|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Müslümanlar birbirine daima nasihat etmelidir
2017-11-22 02:00:00
Nasihat, Allahü teâlânın bir kimseye verdiği nimetinin onda kalarak, dinine ve dünyasına faydalı olmasını istemek demektir. Nasihat eden, yumuşak, mütevâzı olmalıdır!
Müslümanın, Müslüman üzerindeki haklarından biri de, (kabul edenlere) nasihat etmektir. Nasihat, Allahü teâlânın bir kimseye verdiği nimetinin onda kalarak, dinine ve dünyasına faydalı olmasını istemek demektir. İlim sahipleri, imkân nispetinde emr-i marûf ve nehy-i münker yapmalı, yani iyiliği yaymaya, kötülükten sakındırmaya çalışmalıdır! Nasihatten uzak kalan kalp kararır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dinin temeli nasihattir.) [Buhârî]
(Duyduğu hak sözü, bir Müslüman kardeşine söylemek ne güzel hediyedir.) [Taberânî]
(Allahü teâlânın en çok sevdiği kimse, çok nasihat edendir.) [İ. Ahmed]
İnsanlara vaaz ve nasihat eden kimse şunlara dikkat etmelidir:
1. Nasihat eden, yumuşak, mütevâzı olmalıdır! Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde, Muhammed aleyhisselamın yumuşak davrandığını, bilfarz kaba ve katı yürekli olsaydı, etrafında kimse kalmayıp dağılmış olacaklarını bildirmektedir. Demek ki, söylenilen söz, ne kadar kıymetli ve hikmetli olursa olsun, güler yüzlü, yumuşak olmadıkça, sözlerin tesiri olmaz.
2. Daima doğru konuşmalı, yalandan uzak durmalı, ihtilaflı konulara girmemelidir! Hazret-i Lokman Hakîm'e bu dereceye ne ile çıktığı sual edildiğinde "Doğru konuşmak, emanete riayet etmek ve bana gerekmeyeni bırakmakla" buyurdu.
3. İnsanları yoracak ve usandıracak kadar uzun anlatmamalıdır!
4. Daha çok, kendisinin amel ettiği, tatbik ettiği hususları söylemelidir! Çünkü Allahü teâlâ, (İnsanları iyiliğe teşvik edip de kendinizi unutur musunuz? Niçin kendi yapmadıklarınızı başkalarına söylersiniz) buyurmaktadır. [Bekara sûresi 44]
5. Umumi konuşmalı, herkese hitap etmeli, devamlı bir kişiye bakmamalıdır!
6. Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesici, azabından emin olucu şekilde konuşmamalı, korku ile ümidi bir arada söylemelidir! Bir gün Allahü teâlânın rahmetinin bolluğundan bahsederken, başka bir zaman da azabının şiddetinden bahsetmelidir!
7. Eğer konuşmayı uzatacaksa, insanların hoşlandığı şeyleri, güzel menkıbeleri anlatmalıdır!
8. İhsan sahibi olmalı, alıcı değil verici olmalıdır! Veren elin, alan elden üstün olduğunu bilmelidir! Hazret-i Ali "Her şeyin bir kıymeti vardır. İnsanın kıymeti ise, ihsanı ve edebidir" buyurdu.
9. Faydalı şey anlatmalıdır! Kulağa hoş gelse de, faydasız şeylerden uzak durmalıdır!
10. Öğrendiği ilmi kâfi görmemelidir! Çünkü Kur'an-ı kerîmde, her ilim sahibinin üstünde bir âlim bulunduğu bildirilmektedir. (Yûsüf sûresi-76)
Öğrendiği ilimle, insanlara faydalı olabilmek için, dinin yayılmasına hizmet etmelidir!
BAŞLARKEN...
2015-11-11 01:00:00
"Bir davanın çilesini çeken olmadan muvaffakiyet mümkün değildir. Mensup olduğumuz davanın ilk çilesini, sevgili Peygamberimiz ile Onun sadık arkadaşları Eshab-ı kiram efendilerimiz çekmiştir."
