1-Müslümanın feminist olması için inandığını iddia ettiği kitaptaki, Kur’an-ı Kerimdeki bazı âyetleri yok sayması gerekiyor.
Öncelikle Nisa suresi 32. âyete karşı çıkması gerekir feminist olmak isteyen kişinin. Yaratıcımız bu âyette kadın ve erkeği birbirinden farklı yarattığını açıkça beyan ediyor.
Rabbimiz bu âyet-i kerîmede kadını ve erkeği farklı meziyetlerle, birbirinden üstün vasıflarla donattığını vurgularken, iki cinsiyetin birbirlerine özenmemeleri için de ihtar ediyor.
Yaratılışta zıtlık ve zıtların birbirini bütünlemesi vardır. Davranışlarımızı yöneten beynin yapısında ve hormonlarımızda kadın ve erkek arasında ciddi farklılıklar vardır.
Feminizmin felsefesi ise kadın ve erkeğin birbirine eşit olmasıdır. Bizim başörtülü kurnaz feministler biz eşitliği değil, cinsiyet adaletini savunuyoruz diyorlar fakat bakıyoruz başlık dışında bütün söylemleri eşitlikçi feministlerle aynı.
Feministler kadın ve erkek arasındaki farklılıkları inkar ederler ve bu farklılıkların doğuştan (feminizm yaratılışı inkar eder) değil, sonradan aile ve toplum tarafından öğretildiğini iddia ederler. Bu yüzden feministler ısrarla “toplumsal cinsiyet eşitliğini” savunurlar. Zira farklılıkları kabul ettiklerinde feminizmin bir anlamı kalmaz, kendileri ile çelişirler.
Nisa suresi 32. âyeti kerime’de Rabbimiz “Farklı vasıflarda üstünlükler verdim, birbirinize özenmeyin” buyuruyor. Yani feminizmin felsefesi İslam inancının tam zıddı. Bu yüzden hem feminist olup hem bu âyette inanıyor olamazsınız. Birinde samimi değilsinizdir. Âyeti inkar ediyor, âyetin aksini savunuyorsanız zaten Müslüman değilsinizdir.
Geçen aylarda bir sohbet ortamında başörtülü bir feministle konuştuk bu konuyu, bana ısrarla kız çocuğu ve erkek çocuğu arasında bir farklılık olmadığını anlatmaya çalışıyor. Hadi ben inandım diyelim, sen inandığını iddia ettiğin kitaptaki bu âyeti görmezden geldiğinde senin durumun ne olacak? Kişi bir tek ayeti bile kabul etmese dinden çıkar.
2- Feminist olmak için Nisa suresi 34. Âyet-i Kerimeyi de kabul etmemek gerekiyor. Zira bu âyet-i kerimede Allah (c.c) erkeklerin kadınlar üzerinde “Kavvam” olduğunu yani erkeklerin, kadınlar üzerinde koruyucu ve yönetici olduğunu söylüyor açıkça. Ve bunun iki sebebinden birini de Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olmasından kaynaklandığı bildiriliyor. Koruma ve yöneticilik vasıfları yönünden erkekler kadınlardan üstün yaratılmış.
Erkeğin evin idarecisi olduğunu ve kadın “nüşuz” aile birliğini ve huzurunu bozacak dik başlı davranışlar sergilediğinde erkeğin uygulaması gereken yollar sayılıyor âyette. Gayet açık bir âyet. Hem bu ayete inanıp hem feminist olamazsın. Tamamen feminizm felsefesine zıt bir âyet. Biri olduğunda öteki olamazsınız.
3- Nisa 34 de: “Fessâlihâtu gânitâtun” buyuruyor Rabbimiz: “saliha-iyi-makbul kadınlar, gönülden seve seve itaat eden kadınlardır” buyuruyor. Bu âyeti bazıları “Allah’a itaat eder” diye tefsir ediyorlar. Allah’a ve Allah rızası için de kocasına itaat eder. Zira âyet karı-koca hukuku üzerine ve âyetin başında Rabb’imiz erkeği evin reisi tayin etmiş. Kocaya gösterilecek saygı tabii ki bu hükmü koyana yani Allah’a saygı duymaktır.
4- “Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara suresi 228)
Bu âyeti de yok saymaları gerekiyor Müslüman olduğunu iddia eden feministlerin. Burada da erkeğin bir derece kadından haklar noktasında üstünlüğü belirtiliyor. Yine feminizm felsefesine ters.
5-Hadisi şerifler inkar edilmeden feminist olunamaz. Ki başörtülü feministler daha çok “Hadislerin güvenirliği yok” deyip “Kur’an bize yeter” diyen mealcilerden çıkıyor. Eğer Kur’an gerçekten onlara yetseydi yukarıdaki ayetlerden dolayı yine feminist olamazlardı.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim onlara yetseydi, onlarca âyette “Allah’a ve Resulüne itaat edin” ayetlerini yok saymazlardı. Kur’an âyetleri kıyamete kadar baki olduğuna göre, Resulünün sözleri sonraki asırlara sahih olarak ulaşmayacak olsaydı Yaratıcımız “Resulüme de uyun” diye defalarca vurgulamazdı. Sahabe ve tabiinin büyük alimleri son derece titiz çalışmalarla sahih hadisleri bize ulaştırmışlardır. Allah Resulünün sözleri başımızın tacıdır. Velev ki bazılarını anlayamamış olabiliriz o da bizim eksikliğimizdendir.
Feministler hadisi şerifleri sevmezler; çünkü hadisi şeriflerde kadının kocasına itaat etmesi, kocasına saygılı ve uyumlu olması çokça zikredilir.
6-İlim ehli aşağılamadan feminist olunamaz. Bu yüzdendir ki başörtülü feministler, damla damla ilim ihlas süzülen büyük alimlerin tefsir kitaplarını “eril zihniyet” diye aşağılıyorlar.
7-Bilimi inkar etmeden de feminist olamazsınız. Bilimsel çalışmalar Nisa 32.âyete şahitlik etmektedir. Yüzlerce bilimsel çalışma kadın ve erkeğin biyolojik, fizyolojik ve psikolojik farklılıklarını ispatlamaktadır. Anne karnında kız bebek ve erkek bebek davranışlarında bile farklılıklar açıklanıyor bilimsel çalışmalarda.
Fakat feminizm yüzyıl öncesinde durduğu yerde hâlâ duruyor. Bunca bilimsel araştırmayı yok sayıp hâlâ “kadın erkek eşittir” diyorlar. Bu yüzden feminizm kadar içi boş, safsata, dine, ilime, bilime aykırı, kadınların uydurması, başka bir felsefe yoktur. Feminizme felsefe demek bile felsefeye hakaret sayılır. Yani aklını ve dinini bırakmadan feminist olamazsın.
Feministler ezberlemişler “eşitlik, eşitsizlik, kadınlar eziliyor” gibi birkaç kavram onlar üzerinden içi boş boş konuşup duruyorlar.
Hadi din iman tanımayan feministler konuşsun diyelim şeytan susacak değil elbette fakat başörtülülere ne oluyor ki onlar da şeytanın sözcülüğünü yapıyorlar.
Geçen aylarda başörtülü kadınlar ilk Müslüman feminist derneği kurduklarını açıkladılar. Oysa İslam ve feminizm yukarıdaki âyetlerden dolayı mümkün değil. Bu âyetlere rağmen kendilerini Müslüman feminist diye tanımlıyorlarsa, bize bunun nasıl olabileceğini de bir anlatıversinler.
Ayrıca sadece bu âyetler değil, başörtülü feministler miras, nafaka gibi aile hukuku ile ilgili âyetlere muhalif fikirleri de savunuyorlar.
Kısaca feministler âyetleri kabul ediyorlarsa Müslümandırlar, fakat feminist olamazlar, âyetleri kabul etmiyorlarsa feminist olmuşlardır fakat Müslüman değillerdir.
Sema Maraşlı
cocukaile.net sitesinden alınmıştır.
.
Anaerkil Sisteminiz Batsın
Yirmi yılı aşkın çok mutlu evliliği olduğunu söyleyen bir hanıma, bu mutluluğu neye borçlusunuz diye sordum. “Akıllı anne-babam olmasına” dedi. Sonra açıkladı. Annem ve babam düğün öncesi bana “Kızım anneni unut derlerse unut, babanı unut derlerse unut fakat gittiğin yerde mutlu olmaya bak dediler.” dedi.
Bu nasihatin sebebini de şöyle açıkladı. “Bizim köyde gelinleri yıllarca ailesine göndermezlerdi. “Erkeğin ailesi ile oturulurdu. Beni de dört yıl göndermediler, nasıl özlerdim. Evin karşısında bir ilkokul vardı. Babacığım özlediğimi hissederdi, gelir o okulun tek basamaklı merdivenine oturur, gözleri dolu uzaklara bakardı. Ben de ona bakar bakar ağlardım.”
“Ailemi görmeye gitmek istiyorum demediniz mi?” diye sordum.
“Demedim. Kurallar öyleydi, bir kez bile bu konuda eşime sitem etmedim.”
“Dört yıl sonra ne oldu da ailenize gidebildiniz?” soruma verdiği cevap her şeyi açıklıyordu.
“Kayınvalidem kızını nişanladı.”
“Ataerkil sistem batsın” diye höykürenlere en iyi cevaptır bu söz.
Kadın ve aile ile ilgili bütün kötülükleri ataerkil sisteme yükleyen hainler ve ahmaklar, sizin şikayet ettiğiniz sistem ataerkil falan değil, basbayağı anaerkil sistem. Yukarıdaki örnekteki gibi binlerce örnek yaşanmıştır ülkemizde.
Kayınvalide kendi kızı nişanlanınca geline ne yaptığını fark etmiş ve yasağı kaldırmıştır. Erkek de annesini dinlemeseydi diyenlere cevap: Oğul anneyi dinleyecek şekilde büyütülür. Oğlan yetiştirilirken bütün psikolojik yöntemler, duygusal şantaj anne tarafından kullanılır, anneyi dinleyecek kıvama getirilir.
Geçen yıl başörtülü bir feminist ataerkil sisteme çatarken şu örneği verdi: “Kadınlar hep ezildi. Mesela bizim memlekette evde sofraya kadınlar ve erkekler beraber oturmazlar. Önce erkekler yer kalkar sonra kadınlar yer.”
“Peki bu sistemi kim kurdu?” diye sordum. Annelerin kurduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Belli ki o güne kadar sistemi kimin kurduğunu düşünmemiş, ancak erkeklere saldırmış.
Ev halkı olarak kadınların ve erkeklerin birlikte sofraya oturmama sebepleri genellikle kayınvalidelerin gelinleri mümkün olduğu kadar kayınpederle muhatap etmek istememelerinden kaynaklandığı bilinir.
Pek çok kayınvalide gelini sadece oğlundan kıskanmaz kendi kocasından da kıskanır. Gelinin gençliği güzelliği kayınvalideye yaşlandığını hatırlatır. Gelinin kayınpederle iyi anlaşması kayınvalidenin evdeki otoritesini sarsacak durumlara yol açabilir. Gelini geçtik kendi kızını kocasından kıskanan yani kızının babası ile iyi anlaşmasından rahatsız olan, kıskanan kadın sayısı da oldukça fazladır.
Kayınpederler gelinleri severler. Çoğu, karısından kızından görmediği saygıyı gelinden görünce mutlu olur. Fakat bu mutluluk çoğunlukla kayınvalidenin hoşuna gitmez. İstisnalar kaideyi bozmaz, bunun aksi, gelininin oğlu ile mutluluğuna sevinen ve kendi kocasından da kıskanmayan kadınlar, var elbette. Maalesef ki gelin-kayınvalide konusunda yaşananlara bakarak bu erdemli kadınların sayısının az olduğu görülüyor.
Günümüzde bu iş biraz tersine döndü. Günümüzde de gelinler kocalarının anneleri ile muhabbetini kıskanmaktalar. Aile ile ilgili yaşadığımız problemlerin ana temeli, ataerkil sistem falan değildir. Zaten bizim ülkemizde hiçbir zaman ataerkil sistem olmamıştır. Ataerkil görünümlü anaerkil bir sistem vardı hep. Son dönemlerde ise tamamen anaerkil bir sisteme geçilmiştir.
Evlerde geçmişten beri hep kadınların sözü geçmiştir. Çünkü bizim kadınlarımız çoğunlukla otoriter kadınlardır. Otoriter annede, kadın emrinde büyüyen erkek, evlenince anne otoritesi devam etmiştir ta ki annesi ölene kadar. Annenin ölümü ile ipler karısının eline geçer ve kölelik erkek için devam eder.
Kayınvalide kini ile dolan gelin, acısını vaktiyle annesini dinleyip kendine kötü davranan kocasından çıkarır. Geçmişte kocasından dayak yiyen kadınlara sorun, yüzde doksan sekizi “kayınvalidem ya da görümcem kocamı bana karşı doldururdu.” diyeceklerdir. Karısına vuran erkek annesinin ya da kız kardeşinin ya da evdeki yengenin gönlü olsun diye vurmuştur çoğunlukla. Zira onların gönlü yapılmazsa erkeğin hayatı bu kadınlar tarafından zindana çevrilir, ne erkekliği ne korkaklığı kalırdı. Erkek de genellikle onların istediğini yapardı.
Kısaca hiçbir zaman ataerkil olmadık. Erkekler çoğunlukla kadınların elinde piyon olmuştur. Erkekler kadınlar arasındaki kıskançlığın kurbanı olmuşlardır. Üç büyük günahtan biri olan kıskançlık, dinin ahlaki boyutu öğretilmediğinden, duygu kontrolü nedir bilinmediğinden kadınlar tarafından farkında olmadan kendilerini de mutsuz eden bir silaha dönüşmüştür.
Kadınlar arası kıskançlığın içinde “kırk katır mı kırk satır mı” tercihinde kalmışlardır erkekler. Eski devrin erkekleri gücü elinde bulunduran anneyi tercih ederken, yeni nesil erkekler gücü elinde bulunduran eşi tercih etmektedirler. Kadınlar arası savaş devam etmektedir.
Bütün bu yalın gerçeklere rağmen kadınların uğradığı haksızlıklar için ataerkil sistemi ve erkekleri suçlamak ne kadar adil? Kadınlar ne çektiyse kadınlardan çekti.
Bir erkek ciddi bir ruh hastalığı yoksa ve alkol kullanmıyorsa yemeğini yiyeceği, akşam yatağa gireceği kadına kötü davranmaz. Zira erkeğin kodları korumak üzerinedir. Dinimiz kadını erkeğe emanet etmiştir. Erkek zalim yaratılsaydı bu emanetlik azap olurdu.
Şimdilerde şiddeti erkekliği bağlayanların, Yaratıcı iledir dertleri. Erkeğin mayası iyidir. O mayayı hayata katan annedir. O mayanın içine annenin neler kattığı önemlidir.
Bir toplumu kadınlar doğurur ve kadınlar yetiştirir. Toplumda değişim iyi ya da kötü kadından başlar. Kadınların bozulması erkeklerin de bozulmasına sebep oldu ve olmaya devam ediyor.
Kadın hakları, diye şımartılan iyice zıvanadan çıkan kadınların, dönüp kendilerine bakmaları lazım “Ben ne kadar kadınım” diye. Ben kadınlığın yumuşaklığını, asaletini, zarafetini, şefkatini ne kadar taşıyorum diye kendilerine bakmalı kadınlar.
Odun gibi kadınlar kocalarını beğenmiyor. Otoriter, kontrolcü, dediğim dedik, kadınlıktan yumuşaklıktan, cilveden bi haber, sert erkeksi kadınlar; mutsuzluklarının bütün yükünü erkeklerin üzerine atıyorlar. Oysa “bu adam bu halime rağmen benimle evli kalıyor” diye teşekkür etmeleri minnet duymaları gerekir.
“Ben kadınım ben” diye böğüren ve kadın olduğu için her şeyi yapmaya hakkı olduğunu zanneden, erkeklere saldıran, öldüren kadınların haberleri her geçen gün artıyor.
Erkekliği şiddet sebebi olarak gösteren feministler, cinsiyet eşitliği politikalarıyla erkekleri yumuşatıp kadınlaştırmaya çalışıyorlar. Erkekler yumuşarsa şiddet bitecekmiş! İyi de sen erkeği yumuşatırken kadını sertleştiriyorsun, kin ve nefretle dolduruyorsun. Şiddet nasıl bitecek?
Ayrıca şiddetin bitmesi için erkeğin yumuşaması değil, erkek gibi yaratılışındaki gibi güçlü olması lazım.
Çocuk cinayetlerinde ve çocuklara şiddette annelerin sayısı babalardan kat kat fazlayken şiddeti sadece erkeklik üzerinden sorgulamak ne kadar adil?
“Dişilere tapıyorlar.” buyruluyor, Nisa suresi 117 de.
İşte tam da o günlerdeyiz. İstanbul sözleşmesi, 6284 “kadın beyanı esastır” diye adaleti yerle yeksan eden kadının sözünü ilahmış gibi kesin doğru kabul eden kanunlarla kadınlara tapılıyor. Süresiz nafaka ile erkekler, kadın putuna helva götürmek zorunda bırakılıyor. Çocuklar kadın putunun gönlü olsun diye babadan koparılıyor.
İlahlığını ilan eden kadınlar sabah akşam erkeklere küfrediyor. Otoriter anneleri ya da hanımları tarafından güçleri sömürülen ya da her şeyin farkında fakat otoriteye yaranmak isteyen erkekler “İlahımız çok yaşa” diye alkış tutmaktalar. Fakat farkında değiller ki putlar kurbana doymaz, sıra onlara da gelecek.
Kısacası bu ülkede hiçbir zaman ataerkil bir sistem olmadı. Ataerkil denilen sistemi hep kadınlar kurdu. Ne çektiysek ve ne çekiyorsak anaerkil sistemden çekiyoruz. Bu 8 martta başörtülü bazı kadınlar: “Aileniz batsın” diye pankart taşıdılar. Aile batsın ki modern dünyanın eskiye rahmet okutacak ailesiz anaerkil sistemini oluştursunlar.
Dualarım o ki “anaerkil sisteminiz batsın” en yakın zamanda. Zaten putlar devrilmeye mahkumdur. Anaerkil sisteminiz en büyük zararı yine kadınlara veriyor. Kadınlar yorgun, öfkeli, mutsuz ve yalnızlar.
İslami bir ataerkil sistem nasip etsin Rabbim. Erkeklerin Kur’an-ı Kerimde bildirildiği gibi ailede kavvam olarak adalet ve şefkatle evini idare edeceği, kadının saliha ve itaatkar olacağı, birbirlerinde sükûnet bulacakları, birbirlerine göz aydınlığı olacakları muhabbet kokan aileler ancak Yaratıcımızın çizdiği çerçevede mümkün olacaktır. Allah’tan razı olmayanların uydurduğu dinden Rabbim bizi uzak etsin. Dininden razı olan kadın ve erkeklere selam olsun.
Sema Maraşlı
.
Kadınlık Ve Erkeklik Üzerine
Benim derdim kadınlarla ya da erkeklerle değil; kadınlık ve erkeklikle. Kadınlık ve erkekliği anlatırken özne kadın ve erkek olduğu için onlardan örnek vermem gerekiyor. Yoksa ne kadın tarafındayım ne de erkek. Sadece Allah’ın rızasını ummaktayım. Allah (c.c) fıtratı korumamızı emrediyor. Cinsiyet özelliklerimiz ile ilgili bozulmalar yaratılışımızdaki en büyük bozulmadır. Bu hem dünya hayatımızı hem ahiret hayatımızı tehlikeye düşürür. Kadınlığı ve erkekliği korumadan iyi mümin olma vasıflarını da tam taşıyamayız. Çünkü Rabbimizin bize verdiği sorumlulukları alamayız.
Mesela çok yumuşak huylu bir erkek, ibadetlerini yapıyor, kimseyi incitmemeye çalışıyor, kazanıp getiriyor, karısının ve çocuklarının emrinde, yatak verirlerse yatıyor, yemek verirlerse yiyor, şunu yap derlerse yapıyor, bağırırlarsa susuyor, kızarlarsa özür diliyor… Aman tek yuvam yıkılmasın diye ondan ne istenirse yapıyor. Şimdi bu kişi iyi bir koca, iyi bir baba gibi görünüyor olabilir (aslında iyi bir koca da olamaz, iyi bir baba da olamaz bu haliyle) peki iyi bir mümin olmuş mudur?
Allah (c.c) erkeği kavvam (yönetici ve koruyucu) olarak tayin etmiş (Nisâ;34). Bu erkeğin kavvamlığı şimdi nerede? Erkeğin Allah’ın ona verdiği bu sorumluğu karısına devretme hakkı var mı? Bu Allah’a isyan sayılmaz mı?
Bu zillete razı olmak değil mi? Bu zulme razı olmak değil mi? Bu erkeğin hem kendine hem de karısına karşı yaptığı bir zulümdür. Erkek idareyi karısına bıraktığında sorumluluğu da ona bırakmıştır. Kadın reisliği kendi isteyerek yüklenmiş olsa bile fıtratı bunu kaldırmaya müsait değildir.
Evli ve feminist kadınlara bakın, pek çoğunun koca kuzu gibidir. Kocalarından gördükleri bütün iyiliklere rağmen erkeklerin şiddet yanlısı ve kötü olduklarını anlatır dururlar. Güya şiddet gören kadınlara acırlar. Oysa ne kendi ne de etrafındaki kadınların çoğu şiddet görmemiştir. Onlar içten içe kocalarına zulmettiklerini bilirler ve kocalarına, kendilerine köle oldukları için kızgındırlar, bu kızgınlıklarını erkekliğe ve başka erkeklere saldırarak çıkarırlar.
Aslında kadın, erkeği güçlü görmek isterler. Çünkü Allah (c.c) insan fıtratını kendi emirlerine uyumlu yaratmıştır. Fıtrat bozulduğunda uyumluluk da bozulur. Erkeği kavvam yaratırken kadını da itaate uygun yaratmıştır, efendiliği uygun değil. Bu yüzden kocasına efendi olan hiç bir kadın gerçekten mutlu değildir, olamaz da.
Kadınlar erkekte acziyete de şiddete de dayanamazlar. Acziyet de şiddet de aynı kapıya çıkar: Öfke. İki taraf içinde içten ya da dıştan bitmeyen bir öfke.
Kadın yöneticiliğe talip olsa bile erkeğin ona bırakmaması lazım. Bu dinen büyük bir vebal. Erkek ahirette ona verilen emanetlerden (karısı ve çocuklarından) hesaba çekilecek. Allah’ın gösterdiği çizgide karısının ve çocuklarının sorumluluklarını üstlendi mi? Onların haklarını verdi mi? Evinin idaresini iyi yaptı mı? Hepsinden tek tek hesap verecek.
Yöneticilik bir makamdır. Atamayla olur, kişinin devretme hakkı yoktur. Kocalık sadece para kazanmak değildir.
Kocalık (kavvamlık) bir makamdır ve atayan da Yaradan’dır. Yan gelip yatıp idareyi ve işleri karısına bırakarak tembellik etme makamı da değildir. Evin reisi benim diye ailesinin haklarını çiğneyip zulmetme makamı da değildir. Erkek yöneticilik hevesinden değil, atayana ve makama saygısından iyi bir idareci olmak için elinden geleni yapmak zorundadır.
Aile ile ilgili en büyük problemimiz “Erkeklerimiz kavvam olarak yetişmiyor.” Çoğu evde otoriter anne ve pasif baba ile büyüyor. Bu yüzden kendi evinde de kavvam olamıyor. Erkeklere kavvamlık üzerine eğitimler yapılmalı. Mümin bir idareci nasıl olmalı? Hangi özellikleri taşımalı? Yöneticinin sorumlulukları nedir? Aile nasıl idare edilir? Problem çıktığında nasıl çözülür?
.
KADINLARIN DOKUNULMAZLIĞI VAR AMA ERKEKLER AŞAĞILANIP HORLANAN KÖLELER
9 yaşında bir erkek çocuğu, kız gibi davranıyor ve kız gibi giyiniyor. Kız olmaya 4 yaşında karar vermiş ve ailesi de ona destek olmuş. Kız olma sebebini anlatırken kullandığı bir cümle çok dikkat çekiciydi. “Kız arkadaşlarımın annesi bana pislikmişim gibi davranıyorlardı.” demiş.
Kadınların davranışları sebebi ile küçük yaşta cinsiyetinden utanan bu erkek çocuğu günümüzde pek çok erkeğin dillendirmeye korktuğu bir davranışı, çocuk masumiyeti ile dile getirmiş ve kendince tedbir almış. Günümüzde tam da yapılan ve de yapılmak istenen bu. Erkekleri aşağılamak ve erkek oldukları için utandırmak. Psikolojik bir hadım bu aslında.
Anne-kız çarşının hemen başındaki parka oturmuşlar çekirdek çitleyip yere atıyorlar. Kırk yıllık çarşı esnafı beyefendi yanlarına yaklaşıp “Hanımlar o çekirdeklerin kabukların yere atmasanız iyi olur.” diyor. Genç kız son derece terbiyesiz bir tavırla “Sana ne! İstediğimiz yere atarız. Defol git başımızdan yoksa şimdi ‘beni taciz etti’ diye bağırırım, bundan sonraki ömrünü kendini aklamaya çalışarak geçirirsin.” demiş. Adamcağız korkmuş hemen yanlarından uzaklaşmış. Bu olayı adamın kızı anlattı bana.
Ya bağırsaydı, adamı tacizden tutup polisler götürseydi. Adamın hayatı kayardı. Artık bu devirde insanların çoğu erkeklerin suçlu olduğuna inanma eğilimindeler. Öyle ya. Bir kadın durup dururken neden bir adama iftira atsın, diye düşünülüyor. Oysa medya buna çok iyi zemin hazırlıyor ve kadınlar bundan ciddi anlamda etkileniyorlar.
Çarşıda yan tarafımda bir karı-koca yürüyor. Adam bir şeye gülüyor, kadın onun gülmesine sinir oluyor. Kocasına “Sen gülerken hiç aynaya baktın mı? Aynı şebeklere benziyorsun.” diyor. Adam ne diyeceğini bilemiyor, hafif bir çıkışıyor karısına. Kadın karnı burnunda hamile. Kadına: “Şebek dediğin bu adamdan bir maymun doğurmazsın umarım.” demek istiyorum fakat susuyorum. Adamı daha fazla utandırmanın mantığı yok.
Bu devirde erkeklere atış serbest. Etrafınıza bir bakın, gerek gerçek hayatta gerek medyada olsun erkekler sürekli aşağılanıyorlar. Kadınların öldürüldüğü ya da şiddet gördüğü haberleri bahanesi ile erkekler katil, tacizci, tecavüzcü ilan ediliyor.
Erkeklere odun, kütük ve aşağılama amaçlı havyan isimleri gayet rahat söylenebiliyor. Hatta erkeklerin hayvandan aşağı olduğu ile ilgili kamu spotları hazırlanıp yayınlanabiliyor. Toplumda pek tepki de görmüyor.
Fakat kimse kadınlara dokunamıyor. Onların dokunulmazlıkları var.
Son otuz yıldan beri dünya yeni bir döngüye girdi. Erkeklerin üzerine basarak kadınların yükselişi dönemindeyiz. Her ne kadar bu “eşitlik” gibi kulağa hoş gelen bir kelime ile sevimli gösterilmeye çalışılsa da aslında işin gerçeği kadınlar, erkeklere efendi olmaya çalışıyorlar.
Erkekler modern dünyanın aşağılanan, horlanan köleleri haline geldiler. Kadınlar ise tapınılacak varlıklar. “Onu bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.” (Nisa suresi 117)
Erkekler, kadınlar ne istediyse fazlasıyla verdiler; fakat kadınlar hâlâ memnun hâlâ mutlu değiller. Kadınlar, haksızlığa uğramış az sayıda kadın üzerinden çok sayıda erkeği aşağılamaktalar. Efendi olmuşlar hâlâ eziklik edebiyatı yapıyorlar. Kapitalist sistemin kadınlar üzerinden kurduğu feminizm tuzağı her geçen gün ülkelerin sonunu getirmekte.
Tüm dünyada aile kurumu büyük zarar gördü. İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı” kuruldu. İngiltere’de 9 milyon yalnız insan varmış ve yalnız insanlar kışın basit bir gripte bile ölüyorlarmış.
Mevcut kanunlar yüzünden erkekler evlenmek istemiyor. Kadınlar o kadar yüceldiler ki (!) kendilerine uygun erkek bulamıyorlar. Batı’da artık çocuklar evlilik dışı doğuyor ve babasız büyüyorlar.
Maalesef ki bizim ülkemizde Batı’dan aldığımız kanunlar sebebi ile onların sonuna doğru gidiyor. Her geçen gün boşanmalar artıyor, şiddet artıyor, taciz, tecavüz artıyor fakat sebepler sorgulanmıyor ve görmezden geliniyor. Bütün suç erkeklere yükleniyor, çözüm odaklı çalışılmıyor. Hep cezalar konuşuluyor. Elbette ceza olmalı hem de caydırıcı olsun diye en ağırından olmalı fakat bizde cezalar nedense suçu azaltacağına artırıyor.
Verilen cezalar feministleri sevindirmekten başka bir işe yaramıyor. Şiddet her geçen gün artıyor. “Pozitif ayrımcılık” diye kadınlar haksız kazançlar elde ederken erkekler sürekli aşağılanıyor. Bir taraftan cinsel istismar için kimyasal hadım konuşurlarken aslında uzun süredir erkeklere psikolojik hadım yapılıyor. Hem de kanunlarla.
PSİKOLOJİK HADIM KANUNLARI
6284 nolu psikolojik hadım kanunu: Tanrıça’ya yan bakma cezası- 2684 Erkeğin erkek olduğu için cezalandırılması kanuna.
Güya kadına şiddeti bitirme amaçlı yapıldı Avrupa dayatması ile.
Sonuç: Şiddet hiç olmadığı kadar arttı.
Sebep: Adaletin yok sayılmış olması. 6284 e göre ailede bir anlaşmazlık olduğunda sadece kadının beyanı esas alınıyor, erkeğin beyanının hiçbir önemi yok. Erkeğin kadına fiziki şiddet uygulamasına da gerek yok. Kadının kocaya canı sıkıldı, şikayet etti. “Kocam bana bağırıyor, özgürlüğüme karışıyor, gece eve geç gelince nerdesin diyor… Kocamdan şikayetçiyim.” Erkeğe hemen sopa gösteriliyor. “Heyy erkek haddini bil. Kadınlar bizim Tanrıçalarımızdır. (Dişilere tapıyorlar) Onlar asla yalan söylemezler, iftira atmazlar, haksızlık etmezler, onlar masum Tanrıçalarımızdır…”
Erkek hemen kurban ediliyor, cezası kesiliyor. Tanrıçayı rahatsız etmekten dolayı üç ay ya da altı ay gibi bir süre evinden atılıyor, evi bırakın o mahalleye giremiyor, okuluna gidip çocuğunu göremiyor. Bu arada karısının ve çocuklarının maddi ihtiyaçlarını da karşılamak zorunda. Erkek bu arada nerde kalır, ne yer ne içer, ruh hali nasıldır kimsenin umurunda değil. Karısını arayıp “neden bu haldeyiz barışalım” demesi de suç. Uzaklaştırma cezasını telefon açarak delerse hemen hapis cezası var.
Ülkemizde böyle adaletsiz bir kanun var ve binlerce erkek bundan muzdarip, mağdur, mazlum…Ve bizim meclisteki vekillerimiz acaba onlar sadece kadınların vekilleri mi zannediyorlar kendilerini, bilmiyorum. Bu haksız durumları düzeltmek için hiçbir şey yapmıyorlar.
Ezilen, şiddet gören kadınlar için çıktı bu kanun diye savunuluyor. Oysa gerçekten psikopat olan, karısına eziyet eden erkeklerin eşleri korkularından kocalarını şikayet edemiyorlar. Nerede bir kocasına gözdağı vermek isteyen kadın varsa onlar kullanıyor. Kullananların çoğu da pişman. Zira evden attırdığı kocası ya bir daha geri dönmüyor, boşanmak zorunda kalıyor ya da ilişkileri daha da kötü oluyor. Bu kanundan sonra binler değil, yüzbinlerce erkek evinden atıldı.
Son yıllarda kadın cinayetlerinin artmasının bir sebebi de bu kanun. Evden atılan mahallesine giremeyen, çocuklarını göremeyen, arkadaşlarının yüzüne bakamayan, aşağılanan erkek öfke patlamaları yaşayıp kadına gidip şiddet uyguluyor ya da cinayet işliyor. Şiddet arttıkça cezalar artırılmaya çalışılıyor, oysa bataklık kurutulmadan sivrisinekler bitmez.
Nafaka Kanunu: “Ciğer söken kanun” Erkeğe boşanma cezası-Tanrıçadan ayrılmanın bedeli. Anayasadan “Erkek evin reisidir” maddesi kaldırılmıştı. Erkek evin reisi değil deniyor fakat ailenin masrafları erkeğin üstüne yıkılıyor. Evlenirken ev kurmanın bütün yükü erkeklerin üzerinde. Ev kiralayacak, eşya alacak, nişan, düğün masrafı, geline takılacak takılar… Evlilikte bütün masraflar onun üstünde. Karısı harcamalardan memnun değilse 6284 e göre suç.
Erkeğin boşanmada kendi suçu olsa da olmasa da, az kusurlu da olsa ömür boyu eski karısına bakmak zorunda. Çocuğu varsa zaten ona nafaka ödeyecek, fakat çocuğu olmayan ve artık ona yabancı olan bir kadına neden hangi sebeple ömür boyu baksın? Araştırmalarıma göre dünyada hiçbir ülkede ömür boyu nafaka yok. Bizde bir gün bile evli kalsa kadın başkasıyla resmi olarak evlenmediği sürece (dini nikahlı eşi ve sevgilisi olabilir) erkek ona bakmak zorunda.
10 gün evli kalıp 20 yıl nafaka ödeyenler var. Neden kadın eski kocanın sırtından geçinsin? Hangi akla ve vicdana sığar bu? Ve kadınlar kanun zoru ile eski kocadan gelen geliri nasıl içlerine sindiriyorlar? Zannediyorlar mı ki o para onlara hayır getirsin, getirmez. Ancak eski eşin imkanı iyidir, gönlüyle verir; bunu helali hoş alıp harcayabilir.
Bu nafaka kanunu feminizme de aykırı. Kadın bu kadar aciz bir varlık mı ki arasında hiçbir bağ kalmamış artık ona yabancı olan bir erkeğe muhtaç yaşasın. Gerçekten ihtiyacı olan kadınlara devlet maaş bağlasın. Fakat eski kocanın negatif enerji ile verdiği parayı yemesin.
Tazminat ve Eşit Mal Paylaşımı: Boşanmada erkeğin kadına tazminat vermesi ve evlilik içinde edindiği malları eşit paylaşması da büyük bir haksızlık. Dinimizde kadını malı kadınındır erkeğin malı da erkeğin. Eğer evlilik içerisinde kadın gelir getiren bir işte çalışmışsa, erkeğe verdiği borçlar varsa ayrılırken onlar hesap edilip bir ödeme çıkarılırsa adaletli olur.
Çocuk Haczi: Erkeklerin babalık hakkının ellerinden alınması. Boşanma sonrası babalara ve çocuklara en büyük zulüm de bu. Boşanıldı, mahkeme çocukları genellikle anneye veriyor, baba istese de verilmiyor. Anne çocuğu aldı baba da nafakasını ödeyecek ve babanın çocuğunu görmesi hafta sonları ya da ayın belirli günleri saatine kadar mahkeme kararıyla belirlendi.
Buraya kadar da haksızlık var fakat esas haksızlık bundan sonra. Kadın çocuğu babaya göstermek istemiyor. Keyfi sebeplerle çocuğunu babasına göstermek istemeyen kadının akıl sağlığı yerinde değildir. Zira akıl sağlığı yerinde olsa çocuğun babasız büyümesinin zararlarını düşünebilir. Ancak baba psikopatsa ya da madde bağımlığı gibi çocuğa zarar gelme ihtimali varsa bu durumda çocuk korunur.
