir kulak, belli bir frekans ve belli bir uzaklıktaki sesleri işitebilir. Şu anda Ankara'da insanlar konuştukları halde, biz onları duyamıyor, göremiyoruz. Biz duyamıyoruz diye onların konuşmadığını iddia edebilir miyiz? Evimiz içinde çeşitli frekansta sesler bulunduğu halde, bir radyo olmadan bu sesleri duyamıyoruz. Biz bu sesleri duyamıyoruz diye varlıklarını nasıl inkâr edebiliriz?
Bu bakımdan fenne inanan bir insan, göremediği şeyi inkâr edemez. Aslen var olup da göremediğimiz şeyleri akıl reddedemez.
Bazı gezegenlerin varlığından haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin yokluğu iddia edilemez. Canlıları ayakta tutan ruhu da göremiyoruz, ama inkârı mümkün değildir.
Misalleri çoğaltmak mümkündür. Fenden anlayan bir dinsiz, sadece, (Gözümle görmediğim için, cin, şeytan, melek gibi varlıklar vardır diyemem ve inceleme alanına girmediği için yoktur da diyemem) derse, daha insaflı hareket etmiş olur.
Gözle görülmeyen şeylerin yok olduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına tâbi olmak demektir. Hayvanlar his uzuvlarına tâbi olur, insanlar ise, akla tâbi olurlar.
.
Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı
|
Sual: Cizvit ne demektir? Çin fağfurunun Cizvit papazlarına sorduğu sualler nelerdir?
CEVAP
Cizvit, [Fr. Jésuite] 1512’de papazların kurduğu bir misyoner derneğidir.
İlk defa, iki Cizvit papazı, Çinlileri Hristiyanlığa davet için Kanton şehrine gelmişti. Kanton valisinden Hristiyanlığı anlatmak için izin istediler. Vali bunlara önem vermediyse de Cizvitler, onu her gün gelip rahatsız ettiklerinden, sonunda, (Ben bu mesele için Çin fağfurundan [kralından] izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim) dedi ve meseleyi Çin fağfuruna bildirdi. Gelen cevapta, (Bunları bana gönderin. Ne istediklerini anlayayım) denildiği için, Cizvitleri Çin’in merkezi olan Pekin’e yolladı.
Bu durumdan haber almış olan Budist rahipler, telaşa düştüler ve (Bu adamlar Hristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini halkımıza telkin etmeye çalışıyorlar. Bunlar Buda’yı tanımıyorlar. Böylece, halkımızı yanlış bir yola sokacaklar. Lütfen onları buradan kovun!) diye fağfura yalvardılar. Fağfur, (Önce ne söylediklerini bir anlayalım, ondan sonra karar veririz) dedi. Ülkenin sayılı devlet ve din adamlarından oluşan bir meclis kuruldu. Cizvitleri bu meclise davet ederek, (Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir, anlatın) dedi. Bunun üzerine, Cizvitler şöyle anlattılar:
“Yeri ve göğü yaratan ilah, Tanrı birdir, fakat aynı zamanda üçtür. Tanrının biricik oğlu ve Ruh-ul-kudüs de birer ilahtır. Bu Tanrı, Âdem ve Havva’yı yaratıp, Cennete koydu. Onlara her nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Şeytan, Havva’yı aldatıp, Tanrının emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Tanrı, onları Cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların evlatları, torunları ortaya çıktı; fakat bütün bunlar dedelerinin işlediği günahla kirlenmiştir. Hepsi günahkârdır. Bu hâl, tam 6000 yıl devam etti. Nihayet Tanrı, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu günah kefareti için kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız Tanrının oğlu olan İsa budur.
Arabistan’ın kuzeyinde Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs’te Celile denilen bir yer, Celile’nin de, Nâsırâ (Nazareth) köyünde Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, Yusuf ismindeki bir marangoz ile nişanlanmışsa da, henüz bakireydi. Bu kız bir gün tenha bir yerde bulunurken, Ruh-ül-Kudüs gelip, ona Tanrının oğlunu ilkâ etti [koydu]. Yani, kız bakireyken hâmile oldu. Bundan sonra, nişanlısı ile Kudüs’e giderlerken Beytüllahim’de bir ahır içinde çocuğu oldu. Tanrının oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. Doğuda bulunan rahipler, İsa’nın doğduğunu, gökte birdenbire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler.
Tanrının oğlu İsa, 33 yaşına kadar vaaz etti. (Ben Tanrının oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmaya geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, âmâların gözünü açmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaretle kurutmak gibi birçok mucizeler gösterdiyse de, az sayıda insan ona inandı. Nihayet hain Yahudiler, Onu Romalılara şikâyet ettiler ve Onun haça gerilmesine sebep oldular, fakat İsa, haçta öldükten 3 gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra göğe çıkıp babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini Ona terk etti. İşte bizim dinimizin esası budur. Buna inananlar, öteki dünyada Cennete, inanmayanlar ise Cehenneme gideceklerdir” dediler.
Bu sözleri dinleyen Çin fağfuru, papazlara dedi ki:
- Siz, Tanrı hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, (İki iki daha beş eder) gibi manasız bir sözdür. Bunu açıklayın!
- Bu, Tanrının bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez.
- Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan çok kudretli Tanrı, kullarından birinin işlediği bir günah için, onun bu işten haberi bile olmayan bütün soyunu nasıl günahkâr sayar? Bunların affı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Tanrı âciz olur mu? Bu, onun büyüklüğüne yakışır mı hiç?
- Bu da, Tanrının bir sırrıdır. Sır açıklanamaz, sadece inanılır.
- İsa, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş. Ağaç vermeyince, onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Buna rağmen İsa’nın buna kızıp ağacı kurutması, mucize midir, zulüm müdür? Bir Peygamber, size göre bir ilah, bunu nasıl yapar?
- Bu işler manevi işlerdir. Tanrının sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez.
- Size izin veriyorum. Gidin, Çin’in istediğiniz yerinde misyonerlik yapın!
Papazlar çıkınca fağfur, meclistekilere şunları söyledi:
- Çin’de böyle saçmalara inanacak bir ahmağın bulunacağını sanmadığım için, bu papazların böyle hurafeleri anlatmalarında hiçbir mahzur görmedim. Eminim ki, bunları dinleyenler, dünyada hurafelerle dolu ne ahmak milletler bulunduğunu göreceklerdir. (Diyâ-ül-kulûb, Cevap Veremedi kitabı)
Büyüden ve Cinden korunmak için
|
Sual: Ruhi sıkıntılardan, korkulardan ve çeşitli sıkıntılardan kurtulmak ve büyü çözmek için ne yapmak gerekir? Cinden korunmak için hangi duaları okumalı?
CEVAP
Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak gerekir. Her şeyin yaratılmasında ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, 70 kere (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Ruhi sıkıntıların çoğu, cinden ve büyüden meydana gelir. Ruhi hastalıklar, sara ve cinden korunmak için, kıymetli kitaplarda bildirilen dualardan bazıları şunlardır:
1- Euzü Besmele ile Fatiha suresini okumalı.
2- Euzü Besmele ile iki Kul-euzü okumalı.
3- Bir miktar suya Âyet-el kürsi, İhlas ve Muavvizeteyn [Nas ve Felak] surelerini okumalı. Büyü yapılan kimse bundan üç yudum içmeli, kalan su ile gusletmeli.
4- Sedir ağacının 7 tane yeşil yaprağı ezilip su ile karıştırılır. ÜzerineÂyet-el kürsi, İhlas ve Kul-euzüler okunur. 3 yudum içip geri kalanla gusledilir.
5- Üç kere Salevat ve Fatiha, Âyet-el kürsi, Kâfirun, İhlas, Felak veNas sureleri yedişer defa okunup hastaya üflenir. Bunlar tekrar okunup hastanın yatağına, evin her yerine, bahçeye üflenir.
6- Fatiha, Âyet-el-kürsi ve 4 Kul [Kâfirun, İhlas, Felak ve Nas sureleri] yedişer kere okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar, hayvan sokması ve bütün dertler için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritip içirmek ve ısırılan yere sürmek de olur.
7- Sabah akşam, Bekara suresinin başından 4 âyet ve Âyet-el kürsiile, Âyet-el kürsiden sonraki iki âyeti ve Bekara suresinin sonundaki 3 âyet, delinin üzerine okunursa, iyi olur.
8- Sabah akşam 24 kere Estagfirullah denir, sonra (Estagfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) denir. Sonra 11 İhlas ve 7 kere Fatiha ve 33 kere, Allahümme salli ve sellim ala seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed okuyup, sevabı Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın ve Evliyanın ve sonra isimleri okunarak Silsile-i aliyyebüyüklerinin ruhlarına hediye edilir. Bunların hürmetine şifa vermesi için dua edilir. Her gün sabah-akşam böyle dua edilir.
9- Günde 500 kere (La havle vela kuvvete illa billah) okumalı! Başlarken ve bitirince yüz kere salevat getirmeli. [Bunu her gün muhakkak okumalı, ihmal etmemeli.]
10- Ha-Mim Mümin suresinin başından masir’e kadar ve Âyet-el kürsi okumalı.
11- La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehülmülkü velehülhamdü vehüve alâ külli şeyin kadir okumalı.
12- Cuma günü seher vakti, sağ elinin içine Nisa suresi 100. Âyeti,vemen yahruc’dan rahimâ’ya kadar yazılır, sonra dili ile yalanıp yutulur. 40 yıllık büyü de olsa çözülür.
13- Sar’adan kurtulmak ve cinden korunmak için Âyât-i hırz okunmalıdır! Âyât-i hırz, şu sure ve âyetlerdir:
Fatiha,
Bekara 1, 2, 3, 4, 5 ve 163, 164 ve 255, 256, 257 ve 285, 286,
Âl-i İmran 18,19. âyetten sadece: “İnneddine indellâh-il-islam”kısmı,
Âl-i İmran 26, 27 ve 154,
En’âm 17,
A’râf 54, 55, 56,
Tevbe 51 ve 128, 129,
Yunüs 107,
Hud 56,
İbrâhim 12,
İsrâ 43 ve 110, 111,
Mü’minun 116, 117, 118,
Ankebut 60,
Rum 17, 18,
Fatır 2,
Yasin 83,
Saffat 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 ve 180, 181, 182,
Feth 27, 28, 29,
Rahmân 33, 34, 35, 36,
Hadid 1, 2, 3, 4, 5,
Haşr 21, 22, 23, 24,
Cin 1, 2, 3, 4, 5, 6,
Buruc 20, 21, 22,
İhlâs, Felâk ve Nâs sureleri.
Âyât-i hırz nasıl okunur?
Abdest alınıp, 7 istigfar ve 11 salevat okunup, hastanın sıhhatine niyet ederek, güneş doğduktan ve ikindi namazından sonra, günde iki defa hasta üzerine okunmalı, işaretli yerlerde, hasta üzerine üfürülmeli, şifa buluncaya kadar [kırk gün kadar] devam etmeli. Her defası sonunda, bir Fatiha okuyarak sevabı, Peygamber efendimizin ve Behaeddin Buhari, Ahmed Rıfai ve imam-ı Rabbani hazretlerinin ruhuna hediye edilmeli. Bir nüsha da yazıp, yanında taşırsa, sihirden, büyüden, nazar değmesinden korur. Muradı hasıl olur.
Peygamber efendimizin üç türlü ilaç kullandığı bildirilmiştir. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. (Mevahib)
Kur’an-ı kerimin ve duanın etki etmesi için bazı şartların gözetilmesi lazımdır. Okuyanın veya yazanın ve hastanın buna inanması, hastanın zararlı olan gıdalardan, şüpheli ilaçlardan perhiz etmesi, sıcaktan ve soğuktan sakınması lazımdır. Okuyan kimsenin, itikadının bozuk olmaması, haram işlemekten, kul hakkından sakınması, haram ve habis şey yiyip içmemesi ve karşılık olarak ücret almaması şarttır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen dua kabul olmaz.) [Tirmizi]
İmam-ı Şarani hazretleri, (Kuşluk namazına devam edene, cin musallat olmaz) buyurdu. Cin mektubunu, yanında veya evinde bulundurana, cin gelmez ve dadanmış olan cin de gider.
Dua, ilaç gibidir. Allahü teâlâ dilerse tesir eder. Yani tesirini Allahü teâlânın verdiğine inanmalıdır!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dert-bela gelince, Hazret-i Yunus’un duasını okusun! Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke, inni küntü minez-zâlimin.) [Hakim]
Sual: Muskanın dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
İçinde küfre sebep olan muskaları yazmak ve kullanmak caiz olmaz. Büyüyü büyü yaparak çözmek de haramdır. Büyücü, cinci hoca denilen insanlara gitmemeli, dediklerine inanmamalı. Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de sihir, büyü bahsini mutlaka okumalıdır.
Üç harflileri çağırmak
Sual: Cin yerine üç harfli diyorlar. Cin denirse, onlar çağırılmış mı oluyor? Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Böyle bir şey yok. Cine, cin demenin hiç mahzuru yoktur. Cin çağırılınca gelmez. Çağırılmasa da musallat olabilir. İmam-ı Rabbani hazretleri, cinden korunmak için, ( Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm) okunmasını bildirirdi.
Sual: Bazı kimseler cinlerin varlığını inkâr ediyorlar. Bazıları da, Kur’an-ı kerimde cin suresi olduğu için, cinlerin varlığını inkâr etmiyorlar ama, zarar verebileceklerini kabul etmiyorlar. Cin psikolojik zarar verebilir mi?
CEVAP
Evet zarar verebilir, hastalık yapabilir. Hafaza melekleri, insanı cinlerin zararından korurlar. Cinden korunmak için âyât-i hırzı üstümüzde taşımak gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Evinde, Fatiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez.) [Deylemi]
Cinler insanların damarlarına kadar girip zarar verebilirler. Cinlerin meydana getirdiği hastalıklardan korunmak için çeşitli dualar vardır. Duaların en kıymetlisi, faydalısı Fatiha suresidir. Hadis-i şerifte,(İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalığı hafifler. Eceli gelmemiş ise, iyi olur. Eceli gelmiş ise, ruhunu teslim etmesi kolay olur.
Mecmua-tül-fevaid kitabında, (Bir kimse, cin mektubunu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider) diyor.
Sual: Benim kafama takılan nokta şu oldu, mademki dinimizde sihrin, büyünün yeri yoktur, o halde neden olmayan bir şeyden kurtulmanın tavsiyeleri oluyor?
CEVAP
Dinimizde adam öldürmek, büyü yapmak gibi büyük günahtır. Fakat bir adam bıçaklanmışsa, doktorlar tedavi etse, adam bıçaklamak günahtır, tedavisi niçin yapılıyor denir mi? Büyü sihir yapmak günahtır. Fakat yapılan büyüyü çözmek niye sakıncalı olsun ki? Büyüyü büyü yaparak çözmek haramdır. Yoksa dua ile âyet ile büyüyü çözmek lazımdır. Peygamber efendimize de büyü yapıldı. Tabii sonra çözüldü.
Sual: Bazı hocalar, hırsızın sidikliğini bağlıyoruz diyorlar. Böyle bir şey yaptırmak günah olur mu?
CEVAP
Küfre sebep olmayan çareleri yapmak caizdir. Her çare muhakkak tesir etmez. Bu niyetle yaptırmak günah olmaz. Yapanın salih ve ücret almaması şarttır.
Sual: Büyü çözmek için, (Bâtıl Name) kitabını okumak caiz mi?
CEVAP
Caiz. Ancak, kâfir, bid'atçi okursa fayda vermez. En iyi ilaç, Ehl-i sünnet itikadını öğrenip dine uymak, sonra okumak ve dua. Başka ilaca ihtiyaç yok.
Sual: Büyüyü büyüyle çözmek caiz mi?
CEVAP
Büyü çözmek günah olmaz, sevap olur. Büyüyü büyü ile çözmeye kalkmak haramdır. Âyetlerle dualarla çözmek ise caizdir, günah değildir, sevaptır.
Papaza okutmak
Sual: Cinci bir hocaya gittik. (Buna kâfir cinler musallat olmuş, bunu papaza okutun) dedi. Kâfir olmayan cinler Müslümana musallat olur mu?
CEVAP
İnsanlara musallat olan bütün cinler kâfirdir. Müslüman cin, insanlara zarar vermez. Kâfir cinliye de müslümanın okuması lazımdır. Papaza okutmak kesinlikle caiz olmaz.
|
|
|
|
|
|
|
|
XXXXXXXXXXXXXX
BİİRİZBİZ
| ;">Cinler
Cinler
"Cin" lafzı ile çok kere insan karşılığı bir varlık kastedilir. Bu kelimenin müfredi "Cinni"dir. Frenklerin "Genie", Latinlerin "Genius" dedikleri de budur. (Hak Dini Kur'an Dili c. 7, s. 5381)
Kur'an-ı Kerim tetkik olunduğu zaman, cinnin yalın bir ateşten hem de çok zehirli bir ateşten yaratıldığı görülmektedir. "Ateşten yaratılmış, muhtelif şekillere girebilen cism-i latif" diye tarif edilen cin, bir Hadis-i Şerifte şöyle açıklanmaktadır: "Melekler, nurdan; cinler, dumanı kesilmiş yalın bir ateşten yaratıldı. Adem (aleyhisselam) ise, size vasf olunan (toprak) dan yaratıldı."
Ateş üç şeyi bünyesinde toplamıştır: Nur, duman ve alev. Nurun ışığı, dumanın karartısı, alevin de zarar verici bir hali vardır. Ateşten yaratılan cin, mahiyetindeki hususiyetlere göre, iman ve salaha; küfür ve dalalete müsait bulunmaktadır. Bu itibarla cin taifesinden mü'min olan da vardır, kafir olan da bulunmaktadır. Onların salihleri de, kötüleri de mevcuttur.
Cinnin yaratıldığı zamana açıklık getiren bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulmaktadrr: "Andolsun ki biz, insanı kuru bir çamurdan suretlenmiş bir balçıktan yarattık; cânnı da daha önce çok zehirli bir ateşten halk ettik."
Cinlerin mahiyetleri cism-i latif olduğu için Peygamberler ve velilerden başkası cinleri yaratıldıkları surette göremezler. Gerek cinlerde gerekse şeytanlarda yiyip içme vardır. Bu hususu sahih hadisler ortaya koymaktadır. Peygamber (sav) Efendimiz buyuruyorlar ki: "Şeytan hiç şüphesiz, sol eli ile yer, sol eli ile içer." Şeytan, besmele çekmeden yemeğe oturanların sofrasına sokulur ve onlarla birlikte yemeğe başlar.
Peygamber (sav) Efendimiz'e iman etmek üzere gelen Nasibin cinleri, Resul-i Ekrem (sav)'den yiyecek bir şeyin tahsisini niyaz etmişlerdi. Bu hususu açıklayan bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Ben, cinlerin kemik ve tezeğe uğradığında onlar üzerine yiyecek bulmaları için Allah'a dua etmiştim.", "Tezek ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır."
Cinlerde evlenme ve çoğalma vardır. Onların cism-i latif olmaları, üremelerine engel değildir.
