BÜTÜN BİD’ATLER ÇİRKİNDİR VELEVKİ İNSANLAR ONU
GÜZELDE GÖRSELER
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur. Yalnız O’ndan yardım diler ve yalnız O’ndan mağfiret taleb ederiz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden de O’na sığınırız. Allâh’ın hidayete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, O’nun saptırdığını da hiç kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O tekdir, eşi benzeri ve ortağı da yoktur. Ve yine şehadet ederim ki,Muhammed s.a.v de O’nun kulu ve elçisidir.
يَأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنوُا اتَّقوُا اللهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
« Ey iman edenler! Allâh’tan hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak ölünüz»
ALİ İMRAN : 102
يَأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقوُا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقوُا اللهَ الَّذِي تَسَاءَلوُنَ بِهِ وَاْلأَرْحَامَ إنَّ اللهَ كَانَ عَلَيْكُمْ َرقِيبًا
“ Ey insanlar ! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Hiç şüphesiz ki, Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir “
NİSA : 1
يَأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنوُا اتَّقوُا اللهَ وَقوُلوُا قوْلاً سَدِيدًا يُصْلِحْ لَكُمْ أعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنوُبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
“ Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasulü’ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur “
AHZAB : 70-71
Şüphesiz ki, sözlerin en doğrusu Allâh’ın kitâbı, Yolların en hayırlısı da Muhammed s.a.v’in yoludur. - Din’de - en şerli işler sonradan ortaya çıkarılan şeylerdir, sonradan ortaya çıkan her şey bid’at,her bid’at dalalet ve her dalalet de ateştedir.
Değerli kardeşlerim ! dün olduğu gibi bugün de İslam aleminin başına bela olan en çirkin arızalardan birisi de,din adına icadedilen yeniliklerdir. Yani bid’atlerdir. İnananların birçoğunun, gerek akideleri ile alakalı olsun ve gerekse amelleri ile alakalı olsun sıkı sıkıya bağlanmış oldukları bu çirkin şeyler o kadar yaygınlaşmış ki, inanın hiçbir bölge ve - hemen hemen - hiçbir insan bundan kendisini kurtaramamıştır.
İşte bu çirkin manzaradan dolayıdır ki,bu sohbetimde siz değerli kardeşlerime bu konuda bir şeyler anlatmak istedim…. Allah’u Azze ve Celle’den bu sohbetimi hayırlara vesile kılmasını niyaz ediyorum.
Değerli kardeşlerim ! bid’atın çirkinliğine ve onun zemmine geçmeden önce isterseniz konumuza başlık olan bu kelimenin gerek luğavi mana-sını ve gerekse ıstılahi manasını zikredelim.
Bid’at kelimesi : bedea kökünden müştak – türemiş – daha önce bir benzeri görülmeyen yeni bir şey yapmak,icadetmek manasına gelmek-tedir…… Kelimenin bu manaya delalet ettiğini anlatan delillerden bir kaçı şunlardır :
“ Deki : ben Allah tarafından kullara ilk defa gönderilen bir pey-gamber değilim.Bilakis benden önce de bir çok peygamberler gön-derilmiştir…… “
AHKAF : 9
Yani,ben yeni icadedilen bir görevle gönderilmedim.Benim bu işim bid’at değil,bilakis benden önce de aynı görevi üslenenler olmuştur.
Rabbimiz diğer bir Ayet’i celilesinde de şöyle buyurmaktadır :
“ Gökleri ve yeri daha önce bir benzeri olmadan yaratan ….. O’dur. “
BAKARA : 117
Zikredilen bu Ayet’i celiledeki Bedi’ kelimesi ise ; daha önce bir benzeri olmayan,anlamınadır.
İşte mealini vermeye çalıştığımız bu cümlelerden anlaşıldığı gibi,Bid’at
daha önce bir benzeri görülmeyen yeni bir şey yapmak,icadetmek mana-sına gelmektedir.
Kelimenin ıstılahi manasına gelince bu da şöyledir :
Bid’at : Dinin ikmalinden sonra,din adına ihdas olunan veya dine izafe edilen her türlü yeniliktir.
Değerli kardeşlerim ! Unutmayalım ki din de bid’at ihdas etmek ve onunla dini hayat sürdürmek son derece çirkin ve tehlikeli bir olaydır. Hatta insanı dininden imanından soyutlayacak bir noktaya bile götüre-bilecek bir yapısı vardır bid’at olayının.
Bid’at çıkaran kimse,dolaylı yönden de olsa Allâh’ın ve Resulünün hükümlerini yeterli görmeyen kişi demektir. Dolayısıyla bu işin vebalinden sıyrılması da çok zor bir iştir….. Yani, icadettiği o işten kendisi tövbe etse bile, açtığı bu çirkin çığırdan dolayı, işlenen o günahlardan kurtulama-yacaktır.
Bundan dolayıdır ki Abdullâh İbn Abbâs r.a bu konuda şöyle demek-tetir :
إِنَّ أَبْغَضَ اْلأُموُرِ إِلَى اللهِ الْبِدَعُ
“ Allah indinde en çirkin işler, - din adına - sonradan ortaya çıka-rılmış bid’at’lerdir “
BEYHAKİ : S.KÜBRA : 316/4
Süfyanu’s - Sevrî ise bu konuda şöyle der :
اَلْبِدْعَةُ أَحَبُّ إِلَى إِبْليِسِ مِنَ الْمَعْصِيَةِ ، اَلْمَعْصِيَةُ يُتاَبُ مِنْهاَ وَالْبِدْعَةُ لاَ يُتَابُ مِنْهَا
“ Bid’at iblis’e, günahdan daha sevimlidir, zira günahdan tevbe edilir, ama bid’at’ten tevbe edilmez “
LALEKAİ : 1.C.132.S – EBU NUAYM HİLYE : 7.C.26.S – BEĞAVİ Ş.SÜNNE : 1.C.216.S
Bunun sebebi ise ; bid’atçinin amelini güzel görerek, bunun Allâh’a yaklaştıran bir yol olduğunu zanetmesinden dolayıdır. Dolayısıyla bundan tevbe etmeye de kalkışmaz. Hatta bu amelinde Allâh’tan sebat ister.
İşte Allâh Teâlâ böylelerinin durumunu kerim kitabında şöyle nitelen-dirir:
“ Kötü işi kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse ”
FATIR : 8
Ama kendisini hatalı ve amelini kötü gören günahkar böyle değildir. Eğer kendisine tevbe etmesi nasihat edilirse, bunu yerine getirebilir.
Değerli kardeşlerim ! Şüphesizki Bid’atlerin İslâm alemine yayılma-sının en önemli sebebi ; inananların dinleri hususundaki cahaletleridir….
Bu cehaletleri yüzündendir ki,bir çok itikadi ve ameli çirkinlikleri islama sokuşturmuşlar ve bunların da güzel şeyler olduğunu savunmuşlardır.
Hatta inananların çoğu, icadettikleri bu şeylere “ Bid’at’ı hasene ” diye bir isim takarak, bunların caiz ve makbul olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Acaba bu insanların dediği gibi ; “ bid’at’ı hasene ” diye bir şey var- mıdır ? …. Veya bu çirkin anlayışlarını neye dayandırarak bu ifadeyi kullanıyorlar , inşaallah bunların üzerinde durmaya çalışalım.
DİN TAMAMLANIP KEMALE ERMİŞTİR
Değerli kardeşlerim ! Her şeyden önce şuurlu bir müslümanın şunu çok iyi bilmesi gerekir ki bu din, tamamlanıp kemale ermiş bir dindir. Dolayısıyla, inandığını söyleyen bir kimse, ona bir şeyler ekleyerek dolaylı yönden de olsa, sanki onda bir noksanlık varmış gibi hareket etmemesi gerekir….. Çünkü Allah’u Azze ve Celle’nin, tamamlayıp kemale erdirdim dediği bir din, ancak öğrenilip tatbik edilir. Değilse bid’at ehlinin yaptığı gibi onda noksanlık varmış gibi hareket ederek,onun ikmaline çalışmaz.
Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
أَلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيْتُ لَكُمُ اْلإِسْلاَمَ دِينًا
“ Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi de tamamladım ve size din olarak İslâm’dan razı oldum “
MAİDE : 3
{ ….. Mâlik b. Enes şöyle demiştir : Kim İslâm dininde bir bid’at çıkarır ve bunun güzel olduğunu iddia ederse, Peygamber s.a.v’in, risaletini tam olarak eda etmediğini iddia etmiş olur. Zira Cenab’ı Allah : “ Bugün size dininizi ikmalettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve size din olarak da İslâm’dan razı oldum “
buyurmaktadır. O gün dinden olmayan şey, bugün de dinden değildir. }
ŞATİBİ EL- İ’TİSAM :1/64
Şevkânî r.h da bu konuda şunları söylemektetir : Madem ki Allâh c.c Peygamber s.a.v’in vefatından önce bu dini kemale erdirdiğini – yani tamamladığını - ifade ediyor, o halde bazı müslümanların ortaya çıkar-dığı bu görüşlere ne demeli ?
Şayet ortaya attıkları bu görüşleri dinden sayıyorlarsa bu onların, dinin tamamlanmadığına kâil olduklarını gösterir ki, bu da onların - dolaylı yönden de olsa - Kur’an’ı reddetmeleri demektir. Şayet ortaya attıkları bu şeyler dinden değilse,din’den olmayan şeylerle uğraşmanın ne faydası var ?
Değerli kardeşlerim ! gerçekten de Allah’u Azze ve Celle’nin zikri geçen bu kelamı,bu konuda çok güçlü ve etkili bir delildir. Yani,her şeyi ile tamam olan bir dine,din adına ne eklenebilir ki ? .
Bununla beraber ; Rablerinin Ayetlerini hakkıyla anlayan o güzüde imamların sözleri de çok güçlü ve etkili ifadelerdir. Bunlara hakkıyla kulak veren bid’at ehlinin,bu kurala hiç bir şekilde itiraz etmelerine mecalleri yoktur.
Öyleyse sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Bu konuda söylen-mesi gereken en güzel söz şu olmalıdır ; Bu din irili ufaklı her şeyi ile tamamlanıp kemale ermiş bir din’dir, dolayısıyla din adına onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
Değerli kardeşlerim ! Unutmayalım ki Allah’u Azze ve Celle, din adına izin vermediği bir takım şeyleri ihdas ederek onlarla uğraşanları, din’de kendisine ortaklık tasladıklarını beyan ederek şöyle buyurmaktadır :
“ Yoksa onların, kendilerine, Allah’ın izin vermediği dini – hükümler ortaya - koyan ortaklarımı var ? ……. “
ŞURA : 21
Öyleyse Müslüman,Allah’ın emrettiği, yapılmasını istediği ve Resulünün de tarifini yaptığı şeylerle uğraşmalıdır….. Çünkü bunun haricindeki her şey dalalettir.sapıklıktır ve sonu da ateştir.
Bakınız Cabir b. Abdullah r.a dan gelen bir hadislerinde Peygamberimiz s.a.v ne buyurmaktadır :
أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللهِ وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْ يُ مُحَمَّدٍ وَشَرَّ اْلأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٍ
{ Sözlerin en güzeli Allâh’ın kelâmı, yolların en hayırlısı da Muham-med’in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan - din adına - ortaya çıkarılan şeylerdir ve her bid’at - sonradan ortaya çıkarılan şey - dalâlettir. }
MÜSLİM : 3.C.867.N
İrbad b. Sariye’den gelen bir hadiste de o şöyle demektedir : Pey-gamber s.a.v bir gün dinleyenlerin gözlerini yaşartan, kalplerini ürperten bir vaaz verdi. Biz dedik ki : Ey Allâh’ın Rasulü ! Bu bir veda vaazına benziyor,öyleyse bizlere tavsiyede bulun ! O da şöyle buyurdu :
أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى الله َعَزَّ وَجَلَّ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ تَأَمَّرَ عَلَيْكُمْ عَبْدٌ فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ فَسَيَرَى اخْتِلاَفاً كَثِيراً فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ
مِنْ بَعْدِي عَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتُ اْلأُمُورِ فَإِنَّ كَلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٍ
{ Sizlere Allah’tan korkmanızı ve başınızdaki yöneticilere itaat etme-nizi öneriyorum, velev ki başınıza bir köle getirilse bile. Benden sonra hayatta kalanlar bir çok ihtilaflara şahid olacaklardır. Bu durumda, benim ve hak yolda olan Raşid halifelerin sünnetine sarı-lınız. Sonradan ortaya çıkmış şeylerden sakınınız, zira bütün bid’at-ler dalâlettir }AHMED : 4/126,EBU DAVUD : 5.4607.N - TİRMİZİ : 4/2815.N - İBNİ MACE : 1/44.N
İlim ehli insanlar bu hadisle alakalı çok önemli noktalara değinmiş ve şu ifadeleri kullanmışlardır :
Ahmed ibn Hanbel der ki : Bize göre sünnetin aslı ; Resulullah s.a.v’e ve onun ashabının takip ettiği o yola bağlı kalmak ,onların yolundan gitmek ve bid’ati terk etmektir. Çünkü bütün bid’atler sapıklıktır.
LALEKAİ : ŞERHU USULÜ’S SÜNNE
İbn Receb der ki : Peygamber s.a.v’in “ bütün bid’atler dalâlettir " sözü “ cevâmiu’l kelim “ türünden bir ifade olup, İslâm dininin temel prensiplerinden birisidir. Ve bu söz de,hiç bir bid’atı istisna etmez.
CAMİU’L ULUM VE’L HİKEM : 28.H
İbni Hacer r.h da şunları söyler : “ Bütün bid’atler dalâlettir “ sözü, hem lafız hem de manâ açısından çok önemli bir şer’î kaidedir. Bu ifadenin lafız yönü şu demektir : Şunun hükmü bid’attir ve her bid’at da dalâlettir. Dolayısıyla bu, dinden olamaz; zira dine ait her şey hidayettir. O halde sözü edilen hükmün bid’at olduğu sabit olursa, o iki şey - yani lafız ve manâ da - geçerli olur.
FETHU’L BARİ : 13/254
Allah kendisine rahmet eylesin ve mekanını da cennet eylesin. Asrı-mızın ilim ehli insanlarından Muhammed b. Salih el-Useymîn’de bu mesele de şöyle demektedir : “ Bütün bid’atler dalâlettir “ şeklindeki ifade külli ve câmi bir ifadedir. Zira “ küll ” umumiliği, genel geçerliliği ifade eden en güçlü edattır.
Ve şöyle devam ederek der ki : bid’atı hasene olduğu iddia edilen her şeyin cevabı bununla verilir. Binaenaleyh, ehl-i bid’atın hiçbir konu hakkında bu bid’atı hasene dir demeye hakkı yoktur, zira Peygamber s.a.v’in “ bütün bid’atler dalâlettir “ sözü elimizde keskin bir kılıçtır.
Bu keskin kılıç düzensiz bir atölyede değil, nübüvvet ve risâlet atölyesinde imâl edilmiş olup, ifade şeklini de Nebi s.a.v oluşturmuştur. Bunu elinde tutanın karşısında hiç kimsenin “ güzel bid’at “ kavra-mından bahsetmeye hakkı ve imkânı yoktur. Zira “ bütün bid’atler dalâlettir “ diyen Allâh rasûlü s.a.v’dir.
EL- İBDA’ Fİ KEMALİ’Ş ŞER’İ VE HATARU’L İBTİDA’ : 13.S
BİD’ATÇI LANETLENMİŞTİR
Değerli kardeşlerim ! bu olayın çirkinliğinden dolayıdır ki,bilerek bid’at ihdas edenler açık bir dille lanetlenmişlerdir.
{ … Enes r.a dan.Dedi ki : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Medine şura-dan şuraya haremdir.Bu sahanın ağacı kesilmez,burada bid’at da çıkarılmaz.Kim bu Medine haremi içesinde bir bid’at ortaya çıkarırsa Allah’ın,meleklerin ve bütün insanların laneti o kimsenin üzerine olsun. }
BUHARİ : 4.C.1749.S
İHDAS EDİLEN HER BİD’AT SAHİBİNİN YÜZÜNE ÇARPILACAKTIR
Bilindiği gibi din adına ihdas edilen - hemen hemen - bütün bid’atler,iyi niyetle ortaya atılan şeylerdir…… Yani Allah’a yaklaşmak amacıyla icadedilen şeylerdir….. Ama her ne kadar iyi niyette taşısa bid’at çıkaran kimse,bu icadettiği şey kesinlikle kendisinden kabul edilmeyecektir.
Bu konudaki en güzel delillerden bir tanesi Âişe r.a’nın Peygamber s.a.v den haber vediği şu hadisi şeriftir :
مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ
“ Kim bu işimizde - yani bu dinimizde - onda olmayan bir şey icad ederse, o şey reddolunur “
MÜSLİM : 5.C.1718.N - DARE KUTNİ : 3.C.4454.N
İmam Şevkânî r.h bu konuda şöyle demektedi : Bu hadis, dinin özlü esaslarından bir tanesidir. Zira sayılamayacak kadar hükümler ihtiva eder. Bu hadis aynı zamanda aklî ve naklî hiçbir tahsis olmaksızın bid’atleri hasene ve seyyie olarak gruplandıran fukâhaya yönelik açık ve net bir delildir.
ŞEVKANİ NEYLU’L EVTAR : 69.S
SAHABENİN BİD’ATLERE KARŞI TUTUMU VE BU KONUDAKİ SÖZLERİ
Değerli kardeşlerim ! Şüphesiz ki en hayırlı nesil,bizler için örnek gösterilen sahabelerdir. Onlar,dinleri husunda çok gayret sarfeden,Allah ve resulünün emirlerine harfiyen uyan ve dinden olmayan şeylerden de en fazla uzak duran insanlardı….. İşte onlardan bazılarının bu konudaki güzel sözleri :
{ … Abdullah b. Ukeym, Ömer r.a’nun şöyle dediğini rivayet etmektedir : Sözlerin en güzeli Allâh’ın kelâmıdır, yolların en hayırlısı da Muham-med s.a.v’in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan icâd edilen şey-lerdir. Her yeni şey bid’attir, her bid’at dalâlettir ve her dalâlet de ateştedir. }
İNB VADDAH EL-BİD’A : 31.S – LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.84.S
{ … Abdullah ibn Mesud r.a da şöyle der : Sizden öncekilere tâbi olun, - dinde - yeni şeyler icad etmeyin, bu size yeter, zira bütün bid’atler dalâlettir. }
İBNİ BATTA İBANE : 1.C.327-328.S - LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.86.S – MUHAM-MED BİN NASIR ES-SÜNNE : 65 – TABERANİ KEBİR : 8636.N – DARİMİ : 1.C.211.N – HEYSEMİ M.ZEVAİD : 1/181.853.N
{ … Abdullah ibn Ömer r.a ise şunları buyurur : insanlar güzel görseler bile bütün bid’atler dalâlettir. }
İBNİ BATTA İBANE : 1.C.339.S - LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.92.S
Sözün özü ; unutmayalım ki şeriat vazeden,kanun koyan ve ibadet şekli şemali belirleyen sadece ve sadece Allah’u Azze ve Celle’dir. Bu konuda O’na ortak olacak hiçbir varlık yoktur. Kula yakışan ise, tamam-lanıp kemale ermiş olan bu dine sımsıkı sarılması ve ona hiçbir şey eklememesidir….. Eğer bununla yetinmeyip de bir şeyler ihdas ederse, unutmasın ki Allah’ın,meleklerin ve bütün lanet edicilerin lanetini hak etmiş olur.
