|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bizim için delil nedir
|
Sual: (Delilini bilmeden bir âlime, bir mezhebe tâbi olmak caiz değildir, haramdır, batıldır) diyorlar. Cahil bir kimse, delilden ne anlar ki?
CEVAP
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür; çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir; çünkü ayet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir ayet veya hadisle değişmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır.(Berika s. 94)
Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.
Tabiin, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Bilmeyenin bilenden sorması dinin emridir. Bir âyet meali:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.) [Nahl 43].
Seferde birinin başına bir taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Uyurken de ihtilam oldu. Arkadaşlarına, (Teyemmüm edebilir miyim?) diye sordu. Onlar da, (Hayır, su varken teyemmüm olmaz) dediler. O da gusledince öldü. Durumu Resulullaha anlattıklarında buyurdu ki:
(Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cahilliğin ilâcı sormaktır, ona teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun öteki kısımlarını da yıkardı.)[Ebu Davud]
Bu hadis-i şerif de, yukarıda bildirilen âyet-i kerime de, bilenlere sorulmasını, onlara tâbi olunmasını emrediyor. Bir âyet meali de şöyledir:
(Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır.
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Sual: Biz Hanefiyiz, Hanefi’de hadise aykırı bir hüküm görürsek ne yapmalıyız?
CEVAP
Kitaplarda diyor ki:
Hadise aykırı bir hüküm varsa hadisle amel edilir. Ancak bu söz nazari olarak böyledir. Mezhep imamları hadis-i şerife aykırı olarak söz söylemezler. Onlar âlimdir. Kafadan rastgele konuşmazlar.
Mesela hadis-i şerifte, (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Halbuki görünüşte Hanefi mezhebinin âlimleri bu hadis-i şerife aykırı olarak imam arkasında fatiha okumayı yasaklıyorlar. Tahrimen mekruhtur, harama yakındır diyorlar. Şimdi biz hadisle amel edeceğiz diye imam-ı a’zamın ictihadını kabul etmeyecek miyiz? O zaman mezhepsiz oluruz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Namazda kıraat farzdır ve hadis-i şerifte (Fatihasız namaz olmaz)buyuruluyor. Neden Hanefilerin, hakiki kıraati [cemaatin hepsinin okumasını] bırakıp, kıraati hükmiye [İmamın okuyup, cemaatin susmasına] karar vermelerinin sebebini tam anlayamadım.
İmam arkasında sükut etmeye dair açık bir delil bulamadım. Buna rağmen, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Çünkü, delili zayıf diye, mezhebimin hükmü ile amel etmemenin ilhad olduğunu biliyordum. Mezhepsiz olmamak için Hanefi mezhebinin hükmüne uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Nihayet Allahü teâlâ, mezhebe uymanın bereketi ile, Hanefi mezhebinde imama uyan cemaatin kıraati terk etmelerindeki hakikati izhar eyledi. İmam, sanki cemaatin dilinden okuyor. Bu şuna benzer: Bir köy halkı, köyün ortak bir meselesi için, köylünün tamamı kaymakama gitmez. Birkaç kişilik bir heyet seçerler. Bu heyetin hep bir ağızdan meseleyi anlatmaları da doğru olmaz. İçlerinden birini, temsilci seçerler. Temsilci, istekler aynı olduğu için, hepsinin dili ile ihtiyaçlarını arz eder. Kendilerine temsilci kabul ettikleri bu kimse, onların adına konuşur. Seçilen bu temsilcinin hepsinin adına ihtiyaçlarını arz etmesi şeklinde olan, cemaatin hükmi konuşması, onların hakiki konuşmalarından daha iyidir. İmam ile cemaatin hâli de böyledir. (Mebde ve Mead f.30)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Mezhebin hükmüne aykırı olan hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Bir Hanefinin, imam arkasında Fatiha okuması mezhepten çıkmaktır, ilhad'dır.(Mektubat m.312, Mebde ve Mead 31)
Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır, sapık veya kâfir olur. (Tahtavi)
Kifaye kitabında buyuruldu ki:
(Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır.)
Müslümanlar güzel görse
Sual: (Müslümanların güzel gördüğünü Allah da görür) hadisine göre, Müslümanların çoğunluğu çalgılı ilahileri dinliyorsa, erkekler başı açık olarak namaz kılıyorsa, ezanlar bir merkezden okunuyorsa, bana göre hiç mahzuru olmaz. Yarın bir tek merkezi imamla bütün Türkiye cemaatle namaz kılsa, herkes kılacağı için Allah da bunu güzel görmez mi?
CEVAP
Allahü teâlâ, bid’ati, haramı güzel görmez. Bana göre, sana göre ile din olmaz. Yüzde yüz herkes günah işlese, Allah haramı güzel görmez. İslam âlimleri, bu hadis-i şerifi, (Sıradan Müslümanların değil, müctehid Müslümanların güzel gördüğünü Allah güzel görür) şeklinde açıklamışlardır. Bizim gibi Müslümanların bir şeyi güzel veya çirkin görmesi, dinde ölçü olmaz. Şimdi çok kimse, kadınların başlarının açık olmasını güzel görüyor. Onlar güzel gördüğü için, Allah da güzel görmez. Çalgı çalmayı çok kimse güzel görüyor, onların güzel görmesi dinde ölçü olmaz. (Günahı herkes işlediği için, çoğunluğun işlediğini Allah güzel görür) diyerek herkese uyup günah işlenmez. Allahü teâlâ, insanların çoğuna uyanın sapıtacağını bildiriyor. (Enam 116)
Kuru kalabalıkların koştuğu yöne gidilmez. Onların yollarında sapıklık olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru yolda yürümelidir.
|
Mezhebin hükmüne uyulur
|
Sual: İbni Âbidin, Hindiyye, Dürer gibi muteber eserlerdeki bazı hadis-i şerifler, bazı hadis kitaplarındaki hadislere ve bazı âyetlere zıt gibi görünüyor. Mezhebimizin bazı hükümleri de, hadislere ve âyetlere zıt görünüyor. Bu durumda Allah'ın kitabına mı, Resulullah'ın sünnetine mi, yoksa mezhebimizin hükümlerine mi uymak gerekir?
CEVAP
Böyle sual sorulması uygun değildir. Hiç (Allah'ın kitabına ve Resulün sünnetine uymalı mı?) diye sorulur mu? Resulullah'ın sünneti, Allah'ın kitabından farklı olur mu? Mezhebimizin hükümleri de, Kitaba ve Sünnete aykırı olmaz. Önce kısaca ölçüyü verelim:
1- Hadis, âyete zıt olmaz. Zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Çünkü âyeti en iyi Resulullah anlar. Resulullah'ın açıklaması âyetin açıklaması olur.