Cinlerle ilgili bilgiler doğrudan ve işaret yoluyla verilmektedir. Hadislerin ışığında açıklanma gerekirse insan benzeri varlıklardır. Yeryüzünde yaşadıkları gibi göğe de yükselebilirler. Bizim anladığımız manada ateşsel değil ışınsal yaratıklar olması muhtemeldir. Işığın enerjiye dönüştürülmesinde sağlanacak ilerlemelerle birlikte onlarla ilgili bir sır perdesininde kalkması beklenilmektedir.
Cinlerinde erkeği ve dişileri olduğu gibi onlarda ürerler ve ölürler. Akıl ve irade sahibidirler. Onlar da insanlar gibi emir ve yasaklara uymak Allah'a ibadet etmek için yaratılmışlardır. İnsanların peygamberleri onlarında peygamberleridir. Cennetle de nimetlendirilecekleri olduğu gibi Cehennemle de azablandırlacak olanları vardır.
Yeryüzündeki çalışmaları devam etmekle beraber, peygamberimizden sonra gökyüzüne çıkıp bilgi edinme girişimleri, koruyucu melekler ve delici alevlerle engellenmiştir.
Farklı kültürel seviyelerdedir. Hz.Süleyman devrinde ileri derecede bilimsel ve sanatsal etkinlikleri görülmüştür. Ordu da yer aldıkları gibi, mühendislik, ustalık ve dalgıçlık görevi yapmışlar, heykeller, büyük havuzlar ve sabit kazanlar inşa etmişlerdir.
Cinler, ne geleceği bilerler ne de kendileri dışında olan olayları bilebilirler. Gayb bilgisi Allah'a mahsustur.
Bilmediğimiz yöntemlerle zarar verme kapasitesine sahip şeytanlaşmış cinler vesvese verebilir, kalplerimize şer tohumları ekebilirler. Dinimizde haram olan büyü türü işleri oyunlarına alet edebilirler. Ancak şu unutulmamalıdır ki mahiyeti bilinmeyen fısıldamalar dışında hayatımıza müdahale yetkileri yoktur. İnançlarını yaşayan, Allah'ı zikreden ve kendilerinden Allah'a sığınan müminler üzerinde cinlerin hiç mi hiç etkileri yoktur.
Peygamber (sav) Efendimiz'e cinlerden iman eden olmuş mudur?
Evet, olmuştur. Nasibin cinlerinden bir heyet Batn-ı Nahle'ye uğramışlardı. Orada iken Peygamber (sav) Efendimizin okuduğu Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediler ve iman ettiler.
Cinlerin yiyecekleri nelerdir?
Besmele ile kesilmiş hayvanların kemikleri cinlerin yiyeceğidir. Peygamber (sav) Efendimiz bu hususu açıklayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Tezekle ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır" Cin taifesi, Peygamber (sav) Efendimiz'in duası ve mucizeleri sebebiyle, kemiği, üzerindeki eti ile; tezeği de arpa ve saman şeklinde görmekte ve ondan açlıklarını gidermektedirler.
Cinlerle insanlar arasında evlilik olabilir mi?
İki tarafın rızasına ve icap ile kabul esasına dayalı bir nikah akdi ile cin ve insan arasında evlilik cereyan edemez. Bir cinnin insana saldırması ve onu aldatması akla gelebilir. Tecavüzün vukuu, aralarında evliliğin meşru olduğunun delili olarak gösterilemez. Gerek sevgi, gerekse yiyip içmek yönünden insanlar ile cin arasında uyuşmazlık mevcuttur. Bu ayrılıklar sevginin doğmasına, evliliğin tesisine ve hele devamına mani bulunmaktadır.
(Hulasatü'l Beyan fi Tefsiril Kur'an)
Cinlerde ölüm var mıdır?
Evet, ömürleri dolunca onlar ölürler. Peygamber (sav) bir dualarında, Cenab-ı Hakk'a şöyle niyaz etmişlerdir: "Sen öyle bir Hayy'sin ki asla ölmezsin, halbuki cin ve insanlar ölürler."
(Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cinlerin Ömürleri Ne Kadardır?
Cinlerin ömürleri, insanların ortalama ömür süreleri olan 70 senenin yaklaşık 10 ila 13 katı, yâni 700 ile 1000 sene arasında değişmektedir. Ancak bazı Cinlerin ömürlerinin 1400 seneye yakın bir zamanı kapladığı da bu sahada ihtisas sahibi olan kişilerce belirtilmektedir.
Halk arasında 'Cin başka, şeytan başka' diye bir söz vardır. Bunun doğruluk derecesi nedir?
Cevap: Cin ile şeytan, yaratıldıkları madde itibariyle birbirinden ayrı birer varlık değildirler. Aralarındaki ayrılık sadece iman edip etmemeleri itibariyle olmaktadır.
Cinler, inanç yönünden insanlarda olduğu gibi birçok sınıflara ayrılmakta mıdır?
Cevap: Evet, cinler önce iman etmiş olmak veya kafir olarak kalmak yönünden ikiye ayrılmaktadırlar. Kafir olanlarının müşrik olanları bulunduğu gibi, İsevi ve Musevi olanları da vardır. Peygamber (sav) Efendimize iman eden Nasibin cinleri Yahudi idi. Onların iman edenlerinin ehl-i sünnet mezhebinden olanları bulunduğu gibi, bid'at ehlinden olanları da mevcuttur. Bir mezhebi taklit edenlerin Hanefisi, Maliki olanı, Hanbeli ve Şafii mezhebinden bulunanı vardır.
Cinlerde ibadetle mükellefiyet var mıdır?
Sure-i Zariyat'ın 56. Ayet-i Kerimesi, onlarda mükellefiyetin bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Cenab-ı Hak, bahsi geçen Ayet-i Kerimede, "Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" buyurmaktadır.
Cinlerde Allah'a (cc) karşı sorumluluk var mıdır?
Mükellefiyet olunca sorumluluğun olacağı tabiidir. Cenab-ı Hakk bir Ayet-i Kerimede bunu şöyle açıklığa kavuşturmaktadır: "Ey cin ve insan cemaati, içinizden size ayetlerimi nakleden, bu gününüzün gelip çatacağını inzar ile haber verir peygamberler gelmedi mi size?"
Sure-i Enam, 130
Cinler cennete girecekler mi?
Cevap: Abdü'l-Vehhab Şarani Hazretleri, Rahman Suresi'nin 56. Ayet-i Kerimesi ile delil getirerek, onların cennete gireceklerini ifade etmektedir.
Cincilik yapmak, yaptırmak doğru mudur? Cinleri toplayıp dağıtan ve gaybı bilen hoca var mıdır?
Bu gibi işlerle meşgul olmak ve yaptırmak asla doğru değildir. Gaybı Allah'tan (cc) başkasının bilmesi düşünülemez.
|
Cin Görünür mü? |
Cinlerin insanları görmelerine bir mani yoksa da vücut yapılarımızın farklılığı sebebiyle insanların onlarla işitilebilir ve görülebilir fiziksel bir beraberliğe girmelerinde engeller bulunmaktadır. Bunun yanı sıra peygamberler ve seçilmişlerin kendileri ile görüştükleri gerçektir. Doğruluklarına artık neredeyse kuşku duyulmayacak şekilde çoklukla yaşanan, belki de siz şu satırları okuyanlarında yaşadığı ve yaşanmaya devam eden olaylar, bir cin maskaralığı olan ruh çağırma oturumlar ve benzeri müşahedelere dayanan çeşitli TV kanallarının gizemli adlar altında yayınladıkları istisnai olaylar insanlarla cinler arasında ilişki kurulabileceğine bir kanıt olarak niye kabul edilmesin ki? Bu arada unutulmasın ki, onların hep görülmez olmadığını düşüncesine saplanmayalım. Bazı şeytanlaşmış insanların varlığı malumlarınızdır. Bu tip insanlardan Allah'a sığınılması Kur'an da açıklanmaktadır.
|
Niçin, "Cin" Olduklarini Saklıyorlar? |
1930`lardan 1986 Mayıs’ına kadar çeşitli gruplara verdikleri tebliğlerde kendilerini hep “RUH” veya “UZAYLI” olarak tanıtan CİN’ler, ilk defa olarak bu tarihte son derece açık ve net bir biçimde, KUR`ÂN-I KERİM`de "CİN" ismiyle bahsedilen varlıklar olduklarını açıklamışlardır.
Kendi ifadeleriyle, "CİN" olduklarını saklamalarının sebeblerini ve gerçek yapılarını şöyle anlatmaktadırlar:
"İslâm’ın kitabında CİN`i KÖTÜ olarak tanıtan sûrelerin yanlış anlaşılması, İslâm toplumunu bu hâle getirmiştir." (1)
Evet, işte uzun yıllardır, CİNlerin, gerçek hüviyetlerini saklayarak, kendilerini UZAYLI ya da RUH diye tanıtmalarının gerçek sebebi bizâtihi yaptıkları bu açıklamada gizlidir...
Çünkü KUR`ÂN-I KERİM, onların insanın düşmanı olduğunu açıklamış ve onlardan mutlaka uzak durulması, bu konuda tedbirli olunması hususunda kesin uyarılarda bulunmuştur...
İnsanları aldatma özellikleri, DİNDEN uzaklaştırma ve Allah Rasûlü’nden soğutma özellikleri dolayısıyla "ŞEYTAN" lâkabıyla lâkablanmış bu varlık hakkında ne yazık ki toplumlar pek bilgisizdirler.
Öyle ki, resmî din etiketi taşıyan din adamları dahi, "şeytan"ı, Kur`ân`da açık hüküm bulunmasına rağmen, CİN dışında, ayrı bir varlık türü zannetmektedirler.
İnsanlara tahakküm arzusu, onları aldatıp kandırma özellikleri dolayısıyla "ŞEYTAN" lâkabı verilmiş olan CİNLER, bu sınıfın halk deyişiyle "şerlileri"dir.
Diğer bir deyişle, insanlarla iletişim kurup onlara yanlış, asılsız gerçeğe uymayan fikirler ilka eden CİNler Kur`ân-ı Kerîm`de "ŞEYTAN" ismiyle tanımlanmıştır. Yoksa konu hakkında bilgisiz olanların zannettikleri üzere, CİN ayrı şeytan ayrı değildir.
Bunun ispatı da gene Kur`ân-ı Kerîm`dedir:
"İBLİS {Ademe} secde etmedi; çünkü O, CİN idi" (Kehf/50)
Nitekim bu âyet aynı zamanda CİN sınıfının, "İNSAN"ın bilinç üstünlüğünü kabûl etmediğini de açık seçik göstermektedir.
"ŞEYTAN" lâkabıyla, şeytâniyet vasıflarına işaret edilen CİNLER hakkında Yâsin Sûresi’nin 60 ve 62. âyetleri son derece dikkat çekicidir:
"Ey Ademoğulları, şeytana kulluk etmeyin, o kesin düşmanınızdır."
"Şeytan sizden bir çok kimseyi saptırmıştır"
Evet, Kur`ân-ı Kerîm, CİNLER konusunda pek çok âyet ile insanları uyarmıştır. Zîrâ, onların en başta gelen özelliği, bazı yönleri itibariyle kendilerinden çok üstün olan bu canlı türünün yani "İNSAN"ın varlığını hazmedememeleridir. Onun için de her fırsatı kullanıp, insanları yönetimleri altına alarak onlara dilediklerince hükmetmek istemektedirler.
Onların bu insanlara hükmetme ve yönetimleri altına alma arzularına da Kur`ân-ı Kerîm`in 6. sûresinin 128. âyetinde şöyle işaret edilmektedir:
"EY CİN TOPLULUĞU, İNSANLARIN EKSERİYETİNİ HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ"‘
Evet, bu âyette işaret edildiği biçimde, insanların EKSERİYETİ, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde CİNLERİN yanlış fikirlerinin kurbanı olarak, onların hükmü altına girmiş; onların gösterdiği yoldan giderek, Allah Rasûlü’nünve Kur`ân’ın öğretisinden uzaklaşmıştır.
Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, CİNLERİN bütün gayesi, İslâm Dini’ni iptal ederek, Hazreti Rasûlullah ‘ın getirdiklerini hükümsüz bırakmaktır.
İşte Kur`ân`ın bu şiddetli uyarılarına rağmen, gene de, kendilerini son derece saf, temiz, iyiliksever varlıklar olarak tanıtıp, insanları kendi hükümleri altına almak isteyen CİNLER bakın kendi kutsal kitaplarında kendilerini nasıl tanıtmaya çalışıyorlar:
"Ruh, İnsan, Cin" Ahmed Hulûsi
(1) Dünya Kardeşlik Birliği, ALTIN ÇAĞ BİLGİ KİTABI, 1986 fasikül 17, sayfa: 151
|
Cinler Gelecekten haber verirler mi? |
Cinler gaipten haber vermez. Gaip, insan hissinin ve bilgisinin idrak edemediği ve ulaşamadığı gizli şeylerdir. Kimi tarotçular, astrologlar gelecekten haber verdiklerini iddia ederler. Doğru değildir. Gaibin anahtarı sadece Allah'tadır. Müslüman cinlerle irtibat kuran kişinin şuuru, maneviyatı yerinde ise cinlerle istişaresine güvenilebilir. İstişare gelecekten haber vermek değildir. Tahminde ve yorumda bulunabilirler. Büyük bir tepede oturan kişi her tarafı rahatça görebilir. Tepenin eteğinde tren raylarının olduğunu düşünelim. Aynı rayı kullanan iki tren olduğunu, tepede oturan görüyor, ama rayı kullanan makinistler olayın farkında değiller. Aynı rayı kullanan makinistler kendilerine ait raylara geçmezlerse kaza yaparlar. Tepede bu olayı gören şahıs, bu manzara karşısında şöyle bir yorum yapabilir. Biraz sonra her iki taraftan gelen trenler kaza yapacak, dediği taktirde bu gaibe girmez. Yani bu falcılığa girmez.
Medyum Mehmet Memiş
|
Cin Çarpması Nasıldır? |
Cinlerin tasallutu kendi bünyeleriyle ilgilidir. Yaratılış olarak dumansız ateş tabir ettiğimiz şuurlu bir enerji kütlesi olan cinler, kendi bünyelerinden bir çeşit ışın olan manyetik akımlar ve enerjiler çıkarırlar. İnsan, bir molekül yığını olmasına rağmen o da birçok ışın üretir ve yayar. Hatta her insanın vücudu belli bir frekansta enerji dalgaları yayar, bu dalga boylarıyla insanlar arasında dostluklar kurulur, düşmanlıklar oluşabilir. Yalnız, cinler de insanlar gibi farklı yapılara, değişik ırklara mensupturlar. Su, ateş, hava, toprak karakterli çeşitli cin toplulukları vardır, bu karakterleri yaşadıkları ortamdan ve yerlerden kaynaklanır.
İnsan vücudu, kişiden kişiye değişen hassasiyette yaradılmıştır. Tıb ilminde tesbit edilen akupunktur noktalarında olduğu gibi, insanın manyetik akım, ışın ve şua alan çeşitli vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda bu yerler doğuştan kapalıdır. Ne kadar manyetik akım ve enerji göndersen de almaz. Kimi insanlarda da bazı bölgeler hassas olabilir, gerek bir büyü sonucu, gerek tabiatta serbest dolaşan enerji akımlarından, gerek manyetik bulutlardan, gerekse doğrudan bir cinnî tesir sonucu rahatsızlık meydana gelir. Ortaya çıkan bu açıklık ve menfezden manyetik akım vücuda yerleşir. Evvelâ insanın sinirlerine, beyin sistemine tesir eder. Bu sefer, vücudun ürettiği enerji ve elektrik akımı düzensiz hâle gelir, en gelişmiş röntgen makinelerinin çekemediği, tesbit edemediği manyetik yaralar ve ağrılar ortaya çıkabilir. Manyetik akım, zamanla hücre düzenine tesir edebilir, biyolojik bazı rahatsızlıklara da yol açtığı gibi, kişi artık psikolojik bir hasta durumundadır. Vücutta meydana gelen, beyindeki sinir tahribatı belki bazı tıbbî ilâçlarla tedavi edilebilir. Ama, hangi sebepten olursa olsun insan vücuduna yerleşen manyetik akım, ışın veya şua o bölgeden alınmalı, izale edilmelidir. Burada devreye, yaratılıştan metafizik âlemle irtibatlı, medyumluk özelliği olan insanlar ve büyük âlimler ile Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet edilen dualar devreye girer. Yalnız, sinirlere, beyne tesir eden şeyin manyetik bir akım veya maddî bir sebep olduğunu tesbit etmemiz gerekir.
Doğuştan gelen bir kabiliyet olarak elinde, gözlerinde manyetik enerji yoğunluğu olan kişiler, insanların hangi bölgelerinin hassas olduğunu, menfezlerin nerede bulunduğunu, hangi yerden akım aldığını ânında tesbit edebilir. Cinler, tesir ettikleri kişileri, böyle insanlardan uzaklaştırmaya çalışırlar. Çünki, kendi manyetik akımlarını ancak, dualar ile manyetik okumalar ve müdahaleler giderebilir.
|
Cinlerden Dostlarımız Var mıdır? |
Bilinmelidir ki cinlerin muminleri, insanların müminleri gibi bizim kardeşlerimiz, dünya ve ahiret dostlarımızdır.
Bizler gibi mükellef varlıklar olan cinler kendileri gibi görünmeyen olan, müşterek düşmanlarımız olan şeytanlar tarafından saptırılmaya çalışılmaktadır. Görrünmez olmalarından dolayı onları birbiriyle karıştırmamak lazımdır. Şeytanlar cinlerden farklı olup şerlere odaklanmış varlıklardır.
Varlıkları peygamberimiz tarafından açıklanan cinler aleminin hayvanları, mükellef varlıklar olan cinlerle karıştırılarak cinlerin yılan ve köpek gibi suretlere girdikleri yanılgısına düşülebilinmektedir. Allah'a muhatap olma yüceliğine erdirilmiş, Kur'an insanı olmaya aday varlıklar olan sorumlu cinlerin hayvan suretlerine sokulup korku salınması maalesef hadislere kadar sokulabilmiştir.
Bir diğer yanıltıcı husus da bazı hadisler de hastalık etkeni olarak gösterilen ve görünmez olma nitelikleri sebebiyle kendilerine görünmez varlıklar anlamına cin denilen mikroplar türünde varlıkların, mükellef varlıklar olan cinleranlamına algılatabilmesidir. Bu bir hatadır, bu hataya düşmemelidir.