BİD’ATLERİ GÜZEL GÖSTERMEYE ÇALIŞANLARIN PAHANELERİ VE İLERİ
SÜRDÜKLERİ DELİLLER
Değerli kardeşlerim ! Şüphesiz ki buraya kadar zikretmiş olduğumuz deliller, konu ile alakalı hiçbir yanlış anlayışa meydan bırakmayacak şekilde açık ve net delillerdir….. Ama buna rağmen anlayış ve muha-keme hususunda akılları kıt olan bir takım kimselerin ; bid’atı hasene ve bid’atı seyyie diye bir ayırıma giderek, bid’atlerin bir çoğunu meşrulaş-tırdıklarını görürsünüz…. Ve bu çirkin anlayışlarına da, bazı hadis ve sahabi uygulamalarını delil getirmeye çalışırlar.
İşte bundan dolayı konunun bu bölümünde de bunların ileri sürdükleri bu delilleri ele alıp onların üzerinde durmaya çalışacağız….. Diğer bir ifadeyle ; bunların tezgahlarına malzeme olarak kullandıkları bu delillerin sahih veya gayri sahihliği üzerinde durup, gayri sahihlerini kenara bırakarak, sahih olanlarının da nasıl anlaşılması gerektiğinin üzerinde durmaya çalışacağız.
Bunların konu ile alakalı delil getirmeye çalıştıkları hadislerden bir tanesi şudur : Cerir b.Abdullah r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdu :
مَنْ سَنَّ فِي اْلإِسْلاَمِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْءٌ وَمَنْ سَنَّ فِي اْلإِسْلاَمِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَيْءٌ
“ Kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa, bu güzel işten dolayı kendisine sevap verilir. Ayrıca kendisinden sonra bu sünnetle amel edenlerin sevabı kadar da kendisine sevap yazılır; bu, diğerlerinin sevabından da bir şey eksiltmez. Kim de İslâm dininde kötü bir sünnet başlatırsa, kendisine hem kendi günahı hem de o işle amel edenlerin günahı kadar günah yazılır ve bu diğer-lerinin günahından da bir şey eksiltmez “
MÜSLİM : 3.C.1017.N
Değerli kardeşlerim ! sahih olan bu hadisi şerifi, vürud sebebi ile beraber anlamaya çalışır isek, burada onların anladığı manada bid’atı hasene denen bir şeyden kesinlikle bahsedilmemektedir.
Hadisi yerinden okuyanlar şunu çok iyi bilirlerki ; burada meşrû kılınan sadakadan bahsedilmektedir. Yani, şeriatın meşru kıldığı sadaka olayına öncülük eden bir insana övgüden bahsetmektedir bu hadisi şerif.
Öyleyse şunu çok güzel anlamamız gerekir ki ; « men senne » ifadesi ile kastedilen şey, meşru olan bir sünneti bizzat uygulamaktır ; yoksa ortaya yeni bir şeyler çıkarıp ta onu teşri yapmak değildir……Dolayısıyla ileri sürülen bu hadisle alakalı söylenecek en güzel söz ; bu hadis, yeni bir şeyler ihdas etmeyle alakalı bir hadis değil, bilakiz sünnette sabit olan bir şeyle amel etmeyi teşvik eden bir hadistir.
HADİSİN VÜRUD SEBEBİ
Zikri geçen hadisin vürud sebebi ile alakalı şöyle bir rivayet vardır :
{ … Cerir b. Abdullah şöyle demektedir : Peygamber s.a.v, hutbesi esnasında bizleri sadaka vermeye teşvik etti. Ama insanlar bu konuyu biraz ağırdan aldılar. Bunun üzerine Peygamber s.a.v’in yüzünde kızgınlık ifadesi belirdi. Ensardan birisinin bir kese getirmesi üzerine insanlar da ona uydular, öyle ki, onun yüzünde sevinç görüldü ve sonra şöyle buyurdu : Kim güzel bir sünnet başlatırsa .......
Bu , Darimi’nin lafzıdır : 1/141 - Müslim ise, 3/1017.n da daha uzun olarak zikretmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de ; Allah resulü s.a.v’in birbirine muhalif sözler söylemeyeceğidir. Yani, “ kim İslâm dininde güzel bir sünnet başlatırsa ” ifadesini kullanan da Allah resulü s.a.v, “ her bidat dalalettir “ ifadesini kullanan da Allah resulü s.a.v’dir. Dolayısıyle, bu ifadeleri birbirini yalanlar şekilde algılamak çok yanlıştır.
Ve yine bu konuda dikkat edilmesi gereken hususlardan bir diğeri de, İbn Useymin r.h’ın dediği gibi ; Peygamber s.a.v “ kim bir sünnet başlatırsa ” demiştir “ kim bir bid’at çıkarırsa ” dememiştir.
Ve yine İbn Useymin diyor ki : bu hadiste “ İslâm’da … denmiştir, bid’atler ise,bilindiği gibi İslâm’dan değildir. Ayrıca Allah resulü s.a.v hasene - yani güzel - sıfatını kullanmıştır, bid’at ise güzel değildir.
EL-İBDA’ : 20.S
Ve yine bilinmesi gereken önemli hususlardan bir diğeri de ; seleften hiç kimsenin, insanların sonradan ortaya çıkardıkları şeyleri bid’atı hasene olarak adlandırmadıklarıdır….. Onlar « men senne » ifadesinin, dinde mevcut olupta ihmal edilen veya unutulan bir sünneti ihyâ etmek, - diğer bir ifedeyle - yeniden yaşanılır hale getirmek manâsına olduğunu anlatmışlardır. Hatta zikredilen şu hadisi şerife dikkat edilirse, bunun böyle olduğu açıkça anlaşılacaktır.
مَنْ أَحْياَ سُنَّةً مِنْ سُنَّتِي فَعَمِلَ بِهَا النَّاسُ كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا لاَ يَنْقُصُ مِنْ أُجوُرِهِمْ شَيْئًا وَمَنِ ابْتَدَعَ بِدْعَةً فَعُمِلَ بِهَا كَانَ عَلَيْهِ أَوْزَارُ مَنْ عَمِلَ بِهَا لاَ يَنْقُصُ مِنْ أَوْزَارِ مَنْ عَمِلَ بِهَا شَيْئاً
{ Kim benim sünnetimden bir sünneti ihyâ eder ve insanlar onunla amel eder hale gelirse, amel edenlerin ecirleri kadar ona ecir yazılır; diğerlerinin ecirlerinden de hiçbir şey eksilmez. Kim de bir bid’at ihdas eder ve bununla amel edilirse, bu bid’atle amel edenlerin günahı kadar da ona günah yazılır ; diğerlerin günahlarından da hiç bir şey eksilmez. }
İBNİ MACE : 1.C.209.N
Bid’atı haseneyi savunanların ileri sürdükleri delillerden bir tanesi de Ömer r.a nun teravih namazı ile alakalı “ bu ne güzel bid’attir “ sözü-dür…. Bu ifadenin kullanıldığı rivayet şudur :
{ … Abdurrahman şöyle anlatıyor : Ömer r.a dedi ki : Ben zannediyorum ki,bu dağınık olarak namaz kılan insanları bir tek okuyucu imamın arka-sında toplarsam daha faziletli olacak.Sonra bu işe kat’i olarak karar verdi. Ve akabinde o insanları Ubey İbn Ka’bın arkasında topladı. – böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı – Sonra diğer bir gece Ömer’in beraberinde mescide çıktım.İnsanlar okuyucu imamın arkasında ona uymuş namaz kılıyorlardı. Ömer bu manzarayı görünce : “ Ni’mel bid’atu hazihi “ Yani ; şu teravih namazının yeniden cemaatle kılınması ne güzel adet oldu,diye sevincini dile getirdi ……… }
BUHARİ : 4.C.1864.S
Değerli kardeşlerim ! bu rivayeti öne sürerek din adına ortaya atılan bazı yeniliklerin bid’atı hasene olacağını savunanlara bir çok yönden reddiyeler vardır.
Birincisi ; Bu söz Allah resulü s.a.v’in sözü değil, Ömer r.a nun sözüdür. Dolayısıyla,hiç kimsenin sözü Peygamber s.a.v’in sözüne tercih edilmez. Bu söz ister Ömer’in sözü olsun,ister bu ümmetin en faziletlisi olan Ebu Bekir’in sözü olsun,durum değişmez…. Hatırlarsınız Abdullah ibn Abbas r.a dan gelen şu rivayeti :
Abdullah İbn Abbas kendisine sorulan bir soruya Resulullah s.a.v’i örnek göstererek verdiği bir cevaba karşı ; ama “ Ebu Bekir ve Ömer şöyle derdi “ diyenlere şu ifadeleri kullanmıştır :
“ Başınıza gökten taş yağmasından korkuyorum ! Ben size Allah’ın Rasûlü böyle söylüyor diyorum, siz ise bana, Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunuz. “
AHMED : 1/337-3111.N – CAMİU’L BEYANİ’L İLM : 2/196
İkincisi ; Ömer r.a’nun bu uygulaması bid’at değil, Resulullah s.a.v’in bizatihi sünnetidir. Yani, Allah resulü s.a.v hayatta iken Teravih namazı bir çok defa cemaatle kılınmıştır….. Aişe r.anha şöyle anlatıyor :
“ Peygamber s.a.v bir gece mescitte – teravih - namazı kılarken, ashab da onunla birlikte namaz kıldı. Ertesi günün gecesi de böyle yaptı ve cemaat arttı….. Üçüncü veya dördüncü günler de böyle oldu. Peygamber s.a.v ashabının yanına çıkmadı. Sabah olunca Pey-gamber s.a.v ashabına : “ … yaptığınızı gördüm, teravih namazının size farz olmasından korktuğum için yanınıza gelmedim,dedi . Bu, ramazan ayında idi. “
BUHARİ : 4.C.1865.S
Bununla beraber Peygamber s.a.v, teravih namazını cemaatle kılmayı terk etmesinin sebebinin ne olduğunu da belirtmiştir. Yani,üzerlerine farz olur korkusundan dolayı bunu terk etmiştir. Dolayısıyle,bu illet de ortadan kalktığına göre,Ömer r.a’nun teravih namazının cemaatle kılınmasına tekrar müsade etmesi, sünnete ters bir durum arzetmesinden ziyade, bilakiz Peygamber s.a.v’in uygulamasına dayanmaktadır… Öyleyse bunun neresi bid’attir.
Bu konuda önemli olan hususlardan birisi de,bid’at kelimesinin nasıl anlaşılacağı hususudur…. Çünkü kelimelerin bir luğavi yönü bir de ıstılahi yönü vardır…. Ve burada üzerinde durulup anlaşılması gereken kısım da bu kelimenin luğavi manasıdır.
Çünkü Ömer r.a’nun kullandığı bu ifade kelimenin şer’i anlamı değil, lugavî anlamıdır.
Lüğavi olarak bid’at’ın tarifi : Geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şey demekdir. Teravih ise böyle değil, bilakiz önceden yapılan bir şeydi.
Dolayısıyle,lugavî tanımına uygun olarak bu bir yenilik sayılabilir,ama buna şer’i manada bir bid’at denmesi kesinlikle yanlıştır.
BU KONUDA İMAMLARDAN BAZILARININ SÖZLERİ
İbn Teymiye şöyle der ki : Ömer r.a’nun bu güzel uygulamayı bid’at olarak adlandırması, tamamen lugavî bir adlandırmadır, şer’î değildir.
Bunun sebebi ise, bid’at kelimesinin, lugat açısından geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer’î olan bid’at ise, hakkında şer’î bir delil olmaksızın yapılan uygulamalardır.
SIRAT’I MUSTAKİM : 276.S
İbn Kesîr de şöyle der : Bid’atler iki türlüdür :
1- Bid’at kavramı bazen şer’î bir konu hakkında kullanılır ki , Peygamber s.a.v’in :
فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ
« Sonradan ortaya çıkarılan her şey bid’attır ve her bid’at de sapıklıktır » ifadesi bunun örneğidir.
2- Bid’at, bazen de lugavî anlamda kullanılır. Ömer r.a’ın, insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği « bu ne güzel bid’attir » sözü de bunun örneğidir.
İBNİ KESİR : 2.C.516.S
İbn Receb şöyle demektedir : “ Selefin bazı bid’atları hasene diye isimlendirmeleri şer’î anlamıyla değil, lugavî anlamıyladır. Örneğin ; Ömer r.a’nun « bu ne güzel bid’attir » sözü bu babtandır. “
CAMİU’L ULUM VE’L HİKEM : 28.S
KONUYLA İLGİLİ BİR RİVAYET VE YANLIŞ İSTİDLAL
Bid’atleri güzel göstermeye gayret eden insanların ileri sürdüğü şeylerden bir taneside Allah resulü s.a.v’e nisbet edilen şu ifadelerdir :
مَا رَآهُ الْمُسْلِمُونَ حَسَناً فَهُوَ عَنْدَ اللهِ حَسَنٌ
« Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir »
AHMED : 1/379 – TAYALİSİ : 23.N
Hey şeyden önce bu rivayet merfu olarak sahih değildir. Yani, bu söz Peygamber s.a.v’in sözü değil, aksine Abdullah İbn Mes’ûd’a ait bir sözdür. Yani merfu değil mevkûf bir rivayettir.
İbn Kayyim şöyle der : Bu ifade Peygamber s.a.v’in sözü değildir. Bunu, hadis konusunda bilgisi olmayan kişiler ona nisbet etmişlerdir. Bu söz, İbn Mesud’dun kendi sözüdür.
EL-FURUSİYYE : 167.S
İbn Abdulhâdî şöyle demiştir : Bu haber Enes’den sâkıt – zayıf - bir senedle Peygamber s.a.v’e nisbet edilmiştir. Doğru olan, bu sözün İbn Mes’ûd’a ait mevkûf bir rivayet olduğudur.
ACLUNİ K.HAFA : 2.C.245.S
Zeylaî ise, bu konuda şöyle demektedir : Bu haberin merfû olarak rivayeti gariptir ; ben bu ifadenin sadece İbn Mes’ûd’a nisbet edildiğini gördüm.
NASBU’R RAYE : 4/133
Albânî : Asrımızın muhaddislerinden el-Albani ise bu konuda şunu söyler : Rivayetin merfû olarak bir aslı yoktur, ancak İbn Mes’ûd’dan mevkûf olarak gelmiştir.
SİİSİLETÜ’D DAİFE : 532 - 533
Bu sözün peygamber s.a.v’e nisbetinin sahih olmadığı eğer anlaşıldı ise,ikinci olarak anlaşılması gereken husus ta ; buradaki bahsi edilen Müslümanlardan kastın kim olduğudur.
Eğer bu ifadenin içerisinde bulunduğu rivayeti tam olarak okur ve üzerinde dikkatli bir şekilde durur isek, buradaki kasdedilen Müslümanlar sahabelerdir…. Gelin bu rivayeti beraber okuyalım.
{ Allah kullarının kalplerine baktı, Muhammed s.a.v’in kalbinin kulların kalpleri içerisinde en güzeli olduğunu gördü ve o kalbi kendisi için seçti. Risaletini de onun vasıtasıyla gönderdi. Muham-med s.a.v’in kalbinden sonra sair kullarının kalplerine baktı, Muhammed s.a.v’in ashabının kalplerinin kulların kalpleri içerisinde en güzelleri olduğunu gördü ve onları Peygamberine yardımcılar kıldı. Bu yardımcılar Allah’ın dini uğrunda mücadele ettiler. Müs-lümanların iyi gördüğü şey Allah katında da iyidir, kötü gördükleri şey de Allah katında kötüdür. }
Bazı rivayetlerde ise şu ilave vardır:
“ Bütün sahabîler Ebu Bekir’i halife olarak tayin etmek istediler. “
HAKİM : 3/78 . SAHİH OLDUĞUNU SÖYLEMİŞ ZEHEBİ DE ONA MUVAFAKAT ETMİŞTİR.
Demek ki anlaşılması gereken şey ; sahabenin güzel gördüğü şey gü-zeldir.
Bu rivayete dikkat edildiği zaman, burada ayrıyeten ; “ üzerinde icma edilen şey güzeldir “ manası da ortaya çıkar…. Dolayısıyla Müslü-manların üzerinde ittifak ettiği şey,elbetteki hak ve güzel olan bir şeydir.
Hatırlarsınız Allah Resulü s.a.v bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Ümmetim dalalet üzerinde bir araya gelmezler.
Öyleyse konumuza geri dönüyoruz ve soruyoruz ; Acaba Sahabe, Allah resulü s.a.v’in yapmadığı hangi şeyi yapıp da ona güzel dediler ?
Ve yine sahebe,Allah resulü s.a.v’in yapmadığı neyi yapıpta onun üze-rinde icma ettiler ? …. Yoksa şu güzel ifadeleri zikreden insanlar bunlar değil mi ?
{ … Abdullah b. Ukeym, Ömer r.a’nun şöyle dediğini rivayet etmektedir : Sözlerin en güzeli Allâh’ın kelâmıdır, yolların en hayırlısı da Muhammed s.a.v’in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan icâd edilen şey-lerdir. Her yeni şey bid’attir, her bid’at dalâlettir ve her dalâlet de ateştedir. }
İNB VADDAH EL-BİD’A : 31.S – LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.84.S
{ … Abdullah ibn Mesud r.a da şöyle der : Sizden öncekilere tâbi olun, - dinde - yeni şeyler icad etmeyin, bu size yeter, zira bütün bid’atler dalâlettir. }
İBNİ BATTA İBANE : 1.C.327-328.S - LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.86.S – MUHAM-MED BİN NASIR ES-SÜNNE : 65 – TABERANİ KEBİR : 8636.N – DARİMİ : 1.C.211.N – HEYSEMİ M.ZEVAİD : 1/181.853.N
{ … Abdullâh İbn Abbâs r.a şöyle demektetir :
إِنَّ أَبْغَضَ اْلأُموُرِ إِلَى اللهِ الْبِدَعُ
Allah indinde en çirkin işler, - din adına - sonradan ortaya çıkarılmış bid’at’lerdir. }
BEYHAKİ : S.KÜBRA : 316/4
{ … Abdullah ibn Ömer r.a ise şunları buyurur : insanlar güzel görseler bile bütün bid’atler dalâlettir. }
İBNİ BATTA İBANE : 1.C.339.S - LALEKAİ ŞERHU USULU’S SÜNNE : 1.C.92.S
{ … Abdullah ibn Abbas r.a şöyle demiştir : Peygamber s.a.v’in dışındaki herkesin sözü kabul de edilir red de edilir.
Fetâva’s-Subkî, c.1, s.138. Şöyle demiştir : Bu ifadeyi Mücahid, İbn Abbas’tan, Malik de her ikisinden almış, böylece ifade Malik’ten meşhur olmuştur.
