|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Hıristiyanlığa Reddiye (pdf)
İtikat Risalesi (pdf)
Hıristiyanlığa Reddiye (pdf).....TIKLAYINIZ
slâm ile Nasraniyet Arasındaki Büyük Farklar
Mehmed Şevket Eygi
21 Temmuz 2006 Cuma 10:00
SON yıllarda ülkemizdeki misyoner faaliyetleri hız ve yoğunluk kazanmıştır. Onların öğretilerinin ana maddeleri şunlardır: Hazret-i İsa Allah'ın oğludur. insanları ilk günahtan kurtarmak için kendini feda etmiş ve çarmıha gerilerek ölmüştür. Kitab-ı Mukaddes haktır. İslâm hak din değildir. Hazret-i Muhammed peygamber değildir. Kur'ân ilahî vahiy değildir. Müslümanların kurtulmaları, Tevhid dini olan İslâm'ı bırakıp, Teslis dini olan Nasraniyete girmelerine bağlıdır... Misyonerlerin faaliyetlerine paralel olarak, onlarla işbirliği yapan bazıları da "Âmentüde Ehl-i Kitab ile ittifakımız vardır" demekte ve Nasranîlerin ehl-i necat ve ehl-i cennet olduklarını iddia etmektedir. Müslümanlarla Hıristiyanların âmentü konusunda ittifak halinde olduklarını iddia etmek, muhakkak ki, büyük bir yalandır. Aşağıda on iki madde halinde İslâm ile Nasraniyet arasındaki derin farklılıklar anlatılmaktadır. Verilen bilgilerin yanlış olduğunu iddia eden misyoner veya diyalogçu çıkarsa, kendilerini halk huzurunda açık oturuma dâvet ederiz.
(1) Allah'a inanç konusunda: Müslümanlık TEVHİD dinidir, Hıristiyanlık ise TESLİSdinidir. İslâm'da Allah, noksan sıfatlardanTENZİH edilir, KEMÂL sıfatlar ile tavsif edilir. Hıristiyanlık'ta ise Allah'ın oğlu olduğu, ayrıca Ruhulkuds denilen üçüncü bir uknum bulunduğuna inanılır.
(2) Peygamberler konusunda: İslâm dini, Hazret-i Adem'den Son Peygamber Hazret-i Muhammed'e kadar gelip geçmiş BÜTÜNPeygamberleri kabul eder, bunlar arasında Peygamberlik bakımından ayırım yapmaz. Bir kimse, Hazret-i İsa'yı Peygamber olarak kabul etmese, Müslüman olamaz. Hıristiyanlar, Hazret-i Muhammed'i kabul etmezler, ona -hâşâ- yalancı derler.İslâm'da, bütün peygamberlerin ismet sıfatına sahip mâsum (günahtan korunmuş) kimseler olduğu kabul edilir. Hıristiyanların kutsal kitaplarında Peygamber Lut'un, kızları tarafından sarhoş edildiği, bu vaziyette onlarla yatıp zina ettiği yazılıdır. Yine Hazret-i Süleyman'ın âhir ömründe putlara taptığı, Hazret-i Davud'un, bir kumandanının karısına göz dikip onunla zina ettiği gibi çirkin şeyler yazılıdır.
(3) Kutsal kitaplar: Bir Müslüman, Kur'ân'dan önce gönderilmiş kutsal kitaplar olduğuna inanır. Ancak onların asıl metinleri kayb olmuş, birtakım kâtiplerin yazmış olduğu ve tahrif edilmiş, çelişkili, birbirine uymaz, içlerine ilâve yapılmış olduğunu bilir; gerçek Tevrat'a, gerçek İncil'e iman eder, bugünkü muharref ve çelişkili metinleri kabul etmez. Zaten önceki kutsal kitapların hükümleri Kur'ân gönderildikten sonra kaldırılmıştır.Hazret-i Muhammed hiçbir okula gitmemiş, herhangi bir öğretmenden ders almamış ümmî bir peygamberdi. İlâhî vahiy olarak kendisine gelen Kur'ân-ı Kerîm'i çevresine aynen bildirmiş, ashabı, âyetleri yazı yazılabilecek malzeme üzerine yazmışlardı. Kur'ân bütünüyle korunmuş ve zamanımıza kadar gelmiştir. Onda tahrifat, ilâve, çıkartma, değişiklik olmamıştır.
(4) İslâm dini Hıristiyanlara tolerans gösterir, onların zorla Müslüman yapılmasına izin vermez; ehl-i zimmet, ehl-i kitap olarak Darü'l-İslâm'da yaşamalarına, din ve inanç hürriyetinden yararlanmalarına, kimliklerini korumalarına müsaade eder. Hıristiyanlık ise, uzun asırlar boyunca Müslümanların haklarını kabul etmemiş, onlara tolerans göstermemiş, Endülüs'ü aldıktan sonra, yapılan anlaşmayı çiğneyerek orada Müslümanların kökünü kazımıştır.
(5) Birinci Haçlı Seferinde Hıristiyanlar Kudüs'ü aldıkları zaman şehirdeki Müslümanları ve Yahudileri kadın, çocuk, ihtiyar, hasta, yaralı demeden kılıçtan geçirmişler, büyük bir vahşet ve merhametsizlik sergilemişlerdir. Aradan bir yüzyıl geçtikten sonra İslâm sultanı Selahaddin Eyyübî Kudüs'ü alınca bir Hıristiyana bile dokunmamış; kıymetli eşyalarını yanlarına alarak şehri selamet içinde terk etmelerine izin vermiş, hattâ yol parası olmayan dul kadınlara yardım yapmıştır.
(6) Haçlılar, 1204'te, Dördüncü Haçlı Seferi'nde Bizans imparatorluğunun başkenti İstanbul'u zapt etmişler, şehirdeki Ortodoks din kardeşlerine korkunç zulümler yapmışlar, sivilleri öldürmüşler, kadın ve kızlarına tecâvüz etmişler, her yeri yağmalamışlardır. Bu yağmadan ünlü Ayasofya da payını almıştır. Haçlı askerleri mâbedin içine, yağma mallarını yüklemek için atlar, katırlar, eşekler sokmuşlar, bu hayvanlar yerlere pislemiştir. Hattâ, patrikin vaaz kürsüsüne bir fâhişe çıkartmışlar ve ona gülünç ve müstehcen konuşma yaptırtmışlardır. Başka mezhepten olan din kardeşine böyle yapanlar, Müslümanlara neler yapmaz ki...
(7) Müslümanlar feth ettikleri ülkelerdeki yerli halkı kıyıma tâbi tutmamışlardır. Hıristiyanlar, feth ettikleri Amerika'da yerlileri kırmışlar, onların medeniyetlerini yok etmişlerdir.
(8) Hıristiyanlıkta misyonerlik vardır. Tarih boyunca misyonerler, emperyalist ve sömürgeci Batı devletlerinin keşif kolları ve öncüleri olarak çalışmıştır. Müslümanlıkta dâvet ve tebliğ vardır ama Hıristiyan dünyasındaki gibi agresif, siyasî, zorlayıcı tebşir (misyonerlik) hareketi yoktur.İslâm devletlerinin hakimiyetinde Ehl-i Kitab (Hıristiyanlar ve Yahudiler)adalet ve güven içinde yaşamışlardır.
(9) Bir İslâm devleti olan Osmanlı hakimiyetindeki Kuds-i şerifte Hıristiyanların kiliseleri Türk askerleri tarafından korunuyor ve birbirleriyle geçinip anlaşamayan çeşitli Hıristiyan mezheplerinin mensupları İslâm barışının ve bayrağının gölgesinde ve Türk askerlerinin koruması altında rahatça ve serbestçe yaşayıp ibadet edebiliyorlardı. 1917'de Filistin İngilizlerin eline geçti. 1948'de, Hıristiyanların desteği ile İsrail devleti kuruldu. Bugün o topraklarda eski İslâm hakimiyeti zamanındaki barış, güven, adalet ve sükûn var mı?
(10) Hıristiyanlık âlemi, dinden uzaklaştıkça özgürleşmiş, medeniyet bakımından terakki etmiştir. Lakin, hak dinin kontrolu ve yönlendirmesi olmadığı için onun medeniyeti insanlık ve dünya boyutlarına uygun olmamış, ortaya ucûbe bir uygarlık çıkmıştır. İslâm dünyası ise, tam tersine dinden uzaklaştıkça gerilemiş, tezebzübe düşmüş, perişan olmuştur.
(11) Hazret-i İsa'nın öğretilerinden, hayat hikâyesinden, getirdiği ilâhî vahiyden elde fazla bir şey kalmamıştır. Bugünkü haliyle Hıristiyanlık, münzel (indirilmiş) ve ilâhî bir din değildir. Tarsuslu Pavlos'un öğretileri, Hz. İsa'nın tevhidî öğretilerinin yerini almıştır. Bugünkü Hıristiyanlıkta Yunan paganizminden, Akdeniz ve Ortadoğu medeniyetlerinin mitoloji ve hurafelerinden alınmış nice bozuk akideler, kurumlar, adetler, uygulamalar bulunmaktadır. İslâm ise, teorik-nazarî bakımdan hiçbir tahrife, bozukluğa, tâdile, değişime uğramamış olup münzel-indirilmiş din sıfatını korumaktadır.Kur'ân bütün olarak muhafaza edilmiştir. Peygamberin yüzbinlerce hadîsi ravileriyle, senetleriyle, bize nasıl ulaştıklarına dair en ince bilgilerle birlikte zapt olunmuştur.
(12) İslâm'ın parlak devirlerinde Müslümanlar insan ve yeryüzü boyutlarına uygun olan fıtrî bir medeniyet geliştirmişlerdir.Yeryüzünü tahrip etmemişler, denizleri, nehirleri, havayı kirletmemişlerdir. Batı medeniyeti ise, ilâhî vahiyden kopuk, evrensel bilgelik kontrolundan âzâde olduğu için insanlığı bir kere değil, bin kere yok edecek nükleer silâhlar geliştirmiş, yekûn olarak yüz milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan iki büyük dünya savaşı çıkartmış, ozon tabakasını delmiş, kutuplardaki buzların erimesine ve yeni bir tufan oluşmasına yol açacak yanlış işler yapmış, insanlığın büyük kısmı aç ve perişan sürünürken, mutlu ve putlu bir azınlığın dünyanın servet ve gelirlerinin arslan payını almasına yol açmıştır. Bugün dünyadaki savaşların, zulümlerin, sömürülerin, haksızlıkların, kıyımların, çarpıklıkların fâili, sebebi, sorumlusu bozuk Batı medeniyetidir.
LÜTFEN KONULARIN ÜZERİNE TIKLAYINIZ
Tuhfet-ül-erîb
(Tuhfet-ül-erîb) kitabını, papaz iken müslimân olan, Abdüllâh-ı tercümân yazmışdır. Hıristiyanlık dînini incelemekde, hıristıyanların ellerinde bulunan İncîl denilen dört kitâbın yanlış yerlerini ortaya koymakdadır. |
|
2 Mart 2005 Çarşamba
Eski ve yeni Hıristiyanlar
Sual: Yahudilerle Hıristiyanların kâfir olduğunu, hatta onları dost edinenlerin de kâfir olacağını bildiren âyetler hakkında bir hoca efendiye sorduk. O da, “Kâfir olan Yahudi ve Hıristiyanlar, Asr-ı saadetteki kitap ehli idi. Şimdikiler, Cennete gidecektir. Çünkü dinsizliği yok etmek için onlarla omuz omuza çalışıyoruz” dedi. Buna rağmen, siz hâlâ gayri Müslim olan ehl-i kitabın Cehenneme gideceğini nasıl söyleyebilirsiniz?
CEVAP: Zırva tevil götürmez diye demek ki böyle sözler için söylenmiş.
Şimdiki Hıristiyanların çoğu müşrik olup, kestikleri hayvan bile yenmez. Bir kimsenin, mümin olup Cennete gidebilmesi için imanın altı esasının hepsine de inanması gerekir. Birine bile inanmayan kâfirdir. Hıristiyanlar, imanın altı esasından kaçına inanıyorlar?
İmanın altı esası şunlardır:
1-Allah’ın varlığına, bir olduğuna ve ortağının bulunmadığına inanmak.
[Hıristiyanların Allah inancı bile yanlıştır. Eflatun’un uydurduğu teslis [trinite]=üç tanrı fikrine inanıyorlar. Baba tanrı, oğul tanrı, kutsal ruh gibi değişik üç tanrıya inanıyorlar.
Hz. İsa böyle sözler söylememiştir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin” diye sen mi dedin?” diye sorunca, o da, “Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz” dedi.)[Maide 116]
(İsa dedi ki: “Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir.”) [Zuhruf 63, 64]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfirdir. Halbuki Mesih, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” dedi. “Allah üçün üçüncüsü” diyenler de kâfirdir.)[Maide 72, 73]
Bir de tanrı gökte diyorlar. Bu da küfürdür. Böylece bu birinci maddeye inanmamış oluyorlar.]
2-Meleklerin varlığına, onlarda erkeklik ve dişilik olmadığına inanmak.
[Hıristiyanlar, melekleri kız olarak kabul ediyorlar. Hatta “Onlar tanrının kızlarıdır” diyorlar. Melekleri kız olarak bildikleri için meleklere imanları da yanlıştır. Kur’an-ı kerimde, (Allah ile birlikte başka ilâh edinen Cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz) buyuruluyor. (İsra 39, 40) Bu âyet-i kerime, birinci ve ikinci maddeye yanlış inanan Hıristiyanların kâfir olduklarını açıkça gösteriyor.]
Semavi kitaplara inanmak
3-Semavi kitapların hepsine inanmak.
[Halbuki Ehl-i kitap, Kur’ana inanmaz. Kur’anda, (Âyetlerimize ancak kâfirler inanmaz) buyuruluyor. (Ankebut 47). Bir âyet meali de şöyledir:
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.)[Maide 15]
Kitaplara imanları da yanlıştır. Kur’ana inanmadıkları için de kâfir oluyorlar.] (Devamı var)
3 Mart 2005 Perşembe
Eski ve yeni Hıristiyanlar (2)
4-Bütün peygamberlere inanmak. [Onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Peygamberlerden bazısını kabul edip, bazısını inkâr ederek ayrım yapanlar kâfirdir. (Bekara 285)
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.)[Nisa 55-56]
(Allah’a ve Onun ümmi nebi olan Resulüne iman edin, Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız.)[Araf 158]
Bir hadis-i şerifte de, (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir) buyuruldu. Peygamberlere imanları da yanlıştır. Muhammed aleyhisselamı hak peygamber bilip ona tâbi olmadıkları için kâfir oluyorlar.]
5-Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak. [Onlar, “Tanrı kötülükleri takdir etmez” derler. Acaba, takdir etmeyen, üç tanrıdan hangisi?!.]
6-Öldükten sonra dirilmeye, ahirete, Cennet ve Cehenneme inanmaktır. [Hıristiyanlar, İsa gökte krallık kuracak diyerek Cennete de inanmıyorlar. Bu altıncı maddeye aynen Müslümanlar gibi inansalar bile, diğer maddelere İslamiyet’in bildirdiğinin zıddına inandıkları için kâfir oluyorlar.]
Kur’anda kâfir olarak bildirilen Hıristiyanların eski Hıristiyan olduğu, yenilerinin Cennetlik oldukları nasıl söylenebilir ki? Bu, Kur’anda mümin olarak bildirilen Müslümanların eski Müslüman olduğunu, yenilerinin Cehennemlik olduğunu iddia etmeye benziyor. Yahut Kur’anda bildirilen hususların ilk Müslümanlar veya ilk kâfirler için olduğunu, sonrakiler için bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia etmeye benziyor. Her ikisi de İslam’ı tanımıyorum demenin başka şeklidir. Yeni Hıristiyanlar imanın bu altı şartına inanıyorlar mı da Cennetlik olsunlar? Cennetlikse hepsine inanmıştır, tövbe edip Müslüman olmuştur, buna artık Hıristiyan denmez. Hıristiyansa kâfirdir, Allah ve Resulünün düşmanıdır, buna Müslüman denmez.
Yeni Hıristiyanların eskilerden farkı nedir? Farkları şirkte daha ileri gitmeleri değil midir?
(Hıristiyanlarla dinsizliği yenmek için omuz omuza çalışıyoruz) diyorlar. Misyonerlerle omuz omuza çalıştıkları doğrudur. Bütün Müslümanları Hıristiyan yapmak için omuz omuza çalışıyorlar.
Allah indinde hak din
Allahü teâlâ, kitap ehli gayri müslimlerle dinsizliği yok etmek için bile olsa, onlarla omuz omuza çalışmayı istemiyor. Onların Müslüman olmasını istiyor. Müslüman olana kadar onlarla mücadele etmeyi emrediyor. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini [İslamiyet’i] kendilerine din olarak kabul etmeyen kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyanlar] ile, küçülerek boyun büküp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.)[Tevbe 29]
Ehl-i kitap Allah’ın âyetlerini gizliyordu. Şimdi o hoca efendiye ne oluyor da Allah’ın âyetlerini Ehl-i kitap gibi gizliyor? Allah’ın âyetlerini kim gizler? Niçin bu bildiğimiz âyetleri gizlemeye çalışıyor?
Hak olan sadece İslam dinidir. Bu husustaki iki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [A.İmran 85] .
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hıristiyanlık nedir
|
Sual: Hıristiyanlık hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
İncil’de Allah’ın bir olduğu, Hazret-i İsa’nın, Allah’ın kulu ve Resulü olduğu yazılı idi. Hazret-i İsa’nın hak olan dini, az zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. Yahudi Bolüs [Pavlos], İsevi görünerek, hakiki İncili yok etti. Sayısız İncillerin yazılmasına sebep oldu. Büyük Kostantin, bütün İncilleri birleştirmek için, miladi 325’de, İznik’te 319 papazı toplayıp, yazdırdığı yeni İncile eski dini olan putperestlikten de birçok şey sokturmuş, yeni bir Hıristiyanlık dini kurmuştu.
Hazret-i İsa’nın ve Barnabas’ın yazdığı İncil’de Allah’ın bir olduğu bildirilmişti. Eflatun’un 3 tanrı fikri de yeni İncile kondu. Papaz Aryüs = Arius, bu yeni İncillerin yanlış olduğunu, bildirince aforoz edildi. Yeni Hıristiyanlık Arius’ün mezhebinden farklı idi. 6 defa meclis kurulup, yeni İnciller ortaya çıktı. Papaz Luther Martin ve Calvin son değişiklikleri yaptı. Bu yeni İncile inanan Hıristiyanlara Protestandenildi. Böylece, Hıristiyanlık, iyice değişti.
Yahudiler, Hazret-i İsa’yı katletmek isteyince, İncili yakıp, ortadan kaldırdılar. O zaman, İncil yayılmamış idi. Çünkü, Hazret-i İsa’nın peygamberlik zamanı 3 yıl olup, iman edenler de pek az idi, çoğu da, okur yazar değildi. 325’de birbirine uymayan 40-50 İncil vardı. Ariusmahkeme edilirken, dördü hariç diğer İncillerin yasaklandığı kilise tarihlerinde yazılıdır. Matta İncilinin 15. fıkrasında, (Milletler yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerine girmeyin) denildiği halde, 24. babın 14. fıkrasında, (İncil, bütün milletlere vaaz edilecektir) demektedir. Bunun gibi sayısız tenakuz vardır. Hıristiyan bilginleri, dört İncildeki tezatlar yüzünden şaşkınlık içinde kalıp, Ekharn, Kiser, Haysi, Ghabuth, Wither, Fursen gibi araştırmacılar, (İncillerde, ihtilaf çoktur) dediler.
Joseph Barnabas’ın yazdığı İncil, miladi 325’e kadar İskenderiye kiliselerinde okunuyordu. Papa 5. Sixtus, 1585-1590’daki papalık zamanında, bunu İbranice’den İtalyanca’ya tercüme ettirdi. Prusya kralının müşaviri J.F.Gramer, bunu bulup prens Öjene [Eugen’e] hediye etti. Bu ölünce kitaplar Hofbibliyotheke kondu. Bu el yazma İncil, Viyana imparatorluk kütüphanesinde hâlâ mevcuttur.
Bu İncilde Hazret-i İsa diyor ki:
Ben günah affedemem, günahları ancak Allah affeder. (Bab 71)
Ben, Allah’ın resulünün yolunu hazırlamak için geldim. Bu Resul, bir müddet sonra, İncil tahrif edilip inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelir. O zaman, Allah elçisini gönderir. Onun başının üzerinde beyaz bir bulut bulunur. O, putları kırar. Onun sayesinde, insanlar Allah’ı tanır. Ben de hakiki olarak tanınırım. (Bab 72)
O resul güneyden gelir. (Bab 96)
O resulün adı Ahmed’dir. (Bab 97)
[Kur’an-ı kerimde de bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli Peygamberi müjdeleyici olarak geldim” demişti.) (Saf 6) ]
Barnabas İncili Allah’ın bir olduğunu bildirmekte ve teslisi yalanlamaktadır. Bugünkü İncillerde ve Ahd-i atikte de, bütün tahriflere rağmen, Hazret-i İsa’dan sonra bir Peygamber geleceği yazılıdır. 1886’da İstanbul’da Boyacıyan Agob matbaasında basılan Kitab-ı Mukaddesin Türkçe tercümesinin s.885’de, (O, gelince dünyayı günah, salah ve hüküm hususlarında ilzam edecektir) deniyor. Buradaki "O" nun Latince aslında, Paraclet yazılıdır. Bu kelime, Teselli edici demektir. Papazlar her şeye rağmen, (Benden sonra bir teselli edici gelecektir) ibaresini İncilden kaldıramadı. Pavlos’un yazdığı ve Hıristiyanların Kitab-ı mukaddesten kabul ettikleri mektuplardan "Korintoslulara 1.mektubun, 13/8 de, (Peygamberler sona erecek, diller de kaybolacak [Latince gibi], ilim iptal olacak[Ortaçağ ilmi gibi], ama O kâmil gelince, yarım kalan ve kusurlu olan bilgiler ortadan kalkacaktır) deniliyor. [Bu yazı Türkçe Kitab-ı Mukaddeste de vardır.]
Bugünkü Hıristiyanlığın esasları
|
Sual: Bugünkü Hıristiyanlığın esasları nedir?
CEVAP
Hazret-i İsa 30 yaşında iken, Benî İsrail'e peygamber olarak gönderildi. Bozulan Yahudiliğin hükümlerini nesh edip yürürlükten kaldırdı. Hazret-i İsa'ya inanmayan Yahudiler, onu Romalılara şikayet etti. Kudüs'teki Romalıların Yahudi valisi Pilatus, Hazret-i İsa'nın yakalanıp çarmıha gerilmesini emretti. Havarilerden biri olan Yehuda, onu Romalılara ihbar etti. Askerlerle beraber yerini göstermeye gidince, Allahü teâlâ Yehuda'yı Hazret-i İsa'nın şekline çevirdi. Askerler aradıkları İsa'nın bu olduğunu sanarak, Yehuda'yı çarmıha gerdiler. O anda Allahü teâlâ Hazret-i İsa'yı göğe çıkardı.
Hak din olan İsevilik yayılmaya başlayınca, Yahudiler ile Yunanlılar ve Romalılar karşı çıktılar. Bolüs [Pavlos] adındaki bir Yahudi; Hazret-i İsa'ya inandığını söyleyerek asıl İncil'i yok etti. Ortaya çıkan kişiler 12 havariden ve Bolüs’ten işittiklerini yazdılar. Böylece birçok İncil meydana geldi. Yunan felsefesi ile yetişen Bolüs, Havarilerden Barnabas’ın yakın arkadaşı idi. Bozuk fikirlerini ona da aşılamak istedi, başaramayınca, açıkça düşmanlığa başladı. Bolüs, İsevi görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; "İsa, Allah'ın oğludur" gibi birçok şeyler uydurdu. Şarabın ve domuzun helal olduğunu söyledi. Bolüs'ün "İsa'nın haça gerilmesi, hikmet ve kurtuluştur" diyerek ortaya attığı anlamsız iddia; bugünkü Hıristiyanlığın esas felsefesini teşkil etti.
Müslümanların kitaplarından alarak dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Galile, İncillerdeki yanlış bilgiye göre, Engizisyonca müebbet hapse mahkum edildi ve gözleri kör olarak öldü.
Bugünkü Hıristiyanlıkta:
1- Her çocuk günahkâr doğar.
2- Hazret-i İsa, oğul Allah’tır.
3- Allah, insanların günahını affettirmek için, kendi oğlunu haçta öldürtmüştür.
4- İnsanlar, Allah’a dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve insanların günahını affedebilirler.
5- Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.
Hıristiyanlığın tekrar doğru yola girmesi için, çeşitli çalışmalar yapılmış, reformlar meydana gelmiştir. Papaz Luther, Protestanlığı kurarak bazı düzeltmeler yapacağım derken, Hıristiyanlığı büsbütün bozmuştur. Kilise, toplumun maddi, manevi bütün hayatına hakim olmuştur:
a) Kilise günahları itiraf ettirir ve papazlar günah çıkarır.
b) Hıristiyanlıkta baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz olmak kilisenin emridir.
c) Nikah kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikah geçersizdir.
Son zamanlarda Hıristiyanlıkta Allah inancı hususunda önemli gelişmeler olmaktadır. Katolik Kilisesinin ve Vatikan'ın ileri gelenleri ve bilim adamlarından meydana gelen bir heyetin 7 yıllık bir araştırma sonucunda hazırladığı Evrensel Kateşizm adlı el kitabında, Katoliklerin de İslamiyet’teki gibi "Tek Allah" inancında olmaları gerektiği belirtildi. Papalığın direktifi ile hazırlanan bu kitap 1992’de Fransa'da piyasaya çıktı. Hıristiyanların bu yeni el kitabının, şimdiye kadar bu amaçla hazırlanan diğer papalık yayınları arasındaki en önemli farkı, Allah inancının "Baba-oğul-Ruhül-Kudüs" şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmesidir. Kitapta (Allah’a yaratılmış varlıkların sıfat ve suretlerinin hiçbirisi yakıştırılamaz; çünkü Allah, tek yaratıcı olup ne erkek, ne kadın ne de insandı) denmekte, bu yeni inancın İslamiyet’teki Allah inancı gibi olması gerektiği açıkça belirtilmektedir.
İnsan hakları, yaratılış esasları ile cinsiyet konuları üzerinde durulan, Vatikan'ın bu yeni eserinde; "Huzurlu yaşamanın anahtarı Yaratan'ı benimsemek ve Tek Allah'ın varlığına inanmaktır" denilmektedir. Bu eser, bilim adamlarınca bir yaratıcıya inanma açısından çok önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir.
Ehl-i kitap ve müşriklik
Sual: Hıristiyanlar eskiden beri üç ilaha inandıkları halde, niye önceden kitaplı kâfir idi de, şimdi müşrik oluyor? Eski Hıristiyanların kestikleri yeniyor da, şimdikilerin kestikleri niçin yenmiyor?
CEVAP
Eskiden resimlere, heykellere secde ediyorlardı. Ellerindeki bozuk İncillere, Tanrı’nın İsa’ya gönderdiği kitaptır diyorlardı. İsa, Tanrı’nın elçisidir, onu çok seviyor, her istediğini yaratıyor. Babanın oğlunu çok sevdiği gibi, Tanrı’ya baba, İsa’ya oğul diyorlardı. Kendilerine şefaat etmesi için, İsa’ya yalvarıyorlardı. Bunlar ehl-i kitap yani kitaplı kâfir ise de, müşrik değildi.
Şimdi ise çoğu, (İsa’da ilahlık sıfatları var. Babası gibi, her dilediğini yaratır. Ebedi, ezeli olarak diridir) diyorlar. Bunun için, böyle bilenler müşrik olmaktadır. Böyle inanmaya şirk denir. Böyle ibadet edilen resimler, heykeller, haçlar put olur. Bu inançtaki Hıristiyanların kestiği hayvanlar yenmez. Ancak, kitap ehli Hıristiyan mı, yoksa müşrik olanların mı kestiği bilinmeyince ve araştırmak da gerekmediği için, Hıristiyan ülkelerinde kesilen hayvanların etlerini yemek caiz olur.
|
Hıristiyanlığı bozanlar kimlerdir
|
Sual: Hazret-i Âdem’den beri gelen Allah’ın dini Hazret-i İsa’dan sonra nasıl bozuldu? Kim bozdu? Daha önce haram olan şeylerin helal edilmesi nasıl oldu? Üç tanrı inancı nereden geldi?
CEVAP
Fransızların Saint Paul dedikleri Bolüs = Paulus = Pavlos adında bir Yahudi, peygamber Yahudilerden gelmedi diye, İsevi görünüp, kendini din âlimi tanıttı. Hazret-i İsa’dan sonra ilk işi, hakiki İncili yok ettirmek oldu. İsa, Allah’ın oğlu dedi. Şarabı ve domuzu helal etti. Kıblelerini Kâbe’den güneşin doğduğu tarafa döndürdü. Allah hem bir, hem üç dedi. Yahudi dönmesinin sözleri ilk yazılan dört İncil’e, özellikle Luka’nın İnciline karıştı. Hazret-i İsa’nın sohbetinde bulunan, Hazret-i İsa’nın arkadaşı, yardımcısı yani Havarilerden olan Barnabas, Hazret-i İsa’dan işittiklerini doğru olarak yazdı. Fakat bozuk dört İncillere aldananlar, fırka fırka ayrıldı. Birbirine uymaz 72 fırka hasıl oldu. Pavlos’un düşmanlığı anlaşılarak Kudüs’te iki kere hapsedildi. Sonra Roma’ya götürüldü. Neron tarafından orada başı kesildi.
Pavlos’un hayatı incelenirse, hep Havarileri kötülediği ve onları gözden düşürmeye çalıştığı açıkça görülür. Pek çok Hıristiyan papazı, Pavlos’u Hıristiyanlığın tek kurucusu kabul eder. Çünkü bu papazlara göre, Hazret-i İsa ve Havarileri iman ve ibadet bakımından Yahudiliğe, [Hazret-i Musa’nın dinine] bağlı kalmışlardır. Pavlos buna karşı çıkmış, Yahudilikteki bütün ibadetleri terk ettirmiş, böylece Hazret-i İsa ve Havarilerin bildirdikleri dine zıt bir din ortaya çıkarmıştır. Bu din, Havari Petrus’un, tebliğ etmeye çalıştığı Nasraniliğin dışında, Pavlos’un fikirlerinden meydana gelen bir din oldu.