2- Bir âyet veya bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur. Çünkü mezhebimizin âlimleri, âyet-i kerimeyi ve hadis-i şerifleri elbette bizden daha iyi bilir. Vâris olan âlimlerin farklı ictihadları da, yine Resulullah'ın emrine göredir. Nasıl ki Allahü teâlâ, Resulünü yetkili kıldı, Resulullah da vârislerini yetkili kıldı. Dört mezhep ve farklı hükümler olmayıp tek hüküm olsaydı, Müslümanların hâlleri çok zor olurdu. Şimdi bir insan kendi mezhebine göre yapamadığı bir şeyi, ihtiyaç olunca başka bir hak mezhebe göre yapabiliyor. Bu ne büyük bir nimettir!
Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır. (Kifaye)
Müctehid olmayanın dindeki bu hükümleri hadis-i şeriflerden çıkarması mümkün olmaz. Bunun için, müctehid olmayan, hadis kitabı okursa, ya hadislerin uydurma olduğunu zanneder veya kendi aklına göre, yanlış bir hüküm çıkarır. Her ikisi de, felaketine sebep olur. O hâlde bir Müslümana yapılacak en büyük kötülük, (Kütüb-i sitteyi al, hadisleri oku ve buradan dinini öğren!) veya (Kur’an meali oku, dinini asıl kaynaktan öğren!) demektir. Bu, bir hastaya, (Medikal cihaz satan bir yere git, her türlü tıbbî alet vardır, kendi kendini ameliyat et!) veya(Falan ilaç fabrikasına veya şu ecza deposuna git, orada her türlü ilaç var, bulduğunu, beğendiğini iç, tedavi ol!) demekten daha beterdir. Çünkü yanlış ilaç kullanan, hastalanır veya sakat kalır yahut ölebilir. Ama dini yanlış anlayan, küfre düşüp ebedî Cehennemde kalabilir. Âlim oldukları hâlde 72 sapık fırkanın liderleri ve onlara tâbi olanlar Cehenneme gidecektir. Âyet-i kerimelere kendi kafalarına göre mâna verdikleri için sapıtmışlardır.
Mezhep imamlarını kabul etmeyip, Kitap ve Sünnet diyen mezhepsizlere soruyoruz: Mezhep imamları âyet ve hadise uymamışlar mı? Onlar âyet ve hadisi bizim kadar anlayamamışlar mı? Ne diye o yetkili âlimlere değil de, kendi anlayışımıza uyuyoruz? Günlük işlerde bile, işin ehline gidiliyor. Ameliyat için doktora değil de avukata gidilir mi? Bunun için işin ehli olan mezhep imamımıza değil, kendi anlayışımıza itibar etmek ne kadar tehlikelidir.
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın)mealindeki âyet-i kerime için Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Burada Allah’ın ipinden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullah'ın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yola tâbi olmayan, bid'at ehli olur, Cehenneme gider. (Tahtavi)
Sual: Herkese Lazım Olan İman kitabında, (Müctehid olmayan bir Müslüman, bir sahih hadis öğrenip, mezhep imamının buna uymayan hükmünü yapmak kendine ağır [güç] gelirse, bu müslümanın, dört mezhep arasında, bu hadise uygun ictihad etmiş olan müctehidi arayıp bulması ve bu işini onun mezhebine göre yapması lazımdır) deniyor. Biz hadislere göre amel edebilir miyiz?
CEVAP
Bu ifade, hadis-i şerifle amel etmeyi değil, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmeyi bildiriyor. Mesela, aç kalıp midyeden başka yiyecek bir şey bulamayan kimse, (Denizden çıkan her hayvan yenir) hadis-i şerifine göre ictihad eden mezheplerden birini taklit ederek deniz haşaratı yemesi caiz olur anlamındadır. Yoksa sahih hadis var diye kendi mezhebine aykırı hareket edemez. ÇünküMuhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, onlar, Nasstan yani âyet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika)
Resulullahı örnek almak
Sual: İbadetlerimi Peygamberimizin hareketlerine göre düzeltmek istiyorum. Namaz kılarken Hazret-i Ebu Bekire uyduğu zaman, imam arkasında Fatiha okumuş muydu? Okumuşsa bizim de okumamız lazım olduğu için soruyorum. Bunun gibi Peygamberimiz kadına dokununca veya cildinden kan çıkınca abdest almış mıdır?
CEVAP
Bu çok yanlış bir sual. Kur’an ve sünnetten başka delil tanımayan mezhepsizlerin suallerine benzemektedir. Bu sual birkaç yönden yanlıştır:
1- Dinimizde dört delil vardır. İkisini inkâr etmek, bir hak mezhebe bağlanmamak dalalettir. Mezhebimizin hükmü nedir diye sual edilmesi gerekirdi.
2- Resulullah efendimizin statüsü, konumu farklıdır. Ona farz olan, bize farz olmayabilir. Mesela teheccüd namazı ona farz, bize nafiledir.
Ona haram olan şeyler bize caiz olabilir. Mesela şiir yazmak, şiir söylemek, soğan sarımsak yemek Resulullaha caiz değil idi. Bize caizdir. Demek ki Onun yapmadığı ölçü değil, bize izin verip vermediği ölçüdür.
Ona caiz olan bazı şeyler, bize caiz olmayabilir. Mesela Resulullah efendimiz, boşadığı kadınla evlenmesi caiz idi. Bize caiz değildir.
Bir kimse ölünce, hanımı başkası ile evlenebilir. Ama Resulullahın hanımları başkası ile evlenemez. Çünkü onlar müminlerin anneleridir.
Demek ki Resulullah efendimizin bizzat yapıp yapmadığı değil, bize yapın veya yapmayın dediği ölçü olur. Bunu da biz bilemeyiz ancak müctehid âlimler bilir. Onun için herkes mezhebinin hükmü ile amel eder. (Resulullah böyle yaptı veya yapmadı) diyerek kendi kafasına göre hüküm veremez.
Tahkik eden mezhepsiz
Sual: Bir kimse, (Mezhebe körü körüne uymam, taklit değil tahkik ederim, doğru olanlarına uyarım) dese, bu kimse mezhepsiz olur mu?
