|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
TARİH-NAKŞ
MESİNEVEB
TARİH SAYFALARI
Şeyh Abdullah Melekani'nin torunu Xwenda Benahol ile yapılan röportaj:
Şeyh Said hareketinin Muş-Varto cephe komutanı Şeyh Abdullah Melekani üzerine 29 Ocak 2011 tarihinde Serbesti sitesinde bir yazı kaleme aldım. Bu yazımı araştırma ve inceleme olarak derlediğim bilgiler şeklinde mümkün olduğunca az hata ile Kürd kamuoyuyla paylaştım. Yazımın muhatabı sayılan Şeyh Abdullah'e Melekani'nin torunu ve aynı zamanda dost ve arkadaşım benimle iletişime geçti. Serbesti sitesindeki araştırma ve inceleme yazımı dikkatlice okuduğunu bana bildirdi. Yazıda yapılan hataları kendince tek-tek tesbit ettiğini belirtti ve bu şifahi sohbetimizde epeyce de tartıştık.
Bu araştırma ve inceleme yazımı yazarken aileye yakın olan ve başta "Melekon Şeyhleri" kitabının yazarı Mella Abdullah Akdeniz'le defalarca şifahi görüşmem oldu. Kürd kaynakları başta olmak üzere Türk kaynaklarını da irdeledim. Başlangıçta Şeyh Abdullah Melekani'nin torunu ile de temasa geçebilseydim belki bu hatalar daha az olurdu. Ne yapalım ! Yaptığımız işin zorluğu da zaten burada yatmaktadır. Doğrulara ulaşabilmek ancak tarihe mal olmuş yanlış ve eksik birçok konuyu rafine etmekle, konuları en ince detaylara varıncaya kadar netleştirmekle mümkündür. Şeyh Abdullah Melekani'nin torunuyla yaptığım istişareler sonucunda kendilerinde olan bilgileri bir röportaj şeklinde Kürd kamuoyuna sunmanın en doğru yöntem olduğu üzerinde karar kıldık.
Bu röportajı yayınladıktan sonra belki başka taraf veya muhataplar da çıkacaktır. Bu konuda kimsenin kuşkusu olmasın ki taraf olan herkese aynı duyarlılığı ve demokratik zemini sağlamaya Serbesti sitesinin de özen göstereceğine inancım tamdır. Bu tartışmalardan dersler çıkardığımız gibi, bazı hasassiyetleri de daha iyi algılayacağımıza inanıyorum. Tartışmalardan gerek benim, gerekse konuya muhatap olan tarafların birbirinden alacağı ve etkileneceği bilgiler olacaktır. Doğru ve tarafsız bilgilere ulaşmamız ise geçmiş dönemlerin berraklaşmasına katkı sunacaktır.
Serbesti/ Orhan Kaya
***
Röportajı sunuyorum;
- Binbaşı Kasım’ın duruşunu, hareket öncesi ve sonrası olarak hangi kategoriye koyuyorsunuz?
- Binbaşı Kasım 1925 Şeyh Said Hareketi’nin ihanetlerinin ve başarısızlıklarının sembolize edildiği bir kişidir. Bu konuda sağlıklı bir değerlendirme için Kasım’ı hareket öncesi ve sonrası tanımamız lazım.
Binbaşı Kasım Hamidiye alaylarına subay ihtiyacı için İstanbul’da eğitim almış Cibran Aşireti’nin Temuran Kolu reisi Silemani Ahmed’in oğludur.
Kasım Bey idealist olmayan, pragmatist, pozitif dünya görüşüne sahip, itikadi açıdan da ehli sünnetten uzak, daha çok mutezile itikadına yakındır. Ama hareket sonrası da bir sofi kadar dine bağlanan biri olur.
Seyda Mele Selim Taş anılarında diyor ki;
Ben Kasım’a sordum.”Sen niye önceden harekete ve çalışmalarına katılmadın?” Bana dedi ki “Biz komite olarak karar aldık(Azadi Cemiyeti). Kemal Paşa’yı öldürecektik. Ama kimseyi toplayamadık ki bu işi yapalım. Baktım ki bunlardan bir şey çıkmıyor, bu işi dahi beceremiyorlar, ben de Kürd davasından soğudum.”