Kadın mahkemenin belirlediği günlerde bile göstermediğinde babalar çocuklarını görmek için haczetmek zorunda. Eşya haczi kalktı fakat çocuk haczi devam ediyor. Baba haciz tutanağı tutturup 300 lira gibi bir para yatırıp bir ekiple polisle psikologla çocuğunu almaya ancak öyle gidiyor. Kadına neden mahkemenin kararına uymuyorsun diye ceza bile verilmiyor. Neden? Çünkü kadınlar Tanrıça. Onlar hata yapmazlar. Kadın çocuğu göstermiyorsa kesin baba kötüdür, diye bakılıyor. Kadının kininden, ruh sağlığından kimse şüpheye düşmüyor.
Pek çok kadın da sırf eski kocasına zorluk olsun ve çocuğu babasını sevmesin diye bunu yapıyor. Şimdi bu hem erkeğe hem çocuğu büyük bir zulüm değil mi? Hani kadın merhameti nerede? Kendi çocuğuna acımıyor onun babası bırakıyor.
Erkeklere psikolojik hadım kanunları bu kadar mı? Değil. Bakanlarımız bu kadar zulmü az bulmuşlar ve yakın zamanda yeni bir kanun geliyor. Müjde… 6284 e kardeş kanun geliyor. Ne mutlu! Erkekler bu kanunun kalkmasını beklerken, yetkililere ulaşıp uğraşırken sevgili bakanlarımız 6284 ü yeterli görmemişler ve ona kardeş kanun yapmaya karar vermişler. İkisi bir arada büyüsün diye!
657 nolu kanun: Bomba bir kanun. “Erkeksen geber kanunu” diyebiliriz kısaca. Haber bugünkü gazetede vardı. Başlık “Kadın düşmanına devlet kapısı kapalı” Bir de kadın düşmanı demişler oysa “Kadına yan bakana devlet kapısı kapalı” olmalıydı başlık.
657 nolu kanun şu anda devlete karşı işlenmiş suçları kapsıyor. Devlete karşı hainlik, dolandırıcılık, devlet sırlarını açığa çıkaranlara verilen ağır suçları kapsıyor. Bu suçu işleyenlere her türlü devlet kapısı kapanıyor, işlerinden atılıyorlar.
Kadına istismar ve şiddet suçları da bu kapsama girecekmiş. E yakışır. Sonuçta devlet kutsal kadın da kutsal! Tanrıçalara yan gözle bakan gebersin! Ne işi var devlet kapısında! Her atılan erkeğin yerine de bir kadın alınır. Oh ne âlâ! Kadın istihdamı sorunu da bu şekilde çözülmüş olur. Bir taşla on kuş. Attığımız taş da erkek olsun ne zararı var!
Cezalarla ilgili bu hazırlıklar devam ederken, çok önemli bir başka çalışma daha sessiz sedasız sürdürülüyormuş, bu gazete haberi ile öğrendik neyse ki. Bu konudaki yasal düzenleme ise çok yakında Meclis gündemine gelip torba yasaya eklenecekmiş. Kadına karşı suç işleyenler memur, sözleşmeli memur, işçi ya da taşeron gibi kamu personeli statüsünde devlet kurumlarında hiçbir statüde görev alamayacakmış.
6284 ile kanun ile erkekleri evden attık, 657 ile de devlet kurumlarından atacağız; bir kanun daha yapıverelim de erkekleri dünyadan atalım!
Haberde şöyle yazıyor: Çocuk ve kadınlara yönelik istismar, taciz, tecavüz gibi suçları işleyenlerle kadına karşı şiddet suçu işleyenlere devlet kapısı kapatılacak.
Çocuklara karşı işlenen suçlara tamam bir diyeceğimiz yok, suçu kesinse.
Fakat kadınlara karşı yapılacak suç kapsamına girecek dört suça bir bakalım.
1-Kadına karşı istismar: İstismar kelimesi tek başına kullanıldığında cinsel bir manası yok. İstismarın sözlük anlamı: Birinin iyi niyetini kötüye kullanma. Sömürme. Mesala kadın dedi ki ben çalışıyorum fakat yöneticim (erkek) ya da iş arkadaşım (erkek) (kadınların kadınlara her türlü zulmü yapması serbest) yaptığım işleri beğenmiyor, yaptığım projeyi kabul etmedi ya da beni çok çalıştırıyor, benim iyi niyetimi istismar ediyor dedi. Bu, kadına karşı istismara girer.
2-Taciz: Adam yaptıysa tamam cezasını çeksin diyelim, ya yapmadıysa. Çünkü bu delil ve ispatı olacak bir şey değil. Zaten 6284 nolu kanundaki gibi kadının beyanı esas alınacaktır. Mesala kadın iş yerinde bir adama gıcık oldu ondan kurtulmak istiyor. Ya da yöneticinin yerine göz dikti kendi o mevkiyi istiyor ya da bir erkekten çok hoşlanıyor fakat adam ona yüz vermedi. Şimdi kadın her gün o adamı görsün üzülsün mü? Beni taciz etti, diye bir şikayet yeter. Ya da kadın din düşmanı, iş yerinde dindar bir adam var ve ona gıcık oluyor. Bir şikayeti yeter. Adam mesleğinden olur, daha bir yerde de iş bulamaz, haysiyetsiz şekilde işinden oldu diye.
3-Tecavüz: Gerçekten yaptıysa Allah belasını versin. Fakat ya yapmadıysa? En çok kadın erkek birlikteliğinin ve evliliklerin iş yerinde tanışma ile olduğu son yılların bilimsel araştırmalarında yer alan bir konu. Mesela kadın-erkek aynı iş yerinde zamanla birbirlerinden hoşlandılar, gönüllü birlikte oldular fakat sonra bir şekilde ayrıldılar. Kadın iş yerinde onu artık görmek istemiyor. Dedi “Geçmişte birlikteliğimiz vardı fakat geçen akşam beni konuşalım diye evine çağırdı ve tecavüz etti.” Artık bitti o adamın işi.
4- Şiddet: Şiddet deyince aklınıza hemen dayak, yüzü gözü morarmış kadınlar geldiyse yanılıyorsunuz. Kadına şiddetin kapsamı çok geniş. En tehlikelisi psikolojik şiddeti de kapsaması. Kanunlarımıza göre kadın erkeğe psikolojik şiddet yapabilir fakat koca karısına yapamaz. Erkek zaten erkek olduğu için suçlu. Erkekler hiç karşılık beklemeden kadınların bütün ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan ve bunları gönüllü yapması beklenen modern köleler oldu.
Psikolojik şiddet çok geniş bir kavram. 6284 kanunun uygulanmasında gördük. “Kocam bana bağırdı, kocam parayı az veriyor, kocam benimle cinsel birliktelik kurmak istiyor…” gibi suçlamalarla binlerce kadın kocayı evden attırdı. Başına gelmeyen inanmıyor; yok canım olur mu öyle şey, diye. Oluyor, hem de nasıl oluyor.
Bu durumda yapılacak şeyler:
1-Kanunun çıkışını sessizce seyredip memleketin nasıl karışacağını izlemek.
2-Erkeklerin kadına dönüşmesi: Bu kanunlarla erkek olarak yaşamak çok tehlikeli. Diyanet İşlerimiz bir fetva patlatsın. “Erkeklerin kadına dönüşmesi bu devirde caizdir” diye, devletimiz de kadına dönüşmek isteyen erkeklerin sağlık masraflarını üstlensin.
3-Kanuna hep birlikte “hayır” diyelim. Yakın zamanda meclise gelecekmiş, bir gecede geçiriverirler ruhumuz duymaz.
Önce devlet büyüklerimize sesleniyorum.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Dış işlerle çok yoğunsunuz biliyorum, fakat sizin bu yoğunluğunuzdan faydalanıp başınıza çorap örmeye çalışıyorlar. Bu kanunlar çıkarsa Allah’a hesabını veremezsiniz. Aynı zamanda bu kanunların seçim öncesi alelacele çıkarılmaya çalışılması Ak Parti’ye kurulan bir tuzaktır. Bu kanunların çıkmasını kimler istiyorsa lütfen o kişilere karşı dikkatli olun. Kesinlikle dost değiller.
Sayın Adalet Bakanı ve Diğer Bakanlarımız!
İçinde zerrece adalet olmayan bu kanunu çıkarmayı nasıl düşünebiliyorsunuz?
Sayın Aile Bakanı!
Ev ev şehit ailesi gezmeyi bırakıp (onlar şehit yakını olmak gibi en büyük şerefle şereflenmişler, sizin ziyaretinizin onlara katacağı bir şeref yok) siz aile üzerine kurulan tuzaklara bir bakarsanız iyi olur. Bu geldiğiniz makamların çok büyük vebali var.
Sayın Devlet Bahçeli ve MHP Milletvekilleri!
Ak Parti Milletvekillerinden ümidi kestim, zira kendi partilerinden gelen bu yasa teklifi büyük ihtimal onaylayacaklar. Lütfen siz engel olun bu oyuna. Sizde bu cesaretin olduğuna inanıyorum.
Dikkat ederseniz bir yerden düğmeye bastılar ve özellikle hükümet karşıtı medya her gün taciz ve tecavüz haberlerini, mağdurun haklarını da hiçe sayarak detayları ile veriyor, hem halkın vicdanına dokunalım hem hükümeti mecbur bırakalım hem de halk desteklesin diye. Maksatları bu kanunların çıkmasına zemin hazırlamakmış meğer. 28 şubatın Fadime Şahinleri gibi yine bir oyunun içindeyiz. Allah sonumuzu hayreylesin. Devlet büyüklerimize basiret versin.
Sapıklara cezaya evet fakat sapık ve katiller bahanesi ile bütün erkekleri aşağılamaya ve suçlu ilan etmeye hayır.
Bizler “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” diyen Peygamberin ümmetleri! Şimdi bu haksızlıklar karşısında susacak mıyız?
Hayvan haklarını korumak için kanun çıkaran hükümetimizin erkekleri aşağılayan bu kanunlarına “dur” diyelim. Çok şey istemiyoruz. Erkekleri kadınların adaletine bırakmayın. Erkekler de insan sayılsın ve kadınlarla eşit haklara sahip olsunlar, yeter. Erkeklerin haysiyetini kanunlar yolu ile yok etmeyin. Hiçbir suçu olmayan tüm erkekleri, psikolojik hadıma, maruz bırakmayın. Erkekler için adalet istiyoruz.
.
Kadın özgür olduğunda değil, aile olduğunda mutludur!
Son yıllarda kadın kelimesine bir “Güçlü” sıfat eklendi. Devlet yetkililerinin, kadın derneklerinin, kadınların dilinden hiç düşmüyor. Medya deseniz o da aynı yolda. İçinde “Güçlü Kadın” kelimesi geçmeyen bir gazete okuma imkanımız kalmadı neredeyse.
“Güçlü Kadın” deyince ne kast ediliyor, tam olarak belli değil, zira “Güçlü Kadın” tanımı yapılmıyor. Sadece söylemlerden anladığımız kadarıyla; üniversite eğitimi alan, çalışan, para kazanan, kariyer yapan, mevki makam sahibi, dediğim dedik, kadınlar kast ediliyor.
Seçim döneminde KADEM ve Ak Partili kadınlar “Güçlü Kadın Güçlü Türkiye” sloganı kullandılar. Slogan kulağa hoş geliyor da içini dolduran söylem yine yok. Sürekli bir kadın istihdamından, kadınların çalışma hayatına daha çok girmesinden bahsediliyor.
İhtiyacı olan kadın ve çalışmak isteyen kadın zaten çalışıyor. Fakat evinde oturup çocuklarını büyütmek isteyen kadınları niye zorla çalışma hayatına ittirmeye çalışıyorsunuz? Çalışmak istemeyenlerin bir kısmı toplum baskısından çalışıyor sonra da çocuklarımı kendim büyütemedim diye vicdan azabı çekiyor. Ayrıca memlekette bu kadar iş sahası varsa bu kadar işsiz erkek niye var?
“Kadınlar kalkınmanın öznesi olacak” bile dendi. Kadınlar kalkınmanın öznesi olunca ailenin neyi olur?
Kadının anneliğinden, eş rolünden, toplumu inşaa rolünden bahsedilmiyor.
“Güçlü kadın, mutlu kadın” gibi bir algı yaratılıyor, oysa “güçlü kadın” olmak mutluluk sebebi değil, tam aksi mutsuzluk sebebi olabiliyor. Stres, depresyon, yalnızlık güçlü diye tanımlanan kadınların en büyük problemleri.
Güçlü kelimesi insanda sıfat olarak kullanılınca iğreti duruyor. “Güçlü kadın” tanımlamasında “güçlü” sıfatı ne kadar iğreti duruyorsa, güçlü erkek ya da güçlü çocuk da iğreti duruyor. Belki mutlak güç Allah’a ait olduğu içindir. Birinin ya da bir cinsiyetin bazı güçlerinden bahsetmek ayrı bir konu, onu tümden “güçlü” diye tanımlamak rahatsız edici geliyor bana. Aciz yaratılmış, bir nefeslik canı olan insan için güçlü tanımı pek uygun durmuyor.
Güç vurgusundan sonra en çok eşitlik ve özgürlük türküsü tutturulmuş gidiyor. Kadın özgür olduğunda değil, aile olduğunda mutludur. Aksi halde İngiltere gibi yakın zamanda Yalnızlar Bakanlığı’na ihtiyaç duyarız.
Gelinim Güçlü Olsun
Gücü sömürülmüş erkekler güç kazanmak için güçlü kızlarla evlenmek istiyor. Anneler de oğullarının güçlü kızlarla evlenmesini istiyorlar. Oğlunun evlenmesini istediğini söyleyen bir hanımefendiye aradıkları özellikleri sordum. İlk söylediği özellik “Güçlü olsun” dedi. Çok şaşırdım, sebebini sordum. Çünkü oğlu evin sorumluluklarını üstlenemezmiş. Gelin hem iyi eğitim almış, hem çalışan hem de evin sorumluluklarını üstlenecek vasıfta güçlü bir kız olmalıymış.
Oğlu sadece işine gidip gelir başka işlerle uğraşamazmış. O zaman dışarıda çalışmayan kız iste, evin sorumluluğunu üstlensin, yok çalışan kız istiyorlar. Hem dışarıda çalışacak hem evde çalışıp ayrıca da evin sorumluluğunu üstlenecek, sonra da iyi eş, iyi anne, iyi gelin olacak…
“Güçlü kadın” diye kadınlara gaz verip taşıyamayacakları dinihaber.com ağır yükleri kadınlara yüklüyorlar. Ağır yüklerin altında kalan kadınlar da sinirli, agresif, öfkeli, sert kadınlar oluyor.
Kimse kusura bakmasın “gücü” eşeği vurulan semer gibi, daha fazla yük taşısın diye kadınların sırtına vuruyorlar. Kadınlar da bunu iyi bir şey zannediyor.
Hem evin sorumlulukları hem iş hayatı hem ailelerin beklentileri derken bu ağır yükün altında kalan kadın, bu yükleri taşımakta zorlanınca birinden vazgeçmek zorunda kaldığında çoğunlukla evlilikten vazgeçmeyi tercih ediyor. Zira toplum güce tapar hale gelmiş ve çoğunluk da popüler söylemleri tercih ediyor.
Tabii bu güce tapınmanın dinimizde, manevi hayatımızda yeri nedir, bunlar hiç konuşulmuyor.
Bir de şu var ki “güçlü olmazsan erkek seni ezer” diye kadın ve erkeği birbirine düşman edecek söylemler de kadınların bilinçaltına işleniyor. Bu kez kadın ortada ezen bir koca olmadığı halde normal bir davranışı bile kötüye yorumluyor ve ezilme korkusuyla ezmeyi tercih ediyor. Kadınların pek çoğu ezilme paranoyasında yaşıyor.
Güçlü kadın karşısında erkeğin durumu ise hiç konuşulmuyor. Erkeğin adı bile yok.
Ezilen Erkek
Kadını güçlendirmek için yapılan bir çalışma da erkeklerin güçsüzleştirilmesi, ezilmesi.
Medya tarafından erkekler sürekli şiddetle, sapkınlıkla anılıp aşağılanıyor, gözden düşürülüyor.
Kanunlar zaten kadınların tarafında. Çalışma hayatında olmayan kadınlar da kanunlarla güçlendirilmeye çalışılıyor.
İstanbul sözleşmesi sonrası, 6284 kanun maddesi kadınların eline sopa olarak verildi. Erkek canını mı sıktı, at evden gitsin. Nasıl geçinirim diye merak etme, bu evden attığın adamdan sana nafaka bağlarız geçinir gidersin.
Erkeklerin eşlerine seslerin bile yükseltmeleri suç sayılırken, kadınlar her türlü hakareti yapıyorlar fakat bunun bir cezası yok. “Kadındır ne yapsa yeridir” mantığı hakim oldu.
Erkekler artık kadınlardan korkuyor, evlenmekten korkuyor. Özgüveni kaybolmuş, ezilmiş, güçleri sömürülmüş, kadın karşısında her daim haksız bulunmuş ezik erkekler topluluğundan vatan adına nasıl bir hayır bekleniyor acaba?
Kadının aile kurmasına bir teşvik yok fakat boşanmasına teşvik çok. Boşanacak mısın hiç merak etme hiç bekleme. Eski kocadan tazminat, mal paylaşımı bir de bağlarız nafakayı geçinir gidersin. İstersen de senelerce boşanmaz adamı süründürürsün.
Çocuğu mu göstermek istemiyorsun, olur gösterme. Görmek istiyorsa haczetsin, devletin kasasına da üç beş kuruş girsin. Babanın psikolojisi, çocuğun psikolojisi hiç önemli değil!
Uygulanan bu yanlış politikalar sebebi ile kadınlar erkeklerin üzerine basarak güçlenmeye ve yükselmeye çalışıyorlar.
Varsa bir maharetiniz erkeği ezmeden kadını güçlendirin.
Kadın hakaret eder, cezalandırılmaz, iftira atar cezalandırılmaz.
Kadın adeta bir ilah yerine konuluyor ve kadın beyanı ile delilsiz belgesiz erkekler ceza alıyor. Bu mudur kadını güçlendirmek?
İftira atan, kocasını evden attıran kadınlara mı kaldı ülkemizin güçlenmesi!
Ya da eski kocasına kini yüzünden çocuğunu babasından kaçıran, zerrece çocuğuna acımayan merhametsiz kadınlara mı kaldı!
Ya da nafaka ile eski kocanın sırtından geçinip üstüne bir de yeni erkek bulup haksızlıktan ve haramdan zerrece korkmayan kadınlara mı kaldı ülkenin gücü, geleceği, kalkınması!
Bu güç ezen, yok eden bir güç. Bize merhametli, onaran, inşaa eden bir güç lazım. Bu inşaa eden güç, kadının yaratılışında zaten var. Üstü örtülmeye çalışılan o cevheri ortaya çıkarmak lazım.
Aile içimizdeki vatandır. Aidiyet hissi olmazsa insan kendini boşlukta hisseder. Kadın da erkek de çocuk da ailede kendini güvende görür.
Devletler ancak sağlam aile yapıları ile güçlü olabilirler. Aile vatandır, vatanımızı korumamız lazım.
Kadınları kışkırtarak ortaya çıkan güç ancak yıkıcı bir güç oluyor. Güçlü kadın ve ezilen erkek, ailenin yok olduğu bir ülke demektir.
“Zulm ile âbâd olanın ahiri berbad olur.” Velev ki erkekler ezilerek, kadınların güçlendiği bir ülke ne kadar süre âbad olabilir? Yapılan zulümler ile o âbad olma süresi bile yok belki ülkenin.
Her taraftan bir saldırı var. Ekonomi kötüye gidiyor, dış ülkeler sürekli diş biliyor. Biz hep görünen sebeplere bakıyoruz.
Rasullullah efendimize dil uzatan bir bir kişiyi çölde aslan parçalamıştı. Bakarsan sebep aslan oysa o aslanı gönderen var.
28 şubat mağdurları hâlâ hapiste, fetö mağdurları öyle, iftira ile delilsiz belgesiz binlerce insan hapiste, genç evli erkekler hapiste, yüzbinlerce erkek evinden atılmış, milyonlarca erkek eski karısına nafaka ödemesi yüzünden mağdur, kimi hapiste kimi kendini zor geçindiriyor, binlerce çocuk babalarından koparılmış…
Memlekette bu kadar zulüm arşı alayı titretirken ülkenin güçlenmesini bekleyen boşa bekler. Önce bu zulümlerin bitmesi lazım. Yoksa memlekete yılan da sırtlan da bela olur.
Sema Maraşlı
.
Başörtülülerin Dört Hali
İnsanlar kendilerini ait hissettikleri yerde olmaya ve kendi gibi düşünenlerle ortak adım atmaya meyillidir. İnternet ortamı ise sunduğu sosyal medya, blog ve internet sayfaları ile ortak fikir oluşturmakta çok etkili oluyor.
Biraz esprili bir dil ile kaleme aldığım Vahdet’teki ilk yazım “Yeni Aile Kanunu” ndan sonra başörtülü kadınlar tarafından çapraz ateşe tutuldum.
Eleştiriler internet medyasında yazdığım yazıya karşı kaleme alınmış yazılar üzerine geldi daha çok. Eleştirdikleri konulara yazı ile cevap vereceğim inşallah.
Fakat bu yazım eleştiri yapanların ortak özellikleri üzerine. Aynı blogları takip edenlerden aynı tarzda eleştiriler geldi. Bu sebeple bu blog sayfalarını daha bir merakla inceledim; kim bu arkadaşlar, dertleri nedir diye. Ve şunu gördüm ki başörtülü kadınlar dört ana gruba ayrılmış. İnternette kendilerini ait hissettikleri grubun içinde varlık gösteriyorlar.
Özgürlükçüler, Gelenekçiler, Umursamazlar, Teslimiyetçiler
Özgürlükçüler: Kadın ve erkek üzerine bütün söylemleri laik medya ile birebir aynı. Kafadan laikler yani. Dinin bir kısım hükümlerini almışlar bir kısım hükümlerini kabullenemiyorlar. Fazlasıyla feminizmin etkisindeler. Erkeklere karşı, hayata karşı öfkeleri var. Ve öfkeleri ile reklam yapıyor, öfkeleri ile övünüyorlar. Çoğu üniversiteli kızlar ya da çalışan kadınlar. İyi okullarda okumuşlar fakat belli ki başörtülü okumanın ezikliğini yaşamışlar. Ya da başörtülü oldukları için hayal ettikleri işlere girememişler. Bu yüzden ezilmişlik psikolojisinden çıkamamışlar.
Bir mücadele halindeler fakat mücadeleleri onları ezenlere karşı değil de ezilmelerine sebep olduğunu düşündükleri din ve dindarlara karşı. Kadının çalışması ve güçlü olmasını savunuyorlar. “Hiç kimse artık biz kadınlara ne yapacağımızı söylemesin, çekin elinizi üzerimizden” diye isyanları oynarken, aslında onların cesaretine hayran, onları takip eden pek çok genç kıza ve kadına ne yapmaları gerektiğini fazlasıyla söylüyorlar. Onlardan gelen eleştiriler daha feminizm odaklıydı.
Gelenekçiler: Kutsal anneler! Kadının yeri evidir deyip, anneliği tercih edenler. Tek sıfatları anne olmakmış gibi yaşayıp yazanlar. Sanki her biri birer Meryem. Çocukları babasız yapmışlar gibi. Eş olma, kadın olma yok hayatlarında. Erkekler genellikle olumsuz bir şekilde geçiyor yazılarında. Babalığı ya da kocalığı eleştirilecekse yazıyorlar erkekleri. Kabul etmeseler de oldukça feminist bir bakış açıları var.
İslam’ın karı-koca hukuku ile ilgili konularından uzak durmaya gayret ediyorlar. Onlar kadın olmaktan rahatsızlar. Ve onlara kadın olmayı hatırlatan her şeyden de rahatsız görünüyorlar. Onlar bir mücahide. Onlar moloz erkekler ( tabir onlara ait) tarafından kıymeti bilinmemiş, mağdur edilmiş kendilerini dinlerine ve çocuklarına adamış, mazlum ama güçlü kadınlar havasında yazıp çiziyorlar. Ve elbette yazdığım pek çok konudan rahatsız oluyorlar.
Umursamazlar: Yiyip içip, süslenip püslenip, gezelim havasındaki kızlar. Tesettürü sadece başörtüsü zanneden, boynundan yukarısı ile ailesine ve çevresine muhafazakarım mesajı veren, boynundan aşağısı ile de bedenimi istediğim gibi sergilerim kimse beni kısıtlayamaz, özgürüm mesajı veren kafası karışık olanlar. Çoğu namaz kılmıyor. Dertleri dünya. Yeni mekanlar, son trendler, moda dergileri…
Çoğunun maddi imkanı iyi, İslami sosyete olmaya hevesliler. Durumu olmayanlar da kafe kafe gezerek kendi çaplarında kendilerini göstermeye bakıyorlar. Evliliğe hevesliler fakat yakışıklı ve zengin koca hayalleri var ya da bulmuşlar. O zaman da en büyük dertleri nişan nerede yapılacak, kına gecesi nerede olacak, herkesi hayran bırakacak düğünü nasıl planlarım, çocuğumun mevlidini hangi lüks mekanda yapabilirim… Kocaları hayatlarında sadece isteklerini karşılayacak tamamlayıcı bir unsur olarak var. Onlar daha çok kıyafet sitelerini takip ettikleri için konuya pek dahil değillerdi. Gelen az sayıdaki mesajlarda pek bir boştu. “İyi misin sen yaaa” tarzındaydı.
Teslimiyetçiler: Dininden razı ve ona teslim olan, Rabbimin bana verdiği hak yeter diyen, merak ve istekle dinimizin kadın ve erkek üzerine emir ve tavsiyelerini öğrenmeye ve yapmaya gayret eden kadınlar. Kadınlar üzerinde oynanan oyunları fark etmiş, medyanın gazına gelmeyen kimi feminizmden tövbekar, kimi hiç bulaşmamış kadınlar. Çok şükür sayıları her geçen gün artıyor. Onlardan destek mesajları geldi.
Özgürlükçü ve gelenekçiler birbirine tamamen zıt düşünüyor gibi duruyorlar…
.
Kadın Erkek Farklılıkları
Kadın-erkek arasındaki problemlerin altında yatan en temel sebep, iki tarafın da birbirlerinin farklı yaratıldığı gerçeğini kabul etmek istememelerinden kaynaklanıyor.
Nisâ sûresi 32. âyet-i kerîmede şöyle buyruluyor:
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir.”
Rabbimiz “Sizi birbirinizden farklı noktalarda üstün yarattık.” buyuruyor. Kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara yaratılıştan gelen üstünlükleri vardır. İki cins birbirinin aynı yaratılmamıştır. Bunda da büyük hikmetler vardır.
Kainattaki bütün düzen zıtlık üzerine kurulmuştur. Nefes almak-vermek, uyku-uyanıklık, dişilik-erkeklik gece-gündüz, yer-gök…
Zıtlar birbirini tamamlar ve bütünleşir. Kadın ve erkek de birbirine zıt yaratılmıştır. Bu kadın ve erkek ilişkisinde dengeyi sağlar.
Kadınlar, beynin duygularla ilgili olan sağ tarafını daha çok kullanırken; erkekler ise mantık ile ilgili olan sol tarafını daha çok kullanıyorlar.
Bu yüzden iki cins bilgiyi farklı işler; farklı düşünür, farklı algılar, farklı öncelikleri ve farklı davranışları vardır.
Yani kadın ve erkek hayata farklı pencerelerden bakarlar ve aynı şeye bakıp farklı şeyler görürler. Farklılıkları bilmek, iki taraf için de diğerinin davranışını anlamak ve sinir olmadan kabul etmek konusunda kolaylık sağlar.
Bu yüzden temel farklılıklardan bazılarını sizler için derledim.
Kadınlar, doğuştan şefkat ve teslimiyetle; erkekler, güç ve iddia gibi liderlik vasıfları ile donanımlı yaratılmışlardır.
Kadınlar; iletişim, duygu derinliği, hissi algılama, şefkat, besleme ve büyütme gibi konularda erkeklerden daha iyidir.
Erkekler; muhakeme, irade, çözümleme, mantık, matematik gibi konularda kadınlardan daha iyidir.
Kadınlar daha çok insan ve ilişkilerle ilgiliyken, erkekler daha çok iş ve nesnelerle ilgilenirler. Kız çocukları evcilik oynarken, erkek çocukları rekabete dayalı oyunlar oynarlar.
Kadınlar duymakta, erkekler görmekte daha yeteneklidirler. Fakat erkek beyni harekete bağlı sesleri duymakta daha iyidir. Çocuğun ağlama sesini duymayan erkek, pencerenin dışında kırılan dalın sesini duyabilir. Çünkü erkek kollamak ve korumak üzerine donanımlı yaratılmıştır.
Kadınların %90’ında nesnelerin şekillerini, boyutlarını, koordinatlarını, oranlarını, hareket ve coğrafyasını zihinde canlandırma yeteneği erkeklerdeki gibi iyi gelişmemiştir.
Bu yüzden dünyada mühendislerin % 99’u, kokpit mürettebatının % 98’i erkektir.
Kadınların yüzde ellisi işaret ya da yüzük kullanmadan hangi ellerinin sağ ya da sol olduğunu bir anda söyleyemiyorlarmış.
Kadında beynin iki parçası arasındaki bağlantı erkekten daha hızlı çalıştığı için kadınlar, bir kaç işi aynı zamanda yapabilirler. Bir kadın, bir yandan yemek pişirip, bir yandan çocuğunu takip edip, bir yandan televizyondaki filme bakarken bu arada telefon görüşmelerini de halledebilir.
Fakat erkekler bir iş yapıyorlarsa sadece o işe odaklanırlar. Aynı anda bir kaç işi yapmakta zorlanırlar. Hem televizyon seyredip hem de farklı bir konuda konuşmazlar.
Kadınlar, yakını daha iyi ve daha geniş bir çerçevede görürken; erkekler ise dar bir açıyla önünü ve uzağı daha iyi görürler. Bu yüzden kadınlar çocuklarını gözleri ile geniş bir açıdan takip edebilirken, erkekler de uzaktaki bir tehlikeyi çabuk görürler. Fakat aynı erkek buzdolabındaki peyniri ya da çekmecedeki çorabını göremez.
Mesela erkek, arabanın yağ göstergesindeki kırmızı ışığı fark etmeyen karısının, onun kıvırıp köşeye attığı çorabı nasıl da çabucak fark ettiğini anlayamaz.
Erkek bütüne, kadın detaya odaklıdır. Bir manzaraya bakarken erkek daha çok manzaranın bütünlüğü ile ilgilenirken, kadın parçalarla ilgilenir. Çiçeklere bakar, böcekleri görür…
Kadın-erkek arasında daha pek çok farklılıklar var; ara ara yazmayı düşünüyorum.
Kadın ve erkek arasındaki yaratılış farklılıklarını bildiğimizde, hem birbirimizi daha iyi anlayacağız hem de dinimizin karı-koca ilişkilerindeki emirlerinin güzelliğini de daha iyi göreceğiz inşallah.
.
Kadın İktidarı
Günümüzde ailelerdeki en büyük problem evde kadın iktidarıdır.
Her kurumda bir başkan, müdür, reis, patron, kısaca bir yönetici olmak zorundadır. Ailede toplumun en önemli kurumudur. Ve aileye de bir idareci lazımdır. Bizim evde demokrasi var, eşit söz hakkı var, diyen ancak kendini kandırır. Böyle bir şey mümkün değildir. Kesin biri daha öne çıkıp idareciliği eline almıştır. Diğeri de ona tâbi olan konumundadır. Arkadaş ilişkisinde bile istenmese de reislik ortaya çıkar; toparlayan, kararların çoğunu alan biri vardır.
Allah Resûlü “Üç kişi yola çıkarsa birini reis seçsin.” buyurur.
Ailenin reisini de Rabbimiz tayin etmiş. Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîme de ” Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar. ” buyuruyor.
Dinimize göre evin reisi erkektir. Âyet-i kerîme son derece açık. Fakat ataerkil görünümlü anaerkil bir toplum olduğumuz için bizim toplumda eskiden beri pek çok ailede evi de, kocayı da kadınlar yönetmişlerdir. (Erkeğin reis olduğu aileler de vardı elbette, fakat istisnalar kaideyi bozmaz; genel yapı kadın otoritesi üzerine kurulmuştu.)
Kadınlar ya aba altından sopa gösteren bir tatlılıkla ya da sertlikle bir iktidar kurmuşlardı. Ailede kararları kadınlar alırdı. Fıkradaki gibi evde en son sözü erkekler söylerlerdi: “Sen bilirsin hanım.”
Fakat görünüşte de olsa eskiden kocaya bir saygı vardı. Kadınlar bazen alttan almayı bilirlerdi.
Fakat günümüzde böyle bir şey yok. Kadınların çoğu mümkünse kocaları onlardan izin almadan nefes alsın bile istemiyorlar. Anaerkil toplum yapısının üstüne bir de feminizmin kışkırtmaları eklenince kadınların ekseriyeti erkek üzerinde tahakküm kurmaya hakları olduğunu zannettiler.
Yazar Elif Şafak bir röportajında şöyle söylüyor. “Bayan diktatörle bir an önce yüzleşmeliyiz. Birlikte olduğu erkeği çekip çevirmeye kalkan, ailede her şeye karışan, son sözü söylemek isteyen, çocuklarına sevgi ve alaka aracılığıyla baskı kuran bir diktatör var içimizde. O dişi diktatöre dikkat etmeliyiz.”
Nişanlı genç kızlarla bir eğitim yaptım: “Nişanlımız her istediğimizi yapmazsa mutlu olamıyoruz.” diyorlar. İyi de senin her istediğini yapınca nişanlın mutlu oluyor mu? Onu düşünüyor musun?
Bir beyefendi okurum şöyle yazmıştı: “Karımın her istediğini yapıyorum, o mutlu fakat ben çok mutsuzum.”
Bu haksız bir mutluluk. Haksız olduğu için de aslında gerçek mutluluk değildir. Kadın bununla ancak kısa süreli mutlu olabilir.
Seminerlerimde “Kocalarınıza hükmetmeye kalkmayın” dediğimde hanımlar bazen şöyle diyorlar: “Siz öyle diyorsunuz ama nerde bir dediğim dedik arkadaşımız var, kocaları etrafında pervane oluyorlar.”
Kocası onun etrafında pervane olmayan kadın, pervane kocaları görünce buna bayılıyor. Zannediyor iyi bir şey, adam aşkından yapıyor. Yok öyle bir şey. Adam karısı tatsızlık çıkarıp da evin huzurunu kaçırmasın, çocuklar üzülmesin diye canı çıka çıka yapıyor. Hiçbir erkek kendine hükmeden kadını sevmez; erkeklik hormonları çalışıyor ise. Fıtrata aykırı çünkü.
Fakat kadın güzel huyludur; kocası da ona olan sevgisinden karısının gönlünü hoş tutmak için elinden geleni yapıyordur, bu çok güzel. Fakat otoriter bir kadının etrafındaki pervane adam bunu sevgisinden değil, korkusundan yapıyordur.
Kadınlarda “kocam istediğimi yapıyorsa beni seviyor” yanılgısı var. Tabii ki sevdiğinden de yapıyor olabilir, bunu anlamanın yolu var. Kadın kocasının gözlerini baksın. O gözlerde sevgi ışıltısı, muhabbet pırıltısı varsa tamamdır, sevgisinden yapıyordur adam.
Yoksa o gözlerde kırgınlık, kızgınlık varsa, erkeğin yaptığı çok romantik bir davranış gibi görünse dahi sadece karısının psikolojik şiddetinden korktuğu için yapıyordur. Karısının aslında bu davranışı hak etmediğini düşünüyordur. Kadınlar duyguları çok iyi okurlar; fakat gerçeklerle yüzleşmeye cesareti olmayanlar görmezden gelmeye bakarlar.
Otorite kadına yakışan bir şey değildir. Kadını erkekleştirir.
Sema Maraşlı
.
Kadın Neden Reis Olmamalıdır?
Reis olmak; emirler verip, etrafındakilere kendi istediklerini cebren yaptırmak demek değildir. Bu ancak diktatörlük olabilir. Yöneticilik karar verme ve sorumluluk alma mekanizmasıdır. Maiyetin altındakilerin huzurundan ve güvenliğinden sorumlu olmak, onları koruyup kollamaktır. Ve onların sorumluluğunu üstlenmek demektir. Reis her istediği olan kişi değildir. Sorumluluk duyduğu kişilere karşı en doğru kararı almaya çalışan kişidir.
