|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
XXXXXXXXXX
Nevruzun Türklükle, Müslümanlıkla, hatta İranla bir ilgisi yoktur. Cemşid ortaya ... 21 Martta tahta çıktığı için, bugüne Nevruz demiş, yılbaşı ve bayram yapmıştır.
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=693
Mecusilik
|
İran ve Hindistan halkından bir kısmının mensup olduğu bozuk inanışlardan biridir. Bu inancı kabul edenlere “Mecusi”, rahiplerine de “Muz” denir. Hindistan ve civarında yaygın bulunan Brahmanların bir şubesi olan Mecusiler, ateşe, ineğe, timsaha taparlar. Bunlar M.Ö. yaklaşık 551 yıllarında Zerdüşt (Zarathoustra) denilen bir kimsenin kurduğu bir çeşit inanışa bağlıdırlar. Mecusiler ölülerini gömmezler, hususi yaptırılan kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler.
İranlılar, İbrahim aleyhisselamın bildirdiği doğru dine inanıyorlardı. Âsurluların bu ülkeye hakim olmasından sonra, “Sâbiilik” adı verilen bozuk inanışlarını İran’da yaymaya başladılar. Sâbiiler, güneşi, ayı ve yıldızları kutsal birer varlık kabul edip, çeşitli putlara tapınıyorlardı. Tek Allah’a inanmayı emreden ilahi dinin tamamen unutulmasından sonra, İranlılar Sâbiilik inancına bağlandılar. Bunlar, zamanla ateşe de kutsallık tanıdılar. Bir kısmı ateşi doğrudan doğruya tanrı kabul edecek kadar ileri gitti. Bundan sonra ateşe tapma âyinleri uydurdular ve hiç sönmemek üzere içinde ateş yakılan Ateşgedeler yaptılar.
Mecusilik inancında, ateşe tapma âyinini ortaya çıkararak, insanları ona tapmaya çağıran “Mecus” adında bir kimsedir. Bu âyinin kurucusuna nispetle, bu inanışta olanlara “Mecusi” denilmiştir. Mecusilik, Sâbiiliğin daha da bozularak devam eden değişik bir şeklidir.
Mecusiler, eski filozofların yaratılış, hayır ve şer hakkındaki görüşlerini incelerken, ateşin hararetinin (ısısının) hayat ve varlıklar üzerinde nasıl etki yaptığını görmüşler ve hayatı meydana getiren bir kuvvet olarak, onu ilahi kudret saymışlardır. Önceleri ateş, Allahü teâlânın bir eseri olup, kendinde yaratma sıfatı bulunması bakımından mabudun varlığına işaret, delil olan bir şey olarak kabul edilmişken sonradan dini liderleri, bu esas üzerinde bazı değişiklikler yapmışlardır.
Bunlardan bir kısmı, ateşi tanrı kabul etmişlerdir. Bunun yanında, yine eski filozofların; “Birden ancak bir doğar” sözleri sebebiyle, “düalist=iki tanrılı” bir inanışa saplanmışlardır. Şöyle ki; bu felsefi görüşün icabı, bir olan mabuddan (ilahtan) birbirine zıt olan hayır ile şer doğmaz. Bunların ikisi de ezeli birer ilahtırlar. Hayır ilahı, bir nurdur ve iyiliğin kaynağıdır. Şer ilahı, karanlıktır ve kötülüğün kaynağıdır. Hayır ilahı “Hürmüz”, Şer ilahı ise “Ehriman” adı ile anılmıştır. Bunlar birbiriyle devamlı savaş halinde bulunurlar. İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz, kötülük çoğaldığı zaman Ehriman galip gelmiştir, derler. Bu ikili tanrı inanışına, dinler tarihinde “Seneviyye-Düalizm” adı verilir.
Sonra gelen mecusiler, bir omuzunda hayır, diğer omuzunda şer (kötülük) bulunan ilahlar tasvir etmişler, resmini yapmışlardır. Mecusiler, ateşi hayır ilahı Hürmüz’ün bir sembolü kabul ettiklerinden, her tapınakta Ateşgede denilen ve devamlı ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş hiç sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse, buna dokunamaz, hatta soluğu ile dahi kirletemez. Onun için ateş yakan rahibin ellerinde eldiven ve ağzında peçe bulunurdu. Mecusiler, ateş yandığı müddetçe hayır ilahının şer ilahına galip geleceğine inandıkları için, ateşin hiç sönmeden yakılmasının lazım olduğuna inanırlardı. Peygamber efendimizin doğum gecesinde meydana gelen hârikûlâde hadiselerden biri de mecusilerin bin seneden beri yanmakta olan kocaman ateş yığınlarının aniden sönüvermiş olmasıdır.
Eski İran’da, tahminen M.Ö. 7. veya 6. asırda yaşadığı kabul edilen Zerdüşt, güya eski dini düzeltmek için ortaya çıkmış ve İran’daki çok tanrıcılığa karşı tek ilah inancını savunmuştur. Ona göre en yüksek Rab (ilah), “Ahura-mazda”dır. Ahura, her şeyi bilen, kâinat nizamını idare eden, her şeye hayat veren ve her şeyin hakimi olan en büyük kudrettir. Bununla beraber hayır (Hürmüz) ve şer (Ehriman) gibi iki ilah görüşünü terk edememiş ve ateşgedelerde yine ateş yanmıştır. Zerdüşt, bir gün dünyanın sona ereceğini, kıyametin kopacağını, Cennet ve Cehennemin var olduğunu, ölen insanın ruhunun hesaba çekileceğini, kendinden önce gelen peygamberlerden veya getirdiği kitaplardan yahut da onlara inananlardan öğrenerek kabul etmiştir. Bununla beraber, insanlara dünya ve ahiret saadetini öğreten ve doğru yolu gösteren bir peygambere tâbi olmak saadetine kavuşamadığı için, doğru yolu tam olarak bulamamıştır. Nitekim, daha sonraları onun tek ilah olarak kabul ettiği ve “Ahura-mazda” adını verdiği ilahın yerini güneş tanrısı “Mitra” almıştır.