Yani,sadece Allah resulü s.a.v’in söz ve uygulamaları alınır.Onun haricindeki kimselerin ise,söz ve amellerine bakılır resule uygunsa alınır , değilse reddedilir.
Öyleyse sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Allah resulü s.a.v’in bu husustaki : « bütün bid’atler dalâlettir » sözü gayet açık ve net bir ifadedir…. Dolayısıyle bu umum ve mutlak ifadenin karşısında ortaya atılan bid’atı hasene anlayışı, tepeden tırnağa batıl ve geçersiz bir anlayıştır…… Allah resulü s.a.v’in bu sözü, bütün bid’atlerin kötülüğü ve çirkinliği hususunda yeterli bir ifadedir.
Çünkü bilinen ilmî bir kural vardır ki ; Umum ve mutlak ifadeler farklı yer, zaman ve durumlarda tekrarlandığı ve bunları sınırlayan veya hususileştiren bir ifade bulunmadığı zaman bu, onların umum ve mutlak manasıyla geçerli olduğu anlamına gelir.
İşte bid’atleri zemmeden ve insanları onlardan sakındıran hadisler de bu türden olan hadislerdir….
Dolayısıyle hiçbir âyet ve hadiste, ne tahsis edici bir ifade ve nede kayda bağlayıcı herhangi bir ifade gelmediğine göre,Allah resulünün bu ifadesi, bütün açıklığı ile umumi ve mutlak anlamda kullanıldığına delâlet eder.
Ve son sözümüz onun mutlak ve umum manada zikrettiği : “ Bütün bid’atler dalâlettir “ sözüdür.
Allah’u Azze ve Celle bizlere hakkı hak bilip ona ittiba eden ve batılı da batıl bilip ondan uzak duran kullarından olmamızı nasip eylesin.
TACUDDİN EL-BAYBURDİ
.
Tasavvufun Müslümanlar Üzerindeki Kötü Sonuçları..
TASAVVUFUN MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEKİ KÖTÜ SONUÇLARI
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Değerli Müslümanlar ! bu sohbetimizde inşaallah tasavvufu ele alıp ve onun Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmeye çalışacağız…Bizi böyle bir çalışmaya iten sebep ise ; konunun tevhid inancını tepeden tırnağa altüst ettiğinden dolayıdır.
Şunu rahatlıkla ve bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki,tasavvuf ve onun getirdiği inanç ve ameller, geçmişte olduğu gibi bugün de binlerce inananın itikadını ve amellerini tepeden tırnağa bozmuş ve onların üzerinde - geçmiş cahiliye dönemlerinde bile görülmemiş - çok kötü sonuçlar doğurmuştur.
İşin en acı yönü ise ; Allah resulü s.a.v’in senelerce ortadan kalkması için çaba sarfettiği bir çok çirkin inanç ve ameller,bu gün tasavvuf adı altında Allah’a yakınlaşma maksadı olarak icra edilmektedir.
Değerli Müslümanlar ! Tasavvuf – diğer bir ifadeyle tarikatlar – hak-kında şimdiye kadar yapılan tarifler ve tabirler bir çok yönüyle kapalı kalmış ve bu tarif ve tabirler tam manasıyla doyurucu olmamıştır... Çünkü bu konudaki yapılan izahlar,tarifler sürekli ve genelde “ tasavvuf “ kelimesine takılmış kalmış, dolayısıyla bu ismin h.200 veya 250 yıllarında çıktığı anlatılarak, asıl anlatılması gereken bu isim adı altında - din adına - işlenen cinayetlerden bahsedilmemiştir…. Veya bahsedilmişse de,bu bir çok yönüyle kapalı bırakılmış ve konu ile ilgili cüz’i şeyler anla-tılmıştır.
Halbuki üzerinde durulması gereken bu isimler değil. - Yani,tasavvuf ve tarikat isimlerine takılıp kalmak değil – bu isimler adı altında işlenen şeyler olmalıdır. İşte önemli olan nokta burasıdır.
Çünkü,bu isimlerle isimlenmek - yani mutasavvıf veya sofi diye isim-lenmek - insanı dinden imandan çıkaracak bir problem değildir. Bunlar sadece ve sadece islam’da olmayan birtakım isimler ve yanlışlıklardır. Ama işin tehlikeli boyutu,- biraz önce de ifade ettiğimiz gibi - bu isimler adı altında işlenen itikadi ve ameli yanlışlıklardır. Çünkü bunlar insanı dininden imanından soyutlayan problemlerdir.
Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan ve isimlere de takılıp kalmadan, gelin hep beraber tasavvufun inananlar üzerindeki çirkin etkilerine şöyle bir nazar edelim… Bakalım tasavvuf Müslümanlara neler getirmiş ve yine bakalım tasavvuf onlardan neleri götürmüştür.
İşin doğrusu ; getirtiği olumlu bir şeyler olmadığı için biz götürmüş olduğu şeylerden ve açtığı derin yaralardan bahsetmeye çalışacağız.
TASAVVUF İNANANLARIN ALLAH İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf her şeyden önce,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç sistemiyle Müslümanların kısmı azamının Allah inancını boz-muştur.
Değerli Müslümanlar ! Aradaki farkı ve uçurumu görmeniz açısından önce islam’ın tarif ettiği Allah inancına ve sonrada tasavvufun öne sürdüğü Allah inancına şöyle bir nazar edelim…. Nazar edelim ki, tasav-vufun öne sürdüğü Allah inancının ne kadar batıl,tutarsız ve saçma bir inanç olduğunu gözler önüne serelim.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ ALLAH İNANCI
İslam akidesinde Allah inancı ; varlığı ezeli ve ebedi olan,eşi ortağı ve benzeri bulunmayan, yoktan vareden, zatı ve sıfatları bakımından bütün noksanlıklardan münezzeh olan,yaratmış olduğu mahlukatından tama-men ayrı Arşının üzerinde olan, kendisinin dışında her şeyin sonradan yaratılmış olup ve kendisi var iken hiçbir şeyin olmadığı tek varlıktır...İşte islam’ın tarif ettiğ Allah inancı ana hatları ile böyledir.
Çünkü Rabbimiz kendisini böyle tanıtıyor. O’nun Resulü Muhammed s.a.v Alemlerin rabbini böyle tanıtıyor.
Rabbimiz kerim kitabında :
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“ O – Allah ki – ilk’tir - yani kendisinden önce hiçbir varlık yoktur - ve Sondur. – yani kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur.Her şey yok olurken sadece O kalacaktır - Zahir’dir – yani varlığı delillerle gün gibi açıktır – Batın’dır – yani zatının hakikatı gizlidir.Akıllar onun özünü idrak edemezler – O her şeyi bilendir “
HADİD : 3.AY.
Ayet’i celilesiyle ; ezeli ve ebedi olduğunu,zahir ve batın olduğunu ve ayrıyeten her şeyi bildiğini kullarına haber vermektedir.
Rabbimiz yine :
“ Allah her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyin yöneticisidir “
ZÜMER : 62.AY.
Ayet’i celilesiyle ; kullarına istisnasız her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi kendisinin olduğunu haber vermektedir.
Rabbimiz yine : إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
“ Şüphesiz ki rızık veren sağlam kuvvet sahibi ancak Allah’tır “
ZARİYAT : 58.AY.
Ayet’i celilesiyle ; Rezzak ve çok çetin bir kuvvet sahibi olduğunu kullarına haber vermektedir.
Allah’u Azze ve Celle ; “ O’na benzer hiçbir şey yoktur “ ŞURA : 11.AY.
Ayet’i celilesiyle,zatına benzer hiçbir şeyin olmadığını.
“ … Yaşatan ve öldüren Allah’tır … “ ALİ İMRAN :156.AY.
Ayet’i celilesiyle,bütün canlılara hayat veren ve onları tekrar öldüren ken-disinin olduğunu.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “ Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz “ FATİHA : 4.AY.
Ayet’i celilesiyle,ibadet adı altında her ne var ise onların sadece ve sadece kendisine takdim edileceğine ve yardımın da sadece ve sadece kendisinden bekleneceğine kullarının inanmalarını emretmiştir.
Ve yine Allah’u Teala :
“ Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa O'ndan başka onu gide-recek yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa ; işte O, her şeye gücü yetendir. O, kullarının üzerinde kâhhar olandır . O, hikmeti sonsuz olandır ve herşeyden haberdardır. “
YUNUS : 107.AY.
Ayet’i celilesiyle, gerçek fayda ve zarar verme gücüne sadece ve sadece kendisinin sahip olduğunu ve kendisi bir şey dilediği zaman onun önüne hiçbir şeyin geçemeyeceğini kullarına haber vermektedir.
Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
“ Allah'dan başka kendisine Kıyamet'e kadar cevap veremeyecek olan ve kendilerine yapılan duadan habersiz olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? ……………… ”
AHKAF : 5.6.AY.
Ayet’i celilesi ve : “ …… O'ndan başka çağırdıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile malik değillerdir. Onlara dua etseniz duala-rınızı işitmezler. İşitseler dahi isteklerinizi yerine getiremezler…“
FATIR : 13 . 14 .AY.
Ayet’i celilesiyle ; sadece ve sadece kendisine dua edileceğini, kendi-sinden medet umulacağını, dolayısiyle kendisinden başka hiç kimsenin dualara karşılık veremeyeceğini kullarına haber vermektedir.
Yüce Rabbimiz yine : إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ
“ Şüphesiz ki Rabbin daima gözetleme yerindedir ” FECR : 14.AY.
Ayeti kerimesiyle, kendisinin yarattığı şeylerden tamamen ayrı bir yerde olduğunu zikretmiş ve bu yerin de neresi olduğunu belirtmek için ;
الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
“ Rahman - olan Allah - Arş’a istiva etmiştir. ” TAHA : 5.AY.
أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ
“ Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz ? … “
MÜLK : 16.AY.
أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ
“ Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir fırtına gönderme-yeceğinden emin misiniz ? …… "
MÜLK : 17.AY.
Ayet’i celileleriyle de, göklerin fevkinde Arşının üzerinde olduğunu kullarına haber vermiştir.
Ayrıyeten Allah resulü s.a.v bir çok hadisi şeriflerinde ; “ … Ben gökte olanın eminiyim … “ “ … Yerdekilerine merhamet edin ki, gökteki olan da size merhamet etsin … “ “ … Allah Arşının üstünde yanında olan kitapta şöyle yazmıştır ; Rahmetim gazabıma galebe çalmış- tır … ” ve Muaz için “ … Sen yedi kat semanın üstündeki Melik’in verdiği hüküm ile hükmettin … “ ifadeleriyle Alemlerin yaratıcısı olan Allah’ın, yaratmış olduğu her şeyden ayrı olarak kainatın en üstünde olduğunu bildirmiştir.
İşte İslam’ın tarif ettiği Allah inancı budur….. Dolayısıyla kendisine hakkıyla iman eden muvahhidlerin inancı da böyle olmalıdır…..
Onlar ; Allah’ın evvel ve ahir olduğuna iman ederler…. Onlar ; öldüren ve diriltenin sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler …Onlar ; her şeyi yoktan varedenin ve onları koruyup kollayanın Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; Alemlerin rızkını tedarik edenin ve çetin güç ve kuvvet sahibi olanın sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; kendisine iman ettikleri rablerinin bir çok isim ve sıfatlarının olduğuna ve bu isim ve sıfatlarında kendisinin hiçbir şeye benzemediğine iman eder-ler…. Ve yine onlar ; sadece ve sadece Allah’a dua edileceğine,O’ndan istenileceğine,O’na yalvarılacağına ve O’ndan başka hiç kimseye dua edilmeyeceğine iman ederler…. Onlar ; ibadet adı altında her ne var ise onun sadece ve sadece Allah’a takdim edileceğine ve fayda ve zararın yine sadece ve sadece O’ndan geleceğine iman ederler… Ve yine onlar ; kendilerini yoktan vareden yaratıcılarının bu kainatın en üstünde Arşının üzerinde olduğuna iman ederler….Ve en önemlisi onlar ; bu inançlarında isbat ve nefyi bir arada yürüterek, Allah için kabul ettikleri bir şeyi yara-tıklardan nefyederler.
İşte değerli kardeşlerim ! İslamın Müslümanlardan istediği ve beklediği Allah inancı bu şekildedir. Bu inanç, taa öteden beri ehli sünnet ve’l cemaatin inancıdır. Bu inanç, daha hayatta iken cennetle müjdelenen sahabenin ve onlara güzellikle tabi olanların inancıdır.
TASAVVUFUN TARİF ETTİĞİ ALLAH İNANCI
Ama ne yazık ki,üzerine İslam kılıfı geçirilerek binlerce inanana sunu-lan ve yutturulan Tasavvuftaki Allah inancı böyle değildir.
Tasavvuftaki Allah inancı ; biraz önceki Kur’an ve Sünnet’in tarif ettiği Allah inancı ile tamamen ters ve birbirine taban tabana zıd olan bir inançtır.
Aslında meseleyi araştıranlar soruşturanlar şunu çok iyi bilirler ki ; tasavvuf denildiği zaman bunun temelinde “ vahdeti vücut “ inancı yatmaktadır .…. Yani, her ne kadar bu yolun müntesibi olan cahil insanların kısmı azamı “ vahdeti vücuttan “ kastın ne olduğunu bilmeseler de, istisnasız her kolun ve her gurubun temel inancı budur.
VAHDETİ VÜCUT : Kelime anlamıyla,varlığın birliği demektir.Yani,eşyada yada varlıkların görünen yapısındaki çokluğa rağmen, hepsi mahiyet itibariyle tek bir özelliği sergilerler… İşte bu çokluk içindeki birliği görmek, “ birlikteki çokluk “ demektir.
Bu inanç ve anlayış,doğu ve batı kültürlerinde olduğu gibi tasavvuf inancını bayraklaştıran ve onun önderliğini yapan başta İbni Arabi, Hallacı Mansur, Ebu Bekr Şibli, Sadreddin konevi, Celaleddini Rumi, Yunus Emre ve Şemseddin Tebrizi gibi şahsiyetlerde de açıkça görül-mektedir.
Bu inanç ve uygulamaların hiç birisini islam’da görmeniz mümkün değildir. Bunlar ancak Hinduzim’de, Budizm’de, Şamanizm’de, Zerdüş-lük’de ve bütün Paganizm - yani şirk - dinlerinde görülen şeylerdir.
Delilleriyle de isbat edeceğimiz gibi bu inanca sahip olanlar,geçici ve fani olanla kalıcı ve ebedi olanı birleştirmektedirler... Daha açık bir ifa-deyle bunlar,birincisini ikincisine irca etmek suretiyle cüz’ün, ait olduğu bütüne kavuşması inancındadırlar.
Değerli Müslümanlar işin açığı bunlar, – haşa – her şeyin Allah olduğu inancındadırlar.
Gelin hep beraber bu batıl dinin İslam adı altında Müslümanlara Pazar-ladıkları ve takdim ettikleri çirkin inancı ve onun hareretli savunucularının ilhad ve küfür olan sözlerini beraber okuyalım.
İBNİ ARABİ : Bu zat ; “ vahdet’i vücut “ inancının başta gelen savunu-cularındandır. Zaten tasavvuf denildiği zaman ilk önce bu isim akla gelir.Bu kimse Din adına öyle şeyler zırvalamıştır ki, inanın kendisinden önce bu şekilde Allah’a karşı küfreden hiç kimseyi göremezsiniz. Gelin hep beraber bu küfür önderinin – ki,aslında kendisine şeyhu’l ekber denilmesine rağmen şeyhu’l ekfer’dir – bunun çirkin ve pislik kokan inancını ve sözlerini okuyalım… Bakın neler zırvalıyor :
“ …. Hak ile halk arasını ayıramazsın.Şu halde her varlık hak’tır,yahut her şey halk’tır dersin. Yahutta,o bir bakımdan hak’tır,bir bakımdan da halk’tır diyebilirsin …. “
FİSUS UL-HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Yaratan,yaratılan,halık,mahluk,hep O’dur. O’nun dışında,O’nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez.Çünkü Vücut birdir.
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Var olan kimdir ? Varlık nedir ? Varlıkta bir belirme vardır.O beliren var olan zatın kendisidir.O’nu umumileştiren hususileştirmiş oldu,O’nu hususi gören de,umumileştirmiş oldu. Tek varlıktan başka varlık yoktur.Şu halde nur ile zulmet aynıdır “
FİSUS UL - HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 190.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Ey nefsinde varlıkları yaratan,sen yarattığın şeylerin hepsisin. Varlığı nihayetsiz olan şeyi sen vücudunda yaratırsın.Şu halde sen hem dar hem de genişsin “
FİSUS UL-HİKEM : 55.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Bir vakit olurki kul şüphesiz rabb olur.Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner ….. “
FİSUS UL-HİKEM : 57.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkâr ederim…. “
FİSUS UL-HİKEM : 48.S İSTANBUL- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Sen kulsun ve sen Tanrı'sın ; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir….. “
FİSUS UL-HİKEM : 101.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
YUNUS EMRE : Bu zat’da aynı kervanın yolcularından olup , Allah ve insa-nın aynı şey olduğunu zırvalamıştır. İşte onun zırvalarından bir kaçı :
Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği,işte onun sesi,işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün,lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan,yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten,zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem,hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman,andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus,ol sahibi Kur’an benem.
YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.361
Aynı kitapta yine Yunus’tan şöyle bahsedilir : “ …. Şiirlerinde Allah’ı insanlaştıran ve insanı da Allah’laştıran ilk ozan Yunus Emre’dir. Yunus Allah’ı uzun uzun aradıktan sonra O’nu,insanın canevinde bulduğunu şu sözlerinde anlatmaktadır :
Bu tılsımı bağlayan. Çok aradım özledim.
Türlü dilde söyleyen. Yeri göğü aradım.
Yere göğe sığmayan. Çok aradım bulmadım.
Sığmış bu can içinde. Buldum insan içinde.
