|
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَدِيداً.يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزاً عَظِيماً
“Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır" (Ahzab 70-71) buyurulmaktadır.
Yüce dinimiz İslam, insan hayatının her alanını kuşatan, onu dünya ve ahiret saadetine ulaştıran mükemmel bir ahlak sistemi getirmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.s) sünneti tarafından belirlenen bu sistemin iki temel şartı vardır. Bunlardan ilki, tevhid inancına dayalı sağlam bir iman; ikincisi ise istikamet üzere yaşamaktır.
Sözlükte iman; “Bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’’ anlamına gelmektedir.
Istılahta iman; Allah'ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) peygamberliğine ve Kur'ân’ın hak kitap olduğuna ve Kur'ân-ı Kerim’de ve mütevatir sünnette haber verilen hususların doğru olduğuna kesin olarak inanmak ve bunları tasdik etmek demektir.
İstikamet; samimi ve sağlam bir imana sahip olup dinî ve ahlâki hükümlere uygun olarak hareket etmektir. Başka bir ifadeyle; hak ve hayır yolunda istikrarlı olmak, dengeli bir hayat sürdürmek, her türlü aşırılıktan sakınmak ve Allah’a itaat edip Hz. Peygamber’in sünnetine uymaktır
Sevgili Peygamberimiz, “emin” vasfıyla bilinip, doğruluğun müşahhas bir örneğidir. Dinimiz İslam da doğruluğu benimsememizi emretmiştir. İslâm dininde, Allah’a ve Peygamberine inanarak özü sözü bir olanlar anlamında “sadıklar” için çeşitli mükâfatlar hazırlanmıştır. Zira imanla doğruluk arasındaki sıkı bağ vardır.
İnsan önce Rabbine karşı sadık olmalı niyet ve eylemleriyle tutarlı bir yol izlemelidir. Bu şekilde sırât-ı müstakîme yani dosdoğru yola ulaşılabilir. Bu nedenle söz ve davranışlarında dosdoğru olup yalandan kaçınmak, Hz. Peygamber’in en önemli özelliklerinden biri olup müminlerin de en belirleyici vasfı olmuştur.
İnsanın inanç, söz ve davranışlarındaki samimiyetin en bariz bir göstergesi ve ölçüsü doğruluktur.
Sahabeden Ebu Amr Süfyan b. Abdullah es-Sekafi (r.a.) bir gün iki cihan güneşi Hz. Peygamber efendimize sorar:
وَعَنْ أبي عمرو ، سُفْيانَ بنِ عبد اللَّه رضي اللَّه عنه قال: قُلْتُ : يا رسول اللَّهِ قُلْ لِي في الإِسلامِ قَولاً لا أَسْأَلُ عنْه أَحداً غيْركَ . قال: « قُلْ : آمَنْت باللَّهِ: ثُمَّ اسْتَقِمْ .
Ebû Amr Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi: Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim. Resûlullah (s.a.s): “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İman 62; Nesai, es-Sünenü’l-kebir, VI, 458)
İslamı son derece özlü bir şekilde tarif eden bu rivayet, tevhid ve istikameti (doğruluk) İslam’ın iki temel unsuru olarak ifade etmiştir. Bir insan iman ettiğinde, onun hedefi sıdk ve doğruluktur. Doğruluğunu kaybeden kişi, Rabbinin rızasını, dostlarını ve kişiliğini kaybeder. Geçici bazı şeyler elde etse de ebedi hayatında zarar eder. Ahiret hayatında zarar etmemek için imanımıza sahip çıkmalı, imanımız doğrultusunda yaşamalı ve ahlakımızı, imanımıza uygun hale getirmeliyiz. Doğruluk hakkın yolu iken, yalancılık, sahtekarlık, hile ve aldatma şeytanın yoludur. Mümin, yürüdüğü yolun farkında olan kişidir.
Tarih boyunca toplumun huzur, güven ve birlikte yaşama ortamını sağlayan bazı ortak değerler vardır. Bunlar iman, ibadet, istikamet (doğruluk), ilim ve adalet gibi hususlardır. Toplum hayatının sevk ve idaresinde istikamet duygusunun yeri, vücuttaki kan dolaşımı kadar önemlidir. Bu itibarla istikamet ve sıdk; öncelikle peygamberlerin taşıdığı bir sıfat olmuştur. İstikamet kavramına yüklenen anlam; iman esaslarıyla ilişkilendirilerek insanın davranışları disipline edilmeye çalışılmıştır. Bu husus, Yüce Rabbimiz tarafından şöyle açıklanmıştır:
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُون
“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet, 30.)
Bu ayette, yalnız Allah’ı Rab bilip dosdoğru hareket eden müminlerin, melekler tarafından desteklenecekleri belirtilmektedir.
İman; kalbin, istikamet ise amelin tezahürüdür. Bu iki husus Müslümanı dünya ve ahiret saadetine ulaştırır. Allah’ın rızasını kazanmanın en önemli yolu istikamet üzere yaşamaktır. Müslümanların istikamet üzere olmaları son derece önemlidir.
Yüce Rabbimiz, insanın kâmil bir mümin, dürüst bir insan olmasından memnun olur. Doğruluk insanların kendi arzularına veya kendi çıkarlarına göre olmaz. Doğruluk Allah'ın koyduğu ölçülere göre yaşamakla olur. O bakımdan Peygamberimize ve onun şahsında tüm inananlara Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır;
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Seninle beraber tövbe eden Müslümanlar da senin gibi istikamet üzere olsun. (Hud, 11/112)
İbn-i Abbas (r.a.) demiştir ki: “Bütün Kur’an içinde Allah Resulüne bu ayetten daha ağır ve daha çetin bir ayet inmemiştir. Bu nedenle Peygamberimiz ” شَيَّبَتْنِي هُود وَأَخَوَاتهَا “ “Hûd sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. ( Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 57, V, 402)
Resulullah’a “Beni ihtiyarlattı.” dedirtecek kadar zor gelen, istikametin kendisiyle ilgisi olan kısmından ziyade ümmetiyle ilgili olan kısmıdır.
İstikamet, eğriliğin zıddı demek olup inançta, amelde, sözde ve davranışlarda bulunması gerekli bir özelliktir. Diğer bir deyişle Müslümanın kalbiyle, sözüyle ve fiiliyle istikamet üzere olmasıdır. İstikametin temeli iman ve takvadır; takvanın yeri ise kalptir. Bu itibarla istikamet kalpteki iman duygusuyla organlardaki davranışların uygunluğudur.
Kalbin istikameti; Rabbini tanıması, yüceltmesi, sevmesi demektir. Rabbinin iradesine bütün benliğiyle yönelmesidir.
İnançta istikamet, ihlas ve içtenlikle İslam’ın inanç ve esaslarının tümüne inanmak ve asla şüpheye düşmemektir.
Amelde istikamet; dürüst bir yaşam sürmek, sünnet-i seniyyeye göre yaşamaktır. Bu aynı zamanda davranışlardaki istikameti, dosdoğru ve dürüst olmayı ifade eder.
Sözde istikamet; yalan söylememek, iftira atmamak, yalan yere şahitlik yapmamak, su-i zanda bulunmamak ve doğru sözlü olmak demektir.
Nitekim Peygamber Efendimize (s.a.s.) “Hakkımızda en çok endişe ettiğiniz şey nedir?” diye sorulduğunda, Peygamber dilini tutarak “Bu!” buyurmuştur. (Tirmizi, Zühd 61; İbn Mace, Fiten,12.) Böylece istikamet yolunda en çok dikkat edilmesi gereken organın dil olduğunu işaret etmiştir.
Yalan konuşmak münafıklık alametlerindendir
Verilen sözü yerine getirmek ve dürüst olmak Allah’ın emri, Müslümanlığın alameti, insanlığın gerekçesidir. Vaadinden cayan ve sözleri yalan olan kimse Allah’a asi olur, Müslümanlığına gölge düşürür, insanlığına ihanet etmiş olur ve münafıklar grubuna girer. Ahirette münafıklarla birlikte azap görür.
Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Sevgili Peygamberimiz, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalan söylemeyi yasaklamış, yanında birisi yalan söylese o kişinin hemen tövbe edip günahından arınmasını istemiştir. Çünkü Hz. Peygamber, yalan söyleyen kişinin münafıklığın üç alâmetinden birini taşıdığını haber vermektedir:
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ
“Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, vaad ettiği vakit
Sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” (Buhârî, Edeb, 69.)
O halde bir Müslümanda, saydığımız bu üç özellik bulunmamalıdır. Şayet bunlardan biri veya ikisi varsa derhal bu kötü alışkanlıkları terletmeli.
Kur’an-ı Kerim’de yalanla nifak birlikte zikredilir. Münafıklığın en büyük sermayesi yalandır. Dillerindeki yalanın içlerindeki insaniyet özünü çürüttüğüne dikkat çekilir. Bu yönüyle yalan, şuur ve idrak melekesini körelten bir zehirdir.
Doğruluk kişiyi cennete götürür
Rasûlüllah (sav) doğruluk üzerine olan kimseler için ise doğruluğun iyi bir kul olmaya, iyi kulluğun da kişiyi cennete götüreceğinden hareketle müminleri şu sözlerle doğruluğa teşvik etmiştir:
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “عَلَيْكُمْ بِالصِّدْقِ، فَإِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ، وَمَا يَزَالُ الرَّجُلُ يَصْدُقُ وَيَتَحَرَّى الصِّدْقَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا، وَإِيَّاكُمْ وَالْكَذِبَ، فَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِى إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِى إِلَى النَّارِ، وَمَا يَزَالُ
الرَّجُلُ يَكْذِبُ وَيَتَحَرَّى الْكَذِبَ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا.”
Abdullah (b. Mesûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında "doğru/sıddîk" olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında "yalancı/kezzâb" olarak tescillenir.” ( Buhari, Edeb, 69)
İstikamet Müslümanın en belirgin özelliği, değişmez vasfı olmalıdır
Yaptığımız ibadetler yaşantımıza etki etmeli
İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, bizlere birçok ahlaki güzellikleri kazandırmalıdır. Bu ilkelerin başında doğruluk gelmelidir. Yalan söylemek ise yapılan ibadetlerin şuuruna tam olarak varılamadığını gösterir. Bu şekilde günlük hayatında yalan söyleyenler, yaptıkları ibadetleri de âdeta tehlikeye atmaktadır. Oruç tutmaktayız. Oruç imsak demektir, yani tutmak demektir. Nasıl ki, yemeği içmeyi terk ediyorsak, , Müslümana yakışmayan kötü davranışları da terk etmeliyiz. Oruç ile yalan asla bir araya gelmemelidir. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِى أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ
“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur. (Buhârî, Savm, 8. İbn-i Mace, Sıyam 29.) buyurarak ahlaka dönüşmeyen, hayata değer katmayan, kişiyi kötülüklerden alıkoymayan ibadetlerin sahibine faydası olmayacağını belirtmektedir.