Ayrıca tüm Kürd aşiret ve aileleri arasında kıskançlık ve çekememezlik vardır. Bu durum Cibran aşiretinin kolları arasında hat safhadadır. Miralay Xalıt Bey Xelilan kolu, Kasım Bey Temuran kolu, Hacı Reşit ile Baba ve Kamil Beyler ise Maxsudan kolundandırlar. Bunların arasında daha önce ölümlere varan tartışmalar olmuştur. Bu yüzden de Binbaşı Kasım Xalıd Bey’i çekemiyor, başarılı olmaması için de ihbarlarda bulunuyordu. Kısacası Binbaşı Kasım hareket öncesinde yaptıklarını 1945 tarihinde Söke Kaymakamı Kazım Atakul’a verdiği dilekçede biraz da abartarak anlatıyor. İhbarlarını kendisi söylüyor zaten.
Hareket sırasındaki davranışları hep tartışmalıdır. Bu konuda bir ittifak yoktur. Hareket sonrasındaki tartışılan olay Abdurrahman Paşa Köprüsü’ndeki gelişmelerdir. Benim de kanaatim odur ki ve Melhemli Köyü’ne kadar olayların içinde olan Xelile Sebri’nin de işaret ettiği gibi köprüdekilerin Kasım’a ihanetiyle yakalanmaktan çok kendilerini yakalatma olayı var. Yani tefekkürle kadere razı olma durumu var. Bunun alternatifi çok daha trajik olabilirdi.
Bir de burda yazınızda belirttiğiniz gibi Xelile Sebri’nin oğlu Selim Kılıçoğlu’nun anılarında Şeyh Said ve Şeyh Abdullah’ı küçük düşürücü ifadeler kullandığını söylüyorsunuz. Tahsin Sever’in makalesinde bu olay şöyle anlatılıyor;
Xelile Sebri diyor ki ”Bizim Melhemli Köyü’nden Şeyhlere kızıp ayrılma sebebimiz Şeyhlerin Binbaşı Kasım’ın sözünden hiç çıkmamaları, bir haftadır ne diyorsa onu yapmalarıdır.”
Burda küçük düşürücü bir ifade yok da Xelile Sebir fotoğrafın tamamını görmediği için bu yorumu yapmıştır. Olayın aslı Kasım’ın Şeyh Said ve Şeyh Abdullah’ı yönlendirmesinden çok, Şey Said ve Şeyh Abdullah’ın Kasım’ı aracı olarak kullanmalarıdır.
Bu sonuca nerden varıyoruz? O günlerdeki duruma bakalım.
Varto alındıktan sonra plana göre Hınıs’tan yardımcı kuvvetler gelecekti. Varto Erzurum güzergahı güvenliğe alınacaktı ve Osmanlı Ordusu Varto’ya giremeyecekti. Şeyh Abdullah bunun için Şeyh Ali Rıza ile Ahmet Sever’i iştişare sonucu bu iş için gönderir. Bunlar giderler Hınıs’tan böyle bir yardımcı kuvvetin gelmediğini görürler ve Osman Nuri Paşa Ordusu’nun da Varto’ya doğru geldiğini işittiklerinde Şeyh Varto’ya dönmez, Malazgirt -Bulanık tarafına gider. Ahmet Bey de bu haberi Varto’ya getirince ilk panik başlar. Buna ilave olarak Alevi ve Çerkez aşiretleri de harekete karşı silahlanınca dağılma başlar. Ve Şeyh Abdullah da kuvvetleriyle beraber Solhan tarafına çekilir. Şeyh Said’in de Diyarbakır yenilgisinden sonra Melekhan Yiğik’e gelişiyle(yanında oğlu Şeyh Gıyasettin ve yardımcı Nebo’dan başka kimse yoktur) uzun bir tartışmadan sonra İran’a(Bın-xet) doğru gitmeye karar verirler. Güzergahları Gırbaz, Qerebegan, Xabiban’dan Abdurrahhman Paşa Köprüsü üzerinden Melhemli Köyü’ne varıyorlar. Mevsim kış, her taraf çamur ve bataklıktır. Soğuk ve açlık da başlamış, yorgunluk ise hat safhadadır. Çevreleri de Osmanlı Ordusu, Üç Alevi Aşireti ve Çerkez Milislerince sarılmıştır. Fotoğraf bu. Bu durumda ne karar vermeleri beklenilir. Her halde Mele Mustafa Barzani’nin 1947’deki uzun yürüyüşü gibi vuruşa vuruşa İran’a varmalarını kimse bu iki zikir ve tarikat ehlinden beklemiyor. Melhemli Köyü’ndeyken yanlarında 250-300 kişi var. Herkesin gidip kurtulmasını istiyorlar. Çoğu zor olsa da gönderiliyor. Kalan 25-30 kişi ile tekrar Abdurrahman Paşa Köprüsü’ne geri döndüler. Ve Münir Osman Paşa tarafından alınmalarını beklediler. Hatta bir iddaya göre Kasım “Bu çapulculara yakalanacağımıza(Alevi ve Çerkez Milislerini kastederek) Osman Nuri Paşa bizi yakalasın.” demiştir. Ve bazılarının idda ettiği gibi Kasım’ın bir yönlendirmesi yoktur.