Bütün İran’a yayılan Zerdüşt’ün fikirleri, M.S. yedinci asırda İslam ordularının İran’a girmesiyle Tevhid akidesi (tek Allah inancı) yerleştiğinde son bulmuş ve Mecusilerin çoğu, hak din olan İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Bir kısmı da Hindistan’a sığınarak, Brahmanların inanışlarını da benimseyerek yeni bir inanış şekli kabul etmişlerdir. Bu bozuk inanışa sahip olanlara, bugün Bombay şehri yakınlarında rastlanmaktadır.
Nevruz
Nevruzun Türklükle, Müslümanlıkla, hatta İranla bir ilgisi yoktur. Cemşid ortaya çıkarmıştır. Mecusi bayramıdır. (Bezzâziyye)
Cemşid, İran’da ilk hükümet kuran Pişdani oğullarının 4. hükümdarı olup, 800 sene saltanat sürmüş, 500 sene İran’da kimse hasta olmadığı için, halk kendine tapmıştır. 21 Martta tahta çıktığı için, bugüne Nevruz demiş, yılbaşı ve bayram yapmıştır. İslamiyet’ten önceki kâfirlerin âdetlerini, tapınmalarını, bugün meydana çıkarıp "ecdad yadigârı" diyenler, bu işin aslını doğru bilmeyenlerdir. Böyle diyenlere kanmamalıdır. Yabancılar da bunu körüklüyorlar. Cemşid bin yaşında iken, Şeddadın yeğeni Dahhak ile savaşta yakalanmış, testere gibi olan balık kemiği ile ikiye biçilmiştir.
Cemşid, sekizyüz değil, bin yıl yaşamıştır. Bu sünnetullaha aykırı değildir. Eskiden insanlar çok yaşardı. Nuh aleyhisselamın 950 yıl, kavmi arasında kaldığı Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. (Ankebut 14)
|
XXXXXXXXXX
Nevruz hakkındaki rivayetler uydurmadır.
BİSMİLLAHİR RAHMANİR RAHİM
HAMD OLSUN ALEMLERİN RABBİNE
VE SELAM OLSUN MEVLAMIZ MUHAMMEDE VE TERTEMİZ EHLİ BEYTİNE
Nevruz gününü bayram olarak kabul eden, bu günde oruç tutmanın, gusül almanın faziletine fetva veren bazı müçtehidlerin ve bu müçtehidlerin fetvalarına amel ederek Nevruz’u bayram olarak kabul eden kişilerin dayandığı bir kaç tane rivayet vardır. bunlar 3 rivayettir ki, bunları Şeyh Hürr el-Amuli “Vesail eş-Şia”, 8/172, bab 48‘de ve Allame Meclisi “Biharul Envar”, 56/92, bab 22‘de aktarmıştırlar. inşaAllah bu yazıda bu rivayetlerin durumunu inceleyecek ve rivayetlerini uydurma olduğunu ortaya koyacağız.
Nevruz hakkında hadis kitaplarında geçen rivayetler şunlardır:
محمد بن الحسن في (المصباح) عن المعلى بن خنيس، عن مولانا الصادق (عليه السلام) في يوم النيروز قال: إذا كان يوم النيروز فاغتسل والبس أنظف ثيابك، وتطيب بأطيب طيبك، وتكون ذلك اليوم صائما، فإذا صليت النوافل والظهر والعصر فصل بعد ذلك أربع ركعات، تقرأ في أول كل ركعة فاتحة الكتاب، وعشر مرات (إنا أنزلناه في ليلة القدر)، وفي الثانية فاتحة الكتاب وعشر مرات (قل يا أيها الكافرون)، وفي الثالثة فاتحة الكتاب وعشر مرات (قل هو الله أحد)، وفي الرابعة فاتحة الكتاب وعشر مرات المعوذتين، وتسجد بعد فراغك من الركعات سجدة الشكر، وتدعو فيها يغفر لك ذنوب خمسين سنة
Muhammed b. Hasan (Şeyh Tusi) “Misbah” kitabında Mualla b. Huneys’den, o da mevlamız es-Sadık (imam Cafer es-Sadık a.s)‘dan Nevruz günü hakkında şunu rivayet etmiştir: “Nevruz günü gusül al, en temiz elbiselerini giy, en güzel kokuları kullan ve bu gün oruç tut.”