Reislik ağır bir sorumluluktur ve bu sorumluluğu Allah (c.c) liderlik vasıfları ile yarattığı erkeğe vererek daha narin yarattığı kadını korumuştur. Kadın ailede reis olmaya heveslenirken aslında büyük bir sorumluluğun da altına girmektedir. Bu sorumluluk kadını ağırlaştırmakta, erkeksileştirmekte ve çok da yormaktadır.
Kadınlar evde reis olmamalıdırlar; çünkü:
Reislik kadının yaratılışına uygun değildir: Kadınlar, şefkat ve teslimiyet saikiyle yaratılmıştır. İktidar otorite gerektirir. Otorite ise güç ve iradeye dayanır. İktidar isteyen kadınlar güç elde etmek için erkekleşirler ve fıtratları bozulur. Evde reis olan bir kadın, çocuklarına annelik değil, babalık yapmaya başlar ve gücü sarsılmasın diye çocuklarına yeterince sevgi gösteremez. Çocuklar anne şefkatinin eksikliği yüzünden anneye kızgınlık duyarlar. Otoriter bir anne çocuklarına itici ve sevimsiz gelirken, ilgili ve otoriter bir baba çocuklarına güven duygusu verir.
İş yerlerindeki yönetici kadınların otorite kurmak ve gücünü göstermek için çalışanlara çoğunlukla asık yüzlü ve sert davrandıklarından dolayı sevilmedikleri de bir araştırma sonucu.
Kadında, yaratılışındaki teslimiyet duygusundan dolayı bir erkeği sevme ve bağlanma arzusu vardır: Bağlanmak için güvenmek gerekir. Güven yoksa bağ da olmaz. Kadın, hükmettiği erkeğe saygı duymaz. Saygı duymadığı erkeğe güvenmez ve bağlanmaz. Kadın iktidara talip olarak öncelikle kendi ihtiyacı olan bağları koparmaktadır.
Yöneticiliğin ilk şartı adalet ve merhamettir: Kadınlar merhametlidir fakat çoğu zaman pek adaletli olamazlar. Duygusal oldukları için genellikle haklı olandan yana değil, sevdiklerinden yana ya da acıdıklarından yana olurlar. Sevmediklerine ya da kızgınlık duyduklarına acımazlar. Bakınız: gelin kayınvalide ilişkileri…
Yöneticilik karar verme mekanizmasıdır: Yapılan araştırmalar kadınların erkeklerden daha çok düşündüklerini fakat karar vermekte zorlandıklarını gösteriyor. Erkekler daha az düşünüp daha hızlı ve isabetli kararlar alabiliyorlar. Ayrıca kadınlar, erkeklere göre daha aceleci ve sabırsızlar. Bu da yöneticilik için iyi bir vasıf değil.
Kadınlar yetki alıp sorumluluk almak istemiyorlar: Kadınlar hem aile ile ilgili bütün kararları kendileri almak istiyorlar hem de bu kararların sorumluluklarını almak istemiyorlar. Aldıkları kararlardan çıkan olumsuzlukları ise evde yetkisini elinden aldığı kocalarının üzerine atıyorlar. Oysa kadın yetki alarak sorumluluğu üstlenmiştir. Yetkisi olmayanın sorumluluğu da yoktur. Erkeğin sorumluluğu yetkiyi bıraktığından dolayıdır. Kadının onu dinlemeden aldığı yanlış kararların sonuçlarından mesul değildir.
İktidarsız bir erkek kadının hoşuna gitmez: Oturma odasında iktidarı olmayan adamın yatak odasında da iktidarı olmaz. Oturma odasında kuzu olan koca yatak odasında aslana dönmez. Erkeklik hormonu (testosteron) hem cinsellik hem de cesaret hormonudur. Karısından korkan bir erkeğin testosteron hormonu düşer ve cinsel isteği azalır. Karı-koca arasında olması gereken cinsel çekicilik ortadan kalkar. Ve karı-koca bir süre sonra bacı kardeş gibi olurlar. Bu da evlilikte ciddi bir problemdir.
İktidarı eline alan kadın, kocası ile muhabbet etme hakkından da vazgeçmiştir: Erkekler kendilerine ihtiyaç duyulduğu kadar harekete geçerler. Muktedir bir kadın erkekte “sana ihtiyacım var” hissi uyandırmaz. O zaman erkek kadının sevilme, ilgi görme, korunup kollanma gibi ihtiyaçlarını da görmezden gelir. Erkek muktedir kadının bunlara gerçekten ihtiyacı olduğuna inanmaz.
Kısacası, reislik kadına göre değildir. Kadın reis olunca evde bütün dengeler bozulur. Yöneticilik kadının doğasında var olan yumuşaklığı, naifliği, çocuksuluğu, neşeyi, latifliği alır götürür. Yerine öfkeli, ağır, sert ve erkeksi bir kadın gelir. Bu kadını aslında kendisi bile sevmez.
.
Yaratılışa Ters Olan Dine de Terstir
Erkeğin ailede kavvam olması ve kavvamın özellikleri üzerine yazmaya devam edeceğim inşallah. Fakat bundan önce kavvamlığın önündeki engelleri konuşmak lazım. Feminizmle başlayalım.
Feminizmin aslında bir Müslüman ülkede hiçbir şekilde problem olmaması lazım. Batıda feminiz hareketinin çıkış amacında onlar açısından haklılık vardı. Hıristiyan din adamları Hz Adem’in karısı Havva’nın onu kandırması yüzünden Allah’ın koyduğu yasağa uymadığını inandıkları için yüzyıllar boyunca insanın cennetten çıkarılmasının günahını kadına yüklemiş ve kadını bir şeytan gibi görmüşler ve gerçekten de kadın çok ezilmiş, sömürülmüş.
Oysa İslam toplumlarında kadın her zaman kıymetli olmuştur. Dinimiz kadına en iyi şekilde haklarını vermiştir. Uygulama da eksikler varsa bu da bir batı söylemi ile değil, kendi dinimizden çözümler üreterek yapılmalı. Fakat maalesef ki Müslüman hanımlar feminizme pek bir sahip çıktılar.
Oysa feminizm her şeyden önce fıtrata karşı bir harekettir. Feminizmin eşitlik söylemi yaratılışa terstir. Çünkü kadın ve erkek eşit yaratılmamış, birbirinden farklı yaratılmıştır. Yaratılışa ters olan, elbette dine de terstir.
Nisâ sûresi 32. âyet-i kerîme de şöyle buyruluyor.
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir.”
Rabbimiz öncelikle kadın ve erkeği birbirinden farklı noktalarda üstün yarattığını vurguluyor. Eşitlik yok. Ve diğerinde olan ve size verilmemiş olanı arzulamayın, diye de uyarıyor.
Feminizm, geldiği noktada Rabbimizin “arzulamayın” dediğini kadınlara arzulatmak üzerine kurgulanıyor.
Feministler kadın hakları adına; miras, mülkiyet hakkı, eşit ücret gibi bütün hakları aldılar, fakat hâlâ memnun değiller. Daha ne istiyor olabilirler?
Feministler artık sadece kadın hakları ile yetinmiyorlar, erkeklerin haklarını da istiyorlar. Erkekler sürekli değersizleştirilmeye uğraşıyorlar. Kadın şiddeti bahanesiyle bütün erkeklerin üzerinde psikolojik baskı kurulmaya çalışılıyor. Feministlerin istediği artık eşitlik falan değil. Söylemlerine baktığınız zaman mutlak kadın üstünlüğünü savunuyorlar. Ve bunu da erkek düşmanlığına yaparak sağlamaya çalışıyorlar.
Bizim Müslüman feministler farkında değil; fakat batılı feministler savundukları fikrin yaratılışa ters bir söylem olduğunun farkındalar. Fakat onlar da fikirlerinden vazgeçmek yerine yaratılış farklılıklarını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar yıllardır. Bu uğraşlarında da başarılı oldukları söylenebilir. Erkek gibi kadınlar ve kadın gibi erkekler gün geçtikçe hızlı bir şekilde artıyor. Fakat taklit hiç bir zaman gerçeğin aynısı olamadığı gibi aslının da bozar, yeni bir tür ortaya çıkarır.
Batının insaflı bilim adamları artık itiraf ediyorlar ki kadın-erkek farklılığını ortaya koyan pek çok bilimsel çalışma sonucu feminizm hareketi zarar görmesin diye gizlenmiştir.
Eşitlik davası kadınları erkeklere karşı amansız bir yarışa soktu.
Farklı olanın eşit olması mümkün değildir, bu adalete aykırıdır. Kadın ve erkeğin eşit olmaması, birinin daha iyi, birinin daha kötü olduğunu göstermez. Su ve ateş birbirine eşit değildir fakat birinin diğerine üstünlüğü yoktur.
.
İkiyüzlü Feministler ve Sapkınlıklar…
Kadına şiddetin, taciz ve tecavüzlerin çokça konuşulduğu şu günlerde feministlerin ve aydın geçinenlerin ikiyüzlülüğünden bahsedeceğim.
Kadına şiddetin en feci halini anlatan bir kitap: “Grinin Elli Tonu” Kitap bizim ülkemiz de dahil 39 ülkede yayınlanmış ve toplamda 100 milyondan fazla okunmuş.
Bu kitap ülkemizde de üç yıldan (2012- 2015) arasında en çok satanlar listesinden düşmedi. Geçen hafta da kitabın filmi gösterime girdi. Filmin biletleri daha gösterime girmeden vizyona giren ülkelerde toplam 3 milyon satılmış. Ülkemizde de ilk üç günde üç yüz bin kişi izlemiş.
Filmin önce yazarından bahsedeyim: Yaşı elliye dayanmış, evli, iki çocuk annesi bir İngiliz kadın bir gün oturmuş ( yıl 2012) hayallerindeki erkeği ve sapkın cinsel arzularını yazmış. Yazar “Bir orta yaş krizinin tam eşiğindeydim. Tüm fantazilerimi yazıya döktüm ve ortaya bu çıktı” diyor.
Kitap acayip bir ilgi görüyor. Bu ilgiye kitabın yazarı da çok şaşırıyor.
Yazar bir Türk gazeteciyle yaptığı röportajda “Demek ki tek sapık ben değilmişim” diyerek kitabının ilgi görme sebebini itiraf ediyor. Kadın, bakıyor sapık çok, hemen kitabın ikincisini, üçüncüsünü de yazıyor. Hepsi de çok satılıyor.
Nasıl bu kadar okunuyor anlamadım. Ben kitaba göz attım okuyamadım iğrençti. İlköğretim seviyesinde cümle yapısı ve kadını aşağılayan, şiddeti öven, cinsel şiddeti teşvik eden sapık bir kadının fantazi dünyasını kaç yüz sayfa okumayı midem kaldırmadı fakat içinde ne olduğunu anladım.
Kitap, üniversite öğrencisi genç bir kızın, çok zengin bir adamın gönüllü seks kölesi olmasının hikayesini anlatıyor. Adam, pahalı hediyelerle kadınları tavlayan, onlara efendi-köle anlaşması imzalatarak cinsel istismarda bulunan; kırbaç, kelepçe gibi pek çok aletle işkence eden, kadının iple el ve ayaklarını bağlayarak tecavüz eden sapık ruhlu biri. Fakat özel uçağı olacak kadar zengin olduğu için sapıklığı feministleri rahatsız etmemiş belli ki.
Bir gün karşısına çıkan üniversite öğrencisi kıza da kölesi olmasını teklif ediyor. Fakat kız başrol oyuncusu olduğu için filmin yapımcısına göre, onurlu bir kız (!). Bu yüzden pahalı hediyeler için değil; adama tutulduğu için (tabii biraz romantizm olmazsa kadınlara okutamazsınız kitabı) adamın kölesi olmayı kabul ediyor.
Genç kız, efendi-köle anlaşmasını imzalıyor. Adam kıza çok kaba davranıyor ve çeşit çeşit işkenceler ediyor. Kız ona “efendim” diye hitap ediyor ve kız adamı yere diz çökerek karşılıyor. Avrupalı kadınlar ve bizim modern kadınlarımız, feministlerimiz bu hikayeye bayılıyorlar.
Çok ilginç değil mi? Bu kitaba ve kadın bedeninin cinsellik üzerinden istismar edildiği efendi-köle, hakimiyet-teslimiyet, sadizm-mazoşizm ilişkisi anlatan bu porno filme ülkemizde de erkeklerden çok kadınlar bayılmış.
Filmi izlemedim, eleştirileri okudum, filmi izleyip beğenmeyen çok erkek var:
“Tek kelime ile sapıklık. Filmin yarısında çıktım. Filmi beğenen psikopattır, sadisttir”, “Bu film bana yoldan geçen kadınlara tecavüz etme duygusundan başka bir şey vermedi, iğrençti” demiş bir erkek. Erkekler genellikle beğenmemiş ve kadının aşağılandığını düşünmüşler.
Filmi izleyen kadınların çoğu beğenmişler. “İkinci kitabın filmini sabırsızlıkla bekliyoruz” demişler. Bu da ilginç!
Bu kadar kadın derneği var, bolca feministimiz var, filmin konusu tam da onların itiraz edeceği bir konu. Fakat ilginç şekilde çok sessizler. İçinde cinsellik olunca şiddet onları rahatsız etmemiş gibi duruyor. Ya da başka bir sebebi var…
Kitapların, filmlerin insanları etkilemediğini iddia edenler, bu filmle ilgili gerçek verilere bir baksınlar:
Kitaptan sonra cinsel şiddette kullanılan aletler, sadece o ürünlere özel dükkanlardan çıkmış, birçok mağazada satılmaya başlamış.
Amerika ve İngiltere’de hırdavatçılarda ip satışında patlamalar yaşanmış.
Araba bagajında özel işkence aletleri ile gezen kadınlar artmış.
İngiltere itfaiyesi filmin vizyona girmesinden hemen önce alarm durumuna geçmiş, kitap çıktığından beri pek çok vaka ile karşılaştıklarını, filmle kazaların çok fazla artmasının beklendiğini söyleyerek uyarıda bulunmuş, yaralanmalar için telefon numarası vermiş. Bir itfaiye görevlisi “Kitap çıktıktan sonra her gün birden fazla yüz kızartıcı duruma müdahale etmek zorunda kaldıklarını” söylemiş.
Kitabı okuyan kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada kitabın kadınlarda davranışı değiştiren kişilik bozulmalarına sebep olduğu görülmüş.
Araştırmaya katılan kadınların yüzde 25 inin kendine kaba davranan erkekleri daha çekici bulmaya başladığı, yüzde 65 inin daha çok içmeye başladığı belirlenmiş.
Kitabı okuyan kadınlarda yeme-içme bozuklukları çok görülüyormuş.
Kocası kitaptaki fantezileri yapmıyor, diye boşanma davası açan kadınlar olmuş.
Filmdeki kadının dayak yediği sahneyi, kadınlar, dayağı erkeğin kadına sevgisini göstermesi olarak yorumlamışlar. (Ne günlere geldik!)
Kitaptaki işkenceleri yapmaya çalışan bir adam sevgilisinin ölümüne sebep olmuş.
Böyle iğrenç bir filme, bizim feministlerden neden itiraz gelmiyor. Çok araştırdım, ne kitaba ne filme ciddi bir eleştiri göremedim. Ne feministlerden, ne aydın geçinenlerden…
“Kocanız size sesini bile yükseltemez, psikolojik şiddete girer, onunla birlikte olmak istemiyorsanız ısrar ederse tecavüz sayılır, hemen kocanızı şikayet edin” diyerek kadınları gaza getiren feministler, erkekleri tecavüze teşvik eden, kadına şiddeti destekleyen, artıran bu film karşısında hani şimdi neredeler? Kendileri için bir kırbaç almaya mı gittiler yoksa?
“Erkek evde reis olmalı” dediğim, dinimizin emrini söylediğim için, erkek iktidarını destekleyip kadınların ezilmesine bir sebep de beni göstermeye utanmayan sözde aydıncıklarımız, feministçiklerimiz bu filmde niçin susup kaldınız gerçekten merak ediyorum.
Bence bu film ve kitapların özellikle kadınlar tarafından neden bu kadar beğenildiği, milyonlarca kadının neden okuduğu ve toplum üzerindeki etkileri her açıdan sosyologlar, psikologlar tarafından incelenmeli. Bu konuyu yok sayamayız.
Güçlüyüz, ayaklarımızın üzerinde duruyoruz diyen, erkeklere hükmetmeye meraklı kadınlar, nasıl oluyor da despot, kaba bir adamın bir kızı köle yapmasının hikayesine bayılıyorlar?
Aslında her şey gayet açık. İğrençlikleri konu dışı tutarsak kitabın bu kadar çok satması- kadınların itaat edecekleri güçlü bir erkek hayal ediyor- oluşlarının bir göstergesi de olmuş oluyor. Bir noktada fıtrat ortaya çıkıyor fakat tabii burda sapkınlıklar olduğu için kitabı da filmi de kimseye tavsiye etmiyorum.
Film ve kitap bazı ülkelerde yasaklanmış. Fakat bizde serbest, bizde her şey serbest.
Kaç günden beri tecavüz konuşuluyor, kadınların tacize uğraması konuşuluyor. Neden kimse bu iğrenç kitaplardan ve gösterimdeki filmin etkilerinden, zararlarından bahsetmiyor? Kimse ayaklanmıyor? Kim bilir kitap ve filmden sonra kaç tecavüz yaşanmıştır?
Film İstanbul’da bütün sinemalarda gösterimdeymiş. Hatta bir genç isyan etmiş “Film sanki zorla izletilmeye çalışılıyor” diye.
Filme 18 yaş sınırı varmış fakat duyduğuma göre liselerde 15-16 yaşındaki kızlar toplanıp gidiyorlarmış. Yorumlarda da vardı küçük kızlar vardı, yaş sınırına dikkat edilmemişti diye.
15 yaş ve altı kızların bu porno filme gitmesine ses çıkarmayan feministler, bu kızlar gördüklerini uyguladıklanıda da ses çıkarmazlar yeter ki hamile kalmasınlar yeter ki 18 yaş altında evlenmesinler… O zaman cinsel özgürlüğün adı cinsel istismar, erken evlilik olur.
Sadece bu da değil, internette porno serbest. Geçenler de feministler “Pornoma Dokunma” diye pankart taşıyorlardı. Senin o pornonu ilkokul çocukları, ergenliğe yeni adım atmış gençler, ödev araştırırken görüp izliyorlar. Sonra da okul arkadaşları ile uygulamaya çalışıyorlar. Orta okul öğrencileri hamile kalıyor. Sizin sapkınlıklarınız binlece çocuğun, gencin hayatını karartıyor.
Umrunuzda mı değil elbette. Sizler Avrupa fonlarından gelen paralarla cebinizi doldurun, erkek düşmanlığı yapın, kadına şiddeti artırın, sonrada gidin erkeğin efendi, kadının köle olduğu filimleri bayıla bayıla izleyin.
Bu ülkede çocuk istismarcılığın şahını feministler yapıyor.
Kürtaj Yasaklanamaz
Lilith’in Sürtükleriyiz
Namus mu Kirletmeden Duramam.
Sevişirim Evlenmem, Hamile Kalırım Doğurmam
Benim Bedenim Benim Kararım
Kadın İsyanda Güzel
Daha buraya yazamayacağım kadar çirkin sloganlar, pankartlar taşıyorlar.
Bu sözlere çocuk yaşta kızlar da maruz kalıyorlar.
Buyrun on sekiz yaş altı kızlar da isyanda. “Kızlar isyanda güzel, bizim kararımız, bizim bedenimiz, size ne, istismar değil, okul arkadaşlarımızla ilişkimiz var size ne! …” diyorlar.
Feministler her daim cinsel özgürlüğü ve sapkın ilişkileri savunurken, sokakta ahlaka söverken, sırf hükümete saldırabilmek için kızların gönüllü olduğu on sekiz yaş altı ilişkileri ve hamilelikleri ya da on sekiz yaş altı evlilikleri cinsel istismar diye göstererek ahlakçı oldular. Oysa cinsel istismarın artmasının sebebi onlar. Hiç boş yere timsah göz yaşları dökmesinler, ne olduklarını hepimiz biliyoruz.
Feministler, kız çocuklarına her daim cinsel özgürlük mesajları verirken, dizi ve filmlerde liseli kızların aşk ve cinsellik hikayeleri genç kızların gönülleri işgal ederken, genç şarkıcı kızların sevgili değiştirmeleri magazin haberlerinde boy boy yer alırken kızlara nasıl model oluyor, cinsel istismarın kapısı nasıl açılıyor, sorgulayan yok.
Beyni tecavüze uğramış kızlar, bedenlerini de kime sundukların pek umursamıyorlar.
Sema Maraşlı
.
Hadis Reddetme Furyası
Allah Resûlü’nün dünyayı şereflendirdiği miladî aya denk gelen nisan ayının içinde “Kutlu Doğum Haftası” yurdumuzda devlet erkanının da katılımıyla pek çok yerde kutlandı. Bu kutlamalar sebebi ile televizyonda ilahiyatçılar çokça boy gösterdi. Kimi ilmini kimi de zehrini saçtı.
Zehrini saçanlardan biri de devletin televizyonu TRT’de çıkan bir ilahiyatçıydı. Konuşmanın başı iyiydi. İlahiyatçı önce peygamberlik kurumunun önemini anlattı. Peygamberin bir postacı olmadığını hayatının ve sözlerinin mü’minler için örnek olduğunu ve hadisler olmadan Kur’an-ı Kerim’in tam anlaşılamayacağını söyledi. “Kur’an-ı Kerim, namaz kılın, der; fakat namazın nasıl kılınacağını anlatmaz, bunu peygamberden öğreniniz.” dedi. Güzel.
İlahiyatçıyı tanımıyorum, ilk defa dinliyorum. “Çok şükür, hadislerin kıymetini bilen bir ilahiyatçıymış.” diye düşünürken ilahiyatçı, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’deki hadisler de dahil güvenilir hadis bulmanın ne kadar zor olduğunu anlatmaya başladı. Alimlerin ortaklaşa güvenilir bulduğu bu kitaplardaki hadislerin yüzde altmış güvenilir olma ihtimali olduğunu söyledi.
“Hadislerin güvenilir olması için dört kriter olması lazım.” dedi. “Kur’an-ı Kerîm’e uygun olacak, akla uygun olacak, bilime uygun olacak, fıtrata uygun olacak.” Bu da doğru. Sonra da bu güvenilir kaynaklarda akla uygun olmayan (kendi aklına uygun bulmadığı) hadislerden misaller vermeye başladı.
Seçtiği hadisler de “Kadının kocasını razı etmesi” üzerine olan hadislerdi. Fakat orada bir çarpıtma yaptı.”Kocasını razı etmeyen kadın cennete giremez, diye yüzlerce hadis var.” dedi. “Yani kadın ne yaparsa yapsın, ne kadar ibadet ederse etsin kocası razı değilse cennete giremez; bütün yaptıkları boş, olur mu böyle şey?” dedi.
Benim bildiğim “Kocasını razı etmeyen kadın cennete giremez” diye bir hadis yok. Fakat “Kocasının rızasını kazanan mümine kadının cennete gireceğini” müjdeleyen hadis-i şerîfler var. Bu iki söz arasında önemli bir fark var. Koca rızasını almak, kadının cennete girmesine sebeptir, cennet yolunu kolaylaştırır. Fakat alamayan için niçin alamadığı önemlidir. Kadın dinimizin emrettiği gibi gerçekten üzerine düşeni yapmıştır da adam kıymet bilmemiştir, kendi çok problemlidir gibi sebeplerle koca “razı değilim” derse bu kadın cennete girmeyecek mi? Adam bir kere hadisleri tersinden söyledi.
Sonra Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’den “Kocaya itaat” ile ilgili hadislerden misaller vermeye başladı. Ve hadis diye güvenilir kaynaklarda geçen bu sözlerin “erkek egemen toplum anlayışının peygambere dayatması” olduğunu söyledi.
Burada ne demek istediğini tam anlayamadım. Dayandırmasıdır dese “Erkek egemen anlayışa sahip olan sahabe-i kiramın bu hadisleri Allah Resul’ü söyledi deyip uydurmalarıdır.” (haşa ben demiyorum) demek istiyor.
“Dayatmasıdır” dedi, yani erkek egemen kültüre sahip sahabeler peygamber efendimize dayatarak bunları söyletmişler gibi bir anlama geliyor.
Fakat sözlerinin devamında “Bu hadislerinin fıtrata, akla, psikolojiye ve peygamber hissiyatına uygun olmadığını, tüm insanlığa gönderilen son peygamberin bunları söylemesinin mümkün olmadığını, erkek egemen toplum yapısından kaynaklandığını” söyleyince ne demek istediği ortaya çıktı.
“Erkek egemen toplum yapısına sahip olan Allah Resûlü’nün dostları, arkadaşları, Sahabe-i Kiram bu sözleri kendileri uydurmuşlar.” demek istiyor yani bu anlama geliyor sözleri. Aman Allahım! Ne büyük bir iftira. Nasıl hesabını verecek bu adam acaba. Fakat maalesef ki bu hocalardan bir tane değil. Son dönemlerde hadis düşmanı çok ilahiyatçı ve hoca sıfatlı insanlar türedi. “Vahiy bize yeter, hadisler güvenilir değil.” diyen. Peşlerine düşen söylediği doğruların içinden yanlışları ayıramayan çok da insan var. Fitne çıkarmak isteyenler on doğru sözün içinden bir tane kafa karıştıracak yanlış söz söylerlermiş ki ne oldukları ortaya çıkmasın diye. Allah bunların şerrinden müminleri korusun.
Bir kere ilahiyatçı hocanın akla ve fıtrata uygun bulmadığı ve hadis olarak görmediği sözler sahih kaynaklarda yer aldığı için hadistir ve akla ve fıtrata gayet uygundur. Akla uygun bulmaması onun aklının henüz hadisleri anlayacak seviyeye gelmemesindendir, fıtrata uygun bulmaması ise fıtratla ilgili cehaletindendir.
İlahiyatçı hoca hadislerin ne kadar güvenilmez olduğunu daha iyi anlatmak için bir de hamamlarla ilgili hadislerden misal verdi. Mekke ve Medine’de hiç hamam olmadığını, hatta sadece bir kaç kuyu olduğu için içecek su sıkıntısı çekildiğini, dolayısıyla Peygamberimizin hayatında hamam görmesinin mümkün olmadığını bu yüzden “hamama gitmeyi tavsiye etmeyen” sözlerinin olamayacağını söyledi.
Yani Allah’ın Resûlü görmediği bir şeyi bilemezmiş. Bu nasıl bir söz ve inanç anlayamadım. Peygamberi kendi gibi sıradan biri zannediyor olmalı. TRT böyle birini niye ekrana çıkarmış diye şaşarken öğrendim ki bu adam bir dini kanalda çok izlenen bir programa sık sık konuk oluyormuş. Fazla televizyon izleme fırsatım olmadığı için bana ilk defa denk gelmiş.
Velhasıl hadis düşmanlarının ana dayanağı kadın ve itaat ile ilgili olan hadisler. Bakıyorum ilahiyatçı erkek hocalar, kadınlardan daha feminist olmuşlar. Onlar böyle olup televizyonlarda boy gösterdikçe pek çok cahil de hadis reddetmeye yüz buluyor.
Mesela geçen haftalarda TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu, kadına şiddetin önlenmesi ile ilgili bir taslak rapor hazırlamış. Taslak raporda şöyle bir madde var:
“Kadına yönelik her türlü ayrımcılıkla dinin ilişkilendirilmesini önlemek üzere; ilmihal, meal ve tefsirlerdeki ayrımcılık ve şiddeti meşrulaştıran ifadeler ve dine atfedilen sahih olmayan hadislerle mücadele etmeye yönelik kampanyaların ve farkındalık çalışmalarını Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülmesine devam edilmesi.”
Demek ki Diyanet İşleri Başkanlığı feministlerin beğenmediği hadisleri kitaplardan çıkarmaya başlamışlar ki feministler bunun devam etmesi gerektiğini savunuyorlar. Ya da bu komisyonun Diyanet İşleri Başkanlığı’na iftirası. Bilmiyorum.
Kutlu Doğum Haftası, böyle kişiler tarafından insanların zihnine Allah Resûlü’nün sözleri ile ilgili fitne tohumları atmaya sebep olacaksa hiç kutlanmasın daha iyi.
Sema Maraşlı
.
Hadisleri Anlamaya Çalışmak
Geçen hafta yazdığım “Hadis Reddetme Furyası” başlıklı yazım üzerine okuyuculardan bir kaç konuda sorular ve itirazlar geldi.
Öncelikle “Siz ilahiyatçı mısınız, neden dini konularda yazıyorsunuz?” diye soranlar oldu. Aslında bu gazetedeki ilk yazımda okuyucu ile kısa bir tanışma yapmam iyi olurmuş, yapmamışım. Kısaca eğitim hayatımdan bahsedeyim. Merak eden okuyucular için.
Ben ilahiyat fakültesi okumadım. Ortaokuldan sonra üç yıl Kur’an kursunda öğrencilik yaptım, bunun yanında iki yıl bir alimden özel olarak Arapça ve Fıkıh dersleri aldım. Memleketimde o zaman kız İmam-Hatip lisesi olmadığı için İmam-Hatip lisesini dışarıdan bitirdim. Bu arada da fahri olarak iki yıl yarım gün Kur’an kursunda öğretmenlik yapmaya başladım. Aynı zamanda üniversite sınavlarına hazırlandım fakat başörtü olaylarının patlak verdiği zamana denk geldiği için üniversiteden vazgeçip Kur’an kursu hocası olarak devam etmeye karar verdim. O zaman hocalık için ilahiyat fakültesi okuma mecburiyeti gelmemişti, sınavlara girip kazanarak göreve başlamıştım.
Sonrasında altı yıl Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kur’an kurslarında öğretmenlik yaptım. Fahri görevle birlikte toplamda sekiz yıllık hocalık hayatım boyunca da bir öğrenme meraklısı ve okuma âşığı olarak İslam tarihi, hadis, fıkıh, tefsir kitaplarını çokça okudum, eğitimlere katıldım. Bu sekiz yıl süresinde de Ramazan aylarında hanımlara sohbetler yaptım. Her sohbete özel çalışır, günlerce hazırlanırdım. Hâlâ da dini konularda okumaya, öğrenmeye devam ediyorum. Daha sonra iki yıl AÖF’de okudum fakat uzaktan eğitimin sınavlarında da başörtü yasağı gelince onu da bıraktım, üçüncü yıl devam etmedim.
Daha sonra özel bir üniversiteye devam ederek “Davranış Bilimleri” bölümünde okudum. Kısa bir süre evlilik danışmanlığı yaptım fakat yazmak için zamanım kalmadığını görünce danışmanlığı bıraktım. Fırsatım oldukça seminer davetlerine katılıyorum fakat seminerler içinde pek fazla vakit bulamıyorum. Hanımlarla “Evlilik Okulu” dersleri şeklinde grup çalışmaları yapıyorum. Yazmayı ön planda tutmaya çalışıyorum. Yazı ile daha çok kişiye ulaşabiliyorum. On beş yılda on dört kitap oldu. Sekiz kitap yetişkinler için aile hayatı üzerine, altı kitap da çocuklar için yazmayı Rabbim nasip etti.
Bunların yanında Vahdet yazarlarından değerli arkadaşım Tuğba Akbey İnan’la birlikte devam ettirdiğimiz www.cocukaile.net isminde hem bizim yazdığımız hem de kıymetli yazarlarımızın olduğu evlilik ve çocuk eğitimi üzerine yayın yaptığımız bir sitemiz var.
Bir de sizin bildiğiniz gibi burada Vahdet gazetesinde yazıyorum. Bir kitap çalışmam olduğu için burada da haftada iki olan yazı günümü bir süreliğine haftada bire indirmek durumunda kaldım.
Allah izin verdiği sürece okumaya, öğrenmeye ve yazmaya devam etmek istiyorum. Dini konularda yazmak için ilahiyatçı olmak gerekmiyor diye düşünüyorum. İlim ehli olmak yeterli. Ben de iyi bir ilim tâlibiyim.
İkinci konu ise bir önceki yazıda ismini yazmadığım, sözlerini aktardığım hocanın kim olduğu sorusuydu. O kişi ilahiyatçı ve tarihçi Prof.Dr. Mehmet Çelik. Yüksek öğrenimini Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam ve İslâm Felsefesi Bölümü ile Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirerek tamamlamış. Ekranlarda din ve tarih konusunda programlara çok katılıyormuş. Tarih konusunda bilgisine bir şey diyemem fakat dini konularda oldukça eksiği var. Son dönem hadis reddeden kişiler çok türediği için isim zikretmeyi gerekli görmemiştim. Fakat çok soruldu, başkaları zan altında kalmasın diye söyleyeyim.
Üçüncü konu ise hadis reddeden kişiler, televizyon vasıtası ile geniş kitlelere ulaşabildikleri için yeterince dini bilgisi olmayan, o hadis-i şerîfler bize ulaşana kadar alimlerin gayretlerini bilmeyen kişiler çok kolay etki altında kalabiliyor. Hemencecik bu hadis Kur’an-ı Kerim’e, akla, bilime uymuyor deyip çıkıyorlar. Elbette Allah Resûlü’nün sözleri Âyet-i Kerîmelere, akla ve bilime uygundur. Uygun değil gibi duruyorsa bu bizim anlama ve yorumlama konusunda eksiğimizdir. Ona bakarsanız Kur’an-Kerim’de de aklımızın almadığı ya da bilimsel değil gibi görünen âyetler var.
En basitinden teyemmüm âyeti. Abdest almak akla uygun duruyor, suyla temizleniyoruz fakat su bulamadığımızda yüzümüze ve kollarımıza toprak sürmemiz akla uygun mu? Daha çok kirlenmez mi insan? Görünen kirler olarak bakarsanız öyle görünüyor. Oysa abdest ve teyemmüm görünen kirleri temizlemiyor sadece. Görünmeyenleri de temizliyor. Vücudumuzda duygu ve düşüncelerimizle oluşan negatif elektriği ya da dışarıdan aldığımız zararlı ışınları su ve toprak temizliyor. Şimdi bu bilimsel bir açıklama. Peki bilim insan vücudunda içeride oluşan ya da dışarıdan aldığı radyasyon ve ses dalgaları kirliliği gibi kirleri su ve toprağın temizlediğini söylemeseydi aklımız almıyor diye teyemmüme inanmayacak mıydık?
Yatarken abdest almayı tavsiye eden hadis-i şerîfler var. İbadet etmeyeceksen ve hemen de uyuyan birisi isen yatarken abdest almanın bir mantığı var mı? Biz anlamasak da var. Vücudunda birikmiş bütün negatif elektrikten arınıp uykuya temiz ve rahatlamış olarak dalmak için yatarken abdest almak çok faydalıdır. Böylece hem maddi- manevi faydalanıyorsun, hem de sevaba giriyorsun.
Mü’mine yakışan, ömrünü ilme adamış değerli alimlerin ittifakla sahih dediği hadis-i şerîfleri aklım almıyor ya da bilimsel değil gibi bahanelerle reddederek vebale girmek ve o mübarek sözlerden faydalanma fırsatını kaçırmak değildir. Hadis-i şerîfleri anlamaya çalışmak lazım. Hatta ilim adamlarının hadislerin hikmetini çözmek için bilimsel çalışmalar yapması gerekiyor. En çok reddedilen kadınlar ve evlilik ile ilgili hadisi şeriflerde de muhakkak hikmetler var. Rabbim hepimize anlamayı nasip etsin.
.
Yatak, Mücahidelik, Takva, İftira…
Her şey biraz espriyle yazdığım “Yeni Aile Kanunu” yazımın Vahdet Gazetesi’n de çıkmasıyla başladı. Yazımdaki şu madde millete dert oldu.
“Haftada bir kaç gün karı-koca yatak etkinliği yapmayı ihmal etmemeli. Geceleri başı ağrıyan kadınlar için ağrı kesici, erkenden uykusu gelen kocalar için dinçlik verici ilaçlar sağlık ocaklarından bedava dağıtılacaktır.”