Sosyal olaylar tabiat olayları gibi maalesef ki deneye gelmiyor. Bu koşullarda başka bir alternatifin ne tür vahim sonuçlar doğuracağını kimse bilemez.
Hareket bir provakasyon ile başladı. Bir sürü hatanın da eklemlenmesiyle Abdurrahman Paşa Köprüsü’nde trajedi ile sonuçlandı. İçi dolu olmayan bir hareketti bu. Ama yıllardır Kürd halkına kazandırdığı ulusal bilinç inançlarımız ve Kürdlüğümüze karşı yapılacak saldırılara karşı mücadele azmi aşılaması bakımından 1925 hareketi tarihteki yerini almıştır.
Şeyh Abdullah Melekani’nin “Yaptığımızın hareketin kendisinden çok sonuçları önemlidir.”demesi bunun özetidir.
Şeyh Abdullah Melekani ile binbaşı Kasım Bey arasında yaşanan olayları kısaca analiz eder misiniz ?
-Bizim bölgede 1925 Şeyh Sait hareketine “Tertelé Şexon” diyorlar. Yani Şeyhlerin hareketi veya başkaldırışı anlamındadır. Hareketin başlangıcından Varto cephesine kadar olanları okuyucuların bildiğini kabullenerek sorunuzu cevaplamaya çalışayım. Yalnız, burda aklıma gelen bir şeyi de belirtmek isterim Şeyh Sait ifade vermemek için Kol Hisar’dan Diyarbakır’a gitmek için uğradığı köy ve yerleşimlerde toplantılar yapmamıştır, böyle bir şey de yoktur. Çünkü Şeyh Sait bir hareketi yapmak veya başlatmak için gitmiyor. Devletin dikkatini çekmeden kışı geçirmek için Diyarbakır’a gidiyor. Niye dikkati çekecek toplantılar yapsınki ? Şimdi sorunuza gelirsek kışın ortasında hareketin başlamasında Şeyh Abdullah rahatsızlık duyuyor ve zaten Şeyh Sait Melekhan'da iken kendisini bu konuda uyardığını anlatıyor, bu kışı Melekhan’da geçirmesini ve kızının kendisine iyi bakacağını söylüyor. Mutlaka da gidecekse eğer dikkat çekmeden, kalabalık toplamadan gitmesini istiyor. Ama olan olmuş ve hareket başlamıştı. Önce Şeyh Abdullah çevresindeki ulemadan fetvalar alıyor ve 1 fetva hariç hepsi olumlu geliyor. Daha sonra çevredeki aşiret ailelere harekete katılması için mektuplar yazıyor ve sonrada Gırnas köyünde 3000 kişiye yakın bir kalabalıkla iştişare toplantısını yapıyor. Şeyh Abdullah’ın, Binbaşı Kasım ile olan ilişkisi burda başlıyor. Cibran aşiretinin tüm kolları bu harekete katılıyor. Şeyh Sait her kesimi bir arada tutan bir görev üstlenmiştir. Şeyh Abdullah hareketlerinde askeri tecrübeye sahip olmadığı için önce Bitlis’e gidip kuzeni de olan Cibranlı Halit Bey’i kurtarmayı öneriyor. Burada antiparantez içinde bir şeyi hatırlatayım, Halit Bey yakalanmadan önce her yıl mutlaka yazın Melekhan’a gelir 10-15 gün kalırmış. Köyde o günlerin şenlik havasında geçtiğini söylerlerdi. İkisi yalnız kalınca da hep siyaset ve planlar üzerinde konuştukları rivayet edilir. Gırvas’daki Şeyh Abdullah’ın bu önerisine karşı Kasım Bey’in kardeşi Hacı Reşit öne