CEVAP
Mezhepsizlik zaten budur. Günümüzde âyet-i kerimeden ve hadis-i şeriften kendi anladığına uyup, mezhebine uymayan kimse, mezhepsizdir. Böyle yapmak, mezhep âlimlerinin âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri anlayamadığını sanmak, yani onları cahil bilmek olur.
Bir mezhebi beğenmeyerek ondan çıkmak, Selef-i salihini cahil bilmek, beğenmemek olur. Buna da âlimlerimiz küfür olur demişlerdir.
(Es-Savi) tefsirinde, Kehf suresinin 24. âyetinin tefsiri haşiyesinde buyuruyor ki:
Dört mezhepten olmayan kimsenin sözü, sahih olan hadis-i şerife yahut âyet-i kerimeye uygun görünse de, buna uymak caiz değildir. Dört mezhepten birinde olmayan kimse sapıktır. Başkalarını da, hak yoldan ayırır. Dört mezhepten ayrılmak küfre kadar gider. (Hidayet-ül-muvaffıkin s. 65)
|
Âlimlere uymayan, şeytana uymuş olur
|
Sual: Kabul olan hac sayesinde, kul borcu ve namaz, oruç gibi farzların ödenmedikçe affedilmeyeceği söyleniyor. Halbuki şu hadis-i şerif, bunların da affedileceğini göstermiyor mu? Resulullah, Arefe akşamı ümmeti için dua etti. Allahü teâlâ (Onları mağfiret ettim.Ancak zalimler hariç, çünkü zalimlerden mazlumun hakkını alacağım) buyurdu. (Ya Rabbi, dilersen mazlumu cennette razı edici nimetler verirsin, zalimleri de af etsen…) diye duaya devam etti. Fakat kabul olduğu bildirilmedi. Sabah Müzdelife’de aynı duayı tekrarlayan Resulullah efendimizin tebessüm ettiği görüldü. Sebebi sorulduğunda buyurdu ki: (Allahü teâlânın, duamı kabul edip ümmetimi mağfiret ettiğini İblis öğrenince, başına topraklar saçarak feryat etmeye başladı. İşte onun bu hali beni güldürdü.)[İbni Mace, İ. Ahmed, Kurtubi]
CEVAP
Allahü teâlâ, (Resulüme itaat edin, Ona itaat bana itaattir, bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor. Resulü de (Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor.
Demek ki işin önemi çok büyük, âlimlere uymakta çok büyük fayda, uymamakta ise, çok büyük zarar vardır. Bu zarar, insanı bid’atten küfre kadar götürür.
Mesela aşağıdaki hadis-i şerifleri de okuyan insan, her türlü günahı işleyip, hiç bir ibadet yapmayıp, sadece üç estağfirullah okumakla, abdest almakla bütün günahlardan kurtulduğunu zanneder. Halbuki bu dine aykırıdır.
Günahların affolduğunu bildiren hadis-i şerif meallerinden bazıları şöyledir:
(Her namazdan sonra; 3 kere "Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüv el-hayyel-kayyume ve etubü ileyh" okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları affolur.) [Müslim]
(Günde beş vakit namaz kılanın bütün günahları temizlenir.)[Buhari]
(İşrak vakti iki rekat namaz kılanın bütün günahları affolur.)[İ.Ahmed]
(Abdest alan bütün günahlardan temizlenmiş olur.) [Müslim]
(Arefe günü, bin "İhlas" okuyanın bütün günahları affolur.)[Ebuşşeyh]
(Karada şehid olanın borçları ve emanetleri hariç, bütün günahları affolur. Denizde, suda boğularak ölen şehidin ise, borç ve emanetleri de dahil bütün günahları affolur.) [Ebu Nuaym]
(Hacca giderken veya gelirken ölenin, bütün günahları affolur.)[İsfehani]
(Bir kimse, [karşısındaki pişman olunca] alışverişi fesheder, malı geri alırsa, Hak teâlâ onun günahlarını affeder.) [Hakim]
(İki müslüman, selamlaşıp müsafeha eder ve bir de bana salevat-ı şerife okursa, anadan yeni doğmuş gibi bütün günahları temizlenir.) [R.Nasıhin]
(Kendi ihtiyacı olan bir şeyi başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder.) [İbni Hibban]
(Ramazan orucunu tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin bütün günahları affolur.) [Nesai]
(Sevabını umarak kadir gecesini ibadetle geçirenin geçmiş ve gelecek günahları affolur.) [İ.Ahmed]
Hadis-i şeriflerin açıklamasında buyuruluyor ki:
Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın, bütün günahları affolursa da, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz. Bunları kaza ederek, ödeyerek borçtan kurtulmak gerekir. (Hadika)
Böyle bütün günahların affedilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır. Kul hakkı önemlidir. Bir hadis-i şerif meali:
(Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette paranın pulun değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.) [Buhari]
Hud suresinin (Hasenat, günahları yok eder) mealindeki 114.âyeti, farzın terkinden hasıl olan geciktirme günahı, o farz kaza edilince, af olur demektir.
|
Âlimlere uymak vaciptir
|
Sual: Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek şirk ve bid’at iken, niye âlimlere ve mezheplere uyuluyor ki?
CEVAP
Bu, cevabı bir kitap olacak kadar uzun, izah isteyen bir sualdir. Kısaca bildirelim. Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek dinin emridir, şirk ve bid’at değildir. Bu husus, âyetlerle ve hadislerle sabittir.