Oysa başta namaz ve oruç gibi ibadetlerimiz, bizleri daha iyi bir kul olmaya sevk etmelidir. Şayet bu ibadetleri yaptığımız halde halen kötü alışkanlıklarımızı terk edemiyorsak, demek ki ibadetlerimizi şuurlu bir şekilde yapamıyoruz. Bize düşen ibadetlerimizi hayatımıza yansıtmaktır.
Doğruluk; sözün öze uygunluğunu ifade eder. Doğruluk; kişinin karakterinin dışa vurumu, dindarlığının hayata yansımasıdır. Çünkü İslam dininin temeli doğruluk üzere bina edilmiştir. Kalpte doğruluk, sözde doğruluk, iş hayatında doğruluk ve ticari hayatta doğruluk Müslümanın olmazsa olmazlarındandır.
İmam Caferi Sadık şöyle buyurmaktadır: "Kişinin namaz kılıp oruç tuttuğuna aldanmayın. Çünkü namaz ve oruç onun için bir alışkanlık haline gelmiş olabilir. İnsanları doğru söylemeleri ve emaneti eda etmeleriyle tanıyın."
Ahlaki ilkeler ibadetlerin tamamlayıcısıdır. İmanın kemale ermesine vesilesidir. Ahlaken olgunluğa ulaşmanın yolu ise İslam Dininin koymuş olduğu ilkelere uymaktır. Ahlaki ilkelerden olan ve kişiye nimetlerin en güzelini kazandıran doğruluk ise hiçbir zaman terk etmeyeceğimiz bir davranış şeklidir.
Çocuklarımıza asla yalan konuşmamalıyız
Allah Resulü, (sav) insanları yalandan ve ona götürebilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Şaka yoluyla olsa dahi yalan söylenmesine müsaade etmemiştir. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav), bir annenin çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey vereceğim.” dediğini işitince kadına, “Ona ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hurma.” cevabını alınca da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı.” (Ebu Davut, 80.) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz bu konuda başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır;
“Dikkat edin! Yalancılıktan kaçının. Çünkü ister ciddi olsun, isterse şaka yollu olsun yalan söylemek Müslüman’a yakışmaz. Sakın kimse yerine getirmeyeceği bir şeyi küçük yaştaki çocuğuna (bile) vaat etmesin (bu davranış da yalancılığa girer).” (İbn Mâce, Sünnet, 7.)
Özellikle çocuklarımızın yanında doğru davranışlar sergilemeliyiz, doğru sözler söylemememiz telafisi mümkün olmayan hataları beraberinde getirecektir.
Mesela evde beraber otururken telefon geldiğinde baba, telefona bakan çocuğuna “babam evde yok de” diye sözlerde bulunursa ya da kapıdan görüşmek istemediği bir kimse olup da evde yok dedirtirse işte o zaman çocuklarımıza kötü örnek olmuş oluruz. Çocuklarımızı kendimiz yalan söylemeye alıştırmış oluruz. Çocuklarımız da yalan söylemenin normal bir şey olduğunu düşünerek yalan konuşmaya alışırlar. Bu yalana başvurmalarının altında yatan temel sebep ailelerinden almış oldukları yanlış eğitimdir. Çocuklar tertemiz birer varlıklardır. Bizler onları şekillendirmekteyiz. Bu sebeple onların yanında doğru davranışlar ve doğru sözler sergilemeliyiz.
Şaka da olsa yalan konuşmamalıyız
Peygamber Efendimiz (s.a.s) müslümanların her daim doğruluk üzere olmalarını tavsiye etmiş,
Şaka dahi olsa yalan söylemekten sakındırmıştır. Bu konuda bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır;
وعن أبي أُمَامَة الباهِليِّ رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « أَنا زَعِيمٌ ببَيتٍ في وَسَطِ الجنَّةِ لِمَنْ تَرَكَ الكَذِبَ ، وإِن كَانَ مازِحاً ،
Şakadan bile olsa yalan söylemeyi terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim.” (Ebu Davud, Edeb, 7.) buyurarak yalnız yalandan değil, yalana götürecek her türlü davranıştan uzak durmamızı istemekte ve yalan söylemeyenlere cennetin mükafat olarak verileceğini bildirmektedir.
Peygamber Efendimiz doğru sözlülük konusunda o kadar titizdir ki, “İnsanları güldürmek için yalan söyleyen kimselere yazıklar olsun.”(Ebu Davud,80.) buyurarak yalan söylemekten sakındırmış, ayrıca;
“şaka yaparak da olsa bir insanın yalanı terk etmediği sürece tam anlamıyla mümin olamayacağını” (İbn Hanbel, II, 353.) haber vermiştir.
Müminin kalbi imanın ve doğruluğun merkezi olmalı
Bir mümin hoşlanılmayan bazı özelliklere sahip olabilir, olaylar karşısında korkak tavırlar sergileyebilir ama yalancı olması asla kabul edilemez. Çünkü müminin kalbi, imanın ve doğruluğun merkezi olmalıdır. Nasıl ki küfrün yuvalandığı bir kalpte iman, hıyanetin kök saldığı bir kalpte emanet bulunmazsa, yalanın kararttığı bir kalpte de doğruluk barınamaz.
Zira Hz. Peygamber efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur;
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“لاَ يَجْتَمِعُ الْإِيمَانُ وَالْكُفْرُ فِي قَلْبِ امْرِئٍ، وَلَا يَجْتَمِعُ الصِّدْقُ وَالْكَذِبُ جَمِيعًا، وَلَا تَجْتَمِعُ الْخِيَانَةُ وَالْأَمَانَةُ جَمِيعًا.”
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz. ( İbn Hanbel, II, 349) buyurmuştur.
Her duyduğumuzu başkasına aktarmamalıyız
İnsanın söz ve davranışlarında doğruluğu esas alıp yalandan kaçınması hem dinî/ahlâkî hem de dünyevî açıdan gereklidir. Fert ve toplumun sağlıklı bir hayata sahip olması için insani ilişkiler dürüstlük üzere bina edilmelidir. Zira bir toplumda yalan, dedikoduya, dedikodu da insanların birbirine karşı nefret beslemesine, nihayetinde düşmanlığa yol açar. Yalan, insan fıtratına aykırıdır ki mümin yalan söylerse kalben rahatsız olur. insan konuştuğu zaman dikkatli davranmalı, her düşündüğünü ve duyduğunu dile getirmede acele etmemelidir. Aksi hâlde buna yalanın karışma ihtimali çok yüksektir. Allah Resulü (sav) insanları bu duruma düşmekten şu sözleri ile uyarmaktadır:
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“كَفَى بِالْمَرْءِ إِثْمًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ.”
“Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!” ( Ebû Dâvûd, Edeb, 80).
Yalan konuşmak büyük günahlardandır
Yüce Rabbimiz yalan konuşmayı, putlarla birlikte zikrederek yalan konuşmanın ne denli bir büyük günah olduğuna dikkat çekmiştir. Ayette Yüce Rabbimiz;
فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ
“Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının”. (Hac,22/30) buyurmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz de büyük günahların en ağırını sayarken Kur’an’ın da putlarla birlikte zikrederek menettiği yalan söylemeyi, Allah’a şirk koşmaya denk tutarak, yalan söylemeyi yasaklamıştır;
عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى بَكْرَةَ عَنْ أَبِيهِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَلاَ أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ » . قُلْنَا بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « الإِشْرَاكُ بِاللَّهِ ، وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ » . وَكَانَ مُتَّكِئًا فَجَلَسَ فَقَالَ « أَلاَ وَقَوْلُ الزُّورِ وَشَهَادَةُ الزُّورِ ، أَلاَ وَقَوْلُ الزُّورِ وَشَهَادَةُ الزُّورِ » . فَمَا زَالَ يَقُولُهَا حَتَّى قُلْتُ لاَ يَسْكُتُ .
“Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?” bu sözünü üç defa tekrar etti. Dinleyenler: ‘Evet, bildir, ey Allah'ın Rasûlü’, demeleri üzerine, Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
“Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek’, buyurdu. Sonra da yatmakta olduğu yerden doğrulup oturdu ve: ‘İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalan yere şahitlik yapmak” . Bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Orada bulunanlar: -‘Keşke sükut buyursalar’, dediler” (buhariEdeb,6)
Günümüzde toplum olarak hayatımıza baktığımızda yalan konuşmak, insanlar arasında çok rahat bir şekilde konuşulmaktadır. Hâlbuki Allah’a iman eden bir Müslüman, Iman’ının gereği olarak günlük hayatında asla yalan konuşmamalıdır. Şayet yalan konuşuyorsa bu durum Iman’ının zayıflığından meydana gelmektedir.
Ticari hayatta dürüst olmalıyız
Müslüman’ın en temel vasıflarından biri olan doğruluk, alışveriş, ticaret gibi durumlarda daha fazla önem kazanmaktadır. Dürüst davranmak ve doğruyu söylemek ticaret hayatının da en önemli ilkesidir. Bu yüzden Hz. Peygamber, müminlerin ticaret yaparken yalandan sakınmalarını şöyle öğütlemiştir: “Eğer bir satıcı, doğru söyler ve gerekli açıklamalarda bulunursa, alışverişi bereketlendirilir. Eğer yalan söyler ve kusurları gizlerse, alışverişinin bereketi yok olur.” (Nesai, Büyü, 4) Bu hadisten anlıyoruz ki, çok kazanmak kişinin malına bereket kazandırmaz. Önemli olan kimseye haksızlık yapmadan alnının teriyle kazanmaktır.
Efendimiz (sav) bir gün Müslümanları ticaret yaparken görünce, “Ey tacirler!” diye seslenmiş, oradakiler kendisine dikkat kesilince de ”Allah’tan korkmayan ve doğruluktan ayrılan tacirlerin kıyamet gününde haddi aşan günahkârlar olarak diriltileceğini bildirmiştir.(Tirmizi, Büyü,4)
Bu gün, dünya milletlerinde doğru iş yapan, ürettiği malı kaliteli ve hatasız yapan fertler ve cemiyetlerin iktisadî yönden kalkındıkları, pazar bulmakta zorlanmadıkları, aranan marka ve firma oldukları açıktır. Etrafımızda bulunan sanatkârlara, firmalara baktığımızda bazılarının ne kadar yoğun olduklarını, bazılarının ise iş bulamadıklarını, ürettiği malı satamadıklarını görmekteyiz. İnsanları aldatan, kalitesiz, hatalı mal ve hizmet üreten kişi ve kuruluşların ancak bir defa satabileceklerini, bundan sonra insanları tekrar aldatamayacaklarını bilmeleri gerekir. İnsanları aldatıp haksız kazanç sağlayan kişi haram yediği gibi, ahirette de hak sahipleri kendisinden haklarını alacaklardır.
Geçici dünya menfeati için yalan yere yemin etmemeliyiz
Resûlullah (sav), müminleri alışveriş esnasında yalan yere yemin etmekten de özellikle sakındırmıştır;
عَنْ أَبِى ذَرٍّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « ثَلاَثَةٌ لاَ يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ الْمُسْبِلُ وَالْمَنَّانُ وَالْمُنَفِّقُ سِلْعَتَهُ بِالْحَلِفِ الْكَاذِبِ » .
