İnsan beyni ne verirsen alır. Bilinçaltı diye batılı düşünürlerin adlandırdığı birşey var. Yani akıl muhakeme yeteneğinizin ötesinde beynin ne var ne yok kaydediyor olma becerisi..
Biz ne görüyor ne duyuyor ne okuyorsan beyin bunları kaydediyor. Herşey kayıt altında. Tıpkı bir güvenlik kamerası gibi 7 gün 24 saat kesintisiz kayıt.
Neyle meşgulsen o kayıt altında.
Ve asla sakın ben izlediğim gördüğüm şeyleri analiz edebiliyor doğruyu yanlışı ayırt edebiliyorum demeyin. Bu kadar geniş ve uçsuz bilginin sadece cok ama cok az bir kısmını aklımızla kontrol edebiliyoruz.
Şu an bu yazıyı okurken beyniniz fotograflıyor ve aklınız sadece ona öğrettiğimiz okuma beceresi kadarı ile latin harfleri ile okuyup sonra artı mevcut kayıttan çözümlediği şeyleri ayrıca kaydediyor. Ama siz bu yazıyı okurken kontrolünüz dışında sayfanın rengi, kenarlıklardaki renkler yazı fonto büyüklüğü herşeyi kaydediyor.
Eğer ben bu yazı içine aklınıza öğretemediğiniz ama gerçekte var olan farklı bir özel şifreli bir şey eklemiş olsam nasıl olurdu? Yazıyı okurken onu da alıyorsunuz. Beyniniz ne işe yaradığını sorgulamıyor. Aklınızın filtresinden kolayca geçen o gizli kayıt bilinçaltına girmiş oluyor.
Tıpkı bir grip salgını ya da bilgisayar virüsü gibi de düşünebilirsiniz. Siz bilgisayarı kullanmayı biliyorsunuz ancak girdiğiniz bir sitede sizin kontrolünüz dışında çalışan kodlar içindeki virüsten haberiniz hiç olmuyor. Ve o kodlar sizin bilgisayarınızdaki tüm verileri 3. kişilere arka kapı açıp sunmaya başlamış olabilir.
İşin uzmanı olan herkes sizin bilinçaltınıza beyninize elini kolunu sallaya sallaya rahatlıkla girebilir. Batılılar bu alanda yüzyılardır çalışmalar yapmakta. Artık tamamen bilinçaltına nüfus etme üzerine çalışıyorlar.
İşte o yüzden bir terör örgütü bir ülkede cok rahat barajları aşıp o ülkenin kalbine meclisine girip ciddi bir nüfus elde edebiliyor. Akıl tutulması yaşayan milyonlar o terör örgütüne kul köle olabiliyor. Ya da bir toplum kendi manevi inanç ve değerlerine düşman olabiliyor. Camide alnı secdeye değen yapan şahıs kuran öğretilen mekan aleyhinde yaptığı mücadele ederek vatani görevini ifa ettiğini zannedebiliyor.
İşte bunların tamamın yol ve yöntemleri bilinçaltı uzmanı batılı profosyanellerce anahtar teslim yerli devşirilmiş dağıtıcılarına sunuluyor.. Onlar da bayi ve alt bayilerine aktarıyor.. Tıpkı amerikada çinde üretilen bir telefonun dağdaki çobanın cebine kadar ulaşabilmesi gibi..
Gerçekten zihnimiz çok önemli. Zihnimizi bu zehirli saldırılara karşı koruma altına almak zorundayız.
Bunun için bir dizi önlemler almak zorundayız. İşte islam bu konuda köklü bir çözümü yüzyıllar önce ortaya koymuş. Nefis...
Nasıl bir insan akıl sahibi ise aklı ile hüküm verebiliyor vs. ise ayrıca nefis sahibidir. Batılıların nüfus etmeye çalıştıkları yer işte tam da bizim nefsi ammerimizin makamı olan bilinçaltımız.. Yani islami terimlerle kullanacak olursak nefsimizi azdırmak ve kendi amacları için kullanmak için her yolu deniyorlar.