Resulullahın vârisleri olan âlimler buyuruyor ki:
Dinin hükümlerini bizim gibi cahillere, derin âlimler ve olgun salihler bildirdi. Bunlar, Muhaddisler ve Müctehidler’dir. Hadis âlimleri, hadis-i şerifleri inceleyip, sahih olanlarını ayırmışlardır. Müctehidler de, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden ahkâm çıkarmışlardır. Biz, ibadetlerimizi ve bütün işlerimizi bu ahkâma uygun olarak yapıyoruz. (Üsul-ül-erbea fi-terdidil-vehhabiyye)
Avamın [müctehid olmayanın], bir hadis-i şerif işitince, bundan kendi anladığına göre iş yapması caiz olmaz. Ya onun anladığından başka mana verilmesi gerekir veya mensuh [yürürlükten kaldırılmış] olabilir. Müctehidin fetvası ise, böyle şüpheli değildir. (Kifâye)
Avamın Eshab-ı kiramı taklit etmekten men olunmalarını ve bunların, İslamiyet’i açıklayan, sözleri kolay anlaşılan, kısımlara ayırmış olan âlimlere uymaları lazım olduğunu, âlimlerimiz sözbirliğiyle bildirdiler.(Müsellem-üs-sübut, Fevatih-ur-rahemut)
İmam-ül-Haremeyn, Burhan kitabında, (Avam Eshab-ı kiramın mezheplerine uymamalı. Dört mezhep imamının mezheplerine tâbi olmalı) buyurdu. (Şerhi minhac-ül-üsul)
İslam âlimlerinin yukarıda yazılı icmalarına uymayanların sapık oldukları anlaşılır. Çünkü Eshab-ı kiram, cihadla, İslamiyet'i yaymakla uğraştıkları için, tefsir ve hadis kitapları hazırlamaya vakit bulamadılar. Resulullahın nuru, Onların mübarek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitaptan öğrenmeye ihtiyaçları kalmadı. Her biri, bu nurun kuvvetiyle doğru yolu bulurdu. Asırların en iyisi olan saadet asrı bitince, fikirlerde, bilgilerde ayrılıklar hâsıl oldu. Eshab-ı kiramdan ve Tabiinden nakledilen haberler, birbirlerine uymaz oldu. Hak yolu arayanlar şaşırdılar. Allahü teâlâ, lütfederek, bu ümmet arasından salih, dört âlimi seçti. Nasslardan hüküm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsan etti. Bunların taklit edilmesini emrederek bütün Müslümanların hidayete kavuşmalarını istedi. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey iman edenler, Allaha itaat edin, Resule itaat edin ve Ülül-emrinize itaat edin!) [Nisa 59]
Burada Ülül-emir, ictihad derecesine yükselmiş olan âlimler demektir. Böyle âlimler de, herkesin bildiği dört hak mezhebin dört büyük imamıdır. Bu âyetteki ülül-emir denilen üstün kimselerin, müctehid oldukları yine âyetle bildiriliyor:
(Resule veya ülül-emre sorsalardı, onlar bilirdi.) [Nisa 83]
(Ülül-emir, hâkimler, valiler demektir) sözü, nasslardan ahkâm çıkarabilen hâkimler içindir. Bunlar, âlim oldukları için, Ülül-emirdirler. Hâkim oldukları için değil! Dört halife ve Ömer bin Abdülaziz böyleydi. Cahil, fâsık veya kâfir olan emirler böyle değildir. Onların dine aykırı emirlerine itaat edilmez. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir şeyi ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!)[Lokman 15]
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ülül-emir, fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
İbni Abbas da, (Ülül-emir, fıkıh ve din âlimleridir) buyurdu. (İtkan, Müslim şerhi, Tefsir-i kebir)
Âyetlerin, hadis ve tefsir âlimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere itaat etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhepsizlerin (Allah’tan ve Peygamberden başkasına itaat etmek şirk ve bid’attir) sözlerinin bozuk ve saçma olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu konuda birçok hadis-i şerif de vardır:
1- Resulullah, Muaz bin Cebeli Yemene hâkim olarak gönderirken,(Orada nasıl hüküm edeceksin?) buyurunca, Allah’ın kitabıyla dedi.(Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. Allah’ın Resulünün sünnetiyle dedi. (Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?)buyurunca, ictihad ederek anladığımla dedi. Resulullah, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup, (Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi) [Ülül-emrin müctehid demek olduğunu ve buna itaat edenden Resulullahın razı olduğunu, bu hadis-i şerif açıkça göstermektedir.]
2- Bir hadis-i şerif meali:
(İlim üçtür: Âyet-i muhkeme, Sünnet-i kaime ve Farida-i adile.)[Ebu Davud, İbni Mace]
Mişkat şerhi, bunu şöyle açıklıyor:
Farida-i adile, Kitaba ve sünnete uygun ilimdir. İcma’a ve Kıyasa işarettir. Çünkü İcma ve Kıyas, Kitaptan ve Sünnetten çıkarılmaktadır. Bunun için, İcma ve Kıyas, Kitapla ve Sünnetle eşit tutuldu, Farida-i adile denildi. Böylece, ikisiyle amel etmenin vacib olduğu tembih edildi. Hadis-i şerifin manası, (Dinin kaynağı dörttür: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas) demek oldu. (Eşiat-ül-lemeat)
3- Hazret-i Ömer, müctehid olan Şüreyh’i kadı olarak gönderirken buyurdu ki:
Allah’ın kitabında açık olarak bildirilene bak! Bunu başkasından sorma! Burada bulamazsan Resulullahın Sünnetine uy! Burada da bulamazsan, ictihad et ve anladığına göre cevap ver!
4- Hazret-i Ebu Bekre davacı gelince, Allahü teâlânın kitabına bakardı. Burada bulduğuna göre hükmederdi. Burada bulamazsa, Resulullahtan işittiğine göre cevap verirdi. İşitmemişse, Eshab-ı kiramdan sorup, onların icmasıyla hüküm verirdi.
5- Abdullah ibni Abbas’a bir şey sorulunca Kur'an-ı kerimde bulup, cevap verirdi. Kur'an-ı kerimde bulamazsa, Resulullahtan işittiğini söylerdi. İşitmemişse, hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’e sorardı. Cevap alamaz ise, kendi reyi ile bulup hükmederdi.
Müctehid âlimlere sormak, dört mezhep imamlarına sormak demektir. Birkaç vesikası şöyledir:
Bir mezhebi taklit etmenin vacib olduğunu gösteren dört delil:
1- Birinci delil:
Eshab-ı kiramın asrından ve ondan sonraki asırdan bu zamana kadar, bütün Müslümanlar dört mezhepten birini taklit etti. Bunda icma hâsıl oldu. Şu hadis-i şerifler icmanın sahih olduğunu göstermektedir:
(Ümmetim dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme gider.) [İbni Asakir]
2- İkinci delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71]
Kadı Beydavi hazretleri, bu âyet-i kerimenin tefsirinde, (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırırız) buyuruyor. Medarik’te de böyle yazılıdır.
Mealim-üt-tenzil tefsirinde, (İbni Abbas, kendilerini dalalete veya hidayete sürükleyen devlet reisleriyle çağrılır dedi. Said bin Müseyyib ise, her kavim, kendilerini hayra ve şerre sürükleyen reislerinin yanına toplanırlar dedi) demektedir.
Tefsiri Hüseyni’de ve Ruh-ul-beyan’da (Mezhebinin imamıyla çağrılırlar. Mesela, ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) demektedir.