Gazetemizin değerli okuyucuları! Gönül dostlarımız olan sizlerle bizleri bu sütunda buluşturan Rabbime hamdolsun... 1970 yılında Türkiye gazetesinin basın hayatına başladığı günden beri siz sayın okuyucularımızla gıyaben tanışıklığım devam etmektedir... İslamın ana caddesi Ehl-i sünnet yolunun son halkası olan bu hizmetlerle ilk tanışmam, 1966 yılında Ortaokul 3. sınıfında iken başlamıştı. Bu saadetime vesile olan ilk insan, Balıkesir Oruçgazi Mahallesi Muhtarı ve ayrıca sınıf arkadaşlarımın "Namaz kılan berber" diye bana tanıttığı TURAN KOÇMAN ağabeyim olmuştur. 1968 yılında Balıkesir İ.H. Lisesi 2. sınıfında iken PSİKOLOJİ dersimize giren merhum S. AHMET ARVASİ hocam da, bu hizmet kervanının büyüklerine olan sevgimi ateşlemiş ve örnek kişiliği ile bana bir rehber olmuştur. Cenab-ı Hak her ikisinden de razı olsun...
Bu sütundaki ilk yazıma, gazetemizin kurucusu merhum ENVER ÖREN Ağabeyim ile bir hatıramı naklederek başlamak istiyorum... Bir çile adamı olan Enver Ağabey, Türkiye gazetesini kurarken çektiği sıkıntıları, bir dostlar meclisinde samimi bir şekilde bizlere şöyle anlatmıştı:
"Bu gazetenin temelinde ENVER ABİNİN GÖZYAŞLARI bulunmaktadır... 20 Nisan 1970 tarihinde Hakikat gazetesini kurmuştuk. Basın İlan Kurumu, ilan vermediğinden masraflarımızı karşılayamayacak ve borçlarımızı ödeyemeyecek duruma gelmiştik. 1972 senesinde METİN YÜKSEL isimli bir iş adamı ile anlaşarak gazeteyi ona sattık. O da TÜRKİYE gazetesi ismini vererek yayın hayatına devam etti. Belirli bir müddet geçmesine rağmen bize olan borçlarını ödemediğinden, gazetenin geri alınması hususunda anlaştık. Noterde sözleşme düzenlendi. İmza için buluştuğumuzda, noterlik binasında anlaşmadan vazgeçtiğini söyledi. O anda bayılıp yere düşmüştüm. Beni öldü zannettiler. Hemen kolonya serptiler, ayılmıştım. Kendime geldiğimde Fatih'teki evime döndüm. Hocama durumu söyleyemedim. Biraz istirahatten sonra, Eyyüb Sultan türbesine gittim. Hacet penceresi önünde demirlere yapışarak gözyaşları döküp dua ettim. Tekrar evime geldim. Bir müddet geçtikten sonra, evin telefonu çaldı. Arayan METİN YÜKSEL'di. Yaptığı işten pişman olduğunu, devir işlemleri için noterde beklediğini söyledi. Yeniden sözleşme yapıldı. Gazetemize tekrar kavuştuk... İşte bu gazetenin temelinde ENVER ABİNİZİN GÖZYAŞLARI var..."
Ve sonra da şunları ilave etti: "Bir davanın çilesini çeken olmadan muvaffak olmak mümkün değildir. Mensup olduğumuz davanın ilk çilesini, sevgili Peygamberimiz ile Onun sadık arkadaşları Eshab-ı kiram efendilerimiz çekmiş ve bu uğurda başlarına gelen her sıkıntıya katlanmışlardır."
Mekanı Cennet olsun ve Cenab-ı Hak şefaatine nail eylesin. Amin!.
.Besmelesiz bir nesil yetiştirmek istiyorlardı! -1-
2015-11-18 02:00:00
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah ibni Mes’ud "radıyallahü anh" diyor ki: ''Cehennemde azap yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen, Besmele okusun! Besmele, on dokuz harftir.''