Papazlar, Pavlos’u, Aziz kabul etmektedir. Pavlos’un yazdığı mektuplar Ahd-i cedid’in sonunda, kutsal kitabın bir kısmını teşkil eder. Luka’nın yazdığı Resullerin işleri kısmı, Pavlos’un hâl tercümesidir. Pavlos’un yazdığı mektuplar da, dört İncile ayrılan yerden az değildir. Pavlos’un bildirdiği şeylerin çoğu, Hıristiyanlığın iman esaslarını teşkil eder. Mesela der ki:
(Günah, ruh ve beden için ölüm, Hazret-i Âdem’in yasak olan meyveden yemesi ile başladı. Hazret-i Âdem’in neslinden gelen bütün bebekler, bu günah pisliğine bulaşmış olarak doğdular. Tanrı, biricik oğlunu yeryüzüne gönderdi ve Hazret-i Âdem’den beri gelen günahtan kurtardı.)
Pavlos böyle saçma inançla Nasranilikten intikamını almıştır. Hıristiyanlar ise, ona hâlâ Resul Pavlos diyerek, onu Hıristiyan azizi kabul ederler. Hazret-i İsa’yı hiç görmemiş bir kimsenin sözleri ile, dinlerinin inanç ve ibadet esaslarını tespit ediyorlar. Böyle bir dinin de, Allah’ın gönderdiği en son ve en kâmil din olduğunu iddia edebiliyorlar.
İzhar-ül-hak’ta deniyor ki: Pavlos’un çelişkileri çoktur. Resullerin işleri kitabında deniyor ki:
Onunla beraber yolculuk edenlerin nutku tutuldu. Sesi işitiyor ama kimseyi görmüyorlardı. (Bab 9/7)
Benimle beraber olanlar nuru gördüler. Ama bana söz söyleyenin sesini işitmediler. (Bab 22/9)
Bab 26’da ise sesten hiç bahsedilmiyor. Yani üç ifade birbirini tutmuyor.
Yine deniyor ki:
Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir, ne yapman gerekiyorsa sana söylenecek. (Bab 9/ 6)
Rab bana: Kalk Şam’a git, orada ne yapılması gerekeceği sana söylenir. (Bab 22/10)
Kalk ayakta dur. Çünkü hem gördüğün şeylerde, seni şahit tayin etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim milletlerden de kurtaracağım. (Bab 26/17,18)
9. ve 22. babdakilerden, onun yapacakları, şehre vardıktan sonra, kendisine açıklanacağı söylenmiş iken, 26. babdakilere göre, sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.
Nur görünce hepimiz yere düştük. (Bab 26/14)
Halbuki, 9/7 babda, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. 22 babda ise, nutku tutulmak diye bir şey yok.
Hıristiyan düşünürler, İncilleri bu çelişkilerden kurtarmaya çalışıyorlar.
|
Bir misyonerle diyalog
|
Misyonerler e-maillerle de propagandalarını sürdürüyorlar. Bir misyonere Avrupa’da üç tanrı fikri, gittikçe yerini tek tanrıya mı bırakıyor dedim. Dedi ki:
Misyoner – Biz de tek ilaha inanırız. Tanrının üç sıfatı vardır. Bir bardak suyun da 3 hâli var: Sıvı, katı ve buhar. Ama su aynıdır. İşte biz de ilahı böyle biliyoruz. Yani Baba ilah, Oğul ilah, Kutsal ruh İsa. Bu eskiden böyle idi şu anda işleyen ruh İsa’dır. Şimdi biz tanrı olarak tek olan İsa Mesih’e inanırız.
CEVAP
Suyun hâli doğrudur. Ama bir tanrı hem baba, hem oğul hem de İsa olur mu? Böyle sıfat ve vasıf olur mu? Bu vasıf yeni mi çıktı? Tevrat [Ahdi atik = Old testament] üç tanrı var diyor mu?
Mis – Tanrı, Tevrat’tan sonra İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur.
CEVAP
İsa göğe çıkınca babanın sağına oturdu diyorsunuz. Bunlar vasıf değil, iki ayrı varlıktır.
M – Önce öyle idi, sonra İsa ile birleşti. Tek tanrı oldu. Şimdi o tanrının adı İsa’dır.
CEVAP
Bu çok gülünç, uydur uydur söyle. Bir misyoner de, (1+1+1=3 demek yanlış olur, doğrusu 1x1x1=1 dir. Buna üçlü birlik diyoruz) demişti. Buna da, (Ne diye üç tane biri çarpıyorsun, o zaman 100 tane biri de birbiri ile çarparsan yine bir çıkar. O zaman yüz tane tanrı demek de size göre doğru olur) demiştim. İşte İnciller değişe değişe böyle gülünç gariplikler çıkıyor. Kur’an-ı kerimde Yahudilerin de Hazret-i Üzeyir’e, Hıristiyanların da Hazret-i İsa’ya Allah’ın oğlu dedikleri bildiriliyor. Sizin düşündüğünüz tanrı, ne kadar zalim ki biricik oğlu dediğiniz Hazret-i İsa’yı hiç acımadan çarmıha gerdirip öldürüyor. Suçsuz insanı niye öldürür ki?
M – Başkalarının günahlarının affı için öldürdü.
CEVAP
Öldürmeden de affettim dese tanrınıza karşı çıkacak biri mi var? Ne kadar saçma bu!
M – Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi. Çünkü kutsal kitapta kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı. Ama İsa’da böyle olmadı. Çünkü o tanrının kuzusu idi. (Yuhanna incili 1/29) İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için ve son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı ve artık başka bir kurbana ihtiyaç yok.
CEVAP
Eee o zaman bütün dünya günahsızdır. Ne diye bizi Hıristiyan yapmaya çalışıyorsunuz?
M – O işe senin aklın ermez.
CEVAP
Az önce herkesin günahını affetti dediniz ya.
M – Din akla, mantığa uygun olmaz. Hıristiyanlık size saçma gelebilir. Tanrı sizin gibi düşünmez. Ancak kutsal ruh sayesinde tanrıya ulaşılır.
CEVAP
Akıl mantık da bu işte yaramazsa, ölçümüz ne olacak? Sizinle nasıl anlaşacağız? Allah niye günahsız biricik oğlunu öldürdü diyorum, mecburdu, bu akılla izah edilmez diyorsun. Çocuklar niye günahkâr doğar diyorum, onu kutsal ruh bilir diyorsun. Madem günahların affolması için bir kuzunun kurbanı gerekiyordu, şimdiki günahkârlar için de bir kuzu daha kurban edilse olmaz mı? Biricik oğlunu tekrar çarmıha gerdirse de bütün insanlık günahtan kurtulsa olmaz mı? Olmaz böyle şey dersen o zaman önce niye günahsız kuzuyu kanlar içinde çarmıha gerdirdi? Önceki doğru ise niye bir doğru daha yapmıyor? Hıristiyan olunca insanların günahları affolur diye İncillerin hangisinde yazıyor ki? Günahsız iseniz, papazlar daha ne günahı çıkartıyor? Bizim günahlarımız af olmayacaksa tanrının kuzusu niye kan içinde kaldı? Herkes günahsızsa dinlere ne ihtiyaç var? Böyle saçma dine nasıl inanılır ki?
Hazret-i İsa tanrı değildir
Yukarıda bir misyonerle geçen konuşmayı bildirmiştik. Şimdi de başka birisinin görüşlerini bildiriyoruz. Hazret-i İsa için tanrı, tanrının oğlu gibi tuhaf şeyler söylüyor.
Misyoner – Babasız insan olmaz. İsa babasız olduğuna göre, tanrı olmasa bile tanrının oğludur.
CEVAP
Babasız doğmak tanrının oğlu olmayı mı gerektirir?
Mis – Bu işte bir harikalık yok mu?
CEVAP
Elbette büyük bir harika bu. Ama bunun çocukla ilgisi ne?
M – Herkes öyle doğmadığına göre, büyük bir ilgisi var demektir.
CEVAP
Büyük ilgi, onu yaratandadır. Yaratılana tanrı veya tanrının oğlu demek yanlış olur.
M – Başka kimse babasız yaratılmadığına göre, onun tanrının oğlu olması niye anormal olsun ki?
CEVAP
Babasız kimse yok ama, hem anasız hem de babasız olanlar vardır. Hazret-i Âdem, Hazret-i Havva ve melekler ana babasız değil mi? O zaman Hazret-i İsa gibi hâşâ bunların da tanrı olmaları gerekmez mi?
M – Peki İsa’nın ölüleri diriltmesi onun tanrı olduğunu göstermez mi?
CEVAP
Bu bir mucizedir. Birçok peygamberde bu görülmüştür. Mesela Tevrat’ta yazıldığına göre, Benî İsrail Peygamberlerinden birkaç Peygamber de, ölüleri diriltmiştir. Hazret-i Musa, canlı olmayan bastonu diriltti. Bastonu yılan yapmak, ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü, bir değnek olan baston ile yılan, çok farklıdır. Hazret-i Musa’nın bastonu ejderhaya çevirdiğine inanıyorsun da, niye ona, hâşâ tanrı veya tanrının oğlu demiyorsun?
M – Peki, Hazret-i İsa’nın göğe çıkması onun tanrı olduğunu göstermez mi?
CEVAP
Yani Hazret-i İsa çeşitli hakaretlerle öldürüldükten sonra, göğe çıktı diyorsun öyle değil mi?
M – Evet öldürüldükten üç gün sonra.
CEVAP
Göğe çıkan değil, onu çıkaran kim? Hazret-i İdris, hayatta iken hiçbir hakarete maruz kalmadan göğe kaldırıldığına siz de inanıyorsunuz. O halde, hâşâ Hazret-i İdris’in tanrı olması daha uygun değil mi?
M – Bir soru daha: Her Peygamber günah işledi ama İsa günah işlemedi. Bu ilah vasfı değil mi?
CEVAP
Bizim inancımıza göre hiçbir peygamber günah işlemez. Hangi peygamber günah işledi?
M – Davud peygamber zina etmedi mi?
CEVAP
Bu iftirayı Yahudiler yapıyor. İsa’nın babası Davud diyorlar. Dört İncil’de de, Hazret-i İsa, Davud oğlu İsa diye, kendinden bahseder. Davud zina etmişse, hâşâ Hazret-i İsa onun nikahsız çocuğu olur. Bu ne çirkin iftira öyle?
M – İsa tanrı olmasa da Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi barbarlık dini değil, şefkat ve sevgi dinidir.
CEVAP
Bu öteki sözlerinden de saçmadır. Çünkü İncillerde diyor ki:
(Bir şehre savaş için girince önce barış iste. Kabul ederlerse herkes senin hizmetçin olacak ve sana kulluk edecekler. Barışı kabul etmezlerse, o şehirdeki her erkeği kılıçtan geçir. Kadınları, çocukları, hayvanları ve şehirdeki her şeyi yağma et. Şehirde nefes alan kimseyi bırakma. ………bütün milletleri yok et.) [Ahdi atik, Tesniye kitabı bab 20/10-18 Türkçesi s.169]
(Ruhsal yasaya göre her şey kanla temizlenir, kan dökülmeden bağışlama olmaz.) [İbranilere 9/22 Türkçesi s.499]
M – Ben hatırlamıyorum. İnceleyip bildireyim.
Günler geçti misyonerden cevap yok. Acaba Hıristiyanlar, bu maddelere göre mi Haçlı seferleri düzenleyip, Müslümanların günahlarını kanla temizlemeye çalıştılar? Bu kadar sevgi ve şefkat çok değil mi?
Bir misyonerle diyalog daha:
M - İsa, babasız doğdu. Tanrının biricik oğlu ve kuzusu idi. Bu yüzden ona tapıyoruz. Tanrı, Tevrat’tan sonra, İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur.
CEVAP
Babasız olmak tanrı olmayı mı gerektir? Âdem aleyhisselam da, Havva validemiz de hem anasız, hem babasız dünyaya gelmiştir. Onlara niye tanrı demiyorsunuz?
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah indinde, İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra da "ol" dedi ve oluverdi.) [Al-i İmran 59]
M - Tanrı, İsa’yı niye babasız yarattı?
CEVAP
Allahü teâlâ, Adem aleyhisselamı ve Havva validemizi anasız babasız yarattığı gibi, İsa aleyhisselamı da öyle dilemiş, öyle yaratmış, hikmetini açıkça bildirmemiştir. Belki de her şeye gücü yettiğini, kudretinin sonsuz olduğunu göstermek için böyle yaratmıştır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Meryem oğlunu ve annesini de [kudretimize] bir alamet kıldık.)[Müminun 50]
(Irzını iffetle koruyan Meryem ve oğlunu herkes için bir ibret kıldık.) [Enbiya 91]
İnsanları imtihan etmek için olabilir. Bir yetimi ahir zaman Peygamberi yapmıştır. Yetim olduğu için de inanmayan olmuştur. Bu bir imtihandı. Hazret-i İsa da, babasız doğunca hâşâ veled-i zina diye, iftira edip inanmayanlar imtihanı kaybettiler. Babasız olduğu için, siz de, (Çocuk babasız olmaz, babası tanrıdır) diyorsunuz, yani siz de, bu imtihanı kaybettiniz. Babasız doğmak, kişiyi insanlıktan çıkarıp, ilah yapsaydı; hem anasız, hem de babasız yaratılan Âdem aleyhisselam ile Havva validemizi de, ilah bilip bunlara daha çok tapınmanız gerekmez miydi?
M - Biz Kur’ana inanmayız ama Kur’anda diyor ki:
(Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik.) Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.) (Nisa 157-158)
CEVAP
Evet, Nisa suresinin o âyetlerinin meali bildirdiğiniz gibi. Madem inanmıyorsunuz yani inanmadığınız şeyi bize niye yazdınız?
M - Niye olacak, İsa ölmedi, öldürülmedi diyorsunuz.
CEVAP
Evet, Allahü teâlâ öyle bildiriyor. Buna itirazınız mı var yoksa?
Sual: Elbette var. Tanrı, kuzusu İsa’yı çarmıhta öldürttü, kurban etti. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı. Çünkü kutsal kitapta, kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için kurban oldu.
CEVAP
Sizin tanrınız ne gaddar öyle? Suçsuz insanı niye öldürür ki? Hem de suçsuz biricik oğlunu? Bu kadar zalimlik olmaz.
M - Başkalarının günahlarının affı için öldürdü.
CEVAP
Papazlarınız bir sözle günahlarınızı affediyor da, tanrınız bunu yapamıyor mu? Papazlarınız kadar gücü kuvveti yetkisi yok mu?
Bütün günahkârları affettim dese tanrınıza karşı çıkacak biri mi vardı? Neden kendi oğlunu öldürmek zorunda kaldı? Bir şeyi yapmak zorunda kalan nasıl tanrı olur ki? Bu kadar saçmalık olmaz.
M - Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi. Çünkü kutsal kitapta kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı. Ama İsa’da böyle olmadı. Çünkü o tanrının kuzusu idi. (Yuhanna incili 1/29) İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için ve son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı ve artık başka bir kurbana ihtiyaç yok.
CEVAP
Artık o zaman bütün dünya günahsızdır. Ne diye Müslümanları gayri müslim yapmaya çalışıyorsunuz ki? Eğer Müslümanlar günahkâr ise, bir oğul daha doğursun ve onu kurban etsin Müslümanlar da günahtan kurtulsun.
Bir de kutsal kitapta öyle yazıyor diyorsunuz? Hangi kutsal kitapta? Yüzlerce kutsal denilen İnciller arasından seçilen dört kitapta mı?
M - Bunu siz anlamazsınız.
CEVAP
Siz anlıyor musunuz ki? Hem madem dünya günahsızdır, sizin çocuklar niye günahkâr olarak dünyaya geliyor? Yeni doğan çocuk ne günahı işledi? Niye vaftiz yapılıyor? Niye papazlarınız günah çıkartıyor? Hıristiyanların tanrıları insanların günahlarını bilmiyorlar mı da, günah itiraf etme mecburiyeti getiriyorlar? Bu itiraf mecburiyeti İncillerin hangisinde yazıyor? Madem günahkâr doğuyor, gider papaza, (Papaz efendi benim ve çocuğumun günahını çıkar) denir, o da şaraplı su ile vaftiz edince günahsız olur! Ne diye Hazret-i İsa’yı öldürüyorlar?
Sonra ne diye Tanrı’nın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğla neden ihtiyaç duymuş? İhtiyaç duyan tanrı olur mu?
Kur’an-ı kerimde (Kimse kimsenin günahını çekmez) buyuruluyor.(Enam 164)
Ne ise, Nisa suresindeki âyetleri bize niye yazdınız?
M - Eğer Kur’ana göre İsa’nın suretinde başka birisi çarmıha gerilip İsa göklere alındıysa oldukça tartışmalı bir durum ortaya çıkar. İsa'nın yerine çarmıha gerilen kişinin Tanrı tarafından İsa'nın benzerliğine dönüştürülmesi İsa inanırlarını yanıltmak adına garip bir durum değil midir? Zira, bu görüntüyle güya Allah, çarmıha gerilen bir İsa figürü sunmakla o dönemin İsa’nın takipçilerine yanlış bir Hıristiyan inancı başlatmış sayılmaz mı? Öyle ki İsa’yı izleyenler onun çarmıha gerilip bütün insanlar adına günah sunusu olarak çarmıhta öldüğünü görerek iman etmişlerdir.
CEVAP
Bunları siz uyduruyorsunuz. Daha doğrusu Yahudiler uydurdu, siz de saf saf inandınız.
Ölünün neyine iman ediliyor ki? Suçsuz bir oğlunu, başkalarının suçu için öldürmek, bir tanrı için, yüz karalığı ve âcizlik değil mi? Suçsuz bir kuzuyu öldürmesinin hesabını vermesi gerekmez mi? Böyle suçlu birisini ilah sanmak kadar saçma ne olabilir?
M - Ve aynı inanç bu haliyle günümüze dek taşınarak bizleri de etkilemiş, imanlısı yapmıştır. İsa’nın çarmıha gerilmediğinin 600 yıl sonrasında Muhammed'le açıklanması gecikmiş bir haber olması açısından ne derece güvenilir?
CEVAP
Yahya aleyhisselam, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa’ya İncil inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hazret-i İsa’dan sonra da Peygamberler geldi. Bunlardan üçünün hayatı, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinin 5. cildinde bildiriliyor. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)
Bu peygamberlerden hiç birisi, İsa öldürüldü dememiştir.
M - Söylendiği gibi ise Muhammed dönemine kadar böyle bir yanlış İsa inancının sorumlusu size göre kimdir?
CEVAP
Yanlış İsa inancı, Bolüs’ün [Pavlos’un] uydurup sizi kandırdığı inançtır. Hazret-i İsa, doğru inancı, yani önceki kitapların ve Kur’anın bildirdiği doğru inancı bildirdi.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli Peygamberi müjdeleyici olarak geldim” dedi.) [Saf 6]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfir oldu. Halbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!" dedi. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]
(İsa dedi ki: Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.) [Zuhruf 63,64]
(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin’ diye sen mi söyledin?” dedi. O da, ‘Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz’ dedi.) [Maide 116]
Bir hıristiyana cevaplar
|
Sual: Bir hıristiyanın ekteki sorularına cevap verir misiniz?
CEVAP
Bu Hıristiyan (1914’de kıyamet kopacak) diyen Amerikalı C. Russell’in kurduğu hıristiyan mezhebine mensuptur. Russelciler, böyle suallerle zihinleri bulandırmak istiyorlar. Fakat, dinini bilen hiçbir müslüman hıristiyan olmaz. Dinden habersiz kimseler, herhangi bir dine girebilirler. Bunun için (Müslüman cahil kalınca, Hıristiyan da, ilim sahibi olunca dinini terk eder) sözü meşhurdur.
Russelci hıristiyan soruyor:
Sual: 1- Hakiki din İslam ise, hangi mezhebidir? Hakiki din nasıl anlaşılır, meyveleri nelerdir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul edilmeyecektir.) [Al-i İmran 85]
İslam mezheplerinin iman hususunda hiçbiri diğerinden farklı değildir. Hepsi de Amentüdeki iman esaslarını bildirirler. Hazret-i Âdem’den beri gelen bütün peygamberler de aynı imanı bildirmişlerdi:
(De ki, biz "Allah’a, size indirdiğine, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakub oğullarına indirilen, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz.) [Al-i İmran 84]
Her peygamber, Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, öldükten sonra dirilmeye, Cennete, Cehenneme inanmayı bildirdi. Aralarında hiç fark yoktu. Fark olursa -hâşâ- Allah’ın bildirdiğinde tenakuz olur. Amele ait bilgilerde, insanların istifadesi için değişiklikler yapılmıştır. Mesela içyağı Hazret-i Musa zamanında haram iken, Hazret-i İsa zamanında helal edilmiştir. Hazret-i Âdem zamanında evlenmeler de, daha sonrakilerden farklıydı.
Aynen peygamberlerin farklı şeriatlari olduğu gibi, İslam mezheplerinin de rahmet olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Onun için mezheplerin hepsi de Cennete girecektir. Hatta kâfir olmamış, sapık mezhepsizlerin bile, günahları kadar Cehennemde cezalarını çektikten sonra Cennete gidecekleri hadis-i şerifle bildirilmiştir. Hakiki dinin meyvesi, dine uyanların dünyada huzuru, ahirette sonsuz saadete kavuşmasıdır. Dine uyan müslüman rahata kavuşur. Bugün İslam âlemindeki insanlar, huzursuzsa, dine uymadıklarının alametidir.
Russelci soruyor:
Sual: 2- Allah’ın hakiki kitabı nasıl tespit edilir? Allah’ın maksadı nedir?
CEVAP
Allah’ın kitabında tenakuz olmaz. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Eğer Kur'an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık bulunurdu.) [Nisa 82]
Bugünkü İncillerde pek çok tenakuzlar vardır. Bu da, insan eliyle yazılmış olduğunu ispat eder. Halbuki Kur'an-ı kerimin hepsi Allah kelamıdır.
İkinci önemli husus, nasıl insan, bir karınca bile yaratamıyorsa, Kur'an-ı kerimin bir cümlesini meydana getiremez. 14 asırdan beri de, benzeri yazılamadı.
(Eğer kulumuza [peygambere] indirdiğimizden [Kur'anın Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [putlarınızı, bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23,24]
(Bu Kur'anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]
Üçüncü husus ise, Kur'an-ı kerim hiç değiştirilemez. İşte âyet-i kerimeler:
(Kur'anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]
(Allah’ın kelamını [Kur'an-ı kerimi] kimse değiştiremez.) [Enam 115]
Allah’ın maksadı şu: Kur'an-ı kerimde insanları ve cinleri, kulluk etmeleri için yarattığını bildirmektedir. (Zariyat 56)
Russelci soruyor:
Sual: 3- Hakiki peygamberi nasıl bilebiliriz?
CEVAP
Bir peygamber mucizeleri ile bilinir. Mucize, peygamberim diyenin, doğru söylediğini bildiren alamettir. Mucizenin şartlarından beşi şöyle:
1) Harika olmalı.
2) Aynı şeyi başkası yapamamalı.
3) İstenilen zamanda hasıl olmalı.
4) İsteyip de hasıl olan mucize, kendini yalanlamamalı. Mesela, şu hayvan ile konuşacağım, deyince, hayvan, Bu yalancıdır derse, mucize olmaz.
5) Mucize, peygamber olduğunu söylemeden önce hasıl olmamalı.
İsa aleyhisselamın beşikte konuşması, Muhammed aleyhisselamın, çocuk iken başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların kendisine selam vermesi gibi, önceden hasıl olan harikalar, mucize değildi. Keramet idi. Bunlara İrhas denir. Bu harikalar, peygamberliklerini bildirdikten sonra görülürse, Mucize denir.
Hazret-i Musa zamanında sihir ilerlemiş, sihirbazın ipi yılan gibi görünüyordu. Musa aleyhisselamın asası gerçek bir yılan olup sihirbazların yılan gibi görünen iplerini yutmuştu. Sihirbazlar da bunun mucize olduğunu anlayıp iman etmişlerdi.
Hazret-i İsa zamanında tıp ileri idi. Her hastalığa ilaç bulunuyordu. Hazret-i İsa’ya, körleri iyileştirme, ölüleri diriltme mucizesi verilmişti. Buna rağmen inanan az olmuştu.
Hazret-i Muhammed zamanında, şiir fesahat ve belagat sanatları çok ilerlemişti. Allahü teâlâ da; her milletin kıymet verdiği şeylerde mucizeler gönderdiği için, Muhammed aleyhisselama da benzeri yazılamayacak olan bir kitap gönderdi. Bir çok edipler, bunun insan sözü olmadığını anlayıp iman ettiler.
Hazret-i Muhammed ümmi idi. Kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiçbir şey yazmamıştı. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
[(Ey Peygamberim] Sen [Kur'an gelmeden] önce bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur'an-ı kerimi, başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi.) [Ankebut 48]
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
En büyük mucize
Muhammed aleyhisselamın, parmaklarından bir orduya yetecek su akması, ağaçların kendisine selam vermesi, elinde çakıl taşlarının zikretmesi, zehirli kebabın Beni yeme, ben zehirliyim diye konuşması, putlarla ve hayvanlarla konuşması gibi bin kadar mucizesi görülmüştür. Bunların en büyüğü ve devamlı olanı Kur'an-ı kerimdir.
Bütün şairler, edebiyatçılar, Kur'an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlar, bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagatı insan sözüne benzemez. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozulur. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayan bulamamıştır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemez.
Kur'an-ı kerim, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber verir. İşiten ve okuyan, tadına doyamaz. Yorulur, fakat bıkıp usanmaz. Nice azılı İslam düşmanları, Kur'an-ı kerimi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, imana gelmişlerdir.
İlim ve tecrübe ile bulanamayacak güzel şeyler ve iyi ahlak ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur'an-ı kerimde açık veya kapalı olarak bildirilmiştir. Semavi kitaplardaki ilimlerin hepsi Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. Sadece Kur'an-ı kerim bile, Muhammed aleyhisselamın peygamber olduğunu göstermeye kâfi bir mucizedir.
Russelci soruyor:
Sual: 4- Hazret-i Âdem ile Havva nerede yaratıldı? a) Cennet yerde mi, gökte mi?
CEVAP
Hazret-i Âdem, topraktan yaratıldı. Çamur haline getirilip pişmiş gibi kurutuldu. Sonra can verildi. Her şeyin ismi ve faydası bildirildi. (Secde 7, Fatır 11, Rahman 14)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
("Rabbin meleklere, yeryüzünde bir halife, bir insan yaratacağım" dediği zaman melekler "Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek insanı mı halife yapacaksın?" dediler. Allah da, "Sizin bilmediğinizi elbette ben bilirim" buyurdu.)[Bekara 30]
(Biz, "Ey Âdem, hanımınla Cennete yerleşin, Cennet nimetlerinden yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın" dedik.)[Bekara 35]
Âlimlerin bir kısmı, Âdem aleyhisselamın yeryüzünde yaratılıp, Cennete konduğunu, bir kısmı da, Cennette yaratıldığını bildirmektedir. Havva validemiz de yeryüzünde veya Cennette yaratılmıştır. Her iki şekilde de inanmanın imana zararı olmaz.
Cennetin kaçıncı kat gökte olduğu bildirilmemiştir. Peygamber efendimiz (Cennet göktedir) buyurmuştur. (Deylemi)
Gök, yedi kat olarak yaratılmıştır. ( Bekara 29, Mülk 3)
Bugün, ancak birinci kat gök bilinebiliyor. Bütün bilinen ve bilinmeyen gezegenler, Güneş ve yıldızlar birinci kat göktedir. İkinci kat, birinci kattan, diğer katlar da birbirinden çok büyüktür.
Russelci soruyor:
Sual: 5- Şeytan ve Cin nasıl varoldu? Allah onu şeytan olarak mı yarattı?
CEVAP
Şeytan ve cin ateşten yaratılmıştır. (Hicr 27, Rahman 15)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytana niçin secde etmediği sorulunca "Ben Ademden daha hayırlıyım. Onu topraktan, beni ateşten yarattın" dedi. Allah da "O halde Cennetten çık" buyurdu.) [Araf 12, 13 ve Hicr 32-34]
Şeytan da cin gibi ateşten yaratılmıştır. İsyan edince Cennetten kovulmuştur. İsyan etmeseydi Cennetten kovulmazdı. İblis, şeytan olarak değil, bir varlık olarak yaratılmıştır. Cinler de ateşten yaratıldığı halde, mümin ve kâfir olanları vardır. (Cin 1-4)
Russelci soruyor:
Sual: 6- Kur'andaki ben, biz kelimeleri kime aittir? Kur'anda çok defa gizli, üçüncü şahıs konuşur. Kim bu varlık?
CEVAP
Hıristiyan, Kur'an-ı kerimi, İnciller gibi, içinde başkalarının da sözü var zannediyor. Kur'anın tamamı Allah’ın kelamıdır.
Not: Bu iddiaları geniş olarak Allah bir olduğu halde niçin biz deniyor maddesine alınarak cevaplandırılmıştır.
Russelci soruyor:
Sual: 7- Hazret-i İsa öldürüldü mü? a) Hazret-i Muhammed şefaatçi midir? Faydası var mı?
CEVAP
İsa aleyhisselam öldürülmedi, göğe kaldırıldı. Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselamı tufandan, İbrahim aleyhisselamı, düşmanlarından kurtardığı gibi, İsa aleyhisselamı da, yahudilerin elinden kurtarmış, Hazret-i İsa'ya ihanet ederek bulunduğu yeri haber veren, Yahudi casusu, münafık Yuda Şamunu Hazret-i İsa'ya benzeterek onu öldürtmüştür. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yahudileri, "Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük" dedikleri için lanetledik. Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da, öldürülen, kendilerine İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157]
(Elbette İsa [nın kıyamete yakın gökten inmesi], kıyametin yaklaştığını gösteren bilgidir. Sakın bunda şüphe etmeyin.)[Zuhruf 61]
İsa aleyhisselamın gökten ineceğini bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam’dan başka şeyi kabul etmeyecektir. Mal o kadar çok olacak ki, kimse dönüp de bakmayacaktır.) [Buhari]
[Hadis-i şerifte geçen Domuzu öldürecek demek "Domuz eti yemeyi yasaklayacak" demektir. Haçı kıracak, yani Hıristiyanlığı kaldıracaktır. Başka bir hadis-i şerifte (Mizmarları kıracak) buyuruldu. Yani her çeşit çalgıyı yasak edecektir.]
(İsa, âdil bir hakem olarak indiği zaman kin, nefret ve haset kalkacaktır.) [Müslim]
(Deccal çıkınca, İsa gelecek, Deccalı helak edecek, bundan sonra iki kişi arasında düşmanlık olmayacaktır.) [Müslim]
(İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki]
(İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allah, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde sükun emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu Davud]
(Eshab-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa bunun zamanında gökten inecektir. İsa, Deccal ile harp ederken, Mehdi, onunla beraber olacaktır. Bunun hükümdarlığı zamanında, her zamankinin aksine olarak ve hesapların tersine olarak, Ramazan-ı şerifin 14. günü güneş ve ilk gecesinde ay tutulacaktır.) [İ. Süyuti]
(İsa, inince, evlenecek, bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.) [Tirmizi]
Sadece Hazret-i Muhammed aleyhisselam değil, Allah’ın izni ile bütün peygamberler şefaat edecektir. Hadis-i şerifte (Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder) buyuruldu. (İbni Mace)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin sana [şefaat izni ve çeşitli nimet] verecek. Sen de razı olacaksın.) [Duha 5]
(Allah’ın Resulü onlar için af dilerse... affa uğrarlar) mealindeki âyet de, Hazret-i Muhammed aleyhisselamın şefaat edeceğini bildirmektedir. (Nisa 65)
Russelci soruyor:
Sual: 8- Allah bir insanı zorba ve benzeri yapar mı?