Bundan anlaşılıyor ki, kâmil olan imamlar kendilerine tâbi olanlara şefaat edeceklerdir. Demek ki, kıyamet günü, herkes mezhep imamının ismiyle çağrılacaktır. İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep imamlarının her biri böyle yüksekti. Allahü teâlâ, Lokman suresinin 15. âyetinde, (Bana inabet edenin yoluna tâbi ol) buyurdu. Bu dört büyük imamın, Allahü teâlâya inabet etmiş oldukları sözbirliğiyle bildirilmiştir.
3- Üçüncü delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115]
İmam-ı Şafii’ye, İcma’ın delil olduğunu gösteren âyet hangisidir diye sorulduğunda, cevap olarak, bu âyeti gösterdi. Bu âyet, müminlerin yolundan ayrılmayı haram ettiği için bu yola uymak vacib yani farz olur.
Medarik tefsirinde, bu âyet açıklanırken, (İcma’ın delil olduğunu ve Kitaptan, Sünnetten ayrılmak caiz olmadığı gibi, icmadan ayrılmanın da caiz olmadığını bu âyet göstermektedir) buyurulmaktadır.
Beydavi tefsiri de, bu âyeti açıklarken, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacib yani farz olur) buyuruyor.
Bu ümmetin salihleri, âlimleri, (Bir mezhebi taklit etmek vacib yani şarttır. Mezhepsiz olmak büyük günahtır) dediler. Âlimlerin bu sözbirliğinden ayrılmak, bu âyetten ayrılmak olur. Bir ayet-i kerime meali de şöyledir:
(Siz, insanlar için hayırlı ümmetsiniz! Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparsınız.) [Âl-i İmran 110]
Bu ümmetin âlimleri mezhepsizliğin kötü olduğunu bildirdiler. Mezhepsizliği tavsiye edip, âlimlerin sözlerinden ayrılan, bu âyet-i kerimeyi inkâr etmiş olur.
Bazı mezhepsizler, (Edile-i şer’iyye)nin dört kaynağından yalnız ikisine uyduklarını söylüyorlar. Diğer ikisini kabul etmiyorlar. Böylece, Müslümanların yolundan yani, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) yolundan sapıyorlar.
4- Dördüncü delil:
Bir âyet-i kerime meali:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun!) [Nahl 43]
Bu âyet-i kerime, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Âyet-i kerimede, herkesten ve din cahillerinden değil, âlimlerden sormak emrolunmaktadır. Bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde arayamaz, mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenmesi gerekir. Okuyup öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehide uymazsa mezhepsiz olur.
Dört mezhebe uymak
|
Sual: İşlerimizin bir kısmını Hanefi’ye, bir kısmını Maliki’ye, bir kısmını Şafii’ye, bir kısmını da Hanbeli’ye uyarak yapsak dört mezhebin dördüne de uymuş olmaz mıyız?
CEVAP
Hayır uymuş olmayız. Hatta hiçbirine inanmamış oluruz. Hatta, hepsinin yani dinde söz sahibi mutlak müctehidlerin üzerinde kendimizi görmüş ve buna göre hareket etmiş oluruz.
Din kitaplarımızda buyuruluyor ki:
Bir işi bir mezhebe göre yapmaya başladıktan sonra, bu işi ve buna bağlı olan işleri yapmaya devam ederken, bu mezhebi taklit etmekten vazgeçmenin yasak olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbnül HümamTahrir-ül-üsul, İbnül-Hacib Muhtasar-ül-üsul, Alâüddin-i HaskefîDürr-ül-muhtar)
Bir mezhebi taklit edenin, hep ona tâbi olması vaciptir. Zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhepten ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (Bahr-ür-raık)
Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi gerekir. (Müsellem-üs-sübut)
Ayn-ül-ülaya yükselmemiş bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vaciptir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır.(İmam-ı Şarani Mizan s.24)
Aminin [müctehid olmayanın] mezhep değiştirmesi caiz değildir. Dilediği bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar s.283)
Müctehid olmayan din adamının, hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid, Muhtasar)
Bir kimsenin, taklit ettiği mezhebi, yani ona uygun iş yapmaya başladığı mezhebi terk etmesinin caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbni Hümam Tahrir)
İbadetlerde ve ictihad ile yapılan işlerde, dört mezhepten birini taklit eden kimse, böyle yaptığı işi, Allahü teâlânın emrine uygun olarak yapmış olur. (Mevlana Abdüsselam Cevhere şerhi)
Taklit etmekte olduğu mezhebe uygunsuz iş yapmaya, hiçbir âlim caiz demedi. (Kimya-yı saadet)
İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur. Bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. İşlerinin düzenini bozmuş, doğru yoldan ayrılmış olur. Âlimlerin sözbirliği ve ahir zamanda Müslümanlara en uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle olur. Herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şüphesiz, birinci mezhebe suizan etmek olur. İşler ve sözler bozulur, karışır. Sonra gelen âlimler, bunu sözbirliği ile bildirdiler. Doğrusu da budur, hayır bundadır. (Abdülhak-ı Dehlevi Sıfr-üs-seadet şerhi)
Mutezile gibi, hak yolun çeşitli olduğuna inananlar, aminin [cahilin] mezhepleri dilediği gibi karıştırabileceğini söylediler. Ehl-i sünnet âlimleri, aminin belli bir imama uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşfkitabı, bunu uzun anlatmaktadır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri Telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Said bin Mesudün Tahavi şerhi bu hususu ayrıntılı şekilde anlatmaktadır. (İmam-ı Kuhistani Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Mezheplerden faydalanmak
Sual: Bir mezhebe bağlanmadan, bütün mezheplerden faydalanmak caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Herkesin bir mezhebinin olması lazımdır. Bir mezhebi olanın da, harac, sıkıntı olmadıkça, bir işi bir mezhebe göre, başka bir işi de başka mezhebe göre yaparak, mezhepleri karıştırması caiz olmaz. Bir kimse, dört mezhepten hangisini seçmişse, o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, harac, sıkıntı olmadıkça, her işinde o mezhebe uyması lazımdır. (M. Nafia)
Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Her Müslümanın yalnız bunlardan birine uyması şarttır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya telfik denir ki, caiz değildir. (Hadika)
İki mezhebi telfîk edenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliğiyle bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini cahil saymak küfürdür. (F. Bilgiler)
Eski ve yeni âlimler
|
Sual: Mezheplere inanmayan biri, (Eskiden İmam-ı Buhari sadece Buhari kitabını biliyordu, diğer muhaddisler de böyledir. Şimdi gelen insanlar bütün hadis kitaplarını biliyor. Şimdikiler onlardan yüzlerce defa âlimdir. Sahabe ise zaten çok az şey biliyordu. Şimdiki insanlar çok daha âlimdir) diyor. Sözlerinde doğruluk payı var mı?