Kaynak: Metafizik Dünya |
İnsanlara zarar verebilirler mi? |
İman etmeyen cinler insanlarla içiçe yaşadıklarından birçok kimsenin ne durumda olduklarını bilirler ve cinler kendi aralarında birçok insan ile ilgili konuşmalar yaparlar. İnsanların manevi olarak hassaslaştığı, sıkıntılı olduğu dönemlerde, ekseriyetle kalplerine ve beyinlerine hükmederek bilhassa vesvese yolu ile sıkıntı verirler, yanlış yollara sevk etmek için yönlendirirler. İnsanları, imanlarından uzak tutabilmek için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Kimi insana vesvese ile, kimisine görünmek sureti ile kendilerini hissettirirler. Yılan, akrep, kedi, köpek ve deve halinde görünürler. Cinler değişik şekil ve suretlere girebildiklerinden dolayı, herhangi bir insan sureti ile de gözükebilir. İnsanlara musallat döneminde ekseriyette geçmişi hatırlatırlar. Cinlerin musallat olması ise bu şekilde başlar. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Cinlerin ve insanların nazarından Allaha sığınırım." Yine bir hadis-i şerifinde "Şeytan yani şeytan cinler adem oğlunun damarlarında kanının dolaştığı gibi dolaşır" demektedir. Cinler ekseriyette rahatsız ettiği insanların gözlerine bir takım hayali görüntüler verirler.
Medyum Mehmet Memiş |
Cinlerin, İnsani Yönlendirmeleri |
Bu tip aldatmalar genelde bir kişinin uyutulması (transa geçirilmesi) sonunda o cinnin;
-Ben Mevlana`nın ruhuyum!!!..
-Ben .......... babayım!!!..
Şeklinde kendisini tanıtarak orada bulunan kişilerle bağlantıya geçmesi sonunda; veya kalemle yazı yazarken kalemin kendi kendine yazmaya başlaması ve böylece o cinnin kendisini;
-Ben filanca kişiyim!!!..
Diye tanıtmaya başlamasıyla;
Veya, gene cinnin filanca evliyadan olan kişİnin şekline bürünerek o kişinin gözüne görünmesiyle gerçekleşmektedir...
Bunlardan başka, tesadüf etmediğimiz şekillerde de olması mümkündür...
Bizim bugüne kadar tesbitini yaptıklarımız, bu sahada daha fazla yukarıda anlattığımız üç şekildedir...
Meselâ gelen şahıs;
-"Ben Mevlâna`yım!." der...
Sonra da orada bulunanlara tabiri uygunsa okkalı bir selam verir... Ve sonra da ağır bir lisanla konuşmaya başlar...
Gerçekten, incelendiği zaman görülür ki, o uyutulan kişinin kapasitesi dışında bir konuşma şekli ve bilgiler ortaya çıkmaktadır...
İşte bu durumda, cinlerin varlığını akla bile getirmeyen o kişiler otomatik olarak, kendilerine hitâbedenin "MEVLÂNA", veya "........Baba" olduğuna inanırlar...
Bilhassa günümüz insanlarının dini konulardan, ruh, cin gibi varlıklar hakkındaki bilgilerden uzak olması yanısıra; üstelik buna bir de insanın yapısındaki gizliye olan ilginin çekiciliği eklenirse, bu konuşan varlığa inanmanın ne kadar kolay olduğu ortaya çıkar...
Düşünün ki, karşınızdaki bir kişi uyutuluyor ve sonra da konuşmaya başlıyor, karşınızdaki yakından tanıdığınız kişi ile uzak yakın hiç ilgisi olmadık şekilde!... Üstelik bir de sizin geçmişte yaptığınız birtakım işlerden, veya o gün oraya gelmeden yaptığınız ve sadece sizin bildiğiniz şeylerden bahsediyorsa!...
İşte böylece, yavaş yavaş o uyutulan kimsenin ağzından konuşmaya başlayan ve filanca velinin ruhu olduğunu bildiren cinin etrafına birçok insan toplanmaya başlar...
Bu durum sonunda, o kişinin çevresine toplananların yapıları incelendiği zaman, hemen hepsinde ortak bir özellik görülür;
Pek çoğu son derece iyi niyetli, samimi dine saygılı, dinin bir çok şartlarını yerine getirememekten üzüntülü, bir kurtuluş yolu arayan; ancak bütün bunlara karşılık, dini bilgileri son derece zayıf kişilerdir bunlar...
İşte böylece ben filanca babayım, veya "MEVLÂNA"nın ruhuyum diye kendini onlara tanıtan cin, bunların ortak yönlerini istismar etmiş; sonunda büyük bir kalabalığı çevresine toplamış olur...
Bu arada yavaş yavaş çevresine toplananların rüyalarına girer; onların bazı gizli hallerini onları üzmeyecek şekilde açıklar; ve böylece onların bu ortak yönlerini istismar ederek onları iyice kendisine bağlar...
Daha sonra, zamanın şartları dolayısıyla bir müceddid gelemiyeceğini, bu sebeple insanların artık sadece bu kanallarla uyarılacağını onlara anlatıp; onları bazı şeyler yapmaya sevkeder...
Namaz kılmalarını; sadaka vermelerini; Ramazanda oruç tutmalarını; iyilik yapmalarını; kötülüklerden kaçınmalarını; başkalarını kendilerinden fazla düşünmelerini telkin ederek, insanlık duygularını harekete geçirerek kendisine bağlar... Bu birinci aşamadır!...
İkinci aşamada ise, esas şeytanlığını ortaya koymağa başlar...işte bu aşamada, ancak dini çok iyi bilen kimselerin tesbit edebileceği bir takım inanç bozukluklarını onlara empoze etmeye başlar... Ki esas oyun da işte burada başlar...
Bazılarını "Vahdeti Vücûd" görüşüne sokar!... Ancak bu isim altında anlatılan gerçekte "vahdeti vücûd" anlayışı olmayıp, "PANTEİST" görüştür; "Vahdeti Vücûd" asla değildir!... kii böylelikle onları, kendilerinin "ALLAH" olduğuna inandırmaya çalışır...
Ya da reenkarnasyon, yani yeniden bir bedene girerek dünyaya gelineceğini ileri sürerek; Mevlâna`nın bazı tasavvufî sözlerini örnek getirmeye çalışır...
Böylece onları yanlış itikadlara saptırmaya başlar...
Nitekim onların bu durumlarını yakından takip eden dinî bilgilere sahip olan bir kişi onların İslâm`a uymayan yanlarını teker teker tesbit edebilir...
Kalemle aldatma ise, yukarıda anlattığımızdan daha basit bir yoldur...
Bu yolda kiş kendisiyle temasta olanı kesinlikle görmez...
Kalemi yazı yazar gibi kağıt üzerinde tutarken, kalem kendiliğinden yazmaya başlar...
Önce kendine bir isim takarak meselâ:
Ben Mevlâna Celâleddin-i Rumi`yim!.. Ey bahtiyar kişi, ey "ALLAH" yolunun yolcusu, seni selâmlarım!..
Diye yazdırır... Yazan hayretler içinde kalmıştır. Ve devam eder...
Artık kalem kendiliğinden yazmaya alışmıştır!..
Onu yüksek bir kişi, zamanın en ileri gelen velilerinden biri olduğunu söyler ve ona evliya olduğuna dair birçok inandırıcı deliller vermeye çalışır...
Aklından geçen soruların cevaplarını kağıt üzerinde yazmaya devam eder....
Bu çeşit kişi önceleri kalemin ne yazacağını bilmese de, ileride dikkat etmeye başladığı zaman, yazmadan önce o harfin veya kelimenin hatta daha sonraları da bir kaç kelimelik cümlelerin yazmadan önce kafasına geldiğini tesbit eder...
Bundan sonra, filanca lakaplı cin ona şiirler, kitaplar yazdırır; çeşitli kişlerin geçmişteki yaptıklarını anlatmaya başlar... Bu arada, onun itmadını kazanmak gayesiyle bazı geleceğe ait kehânetlerde bulunur...
Bu konuda bir örnek verelim:
Bundan 1-2 yıl önce Ankara`da bir grubun yaptığı toplantılara kendini;
-Beşir-il Kirami isimli melek!!!..
Diye tanıtarak gelen cin, geleceğe ait bazı kehanetlerde bulunmuş ve özetle;
-Yaklaşık 1974-75 yılları civarında üçüncü dünya savaşının çıkacağını; bu arada israil`in Arapları büyük bir yenilgiye uğratarak Türkiye sınırlarına kadar genişleyeceğini; Türkiye`nin üçüncü dünya savaşında pek az bir kayıpla kurtulacağını, 1980 yılı civarında da MEHDİ`nin Türkiye`den çıkacağını söylemiştir; Ki bu iddiaya göre de, "MEHDİ" diye beklenen kişi meleğin(!) ağzından konuştuğu, yaşı 50`yi bulmuş ve hiç bir özelliği olmayan kişi olacaktır...
Demiştik ki, CİNler bir de velilerin şekillerine bürünerek, bir kişiye görünüp onu bu görüntüleriyle aldatıp kendilerine bağlarlar...
Gene bu çeşit aldattıkları kişiler de, genellikle dinî bilgilerden yaklaşık olarak tamamen denecek kadar uzaktır.
Böyle bir görüntüyle birdenbire karşılaşan kimse, önce adeta bir şok geçirir... Sarıklı, cüppeli, yani eski kıyafetli olarak karşısında gördüğü bu kişiye inanmamak onun elinde değildir artık... Ve inanır!..
Artık ne söylerse onu yapmaya başlar... Ondan duyduğu birçok şeylerle çevresine bir hayli insan toplar... Ancak onun bu gördüğünü çevredekiler göremezler... O ne anlatırsa ona inanmak zorundadırlar... Fakat bir süre sonra, o çevresinde toplandıkları kişinin gördüğü şahsı, bazıları rüyalarında görmeye başlarlar...
Hattâ o kişi bazan çevresindekilerden kendisine tamamıyla bağlanmış olanlara bu zâtı (!) gösterebilir de!.. Böylece artık kendisine son derece bağlı bir topluluk meydana getirmiş olurlar...
Bu arada o kişi, kendisine değişik kıyafetlerle görünen aynı cinni değişik kişiler sanarak, kendisinin, başka evliyalarla bile görüşecek seviyeye geldiğini zannetmeye başlar... Bazen de o cin yanına arkadaşlarını alıp onları çeşitli din büyükleri görünümünde göstererek o zavallı insanları iyice kandırıp kendine bağlar..
Nitekim bazı kuvvetli cinne kapılmış kişilerin çevresindekilere, aynı anda bir kaç eski evliyanın kıyafetine girmiş cinni gösterebildiği; sanki o kadar büyük bir kişiymiş de, eskiden yaşamış evliyalar onu ziyarete gelmiş havasını verebildikleri tesbit edilebilir...
Hatta bu konuda öyle durumlar meydana gelmektedir ki, bu kişi kendisinin cinler tarafından aldatıldığını bilmediği; ve kendisini cinnin yaptığı fikir aşılamaları sonunda çok büyük bir insan olarak gördüğü için, o anda çevresindekilere ne kadar büyük evliya olduğunu göstermek gayesiyle bir kaç evliyanın huzuruna (!) girmesi için müsaade eder!!!.. Nitekim o anda bulunulan yerin kapısı açılır ve içeriye eski kıyafetler içinde 2 veya 3 hattâ 4 büyük ve meşhur evliya sûretinde cinler içeri girer...
Böyle bir olayın meydana gelişinde zaten büyük bir heyecana kapılmış olan orada bulunan kişiler artık asla farkedemezler bu gelenlerin cin mi, yoksa hakikaten eskiden yaşamış bir veli mi olduklarını!... Bu olay şoke etmiştir onları!...
Artık bu olayı kendilerine gösteren kişiye, âdeta bir tanrıymışçasına bağlanırlar...
Ancak, bunlardan hangi biriyle görüşülürse görüşülsün, hepsinin ortak özellikleri, daha önce de anlattığımız gibi, "cinleri inkâr etmek" olacaktır..
"Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi
|
Cinleri Tanıtan Dört Özellik |
"CİNLER"in çok önemli birkaç özelliği vardır ki, bu hususlar konuyu dikkatle tetkik edenlerin asla gözünden kaçmaz.
1. CİNLER`de mantıksal bütünlük yoktur.
2. CİNLER`de büyüklük duygusu aşırı gelişmiştir.
3. CİNLER`de kendini kontrol mekanizması çok zayıftır.
4. CİNLER`de sürekli tekrarlar mevcuttur.
Hangi isim altında, dünyanın neresinde olursa olsun verdikleri tebliğlerde daima yukarıda saydığımız bu dört esası derhal müşâhede edebiliriz.
Şimdi bu dört hususu açıklamaya çalışalım:
1-CİNLERDE mantıksal bütünlük yoktur
Eğer CİNLERDEN ya da kendi tanıtımlarına göre UZAYLILARDAN alınan tebliğler dikkatle tetkik edilecek olunursa, verilen konularda baştan sona mantıksal bir bütünlülük asla görülemez. Sürekli çelişkili beyânlar verilir. Bir yerde verilen beyân, bir başka yerde, ötekine ters düşer. Bunu kamufle etmek için de hemen bir yafta, bir kılıf sererler; "biz sizi düşündürmek, imtihan etmek, dikkatinizi ölçmek için bu çelişkileri koyuyoruz.’’
Oysa, sürekli çelişki içindedirler. Bunun sebebi de "zekâ"ca güçlü olmalarına karşılık "akıl" yönünden bir hayli ölçülü yapıya sahip olmalarıdır. Pratik "zekâ" ile o an için o konuya bir çözüm getirebilirler, ancak "akıl" son derece sınırlı olduğu için, o anda buldukları çözüm mutlaka bir süre evvel verdikleri tebliğlere; ya da, bir süre sonra verecekleri tebliğlere, son derece ters düşerek, büyük bir çelişki oluşturacaktır.
2-CİNLERDE büyüklük duygusu aşırı gelişmiştir.
Burada bahsi geçen büyüklük, sadece duygusal büyüklük, gurur kibir anlamında olmayıp; birimsel ve boyutsal anlamdadır aynı zamanda.
Bir yandan kendilerini yeryüzünün yöneticileri olarak gösterip insanları buna inandırmaya çalışırlarken; diğer yandan da birimsel ve boyutsal büyüklüklerle düşünceleri allak - bullak edip, çaresiz hâle getirme çabaları içindedirler.
CİNLER, kendilerinin insanlardan ne kadar üstün, büyük ve yüce olduklarına inandırmak için de insanlarla aralarına mertebe koyarlar.
CİNLERİN, kendilerini UZAYLILAR diye tanıtarak verdikleri tebliğlere inanan insanların çok çok büyük bir kısmının, temelde İslâm düşünce sistemi, Tasavvuf düşünce sistemi üzerine alt yapıları mevcut değildir. Bahsedilen konular üzerinde, Kur`ân`ın görüşü nedir, o konuda Allah Rasûlü ne demiştir, hiç haberleri yoktur. Normal şartlarda konuşula gelenin çok değişiği olarak, bu bilgilere rastlanınca, hâliyle inanmaktadırlar... Üstelik...
CİNLER, bu kişilerin çoğunda halusinasyon türü, uzaylı - uzay gemili rüyalar veya uyanıklık halinde görülen imajlar da göstermektedirler ki, artık onlar için inanmaktan başkaca bir yol kalmamaktadır.
CİNLERİN insanları kandırmada önemli bir taktiği de, ayrıca şu olmaktadır:
Her medyum topluluğu, hangi inançlarla bezenmiş ise, onlara kendi inançları doğrultusunda tebliğ verilmekte, sanki onlardanmış gibi kendilerini kabûl ettirmektedirler.
Meselâ dini ciddiye almayanlara, aynı şekilde; dinle ilgilenene aynı şekilde; tasavvufa meyli olana bir tasavvuf önderinin ismini kullanarak gibi.
3-CİNLERDE kendilerini kontrol mekanizması çok zayıftır.
Bu sebepten ayarları çok kolaylıkla kayar ve konuşmalarında haddi aşarlar. Buna şayet tâbiri caiz ise "reostaları bozuktur" da denilebilir.
Bazen Yaradanı yaradan, yüce güçler olurlar; bazen, ALLAH`ı bedenleyip insanların arasına yollarlar; bazen evrenlerden büyük, yüce varlıklar olurlar; bazen de Rabbin itaatkâr kulları olarak, insanları dinden ve Allah Rasûlü’nden uzaklaştırıp kurtarmak{!} için ellerinden geleni esirgemezler.
4-CİNLER`DE sürekli tekrarlar mevcuttur.
İnsanlara sürekli tebliğler vererek, onlara kendilerinin üstünlüğünü kabûl ettirmeye çalışan CİNLER`de mevcut bulunan bir özellik de belirli kelimeleri sürekli tekrar eden cümleler kurmalarıdır.
Böylece:
1-İletişim kurulan medyumun, bu tekrarlarla sanki tesbih çeker gibi beyninde bir açıklık oluşturularak, kendilerine daha fazla bağlanılmasını temin ederler.
2-Zaman zaman düşülen fikir tıkanıklıklarında, cümle tekrarları ile zaman kazanırlar.
Kaynak: Ruh, İnsan, Cin" - Ahmed Hulûsi |
Cinlerin Görünmesi |
Suyun buharlaşması, katı maddelerin gaz, sıvı ve buhar haline dönüşmesi, atomun parçalanıp enerji dalgaları ve kuantlar haline gelmesi, yıldızların karadelikler halinde ortaya çıkmaları gibi, hayatımızda ve kâinatta görülen âlemden görülmeyene doğru bir faaliyet, bir akış ve bir hamle mevcuttur. Bu İlâhî icraatı tersine düşündüğümüzde ise, görülmeyenden görülene ve bilinmezden de madde olarak müşahede edilir hale gelmeye doğru bir akışın varlığını gözlemek mümkündür. Gazlar sıvı olur; kristalleşir cisim olur; buharlaşan su zerrecikleri, "Bizi yok zannetmeyin, görülmüyoruz ama, kaybolmadık" der gibi, damlalar haline gelip başımızı ıslatır; gök tarlasındaki pamuk yığınları, yer aynasına kar örtüsü olarak yansır... Hattâ, buhar halinden çıkan su, daha da kesafet kazanayım ve şekillenip görüneyim diye buz olur, demirden de olsa kabını parçalar. Beynimizde plânladığımız nice görünmezler, dış âleme intikal edip görünür ve maddî vücut kazanırlar.
İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhanîler de, her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu âlemde görülmeseler bile, bu âleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine "temessül" diyoruz. Kur'ân, temessülü anlatırken (Meryem, 19/17),
"(Melek, Meryem Validemiz'e) "tastamam bir insan şeklinde temessül etti" der.
Efendimiz (sav)'e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Benî Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (as), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve -Ya Rasûlullah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık, demişti. Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (ra) suretinde geliyor, bazı zaman da, dinî tâlim maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve "İman, İhsan, İslâm nedir?" şeklinde suâller sorup, verilen cevapları "Doğru" diye tasdikleyip gidiyordu...