CEVAP
Allahü teâlânın her şeye gücü yeter. Ancak hiç kimseyi günah işlemeye zorlamaz. Hiç kimseyi şaki [zorba] veya benzeri kötü biri yapmaz. Haksız olarak kimseyi cezalandırmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah kullarına zulmetmez.) [A. İmran 182]
Russelci soruyor:
Sual: 9- Kader neleri içine alır?
CEVAP
Kader her şeyi içine alır. Kader, Allahü teâlânın ezelî ilmi ile, insanların ve diğer mahlukatın yapacağı işleri bilmesi demektir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah her şeyi hakkıyla, en iyi bilir.) [Hucurat 16,18]
Onun bilmesi kulların yapacağı iyi ve kötü işlere tesir etmez. Mesela bir sene içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak takvimlere yazılmıştır. Güneş takvimlerde bildirilen saatte doğup batar. Takvime öyle yazıldığı için mi güneş o saatlerde doğup batıyor? Takvime yazılmasa da yine güneş o saatlerde doğup batar. İşte Allahü teâlâ da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile, günah veya sevap işleyeceğini, hastalanacağını, ne iş yapacağını bilir. Fakat bu bilmesi, kulların yaptıkları işlere cebri bir müdahale değildir.
Russelci soruyor
Sual: 10- Sünnet emri Kur'anda var mı? Niçin sünnete uyuluyor?
CEVAP
Sünnet emrinden maksat, Peygamber efendimizin emirlerine uymak ise, Allahü teâlâ, Peygamberimize uymayı emrettiği için, biz de ona uyuyoruz. İşte âyetler:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 20]
(Allah’a ve Onun ümmi nebi Resulüne uyarsanız, doğru yolu bulursunuz.) [Araf 158]
(Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
Russelci soruyor:
Sual: 11- Beş vakit namaz Kur'anda var mı?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde, namaz vakitlerinin gizli değil, açık olduğu bildiriliyor:
(Elbette, namaz müminlere belli vakitlerde farz kılınmıştır.) [Nisa 103]
Bu vakitler diğer âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Güneşin kayması anından [öğle ve ikindiden], Gecenin kararmasına [akşam ve yatsıya], kadar ve fecir [sabah] vaktinde namaz kıl!) [İsra 78]
(Rabbini güneşin doğuşundan önce [sabah] ve batışından önce[öğle ve ikindi] ve gecenin bir bölümünde [akşam ve yatsı vakti] hamd ile tesbih et!) [Kaf 39,40]
(Akşama girerken [akşam ve yatsı namazında], sabaha ererken[sabah namazında], gündüzün nihayetinde [ikindi namazında] ve öğle vaktinde [öğle namazında] Allah’ı tenzih et!) [Rum 17, 18]
Buhari ve Müslimdeki hadis-i şerifte ise, (Beş vakit namazla emrolundum) buyuruluyor.
Kur'an-ı kerimde (Belli vakitlerde namaz farz kılınmıştır) buyurulup, ayrıca beş vaktin hepsi de bildirildiği halde Beş vakit namazifadesinin geçmeyişi, kutuplarda ve buralara yakın yerlerde beş vaktin tamamının taayyün etmemesindendir. (Nimet-i İslam)
Namaz vakitleri yeni konmadı ki, 14 asırdan beri devam ediyor, Peygamber efendimiz, kaç vakit demişse, kaç vakit kılmışsa, o zamandan beri aynı vakitlerde namaz kılınmaktadır. Namazların nasıl kılınacağı Kur'an-ı kerimde açıkça bildirilmemiştir. Peygamber efendimiz nasıl kılmışsa, müslümanlar da aynı şekilde kılmaktadır. Namazın beş vakit olması, kılma şekli, mütevatir hadislerle bildirilmiş ve tevatüren bugüne kadar gelmiştir. Hadis-i mütevatir, bir çok sahabenin Resul-i ekremden işittiği ve kitaba yazılıncaya kadar, böyle çok kimselerin haber verdiği hadis-i şeriflerdir ki, bunların bir yalan üzerinde sözbirliği yapmalarına imkan olmaz. Mütevatir hadislere inanmayan kâfir olur. (Mahzen-ül -ulum)
Russelci soruyor:
Sual: 12- Kıyametin alametleri nelerdir?
CEVAP
Bu soru, Charles Russell, Dünya çok yakında sona erecek dediği için, belki bu görüşe yakın bir bilgi elde etme düşüncesiyle sorulmuş olabilir. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemiş, (Ancak onu Allah bilir) buyurulmuştur. (Araf 187, Ahzab 63)
Kıyametin ne zaman kopacağı belli değil ise de, alametleri çıkmıştır. Büyük alametler çıkmadıkça kıyamet kopmayacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir. Büyük alametlerden on tanesi şöyle:
1- Mehdi gelecek: Adı Muhammed Mehdidir. Babası Abdullah, annesi Aminedir. Gökten bir melek, (Bu Mehdidir, sözünü dinleyin)diyecek.
2- Deccal gelecek.
3- Hazret-i İsa gökten inecek.
4- Güneş batıdan doğacak.
5- Dabbet-ül-ard: (Neml 82)
6- Yecüc ve Mecüc: (Enbiya 96)
7- Duman: (Duhan 10)
8- Doğuda, batıda ve Arabistan’da ay tutulmaları olacak.
9- Kâbe yıkılacak.
10- Yemenden bir ateş çıkacak.
Russelci soruyor:
Sual: 13- Mesih unvanı kime aittir? Anlamı nedir?
CEVAP
Mesih, Hazret-i İsa'ya denir. ( Al-i İmran 45, Nisa 157, 171, 172, Maide 17, 72)
Mesih, meshedilmiş demektir. Mesh, el ile sıvazlama demektir. Şeytan musallat olmaması için Cebrail aleyhisselam kanadı ile meshetmiştir. Hastaya dokununca, iyileştiği için Mesih denildiğini söyleyenler de vardır. Yağ ile meshedildiği için Mesih denildiği de söylenir. Günah kirinden temizlendiği için Mesih dendiği de bildirilmiştir. Deccala da mesih denilir. (Tibyan)
Russelci soruyor:
Sual: 14- Hazret-i İsa’nın babasız doğmasının sebebi nedir?
CEVAP
Hazret-i İsa babasız, Hazret-i Havva da hem anasız, hem babasız dünyaya gelmiştir, Allahü teâlâ öyle dilemiş, öyle yaratmış, hikmetini açıkça bildirmemiştir. Belki de her şeye gücü yettiğini, kudretinin sonsuz olduğunu göstermek için böyle yaratmıştır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Meryem oğlunu ve annesini de [kudretimize] bir alamet kıldık.)[Müminun 50]
(Irzını iffetle koruyan Meryem ve oğlunu herkes için bir ibret kıldık.) [Enbiya 91]
İnsanları imtihan için olabilir. Bir yetimi ahir zaman Peygamberi yapmıştır. Yetim olduğu için de inanmayan olmuştur. Bu bir imtihandı. Hazret-i İsa da babasız doğunca inanmayanlar imtihanı kaybettiler. Babasız olduğu için, Hıristiyanlar İsa’ya tapınıyorlar. Babasız doğmak, kişiyi insanlıktan çıkarıp, ilah yapsaydı, ana-babasız yaratılan Âdem aleyhisselamı da ilah bilip daha çok tapınmaları gerekirdi.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah indinde, İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra da "ol" dedi ve oluverdi.) [A.İmran 59]
Russelci soruyor:
Sual: 15- Ölüm, hastalık, açlık, cinler, deniz, rüzgar üzerinde etkili olan yegane kişi idi neden?
CEVAP
Burada kimi kastettiği anlaşılmıyor. Hazret-i İsa’yı kastediyorsa, yanlıştır. Her şeye etkili ve yetkili olan yalnız Allahü teâlâdır. Allah bütün peygamberlere çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hazret-i Davud’un elinde demiri hamur gibi yumuşattırmıştı. Cinleri, kuşları ve rüzgarı Hazret-i Süleyman’ın emrine vermişti. (Sebe 10-12, Enbiya79-81, Sad 18-36-38, Neml 17 )
Hazret-i İbrahim’i ateş yakmadı. Hazret-i Yunus’u balık yuttuğu halde, hiçbir zarara uğramadı. Hazret-i İsa beşikte iken konuştu. (Maide 110, Meryem 28-30 )
Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed’i gecenin bir anında Mescid-i Aksa’ya götürmüştür. (İsra 1) Cenneti, Cehennemi ve bilinmeyen yerleri gezdirmiştir. Bunların hepsi birkaç saniye içinde olmuştur. Buna Mirac Mucizesi denmektedir. Bunu yapmak Allahü teâlâ için zor değildir. Vezir Asaf bin Barhiya, Belkıs’ın tahtını göz açıp yumuncaya kadar Süleyman aleyhisselamın sarayına getirmiştir. (Neml 40 )
Hazret-i Muhammed’in meşhur mucizelerinden biri de, Ayı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Kâfirler Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır dediler. Hazret-i Muhammed, dua etti, Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Bize sihir yaptı diyerek inanmadılar. (Kamer 1,2 )
Allahü teâlâ, peygamberlerine verdiği mucizeleri bildirdikten sonra (Bunları yapan biziz) buyuruyor. (Enbiya 79 )
Russelci soruyor:
Sual: 16- Milat da onun doğumuyla değişti. Bu bir tesadüf mü?
CEVAP
Milat, doğum demektir. Milat onun doğumu ile değişmedi. Harika bir olay olduğu için onun doğumu takvime başlangıç kabul edildi. Müslümanlar da Muhammed aleyhisselamın hicretini takvime başlangıç yapmışlardır. Böyle şeylerin Hazret-i İsa’nın ilah olması ile ne ilgisi var?
Russelci soruyor:
Sual: 17- Kıyamete yakın Hazret-i İsa gelecek mi?
CEVAP
Elbette gelecektir.
[ Not: Bunun cevabı geniş olarak Hazret-i İsa gökten inmeyecek mimaddesinde verilmiştir.
Russelci soruyor:
Sual: 18- Kur'an (Tevrat, Zebur, İncil değişti, bozuldu) der mi?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ehl-i kitap "Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennete girmeyecek" dediler. Bu onların kuruntusudur. Onlara "Eğer doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin!" de!) [Bekara 111]
(Yahudiler, Üzeyir’e, Hıristiyanlar da İsa’ya Allah’ın oğlu dediler. Daha önce kâfir olmuş kişilerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin.) [Tevbe 30]
("Allah’ın çocuğu oldu" dediler. Hâşâ, O yücedir, göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur, hepsi Ona boyun eğmiştir.) [Bekara 116]
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden razı olmazlar. De ki "Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.") [Bekara 120]
("Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" diyenlere de ki: "Aksine biz, hanif yani doğru yaşamış İbrahim’in dinine uyarız.") [Bekara 135]
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O hanif bir müslüman idi. müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]
("Biz, Allah ve Onun indinde bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Eshata indirilene, Musa’ya, İsa’ya verilenlere, Rablerinden diğer peygamberlere gelenlere, onların hiç biri arasında fark gözetmeden inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk" deyin!) [Bekara 136]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.) [Bekara 140]
[Bu âyetlerden de her peygamberin müslüman olduğu, aynı imanı bildirdiği, Yahudi ve Hıristiyanların bâtıl olduğu anlaşılmaktadır.]
([Kur'an İsa’nın babasız olduğunu kabul ettiğine göre, ilahlığını da kabul ediyor" diyen yahudilere] De ki, gelin dua edelim, yalancıların üzerine Allah’ın laneti olsun diyelim.) [A.İmran 61]
(Ey ehl-i kitap, İsa, Allah’ın peygamberidir. Tanrı üçtür demeyin. Allah, ancak tek bir ilahtır. Çocuğu olmaktan münezzehtir.) [Nisa 171]
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfir olmuştur. Halbuki mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!" demiştir. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]
(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince ona "Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen iffetsiz değildi" dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince ona, "Biz çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Çocuk dedi ki, "Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bana namazı ve zekatı emretti.") [Meryem 27-31] [İncilde emredilen namaz ve zekatı da tahrif etmişler.]
(İsa, "Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli Peygamberi müjdeleyici olarak geldim" demişti.) [Saf 6]
Bâtıl dinler
Yukarıya birkaçını aldığımız âyetlerden de anlaşıldığı gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlık bozulmuş, bâtıl bir dindir. Hazret-i İsa ile ilgili âyetlerden ikisi de şöyle:
(Ey Meryem oğlu İsa, seni mukaddes ruh ile desteklemiştim, böylece beşikte iken, yetişkin olunca da insanlarla konuşmuştun. Sana kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretmiştim. Çamurdan yaptığın şekle üfleyince benim iznimle kuş oluyor, anadan doğma körü ve alacalıyı benim iznimle iyileştiriyor, ölüleri benim iznimle diriltiyordun. İsrail oğullarının seni öldürmesinden ben kurtardım.) [Maide 110]
(İsa dedi ki "Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.") [Zuhruf 63,64]
Hazret-i İsa’ya ilah demekle, O yüceltilmiş olmaz. Allah’ın oğlu demek de Allah’a hakaret olur. Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah {Ey İsa, insanlara "Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin" diye sen mi söyledin?} diye sorunca, o da, "Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz" demiştir.) [Maide 116]
Russelci soruyor:
Sual: 19-Mukaddes kitapta, cine ait bilgi yok. Kur'anda var mı?
CEVAP
Hıristiyanlıkta neye ait bilgi var ki, cinlere ait bilgi olsun? Kur'an-ı kerimde mealen, (Cinlerden bir grup, "Biz doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik. Biz de ona inandık. Artık Rabbimize asla kimseyi ortak koşmayacağız. Elbette Rabbimizin şanı çok yücedir. O ne eş, ne de çocuk edinmiştir. Bizim beyinsiz olanımız Allah hakkında pek aşırı yalanlar uydurmuştur" dediler.) buyuruluyor. [Cin 1-4]
Bir makine yapılınca, nasıl kullanılacağını, bakımının nasıl yapılacağını gösteren bir tarifname de hazırlanır. Allahü teâlâ, insan gibi muazzam bir varlığı yaratınca, onu hâşâ başı boş mu bıraktı? Onun ne yapacağını bildirmedi mi? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Sizi boş yere yarattığımızı, hakikaten huzurumuza getirmeyeceğimizi mi sandınız?) [Müminun 115]
Kur'an-ı kerimde insanın ne yapması gerektiği bildirilmiştir. Kur'an-ı kerim eşsiz büyük bir mucizedir. İçinde en derin ilmi ve fenni bilgiler, medeni kanunlara örnek teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, geçmişe ait birçok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları ve bunlara benzer, o zamana kadar hiç kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır.
Allah’a inanıyorum diyen bir kimse, Onun sıfatlarını bilmeden Allah’a inanmış sayılmaz. Allah kaç tanedir, yardımcıları var mı? Her istediğini yapabilir mi? Herhangi bir sebeple ölebilir mi? Bir başlangıcı veya sonu var mı? Her şeyi görür mü, görmesine engel teşkil eden şey var mı? Her şeyi işitir mi? Hangi varlığa benzer? Ondan başka yaratıcı var mı? Evi, barkı var mı? Her şeye gücü yeter mi? Evlenme ihtiyacı duyar mı? Yer içer mi?
Bütün bu suallerin hepsinin cevabı Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. Fakat İncillerde böyle bilgilere rastlanmaz. İmanın şartları nelerdir? Elfaz-ı küfr denilen, söyleyince insanı dinden çıkaran sözler nelerdir? Bunların hiçbiri İncillerde yoktur. Dünya dönüyor mu? Papazlar yıllarca dönmediğini zannetmişlerdir. İncillerde yazmayınca papaz ne yapsın?
Güneşin ayın hareketleri, takvim, ay, yıl, mevsime ait bilgiler, evlilik, talak hakkında bilgiler İncillerde yoktur. Namazın, orucun, zekatın şartları, tesettürün ölçüleri, kumar, gasp, hırsızlık, alış-veriş ve mirasa ait bilgilerin hiç biri Hıristiyanlıkta yoktur.
Refahı temin eden din
İslam dini, insanın hem ruhi, hem de maddi refahını temin edecek bir ahlak getirmiştir. Bu mukaddes din, sadece, fert ile Allah arasında rabıta kurmakla kalmayıp, fertlerin birbirlerine, hatta insanlık camiasına karşı haklarını ve vazifelerini şümullü olarak tanzim eder, hep ileriyi gösterir, ileriyi ister ve ilericidir. İlericiliğin ve dinamizmin mümessilidir. Bu din, insan ruhunu ve bütün insanlığı saadete kavuşturacak prensiplerden ibarettir. İslamiyet’te sınıflaşma yoktur. Herkes aynı haklara, aynı itibara sahiptir. Ferdin, muayyen bir topluluğun, hatta yalnız müslümanların değil, bütün insanlığın, hür ve medeni bir hayat seviyesine ulaşmasını emreder. Bunun için de, sosyal adaleti esas tutar.
İslam dini, ırk, milliyet, siyasi inanç, lisan ve tahsil seviyesi ayırt etmeksizin, her insanın şeref ve itibarına hürmet eder. Bu sebepten de, yabancılar arasında Müslümanlık yayılmaktadır.
Hayret! İncili de inkâr ettiler
|
Sual: İncil değiştirildi diye yazmanız çok komik. Çünkü İncil diye bir kitap hiçbir zaman olmamıştır. Allah, İncil diye bir kitap göndermemiştir. İncil denilen şey aslında Allah’ın İsa’ya bildirdiği sözlü tebliğdir. Yani İncil yazılı bir kitap değil, sözlü tebliğdir. Şu anda var olan ve İncil denen kitaplar Allah’ın gönderdiği bir kutsal kitabın bozulmuş halleri değil, Hazret-i İsa'dan en az 50 yıl sonra yazılmaya başlanmış hikaye, hatıra kitaplarıdır. Zaten bunu biz Katolik Hıristiyanlar kabul ediyor fakat ek olarak bu kitapların özünün doğru olduğunu savunuyoruz. Diyoruz ki:
Evet İncillerde yazanlar Allah’ın sözleri değil, insanların sözleridir, İsa'dan en az 50 yıl sonra yazılmaya başlanmıştır, ama kulaktan kulağa geçen bilgilerin ve çok sayıda insanın anıları yazılmıştır, dolayısıyla bu kadar çok insandan yararlanılarak yazılan İncillerin özü, anlattığı temel konular doğrudur.
CEVAP
Hayret! (İncil diye bir kitap hiçbir zaman olmamıştır) iddiası, Hıristiyanlık tarihinde ilk defa yapılıyor galiba! Bir Hıristiyanın iddiası olabileceğine inanmamakla beraber cevap verelim.
Allahü teâlâ, (İsa'ya İncil’i verdik) buyuruyor. Sadece sözlü olarak bildirdik demiyor. İncil aynen Kur'an-ı kerim gibi vahiy ile geldi. Yani sözlü geldi. Aslı, Pavlos denen Yahudi tarafından ortadan kaldırıldı. Zamanla İnciller halini aldı.
Ama Hazret-i İsa'nın Allahü teâlâdan bildirdiği doğru sözleri bulunan İncil yok mu idi, vardı elbette. Onlar doğru olarak yazılmadı mı, yazıldı. Barnabas İncili bunlardan biridir. Yani en az hatalı olanlarından biri.
Kur'an-ı kerimde İncil’den bahseden âyet çoktur. Bazılarını aşağıda yazıyoruz.
İncil ile ilgili âyetler:
(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler: Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevratı, İncili öğretecek.) [Al-i İmran 48]
(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince, ona, “Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen ise iffetsiz değildi” dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince, ona, “Biz çocukla nasıl konuşuruz?” dediler. Çocuk dedi ki: “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bana namazı ve zekatı emretti.”) [Meryem 27-31]
(Kendinden önce gelen Tevratı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevratı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncili verdik.) [Maide 46]
(Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene [verdiğim] nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh [Cebrail] ile desteklemiştim; [bu sayede] sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı [okuyup yazmayı] hikmeti, Tevrat ve İncili öğretmiştim.) [Maide 110]
(Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?) [Al-i İmran 65]
(İncile inananlar, Allah'ın onda indirdiği [hükümler] ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.) [Maide 47]
(Her ikisi de kitabı [Tevrat ve İncili] okumakta oldukları halde Yahudiler: "Hıristiyanlar değer verilecek bir şey üzerinde değillerdir" dediler. Hıristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzerine değillerdir" dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirlerine tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah farklı görüşler serdettikleri şeylerde kıyamet günü onlar arasında hükmünü verir.) [Bekara 113]
(Kendisinden önceki Kitabları tasdik eden Hak Kitabı sana indirdi. Önceden insanlara yol gösterici olarak Tevrat ve İncili de indirmişti. O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitabı indirdi. Doğrusu Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli azab vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.) [Al-i İmran 3]
(Eğer ehl-i kitap iman edip [kötülüklerden] sakınsalardı, herhalde kötülüklerini örter ve onları nimeti bol Cennetlere sokardık. Eğer onlar Tevratı, İncili ve Rablerinden kendilerine indirilen Kur’anı gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü idi.) [Maide 65-66]
(Ey Kitap ehli! Siz, Tevratı, İncili ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, [doğru] bir şey [yol] üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.) [Maide 68]
(Yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. onunla birlikte gönderilen Nur'a [Kur'ana] uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.) [Araf 157]
(Muhammed aleyhisselamla birlikte olanların [Eshabın] İncil'deki vasıfları şöyledir: Onlar filizlenmiş, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir hoşa giden ekine benzerler. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.) [Fetih 29]
(Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncili verdik; ona uyanların kalblerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.)[Hadid 27]
(Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kur’anda söz verilmiş bir hak olarak Cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? O halde Onunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.) [Tevbe 111]
Hıristiyanlıkta Teslis inancı
|
Sual: Teslis inancı İncillere ne zaman sokuldu?
CEVAP
İlk yazılan üç İncilin [Matta, Markos, Luka] hiçbirinde Teslise dair tek bir harf bile yoktu. 4. olarak ortaya çıkan Yunanca Yuhanna incilinde, Yunan filozofu Eflatunun teslis fikri görüldü. Barnabas İncilinde Allah’ın bir olduğu bildiriliyor. Kostantin, Eflatun’un teslis [Trinite] fikrini yeni İncile koydurunca, Papaz Aryüs, (Teslis yanlıştır, Allah birdir, İsa Onun oğlu değil, kuludur) deyince, Hıristiyanlar, onu aforoz ettiler. Aryüs Mısır’a kaçtı ise de, yine kurtulamadı, orada öldürdüler.
Teslis, Hıristiyan dininin esasıdır. Allah hem üç, hem bir derler. Bunlardan bir kısmı, Baba, Oğul ve Ruhulkudüs olarak kabul ederler. Bir kısmı da, Allah, Meryem, İsa derler. Hazret-i İsa için (Oğul tanrı, beşer [insan] cesedine girerek Hazret-i Meryem'den doğmuştur) diyorlar. Yani onun hem doğduğuna inanıyorlar, hem de ilah olduğuna. Doğmuşsa mahluktur [yaratıktır], buna Halık [yaratıcı] denir mi hiç?
Hıristiyanlar, Ruhulkudüs'ün Baba tanrıdan çıkıp İsa'nın cesedi ile birleşmiş bulunduğuna inanırlar. Müslümanlıkta Ruhülkudüs, dört büyük melekten Hazret-i Cebrailin adıdır. Bütün insanlara ruh üflediği gibi Peygamberlere de vahyi bildirir. Bütün ruhlar gibi Ruhülkudüs de yaratılmıştır.
Hıristiyanlar, Hazret-i İsa’nın çok ibadet ettiğine, daha sonra Yahudiler tarafından öldürüldüğüne, öldürülmek istenildiği zaman kaçıp gizlenecek bir yer aradığına, gizlendiği yerde tutularak asılırken şiddetli acılar çektiğine, (Ya Rabbi, beni niçin terk ettin?) diye Allah’a, halinden şikayet ettiğine, öldürüldükten sonra da Cehenneme gidip Hazret-i Âdem ile onun neslinden olan bütün peygamberleri oradan çıkardığına, üç gün sonra ölülerin arasından kalkıp göklere çıktığına ve Baba tanrının sağ tarafında oturduğuna inanırlar. Yani Hazret-i İsa, sonradan yaratılmıştır. Hazret-i Meryem'den doğmuş, süt emmiş, yiyip içmiş, insanlar arasında çocukluk ve gençlik çağını geçirmiştir. Şu halde sonradan olmuştur. Sonradan olan ve yiyip içmeye muhtaç olan birisi tanrı olamaz. Bu nasıl tanrı ki, Yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak için bir sığınacak yer aramak gereğini duymakta, nihayet onların elinde çarmıhta öldürülmektedir?
Hem tanrıdır hem de çok ibadet ederdi denmektedir. Tanrı kendisine ibadet eder mi? Baba’nın sağına oturdu dendiğine göre, bu da kendisinin baba tanrıdan ayrı bir varlık olduğunu kabul etmek ve ona bir mekan isnat etmek olur. Tanrının ayrı bir tanrıya ve mekana ihtiyaç duyması acizliktir. Başka bir tanrıya veya mekana yahut başka bir şeye ihtiyacı olan tanrı olamaz.
İncillerde oğul tabiri, herkes için geçmektedir. Mesela Matta’nın yazdığı İncilde deniyor ki:
(Ne mübarektir barışçılar, çünkü onlar Allah’ın evladı diye anılacaklardır.) [5/9]
(Göklerde olan babanın evladı olasınız.) [5/45]
Eğer baba ve oğul olmak Hazret-i İsa hakkında gerçek anlamda ise, insanlar hakkında da, gerçek anlamda olur. Sadece Hazret-i İsa değil, bütün insanlar Allah’ın oğlu olur. Eğer baba tabiri insanlar için mecaz ise, Hazret-i İsa için de mecaz demektir.
Matta İncilinde Hazret-i İsa’ya peygamber deniyor:
(Orşelim'e girdiğinde, bu kim diye şehir galeyana geldi. Halk da bu Nasıralı İsa peygamber, dediler.) [21/10-11]
(Haça gerildikten sonra o Peygamber, elbisemi aralarında taksim edip kaftanım üzerine kur'a attılar demiştir.) [27/35]
(İsa, bir peygamber kendi vatanından başka yerde de itibarsız değildir, dedi.) [13/ 53- 54]
Hıristiyanlar, kendi yazdıkları kitaba da inanmıyor, İsa peygamber değil, ilah diyorlar.
Baba kelimesinin anlamları
|
Sual: Hıristiyanlar niçin Allah’a baba diyorlar. Bir de Peygamber efendimizin dedelerinden olan Hazret-i İbrahim’in babasına kâfir denir mi?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde, Hazret-i Yakub’a, (Baban İbrahim, İsmail ve İshak) buyuruluyor. (Bekara 133) Bilindiği gibi, Hazret-i Yakub, Hazret-i İshak’ın oğludur. Hazret-i İsmail amcası, Hazret-i İbrahim ise dedesidir. Demek burada, amcaya da, dedeye de baba denmiştir. Hazret-i İbrahim’in babası Taruh olduğu halde, amcası ve üvey babası Azer için Kur'an-ı kerimde (İbrahim’in babası) ifadesi geçmektedir. (Enam 74)
Hazret-i Âdem'e baba dendiği gibi, Hazret-i Nuh’a da ikinci baba denmektedir. Hadis-i şerifte, (Âdem ile Nuh arasında on baba vardır) buyuruldu. (Taberani)
Resulullah, amcası Ebu Talib’e baba ve bunun hanımı Fatıma binti Esed’e anne demiştir. Bu hadis-i şeriflerle sabittir. Türkistan’da, hürmet edilen kimselere de baba denildiği, Reşehat kitabında yazılıdır. Çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara baba demek âdettir. İnsanlara iyilik eden, onları himayesine alanlara mecaz olarak, baba adam veya fakir babasıdenir.
Yaşlı kimselere de hürmeten baba denir. Eskiden tekke büyüğüne de baba denirdi. Bektaşi babası gibi. Bugün çete başlarına mafya babası denmektedir. Yaşlı kadınlara da, Ayşe ana, Fatma ana veya Hacı anne dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir. Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, Amca, dede, yaşlı kadınlara da, Teyze, nine deriz. Bunlar, gerçek anlamda değil, bir saygı ifadesidir.
Kayınvalideye ve kayınpedere, Ana-baba demek ise pek normaldir. Ceddimiz, kayınvalideye ve kayınpedere, Hanım anne, Bey baba da demişlerdir. Hakiki ana baba ile karışmamaları için böyle söylemek daha iyidir. Bazı yerlerde kayınvalideye Cici anne de diyorlar. Bunlar mubah âdetlerdir. Günah olmayan âdetlere uymakta mahzur yoktur. Hatta mubah olan âdete uymamak şöhrete, kalb kırmaya sebep olursa böyle âdetlere uymak gerekir. (Hadika)
Bugün bazı Hıristiyanlar, (Hepimiz Allah’ın çocuğuyuz. Allah hepimizin babasıdır. İncillerdeki Baba ve oğul kelimelerini böyle anlamak gerekir) diyorlar. Hıristiyanların çoğu ise, İncillerdeki baba kelimesini yanlış anladıkları için, hâşâ Allahü teâlâya İsa’nın babası demişlerdir. İncillerde baba, mübarek bir varlık ve oğul da sevgili bir kul demektir. Yani maksat, üç tanrı değildir. Baba ve oğul kelimelerinin kullanıldığı yerlerden çıkan mana şöyledir:
(Her şeyin hakimi ve maliki Allahü teâlâ, Hazret-i İsa gibi sevgili bir kulunu insanlara peygamber olarak göndermiştir.)
İncillerin eski İbranice nüshalarından yanlış tercüme edildiğini söyleyenler haklıdır. Zira İbranice’de Baba kelimesi, (Hürmete layık büyük bir şahsiyet) manasına da gelmektedir. Bunun için Kur'an-ı kerimde, Hazret-i İbrahim’in amcası olan Azer’e, (Azer denilen babası) denilmektedir. Oğul kelimesi de İbranice’de, kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvir etmek için kullanılır. Matta İncilinin 5. babı, 9. âyetinde, (Ne mutlu barışçılara! Onlara Allah’ın oğlu denecektir) deniliyor. Burada Oğul kelimesi, (Allah’ın sevgili kulu) demektir. O halde, hakiki İncilde Baba, mübarek bir mevcut ve oğul da sevgili bir kuldur.