CEVAP
Hiç doğruluk payı yoktur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayın.) [Buhari]
Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça onlara itibar edilmez.
(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika]
Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün değildir.
(Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç kıymet vermez.) [Buhari]
Sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir.
(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi]
Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hali ne olur?
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
Gittikçe ilim azalacaktır.
(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Eski âlimleri hadis bilmez diye suçlayanlar, ilimden haberi olmayan cahillerdir.
Eshab-ı kiramın üstünlüğüyse zaten tartışılmaz. Her bakımdan üstün, her bakımdan âlim ve hepsi de Cennetlik insanlardı. Bir âyet-i kerime meali:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan eshab-ı kiramdan dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir. Fakat hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.)[Hadid 10]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)[Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy]
(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti]
Dine hizmet etmek, ilim ile, iman ile, ihlas ile, can ve mal vermekle olur. Başkaları bu mertebeye ulaşamaz. Sonrakiler, Eshab-ı kiram gibi nasıl üstün olabilir?
|
Müctehid ve müceddid
|
Sual: Müctehid ve müceddid ne demektir? Herkesçe bilinen müceddidler kimlerdir?
CEVAP
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir.
Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselâm, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. (S. Ebediyye)
Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler)buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i Kerhi, esrar bilgilerindeİmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte,Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat, hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife)
Âyetle hadis çelişirse
|
Sual: (Hadisimi Kur’anla karşılaştırın. Kur’ana uyarsa o söz benimdir, uymazsa benim değildir) hadisine uyarak, âyetle çelişen hadislerin hepsini hadis kitaplarından ayırmak gerekmez mi?
CEVAP
Bir kere hadis kitaplarında Kur’an-ı kerime aykırı hadis-i şerif bulunmaz. Bir hadis âlimi, bir hadis-i şerifin Kur’ana aykırı olduğunu bilememişse, biz nasıl bileceğiz? Kur’an-ı kerimi bilmeyen nasıl muhaddis olur?
Aslında şöyle düşünmek gerekir: Bir âyetle bir hadis çelişkili gibi görünürse, hadis-i şerifi esas almalı; çünkü Kur’an-ı kerim Resulullah efendimize inmiştir, o âyetteki manayı en iyi o bilir. Öyle ise, o hadis-i şerif o âyete aykırı değildir, belki açıklamasıdır.
Bunun gibi, mezhebimizin bir hükmü, bir hadis-i şerifle çelişir gibi görünürse, mezhebimizin hükmünü almamız gerekir. Mezhebimizin âlimleri bu hadis-i şerifi anlayamamış denilemez. Bir örnek vermek gerekirse, hadis-i şerifte, (Denizde yaşayan her canlı yenir.)buyurulurken, mezhebimizin âlimleri, bu hükümden deniz haşaratını istisna tutmuştur. Bunun gibi, (İstanbul’da Şişli’de Ramazanda herkes oruç yer) dense, bunun istisnalarının da olacağı mümkündür. İşin önemini belirtmek için, çoğu anlamında, herkes dendiği olur.
Şu halde, bid’at ehlinin dediği gibi, (Mezhebimizin hükümlerini, hadislere ve Kur’ana göre düzeltelim) demenin çok yanlış olduğu bu örneklerden anlaşılmaktadır. Mezhepsizlerin oyununa gelmeyelim, mezhebimizin hükümleriyle amel etmeye çalışalım. İmam-ı Rabbani hazretleri, mezhebin bir hükmünü bir hadis-i şerife aykırı görerek, yani mezhebin o hükmünün yanlış olduğunu kabul etmenin, mezhebinin hükmünü beğenmemenin, ilhad olduğunu bildirmektedir. (Mebde ve Mead)
|
Delil aramak gerekir mi?
|
Sual: Herkesin, mezhebindeki hükümlerin delilini bilmesi gerekir mi?
CEVAP
Müctehidlerin bildirdiği hükümlerin delillerini, mukallidlerin araştırmaları, anlamaları lazım değildir. (Redd-ül-muhtar)
Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas müctehidler için delildir. Mukallidler yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, bulunduğu mezhep imamının ictihadı ve sözüdür; çünkü mukallidler, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun içindir ki, mezhep imamının sözü, Nass’a yani âyet ve hadise uymuyor göründüğü zaman, mezhep imamının sözüne uyulur; çünkü Nass ictihad isteyebilir yahut başka Nass’la değişmesi, tevil edilmesi veya nesh edilmiş olması mümkündür. Bunları da ancak müctehid anlayabilir. (Berika s.94)
Mezhebin hükmüne aykırı diye, hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil senet olamaz. Mukallidlerin bilgisi, bir şeyin helal veya haram olmasına delil olamaz. Bir şeyin helal veya haram olması için, müctehidin ictihadı lazımdır. (M. Rabbani 1/312, Mebde ve Mead 31)
Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Eshab-ı kiram bunlara, yalnız ibadetlerin nasıl yapılacağını öğrettiler. Delillerini aramalarını emretmediler. Delilsiz olarak taklit etmelerini kâfi gördüler. Her işlerinde Eshab-ı kiramın izinde giden mezhep imamlarımız da onlara uydular. Müctehid olmayanın, delil aramadan, dört hak mezhepten birine tabi olması gerekir. (F. Bilgiler)
|
Müctehide uymak
|
Sual: Ebu Hanife, (Resulullahın hadis-i şerifleri başımızın tacıdır. Eshab-ı kiramın sözlerini arar, seçer ve onlara uyarız. Tabiinin sözleri ise, bizim sözlerimiz gibidir) dediği gibi; zamanın halifesi, İmam-ı Malik’e, (Eserin Muvatta’yı Kâbe’nin duvarına asalım, bütün Medine halkı bununla amel etsin) dediğinde İmam-ı Malik, Resulullahın kabrini göstererek (Bu kabrin sahibi dışında herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) diyerek bir mezhebe uymayı caiz görmediği halde, âyet ve hadisten başka delil olduğunu söylemek nasıl uygun olur?
CEVAP
İki söz farklıdır. İmam-ı azamın sözü, kendisi gibi müctehid olan zatlar içindir. Müctehid, başka müctehide uymaz, kendi ictihadına uyar. Onun için farklı mezhepler meydana çıkmıştır.