Cinler ve şeytanlar da, melek gibi temessül edebilir. Hüseyin Cisrî'ye göre, Allah'ın (cc) kendilerine verdiği yaratılış biçimi sayesinde havadan, esirden veya benzeri bir maddeden istedikleri kadar alıp yoğunlaştırarak istedikleri şekle sokar ve o şekli âdete bir elbise yapıp, o elbise içinde insanlara görünürler. İmam Şiblî, Ebu Ya'lâ'nın beyanına dayanarak, cinlerin ve şeytanların kendi kendilerine şekil değiştiremeyeceklerini, buna güç ve takatlarının olmadığını, fakat Allah'ın (cc) kendilerine öğrettiği kelime ve isimlerden âdeta şifre vazifesi yapan birini söylediklerinde, Allah'ın (cc) onları bir şekilden diğer şekle, bir halden başka bir hale soktuğunu belirtir. Bu, kendi âleminden başka bir âleme, o âleme ait bir vasıta ile geçebilmek için sanki sınırda söylenmesi gereken bir kelime, gösterilmesi şart bir vize ya da askerin geçit için sorduğu parola gibidir. Cinler ve şeytanlar, kendi kabiliyet ve irâdeleriyle bu tebdil-i kıyafeti (transformasyon) yapamazlar; yapmaya kalkıştıklarında, bünyeleri parça parça olur ve hayatiyetlerini kaybederler.
Cinlerden olan şeytan da, insan kılığına girebilir. Nitekim, onun Bedir Savaşı öncesi Necid'li bir yaşlı sûretinde Kureyş'e gelerek, kurdukları tuzak için onlara tahrik edici fikirler verip, çareler tavsiye ettiği rivayet edilir. Aynı şekilde bir başka defa, ganimetlere nöbetçilik yapan bir sahâbinin şeytanı ganimete zarar vermek isterken yakaladığı ve onun yalvarıp yakarması karşısında da salıverdiği nakledilir. Hâdise üçüncü defa tekerrür edince şeytan, kendisini Allah'ın Rasulü'ne götürmeye karar veren sahabiye, -Bırak da, sana bizden korunup, emniyette olacağınız şeyi söyleyeyim, der, Sahabi,
-O nedir?, diye sorunca da,
-Ayetü'l-Kürsî, cevabını verir.
Hâdise kendilerine intikal edince Efendimiz (sav),
-Habis yalancıdır ama doğru söylemiş,buyururlar.
Cinler, insan kılığında görünebilecekleri gibi, hayvan şeklinde de görünebilirler. Yılan, akrep, sığır, merkep ve kuş kılığına girdikleri de anlatılmaktadır. Nitekim, Nahle Vadisi'nde Efendimiz (sav), onlardan biat kabul ederken, akrep ve kelb gibi herhangi bir hayvan kılığında görünmemeleri veya kendi suretlerinde, ya da daha başka munis bir surette tezahür etmeleri teklifinde bulunmuş, ümmetine de,
-Siz evinizde böyle bir haşere gördüğünüzde, ona önce üç defa "Allah rızası için git" deyin; belki o cin arkadaşlarınızdan olabilir. Eğer gitmezse, o zaman cin değildir; zarar verecekse, öldürebilirsiniz, buyurmuşlardı.
Bu, bir bakıma iki ayrı taifenin, iki ayrı cinsin veya iki ayrı sınıfın mukavelesi gibiydi ki, onun bu teklifine karşı cinler de,
"Ümmet'in her şeye besmele çeker, her şeyi kapatır ve muhafaza ederse, biz onların yiyecek ve içeceklerinden ne yer, ne de içeriz" şeklinde söz vermişlerdi. Tabiî ki, cinlerin bizim yediklerimizden nasıl istifade ettiklerini bilemiyoruz. Belki havasından, belki kokusundan, belki de müteaffin keyfiyetinden istifade etmektedirler.
Nitekim bir hadîs-i şerifte,
"Tezek ve kemiklerle taharetlenmeyiniz; çünkü onlar cin kardeşlerinizin yiyecekleridir", buyurulur.
Kaynak: İnancın Gölgesinde, Fethullah Gülen, "Meleklerin ve Cinlerin Temessülü, Şekil ve Mahiyet Kazanıp Görünmeleri" adlı bölümden ilgili yerler alınmıştır. |
Cinlerle temas kurulabilinir mi? |
Bu konuda Fethullah Gülen Hoca şunları söylemektedir:
"Bazı insanların ruhları cinlerle temas etmeye, yani ilişki kurmaya müsaittir. Bu tip insanlar çabuk trans haline geçip, bizim buudarımızın dışına çabucak çıkabilirler. Bu sebeple böyle ruh yapısına sahip olan kimseler, cinlerinm alemine geçip, onların buudlarına girebilir ve onların dilleri ve haberleşme usulleri ile haberleşebilirler. Bu bir fıtrat ve yapı meselesidir. Ancak, bundan bir insani üstünlük anlamı çıkarılmamalıdır.
Evet, görülmeyen bu kuvvetlerin tabi oldukları belli prensipler vardır. Dolayısıyla insan her arzu ettiği yerde bunlara iş yaptıramaz. Zira onlar, Allah'ın tayin ettiği buudun dışında iş yapamazlar. Kişi, mazhar olduğu bir kısım esma ve kelimeleri sırlı kilitleri açar gibi kullanıp, cinlerle temasa geçebilir ama, cinler kendilerine verilmeyen imkanları kullanamazlar. Bu itibarla her insan, cinlerden istifade edemez, eden d, onları her arzusunda kullanamaz. bununla birlikte, bazı kelimeleri cinlere ait birer kod, birer telefon numarası gibi çevirip, belirli şekillerde ve belirli sayıda tekrarlayarak, onlarla irtibat kuran insanlar da az değildir.
Bir takım yolları ve usulleri olmakla beraber cinlerle irtibat kurma, mürşit ve rehber ister, o işin ehli olmayı gerektirir. Usul, prensip ve rehber olmazsa, hata ve yanlışlıklar yapıp paçayı kaptırma ihtimali de vardır. Bu tür şeylerle meşgul olanların gözleri mana alemine açık değil ve kendileri ayaklarını basacakları yeri bilemiyorlarsa, o zaman habis ruhların saldırısına uğrarlar; onların hakimiyeti altına girerler ve onların oyuncakları olurlar. Netice de cinler, böyle kimseleri bazen gurur ve kibre sevk eder, okşayıp şımartır; yeri ve zamanı gelince de korkutup tehdit ederek tesirleri altına alırlar ve kendi hesaplarına konuşturup, iş yaptırırlar. Nitekim 20,asırda Hindistan'da Gulam Ahmed Kadıyani, böylesi habis ruhların kurbanı olmuştur. Hint Yogizm'ine karşı Fakirizm yolunda İslam adına mücadele etmek istemiş, fakat habis ruhların sldırısına uğrayıp, oyuncakları haline gelmiş.... Habis ruhlar, önce kendisine müceddid olduğunu kabul ettirmişler; sonra da mehdiliğine, ardından da İsa-Mesih olduğuna inandırmışlardır...."
Kaynak: A.Şahin, İnancın Gölgesinde |
Cinler ve Işınlama |
Günümüzde laboratuvar düzeyinde çalışmaları yapılmakta olan, eşyanın ışınlamasına sahip bilgiyi onlar bundan üçbin yıl önce elde etmişlerdi. Geçen bu kadar süre içinde teknolojilerinde ilerleme kaydetmedikleri düşünülemez elbette.
Çağımızda görüldüğü söylenen ufolar, uçan daireler, merihliler'in onlar olmadığı ne malum. Yeryüzü medeniyetine katkıda bulunduklarını veya bulunacaklarını, Hz.Süleyman örneği önümüzde iken söylememek mümkün mü?
Işınsal vücut yapılarından kaynaklanan hızları, engelleri aşma özellikleri yönündeki üstünlüklerinin yanısıra, mantık ve muhakeme yönünden insanlardan hayli geridirler. Ancak insanların anarşi çıkarma, kan dökme gibi bazı olumsuz özellikleri daha belirgindir.
|
Cinlere de Peygamber Gönderildi |
Cinlerin de, kendi başlarına bir alem olduklarına göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin gönderilmiş olması gayet mantıklı olsa gerek.
Daha önceki bölümlerde "cinlerin de birer sorumlu varlık olduğunu" bildirmiş ve "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimizi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? (denilince) "kendi aleyhimize de olsa şahitlik ederiz" dediler. Dünya hayatı kendilerini aldattı ve kendilerinin kafir olduklarına şahitlik ettiler" (En'am/130) ayetinin bu hususu açıklayıcı bir delil olduğunu ifade etmiştik. Dikkat edilecek olursa, aynı ayet, yine onlara (ister kendi içlerinden, isterse insanlara gönderilen peygamberlerin onlara da peygamberlik etmesi şekliyle) peygamberlerin gönderildiği hususunu da gayet açık ve net olarak ifade etmektedir.
Cenab-ı Hakk bu ayetiyle cinlerin sorumluluklarını açıklamakla beraber, sanki onlara şöyle demektedir: "Ey ins ve cin topluluğu, sizdeki bu derbederlik, başıbozukluk, ailevî ve içtimaî hayatınızdaki ahenksizlik, kalbî ve ruhî hayatınızdaki karışıklık ve behimî arzularınıza takılıp kalmanızın sebebi nedir? Yoksa size, nezd-i Uluhiyet'imden Rasullerle açıklanan ayetlerim gelmedi mi? Niçin onlara ittiba edip yaratılış gayenize uygun hareket etmediniz; etmediniz de böyle esfel-i sâfilinde kaldınız? Halbuki size gelen o ayetler, böyle bir encamdan sizleri sakındırmışlardı."
Cinler, bu hakikatı tamamen kabullenmişliğin ifadesi olarak, "her ne kadar aleyhimizde şahitlik olsa bile, böyle bir günde hakkı itiraf etmekten başka çaremiz yoktur. Evet, Hz. Musa, Senin emirlerini getirip bize tebliğde bulundu, Hz. Mesih o engin esrarını ruhlarımıza üfledi.. ve en son ferdiyetin mazharı Hz. Muhammed (sav) geldi ve bize hak ve hakikatın ifadesi olan İslam'ı tebliğ etti. Ne var ki, biz bunlara kulak asmadık, kendi heva ve hevesimize uyduk. Neticede de bu hallere ma'ruz kaldık" diyeceklerdir.
Evet, cinlerin de ifadelerinden anlaşıldığı gibi, ne yazık ki pek çok ins ve cinni, şu kısacık dünya hayatı aldatmıştır. Onlar, dünyayı ebedi zannedip onun aldatıcılığına kanmış ve neticede de bütün bütün kaybetmişlerdir. Mutlak Cemal'in tecellilerinin tamaşasıyla alacakları ruhani hazzı unutarak fâni ve geçici zevklerle oyalanmış, sonra da Cenab-ı Hakk'ın: "Kendi aleyhlerinde şehadette bulundular. Kafir olduklarını itiraf ettiler" ayetinin muhatabı olmuşlardır.
Oysa her şey açık ve seçikti. Kâinat, hemen her yanıyla, insanı irfan ufkuna ulaştıracak ayetlerle doluydu. Mele-i âladan, bizim irfan ufkumuza kadar uzanan varlık kitabına ait sayfa ve o sayfalardaki o nakış nakış işlenmiş satırlar hep "Allah" diyor ve yine binlerce delil ve bürhan adetâ, tarrakalarla O'nun mevcudiyetini ilan ediyordu. Fen ilimleri, laboratuvarlarıyla; astronomi, teleskoplarıyla hemen her ilim kâinatta keşfettikleri o baş döndürücü, gözkamaştırıcı nuraniyetin diliyle "La ilahe illallah" hakikatını haykırıyordu. Ne varki, bütün bu olup-biten şeylere rağmen onların itirafı şuydu: "Ama biz, gözümüzü tamamen kapayıp, ayağımıza kadar gelen bu nimetleri teptik ve tıpkı körler gibi yaşadık; yaşadık ve binbir dille söylenen bu hakikatlere kulak asmadık.. şimdi de kendi aleyhimizde şahitlik ediyoruz. Hatta bundan dolayı kendimizi, mevsimi geçmiş olsa da sorguluyoruz. Birazcık olsun kendi irademizle bu kudsî çağrıya icabet edebilseydik Allah'ın içimizde hidayet meş'alesini yakması söz konusu olabilirdi. Ne varki biz, zifiri karanlıklarda kalmak için direnip durduk ve nur hüzmelerinin düşünce dünyamıza sızmasına fırsat vermedik; hatta ruhumuza ait bütün menfezleri kapattık ve karanlıkta kalmaya razı olduk..."
Bu ayet, ahirette cin ve ins taifesine karşı yapılacak olan tevbih ve kınamayı, en çarpıcı şekliyle, hem de daha dünyada iken bizlere haber vermekle, düşmemiz muhtemel olan vahim bir durumdan bizleri sakındırmaktadır.
Bu ayetten istinbat edilen bir diğer mana ise, ins ve cinne ayrı ayrı peygamberlerin gönderildiği hakikatıdır. Dinler tarihinin de şehadetiyle biz, zaten insanlara peygamberlerin geldiğini biliyor ve kabul ediyoruz. En ücra yerlerde kimi vahşi kavimlerine bile, salt akılla ulaşmaları mümkün olmayan tevhid ufkuna ulaşabilmeleri için sürekli peygamber gönderilmiştir ki, bu hakikati gösteren yüzlerce delil mevcuttur. Şayet, çoğu destan ve efsanelerin arkası, ilmî araştırmalarla kurcalanıverse, hemen hepsinin arkasında peygamberlik hakikatlerinin mevcelendiği görülecektir. Medeniyet görmemiş en vahşî zannedilen insanların arasında dolaşıldığında dahi "her millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir" (Fatır/24) ayeti gözlerimizi kamaştırırcasına tüllenecektir.
Evet, zamanın hemen her diliminde, küre-i arzın her yerinde şuur sahiplerini, kötü ve eğri yolun encamından sakındırıp, onların nazarlarını ulvî alemlere çeviren peygamberin zuhur etmediği tek bir zaman dilimi ve tek bir ümmet yoktur. Cenab-ı Hakk, her yere ve her topluluğa, o topluluğun genel keyfiyetine göre mutlaka bir uyarıcı göndermiştir. Bu uyarıcıları, gönderildikleri ümmetlere -bunlar insan, cin veya diğer ruhani varlıklar olabilir- rehberlik etmiş, onların nazarlarını bulundukları süflî alemden, ulvî ve nuranî alemlere çevirerek onları aydınlatmışlardır. Bu, aksine ihtimal verilmeyecek derecede kat'i bir hakikattir.
Ancak, eskiden beri İslam alimlerince farklı mutalaa edilen bir mevzu vardır ki, o da; cinlerin de kendi içlerinden, kendilerine hitap eden peygamberlerin gelip-gelmediği hususudur. Acaba insanlar, Hz. Adem'le (as) başlayıp Efendimiz'le (sav) sona eren bir peygamberler silsilesi ile aydınlanıp, onların ruhanî iklimlerinde hayatlarını sürdürürken, cinler de aynı peygamberlerin nuruyla mı aydınlanıyor, yoksa onlara da kendi içlerinden birer peygamber mi gönderiliyordu?.
Bu hususla alakalı olarak geçmişten günümüze alimlerin değerlendirmeleri biraz farklı olmuştur. Başta İbn Abbas, Mücahid, Kelbî, İbn Münzir, Ebu Ubeyd gibi ilk müfessirler ki bu aynı zamanda cumhurun da görüşüdür, "insanlara gönderilen peygamberler, aynı zamanda cin taifesinin de peygamberidir. Onlar insanların arasında iken zaman zaman gidip cinleri de irşad etmişlerdir" demişlerdir. Yani Hz. Adem (as), Hz. Nuh, Hz. İbrahim.. insanların peygamberi oldukları gibi cin taifesinin de peygamberleriydi; insanlığa getirmiş oldukları aynı hakikatleri onlara da anlatıyorlardı.
Ancak Dahhak, İbn Abbas'tan başka bir rivayet daha nakleder ki, bu görüşe göre, Cenab-ı Hakk cinlere ayrı, insanlara ayrı peygamberler göndermiştir. İbn Abbas'la beraber bu görüşü paylaşanlar, "Ey cin ve insanlar topluluğu! Size içinizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am/130) ayetini delil olarak gösterirler. (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 7/85,86) Yani; "madem ki, burada cinler ve insanlar ayrı ayrı Cenab-ı Hakk'a muhatap oluyor ve her iki gruba da, kendi içlerinden peygamberlerin gelip gelmediği soruluyor; öyle ise, her iki taifeye de kendi içlerinden peygamber gelmiş olması gerekir; aksi takdirde böyle bir suale muhatap kalmaları makul sayılmayabilir" demişlerdir.
Ve yine, "Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de o kadarını yarattı" (Talak/12) ayetinin tefsirinde İbn Abbas'tan bir rivayete göre Efendimiz (sav), "Başka alemlerde sizin Adem'iniz gibi Adem, Nuh'unuz gibi Nuh, Musa'nız gibi Musa, İsa'nız gibi İsa vardır" (Münâvi, Feyzü'l-Kadir, 3/365) buyurmuşlardır.
Efendimiz'in bu tefsiri de göstermektedir ki, her aleme, o aleme mahsus peygamberler gönderilmiştir. Cinlerin de, kendi başlarına bir alem olduklarına göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin gönderilmiş olması gayet mantıklı olsa gerek.
İbn Abbas, bir başka rivayette de şunları söyler: "Cinler, Allah'ın dumansız ateşten yarattığı kullarıdır. Henüz dünyada insanın isminden dahi eser yokken, Cenab-ı Hakk cinleri yaratmış ve dünyanın imarını onlara yaptırmıştır. Fakat onlar daha sonraları yeryüzünde fesat çıkarıp ilk babaları olan Can'la gönderilen İlahi ahkamı unutup şirazeden çıkınca, Allah da (cc), tekrar Yusuf isminde bir peygamber gönderdi; ama onu da şehid ettiler. Bunun üzerine cinler, göklerin sakinleri tarafından yeryüzünden uzaklaştırılıp denizlere sürüldüler"... (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1/49,50)
"Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı gelmiştir" (Fâtır/24), "Biz, Rasul göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz" (İsrâ/15) ayetleri onlara da, 'birini doğru yola sokmak için uğraşan' manasında bir "uyarıcı" ve 'hakkı, hakikati tebliğ eden' manasında da bir "Rasul" gönderildiğini haber vermektedir.
Baştan buraya kadar naklettiklerimiz açık veya kapalı her şeyi, sözlerini Efendimiz'e dayandıran, tefekkür ufukları nübüvvet meltemi ile müteessir büyüklerimizin tefsir adına söylediklerinden ibaretti. Naklettiğimiz bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, cinlere, insanlara peygamber geldiği gibi kendi içlerinden de peygamber gelmiş olabilir...
Rivayetlerin Ortak Değerlendirmesi
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir.
Daha önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi, selef-i sâlihinden bazıları, insanlara gönderilen peygamberlerin cinlere de gönderildiğini söylerken ki bu cumhurun görüşüdür- kimileri de cinnlere ayrı peygamberlerin gönderildiğini söylemiş ve bu görüşlerini çeşitli delillerle ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu hususta, fakirin görüşlerine gelince, bu iki görüşün te'lifi istikametindedir:
1. İnsanlar henüz yaratılmadan önce gelip geçen cin taifesinin, o devrede yeryüzünün halifesi olması itibariyle, onlara kendi içlerinden peygamberlerin gönderilmiş olması ve bu peygamberlerin, kendilerine yüklenilen irşad ve tebliğ vazifesini ifa etmeleri o dönem itibariyle gayet tabiiydi ve onlar da bu vazifeyi hakkıyla eda etmişlerdir. Zira cinlerin mükellef olmaları bunu gerektiriyordu ki, daha önce zikrettiğimiz ayet ve hadisler de bu hususu desteklemektedir.