أحمد بن فهد في كتاب ( المهذّب ) قال : حدّثني السيد العلاّمة بهاء الدين علي بن عبد الحميد بإسناده إلى المعلّى بن خنيس ، عن الصادق ( عليه السلام ) : إنّ يوم النيروز هو اليوم الذي أخذ فيه النبي ( صلى الله عليه وآله ) لأمير المؤمنين ( عليه السلام ) العهود بغدير خمّ ، فأقروا له بالولاية ، فطوبى لمن ثبت عليها ، والويل لمن نكثها ، وهو اليوم الذي وجّه فيه رسول الله ( صلى الله عليه وآله ) عليّاً ( عليه السلام ) إلى وادي الجنّ ، وأخذ عليهم العهود والمواثيق ، وهو اليوم الذي ظفر فيه بأهل النهروان وقتل ذي الثدية ، وهو اليوم الذي فيه يظهر قائمنا أهل البيت وولاة الامر ، ويظفره الله بالدجّال فيصلبه على كناسة الكوفة ، وما من يوم نيروز إلاّ ونحن نتوقّع فيه الفرج ، لأنّه من أيّامنا ، حفظه الفرس وضيّعتموه ، ثمّ إن نبيّاً من أنبياء بني إسرائيل سأل ربّه أن يحيي القوم الذين خرجوا من ديارهم وهم أُلوف حذر الموت فأماتهم الله فأوحى الله إليه أن صبّ عليهم الماء في مضاجعهم ، فصبّ عليهم الماء في هذا اليوم فعاشوا ، وهم ثلاثون ألفاً ، فصار صبّ الماء في يوم النيروز سنّة ماضية لا يعرف سببها إلاّ الراسخون في العلم ، وهو أوّل يوم من سنة الفرس ، قال المعلّى : وأملى عليّ ذلك فكتبت من إملائه
Ahmed b. Fehd el-Hilli “el-Mezheb” adlı kitabında dedi ki: Allame Seyyid Bahaaddin Ali b. Abdulhumeyd bana kendi senedi ile Mualla b. Huneys’den, o da es-Sadık (imam Cafer es-Sadık a.s)‘dan anlattı, dedi ki: “Nevruz günü Nebi s.a.a’in Gadiri Hum’da Müminlerin Emiri (imam Ali a.s)‘ın elini tuttuğu ve onun velayetine ikrar aldığı gündür. kim bu konuda sebat gösterirse ne mutlu ona ve kim de ondan dönerse veyl olsun ona.”
Şeyh Hürr el-Amuli r.a, “Vesail eş-Şia”, 8/172-173, bab 48, hadis 1 ve 2
أقول : رأيت في بعض الكتب المعتبرة : روى فضل الله بن علي بن عبيد الله بن محمد بن عبدالله بن محمد بن محمد بن عبيد الله بن الحسين بن علي بن محمد بن الحسن ابن جفعر بن الحسن بن الحسن بن علي بن أبيطالب تولاه الله في الدارين بالحسنى عن أبي عبدالله جعفر بن محمد بن أحمدبن العباس الدرويستي ، عن أبي محمد جعفر بن أحمد بن علي المونسي القمي ، عن علي بن بلال ، عن أحمد بن محمد بن يوسف ، عن حبيب الخير ، عن محمد بن الحسين الصائغ ، عن أبيه ، عن معلى بن خنيس ، قال : دخلت على الصادق جعفر بن محمد عليه السلام يوم النيروز ، فقال عليه السلام : أتعرف هذا اليوم ؟ قلت : جعلت فداك ، هذا يوم تعظمه العجم وتتهادى فيه . فقال أبوعبدالله الصادق عليه السلام : والبيت العتيق الذي بمكة ما هذا إلا لامر قديم افسره لك حتى تفهمه . قلت : يا سيدي ! إن علم هذا من عندك أحب إلي من أن يعيش أمواتي وتموت أعدائي ! فقال : يا معلي ! إن يوم النيروز هو اليوم الذي أخذ الله فيه مواثيق العباد أن يعبدوه ولا يشركوا به شيئا ، وأن يؤمنوا برسله وحججه ، وأن يؤمنوا بالائمة عليهم السلام وهو أول يوم طلعت فيه الشمس ، وهبت به الرياح ، وخلقت فيه زهرة الارض . وهو اليوم الذي استوت فيه سفينة نوح عليه السلام على الجودي ، وهو اليوم الذي أحيى الله فيه الذين خرجوا من ديارهم وهم الوف حذر الموت فقال لهم الله موتوا ثم أحياهم . وهو اليوم الذي نزل فيه جبرئيل على النبي صلى الله عليه وآله وهو اليوم الذي حمل فيه رسول الله صلى الله عليه وآله أمير المؤمنين عليه السلام على منكبه حتى رمى أصنام قريش من فوق البيت الحرام فهشمها ، وكذلك إبراهيم عليه السلام ، وهو اليوم الذي أمر النبي صلى الله عليه وآله أصحابه أن يبايعوا عليا عليه السلام بإمرة المؤمنين ، وهو اليوم الذي وجه النبي صلى الله عليه وآله عليا عليه السلام إلى وادي الجن يأخذ عليهم البيعة له ، وهو اليوم الذي بويع لاميرالمؤمنين عليه السلام فيه البيعة الثانية
ben (Allame Meclisi) derim kim: bazı muteber kitaplarda Fazlallah b. Ali b. Ubeydullah’ın Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed b. Ahmed b. Abbas ed-Derusti’den, onun Ebu Muhammed Cafer b. Ahmed b. Ali el-Kummi’den, onun Ali b. Bilal’den, onun Ahmed b. Muhammed b. Yusuf’tan, onun Habibul Hayr’dan, onun Muhammed b. Hüseyin es-Sanai’den, onun babasından, onun da Mualla b. Huneys’ten rivayet ederek şöyle dediğini gördüm: Nevruz günü Cafer b. Muhammed es-Sadık (imam Cafer es-Sadık a.s)‘ın yanına gittim. imam a.s dedi ki: “bu günü biliyor musunu?” dedim ki: “sana feda olayım, bu gün acemlerin tazim ettiği ve kutladığı bir gündür.” ….. imam a.s dedi ki:”Nevruz günü Allah’ın kullarından kendisine hiç bir şeyin ortak koşulmaması, resul ve huccetlerine iman edilmesi, imamlar a.s’a iman edilmesi hakkında misak aldığı gündür. o (Nevruz günü) Güneşin çıktığı ilk gün, yerin çiceklerinin yaratıldığı gündür. bu gün Nuh a.s’ın gemisinin Cudi (dağı) üzerine oturduğu gündür. bu gün Allah’ın “Görmez misin ki binlerce kişi, ölümden çekinerek yurtlarından nasıl çıktılar da sonra Allah onlara ölün dedi, sonra da diriltti onları.” (Bakara, 243) diye vahy ettiği gündür. bu gün Cebrail a.s’ın Nebi s.a.a’e nazil olduğu (ilk) gündür. bu gün Nebi s.a.a’in ashabına Ali a.s’a Müminlerin emiri olarak biat etmelerini emr ettiği gündür. bu gün Nebi s.a.a’ın cinleri Ali a.s’a biat etmek için davet ettiği gündür. bu gün Müminlerin Emiri a.s’a ikinci defa (hilafete geçtiğinde) biat edildiği gündür…..”