İmam-ı Malik’in sözü de, herkesi tek mezhebe uymaya zorlamanın, rahmeti daraltacağı, sünnete uymayacağını bildirmektedir; çünkü Peygamber efendimiz, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruyor. İnsanlar bir mezheple amel etmeye zorlanırsa, rahmet daralmış olur, rahmet olan diğer mezheplerden istifade imkânı kalmamış olur. İmam-ı Malik, her mezhep yaşasın, yalnız benim mezhebimle amel etmeye mecbur bırakmayın buyurmuştur.
(Herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) sözü de, kendi gibi müctehid âlimler içindir, bizim için değildir. Bizlerin ise, mezhebimize ve mezhebimizdeki fetva verilen hükme uymamız şarttır. Bizim, mezhebimizdeki müctehid âlimin sözünü almama gibi bir yetkimiz yoktur. Öyle olsaydı, Kur’an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurulmazdı. Müctehid âlimlerin Resulullahın vârisleri olduğu, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Vâris olan âlimlerin bildirdiği hükümleri atmaya, kimsenin yetkisi yoktur. Hatta yetkili bir âlim bile, diğer bir âlimin sözünü yetkisiz hale getiremez; çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) mecelle kaidesi meşhurdur.
|
Hükümler uyuşmazsa
|
Sual: Ehl-i sünnet olarak bildiğimiz bir hoca, (Kur’anla hadisin birbirine uymadığı görülürse, hadisle amel edilir. Hadisle mezhebimizin hükmünün birbirine uymadığı görülürse, mezhebimizin hükmüne uyulur) diyor. Bu görüş, bize ters geldi. Allah'ın kelamı, hadislerden, hadisler ise, mezheplerden önce gelmez mi?
CEVAP
Bunun öncelikle alakası yoktur. O hoca, doğru söylemiş. Biz, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkaramayız. Mezhebimiz, o konuyu nasıl bildirmişse ona uyarız.
Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerime zıt olmadığı gibi, mezhebimizin hükmü de, hadis-i şeriflere zıt olmaz. Üçünü ayrı kabul etmek yanlış olur. (Kur’ana ve Sünnete değil, mezhebin hükmüne uyulur) demek, (Kur'an ve Sünnetten kendi anladığımıza değil, mezhep imamımızın anladığına uyulur) demektir. Üç örnek verelim:
1- Kur'an-ı kerimde, Nur sûresinin, (Zina eden ancak zina edenle evlenir) mealindeki üçüncü âyet-i kerimesini okuyan bazı kimseler, (Yalnız Kur'an) diyen mezhepsizlerin etkisinde kalarak, (Zina etmişsek, zina edenle evlenmek zorunda mıyız?) diye soruyorlar. Peygamber efendimiz, bu konuda ne bildirmiş? Mezhep imamlarımız nasıl açıklamış? Bunları bilmeden cevap verilemez. Dinimizde delil, tek değil, dörttür. Dördüncü delilde buyuruluyor ki:
Dört mezhepte de, zina eden, zina etmeyenle ve zina etmeyen, zina edenle evlenebilir. (Ebu Bekr Râzi el-Cessâs)
2- Kur'an-ı kerimde, (Zekât sekiz sınıfa verilir) diyor. (Tevbe 60)
Sekiz sınıftan biri, kalblerinin İslâmiyet'e ısınması istenen kâfirlerdir. Bu hüküm, nesh edilmiş ki, dört mezhebin hiç birinde kâfire zekât verilmez. (Fetava-i Hindiyye)
3- Maide sûresinin üçüncü âyet-i kerimesinde, boğazlanmadan kesilen hayvanların leş olduğu ve kan içmenin haram olduğu bildiriliyor. Bu âyet-i kerimeye bakan bazı cahiller, (Balığın başı kesilmeden ölürse yenmez) dedikleri gibi, (Kan haram olduğu için dalak yemek de haramdır) diyorlar. Hâlbuki dört mezhepte de, dalak yemek haram değildir. Balık boğazlanmaz, yani başı kesilmez. (Redd-ül muhtar)
Bir tane de hadis-i şeriften örnek verelim:
(Ateşte ısınmış bir şeyi yiyip içmek abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, İ. Mace, Tirmizi, Nesai]
Hâlbuki dört mezhebin hiçbirinde, ateşte ısınmış bir şeyi yiyip içmek abdesti bozmaz. Burada hadis-i şerife değil, mezhebimizin hükmüne uymaktayız. Çünkü biz hadis-i şerifteki maksadı anlayamayız. Mezhebimizin âlimleri, o hadis-i şerifteki maksadı anlıyorlar. Biz de kendi anladığımıza değil, mezhebimizin bildirdiğine uyarız.
|
.
Eshab-ı kirama uymak
|
Sual: Tirmizî’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Eshabıma ve onlara tâbi olanlara [tabîine] uyun!) buyuruluyor. Resulullah, niye (Kur'ana ve bana tâbi olun!) demiyor da, (Eshabıma, hattâ Eshabıma uyanlara da tâbi olun!) buyuruyor?
CEVAP
Eshab-ı kirama tâbi olanlara Tabiîn denildi. Bir âyeti kerime meali:
([Eshabdan] Muhacir ve Ensar’la iyilikte onların izinden gidenlerden, [onlara uyanlardan] Allah razıdır. Onlar da, Allah’tan razıdır. Allah onlara Cenneti hazırladı.) [Tevbe 100]
Bu âyet-i kerimede, Eshab-ı kirama ve onların izinden giden Tâbiîn denilen zatlara uymak gerektiği bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız hidayete erersiniz.) [Taberani, Beyhekî, İ. Asakir, Hatîb, Deylemî, Darimî, İ. Münavî, İ. Adiy]
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerif gösteriyor ki, Tâbiîn denilen zatlara uyan, Eshab-ı kirama uymuş olur. Eshab-ı kiram da Resulullah'a, Resulullah da, Allahü teâlâya uyduğu için böyle buyuruluyor. Bunun gibi Buhari’deki bir hadis-i şerifte de, (Benden sonra sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine uyun!)buyuruluyor. Burada da, Hulefa-i raşidinin, Resulullah'ın yolunda olduğunu bildiriyor. Allahü teâlâ da, (Yalnız bana uyun, yalnız bana itaat edin) demiyor, (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) buyuruyor. (Âl-i İmran 32)
Resul'e uyan da, Allahü teâlâya uymuş oluyor. Bir âyet-i kerime meali:
(Resul’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Demek ki, Resulullah'ın yolu, Allah'ın bildirdiği yoldan farklı değildir. Eshab-ı kirama uyan Resulullah'a uymuş olur. Çünkü Eshab-ı kiramın yolu, Resulullah'ın yolundan farklı değildir. Tâbiîn’e uyan da, Eshab-ı kirama uymuş olur. İmam-ı a'zam hazretleri, Tâbiîn’den idi. Demek ki İmam-ı a'zamın mezhebinden olan, silsile yoluyla Eshab-ı kirama, Resulullah'a ve Allahü teâlâya uymuş olur. Ama Kur'andan anladığına uyan, Allah'a uymuş olmaz, kendi anladığına uymuş olur. Kur'an-ı kerimi Resulullah efendimiz açıklamıştır. Onun sözlerini Eshab-ı kiram açıklamıştır. Eshab-ı kiramın sözlerini de âlimler, mezhep imamları açıklamıştır. Bu incelikleri anlayıp herkes haddini bilmeli, âyetten ve hadisten hüküm çıkarmaya kalkmamalıdır.