Yıllarca önce idi. Bir dost meclisinde, gazetemizin kurucusu merhum Enver Ören Ağabey ile beraber oturuyorduk. Orada, başından geçen bir olayı bizlere şöyle anlatmıştı:
“Doktora yapmak için İtalya'ya gitmiştim. Papaz öğrencilerin de bulunduğu bir konferansa katılmıştık. Bir yemek saatinde, biraz yüksek sesle, (Bismillahirrahmânirrahîm) demiştim. Yanımda oturan Papaz, bana nereli olduğumu sordu. Türkiyeliyim dedim. Ülkenizde, başka böyle söyleyen gençler var mı? dedi. Çok insan olduğunu söyledim. Bunun üzerine, 'Eyvah! Bizim bütün planlarımız bozuldu. Biz 50 yıl sonra, Türkiyede (Allah) diyecek kimse kalmasın diye program yapmıştık. Demek ki, her şey altüst oldu' dedi. Düşman, Besmele okumasını bilmeyen bir nesil yetiştirmek istiyordu. Ama Cenab-ı Hakkın muradı ve hesabı, onların istediği gibi olmadı. Onlar, Besmele çekmeyi dahi bilmeyen dinsiz bir nesil yetiştirmek isterken, Rabbim bu millete acıdı. İşte sonra, gözyaşları dökerek kurduğum bu gazetemiz, yüz binlerce gencimizin Besmele ile iş yapmasını öğrenmesine sebep oldu. Bu, insanlığa yaptığımız az bir hizmet midir? Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), (Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır) buyurmuşlardı. Beni bu hizmetlere vesile kılan Rabbime sonsuz kere hamd olsun!..”
***
Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (Besmele ile başlamayan her mühim iş, bereketsiz olur) ve yine (Yazarken Besmele çekin. Hâcet [muhtaç olduğunuz şey], kolay yerine gelir. Allahü teâlâ da râzı olur) ve (Eve girerken Şeytân da sizinle birlikte girmeye çalışır. Fakat girerken Besmele çekilince şeytân, "Bu eve girmeme imkân yok" diyerek döner) ve (Bir vartaya [zor duruma] düşen, "Bismillâhirrahmânirrahîm. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyi’l-azîm" derse, Allahü teâlâ, onu her türlü belâ ve musîbetten korur) buyurmuşlardı.
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah ibni Mes’ud "radıyallahü anh" diyor ki: (Cehennemde azap yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen, Besmele okusun! Besmele, on dokuz harftir). Levh-i mahfuzda, ilk yazılan, Besmeledir. Âdem’e "âleyhisselam" ilk gelen, Besmeledir. Mü'minler, Besmele yardımı ile, Sırattan geçer. Cennet davetiyesinin imzası Besmeledir
(Bismillahirrahmânirrahîm); her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile başlıyorum. Çünkü âlimler ve ârifler, Onu ilah olarak tanıdı. Âlemler, Onun merhameti ile rızık buldu. Günâh işleyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu demektir. [Seâdet-i Ebediyye]
.Besmele bilmeyen bir gençlik!..
2015-12-02 02:00:00
"1970 senesi, asil Türk milletinin mukaddes dini olan İslamiyetin, bu mübarek vatanda yasak edilmesi için, Lozan’da kararlaştırılmış olan meş'um bir yıldır..."
İstanbul’da üniversitede ilahiyat tahsiline başladığım ilk seneydi... Ülkemiz sağ-sol kavgaları ile bölünmeye hazırlanıyor; İslam’ı bilmeyen bir gençlik yetiştirilmek isteniyordu. Beş bin gencimiz hiç yoktan öldürülmüştü. İşte böyle bir ortamda 17 Şubat 1970 tarihli “Bab-ı âlide Sabah” gazetesinde şöyle bir makale yayınlanmıştı.
Bu makale, Türkiye gazetesinin kuruluşundan başlayarak vefatına kadar Enver Ören ağabeyin yanından hiç ayrılmayan Mahmut Genç imzasını taşıyordu Hazırladıkları imha planları ile İslam’a saldıranların, son yüz sene içinde gerçekleştirdikleri acı olayları ve Osmanlı devletinin yıkılışını hazırlayan zihniyetin içyüzünü, sohbetinde yetiştiği Hocasından naklen şöyle anlatıyordu:
“1970 senesi, asil Türk milletinin mukaddes dini olan İslamiyetin, bu mübarek vatanda yasak edilmesi için, 1924 tarihli Lozan Barış Anlaşmasının 'gizli' celselerinde kararlaştırılmış olan meş'um bir yıldır. Bundan az bir zaman sonra, mekteplerden din ve ahlak dersleri kaldırılmıştı. Türk'ün hamaset dolu şanlı tarihi, tersine çevrilmişti. Gazetelerde, mecmualarda İslamiyetten bir kelime bile olsa söz etmek yasak edilmişti. Ana babalarının, çocuklarını Kur’an Kursuna göndermeleri büyük suç olmuştu. Çocuklara Kur’an-ı kerîm okutan hocaların Nusaybin’de idam edildiklerini, kızlara Kur’an okutan ninelerin zindanlara atıldıklarını, Mushâf-ı şerîflerin, ilmihal kitaplarının toplatılarak polis karakollarında yakıldıklarını iyi hatırlıyorum...