Ebu zer (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur; kıyamet gününde Allah (c.c.) üç kişiyle konuşmayacak, onlara rahmet nazarıyla bakmayacak, onların günahını affetmede kendilerine yardımcı olmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır. Bunlar, kibir ve gururundan dolayı elbisesini yerde sürükleyenler, yaptıkları iyiliği başa kakanlar ve yalan yere yeminlerle malını satmaya çalışan kimselerdir. (Müslim, iman, 171) buyurmuştur.
Dünya malı dünyada kalır, bize ahirette faydası olmayacaktır. Bizler ebedi olan ahiret hayatımızı kazanmak için her daim dürüst olmalı, asla yalan yere yemin etmemeliyiz. Aksi takdirde kıyamet günü Rabbimiz bizi hesaba tabi tuttuğunda bize rahmet ve merhamet etmeyecektir.
Mü’min yalancı olamaz
Peygamber efendimiz bir Mümin’in yalancı olamayacağını bildirmektedir;
عن صفوان بن سلَيْمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال قُلْنَا يَا رَسُولَ اللّهِ: أيَكُونُ الْمُؤْمِنُ جَباناً. قَالَ: نَعَمْ. قُلْنَا: أفَيَكُونُ بَخِيً؟ قَالَ: نَعَمْ. قُلْنَا: أفَيَكُونُ كَذّاباً؟ قَال:::لا
Safvan İbnu Süleym (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Ey Allah´ın Resulü! dedik, mü´min korkak olur mu?""Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:
"Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular."(Muvatta, Kelam, 19.)
Allah Resûlü (sav), yalan söylemeyi yasakladığı gibi, yalan söyleyenlerin acı akibetlerini de bildirmektedir. O, cehennemlikler arasında yalancıları da sayarak: “Yalandan sakının, çünkü yalanla günah yan yanadır ve ikisi de insanı cehenneme götürür” (Müsned, I, 3, 5, 7, 8; Müslim, “Birr”, 103-105;) buyurmuştur. Ayrıca;
عن أبي برزة قال : سمعت رسول الله صلى الله عليه و سلم يقول : ألا إن الكذب يسود الوجه والنميمة من عذاب القبر
Ebi berze(r.a.) Rasulüllahtan şöyle işittiğini söyler; yalancıların söyledikleri yalanları sebebiyle kıyamet günü yüzleri kapkara olacaktır. (İbn hibban, sahih,44)
Yine sevgili Peygamberiz, yalancıların cehennemde ağır işkencelerle cezalandırıldığını rüyasında görmüş ve söz konusu rüyasını ashâbına anlatarak onları bu gibi davranışlardan sakındırmıştır. (Buhari, cenaiz,93)
Doğru söylemenin mükafatı
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُخَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ:
“Allah şöyle buyuracak; ‘Bugün, doğrulara doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür’. Onlara içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.” (Maide – 119. AYET)
Peygamber Efendimizde;
عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اضْمَنُوا لِي سِتًّا مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَضْمَنْ لَكُمْ الْجَنَّةَ اصْدُقُوا إِذَا حَدَّثْتُمْ وَأَوْفُوا إِذَا وَعَدْتُمْ وَأَدُّوا إِذَا اؤْتُمِنْتُمْ وَاحْفَظُوا فُرُوجَكُمْ وَغُضُّوا أَبْصَارَكُمْ
“Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin.” (İbn Hanbel, V, 323)
Üç durumda yalan konuşmaya izin verilmiştir
İslâm dini, söz ve davranışlarda doğruluğu esas almakla birlikte, zarurî birtakım durumlarda yalan söylenmesine izin vermiştir. İnsanların arasını düzeltmek gibi, İslam’ın öngördüğü hayırlı bir amaca sadece yalanla ulaşılabilecekse bu gibi durumlarda yalan caiz sayılmaktadır.
Allah Resûlü (s.a.v.) yalnızca üç durumda yalana izin vermiş, bunlar; kişinin yuvasının huzurunu düşünerek eşini memnun etmesi için, küs olan insanları barıştırmak için ve savaşta ordu menfaati için yalan söylenebileceğini haber vermiştir. (Tirmizi, Birr,58) Bu üç durum haricinde Müslüman bir kimsenin kesinlikle yalan söylemekten kaçınmalıdır.
Müslüman özü sözü, içi dışı bir olandır
Bir Müslümanın kalbi ve dili uyum içerisinde olmalı, kalbi başka dili başka olmamalıdır. Bu iki organ istikamet üzere olmadan iman da istikamet üzere olamayacağını Peygamber efendimiz hadislerinde bizlere bildirmektedir.
لَايَسْتَقِيمُ إِيمَانُ عَبْدٍ حَتَّى يَسْتَقِيمَ قَلْبُهُ وَلَا يَسْتَقِيمُ قَلْبُهُ حَتَّى يَسْتَقِمَ لِسَانُهُ
"Kişinin, kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğruları söylemedikçe Kalbi doğru olmaz. (Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 198.) buyurmuştur.
Ahlaki nitelikleri ve huyları düzgün olmayan kişinin manevi dünyasında gelişmesi, davranışlarının güzelleşmesi mümkün değildir. Mü’min, kin, nefret, düşmanlık, haset, iftira, yalan yere şahitlik, yalan konuşmak vb. islam ahlakı ile bağdaşmayan davranışlardan sakınmalıdır. Kişinin imanının kuvvetli olup olmaması günlük hayatında yaptığı davranışlardan belli olur.
Mü’min inancında, ibadetlerinde, niyetlerinde, sözlerinde, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinde, sosyal hayatında, dürüstlüğü ilke edinip hayatına tatbik etmeli ve etrafındaki insanlara iyi bir örnek olmalıdır.
Mü’min doğru sözlü olandır
Yüce Rabbimiz iman edenlere hitaben şöyle buyurmaktadır;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَدِيداً.يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزاً عَظِيماً:
“Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır" (Ahzab 70-71) buyurulmaktadır.
Bu ayet-i kerîme, açık bir şekilde Müslümana, doğru sözlü, özü sözü bir olmasını emretmektedir.. Rabbimiz doğru söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin, yoluna koysun, işleriniz yolunda gitsin buyurmaktadır. İmanı kuvvetli olan bir mümin yalan konuşmaz, konuştuğu yalanların hesabını ahirette vereceğini bilir.
Kişinin bazı durumlarda doğruyu söylemesi çeşitli sorunlarla karşılaşmasına neden olabilir. Böyle zamanlarda doğruyu söylemek zor olmakla birlikte, nihayetinde yalana başvurmadan dürüst davranan kişi kazançlı çıkar. Mesela, Tebük Seferine hiçbir mazereti olmaksızın katılmayan, fakat münafıkların yaptığı gibi Resûlullaha (s.a.s) çeşitli yalan söyleyip bahane uydurmayan Kâ"b b. Mâlik, Mürâre b. Rabîa ve Hilâl b. Ümeyye adındaki üç seçkin sahâbî dürüslükleri ve pişkanlıklarının karşılında affa mazhar olmuşlardır. (Müslim, Tevbe, 53.) Bu üç sahabede güzel bir örneklik vardır.
Nitekim kültürümüzde doğruluk çok değer görmüş, kelam-ı kibar veya atasözlerinde yer almıştır. “Doğrunun yardımcısı Allah’tır. Doğru duvar yıkılmaz. Müstakim ol, Hz. Allah utandırmaz seni.”
Maalesef kültürümüzde insanları yalana sevk etmek için uydurulmuş yanlış bir söz dolaşmaktadır. Bu söz “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” sözüdür.
Hâlbuki Peygamber efendimiz Mümin’in asla yalan konuşmaması gerektiğine vurgu yapmıştır.
قال أبو الدرداء : يا رسول الله هل يكذب المؤمن ؟ قال : لا يؤمن بالله ولا باليوم الآخر من إذا حدث كذب
Ebu derda (r.a.) Peygamber efendimize; “Mümin yalan söyler mi?” sorusuna ise şu cevabı vermiştir: “Konuştuğu zaman yalan söyleyen kimse, Allah"a ve âhiret gününe (tam mânâsıyla) inanmamıştır.” ( Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, III, 874.)
Müslüman bilir ki dürüstlük ve doğru sözlü olmak, imani bir meseledir, ona yakışan her türlü yalan ve sahtecilik uzak durmaktır.
SONUÇ;
Doğruluk, sağlam bir inancın en önemli yansımasıdır, dünya ve hem de ahiret için vazgeçilmez iki ilkedir. Niyeti ve inancı bozuk insanın sözleri ve işleri de bozuk olur. Bu sebeple insan önce doğru bir inanca sahip olmalı, sonra bu inancını söz ve davranışlarına yansıtmalıdır.
Bu özellikleri bünyesinde barındıran bir Müslüman dünyada ve âhirette razı olunan bir kul hâline gelecek ve ebedî mutluluğu yakalayacaktır. Bununla birlikte, nasıl yalan bütün kötülüklerin temeliyse, doğruluk ve dürüstlük de insan vicdanını huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzelliklerin temelidir. Doğruluk muhafaza edildiği müddetçe insan Allah’ın rızasına, mükâfat olarak cennete kavuşur.
Yalan, ise insanları birbirine düşürür, toplumda güven duygusunu yok eder, dostlukları yıkar, düşmanlık tohumları eker. Yalan er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felâkete sürükler.
.
İMANIN HAYATIMIZDAKİ YANSIMALARI |
|
|
Değerli kardeşlerim,
İçinde yaşadığımız asır, sunduğu maddî-manevî bütün imkânlarıyla insanlığa mutluluk vaat etmektedir. Ancak mutluluk arayışına bir cevap olarak sunulan şeylere ve elindeki tüm imkânlara rağmen çağımız insanının mutlu olduğu, maddenin onu mesut ve bahtiyar ettiği de söylenemez. Bunun en önemli göstergesi, ruhsal bunalımların ve intihar vakalarının yoğun biçimde yaşanmasıdır. Hatta ilginçtir ki bu gerçekle, gelişmiş olarak nitelenen, maddi refah seviyesi yüksek ülkelerde daha çok karşılaşılmaktadır.
İnsan hayatının düzenli biçimde akışını tehdit eden birtakım unsurlar vardır. Bunlar ya insanın kendinden/iç dünyasından ya da başkasından/dış dünyadan kaynaklanır. İnsanın ruhsal ve bedensel sağlığının bozulması, arzularını tatmin edememenin verdiği çöküntü, sapkın inanç ve ideallerinin etkisine açık olma, bunalımın iç dünyadan kaynaklanan sebeplerdendir.
Allah’a iman etmek, O’na bağlanmak ve güvenmek, Ondan sakınıp çekinmek, insan hayatını olumlu yönde etkileyen en güçlü dinamiktir. Buna ilaveten dünyada yaptıklarının melekler tarafından kaydedilip ahirette bütün gizli yönleriyle ortaya konacağına ve iyi ya da kötü, bunların karşılıklarını göreceğine inanma, öncelikle istenmeyen durumlara düşmeyi ve kötülükleri önlemede en önemli destek noktasıdır.