Önce haber sitleri “Başörtülü Yazardan Tuhaf Tavsiyeler” diye başlığa çektiler. Cidden şaşırdım, tuhaf olan ne anlayamadım.
Sonra arkasından üniversiteli başörtülü altı genç kızın kurduğu “Reçel Blog” da “Makbul Cinsellik” diye bir yazı çıktı. Benim için tuhaf olan buydu mesela. Onlar da aynı maddeye takmışlar. Onların sitesinde içinde sadece “döl ve rahim” geçen başörtülü bir arkadaşları Nebiye’nin yazdığı “Adamım Büyüksün” masum şiir(!) yüzünden ağır eleştiriler almışlar da millet neden beni taşa tutmuyormuş. Kendi ifadeleri ile “cinsellik kelimesini kullanırken utanıp sıkılıyormuş” bu arkadaşlar fakat sitelerinde masum şiirden zerre utanmamışlar bir de eleştiri aldı diye canları sıkılıyor.
Okumanızı tavsiye etmem bugüne kadar okuduğum en berbat ve en rezil şeydi. Feminizmin ve edepsizliğin tavan yaptığı acayip bir şey. Benim “Yatak Etkinliği” sözümden utanıp bu şiirden utanmayıp bir de savunmalarının sebebini ise henüz çözemedim.
Sonra Reçel de aynı yazımla ilgili “Evlilikte Kariyer Yapmak” diye bir yazı daha çıktı. Yazan kişi yazımı olabilecek en saçma şekilde anlamış. “Mescit olması gereken evlerimizde cinselliğin ne işi var” tadında da bitirmiş yazıyı.
Sitedeki diğer yazıları inceledim. Bu özgürlükçü arkadaşlar kadın ve aileye dair her şeye başkaldırıyorlar. Öfkeliler ve öfkeleri ile övünüyorlar. Bunu da Yeni Şafak ta çıkan onlarla ilgili bir röportajda açıkça söylemişler. Üzüldüm yenemedikleri öfkeleri ve bu öfkenin peşine düşmüş pek genç kız adına. Onlara cevap vermeyi hiç düşünmedim. Sadece twiterdan “takipteyim” yazdım. Kızamadım da. Bu gençler bizim gençlerimiz, ne ara bu hale geldiler? Üzüldüm.
Sonra “Müslüman Anneler” de çıkan Ümmü Reyhane hanımın”Yatak Odası Mücahideliği! ” yazısı çıktı. “Müslüman Anneler” İsimlerini duyduğum bir blog değildi, yazı maille geldi. Okudum ve inanamadım. Kızsam mı gülsem mi bilemedim. Hadi diğerinde genç kızlar öfkeliler, heyecanlılar fakat “Müslüman anneyiz” diye yola çıkan anladığım kadarıyla kırklı yaşları civarındaki bu koskoca evli barklı kadınlara ne oluyor, gerçekten anlamadım. Bir okurun tabiriyle neredeyse evde kaybolan terliğinin hesabını benden soracak.
Önce cevap vermeyi düşünmedim fakat Ümmü Reyhane hanım yazısını bana twittir dan gönderince, hadi cevap vereyim dedim. Madem sitelerinde aleyhime bir yazı yazdılar, en azından yanında da benim cevabımı yayınlasınlar da beni tanımayanlar, yanlış tanımasınlar diye düşündüm. Cevabı onlara da gönderdim bizim sitede de yayınladım.
Ümmü Reyhane hanım yazısında toplumdaki bütün bozulmaları benimle Ünzile hanımın üstüne atmıştı. O kadar saçma bir yazıydı ki cevap verirken bir ayar tutturamadım. Biraz ciddi yazdım biraz dalga geçtim. Fakat bütüne baktığınızda ağır bir iftira var. “Ya bu iftiraları ispat edin ya da özür dileyin” dedim. Yazımı ertesi gün yayınladılar ve aynı anda Ümmü Reyhane hanım kendi savunma yazısı da yazmış onu da yayınladı “müslüman anneler” de. Yazının başlığı “Estetiğe Değil, Erotizme Karşıyız”
Yazıda bir özür dilemediği gibi bir de suçlamalarına devam etmiş, kendini haklı çıkarmaya çalışmış.
“Tamamen İslami reflekslerle, Müslüman kardeşlerinin haline üzülerek ve gidişattandan endişe ederek kaleme aldığı yazıya,” anlamadığımla başlamış.
“Şahsıma yönelik “Feminist, erkek düşmanı, kocaya itaatten rahatsız, hasta, etrafa takıntılı, kendisiyle uğraşması gereken problemli biri” ithamlarınız için size ne diyebilirim ki? Siz, yazılarınıza ufacık bir eleştiride bulunan kimseleri “Feminist” diye yargılamaya kalkıyorsunuz, hayırdır birilerini böyle itham ettikçe kendinizden intikam mı alıyorsunuz?” diyerek de bitirmiş ki bu ithamların hiçbirini ben ona söylemedim, kendisi yazımdan çıkarım yaparak kendine layık görmüş. Takdir kendinin ben söylemedim. O beni açıkça itham etmiş, iftira etmiş fakat kendi pek bir alıngan davranmış.
Yazısını okuduğum anda ona cevap verdiğime pişman oldum. Bu hanımla ortak bir dil konuşmuyoruz ve bunun sonu gelmez. Her konuda aynı düşünmek zorunda değiliz elbette, bu siteyi takip edenler, hakaret olmadıkça eleştiriye açık olduğumuzu bilir. Cinselliğin konuşulmasından rahatsız da olabilir bunu da anlarım, bunu da eleştirebilir. Ortak bir dil tuttursaydık, hatasını görüp özür dileseydi, tatlı tatlı atışabilirdik.
İkinci yazısında bana olan ithamlarına devam ederken, bir yandan da “karı-koca arasında estetiğe değil erotizme karşı olduğunu” anlatmış. Peki, ne kadarı estetik, ne kadarı erotizm nasıl karar verilecek? Bunun kararını da Ümmü Reyhane hanım mı verecek? Ayrıca böyle bir hakkı var mı? Erotizm karı-koca arasında olmayacaksa nerede olacak ben bunu anlayamadım. Size ne? Kadın ister kocası için dans eder, ister başka bir şey yapar. Zina yapmasınlar, haram işlemesinler de. Sizi ne ilgilendiriyor?
Tabii size göre kocasına dans eden bir kadın takvalı olamaz. Mümin kardeşine iftira atanlar, haksız ithamda bulunanlar, takvalı olabilir fakat dans eden olamaz. Ki benim dans tavsiyem olmadı da Ünzile hanım tavsiye ettiği için ben de onun kitabını tavsiye ettiğim için sorumlusu ben olmuşum. Ümmü Reyhane hanım yazıyı yazmak için uğraşmış emek vermiş ikimizin kitabından da alıntılar yapmış. Boş yere bu kadar yorulmuş. Ben de tavsiye edeyim de rahatlasın.
Sevgili kadın okurlarım! Kocanız için dans etmeyi öğrenin, elinize ayağınıza bir estetik gelsin, zerafet gelsin, odun gibi kadın olmayın, evinizin içinde kuğu gibi süzülün, estetik olun, kocanız için erotik olun. Millete çamur atmaya uğraşanlar gibi olmayın, kocanızı mutlu etmeyi öğrenin. Aman! İftiradan uzak durun, dünyada da ahirette de vebali çoktur.
Ümmü Reyhane hanım yazısında feminist olmadığını ispat etmek için de “müslümüman anneler” de daha önce yayınlanan ümmü Aişe adı ile yazdığı 3 yazısının linkini vermiş bana. İki yazının karı-koca hakkıyla alakası yok, evlilik öncesini anlatan yazılar.
Feminist olmadığını anlatmak için linkini gönderdiği “Evlilik Manifestosu” yazısı ise buram buram feminiz kokuyor. Kendinin de içinde olduğu yedi kız arkadaşın evliliklerini anlatmış. Biri dışında hepsi mutsuz olmuş. Pırıl pırıl genç kızlar kocaları tarafından kıymetleri bilinmemiş. Alimi de dindarı da kötü çıkmış, kızların hayatını mahvetmişler. Hatta kızlardan biri “etrafındaki olumsuz müslüman erkek tiplerine bakarak” (cümleyi yazıdan aldım)
“Buralar adamı çürütüyor. Cihada gidecek biriyle evlensem de hemen yollasam onu, şehit olsa” demiş ve gerçekten de kocası şehit olmuş.
Yedinci genç kız ise anladığım kadarıyla en mutsuzu. “Saygı göstererek kendi saygınlığını korumayı ilke edinmişti…” diye bir cümle var yazıda. Yani muhabbet yok, mutluluk yok, Allah rızası yok, sadece kendi gururu kibri kırılmasın diye saygınlığını korumak için saygı gösteriyor kocasına. Aslında kocası saygıyı hak etmiyor. Of geçmez ki böyle de hayat. İnsan ancak öfke biriktirir böyle.
Bu arada Ümmü Reyhane genç kızların hiç birini eleştirmemiş. İyi araştırmadan evlenmişler falan filan. Kızların ilim ehli ve mücahide olması yetiyor onların iyi bir eş olmaları için sanki. Tabii ki kocalarının da hataları olmuştur fakat kızların hiç mi hatası yok? Ah bir de o kızların kocaları yazabilselerdi ne çektiklerini.
Yani bir kız mutsuzsa kocasının hatasıdır. İşte dindar kadınların feminizmi bunun için tehlikeli. Gizli Feminizm.
Velhasıl Ümmü Reyhane’nin cevabı yazısını okuyunca cevap verdiğime pişman oldum ve cevap verdiğim yazıyı sitemizden kaldırmaya karar verdim. Gece yazıyı kaldırdım. Sabah mesaj gelmiş:
Hayırlı günler Sema Hanım,
Müslüman Anneler, farklı yazarlardan oluşan bir blog sitesidir. Farklı görüşte olan yazılarda yayınlanmaktadır. Ummu Reyhane hanımdan bir çok yazı alıntıladık, son yazısı da dahil. Bu anlamda cevaplarınız da tüm siteyi töhmet altında bırakmamanızı rica ediyoruz. Teşekkür ederiz…
Tabii canım lafı mı olur. Ben dikkat ederim yeter ki blogunuza bir zarar gelmesin, töhmet altında kalmayın. Siz çıkın bana ve Ünzile hanıma, toplum tarafından tanınmış iki kişiye “Yatak Odası Mücahideleri” gibi terbiyesiz bir yakıştırmada bulunun, toplumun bütün bozulmuşluğunu üstümüze yıkın hiç problem değil. Yeter ki sizin isminiz kirlenmesin, blog sayfanızın takipçisi azalmasın, bizim ismimiz önemli değil.
Ki siz “müslüman anneleri” kapatıp “mümin anneler” diye de açabilirsiniz blog sayfanızı. (Aslında iki isim de yaptıklarına hiç yakışmıyor da, keşke ikisini de kullanmasalar) Hiçbirinizin kendi adı yok zaten, kim olduğunuz bilinmiyor. Hepiniz çocuklarınızın adı ile yazıyorsunuz. Reyhane nin annesi adı ile değil de Ayşe’nin annesi adı ile yazarsınız fakat olsun yine de sizin isminize bir zarar gelmesin bizim ismimizin hiç bir önemi yok. Biz töhmet altında kalabiliriz.
Ayrıca Ümmü Reyhane hanım “müslüman anneler” blog sayfasında dışarıdan herhangi bir yazarı değil çok belli ki blogun kurucularından.
“Müslüman anneler”de benim cevabı yazımı da kaldırmışlar. Kendi hakaret yazıları duruyor. Ümmü Reyhane de ikinci yazısını oradan almış kendi blog sayfasında yayınlamış fakat benim cevabım orada da yok. Ah arkadaşlar! Takva buysa eğer, aman ben takvalı olmayayım, sizde kalsın. Benim bildiğim takva Allah’tan korkmaktır. Allah resulüne üç kere “takva nedir” diye sormuşlar üçünde de kalbini göstermiş. Çarşaf giyerek, boydan elbise giyerek insan takva olmuyor. Ahlak lazım.
Bu arada Ümmü Reyhane “Reçel Blog” sayfasını takip ediyor twitterdan. Fakat onlar için bir eleştiri yazısı yazmamış, İslami hassasiyeti nedense onlar için harekete geçmemiş. Yazsın diye söylemiyorum da işin içinde bu kadar iki yüzlülük olunca insan şaşırıyor.
Bir de Ümmü Reyhane hanımın bu müstear adıyla yazılmış bir kaç kitabı varmış kendi sayfasında gördüm. Birinin adı da “Kitab’u-l İilm Ve’l Edep” olması ayrıca ironik. Bir de blog sayfasında biyografisinde şöyle tanıtmış kendini:
“İlk kitabım çıktığında kimilerinin sahabe ya da tabiinden bir zat olduğumu sandıkları esrarengiz kişi ”
Mübarek (!) bir hanımın iftirasına mı uğradım şimdi. Bu da ayrı bir tuhaf oldu.
Onlar benim cevabı yazımı kaldırmış, kendi iftiralarını yayınlıyorlar. Onları iftiraları ile baş başa bırakıyor ve Allah’a havale ediyorum.
Konuyu da burada kapatıyorum. Aslında bunları da yazmazdım ama benim okurlarımdan da pek çok kadının takvalı diye takip ettiği, örnek aldığı bu kadınların yazılarını okurken bu ve bunlar gibi diğer blog ve sitelerdeki yazıları da okurken dikkatli olmaları için yazdım bütün bunları.
Son olarak “Başörtülü Kadınların Dört Hali” yazım için “Neden kadınları kategorize ediyorsunuz” diye eleştiriler gelmiş. Ben kadınları kategorize etmedim, onlar zaten kategorize olmuşlar ve ben sadece gözlemlerimi yazdım. Tabii gözlemlerim sadece bu iki blog sayfası üzerinden değildi. Daha bu arkadaşlar gibi özgürlükçü ve gelenekçi hanımların pek çok blog ve siteleri var. Ben onlar için değil onları takip edenlere uyarı olsun diye yazdım, velhasıl.
Sema Maraşlı
.
Kadına Şiddet Haberleri Eşcinselliğe Teşvik Ediyor
Kadına şiddet haberleri gazetelerden hiçbir gün eksik olmuyor. Kadına şiddette bir artış var. Bu artışta medyanın payı nedir? Medya yöneticileri gayet iyi bilirler ki gündemde tutulan her konu kitleleri etkiler. Şiddet haberlerinin de şiddeti artırdığını, örneklik oluşturduğunu ve teşvik ettiğini gayet iyi biliyor olmalılar.
Medyanın kitleleri etkileme gücü üzerine yapılan çok araştırma var. Mesela şiddet ve intihar haberleri çıktığında bu davranışlarda artış görülüyor. Bu yüzden Avrupa ülkelerinde aile içi şiddet, intihar gibi haberler çok dikkatli veriliyor, haberin belli kriterlerden geçmesi gerekiyor, hatta bazı ülkelerde tanınmış biri değilse intihar ve aile içi şiddet haberleri yayınlamak yasak.
Gazeteler her gün “Yine kadına şiddet” ya da “Şiddet arttı” diyerek yeni haberler veriyorlar. Verdikleri haberlerle şiddetin artacağını bile bile bunu yapıyorlar, Şimdi bu gazeteler kadınların iyiliğini mi istemiş oluyor? Her şiddet haberi ile başka kadınların şiddete uğramasına hatta öldürülmesine sebep oluyorlar. Bu gazetelerin bundan ne kazancı olabilir? Yüklü para karşılığı dış odaklar tarafından yönlendirildikleri en yüksek ihtimal. Yoksa insan bu kötülüğü yurdunun insanlarına niye yapar?
Şiddet içerikli haberlerin, dizi film ve şiddet içerikli şarkı kliplerinin kadına şiddeti artırdığını, işin uzmanları söylüyor fakat medya yöneticileri bunları duymazdan geliyor. Ne hikmetse kadına şiddet haberlerinin halkı nasıl etkilediği üzerine yurdumda pek bir araştırma da yapılmamış. Daha çok intiharlar üzerine yapılmış, İntihar haberlerinin intiharları artırdığı ispat edilmişken, şiddet ile ilgili yayınların şiddeti artırmayacağını kim söyleyebilir?
Bu konuda bulduğum tek araştırma günlük satışı 300 binin üzerinde olan gazetelerde, 1 Eylül 2006 – 31 Ağustos 2007 tarihleri arasında yer alan ve mağdurlarını kadınların oluşturduğu aile içi şiddet konulu haberlerin analiz edildiği çalışmaydı. Bir yıllık aralıkta kadına şiddet üzerine yayınlanmış 1400 haber incelenmiş. Bu çalışmada da haberlerin halkı nasıl etkilediği üzerinde durulmamış tam aksi gazetecilerin bu haberleri bireysel suçlar gibi verdikleri tespit edilip eleştirilmiş, bu konuyu toplumsal sorun olarak sunmaları gerektiği üzerinde durulmuş.
Şimdiler de kadına şiddet konusu toplumsal bir sorun olarak sunuluyor. Sonuç: Şiddet arttı. Yani o zamanki çalışma da pek iyi niyetli bir çalışma olarak durmuyor. Avrupa ülkelerinde aile içi şiddet bizden çok daha fazla var fakat onlar bunu bir toplumsal problem olarak sunmuyorlar, zaten bu haberleri de kolay kolay yayınlamıyorlar. Zannedersiniz bir tek Orta Doğu ülkelerinde kadınlar öldürülüyor, Avrupa ülkelerinde hiç kadın öldürülmüyor. Adamlar çok akıllı da biz niye bu kadar aptalız?
Tabii sadece gazete haberleri değil, bir de televizyon belamız var. RTÜK araştırmalarına göre vatandaşlar ortalama günde 4,5 saat televizyon izliyormuş. En çok kim izliyor? Kadınlar ve çocuklar. Dizi film ve programlarda şiddet sahneleri hiç eksik olmuyor. Türkiye’de çocuklar 14 yaşına gelene kadar 18 bin cinsel saldırı ve taciz sahnesi izliyormuş. Bu ne büyük bir facia. Bir de oyunlar ve internet sebebiyle karşılaştıkları şiddet ve cinsel tacizler var. Sonra da çocuklarımıza, gençlerimize ne oluyor diye yanıyoruz. Daha ne olsun!
Sol cenahın gazetelerinde kadına şiddet haberlerinin diğer yanında eşcinsellerle ilgili haberler oluyor çoğunlukla. Filanca ünlünün eşcinsel deneyimi, her iki cinsle de birlikte olduğu gibi haberler, röportajlar, sansürsüz iğrenç pozlar…
Bir haber sitesi okurlarına “Eşcinsel evliliklere nasıl bakıyorsunuz?” diye sormuş. Kadın katılımcıların cevapları hep birbirine benziyor. “Kadına şiddet uygulayan erkekler göre eşcinsel erkekler daha zararsız görünüyor.” demişler.
Yani yıllarca uygulanan hain plan tutmuş. Kadına şiddet haberleri abartılarak ve erkek düşmanlığı yapılarak verildi. “Erkekler kötü, erkekler şiddet yanlısı, erkekler eşitlikten yana değil, erkekler kadını eziyor…” Peki kim iyi? Eşcinsel erkekler! Onların kadınlara bir zararı yok, zaten kadınlarla işleri yok.
Tüm dünyada eşcinsellik feminizmle birlikte arttı. Feminist kadınlar arasında lezbiyenliğin yaygın olduğu da bilinen bir gerçek. Bizim başörtülü feministlerimiz de feminizmi destekleyerek onların ekmeğine yağ sürüyor. Feminizmle birlikte sertleşen ve erkekleşen kadınların, erkeklere cazip gelmemesi ise erkekler arasında eşcinsel ilişkiyi artırdı.
Geçen hafta Abdurrahman Dilipak Yeni Akit Gazetesinde “Biz Ankara’ ya Odaklanmışken” başlıklı yazısında konuyu irdelemiş, çok doğru tespitlerde bulunmuş. Tüm yazının okunması lazım fakat şu cümlelerini paylaşmak istiyorum.
“Bu konuda birileri Türkiye’yi pilot ülke olarak seçmiş olabilir.. Bilgi Üniversitesi’nde bunların kulüpleri var, Boğaziçi’nde etkinlikler düzenleyebiliyorlar. Birileri bu işi hak kavramı ile ilişkilendirmeye çalışıyor.. Sol, HDP, insan hakları aktivistleri ve liberaller, sanatçılar ve media üzerinden bu iş sistemli bir şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyor.”
Türkiye de eşcinsellik deyince halkın çoğunluğu tarafından sadece “süslü, kadınsı erkeklerin eşcinsel olduğu” algısı bulunduğu için eşcinselliğin ne kadar yaygın olduğunun ne büyük tehlike olduğunun çoğunluk farkında değil.
Dış etkenlerin ve medyanın eşcinselliğin yayılmasında çok büyük etkisi olsa da suçu sadece dış etkenlere bağlamamak lazım. Bizim cinsellikle ilgili yanlış tutumlarımız, evliliği ve boşanmayı zorlaştıran kadını erkeği birbirine düşman eden aile kanunumuz, aile ve eğitim sistemimizde de hatalar var. Bunlar tespit edilmeli, aileler ve eğitimciler eğitilmeli.
Eşcinsellere “tü kaka pis günahkarlar…” diyerek eziyet etmenin, şahıslarla uğraşmanın yanlış bir yol olduğunu ve eşcinselliği de azaltamayacağını anlamamız lazım. Günah işleyenle değil, günahla uğraşmamız lazım. Günaha giden yolları kapatmak için ne yapılmalı? Bu derde müptela olmuş olanları kurtarmak, tedavi ettirmek için ne yapılmalı onu düşünmeliyiz. Onları Allah’ın sonsuz af ve mağfiretine çağırmalıyız.
Geçen hafta yazdığım gibi bizim cenahın yazarlarının da onlardan ve destekçilerinden gelecek hakaret ve küfürlerden çekinip bu konuyu görmezden gelmemeleri lazım. Söz sahibini gösterir, onu bağlar.
Abdurrahman Dilipak, bu konunun terör ve savaştan daha az tahripkar olmadığını söyleyerek; devleti, Yeşilayı, STK’ları, üniversiteleri, okulları acil eylem planına çağırmış. Ben de aynen katılıyorum. Öncelikle her gün istisnasız çıkan kadına şiddet haberlerinin, hem kadına şiddeti artırdığını hem de eşcinselliğe teşvik ettiğinin görülmesi ve bu haberlere de dur denilmesi gerek.
“Medyayı kim kontrol ediyorsa zihinleri de o kontrol ediyordur.“ (Jim Morrison)
Sema Maraşlı
.
Erkek Kavvam Olmadığında
“Gerçekle yaralanmak bir yalanla oyalanmaktan daha iyidir.” (Khaled Hosseini)
ERKEK KAVVAM OLMADIĞINDA (“Huzur Bulalım Diye” Kitabından)
Ailelerin çoğunda en temel problem erkeklerin evde reis olmaması, Allah’ın verdiği görevi yerine getirmemesi ya da getirememesi. Erkeklerin kimi, reisliği hanıma devretmiş, yan gelip yatıyor (fakat huzursuz), kimi de gücünü kötüye kullanıyor, ailesine zulmediyor. Kimi de nasıl reislik yapacağını bilmiyor, bocalayıp duruyor. Oysa aileden erkek sorumludur. Erkeğin bu görevi acilen üstlenmesi ve idarecilik konusunda çaba göstermesi ve kendini geliştirmesi gereklidir.
Mesela, iyi huylu bir erkek, ibadetlerini yapıyor, kimseyi incitmemeye çalışıyor, kazanıp getiriyor, karısının ve çocuklarının emrinde, yatak verirlerse yatıyor, yemek verirlerse yiyor, şunu yap derlerse yapıyor, bağırırlarsa susuyor, kızarlarsa özür diliyor… Aman tek yuvam yıkılmasın diye ondan ne istenirse yapıyor. Şimdi bu kişi iyi bir koca, iyi bir baba gibi görünüyor olabilir (aslında iyi bir koca da olamaz, iyi bir baba da olamaz bu hâliyle) peki iyi bir mümin olmuş mudur? Olmamıştır zira Allah’ın ona verdiği kavvam-yönetici sorumluluğunu üstlenmemiştir.
Kadın otoritesine boyun eğmiş kocalar!
“Kaç yıllık evliyiz, bugüne kadar kavvam olamamışız, bu saatten sonra olmaz artık.” demeyin.
“Ah ben ne yapacağım! Karım hayatta kabul etmez benim reisliğimi, uğraşamam daha.” demeyin.
“Ya şimdi kavvam olayım derken huzursuz olursak ya boşanırsak, ben ne yaparım? Çocuklarım ne yapar?” demeyin.
Siz evliliği götürmek zorunda değilsiniz, kavvam olmak zorundasınız. Sorumluluk almaktan korkmayın. Allah için adım attığınızda, Allah yardımcınız olur.
Rızkınız ayrıysa eşinin ayağının altında paspas olsan boş. Karın“Artık bana heyecan vermiyorsun, seni artık sevmiyorum” gibi bir sebeple de ayrılabilir. Zira günümüzde boşanma davalarını daha çok kadınlar açıyor ve gösterdikleri sebepler genellikle böyle sebepler. Ya da karın kendine güvenli bir adam görüp ona tutulup terk edecektir seni. Ya da bir ömür boyu seni onu mutsuz etmekle, hasta etmekle suçlayacaktır. Yani şu anki hâlinden daha kötü olmayacak hâlin. Yap tercihini. Tercihin Allah’ın emirleri mi, karının istekleri mi?
“Ben karımla baş edemem, onu Allah’a havale ettim.” diyen erkekler var. Yani erkek cüzi iradesini kullanmıyor, külli iradeye havale ediyor. Oysa önce o kendi cüzi iradesini kullanmalıydı, o bundan mesul. Erkek böyle söyleyerek ancak; sinik, ezik hâline kılıf uydurur ve vicdanını rahatlatmaya çalışır.
Kadın iktidarında erkek, içten içe kendini yer, kendine olan saygısını kaybeder, hayat enerjisi azalır. Testosteronu düşer, bıkkındır, yorgundur. Kavvam olma isteği bile duymayabilir. İzzet ve şerefini terk etmiş bir erkekten geriye hiçbir şey kalmaz. Kendini celladına teslim etmiş mahkûm gibidir. Karısı ile uğraşacak gücü de enerjiyi de kendinde bulamayabilir. Fakat niyet edip Allah rızası için yola çıkarsa gücü de enerjiyi de bulur. Bazı genç erkekler de soruyorlar: “Nasıl kavvam olacağımızı bilmiyoruz. Ne yapmalıyız?” diye. Onlara yol haritası olsun diye şunları söyleyebilirim: Önce Allah’a güvenin…
.
Manevi Darbe 1 (Aileye Darbe)
“Baş mimar olan Fethullah Gülen ağabeyimizi saygı ve sevgi ile selamlıyoruz .”
Merak etmeyin yukarıdaki cümle bana ait değil. Bir zamanlar Aile Bakanı olan Fatma Şahin’e ait. 2010 olimpiyatlarında sahneden teşekkür konuşmasında Fethullah Gülen hareketine övgüler dizerek “yapılanları bir idealin zafere ulaşması” olarak tanımlayan Fatma Şahin konuşmasının sonunda:
“Baş mimar olan Fethullah Gülen ağabeyimizi saygı ve sevgi ile selamlıyoruz .” Diyor. Bir zamanlar Fetö’yü milletin çoğu hoca zannetti hocaefendi dedi tamam da tanınmış birine, saygın görünen birine samimi değilsen ağabey diyemezsin. Ağabey diyebilmek için çok yakın bir hukukunuzun olması gerekir. Fatma Şahin çok rahat bir şekilde ona ağabey diyebiliyor.
Fethullah ağabeyine teşekkürden iki yıl sonra 2012 de Fatma Şahin, hükumet düşmanı feminist derneklerle oturup aile kurumuna dinamit koyan yeni aile kanunun çıkarttı. Bu arada Aile Bakanlığı”nda da ne kadar ona muhalefet edecek kişi varsa onları psikolojik tacizlerle gönderip yerine kendi takımını aldı. Şu anda Fetö operasyonlarında Aile Bakanlığı”ndan atılanlar hep onun döneminde alınanlarmış. Bu durumda Fatma Şahin’in geçmişi ve yaptıkları da incelenmeli diye düşünüyorum.
O dönemde aile kanunu çıkmadan önce çok yazılar yazıp uyarılar yaptım. O yazılarımın linkini de yazının sonuna ekleyeceğim.
Fatma Şahin’in iddiası neydi: Bu kanunla kadın şiddeti azalacak, kadınlar korunacaktı. Peki ne oldu? Bu kanundan sonra kadın şiddeti azalmadı arttı.
Mağdurlar tarafından “Fatma Şahin kanunları” diye anılan 2012 aile kanunu, kadınları erkeklere karşı kışkırtmaktan, aralarına düşmanlık ekmekten, boşanmaları ve şiddeti artırmaktan başka bir işe yaramadı.
Neymiş bu kanunlar Avrupa’da da varmış. Avrupa’da da aile kurumu diye bir şey kalmadı zaten, çoğunluk nikahsız ilişki yaşıyor. Aynı evde karı-koca gibi yaşayıp çocuk yapıyorlar fakat evlenmiyorlar. Kanunlar yüzünden erkekler evlenmek istemiyor.
Sen Müslüman bir ülkede bakan isen ve kanun çıkarıyorsan bu ülkenin dinini de göz önüne almak zorundasın. Halkın çoğunluğu batılılar gibi nikahsız ilişkiler yaşamak istemez. O zaman da bu kanunla nasıl bir tahribat yapacağını düşünmek zorundasın.
Özetle bu kanunla Fatma Şahin ve ekibi ne yaptı?
1- Önce şiddet kavramı genişletildi. Erkeğin kadına kızması, bağırması, cinsel birliktelik istemesi, az para vermesi gibi pek çok şey şiddet kavramı içine dahil edildi. Sonra Avrupa destekli şiddet araştırmaları yapıldı ve çok yüksek rakamlara ulaşıldı. Zira bu araştırma öncesi katılanlara bilgilendirme yapıldı. “Kocanız size bağırıyorsa, kızıyorsa bu şiddete girer soruların ona göre cevaplayın” diye yönlendirmeler yapıldı. Bu yüzden şiddet araştırmalarında çok yüksek sonuçlar çıktı. Bu araştırmaları okuyanların şiddet deyince aklına dayak geldi, oysa erkeğin sesini bile yükseltmesi şiddet sayılmıştı. Böylece erkeklerin çoğunluğu kadınların gözünde “şiddet yanlısı” ilan edildi. Kadınların erkeklere bağırması, psikolojik şiddet uygulaması ise görmezden gelindi yok, sayıldı.
2-Kadınların şikayeti ile delil aranmadan erkekler suçlu kabul edildi.
Bir kadın “kocam bana şiddet uyguluyor” diye şikayet ettiğinde tek fiske vurmamış dahi olsa en hafifinden (!) evden uzaklaştırma cezası aldı. Binlerce erkek aylarca evinden sokağa atıldı.
3-Boşanma durumunda erkekler eski karılarına tazminata ve ömür boyu nafakaya mahkum edildi. Hiçbir Avrupa ülkesinde ömür boyu nafaka yok, biz onları da geçtik. İslam da ise kadın hamile ise doğurana kadar değilse sadece dört ay nafaka vardır. Bundan fazlasını erkek gönlüyle verirse verir, vermezse zorla alamazsınız haram olur. Erkek sadece çocuklarına nafaka vermek zorundadır.
Feministler nafakanın kadının hakkı olduğunu iddia ediyorlar. Nerden hakkı oluyor ben onu anlamadım. Bir adamla evlendin anlaşamadın ayrıldın diye artık sana el olmuş bir adamın kazancını yemenin, sülük gibi yakasına yapışıp sömürmenin, kazancına ortak olmanın neresi hak anlamadım. Bence bu kadın onuruna yakışan bir şey değil.
Zaten sağlık afiyetle yiyemezsin o parayı. Pek çok erkek gözü kala kala, kötü söyleye söyleye veriyor o parayı. O paradan hayır gelmez. Ancak kadın da adamla birlikte çalışmışsa kadın kendi kazancı kadarını alabilir.
Eski karısına nafaka ödeyen pek çok erkek yeniden evlenip yeni bir hayat kuracak maddi imkana da sahip olamıyor.
Boşandıktan sonra kadınlar nasıl geçinecek diyorlar. Bekarken nasıl geçiniyorsa aynen öyle. Aile desteği ise aile desteği, çalışıyorsa çalışmaya devam etsin. İki imkanı da yoksa devlet bakmak zorunda. Erkekler sigorta şirketi değil, eski karılarına aylık ödemek zorunda değiller. Bu yüzden erkekler evlenmekten korkuyorlar.Nafakaya güvenen kadınlar evliliği devam ettirmek için gayrette göstermeyebiliyor.
Feministler kadınların güçlü olduğunu iddia ediyorlar. Madem güçlüler niye onları eski kocaya muhtaç gösterip, aciz durumda bırakıyorsunuz, yakışıyor mu?
Bu haksızlığa acilen dur demek lazım. Kadınlara hak vermenin yolu, erkeklere haksızlık etmek olmamalı. “Kadın hakları” deyip erkeklere çok zulmedildi. İnsan hakkı olarak bakıp adaletle hareket edilmeli. Dün yerden yere vurulan erkekler, bugün canları pahasına vatanı kurtardı. Vatan için canını ortaya koyan kahramanları, kadınların karşısında çaresiz, aciz bırakırsanız bir gün o kahramanları da bulamazsınız.
Velhasıl Fatma Şahin’in “Fethullah ağabeyi” bize manevi darbeyi 2012 de Fatma Şahin eliyle vurmuş gibi duruyor , tabii ikisinin birlik olduğundan yüzde yüz emin değilim fakat öyle oldukları yönünde işaretler çok, bu yüzden araştırılsın. Zira bu çok önemli bir konu. Velev ki birlikte yapmış olmasalar dahi aile kanunu muhakkak değişmeli.
Sema Maraşlı
.
Manevi Darbe 2 (Hadis-i Şerif Düşmanlığı)
Bizim halkımız Kur’an-ı Kerimi pek bilmez. Bu elbette büyük bir eksikliktir fakat yine de dinimizi Peygamber Efendimizin hayatı ile öğrendiğimiz için halkın inancı sağlamdır.
Batılılar yüzyıllar boyunca İslam ülkelerine hoca kılığında misyonerler göndermiş ve bu kişiler İslamı içerden yıkmaya çalışmışlar, din konusunda insanların zihnine şüphe tohumları ekmeye uğraşmışlardır. Bunun içinde en çok kullandıkları metot Kur’an-ı Kerim ile Peygamber efendimizin sözleri birbiri ile çelişiyormuş gibi bir fitne yayıp Kur’an-ı ve Allah’ın Rasulünü birbirinden ayırmaya çalışmak olmuştur. Zira Müslümanları birlik halinde tutan şey sünneti seniyye çizgisidir.
Ortadoğudaki İslam ülkelerinin çoğunluğu hadis-i şerifleri göz ardı eden ve sadece Kur’an-ı Kerimden kafalarına göre hüküm çıkaran ülkelerdir ve kendi aralarında ortak bir dilleri ve birbirlerine bağlılıkları yoktur. Peygamberden uzaklaşan ülkeler, Allah’tan uzaklaşıp Batı ülkelerine yakınlaşmışlardır. Üzerlerinde oynanan oyunlar pek çoğunda etkili olmuştur. Türkiye’nin üzerinde oynanan bu kadar oyunlara rağmen bu güne kadar sağlam durması ise hadisi şeriflere değer verilmesi ve İslamın sünnet-i seniyye çizgisinde yaşanması sayesindedir.
Din fitnecileri son dönemlerde yine hadis-i şerif düşmanlığı ile atağa geçtiler. “Kur’an Müslümanlığı” “Vahiy bize yeter” gibi Peygamberi devre dışı bırakan sloganlarla halkı zehirlemeye çalışıyorlar. Peygamber Efendimiz ve hadisi- şerifler hakkında zihinlere şüphe tohumları ekiyorlar. Halkın anlamakta zorlanacağı hadisleri kötü niyetleri ile yorumlayıp bütün hadisler hakkında şüphe uyandırmaya çalışıyorlar.