İstanbul’da toplanan Kur’an-ı kerim ve din kitaplarını, eski Sahaflar Çarşısı'ndan Bit Pazarı'ndaki kamyonlara yükletilip, kese kağıdı yapmak için, İzmit Kâğıt Fabrikasına gönderilirken, okka ile, elli kuruşa satın aldığım üç büyük Kamus lügatini hâlâ kullanmaktayım...
Bir ramazan sabahı idi. Yolda giderken, her cami kapısında polisler bekliyorlardı. Soruşturdum (Allahü Ekber) demek yasak edilmiş. Allah diyen imamları yakalayıp Çorum'a mahkemeye götürüyorlarmış. Götürülenleri su içinde koğuşa tıkmışlar. Çoğu dayanamayıp ölmüş. Kalabilenlerin çoğu hasta. Birkaçı daha hayatta. Bayramları ziyaret eder, o kara günleri konuşuruz. Bugünkü hürriyetimize nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz...
O zamanlar, caddelerde karşıdan karşıya çarşaf gibi çekilen renkli bezlerde, milletin dîni ile, ahlakı ile alay eden yazılar ne kadar iğrençti! (Karabaş tecvidden kurtulduk), (Falakadan kurtulduk), (Örtülü umacı kadınlara paydos) ve daha neler neler!..” (Haftaya devam edeceğiz inşallah
.Gençler dinsiz yetiştiriliyordu!
2015-12-09 02:00:00
O ne karanlık günlerdi. Türk tarihi unutturuluyor. Baba oğlunun dilini anlamaz hâle getiriliyordu. Köy Enstitüleri'nde din ve ahlak yoksunu metotlarla öğretmen yetiştiriliyordu.
İslam’ın iç ve dış düşmanlarının iş birliği ile gerçekleştirdikleri acı hâller, geçen hafta bir nebze bahsettiğimiz gibi; 17 Şubat 1970 tarihli “Bab-ı âlide Sabah” gazetesinde yayınlanan makalenin devamında şöyle anlatılıyordu:
“Hele 1949 yılında, resmî dairelere, Bakanlıklardan gelen emirlerde, (Memurların, subayların, erleri talebeyi küçük adları ile çağırmaları yasaktır. Soyadları kullanılacaktır) deniyordu. Emiri işitenlerin çoğu gibi ben de, o gece ağlamaktan uyuyamadım. (Ya Rabbi! Dedelerinin mukaddes dini yasak edildi. Türk'ün temiz ahlakı unutturuldu. Şimdi Müslüman isimlerimiz de yasak ediliyor. Ahmet, Abdullah demek suç olacak.. Taş, Kurt, Çakal gibi isimler bunların yerini alacak) diyerek her vatandaşın kalbi kan ağlıyordu. Hele şakşakçı gazeteler, bir yandan milyonları sömürüyorlar. Buna karşılık, bir yandan da vatanın her köşesine terör saçıyorlardı...
O ne karanlık günlerdi. Gençler dinsiz yetiştiriliyor. Türk tarihi unutturuluyor. Baba oğlunun dilini anlamaz hâle getiriliyordu. Köy Enstitüleri'nde din ve ahlak yoksunu metotlarla öğretmen yetiştiriliyordu. Sanki kızıl komünist programları Türkiye’de tatbik edilmekte idi...