Allame Meclisi r.a, “Biharul Envar”, 56/91-92, bab 22, hadis 1
görüldüğü gibi ilk rivayet Şeyh Tusi r.a’ın “Misbah” adlı dua kitabına nispet edilmektedir. ancak, “Misbah” kitabına bakıldığında bu rivayetin kitapta olmadığı görülmektedir. Şeyh Hüseyin es-Seadi bu rivayet hakkında diyor ki:
مناقشة السند :
sened munakaşası:
الرواية مرسلة أرسلوها اعتمادا على قاعدة التسامح في أدلة السنن ، ولم نجد لهذه الرواية ذكرا في المصادر الحديثية للقدماء ، وأقدم مصدر ذكرها كما قال ابن إدريس الحلي في السرائر ، والحر العاملي في الوسائل ، والمجلسي في البحار ، عن مصباح المتهجد أو مختصره للشيخ محمد بن الحسن الطوسي ، ولما راجعنا كتاب المصباح المطبوع لم نجد لهذه الرواية ذكرا رغم اعتماد المحققين على عدة نسخ خطية أشار إلى بعضها الشيخ مرواريد في تحقيقه وطبعه للمصباح.
Rivayet mürseldir. Sünen delillerinde geçen tesamuh kaidesine dayanarak mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Bu rivayetin kadim hadis kaynaklarında zikr edildiğine rastlamadık. ibni İdris el-Hilli’nin “Serair” kitabında, Hürr el-Amuli’nin “Vesail eş-Şia” kitabında ve Meclisi’nin “Biharul Envar” kitabında da dediği gibi rivayetin en eski kaynağı Şeyh Tusi r.a’ın “Misbah” kitabı veya Şeyh Tusi’nin oğlu Muhammed’in “Muhtasar” kitabıdır. biz mtabu olan “Misbah” kitabına baktığımızda muhakkıkların farklı el yazma nüshalara dayanmalarına rağmen bu rivayeti orada bulamadık. Şeyh Meraverd “Misbah”ın basımında ve tahkikinde bazı nüshalara işaret etmiştir.
ثم راجعنا الطبعات الحجرية للكتاب فوجدنا الرواية في حاشية آخر صفحة من الكتاب ، وهي التي عليها تخريج أكثر من أشار إلى وجود الرواية في المصباح ، وهذا ما يبعث الشك في أن الشيخ الطوسي هو الذي أثبت تلك الرواية في المصباح ، وحتى لو كان هو الذي ذكرها ، فذكره لها بالهامش دليل على عدم اهتمامه بها ، لتكون جزءا من متن الكتاب ، ولعلها أضيفت بأيدي النساخ ، فجعلوها في الهامش ؛ لكيلا تختلط في الكتاب ، وكيف كان فالرواية مرسلة ، فلا يمكن القطع بصدورها عن الإمام المعصوم
daha sonra kitabın taşbaskılarına müracaat ettiğimizde ise Kitab’ın sayfasının sonunda dipnotda bulabildik. Bu da “Misbah”da rivayetin varlığına işaret edenlerin çoğunluğunun tahricidir. Bu da Şeyh Tusî’nin “Misbah”da bu rivayeti kaydettiğine dair kuşkuya neden olmaktadır. Hatta eğer o bunu zikr etmiş olsaydı dipnotta değinmesi onun buna önem vermediğinin göstergesidir. Belki de eseri istinsah edenlerin eliyle sonradan eklenmiştir. Onlar da kitabın ana metniyle karışmasın diye bunu dipnota koymuşlardır. Buna göre rivayet mürseldir. Rivayetin Masum Zat tarafından söylendiğine kesin kanaat getirmek mümkün gözükmüyor.