Bilinçaltı operasyonu yapanlar şeytan pozisyonunda ve onların bilinçaltı saldırıları şeytanın vesvesesi gibi.. Şeytanlaşmış insanlar terimi var ya... İşte o şeytanlaşmış insanlar bugün kullandıgınız şu bilgisayarları telefonları teknolojileri üreten beyinlerle aynı kulvarda mücadele eden bilimadamı kisvesesindeki zehirli beyinler.. (O yüzden bizler de kendi düşünür ve bilimadamlarımızı yani geleceğin imam gazalilerini ve akşemseddinlerini yetiştirmeliyiz.. )
Bunların bilinçaltı operasyonlarına karşı hiç bir dönem olmadığı kadar nefis ile mücadele çok ama çok önemli. Alenen nefsimizi azdırma ve köleleştirme için çırpınıyorlar..
Kuran okumak, namazlar, ibadetler, zikirler, salavatlar, islami ilimleri en detayı ile öğremek, hatimler ve rabıtaa işte asıl bu dönem bilinçaltı operasyonu yapan şeytanlaşmış insanlara karşı binlerce kat daha önemli hale geldi..
Televizyonlar, sosyal medya, kitaplar, gazeteler ve bu aletlerle yatıp kalkanlar hepsi bilinçaltı operasyonlarıiçin kullanılan birer araç... Biz bu araçlarla aramıza sınırlar koyarak nefisle olan mücadelemizde daha hassas olmalıyız.
Herşey robotlaşan insanlar üretmek üzere kurgulu. Çalış kazan harca kültürü aşılanmaya harcanıyor. Bilinçaltımız çok önemli, bilinçaltımıza sirayet edecek herşeyden kaçmalıyız.
Bütün tasavvufi tavsiyeler, büyüklerin nasihatları hiç bir dönemde olmadığı kadar çok ama çok büyük önem kazanmış durumda.
Artık neden namaz kılmayanlarla dostlukların kesilmesi gerektiği, günah işleyenlerden uzak durmak gerektiği vs. vs. şimdi bilimsel olarakta artık kanıtlanmış durumda. Çünkü hepsi bizim kontrolümüz dışındaki bilinçaltımıza zehirlerini transfer etmekte.
Namaz kılmayan bir kişinin namaz kılmamasına sebeb olan bilinçaltındaki zehir-virüs onunla ünsiyet kurduğumuzda bize de akmaya başlamakta. O kişi her ne sebeble namaz kılmıyorsa otururken, kalkerken, konuşurken o gerekçesini sürekli bizim bilinaçltımıza yansıtmak. Zehir tohumlarını kendisi bile farkında olmadan ekmektedir. Tıpkı grip bir kişinin virüsünün bize bulaşması gibi.. Onun kalbini hasta eden düşünce fikir bize sirayet etmekte..
Ve bir mühlet sonra biz de zevksizleşmekte. Manevi haz alamaz hale gelmekte ve ibadetlerde gevşemeye başlamaktayız. Ve en sonunda namazlarımızı terk edecek boyuta gelmekteyiz.
Ya olur mu ben o kişiyi namaz kıldırırım demeyin. Hasta olmayan biri bir hastaya ziyaret ettiğinde o kişiyi iyileştirmeyi mi bulaştırır yoksa hastanın hastalığını mı kapar?
bilinçatlımıza sirayet etmiş bu virüsler bulaşıdır. Kişinin oturuşu, bakışı, hareketleri ile bile biz bu virüsü kaparız.
Oturuşundaki mesajı aklımız algılayamaz ama bilinç altımızda o çözümlenir. Ve yerleşir. Bedenin dilini aklımız anlayamaz ama alt beynimiz gayet iyi şekilde çözer.
Gülümseyen bir insanı gördüğümüzde gayri ihtiyarı gülümsememiz gibi.. Öfkeli bir insanı gördüğümüzde bizim de öfkelenmemiz gibi. Namaz kılmak gülümsemek gibiyse, öfke ibadetleri terk etmek gibi düşünebiliriz. Ve namaz kılan birini gördüğümüzde gayri ihtiyari bize yansıayacaktır. Eğer şiddetli bir öfkemiz yoksa biz deki gülümsemeyi artıracaktır. Yok kılmayan birini görürsek yani öfkeli birinin öfkesi de bize geçecektir. Bunlar gözle görülemeyen ama hissedilen şeylerdir. Ya da hissetmek kelimesi ile anlatılmaya çalışılan bilinçaltımıza yerleşen davetsiz misafirlerdir..
Zihnimiz beynimiz en az namusumuz kadar hassas ve önemlidir. Orası bizim mahrem bölgemizdir. Örtebilmeli gizleyebilmeliyiz. Öyle helal olmayan herkese açıp içine ne varsa doldurmasına izin vermemeliyiz..