Netice:
İncillerde oğul tabiri, herkes için geçmektedir. Mesela Matta’nın yazdığı İncilde deniyor ki:
(Ne mübarektir barışçılar, çünkü onlar Allah’ın evladı diye anılacaklardır.) [5/9]
(Göklerde olan babanın evladı olasınız.) [5/45]
Eğer baba ve oğul olmak Hazret-i İsa hakkında gerçek anlamda ise, insanlar hakkında da, gerçek anlamda olur. Sadece Hazret-i İsa değil, bütün insanlar Allah’ın oğlu olur. Eğer baba tabiri insanlar için mecaz ise, Hazret-i İsa için de mecaz demektir.
Hazret-i İsa insan idi, ona tapılmaz
|
Resulullah efendimize, Necran’dan bir Hıristiyan heyeti gelmişti. Necran, Hicaz ile Yemen arasında bir şehir idi. Bunlar, altmış süvari olup, içlerinden yirmi dördü büyükleri idi. Bunların içinde üçü en büyükleri idi. Reisleri Abdülmesih idi. İçlerinden Ebülhâris bin Alkama, en âlimleri idi. Ahir zaman Peygamberinin alametlerini İncilde okumuş idi. Fakat, dünya mevkiini, şöhretini sevdiği için müslüman olmuyordu. Çünkü, ilmi ile meşhur olup, kayserlerden ikram görür, birçok kiliselere emir verirdi.
Medine’ye gelip, ikindi namazından sonra, Mescid-i şerife girdiler. Üstlerinde süslü papaz elbiseleri vardı. O sırada, onların da namaz vakti gelmiş olduğundan, Mescid-i şerifte namaza kalkmışlar, Resulullah efendimiz de, (Bırakınız kılsınlar) buyurmuştu. Şarka doğru kıldılar.
Üç büyükleri konuşmaya başladı. Söz arasında, İsa aleyhisselam için, bazen Allah diyorlar, bazen Allah’ın oğlu, bazen de, üç tanrıdan biri diyorlardı. Allah demelerine sebep, ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. Gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp üfleyince uçardı diyorlardı. Allah’ın oğlu olduğuna sebep, belli bir babası olmaması idi. Üçden birisi olmasına sebep de, Allah (yaptık, yarattık) diyor. Eğer bir olsaydı, (yaptım, yarattım) derdi diyorlardı.
Resulullah efendimiz, bunları dine davet etti. Birkaç âyet-i kerime okudu. İmana gelmediler. (Biz senden önce iman ettik) dediler. Resulullah efendimiz, (Yalan söylüyorsunuz! Allah’ın oğlu var diyenin imanı olmaz) buyurdu. Allah’ın oğlu değilse, o halde bunun babası kim, dediler.
Resulullah buyurdu ki: — Biliyor musunuz? Allahü teâlâ, hiç ölmez ve her şeyi varlıkta tutan Odur. İsa aleyhisselam ise yok idi ve yok olacaktır.
Onlar — Evet biliyoruz.
Resulullah — Bilmiyor musunuz, babasına benzemeyen hiçbir yavru var mı?
Onlar — Her yavru babasına benzer. [Koyun yavrusu, koyuna benzer.]
Resulullah — Bilmiyor musunuz, Rabbimiz her şeyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor. Halbuki İsa aleyhisselam bunların birini yapmıyordu.
Onlar — Evet, yapmıyordu.
Resulullah — Rabbimiz, İsa aleyhisselamı dilediği gibi yarattı değil mi?
Onlar — Evet, yarattı.
Resulullah — Rabbimiz yemez, içmez. Onda değişiklik olmaz, bunu da biliyor musunuz?
Onlar — Evet, biliyoruz.
Resulullah — İsa aleyhisselamın anası var idi. O, her çocuk gibi dünyaya geldi. Onlar gibi beslendi. Yer, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz değil mi?
Onlar— Evet, biliyoruz.
Resulullah — O halde, İsa aleyhisselam sandığınız gibi nasıl olur?
Onlar, bir şey demeyip, sustular. Biraz sonra:
Ya Muhammed “aleyhisselam”! Sen onun (Allah’ın kelimesi ve Ondan bir ruh) olduğunu söylemiyor musun, dediler.
Resulullah — Evet buyurdu.
Onlar — Eh, bu da bize yetişir diyerek inat ettiler.
Bunun üzerine, Allahü teâlâ, onları mübâheleye çağırmasını emretti. Resulullah efendimiz de, (Bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübâhele edelim.) Yani, (Hangimiz zalim isek, yalancı isek, Allahü teâlâ ona lanet etsin, diyelim!) buyurdu.
Allahü teâlânın bu emri, Âl-i imran suresinin, altmışbirinci âyet-i kerimesinde bildirilmektedir. Seyyid dedikleri Şerhabil, bunları toplayıp, (Bunun Peygamber olduğu her şeyinden anlaşılıyor. Bununla mübâhele edersek, ne biz kurtuluruz, ne de, bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belaya uğrarız!) dedi. Mübâhele etmekten kaçındılar ve (Ya Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Senden razıyız. Ne istersen sana verelim. Eshabından bir emin kimseyi bizimle beraber gönder, vergilerimizi ona verelim!) dediler.
Peygamber efendimiz yemin edip, gayet emin bir kimseyi sizinle gönderirim buyurdu. Eshab-ı kiram emin olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. Resulullah efendimiz, (Kalk, ya Ebâ Ubeyde!)buyurdu. Ümmetin emini budur, diyerek beraber gönderdi.
Sulh şartı şöyle idi: Her sene, ikibin elbise vereceklerdi. Bini Recebde, bini Safer ayında teslim edilecekti. Her elbise ile de, kırk dirhem [135 gram] gümüş verilecekti.
Reisleri Abdülmesih ile seyyidleri Şerhabil, sonradan müslüman olup, Resulullahın hizmetinde bulunmakla şereflendiler. (S. Ebediyye)
|
Hazret-i İsa Peygamberdir, ona tapılmaz
|
Büyük İslam âlimi, Tefsir-i kebir ve çeşitli kıymetli kitapların sahibi, imam-ı Fahreddin Razi “rahmetullahi aleyh” Âl-i imrân suresinde, altmış birinci âyet-i kerimeyi tefsir ederken buyuruyor ki:
Hârezm şehrinde idim. Şehre bir papazın geldiğini ve Hıristiyanlığı yaymak için çalıştığını işittim. Yanına gittim. Konuşmaya başladık. Bana, (Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğunu gösteren delil nedir?) dedi. Şu cevabı verdim:
Fahreddin Razi — Musa’nın, İsa’nın ve diğer Peygamberlerin “aleyhimüsselam” harikalar, mucizeler gösterdiği haber verildiği gibi, Muhammed aleyhisselamın da mucizeler gösterdiği haber verilmiştir. Bu haberler tevatür halindedir. Tevatür ile gelen haberleri, ya kabul eder veya red edersin. Red eder ve mucize, bir zatın Peygamber olduğunu ispat etmez der isen, mucizeleri tevatür ile bize haber verilen diğer Peygamberlere de inanmaman lazım gelir. Şayet tevatür ile gelen haberlerin doğruluğunu ve mucize gösteren zatın peygamber olduğunu kabul eder isen, Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğunu kabul etmen lazım gelir. Çünkü, Muhammed aleyhisselam; mucizeler göstermiş ve bu mucizeler, bizlere (tevatür) denilen sağlam haberler ile bildirilmiştir. Diğer Peygamberlerin peygamberliğine, tevatür ile bildirilen mucizeler sebebi ile inandığın için, Muhammed aleyhisselamın da, Peygamber olduğuna iman etmelisin!
Papaz — İsa aleyhisselamın, Peygamber değil, ilah, tanrı olduğuna inanıyorum.
[Tanrı, mabud demektir. Tapılan şeylerin hepsine tanrı denir. Allahü teâlânın ismi, Allah’tır, tanrı değildir. Allahü teâlâdan başka tanrı yoktur. Allah yerine tanrı demek, yanlıştır ve çok çirkindir.]
Fahreddin Razi — Biz şimdi Peygamberlik hakkında konuşuyoruz. İlahlıktan önce, nübüvvet mevzuunu hâl etmemiz lazımdır. Ayrıca, İsa aleyhisselamın, ilah olduğunu söylemen de bâtıldır. Çünkü, ilahın, tanrının, her zaman var olması lazımdır. O halde, madde, cisim, yer kaplayan şeyler tanrı olamaz. Halbuki, İsa aleyhisselam, cisim idi, insan idi. Yok iken var oldu ve size göre öldürülmüştür. Önce çocuk idi, büyüdü. Yerdi, içerdi. Bizim gibi konuşurdu. Yatardı, uyurdu, uyanırdı, yürürdü. Her insan gibi yaşamak için, birçok şeye muhtaç idi. Muhtaç olan, gani olur mu? Yok iken sonradan var olan bir şey, ebedi, sonsuz var olur mu? Değişen bir şey devamlı, sonsuz var olur mu?
İsa aleyhisselam kaçtığı, saklandığı halde, yahudiler yakalayıp astı diyorsunuz. İsa aleyhisselamın o zaman çok üzüldüğünü, bu durumdan kurtulmak için çarelere başvurduğunu söylüyorsunuz. İlah veya ilahtan parça kendisine hulul etmiş olsaydı, yahudilerden korunmaz mı, onları yok etmez mi idi? Niçin üzüldü ve saklanacak yer aradı? Vallahi, buna hayret ediyorum. Aklı olan kimse, bu sözleri nasıl söyler, buna nasıl inanır. Akıl, bu sözlerin bozukluğuna şahittir.
Üç türlü söylüyorsunuz:
1 — O gözle görülen cismani bir ilah imiş. Tanrı imiş. Âlemin ilahının cisim ve beşer olan İsa aleyhisselam olduğunu söylemek, yahudiler Onu öldürdüğü zaman, âlemin ilahını öldürdüklerini söylemek olurdu. Bu takdirde, âlemin ilahsız kalması lazım gelirdi. Halbuki, âlemin ilahsız kalması mümkün değildir. Ayrıca, yahudiler, haksız oldukları halde, bunların yakalayıp öldürdüğü, âciz, kuvvetsiz bir kimse, âlemlerin tanrısı olabilir mi?
İsa aleyhisselamın, Allahü teâlâya çok ibadet ettiği, taata çok rağbet ettiği hususu da, tevatür ile sabittir. İsa aleyhisselam ilah olsaydı, ibadet ve taatta bulunmazdı. Çünkü ilah, asla kendisine ibadet etmez. [Bilakis başkaları ona ibadet eder.]
Papazın sözünün bâtıl olduğu buradan da anlaşılmaktadır.
2 — İlah, Ona tamamen hulul etmiştir. O, Tanrının oğludur diyorsunuz. Bu inanış yanlıştır. Çünkü, ilah, cisim ve araz [sıfat] olamaz. İlahın, bir cisme hulul etmesi, imkansızdır. Eğer, ilah cisim olsaydı, başka bir cisme de hulul ederdi. Cisme hulul eden şey, cisim olur ve hulul edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da, ilahın parçalanmasını icap ettirir. Eğer ilah, araz olsaydı, bir mahalle, mekana muhtaç olurdu. Bu ise, ilahın başkasına muhtaç olması demektir. Başkasına muhtaç olan ise, ilah olamaz. [İlahın, İsa aleyhisselama hulul etmesine sebep, ne idi? Sebepsiz İsa aleyhisselama hululü, tercihün bilâ müreccihdir. Bunun ise bâtıl olduğunu, Cevab Veremedi kitabımızda Allahü teâlânın bir olduğunu ispat ederken bildirmiştik.]
[Cevab Veremedi kitabını, www.hakikatkitabevi.com adresinden okuyabilirsiniz.]
3 — O, tanrı değildir. Fakat, tanrının bir parçası ona hulul etmiş, yerleşmiştir diyorsunuz. Eğer Ona hulul eden parça, ilahın ilah olmasında tesiri var ise, bu parça ilahtan ayrılınca, tamamen ilahlığı bozulur. Eğer bu parça, ilahın ilah olmasında tesirli değilse, tanrının parçası olmamış olur.
İsa aleyhisselamın ilah, Tanrı olduğuna delilin nedir?
Papaz — Ölüleri dirilttiği, anadan doğma körlerin gözünü açtığı ve Beras denilen, derideki çok kaşınan beyaz lekeleri iyi ettiği için, O tanrıdır. Böyle işleri ancak tanrı yapabilir.
Fahreddin Razi — Delil [alamet] bulunmayınca, medlulün [delilin delalet ettiği şeyin] bulunmayacağı söylenebilir mi? Delil bulunmayınca, medlul de olmaz, var olmaz dersen, âlem yaratılmadan önce, yani ezelde âlemi yaratanın yok olduğunu söylemiş olursun ki, bu bâtıldır. Çünkü, âlem [bütün mahluklar], yaratanın varlığına delildir.
Delil bulunmayınca, medlul bulunabilir dersen, ezelde mahluklar yok iken yaratanın var olduğunu kabul etmiş olursun. Fakat, İsa aleyhisselam ezelde yok iken, ilahın Ona ezelde hulul ettiğini söylersen, bunu delilsiz kabul etmiş olursun. Çünkü, İsa aleyhisselam sonradan yaratılmıştır. Ezelde var olması delilin bulunmaması demektir. Tanrının İsa aleyhisselama hulul ettiğini delilsiz kabul ediyorsun da, bana, sana, hayvanlara, otlara ve taşlara hulul etmediğini nereden biliyorsun? Delilsiz, bunlara hulul ettiğini niçin kabul etmiyorsun?
Papaz — İlahın İsa aleyhisselama hulul etmesi ile, sana, bana ve diğer varlıklara hulul etmemesinin sebebi açıktır. Çünkü, İsa aleyhisselamda mucizeler göründü. Sende, bende ve diğer varlıklarda böyle hârikulâde hâller görülmedi. Bundan ilahın Ona hulul edip, bize ve diğer varlıklara hulul etmediğini anlıyoruz.
Fahreddin Razi — İsa aleyhisselama hulul etmesine delil olarak, Onun mucizeler göstermesi olduğunu söylüyorsun. Delil olmayınca yani mucizeler görülmeyince, hulul edemeyeceğini niçin söylüyorsun? Sende, bende ve diğer varlıklarda harikalar, mucizeler bulunmadığı için tanrı bunlara hulul etmez diyemezsin. Çünkü, delil olmadığı halde, medlul bulunabilir demiştik. Buna göre, ilahın hulul etmesi, delilin bulunmasına, yani harikaların, mucizelerin görülmesine bağlı değildir. O halde, bana, sana, kediye, köpeğe, fareye de hulul ettiğine inanman lazım gelir. İlahın, bu aşağı mahluklara hulul ettiğini inandırmaya varan bir din, hak din olabilir mi?
Asayı [bastonu] ejder, yılan yapmak, ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü, baston ile yılan, hiçbir bakımdan birbirine yakın değildir. Musa aleyhisselamın asayı ejdere çevirdiğine inanıyorsunuz da, Ona, tanrı veya tanrının oğlu demiyorsunuz. İsa aleyhisselama niçin tanrı veya şöyle böyle diyorsunuz?
Papaz, bu sözüme karşı diyecek hiçbir şey bulamadı, susmaya mecbur oldu. (S. Ebediyye)
Bugünkü Tevrat ve İnciller
|
Sual: Bugünkü Tevrat ve İnciller hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
İyice tetkik edilirse, Tevrat ve İncillerde mevcut olan yazıların üç membadan geldiği kolayca görülür:
1- Bunların bir kısmı Allah kelamı olabilir.
2- İkinci kısımda yazılı olan sözler Peygamberler tarafından söylenilmiş olabilir.
3- Üçüncü kısımdaki sözlerin bir kısmı İsa aleyhisselamın havarileri tarafından bir kısmı bazı tarihçilerin rivayetlerinden, bir kısmı ise, kimin tarafından ve niçin söylendiği bilinmeyen rivayetlerden ibarettir. Bugün elde bulunan Kitab-ı mukaddesin büyük bir kısmında, kim tarafından söylenildiği bilinmeyen, fakat muhakkak insan sözü olduğu hemen anlaşılan sözler çoktur. Bunları Allah kelamı olarak kabul etmek imkansızdır.
İçinde bir kısım Allah kelamı, bir kısım Peygamber sözü, fakat büyük bir kısmı insanların muhtelif rivayetleri bulunan bir kitap Allah kelamı olarak kabul edilemez. Hele (insan sözü) olan kısımlarında türlü türlü yanlışlıklar bulunması, aynı hususu anlatanların birbirinden çok farklı ifadeleri, verilen rakamların birbirini tutmayışı bugünkü Tevrat ve İncillerin tamamen bir insan eseri olduğunu açıkça ispat etmektedir. Bugünkü İncillerin Allahü teâlânın kelamı mı, yoksa insan eseri mi olduğu hakkında Hıristiyan din ve fen adamları ne diyorlar?
Moody İncil Enstitüsü’nden Dr. Graham Scroggie, İncil Allah kelamı mı? adlı kitabında diyor ki:
(Kitab-ı mukaddes insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedir. Kitab-ı mukaddes, insanların dimağında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan dili ile insan eli ile yazılmış ve tamamen insan karakteri taşıyan bir eserdir.) [S.17]
Hıristiyan din adamı olan Kenneth Cragg ise şöyle diyor:
(Kitab-ı mukaddesin Ahd-i Cedid kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlattıkları hikayeler ve herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şahitliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar, kilise tarafından insanlara Allahü teâlânın kelamı gibi nakledilmektedir.)
Teolog Prof. Geyser:
(Kitab-ı mukaddes Allah kelamı değildir. Ama, buna rağmen kutsal bir kitaptır) diyor.
Demek ki, bugünkü Kitab-ı mukaddes hakkında, Batılı ilim adamları ile birlikte vereceğimiz karar şudur: Kitab-ı mukaddes, Allah kelamı değildir. Allah kelamı olan hakiki Tevrat ve İncil, bugün tamamen başka bir kitap haline dönüşmüştür. Bugünkü İncillerde Allah kelamı olması düşünülebilen sözler yanında, başkaları tarafından ilave edilen birçok sözler, tahminler ve hikayeler vardır.
İncillerin hepsi Allah kelamı olsa bile, Kur’an-ı kerimde olduğu gibi, bir medeni hukuk, bir ceza hukuku yoktur. İncillerle bir muhtarlık bile idare edilemez.
İkinci husus, İnciller Allah kelamı bile olsa, artık onlar nesh edilmiştir. Âdem aleyhisselama, Nuh aleyhisselama inen kitapların aslı bulunsa bile onlarla amel edilemez, çünkü onlar yürürlükten kaldırılmıştır. Allahü teâlâ kaldırmıştır. Onun en son gönderdiği din ile amel etmek gerekir. Öyle olmasa idi, Allah bir tek kitap gönderir, bütün peygamberlere bununla amel edin derdi. İman edilecek hususlar bütün dinlerde aynı olduğu gibi amel edilecek hususlar da aynı olurdu. Hıristiyanlığı nesh etmese idi, Müslümanlığı göndermezdi.
İncillerin değiştirilmesi
Sual: Dört incilin zaman zaman değiştirilip basılmasının sebebi nedir?
CEVAP
İncilleri zamanın şartlarına uydurabilmek ve dört İncil arasındaki çelişkileri azaltmak için değiştiriyorlardı. Bir başka sebebi de, kazanç sağlamak içindir, çünkü ister inansın, ister inanmasın, her Avrupalının evinde bir Kitab-ı mukaddes [Tevrat ve İncil] vardır. Hele Avrupalı köylülerin çoğu, Kitab-ı mukaddesten başka bir kitap okumazlar. Avrupalıların kültür seviyesi, çok kimsenin zannettiği kadar yüksek değildir. Köylerde oturanlar okuma yazma bilirlerse de, dünyadan haberleri yoktur. Ancak Kitab-ı mukaddes okurlar. Onun için, gözden geçirilmiş ve düzeltilmiş her yeni Kitab-ı mukaddes, milyonlarca nüsha basılmakta ve basanlar her sene milyarlar kazanmaktadır.
Joseph Barnabas kimdir
|
Sual: Barnabas kimdir?
CEVAP
İsa aleyhisselama ilk inananlardandır. Kıbrıs'ta doğdu. Önceleri Yahudi dininde idi. İsa aleyhisselamı görünce iman etti. İsa aleyhisselama inandığı ve çok sevdiği için, Havariler ona "Barnabas" ismini verdiler. “Barnabas” lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir.
Fransızlar Saint Barnabe derler ve 11 Haziranda yortusunu yaparlar.
Bolüs adındaki bir Yahudi, İsa aleyhisselamın dinine inanmış görünüp Barnabas'a yanaştı. Yıkıcı fikirlerini aşılamak için, kendisi ile senelerce arkadaşlık etti. Kandıramayacağını anlayınca, düşmanlığını açığa vurdu. İsa aleyhisselamdan sonra Bolüs'ün ilk işi, hakiki İncili yok ettirmek oldu. İsa, Allah'ın oğludur, dedi. Şarabı ve domuzu helal etti. Barnabas bu yalanlara aldanmadı. İsa aleyhisselamdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazdı. Bu durumda İseviler ikiye ayrıldı.
Bolüsçüler (Pavlosçular), Avrupa krallarını elde edip, kuvvetlendiler. Barnabas tarafını tutanlar ise çoğaldı. Bunlardan Antakya piskoposu Lucian, teslise inanmadığı için 312'de öldürüldü. Barnabas'ın yolunda olanlar İsa aleyhisselam insandır, Ona tapılmaz diyorlardı. Mücadele senelerce devam etti. Lucian'ın talebesi Libyalı Aryüs de Barnabas gibi; İsa insandır, Ona tapılmaz dediği için İznik toplantısında aforoz edildi. Barnabas İncilinin yok edilmesine ve bu İncili okuyanların öldürülmelerine karar verildi. Aryüsçüler yok edilmeye başlandı. Roma İmparatoru Büyük Kostantin pişman olup Aryüs'ü İstanbul'a davet ettiyse de gelirken öldürüldü.
Barnabas'ın yazdığı İncil, miladın 325. senesine kadar İskenderiye kiliselerinde okunuyordu. Papa Beşinci Sixtus,1585-1590 arasındaki papalık zamanında, bunu İbranice’den İtalyanca’ya tercüme ettirdi. Prusya kralının müşaviri J.F. Cramer, bunu bulup 1713'te Osmanlılarla yaptığı muharebeleri ile meşhur olan kitap meraklısı Prens Eugén'e hediye etti. Prens 1736'da öldükten sonra, kütüphanesi Viyana (Hofbibliyothek) Kütüphanesine katıldı. Bu el yazma İncil hâlâ, Viyana İmparatorluk Kütüphanesindedir.
Bu İncilde Hazret-i İsa diyor ki:
Ben günah affedemem, günahları ancak Allah affeder. (71. bab)
Ben, Allah’ın resulünün yolunu hazırlamak için geldim. Bu Resul, sizden birkaç yıl sonra, İncil tahrif edilip hakiki inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. O zaman, Cenab-ı Hak, elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde beyaz bir bulut bulunur. O, putları kırar. Onun sayesinde, insanlar Allah’ı tanır ve ben de hakiki olarak tanınırım. (72. bab)
O resul güneyden gelecektir. (96. bab)
O resulün adı Ahmeddir. (97. bab)
Görüldüğü gibi, Barnabas İncilinde, Hazret-i İsa’nın, son Peygamberin geleceğini, isminin [Muhammed ile aynı manadaki] Ahmed olacağını) bildirdiği açıkça yazılıdır. Bu husus, Kur'an-ı kerimde de bildirilmektedir:
(Meryem oğlu İsa, "Ey İsrail oğulları, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik eden, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olan bir Peygamberi müjdeleyen, size gönderilmiş bir Peygamberim" demişti. Ancak, o kendilerine apaçık delillerle[mucizelerle] gelince, bu apaçık bir sihirdir dediler.) [Saf 6]
Gayri müslimler, Peygamber efendimizin mucizelerine sihir dedikleri gibi, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın mucizelerine de sihir demişlerdi.
Hazret-i İsa, peygamber olduğunu bildirince, yahudiler, mucize göstermesini istediler. "Bu hastayı iyileştir" dediler. O da mübarek elini sürünce hasta iyileşti. "Şu körün gözünü aç" dediler. O da mübarek elini sürünce gözleri açıldı. Baktılar dedikleri oluyor. Daha zor bir şey istediler. "Şu ölüleri dirilt" dediler.
Hazret-i İsa, dua edince, istedikleri ölüler de dirildi. Daha zor bir şey aradılar. "Çamurdan bir kuş yap, memeli ve dişleri olsun, hayz görsün, yavru doğursun" dediler.
Hazret-i İsa, çamurdan yaptığı şekle üfürünce, bildirdikleri vasıfta bir hayvan [yarasa] meydana geldi. (Al-i İmran 49)
Hazret-i İsa beşikte konuştu ve çeşitli mucizeler gösterdi. Peygamber efendimizin de bin kadar mucizesi görüldü. Buna rağmen yahudiler ve diğer kâfirler "Bu bir sihir" diyerek inanmadılar.
Hazret-i İsa, son peygamber Muhammed aleyhisselamı müjdeleyince, havariler, Onun ümmetinin nasıl olacağını sual ettiler. Hazret-i İsa da (Bizden sonra gelecek ümmet, âlim, hakim, takva ehli iyi insanlardır. Allahü teâlâdan gelen az rızka razı olacaklar. Allahü teâlâ da, onların az ameline razı olacaktır) buyurdu. Bu vasıfların hepsi Eshab-ı kiramda var idi. (Tibyan)
Bütün tahriflere rağmen
İsa aleyhisselamdan sonra, bir son Peygamber (aleyhissalatü vesselam) geleceği İncilde bildirilmişti. Bu haber, bütün tahriflere rağmen bugünkü bozuk İncillerde bile vardır. Yuhanna İncilinin 14.babının 16.âyetinde İsa aleyhisselam;
(Allah size, sizinle beraber kalacak bir teselli edici gönderecektir) demektedir.
26. âyetinde ise, (Bu hakiki tesellici size her şeyi öğretecek ve size benim öğrettiklerimi de hatırlatacaktır) demektedir.
16.babın 13.âyetinde ise, (O, size her hakikate yol gösterecektir. Zira O, size kendiliğinden bir şey söylemeyecek, fakat Allah’ın söylediklerini size bildirecektir) demektedir. [Hıristiyanlar (Tesellici) kelimesini (Ruh) diye tercümede ısrar ederler.]
[Kur’an-ı kerimde de iki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.)[Ahzab 21]
(Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [dini hükümlere ait her] sözü vahiydir.) [Necm 3, 4]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yemin ederim ki, ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.) (Taberani) ]
Bundan başka, Kitab-ı mukaddesin Eski Ahd (Tevrat) kısmında Arap ırkından bir Peygamber geleceği yazılıdır. Tesniyenin 18.babının 15.âyetinde, Musa aleyhisselamın İsraillilere, (Rab sizin için aranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir Peygamber “aleyhissalatü vesselam” çıkaracaktır) dediği yazılıdır. Burada bahis konusu olan İsraillilerin kardeşleri, İsmaililer yani Araplardır. İşte İncil’de ve Tevrat’ta yazılı olan ve Arap ırkından geleceği müjdelenen bu son Peygamber, Muhammed aleyhisselamdır.
Dört İncilden hangisi orjinal
|
Bir okuyucumuz, Türkçe yayınlanan bir hıristiyan sitesindeki misyonerlerle yaptığı münazarayı bize göndermiş. Olduğu gibi yayınlıyoruz:
Okuyucumuz onlara soruyor:
Allahü teâlânın İsa aleyhisselama vahyettiği İncil ne olmuştur, şimdi nerededir?
Bozulmamış gerçek İncili merak ediyorsan, bu sitede bedava İncil bölümü var orayı tıklayıp bir İncil alabilirsin ve eline geçen o İncil senin merak edip aradığın İncildir.
CEVAP
Yani orijinal İncil bu diyorsunuz. Niye İnciller demiyor da İncil diyorsunuz? 4 İncilden hangisi orijinal? Allah’ın vahyettiği İncili, Yahudiler, İseviliğe düşman oldukları için İsevi görünüp değiştirdiler. Bu yüzden sayısız İnciller meydana çıkmıştır. Elde bunlardan dördü kalmıştır. Lütfen bu dörtten hangisi orijinal İncildir? Dördü de orijinal derseniz, o zaman İncil tabirini kullanmayın İnciller deyin de, herkes tek İncil olmadığını bilsin.
Eğer sen yok illa başka bir İncil var diyorsan senin bahsettiğin İncil hakkında delil vermelisin yoksa sadece iftira durumuna düşer.
CEVAP
Hayır biz öyle bir şey demiyoruz. Dört İncilden hangisi orijinal diyoruz? Dördü de orijinal derseniz, niye İznik Konsilindeki bütün İnciller orijinal olmuyor ki? Bozulmadan aslı durana, tek olana orijinal denir. Dört tanesine yüz tanesine, insan kelamı karışmış olana orijinal denmez.
İncil kitabını Allahü teâlâ İsa aleyhisselama mı yoksa havarilere mi indirmiştir?
İncil bilindiği gibi Kutsal Ruhun yönlendirmesi ile Tanrısal vahiy yolu ile İsa Mesihin hayatından kesitler, öğütler, uyarılar ve İsa’nın elçileri tarafından yapılmış olaylar ve söylenmiş sözlerdir.
CEVAP
Bu nasıl tarif öyle? Kutsal ruh kim? Bu kutsal ruh Tanrıyı mı yönlendiriyor? Şöyle yap böyle yap diye ona akıl mı veriyor? Yoksa İsa’nın adamlarını mı? Onu asacaklar bari siz hayatını sözlerini yazın mı diyor? Arasına da kendi hayatlarınızı yazın mı diyor? Anlaşılan o ki, bu İnciller Allah kelamı değil, papazların sözleridir.
Öncelikle elimizdeki İncillerin bozulmuş olduğunu ispatlamalısın.
CEVAP
4 tane olunca bozulmamış mı oluyor? Yani ne kadar çok olursa o kadar mı sağlam oluyor? Çok olunca sağlam oluyorsa İznik Konsilindekileri niye yırttınız? Daha çok ve daha sağlam olurdu. Öyle ya daha kuvvetli, daha çok olsun diye tanrı sayısını üçe çıkardığınız gibi İncil sayısını daha fazla yapmanız gerekmez mi? Elde dört tane İncil bulunması, İncilin bozulduğunu gösteren gerçek bir vesikadır. Başka vesikaya gerek yok. Onlar bile birbirini tutmamaktadır.