Bu hoca kılıklı hadis düşmanlarına karşı uyanık olmak lazım. O kişilere “hoca” değil, “hoca kılıklı” demek lazım. Zira “hoca” sıfatı kıymetlidir, değerlidir.
Bunların uyguladıkları metotların farkında olmalıyız.
Bunların bir kısmı açıkça Peygamber Efendimize saygısızlık eden, hadis-i şerifleri hiç kabul etmeyen, Peygamber Efendimize “Muhammed” diye hitap eden hürmetsiz, saygısız, terbiyesiz kişiler. Allah’ın ve meleklerin salavat ettiği Peygambere onlar sadece ismi ile hitap ediyorlar. Bunların sapkın oldukları belli olduğu için onların peşine ancak dini iyi bilmeyenler düşüyor. Bu hoca kılıklılar beş vakit namazı üçe indirdiler, kadınlara adetli, abdestsiz, başörtüsüz, istediğin şekilde namaz kılabilirsiniz gibi fetvalar verdiler.
İkinci grup hoca kılıklılar ise daha tehlikeli olanlar. Bu sinsi hoca kılıklılar sanki Peygamber efendimizi seviyorlarmış gibi davranıyorlar, bazı hadis-i şerifleri kabul ediyorlarmış gibi duruyorlar, hatta işlerine gelirse kendi fikirlerini desteklemek için hadis-i şeriflerden örnekler gösteriyorlar fakat buldukları her fırsatta hadis-i şeriflerle ilgili zihinlere güvenilmez olduğu ile ilgili fitne tohumları ekiyorlar.
Hadislerin bir kısmına polemik türü rivayetler diyerek rivayetle ilgili şüphelere sebep oluyorlar, bir kısmına Peygamberin kızgınlık anında söylediği sözler gibi uydurma sebeplerle peygamberin sıradan bir insandan farklı olmadığını ve sözlerinin önemsiz hatta insanları yanıltıcı olduğunu zihinlere aşılıyorlar.
Benim gözümde hadis-i şerifleri reddenler ile Fetö ve grubu arasında bir fark yoktur. Birinin tankla tüfekle yapmaya çalıştığını diğeri şüphe tohumları ekerek yapıyor. Biri devlete sızıyor diğeri zihinlere. Devlete sızanlar bir şekilde temizlenir de zihinlere sızanları temizlemek zordur.
Ayetlerden kafalarına göre hüküm çıkararak kendiler dışındakileri, büyük İslam alimlerini bile şirk ehli ilan ettiler. Onlara göre sünneti seniyyeye göre yaşayan müslümanlar; sahabenin, evliyanın kabrini ziyaret edenler, ölmüş sevdiğine Yasin okuyan halk da şirk ehli. Ve maalesef ki gün geçtikçe bunlara inanlar artıyor ve bu da halkı Kur’an müslümanları ve hadis müslümanları gibi iki keskin kutba bölecek gibi duruyor. Ve gruplaşma başladığında sünneti seniyye çizgisindeki müslümanları şirk ehli gören Kur’an müslümanlarının kendinden olamayan kimseleri öldürmekte bir beis göreceklerini zannetmiyorum. Onlar da bunu Fetö gibi din için yaptıklarını iddia edecekler.
Hadis düşmanlarına göre Kur’an-ı Kerimi okuyan herkes başka bir kaynağa ihtiyaç duymadan her âyeti anlayabilir ve hüküm çıkarabilir. Tabii ki herkesin anlayacağı çok açık âyetler var fakat müteşabih âyetler var ayrıca her âyeti yeterli ilmi olmayan herkes anlayamaz anlamak için gayret göstermesi, en azından iniş sebeplerini okuması, Peygamber efendimizin hayatındaki yansımalarını bilmesi lazım.
Peygambersiz Kur’an yeter demek “Doktor olmak için tıp fakültesine gitmeye hocalardan ders olmaya gerek yok, al bir tıp kitabı oku doktor olursun” demekten daha farklı bir şey değil. Biri bunu dese adama deli derler fakat birileri çıkıp peygambere ihtiyaç yok, Kur’an-ı oku, anladığın doğrudur diyorlar da onlara inananlar çıkabiliyor.
Kur’an-ı Kerîme, Allah Rasulü’nun sözleri ve yaşantısı ile baktığımızda ancak doğru anlayabiliriz. Allah Rasulü Kur’an-ı Kerimin indirildiği 23 yıl boyunca âyetler indikçe onları tefsir etmiş, açıklamıştır. En doğru anlamlar Allah Rasulü”nün açıklamalarıdır. Bunun dışında Allah Rasulü”nün günlük hayatı da herhangi biri gibi değildi. Davranışları, sözleri hep bir hikmete binaendi. Allah’u Tealâ “Sana kitabı ve hikmeti verdik” buyruyor. O hikmetten faydalanmak için sünnet-i seniyeye uygun davranmaya elimizden geldiği kadar dikkat etmemiz gerekiyor.
“Andolsun ki Allah’n rızasını ve âhiret gününün saadetini umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Resûlü’nde, sizin için, pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzap suresi 21. âyet-i kerîme)
Kur’an-ı Kerimde “Allah’a ve Rasulüne itaat edin” diye başlayan pek çok âyet var. “Ben Peygambere karşı değilim sadece hadislerin güvenilir olduğuna inanmıyorum” diyen ya cahildir, hadis ilmini hiç okumamıştır ya da haindir, güvenilir olduğunu bildiği halde şüpheli olduğunu iddia eder. Zira hadisler güvenilmez ise o zaman yukarıdaki Peygamberi örnek alın âyetinin hükmü kalkmış mı oluyor. Haşa Allah’u Tealâ hadislerin bozulacağını bilememiş mi de bizden Peygamberi örnek almamızı mı istiyor. Rabbimiz bizden Peygamberimizi örnek almamızı istiyorsa bu hadis-i şeriflere güvenebileceğimizin de delilidir zaten.
“O gün o (her inkârcı) zalim, ellerini ısırıp: “Keşke ben, peygamberle beraber kurtuluş yolunu tutsaydım.” diyecek.” (Furkan suresi 27. âyet-i kerîme)
Eğer Kur’an-ı Kerimden kendi kafamıza göre anlam çıkarırsak insan sayısı kadar farklı hükümler çıkabilir ve anne-evlat başka dinden gibi olurlar. Fetöcular da IŞİD de Kur’an-ı Kerimden kafalarına göre anlam çıkarıyorlar. Aynı dinden insanlar birbirine düşman oluyorlar.
Devlet büyüklerinin bu konuda hassas olması lazım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu hadis düşmanları ile mücadele etmesi ve halkı da bu konuda bilgilendirmesi lazım. Çünkü hadis düşmanlığı edenler aslında din düşmanlığı ediyorlar.
Zira hadislerin güvenilir olmadığını iddia ettiğinde o hadislerin günümüze gelmesine vesile olan ömrünü ilme adamış o kıymetli alimleri yalancı konumda bırakmış olursun. Aynı zamanda o alimlerin ilminden faydalanmış bütün alimlerin ilmini reddetmiş olursun.
Hadisleri reddettiğinde siyer ilmini de reddetmiş olursun, zira peygamberin sözlerinin yalan yanlış aktarıldığına inanıyorsan hayatı ile ilgili bilgilere de güvenemezsin. Bu durumda hakkında hiçbir şey bilmediğin bir Peygamber kalır ortada. Onunla olan bağların da kesilir.
Hadis reddettiğinde fıkıh ilmini de reddetmiş olursun. Zira fıkıh bilgisinin kaynağı Peygamber efendimizidir. Mesela Kur’an-ı Kerim de namaz emri vardı fakat nasıl kılınacağı tarif edilmez, biz detayları peygamber efendimizin hayatında buluruz.
Yani hadisleri reddettiğinde din adına elinde okuyacak bir kitabın olur; fakat yaşayacak bir dinin olmaz.
Sema Maraşlı
.
Evlilik ile Tecavüzü Bir Tutmak! – Sema Maraşlı
Kanunlarımıza göre 18 yaş altı evlilik yasak.
15-18 yaş arası kızlar kendi isteği ile dini nikahla evlense kocaları tecavüzcü sayılıyor ve en az 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası alıyor.
15 yaşını doldurmamış kızlarla evliliğin cezası daha ağır 8 yılla başlıyor 15 yıla kadar ağır hapis cezası. Yine tecavüz suçu ile yargılanıp ceza alıyorlar.
Fakat 12 yaş 18 yaş arası karşılıklı rıza ile cinsel ilişki yaşayanları şikayet eden olmamışsa bir problem yok, bol bol ilişkiye girip zina yapabilirler. Ortaokul ve liselerimizin pek çoğunda gençlerin ilişkisi var ve çoğunluğu da cinsel ilişki de yaşıyor. Bunları görmek için sosyal hesaplarına bakmak yeterli.
Fakat taraflar zina yapmayalım, evlenelim derlerse, kızlar 18 yaş altı olduğunda bu suç sayılıyor ve erkek tecavüzden hapse giriyor ve zorla kız kaçırıp tecavüz edenle aynı cezayı alıyor ve tecavüzcülerle aynı koğuşta kalıyor.
Serbest cinselliği (zinaya) ceza yok sayılır bu durumda, kim kimi şikayet edecek fakat evliliğe tecavüz cezası var ve buna da kimse itiraz etmiyor. Bu iki yüzlülüğün ne boyutta olduğu, bu günlerde iyice açığa çıktı.
18 yaş altında evlendikleri için kocaları hapiste olan kadınların ısrarlı başvuruları üzerine, mecliste bir komisyon, gönül rızası ile evlenmiş olanların kocalarını serbest bırakmak için yasa tasarısı sununca ortalık karıştı.
Tasarıda konu evlilik olduğu halde “tecavüz meşrulaşıyor” diye feministler ayaklandılar.
Elbette insan olan tecavüzün meşrulaşmasını kabul etmez. Kadın, erkek, çocuk ya da başka bir canlı fark etmez. Yaşı da fark etmez. Tecavüzde yaş da önemli olamaz. On sekiz yaş altına tecavüze giren eylem, on sekiz yaş üstünde tecavüz sayılmıyorsa o hukuk sistemi sorgulanmalıdır.
Ancak çocuğa yapılan cinsel eylem tecavüz sayılır. Konu çocuk olduğunda onun gönlü olup olmadığına bakılmaz. Bunun sınırı da 12 yaş olarak belirlenmiş pek çok ülkede.
Bizde çok özel durumlarda mahkeme kararı varsa 16 yaşında evlenebiliyorsun, aile onayı varsa 17 yaşında evlenebiliyorsun yoksa da resmi evlenme yaşı 18 olduğu için 18 yaşını beklemek gerekiyor. 18 yaş dedikleri de aslında 19. Evlenmek için 18 i doldurup 19 dan gün almak gerekiyor.
İslam’a göre reşit olan evlenebilir. Etrafımdaki gençlere baktığımda on sekiz yaş öncesi evlilik olgunluğuna gelmiş, aile olma sorumluluğu alacak genç pek yok gibi duruyor, çoğunluk okuyor zaten. Fakat dünya bizim etrafımızdan oluşmuyor.
On sekiz yaş öncesi evliliğe itiraz edenlerin yanılgıları burada. Dünyayı kendi etrafları gibi, herkesin hayat şartlarını da kendileri gibi zannediyorlar.
Özellikle Doğu’da ve Roman vatandaşlar arasında, okumayı tercih etmeyen kızlar evlenmek için 18 yaşını beklemek istemiyorlar.
Pek çoğu aile onayı ile bir kısmı da kaçarak dini nikahla evleniyor.
Fakat bu evlilikler açığa çıktığında koca tecavüzden hapse giriyor, kadınlar ortada kalıyor, varsa çocuklar babasız büyüyor.
On sekiz yaş altı evlenmiş, evlilikleri genellikle çocukları olunca ortaya çıkan, kocaları hapse düşmüş kişi sayısı yaklaşık 4000 civarı deniyor. Eminim bunun kaç katı da yakalanma korkusu ile devletten kaçanlar var. Dini nikahla; düğünle dernekle birbirini severek evlenmişler fakat kocaları hapse düşmesin diye hamile kaldığında doktora gidemeyen, evinde doğurmak zorunda kalan, hastalandığında çocuğunu doktora götüremeyen, okula veremeyen binlerce kişi var.
Kocaları hapse düşmesin diye devlet eliyle ezilen, eziyet edilen kadınlar ve çocuklar bunlar… Feministlerin umurunda mı bu kadınlar; tasarıya itirazlarına bakılırsa umurlarında olmadığı açıkça görülüyor. Belli ki zina yapmak varken niye evlenmişler ki! Evlendilerse de çeksinler cezaları diye bakıyorlar.
Hükümet bu çığırtkanlardan korkup geri adım atmazsa çok yetersiz de olsa bir şeyler yapılmış olacak. Zaten korka korka hazırlanmış bir tasarı olduğu çok belli. Sadece geçmişi kapsıyor bundan sonra evlenecek olanlara, yine hapis yolu açık, oysa geleceği de kapsamalıydı. Tasarıda dini nikahlı kişilere “cinsel istismarcı” deniyor; hükumet “dini nikah”a dini nikah diyemiyor.
Sen dini nikahı kabul etmezsen, dini nikahlı insanları “tecavüzcü” diye yargılarsan Hak tokadı gelir elbet. Hem de en çok korktuğun konudan. Nikahlı insanlar “Tecavüzcü “ diye içeride yatıyorsa; sen de “Sapık” diye dışarıda yargılanırsın. Hangi masumun boşa gitmiş duası ya da göz yaşı vardır!
Dindarların artık modern geçinenlere yaranma ve onlara şirin görünme kompleksinden vazgeçip Hakk’ın yoluna bakması gerekiyor.
Sevmiyor işte onlar sizi, ne yaparsanız yapın sevmeyecekler de onların yoluna girmedikçe.
Siz Hakk’ın yolundan ve adaletten ayrılmazsanız Allah’ın yardımı sizinle olur.
Haksızlığın olduğu hiçbir ülke âbad olmaz. Korkarsanız namusunuza da dil uzatırlar, dininize de. Sonra da ayakları altında çiğnerler.
Korkmak ve geri adım atmak yerine ne yapılmalı, uzman bir ekip tarafından bunun üzerinde çalışılmalı. Benim ilk aklıma gelenler:
1-Öncelikle Ak Parti etrafındaki feministlerden kurtulmalı: Dini hassasiyeti olmayan feministin aile gibi bir kavramı yoktur; onlarda serbest cinsel ilişki daha çok tercih sebebidir. Dindar görünen feminist kadınlar ise daha tehlikelidir, içten içe zarar verirler, dinin kadın haklarını yeterli görmezler, kompleksli ve öfkelidirler. Hükumet yetkililerini modernistlerden korkutarak yanlış yönlendirirler.
2-Dini nikah devlet tarafından tanınmalı ve hocaların kıydığı nikah belgelenmeli ve resmi nikah gibi geçerli olmalı: Batı özentiliğimiz olduğu için ve kanunlarımız Batı’dan devşirme olduğu için modeli de Batı’dan vereceğim. Batı’da bilindiği gibi durum şöyle: İsteyen kiliseye gidiyor, papaz evlendiriyor, isteyen de belediye de evleniyor. İkisi de aynı şekilde geçerli. Bizde ise dini nikah, nikahtan sayılmadığı için dindarlar iki nikah kıydırmak durumunda kalıyorlar:Bir dini nikah bir de resmi nikah. Müslüman ülkede Allah’ın yanında geçerli olan nikah, nasıl oluyor da devletin yanında geçerli değil anlayamıyorum.
3-Gençler ve aileleri evlilik konusunda bilinçlendirilmeli: Günümüz gençlerinin pek çoğu henüz 15-18 yaş arası duygusal olarak evlenme olgunluğuna sahip değil, aileler tarafından bebek gibi büyütüldüğü için. Fakat bunun yolu kanun olarak yasaklamak değil, bilinçlendirmek olmalı. Bilinçlendirildiği halde “ben evlenmek istiyorum” diyene de destek olup evlendirilmeli.
4-Cinsel konularda eğitimler olmalı: Günümüzde çocuklar çok erken yaşta pek çok cinsel uyaranlara muhatap oldukları için ergenliğe de erken giriyorlar, cinsel birlikteliğe de erken yaşta heves ediyorlar. Ergenlik hormonlarının yüksek olduğu yaşlarda pek çok cinsel uyaranlara muhatap oluyorlar. Gençlere kendini kontrol etme, erken yaşanacak cinselliğin olumsuz yönleri, cinsel haramlar helaller öğretilmeli. Taciz ve tecavüze karşı gençler ve aileleri bilgilendirilmeli ve böyle bir durumla karşılaştıklarında şikayet etmek için cesaretlendirilmeli.
5-Evlilik dışı cinselliğe teşvik edecek yollar kapatılmalı. Porno yasaklanmalı. İlkokul çocukları ödev araştırırken pek çok porno sitesi ile karşılaşıyor. Hatta bu sitelerin pek çoğu normal kadın-erkek ilişkisi değil, aynı cinsin birbiri ile olan sapkın ilişkileri gösteriyor ve küçücük çocuklar izliyorlar anne-babalarının çoğu zaman haberi bile olmuyor.
6-Cinsel istismara engel olmak için gençleri yanlış yönlendirecek dizi ve filmler gözden geçirilmeli ve yayınlanmasına izin verilmemeli. Bugüne kadar lise gençleri pek çok dizide cinsel birliktelikler yaşarken, hamile kalıp çocuğunu büyütürken gösterildi, kimse de itiraz etmedi. Bu diziler gençleri cinsel istismara yönlendiriyor, diyen olmadı.
Gençlik filmleri ise ayrı rezalet. Mesela yeni vizyona yeni giren “İkimizin Yerine” isimli yerli bir film. Basından takip ettiğim ve fragmanlarından gördüğüm kadarıyla film; lise öğrencisi bir kızın, edebiyat öğretmenini baştan çıkarıp onunla cinsel birliktelik yaşaması konusunu işliyor. Bu film ile gençler kütüphanede öğretmen nasıl baştan çıkarılır, hangi bahane ile bekar öğretmenin evine gidilir onu öğreniyorlar.
Bu ve bunun gibi filmlere feministlerin gıkı çıkmıyor sonra da cinsel istismara karşıyız diye gürültü yapıyorlar. Feministler sanat adına fikirlerine karşı oldukları rezillikleri onaylıyorlar fakat biz dindarlar dinimiz adına dinin izin verdiği şeyleri yapamıyoruz. Bu ülkede dinin sanat kadar değeri yok mu? Dini dizi filmden vazgeçtik, ahlaklı dizi ve film çekilsin ki gençler ahlaklı olmayı modellesin.
7-Tecavüze uğramış kızların tecavüzcüsünün tehdidi ya da ailelerin zoruyla tecavüzcüsü ile evlendirilmesine engel olmak gerekiyor.
Bunun için 18 yaş altı aile rızası ile de olsa evlenmek için gelenler, nikahtan önce tehdit altında mı yoksa gönüllü mü diye psikiyatr ve psikologların olduğu uzman bir ekip ile görüştürülmeli, şüpheli bir durum var ise emniyete bildirilip nikah izninden önce iyi bir araştırma yapılmalı.
Ailesi ile görüşülüp evlilik ile ilgili zorlama var ise engel olunmalı, aile ikna olmuyorsa, devlet kızları korumaya almalı. Tecavüze uğramış kız masumdur fakat ailesi onu suçlu görecekse; bunu namus meselesi yapacaksa ailenin yapacağı zulüm tecavüzcünün yapacağından az olmaz. Çözüm sadece tecavüzcüsü ile evlendirmemek değil, ailesinden de korumak olmalı.
Kızların tecavüzcüsü ile evlenmek zorunda kalma ihtimallerine karşı çözüm, mazlumu koruyalım diye başka mazlumlara zulmetmek olmamalı.
Eğer zulüm yolu seçilirse cezası başta oy kullananlara olmak üzere tüm ülkeye ağır olur.
Sema Maraşlı
.
Feministler ve Genç Evlilik – Sema Maraşlı
Türkiye pek çok kültürün bir arada yaşadığı bir mozaik. Kültürler arasında ciddi farklılıklar var. Bu da ülkemiz için bir zenginlik. Tabii saygılı olup herkesi kendimize benzetmeye çalışmadığımız sürece.
Mesleğim gereği seminer vermek için pek çok ile gittim. İller arasındaki farklılıkları gözlemleme fırsatım oldu. Doğu hep ilgi alanım oldu ve Doğu’da gitmediğim il çok az kaldı.
Sadece il değil ilçelere de gidiyorum ve orada sadece seminer verip gelmiyorum. Hanımlarla yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz; onlara sorular soruyorum ve onların evlilik yaşantısını ve hayata bakışlarını anlamaya çalışıyorum.
Doğu’ya gittiğimde beni şaşırtan şey, kadınların zannettiğimiz gibi eziliyor olmayışları. Tabii istisnalar vardır, ezilen kadınlar vardır fakat çoğunluk değil. Hatta bazı yerlerde kadınlar erkekler üzerinde baskın konumdalar.Fakat Batı’da yaşayan bizlerin Doğu kadınları deyince zihnimizde kalan, dizi ve filmlerin etkisi ile olsa gerek; hep ezilen, horlanan, ötelenen kadınlar…
Oysa Doğu’da kadın gayet kıymetli, erkekleri de Batı’nın erkeklerine göre, kadınlara çok daha saygılılar. Doğu’da çok fazla aşiret var ve aşiretler kızlarına değer verdikleri gibi evlendikten sonra bile kızların takip edip damada gözdağı vermekten sakınmıyorlar. Hatta aşiret kızı ile evlenen erkekler “Ağabeylerine mi güveniyorsun da dilin bu kadar uzun” diye sitem ederlermiş.
Doğu kadınlarının ezildiği ve horlandığı fikrine sahip olmamızın bir nedeni de erken evleniyor ve çok çocuk doğuruyor oluşları.
“Ayyy yazık kadına bak! Kaç yaşında evlenmiş, kaç çocuk doğurmuş…” diye Batı’dan bakıp acıyoruz. Oysa onların hallerinden hiçbir şikayetleri yok. Korunmayı bilmedikleri için ya da kocalarının zoru ile doğuruyor değiller, doğurmak istedikleri için doğuruyorlar. Onlar için doğurmak bir özgürlük gibi görünüyor. Batı’da feminist kadınlar “Çatır Çatır Boşanıyoruz” pankartları açarken Doğu’nun kadınları çatır çatır doğuruyor.
Doğu kadınlarına çocuk doğurmak ve büyütmek zor gelmiyor. Batı tarafının kadınları gibi; çocuk ile kafayı yemek yok onlarda. Çocuğa ayrı oda döşemek, çocuğum iki lokma az yedi diye bütün günü kendine ve kocasına zehir etmek, çocuğun okul ödevlerini yapmak, az aldığı not için üzülmek, çocuğun sınav zamanları kafayı yemek gibi çağın hastalıkları onlarda yok. Onlar çocuklarının çokluğu ile övünüyorlar. Batı’nın kadınları gibi kazara değil, bile bile doğuruyorlar.
Doğu’da çocuklar anne için bir yük değil, tam aksi yükü paylaşan, azaltan yardımcılar. Aileler tarafından çocukların zaruri ihtiyaçları karşılanıyor ve çocuklar kendi kendilerine kardeşleri, akraba çocukları, arkadaşları ile büyüyorlar. Kadınlar kendilerine kalan vakitlerini genellikle, renk renk yöresel kıyafetlerle, takı ve süs eşyaları ile kocalarına süslenmek için harcıyorlar.
Doğu’nun kadınları, kocadan değil de kayınvalideden, görümce ve eltilerden daha çok kadınlardan şikayetçiler. Yani kadınlar yapıyor, birbirlerine ne yapıyorlarsa.
Bizim Batı’lı feministler takmışlar kafayı Doğu’nun kızları erken evlenmesin, çocuk doğurmasın, üniversite okusun, çalışsın…
Onların istedikleri bu değilse size ne oluyor? Devlet eğitim sistemini işletir fakat ilköğretim dışında eğitim için kimseyi zorlayamazsınız. Her kadın lise ya da üniversite okumak zorunda değil. Batı’daki kadınlar için de geçerli bu. Kızların okumasına takmış millet kafayı. Sanki erkeklerin hepsi üniversite mezunu da kızlar eksik kaldı!
Okumayan erkekler olduğu gibi okumayan kızlar da olacak, imkanı olduğu halde okumak istemeyene saygı duymak gerek. Herkes aynı yetenek ve düşüncede yaratılmamış. Ev hanımı olmak isteyen kadına da, işçi olmak isteyen erkeğe de saygı duymamız lazım. Ayrıca onların yaptığı iş, üniversite mezunlarının yaptığından daha değersiz değil. Herkes pazılın bir parçasını oluşturuyor, bütünü tamamlıyor. Birimiz olmadan diğerimiz eksik kalır.
Üniversite mezunlarının diploma kibri ile “Ayy yazııık! İnsancıklar okuyamamış.” küçümsemesi aslında kendinin de okuyamadığını gösterir. Âyet-i Kerime’de buyrulduğu gibi “Nice kitap taşıyan eşekler vardır.” Allah onlardan etmesin. Batının insanları daha bilgili olabilir fakat Doğu’nun insanlarında bilge daha çok. Hayat mektebinde okuyorlar.
Ben Doğu’da daha çok yirmi yaş üstü hanımlarla muhatap oldum. Medyanın ve feministlerin çalışmaları sonucu yeni nesil Doğulu kızların Batılı kızlara benzediği, arada bir fark kalmadığı da söyleniyor.
Batının feminist kadınları tutturmuşlar Doğu’nun bütün kadınlarını kendimize benzeteceğiz diye. Kendi acınacak hallerinin hiç farkında değiller. Feminist kadınların çoğu ya evlenmemiş ya da ayrılmış. Bekarın da evli olanların da yüzünden mutsuzluk akıyor. Tesettürlü olanlar da dahil, erkeksi ve sertler. Kadınlığın inceliğini, narinliğini, latifliğini, çocuksuluğunu kaybetmişler. Kadınlık dışında her şeyi biliyorlar.
Evli olanlar dağ taş gezerken, “Kocam özgürlüğüme karışamaz” diye övünüp Doğu kadınlarına örnek olmaya çalışırken çoğunun kocası evde “Dişi diktatör gitti de bir rahat nefes aldım.” diye karısının evde olmayışına şükürler ediyordur.
Karısından ve onun her şeyi bilen hallerinden, üzerinde kurduğu baskıdan bıkmış, sinmiş kocalar… “Git” diyorlar “Git sen hizmet et, kadınlara özgürlüğün güzelliğini anlat ben arkandayım.” diyorlar.
Kadın gitsin ki adam bir parça özgürlüğün tadını yaşasın. İki akraba görsün.
Ahhh bu devrin kadın zulmü altında inlemeye bile korkan kocaları! İşiniz zor. Fakat şunu unutmayın: Zulme rıza da zulümdür.
Genç evlenen ailelerin kocalarına af gündeme geldiğinde feminist kadınlar çıldırdılar. Hükumette geri adım atınca şimdi zafer çığlıkları atıyorlar. Peki bu feministlerin dertleri genç evlilik mi yoksa sadece evlilik mi?
Sema Maraşlı
.
ERKEĞE ŞİDDETE DUR DE!
“ÖNCE KADIN OL!”
“HADDİNİ BİL!”
“KOCAYA ve ÇOCUĞA ŞİDDETE DUR DİYELİM!”
“DIŞARI GÜZEL YÜZÜNÜ KOCANA ÇİRKİN YÜZÜNÜ GÖSTERME!”
“KADINSAN EDEBİNİ TAKIN!”
“ERKEĞE UZANAN DİLİN KURUSUN!”
Sloganları afiş haline getirilip bir de resimlense (kocasına bağıran kadın ve boynu bükük çocuk ve çaresiz bakan erkek) ülkenin her tarafına boy boy asılsa, ne kadar iyi olur değil mi? Hatta afişle kalınmasa, videoları çekilse, filmleri yapılsa…
Kocasını kötü davranan, çocuğunu döven huysuz kadınlar için faydalı olur belki.
OLMAZ mı? NEDEN?
Olmaz diyorsanız o halde neden bu afişlerin bir benzeri erkeklere hitaben yapıldı?
Bu çalışmalar faydalı ise hayatı kocasına zindan eden, psikolojik şiddet uygulayan huysuz kadınlar için de yapılsın, faydalı değilse karısına kötü davranan erkekler için de yapılmasın.
“Olmaz erkekler, daha çok şiddet uyguluyor.” diyene soralım,
“Erkeklerin hepsi mi şiddet uyguluyor?”
İnsaf sahibi birinin vereceği cevap:
“Hayır”
“Erkeklerin çoğu mu şiddet uyguluyor?”
“Hayır”
“Peki kadınlar kocalarına; surat asma, ailesini dışlama, erkeği aşağılama, hiçbir şeyden memnun olmama, sürekli maddi isteklerde bulunma, cinsel birliktelikten kaçınma gibi psikolojik şiddet uyguluyorlar mı?”
“Evet”
“Çoğu mu yapıyor bunu azı mı ?”
“Maalesef ki çoğu yapıyor.”
Erkeklerin azı şiddet uygularken, kadınların çoğu erkeklere psikolojik şiddet uyguluyor. Hatta fiziksel olarak kocalarına şiddet uygulayan kadınlar arttı. Ayrıca kadınlar şiddeti en çok birbirlerine yapıyorlar, konu korumaksa kadınları kadınlardan korumak lazım.
Erkeklere sadece kadınlar değil, bir de kanunlar yolu ile şiddet uygulanıyor. Boşanırken adam oturduğu evden atılıyor, çocuklarından ayrı düşüyor, nafaka ve tazminata mahkum edilerek kazancına el konulup kadına veriliyor. Resmen erkek olmakla cezalandırılıyor.
Günümüzde erkeklerin üzerinde büyük bir yük var. Erkek hem evini geçindirsin, hem güler yüzlü hem romantik olsun hem ev işi yapsın hem çocuk baksın hem karısının her istediğini yapsın, onun her şirretliğine sessiz kalsın… Bunlardan birini eksik yaparsa vay o erkeğin haline. Erkekler modern çağın köleleri oldular.
Ki bütün bunları yapan erkekler de başta karısı olmak üzere kimselere yaranamıyor. Bazı sapıkların suçları aynı cinsten oldukları için onların da üstüne atılıyor.
Peki erkek cinsiyeti hakkındaki bu ön yargılar nasıl oluştu zihnimizde? Feministler aracılığı ile. Feministler nasıl bu kadar güçlendi? Avrupalı dostlarımız yüzünden! Avrupalı dostlarımız (!) Müslüman ülkelerin erkeklerini terörist görürler; fakat kadınlarını pek bir severler!
Güya kadınlarla ilgili faydalı çalışmalar yapılsın, diye ayırdıkları fonlarla Müslüman ülkelerindeki kadın derneklerine dünyanın parasını akıtırlar. Ne hikmetse kadınlar da bu paralarla en faydalı çalışmayı, erkek düşmanlığı olarak görüp onu yaparlar.
Gelinen noktada Avrupa fonundan akıtılan paraların onların niyetlerince işe yaradığı görülüyor. Zihinlerde ciddi bir erkek düşmanlığı oluşmuş durumda. Hem de dini hassasiyeti varmış gibi duranlar da bile.
Çoğunluğu AK Partili kadınlar tarafından kurulan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) kurulduğunda sevinmiştim. Zira kadın derneklerinin çoğu CHP li ya da HDP li. Bizimkiler işe el attı, mümin kadının farkını gösterecekler, erkek düşmanlığı yapmadan kadın hakları üzerine çalışacaklar diye düşünmüştüm. Fakat KADEM kurulduğu günden beri CHP ve HDP li kadınlardan farklı çalışmıyor, hatta erkek düşmanlığı körüklemekte onları geçtiler.
Yukarıda “Haddini Bil” “Kadınsan Edebini Takın” sloganları KADEM in erkekler için hazırladığı “Haddini Bil” “Adamsan Öfkeni Yen” sloganlarından alıp kadınlar için çevirdim.
KADEM in son yaptırdığı video ise bugüne kadar yapılanların içinde en korkuncu. Video güzel başlıyor: Güler yüzlü, başkalarına kapı tutan, çarpıştığı kimseden özür dileyen, iş yerinde elindeki evrakı teslim ettiği küstah tavırlı kadına bile nezaketle gülümseyen, toplantı masasında önüne çay koyarken döken hizmetliye de hiç kızmadan gülümseyerek karşılayan hatta anlayışla onun omzuna dokunan beyefendi, hatalara toleranslı, her eve lazım bir adam görüyoruz.
Fakat bu güler yüzlü beyefendi adam, evine gidince bir canavara dönüşüyor. Karısına bağırıyor, tabakları yere fırlatıyor, hırsını alamıyor, en son dövmek için üzerine yürüyor da kadıncağız odaya girip kapıyı kilitleyerek kurtuluyor.
O sırada bir erkek sesi şöyle diyor: “Başkalarına göstermeye utandığın bir yüzün var. Sevdiklerine göstermekten çekinmiyorsun. Sevdiklerine hangi yüzle bakıyorsun?”
KADEM Twitter’da #hangi yüzle hashatagi ile izleyenlerden destek bekliyor.
Videodaki gibi bir erkek normal bir insan olamaz ancak ruh hastası olabilir. Bu kadar beyefendi bir adam evine gittiğinde canavara dönüşüyorsa ya alkol alıyordur ya da ruh hastasıdır. Videodaki erkek normal değil fakat bütün erkekler öyleymiş gibi sunuluyor.
KADEM ya da diğer kadın haklarını savunduğunu iddia eden feminist dernekler, yaptıkları çalışmaların toplum üzerine etkilerini kontrol etmiyorlar görüldüğü kadarıyla. Kadın dernekleri iyi niyetli olsalar çalışmalarının geri dönüşümünü alır, olumsuz bir etkisi var mı diye kontrol ederlerdi.
Videoyu izleyen hangi genç kız evlenmeye cesaret edebilir. İnsan beyni hikayelerle çalışır. Bir hanımın evlilik için görüştüğü erkeğin, beyefendi görünümüne rağmen evde bir canavara dönüşeceğini korkusu yaşamaması mümkün değil. İşte aile kurumuna en büyük dinamit. Zaten boşanmalar arttı, evlilikler azaldı.
Ayrıca bu videonun kadın şiddetini önlemeye ne faydası olur? Şiddet uygulayan erkekler videoyu izleyip vaz mı geçecekler? Bu videoda kadınlar için de erkekler için de hiçbir olumlu mesaj yok. Ancak aleni bir erkek düşmanlığı var.
Erkekler aleyhine hazırlanan afişler, sloganlar filmler; kadınları ve kız çocuklarını, erkekleri ve erkek çocuklarını nasıl etkiliyor, ölçüm yapmaları lazım. Gerçi en baştan bu çalışmaları topluma sunmadan önce psikolog, psikiyatr ve davranış bilimcilere bu çalışmaların toplumu olumlu mu olumsuz mu etkileyebileceği üzerine onların görüşlerini sorup onay almaları gerekir.
Zira kadın derneklerinin çalışmalarının arttığı son yıllarda çalışmalarla birlikte şiddet çok arttı. Hem erkeklerin kadınlara yaptığı şiddet hem de kadınların erkeklere yaptığı şiddet arttı. Çalışmalar ve şiddet arasındaki bağlantı neden araştırılmıyor?
Hadi çalışmayı yapanların çoğu Avrupa fonundan beslenip destekleniyor da bizim düşünürlerimiz, yazarlarımız (erkek olanları kastediyorum; zira kadın yazarların neredeyse hepsi feminist olduğu için bu çalışmaları körü körüne destekliyorlar, onlardan bir feraset beklemiyorum) psikologlar, psikiyatrlar, sosyologlar, hükumet yetkililerimiz, milletvekillerimiz (erkek olanlar) neden bu kadar ciddi bir konunun takipçisi olmuyorlar, ölü sessizliğine bürünüyorlar.
Sabah akşam kadın dernekleri tarafından erkekler aşağılanıyor, kimsenin gıkı çıkmıyor. Bu neyin korkusu ki Allah korkusunun önüne geçmiş. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” değil mi? Neden haktan, hakikatten ve adaletten yana olunmuyor?