2. Hz. Adem'in (as) yaratılıp halife kılınmasından sonra ise, cinler insanlara tâbi varlıklar haline getirildiklerinden bu dönemden sonra insanlara gönderilen peygamberler, aynı zamanda cinlere de gönderilmiş olabilirler. Zaten, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da bu görüşü savunmaktadır.
3. Her iki görüşü te'lif edecek önemli bir nokta da bence şu olmaktadır; Allah (cc) gönderdiği her peygambere, o peygambere has bir şeriat vermemiştir. Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre, sadece dört semavî kitap vardır ve bazı peygamberlere de sadece bazı sahîfeler verilmiştir. Halbuki bir hadiste ifade edildiği üzere onca nebinin yanında, bir de 313 mürsel peygamber gönderilmiştir. Ve bu peygamberlerin hepsi de, risaletle görevlendirildiklerine dair Cenab-ı Hak'tan emir almışlardır. Bu emri aldıktan sonra da behemehal irşad ve tebliğde bulunmuşlardır ki, peygamberliğin gerçek manası budur. O halde, elinde ne bir hususi kitap ne de hususi bir şeriat mevcut olan bu elçiler, kendilerine kitap verilen peygamberlere tâbi olmuşlardır. Mesela, Hz. Musa (as) yolunda belki yüzü aşkın peygamber gelmiştir. Ama bunların hepsi de Tevrat'ın hükmü ile amel etmişlerdir. Hz. Davud (as) gibi cihan çapında bir saltanatın sahibi peygamber dahi, saltanatı misyonunun bir buudunun tezahürüydü. Hz. Davud'a verilen "Zebur", evrad-u, ezkâr, zühd ve rekâik gibi hususları ihtiva ediyordu. Yine Hz. İbrahim (as) döneminde birçok peygamber vardır: Hz. İsmail ve yeğeni Hz. Lut (as) bunlardandı. O dönemde câri olan ahkam ise, Hz. İbrahim'e (as) verilen "sahifeler"den ibaretti. Hz. Mesih döneminde, İncilin ahkâmıyla amel eden nebi bilmiyoruz. Hz. Zekeriyya (as) ve Hz. Yahya (as) gibi bu döneme ait olan peygamberler de ihtimal ki tevratla amel ediyorlardı. Bunlardan başka ehl-i keşfin istihracı ve zayıf kabul edilen bir hadisin işaretiyle Halid b. Sinan adında, kendisine kitap ve şeriat verilmeyen bir peygamber daha vardır ki onun Hz. Mesih'le Efendimiz arasında gelip vazife yaptığı söylenmektedir. (İbn-i Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 1/296; İbn-i Hacer, el-İsâbe, 1/466; İbn-i Esir, Üsdü'l-Ğâbe, 2/99)
Bütün bunlar gösteriyor ki, kendisine kitap veya şeriat verilen peygamberler, kendilerine bağlı olan diğer peygamberleri, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini esas alarak onları tavzif edebilmekte ve irşad adına onları yönlendirmektedirler. İhtimal bu peygamberler kendilerine inanan cinlerin bazılarını da istihdam edebiliyor ve onları cin taifelerini irşad etmede vazifelendiriyorlardı.
Bunun açık örneğini Efendimiz'in hayat-ı seniyyelerinde çok bariz olarak görmekteyiz. Şöyle ki, cinler, "Nahle" denilen yerde Efendimiz'i dinleyip, ardından da kendi kavim ve kabilelerini irşada gitmişlerdi ki(Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/210-216) bu topluluk, Kur'an'da, "münzirîn" (uyarıcılar) ismiyle anılmaktadır. Haddizatında bu sıfat, Kur'an-ı Kerim'de sadece peygamberler için kullanılan bir tabirdir. Ayette: "Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. O'na gittiklerinde birbirlerine "susun" dediler. (Okuma) Bitince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler" (Ahkâf/29)
Hulasa; insanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir. Kur'an'ın "münzir" dediği cin taifesine, illada peygamber denilecekse, "peygamberler tarafından tavzif olunan" manasında peygamber demek olur ki, böyle bir tesmiye de yerinde olmasa gerek.
Kaynak: Metafizik Dünya |
Cinler İnsanlara Tâbidir |
Cinlerin de, tıpkı insanoğlu gibi, farklı farklı huylarda olanları vardır. Onlar da bizim gibi yer, içer, evlenir, çoğalır ve hayatlarını devam ettirirler.
Düşünce ve fikir açısından da her zaman insanlarla bir paralellik sözkonusudur.
"Bize gelince, bizden iyiler de var, böyle olmayan (kötüler de) var. Biz çeşitli yollara ayrıldık." (Cin/11)
Bugün insanlar arasında mevcut bütün doktrin ve düşünce farklılıkları, cinler arasında da mevcuttur. Zira onlar, insanlara tâbi varlıklardır. Durum böyle olunca, eğer beşer kendinden beklenen seviyede, Allah Rasûlü'nün arkasında çizgisini koruyabilse, cin ve ruhanîler de onun arkasında istikamete yürüyeceklerdir. Bizdeki iniş ve çıkışlar, onlarda da iniş ve çıkışlar meydana getirmektedir, çünkü bizim peygamberimiz, onların da peygamberidir. Ve bizler, onlar için uyulması gereken örnek ve önderler durumundayız.
Böyle olduğu için, Ümmet-i Muhammed'in sevinci, onların da sevinci olacak; hüznü, onları da hüzne gark edecektir. Burada şunu da söyleyebiliriz: Bizlerin kurtuluş için yeni bir çalışmaya girmemiz, onları da kurtuluş adına aksiyona sevk edecektir.
Öyle ise, bizim çalışmalarımız sadece bizimle sınırlı kalmamakta; cinler alemine de tesir etmektedir. Bir bakıma bizler nasıl olursak, onlar da öyle olma durumundadırlar.
Kaynak: Metafizik Dünya |
Cinlerde Sahabîlik |
Efendimiz'i (sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan kimselerin "Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi" kabul edilmiş ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.
Mü'min olarak Efendimiz'i (sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan kimselerin "Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi" kabul edilmiş ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.
Hatta müfessirler, "Cinlerden bir grubu Sana yönelttiğimizde.." (Ahkâf, 46/29) ayetinde anlatılan cinleri isim isim saymış ve onların, cin taifesinin en büyük "Sahabileri" olduklarını söylemişlerdir. Bizim tesbitimize göre de, sayıları yedi veya dokuz olarak kabul edilen bu cinler, tıpkı Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'un siyanetleri gibi, şer ve şerirlere karşı kendileriyle tevessül edildiğinde koruyuculuk yaparlar ki, onlar, -Kur'an'da anlatılan şekliyle- Allah Rasulü'nü ilk defa görüp dinleyen, ardından da kavim ve kabilelerine birer "münzir" olarak dönen cinlerdir. Binaenaleyh, bu yönüyle de onları, onlar arasındaki Sahabe'nin ileri gelenlerinden kabul edebiliriz.
Süheyli, Ömer b. Abdülaziz'le alakalı bir vak'ayı anlatırken, bu cinlerden de bahseder. Vak'a şöyledir: Ömer b. Abdülaziz, bir gün kırda dolaşırken, ölü bir yılan görür. Atından iner ve mendiline sararak o ölüyü toprağa defneder. (İhtimal o büyük insan, "gayb-âşinâ" gözleriyle bu meyyitin bir cin olduğunu keşfetmiştir) O esnada etraftan bir ses: "Saraka öldü, Saraka öldü.." diye etrafı çınlatır. Ömer b. Abdülaziz, bu ses sahibinin kim olduğunu sorar. Bu soru üzerine: "Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere Sana yöneltmiştik.." (Ahkâf/29) ayetinde anlatılan cinlerden biriyim" der ve sözlerine şöyle devam eder: "O gün Allah Rasûlü'nü dinleyip kavmine "uyarıcı" olarak dönenlerden hayatta sadece Saraka ile ben kalmıştım. Bugün kâfirlerle harbederken, Saraka da şehid oldu. Şu anda, sadece ben varım.. sana müjdeler olsun ey mü'minlerin emiri! Zira biz Allah Rasûlü'nün huzurunda iken, bir aralık dönüp: "Sizlerden Saraka bir yerde şehid olacak. Onu ümmetimin en hayırlılarından biri kefenleyip defnedecek" buyurdular. İşte o haber bugün aynen cereyan etti. Ne mutlu sana ki, sen O'nun müjdelediği o hayırlı insansın!" (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214)
Hz. Aişe validemiz anlatıyor: "Bilmeyerek, evde dolaşan bir canlıyı (muhtemelen bir yılanı kastediyor) öldürmüştüm. O gece rüyamda beni yüksek bir mahkemeye çağırdılar ve benim cinayet işlediğimi söylediler. "Hayır, ben kimseyi öldürmedim.." dediysem de, ısrarlarından gündüz öldürdüğüm canlıyı kastettiklerini anlamıştım. Meğer o bir cinnî imiş. Kendimi müdafaa için: "O niçin eve gelip beni gözetliyor?" deyince: "Hayır, o asla sana bakmak için gelmezdi. Hele saçın-başın açıkken, kat'iyen odana girmezdi. Fakat o, bir Kur'an aşığı idi. Rasûlullah'tan ilk dinlediği Kur'an zevki, onu o kadar sarmıştı ki, Allah Rasûlü'nden sonra o manevî zevki, hep senin Kur'an'ında arardı. Evine gelişi işte de bu sebepleydi.." dediler. Hz. Aişe validemiz diyor ki; "uyandığımda rüyanın dehşetinden kan-ter içinde kalmıştım. Hatamı affettirmek için de, sadaka dağıtıp, bazı köleleri hürriyete kavuşturdum..." (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214,215) Evet, anlaşılan Kur'an dinlemek için o eve gelen, cinlerden bir Sahabi idi ve Hz. Aişe validemiz, yanlışlıkla böyle bir Sahabiyi katletmişti ve bundan dolayı manevi bir mahkemede hesaba çekilmişti.
Görülüyor ki, kim İki Cihan Serveri'yle irtibata geçse, hemen evc-i kemâle yükseliyor. Nasıl ki insanlar, O'na dilbeste olup gönülden bağlanmakla bir anda O'nun arkadaşları oluyor ve "Sahabe olma" şerefiyle serfiraz kılınıyorlar; öyle de, O'nun getirmiş olduğu o kutlu mesaja kulak veren cinler de aynı noktaya ulaşabiliyorlar. İşte bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, şayet onlar da bizim gibi bir ümmet ise, bizim Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'umuz olduğu gibi, onların da Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Uhud'u vardır. Bizim aşere-i mübeşşeremiz; hatta üçlerimiz, yedilerimiz, kırklarımız olduğu gibi; onların da aşere-i mübeşşeresi, üçleri, yedileri, kırkları olduğu söylenebilir.
Kaynak: Metafizik Dünya |
Cinler ve Medyumlar |
Cinler, Kur"ân"da bildirildiği üzere, "Levh-i Mahv ve İsbat"ta olan şeylere muttali olmaya çalışır; oradan gözlerine ilişen bilgileri alır ve daha sonra da onları kendi hesaplarına değerlendirebilirler. Bazen, böyle hırsızlık sonucu elde ettikleri şeyleri, kendilerine açık insanların kulaklarına fısıldar; Efendimiz"in ifadesiyle "gır gır" eder ve çoklarını baştan çıkarırlar; zira bu bilgilerin %99"u kendi kattıkları yalanlarla doludur. Evet belki bunlardan %1"i doğru çıkabilir; işte bu, diğer yalanlara referans olur...
Kur"ân-ı Kerim"de cinlerin bu durumunu anlatan birçok âyet vardır. Şimdi onların birkaçının icmâlî mealini zikredelim:
Bütün bu özellikleriyle cinler, insanları her zaman saptırmaya, aldatmaya.. açıktırlar. Nitekim tarihe baktığımızda, cinlerin getirdikleri haberleri bir şantaj olarak kullanıp insanların farklı yorumlara girmelerini sağlamaktan tutun da, bir virüs gibi, insanların en hassas organlarına kadar girip cinnetlerine sebep olmaya kadar birçok vakaya şahit oluruz. Evet onlar, her vesileyle insanları aldatmaya çalışmışlar; neticede de dinî duygu, dinî düşüncelerini alt-üst edip onları saptırmışlardır. Ondan öte, bu insanların kendilerini kendilerine farklı göstererek, yer yer müceddid, mehdi, mev"ud İsa.. gibi iddialarda bulunmaya sevketmiş; onlarla beraber pek çoklarını da baştan çıkarmışlardır. Bu bakımdan her halükârda onların bu aldatma ve saptırmalarından Allah"a sığınılmalı ve gaybdan verecekleri haberlere de asla itibar edilmemelidir.
Gaybdan haber verme şekli, bir de medyumlukla olabilir ki, o biraz daha farklı bir olaydır. Günümüzdeki görülen şekliyle medyumluk, yine cinlerle irtibattan ve onların verdiği haberleri aktarmaktan başka bir şey değildir. Aslında gerçek mânâda medyumluk, zaman ve mekân üstü bir hâl alma demektir ki, bu, dünü ve yarını bugünle beraber görmeyi netice verir. Bu mertebedeki bir medyum, bir kısım hadiseleri önceden haber verebilir ya da geçmişteki hadiseleri anlatabilir. Ama bunların verdikleri, verecekleri haberler iltibastan hâli olmadığı için bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Geçmiş ve geleceği aynı anda görme meselesi, bazılarında velayeti ihrazla, bazılarında da ruha kendi gücünü kazandırmakla hasıl olur. Zannediyorum gerçek bir medyumluk varsa, onu bu ikinci kategori içindeki insanlar arasında aramalıyız."
Kaynak: Cinler ve Medyumlar, Fethullah Gülen
Not: Ayet-i Kerime gifleri eklenmistir.
|
Cin ve Şeytanın Farkları |
Burada dikkat edilmesi gereken nokta;
- Cinler, insanın doğrudan beynine, aklına, düşünce sistemine nüfuz edebilir, o bölgeleri tesir altına alabilir. (Korku, endişe, ürperti, hayal kurma gibi olaylarda olduğu gibi)
- Şeytan ise farklıdır, o yaratılış gereği kalbe ve inanç merkezine nüfuz eder. Kalbin yanında bulunan lümme-i şeytaniye denilen yerde, devamlı surette insana vesvese verir, onu ifsad etmeye çalışır.
Şeytan, en büyük düşman olduğu halde, gerektiğinde cinleri, gerektiğinde habis ruhları, gerektiğinde ise insî şeytanları kullanarak, kötülüklerini bunlar vasıtasıyla sergileyerek varlığını insanlara unutturmaya çalışır. Bu gaflet hâlinden kurtulmak için, insanın inancı kuvvetli, düşünce ufku berrak, temiz kalbli, hizmet şuurundaki insanlarla münasebetinin çok olması, hakikat derslerinin yapıldığı sohbetlere sık sık gitmesi ve dünyayı bir misafirhane olarak görmesi gerekir.
Kaynak: Cinler, Doğan Mirzaoğlu |
Cinlerde Evlilik |
Cinleri insanlar gibi düşünebiliriz, onların da erkekliği ve dişiliği vardır. Evlenip çoğalabilirler. İslam alimleri, bu konuda delil olarak Rahman Suresi 55. ve 56. ayeti delil göstermişlerdir,
"Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur."
Tams, esasen kanamak demektir. Onun içindir ki hayız kanına tams denir. Bu kelime daha sonra bekâret halinde olan birleşmeye isim olmuştur. Ayrıca mutlak cinsî yaklaşım anlamı ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Onları kimse kanatmamıştır. Yahut onlara kimse dokunmamıştır. Hep bekâr kalmışlardır. Buradan cinlerin cinsel ilişkiye müsait olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir delil ise Kehf suresinin 50. ayetidir, " Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir."
Bu ayetteki "soy" kelimesi de üremeyi gerektiren bir husus olduğu için cinlerin evlenmesine delil gösterilmiştir.
Kaynak: Zafer Bilim Araştırma Dergisi
|
Cinlerle Evlenme |
Cinlerle evlenme konusunda İslam alimleri fikir biriliğine varamamışlardır. "Evet, cinlerle insanlar evlenebilinir" diyenler olduğu gibi, "Hayır, mümkün değildir" diyenlerde vardır.
Beyhaki'nin senediyle Cabir'in nakliyle, Medineli bir kadının cinlerden bir dostu vardı. O, kuş şeklinde gelip, evinin duvarına düştü. Kadın ona, "İn de laflayalım" diyince o şu cevabı verdi: "Hayır olmaz! Mekke'de bir peygamber gönderildi; bir arada kalmamızı men etti ve bize zinayı yasakladı"
Katde'den nakil, "Belkis'in annesi veya babasından biri cinlerdendi".
İmam Şibli cinlerle nikahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Şibli bu konuda şunları söylemektedir:
"Hz.Peygamber'in, cinlerle evlenmeyi yasaklaması, fukahanın 'cinlerle insanlar arasında nikahlanmak caiz değildir', tabiinden bazı kimselerin bunu hoş karşılamaması, böyle bir şeyin mümkün olduğunu gösterir. Çünkü: "Mümkün olmayan bir şeyin cevazına veya meşru olmadığına hükmedilmez." demektedir.
İmam Malik'in,
"Cinlerden bir adam var. Bizden kız istiyor. Helal yoldan evlenmek istediğini söylüyor. Ne dersiniz?" sorusuna cevaben,
"Dince bunda bir sakınca yoktur. Lakin ben şahsen bunu hoş karşılamam. Çünkü kadın cinden hamile kaldığı zaman 'Bu çocuk kimdendir?' diye sorduklarında, 'Cin'den', diye cevap verecektir. Ve bu yüzden müslümanlar arasında fesat alıp yürüyecektir." şeklinde cevap verdiği kaydedilmektedir.
İmam Şibli, cinlerle evlenmenin mümkün ve vaki olduğunu kabul etmekle beraber, buna engellerinde bulunduğunu belirterek insan neslinin insanlarla evlenmekle olacağını belirtiyor. Ancak, "İnsanla, cin arasında bir aşk meydana gelir de, insan evlenmek zorunda kalırsa, o zaman iş değişir. "Zararından kurtulmak için evlenebilinir" diyor ve "Yinede zararından kurtulunmaz "diye ekliyor.
Sealibi, "İnsanlarla cinler arasında evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak mümkündür"
Kaynak: Zafer Bilim Araştırma Dergisi
|
Cinlerle İnsanlar Arasında Evlilik |
Bazı kimselerin cinlerle evli bulunduğuna dair halk arasında rivayetller dolaşmaktadır. Bunların doğruluk dereceleri ile dini bakımdan kabule müsaid olup olmadığının münakaşa mevzu olduğuna şahid olmaktayız. Bu söylentiler acaba doğru olarak kabul edilebilir mi?