Size göre bir şey çok olursa mı daha iyi daha kuvvetli olur? Birbirlerine yardım ederler, eksiklerini tamamlar mı diyorsunuz? O zaman üç tanrı az değil mi? Dört İncil çok az gelmez mi? İznik konsiline lanet okumuyor musunuz? O kadar İncili niye yok etti diye.
Sizin tanrınız bir öyle bir böyle mi konuşuyor? Hepsi tanrınızın kitabı ise niye tek değil de dört? Yok, tanrımızın suçu yok, bunu İsa'nın arkadaşları yaptı diyorsanız, ki yukarıda İsa'nın elçilerinin yazdığını söylemiştiniz, o takdirde bunlara emin diye ve yazdıklarına doğru diye nasıl inanıyorsunuz? Ayrıca, elçi, resul peygamber demektir. Yani size göre İsa tanrı, havarileri de elçiler yani peygamberler! Tanrınızı insanlar asıyor, elçileri birbirini tutmayan sözler yazıyor, tanrınız bir şey yapamıyor, kutsal ruhunuz ikaz ediyor vs. Siz bu masallara yani hurafelere gerçekten nasıl inanıyorsunuz?
Yoksa kutsal olmayan ancak kendisine kutsal bir kitap havası vermek isteyen uyduruk bir kitabın sözlerine bakarak İncile bozulmuş demen doğru değildir.
CEVAP
Kur’an-ı kerime bakarak İncillere bozulmuş demiyoruz. İnciller kendileri biz bozuğuz diye haykırıyor. Bir kere inat ederek hep İncil diyorsunuz, niye İnciller demiyorsunuz? Biz bu dördünden hangisi doğru diyoruz? Siz içlerinden şu doğru deyin, biz onun yanlış olduğunu ispat edelim. Çünkü her İncilde birbirini tutmayan sözler vardır. Çünkü her İncilde İsa, ya tanrıdır, ya tanrının oğludur veya kutsal ruhtur. Derdinizi anlıyoruz, 4'ü de doğru derseniz, birbirindeki tenakuzların varlığından ne yapacağınızı bilemeyeceksiniz. 3'ü yanlış derseniz, yanlış şeye niye inandığınıza cevap veremeyeceksiniz. Ne kötü durumdasınız böyle? Bırakın çok tanrılı dini de gelin Müslüman olun.
Elinizdeki muharref ( bozulmuş) İncillerde bile İsa aleyhisselamın, en iyilerine "sen şeytansın" dediği kimselerin sözlerine ve yazdıklarına hangi delillere dayanarak itimat ediyorsunuz?
Şeytan insanlığın kurtulması için Petrusu ayartmaya çalışmıştır ve İsa da Şeytanı azarlamıştır.
CEVAP
İsa insanlığın kurtulmasını istemiyor muydu? Şeytan ondan daha çok mu insanlığın kurtulmasını istiyordu? Anlaşılan şeytan sizinkilerden daha çok insanlığın kurtulması için çalışmış. Sizinkiler bilememiş, bileniniz de üstelik azarlamış ha! Vay beee!
İncil, sizin okuduğunuz kitaplar gibi hikaye kitabı değildir, inceleyerek okumak gerekir.
CEVAP
Önce İncil tabirini lütfen kullanmayın gerçeğe aykırı oluyor. İnciller deyin ki yanlış olmasın. İncilleri hikaye kitabı gibi okumayın demeniz gerekir.
İnciller denilen bu hikaye kitaplarındaki masalları din kitabı diye nasıl düşünmeden okuyorsunuz?
Birkaç veya birkaç yüz papaz bir araya gelip İncilleri, bazı kitapları ret ve kabul ederken, neye göre, hangi kıstaslara göre yapmışlardır?
Mesela, İznik Konsili elli İncili yok ederken; elde mevcut İbranice İncil nüshasını bulundurmayı yasaklarken ve 4 İncili kabul ederken, bunu neye dayanarak yapmışlardır?
İznik konsilinde o olaylar olmamıştır, bu sadece iftiradır.
CEVAP
Tarihi gerçekler bir yana, elinizdeki 4 İncil, o olayların delili olmuyor mu? Bu olayları inkâr etmek, İsa peygamber diye biri yoktur demek gibi bir şey değil mi? Ha 2 İncil olmuş, ha 4 olmuş ha bin tane olmuş ne fark eder ki? İznik konsilini inkâr edince, İncil sayısı dörde düşünce gerçek İncil ortaya mı çıktı yani?
Aslı bulunmayan, yanlışlarla dolu, durmadan değiştirilen bir kitabı hangi delillerle ilahi sayıyor ve her kelimesi Allah tarafındandır diyorsunuz?
İncile aslı yok diyorsunuz. Peki aslı olmayan bir şeyin, sahte veya doğru olup olmadığını nereden biliyorsunuz?
CEVAP
Yukarıda siz yazmıştınız, şeytanın insanlığın kurtulması için çalıştığını, bunun için Petrus’u ayartmaya çalıştığını bu yüzden İsa’nın onu azarladığını yazan kitaplarınız mı asıl? Hâşâ Allah’ın oğlu olduğunu söyleyen İnciller mi orijinallerdir? Günahsız oğlunu çarmıha gerdiren İnciller mi orijinaldir? İçinde hiçbir hukuk sistemi bulunmayan İnciller mi orijinal?
Yoksa sizin uyduruk kitabınız kendisine kutsal bir hava vermek için mi böyle diyor?
CEVAP
İsa aleyhisselam yüce peygamberdi. İncil hak kitaptı. Kur'an böyle söylüyor. Bu mu uyduruk? Biz buna iman ediyoruz, iman etmesek zaten Müslüman olamayız. İsa aleyhisselam ölmedi, göğe kaldırıldı, kıyamete yakın gelecek, Hıristiyanların çanına ot tıkayacak. İçkiyi, domuzu yasak edecektir.
Siz ise, İsa peygambere hem tanrının oğlu, hem tanrı diyor, hem de insanlar onu çarmıha gerdi, onu öldürdü diyorsunuz. İnsanlığın kurtuluşu için, günahlarının affı için diyorsunuz. İnsanlığın kurtuluşu için Petrus’u ayartan şeytanı azarladı diyorsunuz. Siz ne dediğinizi neye inandığınızı bilmiyorsunuz.
İnsanlar madem günahsız, daha ne diye onların yakasını bırakmıyor, Hıristiyan yapmaya çalışıyorsunuz, nasıl olsa günahsızlar, öyle değil mi? İnsanlar günahsız ise papazlarınız ne diye günah çıkartıyor?
Bazı misyonerler de masum çocuk bile günahkâr doğar, herkes günahkâr diyor. Günahtan kurtulmak için üç tanrıya mı inanmak gerekir? Yoksa dört İncile mi? Dört İncilden hangisine? Hazret-i İsa peygamber diye mi inanacağız, yoksa tanrı mı diye, yoksa tanrının oğlu mu diye? Yoksa kutsal ruh diye mi? Yani günahlardan kurtulmak için domuz eti mi yiyeceğiz, her gün içki mi içeceğiz? Ne yapacağız da günahlardan kurtulacağız?
Bizim kitabımızda günahlardan kurtulmanın yolu bildirilmiştir. Siz de bize günahlardan kurtulmanın yolunu gösterin.
İnsanların öldürdüğü şey; tanrı olamaz. Hâşâ sizin tanrınız o kadar gaddar mı ki de, biricik günahsız oğlunu öldürüyor? O ölmeyince günahlar affedilmez mi? Kan istemeden günahları affetmeye sizin tanrınızın yetkisi yok mu? Sizin tanrınızın üstünde yetkili başka bir tanrı mı var da onu oğlunu öldürmeye mecbur ediyor? Papazlarınız şefkat gösterip günahları affediyor da, tanrınız niye affedemiyor? Papazlarınız kadar yetkisi yok mu? Tanrınız affetmek için kimden korkuyor? Affın şartları falan yok mu? İnciller ne kadar eksik görüyorsunuz. Kur’anda insanlığa lazım olup da olmayan tek şey gösteremezsiniz.
Neresinden bakarsanız bakın Hıristiyanlık saçma sapan bir din haline gelmiştir. Ne hukuk sistemi, ne ceza sistemi, ne diğer sistemlerin hiç birisi yok. Kuralsız bir oyun bile olmaz. Kuralsız din olur mu hiç? Harama düşmemek için neler yapmalıyız? Siz de haram yok mu? Kâfir olmak yani dinden çıkmak yok mu? Siz de ibadet yok mu? Kur'anda İsa aleyhisselam, (Rabbim namazı ve zekatı emretti) diyor. Atalarınız her hususu değiştirip kaldırdığı gibi bunu da kaldırmış anlaşılan. Kaidesiz sınırsız yaşamak insanlara mahsus değildir, hayvanlara mahsustur. Sosyal sistemlerinizde çeşitli sayısız kaideler var, dininizde niye yok? Allah insanları yaratıp başı boş mu bıraktı öyle? Kur'anda miras taksiminden tutun, ceza kanunları, hukuk kanunları, alış veriş kanunları, ibadetlerin esasları hepsi açıkça bildirilmiştir. Yanlış da olsa, İncillerde bir hukuk sistemi var mıdır?Yoksa körü körüne böyle saçma dört kitaba nasıl inanıyorsunuz?
|
Kur’anda Hıristiyanlar
|
Sual: Kur’anda Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkındaki âyetlerde özellikle neler bildiriliyor?
CEVAP
Yahudiler hakkındaki âyetlerden bazıları şunlardır:
1- Tevrat’ı değiştirdiler. ( Bekara 79)
2- Peygamberleri öldürdüler. ( Âl-i İmran 183)
3- Hazret-i İsa’yı öldüremediler. ( Nisa 157)
4- Fesat çıkardılar. Allah’a cimri dediler. ( Maide 64)
5- Hazret-i Meryem’e iftira ettiler. ( Nisa 156)
6- İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudi ve müşriklerdir. ( Maide 82)
7- Üzeyir Allah’ın oğlu dediler. ( Tevbe 30)
8- Kıskançlık ve maddi çıkar yüzünden Kur’ana inanmadılar. ( Bekara146)
9- Çoğu iman etmeyecektir. ( Bekara 100; Nisa 155)
10- Allah’ı inkârlarından dolayı lanete uğradılar. ( Bekara 88-89)
Kur’ana göre Hıristiyanlar
1- Meryem oğlu Mesihe, Allah diyenler, kâfir olmuştur. ( Maide 72)
2- Allah üç ilahtan biridir diyenler kâfir olmuştur. ( Maide 73)
3- Meryem oğlu Mesih bir Peygamber, anası da sadık bir kadındır. ( Maide 75)
4- İsa Mesihe Allah’ın oğlu dediler. ( Tevbe 30)
5- Yahudilere göre, Hıristiyanlar Müslümanlara daha yakındır. ( Maide82)
Yahudi ve Hıristiyanların ortak yönleri:
1- Bilginlerini, rahiplerini Rabler edindiler. ( Tevbe 31)
2- Yahudi bilginleri ve Hıristiyan rahipleri halkın mallarını yediler. ( Tevbe 34)
3- Allah’ın oğullarıyız dediler. ( Maide 18)
4- Bile bile hakkı gizlediler. ( Âl-i İmran 71)
5- Allah çocuk edindi diye iftira ettiler. ( Bekara 116)
6- Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Âl-i İmran 70)
7- Allah’a iftira ettiler. ( Âl-i İmran 78)
8- Yahudi ve Hıristiyanlar, birbirinin dostlarıdır. ( Maide 51)
9- Resulullah, dinlerine girmedikçe, Yahudi ve Hıristiyanlar ondan razı olmazlar. ( Bekara 120)
10- Dinlerinde aşırı gittiler. ( Nisa 171)
11- Kitaplarındaki bilgileri gizlediler. ( Maide 15)
12- Ehl-i kitap, “Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyanlar girecek” dediler. ( Bekara 111)
13- Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalırlar. Onlar, halkın en şerlileridir. ( Beyyine 6)
Bu âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılıyor ki, Yahudiler Tevrat’ı değiştirdiler. Hazret-i Musa’nın dini değişince Allahü teâlâ, İncil ile Hazret-i İsa’yı gönderdi. Hazret-i İsa’nın dini de bozulunca, İncil, İnciller haline gelince, Allahü teâlâ, İslamiyet’i göndermiştir.
Allah birdir, niçin Biz deniyor
|
Her şeyi yaratan ancak Allah’tır
İmam-ı Birgivi, Vasiyetnamesinde, (Bir kimse, rızık Allah’tandır. Fakat, kulun da hareket etmesi gerekir dese, kâfir olur) diyor. Bursalı İsmail Hakkı hazretleri de, Huccet-ül-baliga’da Hâlık, yalnız Allahü teâlâdır. İnsana yaratıcı demek ilhaddır) diyor. [İlhad, dinden çıkmak demektir.]
Allahü teâlânın, hiçbir işinde, ortağı yoktur. Her varlığın hâlıkı yalnız Odur. Yaratmak, yoktan var etmektir. Maddeyi, elemanı yok iken var etmek ve var ettikten sonra, başka bir varlığa çevirmek de yaratmaktır. Mesela, insanı, nutfeden, cinleri ateşten yarattığını bildiren âyet-i kerimeler böyle olduğunu bildirmektedir. (Rahman 15, Müminun 12-14)
İnsanlara, yarattı, yaratıcı ve icad edici demek asla caiz değildir. Allah’tan başkasına, her ne maksatla olursa olsun, yaratıcı demek küfürdür. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Allah gibi yaratıcı ortaklar mı buldular da, bu yaratmayı birbirine benzer gördüler? Her şeyi yaratan ancak Allah’tır.) [Rad 16]
(Gökleri ve yeri yoktan yaratan Odur. Her şeyi O yaratmıştır.)[Enam 101]
(Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, benzerlerini de yaratmaya kadir olduğunu düşünmezler mi?) [İsra 99]
(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur. Nasıl aldatılıp döndürülürsünüz?) [Mümin 62]
(Yaratıcı, bilici ancak Rabbindir.) [Hicr 86]
Cenab-ı Hak, tek yaratıcı kendisi olduğunu ve başka yaratıcı, başka ortak bulunmadığını bildirirken, yaratıcının çok olduğu nasıl söylenebilir?
Kur'an-ı kerimde geçen Ahsen-ül hâlıkin ne demektir? Sözlüğe bakılırsa, (Yaratıcıların en güzeli) demek olduğu, bir çok yaratıcı bulunduğu zannedilir. Piyasadaki Kur'an tercümeleri de bundan pek farklı sayılmaz. Onun için sözlükten, Kur'an tercümesinden din öğrenilmez. Muteber tefsirlere, akaid ve fıkıh kitaplarına bakmak gerekir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde buyuruluyor ki:
(Ahsen-ül-hâlıkin takdir edenlerin en iyisi, en güzeli demektir. Çünkü halketmenin hakiki manası, ihtira, inşa ve ibdadır. Bu kelime, yani hâlık, bu âyet-i kerimede takdir eden manasında kullanılmıştır. Çünkü ihtira manasındaki halketmek, Allahü teâlâdan başkası için düşünülmez ki, Allah onların en güzeli, densin.) [C.4, s. 68]
Misyonerlerin soruları
Sual: Kur’anda çelişki yok mudur?
CEVAP
Elbette yoktur, olması da mümkün olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmezler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık olurdu.) [Nisa 4-82]
Demek ki, Kur’an-ı kerimde asla tenakuz [çelişki] yoktur. Kendi başına tıp kitabı okumakla doktor, hukuk kitabı okumakla hakim olunamadığı gibi, meal okumakla da din öğrenilemez. Misyoner papaz gibi yanlış anlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin elbette hem bağışlayan, hem de çok acı azap verendir.)[Fussilet 43]
Misyoner, “Hac suresinin, (İnkâr edenler için ateşten bir elbise giydirilecek ve başlarına kaynar su dökülecektir) anlamındaki 19. âyeti ile, Haşr suresinin, (Allah rahman rahimdir [esirgeyen, bağışlayandır]) anlamındaki 22. âyeti çelişkilidir. Affedici olan Allah, inkârcıları hiç cezalandırır mı?” diyor.
Çelişki bunun neresindedir?
Affedici olmak, mazlumun hakkını zalimden almamak mıdır? Yahut hainleri, canileri cezasız bırakmak mıdır? Suçluları adaletle cezalandırmak, affedici olmaya aykırı olur mu? Dünyada suçluları cezalandırmayan bir nizam var mıdır? Cezasız, hukuksuz nizam olur mu? Bu cezalar, ülkenin kiminde hafif, kiminde ağır olur. Mesela bazı Avrupa ülkelerinde namusla ilgili suçların cezası az, fakat para ile ilgili olan suçlarınki ağırdır. Bu da onların paraya, namustan çok önem verdiğini göstermektedir. Katile ceza verilmiyorsa veya hafif ceza veriliyorsa, insana değer verilmiyor demektir. Ölen insanın bir değeri olsaydı, elbette katilin hak ettiği ceza verilirdi.
Katillerin, canilerin ölümle cezalandırılmalarına da misyoner ateş püskürüp, (Katiller öldürülürse, dünyada insan kalmaz) diyor. Birisi, birisini öldürünce, kendisinin de muhakkak öldürüleceğini bilse, acaba başkasını öldürebilir mi? Buna rağmen öldüren çıksa da, çok az olur. Her suç için caydırıcı ceza vermek misyonere göre yanlışmış. Ceza verilmezse, katillik o zaman daha çok artmaz mı?
Mekke’nin Rabbi
Allahü teâlâ, (Bu beldenin [Mekke’nin] Rabbi) buyuruyor. (Neml 91)
Misyoner, (Bu âyeti anlayamadım) demiyor da, (Her şehrin bir Rabbi mi olur?) diyor. Tıp kitabını herkesin kolayca anlayamayacağı gibi, bir ilim tahsil etmeden Allah’ın kitabını, dinden habersiz bir yabancı nasıl anlayabilir ki?
Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Âlemlerin Rabbi olan Allah) [Neml 8]
(Her şeyin Rabbi olan Allah) [Enam 164]
(İnsanların Rabbi) [Nas 1]
(Arş’ın Rabbi olan Allah) [Enbiya 22]
Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ, cinlerin de, canlı cansız diğer varlıkların da Rabbi olduğu halde, niçin insanların ve Arş’ın Rabbi denmiştir?
Ayrıca Kur’an-ı kerimin birçok yerinde Rabbike [Senin Rabbin] ifadesi vardır. Senin Rabbin demek, âlemlerin Rabbinden ayrı değildir. Senin Rabbin ile Mekke’nin Rabbi ifadesindeki Rab, farklı değildir. Farklı olmadığı halde niçin ayrı ifade kullanılmıştır? Allahü teâlâ mekandan münezzehtir. Kâbe, kıymetli, şerefli yer olduğu için Beytullah, yani Allah’ın evi denmiştir. Arş da çok kıymetli, şerefli olduğu için Arş’ın Rabbi denmiştir. Allahü teâlâ, Mekke-i mükerremeyi emniyetli kıldı. Orada kan dökülmez. Av hayvanları avlanmaz ve yaş bitkiler koparılmaz. Bunun için bu şerefli beldeden bahsederken, Mekke’nin Rabbi denmiştir.
Rablerin rabbi demek
Sual: Mektubat-ı Rabbanide, (Ellerimizi rablerin rabbi olan yüce Allah’a açtık) deniyor. Rabler diye çoğul kullanmak uygun mu?
CEVAP
Bazı kelimelerin birkaç manası olur. Rab kelimesi de böyledir. Rab = Besleyen, yetiştiren, terbiye eden demektir. O zaman yukarıdaki ifade,(Ellerimizi terbiye edenlerin terbiye edeni olan yüce Allah’a açtık) anlamına gelir. Kur’an-ı kerimde halk edenlerin halıkı diye bir ifade de geçmektedir. Bu âyeti de yanlış anlayanlar, hâşâ bir çok yaratıcı var diye, yaratma kelimesini insanlar için de kullanıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarına bakmadan mana vermek yanlış olur.
|
Allah mekandan münezzehtir
|
Sual: Hıristiyanlar da Vehhabiler gibi tanrı gökte diyorlar. Bu inanç İncillerde var mıdır?
CEVAP
Hazret-i İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Hıristiyan İngilizler tarafından kurulan Vehhabi inanışına göre de tanrı gökte, Hazret-i Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli Vehhabi kitabında, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla Vehhabiliğin bu konuda da birbirine benzemesi tesadüf değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekanlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor. (c.2, m.67)
Bir filmdeki cansız resimler, aynen canlı gibi hareket etmektedir. Bir kimse hayal kursa, hayalinde çeşitli işler yapsa, (Bu kimse, hayalinin içindedir, dışındadır) denemez. Çünkü hayal gerçek değildir. Rüya da hayale benzer. Rüya gören kimse, rüyasının ne sağındadır, ne solundadır. Rüyasında gözsüz görür, kulaksız işitir, dilsiz konuşur, yer, içer, hatta rüyasında rüya bile görür. Allahü teâlânın kudreti ile hep devam etse, insan rüyayı gerçek bilir, rüyadan başka hayat yok zanneder. Bu dünya hayatı da bir rüyadan ibarettir. Demek ki; kâinat hayal mertebesinde yaratıldığı için bize var gibi görünmektedir. Ezeli ve ebedi var olan yalnız Allahü teâlâdır. O halde, Allah, hayal olan bu kâinatın içinde, dışında denemez. (Mektubat-ı Rabbani – Sefer-i Ahiret Risalesi)
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allah, yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Her varlık, Arş’ın altındadır. Arş ise, Onun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arş’ın üstündedir. Fakat bu, Arş Onu taşıyor demek değildir. Arş, Onun lütfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arş’ı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedi sonsuz geleceklerde de, hep öyledir. Onda değişiklik olmaz.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. “Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti” demek, “Irak’ı kansız olarak ele geçirdi” demektir. Bu sapıklıklarına da “Selefin yolu” diyerek selef-i salihine, [Eshaba ve Tabiine] iftira ediyorlar. Yedullahtaki yed kelimesini el gibi düşünmemeli. Mesela “Falanca şehir, filanca valinin elinde” denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır. İstiva, vech gibi kelimeler böyle tevil edilir.) [İlcam-ül-avam]
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı ve mekanlı olmadığı için, hazır ve nazırdır sözü mecazdır. Yani zamansız ve mekansız [hiçbir yerde olmayarak] hazırdır [bulunur] ve nazırdır [görür] demektir. Allahü teâlânın bütün sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ile ve mekan ile değildir. (S. Ebediyye)
Not: Bu hususta geniş bilgi için Vehhabilik maddesindeki, Hıristiyan gibi Allah gökte diyorlar kısmına bakılabilir.
Misyonerlerin uydurduğu hikaye
|
Sual: Bir misyonerin uydurduğu şu hikaye anlatılıyor. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
(Bir misyoner, uydurduğu hikayede, meşhur bir Kur’an hocasının oğlunu ve torununu hıristiyan yapıyor. Bir hıristiyan, hocanın oğluna incillerden birini veriyor. Ona, “Kur’an beni kurtarmadı, değiştirilmiş İncil beni nasıl kurtarabilir ki?” dedirtiyor. Ama yine de okutuyor. İnciller sevgiden söz ediyormuş, günahlardan da temizliyormuş. (Ey İsa, sen benim rabbimsin) demiş. İsa, hocanın oğlunun hayatını değiştirmiş, bütün kötü alışkanlıklarını bıraktırmış.
Hocanın oğlu, hıristiyan olunca hiç kimse ona iş vermemiş. İsa’nın kendisini nasıl kurtardığını anlatınca, vahşi Müslümanlar ona hücum etmiş, polis onu tutuklamış. Karakolda, İncilleri komisere açıklamış. Komiser İncillerdeki gerçekleri öğrenince, onu serbest bırakmış.
Hocanın torunu esrar satıyormuş, kazandığı bütün parasını sekse ve kumara veriyormuş. Hıristiyan arkadaşını da birçok kere, seks filmlerine, içki içmeye veya kumara gitmeye çağırmışsa da, gitmemiş. Hıristiyana, “Sen neden böyle iyisin” demiş, o da, ben İsa imanlısıyım demiş. Hıristiyan buna bir İncil vermiş, günahı ve İsa'nın haçta bu torun için nasıl öldüğünü anlatmış. Toruna şunları söylettiriyor:
İsa, Tanrı ve ruhun, nasıl bir olduğunu anlayamadım. Tanrı, İsa ve Kutsal ruh düşüncesi çok karışıktı. Ama o, üçlü birliği açıkladı. Ben İnciller değişmiş sanırdım. Ama bu doğru değilmiş. Bir gece Yuhanna İncilini okuyordum ve İsa'nın haçta nasıl öldüğünü ve acı içerisinde nasıl kıvrandığını okudum. İşte o an günahkâr olduğumu anladım ve ağladım. Hıristiyanlığın doğruluğunu öğrenmek için, “Ey İsa gerçekten Kurtarıcı isen, gerçek tanrı isen hayatımı değiştir. Sigara, içki, kumar, kötü kadınlara ve kötü filmlere gitmek istemiyorum. İncillere boyun eğmek için, İsa sana iki aylık bir zaman tanıyorum” dedim. Bu iki ay içinde beni değiştirebilirse, ömür boyu Ona boyun eğecektim.
Sigarayı, içkiyi bıraktım ve diğer bütün kötü alışkanlıklarım sona erdi. İsa gerçekten hayatımı değiştirdi. Halbuki Müslüman iken, Allah’a yalvarmıştım da hiç faydası olmamıştı. İsa beni kurtardı. İsa’nın benim için haçta öldüğünü anladım. Beni kötü yerlere götürmek üzere gelen eski arkadaşlarıma “babam izin vermez” dedim. Baban kim dediler, «Tanrı İsa» dedim.
Bir gün biri, beni bıçakladı, ölmek üzere idim, «Ey rab İsa, ölmek istemiyorum, fakir ailem ne yapacak? Duy beni İsa ve onlar için beni kurtar» deyince, bir mucize olarak kurtuldum. Rabbim İsa, beni önce günahlardan temizledi, şimdi de hayatımı kurtardı.
Altı yıldır görmediğim eski bir arkadaşımın hanımının içine şeytan girmiş, hanımı delirmiş. Ona, İsa'nın kör, topal, felçlileri iyileştirdiğinden ve birçok insandan şeytan çıkardığından da bahsettim. Beni çok sevdiğini, ancak İsa’ya güvenemeyeceğini belirtti. Kur’anın en iyi kitap olduğuna inanıyordu. Kur’an hocaları yardım edemezse, İsa, karısı için ne yapabilecekti? Ona okuması için İncili verdim. Bir ay sonra İncili okumuş, ama o da, Tanrı, Tanrının Oğlu ve Kutsal Ruh üçlüsünün birliğini anlayamamıştı. “Tanrının nasıl İsa olduğunu anlamadım” diyordu. Hemen ona İsa'nın haçta neden öldüğünü açıkladım. Arkadaşıma, “İsa karımı iyileştir” de, dedim. Arkadaşım Rabla konuşmuş. Ona, (Ey İsa Tanrı isen, karımı iyileştir) demiş. Bir hafta sonra karısı iyileşmiş. Arkadaşım günahlarını İsa'ya itiraf etmiş. Çünkü o, günahlarımızın kefareti olarak çarmıhta, acılar çekerek canını verdi.)
CEVAP
Misyoner, sanki Müslümanlıkta; zina, içki, uyuşturucu kullanmak helal da, hıristiyanlıkta da haram gibi ve hıristiyanlar ahlaklı, müslümanlar ahlaksız gibi bir intiba [izlenim] vermeye çalışıyor. İçkinin, uyuşturucunun haram olduğu, hangi İncilde yazıyor ki? Aksine helal olduğu yazılı. İsa imanlısı olan sanki içki gibi kötü alışkanlıkları olmazmış.
İncil’de gerçekler varmış, ne gerçeği ise? Tek gerçek var, dört İncil birbirini tutmaz. İncillerin yazarları insandır.
Papaz, Kur’an-ı kerimle İncilleri mukayese etmeye cüret ediyor. İnciller sevgiden söz edermiş. Asıl sevgiden bahseden Kur’an-ı kerimdir:
(Allah, sabredenleri, iyilik edenleri, adalet edenleri sever.)[A.İmran 146, Bekara 195, Maide 42]
(Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.) [Maide 54]
Hıristiyanlıkta üç tanrı var: Baba tanrı, oğul tanrı ve ruh tanrı. Üç tane tanrı mı olur denince, üçü bir diyorlar. Üçlü birlik diyorlar. Nasıl oluyor denince, 1+1+1=3 demek yanlış olur, doğrusu 1x1x1=1 diyorlar. Sayın papaz, ne diye üç tane biri çarpıyorsun, o zaman 100 tane biri de birbiri ile çarparsan yine bir çıkar. O zaman yüz tane tanrı demek de sana göre doğru olur.
Kur’an-ı kerimde (Kimse kimsenin günahını çekmez) buyuruluyor. (Enam 164) Fakat Hazret-i İsa, günahkârların günahını affettirmek gayesiyle fidye için çarmıhta öldürülmesini istemiş.
Burada sayısız yanlışlıklar var. Bir defa hıristiyanların tanrısı ne kadar vicdansız, suçsuz oğlunu, suçlular için öldürüyor. İkincisi ne diye öldürmeye gerek duyar ki, affettim dese ne olur sanki? Kanunu başkası mı koydu da, tanrıları buna uymaya mecbur olsun?
Hazret-i İsa eski günahkârlar için ölmüş ise, ondan sonra doğan günahkârların günahı için ne diye bir daha gelip çarmıha gerilmiyor? Bir kere ölmek yetiyor mu? Bizim için ölmüşse, ne diye hâlâ bizden günah çıkarılmaya çalışılıyor? Hıristiyanların tanrıları insanların günahlarını bilmiyorlar mı da, günah itiraf etme mecburiyeti getiriyorlar? Bu itiraf mecburiyeti hangi İncilde yazıyor? Böyle bir şey yok. Papazlar kilisenin değeri artsın diye böyle saçma sapan şeyler uydurmuşlar.
Sonra yeni doğan çocuklar, masumlar niye hıristiyanlarca günahkâr doğuyor da, Hazret-i İsa’nın kurban edilmesi gerekiyor? Yeni doğan çocuk ne günahı işledi? Madem günahkâr doğuyor, gider papaza, (Papaz efendi benim ve çocuğumun günahını çıkar) denir, o da şaraplı su ile vaftiz edince günahsız olur! Ne diye Hazret-i İsa’yı öldürüyorlar?
Sonra ne diye Allah’ın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğula neden ihtiyaç duymuş?