Görüldüğü gibi Allah’ı insan içinde bulan Yunus,insanı Allah gibi yada Allah’ı insan gibi konuşturmuştur. Yine şu sözlerinde olduğu gibi :
“ Evvel benem ahir benem, canlara can olan benem “
YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.365
MEVLANA : Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’de bir çok inanan tarafından hakkıyla tanınamamış ve kendilerine büyük İslam önderi olarak sunulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :
“ …. Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın,onu şiir halinde söylemekteki muradım ise senin sesindir. Bence sesin,Allah sesidir.Aşık, haşa sevgilisinden ayrılmaz. İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın,Allah attı ….. “ ENFAL : 17.AY. Ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın …. “
MESNEVİ : 4.C.62.63.S. M.E.B1991 İST
Bilindiği gibi bu Ayet’i celile de,Resulullah s.a.v’e yönelik bir hitap vardır. Allah resulü s.a.v Bedir harbinde iken ellerini kaldırarak : “ Ey Rabbim ! eğer şu topluluğu helak edecek olursan bir daha asla yer-yüzünde sana ibadet edilmeyecektir “ diye dua etmişti. Cibril’de ona : “ Bir avuç toprak al ve bunu onların yüzlerine at “ dedi. Peygamber s.a.v de bir avuç toprak alarak onların yüzlerine attı.Bunun üzerine müş-riklerden hiç kimse kalmadı ki gözlerine,burun deliklerine ve ağızlarına bu bir avuç topraktan isabet etmiş olmasın.Ve netice de arkalarını dönüp kaçtılar….. İşte bunun üzerine Rabbimiz Allah’u Teala : “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ buyurarak, Müslümanlara Bedir harbinde nasıl yardım ettiğini zikretmektedir…… Ama ne yazık ki, bu küfür önderlerinin sözlerinden de anlaşıldığı gibi, bu Ayet’i kerime kendi sapık fikirlerine delil getirilmiştir… İslam önderi olarak tanıtılan bu şahsiyetin çirkin sözlerinden bir tanesi de şudur :
“ ….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi … “
MESNEVİ : 4.C.1.S. M.E.B - 1991 İST
“ ….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz….. “
MESNEVİ : 1.C.7.S. M.E.B - 1991 İST
ŞEMSEDDİN TEBRİZİ : Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle : " Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır " buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazır-landıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems " içeri gel " diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve : " Kimya nereye gitti " dedi. Mevlânâ Şems : " Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi " buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. “
MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.69.70.S - AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989
SULTAN VELED : Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bunda iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür " dedi.
MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.S -AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989
İMAM RABBANİ : Bu insanın da meşhur Mektubat isimli eserini okudu-ğunuz zaman, onun da aynı inanca sahip olduğunu ve Allah’ın bütün eşyaya hulul ettiğini zikrettiğini göreceksinizdir…. İşte bu kimsenin de çirkin sözlerinden bazıları :
“ ….. Tarikat edeplerine dair işlere devamım sırasında,Yüce Allah’ın zahir ismine bir zuhur yeri olma şerefine erdim.Hem de tam manası ile her şeyden ayrı bir manada. O kadar ki ; bütün eşyada,tek tek bu tecelliyi gördüm.Özellikle kadınların kisvesinde.Hatta ayrı ayrı her uzuvlarında.Bu kadınlar zümresine o kadar ram oldum ki,anlatamam. Bu ram olam işinde çaresiz bir duruma düştüm …. “
MEKTUBAT : 1.C.1. MEKTUB 38.39.S – MERVE YAYINLARI İST
BEYAZİD’İ BESTAMİ : Bilindiği gibi bu şahsiyet de bir çok inanan tara-fından hakkıyla tanınamamış ve kendisi, büyük İslam önderi olarak inananlara yutturulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :
“ ….Allah’tan Allah’a çıktım. Nihayet ben de : “ ey ben sen olan “ diye seslendi…. “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 28-32.S
FERİDUDDİN ATTAR . TEZKİRETU’L EVLİYA : 1 / 160
“ ….. Noksan sıfatlardan münezzehim,şanım ne yücedir … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 30.S
“ ….Çadırımı Arş’ın yanına kurdum…Allah’ım senin bana itaatin, benim sana itaatimden daha büyüktür … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S
“ … Allah’a yemin ederim ki,sancağım Muhammedin sancağından daha büyüktür. Nurdan olan sancağımın altında cinler,insanlar ve Peygam-berler bulunmaktadır….”
“ … Beni bir defa görmen,Rabbini bin defa görmenden hayırlıdır … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S
Aynı ifadeleri,bu gün din adına kaleme alınmış ve insanlara sık sık tavsiye edilen “ GAZALİ’YE AİT İHYAU ULUMİ’D DİN “ kitabında da görebilirsiniz.
“ ….. Beyazidi Bestaminin Arşa çıkması ….. “
TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S
“ …. Ebu Yezid’i bir defa görmen, Allah’ı yetmiş defa görmenden daha hayırlıdır ….. “
TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S
Bu ve bunlar gibi daha nice insan ve din adına zırvalanan sözler var ki, bunları burada zikredecek olsak inanın vaktimiz ve sayfalarımız buna yetmeyecektir…. Bunlar elbetteki yaptıklarına kavuştular. Dolayısiyle bunlarla alakalı yapılacak tek şey ; ileri sürdükleri bu saçma sapan inançlarının çirkinliğini insanlara anlatmaktır.
Allah’u Azze ve Celle, henüz hayatta olupta bu çirkin inanca sahip olanlara hidayet nasibeylesin. Ve bunun yanı sıra Allah’u Teala ; tasav-vuf denildiği zaman, onu islam’dan zanneden,onu islam’ın özü olarak kabul eden ve özellikle de onu Allah’a yaklaşma vesilesi olarak gören bir çok zavallı ve kandırılmış kimselere de uyanmayı nasibeylesin…. Çünkü bir çok samimi Müslüman, bu kurumun temelinde yatan bu çirkin inanç-lardan haberleri yoktur….
Hatta bunların bu çirkin arızalarını dile getir-diğimiz zaman - bir çok tasavvuf ehli - bunları kesinlikle kabul etmiyor. Buda gösteriyor ki, tasavvufa ilk giren ve bu konuda yeni olan kimselere bu çirkin şeylerden bahsedilmiyor. Zaten şahit olanlarda bilirler ki,bu kurumda kademe kademe ilerleme sözkonusudur. Ve bunlarıda ; fenafi’ş şeyh … fenafi’r resul … fenafi’llah … ve … bekabi’llah diye kodlamışlardır.
TASAVVUF İNANANLARIN PEYGAMBER İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf,biraz öncede dile getirdiğimiz gibi inananların sadece Allah inancını bozmamıştır. Tasavvuf,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç fikirleriyle Müslümanların peygamber inancını da bozmuştur.
Değerli Müslümanlar ! Bu konuda da aradaki farkı ve uçurumu gör-memiz açısından islam’ın tarif ettiği peygamber inancı ile tasavvufun öne sürdüğü peygamber inancına da şöyle bir nazar etmemiz gerekir…. Nazar etmemiz gerekir ki, tasavvufun öne sürdüğü peygamber inancının ne kadar batıl, tutarsız ve saçma bir inanç olduğu gözler önüne serilsin.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ PEYGAMBER İNANCI
Değerli kardeşlerim ! İslam akidesinde tarif edilen Peygamber inancı şudur ; “ … Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Muhammed s.a.v, her şeyden önce Allah’ın kulu ve resulüdür. Kendisi de aynen Allah’ı dinini yaşama hususunda sorumlu olan bir mükellefti… Onun içindir ki şehadet kelimesinde inanalar : “ Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu “ derler.
Allah’u Azze ve Celle onu,kulları arasında müjdeleyici,uyarıcı ve hakka davet edici olarak göndermiştir… Rabbimiz şöyle buyurur :
“ Allah peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak gönderdi ki,peygamberler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bir paha-neleri kalmasın “
NİSA : 165.AY.
Rabbimiz yine şöyle buyurmaktadır :
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ”……
“ Muhammed sizin adamlarınızdan birinin babası değildir, fakat Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur…… “
AHZAB.40.AY.
وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا
“ … Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz …”
NUR.54.AY.
Kendisine itaat ve iman edilmesi için gönderilen bu resul, Din adına ancak kendisine vahyedileni konuşan, insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmeden, indirilen vahye ne bir ziyadelik ve ne de bir noksanlık yapma yetkisi olmayan, gaybı bilmeyen, kendiliğinden şefaat edemeyen, kendiliğinden mucize gösteremeyen bir insan idi…. Allah’u Azze ve Celle Resulü ile alakalı olarak zikretmiş olduğu :
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَ إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
“ O, heva ve arzusundan konuşmaz. Onun söyledikleri, yalnızca kendisine ilka edilen bir vahiy’dir. “
NECM.3-4.AY.
إِنْ أَتَّبِع إِلَّا مَا يُوحَى إِلَي
“ Ben, ancak bana vahyolunana uyarım ……”
AHKAF.9.AY.
Ayet’i celileleriyle; Peygamberinin din adına konuşmalarının vahye dayalı olduğunu haber vermiştir… Ve yine :
“ Ey Muhammed sen onlara deki : ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem, ben size meleğim de demiyorum.….. “
EN’AM : 50.AY.
Ayeti celilesiyle ; Resulünün, Allah’ın hazinelerinden insanlara dağıtmak için bir yetkiye sahip olmadığını, gaybı bilmediğini, Resulünün de kendi-leri gibi bir insan olduğunu ve melek olmadığını haber vermektedir… Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
“ Ey Muhammed ! onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, sakın onların keyiflerine uyma…… “
MAİDE : 49.AY.
Ayet’i celilesiyle ; Resulünün dinle alakalı hususlarda insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmettiğini ve insanların heva ve arzularına göre hareket etmediğini bildirmektedir…… Rabbul izzet yine :
“ Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez ”
MÜ’MİN : 78.AY.
Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberlerin kendi isteklerine göre tasarruf sahibi olmadıklarını ve kendileri istedikleri zaman bir mucize göstereme-yeceklerini anlatmaktadır…. Ve yine Allah’u Teala :
“ O’nun izni olmadan katında hiç kimse şefaat edemez “
BAKARA : 255.AY.
Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberinin kendiliğinden şefaat etme selahiye-tine sahip olmadığını ve ne zaman kendisine “ şunlara şefaat et “ diye izin verilir ise, işte o zaman şefaat edeceğini açıkça haber vermektedir.
Ve yine Allah’u Azze ve Celel :
“ Ey resulüm onlara deki : ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ve ne de bir zarar verme gücüne malik değilim….. “
A’RAF :188.AY.
“ Ve yine de ki : Ben size ne zarar verebilirim ve ne de size iyilik edebilirim
CİN : 21.AY.
Ayet’i celileleriyle ; Peygamberinin fayda ve zarar verme gücüne sahip olmadığını anlatmaktadır….. Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
Uhud savaşında yaralanıp dişinin kırıldığı bir esnada kızarak müşrikler için kullanmış olduğu :” Nebilerinin başını yaralayan bir topluluk nasıl felaha erer ki “ sözlerinden sonra indirmiş olduğu :
“ O konu da senin yapabileceğin bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul edip affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azabeder “
ALİ İMRAN : 128.AY.
Ayet’i celilesiyle de Resulüne ; “ insanların felaha erip ermeme işinde senin yapabileceğin bir şey yoktur. Sen sadece tebliğ görevini yap,çünkü hidayet verici olan sadece ve sadece benim “ buyurarak ,onun hidayet verici olmadığını ve insanlara kızdığı zaman da onların helak olmaya-caklarını anlatmaktadır.
Görüldüğü gibi Allah’u Azze ve Celle bu Ayet’i celilesinde Resulünün kızarak söylemiş olduğu bu sözünü tasvib etmemiştir……. Nedeni ise ;
“ insanların felaha erip ermeme işinde veya onların helak olup olmama işinde peygamberin kızıp kızmaması ölçü değildir “
İşte Allah’u Azze ve Celle buna işaret ederek, Peygamber hususunda inananların ölçülü olmalarını ve peygamber kızdığı zaman insanlar helak olur veya artık iflah olmaz şeklinde bir inanca sahip olmamalarını iste-miştir. Yani insanların hidayeti veya helakı, sadece ve sadece Allah’u Teala’nın gadabına veya rızasına bağlıdır.
Bununla beraber yine bilindiği gibi Peygamber s.a.v, en yakını ve sevdiği kişiler olan insanlara dahi hidayet verememiştir…. Çünkü Allah’u Teala :
“ Sen sevdiklerine hidayet veremezsin “ buyurmaktadır.
İşte ana hatlarıyla İslamdaki peygamber inancı budur….. Dolayısıyla Resule iman hususunda şuurlu ve basiretli bir müslümanın inancı da böyle olmalıdır.
TASAVVUFTAKİ PEYGAMBER İNANCI
Ama ne yazık ki tasavvuftaki peygamber inancı bu anlatılanların tama-men tersinedir.
Tasavvuf, her şeyden önce biraz evvel ki bahsini ettiğimiz “ vahdeti’l vücut “ inancı gereği – haşa – Peygamberin Allah’tan bir parça oldu-ğuna inanmaktadır…. Bunu biraz önce Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’nin şu sözlerinde açıkca görmüştük ;
“ … İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ ENFAL : 17.AY. Ayet’ini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın …. “
İBNİ ARABİ : ise bu inancını şu sözleriyle ortaya koymaktadır : “ Mekke den Medine ye hicret eden Allah’tı ve O’nunla beraber ikinci bir şey yoktu ….. “ İkinci bir sözünde şunları söylemektedir :
“ … Muhammedin hakikatı bütünüyle alemin başlangıcı ve varlık olarak ilk zahir olandır.Onun varlığı o ilahi nurdan,boşluktan ve külli hakikat-tandır.Boşlukta kendisi varolmuş ve alemin kendisi onun tecellisinden meydana gelmiştir ….. “
FUTUHATU’L MEKKİYE : 1.152
ABDUL GANİ EN-NABLUSİ de bu konudaki küfrünü ve ilhadını şu sözleriyle ifade etmektedir :
“ …Muhammed ancak Muhammed’e salat okumuştur.Çünkü kulların ona salatı isminin suretinden bir emriyle kullardan sadır olmuştur.( Yani, Kuran’da Allah mü’minlere muhammede salat okumalarını emrederken, gerçekten emreden Muhammed’in kendisiydi ve Allah, salat okuyan kulların suretine bürünmüştür. ) … “
MECMUU’L AHZAB : 557
Bununla beraber tasavvuf ; “ Nebiler avam’a geldi,veliler ise havas’a geldi “ dolayısiyle “ veliler deryaya daldı, nebiler ise sahilde kaldı “ gibi sözlerle, tasavvuf yolunda ilerlemiş velilerin peygamberlerden üstün olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Şems’i Tebrizi Nefahatu’l Üns’te Beyazid’i Bestami’nin Muhammed’den üstün olduğunu açıkça söylemektedir … “
NEFAHATU’L ÜNS : 640.S
Sultan veled buyurdu ki : “ bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. Bu arada dedi ki : halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.Mesela,“ Bir adam Beyazid’in müritlerinden birine : senin şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi ? diye sordu. Mürid : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Sonra : “ Ebu Bekir mi büyük,senin şeyhin mi ? diye tekrar sordu. O yine : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Nihayet o birer birer sahabeyi saydı,fakat mürid yine şeyhinin hepsinden üstün olduğunu söyledi.Sonra : Muhammed mi üstün, senin şeyhin mi ? dedi. O yine : “ Benim şeyhim büyüktür dedi “ En sonunda : “ Allah mı büyük,senin şeyhin mi ? “ diye sordu. Mürid : “ Ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şey-himden başka bir şey tanımam “ dedi.
MENAKİBU ARİFİN : 1.C.324.S
Bunun yanında Tasavvuf ; hatemu’l enbiya’ya rakip olarak uydurdukları hatemu’l evliya nazariyesini ortaya atmışlardır. Yani, peygamberlerin so-nuncusu Muhammed s.a.v olduğu gibi hemen hemen her tasavvuf önderi veya meşhuru kendisini hatemu’l evliya ilan etmiştir.
Bu konudaki inançları ise ; Hatemu’l enbiya, Peygamberin adı dışında onun bütün sıfatlarına sahiptir. Zamanın en üstün temsilcisidir. Gayb’tan haber verir,insanların kalplerini okur,kader üzerinde tasarrufu vardır, melekler kendisine vahy getirir,melekleri görürler,kısacası peygamberin bütün özelliklerine sahiptiler.Hatta biraz önce de ifade ettiğimiz gibi ; Peygamberden dahi üstündürler.
Ve yine tasavvuf ; onu insanüstü bir varlık göstererek,bütün alemin kendisi için yaratıldığını, bütün varlıkların ondan meydana geldiğini, herkesten ve her şeyden önce yaratıldığını öne sürerek inananların onun hakkındaki inancını bozmuştur.
el-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz ed-Dabbağ şöyle demektedir : “ Arş ve ferşiyle,yer ve gökleriyle,cennet ve perdeleriyle,alt ve üstleriyle ne varsa, hepsi bir araya getirilip bekıldığında Muhammed’in nurundan bir parça olduğu görülür.Muhammedin bütün nuru bir araya getirilip Arşa konulsa, Arş erir.Arşı örten yetmiş kat perdeye yöneltilse,perdeler parçalanırlar. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura tutulsa, hepsi dökülür ve dağılırlar.”
EL- İBRİZ : 2 / 84
Hatta bu gün etrafımızda söylenen ve adına da hadis’i kutsi dedikleri şu ifadeler de bu inancın parçalarından birisidir :
“ Allah’u Teala – güya - buyurmuşlar ki : “ Ey Muhammed ! eğer sen olmasaydın sen, ben bu alemi yaratmazdım “
Haşa,bu ifadeler şirk ve küfürdür. Çünkü biraz önce de zikrettiğimiz gibi,Allah’u Azze ve Celle her şeyi kendisine ibadet etsinler diye yarat-mıştır.
Hulasa,daha burada zikretmekte zorluk çekeceyimiz bir çok bu mana-da sözler mevcuttur…. İşte bunlar ; tasavvufun bu konudaki inancıdır.
Biraz önce de zikredildiği gibi ; belki tasavvufla yeni tanışan veya kendisinin bunlardan haberi olmayan birileri,bu ifadeleri kabullenme-yebilir. Ki,zatan tebliğlerimizde bazen buna rastlıyoruz. Fakat unutul-maması gerekir ki,baştan beri anlatmaya çalıştığımız bu inanç tasaffufun temelinde olan şeylerdir.
TASAVVUF İNANANLARIN VAHY İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf bu anlatılanlarla beraber,öne sürmüş olduğu birtakım gayri İslami ifadelerle Müslümanların kısmı azamının vahy inancını bozmuştur.
Bu konuda da aradaki farkı ve uçurumu görmemiz açısından önce İslam’ın tarif ettiği vahy inancına ve sonra da tasavvufun öne sürdüğü vahy inancına göz atmamız gerekir….. Göz atmamız gerekir ki, tasav-vufun öne sürdüğü vahy inancının Kur’an ve Sünnete ne kadar ters düş-tüğünü gözler önüne serelim.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ VAHY ANLAYIŞI
Değerli kardeşlerim ! İslam’ın Kur’an ve Sünnet çizgisinde tarif ettiği vahy anlayışına geçmeden önce isterseniz bu kelimenin tarifini bir öğrenelim.
Luğat olarak vahy ; “ … işaret … ilham … gizli söz … gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirme … “ manalarına gelir. Diğer bir ifadeyle de şöyle denilmiştir : “ Vahy ; başkasına gizli kalacak biçimde kendisine yöneltilen kimseye mahsus gizli ve süratli bir şekilde bildirmedir “
Bu ise ; Rahmani ve şeytani olarak ikiye ayrılır. Yani, Allah’tan bir öğreti mahiyetinde gelen ilahi bir bilgide olabilir, şeytanın fısıldaması yoluyla gelen bir bilgi de olabilir.
Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından,yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “
ŞURA : 51.AY.
Ayeti kerimenin ifadesine göre Allah’u Teala’nın insan için vahyi – diğer bir ifadeyle – öğretisi üç şekilde olmuştur.