Tıpkı karımızı kızımızı mahremimizi kem gözlerden koruduğumuz gibi zihnimizi bilinçaltımızı da korumak için emek sarf etmeliyiz.
Evet bu kadar önemli oldugunu bilmiyorduk ama öğrendik işte.. Asıl mahremiyet sadece başımıza örtü takmak değil.. Aynı zamanda o örtüyü bilinçaltımıza da takabilmemizde saklıdır.
Eşimizi dostumuzu çevremizi işte bu mahremiyet çerçevesinde seçmeliyiz.
Selamlaştığımız muhabbet ettiğimiz insanları bu mahremiyet çerçevesine göre seçmeliyiz. Baktığımızda bizi Allah'ı hatırlatmayan kimse ile mecburiyetin dışında muhatap olamamlıyız. Kendi iç dünyamızda karantina altına almalıyız onları...
Ama dışlamadan.. Çaktırmadan.. Gurur ve kibir yapmadan..
Ve karşı tarafın da kurtuluşuna vesile olacak adımlar atarak..
* * *
Not: Bilinçaltımızı yani nefsi ammeremizi kontrol altına almak isteyenler tasavvufun nefis mücadelesi teknolojisi karşısında çaresizdirler. İlahi güç her zaman üstündür. Bu yüzden kedi ulaşamadığı ciğere mındar demeyi tercih etmekte. Ve çok aşırı bir şekilde hiç bir zaman olmadığı kadar islam ve tasavvuf düşmanlığı yapılmaktadır. Tarikatlara ve tasavvufa karşı zihninizde şu an oluşan o tüm negatif düşünceler bu operasyonun eseridir. Bir o gücün farkına varmamanız için tüm yollar kapanmakta. İki o gücü kullanmamanız için alıkoyucu her teknik ve taktik geliştirilmekte.. Saldırılar bu cephede ilerlemektedir. Tedbirinizi bu gerçeğe göre alınız.
.
Kuran okumak sağ beyni geliştiriyor
Evet duydunuz.. Kuranı kerimi okumak sağ beyni geliştiriyor.
İnsan vucüdu ile insan beyni arasında ters ilişki vardır. Vucüdümuzun sağ tarafını sol beyin yönetirken, sol tarafını da sağ beyin yönetmektedir.
Başımızı sağa doğru çevirdiğimizde sol beynimiz bu işlemi yapmaktadır.
Başımızı sola doğru çevirdiğimizde sağ beynimiz bu işlemi yapmaktadır.
Namazın en son çıkışında selam vermenin esarlarından birisi de bu. Sağ ve sol beyni ayrı ayrı uyarma süreci.. Rahatlama ve huzur süreci.
O yüzden şu an bu latin alfabesi ile okuduğunuz şu konuyu okurken sol beyniniz işlem yapmakta. Sol beyniniz kelimeler, harfler, dizelerle ilgilidir. Ve her kelimenin sesli harflerini de yazmamız gerekmektedir. Bütünü göremez.
Eğer bu yazı osmanlı harfleri ile osmanlıca yazılmış olsa idi, sağdan sola doğru okuyacaktınız. Ve sağ beyniniz çalışacaktı. Osmanlıca yazıyı okumak için sağ beyninizi kullanmak zorunda olacaktır. Ya da kuranı kerim okurken de aynı şekilde sol beyninizi kullanmaktasınız.
Sarf nahiv ilimleri alan bir okul talebesi okulda sol beynini kullanırken aynı zamanda sarf nahiv ilimleri aldığı içinde sağ beynini kullanmış ve geliştirmiş olacaktır.
Nasıl ki vucüt hareketleri cimlastik yaparak kaslarımız gelişiyorsa. Beynimizin okuma yeteneğide gelişmektedir.
Şimdi sağ beyin çalışma şekli biraz farklı ve daha bütünsel bakmaktadır. Bağlayıcıdır. Sol beyin gibi kelimeye odaklı değildir. Öncesi sonrası ile çok hızlı şekilde bağlar. Yaratılışı böyledir. Yani osmanlıca bir metinde ünlü harfler olmasada beyin bunu çok hızlı ve kolay bir şekilde kavrar. Kolaydır.
Bizim sadece sol beynini kullananlar sağ beynin bu yeteneğinin farkında değildir. Ve osmanlıca bir metni okumayı sağbeyin okuma mantığı ile karıştırırlar. Ve zor olduğunu zan ederler. Tam tersine sağ beyni kullanmak müthiş bir ayrıcalıktır.