İman insanda yaşama sevgisi, hayata bağlanma duygusu meydana getirir. İman eden insan, hayata ve varlığa hoş bakar, hayatın Allah’ın bir lûtfu olduğuna inanır, dahası sosyal ve tabiî çevresini Allah’ın sanat eserleri ve kendini de onları bütünleyen bir parça gibi görür. Dolayısıyla vazifesi bitinceye kadar hayatına devam etmeyi bir görev sayar ve hayatta kalmanın mücadelesini verir.
Müslüman toplumda hayatı düzenleyen en önemli manevî temellerden biri yine imandır. Allah’ın emir ve yasakları, iman eden insanda makes bulur.
Allah’a îman eden kimse ise, yalnızlıktan kurtulur; her an Onun sonsuz rahmeti, ilmi, hikmeti, koruması ve gözetimi altında olduğunu bilir. Her an Ona sığınır, Ondan yardım bekler, kolaylık görür. Hareketlerini kontrol altında tutar, daima iyiye, doğruya, mükemmele yönelir; kötülüklerden uzaklaşır.
Allah’a inanan insan, her şeyin dizgininin Onun elinde, her şeyin hazinesinin Onun yanında olduğunu, her şeyin Onun emri ve izniyle halledileceğini bilir. Sadece Ona güvenir, Ona bağlanır, Ondan yardım bekler. Hiçbir varlıktan da korkmaz, hiçbir şeye boyun eğmez, minnet etmez. Böylelikle iman, maddeye kul ve köle olmaktan kurtarır. İnsana gerçek şahsiyet kazandırır.
İnsan, âciz ve zayıf bir varlıktır, ihtiyaçları sonsuzdur. Sonsuza dek yaşamak ister. Bu ihtiyaçlarını karşılayacak, arzularını yerine getirecek sonsuz bir kuvvet, kudret, ikram sahibi birine mutlaka iman etmesi gerekir. Aksi halde sıkıntılardan ve taşkınlıklardan kurtulamaz.
Allah’a inanan kimse, onun bütün sıfatlarına da inanmış demektir. Onun her sıfatının hayatımıza bakan yönleri vardır. Bu nedenle Allah’ın her sıfatına ve her ismine inanmak, mümine ayrı bir saadet ve huzur verecektir.
Örneğin "Beka" sıfatına inanan bir kimse, kendisinin de Onun beka vermesiyle, baki ve ebedi olacağını düşünür, ölümden korkmaz ve yok olma endişesi taşımaz.
Zulme uğrayan bir kimse Allah’ın Adil ismine yapışır ve kendine yapılan zulmün karşılığını alacağını, zalimin de cezasını çekeceğini bilir.
Bunun gibi hayatımızın her safhasında Allah’ın sıfatlarının ve isimlerinin tesirini görmek mümkündür.
Nitekim, Allah`a inanan ve O`na sevgiyle bağlanan insanın mânevî ufku kâinat kadar geniş, huzûru ve neş`esi cennet bahçesi gibi daima taze ve ölümsüzür. Gözlerinde îman nuru parlar, sözlerinde hakikat, sevgi ve neş`e çağlar. İş ve hareketlerinde ahlâk, vekar ve isabet göze çarpar. O, insanları hilkat itibariyle kardeşi bilir, onlara lütuf ve merhamet gözüyle bakar. Şefkatlidir, insanların dertlerine bir karşılık beklemeden koşar. Boynu büküklerin gönlünü alır, yetimleri bağrına basar. Kâinatla ve içindeki varlıklarla ünsiyet içindedir. Tanış gibidir. Hiçbir hâdise, onu korkutmaz, gözünü yıldırmaz. Kalbindeki îman kuvveti ile kâinata bile meydan okuyabilir. Allah`ın kendisine bahşettiği nimetlerden O`nun iradesine uygun şekilde faydalanır ve tadar.
Allah'a inanan kimse ölümden korkmaz. Zira, ölümü bir hiçlik ve yokluk kuyusu değil, hakikî hayatın ve ebedî saadetin başlangıç kapısı kabûl eder. Dünyada kendini misafir bilir. Misafirhane sahibi olan Allah`ın rızâsı ve izni dairesinde yer, içer ve rahatla yaşar. Misafirlik müddeti bitince de bu misafirhaneden huzurla ayrılıp ebedî mekânına gider. Allah`a inanan ve sevgiyle bağlanan kimse, inançsızlığın verdiği korkunç ızdırap ve elemlerden kurtulur.
Allah`a inanan kimsenin, kendine de, başkalarına da hiçbir zararı dokunmaz. Kanunun olmadığı yerlerde bile Allah`ın onu her an gördüğü inancı, işlediği kötülüklerin cezasız kalmayacağı korkusu, onu kötülüklerden alıkor. Değil kötülük, bil`akis elinden geldiğince herkese iyilik yapmaya, faydalı olmaya çalışır. Ruhunu iyi düşüncelerle doldurur, yüksek ahlâka erer, içinden kötü hisleri kovar. Allah`a inanmak ve O`na bağlanmak, insanı aynı zamanda gerçek hürriyetine kavuşturur. Zira her şey`in Allah tarafından yaratıldığını bilen insan, yaratıklara değil, yaratana kul olur. Mahlûkattan değil, Hâlık'dan korkar. Yalnız Allah`a güvenir, dayanır, O`ndan ister, O`na sığınır. Kula kul olmaz. Kimseye el açıp dilencilik ve dalkavukluk yapmaz.
Allah’a inanan bir insan aynı zamanda, hayatın bir imtihan, karşılaştığı sıkıntıların da bu imtihanın bir parçası olduğuna inanır ve bu noktada sıkıntılara göğüs germeyi, acı veren durumlara karşı sabretmeyi, hayatın zorluklarına karşı mücadele etmeyi temel karakteri haline getirir. Zira bunlar, Allah’a tam olarak inanmanın ve güvenmenin en önemli alametidir.
Ayrıca iman insana çok yüksek bir kanaat duygusu verir ve onun, dünya metaı ile mesafeli bir ilişki kurmasını sağlar. İmanın insanda kanaat etme duygusunu geliştirmesi, onun azla yetinmesine, ihtiyaçlarını üst seviyede olmasa bile asgari seviyede karşılamayla iktifa etmeye motive eder. Böylece kişiyi bunalıma itecek durumlara düşmekten kurtarır.
Allah’ı tanıyıp seversek, mutlu ve huzurlu oluruz. Bu da Allah’ın bizi sevmesine neden olur. Böylece içimiz rahatlar, huzur duyarız. Yüce Allah Kur’an’da,
اَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” [1] buyurmaktadır. Allah’a olan sevgimizden dolayı insanları ve onun yarattığı bütün varlıkları severiz. İnsanlar da bizi sever ve sayarlar.
İçimizi dolduran Allah sevgisi, bizi daima güzel işler yapmaya yöneltir. Allah’a inanan kişi kendisini sürekli görüp gözeten bir yüce yaratıcının bulunduğunu düşünür. Yaptıklarından sorumlu olacağını ve bir gün hesap vereceğini düşünür. Bu düşünce onu kötü şeylerden uzaklaştırır. Kimsenin gönlünü kırmaz. Herkese sevgiyle yaklaşır. Kendisi için istediğini başkaları için de ister. İyiliksever, dürüst, hoşgörülü, merhametli olur. Sorumlulukların bilir, ona göre davranır. Böyle duygu ve düşüncelere sahip olan insanları herkes sever. Bu sevgi onlara huzur ve mutluluk verir.
İnsan hayatında mutlu, neşeli, sevinçli anlar olduğu gibi, huzursuz anları da vardır. İnsana bu mutluluğu Allah verdiği gibi, onu sıkıntıdan, üzüntüden kurtaracak yine Allah’tır. Allah’a inanan kimse başına bir sıkıntı geldiğinde, bunlardan kendisini kurtaracak olanın Allah olduğunu bilir ve huzurlu olur. Kendini yalnız hissetmez. Hep güven duygusu içinde yaşar. Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ يَتَّقِ اللهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ اِنَّ اللهَ بَالِغُ اَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَىْءٍ قَدْرًا
“Allah’a gönülden bağlanıp, ona karşı gelmekten sakınan kimseye, Yüce Allah sıkıntıdan çekip kurtaracağı bir yol gösterir. Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”[2]
İman aynı zamanda insandaki yalnızlık duygusunu gideren bir hususiyete de sahiptir. İman vasıtasıyla Allah’ı dost edinen insan, sıkıntılı durumlarında Ona sığınarak yardımına müracaat eder. Zaten ihtiyacı olduğunda insana yardım edecek yegâne kudret sahibi, bütün varlığa hükmü geçen, biricik sığınılacak yer, Onun dergâhı değil midir? İşte imanın yalnızlık duygusunu gidermesi, onu bunalım ve intihara karşı koruyan bir unsurdur.
Salih amel ve ibadetler imanın kalpte yerleşmesiyle başlayan bir hareket, imanın bir meyvesidir, ancak kalpte imanı besleyen de bunlardır. İyilik yapmak, ibadet etmek insana huzur verir, iç dünyasındaki sıkıntıları yok eder, bunalıma düşmesini engeller. Ayrıca salih ameller insanı kötülük yapmaktan, hatta kötü işlerin içine düşmekten korur. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
وَاَقِمِ الصَّلَوةَ اِنَّ الصَّلَوةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ
“Şüphesiz ki namaz fuhşiyat ve münkerattan alıkor.”[3]
Dolayısıyla salih ameller insan üzerinde, bir taraftan imanı kuvvetlendirirken, diğer taraftan kişiye huzur bahşedip, kötülüklerin içine düşmesini engelleyerek çift yönlü bir etki meydana getirirler.
Allah’a İnanmak İnsanları Mutlu ve Sağlıklı Yapıyor
Araştırmalar, dinî, manevî bir yolu takip eden insanların daha uzun ve güçlü bir sağlığa sahip olma ihtimallerinin etmeyenlere oranla, belirgin ölçüde fazla olduğunu gösteriyor. Dua, meditasyon, ibadet ve diğer ‘zihin-beden’ yaklaşımları tedavi etme süreçlerinde yararlı gözüküyor.
Dinin psikolojik faydaları giderek daha çok anlaşılıyor. Daha yüksek seviyelerdeki dinî inanç ve maneviyat strese karşı daha çok dayanıklılık, daha düşük seviyelerde anksiyete, daha iyi yetenekler, güçlü sahiplenme duygusu ve genellikle daha berrak, aydınlık bir hayat veriyor.