Bu şaşkın akıntıyı acı acı gördükçe, bunun sonu nereye varacak diye, yemekten içmekten kesilmiştik. Üzerinde çok hakkım olan eski bir dostum, bucak başkanı idi. Bir konuşmamızda ona dert yanmıştım. (Aziz dostum! Bu iş devlet işidir. Başka yerlerde böyle konuşma! Her yer hafiye dolu. Başına bela alırsın. Dosyamızda gizli karar var.
1970 yılına kadar, 'yobazlar' kalmaz, ölürler. Müslümanlığı bilen kimse bulunmaz olur. Kur’ana 'çöl kanunu', İslamiyete de 'Arap dini' denir. Türk başka Arap başka. Pis Arapların dininin, medeni Türkiye’de yeri olmayacak. Biz garplıyız. Her şeyimiz modern olacaktır) gibi şeyler söyledi...
O günden beri ağzımı kapadım. 'İslamiyyete elveda denecek olan 1970 senesine daha otuz sene var' diyerek o meş’um seneye yetişmem diyordum. Fakat o senede bulunacak evlatlarımızın hâlini düşündükçe, kederimden aklım gidecek gibi oluyordu.
Kimseye bir şey söyleyemez, kimseye nasihat veremez, kimsenin yanında (Allah) diyemez olduk. Alay edilmek, eziyet görmek korkusu ile kimse camiye gidemez oldu.
Koca Şehzadebaşı Camiinde beş-altı ihtiyar ile cuma namazı kıldığımızı hatırlıyorum. Her yıl çok sayıda Cami/mescid kadro dışı bırakılarak kapatılıyor, yıkılmaya terk ediliyor. İyi durumda olanları halkevi yapılıp, konserler veriliyordu. Güzelim Sultanahmet ve Edirnekapı Camileri asker koğuşu, birçokları da depo yapılmıştı... Bugünkü hürriyetimize nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz...”
.Besmele, Müslümanın hayatının anahtarıdır...
2017-05-17 02:00:00
"Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır."
Müslüman, hayatının her kıymetli işine Besmele okuyarak başlar. Besmele okumak, (Bismillahirrahmânirrahîm) demektir. Besmelenin manası, “Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile başlıyorum. Ârifler, Onu ilah olarak tanıdı. Âlemler, Onun merhameti ile rızk buldu. Günah işleyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu” demektir.
Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki:
(Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır.)
(Besmele ile başlamayan her mühim iş bereketsiz olur.)
(Eve girerken Şeytan da sizinle birlikte girmeye çalışır. Fakat girerken Besmele çekilince şeytan, "Bu eve girmeme imkân yok" diyerek döner.)
(Bir vartaya [zor duruma] düşen, "Bismillâhirrahmânirrahîm, lâ havle ve la kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm" derse, Allahü teâlâ, onu her türlü belâ ve musîbetten korur.)
Abdullah ibni Mes’ud "radıyallahü anh" diyor ki: “Cehennemde azap yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen, Besmele okusun! Besmele, on dokuz harftir.”
Levh-i mahfuzda, ilk yazılan, Besmeledir. Âdem’e "âleyhisselam" ilk gelen, Besmeledir. Müminler, Besmele yardımı ile, Sırattan geçer. Cennet davetiyesinin imzası Besmeledir.
Hayvan keserken, av hayvanına ok atarken, ava, talim edilmiş, öğretilmiş köpeği gönderirken, (Bismillah) veya (Allahü ekber) demek vacibdir. Besmeleyi, (Bismillahirrahmânirrahîm) diye tam söylemek de olur.
Namazın her rek’atinde, imamın ve yalnız kılanın Fatiha’dan önce, Besmele okunması sünnettir. Fatiha’dan sonra besmele çekmek lâzım değildir. Çekilirse iyi olur.
Akşam-sabah, (Bismillahirrahmânirrahîm, Bismillahillezî lâ yedurru ma'asmihî şey'ün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemîul’alîm) duasını okuyan kimse, sihir ve zalimlerin şerrinden ve belâlardan emin olur.
Abdest almaya, yemeye, içmeye ve her faydalı işe başlarken, Besmele çekmek sünnettir. Yürümeye, oturmaya, kalkmaya başlarken okumak mubahtır.