Sol beynin yaptığı o kelimesel tarama işlemini normal bir bilgisayar beynimizden cok daha hızlı bir şekilde yapabilmekte.
Fakat sağ beynin yaptığı işlemde ise bilgisayar donmakta. Beynimiz süper bilgisayarlardan daha fazla şekilde bu işlemi başarabilmekte.
Örneğin yüz tanıma yeteneği sağ beyin tarafından yapılır. Bir insan gördüğünüzde bütün olarak görürsünüz. Gözünü kulağını ayrı ayrı bakıp değerlendirmezsiniz. Bu sağ beynin görevidir. Ve anında zank diye tanır. Ama bir bilgisayar bu işlem için yırtınır. Bir kelime okuma kadar bilgisayar için kolay değildir. Daha algoritmik ve karmaşık işlemdir tıkanır kalır. Ama beynimiz için çocuk oyuncağı
İşte kuran okumak, sarf nahiv ilimleri almak bu açıdan büyük bir ayrıcalıktır. Bu ilimlerle haşir neşir olanlar sağ beyinlerini de kullanacak ve geliştireceklerdir.
Neden kuran okumalıyım? Bu devirde sarf nahiv ilimlerine ne gerek var? Osmanlıcayı neden kullanmalıyım gibi şeytanın vesvesesine kapılmış kişilere verilecek güzel bir bilimsel çalışmadır bu.
Batılılar bu çalışmalarının adına alfabatik zeka demişler. Böyle güzel bir fırsat kapısına kadar gelmiş olanlar ihmal etmesinler. Değerlendirsinler. Bu konu ile alakalı googlede araştırmalar yapın. Farklı kaynaklara ulaşacaksınızdır.
REFERANSIM ALLAH'TIR
Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk.
Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.
Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı, hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti.
Bunun için çok dikkatli olmalıydık.
İle ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız.
Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye.
Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle;
"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.
Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:
"Sen kimsin?, Adın nedir?"
"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne iş yapıyorsun Bilal?"
Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:
"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"
O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,
"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.
Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:
"Üç gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..
Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.
"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"
Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:
"Bir yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"
Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.
"Bilal, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı Bilal?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".
Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.
"Evli misin Bilal?"
Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".
Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!
"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!"
Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:
"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”
Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.
Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim titreyerek:
"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;
"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."
“Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek.”
“ Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.”
Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.
Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!
Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?
Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.
Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;
"Bilal, bizi tanımadın mı?"
"Evet".
"Peki, ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:
"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.
Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;
"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.
"Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?)
Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.
.
KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!
Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder:
Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder.
Adamın biri sorar:
Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder.
Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden yavruladığı ve kasaplık olarak kesilmeyip korunduğu halde bir türlü çoğalmaz.
Koyun gibi sürüler haline acaba neden gelemez..?
Hz.Mevlana'nın cevabı şöyle olur:
Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
Bu bereket vaktinde koyunlar asla uyumaz, hep uyanık olurlar.
Köpekler ise hiç uyanık olmaz hep uykuya dalar, gaflette olurlar.
Onun için koyun nesli seherin bereketine nail olur.
Köpekler ise bereketsizliğine maruz kalırlar..!
Başkalarının görmesinede vesile olmak için paylaş. .
Geçmişe sünger çekmek
Evlendiğimden beri annem evime ilk defa geliyordu. Daha önce eşya yerleştirmeye gelmişti ama bu başkaydı. Evimi güzelce temizleyip yemekleri yaptım. Öğleye 1 saat kalmıştı neredeyse gelir derken. Zil çaldı ve annem geldi.
Ev hediyesi diye birde hediye getirmişti. Paketi açınca şok geçirdim içinden kullanılmış sünger çıktı.
Sordum anneme senin yatak odandaki aynanın üzerinde duran sünger mı bu diye evet dedi. Evde temizlik bezleri vardı ama bunu da kullanırım dedim.
Annem bunu kullan diye getirdim ama temizlikte kullan diye değil dedi..
Yaa peki nasıl kullanacağım dedim geçmişe sünger çekmek için kullanacaksın dedi. anlamamıştım.
Anneannem ve dedem hep kavga ederlermiş anneanneme dedem geçmişe bir sünger çek dermiş ama anneannem bunu hiç yapamazmış. Dırdırları ile dedemi bıktırırmış.
Peki neden kadınlar geçmişe sünger çekiyor da erkekler çekmiyor dedim anneme annem çünkü erkekler unutkandırlar geçmişi hatırlamazlar kadınlar ise hassastır kendilerini üzen hiçbir şeyi unutmaz aklına geldikçe acı çeker ve etrafındakilere de acı çektirirler dedi.