atılarak , Kasım Bey’in bu vazifeyi yerine getirebileceğini söylüyor. Yazınızda da bunlar var ama önemli olduğu için tekrar ifade ediyorum. Şeyh Abdullah Hacı Reşit’e diyorki , benim bildiğim Kasım harekete soğuk bakıyor. Hatta şimdiye kadar aleyhinde olduğunu işitiyorum. Niye kararını değiştirdi? diye soruyor. Hacı Reşit de Kasım’ın yaptıklarından pişmanlık duyduğunu ve af dilemek için de izin istediğini söylüyor. Nihayet Varto’ya geliyorlar ve Kasım gelip ağlaya sızlaya, yalvara yakara özür diledikten sonra affediliyor. Bu ara Şeyh Abdullah Efendi, Kasım’ın öldürülmek istendiğini seziyor. Ve bunun yanlış olacağına inanıyor. Hem Cibran aşireti kolları arasındaki hassas denge bozulacak belki de böyle bir olay tüm Cibranlıları birleştirip diğerleriyle karşı karşıya getirecektir. Böyle bir provokasyona izin vermiyor. Ayrıca Kasım’ın askeri tecrübesinden yararlanma şansını da yok etmek istemiyor. Gerçekten de Varto cephesinde emekli Binbaşı Kasım dışında askeri tecrübesi olan yani bu görevi yapacak hiç kimse yoktur. Bu kadar hazırlıksız bir başkaldırıyı varın siz düşünün. Şeyh Abdullah bütün bu gelişmelerden sonra, ikindi namazı için istirahate çekiliyor. Evde Şeyh Abdullah’ın 19-20 yaşlarındaki iki amcazadesi , Şeyh Abdurrahman (Katıksız) ve Şeyh Abdulkadir (Katıksız) odada var. Bundan sonrasını Şeyh Abdurrahman anlatıyor. Diyor ki;
Kasım Bey içeri girdi. Gerekli saygıdan sonra heyecanla anlattı. ”Şeyh’im bu iş böyle olmaz. Askerlerin odur bir eyerle bir at için birbirini yiyorlar. Bunlar yakında çapulculuğa da başlarlar. Bunun önlemini almak lazım.
Şeyh Abdullah der ki;
“Kasım ne yapalım? Nasıl davranalım peki. Hele bir anlat bakalım.”
Kasım der ki;
“İlk yapacağımız şey Divan-ı Harp’i kurmak ve kargaşa yaratan iki kişiyi asmaktır.”
Şeyh Abdullah biraz kızarak “Kasım Kasım! Biz insanları yaşatmak için geldik öldürmek için değil. Bunu geç, başka önerin varsa anlat.”
Kasım devam eder;
“Peki, bundan vazgeçelim. Şeyh’im iki türlü savaş var. Biri cephe savaşı ikincisi çete savaşıdır. Cephe savaşının kuralları bellidir ama çete savaşının kurallarını hareketin başı olarak sizin koymanız lazım. Kim nerde yatacak? Atları nereye bağlayacaklar? Nerde nöbet tutacaklar? ve buna benzer konularda kararları siz vereceksiniz.”
Şeyh Abdullah Efendi biraz da tebessüm ederek “Kasım ben ne anlarım onlardan? Bunları hallederiz sonra.”
Bu diyalogdan sonra hepimiz evden çıktık. Hükümet Konağı’nın yanındaki ağacın altına gittik. Şeyh Abdullah herkesin toplanmasını istedi. Kısa sürede herkes geldi.Şeyh Abdullah önce herkesin biat etmesini istedi. Bu merasimden sonra yüksek bir taşın üzerine çıkarak o konuşmasını yaptı. Ve Kasım’ı da askeri yetkili olarak atadı.