Her iki tarafın rızasına, icab ve kabul esasına dayalı ve nikah kıyılması suretiyle cin ile insanlar arasında evlilik ceryan etmez. Bu rivayetler, "rızaya ve nikah akdine" müstenid evlilik olmayıp, tasallut ve tecavüz mahiyetinde bulunmaktadır.
Tecavüzün ve cinsi yakınlığın vaki olduğunun kabulü, aralarındaki evliliğin meşru olduğunu kabule delil olamaz. Sonra bir kadın, fuhuştan peydahladığı veled-i zinayı, "cinle evliyim de ondan oldu" diye iddia edip suçtan sıyrılmaya kalkışır. İslam hukuku, böyle bir iddiayı makbul tutup sahibini mazur saymamıştır.
Kaynak: Mehmed Emre, Cinlerle İnsanlar Arasında Evlilik
|
İnsî ve Cinnî Şeytanlar |
Şeyâtin, insî ve cinnî şeytanlardır ve bunlar İblis'in evlatlarıdır. İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara karşı, diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli oldukları saha itibariyle bu ismi almışlardır.
Şeytanlar, insî ve cinnî olmak üzere iki kısımda mütâlaa edilmiştir ki,
"Böylece her nebi için ins ve cin şeytanlardan düşmanlar var ettik." (En'am, 6/112) ayeti, bu hakikatı ifade eder. Ayette geçen "Şeyâtîn" kelimesinin manasında iki rivayet söz konusudur. Ulemâ arasında her iki rivayeti de destekleyen bir hayli insan vardır.
Birincisi:
Bu kelimeden maksat, insan ve cinlerin azgın ve sapkınlarıdır ki, İbn-i Abbas (ra) bu görüştedir. Bir rivayete göre Atâ, Mücâhid, Hasan ve Katâde gibi büyük imamlar da bu görüşü paylaşırlar.(1) Onlara göre hem Cinlerden hem de insanlardan şeytanlar vardır. Cinnî şeytanlar, mü'min insanları kendilerine uyduramayınca insî şeytanlara giderler ve bunları o mü'minler üzerine salarlar. Bu hususu te'yîd eden şöyle bir hâdiseden bahsederler:
Allah Rasulü (sav), Ebu Zer'e (ra) sorar:
"İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden Allah'a sığındın mı?"
Hz. Ebu Zer de bu suale, yine bir sual ile karşılık verdi:
"İnsanlardan da şeytan var mı?"
Allah Rasulü cevabında:
"Evet, hem de onlar cinnî şeytanlardan daha da şerirdirler." (2) buyurur.
İkincisi:
Şeyâtin, insî ve cinnî şeytanlardır ve bunlar İblis'in evlatlarıdır. İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara karşı, diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli oldukları saha itibariyle bu ismi almışlardır.(3)
Aslında, bu iki mana arasında ciddi ve neticeye tesir eden bir ayrılık olmamakla beraber, birinci rivayet her halde ayetin zahiri manasına daha uygun düşmektedir ki, alimlerin ekserisi bu birinci manayı tercih etmişlerdir. Ayrıca bu hususu teyid eden, Efendimiz'den (sav) mervi bir çok rivayet de mevcuttur. Bu cümleden olarak, Allah Rasulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
"Sizden biriniz namaz kılarken, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine müsaade etmesin, gücü yettiği nisbette ve en uygun şekilde ona mani olmaya çalışsın. Yine de inat edip önünüzden geçmek isterse onunla dövüşsün, çünkü o Şeytan'dır." (4) buyururlar.
Bir başka defasında Efendimiz (sav), sokakta bir güvercin arkasından koşup duran birisini görür ve şöyle buyurur:
"Bir şeytan, diğer bir şeytanın peşine düşmüş!.." (5)
İşte bunlar gibi daha pek çok rivayetlerde Allah Rasulü (sav) bazı şahıslara, hatta daha başka varlıklara bazı hareketlerinden dolayı, doğrudan doğruya "Şeytan" demiştir.
Yukarıda da temas edildiği gibi, aslında her iki mana arasında neticeye tesir edecek ciddi bir ayrılık yoktur. Zira birinci görüşte olanlar, kalb ve kalıbı birden ifade ile insana şeytan derken, ikinci manayı tercih edenler, kalb ile kalıbı birbirinden ayırmış ve "Kalıbıyla insan, fakat kalbiyle şeytan" demek istemişlerdir. Bunu destekleyen bir rivayet de vardır:
Huzeyfe (ra) anlatıyor: Bir gün Allah Rasulü'ne:
"Ya Rasulallah! Bizler şer içindeydik, Cenab-ı Hakk bizlere hayır ihsan etti ve şimdi hayır içinde bulunuyoruz. Acaba bu hayırdan sonra tekrar şer gelecek mi?"
Allah Rasulü:
"Evet" dedi.
Ben de:
"Acaba o şerden sonra tekrar hayır olacak mı?" diye sordum, yine
"Evet" dedi.
Bunun üzerine " O nasıl olacak?" deyince Allah Rasulü de:
"Benden sonra bir kısım devlet adamları gelecek ki, benim yolumu ve benim sünnetimi takip etmeyecekler. Hatta onlardan öyleleri idareye vaziyet edecek ki, beden ve cesetleri insan cesedi ama, içlerinde taşıdıkları kalb, şeytan kalbi!.." cevabını verdi. Allah Rasulü'nün bu izahı üzerine
"O zaman ben nasıl hareket edeyim?" diye sorunca da:
"Dinle ve itaat et! Sırtına vurulsa, malın elinden alınsa, yine dinle ve itaat et!.." buyurdu. (6)
Kaynak: Metafizik Dünya
1) İbn-i Kesir, Tefsir, 3/312,313
2) Müsned, 5/178
3) Razi, 13/154; Alusi, Ruhu'l-Meani, 8/5
4) Buhari, Bedu'l-Halk 11; Müslim, Salat 258,259,260; Ebu Davut, Salat 107; Nesei, Kıble 8; Kasame 48
5) İbni Mace, edep 44; Ebu Davut, edep 57; Müsned, 2/345
6) Müslim, İmare, 52
|
Kur'an-ı Kerim de Cinler |
Cinnin Yaratılışı
Cinleri öz ateşten yarattı. (Rahman,15)
|
|
Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (Hicr Suresi, 27) |
|
|
Kur'an-ı Kerim'de değişik lâfızlarda 32 yerde cinden bahsedilmektedir. Bunlardan 22'si cinn, 5'i cânn, 5'i de cinnet olarak geçmektedir;
Cinn:İsra (88), Kehf (50), Zariyat (56), Rahman (33), Araf (38,179), Neml (17,39), Fussilet (25,29), Ahkaaf (28,29), Sebe (12,14,41), Cinn (1,5,6), En'am (100,112,128,130)
Cânn: Hicr (27), Rahman (15,39,56,74)
Cinnet: Hûd (119), Secde (13), Saffat (158) 2kez, Nâs (6)
"De ki: Cinlerden bir topluluğun dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik. Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. Kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pekaşırı yalanlar uyduruyormuş. Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı. Doğrusu biz, göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyledoldurulmuş bulduk. Halbuki, biz onun bazı kısımlarında dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi? Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk. Şu gerçeği şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah'ı âciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız. Doğrusu biz, o hidayeti işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar. İçimizde, teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır." (Cinn Suresi 1-15)
"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar ahrete inanmayanların kalblerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnut olması ve kendilerinin isledikleri suçları islemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, sen onları iftiraları ile başbaşa bırak." (En'am Suresi 112-113)
" Allah hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınz" der, insanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin surenin sonuna ulaştık" derler. "Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınız" der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir. Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz. "Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmamızdan siziuyaran peygamberler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda şahidiz" derler. Dunya hayati onları aldattı da inkârcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler."
(En'am Suresi 128-130)
"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz."
(Rahman Suresi 33)
" Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır! Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı." (Sebe Suresi 12-14)
|
Cinci Hocalar |
Cenabı hakkın ateşten hal ettiği cinleri , kendi hükmü altına alması veya onlarla dostluklar kurarak olmasını istediği bir işte yardımlarını ve bilgilerini alarak sonuca ulaşmaya çalışan kimseye denir.
Cinlerle arkadaşlık kurmak, belkide son zamanlarda hepimizin sıkça rastladığımız, hatta bazen ise kıskanarak bakılan bir olay halime gelmeye başlamıştır. Fakat, bazı insanların benim iki tane cinim var, gibi bir takım dengesiz laflar ortaya koyması, konunun aydınlanmadığının bir yanıtı olarak karşımızda durmaktadır. Oysaki, insan yaradılışındaki üstünlüğünü kabullenemeyen şeytan ve yandaşları, insanları alt etmek için ellerinden gelen gayreti göstererek insanlardan üstün olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Şeytanın Allah"tan insan oğlundan üstünlüğünü kanıtlamak için izin almasıdır.
Şunu hatırlatmak isterim ki, cinlerle insanların arasında bir perde Cenabı hak tarafından mevcuttur. Yaradılışımızda, bizlerin onları görmemesi için gözlerimize Allah bir perde ile kapatmıştır. Bazı yapılan dualar sonucunda, kalp gözümüzün açılmasıyla birlikte onları görme şansımız vardır. Fakat bunun tam tersi olarak da, bazılarının ise şeytanın yardımıyla da perdeleri açılmıştır. Bu kişiler şeytana ruhunu satmış ve inançlarında düşüklük olan ve cinlerle tam bir dostluk kuran kişilerdir. Bu yüzden de kötü güçten perdeleri açılanların, rahmani olan cinleri görmesi zordur. Fakat şer cinler, kendilerini rahmani iyi cinli gibi onlara gösterebilirler. Şer güçten perdesi açılan hocaların, bakan kişilerin iyi ve kötü cinli ile arasındaki ayırımı yapmaları çok zordur. Algılamalarının rahmani güçte çok az ve zayıf tır. Bunun nedeni ise gücünü şer güçten şeytandan almış olmalarıdır.
Toplumda kendini cinci hoca diyen insanların bir çoğu, sadece ve sadece cinlerle diyalog kurduklarını ve onları gördüklerini savururlar. Oysaki, günümüz cinci hocaların sadece ve sadece kötü niyetli işlerle uğraştıklarını, çok azının ise iyilik yönünde bir takım işlemler yaptığı bilinen bir gerçektir.. Cinler, hocalara ilk başta bir takım olaylar için doğru bilgi verirler. İleriki zamanlarda da duygu ve algılama ile ilgili bir takım his vererek, kişinin her konuyu bilmek istemesi, her şeyi ben bilirim sevdasına kapılmalarına yol açar.
Daha sonraki zamanlarda, kişi kendine verilen en büyük nimet olan akıl ve mantığını çalıştırmadan sadece kalbine gelen hisle ve cinlerin yönlendirmelerine bakarak konu ve hayat akışını sağlamaya çalışırlar. Bazı ileriki boyutlarda ise durumlar daha da artarak verilen bilgiler doğrultusunda güven sağlayan cinler kişinin evliyalık mertebelerine ulaştıklarını anlatır ve o kişin evliya"lık makamının üst düzeylerine kadar gideceğini söyleyerek, kişinin kendini üstün bir varlıkmış gibi hissederek kibirlenmesini sağlarlar. İşte bu andan itibaren, bakan kişi sorunlarla karşılaşma zamanı gelmiş olacaktır.Bir başkasının sözü doğru bile olsa kabullenmeyerek tek doğru olarak kendini göstermeye çalışır.
Buradaki en önemli olan olay cinlerle dostluk kuran kişiler, belli bir aşamadan sonra, cinlerin verdikleri bilgilerin tutarsız ve yalan çıkması üzerine psikolojik bunalımlara düştükleri, kabullenemedikleri ve onların yanlış bilgilerini doğru sayarak kendilerini aldattıkları görülmektedir.
Cinci hocalarda, da bakım yapanların değişik olarak bakış şekilleri vardır. Bunlardan bazıları, suda bakanlar,kitaptan bakanlar,tırnakta bakanlar, bir boşluğa bakarak, görerek bakanlar, hamile yada küçük çocukları dualar okuyarak uyutarak bakanlar, diye ayırmak mümkündür. Buradaki en önemli olay ise bu bakımların en ortak özelliği cinci hocaların bildikleri duaları okuyarak cinleri etki altına almaya çalışmalarıdır.
|
Cinci Hocaların Bakım Şekilleri |
Suda bakanlar
Bir kap içerisini su koyarak ve bu suyun içine, bildikleri ayetleri okumak suretiyle cinleri suda toplayarak onlarla iletişim kurmasıdır.
Kitaptan bakanlar
Eski din alimlerinin yazmış oldukları bilgilerden faydalanırlar. Geçmiş zaman ki alimler tarafından tertip edilen dualar ve onların verdikleri örneklerden yola çıkarak, kendi bilgilerini de katar ve yorumlarlarını iletir.
Aynada bakanlar
Ayetleri, eski zaman alimlerinin derlemiş olduğu duaları okumak suretiyle aynaya toplanan cinleri, TV ekranında seyredermiş gibi görerek aldıkları bilgileri iletirler. Bu bakım tarzı genellikle rahmani olmayan cinlerin, aynada toplanması muhtemeldir.buda bakım yapan yada davet eden kişinin manevi gücü, cinlere olan hakimiyetinden kaynaklanmaktadır. Önemli bir hususta bu tür bakımların bakan yada davet eden kişi üzerinde kalan enerjinin yani cinlerin ileriki zamanlarda rahatsızlık vermesi muhtemeldir.
Tırnakta bakanlar
Ayetleri veya eski zaman alimlerinin derlemiş olduğu duaları okumak suretiyle baş tırnağının üzerinde cinleri, bir TV ekranını seyredermiş gibi görerek aldıkları bilgiyi iletirler. Dikkatle yapılması gerekir. Bakan kişinin cinleri, hüküm altına alamaması durumunda, farklı türde değişik olaylar yaşayabilmesi muhtemeldir.
Uyutarak bakanlar
Burada bakan hocanın göz perdesinden dolayı, cinleri göremeyerek okumalar yaparak bir başka kimseyi aracı kullanmasıdır. Sıkça karşılaşılan bu olay en tehlikeli olanıdır.Kesinlikle uzak durulması gerekmektedir. Burada daha öncede, bir çok filmlerde karşılaştığınız hipnotizma denilebilecek bir olay gerçekleşmektedir. Hocanın, aracı kullandığı kişinin vücut enerjisi ve manevi gücü çok önemlidir. Bir çok sakıncası vardır. Sakıncaların en önemlisi bu bakımdan sonra vücudunda kalan enerjiyi atamayan kişiler, ileriki zamanlarda ciddi manevi ve psikolojik rahatsızlıklarla karşılaşmışlardır. Kalan etkiyi yok edebilecek türde bir hocanın olmayışı, buna bağlı olarak kişinin bu türdeki denemelerin ilk başlangıcı olursa , farklı etkiler alması, bilgi veren yada yardım eden cinlerin, ondan gitmek istememesi gibi bir takım etkileri mevcuttur. Bu yüzden de tamamen bu tür olaylardan uzak durulması gerekmektedir.
|
Yararlanılan Eserler
Bilgi Hikmet
Cinler, Doğan Mirzaoğlu
Cinlerin Esrarı, Imam-ı Şibli
Cuma Hutbesi, A.Rıza Demircan,
Doğu ve Batı kaynaklarına Göre Cinler, Giovanni Scognamillo, Arif Arslan
Elmalı Tefsiri, Rahman suresi 55/56, Kehf Suresi 50
Fetvalar, Mehmet Emre, Cilt 2
İnancın Gölgesinde, Fethullah Gülen
Kur'an-ı Kerim
Metafizik Dünya
Tenkitlerim, Tetkiklerim ve Makalelerim, Mehmet Emre
Ruh, İnsan, Cin, Ahmed Hulûsi
Zafer Bilim Araştırma Dergisi |
CİN NEDİR
CİNN'LERİN MAHİYETİ..MESCERE
180 Allahû Teâla (cc)'nın yaratmış olduğu gözle görülmeyen bir kısım varlıklar daha vardır ki; bunların başında "Cinn"ler gelir. Önce "Cinn" kelimesi üzerinde duralım. "Cin" ismi "Cenne" kelimesindendir; bir şeyi histen gizlemek, örtmek manalarına gelir.(126) "Cünne", kalkan ve siper manasına, "Cenin" ana rahminde saklı olan çocuk manasına gelir ve bunların hepsi aynı köke dayanır. İslâmi ıstılâhta "Cin"; Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerine muhatab olan ve insanların gözle göremedikleri varlıklardır. Bunların da Allahû Teâla (cc)'ya iman edenleri bulunduğu gibi, inkâr edenleri de mevcuttur. Allahû Teâla (cc)'ya ilk isyan eden "İblis'in" de; cinler taifesinden olduğu bilinmektedir.(127)
181 Cinlerin hava ile karışık alevli bir ateşten yaratıldığı bilinmektedir.(128) Cinler de; tıpkı melekler gibi görünmeyen gizli varlıklar olup, çeşitli sûretlere girmeye ve zor işleri yapmaya iktidarları vardır. Fakat cinler mahiyetleri itibariyle meleklerden farklıdırlar. Teklif-i İlahiyeye; hem iman, hem de ibadet noktasından muhatabtırlar. Cinler, tıpkı insanlar gibi hesaba çekileceklerdir.(129)
182 Kur'an-ı Kerim'de: (Ey Habibim) De ki: "Cinlerden bir zümrenin Kur'an okurken onu dinlediği bana vahyolundu. Onlar (Kur'an-ı) dinlemişler de (şöyle) demişler: "- Biz gerçekten hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, hakka ve doğruya götürüyor. Biz de ona iman ettik. Rabbimize (artık) hiçbir şeyi ortak koşmayacağız"(130) hükmü beyan buyurulmuştur. Abdullah İbn Mes'ud (ra)'dan rivayet edilen bir haberde; Cin'ler, Taif'te Resûl-i Ekrem (sav)'den Kur'an-ı Kerim'i öğrenmiş ve tebliğ etmek üzere bir gurub görevlendirilmiştir. İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bir haberde Cinler, Resûl-i Ekrem (sav)'in Kur'an okuyuşunu "Nahle" mevkiinde dinlemişlerdir.(131) Allahû Teâla (cc)'ya iman ve kulluk eden "Mü'min cinler" bulunduğu gibi, Tağut'a itaat eden "kâfir cinler" de vardır.
183 Cins birliği sözkonusu olmadığı için; insan ile cin arasında evlenme teşekkül etmez. Ancak cinler de kendi aralarında evlenirler. Müşrikler; ilahi sırlara vakıf olduklarını zannettikleri ve bu sebeble ulûhiyet derecesine çıkardıkları cin'lere ibadet ederlerdi. Her biri adına çeşitli sihirler ve tılsımlar yapan; Sabii'ler, Süryani'ler cahiliyye dönemi Arapları ve Şamanist Türkler, cinler vasıtasıyla gaibi bildiklerini zannetmişlerdir. Halbuki cinler de gaibi bilmezler.