1 - Ona vahyetmesi.
2 - Perde arkasından konuşması.
3 - Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi.
Ona vahyetmesi : Allah’u Teala’nın direk olarak resulünün kalbine ilka etmesidir.Bu,uyanıkken olduğu gibi,uyku halinde de olmuştur.
“ … Aişe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v’in ilk vahy başlangıcı,uykuda doğru rüya görmekle olmuştur….. “
BUHARİ : 1.C.146.S - MÜSLİM : 1.C.160.N
“ … Aişe r.a dan.Dedi ki:Haris ibn Hişam Resulullah s.a.v’den : Ya Rasu-lallah ! sana nasıl vahy geliyor ? diye sordu. Rsulullah s.a.v :
- Vahy bana bazı vakitlerde çıngırak sesi gibi gelir ki,bana en ağır geleni de budur …… “
BUHARİ : 1.C.144.S
Perde arkasından konuşması : Bu konuşma şekli ise,bilindiği gibi Allah resulü s.a.v’in miraca çıktığı zaman vuku bulmuştur. Kendisine mirac dönüşü Aişe validemiz tarafından şu sorulmuştu ; Rabbini gördün mü ?
Resulullah s.a.v ise şöyle buyurdular : “ Ya Aişe ! sen işitmedin mi ? Allah’u Teala :
لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“ Gözler O’nu idrak edemez. Fakat O, bütün gözleri idrak eder. Çünkü O latif’tir, habir’dir. “ EN’AM : 103.AY.
Ve yine işitmedin mi ? Allah’u Teala :
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından, yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “ ŞURA : 51.AY.
MÜSLİM : 1.C.177.N
Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi : Bu şekildeki vahy ise ; Cibril’in bazen görünmeden, bazen asli suret ve heybetiyle ve bazen de insan suretinde gelerek rabbinin mesajını iletmesidir.
Kur’anı kerim,Cibril a.s’ın vahyi getirmede vasıta olduğunu şu şekilde zikreder :
“ De ki onu, iman edenlere tam bir sebat vermek,Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olması için Rabbinden hak olarak Ruhul Kudüs indirmiştir. “
NAHL : 102.AY.
{ … Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Muhakkak ki Ruhul Kudüs benim kalbime şöyle ilham etti : “ Hiç bir nefis rızkını ve ecelini tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan korkun ve taleb te mu’tedil olun “ }
EBU NUAYM HİLYE – İBNİ HİBBAN SAHİH – MİŞKATU’L MESABİH : 5300.N
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi vahy ; süratli bir şekilde bildiri ve öğreti mahiyetinde olan bir bilginin adıdır… Yani, ilham yolu ile yapılan bildiri ve öğreti …. Perde arkasından konuşma yolu ile bildiri ve öğreti …. Elçi aracılığı ile yapılan bir bildiri ve öğreti.
İşte islam’ın delilleriyle beraber anlatmış olduğu rahmani vahy anlayışı ; bu şekilde ve çeşitte Allah’ tan “ ÖĞRETİ ” mahiyetinde gelen ilahi bilginin adıdır….
Bu konuda islam’ın inanılmasını istediği ve emrettiği gerçek, Allah’tan hiç bir kimseye ne vahy ve ne de ilham gelmeyeceğidir.
Çünkü bu din :
“... Bu gün sizin dininizi tamamladım…. “ MAİDE : 3 Ayet’iyle Muham-med s.a.v’e vahyedilerek tamamlanıp kemale ermiş bir din’dir…. Ve yine kendisinin bir çok hadislerinde buyurduğu gibi :
ما بقي من شيء يقرب من الجنة ويباعد من النار إلا وقد بين لكم . ( صحيح )
{ … Size cennet’e yaklaştıracak ne var ise onu açıklamışımdır. Ve yine size, cehennem’den uzaklaştıracak ne var ise onları da açıklamışımdır. }
M. ZEVAİD : 8 . 264 - S . SAHİHA : 4.C.1803.N - HAKİM : 2.C. 4. SAY
{ Ve yine bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Allah’ın size emredip de benim size emretmediğim hiçbir şey bırakmadım.Ve yine,Allah’ın size yasaklayıp da benim size yasaklamadığım hiçbir şey de bırak-madım.}
S . SAHİHA : 4.C. 1803.N
Öyleyse kime din adına bir şeyler gelsin ki ?... Diğer bir ifadeyle ; bu din de noksan olan ney ki, onunla ilgili insanlara vahy veya ilham gelsin ?
Halbu ki İslam, bu konuda Resulullah s,a.v hariç hiç kimseye ne vahy ve nede ilham gelmeyeceğine dair açıkça deliller bildirilmiştir.
Rabbimiz Allah’u Azze ve celle şöyle buyurmaktadır :
“ Gaybı bilen 0’dur.Bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçilerine gösterir. Çünkü onların önlerine ve arkalarına gözetleyi-ciler koymuştur. “
CİN : 26.27.AY
{ … Enes ibni Malik r.a şöyle demiştir : Resulullah s. a.v şöyle buyurdu : Artık risalet ve nübüvvet sona ermiştir. Benden sonra ne Resul ve ne de nebi gelmeyecektir……………. }
TİRMİZİ : 4.C.2374.N – EBU YA’LA
{ … Ebu Hureyre r.a şöyle demiştir : Resulullah s. a.v şöyle buyurdu : Muhakkak ki sizden önce gelip geçen ümmetler içinde kendilerine haber ilham olunan kimseler bulunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse olacak olsaydı, muhakkak Ömer olurdu. }
BUHARİ : 7.C.3445.S
{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v den işittim 0 şöyle buyuruyordu : Mübeşşirattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Sahabiler : Mübeşşirat nedir ya Resulallah ? diye sordular. Al lah Resulü s.a.v : O, salih rüyadır, buyurdu. }
BUHARİ : 15.C.6863.S
{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir : “ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptıklarınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa,biz onu emin kılar,kendimize de yaklaştırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir.Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }BUHARİ EFA’LİL İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N
{ … Amır bin Dinar’ dan : Adamın biri Ömer r.a’ ya : “ Cenabu Allah’ın sana ilham ettiği şekilde hükmet ” dedi. Ömer r.a ise : “ Sus, İlham ancak Peygambere mahsustur “ , dedi “
EL- KENZ : 5.C.241
{ … İbn Ebu Hatim, İkrimeden rivayet eder ve der ki, o şöyle demiştir : Muhtara vardım,beni misafir etti. O kadar ki, neredeyse benim geceleyin kalacağım yeri bile temin edecekti. Bana : “ İnsanların yanına çık ve onlarla konuş” dedi. Çıktım ve bu arada bir adam gelerek : Vahy konu-sunda ne dersin ? diye bana soru sordu. Ben :” Vahy iki çeşittir. AIlah’u Azze ve Celle :
” Biz sana bu Kur’anı vahyetmekle...” YUNUS : 3 Ayet’iyle Resule indir- diği vahy’den sözetmiş ve :
“ … İnsan ve cin şeytanlardan kimileri,kimilerini aldatmak için bir birlerine cazip sözler vahyederler...” EN’AM : 112 Ayet’iyle de, Şeytanların bir birlerine vahy edişinden söz etmiştir ” dedim. Hemen üzerime yürüyüp beni yakalamak istediler… Size ne oluyor ? ben sizin soru sorulanınız ve misafirinizim, dedimde beni bıraktılar.
İkrime ,Muhtar İbnu Ebu Ubeyd’e tarizde bulunuyor. Çünkü o,kendisine vahy geldiğini sanırdı. Kardeşi Safiyye, Abdullah İbn ömer’in nikahı altındaydı ve saliha kadınlardan idi. Abdullah İbn Ömer, Muhtarın kendisine vahy geldiğini zannettiğini haber alınca : Allah’u Azze ve Celle doğru söler ve : “... Doğrusu şeytanlar,kendi dostlarına vahyederler ...” ve “ ... İnsan ve Cin şeytanlarından kimi,kimini aldatmak için birbirlerine cazip sözler vahyederler...“ buyurur.
Yani “ onlardan kimisi kimisine süslü, cazibeli ve cahillerden duyanların aldanacağı sözler söyler ” demiştir.”
İBN KESİR : 6.C.2799.S
Görüldüğü gibi İslam’daki vahy anlayışı, Onun sadece Resulullah s.a.v’e geldiği ve onun haricinde hiç kimseye ne vahyin ve ne de onunla eş manalı olan ilhamın gelmeyeceği ve böyle bir iddiada bulunanlara ise - yani,bana vahy geliyor veya ilham ediliyor diyenlere ise - sadece şeytanların musallat olup onların vahyedeceği açıkça bildiriliyor….
TASAVVUFTAKİ VAHY ANLAYIŞI
Tasavvuftaki vahy anlayışına gelince o da ; gerek biraz önceki bahsini ettiğimiz şahsiyetler ve gerekse bu yol da şeytan ve avanelerinin hilesine aldanmış kimseler, Peygamber s.a.v’e Allah’tan nasıl vahy geliyor ise kendilerine de aynen vahy veya ilham geldiğini söyleyerek bu konuda Nübüvvet sistemine rakip bir sistem ortaya atmışlardır…
Bu kimseler bu yönlü iddialarıyla islamın getirmiş olduğu vahiy sistemini açıkça ihlal etmişler ve kendilerine yöneltilecek eleştirilerin önüne geçmek için de sözlerinin kendilerine ait olmaktan ziyade gökten inen vahiy veye ilham olduğunu rahatlıkla söylemişlerdir..
Gelin hep beraber bu yolda kaşarlaşmış kimselerin bazı sözlerine kulak verelim…
İBN ARABİ : “ Resulullah’ı rüyamda gördüm. Bu kitabi - yani Fususu’l, Hikemi - yazmamı benden istedi. Bende yazdım. Bu kitap, nefis arzularının münezzeh ve içine fesat karışmamış olan en kutsi makamdan indirilmiştir. Ben ancak bana ilham olunan şeyi yazdım....Size söyledik-lerimiz O’ndan bizedir. Bizim size verdiklerimiz ise,bizden sizedir...”
FİSUSU‘L – HİKEM
MEVLANA : Mevlana’da aynı şekil de Mesnevisinin Kur’an’ın sahip olduğu özelliklere sahip olduğunu şu ifadeleriyle açıkça sergilemektedir.
“ … Şüphe yok ki mesnevi gönüllere şifadır ,hüzünleri giderir,Kur’anı apaçık bir hale koyar,rızıkların bolluğuna sebep olur,huyları guzelleştirir, Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden gelebilir,ne de ardından.Tanrı onu korur ve gözetir…. “
MESNEVİ : MUKADDİME : VII
SAİDİ NURSİ : “... Saidi Nursi’de aynı kervana katılmış, oda risalelerin ilham’la yazıldığını, kendisine gayb’den haberler ve yardım geldiğini açıkça risalelerinde zikretmiştir…. Bir iki misal :
“... Ey Said, sen zamanın Abdulkadiri ol, ihlası tam kazan, fakrinle beraber maişetini düşünme, insanlardan minnet olma, ismin ” SAİD ” olduğu gibi maişette de mes’ud olacaksın. Muhabbetimde sadık oldu-ğundan ve ihlasa çalıştığından,Hulusi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar Süleyman,Bekir gibi sadık hizmetkarlar ve Sabrı tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş ....”
SİKKEYİ TASDİKİ GAYBİ : 123. S.
“ … Risaleyi Nur bir mucize durumundadır. Onda öyle parçalar vardır ki, kimisini 6 saatte,kimisini 2 saatte atte,kimisini 1 saatte,hatta kimisini 10 dakikada yazıp meydana getiremiyorum... Ve 6 saatte yazılmış olan otuzuncu sözü ben de, en yeterli dindar fiiozollan da çalışsak 6 günde yazamayız…Ve kimse de yazamaz … “
BEDİU’Z ZAMAN CEVAP VERİYOR RİSALESİ : 122
“ … Ama,onda yazılı olanlar Kur’an’ın malıdır, Allah tandır.. ”
S.NURSİ : HİZMET REHBERİ : 92.S.
“... Risale’i nur,bu çağda,bu tarihde bir urvetu’l uska – yani kopmayan kulptur, Kopmaz bir zincirdir, Bir Allah ipidir. Bu Allah’ın ipine elini atıp tutunan kurtulur…. “
HİZMET RRTIBERİ : 31.S - MEYVE RİSALESİ : 150 .S
Hulasa,bu ve bunlar gibi daha nice tasavvuf erbabı olan insanlar varki, kendilerine Allah’tan vahy ve ilham geldiğini söylemişler ve kitaplarının Allah tarafından yazıldığını açıkça ifade etmişlerdir…… Bu konuda daha doyurucu deliller arayan ve isteyenler, bu insanların kitaplarına baka-bilirler….
Artık görüldüğü gibi,baştan beri anlatılanların bir kısmı Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünnetine dayanırken, diğer kısmı da ; şeytanın ilhamına ve vesvesesine, ayrıyeten heva ve arzularını ilahlaştırmış kimselerin şahsi yorum ve anlayışlarına dayanmıştır…
Artık belli ki,Allah’a hakkıyla iman etmek isteyenler Kitaba ve Sünnete tabi olup Allah’ı ilahlaştıracaklar,bundan imtina edenler ise, biraz önceki isimleri zikredilen insanlara tabi olup onları ilahlaştıracaklardır.
ÖNEMLİ BİR İKİ NOKTA
Değerli kardeşlerim ! sorumluluğumuz gereği, bu tür inanç ve amel-lerin çok çirkin ilhad, şirk ve küfür olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ve canlar bedende olduğu müddetçe de anlatacağız inşaallah.
Ben hasseten son olarak bir iki noktayı dile getirmek istiyorum, o da : Tebliğlerim esnasında bu meseleleri gündeme getirip, söylenen bu çirkin sözlerin şirk ve küfür olduğunu anlattığım sırada, bu müessesenin cahil müdafileri tarafından bizlere şöyle karşılıklar verilmektedir :
“ ... Efendim bu insanların anlattığı şeylerden siz anlamıyorsunuz…“
“… Bu kimseler bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir….. “
“... Şeriatta küfür olan şey, hakikatta küfür değildir… Şeriat başka hakikat başkadır….. “
“… Sonra bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir ve geçer- sizdir … “
İşte bu tür zırva sözlerle bir çok inanan ve hatta - hassetsen tasavvuf kesimindeki insanlar - bu kimselerin avukatlığını yapmaya çalışmak-tadırlar… Bu kimselere şöyle sesleniyorum :
Şeriat başka hakikat başkadır…. derken bu ayırım neye dayanarak yapılmıştır ? … Allah’mı böyle bir ayırım yapmış, yoksa bu şirk ve küfür müessesesinin önderleri mi ?..
Eğer ; Allah bunu ayırmıştır denilirse bunun delili istenir. Rabbimiz olan Allah böyle bir ayırım yapmamıştır. Bu sözlerin delili ancak,biraz önceki ismi geçen insanlardır. Ki bunu kendi kitaplarında açıkça ifade etmiş-lerdir.
Bakınız Yunus Emre ne diyor : “ ŞERİAT OĞLANLARI NİÇİN YOL KESER BANA , HAKİKAT DERYASINDA BAHRİ OLDUM YUZERİM “
YUNUS EMRE : 306.S
Görüldüğü gibi şeriatçılar yunusa karşı çıktığı için,Yunus’ta yaptığı ve inandığı şeylerin hakikattan olduğunu ifade etmektedir.
Bakınız Hallacı Mansur ne der : “ KÜFRETTİM ALLAH’IN DİNİNE Kİ ,KÜFÜR VACİPTİR BENCE, AMMA KATINDA MÜSLÜMANLARIN KATINDA KABİHTIR “
RABBANİ : MEKTUBAT : 2.C.456.S
İşte Hallacı Mansur’un sözlerinde de görüldüğü gibi, Şeriat nazarında küfür olan bir şey,Tasavvuf’ta vacip’tir.Yani yapılması gerekli olan bir şeydir.
Öyleyse bu gibi saçma sapan şeyleri hiç kimse şeriata maledemez. Bu ayırımı kendileri yapmış ve kendileri de küfrediyorlar.
“ … Bunlar bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir ...” ifadesine gelince :
Bu ifadeler de geçersiz ve saçma sapan ifadelerdir. Çünkü herkesinde bildiği gibi bu kimseler, şiirler yazıp konuşan edip insanlardı… Dolayısiyle bunlar herhalde meramlarını anlatamayacak kadar kelime yetimliği çeken insanlar değillerdi ki, biz de kalkıp diyelim ki bu sözlerle belki de başka şeyler kasdediyorlar ....
Ve yine önemli bir hususta şu ki : “... Acaba hakkı tebliğde şirk ve küfür olan söz ve davranışları İslam da vesile olarak kullanılmasını kim emretmiş veya kim bunun caiz olduğunu söylemiş ki ?... “
Kaldıki bunlar,hakkı da anlatmıyorlar. Şirk ve küfür olan inançlarını anlatmak için şirk ve küfür olan sözleri vasıta olarak kullamnaktadırlar.
Akli selim herkes çok iyi bilir ki ; İslam’ın en önemli kaidelerinden birisi de, “... HÜKMÜN, ZAHİRE GÖRE VERİLMESİDİR ...”
Dolayısıyle,kalpleri yarıpta niyetlerinin ne olduğunu bilmek görevimiz değildir…. Bizler insanları, yaptıkları ve söyledikleri şeylere göre değer-lendiririz.
{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir :
“ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptık-larınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa, biz onu emin kılar, kendimize de yaklaş-tırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir. Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }
BUHARİ EFA’LİL İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N
“… Bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir , dolayısiyle geçersizdir … “ Şeklindeki kullandıkları sözlerine gelince, bu da yine kendi-lerinin ifade ettiği gibi batıl ve geçersiz sözlerdir…. Yani kendilerinin de ifade ettiği gibi ; sekir halinde söylenen sözler, geçersizdir.
Öyleyse bu konuda söylenecek en güzel söz şu olmalıdır : madem ki sekir halinde söylendiği için bu sözler geçersizdir, öyleyse neden söylenen bu çirkin sözleri ağızlarınızda dolaştırıyor ve kitaplarınızda da bu ifadelere yer vererek insanların akidelerini bozup zihinleri bulandırı-yorsunuz….
Hulasa, bu konuyla alakalı problemleri olan insanlar hakkında söylen-mesi gereken son söz ; Allah hidayet versin … sözüdür.
Sohbetimi noktalamadan önce Rabbimden son niyazım ; Allah’u Azze ve Celle bizlere, Kur’an ve Sünnet çiçgisinde hareket eden ve bu çirkin hastalıklardan bizleri kurtardığı için de kendisine bol bol hamdeden kullarından olmamızı nasib eylesin ……
Ve ayrıyeten öğrenmiş olduğumuz bu hakikatleri de başkalarına anlatan ve aktaran kullarından olmamızı nasib eylesin ……
AMİN ……
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN
TACUDDİN EL - BAYBURDİ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Değerli Müslümanlar ! bu sohbetimizde inşaallah tasavvufu ele alıp ve onun Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetmeye çalışacağız…Bizi böyle bir çalışmaya iten sebep ise ; konunun tevhid inancını tepeden tırnağa altüst ettiğinden dolayıdır.