Bazılarının itirazı “Bu sloganlar şiddet uygulayan erkekler için, uygulamayanlar niye üzerine alsın ki bütün erkekler için söylenmiyor” oluyor. Öyle mi? Peki o zaman illa yapılacaksa erkekler için hazırlanan afişlerin yanına kadınlar için de afişler asılsın.
“Erkeksen Öfkeni Yen” afişinin yanına “Kadınsan Edebini Takın” afişi asılsın ki birbirini dengelesin. Aksi takdirde kadın kocasına her türlü terbiyesizliği yapsın sen de öfkeni yen, demenin insan fıtratında bir karşılığı yok. Elbette erkek öfkesini yenecek fakat kadın da kocasına karşı nezaketli olacak. Kadın dernekleri tek taraflı ve kadınları kışkırtıcı hareket ettikleri için, şiddet bu kadar çalışmaya rağmen azalmayıp artıyor.
Eğer bu çalışmaların faydası savunuluyorsa aynı videonun kadın versiyonu da yapılsın. İş yerinde bakımlı, gülümseyen herkese anlayışlı davranan bir kadın evine gelince çocuğuna vuruyor, kocasına bağırıyor, adamı odaya almıyor, yastığını salona fırlatıyor. Çocuk bir yere sinmiş korkuyla annesini izliyor. Erkek salonda koltuğa kıvrılıp yatıyor. Kadının öfkeli hali gösterilirken fonda bir ses: “Başkalarına göstermeye utandığın bir yüzün var. Sevdiklerine göstermekten çekinmiyorsun. Sevdiklerine hangi yüzle bakıyorsun?”
Kadınlar bu videoya razı olur mu? Bütün kadınları kapsamıyor, böyle yapan üzerine alsın mı derler yoksa bundan alınıp tepki mi gösterirler? Elbette tepki gösterirler, ben de istemem böyle bir şey yapılmasını. Şiddet şiddetle çözülmez, şiddeti bitirmek için olumlu yönlendirmeler yapılmalı. Bırakın kadınları, erkeklerin çoğu da razı olmaz, kadınlar aleyhine bir çalışmaya; kadınlar incinir, diye itiraz eder kadınlara sahip çıkarlar.
Peki erkeklere ne oluyor da kendi cinsiyetlerine yapılan bu zulme dur demiyorlar? İlla kendi ayaklarına taş değmesi mi gerekiyor. Erkekler! Lütfen bu zulme “Dur” deyin.
Ve İnsaf Sahibi Mümin Kadınlar! Size sesleniyorum. Bu zulme “Dur” deyin. Erkekleri kadınlar doğurup kadınlar büyütüyor. Biz oğullarımızı ezen ya da ezilen değil, adalet sahibi olarak büyütürsek o zaman biter bu şiddet. Hadi! Bazı sapık erkeklerin suçlarının çamurunun oğlunuzun, babanızın, ağabeyinizin üzerine sürülmesine izin vermeyin. Erkekler korumacı ve merhametli yaratılmıştır onların şiddet yanlısı gösterilmesine itiraz edelim. Yazıyı paylaşın ve destek olun. Suçun cinsiyeti yoktur. Suç suçtur. Biz kadınlar çocuğunu öldüren cani annelerin suçunu yüklenmiyorsak, masum erkekler de canilerin ve sapıkların suçu ile toplum vicdanında yargılanamaz.
Dini hassasiyetle adalet vurgusu ile ortaya çıkan KADEM kadınları bütün erkekleri suçlu ilan etmekten çekinmiyor. KADEM içinde iyi niyetli kadınları kullanan, sinsi bir yapılanma olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz’da gördük. Cumhurbaşkanımızın en yakınlarına kadar sızmış hainler. Aynı şekilde kadın hainler de Cumhurbaşkanımızın değerli ailesinin kadınlarına yakın davranıp onları yanlış yönlendiriyorlar gibi duruyor.
Zira KADEM in yaptırdığı #hangi yüzle videosu Müslüman erkek düşmanlığı yanında Ak Parti düşmanlığı da yapıyor.
Videoda görünen güler yüzlü cani adam Müslüman ve Ak Partili mesajı var. Videoda Ak Parti’nin amblemindeki sarı renk, farklı sahnelerde sürekli kullanılmış. Başlangıçta adam asansörden inerken karşıdaki binanın ara katları sarı renk, adam bir adamla çarpışırken sanki ışık yansıması gibi ikisinin ortasında sarı bir lamba yanıyor, adamı azarlayan kadının olduğu sahnede arkadaki fon sarı, toplantı salonunda duvardaki istatistikler sarı renk..
Adamın olduğu toplantı masasında başı örtülü ve başı açık kadınlar var. Başı açık kadınlar belli belirsiz görünürken, yanında oturan ak başörtülü asık yüzlü kadınla adam hep aynı kadrajın içinde. Yani asık yüzlü ak başörtülü kadın, adamın Müslüman kimliği hakkında bilgi veriyor. Sarı renk ise adamın Ak Partili olduğu mesajını veriyor. Toplu mesaj ise siz bu Ak Partililerin güler yüzüne, kibarlıklarına bakmayın, bunların hepsi evde kadın döven, ikiyüzlü tehlikeli insanlardır mesajı var.
Videoda çok ustaca Ak Partililer şiddet yanlısı gösterilmiş. KADEM bunu kime yaptırdı ise bunun için yüklüce para ödemiştir eminim. Yapanı da yaptıranı da tebrik etmek lazım! Bir taşla on kuş vurup üzerine de para kazanmışlar.
KADEM ve bunun gibi topluma fitne yayarak kadın ve erkeği birbirine düşman eden derneklerin vereceği zarar 15 Temmuz’dan çok daha fazla olacaktır. 15 Temmuz kahramanca bir mücadele ile durduruldu. Fakat bu sinsi sinsi yayılan erkek düşmanlığı durdurulmazsa bu felaketin altından kalkamayız. O halde hep birlikte #Erkeğe Şiddete Dur, diyelim.
Sema Maraşlı
.
Feminizm: Bir Menfaat ve Münafıklık Hareketi
Bir İslam ülkesi olarak maalesef ki Batı toplumlarının problemlerinden kendimizi koruyamamışız. Sadece azıcık daha iyiyiz. Fakat onların boğuştuğu dertlerle bizler de boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Oysa bizim, mükemmel bir dinimiz var; bizi o sıkıntılardan koruyacak. Dinimizin yeterince kıymetini bilmediğimiz ve teknoloji olarak bizden ileride olan Batı uygarlığına hayranlığımız sebebi ile onların mikroplarını ve hastalıklarını bizler de alıyoruz.
Müslüman bir ülkede feminizme hiçbir şekilde ihtiyaç yok. Batı ülkelerinde feminizm hareketinin çıkış amacında onlar bakımından haklılık vardı.
Hıristiyan din adamları Hz. Âdem’in karısı tarafından kandırılarak yasak meyveyi yediğine inandıkları için yüzyıllar boyunca insanın cennetten çıkarılmasının sorumluluğunu kadına yüklemiş ve kadını bir şeytan gibi görmüşler.
Bu yüzden de kadınlar Batı toplumunda çok ezilmiş, aşağılanmış, sömürülmüş. Batı’da kadınlar bazı haklar elde etmek için bu mücadeleye ihtiyaç duydular ve pek çok haklar elde ettiler. Gelinen noktada ise artık feminizme ihtiyaçları kalmadı, fakat feministler çalışmalarına son hız devam ediyorlar.
Kadınlar fazlasıyla haklar elde ettiler hatta erkeklerin haklarını da gasp ediyorlar ve buna hakları varmış gibi davranıyorlar. Zira feminizmin hak davası artık bir menfaat davasına dönüşmüş durumda.
İslam toplumlarında kadın her zaman kıymetli olmuştur. Dinimiz kadına gerekli haklarını vermiştir. Bazı İslam ülkelerinde kadına haksızlık yapılıyorsa, bu dinimizden kaynaklanan bir eksiklik değil, yanlış politikalardan kaynaklanan hatalardır, Yanlış uygulamalar ise çözümden çok problem üreten Batı kanunları ile değil, kendi dinimizin kıymetli kaynaklarından çıkarılmalı.
Fakat maalesef ki Müslüman kadınlar, feminizme pek bir sahip çıktılar. Açıkça feminist olanlar, feminist fikirlerden faydalanılması gerektiğini söyleyenler var. Bir de gizli feministler var. Feminizmin bütün fikirlerini kabul ediyorlar fakat feminist olduklarını kabul etmiyorlar. “Biz feminist değiliz. kadın haklarını savunuyoruz.” diyorlar.
Bu kadınlar hem dinin nimetlerinden, aile kurumunun sıcaklığından, hem de feminizmin nefse hitap eden yönlerinden faydalanmak istiyorlar. Sorarsanız feminist değiller; fakat kadınlar ve erkeklerle ilgili söylemlerine baktığınızda fikirlerinin feminizmden devşirme olduğu görülüyor. Boş yere “Biz sadece kadın haklarını savunuyoruz.” diye kimseyi kandırmaya çalışmasınlar.
Açık ya da gizli fark etmez, bakalım Müslüman feminist olabilir mi? Feminizmin fikirleri ile hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim âyetlerini bir karşılaştıralım. Bakalım ne kadar uyuşuyor?
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzulamayın, erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan isteyin. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir.” (Nisâ suresi, 32)
Allah celle celaluhu, erkeklerin ve kadınların eşit olmadığını fakat birinin diğerinden daha üstün olmadığını da bizlere bildiriyor. Kadın ve erkeğe birbirinden farklı noktalarda üstünlük verildiği açıklanıyor.
Bu âyet-i kerîme, erkeklerin dinin bazı hükümlere bakarak kendilerini kadınlardan üstün görüp övünmeleri ve kadınların da erkeklere özenen sözler sarf etmeleri üzerine indirilmiş. Kadın ve erkek insan olarak eşittir; fakat yaratılışlarında bir eşitlik yok, farklılık vardır. Yaratılışları eşit olmadığı için hak ve sorumlulukları bakımından da eşit değildirler.
Oysa feminizm kadın ve erkeğin eşit olduğunu iddia eder. Dinimiz ise eşitlik yok diyor. Zira eşitlik iddiası yaratılışa terstir. Yaratılışa ters olan, elbette dine de terstir.
Feminizm fıtrata karşı bir harekettir. Eşitlik davası kadınları erkeklere karşı amansız bir yarışa soktu. Farklı olanın eşit olması mümkün değildir, bu adalete aykırıdır. Kadın ve erkeğin eşit olmaması, birinin daha iyi, birinin daha kötü olduğunu göstermez. Su ve ateş birbirine eşit değildir fakat birinin diğerine üstünlüğü yoktur.
Âyet-i kerîmede iki tarafa da hitaben, “size verilmemiş olanı arzulamayın” diye de ikaz var. Oysa feminizm Rabb’imizin “arzulamayın” dediğini kadınlara arzulatmak üzerine kurgulanıyor.
Bazı Müslüman feministler “biz farklılığı kabul ediyoruz, eşitlik davasında değiliz” diyorlar fakat çalışmalarına baktığınızda Batılı feministlerden hiç bir farkları yok, hatta ve hatta onları geçmiş durumdalar.
Ellerinden gelse şu âyetleri Kur’an-ı Kerîm’den çıkaracaklar.
“Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve vazîfeleri bakımından hukûken) bir derece fazladır. Allah mutlak gaaliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara suresi, 228)
Görüldüğü gibi yine eşitlik yok. Erkek açıkça aileye idareci tayin edilmiştir.
“Erkekler, kadınlar üzerine ‘idareci ve koruyucu’durlar. Bu da Allah’ın kimini kimine (cihad, imâmet ve aile reisliği gibi şeylerde) üstün kılması ve bir de erkeklerin onlara mallarından sarf etme vazîfesinin bulunması sebebi iledir. İyi kadınlar gönülden itaatli, saygılıdırlar.” (Nisa suresi, 34)
Feminizmin sapkın fikirleri ile zihni kirlenmiş olanlar Rabbimizin emri olan, erkeğin evde yöneticiliğini kabul etmiyorlar.
İslam’da kadın ve erkeğe farklı hükümler gelmesinin sebeplerini anlamamış olabiliriz, hatta kadınlarla ilgili hükümlere yüzeysel bakıldığında bir haksızlık varmış gibi de görünebilir, fakat görünen çoğu zaman yanıltıcıdır. Hz. Mevlana “Görmemiz göz bağı olmuş bize” der.
Rabb’imiz “Hakkıyla bilen benim.” buyuruyor. Bizim de görünene değil Rabb’imize güvenip teslim olmamız lazım.
Rabb’imiz kadının da erkeğin de cinsiyetinden dolayı daha fazla sevap alamayacağını, herkese kazandığı kadar pay olduğunu buyuruyor. Gerçek üstünlük ancak Allah yanında üstün olmaktır. Allah yanında şerefli ve üstün olmanın da ne milliyetle ne de cinsiyetle sağlanacak bir üstünlükle olmadığı Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildiriliyor.
“Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlı olanınızdır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberi olandır.” (Hucurat suresi,13)
Takvalı olan Allah’ın emirlerini gönülden kabul eden, nefsinin değil, Allah’ın emrine uygun yaşayan, günahlardan sakınan kişidir.
Kendini dindar diye tanımlayan fakat feminist olan kadınlar, dinimizde kadın-erkek eşitliği olduğu iddialarını desteklemek için bu (Hucurat 13) âyet-i kerîmeyi iddialarına delil gösteriyorlar. Bu âyet-i kerîme Allah yanında kul olarak üstünlükten bahseder. Oysa feministlerin iddia ettiği eşitlik, toplum düzeni ile alakalıdır. Toplum ve aile düzeninde ise eşitlik mümkün değildir.
Toplumda yönetim ve düzen için sorumlulukla birlikte gelen statü farkının getirdiği “söz hakkı üstünlüğü” vardır: Müdürün çalışanlara söz hakkı üstünlüğü olduğu gibi. Ailede de erkeğin yöneticilik vasfından dolayı kadına söz hakkı üstünlüğü vardır.
Feminizmin kadın-erkek eşitliği davası en çok kadınlara zarar vermiştir. Çünkü kadınlar eşit olmak için erkeklere özenip onlar gibi olma hevesine düştüler. Oysa yaratılışları gereği erkek gibi olmaları mümkün değildir.
Sadece kadın-erkek arasında değil, insanlar arasında da eşitlik yoktur. Kimi daha zengindir kimi daha güzeldir kimi daha kabiliyetlidir…
“Sizi yeryüzünün halifeleri / vazifelileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabb’inin cezası serîdir ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (En’âm suresi, 165)
Herkes kendine verilene göre de hesaba çekilecektir. İslam’da eşitlik yoktur, adalet vardır.
“De ki: “Rabb’im bana adaleti ve itidâli emretti.” (Araf suresi, 29)
Feminizm İslam’ın özüne aykırıdır. Bu hususta pek çok âyet ve hadîs-i şerîf yazılabilir fakat bir âyet-i kerîme daha yazıp mevzuyu tamamlayayım.
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır.” (Tevbe suresi,71)
Kadın ve erkek birbirinin dostudur. Feminizm bu âyet-i kerîmenin aksine hareket eder ve kadınları erkeklere düşman etmeye çalışır. Feminizm hareketi bütün dünyada cinsiyetler arası bir savaş başlatmıştır. Sürekli kadınları kışkırtarak erkeklerin zalim, kadınların mazlum olduklarına toplumu inandırmaya uğraşırlar.
Feministler güya kadına şiddeti durdurmak için çalışıyorlar fakat ne hikmetse onların çalışmaları arttıkça kadına şiddette artıyor. Onlar da artan şiddetten nemalanıp caniler üzerinden bütün erkeklere saldırıyorlar ve erkeklere karşı içlerindeki düşmanlığı rahat rahat kusuyorlar.
Feminizmin getirdiği cinsel özgürlüğün İslam’a uymadığı zaten açık açık ortada. Feminizmle birlikte başlayan cinsel özgürlük aldatmacası ile kadınlar erkeklere peşkeş çekilmiştir. İslam’da zina haram olduğu gibi zinaya giden yollar da yasaklanmıştır. Kendini dindar diye tanımlayan feministler farkında olmadan zinanın kapısını da açmaktalar.
“Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayâsızlıktır / yüz kızartıcı çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsra suresi, 32)
Feminizm ikiyüzlü bir harekettir. İki yüzlülük münafıklık alametidir.
Feministler eşitliği savunuyorlar fakat istediklerinin eşitlikle hiç alakası yok.
Gerçi Batılı feministler bizimkilerden daha hakkaniyetli. Erkeklerin yaptığı pek çok ağır işi yapma, evin masraflarını ortak ödeme gibi konularda eşit davranmaya çalışıyorlar. Fakat onlar da erkeklere eşit davranılmayan pek çok konuda sessiz kalıyorlar.
Fakat bizim feministlerimiz tam iki yüzlüler.
Mesela erkeğin evde reis olduğunu kabul etmiyorlar fakat evi geçindirme görevini erkeğin üzerine yüklüyorlar. Erkeğin karısının maddi ihtiyaçlarını karşılamamasını şiddet kabul ediyor, kadınları kışkırtıyorlar. Fakat kadın erkeğin maddi ihtiyaçlarını karşılamıyorsa bunu şiddet olarak görmüyorlar.
Erkeğin kadından yemek ve ev işi yapmasını talep etmesini şiddet olarak görüyorlar, kadınları ev işi yapmak zorunda değilsin diye kışkırtıyorlar fakat kadının kocasından maddi isteklerini şiddet olarak görmüyorlar.
Kadınların çalışmasını savunuyorlar fakat kadının istemezse evin ihtiyaçlarına harcama yapmak zorunda olmadığını söylüyorlar. Fakat erkeğin hem evi geçindirip hem ev işleri yapması gerektiğini iddia ediyorlar.
Boşanırken erkeklerin kadınlara nafaka ve tazminat ödemesi gerektiğini savunuyorlar. Madem eşitlik var, kadınlar da erkeklere nafaka ve tazminat ödesin. Kanunlar da var fakat uygulamada yok. İstisnalar haricinde. Feministlerin de buna bir itirazları yok.
Kadın hakları savunucuları sürekli erkeklere ayar vermeye çalışıyorlar. Kadınların hataları yokmuş, onlar her daim masum ve mazlummuş gibi davranıyorlar. Oysa gerçekten iyi niyetli olsalardı kadınların da hatalarını görür onları da uyarırlardı.
Feministler, kadınların erkeklere uyguladığı pek çok psikolojik şiddeti görmezden geliyorlar; fakat erkeklerin evde biraz sesini bile yükseltmesini kadına şiddet sayıyorlar. Bu kadar iki yüzlülük olabilir mi?
Daha çok mesele var. Mesela anne-babanın geride bıraktığı maaşları kız evlatları alırken neden erkek evlatlara verilmiyor?..
Madem eşitlik var, kadınlar neden askere gitmiyorlar? Vatanı neden erkekler savunuyor, neden hep erkekler ölmek ya da öldürmek zorunda kalıyorlar, kadınlar güvenli mekanlarda oturup lafla memleket kurtarırken.
Kadınlar da ev geçindirsin ya da askere gitsin diye yazmadım bütün bunları tabii ki. Elhamdulillah feminist değilim. Sadece feministlerin iki yüzlülüklerini göstermek için istedim.
Kadınların çoğu feminizme sahip çıktılar çünkü nefislerinin hoşuna gidiyor. Hep hakların var fakat sorumluluğu yok. Oh ne âlâ. Hep al fakat bir şey vermek zorunda değilsin.
Kadın hakları savunucuları erkeklerden alırken onlara ne kadar haksızlık ettiklerini fark etseler bari fakat nerdeee! Erkeklerin hakkını teslim etmedikleri gibi kendi elde ettikleri hakları da gözleri görmüyor.
Kadınlar erkeklerden çok daha fazla haklara sahip oldular fakat hâlâ mağdur edebiyatı yapıyorlar. Elde ettikleri bütün haklara rağmen “mağdurum da mağdurum” deyip ağlıyorlar. Kadınlar feminizmin oluşturduğu eziklik paranoyasından çıkamıyorlar. Oysa günümüzde kadınlardan çok erkekler eziliyor fakat kadınlar ısrarla bunu görmek istemiyorlar.
Zira zihinler medyanın dayatması ile kirlenmiş. Olaylara Kur’an penceresinden değil, batı destekli medyanın penceresinden, nefsimizin gözü ile bakarsak onların dili ile okuruz.
Oysa Rabbimiz “Yaratan Rabbinin adı ile oku,” buyuruyor. O halde gönlümüzle bakar, Rabbimizin adı ile okursak ancak hak ve hakikati görebiliriz.
Müslüman kadınların feminizm tuzaklarına düşmesi çok acı. Menfaat ve münafıklık hareketi olan feminizm hiçbir şekilde İslam dini ile uyuşmaz.
Sema Maraşlı
.
Hadi Evi Yıktık Duygular Ne Olacak?
Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü…
Ay fenalık geldi. Nedir bu kompleks? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken nereye dönsek kadınların gücünden bahsediliyor. Toplantılar yapılıyor, yürüyüşler yapılıyor, gazetede haberler, yazılar yayınlanıyor.
Güç dedikleri nedir? Meslek, para, başarı, rekabet, hırs… Başka bir şey yok.
“Kadınlar da erkeklerin yapabildiği her şeyi yapabilir” i ispatlamak. Yapabilir elbette. Fakat erkeğin rahatça yaptığı işleri kadın ailesinden koparak, kendini tüketerek, kadınlığından vazgeçerek, hayatın güzelliklerini göz ardı ederek yapıyorsa buna başarı denemez. Ne denir? İçimden geçen kelimeyi yazmıyorum.
Yıllardır kadınlar evden koparılmaya çalışılıyor ve kadınlara sürekli hırs aşılanıyor. Bu hırs kadını da kadınlığı da tüketiyor. Bu yüzden kadınlar iyi niyetle yola çıkamıyorlar.
Zira işin sonucunu niyet belirler.
İhtiyaçtan çalışanın ihtiyacı giderilir.
Hırs için çalışan tükenir.
Allah rızası için çalışan kazanır. Üretenler, niyeti temiz olanlardır. Kazananlar kendinden başkasını düşünenlerdir.
Kadınlara bencillik aşısı yapmaya çalışılıyor. Özgürlük vurgusu ile aileden koparılmaya çalışılıyor.
Nike firması bu yıl “Bizi Böyle Bilin” diye bir reklam çekmiş, pek bir beğenilmiş hiç eleştiri yazısı görmedim.
Reklamda genç kızlara bir mesajlar bir mesajlar…Reklam bir genç kızın aile fotoğrafından kaçıp boks yapması ile başlıyor, başka bir genç kızın evin üzerine basarak evi yıkıp dışarıya koşması ile bitiyor. (Giy nike ayakkabıyı koş dışarı)
Reklamda kadınların sevdiği şeyler aşağılanmış.
Aileni bırak, boks yap,
Yemek yapma, halter kaldır,
Altın takı takma, madalya tak,
Büyüklerle vakit geçirip hanım hanımcık onları dinleme, git tenis oyna,
Evini toplayıp etrafı çekip çevirme hele kitap eline bile alma, kitaplığa bırak koş basket oyna,
Elbise etek giyen, kız gibi kızlarla sıkıcı vakit geçirme, git dans salonuna haya duygusu kalmamış kızlarla seksi danslar yap, sahte kahkahalar at,
Sonra evin üstüne bas sokağa koş, peşine de hemcinslerini düşür. Güya o zaman güçlü olacaksın.
Kadının gücü; yumuşaklığında, letâfetinde, zarifliğinde, duygusallığında, sevecenliğinde, kadınlığında, anneliğinde…
Kadına erkeklerin yaptığı ağır sporları yaptırarak ya da kadını erkek gücüyle yarıştırarak güçlü yapamazsın. Sadece esas güçlerini alırsın elinden.
Bu arada spora karşı değilim, kadınların kendine bakması evde ya da uygun ortamlarda spor yapmasını kast etmiyorum elbette, hatta yapmaları lazım.
JUST DO İT (SADECE YAP) Sadece yap, diye bitiyor reklam. Ya sonra? Sonrası yok. Bu yaşın ellisi var, atmışı var, yetmişi var, sekseni var. Onları nasıl geçireceksin? Boks yaparak, halter kaldırarak mı? Yoksa torunlarına gözleme yaparak bir kahvaltı masasında gülüşerek mi? Yetmiş yaşındaki kadını hangisi mutlu eder?
Güya dışarısı özgürlük. Serseri atlar gibi kaç bakalım, dışarısı güvenli mi?
Ayrıca senin koşmanı istedikleri yer neresi? Dışarıda nereye gidebilirsin? Avm, cafe, restoran… Kazan- harca, kapitalist sisteme hizmet et, ama ailene sakın hizmet etmeyesin. Elinden bir bardak çay bile içmesinler sen ezik misin, mesajı vermeye çalışıyorlar. Kurtul ailenden, koş dışarı, mekanlar seni bekliyor!
Geçenlerde gazetede okudum, bir köşe yazarı özetle diyor ki “Eskiden kadınlar arkadaşları ile öğleden sonra buluşurlardı. Son dönemde ise akşam üstü ve akşamları buluşuyorlar. Her mekanda kadınlar var, verdikleri bir kilonun bile kutlama bahanesi ile bir araya geliyorlar.”
Neden acaba? Bu kadınları bekar ya da boşanmış oldukları için olabilir mi? Evde eşi ve çocukları olmadığı için olabilir mi? Buyrunuz bu kadınlar mesleği olan, başarılı, güzel kadınlar. Fakat yalnız ve mutsuzlar. Hepsi mi böyle olsun istiyorsunuz!
Kadın dışarıda mutlu mu? Arada bir birkaç saat dışarıda gezmek kadını mutlu edebilir; fakat sonra kadın evini özler. Kadın aile olmak ister. Kadın sizin aşağılamaya çalıştığınız o güzel değerlerle mutludur.
Reklam filmine baştan bakalım.
Gerçekte kadın anne- babası, ailesi ile mutludur, o gülücük sahte değildir. Aile kıymetlidir. (Boks yapmak değil)
Kadın hamur açarken, yemek yaparken mutludur, zira kadında besleme büyütme güdüsü vardır. (Halter kaldırmak değil)
Kadında süslenme arzusu vardır. Altın olması gerekmez fakat takmak takıştırmak, kendini kadın hissetmek iyi gelir. (Madalya takmak kendini kadın hissettirmez)
Kadın onunla dertleşen bir büyükten kaçtığında değil, şefkatle onun elini tuttuğunda, onun yüzünü güldürdüğünde mutlu olur. (Tenis sahasında değil)
Kadın evini çekip çevirdiğinde, temiz düzenli bir evde mutlu olur. Hele okumayı seviyorsa evinde en mutlu olduğu yerlerden biri kitaplığın önüdür. (Basket sahası değil)
Kadınlar, arkadaşları ile mutludur, onlarla dertlerini paylaşmak, birlikte vakit geçirmek, kız kıza takılıp gülüşmek rahatlatır onları. (Dans salonlarında seksi danslar yapıp, zorlama kahkahalar atmak değil)
Kadın evinde kendini güvende hisseder. O evin üzerine bastığında, dışarı koştuğunda mutlu olamaz.
Reklamda koca, çocuk hiç yok. Zira bunları terk ediyor gibi gösterselerdi tepki alırdı. Kurnazlık etmişler. En sonunda kadın evi çiğnediğinde aslında hepsini çiğnemiş oluyor.
Pek çok genç kıza ne kötü mesajlar gidiyor bu reklamla. Tabii ki reklamı izleyen her genç kız sporcu olmaya heveslenecek değil fakat “ailenden kurtul, kadınlığın asli özelliklerini çiğne, dışarı koş” mesajını alacak yapacağı iş ne olursa olsun.
Tamam, diyelim ki kadın evi aileyi çiğnedi, ya sonra? Kadın duygularını ne yapacak? Kadın hayvan mı ki dışarıda koşarak mutlu olsun. Ki hayvanlar bile sevilmek ister.
Kadının sevme ve sevilme, aile olma güdüsü ne olacak? Yaradan’ın genetik kodlamaları yaratılış özellikleri yok olacak mı? Yoksa biraz yaş geçince büyük pişmanlıklarla mı kendini gösterecek?
Bakınız Ajda Pekkan. Kadın 72 yaşında “anne olmak istiyorum” diye tutturdu. Buyrunuz, şan şöhret, ses, güzellik, dans, mal mülk, para, özgürlük, dünyaya ait her şey var. Bir kadına yetiyor mu? Kadın anne olmak, aile olmak istiyor.
Reklam “Sadece Yap” diyor. Sonunu düşünme demek istiyor. Zira kadın sonunu düşünürse yapamaz. Yaşlılığı bırak gençliğinde bir sakatlansa o burnun kıvırdığı aileye dönmek zorunda kalır.
Kadınlar! Uyanık olun, dolduruşa gelmeyin. Kapitalist sistemin sizi kullanmasına izin vermeyin.
Kadınlar! Uyanık olun, dolduruşa gelmeyin. Ev güzeldir, ev güvenlidir, aile değerlidir. Kıymetini bilin.
Sema Maraşlı
.
İslam’da Kadın Hakları
İslam’da kadın hakları Müslüman kadınların en merak ettiği, irdelediği konudur. Bulacaklar hakları şak diye kocaların yüzüne çarpacaklar, şak diye dinsizlerin yüzüne çarpacaklar!
Fakat bu konuda yeterince içlerini soğutacak kaynak bulamamanın mutsuzluğunu yaşar çoğunluk Müslüman kadınlar. Kimi bu yüzden feminizme sarılır kimi de dinine küskünlük besler.
İslam da haklardan pek bahsedilmez, sorumluluklardan bahsedilir.
Zira dünyaya imtihan için geldik ve biz öncelikle kendi sorularımızı çözmek, sorumluluklarımızı üstelenmek zorundayız.
Öncelikle dinimizde kadın-erkek hakkı değil, yaratılmış her şeyin hakkı vardır. İnsan ilişkilerinde de insanın insan üzerindeki hakları vardır ve kadın ve erkek ayrımı yoktur herkes eşittir.
Kalp kırmak, kötü söz söylemek, eziyet etmek, aşağılamak, yargılamak, incitmek…. kötü filler yasaktır ve her şeyden önce kişiyi Allah’tan uzaklaştırır. Bunun kadını erkeği yoktur. Güzel söz söylemek, güler yüzlü olmak, karşılık beklemeden iyilik yapmak, hataları affetmek de emredilmiştir. Bunlar hem insan gönlünü kazanmaya hem de Allah’a yaklaştıran amellerdir.
Dinimizde karı-koca ilişkisi bağlamında sorumluluklar da belirtilmiştir.
Erkeğe karısına karşı sorumlulukları hatırlatılır.
“Kadınlarla iyi geçinin” diye emreder Rabbimiz.
“Kadınlar size Allah’ın emanetleridir.” der ve emanetlere iyi davranılması konusunda uyarır Hz Peygamber.
“Gecelerde kadınların hakları vardır.” d:r erkeklere. Kadının hakkını erkeğe hatırlatır.
Erkeğin hakkını da kadına.
Kadınlara da:
“Kocalarınıza gönlünüzden seve seve Rabbinizin hatırı için saygılı ve itaatkar davranın” der Rabbimiz.
Erkeklere mücadele etmeyi, rekabet etmeyi, dik başlılık edip kafa tutmayı yasaklar dinimiz.
Koca ile iyi geçinmek için gösterilen gayrette cihat sevabı müjdesi vardır. Kadın, içindeki putları kırmalı, kinini temizlemeli ki kocasına güler yüzlü olabilsin.
Kadınlara“Kocasını memnun ederek ölen kadının cennetlik olacağı” müjdesini verir Hz. Peygamber.
Zira kadın aynadır. Erkeğe ne yansıtırsa onu alır çoğunluklar. Öfkeye öfke, kırgınlığa kırgınlık, sevgiye sevgi…
Zira kadın annedir. İçindekileri çocuğuna yansıtır.
“Sabır ve Şükür dinin yarısıdır.” buyurur Hz.Peygamber. Herkes kendi sabrından ve şükründen sorumludur.
Kadınlara, şükür ehli olmaları ve kocalarına nankörlük etmemeleri konusunda ek bir uyarısı vardır Hz. Peygamberin. Şükürsüzlük başta kadının ruh sağlığını bozar. Şükür mutluluğun hapıdır.
Kadın toplumun mimarıdır. Doğurur, besler, büyütür. İçindekileri topluma yansıtır.
Kadın şükrederse toplum şükreder.
Kadın güler yüzlü, yumuşak ve sevgi dolu olursa bu hale hale topluma yayılır.
Karı-kocanın birbirine sorumluluğu vardır.
“Sevgi ilişkisi olan yerde hak davası güdülmez.” Der Hz. Mevlana.
Zira hak arama davasının sonu ya hastanede ya hapishane de ya da mezarda biter.
Hak arama davası kışkırtır; ezilmişlik ve kurban psikolojisi oluşturur.
Hak arama davası saldırganlaştırır ve kadının yaratılış özelliklerini bozar.
Müslüman kadın ve erkek kendi hakkının davasında değil, sorumluluklarının derdindedir. Zira onlardan hesaba çekilecektir.
Hak davası yorar. Sorumluluğun idrakinde olanın yardımcısı Allah’tır.
Sema Maraşlı
.
Cinsel Sapkınlıkların Yolu Kapansın
Hep taciz ve tecavüzden şikayet ediyoruz fakat ona giden yolları kapatmaktan kimse bahsetmiyor.
Öncelikle alkol ve uyuşturucu ile daha çok mücadele edilmeli
Şiddet, taciz ve tecavüzlerde failin çoğunlukla alkollü olduğu ya da uyuşturucu almış olduğu yapılan çalışmalarda ortaya çıkan bir gerçek. Geçen yıllarda Yeşilay da açıklamıştı. Şiddetin ilk sebebi alkol diye.
Bu yüzden öncelikle alkol ve uyuşturucu ile daha çok mücadele edilmeli. Hep cezalar konuşuluyor. Fail yapacağını yaptıktan sonra istediğin cezayı ver, mazlum mağdur olduktan sonra. Tabii ağır cezalar da lazım, ama önce cinsel istismarın önünü kapamak ve engel olmak için çaba ve gayret gerekir.
Geçenlerde haberlerde yer alan, çocuğuna el uzatan sapık, uyuşturucu bağımlısıymış. İnsan ayık kafayla öyle bir şey yapamaz zaten. Yine son dönem çıkan çocuklarını öldürüp, kendi intihar eden babalar da alkol almışlar cinayetten önce. İnternette kısa bir araştırmayla görürsünüz sebeplerini fakat bizde haberlerde kişinin baba olması öncelikli olarak vurgulanıyor oysa alkol alarak yapmış olması daha çok vurgulanmalı ki bazı insanlar için caydırıcı olsun. Hem de alkoliklerin ayyaşların suçları bütün erkeklerin ve babaları üzürine yıkılmasın.
Cinsel istismar bitsin, diye güya mücadele eden feministler, alkol yasaklansın taciz ve tecavüz çok azalacak desek alkolü tercih ederler. Çünkü onlar önce kendilerini düşünürler. Mazlumların sadece kanından beslenirler.
Porno yasaklansın
Kadını cinsel bir meta ve nesne olarak gösteren, ucuzlatan pornoya en çok feministler karşı olmalıyken “Pornomuza dokunmayın” diye yürüyüşler yapıyorlar. Uzmanlar porno izleme yaşının on yaşında başladığını söylüyorlar. Porno izleyen çocukların merak etme ve deneme ihtimalleri çok yüksek. Hani çocuk istismarını düşünenler neredeler! Neden pornoya karşı seslerini duymuyoruz? Ayrıca eşcinsel birliktelikler de pornoyla yayılıyor ve artıyor.
Porno her açıdan büyük bir tehlike. Bataklıkları kurutmazsanız sivrisineklerden kurtulamazsınız.
Cinsel sapkınlıkların önünü kesilsin
Son yıllarda eşcinsel ilişkilerde patlama var. Televizyon dizilerinde neredeyse her dizide bir eşcinsel rolü canlandırılıyor. Sinema ayrı bir dert.