Mutluluk Hissini Veren Allah’tır
Allah’a iman, insanları başka hiçbir koşulda elde edemedikleri huzurlu ve mutlu bir yaşama iletir. Mutluluğu ruha hissettiren Allah’tır ve Allah bu hissi yalnızca razı olduğu kullarına verir. Allah’ın rızasından uzak yaşayan birisi kendisini maddi sebepler kullanarak mutlu etmeye çalışabilir ve geçici bir süre için kendini mutlu hissettiğini de zannedebilir. Ancak bu kişi gerçekte bir aldanma içerisindedir. Çünkü duyduğu mutluluk hissi, iman sahibi bir insanın yaşadığı mutluluk ile aynı değildir. Kelime olarak aynı kelime ile isimlendirilse bile, bu durum ömründe hiç tatlı yememiş bir kişinin ekşi tadını ‘tatlı’ zannetmesine benzer. Bu kişi yediği yiyeceğin şekerli olduğunu iddia etse de, gerçek şeker tadını bilen bir insana göre yediği yiyecek ekşidir. Mutluluk kavramı da bu örnekteki gibidir. Allah’a iman edip, Allah’ın kalplerine indirdiği huzura kavuşmuş olan müminler, ‘gerçek’ mutluluğu yaşamaktadırlar ve diğer kişilerin mutluluk zannettikleri hislerin anlık ve geçici heyecanlar olduğunun bilincindedirler.
Müminlerin kalbinde, Allah’ın rızasını kazanma umudunun ve bu yolda çaba harcamanın verdiği bir sevinç ve huzur vardır. Yaşadıkları bu neşe ve sevinç, onları hem dünya hayatında mutlu ve huzurlu kılar hem de Allah’ın rızasını daha fazla kazanmalarını sağlayacak olan şevklerinin en önemli kaynağını oluşturur. Bu sevinç ve mutluluk, iman etmeyen insanların asla ulaşamayacakları ve taklit edemeyecekleri bir sevinçtir. Çünkü bu, Allah’ın yalnızca müminlere hissettirdiği ve Allah’ın rızasını, rahmetini ve sonsuz cennetini ummanın verdiği mutluluk ve huzurdur.
Asıl Mutluluk Yurdu: Cennet
Allah müminleri dünyada güzel ve mutlu bir yaşamla yaşatırken ahirette de cennetle müjdelemiş, yaptıkları tüm salih amelleri kabul edeceğini ve kavuşacakları güzelliğin ve mutluluğun ise pek yakın olduğunu bildirmiştir. Allah’ın sonsuz rahmetini ve sevgisini hissetmek ve sonsuz cennetle mükafatlandırılmayı ummak müminin kalbine büyük bir ferahlık ve huzur verir. Allah Kur’an’da müminlerin dünyada ve ahirette güzel bir yaşam süreceklerini şöyle müjdelemektedir:
اِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَئِكَةُ اَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِى كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
“Şüphesiz 'Bizim Rabbimiz Allah’tır.' deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki) 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.' ” [4]
Bir insanın imansız ve ibadetsiz huzurlu olması mümkün değildir. Nasıl ki, vücudumuz için, A,B,C,D, gibi vitaminlere ihtiyacımız vardır. Bunları temin eden bir insan, maddi vücudunu sağlığa ve huzura kavuşturur. Aynen öylede Rabbimizin ruh ve kalp huzuru için bize sunmuş olduğu bir vitamin reçetesi vardır. Bunların başında iman geliyor. Allah’a imanı olup her yerde hazır ve nazır olduğunun keyfiyetini ruh ve kalbinde yaşayan bir insanın nazarında, dünya küçülür, ehemmiyetsizleşir. Bundan sonra namaz başta olmak üzere ibadetler vitamin vazifesini görür.
İnancın ve ibadetin sağlığımız üzerinde olumlu etki yaptığı, daha uzun ve sağlıklı yaşamamıza katkıda bulunduğu artık kanıtlanmış durumda.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bunalımlar insanın doyumsuzluğundan, hadiselere karşı dayanma gücündeki zayıflığından, iman şuurundaki eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun yegâne çaresi, ferdi olarak tahkikî bir iman seviyesine, iman vasıtasıyla fikir ve duygu terbiyesine, dünya metaına karşı yüksek bir kanaat zenginliğine ulaşmaktır.[5]
[5] Bu vaaz sorularlaislamiyet.com sitesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.
.
ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARI: EN GÜZEL İSİMLER O’NUN |
|
|
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم
Allah’ın İsim ve Sıfatları: En Güzel İsimler O’nun
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ
“يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى وَأَنَا مَعَهُ حِينَ يَذْكُرُنِى، إِنْ ذَكَرَنِى فِى نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِى نَفْسِى، وَإِنْ ذَكَرَنِى فِى مَلَإٍ ذَكَرْتُهُ فِى مَلَإٍ هُمْ خَيْرٌ مِنْهُمْ، وَإِنْ تَقَرَّبَ مِنِّى شِبْرًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا، وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَىَّ ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ بَاعًا، وَإِنْ أَتَانِى يَمْشِى أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً.”
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni nasıl düşünüyorsa ben öyleyim. O beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”
Muhterem Kardeşlerim
Mekkeli müşriklerin sonu gelmez eziyetleri karşısında Rahmet Peygamberi bir gece, her zaman yaptığı gibi yine Kâbe’nin yanı başına çökmüş, elini ve gönlünü Merhametliler Merhametlisi’ne açmış, en güzel isimleri ile secde hâlinde O’na yakarıyordu:
—Yâ Allah! Yâ Rahmân!
Asla şikâyetçi olmadığı ve beddua etmediği müşrik kavmine karşı Allah’tan çıkar bir yol göstermesini; kendisi için değil, imanı şirke tercih eden bir avuç mümin için baskı ve eziyetlerin sona ermesini diliyordu. Ancak bu sırada hakkın, doğrunun ve tevhidin düşmanı bir müşrik, karanlıkta gizlendiği yerde Hz. Peygamber’in gönülden kopup gelen bu yakarışını dinlemekteydi. Üstelik duydukları karşısında son derece sevinmişti. Tevhid Elçisi’nin sözde açığını bulmuş, içine düştüğü çelişkiyi yüzüne vurma fırsatı yakalamıştı. Müşrik, sabah olur olmaz hemen yandaşlarına koştu ve akşam gördüklerini anlattı:
—Bakın bu adam ne diyor! Dün gece kulaklarımla duydum. Bizi bir tek ilâha kulluk etmeye çağıran Muhammed, kendisi hem Allah’a, hem de Rahmân adlı başka bir tanrıya dua ediyor. Bizim bildiğimiz Rahmân, tanrı olduğunu iddia eden Yemâmeli Müseylime isimli bir adamdır. Hani tek Allah dışında bütün taptıklarımız bâtıldı![1]
Bu sözler üzerine Yüce Allah şu âyeti inzal buyurdu:
قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًا
“De ki: İster Allah deyin, ister Rahmân deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’nundur.”[2]
İyiyi kötüyü, güzeli çirkini, elemi kederi hatta her tür tabiat hadisesini farklı bir güce ve tanrıya izafe eden müşrik alışkanlığı, bir ve tek ilâhın farklı isimleri olabileceğini düşünmüyor, düşünemiyordu. Onlar sadece atalarından kalma kör bir taklitle putları Allah’a ortak koşuyorlar ve bu düzmece tanrılara kendilerince isimler veriyorlardı; oysa bu isimler anlamsız, boş ve karşılıksızdı:
اِنْ هِيَ اِلَّآ اَسْمَآءٌ سَمَّيْتُمُوهَآ اَنْتُمْ وَاٰبَآؤُ۬كُمْ مَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَآءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ
“Bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu kuru isimlerden başka bir şey değildir.”[3]
Allâh, Rahmân ve Rahîm gibi isim ve sıfatlardan her birini farklı tanrılar şeklinde algılayıp bunları kendi putlarına izafe eden müşriklerin bu sapkınlıkları mübarek Elçi tarafından açıkça reddedildi. O (sav), müşriklerin savunduğu temel ilkeleri, putları, tanrıları, aracı tanrıları kısacası din ve inanç adına bildikleri ne varsa hepsini kökünden reddederek tevhidi, bildiğimiz bilmediğimiz bütün âlemlerin tek Melik’ine teslimiyeti tebliğ etti.
Müşriklerin bu temelsiz inanışlarını değiştirmek oldukça zordu. Zira insanı âlemlerin Rabbi olan tek Yaratıcı’ya ve O’nun yüce isimlerine karşı sorumlu hâle getirecek bu muazzam değişim, cesur bir yürek, hep O’na yol alan bir akıl ve Cemâl sahibinin cemâli karşısında eriyecek bir gönül istiyordu. Ancak bu konuda Allah Teâlâ da Peygamberini yalnız bırakmıyor, ilâhî vahiy vasıtasıyla gerçekleri insanlığın idrakine sunuyordu:
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪يٓ اَسْمَآئِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.”[4]
اَللّٰهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى
“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.”[5]
Böylece Allah Teâlâ kendisine bir, iki, üç değil, pek çok isimle yakarılabileceğine bizzat işaret ediyor, kendisini bunlarla tanıtıyor ve örnekler veriyordu.
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ ﴿22﴾
“O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bilir. O rahmândır, rahîmdir.”
هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿23﴾
“O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; egemenliğin mutlak sahibidir, her türlü eksiklikten uzaktır, esenlik verendir, güven sağlayan ve kendisine güvenilendir, görüp gözeten ve yönetendir, üstündür, iradesine sınır yoktur, büyüklükte eşi olmayandır. Allah onların yakıştırdıkları ortaklardan tamamıyla münezzehtir.”
هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿24﴾
“O, takdir ettiği gibi yaratan, canlıları örneği olmadan var eden, biçim ve özellik veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu tesbih ederler. O üstündür, hikmet sahibidir.”[6]
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪يٓ اَسْمَآئِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“O’nun pek çok güzel ismi vardır. Bu isimlerle O’na dua edin.” [7] Buyururken Allah Teâlâ, kendisine ulaşmak isteyen samimi bir insan için pek çok yol olduğunu ama özellikle de her bir yolun kendisine çıktığını söylüyordu. İşte bu sebepledir ki, bize, nasıl dua etmemiz gerektiğini de yine kendisi öğretiyor ve
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.”[8] dememizi bekliyordu.
Muhterem Müminler
Kur’an’ın her âyetinde, Hz. Peygamber’in her hadisinde, bizzat lafızda veya lafzın hemen bir adım ilerisinde, mânanın dönüp dolaşıp kendisine geldiği, sözün anlatmakla bitiremediği, bitiremeyeceği isim ve sıfatların, bizi O’na ulaştıran bu yolların belli bir sayısı ve sınırı var mıdır? Kudreti, kemali ve hikmeti sınırsız olan bir varlığın isimleri doksan dokuz ile mi sınırlıdır? İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre doksan dokuz, en çoğa ve hatta belki sonsuzluğa delâlet eden bir rakamdır. Esasen Peygamberimiz bu rakamla Allah’ın isimlerine sınır biçmemekte; aksine, bunları saymakla bitiremezsiniz, demektedir.