Şeyh Hüseyin es-Seadi, “Mualla b. Huneys”, sayfa 196
ikinci rivayete gelince, bu rivayetin aslı ibni Fehd el-Hilli’nin “Mezheb” adlı kitabıdır. ibni Fehd el-Hilli ise bu rivayeti kendisine Allame Seyyid Bahaiddin Ali b. Abdulhumeyd adlı birisinin sened belirtmeksizin Mualla b. Huneys’den rivayet ettiğini bildirmektedir. ibni Fehd el-Hilli r.a hicri 757 – 841 (miladi 1356 – 1437) yılları arasında yaşamış birisidir. diyelim ki, rivayeti ona aktaran Seyyid Bahaaddin adlı şahıs da ibni Fehd el-Hilli’den 100 yıl önce dünyaya gelmiş olsun. bu durumda Seyyid Bahaaddin adlı şahsın doğum tarihi hicri 657 (miladi 1258) eder. imam Cafer es-Sadık a.s hicri 148 (miladi 765) yılında vefat etmiştir, Mualla b. Huneys ise imam a.s’ın vefatından önce şehit edilmiştir. şu halde Mualla b. Huneys ile Seyyid Bahaaddin adlı şahıs arasında 509 yıldan fazla zaman fasılası oluyor. öyle ise böyle bir rivayet ne kadar mümkündür? Seyyid Bahaaddin adlı bu şahıs bu rivayete nereden ulaştı ki, ondan daha önce, imamlar a.s döneminde ve gaybeti suğra döneminde yaşayan hadisçiler bu rivayete ulaşamadı?
Allame Meclisi r.a’ın aktardığı ettiği üçüncü rivayete gelince, öncekiler gibi bu rivayetin de hiç bir gerçekliği yoktur. Şeyh Hüseyin es-Seadi bu rivayet hakkında diyor ki:
الرواية ضعيفة لجهالة الكتب المعتبرة التي اعتمد عليها الشيخ المجلسي ، وجهالة طريق فضل الله الراوندي ( المتوفى سنة 570 ه ) إلى كتب الدوريستي في القرن الخامس الهجري ؛ لأن بينهما قرن من الزمن. وفقدان كتب الدوريستي للتحقيق من وجود الرواية فيها يبقي الشك قائما في صحة نسبة الرواية إلى كتبه ، كما أن هذه الرواية لم ينقلها أحد من معاصري الدوريستي ، أضف إلى ذلك عدم ثبوت نسبتها لفضل الله الراوندي لفقدان كتابه أيضا ، ولو كانت بهذه الأهمية التي ذكرها المجلسي والنيلي وغيرهم لذكرت ، أو نقل جزءا منها في كتب الحديث . ولما كان ظهور الرواية في القرن الثامن على يد علي بن محمد بن عبد الحميد النيلي في عصر السيطرة المغولية التي ساد في ظلها الاهتمام بالتنجيم والسحر والتصوف ، وإحياء اللغة الفارسية ، وأيام الفرس وأعيادهم وفلسفتهم . جاز لنا أن نحكم بأنها من موضوعات تلك العصر ، وتنسب إلى المعلى عن الإمام الصادق ( عليه السلام ) بسند واه فيه من المجاهيل أبو محمد جعفر بن أحمد بن علي المونسي القمي ، وأحمد بن محمد بن يوسف ، وحبيب الخير . الذين لم يكن لهم ذكر في كتب الرجال ، ولم نجد لهم غير هذه الرواية في كتب الحديث. ومن الضعفاء محمد بن الحسين الصائغ وأبيه ، الذي لم أجد له ذكرا في كتب الرجال والحديث. إذا الرواية مجهولة المصدر ، مرسلة الإسناد من فضل الله الراوندي – على فرض ثبوتها في كتبه – إلى الدوريستي ، وفي سلسلة السند أربعة مجاهيل ليس لهم ذكر في كتب الرجال والتراجم ، ولم يكن لهم حديث ورواية غير هذه ، وضعيف واحد . والزمن المقطوع به في ظهور الرواية عصر الدولة المغولية على يد النيلي ، ومنه نقل ابن فهد الحلي ، ومن ابن فهد وكتب معتبرة – كما وصفها المجلسي – نقلها المجلسي في البحار ، وأوجد لها تفسيرات وتخريجات ، وقطع الخبر بحسب أبواب بحار الأنوار حتى انتشرت تلك الرواية في بحاره وغيره
Şeyh Meclisi’nin dayanak olarak aldığı “muteber kitab”ın mechul olmasından ve Fazlullah er-Ravendi’nin (vefatı h. 570) ed-Daversti’nin kitabına olan senedin meçhul olmasından dolayı rivayet zayıftır. Çünkü er-Ravendi ile ed-Daversti arasında bir asır vardır. Rivayetin mevcutluğunun tahkiki (araştırılması) açısından ed-Daversti’nin kitabının kayıp oluşu ve bu rivayetin kitaba nispetinin sıhhati hakkında şüpheye sebep olmaktadır. Nitekim bu rivayeti Daversti’nin çağdaşlarından hiçbir kimse de rivayet etmiş değildir. Buna ek olarak kitabın kayıp olmasından dolayı rivayetin Fazlullah er-Ravendi’ye nispeti de sabit değildir. Eğer bu rivayet o kadar önemli olsaydı Meclisi, Nili ve diğer bilginler kuşkusuz bunu zikr ederlerdi veya bu hadisten bir bölümünü aktarırlardı. Rivayetin Moğol İstilasının hakim olduğu dönemde sekizinci asırda Ali b. Muhammed b. Abdülhamid en-Nili’nin eliyle ortaya çıkması –ki bu dönem astroloji, sihir ve tasavvufun hakim olduğu, Fars dilinin ihya edildiği, Fars kültürünün bayramlarının ve düşünce yapısının hükümran olduğu bir dönemdir- bizim bu rivayetin o dönemin uydurmalarından olduğunu ve Mualla kanalıyla imam Cafer es-Sadık a.s’a nispetin uydurma olduğuna hüküm etmemize olanak sağlıyor. Bu isnad zinciri temelsizdir. Zira isnad zincirinde meçhul kişilerden olarak kabul edilen Ebu Muhammed Cafer b. Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Munesî el-Kummî, Ahmed b. Muhammed b. Yusuf ve Habibü’l-Hayr adlı şahıslar bulunmaktadır. Bu şahısların Rical kitaplarında hiç ismi geçmemektedir. Hadis kaynaklarında ise bu rivayetin dışında onlara ait bir rivayete de rastlayamadık. Yine hadiste zayıf kişilerden olarak kabul edilen Muhammed b. Hüseyn es-Saiğ ve babası bulunmaktadır. Rical ve hadis kitaplarında onlara ait bir değiniye rastlayamadık. Öyleyse rivayet kaynak bakımından meçhuldür. sened Fazlullah er-Ravendi’den -kitabında olduğu farz edildiği takdirde- ed-Daversti’ye kadar mürseldir. İsnad zincirinde rical ve teracim kaynaklarında adı sanı geçmeyen dört tane meçhul -bunların bu rivayet dışında başka bir rivayetleri bulunmamaktadır- ve bir tane zayıf ravi bulunmaktadır. Rivayetin ortaya çıktığı dönem ise Moğol İstilasının hakim olduğu dönemdir ve rivayet en-Nilî’nin eliyle çıkmıştır. Ondan da İbn Fehd el-Hillî rivayet etmiştir.
Şeyh Hüseyin es-Seadi, “Mualla b. Huneys”, sayfa 209
.
Nevruz İslami bir bayram mıdır?
BİSMİLLAHİR RAHMANİR RAHİM
HAMD OLSUN ALEMLERİN RABBİNE
VE SELAM OLSUN MEVLAMIZ MUHAMMEDE VE TERTEMİZ EHLİ BEYTİNE
malum olduğu gibi Nevruz Orta ve Batı Asya’da (İran, Azerbeycan, Türkmenistan ve s.) kutlanan geleneksel bir bayramdır. ve günümüzde de halen bu geleneksel bayram devam ettirilmekte, insanlar tarafından kutlanmaktadır. peki müslümanlar olarak bizim bu geleneksel bayram hakkındaki tutumumuz ne olmalıdır? İslami açıdan bu bayram şeri (kanuni) bir bayram mıdır? müslümanların bu bayramı kutlaması şeri (kanuni) midir? inşaAllah bu yazıda İslami (şii) kaynaklar ışığında bu konuda bilgi veremeğe çalışacağım.
İslami kaynaklara bakıldığında Nevruz’un kınandığı ve övüldüğü yönde rivayetlerin mevcut olduğunu görürüz. örneğin ibni Şehraşub el-Mazandarani r.a şöyle rivayet etmektedir:
حكي أن المنصور تقدم إلى موسى بن جعفر عليهم السلام بالجلوس للتهنئة في يوم النيروز وقبض ما يحمل إليه ، فقال : إني قد فتشت الاخبار عن جدي رسول الله صلى الله عليه وآله فلم أجد لهذ العيد خبرا ، وإنه سنة الفرس ومحاها الاسلام ومعاذ الله أن نحيي ما محاها الاسلام . قال المنصور : إنما نفعل هذا سياسة للجند فسألتك بالله العظيم إلا جلست ، فجلس إلى آخر ما أوردته في أبواب تاريخه عليه السلام
Mansur (el-Abbasi), Musa b. Cafer (imam Musa el-Kazım a.s)‘ın Nevruz günü evde oturmasını ve ona getirilecek hediyyeleri kabul etmesini istedi. imam a.s dedi ki: “ceddim Rasulullah s.a.a’den nakledilen bütün hadisleri inceledim, bu bayram hakkında bir hadis bulamadım. Bu bayram Farsların sünnetidir, İslam onu yok etti. İslam’ın yok ettiği bir şeyi diriltmekten Allah’a sığınırım.” Bunun üzerine Mansur dedi ki: “Biz bu bayramı siyaset icabı orduya bir tedbir olsun diye yapıyoruz ve seni Allah’a yemin veriyorum ki, bu toplantıda hazır bulun. Böylece imam mecburen o meclise katılmak zorunda kaldı.”
ibni Şehraşub el-Mazanderani r.a, “Menakıbı al-i Ebu Talib”, 4/344
görüldüğü gibi bu rivayette Nevruz’un İslami olmadığı, fars geleneği olduğu ve İslam’ın onu yok ettiği bildirilmektedir. fakat bu rivayetin hiç bir senedi yoktur. ibni Şehraşub r.a bunu rivayet ederken her hangi bir sened göstermediği gibi rivayeti hangi kitaptan aldığını da belirtmemiştir. ibni Şehraşub r.a ise hicri 489 – 588 (miladi 1096 – 1192) yılları arasında yaşamış birisidir. dolayısı ile bir sened veya kaynak göstermeden imam Musa el-Kazım a.s döneminden rivayet etmesi de, aktardığı rivayetin kabul edilmesi de mümkün değildir. dolayısı ile bu rivayetin bir anlamı yoktur.