Anneannem de hatasının farkında olduğu ama düzeltemediği için anneme nasihat amacıyla onun ilk evlendiği zaman ev ziyaretine bu hediye ile gitmiş.
Bize yaptığın taze kuru fasulye ve pilavını afiyetle yedik karnımız doydu dedi.
Ama bayat yemeği önümüze çıkarsan keyifle yiyemez tam doymadan kalkardık dedi.
Evlilikte böyle bişey işte yavrum geçmiş konuları bayat yemek gibi ısıtıp getirirsen bir kaç ısıtmadan sonra tadı kaçar karın doyurmaz hale gelir. Ama geçmişe sünger çekersen tadınız hiç kaçmaz .
.
EV TEMİZLİĞİNDE LİMONU BAŞ SIRAYA YAZIN!
* Limon da sirke gibi doğal bir kimyasaldır. Aynı şekilde limon ve suyu ile evinizde temizlik yapabilirsiniz.
* Ortadan ikiye kesilmiş limonu su dolu kâsenin içinde odanızın bir köşesine koyun. Havadaki kötü kokular kaybolacaktır.
* Yarım limonu bulaşık makinenizin içine koyun ve öyle yıkayın. Bardak ve tabakların nasılda pırıl pırıl olduğuna şaşıracaksınız.
* Mermer üzerinde sarı lekeler varsa limon ve tuz ile ovalayın. Leke çıkacaktır.(Tuzsuz asla denemeyin, mermerinizde leke bırakır!)
* 2 litre suya 1 çay bardağı sirke ve yarım limon suyu sıkarak hazırlamış olduğunuz karışımla her türlü yüzeyleri silebilirsiniz.
* 1 adet limon suyuna 2 çay kaşığı zeytinyağı karıştırın. Alın size mobilya cilası!
* İnatçı lekelerin üzerine limon sıkın ve 1 saat bekledikten sonra yıkamaya atın. Lekeler çıkacaktır.
* Sirkeyle olduğu gibi et, tavuk kestiğiniz tahtayı limonla ovuşturarak dezenfekte edin.
* Fırının içinde kalan leke ve artıkları çıkarmak istiyorsanız, fırın tepsisinin içine 1 limon suyu sıkın ve dökülmeyecek şekilde su ilave edin. 250 dereceye ayarladığınız fırını 15 dk. Isıtın. Leke ve artıkların kolaylıkla çıktığını göreceksiniz.
* Deri koltuk ve eşyalarınızı limon kabuğu ile ovun. Yeni alınmış gibi görünecektir.
* Kullanmış olduğunuz sıkılmış limonları çöpe atmayın! Lavabolarınızı limonla ovun. Tertemiz olacaktır.
* Pirinç eşyalarınızın daha canlı görünmesini istiyorsanız limon ile ovun.
* Mutfak tezgâhlarını temizlemek için 1 litre suya 1 limon suyu ve 1 tatlı kaşığı tuz atın. Bu karışım ile mutfağınız tertemiz!,
.
Vezir bulmak için kapı yaptıran padişah
Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış. Ve ondan sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş.
İlk giren adama demiş ki:
- "Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?"
O da demiş:
- "Evet efendim."
- "Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı istiyorum" demiş.
Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki:
- "Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer."
O da demiş ki:
- "Peki, sen git ötekisi gelsin."
Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş, O demiş: "Efendim mümkün değil anahtar bile olsa..."
Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki:
- "Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum." Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha:
- "Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: 'Bu kapı böyle açmaya açılmaz.' Lakin bize itmek düşer" demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş.
Yani şunu demek istiyorum; Cenab-ı ALLAH'IN rızası nerede saklı hiç birimiz bilmiyoruz...
Belki bir vakit namazda saklı...
Belki bir yetimin başını okşayacağız şefkatle...
Belki bir kediye su vereceğiz merhametle...
Belki yanımızdan geçen ve hiç tanımadığımız birine: 'Esselamü aleyküm ve rahmetullah' diyeceğiz,
Ve belki o da mukabele de bulunacak: 'Ve aleyküm selam ve rahmetullah' diyecek...
Bu yüzden Cenab-ı ALLAH'IN rızası hangi kapıda saklı diye, biz kullara itmek düşer..
Açan ALLAH, Kapayan ALLAH.
Vesselam…