Aklıma gelmişken bu gelişmeden sonra Varto Hükümet Konağı’na bir Kürd bayrağının asıldığı söyleniyor. Bazı yazılı kaynaklarda bunun olduğu gibi Seyda Mele Selim de bunu anlatıyor. Böyle bir bilgi var ama kimse bu bayrağın rengi ve şekli hakkında yorum yapmamış. Bakın 1920 lerde Kürd Teali Cemiyeti ikiye bölünüyor bağımsızlıktan ve özerklikten yana olanlar diye. Bağımsızlıkçı kanat Kürd İştimai Cemiyeti’ni kuruyorlar. Bunları Ekrem Cemil Paşa anılarında yazıyor. Bayrağı da üstte kırmızı ortada beyaz şerit üzerinde güneş figürü ve altta da yeşil renk olarak tarif ediyor. Bu bağımsızlıkçı kanatın Koçgiri Hareketi’nde çok aktif rol aldığı biliniyor. Varto’da 1925’te asılan bayrak bu bayrak olabilir mi? Öyleyse çağdaş Kürd tarihindeki ilk Kürd bayrağı 1925 Varto’da açılmıştır diyebiliriz.
Abdulmelik Fırat’ın Mezopotamya Sürgünü adlı kitabında Şeyh Abdullah hakkındaki olumsuz düşüncesine gelince,
- Yukarıda gelişmeler hakkında bilgi verdim. Sebep ve sonuçlarıyla açıklamaya çalıştım. Tüm bu olaylardan 85 yıldır Melik Bey dışında hiç kimse gelişmelere o şüpheyle bakmadı ve yorumlamadı. Gerçi Melik Bey’de amacının o olmadığını bunu kitabının yazarının hatasından kaynaklandığını söylese de bir defa yazılan yazılmıştır. Ve bunu reel bir karşılığı da yoktur. Melik Bey böyle bir şeyi niye ima edebilir? Bunun tek izahı 1925 hareketinin toplumumuz nezdinde oluşan etkinin ranta dönüştürülme çabasıdır. Şeyh Said’in evlatları dışında Hınıs’taki diğer aile fertleri harekete bir fiil katılmadılar. İlginçtir ki harekete katılmayan bu aile taalluku bu hadisenin sonuçlarından hep siyasal ve ekonomik bir rant beklemişlerdir. Hadiseye biraz da bu rant gözüyle bakınca diğer aile ve aşiret önderlerini küçümser tavırları maalesef olmuştur. Örneğin; Cibranlı Xalıt Bey için de “O ne yaptı ki? Ne katkı sağladı ki 1925 hareketine?” gibi tavırlar sergilemişler. Bu kürd halkı tarafından hep üzüntüyle karşılanmıştır. Sorduğunuz konuya en güzel cevabı Şeyh Ali Rıza Efendi 1960 ların sonunda vermiştir. Şeyh Ali Rıza Efendi ile(Şeyh Said’in oğlu) Şeyh Ebubekir Efendi’nin(Şeyh Abdullah’ın yerine geçen kardeşi) evleri Elazığ’dadır. Şeyh Ali Rıza Efendi misafirliğe gelir. Bu duyulunca kalabalık bir cemaat de oluşur ve sohbet etmeye başlarlar. O sırada Şeyh Abdullah’ın tek evladı Amine Hanım misafirleri sormak için içeri girer. Şeyh Ali Rıza Efendi ayağa kalkar bu vaziyette birbirlerini sorduktan sonra Amine Hanım gider. Şeyh Ali Rıza Efendi ayağa kalkma olayında akrabaların tepkisini sezer ve der ki “Beni ayağa kaldıran Şeyh Abdullah’ın hatıratıdır.” Amine Hanım da onun bize bıraktığı emanetidir. Siz siz olun bu konu da saygıda kusur etmeyin. ”Ve o an odayı hüzünlü bir duygu kaplar.
Kutsal dini inançları ve milli davaları için şehadet şerbetini içen tüm Kürdistan şehitlerine azami saygıyı herkesin göstereceğine inancım tamdır.