Şunu rahatlıkla ve bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki,tasavvuf ve onun getirdiği inanç ve ameller, geçmişte olduğu gibi bugün de binlerce inananın itikadını ve amellerini tepeden tırnağa bozmuş ve onların üzerinde - geçmiş cahiliye dönemlerinde bile görülmemiş - çok kötü sonuçlar doğurmuştur.
İşin en acı yönü ise ; Allah resulü s.a.v’in senelerce ortadan kalkması için çaba sarfettiği bir çok çirkin inanç ve ameller,bu gün tasavvuf adı altında Allah’a yakınlaşma maksadı olarak icra edilmektedir.
Değerli Müslümanlar ! Tasavvuf – diğer bir ifadeyle tarikatlar – hak-kında şimdiye kadar yapılan tarifler ve tabirler bir çok yönüyle kapalı kalmış ve bu tarif ve tabirler tam manasıyla doyurucu olmamıştır... Çünkü bu konudaki yapılan izahlar,tarifler sürekli ve genelde “ tasavvuf “ kelimesine takılmış kalmış, dolayısıyla bu ismin h.200 veya 250 yıllarında çıktığı anlatılarak, asıl anlatılması gereken bu isim adı altında - din adına - işlenen cinayetlerden bahsedilmemiştir…. Veya bahsedilmişse de,bu bir çok yönüyle kapalı bırakılmış ve konu ile ilgili cüz’i şeyler anla-tılmıştır.
Halbuki üzerinde durulması gereken bu isimler değil. - Yani,tasavvuf ve tarikat isimlerine takılıp kalmak değil – bu isimler adı altında işlenen şeyler olmalıdır. İşte önemli olan nokta burasıdır.
Çünkü,bu isimlerle isimlenmek - yani mutasavvıf veya sofi diye isim-lenmek - insanı dinden imandan çıkaracak bir problem değildir. Bunlar sadece ve sadece islam’da olmayan birtakım isimler ve yanlışlıklardır. Ama işin tehlikeli boyutu,- biraz önce de ifade ettiğimiz gibi - bu isimler adı altında işlenen itikadi ve ameli yanlışlıklardır. Çünkü bunlar insanı dininden imanından soyutlayan problemlerdir.
Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan ve isimlere de takılıp kalmadan, gelin hep beraber tasavvufun inananlar üzerindeki çirkin etkilerine şöyle bir nazar edelim… Bakalım tasavvuf Müslümanlara neler getirmiş ve yine bakalım tasavvuf onlardan neleri götürmüştür.
İşin doğrusu ; getirtiği olumlu bir şeyler olmadığı için biz götürmüş olduğu şeylerden ve açtığı derin yaralardan bahsetmeye çalışacağız.
TASAVVUF İNANANLARIN ALLAH İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf her şeyden önce,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç sistemiyle Müslümanların kısmı azamının Allah inancını boz-muştur.
Değerli Müslümanlar ! Aradaki farkı ve uçurumu görmeniz açısından önce islam’ın tarif ettiği Allah inancına ve sonrada tasavvufun öne sürdüğü Allah inancına şöyle bir nazar edelim…. Nazar edelim ki, tasav-vufun öne sürdüğü Allah inancının ne kadar batıl,tutarsız ve saçma bir inanç olduğunu gözler önüne serelim.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ ALLAH İNANCI
İslam akidesinde Allah inancı ; varlığı ezeli ve ebedi olan,eşi ortağı ve benzeri bulunmayan, yoktan vareden, zatı ve sıfatları bakımından bütün noksanlıklardan münezzeh olan,yaratmış olduğu mahlukatından tama-men ayrı Arşının üzerinde olan, kendisinin dışında her şeyin sonradan yaratılmış olup ve kendisi var iken hiçbir şeyin olmadığı tek varlıktır...İşte islam’ın tarif ettiğ Allah inancı ana hatları ile böyledir.
Çünkü Rabbimiz kendisini böyle tanıtıyor. O’nun Resulü Muhammed s.a.v Alemlerin rabbini böyle tanıtıyor.
Rabbimiz kerim kitabında :
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“ O – Allah ki – ilk’tir - yani kendisinden önce hiçbir varlık yoktur - ve Sondur. – yani kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur.Her şey yok olurken sadece O kalacaktır - Zahir’dir – yani varlığı delillerle gün gibi açıktır – Batın’dır – yani zatının hakikatı gizlidir.Akıllar onun özünü idrak edemezler – O her şeyi bilendir “
HADİD : 3.AY.
Ayet’i celilesiyle ; ezeli ve ebedi olduğunu,zahir ve batın olduğunu ve ayrıyeten her şeyi bildiğini kullarına haber vermektedir.
Rabbimiz yine :
“ Allah her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyin yöneticisidir “
ZÜMER : 62.AY.
Ayet’i celilesiyle ; kullarına istisnasız her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi kendisinin olduğunu haber vermektedir.
Rabbimiz yine : إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
“ Şüphesiz ki rızık veren sağlam kuvvet sahibi ancak Allah’tır “
ZARİYAT : 58.AY.
Ayet’i celilesiyle ; Rezzak ve çok çetin bir kuvvet sahibi olduğunu kullarına haber vermektedir.
Allah’u Azze ve Celle ; “ O’na benzer hiçbir şey yoktur “ ŞURA : 11.AY.
Ayet’i celilesiyle,zatına benzer hiçbir şeyin olmadığını.
“ … Yaşatan ve öldüren Allah’tır … “ ALİ İMRAN :156.AY.
Ayet’i celilesiyle,bütün canlılara hayat veren ve onları tekrar öldüren ken-disinin olduğunu.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “ Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz “ FATİHA : 4.AY.
Ayet’i celilesiyle,ibadet adı altında her ne var ise onların sadece ve sadece kendisine takdim edileceğine ve yardımın da sadece ve sadece kendisinden bekleneceğine kullarının inanmalarını emretmiştir.
Ve yine Allah’u Teala :
“ Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa O'ndan başka onu gide-recek yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa ; işte O, her şeye gücü yetendir. O, kullarının üzerinde kâhhar olandır . O, hikmeti sonsuz olandır ve herşeyden haberdardır. “
YUNUS : 107.AY.
Ayet’i celilesiyle, gerçek fayda ve zarar verme gücüne sadece ve sadece kendisinin sahip olduğunu ve kendisi bir şey dilediği zaman onun önüne hiçbir şeyin geçemeyeceğini kullarına haber vermektedir.
Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
“ Allah'dan başka kendisine Kıyamet'e kadar cevap veremeyecek olan ve kendilerine yapılan duadan habersiz olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir ? ……………… ”
AHKAF : 5.6.AY.
Ayet’i celilesi ve : “ …… O'ndan başka çağırdıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile malik değillerdir. Onlara dua etseniz duala-rınızı işitmezler. İşitseler dahi isteklerinizi yerine getiremezler…“
FATIR : 13 . 14 .AY.
Ayet’i celilesiyle ; sadece ve sadece kendisine dua edileceğini, kendi-sinden medet umulacağını, dolayısiyle kendisinden başka hiç kimsenin dualara karşılık veremeyeceğini kullarına haber vermektedir.
Yüce Rabbimiz yine : إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ
“ Şüphesiz ki Rabbin daima gözetleme yerindedir ” FECR : 14.AY.
Ayeti kerimesiyle, kendisinin yarattığı şeylerden tamamen ayrı bir yerde olduğunu zikretmiş ve bu yerin de neresi olduğunu belirtmek için ;
الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
“ Rahman - olan Allah - Arş’a istiva etmiştir. ” TAHA : 5.AY.
أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ
“ Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz ? … “
MÜLK : 16.AY.
أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ
“ Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir fırtına gönderme-yeceğinden emin misiniz ? …… "
MÜLK : 17.AY.
Ayet’i celileleriyle de, göklerin fevkinde Arşının üzerinde olduğunu kullarına haber vermiştir.
Ayrıyeten Allah resulü s.a.v bir çok hadisi şeriflerinde ; “ … Ben gökte olanın eminiyim … “ “ … Yerdekilerine merhamet edin ki, gökteki olan da size merhamet etsin … “ “ … Allah Arşının üstünde yanında olan kitapta şöyle yazmıştır ; Rahmetim gazabıma galebe çalmış- tır … ” ve Muaz için “ … Sen yedi kat semanın üstündeki Melik’in verdiği hüküm ile hükmettin … “ ifadeleriyle Alemlerin yaratıcısı olan Allah’ın, yaratmış olduğu her şeyden ayrı olarak kainatın en üstünde olduğunu bildirmiştir.
İşte İslam’ın tarif ettiği Allah inancı budur….. Dolayısıyla kendisine hakkıyla iman eden muvahhidlerin inancı da böyle olmalıdır…..
Onlar ; Allah’ın evvel ve ahir olduğuna iman ederler…. Onlar ; öldüren ve diriltenin sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler …Onlar ; her şeyi yoktan varedenin ve onları koruyup kollayanın Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; Alemlerin rızkını tedarik edenin ve çetin güç ve kuvvet sahibi olanın sadece ve sadece Allah olduğuna iman ederler…. Onlar ; kendisine iman ettikleri rablerinin bir çok isim ve sıfatlarının olduğuna ve bu isim ve sıfatlarında kendisinin hiçbir şeye benzemediğine iman eder-ler…. Ve yine onlar ; sadece ve sadece Allah’a dua edileceğine,O’ndan istenileceğine,O’na yalvarılacağına ve O’ndan başka hiç kimseye dua edilmeyeceğine iman ederler…. Onlar ; ibadet adı altında her ne var ise onun sadece ve sadece Allah’a takdim edileceğine ve fayda ve zararın yine sadece ve sadece O’ndan geleceğine iman ederler… Ve yine onlar ; kendilerini yoktan vareden yaratıcılarının bu kainatın en üstünde Arşının üzerinde olduğuna iman ederler….Ve en önemlisi onlar ; bu inançlarında isbat ve nefyi bir arada yürüterek, Allah için kabul ettikleri bir şeyi yara-tıklardan nefyederler.
İşte değerli kardeşlerim ! İslamın Müslümanlardan istediği ve beklediği Allah inancı bu şekildedir. Bu inanç, taa öteden beri ehli sünnet ve’l cemaatin inancıdır. Bu inanç, daha hayatta iken cennetle müjdelenen sahabenin ve onlara güzellikle tabi olanların inancıdır.
TASAVVUFUN TARİF ETTİĞİ ALLAH İNANCI
Ama ne yazık ki,üzerine İslam kılıfı geçirilerek binlerce inanana sunu-lan ve yutturulan Tasavvuftaki Allah inancı böyle değildir.
Tasavvuftaki Allah inancı ; biraz önceki Kur’an ve Sünnet’in tarif ettiği Allah inancı ile tamamen ters ve birbirine taban tabana zıd olan bir inançtır.
Aslında meseleyi araştıranlar soruşturanlar şunu çok iyi bilirler ki ; tasavvuf denildiği zaman bunun temelinde “ vahdeti vücut “ inancı yatmaktadır .…. Yani, her ne kadar bu yolun müntesibi olan cahil insanların kısmı azamı “ vahdeti vücuttan “ kastın ne olduğunu bilmeseler de, istisnasız her kolun ve her gurubun temel inancı budur.
VAHDETİ VÜCUT : Kelime anlamıyla,varlığın birliği demektir.Yani,eşyada yada varlıkların görünen yapısındaki çokluğa rağmen, hepsi mahiyet itibariyle tek bir özelliği sergilerler… İşte bu çokluk içindeki birliği görmek, “ birlikteki çokluk “ demektir.
Bu inanç ve anlayış,doğu ve batı kültürlerinde olduğu gibi tasavvuf inancını bayraklaştıran ve onun önderliğini yapan başta İbni Arabi, Hallacı Mansur, Ebu Bekr Şibli, Sadreddin konevi, Celaleddini Rumi, Yunus Emre ve Şemseddin Tebrizi gibi şahsiyetlerde de açıkça görül-mektedir.
Bu inanç ve uygulamaların hiç birisini islam’da görmeniz mümkün değildir. Bunlar ancak Hinduzim’de, Budizm’de, Şamanizm’de, Zerdüş-lük’de ve bütün Paganizm - yani şirk - dinlerinde görülen şeylerdir.
Delilleriyle de isbat edeceğimiz gibi bu inanca sahip olanlar,geçici ve fani olanla kalıcı ve ebedi olanı birleştirmektedirler... Daha açık bir ifa-deyle bunlar,birincisini ikincisine irca etmek suretiyle cüz’ün, ait olduğu bütüne kavuşması inancındadırlar.
Değerli Müslümanlar işin açığı bunlar, – haşa – her şeyin Allah olduğu inancındadırlar.
Gelin hep beraber bu batıl dinin İslam adı altında Müslümanlara Pazar-ladıkları ve takdim ettikleri çirkin inancı ve onun hareretli savunucularının ilhad ve küfür olan sözlerini beraber okuyalım.
İBNİ ARABİ : Bu zat ; “ vahdet’i vücut “ inancının başta gelen savunu-cularındandır. Zaten tasavvuf denildiği zaman ilk önce bu isim akla gelir.Bu kimse Din adına öyle şeyler zırvalamıştır ki, inanın kendisinden önce bu şekilde Allah’a karşı küfreden hiç kimseyi göremezsiniz. Gelin hep beraber bu küfür önderinin – ki,aslında kendisine şeyhu’l ekber denilmesine rağmen şeyhu’l ekfer’dir – bunun çirkin ve pislik kokan inancını ve sözlerini okuyalım… Bakın neler zırvalıyor :
“ …. Hak ile halk arasını ayıramazsın.Şu halde her varlık hak’tır,yahut her şey halk’tır dersin. Yahutta,o bir bakımdan hak’tır,bir bakımdan da halk’tır diyebilirsin …. “
FİSUS UL-HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Yaratan,yaratılan,halık,mahluk,hep O’dur. O’nun dışında,O’nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez.Çünkü Vücut birdir.
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Var olan kimdir ? Varlık nedir ? Varlıkta bir belirme vardır.O beliren var olan zatın kendisidir.O’nu umumileştiren hususileştirmiş oldu,O’nu hususi gören de,umumileştirmiş oldu. Tek varlıktan başka varlık yoktur.Şu halde nur ile zulmet aynıdır “
FİSUS UL - HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 190.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Ey nefsinde varlıkları yaratan,sen yarattığın şeylerin hepsisin. Varlığı nihayetsiz olan şeyi sen vücudunda yaratırsın.Şu halde sen hem dar hem de genişsin “
FİSUS UL-HİKEM : 55.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Bir vakit olurki kul şüphesiz rabb olur.Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner ….. “
FİSUS UL-HİKEM : 57.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkâr ederim…. “
FİSUS UL-HİKEM : 48.S İSTANBUL- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Sen kulsun ve sen Tanrı'sın ; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir….. “
FİSUS UL-HİKEM : 101.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
YUNUS EMRE : Bu zat’da aynı kervanın yolcularından olup , Allah ve insa-nın aynı şey olduğunu zırvalamıştır. İşte onun zırvalarından bir kaçı :
Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği,işte onun sesi,işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün,lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan,yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten,zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem,hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman,andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus,ol sahibi Kur’an benem.
YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.361
Aynı kitapta yine Yunus’tan şöyle bahsedilir : “ …. Şiirlerinde Allah’ı insanlaştıran ve insanı da Allah’laştıran ilk ozan Yunus Emre’dir. Yunus Allah’ı uzun uzun aradıktan sonra O’nu,insanın canevinde bulduğunu şu sözlerinde anlatmaktadır :
Bu tılsımı bağlayan. Çok aradım özledim.
Türlü dilde söyleyen. Yeri göğü aradım.
Yere göğe sığmayan. Çok aradım bulmadım.
Sığmış bu can içinde. Buldum insan içinde.
Görüldüğü gibi Allah’ı insan içinde bulan Yunus,insanı Allah gibi yada Allah’ı insan gibi konuşturmuştur. Yine şu sözlerinde olduğu gibi :
“ Evvel benem ahir benem, canlara can olan benem “
YUNUS EMRE : KÜLTÜR BAKANLIĞI 1275 KÜLTÜR ESERLERİ 161 SAYFA.365
MEVLANA : Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’de bir çok inanan tarafından hakkıyla tanınamamış ve kendilerine büyük İslam önderi olarak sunulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :
“ …. Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın,onu şiir halinde söylemekteki muradım ise senin sesindir. Bence sesin,Allah sesidir.Aşık, haşa sevgilisinden ayrılmaz. İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın,Allah attı ….. “ ENFAL : 17.AY. Ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın …. “
MESNEVİ : 4.C.62.63.S. M.E.B1991 İST
Bilindiği gibi bu Ayet’i celile de,Resulullah s.a.v’e yönelik bir hitap vardır. Allah resulü s.a.v Bedir harbinde iken ellerini kaldırarak : “ Ey Rabbim ! eğer şu topluluğu helak edecek olursan bir daha asla yer-yüzünde sana ibadet edilmeyecektir “ diye dua etmişti. Cibril’de ona : “ Bir avuç toprak al ve bunu onların yüzlerine at “ dedi. Peygamber s.a.v de bir avuç toprak alarak onların yüzlerine attı.Bunun üzerine müş-riklerden hiç kimse kalmadı ki gözlerine,burun deliklerine ve ağızlarına bu bir avuç topraktan isabet etmiş olmasın.Ve netice de arkalarını dönüp kaçtılar….. İşte bunun üzerine Rabbimiz Allah’u Teala : “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ buyurarak, Müslümanlara Bedir harbinde nasıl yardım ettiğini zikretmektedir…… Ama ne yazık ki, bu küfür önderlerinin sözlerinden de anlaşıldığı gibi, bu Ayet’i kerime kendi sapık fikirlerine delil getirilmiştir… İslam önderi olarak tanıtılan bu şahsiyetin çirkin sözlerinden bir tanesi de şudur :
“ ….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi … “
MESNEVİ : 4.C.1.S. M.E.B - 1991 İST
“ ….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz….. “
MESNEVİ : 1.C.7.S. M.E.B - 1991 İST
ŞEMSEDDİN TEBRİZİ : Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle : " Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır " buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazır-landıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems " içeri gel " diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve : " Kimya nereye gitti " dedi. Mevlânâ Şems : " Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi " buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. “
MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.69.70.S - AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989
SULTAN VELED : Sultan Veled'den nakledilmiştir ki : Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan : " Abu Yezid : Ben Tanrı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur ? " diye sordular. Babam : " Bunda iki hüküm vardır : Ya Bayezit Tanrı'yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut ta Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür " dedi.