Diğer taraftan Yüce Allah’ın isimlerini içeren hadis rivayetlerindeki rakamlar ve isimler de farklılık arz etmektedir. Örneğin altı temel hadis kaynağından birinin musannifi olan Tirmizî’nin listesinde[9]
إِنَّ لِلَّهِ تَعَالَى تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمًا مِائَةً غَيْرَ وَاحِدَةٍ مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ هُوَ اللَّهُ الَّذِى لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ الْغَفَّارُ الْقَهَّارُ الْوَهَّابُ الرَّزَّاقُ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ الْقَابِضُ الْبَاسِطُ الْخَافِضُ الرَّافِعُ الْمُعِزُّ الْمُذِلُّ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ الْحَكَمُ الْعَدْلُ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ الْحَلِيمُ الْعَظِيمُ الْغَفُورُ الشَّكُورُ الْعَلِىُّ الْكَبِيرُ الْحَفِيظُ الْمُقِيتُ الْحَسِيبُ الْجَلِيلُ الْكَرِيمُ الرَّقِيبُ الْمُجِيبُ الْوَاسِعُ الْحَكِيمُ الْوَدُودُ الْمَجِيدُ الْبَاعِثُ الشَّهِيدُ الْحَقُّ الْوَكِيلُ الْقَوِىُّ الْمَتِينُ الْوَلِىُّ الْحَمِيدُ الْمُحْصِى الْمُبْدِئُ الْمُعِيدُ الْمُحْيِى الْمُمِيتُ الْحَىُّ الْقَيُّومُ الْوَاجِدُ الْمَاجِدُ الْوَاحِدُ الصَّمَدُ الْقَادِرُ الْمُقْتَدِرُ الْمُقَدِّمُ الْمُؤَخِّرُ الأَوَّلُ الآخِرُ الظَّاهِرُ الْبَاطِنُ الْوَالِى الْمُتَعَالِى الْبَرُّ التَّوَّابُ الْمُنْتَقِمُ الْعَفُوُّ الرَّءُوفُ مَالِكُ الْمُلْكِ ذُو الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ الْمُقْسِطُ الْجَامِعُ الْغَنِىُّ الْمُغْنِى الْمَانِعُ الضَّارُّ النَّافِعُ النُّورُ الْهَادِى الْبَدِيعُ الْبَاقِى الْوَارِثُ الرَّشِيدُ الصَّبُورُ.
99 isim bulunmakta ve bunlardan 25’i, İbn Mâce’nin listesinde[10]
إِنَّ لِلَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمًا مِائَةً إِلاَّ وَاحِدًا إِنَّهُ وِتْرٌ يُحِبُّ الْوِتْرَ مَنْ حَفِظَهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ وَهِىَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الصَّمَدُ الأَوَّلُ الآخِرُ الظَّاهِرُ الْبَاطِنُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ الْمَلِكُ الْحَقُّ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ الْعَلِيمُ الْعَظِيمُ الْبَارُّ الْمُتَعَالِ الْجَلِيلُ الْجَمِيلُ الْحَىُّ الْقَيُّومُ الْقَادِرُ الْقَاهِرُ الْعَلِىُّ الْحَكِيمُ الْقَرِيبُ الْمُجِيبُ الْغَنِىُّ الْوَهَّابُ الْوَدُودُ الشَّكُورُ الْمَاجِدُ الْوَاجِدُ الْوَالِى الرَّاشِدُ الْعَفُوُّ الْغَفُورُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ التَّوَّابُ الرَّبُّ الْمَجِيدُ الْوَلِىُّ الشَّهِيدُ الْمُبِينُ الْبُرْهَانُ الرَّءُوفُ الرَّحِيمُ الْمُبْدِئُ الْمُعِيدُ الْبَاعِثُ الْوَارِثُ الْقَوِىُّ الشَّدِيدُ الضَّارُّ النَّافِعُ الْبَاقِى الْوَاقِى الْخَافِضُ الرَّافِعُ الْقَابِضُ الْبَاسِطُ الْمُعِزُّ الْمُذِلُّ الْمُقْسِطُ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ الْقَائِمُ الدَّائِمُ الْحَافِظُ الْوَكِيلُ الْفَاطِرُ السَّامِعُ الْمُعْطِى الْمُحْيِى الْمُمِيتُ الْمَانِعُ الْجَامِعُ الْهَادِى الْكَافِى الأَبَدُ الْعَالِمُ الصَّادِقُ النُّورُ الْمُنِيرُ التَّامُّ الْقَدِيمُ الْوِتْرُ الأَحَدُ الصَّمَدُ الَّذِى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Yer alan 100 isim içinde bulunmamaktadır. Aynı şekilde İbn Mâce’nin Sünen ‘inde bulunduğu hâlde Tirmizî’nin Câmi ‘inde bulunmayan 26 isim vardır.
İnsan O’nun zâtını göremez ama her bir ismi farklı bir yolla, farklı bir şekilde kendini insana hissettirir. Her sözünde, her işinde, her adımında O’nu arayan ve gönül gözüyle bakmasını bilen insan, her yerde ve her şeyde Rabbinin izlerini görür ve hisseder. Nitekim Rabbimiz
وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
“Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüphesiz Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.”[11]
O’nu hissettiğini izhar etmenin bir yolu da duadır. Zaten
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَآءُ الْحُسْنٰى
“O’nun güzel isimleri vardır.” dedikten sonra, asıl mesajı da bize yine O verir:
فَادْعُوهُ بِهَاۖ
“Öyleyse bu isimlerle O’na dua edin.”[12]
Muhterem Müslümanlar
Cenâb-ı Hakk’ın her ismi, bir bütünün parçası olan ve insanın zihnindeki Allah tasavvurunu tamamlayan unsurlardan biridir. Veya bu isimler, bir okyanustan çıkıp bütün kâinata hayat verdikten sonra yine aynı yere dökülen sayısız ırmaklar gibidir. O’na yönelenler, ancak yolculuğa başlayınca sonsuzluğu fark eder, vuslat anını zamana ve rakamlara sığdıramayacaklarını anlarlar. Bunun içindir ki, bütün yolların ve bütün yolculukların son noktası olan Allah, kendini kulunun anlayışına, idrakine bırakır ve Peygamberinin diliyle şöyle buyurur:
يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى وَأَنَا مَعَهُ حِينَ يَذْكُرُنِى إِنْ ذَكَرَنِى فِى نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِى نَفْسِى وَإِنْ ذَكَرَنِى فِى مَلإٍ ذَكَرْتُهُ فِى مَلإٍ هُمْ خَيْرٌ مِنْهُمْ وَإِنْ تَقَرَّبَ مِنِّى شِبْرًا تَقَرَّبْتُ إِلَيْهِ ذِرَاعًا وَإِنْ تَقَرَّبَ إِلَىَّ ذِرَاعًا تَقَرَّبْتُ مِنْهُ بَاعًا وَإِنْ أَتَانِى يَمْشِى أَتَيْتُهُ هَرْوَلَةً
“...Kulum beni nasıl düşünüyorsa ben öyleyim. O beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”[13]
Allah (cc) ile yarattıkları arasında elçilik yapan Hz. Peygamber dahi O’nun bütün isimlerini bilmediğinin itirafıyla yapar duasını:
اللَّهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ وَابْنُ أَمَتِكَ نَاصِيَتِي بِيَدِكَ مَاضٍ فِيَّ حُكْمُكَ عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ سَمَّيْتَ بِهِ نَفْسَكَ أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ أَوْ أَنْزَلْتَهُ فِي كِتَابِكَ أَوْ اسْتَأْثَرْتَ بِهِ فِي عِلْمِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ أَنْ تَجْعَلَ الْقُرْآنَ رَبِيعَ قَلْبِي وَنُورَ صَدْرِي وَجِلَاءَ حُزْنِي وَذَهَابَ هَمِّي إِلَّا أَذْهَبَ اللَّهُ هَمَّهُ وَحُزْنَهُ وَأَبْدَلَهُ مَكَانَهُ فَرَجًا قَالَ فَقِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَلَا نَتَعَلَّمُهَا فَقَالَ بَلَى يَنْبَغِي لِمَنْ سَمِعَهَا أَنْ يَتَعَلَّمَهَا
“Allah’ım! Kendini isimlendirdiğin, yarattıklarına öğrettiğin, Kitab’ında indirdiğin ve insanlardan gizli tutarak sana has gayb ilminde saklamayı tercih ettiğin bütün isimlerinle yalvarıyorum sana...”[14]
Şüphesiz başlı başına
الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ
“Bir ibadettir dua.”[15]
الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ
“Dua ibadetin özüdür.”[16] Hatta belki ibadetlerin en büyüğü, en faziletlisidir. Zira ister gizli olsun ister açık, ister dilden dökülsün ister gönülden süzülsün, her çağrıya kulak veren,
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَآ اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
“Her şeyi hakkıyla işiten”[17] ile aracısız görüşmektir dua.
Böyle olunca O’nu çeşitli isimleri ve vasıfları ile çağırmak da şüphesiz duaların en içteni, en samimisi olacaktır. Bu samimiyetin karşılığını Hz. Peygamber (sav) şöyle açıklamıştır:
إِنَّ لِلَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمَا مِائَةً إِلاَّ وَاحِدًا مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ
“Allah’ın, yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri (öğrenip gereğiyle amel ederek) sayarsa cennete girer.”[18] Hadiste geçen مَنْ أَحْصَاهَا “ihsâ” fiili, sözlük anlamı itibariyle “saymak” anlamına gelse de, hadis âlimlerimizin ifade ettiği gibi, saymaktan maksat, Allah’ın isimlerini kuru kuruya okumak değil, bu isimlerin anlamlarını öğrenmek, bu isimlerle duada bulunmak ve bu isimlerin ihtiva ettiği ilâhî ahlâkın gereğiyle amel etmektir.
Kardeşlerim
Allah’ın güzel isimleri hakkında el-Maksadü’l-esnâ adlı bir kitap kaleme alan İmam Gazâlî, esmâ-i hüsnâyı sadece okumak, dinlemek ya da anlamlarını öğrenmekle yetinenlerin bu isimlerden nasibinin son derece az olduğunu ifade etmiştir. Ona göre mümin, bu ilâhî sıfat ve isimlerin anlam ve içerikleriyle derunî hayatını mâmur etmeli ve bu isimlerde ifadesini bulan ilâhî ahlâk ile ahlâklanmalıdır.[19]
Allah’ın güzel isimlerini öğrenip saymanın bir adım ötesinde, o isimlerin tecellilerini ummak vardır. Kişi bu isimleri sayarken meselâ,
“Ey ruhumun ve bedenimin gıdasını yaratıp veren Rezzâk!” dediği zaman bilir ve inanır ki, Allah onun rızkına kefildir. Bu rızık, vakti gelince kişiyi bulur, bunun kendisine ulaşmasını hiçbir kuvvet engelleyemez. Yine bilir ki, O, her sözünde olduğu gibi
وَمَا مِنْ دَآبَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’a aittir.”[20] vaadinde de sadıktır. Hatta O’na karşı en büyük nankörlüğü yapanlar dahi rızkını bu ismin tecellisi ile elde eder:
لَيْسَ أَحَدٌ - أَوْ لَيْسَ شَىْءٌ - أَصْبَرَ عَلَى أَذًى سَمِعَهُ مِنَ اللَّهِ ، إِنَّهُمْ لَيَدْعُونَ لَهُ وَلَدًا ، وَإِنَّهُ لَيُعَافِيهِمْ وَيَرْزُقُهُمْ
“Karşılaştığı veya işittiği bir eziyete karşı Allah kadar sabır gösteren bir başkası yoktur. Çünkü O, kendisinin oğlu olduğunu iddia edenlere bile afiyet verip onları rızıklandırır.”[21] İşlediği büyük günahlara rağmen kişi, “Yâ Rahmân! Yâ Rahîm!” diyerek gönlünden rahmeti geçirir, o sınırsız rahmeti umar. Umduğunu bulamayacağını hiç düşünmez.