Misyonerin kahramanı, oğul tanrı dediği İsa’dan iki ay mühlet istiyor. Tanrı iki ayda ne yapacak? Kur’an-ı kerimde (Ol deyince oluverir)buyuruluyor. İki aya ne hacet var? Eğer hıristiyanlık onu kötü alışkanlıklardan kurtarırsa, ömür boyu hıristiyanlığa boyun eğecekmiş. Hıristiyanlığın ne kanunları var da, ona boyun eğecek? İçki içmeyin, namaz kılın, zekat verin, hacca gidin gibi bir emirleri mi var? Adam öldürenin cezası bu, hırsızlık edenin cezası şu diye bir hüküm mü var? İnciller ortada, öyle bir hüküm yok. Hıristiyanlıkta hangi kural var? Bir hukuk, bir ceza sistemi mi var? Varsa; ne diye Hıristiyan ülkeler, onun emrine göre değil de, beşeri sistemlerle idare ediliyorlar?
Ne tarafından bakarsanız bakın, hıristiyanlık birer saçma hurafeler zinciridir.
Hıristiyanlık ve akılcılık
|
Sual: Bir Profesörün, Batı bugün ilerlemesini akılcılıkla uyuşabilen Hıristiyanlığa borçlu demesi uygun mudur?
CEVAP
Ortaçağda hıristiyanlık büyük devletlerin resmi dini iken, korkunç bir karanlık devir yaşanıyordu. Hazret-i İsa’nın telkin ettiği insanlık esasları yerine, taassup, kin ve zulüm hakimdi. Hıristiyanlar, ilmin karşısına çıktılar. Dünyanın döndüğünü bildiren Galile’yi, dinsiz diyerek öldürmeye teşebbüs ettiler. Doktor ve teolog olan Michel Serve (Teslis) denilen üç tanrı inancını reddettiği için, protestanCalvin’in teşvikleriyle 1553’de Geneve’de diri diri yakıldı. (Kamus-ül alam, Larousse)
Tüyleri ürperten Engizisyon mahkemeleri kurarak yüz binlerce insanı haksız yere, çeşitli işkencelerle öldürdüler. Papazlar para karşılığında günah affettiler, Cennetten yer sattılar.
Ortaçağda, hıristiyanlık devlet halinde, hurafe içinde zulüm saçarken, İslam dini, refah ve huzur içinde yaşamak imkanı bağışlamış, müslümanlar her alanda ilerlemişti. İnsanlığı, hıristiyanların ilah dedikleri putlara insan kanı dökmek faciasından İslamiyet kurtardı. Bunun yerine, zekat, sadaka, adak gibi güzel hasletleri getirmekle sosyal adaletin temelini kurdu.
İslamiyet, bütün yenilikleri emreden bir dindir. Müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan güzel ahlak ve sosyal bilgilerde en üstün dereceye varmışlar, batının, bugün dahi büyük bir saygı ile andığı büyük bilginler, mütehassıslar yetiştirmişler, medeniyetin önderi olmuşlardır.
Hıristiyanlar, en modern bilgileri İslam üniversitelerinden öğrenmişlerdir. Bugün bile, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya “Chemie”ve cebire [Arapça El-cebir kelimesinden] "Al-gebra" adı verilmektedir. Çünkü bu ilimleri müslümanlar bulmuştur.
Hıristiyanlar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla kaplı zannederken müslümanlar, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü ispat etmişlerdir.
İlmin yayılması için gereken kağıt, 794 senesinde Bağdat’taki bir kağıt fabrikasında imal edilirken, hıristiyan batı, kağıt fabrikasını ancak 1100 yılında işletebilmiştir.
Cabir Hayyan, atom bombası fikrinin ve kimya ilminin babası olan büyük âlimdir. Ebul-Vefa hazretleri, Trigonometride, tanjant, kotanjant, sekant, kosegantı bulan matematikçidir. Müslümanlar, bütün bunları, hıristiyanlarca; doktorun büyücü, hastanın ise şeytana tutulmuş, günahkâr sayıldığı bir devirde gerçekleştirmiştir. (The Encyclopedia Americana USA 1973, The new Encyclopedia Britannica, Müslüman İlim Öncüleri, İslam Ansiklopedisi)
Batı bugünkü gelişmiş duruma hıristiyanlıktan uzaklaşmakla gelmiştir. Bir hıristiyan devleti olan Habeşistan, Hıristiyanlığa bağlı kaldığı müddetçe daha çok sürünür.
Eskiden olduğu gibi bugün de, hıristiyanlık, Avrupalı aydına yetmemekte, onu felsefi ideolojilere itmektedir. Akla zıt olan Hıristiyanlığı, kurtuluş çaresi gibi göstermek büyük bir gaflettir.
|
|
|
|
|
Papazların isyanı
|
Sual: Hıristiyanlıkta Papaz niye evlenmez?
CEVAP
Papazların evlenmemesini de Allahü teâlâ emretmemiştir. Kendileri uydurmuştur. (Hadid 27)
Allahü teâlâ, papazların evlenmesini niçin yasaklasın? Bunu daha önceki rahiplerin uydurduğunu bilen papazlar, gayri meşru yoldan bu işi beceriyorlar. AIDS’li papazlar az değildir. Papazların günahları affetme yetkisi de çok gariptir. Papazın günah çıkarma yetkisi olunca, ne diye günah işlemekten çekinsin? Kısacası Hıristiyanlık hurafelerle doludur.
Basında yer alan bir haber:
Papazların isyanı
NEW YORK- Rahiplerin cinsel taciz ve çocuklara tecavüz eylemleri sebebiyle Katolik dünyası tarihinin en derin sosyal krizini yaşıyor. Aynı inancı paylaşan yaklaşık bir milyarlık Katolik dünyasının kalbi olan Vatikan’da çok itibarlı olarak kabul edilen iki rahibin sapıklıkla suçlanarak Papa tarafından görevden alınmasından sonra 60 milyon mensubu bulunan Amerikan Katolik Kilisesi’nde de sorgulama dönemi başladı. Yaşanan skandala değinen Time dergisi son sayısında, “Kilise Kurtarabilir mi?” başlığıyla konuyu kapaktan verirken, Katolik Kilisesi’nin devamlı taban kaybettiği belirtildi. Habere göre son yirmi yıl içinde tacize uğrayanlara bir milyar dolara yakın tazminat ödendiği de ortaya çıktı. Bunu çözmek için Amerika’nın önde gelen rahipleri, bu kuralın değiştirilerek, evlilik müessesinin rahipler için de olmasının şart olduğunu ileri sürdüler.
Amerika’nın tanınmış rahiplerinden Frank Mccourt, bu konuda “Evlenme yasağı insan doğasına aykırı, papazları günaha teşvik eden bu kural kaldırılmalı. Kilise kendi bindiği dalı kesiyor” diye konuştu. Florida Eyaleti’nin gözde kesimlerinden Palm Beach’te saygın bir din adamı olarak tanınan, 65 yaşındaki rahip Joseph Keith Symons sübyancı olduğunu itiraf etti ve görevinden istifa etti. Kimliği gizlenen bir erkeğin geçen ay Symons’u suçlamasının ardından sübyancı rahip suçunu itiraf etmek zorunda kaldı. İspanya’yı karıştıran eşcinsel rahip olayı da, daha önce İtalya’da yaşanmış ve kitap olarak da yayınlanmıştı. Eşcinsel Bir Rahibin İtirafları “Türkçe’ye de çevrilerek 2001 yılının Ekim ayında yayınlandı. Kitap Katolik dünyasında tartışma başlattı.
Vatikan’ı sarsan skandal
Polonyalı Başpiskopos Juliusz Paetz, genç rahip adaylarıyla sapık ilişkide bulunduğuna dair suçlamalarının ardından önceki gün istifasını Vatikan’a sunmak zorunda kaldı. Katolik kilisesini temellerinden sarsan skandal sonrası rahibin istifasını kabul etmek zorunda kalan Papa John Paul de yaşanan olayları utanç verici olarak nitelendirdi. Poznan’da görev yapan 67 yaşındaki Başpiskopos’un, papaz okullarındaki genç papaz adaylarının odalarına gece gizlice girdiği ve sapık ilişkide bulunduğu iddia ediliyordu. Polonya’da yayınlanan bir çok gazetede yer alan habere göre, Poznan’daki rahipler Başpiskopos Paetz’in sapık ilişkisinden uzun süredir haberdar idiler ve bunu Vatikan’a haber verdiler. Vatikan uzun bir süre geçtikten sonra Kasım ayında, bir soruşturma ekibi gönderdi. (Türkiye, 29.3.2002)
Yehova şahitleri kimdir
|
Sual: Yehova şahitleri kime denir?
CEVAP
Bu dinin kurucusu Amerikalı papaz Charles Russel’dir. İlkokul mezunudur. 1872 yılında kurmuş, 1916’da ölmüştür.
“Bin yıllık krallığın peygamberi” olarak kabul edilir. Önceleri Protestan presbiteryan kilisesine bağlı iken, sonra Protestan congregasionalist kilisesine üye oldu. Buradan da ayrıldı.
Russel, satışa çıkardığı bir buğdayın çok fazla ürün vereceğini, bu buğdayın mucizeli olduğunu ilan etti. Bu yalana inananlar bir avuç buğdayı 60 dolara alarak ektiler. Fakat istenilen ürünü alamayanlar, dolandırıldıklarını anlayanlar mahkemeye verdiler. Mahkemede bu buğdayın diğer buğdaylardan farkı olmadığını itiraf etti ve mahkum oldu.
Evlatlık kızı Rose Boly’ye tecavüz ettiği için karısı Maria Francis tarafından mahkemeye verilmiş ve mahkemede suçunu itiraf ederek hüküm giymiştir. Mahkeme, Russel’in “yalan yere yemin eden” bir yalancı olduğuna dair de bir hüküm vermiştir.
Bu din, bir zamanlar Russelizm adıyla anılmış ve bir cins Luthercilik olarak görülmüştür. Hedefleri tanrının denetiminde Hazret-i İsa’nın liderliğinde bir dünya krallığı, tek tip toplum düzeni kurmaktır. Yehova şahitleri 1917-1928 yılları arasında inançlarında 148 kadar değişiklik yaptılar. Karmakarışık bir inanç sistemi haline gelen Yehovacılık, gerçek Hıristiyanlık iddiası ile ortaya çıkmasına ve Yahudilikle Hıristiyanlık karması gibi görünmesine rağmen onlardan tamamen farklı bir inanış haline geldi.
Yehova: Bu kelimesinin aslı Yahvedir. Yahve İsraillilerin milli ilahlarının adıdır. Bu din, önceleri “Russel tarikatı” adıyla çalışıyordu. 1931’de “Yehova şahitleri” adıyla meydana çıktı. Dört incili esas alırlar.
(İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır. Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır.
Yehovacılar, yeni yorumlarla ayrı bir akım, ayrı bir Hıristiyanlık dini şeklinde görünürler. Bazı Hıristiyanlar (İsa üç tanrıdan biridir) derler. Yehovacılar için tek ilah Yehova derler ise de, (İsa, Yehovanın oğludur, üstün bir varlıktır) derler. Hazret-i İsa’yı ilah olmaktan çıkarmaları ve ruhu kabul etmemeleri Katolik, Ortodoks ve Protestanları kızdırmıştır.
Yehovacılara göre de, diğer Hıristiyanlar gibi, her çocuk günahkâr doğar. İnançlarını aşılamak için, Hıristiyanlıklarını gizlerler. Yehova yerine “Allah” ve diğer İslami terimleri kullanırlar. Bunlara ancak cahiller kanar, dinini bilen hiçbir Müslüman kanmaz.
Bunlar ahirete inanmaz. Cennetin dünyada olacağına, Hazret-i İsa’nın oradaki krallığına inanırlar. Ruhun ölmezliğine inanmazlar. Üçleme inancını yorumlamaları, bazı Hıristiyan mezheplerden farklı olmakla birlikte, onu reddetmezler. Dünya onlara göre bâkidir. Kendilerini bir millete ve vatana bağlı hissetmezler. Hıristiyanlık inancını benimserler. Hatta kendilerini asil Hıristiyan olarak tanıtırlar.
Bayrağa karşı çıkarlar, milliyet ve vatan sevgisini reddederler. Vatan bütünlüğü, vatan savunması ve askerlik yapmaya karşıdırlar. Zina dışında herhangi bir sebeple boşanmaya ve İncillere aykırı olduğunu ileri sürerek kan nakline karşı çıkarlar.
Tatlı, okşayıcı dillerle gençleri aldatmaya, Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar. Çeşitli yollardan ele geçirdikleri adreslere broşür ve kitap gönderiyorlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar, kapı kapı dolaşarak, evlere bu kitap ve broşürleri bırakıyorlar. Bu oyuna gelmemelidir.
Yahudilik dışında bütün dinleri düşman bilirler. Yöneticilerin hemen hepsi Yahudidir. Yahudilerin 19 kitabını bunlar da mukaddes kabul ederler. 144 bin seçkin Yahudinin dünyayı yönlendireceğine, Cennetin dünyada olacağına, Hazret-i İsa'nın dünyadaki Cennette krallık kuracağına, Yehovacıların dışında herkesin ölüp bir daha dirilmeyeceğine ve ölen Yehovacıların dirileceğine ve bir daha ölmeyeceğine inanırlar. Her çocuk günahkâr doğar derler.
Bunlar, birçok yönden Selefiyecilere (Necdilere) benzerler.
Bazıları şöyledir:
1- Yehovacılar, "İlk Hıristiyanlar gibi, İncillere sarılalım" derler. Selefiyeciler de, "Yalnız Kur'ana sarılalım" derler.
2- Yehovacılar da, selefiyeciler de mezhebe, tarikata karşıdırlar. Selefiyeciler, birçok tasavvuf büyüğüne kâfir derler.
3- Yehovacılar, ilk Hıristiyanların yolunda olduklarını söylerler. Selefiyeciler de aynı mantıkla ilk Müslümanların yolunda olduklarını söylerler. (Selef, ilk Müslümanlar manasına gelir.)
4- Yehovacılar Cehennemi inkâr ederler. Selefiyeciler de, pirleri olan İbni Teymiye gibi Cehennem sonsuz değil derler.
5- Yehovacılar, Allah insan gibi düşünür diyerek "Tanrının düşüncesi" tabirini kullanırlar. Selefiyeciler de, "Kur'ani düşünce, İslam düşüncesi" gibi tabirler kullanırlar. Halbuki İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul etmek küfürdür.
6- Yehovacılar da Selefiyeciler de, Allah gökte derler.
7- Yehovacılar ruha inanmaz, "elektriğe benzeyen kişiliksiz bir kuvvet" derler. Bazı selefiyeciler de meleklere, rüzgar, tabiat kuvvetleri derler.
8- Yehovacılar, doğum günü kutlamazlar. Doğum günü kutlamasına yaratıklara tapınmak derler. Selefiyeciler de doğum günü olan mevlidi bid’at sayar, Peygambere tapmak derler.
9- Yehovacılar, kadere inanmazlar. Selefiyecilerin bir kısmı da kadere inanmaz.
10- İncilleri işlerine geldiği gibi yorumlar, Yehovacı olmayanlara kâfir derler. Selefiyeciler de, Kur'anı işlerine geldiği gibi yorumlarlar. Selefiyeci olmayanlara müşrik derler.
İbni Sebe, bir Yahudi’dir, Hıristiyanlığı bozan Pavlos da Yahudi’dir. Selefiyecilerin Yehovacılara benzemeleri tesadüf değildir. Her bozuk fırkanın altında, bir Yahudi veya İngiliz parmağı vardır. Her taşın altında onlar gizlidir.
Misyoner faaliyetleri
|
Sual: Misyonerlerin faaliyetleri nelerdir?
CEVAP
Genel olarak misyonerlerin görüşleri şöyle:
(Müslümanları hıristiyan yapmak, gerek Katolikler, gerekse Protestanlar tarafından çok makbul sayılan bir iştir. Çünkü, müslümanları hıristiyan yapmak, çok müşküldür. Zira müslümanlar, her şeyden önce ananelerine son derece sadıktır. Ancak aşağıdaki hususlar iyi netice vermektedir.
1- Müslümanlar umumiyetle fakirdir. Fakir bir müslümana bol para vererek veya ona bir hıristiyan yanında iş imkanı sağlayarak, kendisini Hıristiyanlığa teşvik etmelidir!
2- Müslümanların çoğu, din ve fen bilgilerinde cahildir. Ne Kitab-ı mukaddes, ne de Kur'an-ı kerim hakkında tam malumatları yoktur. İbadet etmek için kendilerine gösterilen bir tarzı, şartlarını anlamadan ve hakiki ibadetin ne olduğunu bilmeden, gafil olarak tatbik ederler. Çoğu Arabi bilmediği ve İslam ilimlerinden haberdar olmadığı için, Kur'an-ı kerimdeki ve İslam âlimlerinin kitaplarındaki ince bilgilerden tamamen habersizdir. Ezberledikleri bazı âyetlerin tefsirini bilmeden, okurlar. Hele Kitab-ı mukaddesi hiç bilmezler.
Onlara hocalık eden müslüman din adamlarının çoğu da, İslam âlimi değildir. Müslümanlara, yalnız ibadetin nasıl yapılacağını gösterirler. Onların ruhuna hitap edemezler. Böyle yetişen müslümanlar, din hakkında derin bilgi sahibi olmadan, dinin esaslarını bilmeden, gösterilen tarzda ibadet ederler. Müslümanlığa muhabbetleri, Müslümanlığın esaslarını bildiklerinden değil, ana-babalarından gördükleri ve hocalarından öğrendikleri şeylere olan kuvvetli imanlarından ileri gelir.
3- Müslümanların çoğu, kendi dillerinden başka lisan bilmezler. Hıristiyanlığın lehinde veya aleyhinde yazılmış kitapları okumak şöyle dursun, dünyada böyle kitapların mevcut olduğundan bile haberleri yoktur. Onlara kendi dillerinde yazılmış ve Hıristiyanlığı bol bol metheden kitaplar verin, okusunlar. Bu kitapları verirken, bunların içinde yazılı olan şeylerin onların anlayabilecekleri kadar basit ve açık ifadeli olmasına son derecede dikkat edin. İçinde ağır cümleler, büyük fikirler bulunan kitaplardan hiçbir fayda hasıl olmaz. Bunları anlamazlar ve okurken sıkıldıkları için, bir tarafa atarlar. Sade söz, sade cümle, sıkmayacak ifade esastır. Karşınızdaki insanların çok cahil olduğunu unutmayın.
4- Onlara daima şunu anlatın: (Madem ki hıristiyanlar ve müslümanlar Allah’a iman ediyorlar. O halde rableri birdir. Fakat, Allah Hıristiyanlığı hakiki din olarak kabul eder. Bunun ispatı meydandadır. Bakınız bir kere, görüyorsunuz ki, dünyada en zengin, en medeni, en bahtiyar insanlar hıristiyanlardır. Çünkü Allah, onları yanlış yolda olan müslümanlara tercih etmiştir. İslam ülkeleri fakir ve zaruret içinde iken, hıristiyan ülkelerinden yardım dilenirken, ilim ve fende çok geri kalmışken, hıristiyan ülkeleri medeniyetin en yüksek mertebesine vasıl olmuş, her gün daha da ilerlemektedirler.
Birçok müslüman, hıristiyan ülkelerinde iş bulmak için, oralara gitmektedir. Sanayide, ilimde, fende, ticarette, kısaca her şeyde hıristiyanlar müslümanlardan üstündür. Bunu kendi gözlerinizle görüyorsunuz. Demek ki Allah, İslam dinini doğru bir din kabul etmiyor. Onun bâtıl bir din olduğunu size, bu hakikat ile göstermek istiyor. Allah, hakiki din olan hıristiyanlıktan ayrılanları cezalandırmak için, onları daima sefil, hakir, perişan bir halde bırakacak ve müslümanların hiçbir zaman iki yakası bir araya gelmeyecektir.)
İşte misyonerler, bu yalanlarla müslümanları aldatıp hıristiyan yapmaya uğraşmaktadır. Ellerinde bol para olduğundan, bu paraları büyük miktarda, bu maksat için kullanmakta, müesseseler, hastaneler, okullar, spor salonları, eğlence yerleri, kumarhaneler, fuhuş evleri kurarak müslümanları iğfal etmeye, ahlaklarını bozmaya çalışmaktadır.
Zamanımızda, Yehova şahitleri denilen hıristiyan misyonerler, yukarıda yazılı tatlı, okşayıcı dillerle müslüman yavrularını aldatmaya, hıristiyan yapmaya çalışıyorlar. Telefon rehberlerinden aldıkları adreslere, broşürler kitap ve risaleler gönderiyorlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar, kapı kapı dolaşarak, evlere bu kitap ve risalelerden bırakıyorlar.
Müslüman uyanık olmalıdır! Dinini bilmeyenin aldatılması daha kolay olur. Dinimizi öğrenmek için piyasadan rasgele kitap almak doğru değildir. Bilhassa günümüzde yazılan Mısırlı, Suriyeli yazarların kitapları çok bozuktur. Bid'at ehlinin kitapları değil, bin yıldan beri her asra ışık saçan İslam âlimlerinin eserleri okunmalıdır. [ Hakikat Kitabevinin yayınları, bu kıymetli eserlerden türkçeye tercüme edilip derlenerek hazırlanmıştır. www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir.]
Misyonerlerin yalanları
Sual: Misyonerler, Avrupa’nın kalkınmasına Hıristiyanlığı sebep gösteriyorlar. Hıristiyanlığın hüküm sürdüğü Ortaçağda, Avrupa geri değil miydi? Hıristiyanlık, hangi gelişmeyi emretmektedir?
CEVAP
Bugün hıristiyanların refah içinde olmasına karşı, müslüman ülkelerinde bulunan halkın fakir ve perişan olmasının din ile hiçbir alakası yoktur. Aklı başında olan herkes; eğer bugün müslümanlar zaruret içinde iseler, bunda kabahatin kendi büyük dinleri İslamiyet’te değil, bu dinin esaslarını bilmeyen veya bildiği halde tatbik etmeyenlerde olduğunu görür.
Hıristiyanların fen sahasında ilerlemesinde ise, Tevrat ve İncillerin değil, iman etmedikleri halde, Kur'an-ı kerimin gösterdiği saadet yoluna sarıldıkları, böylece kendi çalışkanlıklarının, gayretlerinin ve sebatlarının sebep olduğunu derhal fark eder.
Bizim dinimizde, çalışmak, dürüst ve sebat sahibi olmak, her şeyi öğrenmek, tekrar tekrar önemle emrolunduğu halde, bunu yapmayanlar şüphesiz ki, Allahü teâlânın gazabına uğrayacaklardır. Yoksa, müslümanların geri kalmalarının sebebi, hıristiyan olmadıkları için değil, hakiki müslüman olmadıkları içindir.
Japonlar hıristiyan olmadıkları halde, Kur'an-ı kerimin emrettiği gayret ve dürüstlük neticesi olarak optikte Almanları; otomobil sanayiinde Amerikalıları geçti.
1985’de, Japonya’da 5.5 milyon otomobil yapıldı ve bütün dünya buna hayret etti. Japon halkı, refah içindedir. Elektronik sanayiinde de, dünyayı geçmiştir. Japon hesap makineleri, Japon bilgisayarları, Japon mikroskopları, Japon teleskopları, Japon fotoğraf makineleri dünyayı kaplamıştır. Bunların hıristiyanlıkla bir alakası yoktur. Yalancı misyonerler acaba buna ne diyecekler ki?
Hıristiyanların yerli maşaları olan din düşmanları, temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye engeldir. Hıristiyanlar ilerliyor. Tıpta, savaşta, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi kamaştırıyor. Biz de hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet’teki güzel ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşıyorlar ve Avrupalılara, Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri, kendileri gibi İslam düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar. Halbuki İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Hıristiyanlar ve bütün gayri müslimler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar. Önceki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilavelerle, tekrar yapıyorlar. Öncekiler yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı.
Tarih gösteriyor ki, fendeki yenilikleri, hep müslümanlar yaptı. Fen bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu terakkilere, hep İslam dini ve bu dini tatbik eden İslam devletleri sebep oldu. Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile İslam devletlerini yıkamadıkları için, siyasi oyunlarla, yalanlarla, hilelerle, içerden yıktılar. Bunların topraklarında, muhtelif rejimler kurdular. Fakat, İslamiyet’i yok edemediler. Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak bugünkü terakkiyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini, menfaatlerini düşünenler, kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanatı emreden İslamiyet’e gericilik diyorlar. Yahudiler, Hıristiyanlar, hatta başka din mensupları da Cennete, Cehenneme inanıyor, Mabedleri dolup taşıyor. Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız yalanlarla, İslamiyet’e küstahça, ilk saldıran İngilizlerdir.
Şimdi müslümanların, İslamiyet’in emrettiği, fen bilgilerine de sarılmaları, yine büyük sanayi kurarak yeni aletler yapmaları, Hıristiyanlardan üstün olarak, bütün insanlığı saadete kavuşturmaları gerekir.
Süryaniler
|
Sual: Süryaniler kimdir?
CEVAP
Süryanice konuşurlar. Katolik kısmından, Yakubiye fırkasındandırlar. Monofisiye inancında olup, İsa tanrıdır derler. Urfa patriki olan Yakub-i Berde’i tarafından kuruldu. Antakya patriki Mihaili Süryani tarafından yayıldı.
Mihail, miladi 1126 yılında doğdu. 1199 senesinde öldü. Yakub [m. 578] de ölmüştür. Hıristiyanlıkta monofisiye inancını, ilk olarak, İstanbul patriki Utiha çıkarmıştı. İskenderiye patriki Dioskorüs de buna uymuştu. Miladi [451] deki Kadıköy toplantısında, Dioskorüsün fikirleri red edilmişti. Miladın 405 senesinde ölmüş olan Mar-Maron isminde bir katolik papazı da Maroni fırkasını kurmuştur.
Suriye’deki Hıristiyanların bir kısmının Süryani, bir kısmının da Maroni oldukları Kamus-ül-a’lamda yazılıdır.
Eflatun ve Hıristiyanlık
|
Sual: Din kitaplarında, (Allahü teâlâ, Adem aleyhisselamdan beri, her bin yılda, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din gönderdi. Bu Peygamberlere Resul denir. Her asırda, en temiz bir insanı peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirdi. Resullere uyan bu Peygamberlere Nebi denir) dendiği halde, neden Hazret-i İsa ile Peygamberimiz arasında bin yıl yok?
CEVAP
Her iki Resul arasında yaklaşık bin yıl olduğu din kitaplarında yazılıdır. Hazret-i İsa ile Peygamber efendimizin arasında da bin yıla yakın olduğunu din kitapları bildiriyor.
Roma İmparatoru büyük Kostantin, Miladın 320 yılında İznik’te 319 papazı toplayıp, bölünmüş Hıristiyanlığı birleştirmek istedi. Papazların hazırladığı Hıristiyanlık dinine, Eflatun’un teslisini de soktu. Üç tanrılığı Eflatun’un uydurmayıp, Hazret-i İsa’nın söylediğine herkesi inandırmak için, Eflatun’un milattan 300 yıl önce yaşadığını ilan etti. Böylece, miladi yılların başlangıcı, 300 yıl geri alınmış oldu.
Platon ismi de verilen bu Yunan filozofu Eflatun’un, İsa aleyhisselam zamanında yaşadığı Burhan-ı kat’i kitabında yazılıdır. Avrupa kitaplarında, Eflatun’un, milattan, yani İsa aleyhisselamın doğumundan 347 yıl önce öldüğü yazılıdır. İsa aleyhisselamın doğumunu bilen az kimse olduğundan ve dünyada az kalıp, göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak 12 havari bilip, İseviler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, milat [Noel gecesi] doğru anlaşılamadı. Aralık ayının 25’inde veya Ocak ayının 6’sında veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü miladi yılın 5 yıl fazla olduğu, çeşitli kitaplarda, mesela Hasib Bey’in 1915 baskılı Kozmoğrafya kitabında ve Takvim-i Ebüzziya’da yazılıdır. O halde, miladi yıl, Müslümanların yılı olan hicri yıl gibi doğru ve kesin olmayıp, günü de, yılı da şüpheli ve yanlıştır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin de bildirdiğine göre, 300 yıldan fazla olarak noksandır ve İsa aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselam arasındaki zaman, bin yıldan az değildir.
Hadis âlimi İbni Asakir’in, Tabiinin büyüklerinden İmam-ı Şabi’den haber verdiğine göre, İsa aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselam arasında, 963 yıl fark vardır. (Mevahib-i ledünniyye cilt 2, fasıl 3 )
Hıristiyanlar arasında kendisine kıymet verilen Augustin, Hıristiyanlıktaki teslis inancının aynen Eflatun’un felsefesinde bulunduğunu itiraf etmektedir. Hatta teslisi ispat için Eflatun’un görüşlerini delil olarak zikretmektedir. Milattan 350 yıl önce ölen bir kimsenin fikirlerinin, Hıristiyanlık inançlarıyla aynı olması, Hıristiyanlığın fikirlerini Eflatun’dan aldığını göstermez mi? Doğrusu, Eflatun’un, Hazret-i İsa zamanında yaşadığını gösterir.
Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbani hazretleri de şöyle bildiriyor:
Eski dinlerde, ülülazm Peygamberin vefatından sonra bin yıl içinde, yeni bir Peygamber gönderilirdi. Bunlarla, o Peygamberin dini kuvvetlendirilirdi. Onun dininin zamanı bitince, başka bir ülülazm Peygamber ile yeni bir din gönderildi. Muhammed aleyhisselam, Peygamberlerin sonuncusu olduğu için ve Onun dini hiç değiştirilemeyeceği için, Onun ümmetinin âlimleri, Peygamberler gibi oldu. İslamiyet'i kuvvetlendirmek işi bunlara yaptırıldı. (m. 209)
İsa aleyhisselamın sözlerini Eflatun işitince, (Biz temiz, olgun insanlarız, bize, doğru yol gösterecek kimseye ihtiyacımız yoktur) dedi. Ölüleri diriltiyor, körlerin gözlerini açarak, abraş denilen hastaları iyi ederek kurtarıyor. Yani, kendi fenlerinin, tecrübelerinin yapamadığı şeyleri yapıyor, diye işittiği bir kimseyi, gidip görmesi, halini incelemesi gerekirken, görmeden, anlamadan, böyle cevap verdi. Bu sözleri Eflatunun çok ahmak olduğunu göstermektedir. (m. 266)
Noel Baba efsanesi
|
Sual: Noel Baba denilen Aziz Nikola evliya mıdır?