MENAKİBU ARİFİN : 2 – 56.57.S -AHMED EFLAKİ - M.E.B ŞARK İSLAM KILASİKLERİ . İST.1989
İMAM RABBANİ : Bu insanın da meşhur Mektubat isimli eserini okudu-ğunuz zaman, onun da aynı inanca sahip olduğunu ve Allah’ın bütün eşyaya hulul ettiğini zikrettiğini göreceksinizdir…. İşte bu kimsenin de çirkin sözlerinden bazıları :
“ ….. Tarikat edeplerine dair işlere devamım sırasında,Yüce Allah’ın zahir ismine bir zuhur yeri olma şerefine erdim.Hem de tam manası ile her şeyden ayrı bir manada. O kadar ki ; bütün eşyada,tek tek bu tecelliyi gördüm.Özellikle kadınların kisvesinde.Hatta ayrı ayrı her uzuvlarında.Bu kadınlar zümresine o kadar ram oldum ki,anlatamam. Bu ram olam işinde çaresiz bir duruma düştüm …. “
MEKTUBAT : 1.C.1. MEKTUB 38.39.S – MERVE YAYINLARI İST
BEYAZİD’İ BESTAMİ : Bilindiği gibi bu şahsiyet de bir çok inanan tara-fından hakkıyla tanınamamış ve kendisi, büyük İslam önderi olarak inananlara yutturulmuştur. Halbuki bu şahsiyet de aynı şekilde “ vahdeti vücud “ inancına sahip olup,onun da islam’la tabab tabana zıd olan bir çok çirkin söz ve davranışları mevcuttur….. İşte onlardan bir kaçı :
“ ….Allah’tan Allah’a çıktım. Nihayet ben de : “ ey ben sen olan “ diye seslendi…. “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 28-32.S
FERİDUDDİN ATTAR . TEZKİRETU’L EVLİYA : 1 / 160
“ ….. Noksan sıfatlardan münezzehim,şanım ne yücedir … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 30.S
“ ….Çadırımı Arş’ın yanına kurdum…Allah’ım senin bana itaatin, benim sana itaatimden daha büyüktür … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S
“ … Allah’a yemin ederim ki,sancağım Muhammedin sancağından daha büyüktür. Nurdan olan sancağımın altında cinler,insanlar ve Peygam-berler bulunmaktadır….”
“ … Beni bir defa görmen,Rabbini bin defa görmenden hayırlıdır … “
DR.ABDURRAHMAN BEDEVİ . ŞATAHATU’S SUFİYYE : 29-30.S
Aynı ifadeleri,bu gün din adına kaleme alınmış ve insanlara sık sık tavsiye edilen “ GAZALİ’YE AİT İHYAU ULUMİ’D DİN “ kitabında da görebilirsiniz.
“ ….. Beyazidi Bestaminin Arşa çıkması ….. “
TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S
“ …. Ebu Yezid’i bir defa görmen, Allah’ı yetmiş defa görmenden daha hayırlıdır ….. “
TUĞRA NEŞRİYAT - İHYAU ULUMİ’D DİN : 4.C.610.S
Bu ve bunlar gibi daha nice insan ve din adına zırvalanan sözler var ki, bunları burada zikredecek olsak inanın vaktimiz ve sayfalarımız buna yetmeyecektir…. Bunlar elbetteki yaptıklarına kavuştular. Dolayısiyle bunlarla alakalı yapılacak tek şey ; ileri sürdükleri bu saçma sapan inançlarının çirkinliğini insanlara anlatmaktır.
Allah’u Azze ve Celle, henüz hayatta olupta bu çirkin inanca sahip olanlara hidayet nasibeylesin. Ve bunun yanı sıra Allah’u Teala ; tasav-vuf denildiği zaman, onu islam’dan zanneden,onu islam’ın özü olarak kabul eden ve özellikle de onu Allah’a yaklaşma vesilesi olarak gören bir çok zavallı ve kandırılmış kimselere de uyanmayı nasibeylesin…. Çünkü bir çok samimi Müslüman, bu kurumun temelinde yatan bu çirkin inanç-lardan haberleri yoktur….
Hatta bunların bu çirkin arızalarını dile getir-diğimiz zaman - bir çok tasavvuf ehli - bunları kesinlikle kabul etmiyor. Buda gösteriyor ki, tasavvufa ilk giren ve bu konuda yeni olan kimselere bu çirkin şeylerden bahsedilmiyor. Zaten şahit olanlarda bilirler ki,bu kurumda kademe kademe ilerleme sözkonusudur. Ve bunlarıda ; fenafi’ş şeyh … fenafi’r resul … fenafi’llah … ve … bekabi’llah diye kodlamışlardır.
TASAVVUF İNANANLARIN PEYGAMBER İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf,biraz öncede dile getirdiğimiz gibi inananların sadece Allah inancını bozmamıştır. Tasavvuf,öne sürmüş olduğu birtakım gayri islami inanç fikirleriyle Müslümanların peygamber inancını da bozmuştur.
Değerli Müslümanlar ! Bu konuda da aradaki farkı ve uçurumu gör-memiz açısından islam’ın tarif ettiği peygamber inancı ile tasavvufun öne sürdüğü peygamber inancına da şöyle bir nazar etmemiz gerekir…. Nazar etmemiz gerekir ki, tasavvufun öne sürdüğü peygamber inancının ne kadar batıl, tutarsız ve saçma bir inanç olduğu gözler önüne serilsin.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ PEYGAMBER İNANCI
Değerli kardeşlerim ! İslam akidesinde tarif edilen Peygamber inancı şudur ; “ … Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Muhammed s.a.v, her şeyden önce Allah’ın kulu ve resulüdür. Kendisi de aynen Allah’ı dinini yaşama hususunda sorumlu olan bir mükellefti… Onun içindir ki şehadet kelimesinde inanalar : “ Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu “ derler.
Allah’u Azze ve Celle onu,kulları arasında müjdeleyici,uyarıcı ve hakka davet edici olarak göndermiştir… Rabbimiz şöyle buyurur :
“ Allah peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak gönderdi ki,peygamberler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bir paha-neleri kalmasın “
NİSA : 165.AY.
Rabbimiz yine şöyle buyurmaktadır :
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ”……
“ Muhammed sizin adamlarınızdan birinin babası değildir, fakat Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur…… “
AHZAB.40.AY.
وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا
“ … Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz …”
NUR.54.AY.
Kendisine itaat ve iman edilmesi için gönderilen bu resul, Din adına ancak kendisine vahyedileni konuşan, insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmeden, indirilen vahye ne bir ziyadelik ve ne de bir noksanlık yapma yetkisi olmayan, gaybı bilmeyen, kendiliğinden şefaat edemeyen, kendiliğinden mucize gösteremeyen bir insan idi…. Allah’u Azze ve Celle Resulü ile alakalı olarak zikretmiş olduğu :
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَ إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
“ O, heva ve arzusundan konuşmaz. Onun söyledikleri, yalnızca kendisine ilka edilen bir vahiy’dir. “
NECM.3-4.AY.
إِنْ أَتَّبِع إِلَّا مَا يُوحَى إِلَي
“ Ben, ancak bana vahyolunana uyarım ……”
AHKAF.9.AY.
Ayet’i celileleriyle; Peygamberinin din adına konuşmalarının vahye dayalı olduğunu haber vermiştir… Ve yine :
“ Ey Muhammed sen onlara deki : ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem, ben size meleğim de demiyorum.….. “
EN’AM : 50.AY.
Ayeti celilesiyle ; Resulünün, Allah’ın hazinelerinden insanlara dağıtmak için bir yetkiye sahip olmadığını, gaybı bilmediğini, Resulünün de kendi-leri gibi bir insan olduğunu ve melek olmadığını haber vermektedir… Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
“ Ey Muhammed ! onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, sakın onların keyiflerine uyma…… “
MAİDE : 49.AY.
Ayet’i celilesiyle ; Resulünün dinle alakalı hususlarda insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmettiğini ve insanların heva ve arzularına göre hareket etmediğini bildirmektedir…… Rabbul izzet yine :
“ Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez ”
MÜ’MİN : 78.AY.
Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberlerin kendi isteklerine göre tasarruf sahibi olmadıklarını ve kendileri istedikleri zaman bir mucize göstereme-yeceklerini anlatmaktadır…. Ve yine Allah’u Teala :
“ O’nun izni olmadan katında hiç kimse şefaat edemez “
BAKARA : 255.AY.
Ayet’i celilesiyle de ; Peygamberinin kendiliğinden şefaat etme selahiye-tine sahip olmadığını ve ne zaman kendisine “ şunlara şefaat et “ diye izin verilir ise, işte o zaman şefaat edeceğini açıkça haber vermektedir.
Ve yine Allah’u Azze ve Celel :
“ Ey resulüm onlara deki : ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ve ne de bir zarar verme gücüne malik değilim….. “
A’RAF :188.AY.
“ Ve yine de ki : Ben size ne zarar verebilirim ve ne de size iyilik edebilirim
CİN : 21.AY.
Ayet’i celileleriyle ; Peygamberinin fayda ve zarar verme gücüne sahip olmadığını anlatmaktadır….. Ve yine Allah’u Azze ve Celle :
Uhud savaşında yaralanıp dişinin kırıldığı bir esnada kızarak müşrikler için kullanmış olduğu :” Nebilerinin başını yaralayan bir topluluk nasıl felaha erer ki “ sözlerinden sonra indirmiş olduğu :
“ O konu da senin yapabileceğin bir şey yoktur. Allah ya onların tevbelerini kabul edip affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azabeder “
ALİ İMRAN : 128.AY.
Ayet’i celilesiyle de Resulüne ; “ insanların felaha erip ermeme işinde senin yapabileceğin bir şey yoktur. Sen sadece tebliğ görevini yap,çünkü hidayet verici olan sadece ve sadece benim “ buyurarak ,onun hidayet verici olmadığını ve insanlara kızdığı zaman da onların helak olmaya-caklarını anlatmaktadır.
Görüldüğü gibi Allah’u Azze ve Celle bu Ayet’i celilesinde Resulünün kızarak söylemiş olduğu bu sözünü tasvib etmemiştir……. Nedeni ise ;
“ insanların felaha erip ermeme işinde veya onların helak olup olmama işinde peygamberin kızıp kızmaması ölçü değildir “
İşte Allah’u Azze ve Celle buna işaret ederek, Peygamber hususunda inananların ölçülü olmalarını ve peygamber kızdığı zaman insanlar helak olur veya artık iflah olmaz şeklinde bir inanca sahip olmamalarını iste-miştir. Yani insanların hidayeti veya helakı, sadece ve sadece Allah’u Teala’nın gadabına veya rızasına bağlıdır.
Bununla beraber yine bilindiği gibi Peygamber s.a.v, en yakını ve sevdiği kişiler olan insanlara dahi hidayet verememiştir…. Çünkü Allah’u Teala :
“ Sen sevdiklerine hidayet veremezsin “ buyurmaktadır.
İşte ana hatlarıyla İslamdaki peygamber inancı budur….. Dolayısıyla Resule iman hususunda şuurlu ve basiretli bir müslümanın inancı da böyle olmalıdır.
TASAVVUFTAKİ PEYGAMBER İNANCI
Ama ne yazık ki tasavvuftaki peygamber inancı bu anlatılanların tama-men tersinedir.
Tasavvuf, her şeyden önce biraz evvel ki bahsini ettiğimiz “ vahdeti’l vücut “ inancı gereği – haşa – Peygamberin Allah’tan bir parça oldu-ğuna inanmaktadır…. Bunu biraz önce Mevlana olarak isimlendirilen Celaleddini Rumi’nin şu sözlerinde açıkca görmüştük ;
“ … İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz,kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ ENFAL : 17.AY. Ayet’ini okumuşsun ama cisimden ibaretsin,cüz’lerde kalakalmışsın …. “
İBNİ ARABİ : ise bu inancını şu sözleriyle ortaya koymaktadır : “ Mekke den Medine ye hicret eden Allah’tı ve O’nunla beraber ikinci bir şey yoktu ….. “ İkinci bir sözünde şunları söylemektedir :
“ … Muhammedin hakikatı bütünüyle alemin başlangıcı ve varlık olarak ilk zahir olandır.Onun varlığı o ilahi nurdan,boşluktan ve külli hakikat-tandır.Boşlukta kendisi varolmuş ve alemin kendisi onun tecellisinden meydana gelmiştir ….. “
FUTUHATU’L MEKKİYE : 1.152
ABDUL GANİ EN-NABLUSİ de bu konudaki küfrünü ve ilhadını şu sözleriyle ifade etmektedir :
“ …Muhammed ancak Muhammed’e salat okumuştur.Çünkü kulların ona salatı isminin suretinden bir emriyle kullardan sadır olmuştur.( Yani, Kuran’da Allah mü’minlere muhammede salat okumalarını emrederken, gerçekten emreden Muhammed’in kendisiydi ve Allah, salat okuyan kulların suretine bürünmüştür. ) … “
MECMUU’L AHZAB : 557
Bununla beraber tasavvuf ; “ Nebiler avam’a geldi,veliler ise havas’a geldi “ dolayısiyle “ veliler deryaya daldı, nebiler ise sahilde kaldı “ gibi sözlerle, tasavvuf yolunda ilerlemiş velilerin peygamberlerden üstün olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Şems’i Tebrizi Nefahatu’l Üns’te Beyazid’i Bestami’nin Muhammed’den üstün olduğunu açıkça söylemektedir … “
NEFAHATU’L ÜNS : 640.S
Sultan veled buyurdu ki : “ bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. Bu arada dedi ki : halis mürid kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir.Mesela,“ Bir adam Beyazid’in müritlerinden birine : senin şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi ? diye sordu. Mürid : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Sonra : “ Ebu Bekir mi büyük,senin şeyhin mi ? diye tekrar sordu. O yine : “ benim şeyhim “ diye cevap verdi. Nihayet o birer birer sahabeyi saydı,fakat mürid yine şeyhinin hepsinden üstün olduğunu söyledi.Sonra : Muhammed mi üstün, senin şeyhin mi ? dedi. O yine : “ Benim şeyhim büyüktür dedi “ En sonunda : “ Allah mı büyük,senin şeyhin mi ? “ diye sordu. Mürid : “ Ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şey-himden başka bir şey tanımam “ dedi.
MENAKİBU ARİFİN : 1.C.324.S
Bunun yanında Tasavvuf ; hatemu’l enbiya’ya rakip olarak uydurdukları hatemu’l evliya nazariyesini ortaya atmışlardır. Yani, peygamberlerin so-nuncusu Muhammed s.a.v olduğu gibi hemen hemen her tasavvuf önderi veya meşhuru kendisini hatemu’l evliya ilan etmiştir.
Bu konudaki inançları ise ; Hatemu’l enbiya, Peygamberin adı dışında onun bütün sıfatlarına sahiptir. Zamanın en üstün temsilcisidir. Gayb’tan haber verir,insanların kalplerini okur,kader üzerinde tasarrufu vardır, melekler kendisine vahy getirir,melekleri görürler,kısacası peygamberin bütün özelliklerine sahiptiler.Hatta biraz önce de ifade ettiğimiz gibi ; Peygamberden dahi üstündürler.
Ve yine tasavvuf ; onu insanüstü bir varlık göstererek,bütün alemin kendisi için yaratıldığını, bütün varlıkların ondan meydana geldiğini, herkesten ve her şeyden önce yaratıldığını öne sürerek inananların onun hakkındaki inancını bozmuştur.
el-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz ed-Dabbağ şöyle demektedir : “ Arş ve ferşiyle,yer ve gökleriyle,cennet ve perdeleriyle,alt ve üstleriyle ne varsa, hepsi bir araya getirilip bekıldığında Muhammed’in nurundan bir parça olduğu görülür.Muhammedin bütün nuru bir araya getirilip Arşa konulsa, Arş erir.Arşı örten yetmiş kat perdeye yöneltilse,perdeler parçalanırlar. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura tutulsa, hepsi dökülür ve dağılırlar.”
EL- İBRİZ : 2 / 84
Hatta bu gün etrafımızda söylenen ve adına da hadis’i kutsi dedikleri şu ifadeler de bu inancın parçalarından birisidir :
“ Allah’u Teala – güya - buyurmuşlar ki : “ Ey Muhammed ! eğer sen olmasaydın sen, ben bu alemi yaratmazdım “
Haşa,bu ifadeler şirk ve küfürdür. Çünkü biraz önce de zikrettiğimiz gibi,Allah’u Azze ve Celle her şeyi kendisine ibadet etsinler diye yarat-mıştır.
Hulasa,daha burada zikretmekte zorluk çekeceyimiz bir çok bu mana-da sözler mevcuttur…. İşte bunlar ; tasavvufun bu konudaki inancıdır.
Biraz önce de zikredildiği gibi ; belki tasavvufla yeni tanışan veya kendisinin bunlardan haberi olmayan birileri,bu ifadeleri kabullenme-yebilir. Ki,zatan tebliğlerimizde bazen buna rastlıyoruz. Fakat unutul-maması gerekir ki,baştan beri anlatmaya çalıştığımız bu inanç tasaffufun temelinde olan şeylerdir.
TASAVVUF İNANANLARIN VAHY İNANCINI BOZMUŞTUR
Tasavvuf bu anlatılanlarla beraber,öne sürmüş olduğu birtakım gayri İslami ifadelerle Müslümanların kısmı azamının vahy inancını bozmuştur.
Bu konuda da aradaki farkı ve uçurumu görmemiz açısından önce İslam’ın tarif ettiği vahy inancına ve sonra da tasavvufun öne sürdüğü vahy inancına göz atmamız gerekir….. Göz atmamız gerekir ki, tasav-vufun öne sürdüğü vahy inancının Kur’an ve Sünnete ne kadar ters düş-tüğünü gözler önüne serelim.
İSLAM’IN TARİF ETTİĞİ VAHY ANLAYIŞI
Değerli kardeşlerim ! İslam’ın Kur’an ve Sünnet çizgisinde tarif ettiği vahy anlayışına geçmeden önce isterseniz bu kelimenin tarifini bir öğrenelim.
Luğat olarak vahy ; “ … işaret … ilham … gizli söz … gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirme … “ manalarına gelir. Diğer bir ifadeyle de şöyle denilmiştir : “ Vahy ; başkasına gizli kalacak biçimde kendisine yöneltilen kimseye mahsus gizli ve süratli bir şekilde bildirmedir “
Bu ise ; Rahmani ve şeytani olarak ikiye ayrılır. Yani, Allah’tan bir öğreti mahiyetinde gelen ilahi bir bilgide olabilir, şeytanın fısıldaması yoluyla gelen bir bilgi de olabilir.
Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından,yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “
ŞURA : 51.AY.
Ayeti kerimenin ifadesine göre Allah’u Teala’nın insan için vahyi – diğer bir ifadeyle – öğretisi üç şekilde olmuştur.
1 - Ona vahyetmesi.
2 - Perde arkasından konuşması.
3 - Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi.
Ona vahyetmesi : Allah’u Teala’nın direk olarak resulünün kalbine ilka etmesidir.Bu,uyanıkken olduğu gibi,uyku halinde de olmuştur.
“ … Aişe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v’in ilk vahy başlangıcı,uykuda doğru rüya görmekle olmuştur….. “
BUHARİ : 1.C.146.S - MÜSLİM : 1.C.160.N
“ … Aişe r.a dan.Dedi ki:Haris ibn Hişam Resulullah s.a.v’den : Ya Rasu-lallah ! sana nasıl vahy geliyor ? diye sordu. Rsulullah s.a.v :
- Vahy bana bazı vakitlerde çıngırak sesi gibi gelir ki,bana en ağır geleni de budur …… “
BUHARİ : 1.C.144.S
Perde arkasından konuşması : Bu konuşma şekli ise,bilindiği gibi Allah resulü s.a.v’in miraca çıktığı zaman vuku bulmuştur. Kendisine mirac dönüşü Aişe validemiz tarafından şu sorulmuştu ; Rabbini gördün mü ?