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰىٓ اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
“Nefsine uyup haddi aşmış bile olsa, Allah’ın rahmetinden umut kesilmeyeceğini, Allah’ın bütün günahları bağışladığını, çünkü O’nun Gafûr ve Rahîm olduğunu”[22] 22 bilir.
Bu noktadan sonra insan ileriye doğru bir adım daha atabilir. Bu olgunluğa ulaşan insan için Mevlâ’nın bütün isimlerini öğrenmenin, bilip tanımanın, ezberleyip saymanın, umup beklemenin hayatta somut bir değişim meydana getirmesidir artık önemli olan. Müminden beklenen, Rabbinin isimleri üzerinde düşünüp, her birini anlayarak ilâhî ahlâktan nasibini alması ve bunu bireysel ve toplumsal yaşamına aktarmasıdır. Rabbimiz, kendini tanıtırken aslında bizim nasıl olmamız gerektiğine işaret etmiyor mu? Bütün doğrularda, kemalde, hikmette ve güzelliklerde tecelli ederek, isimlerini kuvveden fiile, teoriden pratiğe, ilimden amele dönüştürmüyor mu? Öyleyse kuldan beklenen de O’nun isimlerini öğrenip benimsemesi ve bunu hayatına aksettirmesi değil mi?
Muhteremler Şu hâlde
يَدُ اللَّهِ مَلأَى لاَ يَغِيضُهَا نَفَقَةٌ ، سَحَّاءُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ - وَقَالَ - أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْفَقَ مُنْذُ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ ، فَإِنَّهُ لَمْ يَغِضْ مَا فِى يَدِهِ - وَقَالَ - عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ وَبِيَدِهِ الأُخْرَى الْمِيزَانُ يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ
“Hazineleri her zaman dopdolu, vermekle bitmeyen nimetlerin sahibi, gece gündüz her zaman cömert olan, gökleri ve yeri yarattığı günden beri verip durmasına rağmen elindeki nimetlerden hiçbir şey eksilmeyen”,[23]
إِنَّ رَبَّكُمْ حَيِىٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِى مِنْ عَبْدِهِ أَنْ يَرْفَعَ إِلَيْهِ يَدَيْهِ فَيَرُدَّهُمَ
.Bu haftaki sohbetimizi bizleri hiç yoktan yaratan, eşi, ortağı, dengi olmayan, doğmamış ve doğrulmamış olan Allah’ımızı tanımaya ayırmak istiyorum
O Allah ki; tüm kainatı emrimize amade kılmış, sanki bütün canlıları insanoğlunun hizmetkarı yaratmıştır Tüm bu nimetlerine karşılık ise bizden istediği iki şey var Birisi tüm bunlara bakarak Kendisini tanımamız, ikincisi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmemiz.
Bize Allah’ı en iyi yine Allah tanıtabilir Bu bakımdan Kuranı Kerim’e dönüyor ve Ona kulak veriyoruz.
خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ بِالْحَقِّ
“Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı” (39- Zümer /5)
اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ
“Allah her şeyin yaratıcısıdır…….” (39- Zümer /62)
اَلَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
“Allah’a inandıkları halde insanları Allah’ın yolundan çevirenlere iki kat azap edilecektir” (16-Nahl/88)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
“Allah’a güvenene Allah yeter”(65-Talak/3).
Allah’tan başkasını yalnız O’na tahsis edilmesi gereken bir sevgiyle sevmek, sadece yaratana verilecek sevgiyi yaratılana vermek olur ki bu sevgide şirktir. Kulunu çok seven Allah ondan bu sevginin karşılığını beklemektedir. Kul bu sevgiye karşılık ibadet, taat ve hasenatla Allah’a yöneleceği yerde O’ndan başka şeylere yönelirse, Allah sevgisini onun üzerinden çeker. Evet, aklı başında bir insan, Allah’ın azabı ve gazabından daha çok, sevmemesinden korkmalı. Çünkü O’nun sevmemesi azapların en korkuncu, kayıpların en büyüğüdür. Allah’tan umma ve korkma hali bulunmayan bir kimse iman etmiş olmaz. Keza Allah’tan başka bir kimseye sevabını umarak ve gazabından korkarak itaat eden kimse ona ibadet etmiş sayılır.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللهِ وَالَّذِينَ اَمَنُوآ اَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوآ اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَاَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
“İnsanlardan kimi Allah’tan başka eşler tutar Allah’ı sever gibi onları severler”(2/165))
Sevgi, korku ve ümit üçü birden yalnız Allah için duyulur. Eğer bu üç his Allah’tan başkası için de duyulmuşsa, o şey Allah’a eş koşulmuş demektir )
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ
Allah’tan korkana Allah çıkış yeri yaratır ve onu ” ummadığı yerden rızıklandırır”.
وَمَنْ يَتَّقِ اللهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِهِ يُسْرًا
“Allah’tan korkana Allah işinde kolaylık sağlar”
وَمَنْ يَتَّقِ اللهَ يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُعْظِمْ لَهُ اَجْرًا
“Allah’tan korkanın Allah kötülüklerini örter ve ona büyük mükafat verir”(65/ Talâk 3-4-5)
Gerçekte insanların çoğu bir halifeyi, bir alimi, bir şeyhi yada bir idareciyi öylesine severler ki onu Allah’a eş koşarlar Her ne kadar o kimseyi Allah için sevdiğini iddia etse de işin aslı budur Her kim Resulden başkasını, Allah’ın ve Resulünün emirlerine ters olduğunu bile bile her emrettiği ve yasakladığı konuda itaat edilmesi gerekli birisi olarak bellerse, işte o kimseyi Allah’a ortak koşmuştur.
İçinde bulunduğumuz şu zamanda insanların bir bölümü yüce Allah’ın varlığını inkar etmeyen fakat O’nu yeryüzü egemenliğinden azlederek yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan böylece hayat düzeninde O’nun şeriatini uygulamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan havralarda, kiliselerde ve mescitlerde ibadet etmeyi insanlara serbest görürken; sosyal hayatta Allah’ın şeriatinin hükmetmesini istemeyi yasaklayan bir zihniyete sahiptirler Bu insanlar böylece Allah’ın yeryüzü üzerindeki hakimiyetini ya inkar etmekte veya askıya almaktadır.
وَهُوَ الَّذِى فِى السَّمَآءِ اِلَهٌ وَفِى اْلاَرْضِ اِلَهٌ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
“Allah gökte de ilahtır, yerde de ilahtır”(43-Zuhruf/84)
وَلاَ تَايْئَسُوا مِنْ رَوْحِ اللهِ اِنَّهُ لاَ يَايْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ اِلاَّ الْقَوْمُ الكَافِرُونَ
“Allah’ın lütfundan ümit kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” (12/Yusuf-87)
Allah teala kulunun sadece kendisine ümit bağlamasını istiyor. Ancak kulun sarılması gerekli bir takım yükümlülükleri yerine getirdikten sonra, Hastalanan bir kul doğal olarak doktora görünecek, ilaç kullanacak, gerekirse istirahat edecek Ancak iyileştikten sonra falanca doktor olmasaydı iyileşmem zordu gibi şifanın gerçek kaynağı olan Allah’ı geri plana iten bir düşünce imanı zora sokan bir düşüncedir.
Şu unutulmamalıdır ki, gerçekte şifayı yaratan Allah’tır, kulun aldığı tüm tedbirler ise birer vesiledir, sebep konumundadır. Sebepler asıl yapılıp Allah’a şirk koşulmamalıdır. Kişi Allah’a tevekkül etmesini bilince Allah’ın yardımı mutlaka gelecektir. Allah nedenleri zikrederek vesilelere itimad edilmemesini, Allah’tan başka bir kimseden bir şey umulmamasını emrediyor.
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ وَكَفَى بِاللهِ وَكِيلاً
“Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter”(33-Ahzap/3)
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ اِلَى اللهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَاِلَى اللهِ عَاقِبَةُ اْلاُمُورِ
“Kim bütün benliğiyle Allah’a teslim olur, iyilik ve güzelliği de huy edinirse, cidden o en sağlam kulpa yapışmıştır. Ve işlerin sonu Allah’a varıp dayanır.”(31-Lokman/22)
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Tağutu inkar edip Allah’a inanan kimse kopmak bilmeyen sağlam kulpa yapışmıştır” (2/Bakara-256)
Allah’u teala bu ayette de açık bir şekilde ifade ettiği gibi iman etmeden önce tağutun reddedilmesini istiyor.
Tağut Allah’ın hükümlerine ters olarak yeni hükümler ortaya koyan her şeydir Bu bir insan olabileceği gibi şeytan da olabilir. Kişi tağutu inkar etmekle لااله “Lâ ilâhe”nin manasını yerine getirir Ondan sonra da Allah’a iman etmelidir ki bu da الاالله “İllallah”ın manasıdır
Günümüz insanının en fazla aldandığı noktalardan birisi de Allah’ın varlığına inanmakla iman ettiklerini sanmalarıdır. Oysa Kuranı Kerim, müşriklerin de Allah’ın varlığına iman ettiklerini söylüyor. Demek ki müşrikler Allah’a iman etmeyen kimseler değildi. Fakat Allah cc onların bu imanını kabul etmemektedir. Çünkü Allah’ın istediği iman bu çeşit bir iman diğildir.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللهُ فَاَنَّى يُؤْفَكُونَ
“Onlara sizi kim yarattı diye sorsanız, muhakkak ki Allah derler(43/Zuhruf-87)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللهُ
“Onlara; yer ve gökleri kim yarattı diye sorsan, muhakkak ki Allah derler(39/Zümer-38)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
“Onlara; göklerden yağmuru yağdırıp yeri ölümünden sonra onunla dirilten kimdir. diye sorarsan, muhakkak ki “Allah” derler De ki hamd Allah’a mahsustur. Fakat çoğu akıllarını kullanmıyorlar. (29/Ankebut-63)
Buna göre kim kendinde kanun koyma hakkını görürse, o, Allah’a şirk koşmuştur ve küfre girmiştir Heva ve hevesini ilah edinmiştir. Allah ve Resulüne inandığını iddia etse bile Bu konuda mezhep imamımız bakın ne diyor: “Yalnız Allah’ı bilmek iman sayılmaz Öyle olsaydı yahudi ve hıristiyanların, Zebur’a inananların hepsi müminlerden sayılırdı.”