Şeyh Abdullah ailesini hareketten sonra Bongulan(SOLHAN) ve çevresinde kimler tarafından korundu ve bunun süresi ne kadardır?
- Hadisenin bitiminden sonra Melekhan köyünde Şeyh Abdullah Efendi ailesinde 12 yaşından büyük kimse kalmamıştı. Aile darmadağan olmuştu. 1925 hadisesinde ailede şehit olanların listesi şunlardır; Şeyh Abdullah Efendi, Hacı Xeli(BAZMANAN) ve oğlu Mele Emin Diyarbakır’da idam ediliyorlar. Şeyh İbrahim (Şeyh Abdullah’ın kardeşi) ve Şeyh Kasım’ın oğlu Mexık Bitlis cezaevinde öldürülüyor. Şeyh Kasım Amasya cezaevinde öldürülüyor(Şeyh Abdullah’ın amcazadesi). Mele Mahmut (Solhan Kasmanlı) Varto alındığında çatışmada şehit oluyor. Feqi Mexemed Çorum’da öldürülüyor. Kalan aile fertleri de cezaevinde tutuklu veya dağda mahkumlar. Bu koşullar Şeyh Abdullah’ın iki hanımı Nafiye Hanımla, Hayriye hanım ve kız kardeşi Rukiye Hanımı güvenilir aile dostu Ömeran aşireti ileri geleni Abdullkerim-i Kıno’ya teslim edilirler. Abdulkerim-i Kıno bunları 6 ay kendi köyü Ömeran başta olmak üzere Gızo, Perxu, Tavz ve civar köyler devamlı yer değiştirerek korumuştur. Şeyh Abdullah’ın tek evladı Amine hanımıda bu sıralarda Perxu’da yetim olarak Dünya’ya geliyor. Bu köyler Ardüşen Beylerine bağlı köylerdir. 6 aydan sonra sürgün kararı gelir ve 3 bayan sürgün edilir. Ancak aile 3 bayanın yanına gönüllü bir sürgüncü olarak amcazadeleri Şeyh Hasan’ı refakatçi olarak gönderirler. 2 aylık bebekle beraber 5 kişi Aksaray’a sürgüne gider. O menfide çekilenler ayrı bir hikayedir. Nihayet 1928 affıyla geri dönerler. Olayın aslı budur. Serbesti’de okuduğum yazında bu kısımlar yanlış olmuştur.
Amine Hanım’a Mehmet Bey’in Şerefattin Yaylasını hediye ettiği iddası var. Ayrıca diğer yayların iktisabıyla ilgili bize açıklayıcı bilgiler verir misiniz?
- Orhan Bey şimdi Şerafettin Yaylalarıyla ne önce ne şimdi Ardüşen Beyleri arasında hiçbir bağ olmamıştır. Amine Hanım için bahsettiğiniz yayla Amine Hanım’a dedesinden miras yoluyla kendisine kalıyor. Eğer Ardüşen Beyleri kendisine bu yayları verselerdi tapu kayıtlarında bu intikal gözükürdü. Diğer yaylaların hikayesine gelince 1800'lerin sonlarına kadar Şerafettin Yaylaları Acem Aşireti olan Bilikilerindi(Acem deniliyor ama asılları Azeriymiş). Bu aşiret kışın İran platolarına yazın da Şerafettin dağlarına gelirlermiş. 1900'lerin başında Osmanlı ile İran anlaşarak sınırları ihlal eden bu tür göçebe aşiretlerin geçişlerine izin vermiyorlar. O arazileri Osmanlılar hazineye kaydediyorlar ve bir süre sonra da ihaleye çıkarıyorlar. Şeyh Abdullah’ın babası Şeyh Mahmut Efendi ihalede o yaylaların bir kısmını alıyor. Bir kısmını da Bağlulu İbrahim Beyler (MALA SUAR) alıyorlar. Şeyh Abdullah bu yaylalardan birisini de(KANDİL YAYLASI) tüm köye bağışlıyor. Ve asla bu yaylardan gelen kirayı da yemezdi. Çünkü ittikadına göre emek sarf etmeden gelen gelir mekruhdur ve yenilmezdir.