Resulullah s.a.v ise şöyle buyurdular : “ Ya Aişe ! sen işitmedin mi ? Allah’u Teala :
لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“ Gözler O’nu idrak edemez. Fakat O, bütün gözleri idrak eder. Çünkü O latif’tir, habir’dir. “ EN’AM : 103.AY.
Ve yine işitmedin mi ? Allah’u Teala :
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“ Allah bir beşerle karşılıklı asla konuşmaz. Ancak vahiyle, yahut perde arkasından, yahut bir resul gönderipte kendi izniyle dilediğini vahyetmesi müstesna. O, yücedir, hakimdir “ ŞURA : 51.AY.
MÜSLİM : 1.C.177.N
Elçi aracılığı ile dilediğini bildirmesi : Bu şekildeki vahy ise ; Cibril’in bazen görünmeden, bazen asli suret ve heybetiyle ve bazen de insan suretinde gelerek rabbinin mesajını iletmesidir.
Kur’anı kerim,Cibril a.s’ın vahyi getirmede vasıta olduğunu şu şekilde zikreder :
“ De ki onu, iman edenlere tam bir sebat vermek,Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olması için Rabbinden hak olarak Ruhul Kudüs indirmiştir. “
NAHL : 102.AY.
{ … Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Muhakkak ki Ruhul Kudüs benim kalbime şöyle ilham etti : “ Hiç bir nefis rızkını ve ecelini tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan korkun ve taleb te mu’tedil olun “ }
EBU NUAYM HİLYE – İBNİ HİBBAN SAHİH – MİŞKATU’L MESABİH : 5300.N
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi vahy ; süratli bir şekilde bildiri ve öğreti mahiyetinde olan bir bilginin adıdır… Yani, ilham yolu ile yapılan bildiri ve öğreti …. Perde arkasından konuşma yolu ile bildiri ve öğreti …. Elçi aracılığı ile yapılan bir bildiri ve öğreti.
İşte islam’ın delilleriyle beraber anlatmış olduğu rahmani vahy anlayışı ; bu şekilde ve çeşitte Allah’ tan “ ÖĞRETİ ” mahiyetinde gelen ilahi bilginin adıdır….
Bu konuda islam’ın inanılmasını istediği ve emrettiği gerçek, Allah’tan hiç bir kimseye ne vahy ve ne de ilham gelmeyeceğidir.
Çünkü bu din :
“... Bu gün sizin dininizi tamamladım…. “ MAİDE : 3 Ayet’iyle Muham-med s.a.v’e vahyedilerek tamamlanıp kemale ermiş bir din’dir…. Ve yine kendisinin bir çok hadislerinde buyurduğu gibi :
ما بقي من شيء يقرب من الجنة ويباعد من النار إلا وقد بين لكم . ( صحيح )
{ … Size cennet’e yaklaştıracak ne var ise onu açıklamışımdır. Ve yine size, cehennem’den uzaklaştıracak ne var ise onları da açıklamışımdır. }
M. ZEVAİD : 8 . 264 - S . SAHİHA : 4.C.1803.N - HAKİM : 2.C. 4. SAY
{ Ve yine bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Allah’ın size emredip de benim size emretmediğim hiçbir şey bırakmadım.Ve yine,Allah’ın size yasaklayıp da benim size yasaklamadığım hiçbir şey de bırak-madım.}
S . SAHİHA : 4.C. 1803.N
Öyleyse kime din adına bir şeyler gelsin ki ?... Diğer bir ifadeyle ; bu din de noksan olan ney ki, onunla ilgili insanlara vahy veya ilham gelsin ?
Halbu ki İslam, bu konuda Resulullah s,a.v hariç hiç kimseye ne vahy ve nede ilham gelmeyeceğine dair açıkça deliller bildirilmiştir.
Rabbimiz Allah’u Azze ve celle şöyle buyurmaktadır :
“ Gaybı bilen 0’dur.Bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçilerine gösterir. Çünkü onların önlerine ve arkalarına gözetleyi-ciler koymuştur. “
CİN : 26.27.AY
{ … Enes ibni Malik r.a şöyle demiştir : Resulullah s. a.v şöyle buyurdu : Artık risalet ve nübüvvet sona ermiştir. Benden sonra ne Resul ve ne de nebi gelmeyecektir……………. }
TİRMİZİ : 4.C.2374.N – EBU YA’LA
{ … Ebu Hureyre r.a şöyle demiştir : Resulullah s. a.v şöyle buyurdu : Muhakkak ki sizden önce gelip geçen ümmetler içinde kendilerine haber ilham olunan kimseler bulunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse olacak olsaydı, muhakkak Ömer olurdu. }
BUHARİ : 7.C.3445.S
{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v den işittim 0 şöyle buyuruyordu : Mübeşşirattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Sahabiler : Mübeşşirat nedir ya Resulallah ? diye sordular. Al lah Resulü s.a.v : O, salih rüyadır, buyurdu. }
BUHARİ : 15.C.6863.S
{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir : “ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptıklarınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa,biz onu emin kılar,kendimize de yaklaştırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir.Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }BUHARİ EFA’LİL İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N
{ … Amır bin Dinar’ dan : Adamın biri Ömer r.a’ ya : “ Cenabu Allah’ın sana ilham ettiği şekilde hükmet ” dedi. Ömer r.a ise : “ Sus, İlham ancak Peygambere mahsustur “ , dedi “
EL- KENZ : 5.C.241
{ … İbn Ebu Hatim, İkrimeden rivayet eder ve der ki, o şöyle demiştir : Muhtara vardım,beni misafir etti. O kadar ki, neredeyse benim geceleyin kalacağım yeri bile temin edecekti. Bana : “ İnsanların yanına çık ve onlarla konuş” dedi. Çıktım ve bu arada bir adam gelerek : Vahy konu-sunda ne dersin ? diye bana soru sordu. Ben :” Vahy iki çeşittir. AIlah’u Azze ve Celle :
” Biz sana bu Kur’anı vahyetmekle...” YUNUS : 3 Ayet’iyle Resule indir- diği vahy’den sözetmiş ve :
“ … İnsan ve cin şeytanlardan kimileri,kimilerini aldatmak için bir birlerine cazip sözler vahyederler...” EN’AM : 112 Ayet’iyle de, Şeytanların bir birlerine vahy edişinden söz etmiştir ” dedim. Hemen üzerime yürüyüp beni yakalamak istediler… Size ne oluyor ? ben sizin soru sorulanınız ve misafirinizim, dedimde beni bıraktılar.
İkrime ,Muhtar İbnu Ebu Ubeyd’e tarizde bulunuyor. Çünkü o,kendisine vahy geldiğini sanırdı. Kardeşi Safiyye, Abdullah İbn ömer’in nikahı altındaydı ve saliha kadınlardan idi. Abdullah İbn Ömer, Muhtarın kendisine vahy geldiğini zannettiğini haber alınca : Allah’u Azze ve Celle doğru söler ve : “... Doğrusu şeytanlar,kendi dostlarına vahyederler ...” ve “ ... İnsan ve Cin şeytanlarından kimi,kimini aldatmak için birbirlerine cazip sözler vahyederler...“ buyurur.
Yani “ onlardan kimisi kimisine süslü, cazibeli ve cahillerden duyanların aldanacağı sözler söyler ” demiştir.”
İBN KESİR : 6.C.2799.S
Görüldüğü gibi İslam’daki vahy anlayışı, Onun sadece Resulullah s.a.v’e geldiği ve onun haricinde hiç kimseye ne vahyin ve ne de onunla eş manalı olan ilhamın gelmeyeceği ve böyle bir iddiada bulunanlara ise - yani,bana vahy geliyor veya ilham ediliyor diyenlere ise - sadece şeytanların musallat olup onların vahyedeceği açıkça bildiriliyor….
TASAVVUFTAKİ VAHY ANLAYIŞI
Tasavvuftaki vahy anlayışına gelince o da ; gerek biraz önceki bahsini ettiğimiz şahsiyetler ve gerekse bu yol da şeytan ve avanelerinin hilesine aldanmış kimseler, Peygamber s.a.v’e Allah’tan nasıl vahy geliyor ise kendilerine de aynen vahy veya ilham geldiğini söyleyerek bu konuda Nübüvvet sistemine rakip bir sistem ortaya atmışlardır…
Bu kimseler bu yönlü iddialarıyla islamın getirmiş olduğu vahiy sistemini açıkça ihlal etmişler ve kendilerine yöneltilecek eleştirilerin önüne geçmek için de sözlerinin kendilerine ait olmaktan ziyade gökten inen vahiy veye ilham olduğunu rahatlıkla söylemişlerdir..
Gelin hep beraber bu yolda kaşarlaşmış kimselerin bazı sözlerine kulak verelim…
İBN ARABİ : “ Resulullah’ı rüyamda gördüm. Bu kitabi - yani Fususu’l, Hikemi - yazmamı benden istedi. Bende yazdım. Bu kitap, nefis arzularının münezzeh ve içine fesat karışmamış olan en kutsi makamdan indirilmiştir. Ben ancak bana ilham olunan şeyi yazdım....Size söyledik-lerimiz O’ndan bizedir. Bizim size verdiklerimiz ise,bizden sizedir...”
FİSUSU‘L – HİKEM
MEVLANA : Mevlana’da aynı şekil de Mesnevisinin Kur’an’ın sahip olduğu özelliklere sahip olduğunu şu ifadeleriyle açıkça sergilemektedir.
“ … Şüphe yok ki mesnevi gönüllere şifadır ,hüzünleri giderir,Kur’anı apaçık bir hale koyar,rızıkların bolluğuna sebep olur,huyları guzelleştirir, Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden gelebilir,ne de ardından.Tanrı onu korur ve gözetir…. “
MESNEVİ : MUKADDİME : VII
SAİDİ NURSİ : “... Saidi Nursi’de aynı kervana katılmış, oda risalelerin ilham’la yazıldığını, kendisine gayb’den haberler ve yardım geldiğini açıkça risalelerinde zikretmiştir…. Bir iki misal :
“... Ey Said, sen zamanın Abdulkadiri ol, ihlası tam kazan, fakrinle beraber maişetini düşünme, insanlardan minnet olma, ismin ” SAİD ” olduğu gibi maişette de mes’ud olacaksın. Muhabbetimde sadık oldu-ğundan ve ihlasa çalıştığından,Hulusi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar Süleyman,Bekir gibi sadık hizmetkarlar ve Sabrı tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş ....”
SİKKEYİ TASDİKİ GAYBİ : 123. S.
“ … Risaleyi Nur bir mucize durumundadır. Onda öyle parçalar vardır ki, kimisini 6 saatte,kimisini 2 saatte atte,kimisini 1 saatte,hatta kimisini 10 dakikada yazıp meydana getiremiyorum... Ve 6 saatte yazılmış olan otuzuncu sözü ben de, en yeterli dindar fiiozollan da çalışsak 6 günde yazamayız…Ve kimse de yazamaz … “
BEDİU’Z ZAMAN CEVAP VERİYOR RİSALESİ : 122
“ … Ama,onda yazılı olanlar Kur’an’ın malıdır, Allah tandır.. ”
S.NURSİ : HİZMET REHBERİ : 92.S.
“... Risale’i nur,bu çağda,bu tarihde bir urvetu’l uska – yani kopmayan kulptur, Kopmaz bir zincirdir, Bir Allah ipidir. Bu Allah’ın ipine elini atıp tutunan kurtulur…. “
HİZMET RRTIBERİ : 31.S - MEYVE RİSALESİ : 150 .S
Hulasa,bu ve bunlar gibi daha nice tasavvuf erbabı olan insanlar varki, kendilerine Allah’tan vahy ve ilham geldiğini söylemişler ve kitaplarının Allah tarafından yazıldığını açıkça ifade etmişlerdir…… Bu konuda daha doyurucu deliller arayan ve isteyenler, bu insanların kitaplarına baka-bilirler….
Artık görüldüğü gibi,baştan beri anlatılanların bir kısmı Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünnetine dayanırken, diğer kısmı da ; şeytanın ilhamına ve vesvesesine, ayrıyeten heva ve arzularını ilahlaştırmış kimselerin şahsi yorum ve anlayışlarına dayanmıştır…
Artık belli ki,Allah’a hakkıyla iman etmek isteyenler Kitaba ve Sünnete tabi olup Allah’ı ilahlaştıracaklar,bundan imtina edenler ise, biraz önceki isimleri zikredilen insanlara tabi olup onları ilahlaştıracaklardır.
ÖNEMLİ BİR İKİ NOKTA
Değerli kardeşlerim ! sorumluluğumuz gereği, bu tür inanç ve amel-lerin çok çirkin ilhad, şirk ve küfür olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ve canlar bedende olduğu müddetçe de anlatacağız inşaallah.
Ben hasseten son olarak bir iki noktayı dile getirmek istiyorum, o da : Tebliğlerim esnasında bu meseleleri gündeme getirip, söylenen bu çirkin sözlerin şirk ve küfür olduğunu anlattığım sırada, bu müessesenin cahil müdafileri tarafından bizlere şöyle karşılıklar verilmektedir :
“ ... Efendim bu insanların anlattığı şeylerden siz anlamıyorsunuz…“
“… Bu kimseler bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir….. “
“... Şeriatta küfür olan şey, hakikatta küfür değildir… Şeriat başka hakikat başkadır….. “
“… Sonra bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir ve geçer- sizdir … “
İşte bu tür zırva sözlerle bir çok inanan ve hatta - hassetsen tasavvuf kesimindeki insanlar - bu kimselerin avukatlığını yapmaya çalışmak-tadırlar… Bu kimselere şöyle sesleniyorum :
Şeriat başka hakikat başkadır…. derken bu ayırım neye dayanarak yapılmıştır ? … Allah’mı böyle bir ayırım yapmış, yoksa bu şirk ve küfür müessesesinin önderleri mi ?..
Eğer ; Allah bunu ayırmıştır denilirse bunun delili istenir. Rabbimiz olan Allah böyle bir ayırım yapmamıştır. Bu sözlerin delili ancak,biraz önceki ismi geçen insanlardır. Ki bunu kendi kitaplarında açıkça ifade etmiş-lerdir.
Bakınız Yunus Emre ne diyor : “ ŞERİAT OĞLANLARI NİÇİN YOL KESER BANA , HAKİKAT DERYASINDA BAHRİ OLDUM YUZERİM “
YUNUS EMRE : 306.S
Görüldüğü gibi şeriatçılar yunusa karşı çıktığı için,Yunus’ta yaptığı ve inandığı şeylerin hakikattan olduğunu ifade etmektedir.
Bakınız Hallacı Mansur ne der : “ KÜFRETTİM ALLAH’IN DİNİNE Kİ ,KÜFÜR VACİPTİR BENCE, AMMA KATINDA MÜSLÜMANLARIN KATINDA KABİHTIR “
RABBANİ : MEKTUBAT : 2.C.456.S
İşte Hallacı Mansur’un sözlerinde de görüldüğü gibi, Şeriat nazarında küfür olan bir şey,Tasavvuf’ta vacip’tir.Yani yapılması gerekli olan bir şeydir.
Öyleyse bu gibi saçma sapan şeyleri hiç kimse şeriata maledemez. Bu ayırımı kendileri yapmış ve kendileri de küfrediyorlar.
“ … Bunlar bu sözleriyle başka şeyler kasdetmişlerdir ...” ifadesine gelince :
Bu ifadeler de geçersiz ve saçma sapan ifadelerdir. Çünkü herkesinde bildiği gibi bu kimseler, şiirler yazıp konuşan edip insanlardı… Dolayısiyle bunlar herhalde meramlarını anlatamayacak kadar kelime yetimliği çeken insanlar değillerdi ki, biz de kalkıp diyelim ki bu sözlerle belki de başka şeyler kasdediyorlar ....
Ve yine önemli bir hususta şu ki : “... Acaba hakkı tebliğde şirk ve küfür olan söz ve davranışları İslam da vesile olarak kullanılmasını kim emretmiş veya kim bunun caiz olduğunu söylemiş ki ?... “
Kaldıki bunlar,hakkı da anlatmıyorlar. Şirk ve küfür olan inançlarını anlatmak için şirk ve küfür olan sözleri vasıta olarak kullamnaktadırlar.
Akli selim herkes çok iyi bilir ki ; İslam’ın en önemli kaidelerinden birisi de, “... HÜKMÜN, ZAHİRE GÖRE VERİLMESİDİR ...”
Dolayısıyle,kalpleri yarıpta niyetlerinin ne olduğunu bilmek görevimiz değildir…. Bizler insanları, yaptıkları ve söyledikleri şeylere göre değer-lendiririz.
{ … Abdullah bin Utbe b ,Mes’ud’un, Ömer İbnu’l Hattab’ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir :
“ Resulullah s.a.v devrinde bazı kimseler vahy ile yakalanırlardı. Zamanımızd artık vahy kesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptık-larınızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir 0luyorsa, biz onu emin kılar, kendimize de yaklaş-tırırız. Onun gizli işlerinden bir şeyi araştırmak bize düşmez, gizli işlerinde onu Allah hesaba çekecektir. Her kimin de bize şerri zahir olursa, biz onu ne emin kılarız ne de tastik ederiz, velevki gizli işlerinin güzel olduğunu söylesede. }
BUHARİ EFA’LİL İBAD : 416. N – HATİP : KİFAYE : 306.N
“… Bu sözler sekir halinde söylenen sözlerdir , dolayısiyle geçersizdir … “ Şeklindeki kullandıkları sözlerine gelince, bu da yine kendi-lerinin ifade ettiği gibi batıl ve geçersiz sözlerdir…. Yani kendilerinin de ifade ettiği gibi ; sekir halinde söylenen sözler, geçersizdir.
Öyleyse bu konuda söylenecek en güzel söz şu olmalıdır : madem ki sekir halinde söylendiği için bu sözler geçersizdir, öyleyse neden söylenen bu çirkin sözleri ağızlarınızda dolaştırıyor ve kitaplarınızda da bu ifadelere yer vererek insanların akidelerini bozup zihinleri bulandırı-yorsunuz….
Hulasa, bu konuyla alakalı problemleri olan insanlar hakkında söylen-mesi gereken son söz ; Allah hidayet versin … sözüdür.
Sohbetimi noktalamadan önce Rabbimden son niyazım ; Allah’u Azze ve Celle bizlere, Kur’an ve Sünnet çiçgisinde hareket eden ve bu çirkin hastalıklardan bizleri kurtardığı için de kendisine bol bol hamdeden kullarından olmamızı nasib eylesin ……
Ve ayrıyeten öğrenmiş olduğumuz bu hakikatleri de başkalarına anlatan ve aktaran kullarından olmamızı nasib eylesin ……
AMİN ……
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN
TACUDDİN EL - BAYBURDİ