.
Dinin hükmüne uyarken
|
Sual: Kendini (İslam’ın yıldızı) veya (Dinin ışığı) olarak tanıtan mezhepsiz bir hoca, (Mezhep imamlarına o kadar değer vermeyin, Resulullah, İmam-ı a'zamdan farklı söylüyorsa, İmam-ı a'zama değil, Resulullah'a uyulur. Resulullah'ın sözü varken, ona uyan, İmam-ı a'zamı Resulullah’tan üstün gördüğü için kâfir olur. Hadisle Kur’an çatışırsa, Kur’an esas alınır, mezhebin hükmüyle hadis çatışırsa hadis esas alınır) diyor. İmam-ı a'zam, hadis-i şeriflere aykırı mı hüküm koymuştur? Bir mezhebe tâbi olan küfre mi giriyor?
CEVAP
Bunlar, dinimizi yıkmak için yapılan, mezhepsizlerin demagojik taktikleridir. Ne İmam-ı a'zam hazretleri, hadis-i şeriflere aykırı hüküm verir, ne de Peygamber efendimiz Kur’an-ı kerime aykırı söz söyler. İmam-ı a'zama uyan, Resulullah'a uymuş olur. Resulullah'a uyan da, Allah'a uymuş olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Resul’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Demek ki, Resulullah'ın yolu, Allah'ın bildirdiği yoldan farklı değildir. Eshab-ı kirama uyan, Resulullah'a uymuş olur. Çünkü Eshab-ı kiramın yolu, Resulullah'ın yolundan farklı değildir. Tâbiîn’e uyan da, Eshab-ı kirama uymuş olur. İmam-ı a'zam hazretleri, Tâbiîn’den idi. Demek ki İmam-ı a'zamın mezhebinden olan, silsile yoluyla Eshab-ı kirama, Resulullah'a ve Allahü teâlâya uymuş olur. Ama (Kur'ana uyuyorum)diyen, Allah'a uymuş olmaz, kendi anladığına uymuş olur.
Kur'an-ı kerimi Resulullah efendimiz, Onun sözlerini Eshab-ı kiram açıklamıştır. Eshab-ı kiramın sözlerini de âlimler açıklamıştır. Ölçümüz şöyle olmalı:
1- Hadis, âyete zıt olmaz, fakat zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Çünkü âyeti en iyi Resulullah anlar. Resulullah'ın bildirdiği hüküm, âyetin açıklamasıdır.
2- Bir âyet veya bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur. Çünkü mezhebimizin âlimleri, âyet-i kerimeyi ve hadis-i şerifleri elbette bizden daha iyi bilir. Vâris olan âlimlerin farklı ictihadları da, yine Resulullah'ın emrine göredir. Nasıl ki Allahü teâlâ, Resulünü yetkili kıldı, Resulullah da vârislerini yetkili kıldı. Dört mezhep ve farklı hükümler olmayıp tek hüküm olsaydı, Müslümanların hâlleri çok zor olurdu. Şimdi bir insan, kendi mezhebine göre yapamadığı bir şeyi, ihtiyaç olunca, başka bir hak mezhebe göre yapabiliyor. Bu ne büyük bir nimettir!
Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten, kendi anladığına uyarak, amel edemez. Müctehidlerin, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrirkitabında da böyle yazılıdır. (Kifâye)
Müctehid olmayanın, dindeki bu hükümleri, hadis-i şeriflerden çıkarması mümkün olmaz. Bunun için, müctehid olmayan, hadis kitabı okursa, ya hadislerin uydurma olduğunu zanneder veya kendi aklına göre, yanlış bir hüküm çıkarır. Her ikisi de, felakete sebep olur. O hâlde, bir Müslümana yapılacak en büyük kötülük, (Fıkıh öğrenmek için, Buhârî’yi oku! Kütüb-i sitteyi al, hadisleri oku ve buradan dinini öğren!) veya (Kur’an meali oku, dinini asıl kaynaktan öğren!) demektir. Bu, bir hastaya, (Medikal cihaz satan bir yere git, her türlü tıbbî alet vardır, kendi kendini ameliyat et!) veya (Falan ilaç fabrikasına veya şu ecza deposuna git, orada her türlü ilaç var, bulduğunu, beğendiğini iç, tedavi ol!) demekten daha beterdir. Çünkü yanlış ilaç kullanan, hastalanır veya sakat kalır yahut ölebilir. Ama dini yanlış anlayan, küfre düşüp ebedî Cehennemde kalabilir. Âlim oldukları hâlde 72 sapık fırkanın liderleri ve onlara tâbi olanlar Cehenneme gidecektir. Âyet-i kerimelere kendi kafalarına göre mânâ verdikleri için sapıtmışlardır.
Mezhep imamlarını kabul etmeyip, (Yalnız Kur’an) veya (Kitap ve Sünnet) diyen mezhepsizlere soruyoruz: Mezhep imamları âyet ve hadise uymamışlar mı? Onlar âyet ve hadisi bizim kadar anlayamamışlar mı? Ne diye o yetkili âlimlere değil de, kendi anlayışımıza uyuyoruz? Günlük işlerde bile, işin ehline gidiliyor. Ameliyat için doktora değil de avukata gidilir mi? Bunun için, işin ehli olan mezhep imamımıza değil, kendi anlayışımıza itibar etmek, ne kadar tehlikelidir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 12 ziyaretçi (34 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
Bugün 325 ziyaretçi (401 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|