Ardüşen Beylerinin durumuna günümüzde yardım ve yataklık diyebilirmiyiz ?
A) Bu yardımı yapmayı göze alıyorlar ama harekete niye katılmıyorlar. Görüşlerinizi açabilir misiniz?
- Ardüşen Beyleri yörede devleti temsil eden güçdü. Ardüşen mutasarrıflıktı. Halkın diğer kesimlerinde olan dini ve milli kaygılar o zamanın beylerinde olmayabilir. Ardüşen Beyleri'nin harekete katılmasını bırakın da Beylerden çekindiklerin için (ÖRN:Ömeran, Tavz) birkaç aşirette harekete destek vermedi. Burda tarihi bir vakayı da anlatmak istiyorum; ŞEYH Abdullah Efendi Varto üzerine gitmeden önce aşiret ve toplumun ileri gelenlerine harekete katılmaları için mektup ve adam gönderdiğini söylemiştim. Bunlardan biri de Badiki Aşireti reisi Keranlı Yusufe Temo'ydu. Ardüşenli Mahmut Bey Yusufe Temo’ya mektubu götüren ulağı yakalar ve kendisine bir inek vererek mektubu ondan alır. Bu mektup Diyabakır İstiklal Mahkemesinde Şeyh Abdullah’ı akıbetini hazırlayan belgelerden biri olur.
B) Bu aile devlet tarafından sürgüne gönderiliyor. Sefalet ve zulum içinde yaşıyorlar.
Hareket sonrasi iki aile arasındaki ilişkiler nasıl olmuştur?
- Harekete katılsın yada katılmasın bütün Kürd aileleri sürgüne gönderilmişler, malları ellerinden alınmış, perişan edilmişlerdir. Çünkü Kemalist iktidar fiilen yok edemeyeceği bir halkı kültürel bir soykırıma uğratıyor. Bundan dolayı ileride potansiyel tehlike olabilecek herkes nasibini alır. Hareketten sonra mağdur olan iki ailenin arası hep iyi olmuş ve birbirlerine destek olmuşturlar. Örnek verirsek Ardüşen Beyleri ailesinden Cemal Yavuz CHP’de 1960’larda milletvekili olunca Şeyh Ebubekir Efendi tüm gücüyle kendisini desteklemiştir.
Kürd toplumunda aristokrat aileler arasındaki çekişmelerin sebebi nedir?
- Açıkçası bunun sosyal, ekonomik, toplumsal ve hatta coğrafik sebepleri vardır. Geri tekniklerle üretim yapan tüm toplumlarda bu tür sorunlar vardır. Kapitalist ilişkiler geliştikçe bu tür sorunlar zamanla ortadan kalkar.
Şeyh Said hareket bastırıldıktan sonra niye başka yerden İran’a gitmiyor da gelip Melekhan’da bu kararı alıyor?
- O günün koşullarında ve tüm eksikliklere rağmen en derli toplu ve düzenli cephe Varto Cephesiydi. Güçlerini muhafaza etmişlerdi. Diğer bütün cepheler çok dağınık ve kargaşalıydı. Kimsenin kimseden haberi yoktu. Şeyh Said bunu gördüğü için damadının yanına geldi. Zaten önceden de tüm kararları ikisi istişare ederek alıyorlardı. Yine de öyle olmasını istemiş olabilir.