Bir insan kelimei şehadeti alenen söylemeli ve kalbiyle inanıp tasdik etmelidir. Farzları ve haram olan şeyleri bilmesede o, mümindir, aksi halde kafir olmuştur. Tevhidde artıp eksilmez Allah’ın sıfatlarının bazısında O’na ortak ve eş kabul etmeyipte bazısında eden bir kimse muvahhid sayılmaz.
Yine Allahu teala Kuranı Kerim’de müşriklerin şöyle dediğini bildiriyor:
وَقَالَ الَّذِينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَىْءٍ نَحْنُ وَلاَ اَبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِنْ دُونِهِ مِنْ شَىْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
“İlahları tek bir ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler müşrikler dediler ki: Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’ndan başkasına ibadet etmezdik Ve O’nun emri olmadan hiç bir şeyi de haram kılmazdık”(16/Nahl-35)
Bu iki ayeti kerime İslamın, dini sadece Allah’a has kılmak ve şirkin kökünü kazımak amacıyla geldiği üç esası belirtiyor. Bunlar
1-Allah Tealanın birliğine iman etmeme,
2-Allah’tan başkasına ibadete yönelme ,
3-Allah’ın hükümleri dışında haram ve helal hükümleri koymadır.
Yani akide, ibadet ve yasama (kanun koyma) işleri Öyle ki onlardan birinin bozulması veya eksilmesi لااله الاالله “Lâ ilâhe illallah”ın bozulmasıdır
اَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَاْلاَمْرُ تَبَارَكَ اللهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na aittir.”(7/Araf-54) Emir sahibi O’dur Yani karar vermek; bu böyle olmalı veya olmamalı, şu sevaptır şu da günah ve yanlıştır, bu güzeldir bu da çirkindir, şu serbesttir şu da yasaktır gibi herşeyi belirlemek O’nun hakkıdır. Yine Yusuf suresi 40. Ayette
اِنِ الْحُكْمُ اِلاَّ لِلَّهِ
“Hüküm yalnız Allah’a aittir” Buyurularak bu gerçeğe işaret ediliyor
Allah'a İman Nasıl Olmalıdır?
Hiçbir mekanizma yoktur ki bir yapanı ve kurucusu olmasın.Nerede kurallar sistemi varsa,orada o kuralları koyan bir güç vardır.Yani düzenleyicisi olmayan bir organizasyon olamaz.O halde bu kadar muazzam bir düzeni olan evreninde mutlaka bir düzenleyicisi,bir yaratıcısı vardır.Bunu inkar etmek mümkün değildir.Ancak bu muazzam nizamın ve içindeki insanın yaratıcısı olan gücü nasıl anlayacak ve O’nunla insan ilişkisi nasıl olacak?Deist birisi,bu evreni yaratan bir gücün olduğuna inanır.Bir Müslüman için ise Allah-İnsan ilişkisini düzenleyen Kuran’dır.Yani bir Müslüman,Allah’a nasıl kulluk edecek,Rab olarak kabul edecek, ibadet edecek ve birleyecek sorularının cevabını veren Kuran’dır.
Allah’ın Zati sıfatları (Vücud,Kıdem,Beka,Vahdaniyyet,Muhalefetün-lil havadis,Kıyam bi nefsihi ) ve Subuti sıfatları (Hayat,İlim,Semi’,Besir,İrade,Kudret,Kelam,Tekvin) ile bilinmesini sağlayan Kuran’dır.
Bir Müslüman Kuran’a göre Allah’a nasıl inanır?Şimdi ona bakalım.
1-Hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah’a iman ederler.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ اَمَنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
“Gerçek müminler ancak Allah’a ve Reusulüne iman eden,ondan sonra asla şüpheye düşmeyen,Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir.İşte doğrular ancak onlardır. (49/Hucurat-15)
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَىْءٍ فَحُكْمُهُ اِلَى اللهِ ذَلِكُمُ اللهُ رَبِّى عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُنِيبُ
“Hakkında ihtilafa düştüğünüz her hangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir.İşte benim Rabbim olan Allah budur.Ben yalnız O’na güvendim ve yalnız O’na yöneliyorum.(42/Şura-10)
وَاِذَا سَمِعُوا مَا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرَى اَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا اَمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
Peygambere indirilen (Kur’an) dinledikleri zaman,O’nun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.Onlar “ey Rabb’imiz iman ettik,bizide şahitlerden yaz.” Derler. (5/Maide 83)
2-Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmazlar.
وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ اَمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى اْلاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِى ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا يَعْبُدُونَنِى لاَ يُشْرِكُونَ بِى شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَاُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allah,sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara,kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi,kendilerinide yer yüzüne sahip ve hakim kılacağını,onlar için beğenip seçtiği dini (İslamı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra,bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaad etti.Çünkü onlar bana kulluk ederler.Hiç bir şeyi bana eş tutmazlar.Artık bundan sonra kim inkar ederse ,işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.” (24/Nur-55)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا اِنَّ اللهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَابَنِى اِسْرَائِيلَ اعْبُدُوا اللهَ رَبِّى وَرَبَّكُمْ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَيهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ اَنْصَارٍ
“Andolsun ki ”Allah,kesinlikle Meryem’in oğlu Mesihtir” diyenler elbette kafir olmuşlardır.Oysa Mesih onlara “Ey İsrail oğulları,hem benim,hemde sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin.Kim Allah’a ortak koşarsa,şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir.Zalimlerin yardımcıları da yoktur.” Demişti. (5/Maide-72)
قُلْ اِنَّمَا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى اِلَىَّ اَنَّمَا اِلَهُكُمْ اِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحًا وَلاَ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ اَحَدًا
“Deki bende sizin gibi ancak bir beşerim.Ne varki bana,ilahınızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor.Artık her kim Rabb’ine kavuşmayı umuyorsa iyi amel işlesin ve Rabb’ine yaptığı ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın. (18/Kehf-110)
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللهِ الَّتِى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لاَ تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Sen yüzünü Hanif olarak dine,Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.Allah’ın yaratışında değişme yoktur.İşte dosdoğru din budur;fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/Rum-30)
3- Allah’tan başka ilah aramazlar.
قُلْ اَىُّ شَىْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةً قُلِ اللهُ شَهِيدٌ بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ وَاُوحِىَ اِلَىَّ هَذَا الْقُرْاَنُ لاُنْذِرَكُمْ بِهِ وَمَنْ بَلَغَ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللهِ اَلِهَةً اُخْرَى قُلْ لاَ اَشْهَدُ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلَهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّنِى بَرِىءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
“Deki:Hangi şey şahadetçe daha büyüktür?De ki: (Hak peygamber olduğuma dair ) benimle sizin aranızda Allah şahittir.Bu Kur’an bana,kendisiyle sizi ve ulaştığı her kesi uyarmamiçin vahyolundu.Yoksa siz,Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” “ O ancak bir tek Allah’tır.Ben sizin koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.” De. (6/En’am -19)
قُلْ يَآاَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلَى كَلِمَةٍ سَوَآءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلاَّ نَعْبُدَ اِلاَّ اللهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللهِ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
“De ki: Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin.Allah’tan başkasına tapmayalım;O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın.Eğer onlar yine yüz çevirirlerse,işte ozaman “şahit olun ki biz Müslümanlarız.” Deyiniz.” (3/ Âl-İ İmrân -64)
وَلاَ تَدْعُ مَعَ اللهِ اِلَهًا اَخَرَ لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Allah ile başka bir tanrıya tapıp yalvarma!O’ndan başka İlah yoktur.O’nun zatından başka her şey yok olacaktır.Hüküm O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.” (28/Kasas-88)
Allah’a Îmanın Faydaları
Cenâb-ı Hak, insanın fıtratına, yani yaratılışına îman etme ihtiyacını koymuştur. Bu sebeple, sahih bir îmâna sahip olamayan insan, mânen huzursuz olur. Kalbinde taşıdığı derin bir tatminsizlik hissiyle yaşar. Bunun yegâne çâresi, Cenâb-ı Hakk’ın gösterdiği şekilde îmân etmektir.
Allah’a Îman Eden Kişi;
1- Hakka Hukuka Riayet Eder
Diğer taraftan, kendisini dâimâ gören, işiten ve bilen bir Allâh’a îmân eden kişi, güzel ahlâk sahibi olup, hakka hukûka riâyet eder. Bu sebeple de huzurlu bir hayat yaşar. Kimseye zarar vermediği gibi, kimseden de zarar görmez. Âhiretteki ebedî hayatı ise dünyasından daha güzel olur.
2- Ahlâksızlık Yapmaz
Allâh’a böyle inanan kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde bile olsa, ahlâksızlık yapamaz. Çünkü Allah Teâlâ’nın kıyâmet günü kendisini hesâba çekerek amellerinin karşılığını -iyi veya kötü- mutlakâ vereceğini bilir ve ona göre hareket eder.
3- Tevazû Sahibi Olur
Allâh’a îmân eden kişi, gurur ve kibirden korunur, tevâzû sahibi olur. Gurur ve kibir, insanlarda bulunan en kötü kalbî hastalıktır. Bütün tartışma, kavga ve mücâdelelerin altında hep kibir duygusu yatar. Dolayısıyla, kibirli kimse bir müddet sonra bütün dostlarını kaybederek yalnızlığa itilmeye mahkûmdur. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallahu anh-:
“En büyük yalnızlık, kendini beğenmektir.” buyurmuştur.
Tevâzû ise insanı süsleyen en güzel hasletlerden biridir. Allâh’a îman eden kişi, kendisinde bulunan her şeyin Allah tarafından lûtfedildiğini bilir. Bu sebeple de dâimâ tevâzû ve şükür hâlinde bulunur. Bu da onun insanlarla güzel geçinmesini ve herkes tarafından sevilmesini sağlar.
4- Sıkıntı Ve Belâlara Karşı Tevekkül Eder Ve Teslim Olur
Bunun yanında îman, başa gelen sıkıntı ve belâlara karşı büyük bir tesellî kaynağıdır. Îmansız insan sıkıntılar karşısında kendini harâb eder, kolay kolay tesellî yolu bulamaz. Mü’min ise elinden geleni yaptıktan sonra Allâh’a tevekkül eder ve teslîm olur. Güzel bir neticeyle karşılaşırsa şükreder, Allâh’ın rızâsını kazanır. İstemediği bir şeyle karşılaşırsa sabreder, yine Allâh’ın rızâsını kazanır. Yani her hâli onun için hayırdır.
4- Ölümden Korkmaz
Allâh’a îmân eden ve bunun gereğini yapan kişi, ölümden çok fazla korkmaz. Îmansız kimse ise ölüm korkusuyla hayatını kendisine zehir eder. Bu dünyada huzur bulamadığı gibi âhirette de rahat yüzü göremez. Ölüm sonrasını hesâba katmadığından, dünyada eline fırsat geçtiğinde her türlü zarar ve ihâneti yapabilir. Ufacık bir menfaati için bütün dünyayı ateşe vermeyi bile düşünebilir.
5- Sağlıklı Ve Sıhhatli Olur
Allâh’a îman ve ibâdet, sıhhat açısından da faydalıdır. International Journal of Psychiatry in Medicine’ın Şubat 2002
|
|
|