CEVAP
Noel Baba’nın varlığı bile şüphelidir, varlığını gösteren tarihî bir belge mevcut değildir. (Britannica, Wikipedia)
Büyük Kostantin, bütün İncilleri birleştirmek için, miladi 325’te, İznik’te 319 papazı toplayıp, yazdırdığı yeni İncil’e eski dini olan putperestlikten de birçok şey sokturmuş, yeni bir Hristiyanlık dini kurmuştu. Bu İznik konsiline Aziz Nikola da katılmıştır. (Dinler tarihi, Baki Adam)
Aziz Nikola bazı kaynaklara göre 3. yüzyılda doğdu; fakat birçok yazar bunun aksini iddia ederek tarihsel bir kişiliğinin olmadığını savunur. Bazı kaynaklara göre de, Aziz Nikola’nın 325 yılında yapılan İznik Konsiline, Myra Başpiskoposu olarak katılıp, Allah’ın birliğini savunan Aryusçularla tartışması ve tavır alması, onun daha çok tanınmasına sebep olmuştu. Buradan anlaşılacağı üzere, tevhid anlayışını savunanlarla amansız bir şekilde mücadele ederek, Roma ve kilise nezdinde takdir edilmek istiyordu. Konsilde Aryusçulara karşı, müşrik imparatorun safını tutan Aziz Nikola, Tanrı, oğul ve kutsal ruhun birlikte olabileceğini savunur ve bir tuğlayı örnek göstererek, (Ateş, toprak ve su, nasıl bir tuğlada bir arada toplanmışsa, aynı şekilde Tanrı, bir ve üç özellikli olabilir) der. Onun bu şirk kökenli teolojik saptırması kendisine duyulan ilginin artmasına neden olur. (Lütfü Özşahin, 25.12.2009)
Noel Baba yortusunun safsata ve efsane olduğu ve İncil’de geçen Noel’le ilgili sözlerin birer peri masalı ve efsane olduğu, İngiliz Durkan Başpiskoposu Dr. David Jenkis’in 21 Aralık 1993 tarihli Milliyet ve 24 Aralık 1993 tarihli Türkiye gazetelerinde çıkan beyanatında açıklandı. (Rehber Ans.)
Tevhid inancına karşı teslis [şirk] inancını savunduğu anlaşılan ve Hristiyanlık propagandasında kullanılan Noel Baba denilen kimsenin, mümin hatta veli olduğunu savunmanın maksadı, Noel yortusunu meşrulaştırarak Hristiyanlara şirin görünmek değilse, ya nedir? Noel Baba için mevlid okutanlar ve Hristiyanlara hoş görünmek için Noel’i kutlayanlar olsa da, Müslümanlar bu küfürden uzak durmalı.
Nevruz, Mihrican [ve Noel] günlerinde, bunların isimlerini söyleyerek hediye vermek haramdır. Bu günleri bayram bilerek vermek, küfür olur. Bu günleri tazim edip kâfire yumurta hediye eden, kâfir olur. Bu günlerde bir şey satın almak da böyledir. Her zaman aldığını alan kâfir olmaz. (Dürr-ül-muhtar)
Bezzaziyye fetvasında, (Nevruz günü, Mecusilerin bayramıdır. O gün, Mecusilerin yanına gidip, onların yaptıklarını yapmak küfürdür. O gün, bayram yapan Müslümanın imanı gider de haberi olmaz) deniyor. Noel günü ve gecesinde ve kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapanın da kâfir olduğu bu fetvadan anlaşılmaktadır. (S. Ebediyye)
Müslümanların Noel’i kutlayarak imanlarını kaybettikleri bir dönemde, onların imanlarını korumak yerine, Hristiyanların, misyonerlerin efsane kahramanı Noel Baba için evliya demenin, mevlid okutmanın âlemi nedir?
Hıristiyanlıkta akıl ermez inançlar
|
Sual: Hristiyanlığın belli başlı inançları nelerdir?
CEVAP
Hıristiyanların inançlarından bazıları kendi ifadelerine göre şöyledir:
1- “Biz de tek ilaha inanırız. İlah birdir, aynı zamanda üçtür. Üç, bir demektir. Üç tane bir, birbiriyle çarpılırsa yine bir çıkar. Tanrının üç sıfatı vardır. Bir bardak suyun da üç hâli var: Sıvı, katı ve buhar, ama su aynıdır. İşte biz de ilahı böyle biliyoruz. Yani Baba ilah, Oğul ilah, Kutsal ruh İsa... Bu eskiden böyleydi, ama şu anda işleyen ruh İsa’dır. Şimdi biz tanrı olarak tek olan İsa Mesih’e inanırız. Tanrı, Tevrat’tan sonra İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur. İsa göğe çıkınca babanın sağına oturmuştu. Sonra Baba tanrı, İsa ile birleşti. Tek Tanrı oldu. Şimdi o tanrının adı İsa’dır. Böylece biz de tek Tanrıya inanmış oluyoruz.”
2- “Her çocuk günahkâr doğar. İsa, bu günahlara fidye için öldü. Tanrı, insanların günahını affettirmek için, kendi oğlunu haçta öldürtmüştür. Başka çare bulamadı, mecburen biricik oğlunu feda etti! Merhametinden böyle yaptı. Kutsal kitabımızda, (Tanrı, merhametsiz olsaydı, herkese kendi borcunu ödetirdi. Âdil, merhametli olduğu ve dünyayı çok sevip, herkesin affolması için biricik oğlunu feda etti) diye bildiriliyor. (Yuhanna 3: 16)
Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi; çünkü kutsal kitapta, (Her şey kanla temizlenir ve kan dökülmeden bağışlama olmaz) diye yazılıdır. (İbraniler, 9: 22)
Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı, ama İsa’da böyle olmadı, çünkü o Tanrının kuzusuydu. (Yuhanna 1: 29)
İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı. Bütün dünya günahsızdır. Artık başka bir kurbana ihtiyaç yoktur. Mukaddes kitabımızda, (Kurtuluş için İsa’nın kurban edilmesi kâfidir) diye bildiriliyor. (İbraniler, 9: 25, 26)
(İsa son kurban ise, günahlarımız affolmuşsa, ne diye misyonerlerle dünyayı Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar ve papazlar ne günahı çıkarıyorlar?) diye sormayın. O işe sizin aklınız ermez. Hıristiyanlık dinini sizin aklınız, mantığınız almaz. Yani Hıristiyanlık size saçma gelebilir. Tanrı sizin gibi düşünmez.”
3- “Vaftiz ve İşâ-i rabbânî denilen iki önemli ayinimiz vardır. Vaftiz, Hıristiyanlığa kabul âyinidir. Kilisede yapılır. Vaftizle, doğuştan gelen günahtan temizlenmiş oluruz. Kutsal paylaşma demek olan İşâ-i rabbânî veya Ehvaristiya kurban âyininde, ekmek ve şarabın konulduğu ve etrafında cemaatin toplandığı taşa Altar denilir. Bu âyinde de müzik bulunur. Mukaddes olan ekmek, kırılınca, kurban icra edilmiş, ekmek şaraba batırılıp yenilince de, Tanrı ile manevi olarak birleşme olur. Yani mayalı veya mayasız bir parça ekmekle bir miktar şaraba papaz okuduğu zaman, ekmek İsa’nın eti, şarap da kanı olur. Kilisede bu ekmek ve şarabı aramızda paylaşarak yer içeriz. Böylece İsa, kurban edilmiş ve yenilip içilmiş olur. Biz Hıristiyanlar böyle onun etini yiyip, kanını içerek onunla birleşiriz. İşlemiş olduğumuz günahlar bu şekilde, Tanrının oğlunu kurban ederek affolur.”
4- “İncillerimizin durumuna sizin aklınız ermez. Bunlar, Kutsal Ruhun yönlendirmesi ile Tanrısal vahiy yoluyla İsa Mesih’in hayatından kesitler, öğütler, uyarılar ve İsa’nın elçileri tarafından yapılmış olaylar ve söylenmiş sözlerdir.” [Yani asırlardır düzeltiyoruz, değiştiriyoruz, biz hâlâ tam anlamadık, siz nerden anlayacaksınız mı demek istiyorlar?]
5- “İnsanlar, Tanrı’ya dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve herkesin günahını affedebilir. Kutsal kitabımızda, (Doğru olan bir kişi bile yoktur) diye bildiriliyor.” (Romalılar 3: 10)
6- “İnsanın ruhunu ancak papazlar temizler, beden ise daima günahkâr kalan çirkin bir şeyden ibarettir. Yine kutsal kitabımızda, (Yasanın gereklerini yani dinin emirlerini yapmakla hiç kimse, Tanrı katında aklanmaz) diye bildiriliyor.” (Romalılar 3: 20)
7- “Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.”
|
Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı
|
Sual: Cizvit ne demektir? Çin fağfurunun Cizvit papazlarına sorduğu sualler nelerdir?
CEVAP
Cizvit, [Fr. Jésuite] 1512’de papazların kurduğu bir misyoner derneğidir.
İlk defa, iki Cizvit papazı, Çinlileri Hristiyanlığa davet için Kanton şehrine gelmişti. Kanton valisinden Hristiyanlığı anlatmak için izin istediler. Vali bunlara önem vermediyse de Cizvitler, onu her gün gelip rahatsız ettiklerinden, sonunda, (Ben bu mesele için Çin fağfurundan [kralından] izin almaya mecburum. Kendisine haber vereceğim) dedi ve meseleyi Çin fağfuruna bildirdi. Gelen cevapta, (Bunları bana gönderin. Ne istediklerini anlayayım) denildiği için, Cizvitleri Çin’in merkezi olan Pekin’e yolladı.
Bu durumdan haber almış olan Budist rahipler, telaşa düştüler ve (Bu adamlar Hristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini halkımıza telkin etmeye çalışıyorlar. Bunlar Buda’yı tanımıyorlar. Böylece, halkımızı yanlış bir yola sokacaklar. Lütfen onları buradan kovun!) diye fağfura yalvardılar. Fağfur, (Önce ne söylediklerini bir anlayalım, ondan sonra karar veririz) dedi. Ülkenin sayılı devlet ve din adamlarından oluşan bir meclis kuruldu. Cizvitleri bu meclise davet ederek, (Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir, anlatın) dedi. Bunun üzerine, Cizvitler şöyle anlattılar:
“Yeri ve göğü yaratan ilah, Tanrı birdir, fakat aynı zamanda üçtür. Tanrının biricik oğlu ve Ruh-ul-kudüs de birer ilahtır. Bu Tanrı, Âdem ve Havva’yı yaratıp, Cennete koydu. Onlara her nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan yememelerini emretti. Şeytan, Havva’yı aldatıp, Tanrının emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine Tanrı, onları Cennetten çıkardı ve dünyaya gönderdi. Burada onların evlatları, torunları ortaya çıktı; fakat bütün bunlar dedelerinin işlediği günahla kirlenmiştir. Hepsi günahkârdır. Bu hâl, tam 6000 yıl devam etti. Nihayet Tanrı, insanlara acıdı ve onların günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik oğlunu günah kefareti için kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte, bizim inandığımız Tanrının oğlu olan İsa budur.
Arabistan’ın kuzeyinde Kudüs denilen bir şehir vardır. Kudüs’te Celile denilen bir yer, Celile’nin de, Nâsırâ (Nazareth) köyünde Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, Yusuf ismindeki bir marangoz ile nişanlanmışsa da, henüz bakireydi. Bu kız bir gün tenha bir yerde bulunurken, Ruh-ül-Kudüs gelip, ona Tanrının oğlunu ilkâ etti [koydu]. Yani, kız bakireyken hâmile oldu. Bundan sonra, nişanlısı ile Kudüs’e giderlerken Beytüllahim’de bir ahır içinde çocuğu oldu. Tanrının oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. Doğuda bulunan rahipler, İsa’nın doğduğunu, gökte birdenbire yeniden peyda olan bir yıldızdan öğrenerek hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda buldular. Ona secde ettiler.
Tanrının oğlu İsa, 33 yaşına kadar vaaz etti. (Ben Tanrının oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmaya geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, âmâların gözünü açmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedavi etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaretle kurutmak gibi birçok mucizeler gösterdiyse de, az sayıda insan ona inandı. Nihayet hain Yahudiler, Onu Romalılara şikâyet ettiler ve Onun haça gerilmesine sebep oldular, fakat İsa, haçta öldükten 3 gün sonra, tekrar dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra göğe çıkıp babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini Ona terk etti. İşte bizim dinimizin esası budur. Buna inananlar, öteki dünyada Cennete, inanmayanlar ise Cehenneme gideceklerdir” dediler.
Bu sözleri dinleyen Çin fağfuru, papazlara dedi ki:
- Siz, Tanrı hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, (İki iki daha beş eder) gibi manasız bir sözdür. Bunu açıklayın!
- Bu, Tanrının bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez.
- Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan çok kudretli Tanrı, kullarından birinin işlediği bir günah için, onun bu işten haberi bile olmayan bütün soyunu nasıl günahkâr sayar? Bunların affı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Tanrı âciz olur mu? Bu, onun büyüklüğüne yakışır mı hiç?
- Bu da, Tanrının bir sırrıdır. Sır açıklanamaz, sadece inanılır.
- İsa, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş. Ağaç vermeyince, onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Buna rağmen İsa’nın buna kızıp ağacı kurutması, mucize midir, zulüm müdür? Bir Peygamber, size göre bir ilah, bunu nasıl yapar?
- Bu işler manevi işlerdir. Tanrının sırlarıdır. İnsanların akılları buna ermez.
- Size izin veriyorum. Gidin, Çin’in istediğiniz yerinde misyonerlik yapın!
Papazlar çıkınca fağfur, meclistekilere şunları söyledi:
- Çin’de böyle saçmalara inanacak bir ahmağın bulunacağını sanmadığım için, bu papazların böyle hurafeleri anlatmalarında hiçbir mahzur görmedim. Eminim ki, bunları dinleyenler, dünyada hurafelerle dolu ne ahmak milletler bulunduğunu göreceklerdir. (Diyâ-ül-kulûb, Cevap Veremedi kitabı)
Hıristiyanlıkta devlet idaresi
|
Sual: Avrupa Hıristiyan olduğu halde, ne diye devlet idareleri Hıristiyanlık dinine göre uygulanmıyor?
CEVAP
Mevcut İncillerde, muamelata yani alış veriş, aile, kira, ücret vs. hukuklarına ve siyasi hukuka dair hükümler yoktur. Avrupa’da laikliğin getirilmesi de bu yüzdendir. Hıristiyanlık hiçbir ihtiyacı karşılayamıyor. Onun için kendileri yeni kanunlar çıkarmak zorunda kalmışlardır. Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bu konuda da farklar çok barizdir:
1- Hıristiyanlıkla en küçük bir dernek, bir köy muhtarlığı idare edilemez. Hiçbir idare şekli, yönetim şekli yoktur. Devletin şekli nasıldır? Devletin başkanının vasıfları nelerdir, bunu kimler seçer? Hiçbiri belli değildir; ama İslamiyet’te bunların hepsi detaylı olarak bildirilmiştir.
2- İslamiyet baştanbaşa bir hukuk sistemidir. 1960 yılına kadar Yahudi İsrail bile, İslam dininin kanunları olan Mecelle’yi tatbik etmiştir. Her olayın cezası bildirilmiştir. Hırsızlık edenin, içki içenin, zina edenin, gaspın, adam öldürmenin insanları yaralamanın, gözünü kulağını çıkarmanın cezaları, hatıra ne geliyorsa hepsinin cezası bildirilmiştir. Hıristiyanlıkta bunların hiçbirisi yoktur.
3- Ceza hukukunda olduğu gibi, diğer hukukta da, mesela miras hukukunda, evlilik hukukunda da her şey inceden inceye detayına kadar bildirilmiştir. Nikâh ve boşanma şekilleri, alış veriş bilgileri, kâr oranları, müşteriyi kandırmanın cezası, işçi ve işveren hakları, ana baba ve evlat hakkı, karı koca ve arkadaş hakkı, komşu hakkı, gayrimüslimlerin hatta hayvanların hakları hep bildirilmiştir.
Misyoner papazların, (Avrupa Hıristiyan olduğu için kalkınmıştır) sözleri tamamen yanlış ve yalandır. Doğrusu, Avrupa Hıristiyanlıktan uzak kaldığı için kalkınmıştır. Hıristiyanlığın devletin idaresine hiçbir etkisi yoktur. Bir ülkenin kalkınmış olmasının Hıristiyanlığa bağlı olup olmamasıyla alakası yoktur. Bugün Japonlar, Hıristiyan olmadıkları halde teknikte çok ileri seviyededir. Teknikte ileri olmak, çalışmaya bağlıdır. Kim uygun şekilde çalışırsa, o ileri olabilir.
Bir misyonerle diyalog
|
Misyonerler e-maillerle de propagandalarını sürdürüyorlar. Bir misyonere Avrupa’da üç tanrı fikri, gittikçe yerini tek tanrıya mı bırakıyor dedim. Dedi ki:
Misyoner – Biz de tek ilaha inanırız. Tanrının üç sıfatı vardır. Bir bardak suyun da 3 hâli var: Sıvı, katı ve buhar. Ama su aynıdır. İşte biz de ilahı böyle biliyoruz. Yani Baba ilah, Oğul ilah, Kutsal ruh İsa. Bu eskiden böyle idi şu anda işleyen ruh İsa’dır. Şimdi biz tanrı olarak tek olan İsa Mesih’e inanırız.
CEVAP
Suyun hâli doğrudur. Ama bir tanrı hem baba, hem oğul hem de İsa olur mu? Böyle sıfat ve vasıf olur mu? Bu vasıf yeni mi çıktı? Tevrat [Ahdi atik = Old testament] üç tanrı var diyor mu?
Mis – Tanrı, Tevrat’tan sonra İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur.
CEVAP
İsa göğe çıkınca babanın sağına oturdu diyorsunuz. Bunlar vasıf değil, iki ayrı varlıktır.
M – Önce öyle idi, sonra İsa ile birleşti. Tek tanrı oldu. Şimdi o tanrının adı İsa’dır.
CEVAP
Bu çok gülünç, uydur uydur söyle. Bir misyoner de, (1+1+1=3 demek yanlış olur, doğrusu 1x1x1=1 dir. Buna üçlü birlik diyoruz) demişti. Buna da, (Ne diye üç tane biri çarpıyorsun, o zaman 100 tane biri de birbiri ile çarparsan yine bir çıkar. O zaman yüz tane tanrı demek de size göre doğru olur) demiştim. İşte İnciller değişe değişe böyle gülünç gariplikler çıkıyor. Kur’an-ı kerimde Yahudilerin de Hazret-i Üzeyir’e, Hıristiyanların da Hazret-i İsa’ya Allah’ın oğlu dedikleri bildiriliyor. Sizin düşündüğünüz tanrı, ne kadar zalim ki biricik oğlu dediğiniz Hazret-i İsa’yı hiç acımadan çarmıha gerdirip öldürüyor. Suçsuz insanı niye öldürür ki?
M – Başkalarının günahlarının affı için öldürdü.
CEVAP
Öldürmeden de affettim dese tanrınıza karşı çıkacak biri mi var? Ne kadar saçma bu!
M – Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi. Çünkü kutsal kitapta kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı. Ama İsa’da böyle olmadı. Çünkü o tanrının kuzusu idi. (Yuhanna incili 1/29) İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için ve son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı ve artık başka bir kurbana ihtiyaç yok.
CEVAP
Eee o zaman bütün dünya günahsızdır. Ne diye bizi Hıristiyan yapmaya çalışıyorsunuz?
M – O işe senin aklın ermez.
CEVAP
Az önce herkesin günahını affetti dediniz ya.
M – Din akla, mantığa uygun olmaz. Hıristiyanlık size saçma gelebilir. Tanrı sizin gibi düşünmez. Ancak kutsal ruh sayesinde tanrıya ulaşılır.
CEVAP
Akıl mantık da bu işte yaramazsa, ölçümüz ne olacak? Sizinle nasıl anlaşacağız? Allah niye günahsız biricik oğlunu öldürdü diyorum, mecburdu, bu akılla izah edilmez diyorsun. Çocuklar niye günahkâr doğar diyorum, onu kutsal ruh bilir diyorsun. Madem günahların affolması için bir kuzunun kurbanı gerekiyordu, şimdiki günahkârlar için de bir kuzu daha kurban edilse olmaz mı? Biricik oğlunu tekrar çarmıha gerdirse de bütün insanlık günahtan kurtulsa olmaz mı? Olmaz böyle şey dersen o zaman önce niye günahsız kuzuyu kanlar içinde çarmıha gerdirdi? Önceki doğru ise niye bir doğru daha yapmıyor? Hıristiyan olunca insanların günahları affolur diye İncillerin hangisinde yazıyor ki? Günahsız iseniz, papazlar daha ne günahı çıkartıyor? Bizim günahlarımız af olmayacaksa tanrının kuzusu niye kan içinde kaldı? Herkes günahsızsa dinlere ne ihtiyaç var? Böyle saçma dine nasıl inanılır ki?
Hazret-i İsa tanrı değildir
Yukarıda bir misyonerle geçen konuşmayı bildirmiştik. Şimdi de başka birinin görüşlerini bildiriyoruz. Hazret-i İsa için tanrı, tanrının oğlu gibi tuhaf şeyler söylüyor.
Misyoner – Babasız insan olmaz. İsa babasız olduğuna göre, tanrı olmasa bile tanrının oğludur.
CEVAP
Babasız doğmak tanrının oğlu olmayı mı gerektirir?
Mis – Bu işte bir harikalık yok mu?
CEVAP
Elbette büyük bir harika bu. Ama bunun çocukla ilgisi ne?
M – Herkes öyle doğmadığına göre, büyük bir ilgisi var demektir.
CEVAP
Büyük ilgi, onu yaratandadır. Yaratılana tanrı veya tanrının oğlu demek yanlış olur.
M – Başka kimse babasız yaratılmadığına göre, onun tanrının oğlu olması niye anormal olsun ki?
CEVAP
Babasız kimse yok ama, hem anasız hem de babasız olanlar vardır. Hazret-i Âdem, Hazret-i Havva ve melekler ana babasız değil mi? O zaman Hazret-i İsa gibi hâşâ bunların da tanrı olmaları gerekmez mi?
M – Peki İsa’nın ölüleri diriltmesi onun tanrı olduğunu göstermez mi?
CEVAP
Bu bir mucizedir. Birçok peygamberde bu görülmüştür. Mesela Tevrat’ta yazıldığına göre, Benî İsrail Peygamberlerinden birkaç Peygamber de, ölüleri diriltmiştir. Hazret-i Musa, canlı olmayan bastonu diriltti. Bastonu yılan yapmak, ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü, bir değnek olan baston ile yılan, çok farklıdır. Hazret-i Musa’nın bastonu ejderhaya çevirdiğine inanıyorsun da, niye ona, hâşâ tanrı veya tanrının oğlu demiyorsun?
M – Peki, Hazret-i İsa’nın göğe çıkması onun tanrı olduğunu göstermez mi?
CEVAP
Yani Hazret-i İsa çeşitli hakaretlerle öldürüldükten sonra, göğe çıktı diyorsun öyle değil mi?
M – Evet öldürüldükten üç gün sonra.
CEVAP
Göğe çıkan değil, onu çıkaran kim? Hazret-i İdris, hayatta iken hiçbir hakarete maruz kalmadan göğe kaldırıldığına siz de inanıyorsunuz. O halde, hâşâ Hazret-i İdris’in tanrı olması daha uygun değil mi?
M – Bir soru daha: Her Peygamber günah işledi ama İsa günah işlemedi. Bu ilah vasfı değil mi?
CEVAP
Bizim inancımıza göre hiçbir peygamber günah işlemez. Hangi peygamber günah işledi?
M – Davud peygamber zina etmedi mi?
CEVAP
Bu iftirayı Yahudiler yapıyor. İsa’nın babası Davud diyorlar. Dört İncil’de de, Hazret-i İsa, Davud oğlu İsa diye, kendinden bahseder. Davud zina etmişse, hâşâ Hazret-i İsa onun nikahsız çocuğu olur. Bu ne çirkin iftira öyle?
M – İsa tanrı olmasa da Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi barbarlık dini değil, şefkat ve sevgi dinidir.
CEVAP
Bu öteki sözlerinden de saçmadır. Çünkü İncillerde diyor ki:
(Bir şehre savaş için girince önce barış iste. Kabul ederlerse herkes senin hizmetçin olacak ve sana kulluk edecekler. Barışı kabul etmezlerse, o şehirdeki her erkeği kılıçtan geçir. Kadınları, çocukları, hayvanları ve şehirdeki her şeyi yağma et. Şehirde nefes alan kimseyi bırakma. ………bütün milletleri yok et.) [Ahdi atik, Tesniye kitabı bab 20/10-18 Türkçesi s.169]
(Ruhsal yasaya göre her şey kanla temizlenir, kan dökülmeden bağışlama olmaz.) [İbranilere 9/22 Türkçesi s.499]
M – Ben hatırlamıyorum. İnceleyip bildireyim.
Günler geçti misyonerden cevap yok. Acaba Hıristiyanlar, bu maddelere göre mi Haçlı seferleri düzenleyip, Müslümanların günahlarını kanla temizlemeye çalıştılar? Bu kadar sevgi ve şefkat çok değil mi?
Bir misyonerle diyalog daha:
M - İsa, babasız doğdu. Tanrının biricik oğlu ve kuzusu idi. Bu yüzden ona tapıyoruz. Tanrı, Tevrat’tan sonra, İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur.
CEVAP
Babasız olmak tanrı olmayı mı gerektir? Âdem aleyhisselam da, Havva validemiz de hem anasız, hem babasız dünyaya gelmiştir. Onlara niye tanrı demiyorsunuz?
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah indinde, İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra da "ol" dedi ve oluverdi.) [Al-i İmran 59]
M - Tanrı, İsa’yı niye babasız yarattı?
CEVAP
Allahü teâlâ, Adem aleyhisselamı ve Havva validemizi anasız babasız yarattığı gibi, İsa aleyhisselamı da öyle dilemiş, öyle yaratmış, hikmetini açıkça bildirmemiştir. Belki de her şeye gücü yettiğini, kudretinin sonsuz olduğunu göstermek için böyle yaratmıştır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Meryem oğlunu ve annesini de [kudretimize] bir alamet kıldık.)[Müminun 50]
(Irzını iffetle koruyan Meryem ve oğlunu herkes için bir ibret kıldık.) [Enbiya 91]
İnsanları imtihan etmek için olabilir. Bir yetimi ahir zaman Peygamberi yapmıştır. Yetim olduğu için de inanmayan olmuştur. Bu bir imtihandı. Hazret-i İsa da, babasız doğunca hâşâ veled-i zina diye, iftira edip inanmayanlar imtihanı kaybettiler. Babasız olduğu için, siz de, (Çocuk babasız olmaz, babası tanrıdır) diyorsunuz, yani siz de, bu imtihanı kaybettiniz. Babasız doğmak, kişiyi insanlıktan çıkarıp, ilah yapsaydı; hem anasız, hem de babasız yaratılan Âdem aleyhisselam ile Havva validemizi de, ilah bilip bunlara daha çok tapınmanız gerekmez miydi?
M - Biz Kur’ana inanmayız ama Kur’anda diyor ki:
(Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lânetledik.) Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.) (Nisa 157-158)
CEVAP
Evet, Nisa suresinin o âyetlerinin meali bildirdiğiniz gibi. Madem inanmıyorsunuz yani inanmadığınız şeyi bize niye yazdınız?
M - Niye olacak, İsa ölmedi, öldürülmedi diyorsunuz.
CEVAP
Evet, Allahü teâlâ öyle bildiriyor. Buna itirazınız mı var yoksa?
Sual: Elbette var. Tanrı, kuzusu İsa’yı çarmıhta öldürttü, kurban etti. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı. Çünkü kutsal kitapta, kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için kurban oldu.
CEVAP
Sizin tanrınız ne gaddar öyle? Suçsuz insanı niye öldürür ki? Hem de suçsuz biricik oğlunu? Bu kadar zalimlik olmaz.
M - Başkalarının günahlarının affı için öldürdü.
CEVAP
Papazlarınız bir sözle günahlarınızı affediyor da, tanrınız bunu yapamıyor mu? Papazlarınız kadar gücü kuvveti yetkisi yok mu?
Bütün günahkârları affettim dese tanrınıza karşı çıkacak biri mi vardı? Neden kendi oğlunu öldürmek zorunda kaldı? Bir şeyi yapmak zorunda kalan nasıl tanrı olur ki? Bu kadar saçmalık olmaz.
M - Tanrının bir planı vardı ve bunun olması gerekliydi. Çünkü kutsal kitapta kan dökülmeden bağışlama olmaz diye yazılıdır. Musa zamanında İsrail halkı günahları için kurban keserler ve günahları bağışlanırdı. Ama İsa’da böyle olmadı. Çünkü o tanrının kuzusu idi. (Yuhanna incili 1/29) İsa Mesih bütün günahkâr insanlar için ve son kurban oldu. Onun kanı bizlerin günahlarını bağışladı ve artık başka bir kurbana ihtiyaç yok.
CEVAP
Artık o zaman bütün dünya günahsızdır. Ne diye Müslümanları gayrimüslim yapmaya çalışıyorsunuz ki? Eğer Müslümanlar günahkâr ise, bir oğul daha doğursun ve onu kurban etsin Müslümanlar da günahtan kurtulsun.
Bir de kutsal kitapta öyle yazıyor diyorsunuz? Hangi kutsal kitapta? Yüzlerce kutsal denilen İnciller arasından seçilen dört kitapta mı?
M - Bunu siz anlamazsınız.
CEVAP
Siz anlıyor musunuz ki? Hem madem dünya günahsızdır, sizin çocuklar niye günahkâr olarak dünyaya geliyor? Yeni doğan çocuk ne günahı işledi? Niye vaftiz yapılıyor? Niye papazlarınız günah çıkartıyor? Hıristiyanların tanrıları insanların günahlarını bilmiyorlar mı da, günah itiraf etme mecburiyeti getiriyorlar? Bu itiraf mecburiyeti İncillerin hangisinde yazıyor? Madem günahkâr doğuyor, gider papaza, (Papaz efendi benim ve çocuğumun günahını çıkar) denir, o da şaraplı su ile vaftiz edince günahsız olur! Ne diye Hazret-i İsa’yı öldürüyorlar?
Sonra ne diye Tanrı’nın bir oğlu var? Kızı falan yok? Karısı kim? Oğla neden ihtiyaç duymuş? İhtiyaç duyan tanrı olur mu?
Kur’an-ı kerimde (Kimse kimsenin günahını çekmez) buyuruluyor.(Enam 164)
Ne ise, Nisa suresindeki âyetleri bize niye yazdınız?
M - Eğer Kur’ana göre İsa’nın suretinde başka biri çarmıha gerilip İsa göklere alındıysa oldukça tartışmalı bir durum ortaya çıkar. İsa'nın yerine çarmıha gerilen kişinin Tanrı tarafından İsa'nın benzerliğine dönüştürülmesi İsa inanırlarını yanıltmak adına garip bir durum değil midir? Zira, bu görüntüyle güya Allah, çarmıha gerilen bir İsa figürü sunmakla o dönemin İsa’nın takipçilerine yanlış bir Hıristiyan inancı başlatmış sayılmaz mı? Öyle ki İsa’yı izleyenler onun çarmıha gerilip bütün insanlar adına günah sunusu olarak çarmıhta öldüğünü görerek iman etmişlerdir.