Burda bir iki yanlışı da düzeltmek istiyorum.Yazınızda; Şeyh Abdullah Efendi Binbaşı Kasım’ı askeri yetkili atayınca Şeyh Said’in memnuniyetsizliğini bildirdiğini söylüyorsunuz. Böyle bir şey yok. O sıralarda Şeyh Said Efendi Varto’da değil ki memnuniyetsizliğini bildirsin. Bir de şöyle bir cümle yazınızda geçiyor; ’’Şeyh Said Efendi fazla zorlanmadan ailevi ve dini bağlılıklarından dolayı kısa sürede ikna eder.’’ Şeyh Said Efendi Şeyh Abdullah Efendiyi niye ikna etsin ki? En başında ikisi de işin içindeler ve tüm gelişmeleri biliyorlar. Büyük bir ihtimalle Azadi’yi de biliyorlar. Son bir şey daha söylemek istiyorum. Kürd toplumunun tarihe bakış açısında bir sorun gözüküyor gibi. İşin kolayına kaçarak sembollerle işi halletmeye çalışıyorlar. Mesela Bedirxanelerin yenilgisini Yezdanşer’in ihanetine Dersim-i Reyber’in işbirliğine ve ya Şeyh Mahmut Berzenci hareketinin yenilgisini Şeyh Mahmut’un komplekslerine bağlamak gibi. Bu bakış açısını 1925'deki sembollerde de görüyoruz. Böyle olunca da başka sebepler araştırmaya gerek görmüyoruz. Böyle bir toplumsal tarih algılaması diğer toplumlarda olmasa gerek. Tarihe ve olaylara daha bilimsel ve determinist bir açıdan bakmamız gerekiyor. Şeyh Said hareketi İslami ideolojiyle yapılan Kürd halkının hareketidir .Herşeyiyle Kürdistani bir harekettir.
11/06/2013
Belirli bir zümrenin üyesi olmak geçmişten günümüze önemini herzaman korumuş toplumsal bir olgudur. İnsanların birarada olabilme becerisi sahip olduğu değerleri yaşatabilmesi ile doğru orantılıdır. Bizler geçmişi bilmeyi çok önemseriz, anlamlı buluruz ve bunun ne kadar gerekli olduğunu her fırsatta dillendiririz. Topluluğu ayakta tutan maneviyatın gelecekte de devam edeceğini, insanın var olduğu sürece örgütlü bireylerle paylaşma esaslı ilkelerin ışığında yürümeyi hedef edineceğini doğru bulur ve bu konuda siyaset yapmaya, politika üretmeye, değer yargıları geliştirmeye çabalarız. Etnik kökenle başlayan birliktelikler daha sonra inanç, ekonomi ve çeşitli fikir akımlarıyla beraber çoğalır ve sınıflar oluştururken bizlerin karakteride buna göre şekillenir.
Tarihi bilmek işte bu noktada büyük önem arz eder çünkü karakterimizi büyük oranda şekillendiren ve bizi geleceğe taşıyan önemli ilkeler geçmişten anladıklarımız ve farkında olmadan öğrendiklerimizle ortaya konulur. Bu genel açıklamalar altında belirtmek istediğim şudur ki bizim geleceğe nasıl bakacağımızı neler yapabileceğimizi belirleyen, bizi şekillendiren yargıların bize kazanım sağlayacak, bizi ileriye gitmeye teşvik edecek görüşlerin kaynağı yakın tarihimizi sadece özelde gelişen olayları takip ederek değil aynı zamanda birlikte yaşadığımız toplumun değerlerini yanlışları ve doğrularıyla bilmekten oluşur.
Yani bizler yıllardır yaşadığımız yerde var olan etnik unsurların hikayelerini, inanışlarını, düşüncelerini biliyor muyuz? Bunları bilmek bir tarafa en başta biz kendi kökenimizin sahip olduğu herşeyi kimden nasıl öğreniyoruz? Bu konularla ilgili sahip olduğumuz bilgilerin neredeyse tamamı çay sohbetlerinde anlatılan ve herkesin biraz da kendi yorumunu kattığı sohbetlerden öğreniliyor. Bunu küçümsememek gerekir elbette bu aktarımlar çok önemlidir ancak biz İslam tarihini, Kürt tarihini, coğrafyamızda yaşayan Ermeni bir ailenin hikayesini, Alevi bir dedenin yaşadıklarını, Çerkez bir gelinin hikayesini, bazı Türklerin neden çok rahat faşistçe konuşabildiğini, 19. y.y. sonlarında bu bölgeye gelmiş ailemizin yargılarının neyle oluştuğunu biliyor muyuz? Bunun gibi birçok konuyu öğrenmek için gerektiği kadar çaba etmez, özelliklede kitap okumaz, eğitimi önde tutamayarak vizyonumuzu genişletemeyerek devam edersek başta belirttiğim toplum içinde güçlü aile olabilmenin önemini sadece konuşur dururuz.
.
Bugün 2 ziyaretçi (33 klik) kişi burdaydı! |
|
Bugün 90 ziyaretçi (286 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|