Şu sıralar vizyonda olan iğrenç bir kitaptan yapılmış lise öğrencisi 17 yaşındaki gencin yasalara göre çocuğun, evlerinde misafir olan babasının asistanı erkekle yaşadığı cinsel ilişkiyi, aşk diye gençlere ballandıra ballandıra anlatan bir film sinemalarda oynuyor, kimsenin de gıkı çıkmıyor. 17 yaşında madem çocuk sayılıyor neden kimse bu film çocuk istismarı demiyor. Filmin ve kitabının yorumlarını okuyun ve gençlerin geldiği hali görün.
Sabah Gazetesi bu eşcinsel filmi “İtalya’da bir yaz rüyası” başlığıyla eşcinsel ilişki olduğunu hiç belirtmeden normal bir filmmiş gibi verdi ki internetten gördüğüm kadarıyla iğrenç sahneleri var. En Azından Hürriyet Gazetesi “Arzunun o belirsiz nesnesi” başlığıyla filmin 17 yaşında bir öğrencinin eşcinsel ilişkisini anlattığını belirtmiş. Bizden dediğimiz insanlar bizlere eşcinsel filmi normal bir aile filmiymiş havasında sunuyorlar. Ne hale geldik Allahım!
Sapkın ilişkileri anlatan filmler yasaklansın, yasaklamaya gücünüz yetmiyorsa bari reklamı yasak olsun. O filmlere gidip eşcinsel ilişkilere heveslenenlerin veballeri, emin olun yakanızı bırakmayacak milletin vekilleri olarak.
Bu film ile ilgili araştırma yaparken başka bir film daha çıktı karşıma. O da 15 yaşında bir genç kızın kendinden büyük bir kadınla yaşadığı eşcinsel ilişkiyi anlatıyormuş. 2013 yılında sinemalarda oynamış. Feministlerin çoğu lezbiyen zaten, ilişki biçimine seslerini çıkarmamışlardır da kızın yaşının 15 olması da belli ki kimseyi rahatsız etmemiş. Hani 18 yaş altı çocuktu, kızın gönlü olsa da cinsel istismara girerdi. Erken evlenenlere gelince çocuk, sapkın ilişkilere gelince ses yok normal.
Feministler=İkiyüzlüdür diye pankart yaptırın kendinize ikiyüzlü feministler.
Sadece bu filmler değil, daha ne sapkın filmler oynamış. Yine haberim olan biri ile ilgili yazmıştım onun linkini yazının altına ekleyeceğim fakat bu filmlerin Müslüman bir ülkede böyle rahat rahat her sinemada oynamasına bir engel gelmeli. En iyisi tümden yasaklanması fakat yasaklanmıyorsa en azından sinemaya gidip, şöyle bakalım bir filme girelim, deyip normal bir şey zannedip gençlerin girip izlemesine engel olacak bir şeyler yapılmalı. Afişler üzerine bir yazı ya da afiş karartılmış olabilir fakat uyarıcı bir şey olmalı.
Zaten son bir kaç yıldan beri tüm dünya da eşcinsellik sinema sektörü ile hızlı bir şekilde yayılıyor. Geçen sene Oscar ödülü eşcinsel zenci bir gencin hayatını anlatan filme verildi. Bu yıl da aday olan filmlerin içinde lezbiyen ve gay filmleri çokmuş. Bu vesile ile bu filmlerin reklamı yapılıyor. Oscar’a aday olmuş diye gençler merak ediyor, böylelikle ahlaksızlığa kalite getirmeye çalışıyorlar. Bu filmler ülkemizde de oynuyor. 18 yaş sınırına pek çok sinema girişinde dikkat edilmeyince gençlerimiz sapkınlıklara çekilmiş oluyor.
Hükümet yetkililerimiz, milletvekillerimiz uyuyorlar mı? Niye toplumun ahlakını bozan şeyler için mücadele etmiyorlar.
Sapkınlığa engel olmadıkları, bu konuda mücadele etmedikleri için belki de sapkınlar tarafından cinsel istismarla suçlanıyorlar. Hakkın tokatı görmezden geldikleri ahlaksızlardan geliyor belki de.
Benim derdim gençler ve masumların bu belalardan uzak kalması. Yoksa, engel olma imkanı en azından mücadele etme, ses duyurma imkanı olup da sessiz kalanlar, ne halleri varsa görsün, onlar umrumda değil.
Sema Maraşlı
.
Genç Evlenenlere Af – Sema Maraşlı
“Kızlarımız okusun, hayat bayram olsun…” hayalinden bir çıkıp gerçekleri görürsek iyi olur. 18 yaş 14 yaş arası kızların çoğunun sevgilisi var. Sosyal hesaplarına bakılırsı hiç de çocuk havası yok. Ve sevgilileri ile de cinsellik yaşayanların sayısı da oldukça yüksek.
18 yaş altındaki kızlar, dini nikahla evlendiğinde kocaları tecavüzcü sayılıp hapse atılıyor; fakat zina yapsalar bir problem yok, yeter ki evlenmesinler.
Genç evlilik olmasın, diye çabalayanlara ve feministlere bakıyorum hiçbirinin de erken yaşta nikahsız ilişkiyi önleme konusunda bir çalışması yok. Çocuklar evlenmesinmiş.
O çocuk dediğiniz ergenlerin yemediği halt kalmıyor, evliliğe gelince mi problem! Eğer samimi olarak gençleri düşünüyorsanız onlara faydalı eğitimler vermek ve zinanın önüne geçmek için çalışırsınız.
Biz Müslüman bir ülkeyiz. Bizde zina olmaması lazım, evlilik değil. Zinaya giden yollar açık bırakılır fakat evlilik yollarına taş konulursa bu zinayı artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Dinen reşit olmuş kişiler evlenebilir. Dinen reşit olmak için de ergenliğe girmiş ve aklı olgunlaşmış iyi ve kötüyü ayırt edebiliyor olması alış-verişten anlıyor olması gibi şartları var dinimizin. Bu olgunluğa sahip olan kişiler evlenebilir. Onlara evliliği yasaklamak zina yollarını açmak demektir.
Geçmiş yıllarda evlendiği zaman karısı 18 yaş altında olduğu için hapis yatan binlerce erkek var hapiste. Tek suçları dini nikahla evlenmek. Kadınların hiçbirinin şikayeti yok ve kocalarını hapisten kurtarmak için çabalıyorlar.
Resmiyette kocalarını kurtarmak için başvuran 4 bin civarında kadın var, diye açıklama yapılmıştı. Ki sayı bunun çok çok üstündedir fakat başvuranlar bunlar. Kadınlar “Biz kendi gönlümüzle, düğünle dernekle, dini nikahla evlendik, kocalarımızı seviyoruz, bizi zorlamadılar onları bırakın biz de çocuklarımız da mağduruz…” diyorlar. Bu rakamlar üzerinden en on bin çocuk da “anne-babası genç evlendi” diye babasız büyüyor. Kadınlar ve çocuklar maddi- manevi sıkıntıda.
Bir de yakalanma korkusuyla, evde doğum yapan, çocuğunu nüfusa yazdırmayan binlerce aile var.
Milletvekillerinin bir kısmının, bu mağdur kadınlara verilmiş sözü vardı ve kanun çıkacağı zaman feministler ayaklandılar, öyle olmadığını bildikleri halde “Tecavüzcü ile evlilik serbest bırakılıyor.” diye yaygara çıkardılar, konuyu bilmeyen pek çok kişi de onlara destek oldu. “Biz o zaman af olmasın diye kanundaki düzenlemeye karşı çıkmıştık fakat durumun öyle olduğunu bilmiyorduk.” diyenler var. Tecavüzcülerin serbest bırakılması mantıklı bir şey mi? Niye hemen duyduğunuza inanıp, pis hesaplar yapanlara destek oluyorsunuz? Azıcık araştırın sorun. Yaptığımız her şeyden sorumluyuz. Bakın bu destekler pek çok mazlumun gözyaşına sebep oldu.
Kanun tekrar görüşülmek üzere notuyla geri çekildi, fakat tekrar görüşülmedi. Binlerce erkek dini nikahla evlenmenin cezası olarak içeride tecavüzden yatıyor. Hem de 8 den 16 yıla kadar ağır cezalarla. Eşleri ve çocukları dışarıda ağlıyorlar. O mazlumların göz yaşlarında hepimiz boğuluruz. Milletvekilleri bu kanunları nasıl içlerine sindiriyorlar acaba?
Tek suçları evlenmek olan kişileri hapse atmanın hesabını, kanunun düzenlenmesine engel olanlar, ve yetkililer nasıl verecek?
Feministler güya kadın hakklarını savunurlar, yalan. Bakın, kocaları onlarla evlendi diye “nikah cezası olarak” kocaları hapiste olan kadınların haklarını neden savunmuyorlar feministler. Onların ve çocuklarını gözyaşlarını neden görmüyorlar. Zira ideolojilerine uymuyor.
Bırakın femisintler carlasın dursunlar; onlar carlamak için büyük paralar alıyorlar Avrupa fonundan, herkes görevini yapar, milletvekillerinin ve hükümetin hakkı ve adaleti seçmesi gerekir. Allah’tan gayri bir şeyden korkmayanın yardımcısı Allah’tır.
Sayın Milletvekilleri!
Lütfen bir an önce genç evlendiği için hapis yatanların, serbest bırakılması içi çalışmalar yapın. Geçmişe yönelik af çıkarın bundan sonrasında da 14- 18 yaş arası evliliği serbest bırakın.
Genç evlenenlere bakıyoruz genellikle 14 yaş civarı kaçarak evlenmişler. 14 yaşında birine evlenmek için 18 i bekle desen beklemez o yaşlarda gençlerin kanı deli akar. Ölümüne severler, hapis falan gözlerine görünmez sonrasında pişman olanlar olsa da o yaşlarda görünmez. . Acilen bir düzenleme lazım.
Sayın Milletvekilleri!
Bakınız ne zaman Allah’tan gayri şeylerden korkuldu ayaklarınıza dolaştı.
18 yaş evlilikler, gençlerin cinsel olarak aktif olduğu, dinimizin izin verdiği, geleneğimizde de var olan bir kültür. Yasaklayamazsınız fakat düzenleme getirebilirsiniz. Mesela 14- 18 yaş arası evlenecek olanlar uzman bir ekipten izin kağıdı alabilirler.
Burada aile baskısı var mı zorla mı evlendiriliyor, ya da erkekten yana bir tehdit ya da taciz var mı gibi konularda psikolog, polis ve diğer uzmanların olduğu ekip kızın tamamen kendi rızası ile geldiğine emin olursa izin verilir, o da evlenir. Bir kız zorla mı gönlüyle mi evleniyor anlamak zor değil bu devirde artık her imkan var.
Siz evliliğe izin vermezseniz ne olur? Zina olur. Vebali de üstünüze olur.
Batı’da evlilik yaşı 18 fakat fakat reşit yaşı, rıza yaşı diye bir ayrımları var. 13-14 yaşından sonra kızlar istediği erkekle ilişkiye girebiliyor ve aynı evde evli gibi yaşayabiliyor, yasak değil.
Almanya başta olmak üzere pek çok Batı ülkesinde 14 yaşından sonra çocuk olarak değil, genç olarak görülüyor ve rıza ile cinsel ilişki 14 yaşından sonra serbest. Yoksa gençleri cezaevine doldurmak zorunda kalırlardı.
Geçen yıl Amerika’da 15-19 yaş arası 1000 kızdan 29.4 ü doğum yapmış.
İngiltere de 15-19 yaş arası 1000 kızın gebe kalma oranı (44.2) yarısı kürtaj yaptırmış yarısı doğurmuş.
Devlet bu kızların birlikte olduğu kişileri toplayıp toplayıp hapse atmıyor. Batı’nın serbestliğini alıyorsak modernlik diye, bari o konudaki kanunlarını da alalım. 14 yaş resit olarak kabul ediliyor ve ona karışılmıyor.
Türkiye ve İngiliz sömürüsü Malta’dan başka evlilik yaşı ile reşit-rıza yaşı aynı olan ülke yok.
Evlilik yaşı ile rıza yaşının aynı olması zinaya engel mi değil. Sadece zinaya bulaşmak istemeyen evlililiği tercih edenlere ceza oluyor. Helali tercih eden erkekler hapse gidiyor, hanım ve çocukları ise ortada kalıyor.
18 yaş altı dini nikahlı evlileri cezalandırmak demek; evlenmeyin, evlenmek suç, zina yapın, demektir.
Ayrıca 18 yaş altında kızlara geri zekalı muamelesi yapılıyor ve kız “ben gönlümle evlendim” dese de hiç dikkate alınmıyor, “sen kız çocuğusun aklın ermez, bilmezsin” deyip kocası hapse tıkılıyor. Nasıl başarıyorsak Batı’dan aldığımız kanunlardan en çok dindarlar zarar görüyor.
Ayrıca 18 yaş altı cinsel ilişki yasaksa bunun cezasını neden sadece erkekler çekiyor. Ceza vereceksiniz “biz isteyerek birlikte olduk, dini nikahla evlendik” diyen kadınlara da hapis cezası verin. Böyle adalet mi olur!
Ağzını büze büze “Erken evliliğe karşıyız” diyen kibirli kadınlar! Burnunuzu bir aşağı indirseniz gerçekleri göreceksiniz. Liselerin çoğu fuhuş yuvasına dönmüş, sizin çocuk dediğiniz gençlere sevgili dayanmıyor. Siz fuhşu durdurmak için ne yapıyorsunuz? Zina yapan on sekiz yaş altı serbest eğlence peşinde koşuyor. Evlenenlere bu korkuları üzüntüleri, yaşatmaya hiç kimsenin hakkı yok. Devletin gücü evlenenlere mi yetiyor? Müslüman bir ülkede bu zulüm yapılır mı?
Acilen 18 yaş altı çocuklarımızı koruyalım, sahtekarlığından çıkıp, realiteden bakıp ona göre inançlı insanlar zarar göremeyecek şekilde, düzenlenme yapılsın acilen ve hapis yatan zina yapmayıp evlendiği için cezalandırılan mazlumlar bir an önce çıksınlar, hanımlarının ve çocuklarının yüzü gülsün.
Sayın Milletvekilleri,
Sizin kendi oğlunuz 18 yaş altı bir kızla evlenmiş olsa, oğlunuzun 8 yıl hapis yatmasına hem de gerçek tecavüzcülerle birlikte aynı koğuşta kalmasına razı olur muydunuz?
Karısını ve çocuklarından ve sizlerden ayrı suçsuz yere en ağır cezadan gençliğini hapis çürütmesine razı olur muydunuz?
Müslüman kendisi için istemediğini, müslüman kardeşi için de istemez. Sustuğunuz her şeyin hesabını vereceksiniz.
Bu vebalde kalmak istemiyorsanız bir an önce resmiyette reşit olma yaşını değiştirmeniz lazım. 14 yaş resit olmak için ideal bir yaş.
Daha önceki problem dini nikaha “dini nikah” demeyip “cinsel istismar” dendiği için yaşandı. Dini nikaha “tecavüzcüsü ile evlenme yasası” denirse siz de tecavüzcüleri serbet bırakanlar olarak ilan edilirsiniz elbette.
Lütfen Allah rızası için dini nikahı kabul edin ve dini nikaha dini nikah deme cesaretini bulun kendinizde.
Önce cesaret. Dinsizlerin cesareti kadar bir Müslümanın cesareti yoksa ağlayalım halimize. Bu mazlumların eşlerinin, çocuklarının, anne-babalarının döktükleri gözyaşlarında boğulmak istemiyorsanız bir an önce kocalarını serbest bırakın.
Sema Maraşlı
.
Cinsel İstismarcı Doğan Medya Hesap Versin
“…Bırak bu kitap çarpsın okuyanını. Sarsılsın ve kendilerine uzun zaman gelemesinler. Okuyanlar, “Dayanamıyorum okumaya, şüpheci biri oldum çıktım, bu nasıl iş anlamadım!” diyor. Her yerlerine şüphe bulaşsın bırak! Uykuları kaçsın, rahatsız olsun, yaşantılarından keyif alamasınlar bir süre…” diyor. “Kardeşini Doğurmak” kitabının yazarı Büşra Sanay, Ayşe Arman’la yaptığı röportajında.
Büşra Sanay CNN TÜRK’te çalışan bir televizyoncu. “Kardeşini Doğurmak” kitabında öz babasından hamile kalan kızları ve abi, dayı, amca istismarını kısaca aile içi cinsel istismarı “ensesti” anlatmış bu kitapta.
Büşra Sanay öyle bir yazmış ki kitap, okuyanların uykularını kaçırıyor, her yere şüphe bulaştırıyor ve insanı hayattan tiksindiriyor. Niye yazılır ki böyle bir kitap? Kime ne faydası olacak ya da kimlere ne zararı olacak?
Kim ister böyle bir şeyi? Toplumun ruh sağlığının bozulmasını isteyen birileri var demek ki. Kim acaba? Merak etmeyin yabancı değil. Bizden biri. Yıllardır evlerimizin başköşesinden televizyondan evlerimize birkaç kanalı ile birlikte konuk ettiğimiz Kanal D’nin de sahipleri, Doğan Medya grubu. “Kardeşini Doğurmak” kitabı da Doğan yayın grubundan, Doğan Kitaptan çıktı.
Kitabın yazılma hikayesini şöyle anlatıyor röportajda Büşra Sanay: “TKDF Başkanı Canan Güllü’yle CNN Türk internet sitesi için ‘ensest’ konuştuğumuz röportajla başladı. Röportaj o kadar çok okundu ki, yılın en çok okunan 11. haberi oldu.”
Canan Güllü’nün titri de pek havalı. TKDF “ Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı” Üç beş feminist dernek bir araya gelip, federasyon oluyorlar, zannedersin Türkiye’deki bütün kadın derneklerini temsil ediyorlar. Ondan sonra istedikleri gibi açıklama yapıyorlar.
Velhasıl bakmışlar bu iş kazançlı duruyor. Çok okunması demek onlar için çok reklam demek. Maddi olarak kazançlı. Röportaj bu kadar okunduğuna göre kitap da haydi haydi okunur, kaçırmayalım bu fırsatı, demişler belli ki, Büşra Sanay’a da yazdırmışlar.
Doğan grubu belli ki önden bir ensest röportajı yapıp tepkileri ölçmüş. Bakmışlar ki hiçbir tepki yok; tam aksi yazıya ilgi çok. Ne versen yiyor millet. Eh bunun kitabını yazmasak ayıp olur, diye düşünmüş olmalılar.
Ayrıca bu kitap Doğan Medya için bir taşla çok kuş misali. Doğan medya yıllardır dizi ve filmlerle yıkmaya çalıştıkları aile kurumuna darbeyi daha kısa yoldan indirecek iyi bir yol bulmuş oldu.
Geçen yıl Hürriyet Gazetesi’nden Melis Alphan “Türkiye’ de ensest oranı yüzde 40” diye başlık atmıştı. Yine bu bilgi de ne tesadüfse yine aynı feminist örgütlenmenin başkanı Canan Güllü’ ye ait. Canan Güllü şehir şehir gezerek bu bilgiye ulaşmış. Hiçbir bilimsel yanı yok. Kadın kendi kafasına araştırma yapmış, artık nerelerde dolaştıysa?
Hürriyet Gazetesi’nin yazarı da bu bilgiyi gerçek bir veri gibi vererek bizleri inandırmaya çalışıyor. Hürriyet Gazetesi’ne göre bu durumda etrafımızdaki ailelerin neredeyse yarısında; babalar kızlarına, ağabeyler kız kardeşlerine, dayılar amcalar yeğenlerine taciz ya da tecavüzde bulunuyor.
Hatta Canan Güllü’nünü Büşra Sanay’la yaptığı röportajda söylediğine göre “Kayınpederinin elinden geçmeyen kadın yokmuş.” Canan Güllü bunu bize başka bir kadının dilinden aktarıyor. Ensestin bu kadar çok ve normal karşılandığına bizi ikna etmeye çalışıyor, geçen yılın en çok okunun 11. sıradaki röportajında.
Tabii bu kadar değil, Canan Güllü’ye şöyle devam ediyor: “Ama şu an bahsettiğimiz şey sadece kadını barındırmıyor. Her yaştan kız ve erkek çocukları barındırıyor, ensest. Anneleri tarafından tacize uğrayan erkek çocuklar da var. Ama yaygın olan babanın ve abinin tacizine tecavüzüne uğrayan kız çocuk vakası.”
Ne kadar iğrençler. Elbette 80 milyonluk ülkede böyle pislikler, sapkınlar çıkabilir fakat çok az sayıdaki olayı etrafınızdaki ailelerin yüzde 40’ı böyle diyerek bizi ailenin güvensizliğine ve toplum olarak sapık olduğumuza inandırmaya çalışıyorlar. Doğan medya ailesi ve çalışanları arasında yakın akraba sapıklığı çok galiba ki yüzde 40 diyorlar.
Röportajda Ayşe Arman’ın “Mağdurlara nasıl ulaştın?” sorusuna Büşra Sanay:
“Bulmak gerçekten zordu. Ama konuşmaya ikna etmek zor olmadı.” diye cevap veriyor.
Hani ailelerin yüzde 40’ında vardı bu sapkınlık, niye bulmakta zorlandınız?
Bulmakta zorlanırsınız çok şükür halkımız sizin kafalarınızdaki gibi sapık bir toplum değil.
Büşra Sanay okuyanların çok sarsıldığını anlatırken, yazarken kendi psikolojisinin de bozulduğunu anlatıyor.“Kitaptan önceki Büşra ve şimdiki Büşra bambaşka kişiler. O eski Büşra artık yok. 29 yaşımda kaldı… Zaten bu kitabı okuyan da, hiçbir zaman kitaptan önceki kişi olmayacak. Bu kadar sarsılacağımı düşünmüyordum. Artık gülüşüm, yüzüme oturmuyor mesela. Mesela saçımdaki her beyazın hikâyesi var… Uzun süre otobüse bindiğimde düşmemek için demirlerden tutamadım, avuçlarının teri elime geçmesin diye, erkeklerin kalktığı koltuklara oturamadım, sıcaklıkları bana değmesin diye. Kâbuslarımda siyah bir beden arkamdan koştu aylarca, bunları iyileştirmeye çalışıyorum.” diyor.
Yazarın kendi etkilenmesinden çok net bir şekilde anlaşıldığına göre kitabı okuyan kadınları rüyalarında onları erkek kabuslar kovalayacak. Kadınlar her erkeğe tacizci, potansiyel sapık gözüyle bakacaklar ve her erkekten şüphelenecekler. Kadınlar bütün erkeklerden tiksinecek, nefret edecek…
Ne kadar güzel. Kadınlara ne faydası olacak bunun acaba?
Kadınları erkeklerden nefret ettirmek iğrenç bir cinsiyetçilik değil mi?
Ve kadınlara ne kadar büyük kötülük bu!
Dünyaca kabul edilmiş psikolojinin üstatlarından Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde birinci katta insanın yeme içme gibi fizyolojik ihtiyaçlarından sonra ikinci sırada güvenlik ihtiyacı vardır. Maslow belirsiz ve güvenli olmayan durumların insanın gelişmesine zarar verdiğini söyler. İnsanın güven ihtiyacı doyurulmazsa cesareti de o derece az olur.” der “İnsanın güvenlik ihtiyacı karşılanmadığında 3. kattaki ait olma ve sevgi ihtiyacı ve 4. katta değer görme ihtiyaçlarını gideremez”, der.
Taciz, tecavüz ve ensest haberleri ile kadınlara ailenin ve toplumun güvensiz olduğu düşüncesini aşılamak kadınların güvenlik, sevgi ve değer görme ihtiyaçlarını ve dolayısıyla 5. Katta kendini gerçekleştirme ihtiyacına da engel olmuş oluyorlar.
Bir taraftan kadınlar güçlü olmalı, diye yaygara koparan Doğan Medyacılar aileler de dahil her tarafın güvensiz olduğunu yayarak, kadınların güçlenmesini değil sadece kendini koruma güdüsü ile saldırganlaşmasını sağlayabilirler. Zira güvensizlik korkuya sebep olur.
Diyelim ki kadınlar korktu; erkeklerden tiksindi bu kimin işine yarar?
Doğan Medya bunu neden yapıyor?
Canan Güllü bunu neden yapıyor?
Yaptıklarının bilimsel olarak kadınlara ve halka nasıl bir faydası olacağını anlatsınlar bize.
Ben yaptıklarının zararlarını sayfalarca bilimsel makalelerle anlatabilirim onlara. En azından şimdilik şunu söyleyeyim. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir şeyi sadece yaşamak değil, şahit olup, dinlemek ve izlemek de travmaya sebep oluyor.
Bu kitabın bir hafta gibi kısa sürede 6. baskısı bitmiş, 7. baskısını yapmış. Okuyan kişiler yaşamış gibi travma geçirebilirler. Şimdi bu millete babasının kızına yaptığı taciz ve tecavüzlerin detayını okumanın nasıl bir faydası olabilir? Kitap ne kadar iğrenç bir anlatıma sahipse okuyanlar okuduklarına pişman gibi duruyor, fakat insanlar bir taraftan da almaya devam ediyor. Yazara göre bir daha aynı kişi olamayacaklar. Demek ki okuyanlar bir daha babalarına baba, ağabeylerine ağabey gözüyle bakamayacaklar. Okuyan erkekler de belki bir daha kızlarının saçını okşayamayacaklar ve onları candan kucaklayamayacaklar. Kitaptaki sahneler gelecek gözlerinin önüne ve kendilerinden şüphelenecekler.
Alkış alkış alkış Doğan Medya. Siz alkışları seversiniz. Alkış size. Doğan Medya bu ülkeye ancak pislik doğurdunuz.
“Erken evlilik olmamalı” diye ortalığı yıkıyorsunuz, 18 yaş altına siz çocuk diyorsunuz, yıllarca lise dizileri ile gençleri zehirlediniz. Çocuklara sevgili edinmeyi, o yaşa çocuk diyorsunuz ya, çocuklara cinsel istismarı siz öğrettiniz. “Kavak Yelleri, Güneşin Kızları…” gibi lise çağındaki gençlerin kız erkek ilişkilerini ve cinsel yakınlaşmalarını yıllarca çocuklara, gençlere izlettiniz. 18 altı rıza da olsa cinsel istismarsa bu halk cinsel istismarı sizden öğrendi. Tebrikler alkış alkış alkış…
Gelelim “kadına şiddet” mevzuna. Sürekli körüklediğiniz, her daim gündemde tutup köpürttüğünüz, bir ise bin yapıp haber yapmanız sonucu artan kadına şiddet konusunda belki sizi takdir eden olmamıştır. Güya “kadına şiddet bitsin” diye uğraşıyorsunuz fakat ne hikmetse siz uğraştıkça haber yaptıkça artıyor. Siz şiddet haberlerini sürekli gündemde tutarak artırdığınızı gayet iyi biliyor olmalısınız. Bununla ilgi yapılan araştırmalar var, fakat görmezden geliyor ve “biz cinsel istismar ve kadına şiddet bitsin, diye haber yapıyoruz, hükümet üstünü örmeye çalışıyor” diye bir de iftira ile yaptıklarınızı masum göstermeye çalışıyorsunuz.
Şiddet konusundan da az nemalanmadınız. Ve nemalanmaya da devam ediyorsunuz.
Gayet iyi biliyorsunuz ki medyada yer alan haberler halkı etkiler. Son yıllarda şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Çok iyi bir gazete okuyucusu olarak ve pek çok gazeteyi bir arada okuyan biri olarak şunu çok rahat söyleyebilirim. Eskiden gazetelerin üçüncü sayfasında haftada bir falan ancak aile içi şiddet haberi çıkarken artık her gün en az birkaç tane aile içi şiddet haberi var.
Tabii siz buna aile içi şiddet demiyorsunuz “kadına şiddet” diyorsunuz ya da “erkek şiddeti” Niye? Maksadınız nedir acaba? Birleşmiş Milletlerin tanımına göre kadına şiddet olması için, kadının sadece kadın olduğu için yani cinsiyetinden dolayı öldürülmüş olması gerekiyor. Oysa bizdeki olaylar, karı-koca arasındaki kişisel anlaşmazlıklar ya da boşanma, eski eş şiddeti oluyor. Bunlar da BM ye göre “Aile içi şiddet” sayılıyor. Neden acaba siz buna “aile içi şiddet demiyorsunuz”?
“Aile içi şiddet” derseniz kadınların kocalarına ve çocuklarına yaptığı fiziksel ya da psikolojik şiddeti de görmeniz gerekecek, bu da magazin sayfalarında etinden sütünden bolca faydalandığınız kutsal kadına saygısızlık olur tabii. Kadınları kızdırmaya gerek yok. Kadına şiddet demeniz sizin faydanıza.
Ayrıca “erkek şiddeti” deyin ki kadınlar erkeklerden nefret etsinler. Erkek şiddeti deyin ki erkekler erkek olduklarından utansınlar. Genç delikanlılar erkeklik gibi alçak bir cinsiyete sahip olmanın utancını yaşayıp kimlik bunalımı yaşasınlar.
Böyle yapın ki LBGT ler yeni yemler çıksın onlar desteklensin.
Onur yürüyüşü diye günlerce gazetenizde desteklediğiniz yürüyüşe, kimlik bunalımı yaşattığınız gençler, erkek olmanın onursuzluğunu LBGT nin onur yürüyüşünde bulsun Müslümanların evlatları.
Alkış alkış alkış size! Ne çok şey yapmışsınız…
Geçen hafta Doğan ailesinden Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın başkanlığını yaptığı TÜSİAD televizyon dizileri ile ilgili bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının haberi şöyleydi.
“TÜSİAD, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu’nun çalışmaları kapsamında; toplumu etkileme gücü yüksek olan televizyon dizilerinde kadının toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun konumlanmasını desteklemek amacıyla, “Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesini hayata geçiriyor. Koç Holding ana sponsorluğunda, on dört şirketin desteği ile gerçekleştirilen proje, bugün düzenlenen tanıtım toplantısında kamuoyuyla paylaşıldı.”
En çok izlenen 12 dizi incelenmiş bunun üzerine bir rapor çıkarılmış.
Bu toplantı sonuçları önemli. Neden?
1-Doğan Grubu ve diğer yer alan şirketler; televizyon dizilerinin toplumu etkileme gücünün yüksek olduğunu kabul ettiler. Yani şu anda toplumun içinde bulunduğu durumu kendilerinin oluşturmuş olduklarını ikrar etmiş oldular.
2-“Kabul ettiler de bize ne faydası oldu?” diyeceksiniz. Maalesef ki bir faydası olmadı, “Yazıklar olsun bize, bu topluma neler etmişiz, ne hale getirmişiz, eyvah yazık bize” falan demediler tam aksi “az etmişiz biraz daha yapalım” demişler.
Bugüne kadar olan dizilerde “kadınlar hüzünlüymüş” bundan sonra güçlü olacaklarmış. Erkekler da kaba ve kavgacıymış en çok izlenen dizilerde. Yine aynı hikaye. Mazlum ezilen kadın ve kaba ezen erkek. Bu dizilerin çoğunu siz çektirdiniz, siz yayınladınız. Kadınların bu kadar erkek düşmanı olmasına şaşmamak lazım.
Şimdi halktan özür dilemek yerine konuyu değiştirelim başka yerden vuralım diyorsunuz.
“Türk dizilerinde kadınlar ağlıyor, çocuk bakıyor ve çalışmıyorlarmış.”
Yani bugüne kadar acıdan hüzünden yeterince nemalandık, amca, yenge, yeğen…aile içi cinsel istismara örnek olacak yeterince dizi çektik, toplumun ahlakını oldukça bozduk, bundan bir sonraki aşamaya geçebiliriz diye düşünmüşler. Çocuk bakmak, evi işi yapmak da kadının neyine. Bu saatten sonra kadınları evde çocuğu ile ilgilenirken görmeyecek, kadınları iş hayatında görülecekmiş.“Kadın ve Erkeği bu kadar ayrıştırmaya gerek yok.” demişler. Yani bu demek oluyor ki kadınlar patron, erkekleri ev işi yaparken görülecek. Eh cinsiyet eşitliği de zaten bu demek. Kadın-erkek birbirine benzeyecek aile kurumu kalmayacak.
Alkış alkış alkış Doğan Grubu! Epey bir şey doğurmuşsunuz.
Tabii ki sadece bu kadar değil. Siz darbecilerin şâhısınız. 28 Şubat aslında sizin eseriniz. Fadime Şahinler, Müslüm Gündüzler elinizde iyi yem oldu, belki de siz kurguladınız, sizden her şey beklenir. Ekranlarda sürekli onları tutarak dindarların tehlike olduğu kanısı uyandırdınız ve hapse giren masum insanlara yapılanlar şiddet sayılmadı sizin tarafınızdan ve inançları gereği okuldan atılan başörtülü kızlara yapılanlar da nedense kadına şiddete girmedi. Fakat bugün bir kişi çıkıp bir mini etekli kadına laf söylese bu kadına şiddete giriyor. Siz var ya siz çok ikiyüzlüsünüz.
Şimdi de sırada “Cinsel İstismar Darbesi” mi var? Önce medyada kadına şiddet ve cinsel istismar haberlerini, yayınları köpürtün sonra hükümet temizleyemiyor diye yaygara koparın sonra darbe çamaşırı yıkar ortalığı kendiniz için temizlersiniz.
Etrafları sizlerle çevrili, danışmanları hainlerle dolu Ak Parti ne yapsın? Siz onlara tacizci iftiraları attıkça, onlar da kendilerini aklamak için ümmetin erkeklerini yakmaya karar verdiler. Bu günler de bolca kadınları kutsayıp, erkekleri ayaklar altına aldılar. 6284 gibi ömür boyu nafaka gibi adaletsiz kanunlar yetmezmiş gibi bir de 657 yi erkekler aleyhine düzenlemeye çalışıyorlar. Zannediyorlar ki erkekleri çiğneyince aklanacaklar. Oysa bilmiyorlar ki sizin atacağınız çamur bitmez, zira sizler bataklıkta yaşıyorsunuz.
Aile kurumu sizin en büyük düşmanınız. Elbette kendiniz için değil, halk için. Zira kapitalist sistem mutsuzluktan, boşanmalardan beslenir. Elbette Batılı dostlar da istemez Türkiye’de sağlam bir aile yapısını, bunun için de her türlü yardımı eksik etmezler sizlerden.
Bir de seçim var önümüzde. Bu yüzden çalışmalar hızlandı. Seçmen davranışlarını ölçen anketler gösteriyor ki cinsiyetçi saldırılar ve iftiralar, yapılan yanlış politikalardan daha fazla seçim kampanyasına zarar veriyor. Böyle giderse Ak Parti 2019 seçimlerinden çıkamaz. Ak Parti kurtulmaya çalıştıkça Doğan Grubu ve onların destekçisi feminist dernekler iftiraları artırıyorlar.
Cinsel istismar abartıldığı kadar değilse de vardır, tabii ki fakat bunlar bir kısmını organize ediyor diye düşünüyorum. Belki seçime yakın Ak Partili ya da MHP li bir siyasetçinin üstüne çamur atılacak, bu kadarla kalmayacaklardır. Onlar için her şey mübah nasıl olsa, öteki tarafta hesap vermeyeceklerini zannettikleri için.
Ne de olsa ellerinin altında pek çok gazete, televizyon kanalı ve pek çok yazar var.
Bakınız Ayşe Arman’nın son dönem yazılarına: Kendi evli ve çocuğu olan Ayşe Arman ne hikmetse neredeyse her röportajında ailenin güvensizliğinden bahsediyor. Son dönem taciz, tecavüz ve şiddet haberleri ile besleniyor.
Hatta kendi bile artık yazdıklarından rahatsız olmuş olmalı ki “Van’da onlarca erkek çocuğu istismar eden bir öğretmen daha” başlıklı yazısına şöyle başlıyor: “Biliyorum artık yüreğiniz kaldırmıyor. Ama yapacak bir şey yok. Gerçekten yok. Bu rezaletler, bu ülkede yaşanıyor. Bizim vazifemiz de bunları yazmak.”
Tabii kadıncağız ne yapsın, ekmek parası. Yaz diyorlar yazıyor. O da bıkmış yazmaktan fakat emir büyük yerden. Başlığa dikkat edin. İstismarcı bir öğretmen daha…Hepsi istismarcı da biz tek tek açığa çıkarıyoruz havalarında.