184 Kur'an-ı Kerim'de varlığı beyan buyurulan ve gözle görülemeyen varlıklardan birisi de şeytan'dır. Arapça mütehassıslarına göre "Şeytan" kelimesi; uzaklık manasına gelen "Şatana"dan veya yanmak manasına gelen "Şeyata"dan gelir.(132) "Şatana"dan geldiğini kabul edenler "Fi'lan" vezninde: "Haktan uzak olan" manasını vermişlerdir. Diğerleri ise; "fû'lan" vezninde; "yanmış ve batıl" manasını esas almışlardır. Ruhlar aleminde iken; Allahû Teâla (cc)'ya isyan ederek ve tekebbüre kapılarak, Hz. Adem (as)'e (ta'zim kasdıyla ve ilahi emirle) secde etmekten kaçınan iblis ilk şeytandır. Kur'an-ı Kerim'de "Şeyâtın-ı ins" ve "Şeyatın-ı cin" tabirleri geçmektedir.(133) Şeytan; kıyamete kadar insanların kalblerine vesvese vermek ve onları Allahû Teâla (cc)'ya karşı kışkırtmakla izinlidir. Resûl-i Ekrem (sav)'den Hz. Abdullah b. Mes'ud (ra)'un rivayet ettiği bir hadis-i şerif'te; her insanın, cinler taifesinden bir şeytanının bulunduğu beyan buyurulmuştur. Ayrıca şeytanın insanın en büyük düşmanı olduğu da kat'i nass'larla sabittir.
19 Ekim 1999 Salı
Cin var mıdır?
Mutezile fırkasının bir kısmı cin yok derken, bir kısmı ise cinlerin varlığını kabul ederse de, onların insana zarar verdiğini inkâr eder. Nur-ül-islâm kitabında diyor ki: Cinlerin ilk babası Can’dır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık.) [Hicr 27]
Şeytanlar, iblisin zürriyetindendir. İblis de cin taifesindendir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İblis cinlerdendi.) [Kehf 50]
Cin suresinin ilk ayetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildirilmektedir. (Nas) suresinde cinlerden insanlara zarar verenlerin bulunduğu, zararlarından Allaha sığınılması bildirilmektedir. Bu bakımdan cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini inkâr eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli askerleri olduğu Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. (Neml 17)
Cehennemin cin ve insanlarla doldurulacaktır. (Secde 13)
Cinler de insanlar gibi, Allahı tanımak ve Ona ibâdet etmek için yaratılmıştır. (Zariyat 56)
Cinlerin, mümin ve kâfir olanları vardır.
Cinlerin etkisi
Cin, insanın içine girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Romada ve Peştede ve Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.
Kur’an-ı kerimde cin ile ilgili daha birçok ayet-i kerime vardır. Hadis-i şerifte cinlerden korunmak için duâlar bildirilmiştir. Göz ile görmediğini inkâr etmek, akla da, ilme de aykırıdır.
Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır. Göz herşeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tabi kılarak (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.
Aklı göze tâbi kılmak
Bugün fen yolu ile suyun oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya bakınca ne oksijeni, ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tabi kılarak (Şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?
Aklın önemi, insanlığın şerefi, gözün görme kuvvetiyle ölçülseydi, kedinin insandan daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü insan, ışık olmadan, karanlıkta göremezken kedi görebiliyor. O hâlde göze değil, akla göre karar vermek gerekir. Bazı zehirli gazlar, renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılır. Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz hâlde, kokusundan dolayı anlarız. İki biberin birinin tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Göz, belli bir uzaklıktan sonraki ve belli bir büyüklükten daha küçük olan cisimleri göremez. Küçük mikroplar görülemediği gibi, çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunların yokluğu iddia edilemez.
Bazı gezegenlerin varlığından haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin yokluğu iddia edilemez. Canlıları ayakta tutan ruhu da göremiyoruz, ama inkârı mümkün değildir.
Cinleri inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalıdır! Aksine gözü, akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslâmiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslâmiyet ışığına ihtiyacı vardır.
ANA SAYFA
Büyü yada sihir nedir ve büyü nasıl bozulur?
Büyü isimini sıklıkla duyarız. Bir sürü insan büyüden söz eder. Fakat genelde çoğu kişi büyünün ne olduğunu tam olarak bilmezler.
Büyü, yanlış ve kötü yöntemlere başvurarak masum bir insanın iradesini elinden almaya denir. Değişik yollar kullanılarak bir insanı yönetim altına almaya, masum insana istenileni yapmaya büyü isimi verilir. Büyüyle bir insanı istemedği şeylere zorlamak, o insana istemediği hareketleri yaptırmak doğru bir hareket değildir.
Büyücülük dine ve inanca kesinlikte karşı, batıl inançlara dayalı bir işlemdir. Reçetelere, formüllere ve bunlara değişik anlamlar yükleyen birşeydir.
Bir kitapta büyücülük şu şekilde tanımlanmıştır ; büyücülük şeytanı tanımaya yarayan bir sanattır. Büyücü tarafından şeytan ve yardımcılarını kendilerine gösterirler yada kendinlerini göstermeyip de talep edilen şeyi yerine
getirirler.
Büyü işlemlerinin genellikle olumlu olan Ak Büyü yada olumsuz lan Kara Büyü , Kırmızı Büyü
bir enerki akışına dayalı olduğu söylenlenmektedir.
Büyü Ne Zaman Yapılır
Herşeyi yapmanın bir zamanı olduğu gibi büyü yapmanında bir zamanı vardır. Büyüler genelde
geceleri yapılır. Fakat şeytanla işbirliği olan büyücülerin saati yoktur.
Büyünün cinsine göre zamanı ayarlanır. Ara açma, ayırma, düşman etme gibi büyüler ayın
15inde yeni ay küçülmeye başladığı zaman yapılır. Bağlama, emre alma gibi büyüler ise ayın hilal durumunun 15 ine kadar yapılır.
Büyü Çeşitleri
1- Ak Büyü
2- Kara Büyü
3- Kırmızı Büyük
Ayırma Büyüleri
1- Sabun ve Saçtan Yapılan büyü
2- Kaşık ile yapılan büyü
3- Domuz yağı ile yapılan büyü
4- Ölü toprağı ile yapılan büyü
Büyü Günah Mıdır ? Bazı insanlar büyü yapmanının günah olmadığını hatta iyilik sayılabileceği iddaasında bulunuyorlar. Ama bu gerçek değildir. Her insanın bir kaderi vardır. Allah her insan
kaderini çizmiş ve insanlara irade gücü vermiştir. İnsan doğar ve kaderine göre ömür sürdürür.
Ömrünü sürdürürken iyi ve kötüyüde ayırmak için vicdanını kullanır. Doğru bir şekilde doğru bir yolda yürümesini irade sağlar. Bir insana büyü yapıldığı taktirde o insanın doğru yolda yürümesi
engellenmiş irader alınmış olur. Açıkcası insana büyü yapıldığı zaman o insanı savunmasız bırakılmaktadır. Bu olayda Allah’a karşı gelmektedir. Din kitaplarının hepsinde büyünün ve büyü
yapmanın çok kötü ve ağır bir suç olduğu yazmaktadır. Allah’ın her suçu bağışlayacağı belirtilmekte
fakat büyü yapanı asla ve kesinlikle bağışlamayacağı belirtilmiştir.
Büyü yapmak ve yaptırmak büyük günahtır. Bir insanı değiştirmek büyük bir suç ve günahtır.
BUYU YADA SIHIR NEDIR?
Büyü yada Sihir Nedir?
Büyü isimini sıklıkla duyarız. Bir sürü insan büyüden söz eder. Fakat genelde çoğu kişi büyünün ne olduğunu tam olarak bilmezler.
Büyü, yanlış ve kötü yöntemlere başvurarak masum bir insanın iradesini elinden almaya denir. Değişik yollar kullanılarak bir insanı yönetim altına almaya, masum insana istenileni yapmaya büyü isimi verilir. Büyüyle bir insanı istemedği şeylere zorlamak, o insana istemediği hareketleri yaptırmak doğru bir hareket değildir.
Büyücülük dine ve inanca kesinlikte karşı, batıl inançlara dayalı bir işlemdir. Reçetelere, formüllere ve bunlara değişik anlamlar yükleyen birşeydir.
Bir kitapta büyücülük şu şekilde tanımlanmıştır ; büyücülük şeytanı tanımaya yarayan bir sanattır. Büyücü tarafından şeytan ve yardımcılarını kendilerine gösterirler yada kendinlerini göstermeyip de talep edilen şeyi yerine
getirirler.
Büyü işlemlerinin genellikle olumlu olan Ak Büyü yada olumsuz lan Kara Büyü , Kırmızı Büyü
bir enerki akışına dayalı olduğu söylenlenmektedir.
Büyü Ne Zaman Yapılır
Herşeyi yapmanın bir zamanı olduğu gibi büyü yapmanında bir zamanı vardır. Büyüler genelde
geceleri yapılır. Fakat şeytanla işbirliği olan büyücülerin saati yoktur.
Büyünün cinsine göre zamanı ayarlanır. Ara açma, ayırma, düşman etme gibi büyüler ayın
15inde yeni ay küçülmeye başladığı zaman yapılır. Bağlama, emre alma gibi büyüler ise ayın hilal durumunun 15 ine kadar yapılır.
Büyü Çeşitleri
1- Ak Büyü
2- Kara Büyü
3- Kırmızı Büyük
Ayırma Büyüleri
1- Sabun ve Saçtan Yapılan büyü
2- Kaşık ile yapılan büyü
3- Domuz yağı ile yapılan büyü
4- Ölü toprağı ile yapılan büyü
Büyü Günah Mıdır ? Bazı insanlar büyü yapmanının günah olmadığını hatta iyilik sayılabileceği iddaasında bulunuyorlar. Ama bu gerçek değildir. Her insanın bir kaderi vardır. Allah her insan
kaderini çizmiş ve insanlara irade gücü vermiştir. İnsan doğar ve kaderine göre ömür sürdürür.
Ömrünü sürdürürken iyi ve kötüyüde ayırmak için vicdanını kullanır. Doğru bir şekilde doğru bir yolda yürümesini irade sağlar. Bir insana büyü yapıldığı taktirde o insanın doğru yolda yürümesi
engellenmiş irader alınmış olur. Açıkcası insana büyü yapıldığı zaman o insanı savunmasız bırakılmaktadır. Bu olayda Allah’a karşı gelmektedir. Din kitaplarının hepsinde büyünün ve büyü
yapmanın çok kötü ve ağır bir suç olduğu yazmaktadır. Allah’ın her suçu bağışlayacağı belirtilmekte
fakat büyü yapanı asla ve kesinlikle bağışlamayacağı belirtilmiştir.
Büyü yapmak ve yaptırmak büyük günahtır. Bir insanı değiştirmek büyük bir suç ve günahtır.
*HAKANYILMAZCEBİ.COM
.
ÜYÜ - FAL - GAYB
|
|
|
|
Kategori Arşivi |
İLİMSAATİ.COM
Toplam 2 sayfa, 1. sayfa gösteriliyor.12»
İlyas Aleyisselam
Kur’an-ı Kerim’de Saffat suresindeki ayetlerde İlyas peygamberin resullüğü ve risaleti hakkında şu ayetler yer almaktadır: “İlyas da şüphe yok ki, peygamberlerdendi. (İlyas) milletine: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız? demişti. “Sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan… Okumaya devam et →
Cinler, bazen evlerde gözükerek, bazen de ev halkına eziyet ederek rahatsız ederler. Hatta evin içine pislik dahi atarlar. Bunu bir evde kendi gözümle müşahede ettim. Bazen evde beş kişilik yemek pişer, on kişi yiyormuş gibi çabuk biter. Bazen de evde üç dört kişi olduğu halde, on kişi varmış gibi fazla… Okumaya devam et →
İbni Abbas (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Cinler ateşin duman tarafından yaratılmıştır.”
Duman ise insan vücuduna rahatlıkla girebilir. çoğunlukla beyinde beyinde karar kılarlar. Çünkü beyinden İnsan vücudunun tüm uzuvlarına kolaylıkla etki edebilirler. Cinler beyin dışında da insan vücudunun herhangibir yerine de girip yerleşebilir. Ağrı ve sancıya sebep olabilirler. Bundan dolayıdır ki, insanların… Okumaya devam et →
Şeytanın insanı aldatma yolları çok çeşitlidir. Her insana mizacına göre ayrı ayrı yollardan gelir.
Alimlere, şeyhlere, abidlere, cincilere ve diğer Müslümanlara, hepsinin mizaçlarına göre aldatacağı yollardan gelir. (Bu konuda Telbis-i iblis isimli kitap geniş izahat verir). Cahiller ile kadınları çok kolay avlar, fazla uğraşmadan isteğine…Okumaya devam et →
Allah (Celle Celaluhu) kitabında cinlere hitabenmealen“mallarında ve evlatlarında onlara ortak ol“buyurmaktadır
Rasulullah(sallallahü aleyhi vessellem) Efendimizin ashabından biri anlatıyor: “Bir adam “bismillah” demeden yemek yiyordu. Son lokmasını yerken “bismillahi evvelihi ve ahirihi” dedi. Allah’ın Rasulü tebessüm ederek şöyle buyurdu! “Şeytan onunla beraber yiyordu. O Allah’ın… Okumaya devam et →
Bazı cinler evlerde insanlarla beraber yaşarlar ki, bunlara ‘’Ammar’’ denir. Bazılarıda hamamlarda, kabirlerde, pis yerlerde ve deve ahırlarında yaşarlar. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu yerlerde namaz kılmayı yasaklamıştır. Şimdi vereceğimiz hadiste de, müşrik cinlerin dağlar ile denizler arasında, Müslümanlarının ise köy ve dağlara yerleşip, oraları mesken… Okumaya devam et →
Toplam 2 sayfa, 1. sayfa gösteriliyor.12»
|
|
ilmedavaet.com
.
Cinlerden peygamber gelmiş midir?
Bu mesele, İslam alimlerinin ihtilaf ettikleri meselelerden biridir. Biz burada o kıymetli alimlerin sözlerini nakil ederek meselenin hakikatını Allah’ın ilmine havale edeceğiz.
İ. Dahhak’a göre: Cinlerin kendilerinden peygamberleri vardır. İmamın delili ise şu ayettir “ O gün Allah sorar, ‘Ey cinler ve insanlar topluluğu size ayetlerimizi anlatan ve bugüne erişeceğinizi bildirip sakındıran kendinizden olan peygamberler gelmedi mi?’ Onlar da, ‘Evet, biz kendi aleyhimizde şahitlik ederiz’ derler.” (Enam 130)
Allah-u Teâlâ, bu ayette cin ve insanlara, kendilerinden peygamberler gönderdiğini bildirmiştir. Eğer ayetteki cinnî peygamberlerden kasıt, insî (insan cinsinden) peygamberler olsaydı, bunun aksini de kabul etmek lazım gelirdi. yani insanlara da, cinlerden peygamber gönderilmiş olduğunu kabul etmek lazım gelirdi. Bu ise doğru değildir. Zira insanlara hiçbir cin peygamber gelmemiştir Öyle ise, cinlere de insanlardan peygamber gönderilmiş olduğunu kabul edemeyiz. Ve bu mütalaanın neticesi olarak, cinlere kendi cinslerinden peygamberler gönderildiğini kabul etmemiz lazım gelir.
Cumhura (alimlerin çoğunluğuna) göre ise, cinlerin kendilerinden peygamberleri yoktur. Yukarıda geçen ayeti şöyle izah ederler: “İnsanların peygamberleri Allah tarafından gönderilmiştir. Cinnî peygamberlere gelince, Allah-u Teâlâ onları yeryüzüne dağıttı. Böylece insan peygamberlerin sözlerini işitme fırsatı buldular ve kendi kavimlerine bunu tebliğ ettiler.”
Bu izahtan anladığımıza göre, insan peygamberler vahye mazhardır, cinnî peygamberler ise, insanlardan olan alimler gibidir. Vahye mazhar değildirler.
Cumhur, şu ayeti görüşlerine delil yapmıştır ; “Hani cinlerden bir grubu Kuran’ı dinlemeleri için sana göndermiştik. Kuran’ı dinlemeye hazır olunca, ‘susun’ demişlerdi. Kuran tamam olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. ‘Ey kavmimiz, biz Musa’dan sonra indirilen bir kitap işittik’ dediler.” (Ahkaf 29-30)
İ. Hazm ise şöyle der: “Cinlere, insan peygamber gönderilmemiştir. Bundan sadece Hz. Muhammed müstesnadır. Zira onun peygamberliği insanlara ve cinlere şamildir. Bu husus peygamberimizin diğer peygamberlere üstün kılındığı yönlerden biridir ve bu hususta ittifak vardır.”
İ.Hacer ise, Resulullah’ın insanlara ve cinlere gönderildiğine ait bazı hadisler zikir eder ve der ki: “Cinlerinde imtihana tabi oldukları kesinleşince, onların iman ve islamın rükünleriyle (ana meseleleriyle) mükellef oldukları söylenebilir. Bunların dışındaki amelî hükümlere muhatap olup, olmaması hakkında alimler farklı görüşler beyan etmişlerdir.
Bir kısım alimler, “Şeriatın bütününe muhatap değillerdir” demişlerdir ve şöyle izah etmişlerdir: “Hadislerde, mayıs ve kemiğin cinlerin azığı olması sebebiyle tuvalette kullanılması yasaklanmıştır. Halbuki mayıs insanlara haramdır. İşte mayısın insanlara haram, onlara helal olması ispat eder ki, cinler füruat ile mükellef değildir.”
.
Cinler sevap kazanır mı?
İ. Azam’dan bir rivayete göre: “Cinlerin sevabı ateşten kurtulup, toprak olmaktır.”
İ. Şafi, İ. Malik, Ahmed İbni Hanbel ve İmameyn’e (İ. Muhammed ve İ. Yusuf ) göre ise: Cinler itaate mukabil sevap kazanırlar. Bu imamlar sözlerine delil olarak ta şu ayeti gösterirler:
“Herkes için işlediklerinden dolayı derece derece karşılıklar vardır ve Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir” (En-am: 132)
İ. Malik, cinlere ve insanlara ceza ve sevabın varlığına Rahman suresinde geçen “Rabbinin makamından korkana iki cennet vardır” ayetini delil getirmiştir. Ayetin arkasından gelen “Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz” ayetindeki tesniye (Arapça’da bir kelimenin iki şeye delalet etmesi) olan muhataptan insan ve cinlerin kastedildiğini belirtmiştir.
.
Cinler insanların girdiği cennete girecek mi?
Bu mesele hakkında dört görüş vardır;
1- Çoğunluk ‘evet’ demiştir.
2- İ. Malik ve bazılarına göre, cinler cennetin kenarındadır.
3- Cinler Araftadır. (Cennet ile cehennem arasında bir mekandır)
4- Bu hususta cevaptan kaçınmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'de Cinlerin Varlığı
Doç. Dr. Faruk Tuncer
Günümüzde 'sosyete çerezi' denilen 'Ruh çağırma', keyfiyeti ne olursa olsun, insanoğlunun metafizik alemi didiklemesinden başka bir şey değildir. Bu da insanın merakının bir noktada durmasının mümkün olmadığını ifade etmesi açısından önemlidir.