buna karşın Nevruz günü gusül alıp, oruç tutmak gerektiğine dair rivayetlerde mevcuttur ki, bunlar toplamda 3 rivayettir. bu 3 rivayeti Şeyh Hürr el-Amuli “Vesail eş-Şia”, 8/172, bab 48‘de ve Allame Meclisi “Biharul Envar”, 56/92, bab 22‘de aktarmıştırlar. fakat bu rivayetlerin üçü de uydurma (mevzu)‘dur (inşaAllah yakında bu konudaki rivayetlerin analizini bir çalışma halinde paylaşacağım).
bundan başka içerisinde Nevruz’un adı geçen ama Nevruz’u öven veya zemm etmeyen 3 hadis daha var ki, bu hadisleri Şeyh Saduk ve Kuleyni r.a rivayet etmiştirler. Şeyh Saduk r.a “Fakih” kitabında diyor ki:
و اتي علي عليه السلام بهدية النيروز، فقال عليه السلام: ما هذا؟ قالوا: يا أمير المؤمنين اليوم النيروز، فقال عليه السلام: اصنعوا لنا كل يوم نيروزا
Ali a.s’a Nevruz hediyyesi getirildi, Ali a.s dedi ki: “bu nedir?” dediler ki: “ey Müminlerin Emiri (bu) Nevruz günüdür.” imam a.s dedi ki: “her günü Nevruz edin.”
وروي أنه قال عليه السلام: نيرزونا كل يوم
ve rivayet edilir ki, o a.s şöyle demiştir: “bizim her günümüz Nevruz’dur.”
وروى الحسن بن محبوب، عن إبراهيم الكرخي قال: سألت أبا عبد الله عليه السلام عن الرجل يكون له الضيعة الكبيرة، فإذا كان يوم المهرجان والنيروز أهدوا إليه الشئ ليس هو عليهم يتقربون بذلك الشئ إليه، فقال: أليس هم مصلين قلت: بلى، قال: فليقبل هديتهم وليكافهم
ve Hasan b. Mahbub, İbrahim el-Kerhi’den rivayet etti, dedi ki: Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘dan tarlası olan birisi hakkında sordum. Mehrekan veya Nevruz gününde ona hediyyeler verilirse o bu hediyyeleri kabul etsin mi? imam a.s dedi ki: “Onlar namaz kılıyorlar mı?” dedim ki: “evet.” imam a.s dedi ki: “onların hediyyesini alman ve karşılığını vermen gerekir.”
Şeyh Saduk r.a, “Fakih”, 3/300-301, Hediyye, onun müstehabları ve ahkamı babı, hadis 4073, 4074 və 4078
buradaki sonuncu (İbrahim el-Kerhi’nin imam Cafer es-Sadık a.s’dan rivayet ettiği) hadisi Kuleyni r.a “el-Kafi”, 5/141-142, Hediyye babı, hadis 2‘de rivayet etmiştir. ilk iki (Ali a.s’a hediyye getirilmesi) hadisi mürsel yani zayıftır. üçüncü hadis ise sened açısından sahihtir. ancak hadislerin metninin Nevruz ile bir ilgisi yoktur. sadece Nevruz gününde Ali a.s’a hediyye getirildiğinden söz ediyor ve imam a.s da buna karşın “her günü Nevruz edin” yani her gün hediyyeleşin, bir birinize hediyye verin demektedir. yoksa bunun anlamı “her günü Nevruz bayramı olarak kutlayın” demek değildir. işte bu yüzdendir ki, hadisi rivayet eden alimler (Kuleyni ve Saduk) bu hadisleri kitaplarının hediyye ile ilgili bölümlerinde getirmiştirler. yine Nevruz hakkındaki hadisleri bir babda toplayan Hürr el-Amuli ve Meclisi r.a hadislerin Nevruz ile bir ilgisi olmadığından dolayı kitaplarına almamıştırlar. yine Meclisi r.a “el-Kafi” kitabının şerhinde bu hadisi şerh ederken sadece hadisten çıkan hediyye hükümlerine değinmiş, Nevruzun bayram olmasına dalalet ettiğinden söz etmemiştir.
sonuç olarak Nevruz’un yasaklanması veya kutlanmasının tavsiye edilmesi yönünde elimizde hiç bir hadis mevcut değildir. fakat Nevruz’un İslam ile bir ilgisi olmadığı, kadim mecusi gelenklerinden olduğu bilinen tarihi bir gerçektir. “Nevruz İslami değil mecusi geleneğidir” diye bilmek için de elde hadis olması gerekmemektedir. çünkü bu tarihen bilinen bir gerçektir. tıpkı İran ve Azerbeycan halkının bir zamanlar mecusi; Arabistan halkının bir zamanlar müşrik olmasını tarihen bildiğimiz gibi Nevruz’un da mecusi gelenklerinden olmasını tarihen bilmekteyiz. bunun yanında bildiğimiz gibi İslam dininde meşru (kanuni) olan, İslamın getirdiği, Nebi s.a.a ve ailesi a.s’ın ve onların ashabının kutladığı sadece 3 bayram vardır. ki, bunlar Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve Gadiri Hum bayramıdır.