Olabilir her meslekten kötü insan çıkabilir, suçu duyururken onun mesleğini duyurmak sadece aynı meslekte olanları incitir ve zan altında bırakır. Pek çok Avrupa ülkesinde öğretmen ve din adamları ile ilgili kötü haber yayınlamak yasak. Bizde de baş hedefte öğretmenler ve din adamları vardır. Onların içinden suç işleyenler diğerlerini bağlamaz, fakat bizde ısrarla bağlanmaya çalışılıyor. Nasıl olsa yazılı medyayı kontrol eden bir sistem yok.
Mesala Ayşe Arman’ın aşağıda başlıklarını aldığım yazılarında ciddi ciddi kadınlara ya da çocuklara cinsel istismar var ve ne hikmetse röportaj içinde bu suçluların serbest bırakıldığı yazıyor ki pek çoğunda suçlunun bırakılması hiç mümkün görünmüyor. Sonra feminist bir avukat ya da gönüllü çıkıyor da istismarcıyı tutuklatıyor ve en ağır cezayı verdirtiyorlar. Yani devlet taciz ve tecavüz edenleri bu feministler olmasa serbest bırakacak. Her röportajda bu vurgu muhakkak var. Aslında bu röportajların amacı, devlet yetkililerini tacizci tecavüzcü ilan etmek. Nasıl olsa bunları takip edip “neden yalan yazdın?” diye hesap soran bir sistem yok.
Kadın şiddeti konusunda da aynı. Kurmuşlar feministler çeşit çeşit platform nasıl olsa Avrupa Birliğinden para da bol geliyor. “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” diye bir palatform kurulmuş kendi kendilerine ölen kadınların sayısını veriyorlar. “Geçen sene 2017’de 409 kadın öldürüldü” diyorlar fakat rakamları nereden aldıkların açıklamıyorlar. Haber kanalları da bu rakamları onlardan alıyor.
Kimse de hesap sormuyor. Gerçek mi yalan mı, halkı galeyana getirmek için mi veriliyor bu rakamlar, kadına şiddet mi aile içi şiddet mi diye soran yok. Feminist derneklerin çoğu PKK destekli zaten. Onlar haber yaptıkça Hükümet yetkilileri de ha bire kendini aklamaya, 657 ile erkeklere daha ağır cezalar getirmeye çalışıyor. Bu hükümetin en büyük hatası”emaneti ehline vermemek” oldu. Bir aklı başında insan da çıkıp “Ne oluyor, bu verileri nerden aldınız?” demiyor. Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın onlarca danışmanı ne iş yapıyor, neden böyle önemli konuları takip etmiyorlar anlamıyorum.
Doğan Medya tutmuş hükümetin ipini istediği yöne çevirmeye çalışıyor. Artık buna bir “Dur” demek lazım.
Ayşe Arman’ın son yazılarının başlıklarına bir göz atalım:
“Van’da onlarca erkek çocuğu istismar eden bir öğretmen daha…”
“Kadın düşmanı kelimeleri dilimizden kovuyoruz!!!”
“Büşra Sanay, ensestin kitabını yazdı: Kardeşini doğuran kızlar tanıdım”
“Biz bu ülkede kadınları incittik lanetimizin nedeni bu!”
“Bu 12 yaş meselesi sizi de delirtmiyor mu?”
“Yuh olsun! Beter olsun! Kapıcı 10 yaşındaki çocuğa tecavüz etti”
“Sapık öğretmen 10 yıl sonra 87 yıl ceza yedi!”
“Geçerse senin, benim hepimizin tüm kadınların felaketi olacak”
“Kadın düşmanlarına ders niteliğinde karar!”
Melis Alphan’ın yazılarından bazı başlıklar:
“Her düzeyde şiddet vakasının ardında erkek olma halinin bulunması tesadüf değil!”
“9 yıl süren cinsel istismarı aile ve öğretmenler örttü”
“Kadınlar ve çocuklar ölürken boşanmaları dert edinemeyiz”
“Suçlulara ‘Sapkın’ deyip geçmek işin en kolayına kaçmak”
“Sağım solum önüm arkam şiddet”
“Hocalar, ne bu şiddet bu celal?”
“Bir gün bu ülkede kadınların da sözü dinlenecek”
“Varlığını kabul ettiğimizde ensesti önleyebiliriz”
“Türkiye’de ensest oranı yüzde 40!”
“Onur Haftası’na desteğe var mısınız?”
“Sayın savcı, bu istismarcıyı neden tutuklatmıyorsunuz?”
“Çocuğun beyanı neden yetmiyor?”
“Kadınlar susmayın!”
Bunlar sadece son yazdıklarından bir kaçı.
“Kısacası Doğan Medya yıllardır aile kurumuna tecavüz ediyor, beynimizi de taciz ediyor.”
Bu söyleyeceklerim hakim ve savcılara bir suç duyurusudur. Doğan Medya’nın cinsel istismar suçundan yargılanmasını talep ediyorum.
Suç: Devleti halkın gözünde aşağılamak ve toplumda haysiyetsiz davranışları yaymak.
Suçlu: Medya Darbecisi “Doğan Grubu”
Hedef: Halka ihanet ve Aile kurumuna darbe.
Tetikçiler: Gazeteciler, yazarlar…
Doğan Medya’nın son bir yıl içinde aileye yönelik yaptıkları haber, dizi, film, yazıların incelenmesi.
Aile kurumunu hedef alan baş tetikçilerin yazılarının özellikle incelenmesi.
Büşra Sanay’ın “Kardeşini Doğurmak” kitabının toplatılması ve yasaklanması
Ayşe Arman ve Melis Alphan’ın yazılarının incelenmesini ve cinsiyetçilik yapıp halkın arasına fesat sokmak suçları ile yargılanmalarını talep ediyorum.
Doğan Medya grubu yıllarca bu ülkede yayınları ile dindarları sığıntı gibi hissettirdi. Hep dindarların hesap vermesi istendi, bence şimdi sıra onlarda. Yaptıklarının hesabını versinler ve cezalarını çeksinler.
Televizyon vasıtası ile evlerimize girerek zehirli fikirlerini gençlerin içine sızdırdılar. Dindar aileler ile evlatları arısanda uçurum oluşturdular, aileyi dağıttılar.
Elbette başka yayın organları da var fakat en çok zararı bunlar verdiler. Devlet diğerlerinden de hesap sorsun. Manevi değerle saldırmaya hiç kimsenin hakkı yok.
Sema Maraşlı
XXXX
Cami Ve Kadın Meselesi – Halit İstanbullu
İslam, insanı dünyaya geldiği ilk anda günahsız kabul eder ve ona günah işlemeden nasıl yaşayabileceğinin yolunu gösterir. Fıtratındaki kodlara uygun olarak kadını, kadın, erkeği de erkek olarak kalmaya davet eder.
Kendi olabilen kadın ve erkek, sahip oldukları farklılıklar içerisinde daimi ve izafi görev alanlarında varoluşlarının gereğini ifa ile sorumludur. Onlar, kendileri için aktivitede bulunur ya da önlem alırlar. İmanlarıyla ve amelleriyle önce kendilerinin yol emniyetini alır, sonra da tebliğ ile muhataplarının kurtuluşu için çalışırlar.
Erkek baba, kadın ise annedir. Bu yüzden ne kadın erkektir; ne de erkek kadındır. Fiziki durumları ve algılayışları itibarıyla farklıdırlar. Birbirleri üzerinde bu farklılıkları da hissederler. Bir erkek bir kadına, kadına baktığı gibi bakar. Bir kadın da erkeğe, erkeğe baktığı gibi bakar. Yani hiçbiri kadınlıklarından ve erkekliklerinden mahrum değillerdir.[1] Mahrum olmamalarının hukuki bir kimlik kazanabilmesi ya da memnunlar içerisinde mağdurlar sınıfı oluşmaması için her şeyi en doğru bilen yaratıcıları[2] onlar için mahremiyeti emretmiştir. Bir araya gelişleri belli ölçülerle kayıt altına alınmıştır. Buna göre her ikisi de gözlerini harama bakmaktan korurlar.[3] Kadınlar ziynetlerini açığa çıkarmaz[4], yabancı erkelerle çekici eda ile konuşmaz[5], yürüyüşlerine hayayı egemen kılar[6], açılıp saçılmaz,[7] üçüncü bir şahsın olmadığı yerde yabancı erkekle baş başa kalmazlar. İslam iki farklı cinsten oluşan insan gerçeğini bu çerçevede ele almış ve emirlerini bu gerçeklik üzerine bina etmiştir.
Tahrîru’l-mer’e
İslam, ailede son sözü söyleyen olması cihetiyle[8] bir adım öne çıkardığı erkeğe kadın üzerinde mutlak otorite vermemiş, onları birbirini tamamlayan iki unsur olarak görmüştür. İslam’ın, kadını sahip olduğu özelliklerle değerlendiren bu bakış açısı mustağriblerin “Tahrîru’l-mer’e(kadını özgürleştirme)” hareketinden ya da bizdeki “hocaya, kocaya, paşaya hayır!” ironisinden çok daha öncedir. “Kadın kadındır.” diyen İslam, bugün kadın haklarından bahseden modernizmden çok daha kıdemlidir.
Modernitenin öncülük ettiği “kadını özgürleştirme hareketi”nin temelinde kadını kendisi gibi görmeyen din ve ideolojilere başkaldırı vardır. Çünkü modernite, yegane kadınca yaşam tarzının kendisi tarafından önerildiğine inanır. Bu yüzden kendi anlayışına uymayan yaşam tarzlarını reddeder.
Kadını erkek hegemonyasından kurtarmayı vadeden modernite ataerkil yapıya karşı tepkisini ortaya koyarken ölçüyü kaçırdığından kadını yeni argümanların boyunduruğuna mahkum etmiştir. Koca hakimiyetinden kurtardığına inandığı kadını, sanayi devriminin ağır çalışma şartları ile gelen modern müstemlekeciliğe kurban eder.
İslam geleneği içerisinde kadın probleminin önemli bir yer işgal ettiğini düşünen modernistler, “kadını özgürleştirme” hareketinin gölgesinde kadın lehine(!) orta rezervli bir yenilenmeyi kaçınılmaz çözüm olarak görmüş ve kadınla alakalı içtihatların Kur’an-ı Kerim’in kadın tasavvurunu yansıtmadığını savunmuşlardır. Modernistler, Kur’an-ı Kerim merkezli bir arınma hareketiyle İslam geleneğinde egemen olduğunu iddia ettikleri erkekçe bakış açısının izlerinin silinebileceğini düşünmüşlerdir.
Özgürlükçü Dernekler
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde eş zamanlı olarak –özellikle- İstanbul ve Kahire’de kurulan dernekler vasıtasıyla “kadını özgürleştirme” hareketi kısmen kurumsallaşmıştır. Dernekler tarafından neşredilen mecmualarda İslam toplumunda kadının eve hapsedildiği, gerçekte ise şeriatın –adeta- kadının her yaptığına evet diyen “izinler manzumesi”nden ibaret olduğu vurgulanmıştır. Osmanlı Müdâfâ’a-yı Hukûk-i Nisvân Cemiye’tinin yayın organı olan “Kadın Dünyası” dergisi feminist söylemlerin egemen olduğu önemli yayın organlarından biriydi. Batı yanlısı bir yayın politikası izleyen bu derginin yazarları erkekten yana tavır aldığını düşündükleri İslam ulemasına karşı ortak dayanışma platformu oluşturmuşlardı.
İlerleyen yıllarda “Kur’an’da, ‘hadiste’ Kadın” gibi başlıklar altında geleneği tenkit üzerine ibtina eden ve yeni kadın imajının nasıl olması gerektiğini konu edinen eserler kaleme alınmıştır. Bu tür eserlerde –sıklıkla- ayetlerin siyak ve sibakından kopartılarak işlenmesi, rivayetlerin dar anlamda değerlendirilmesi, ulemanın bazı rivayetleri kadınlar aleyhine yorumladıkları gibi uç iddiaların[9] yer alması güvenilirliklerini tartışılır hale getirmiştir.
Kadın ve Ev
Kadının özgür olmasını savunan ve bu savunma ile zımnen de olsa İslam geleneğinde kadının tutsak olduğunu iddia eden modernistler, evini sadece ibâte için kullanan bir kadın modeli önermişlerdir. Bu yüzden fitne olacak durumlarda kadının camide ibadet etmesinin kerahetine işaret eden içtihatları dini ve akli temelden yoksun ve yanlı değerlendirmeler[10] olarak nitelemişlerdir.[11] Kadın ve Cami
Kadının cami merkezli bir ibadet hayatının olması gerektiğini savunanlar, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Raşit Halifeler döneminde cami ile iç içe olan kadının, Emeviler döneminden itibaren cami ile münasebetinin giderek zayıfladığını, cinsiyet eşitliği prensibinden uzaklaşılarak sosyal, siyasal, ekonomik ve dini hayattaki konumlarının tekrar sorun haline getirildiğini iddia etmektedirler.[12] Bu iddia şu cihetle tarihi gerçeklerle çelişmektedir: Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’de mescidini inşa edince ona yakın olmak isteyen sahabe evlerini mescidin çevresine kurmuştu. Evlerin kapıları da mescide açılmakta idi.[13] Bu yüzden erkekler gibi kadınlar da her ne amaçla olursa olsun evlerinden çıktıklarında öncelikle mescide uğramak zorunda idiler. Bu durum kadınların mescit ortamında daha fazla bulunmalarını temin etti. Kadınların ibadetlerini camilerde yapması gerektiğini savunanların delil olarak ileri sürdüğü “bir kadın sahabinin namazda Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ağzından ‘Kâf Suresi’ni ezberleyecek kadar camide yer alması” meselesi de Medine’deki bu ilk yerleşim şartları çerçevesinde gerçekleşmişti.
Medine döneminin ilerleyen yıllarında mescitle sosyal hayatın münasebeti değişince evlerin mescide bakan kapıları bizzat Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün emriyle kapatılmıştır. Böylece kadınların cami ortamında yer almaları, yeni düzenleme ile sınırlandırılmıştır. Fakat Hz. Ömer (radiyallahu anh) devrinde teravih namazları cemaatle kılınmaya başlayınca halife erkeler için ayrı, kadınlar için de ayrı mekanda farklı imam görevlendirerek onların daha geniş katılımla cemaatle namaz kılmalarına imkan hazırlamıştır. Hz. Ömer’in bu uygulamasında Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kadınlar için camiyi ibadetten daha çok eğitim için kullanması başlıca etken olmuştur.
Nitekim Ebû Said el-Hudrî’den gelen şu hadis bu hususu açıklamaktadır: “(Bir gün) Kadınlar ‘Ey Allah’ın Resûlü, erkeklerden bize meydan kalmıyor /galebenâ aleyke’r-ricâl, bize özel bir gün ayırır mısın?’ dediler. Rasûlüllah onlara bir gün belirledi. Kadınlar o günde Rasûlüllah’ın huzuruna gelir, O da onlara sohbet ederdi.”[14] Kadınların Allah Resulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) gelip “erkeklerden bize meydan kalmıyor/galebenâ aleyke’r-ricâl, bize özel bir gün ayırır mısın?” demelerinden, ‘erkekler her gün camiye devam ediyor, ilim öğreniyor ve dini meseleleri dinliyorlar. Biz kadınlar zayıfız, onlarla boy ölçüşemeyiz.’[15] gibi bir anlam çıkmaktadır. Allah Resulü’nün bu uygulaması kadınların mescidi genelde ilim tahsil etmek için kullandıklarını bildirdiği gibi beş vakit dahil diğer namazlar için sıklıkla camiye çıktıkları iddiası ile de çelişmektedir.
Kadın sahabilerin cemaate çıkmaları ile alakalı Tahavî şunları söylemektedir: “Kadınların namazgaha gitmeleri İslam’ın ilk yıllarındadır. Bundan gaye ise, düşman nazarında Müslümanları çok göstermektir.”[16] Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) camiye girmelerinin helal olmadığını söylediği hayızlı kadınların bayram sabahı namazgaha çıkıp arkada durmalarını teşvik etmesi de, bu “çok görünme” fikrini desteklemektedir. İlerleyen yıllarda Müslümanların kemiyet itibarıyla büyük kalabalıklara tekabül etmeleri kadınların cemaate iştiraklerinin gerekçesini ortadan kaldırmıştır. Ayrıca kadınların mescidi amacı dışında kullanmaları da cemaatten geri kalmalarında etkili olmuştur. Konu ile ilgili Hz. Aişe şöyle demektedir: “Eğer Resülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınların (kendisinden sonra) mescitlerde neler ihdas edeceklerini bilseydi, İsrailoğulları’nın kadınları gibi, o da onların mescitlere girmelerini yasaklardı.”[17] Kadınlar Kapısı
Mescid-i Nebevi’nin başlangıçta kapılarından hiçbiri kadınlara tahsis edilmemişti. Camiye giden kadınların sayısında artış olunca Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem); “Şu kapıyı kadınlara tahsis etseydik.”[18] buyurmuştur. Allah Resulü’nün bu ifadesi delalet cihetiyle tahsis içermektedir. Nitekim ifadeden kapının kadınlara tahsis edilmesi gerektiğini anlayan Abdullah b. Ömer (radiyallahu anhuma) Efendimiz’in -kıblenin Kabe’ye çevrilmesinden sonra- Beyt-i Makdis yönüne açtırdığı bu kapıdan ölünceye kadar içeri girmemiştir. Eğer diğer sahabiler girdilerse bu ya namaz vakitleri dışındadır ya da onlar Allah Resulü’nden bu konudaki yasaklayıcı hükmü işitmemişlerdir.[19] Daha sonra Hz. Ömer (radiyallahu anh) Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından kadınlara tahsis edilen bu kapıdan erkeklerin girmesini bütünüyle yasaklamıştır.[20] Hayır Nerede?
Müslüman kadının cami merkezli bir ibadet hayatı olması gerektiğini savunanlar, kadınların ibadet etmeleri için evlerinin camilerden daha hayırlı olduğu görüşünün bir temenni ya da konu ile ilgili hadislerin yorum farklılığından kaynaklandığını, bazı rivayetlerin kadınlar aleyhine yorumlandığını[21] dolayısıyla da kadınların camiye mesafeli durmalarını temin eden anlayışın dinî ve aklî temelden mahrum[22] olduğunu ileri sürmektedirler. Evin camiden daha hayırlı olduğunu tasrih eden Ümmü Humeyd hadisinin ise o sahabinin ailevi sorunlarına matuf olduğunu bu yüzden genelleme ifade etmeyeceğini iddia etmektedirler.
Gerçek şu ki kadınlar için evlerin mescitlerden daha hayırlı olduğunu bildiren hadisler yoruma ihtiyaç duyulmayacak derecede açıktır. Bu durum, Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) eşleri başta olmak üzere diğer bütün kadın sahabiler tarafından da böyle anlaşılmıştır. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in eşleri, cemaatle kılınan namazın ferdi olana nisbetle 27 derece daha faziletli olduğunu bilmelerine rağmen namazlarını mescit yerine, mescide bitişik olan evlerinde eda etmişlerdir.[23] Ümmü Humeyd hadisi de iddia edilenin aksine genelleme ifade etmektedir. Kadınların ibadetlerini nerede yapmalarının daha faziletli olduğunu bildiren ilgili hadis şu şekildedir: “Odalarınızda kıldığınız namaz, salonlarınızdakinden, salonlarınızda kıldığınız binalarınızdakinden, binalarınızda kıldığınız da cemaatle kıldığınız namazdan daha faziletlidir.”[24] Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ümmü Humeyd’e “Selâtuki/senin namazın” şeklinde değil de “salatükünne/siz kadınların namazı” diye hitap etmiştir. Konu ile alakalı bir başka rivayet ise şu şekildedir: Ümmü Humeyd, Allah Resulü’ne gelip, Onunla birlikte namaz kılmayı arzuladığını söyler. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini anlayışla karşıladığını fakat –ona- odasında kılacağı namazın salondakinden, salondakinin binadakinden, binadakinin aile mescidinden, aile mescidindekinin de Peygamber mescidindekinden daha hayırlı olacağını söylemiştir.[25] Ümmü Humeyd’le alakalı bu rivayette de ailevi bir nedene işaret eden herhangi bir unsur mevcut değildir. Konu ile alakalı el-İsabe’deki rivayette ise Ümmü Humeyd bütün kadınlar olarak serzenişte bulunmuş ve “Ey Allah’ın Resulü eşlerimiz seninle birlikte namaz kılmamıza engel oluyorlar.” deyince Hz. Peygamber bütün Müslüman kadınlara hitaben, iç odalarda kılınan namazın diğer bütün mekanlardan daha faziletli olduğunu bildirmiştir.[26] Kadın, Cami ve İrşat
Asr-ı saadet ve sonrası dönemlerde kadın, -iddiaların aksine- ihtiyaç hissetmesi durumunda cami ortamında yer almış, gerek çocukluk gerekse de yetişkinlik döneminde irşat hizmetlerinden faydalanmıştır. “Eşleriniz camiye çıkmak için sizden izin istediklerinde onlara engel olmayınız.” hadisi de bunda etkili olmuştur. Fakat tarihin hiçbir döneminde kadın, erkek gibi cami merkezli bir irşat ya da ibadet içerisinde yer almamıştır.
Burada göz ardı edilen bir husus var ki, o da Allah Resulü’nün “kadının camiye çıkmak için eş ya da velisinden izin alması” gerektiğini belirtmesidir. Kadının, camiye çıkmasının izne tabi olmasının zımnında daimi ibadet yerinin evi olduğu gerçeği de vardır. Bunun içindir ki eş ya da veli cami ortamının kadın için müsait olmadığı kanaatine sahipse ona izin vermeyebilir.[27] Kadın ve Fitne
Müslüman kadını evinden çıkartıp, tahsil ve iş hayatında erkeğin “paydaşı” yapmayı hedefleyen anlayış, onun rahatsız olacağı ortamlarda bulunmasını “fitne” olarak niteleyen ulemaya “eğer fitne iki cinsin bir arada bulunması şeklinde oluyorsa, bunun bedelini sadece kadınlara ödetmek adalete aykırıdır.” diyerek itiraz etmektedir. Onlara göre, kadının “arz-ı endam”ının din adına engellenmesi anlamına gelen bu durum, modern dönemin müslüman kadını tarafından “tecrit” olarak algılanmaktadır. Konu ile alakalı N. Göle’nin, sözlerini naklettiği bir kadın şunları söylemektedir: “(Müslüman erkekler) Sadece haramları öne sürerek kadınları toplumdan soyutlamaya çalışıyorlar. Mesela Müslüman bir erkek, hanımını okula göndermiyor, (hanımı) otobüse binsin istemiyor. Hanımlar açısından haramları öne sürüyorlar… Şayet ben bu durumda Allah’ın emirlerini uygulamama noktasında kalıyorsam, bu erkek için de söz konusudur. Onun da otobüse binmesi sakıncalıdır.”[28] İslam’ın kadını kadın, erkeği de erkek olarak değerlendiren bakış açısından mahrum olanlar eşitlik adı altında her alanda erkekle boy ölçüşen bir kadın kimliği oluşturmuşlardır. Ne var ki yapay olan bu kimlik, fıtrat realitesine aykırıdır. Nasıl erkek, sahip olduğu özellikler itibarıyla kadınla eşit olamıyorsa; kadın da erkekle eşit olamaz. Çünkü kadın daha duygusal ve kolay incinen, erkekse daha realist ve güçlü yaratılmıştır. “Ay kardeş” diye konuşan erkekle, muhatabına “gel buraya azizim” şeklinde hitap eden kadın tiplerinin garabeti eşitlik iddialarının ne derece havada kaldığını açıkça göstermektedir.
Cuma namazının erkeklere farz olması, bayramın da cuma kimlere farz ise onlara vacip olması, ayrıca vakit namazlarına sadece erkelerin devam etmesi geleneği, mazeretsiz olarak gelemeyenlerin Allah Resulü tarafından sert bir dille ikaz edilmeleri göstermektedir ki, camiye devam etmesi mutlaka gerekli olanlar erkeklerdir. Bu durumda “fitne” ifadesinden hareketle kadınlar gibi erkeklerinde camiye çıkmalarını tartışmaya açmak, camiyi erkek için daimi ibadet yeri olarak belirleyen Kur’an-ı Kerim ve sünnetle çelişmektedir.
İslam kadına ev, erkeğe ise cemiyet merkezli bir hayat öngördüğünden kadının ev dışı ortamlarda bulunmasını arızî kabul etmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim kadınlara “Evlerinizde vakarınızla oturun.”[29] derken erkeklere “yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin.”[30] diye emretmektedir. Buna göre kadın, merkezi yaşam yeri olan evinden cemiyete beli ihtiyaçlar için çıkar ve çıkarken şu hususlara riayet eder: “Eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki kalbinde maraz bulunanlar kötü ümide kapılmasınlar. Sözü ciddi ve güzel söyleyin. Vakar ve haşmetinizle evlerinizde oturun. Cahiliye dönemi kadınlarının kırıla döküle ziynetlerini göstererek yürüdükleri gibi süslenip yürümeyin.”[31] Bu uyarıları dikkate alan fakihler ayetten hareketle şöyle bir hükme varmışlardır: “Allah Teala’nın kadınlara, dışarıya çıkmaya ihtiyaçları olmadığı durumlarda evlerinde oturmalarını emretmesi, boş boş dolaşmalarını da yasakladığı anlamına gelmektedir.” Çünkü kadının ahlakî kriterlere riayet etmeden sokağa çıkması fitneye sebep olur.[32] Bu ifadelere dayanarak fakihlerin kadınları “fitne” olarak nitelediklerini söylemek maksadını aşan bir yorum olur. Çünkü fakihler bizzat kadınlara “fitne” demiyor, sadece cami vb. mekanlara çıkmalarının fitneye sebep teşkil edeceğini söylüyorlar. Metin ve şerh kitapları bütüncül bir bakış açısıyla okunduğunda bu incelik gözden kaçmayacaktır. Ayrıca İslami literatürde “fitne” sıklıkla “imtihan” anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Yüce Allah “Şüphesiz mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer fitnedir/imtihandır.”[33] buyurmaktadır. Buna göre fakihlerin “fitne” ifadelerinden kadınların aşağılandığı hükmünü çıkarmak ayete aykırıdır. Ayrıca “fitne” kelimesi ile kadınların aşağılanması hedeflenmiş olsaydı, kadınların ümmetin çoşkusuna ortak olma ve kalabalık görünme gibi gayelerin söz konusu olduğu bayram namazlarında namazgahlarda yer almalarına sınırlama getirilirdi.
Hadislerin Kadınlar Aleyhinde Yorumlandığı İddiası
Modernistler, Müslüman kadının evinde ibadeti camiye tercih etmesinin, ulemanın onu akıl ve din açısından eksik bir varlık olarak tanımlayan bazı rivayetleri Allah Resulü’ne isnat etmesi ve ilgili rivayetleri kadınlar aleyhinde yorumlaması[34] neticesinde oluştuğunu iddia etmektedirler.
Modernitenin buyurgan aklının erkekle esaslı fiziksel farklılığa sahip olan kadını, erkeğin olduğu her yerde var olmaya çağırması, bazı Müslümanları mesnetsiz bir şekilde sahih hadisleri inkar gibi uç açılımlara “evet” diyebilen bir anlayışa esir etmiştir.
Kadını misyon ve vizyon itibarıyla doğru anlayabilmek ancak onu Allah Teala’nın yarattığı koordinatlar çerçevesinde tanımakla mümkündür. Buna göre derin bir haya mevzuu olan kadın annelik vazifesini asıl kabul etmesi şartıyla –her nevi imamlık hariç- cemiyetin bütün noktalarında görev alabilir.[35] Fakat bu, onun erkelerle aynı özelliklere sahip olduğu anlamına gelmez. Hadisenin bu boyutuna vakıf olanlar kadının din açısından eksik olduğunu bildiren hadis-i şerifin İslam’ın özüyle çatışmadığını da göreceklerdir. Nitekim Allah Resulü ilgili hadiste geçen kadının dininin eksikliğinin nedenini; “hayızlı halinde namaz kılmayıp, oruç tutmaması”[36] olarak açıklamıştır.
Kadının hayız hâlinde namaz kılmayıp oruç tutmaması erkeğe nispetle bir eksikliktir. Fakat bu eksiklik zannedildiği gibi kadın adına bir nakısa değildir. Bilakis bu durumda kadın namaz ve orucun haram olmasını dikkate alıp haramı terk ettiğinden sevap kazanmaktadır.[37] Yani bu durum, kadının bir zafiyeti değil bilakis sevap kazanmasına vesile olan nevi şahsına münhasır bir özelliğidir.
Sonuç
Camiler, asr-ı saadetten günümüze kadar tüm Müslümanlar için ibadet yeri olmanın yanında daha bir çok amaç için de kullanılmıştır. Hicretin ilk yıllarında Mescid-i Nebevi etrafında kurulan evlerin kapıları mescide açıldığından, -birçok amaca ilaveten- mescit, bir de geçiş yolu işlevi görmüştür. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı ilk yıllarda kadınların mescitle münasebeti sonraki yıllara nispetle daha yoğun olmuştur.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine döneminin ilerleyen yıllarında erkekler için cami, kadınlar için de ev merkezli bir ibadet hayatını teşvik etmiş; özürsüz olarak cemaate gelmeyen erkekleri ikaz ederken, kadın sahabilere evlerinin iç odalarında ibadet etmelerinin kendileri için daha hayırlı olacağını buyurmuştur. Bunun içindir ki, Peygamber Mescidi’nin kadın cemaati gün geçtikçe azalmış, evleri mescide bitişik olan peygamber eşleri de namaz için mescide çıkmamışlardır.
Müslüman kadınlar efdal olan evde ibadeti, mübah olan camide ibadete tercih etmişler, mescit olarak evlerini kullanmışlardır. Fakat dışarıda bulundukları zamanlarda da vakit namazlarını camilerin kadınlara mahsus bölümlerinde eda etmişlerdir.
Hadiseye naklî ve aklî esaslar yerine “erkeğe bedel ödetme” gibi tepkisel olarak yaklaşanlar, konunun eleştirel değerini artırabilmek için mevcut kadın-cami münasebetini var olandan farklı gösterme gayreti içerisine girmişlerdir.
İddiaların aksine, kadın asr-ı saadetin son yıllarına oranla günümüzde camide daha fazla bulunmaktadır. Nitekim teravih namazlarını camilerde kılmakta ve uygun şartlar oluştuğunda da cuma ve bayram namazlarına katılıp ümmetin ortak sevincine tanıklık etmektedir.
Kadınların vakit namazlarını camide kılmaları noktasında ısrarcı davranan, Cuma namazının onlara da farz olduğunu savunanlar[38] nassa aykırı görüş bildirdikleri gibi toplumun sosyolojik durumunu da göz ardı etmektedirler. Günümüzde birçok köyde vakit namazları ya hiç ya da bir iki cemaatle kılınmaktadır. Buna göre erkek cemaat olmayan kırsal kesimdeki bir camiye gelen kadın imamla baş başa namaz kılacaktır. Bu durum, İslam’ın öngördüğü kadın erkek münasebetine aykırı olduğu gibi, kötü niyetli insanların istismarına da zemin hazırlayacaktır.
Batı medeniyetinin kadın sorununu genelleştirip, İslam’la aynileştirmek ne kadar yanlışsa, ondaki sorunlardan kaynaklanan özgürlük arayışlarını, İslam bünyesinde var farz edip, eğitimden ibadete kadar kapsamlı bir tahrîru’l-mer’e projesi yürütmek de o kadar yanlıştır. Bu durum sağlam vücudu ilaçla tahrip etmeye benzemektedir.[39] Dipnotlar:
[1] İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, Şule Yay., İstanbul, 1999, s. 115.
[2] Bkz. Mülk(67): 14.
[3] Nûr(24): 30-31.
[4] Nûr(24): 31.
[5] Ahzâb(33): 32.
[6] Kasas(28): 25.
[7] Ahzâb(33): 33.
[8] Nisâ(4): 34.
[9] Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, Çev: O. Özel, H. Koyukan ve K. Emiroğlu, Ayraç Yayınları, Ankara 1998, s. 211–212.
[10] Bkz: Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm, el-Muhallâ, Kahire 1969, V, 55; Şemseddin es-Serahsî, el-Mebsud, Beyrut, 1982, II, 20-25; Abdulkerim Zeydan, el-Mufassal fî Ahkâmi’l-Mer’e, Beyrut, 2000, I, 268-269.
[11] Bu makalede İslam, kadına ibadet mekanı olarak nereyi uygun görmektedir. Kadın için daha hayırlı olan cemaatle mi yoksa evinde mi ibadet etmesidir. Bu noktada ulema iddia edildiği gibi ayet ve hadislere rağmen bir sınırlandırmaya gitmiş midir? gibi sorulara cevap arayacağız.
[12] Fıkhın kolaylaştırılmasını talep edenlerin açılımları hep bu şekilde başlar. Allah Resulü’nün kolaylaştırdığı dinin sahabe tarafından bir parça zorlaştırıldığı, tabiunun da dini sahabeden daha zor hale getirdiği ve bu durumun günümüze kadar artarak devem ettiği iddia edilir. İddianın vakıaya aykırı olduğunun en önemli göstergesi hadislerin fıkıh kitaplarında yer alan hükümlere kaynaklık etmesidir.
[13] Bkz. Eb’u Davûd, Tahare 93.
[14] Buharî, İlim 36.
[15] Aynî, Umdetu’l-Kârî, Beyrut, 2001, II, 202.
[16] Aynî, a.g.e., III, 404.
[17] Buharî, Ezan 163.
[18] Ebû Davûd, Salât 16.
[19] Mahmud Muhammed Hattab es-Sübki, el-Menhelü’l-Azbü’lMevrûd, Beyrut, ty., IV, 72. Yani böyle bir tahsisten haberdar değillerdir
[20] Bkz. Ebû Davûd, Salât 17.
[21] Bkz: Karen Armstrong, a.g.e., s. 211–212.
[22] Bkz: Ignaz Goldziher, “İslâm’da Eğitim”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 7, Ankara, 1988, s. 90.
[23] Bkz. Zeydan, a.g.e., I, 212.
[24] Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Esîr, Üsdu’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, Beyrut, 1994, VII, 311.
[25] İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Esmai’l-Ashab, Beyrut, 2002, II, 580.
[26]Hadis metni için bkz. İbn Hacer, el-İsabe fî Temyizi’s-Sahabe, Beyrut, 1995, VIII, 383; Konu ile ilgili hadisler için bkz. Ebû Davud, Salat 53; Tirmizî, Reza’ 18; Ahmed, Müsned, II, 297-301, VI, 371.
[27] Zeydan, a.g.e., I, 214.
[28] Nilüfer Göle, Modern Mahrem, İstanbul 1994, s. 123.
[29] Ahzâb(33): 33.
[30] Mülk(67): 15.
[31] Ahzab(33): 32-34; Allah Resulü’nün eşleri ile ilgili nazil olan bu ayetler bütün Müslüman kadınlara hitap etmektedir.
[32]Bkz. Alauddin Ebubekr el-Kâsânî, Bedâiu’s-Senâi’, Beyrut, 1997, II, 338.
[33] Teğâbun(64): 15.
[34] Bkz: Savaş, Hz. Peygamber (s.a.v.) Devrinde Kadın, s. 46.
[35] Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve selem) uygulamasına baktığımızda kadına toplumsal anlamda ciddi roller yüklendiği görülmektedir. Kadın sahabiler, “ev merkezli” hayatları içerisinde cemiyetin bir çok ünitesinde görev almışlardır. Ümmü Atiye Efendimizle 7 gazveye katıldığını bildirmektedir. Hz. Aişe ve Ümmü Süleym Uhut’ta görev almıştır. Hayber kuşatmasında ordunun içerisinde altı tane kadın sahabi vardır. Nesîbe binti Ka’b Uhut’ta Allah Resulü’ne muhafızlık yapmıştır. Ümmü Haram Kıbrıs’ta şehit düşmüştür.
[36] Buharî, Hayz 6.
[37] Aynî, a.g.e., III, s. 403.
[38] Süleyman Ateş.
[39] Urfa’lı bir taksi şoförünün ilahiyatçı olduğunu öğrendiği bir arkadaşa söylediği şu sözlerin doğruluk payı ne kadar da yüksektir: “Kardeşim! Allah aşkına dinimizle uğraşmayı bırakın!”
Halit İSTANBULLU
İnkişaf 9