İnsanın ilgisini çeken bu konuda en doğru bilgi Kur'an'da mevcuttur. Kur'an, cinlere ayırdığı müstakil bir sure ile bilinmesi gerekenleri göstermiştir. Ayrıca, yine değişik yerlerinde cinlerin nasıl yaratıldığı hususu başta olmak üzere, erkeklik ve dişiliklerinden, onlara peygamberlerin gelip gelmediği sorusunun cevabına kadar pek çok hususu cevaplamıştır.
Yazımız, eskiden bugüne ilgimizi çeken bu konuyu ele alıyor. Burada hatırlatılması gereken bir husus yalnızca Kur'an eksenli olarak ele alınmıştır. Zira, hadislerde cinlerin varlığı hususu, ayrı bir makale konusu olacak kadar geniştir.
GİRİŞ
Cin kelimesi lügatte; "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" manalarına gelen "cenne" fiilinden müştaktır.1 Cin, genel manasıyla "örtülü ve gizli olan" demektir. Müfredi "cinn" olup, çoğulu "cann" gelir. Cin cemaatine de "cinne" denir.2
Lugatçiler ve tefsirciler cin kelimesinin farklı kullanımlarında, "bir şeyi duyulardan gizlemek" manasının olduğunu ifade ederler.3 Mesela. "cennehü: onu örttü", "cenne aleyhi'1-leyl: gece üzerini örttü", "cunne: kalkan" manalarını ifade ederken, cenin, cennet ya da cünun gibi kelimeler de cin ifadesi ile münasebettardır. Görüldüğü gibi cin kelimesinin kök harfleriyle ilgili fiil ve isimlerin tamamında, insanın bir kısım ya da bütün duygularında belli bir gizlilik, kapalılık söz konusudur. Istılahta, duyu organlarının idrakinden gizli olan varlıklar için kullanılan bu kelimenin lügat manası, cinlerin mahiyetlerine de uygun düşmektedir.
Farsçada cin karşılığında "peri", "div" kelimeleri kullanılır. Latince "genie" ya da "genius" kelimelerinin cin kelimesinin karşıtı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bazı oryantalistlerin, kelimenin daha sonraları Arapçaya girdiğini iddia etmeleri asılsızdır. Zira, cennet, cinnet, cenin ya da cünne gibi kelimelerin cin kelimesi ile münasebeti dolayısıyla bu kelime Arapça ve hususiyle Kur'an'a has bir ifadedir.
İslam alimleri; cinlerin, meleklerden ayrı bir varlık olduğunu belirterek cinnin, insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak tarif etmişlerdir.5
Tarih Boyunca Cin İnanışı
İnsanlık, tarih boyuca görülmeyen, olağanüstü varlıkları inanmışlardır. Cinler, görünmeyen varlıklar olduklarından haklarında net bir bilgiye çoğu zaman ulaşılamamıştır. Onlar hakkında yapılan tanımlamalar, ya safsata türünden şeyler olagelmiş veya olduklarından büyük gösterilerek ilahlaştırma cihetine gidilmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlık gibi semavi dinlerde bile üstûre nevinde izahlarla mesele daha da karışık hale getirilmiştir.
Yunan mitolojisinde insan üstü varlıklar için cin kelimesine benzer ifadeler kullanılırdı. Eski Roma’da “genius” kelimesi uzun bir gelişmeden sonra bile, bazen ruhu bazen de ölüleri ifade ediyordu. Sonraları ev ya da benzer bir mekanı koruduğuna inanılan bir kavram olarak kullanıldı. Çinlilerde daha geniş bir anlamda “kuei: cinler” ve “shen: ruhlar” anlayışı, bütün görünmezler alemini kapsardı. Hintlilerde ise "Bhutalar", genellikle ölülerin yakıldığı yerlerde bulunduğuna inanılan cinler ve hortlaklardır. Zerdüşt de, İran'ın "Deva" denilen ilahlarını cin saymıştı.
Yahudilerde de cin inanışı önemli bir yer tutar. Leviathan, Habeşlilerin yedi başlı dişi deniz canavarı, Babillerin "Tiamat'ı, Kenanilerin "Lotan"ı ile eş tutulan bir kötülük kaynağıdır. 17. yüzyıldan sonra 'Dibbuk" denilen ayrı bir cinni varlık anlayışı gelişmişti. Yahudilikte şeytanın cennetten kovulması, cinlerin başına geçmesi, sonunda Mihael tarafından yenilmesi önemli bir olaydı.
Yeni Ahid, cinlerin putperestlerin tanrıları olduğunu bildirmekteyse de onların bedeni ve ruhî hastalıkların kaynağı olduğunu da açıklamaktadır.6 12. yüzyıldan itibaren cinler, Hıristiyan sanatında her çeşit talihsizlik, felaket, sel ve deprem ile ölümün de sebebi olarak tasvir ediliyordu.
Görüldüğü gibi tarih boyunca mahiyetleri anlaşılamamış ve tarifini bulamamış cin konusu sadece İslam'da bir karışıklığa meydan verilmeden yerli yerine konmuştur. Melek, şeytan ve cin gibi mefhumlar nitelikleri ve fonksiyonları tam olarak bilinemediğinden ancak Kur'an'ın beyanları ile anlaşılabilir bir hüviyet kazanmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de cinlerin varlığı meselesine bakmadan önce, Kur'an'ın geldiği ortamda cahiliye Araplarının inanışına da kısaca bakalım: Cahiliye Arapları, cinlerin de kabile ve gruplar halinde yaşadıklarına, birbirleriyle savaştıklarına, fırtına ve benzeri tabiî olayların cinlerin işi olduğuna inanıyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkları onların getirdiğine, delilerin cinlerin istilasına uğramış kişiler olduğuna inanılıyordu.7
Bu kadar ön bilgiden sonra şimdi de Kur'ân-ı Kerim’in genel muhtevasında ele alınan cinlerin varlığı meselesine bakalım. İlahi beyan doğrudan olmasa da insan unsuru ile yakından münasebeti bulunan melek, şeytan ve cin konusunda ifade-i beyanda bulunur. Meseleyi müstakil bir surede ele alır. Ayrıca 22 yerde cin, yedi farklı ayette de "cann" kavramı ile konu hakkında bilinmesi gereken hususları ipuçları halinde önümüze serer. Şimdi bu minval üzere cinlerin varlığı meselesine bakalım:
Ateşten Yaratılan Varlıklar
Kur'an-ı Kerim, insanın yaratılışı çok net olarak anlattığı gibi onun hemen yanıbaşında cinler için de aynı açıklıkta beyanda bulunur. Bir yerde onları "şiddetli alevden"(Rahman. 55/15) yaratıldıkları ifade edilirken bir başka ayette "dumansız ateşten" (Hicr, 15/27) yaratıldıkları anlatılır. Birinci ayette cinlerin esas yapısı hakkında "mearic" tabiri kullanılır. Diğerinde ise "nar-i semum" tabiri geçer. Bu kelimelerin tefsirlerdeki karşılıklarına bakabiliriz.
İbn-i Abbas, "mearic" kelimesini "ateşin ozü" diye tefsir etmiştir.8 Karışık alev, dumansız ateş ya da kızıl, sarı ve yeşil tonları ile alevin tam ortası9 gibi manalar ifade eder.
"Semum" kelimesi, "semme" kelimesinin mubalağalı ism-i failidir.10 "Semum" lugatte 'alev gibi esen sıcak rüzgar’ manasına gelir. Ayrıca zehir ve küçük delik manalarına da gelir." Nitekim terin çıktığı küçük ve gizli gözeneklere "mesemme" denilir.12 Şimdi, bu kelimenin tercih edilmesi ve kullanılması oldukça önemlidir. Çünkü cin ve şeytanın, insanın bedenindeki gizli deliklerden girip zehirleyecek ve yakacak bir mahiyette olduğuna dair özel bir manaya da hamledilebilir.
Yaradılış mayesi "semûm" ve "meâric" olan bu lâtif varlıklar hey'et-i asliyeleri ile bizim buudlarımızın dışındadır. Biz onları göremeyiz, ancak onlar bizi görecek kabiliyette yaratılmışlardır.
Günümüz insanına bu varlıkların mahiyet ve mevcudiyetlerini anlatmanın zorluğu ortadayken bazı müelliflerin pozitif ilimlerin yardımıyla cin meselesini izaha çalışmaları konuyu daha içinden çıkılmaz hale sokmuştur, kanaatindeyiz. Meselâ, cinlerin mahiyetlerinin bir kısım ışınlardan13 ya da enerjiden14 veya bazı hadîslerde hastalıkların sebebi olarak gösterilmesine nazaran, mikroplardan15 ibaret oldukları tarzında görüşler ileri sürülmüştür. Ancak ne âyetlerde, ne de hadîslerde cinlerin özü ve mahiyetleri hakkında muayyen bir şekil tayin edilmemiştir. Yalnızca ateşin zehirleyici, şiddetli ve dumansız oluşu gibi nitelikleri zikredilerek türü hakkında bilgi verilmemiştir. Çünkü bunların nasıl bir ışık, ışın ya da enerji oldukları açık ve sarih değildir.
Görülmeyen Varlıklar
Cinleri asıl mahiyet ve hüviyetleriyle görmek imkânsızdır. "Sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler" (A'raf, 7/27). Bazı müfessirler bu âyete dayanarak onların asla görülemeyeceği hükmünü çıkarmışlardır.16 Ancak cinler yapıları itibarıyla aynen melekler gibi lâtif olduklarından temessül edebilirler. Kaldı ki Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) bir gece bir grup cinle bir arada bulunmuş, onlara Kur'ân okumuş, sabah olunca da durumu sahabe-i kirama anlatarak yaktıkları ateşin kalıntılarını kendilerine göstermiştir." Ayrıca yine Efendimiz'in cinlere vahyi tebliğ etmek maksadıyla muhtelif zamanlarda altı defa görüştüğünü tesbit ediyoruz.18 Bu durumun "Resuli's-Sakaleyn" sıfatı ile Peygamber Efendimiz'e has bir keyfiyet olduğu düşünülmelidir. Mi'racda Rabbi ile görüşen, Cebrail (as) ile sürekli beraber olan Zât (sav)'ın cinleri görmesi de gayet tabiîdir. Ne var ki, insanlar için durum farklıdır. Cenâb-ı Hak, insanları cinleri görebilecek keyfiyette yaratmamıştır. İnsanlar onları göremezler ama onlar bizi görebilirler.19
Cinler Sorumlu Tutulacak mı?
Kur'ân-ı Kerîm cinlerin de tıpkı insanlar gibi mesul olduklarını ifade eder. Onlar da insanlar gibi âhirette hesaba çekilecektir. İnsanların ve cinlerin sadece Allah'a ibadet etsinler diye yaratıldıklarını ifade eden âyetten bu anlaşıldığı gibi aşağıdaki ayet de bunu göstermektedir.
"Şimdi onlar da kendilerine (azap) sözü gerekli olmuş kimselerdir."(Fussilet, 41/2; Ahkâf, 46/18)
"Ey ins ve cin topluluğu, içinizden size, âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?"(En'am, 6/130). Burada sualin sorulması onların da mesul olacaklarını teyit içindir. Çünkü eğer elçi gelmişse ve azap edilecekse bir mesuliyet söz konusudur. İkinci âyetin devamında cinlerin sorumlu tutulduklarına şehadet ettiklerini görüyoruz (En'am, 6/130). Öte yandan Resûl-i Ekrem (sav) döneminde cinler belli bir mes'uliyet şuuru içinde Kur'ân karşısında her işi bir yana bırakmış bu ilâhî davete koşmuşlardır. Sonra da kendi kavimlerinin içine dönmüşler ve "Ey kavmimiz, Allah'ın elçisine uyun ve O'na inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi elim azaptan korusun" (Ahkâf, 46/31) demişlerdir.
Cinlere de Peygamber Gönderilmiştir
Kur'ân âyetlerinden cinlere de peygamber gönderilmiş olduğunu anlıyoruz. "Biz resul göndermedikçe hiçbir kavme azap edecek değiliz." (İsra, 17/15). "Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir." (Fâtır, 35/24).
Bu âyet-i kerîmelerden çok sarih olarak onlara da peygamber gönderilmiş olduğunu anlıyoruz. Ancak burada akla bir soru gelebilir. Acaba onlara gönderilen peygamber insandan mı yoksa cinden mi? Cinlerin de bir ümmet ve bir kavim olduğu düşünülürse onlara da kendi nevinden bir uyarıcının gelmesi gayet tabiîdir. Ancak Kâinatın Efendisi (sav)'nin hem inse hem de cinne peygamber olarak gönderildiği muhakkaktır ve bu meziyet, sadece risalet-i Muhammediye'ye has bir keyfiyettir.
Cinlerde Cinsiyet Var mı?
Cin sûresinde geçen, "İnsanlardan bir kısım adamlar, cinlerden yine bir kısım adamlara sığınıyorlardı." (Cin, 72/6) âyetini açıklayan merhum Hamdi Yazır, meseleyi temessül buudunda yorumlayarak konuyu izah cihetine gitmiştir. Elmalılı, tefsirinde şu malûmatı verir:
"Burada cin hakkında rical tabirinin kullanılması şayan-ı dikkattir. Bazıları, cinlere rical ıtlak olunmaz demişlerdir. Bu âyette ricalin ikisinden de murad, ins ricali olarak mânâ şudur: 'İnsten birtakım rical, cinnin şerrinden birtakım ins ricaline sığınıyorlardı. Meselâ 'bu vadinin cirminden Huzeyfe'ye sığınıyorum' diyorlardı. Buna göre cinden, insden gibi beyaniye olarak ricalin sıfatı değil, ibtidaiyye olarak mefulün bihi gayr-i sarihdir. Bu sığınış ise ölmüş veya diri bir adamın ismine ve ruhaniyetine veya kahinlere müracaat gibi fiilen kendisine müracaat suretiyle de olabilir. Bu mânâ da güzeldir. Bu surette cinnin erkekliğine dişiliğine delâlet eder bir taraf yoktur. Lâkin cumhur-u ulema, "min"den ikisinin de beyaniyye olmasını zahir görerek bu âyetin zahiri cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğuna ve onların erkeklerine de rical tabir olduğuna delâlet eder demişlerdir. Şu halde hiçbir hayvanın erkeğine recül denilmediği düşünülürse burada ins mukabili cinlerin başka bir hayvan olmayıp insanların içinde gizli mahlûklar olması iktiza edeceğini düşünmek gerekir. Bunun için biz cin hakkında rical tabirini hakikatleri itibarıyla değil, temessülleri itibarıyla olmasına hamletmek istiyoruz."20
Cin Sûresi
Cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, dinledikleri Kur'ân'ın cinler üzerindeki tesiri ve âhiret hayatının kesin olduğu hakikati bu sûrede çok kesin ifadelerle gözler önüne serilir. Buna göre cinlerin de mü'mini, kâfiri, iyisi ve kötüsü vardır. inanmayan cinler de, tıpkı insanların kâfirleri gibi cehennemin yakıtı olacaklardır. İnanan insanların onlardan çekinmelerine, korkmalarına hiç gerek yoktur. Çünkü onlar Allah'a sığınanlara ve O'nun koruduklarına hiçbir zarar veremezler. Kendilerine sığınanlara da bir fayda sağlayamazlar.
Gaybı Bilebilirler mi?
İnsanlar her zaman bilinmeyeni merak edegelmişlerdir. Bu, eskiden de böyle idi; günümüzde de ruh çağırma seansları bunun ifadesinden başka bir şey değildir. Kur'ân'ın geldiği ortamda cinlerin gaybı bildikleri ve her şeyden haberdar oldukları zannedilirdi. Halbuki Cenâb-ı Hak peygamberlerden dilediği hariç, Kendi gayb bilgisine kimseyi muttali kılmamıştır. Ayrıca Kur'ân geldikten sonra cinlerin eskisi gibi etkili olamadıklarını ve onun karşısında acziyetlerinİ itiraf ittiklerini hadîslerden öğreniyoruz. Meselâ:
İbn-i Abbas (ra)'ın cin sûresinin nüzul sebebi olarak zikrettiği bu hadis aynen şöyledir. "Şeytanların semadan haber almaktan menedildiği bir dönemde Hz. Peygamber (sav) sahabeden birkaç kişi ile birlikte Sûk-u Ukaz'a doğru gidiyordu. Semadan kovularak geri dönen şeytanlara kavimleri neden hiçbir haber getiremediklerini sorunca onlar da, engellendiklerini ve üzerlerine alevlerle (şihâp) saldırıldığım söylediler. Bunun üzerine kavimleri onlardan bunun sebebini, her tarafta araştırmalarını istedi. İçlerinden Tihame'ye doğru ilerleyenler Sûk-u Ukaz'a gitmek üzere Nahle'de bulunan Peygamberimiz'in olduğu yere varmışlardı. Bunlar, o sırada ashaba sabah namazını kıldırmakta olan Peygamberimiz (sav)'in okuduğu Kur'ân âyetlerini işitince haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anlayarak geri döndüler ve kendilerini hayran bırakan Kur'ân'a inandıklarını, artık Rab'lerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıkladılar."21
NETİCE
Kur'ân'ın müstakil bir sûre ve yirmi küsur âyetle ortaya koyduğu prensiplerden anlıyoruz ki cinler, insanlardan pek farklı yaratıklar değillerdir. Onların bizler için hep ürküntü verici mahluklar olmaları, biraz görülmemelerinden biraz da onların bizden farklı yaratılmalarından kaynaklanmaktadır. Meselâ, kesif maddelerden geçebilme gibi özelliklerinden ileri gelmektedir. Bununla beraber kötülüğe daha meyilli oldukları da anlaşılmaktadır. Cinlerin tesirinden kurtulmak ve onlara maruz kalmamak için sihir veya büyü gibi yollar yerine, Kur'ân okumanın, Allah'la irtibatı daha sağ-lamlaştırıp ibadet ü taate devam etmenin dışında herhangi bir yola tevessül edilmesi doğru değildir.
DİPNOTLAR
1) R. İsfehani, Müfredat. Cin md.
2) Asım Efendi, Kamus. Cin md.
3) A.g.e.
4) Elmalılı, 10/192 (Zaman Gzt. Neşr.)
5) Müfredat. Cin md.
6) Matta, 12/28; Luka, II/20.
7)Cahız, K. Hayavan, VI/164.
İbn-i Kesir, H/550.
9) Müfredat, "MRC" md.
10 Kamus, "SMM' md.
11) Elmalılı, 5/207.
12) A.g,e.. 8/5388.
13) A. Hulusi, s.61.
14) Nurbâki, s. 53.
15) Menâr, III/96.
16) Mefatih, 10/335.
17) Buhari, Menakıb. 132; Müslim, Zühd, 60.
18) Kurtubi, 19/5; Alûsi, 29/83.
19) Mefatih. 10/334.
20) Elmalılı, 8/5014.
21) Buhari, Tefsir Cin Sûresi tefsirinde.
.
|
|
Bugün 76 ziyaretçi (182 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|