resimde gördüğünüz Şii ve Sünnilerin güvenilirliği hususunda ittifak ettikleri Sikatul İslam (İslam’ın güvenci) Şeyh Kuleyni r.a’ın “el-Kafi” kitabıdır, işaretlediğim yerde şu ifadeler var:
علي بن إبراهيم، عن أبيه، عن القاسم بن يحيى، عن جده الحسن بن راشد، عن أبي عبدالله (ع) قال: قلت: جعلت فداك للمسلمين عيد غير العيدين؟ قال: نعم يا حسن أعظمهما وأشرفهما، قلت: وأي يوم هو؟ قال: هو يوم نصب أميرالمؤمنين صلوات الله وسلامه عليه فيه علما للناس، قلت: جعلت فداك وما ينبغي لنا أن نصنع فيه؟ قال: تصومه يا حسن وتكثر الصلاة على محمد وآله وتبرء إلى الله ممن ظلمهم فإن الانبياء صلوات الله عليهم كانت تأمر الاوصياء باليوم الذي كان يقام فيه الوصي أن يتخذ عيدا، قال: قلت: فما لمن صامه؟ قال: صيام ستين شهرا، ولا تدع صيام يوم سبع و عشرين من رجب فإنه هو اليوم الذي نزلت فيه النبوة على محمد (صلى الله عليه وآله) وثوابه مثل ستين شهرا لكم
Ali b. İbrahim bana babasından, o Kasım b. Yahya’dan, o ceddi Hasan b. Raşid’den anlattı, dedi ki: Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)‘a dedim ki: “Size feda olayım Müslümanların Ramazan ve Kurban bayramından gayri bayramı var mıdır?” imam a.s dedi ki: “Evet, ey Hasan, onlardan daha büyük ve daha şerefli bayram vardır.” dedim ki: “O bayram hangi gündür?” dedi ki: “Hazreti Ali’nin halka imam olarak tayin edildiği gündür.” dedim ki: “Sana feda olayım, o günde bizler ne yapmalıyız?” dedi ki: “Ey Hasan, O günde oruç tutarsın, Muhammed’e ve Ehl-i Beytine çokça salavat getirirsin ve onlara zulüm edenlerden Allah’a teberri edersin. Çünkü bütün peygamberler halka vasilerini tayin ettikleri günü bayram yapmalarını emrediyorlardı.” dedim ki: “O günde oruç tutanın mükafatı nedir?” dedi ki: “O günde oruç tutana altmış ay oruç tutanın sevabı verilir.”
سهل بن زياد، عن عبدالرحمن بن سالم، عن أبيه قال: سألت أبا عبدالله (ع) هل للمسلمين عيد غير يوم الجمعة والاضحى والفطر؟ قال: نعم أعظمها حرمة قلت، وأي عيد هو جعلت فداك؟ قال: اليوم الذي نصب فيه رسول الله (صلى الله عليه وآله) أمير المؤمنين (عليه السلام) وقال: من كنت مولاه فعلي مولاه، قلت: وأي يوم هو؟ قال: وما تصنع باليوم إن السنة تدور ولكنه يوم ثمانيه عشر من ذي الحجة، فقلت: وما ينبغي لنا أن نفعل في ذلك اليوم؟ قال: تذكرون الله عز ذكره فيه بالصيام والعبادة والذكر لمحمد وآل محمد فإن رسول الله (صلى الله عليه وآله) أوصى أميرالمؤمنين (ع) أن يتخذ ذلك اليوم عيدا وكذلك كانت الانبياء (عليهم السلام) تفعل كانوا يوصون أوصيائهم بذلك فيتخذونه عيدا
ashabımızdan bir gurubu bana Sehl b. Ziyad’dan, o Abdurrahman b. Salim’den, o da babasından anlattı, dedi ki: Ebu Abdullah (imam Cafer es-Sadık a.s)’a şöyle sordum: “Müslümanların Cuma, kurban ve Fıtır bayramlarından gayri bir bayramları var mıdır?” imam a.s dedi ki: “Evet ihtiramı daha fazla olan bir bayram vardır.” dedim ki: “Sana feda olayım o hangi bayramdır?” imam a.s dedi ki: “Rasulullah s.a.a’in “ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” diyerek Müminlerin Emiri (imam Ali a.s)‘ı halife olarak tayin ettiği gündür.” dedim ki: “O gün hangi gündür?” dedi ki: “Hangi gün olduğunu ne yapacaksın yıl değişmektedir, ancak o gün Zilhicce ayının 18’i idi.” dedim ki: “O günde ne yapmamız gerekir?” dedi ki: “O günde oruç tutarak, ibadet ederek Allah’ı anın ve Muhammed’e ve Ehli Beyt’ine salavat getirin. Zira Rasulullah Müminlerin Emiri (imam Ali a.s)’a bu günü bayram yapmasını emretmiştir. Geçen Peygamberler a.s de vasilerini tayin ettiklerinde o günü bayram yapmalarını emrederlerdi.”
Kuleyni r.a, “el-Kafi”, 4/90, Oruç kitabı, Sefer babları, bab 16, hadis 6610 ve 6612
bu hadisi Şeyh Saduk ve Şeyh Tusi de kendi kitaplarında değişik senedler ile rivayet etmiştirler. hadisin geçtiği diğer kaynaklar ve sıhhat durumu için linke baka bilirsiniz: Gadiri Hum bayramı | عيد غدير
ve bunun gibi İslami ve İslam’a göre şeri (kanuni) olan bayramların sadece bu bayramlar olduğunu bildiren başka hadisler de vardır. fakat konuyu uzatmamak için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz.
|
Bugün 577 ziyaretçi (782 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|