İmâm-ı Rabbani "rahmetullahi aleyh", talebeleri ile uzak bir yere gidiyordu. Gece, bir hânda kaldılar ve “Bu gece, bu hânda bir belâ hâsıl olacak. ‘Bismillâhillezî…’ duasını okuyunuz!” buyurdu. Gece büyük yangın oldu. Her odada eşyalar yandı, duayı okuyanlara bir şey olmadı. Bu duanın, “Tergîb-üs-salât” kitabında, hadîs-i şerif olduğu da bildirilmektedir. Dertlerden, belâlardan, fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabah ve akşam, Hazret-i İmâmın bu sözünü hatırlayarak, üç kere okumalıdır.
.Eûzü okumak, Rabbe sığınmaktır
2017-05-10 02:00:00
Resûlullah "sallallâhü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: "Kur'an-ı kerîme saygı göstermek, Eûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'an-ı kerîmin anahtarı, Besmeledir."
Müslüman, hayatında birçok kıymetli işine “Eûzü” okuyarak başlar. Eûzü okumak, (Eûzü billahi minesşeytânirracîm) demektir. Manâsı, (Allahın rahmetinden uzak olan ve gazabına uğrayarak dünyada ve âhirette helâk olan şeytandan, Allahü teâlâya sığınırım, korunurum, yardım beklerim) demektir. Kur'ân-ı kerîm okumaya “Eûzü...” ile başlamak, okurken konuşmamak, şayet konuşursa, tekrar “Eûzü” okuyarak başlamak lâzımdır.
Abdullah ibni Abbas diyor ki: Resûlullah "sallallâhü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Kur'an-ı kerîme saygı göstermek, Eûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'an-ı kerîmin anahtarı, Besmeledir.)
Allahü teâlâ, Nahl sûresinin doksanyedinci âyetinde meâlen, Peygamberine "sallallâhü aleyhi ve sellem" (Kur'ân-ı kerîm okuyacağın zaman Eûzü... söyle) buyurmuştur. Kur'ân-ı kerîmi abdestli olarak okumak, sağ el ile tutmak, dizden aşağı koymamak, bitirince açık bırakmamak, başka şey yaparken kapayıp yüksek bir yere koymak, okurken konuşmamak, konuşursa, tekrar Eûzü okuyarak başlamak lâzımdır. Sûre veya âyet okumaya başlarken Eûzü okumak vâcibdir. Okumayı bitirince (Sadakallahül-azîm) demelidir.
Gadaba gelince, Eûzü-Besmele ve iki “Kul Eûzü”yü okumalıdır...
Her sabah veya akşam devamlı olarak üç kerre (E'ûzü billâhissemî'il’ alîmi mineş-şeytânirracîm) diyerek “Haşr” sûresinin sonunu okuyanlar (Âhiret şehidi) olurlar.
Göz değen kimseye, Peygamber efendimizin bildirdiği şekilde (Eûzü bi-kelimâtillâhit-tâmmâti min şerri külli şeytânin ve hâmmetin ve min şerri külli aynin lâmmetin) duasını okumalıdır. Bu ta'vîz her sabâh ve akşam üç defa okunup kendi üzerine veya yanındakilerin üzerine üflenirse, göz değmesinden ve şeytânların ve hayvanların zararından korur...
Her Müslüman, sabah ve akşam, şu iman duasını okumalıdır: (Allahümme innî e'ûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfîrü-ke li-mâ lâ-a'Iemü inneke ente allâmülguyûb.) Sabâh duası gece yarısında okumaya başlanır. Akşam duası zevalden başlar. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Bir yere gelen kimse “Eûzü bikelimâtillâhi-ttâmmâti min şerri mâ haleka” okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar, kötülük yapmaz”.)
[Korkulu şeyden kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için, (Tâhâ) sûresinin otuzyedinci âyetinden (Velekad)’dan, otuzdokuz sonuna “alâ aynî”ye kadar kâğıda mürekkeple yazıp, bir şeye yedi kere sarıp, yanında taşımalıdır. Faydası çok görülmüştür.]
Korkulu yerlerde ve düşman karşısında ve emin ve rahat olmak için “Li îlâfi” sûresini okumalıdır. Tecrübe edilmiştir. Her gün ve her gece, hiç olmazsa, onbirer defa okumalıdır.
.
|
Bugün 85 ziyaretçi (261 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|