CEVAP
Bunları siz uyduruyorsunuz. Daha doğrusu Yahudiler uydurdu, siz de saf saf inandınız.
Ölünün neyine iman ediliyor ki? Suçsuz bir oğlunu, başkalarının suçu için öldürmek, bir tanrı için, yüz karalığı ve âcizlik değil mi? Suçsuz bir kuzuyu öldürmesinin hesabını vermesi gerekmez mi? Böyle suçlu birini ilah sanmak kadar saçma ne olabilir?
M - Ve aynı inanç bu haliyle günümüze dek taşınarak bizleri de etkilemiş, imanlısı yapmıştır. İsa’nın çarmıha gerilmediğinin 600 yıl sonrasında Muhammed'le açıklanması gecikmiş bir haber olması açısından ne derece güvenilir?
CEVAP
Yahya aleyhisselam, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa’ya İncil inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hazret-i İsa’dan sonra da Peygamberler geldi. Bunlardan üçünün hayatı, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinin 5. cildinde bildiriliyor. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)
Bu peygamberlerden hiç biri, İsa öldürüldü dememiştir.
M - Söylendiği gibi ise Muhammed dönemine kadar böyle bir yanlış İsa inancının sorumlusu size göre kimdir?
CEVAP
Yanlış İsa inancı, Bolüs’ün [Pavlos’un] uydurup sizi kandırdığı inançtır. Hazret-i İsa, doğru inancı, yani önceki kitapların ve Kur’anın bildirdiği doğru inancı bildirdi.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli Peygamberi müjdeleyici olarak geldim” dedi.) [Saf 6]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfir oldu. Halbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!" dedi. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]
(İsa dedi ki: Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir. Ona ibadet edin, işte doğru yol budur.) [Zuhruf 63,64]
(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin’ diye sen mi söyledin?” dedi. O da, ‘Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz’ dedi.) [Maide 116]
************************
— II —
MÜSLİMÂNLIK VE HIRİSTİYANLIK
ÖNSÖZ
Kitâbımızın (Müslimânlık ve hıristiyanlık) kısmını yazmağa Besmele okuyarak başlıyoruz. Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma ve Onun Âline ve Eshâbının hepsine bizlerden hayrlı düâlar olsun!
Allahü teâlâ, canlıları, cansızları, herşeyi yokdan var etdi. Yaratıcı yalnız Odur. İnsanlara çok acıdığı için, onların dünyâda iken ve öldükden sonra, mes’ûd olmalarına, ya’nî râhat etmelerine, huzûr ile, tatlı yaşamaları için lâzım olan herşeyi yaratıp, göndermekdedir. Bu şeylere (Ni’met) denir. Bitmez tükenmez ni’metlerinin en büyüğü, en kıymetlisi olarak, se’âdete kavuşduran doğru yolu ve azâblara, sıkıntılara, acı çekmeğe sebeb olan bozuk yolu birbirinden ayırmışdır. Hep iyilik yapmağı, çalışmağı, herşeye yararlı olmağı emr etmişdir. İnsanları, öldükden sonra tekrar dirilterek, hepsini hesâba çekeceğini, îmân edip, iyilik etmiş olanların Cennetlerde lezzetler içinde sonsuz yaşayacaklarını ve Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdiklerine inanmıyanların Cehennemde sonsuz azâblar, acılar içinde kalacaklarını haber vermişdir. İşte, bu kitâbı yazmağa, O yüce Allahın ismini anarak, Onun yardımına güvenerek başlıyoruz. İnsanlara se’âdet, huzûr yolunu bildirmek için vâsıta, haberci olarak seçmiş olduğu, Peygamber denilen üstün insanlara ve bunların en üstünü olan, son peygamber Muhammed aleyhisselâma şükrânlarımızı, sevgilerimizi duyurmağı da kendimize şerefli bir vazîfe görüyoruz.
Kitâbımızın bu kısmı, İslâm dîninin nasıl yayıldığını bilmiyen müslimân kardeşlerimizle, başka dinden olup da, İslâm dîninin esâslarını öğrenmek isteyenler için “Anahtar” mâhiyyetinde yazılmışdır. Dünyâda mevcûd dinlerin en yenisi ve en mükemmeli olan islâm dîni, çok insânî ve çok mantıkî esâslara dayanır. Bu kısmda teferrû’âta girişmeden, İslâm dîninin esâslarından bahs edilmiş ve diğer dinlerle mukâyesesi yapılmışdır. İslâm dîninin mu’ârızları tarafından yapılan tenkîdlere cevâblar verilmiş ve iyi bir müslimân olmak için îcâb eden husûslar mümkin olduğu kadar kısa ve açık olarak îzâh edilmişdir.
Bu bilgileri öğrendikden sonra, İslâm dîni hakkında İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” tarafından yazılan kıymetli eserleri okumak istiyenlere, İstanbulda Hakîkat Kitâbevinin çeşidli dillerde neşr etdiği kitâblarımızı okumalarını tavsiye ederiz. Bu kitâbların ismleri, ba’zı kitâblarımızın sonunda yazılıdır.
Kitâbımızın bu kısmını da, yavaş yavaş ve düşünerek okuyunuz! Başkalarına da okutunuz! Câhil bir insan iyi bir müslimân olamaz. Hâlbuki İslâm dîninin esâslarını öğrendikden sonra, ona bir insanın bütün kalbi ile bağlanmamasına imkân yokdur.Bu kısmı okudukdan sonra, siz de, İslâm dîninin ne yüksek, ne kudsî ve ne mantıkî ve kusûrsuz bir din olduğunu dahâ iyi anlayacak, dünyâ ve âhiretde selâmet ve huzûra kavuşmak için can ve gönülden ona sarılacaksınız.
Oldu Eshâb, sâbikûnessâbikûn,
ümmet için, oldu onlar, rehnümûn.
Cân fedâ kılmışdı, bunlar ibtidâ,
hepsinin oldu makâmı, müntehâ.
Feyz-ü hâli bunlara verdi Hudâ,
onlara eyledi ümmet iktidâ.
Pertev-i nûr-i hidâyet, câm-ı aşk,
herbirinden zâhir oldu, hâl-i aşk.
Hem islâmiyyet, hem tarîk-ı ma’rifet,
ehl-i islâm buldular çok menfe’at.
Yokdur tafsîle lüzûm-u ihtiyâc,
cân-u dil derdine kıldılar ilâc.
Sefer yapdı mülk-i Rûma hem Eshâb,
oldu, Rûm ehli, temâm, ehl-i necât.
Yâ Rab! gece gün, budur senden dilek,
lutfet! kalalım Eshâb yolunda hep!
“rıdvânullahi aleyhim ecma’în”
– 1 –
ALLAHÜ TEÂLÂNIN VARLIĞINA İNANMAK
İnsan dahâ çocukken etrâfında gördüğü eşyânın nereden geldiğini ve nasıl oluşduğunu araşdırmağa başlar. Çocuk gelişdikçe, üzerinde yaşamakda olduğu bu dünyânın nasıl mu’azzam bir eser olduğunu anlıyarak hayretden hayrete düşer. Hele yüksek tahsîlini yaparak, her gün etrâfımızda görülen bütün bu eşyâ ve mahlûkların inceliklerini öğrenmeğe başlayınca, hayreti hayranlığa dönüşür. İnsanların, büyük bir sür’at ile fezâda tek başına dönmekde olan, içerisi ateş dolu, toparlak (iki kutbu biraz basık) bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması ne büyük bir mu’cizedir. Yâ etrâfımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar ve nebâtlar, nasıl bir büyük kudret sâyesinde meydâna gelebilmekde, gelişmekde ve dürlü dürlü hâssalar göstermekdedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. Güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harâreti sağlar ve nebâtların yetişmesini, ba’zılarının içinde ise, kimyevî değişikliklere sebeb olarak, un, şeker ve dahâ nice maddelerin meydâna gelmesini te’mîn eder. Hâlbuki dünyâ, kâinât içinde ufacık bir varlıkdır. Güneş ve etrâfında dönen seyyârelerden meydâna gelen, içinde dünyâmızın da bulunduğu güneş sistemi, kâinât (evren) içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. Kâinâtdaki mu’azzam güc ve kuvveti îzâh için bir küçük misâl verelim:İnsanların en son elde etdikleri mu’azzam enerji kaynağı, atomları parçalıyarak veyâ birleşdirerek meydâna çıkardıkları atom enerjisidir. Hâlbuki, insanların “en büyük enerji kaynağı” saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaşdırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden dahâ fazla olduğu görülür.
İnsan, kendi vücûdunun ne mu’azzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Hâlbuki, yalnız nefes alıp vermek bile mu’azzam bir kimyâ hâdisesidir. Havadan alınan oksijen, vücûdda gıdâ maddelerini yakdıkdan sonra, karbon dioksit hâlinde dışarı çıkarılır.
Sindirim (hazm) sistemi ise, sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıdâ maddeleri ve içecekler, mi’de ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükden sonra, vücûda fâideli kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakda ve posası dışarı atılmakdadır. Bu mu’azzam hâdise, devâmlı ve otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakda, vücûd bir fabrika gibi işlemekdedir.
İnsanın vücûdunda dürlü dürlü ve çok karışık formüllü maddeler i’mâl eden, dürlü dürlü kimyâ reaksiyonları meydâna getiren, analiz yapan, tedâvî eden, tasfiye eden ve zehrleri yok eden, yaraları tedâvî eden, dürlü maddeleri süzen, enerji veren tertîbât olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela tertibâtı, elektronik bilgi sayar, haber verme te’sîsâtı, ziyâ, ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertîbâtı, mikroplarla mücâdele ve onları yok etme sistemi mevcûddur. Kalb ise, hiç durmadan işleyen mu’azzam bir pompadır. Eskiden, Avrupalılar, (Bir insanın vücûdunda bol su, biraz kalsiyum, biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun için bir insan vücûdunun kıymeti beş-on liradan ibâretdir) derlerdi. Bugün, Amerika Üniversitelerinde yapılan hesâblar, insan vücûdunda durmadan meydâna gelen muhtelif kıymetli hormon ve enzimlerle bir çok uzvî maddelerin en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydâna koymuşdur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi, (Devâmlı olarak, böyle kıymetli maddeleri muntazemân meydâna getiren bir tertibât yapmağa kalkacak olursak, dünyâda bulunan bütün paralar, bunu yapmağa kâfî gelmez). Hâlbuki, insanda bütün bu maddî mükemmeliyyet yanında, anlama, düşünme, ezberleme, hâtırlama, hükm ve karar verme, sevişmek gibi çok mu’azzam, ma’nevî kudretler de bulunmakdadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkânsızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de (Rûh)u mevcûddur. Beden ölür, rûh ölmez.
Hayvanlar âlemine dikkat ile bakacak olursak, Allahü teâlânın sonsuz kudreti, insanı büsbütün hayrete düşürür. Ba’zı canlı mahlûklar o kadar küçükdür ki, bunları ancak mikroskop altında görebiliriz. Ba’zılarının görülebilmesi için (meselâ virüsleri incelemek için) bir milyon def’a büyüten elektronik ültra mikroskoplara ihtiyâc vardır.
En büyük iplik fabrikalarının çeşidli makinalarla yapdığı sun’î ipeğin mikdârı küçücük bir ipek böceğinin yapdığı ipek mikdârının çok altındadır. Eğer minimini Ağustos böceğinin boyu, bizim ses çıkarmak için kullandığımız âletler kadar büyütülmüş olsa, yapılan ince hesâblara göre, çıkaracağı sesle camlar kırılır, dıvarlar yıkılırdı! Bunun gibi, eğer bir ateş böceği, büyük bir sokak lâmbası kadar büyütülmüş olsa, bütün bir mahalleyi gündüz gibi aydınlatabilirdi. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve mu’azzam eserler karşısında hayrân olmamak kâbil midir?Bunlar Allahü teâlânın varlığını, azametini, yüceliğini, büyüklüğünü ve kudretini göstermeğe yetmez mi?O hâlde, ancak pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinâtın bir hâlıkı [yaratıcısı] ve anlamağa aklımızın ermediği pek mu’azzam bir kudret sâhibi vardır.Bu yaratıcının hiç değişmemesi ve sonsuz var olması lâzımdır. İşte, bu yaratıcı, (ALLAHÜ TEÂLÂ)dır. İslâmiyyetde ilk esâs, Allahü teâlânın varlığına ve sıfatlarına inanmakdır.
Etrâfımıza iyice bakdığımız, târîhi okuduğumuz zemân, cismlerin yok olduklarını, başka cismlerin meydâna geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binâlar, şehrler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydâna gelecek. Fen bilgimize göre, bu mu’azzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allaha inanmıyanlar, (Bunları tabî’at yapıyor. Herşeyi tabî’at kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, (Bir otomobilin parçaları, tabî’at kuvvetleri ile mi bir araya gelmişdir?Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların te’sîri ile bir araya yığılan çöp yığını gibi mi bir araya gelmişlerdir?Otomobil, tabî’at kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmekdedir?) Bize gülerek, (Hiç böyle şey olur mu?Otomobil, akl ile, hesâb ile, plân ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yapdıkları bir san’at eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akl, fikr yorarak, hem de trafik kâidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmekdedir) demez mi?Tabî’atdaki her mahlûk da, böyle bir san’at eseridir. Bir yaprak parçası, mu’azzam bir fabrikadır. Bir kum dânesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlıyabildiği ince san’atların birer sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabî’atdaki bu güzel san’atlardan birkaçını görebilmek ve taklîd edebilmekdir. İslâma karşı olanların kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz tabîbi Darwin[1] bile (Gözün yapısındaki san’at inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demişdir. Bir otomobilin tabî’at kuvvetleri ile, tesâdüfen meydâna geleceğini kabûl etmiyen kimse, başdan başa bir san’at eseri olan bu mu’azzam âlemi tabî’at yaratmış diyebilir mi?Elbette diyemez. Hesâblı, plânlı, ilmli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yapdığına inanmaz mı?(Tabî’at yaratmışdır. Tesâdüfen var olmuşdur) demek, câhillik ve ahmaklık olmaz mı?
Allahü teâlânın, sayamıyacağımız kadar çok nizâm ve âhenk içinde yaratdığı varlıklar tesâdüfen olmuşdur diyenlerin sözleri câhilcedir ve fen bilgilerine aykırıdır. Şöyle ki:Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizle torbadan birer birer ve sıra ile, ya’nî önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihâyet on numaralı olacak şeklde çıkarmağa çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden, bir numaradan başlamak üzere, çıkarmağa çalışılacakdır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ardarda çıkarabilme ihtimâli on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimâli bu kadar az olursa, kâinâtdaki sayısız nizâmın tesâdüfen meydâna gelmesine imkân ve ihtimâl yokdur.
Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel, meselâ beş kerre bassa, elde edilen beş harfli kelimenin, türkçe veyâ başka bir dilde bir ma’nâ ifâde etmesi acabâ ne derece mümkindir?Eğer, gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, ma’nâsı olan bir cümle yazılabilecek mi idi?Kaldı ki, böyle rastgele tuşlara basmakla bir sahîfe yazı veyâ kitâb teşkil edilse, sahîfenin ve kitâbın tesâdüfen belli bir konusu bulunacağını zan eden kimseye akllı denilebilir mi?
Cismler yok oluyor. Bunlardan, başka cismler meydâna geliyor. Ancak, son kimyâ bilgimize göre, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radioaktif hâdiseler elementlerin ve hattâ atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermekdedir. Hattâ Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu tehavvülün matematik formülünü ortaya koymuşdur.
Cismlerin durmadan tehavvül etmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelmiş değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır ve hiçbir şey yok iken, hepsi yokdan yaratılmışdır demekdir. İlk, birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünki, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydâna getiren maddelerin dahâ önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacakdır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. Sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demekdir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, ya’nî başlangıç olan bir varlık yok demekdir. İlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zemân yok olması lâzım gelir.Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar silsilesi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekde olduğu anlaşıldı. Âlemin yokdan var edilmiş olduğuna, o ilk mahlûkdan hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğuna inanmak îcâb eder.
Bir hâlıkın mevcûd olduğunu inkâr ederek her şeyin tabî’at tarafından kendi kendine meydâna geldiğini iddiâ edenler, (Bütün din kitâblarında dünyânın altı günde yaratıldığı yazılıdır. Hâlbuki bugün yapılan araşdırmalar, bilhâssa radyoizotoplar ile yapılan çok ince hesâblar, dünyânın milyarlarca sene evvel meydâna geldiğini göstermekdedir) demekdedirler. Dünyânın milyarlarca sene evvel meydâna gelmesi, ne kadar zemânda yaratıldığı hakkında bilgi vermiyor ki, bu sözlerinin bir kıymeti olsun. Mukaddes kitâblarda yazılı olan altı günün bugünkü 24 sâatlik gün ile ne alâkası olabilir?24 sâatlik gün, insanlar tarafından kullanılan bir zemândır. Mukaddes kitâbların bahs etdiği günün uzunluğunun ne kadar olduğunu biz bilmiyoruz. Bu altı günden her biri, bizim kabûl etdiğimiz zemânlara göre çok uzun asrlar süren jeolojik periyotlar olabilir. Secde sûresinin beşinci âyetinde meâlen, “Allah indinde bir gün mikdârı, sizin sayınızdan bin sene eder” buyuruldu. Kitâb-ı mukaddesin Ahd-i cedîd kısmında, Petrusun ikinci mektûbunun üçüncü bâbının sekizinci âyetinde, (Şunu unutmayın ki, Rabbin indinde bir gün, bin yıl gibidir) denilmekdedir.
İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâmın ne zemân yaratıldığını biz bilemeyiz. İnsanın dünyâ kurulduğu ilk günden i’tibâren dünyâda bulunduğunu iddi’â edemeyiz. İnsan, Allahü teâlânın emri ve yaratması ile dünyâya gelmişdir. Darwinin (Tekâmül) nazariyesine göre, ilk insan olarak kabûl edilen Neandertaların, yavaş yavaş bugünkü insan hâline geldiğini kabûl etmek mümkin değildir.Hele ba’zılarının iddi’â etdiği gibi, insanın evvelâ dört ayağı üzerinde yürüdüğünü ve birçok asrlar sonra ayağa kalkdığını ileri sürmek, hiçbir zemân ilme ve mantığa uymaz. Çünki, bu kadar ibtidâî olan bir mahlûkun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkin değildir. O hâlde, dört ayak üzerinde yürüyen türün, insan olmadığını, başka bir mahlûk olması gerekdiğini ve diğer birçok eski mahlûklarla birlikde yok olduğunu kabûl etmemiz gerekir. Bütün din kitâbları, ilk insanın (homo sapien), ya’nî iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahlûk olduğunu bildirmekdedirler ve hakîkaten yukarıda söylediğimiz gibi, dört ayak üzerinde yürüyen ve bir hayvandan farkı olmıyan bir varlığın bugünkü insana dönüşebileceğini Darwin bile isbât edememişdir.
Bütün din kitâbları, ilk insan olarak Âdem aleyhisselâmı bildirmişlerdir. Âdem “aleyhisselâm” için, (Öküzü sabana koşduğu, buğday ekdiği, kendine ev yapdığı, kendisine on suhuf [forma, kitâb] verildiği)ni bildirmekdedirler. Sığırı ehlileşdirmek, mağarada yaşamak yerine kendine ev yapmak, buğday ekmek ve onu hasad etmek ve (vahy almak) meziyyeti olan ilk insanın, dünyânın oldukça tekâmül etdiği bir zemânda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, inlerde yaşıyan mahlûklarla hiç bir alâkasının olmadığı anlaşılmakdadır.
Müslimân, ilk olarak, Allahü teâlânın varlığına, büyüklüğüne, birliğine, doğmadığına, doğurmadığına, dâim ve değişmez olduğuna bütün kalbi ile îmân eder. Bu inanış, İslâmın ilk şartıdır.
– 2 –
PEYGAMBERLER, DİNLER, KİTÂBLAR
Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona (Akl) ve (Düşünme kudreti)ni verdi. İslâm âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” insana (Hayvân-ı nâtık) ya’nî düşünen mahlûk demeleri ve Descartesin (Düşünüyorum, o hâlde varım)felsefesi, bunun açık bir ifâdesidir.
Diğer mahlûklardan en büyük farkı, insanın (beden)i yanında (rûh)u bulunması, düşünebilmesi, bütün olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, aklı ile karâr vermesi ve bu karârı uygulayabilmesi, iyilik ve fenâlığı ayırabilmesi, hatâ işlediğini anlıyabilmesi ve bunun için pişmanlık duyması ve benzeri gibi üstünlükleridir. Fekat, acabâ insan, kendisine verilen bu çok yüksek hâssayı, kendi başına ve hiç bir rehber [yol gösterici] olmadan kullanabilir mi?Kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allahü teâlâyı tanıyabilir mi?
Târîhi inceleyecek olursak, insanların önlerinde, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gitdiklerinde, hep yanlış yollara sapdıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde anladı. Fekat, ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmiyenler, hâlıkı evvelâ etrâflarında aradı. Kendilerine en büyük fâidesi olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmağa başladılar. Sonra, büyük tabî’at güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının muâvinleri zan etdiler. Her biri için bir (Sûret, alâmet) yapmağa kalkdılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşidli putlar zuhûr etdi. Bunların gazabından korkdular ve onlara kurbanlar kesdiler. Hattâ, insanları bile bu putlara kurban etdiler. Her yeni hâdise karşısında, putların mikdârı da artdı. İslâmiyyet zuhûr etdiği zemân Kâ’be-i muazzamada 360 put vardı.Kısacası, insan, (BİR), ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir dürlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır. Çünki, rehbersiz, karanlıkda doğru yol bulunamaz. Kur’ân-ı kerîmde, İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmakdadır.
Allahü teâlâ, kullarına verdiği akl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fenâ, zararlı işlerden ayırmak için, dünyâya Peygamberler “aleyhimüsselâm” gönderdi.Peygamberler beşerî sıfatlarda bizim gibi insandır. Onlar da yir, içer, uyur ve yorulur. Bizden farkları, zekâ ve muhâkeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlâklı ve Allahü teâlânın emrlerini bize teblîg edecek bir güçde bulunmalarıdır. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Din) denir. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne (İslâmiyyet) denir. Peygamberler, en büyük rehberlerdir. İslâm dînini teblîg eden, en son ve en üstün peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlânın gönderdiği kitâbı da (Kur’ân-ı kerîm)dir. Aşağıda islâm dîninden bahs edilirken, bu husûsda dahâ fazla bilgi verilecekdir. Muhammed aleyhisselâmın irşâd edici mübârek sözlerine (Hadîs-i şerîf) denir. Bunlar çeşidli kıymetli kitâblarda bildirilmişdir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfleri yanında bize açıklayan büyük din âlimleri de vardır. (Böyle âlimlere lüzûm var mı?İnsan iyi bir müslimân olmak için islâm dîninin kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmi okuyarak ve hadîs-i şerîfleri inceleyerek doğru yolu bulamaz mı?)diyenler ve bu din rehberlerine kıymet ve ehemmiyyet vermiyenler de vardır. Hâlbuki bu, çok yanlışdır. Zîrâ, din esâsları hakkında hiç bir ma’lûmâtı olmıyan bir insan, bir rehber olmadan Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ma’nâsını anlıyamaz. En mükemmel bir sporcu bile, yüksek bir dağa çıkarken kendisine bir rehber arar. Bir büyük fabrikada mühendislerin yanında ustabaşılar ve ustalar vardır. Böyle bir fabrikaya ilk giren işçi, evvelâ ustalarından, sonra ustabaşılarından işinin inceliğini öğrenir. Bunları öğrenmeden önce, yüksek mühendis ile temâs ederse, onun sözlerinden, hesâblarından hiç bir şey anlamaz. Çok iyi silâh kullanan bir kimse bile, kendisine verilen yeni bir silâhın nasıl kullanılacağı kendine öğretilmeden, onu doğru kullanamaz. Bunun içindir ki, din ve îmân işlerinde, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin ma’nâlarını anlıyabilmek için, kendilerine (Mürşid-i kâmil) ismini verdiğimiz büyük din âlimlerinin eserlerinden fâidelenmemiz gerekmekdedir. İslâm dînindeki Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezheb imâmlarıdır. Bunlar, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik[1] ve imâm-ı Ahmed bin Hanbeldir “rahmetullahi aleyhim ecma’în”. Bu dört imâm, İslâm dîninin dört temel direkleridir. Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin ma’nâlarını doğru olarak öğrenmek için, bunlardan birinin kitâblarını okumak lâzımdır. Bunların herbirinin kitâblarını açıklıyan binlerce âlim gelmişdir. Bu açıklamaları okuyan, islâm dînini doğru olarak öğrenir. Bu kitâbların hepsindeki îmân bilgileri aynıdır. Bu doğru îmâna (Ehl-i Sünnet) i’tikâdı [inancı] denir. Sonradan uydurulan, bunlara uymayan bozuk, sapık inanç yollarına (Bid’at) ve (Dalâlet) yolları denir. Âdem aleyhisselâmdan beri, bütün peygamberlerin teblîg etdiği dinlerde bir olan esâs, îmân esâslarıdır. Allahü teâlâ, îmân bilgilerinde ayrılık istememişdir. Kur’ân-ı kerîmde, Enâm sûresinin yüzelli dokuzuncu âyetinde sevgili Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” meâlen, (Dinde fırka fırka ayrılanlarla senin hiçbir ilgin olamaz. Onların cezâlarını Allahü teâlâ verecekdir) buyurulmakdadır.
Gözü ağrıyan, kime baş vurur? Bekçiye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi, yoksa göz mütehassısı olan doktora mı? Elbet, mütehassısa gidip, çâresini öğrenir. Dînini, îmânını kurtarmak için çâre arayanın da, avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına başvurması lâzımdır.
Din âlimi olmak için, zemânın fen bilgilerini iyi bilmek, fen ve edebiyyat fakültelerinden diploma alıp, ayrıca doktorası, ihtisâsı olmak, Kur’ân-ı kerîmi ve ma’nâlarını ezberden bilmek, binlerce hadîs-i şerîfi ve ma’nâlarını ezbere bilmek, islâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, bu ilmlerde ictihâd derecesine yükselmek, dört mezhebin inceliklerini kavramış olmak, tesavvufun en yüksek derecesi olan (Vilâyet-i hassa-i Muhammediyye) denilen olgunluğa erişmiş olmak lâzımdır.
Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilâcını bilmiyen câhillerin hadîs-i şerîflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun rûh ilâclarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır.Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, dünyâ eczâhânesine yüzbinlerce ilâc hâzırlıyan baş tabîb olup, Evliyâ ve âlimler de, bu hâzır ilâcları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir.Hastalığımızı bilmediğimiz, ilâcları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadîs-i şerîf içinden, kendimize ilâc aramağa kalkarsak (Allergie) = aksi te’sîr hâsıl olarak, câhilliğimizin cezâsını çeker, fâide yerine zarar görürüz. Bunun için hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmden kendi aklı ile kendi düşüncesi ve bilgisi ile ma’nâ çıkaran [din büyüklerinin, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” alarak yapdıkları tefsîrlere aykırı uydurma tefsîr yazan] kâfir olur) buyuruldu. Mezhebsizler, bu inceliği anlıyamadıkları için, (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dînini bunlardan kendi anlamalı, mezheb kitâblarını okumamalıdır) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarının okunmasını yasak ediyorlar. Bu kitâblardaki bilgilere, Allahü teâlâya inanmamakdır, Ona ortak koşmakdır, diyecek kadar sapıtıyorlar. Böylece insanların islâm dîninin tâm esâsını öğrenmelerine mâni’ oluyor ve fâide yerine zarar veriyorlar.
Şimdi dinlerden bahs edelim. Bugün dünyâ yüzünde Allahü teâlânın varlığını bildiren üç semâvî din vardır:
1 — YEHÛDÎ DÎNİ: Yehûdî dîni İsrâîl oğullarından Mûsâ aleyhisselâma îmân edenlerin ve bunlardan çoğalarak zemânımıza kadar uzanan insanların dînidir. İbrâhîm “aleyhisselâm”ın oğlu İshak “aleyhisselâm”, bunun oğlu da Ya’kûb “aleyhisselâm”dır. Hazret-i Ya’kûbun bir ismi de İsrâîldir. İsrâîl, Abdüllah demekdir. Allahın kulu ma’nâsınadır. Bunun için Ya’kûb aleyhisselâmın oniki oğlundan çoğalan insanlara (Benî İsrâîl) (İsrâîl oğulları) denir. Mûsâ “aleyhisselâm”, büyük bir Peygamber idi. Benî İsrâîle gönderilmişdir.Benî İsrâîl Mısrda çoğaldı.Dinlerine sarılıp, ibâdet ederlerdi. Fekat, [Fir’avnlardan] zulm ve hakâret görürlerdi. Bir rivâyete göre Îsâ aleyhisselâmdan 1705 sene önce, Mûsâ aleyhisselâm Mısrda tevellüd etdi. Kırk yaşına kadar Fir’avnın serâyında yaşadı. Dahâ sonra akrabâları ile buluşdu. Medyene gitdi. Şu’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Mısra dönmek için yola çıkdı. Yolda, Tûr dağında Allahü teâlâ ile konuşdu. Allahü teâlâ Ona (On emr)i verdi. Mûsâ aleyhisselâm, (Evâmir-i Aşere) On Emri teblîg etdi.Mûsâ aleyhisselâm Benî İsrâîli Mısrdan çıkardı.Tûr dağında Allahü teâlâ ile tekrar konuşdu. Onlara tek bir Allaha îmânın lâzım olduğunu bildirdi. Allahü teâlânın gönderdiği (Tevrât) adlı kitâbı onlara getirdi. Fekat onları, kendilerine va’d olunmuş topraklara götüremedi. Mîlâddan evvel 1625 senesinde vefât etdiği tahmîn ediliyor. Benî İsrâîl, Onun bu ilâhî telkinlerini bir dürlü kavrayamadı. Mîlâddan evvel Âsûrî devleti iki def’a ve Mîlâdın 135 senesinde Roma imperatoru Andiriyan Kudüsü alarak yehûdîlerin çoğunu kılıncdan geçirdiler. Tevrâtları yakdılar.Tevrât unutuldu. Yehûdîler, zemânla bozuldular. Yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Tevrâtı değişdirdiler. (Talmûd) denilen din kitâbı yazdılar ki, (Mişnâ) ve (Gamârâ) diye iki kısmdır. (Mîzân-ül-mevâzîn) kitâbı, yehûdîlerin ve hıristiyanların ellerindeki Tevrât ve İncîl dedikleri kitâbların Allah kelâmı olmadıklarını isbât etmekdedir. Kitâb fârisîdir. İkiyüzelliyedinci sahîfesinde diyor ki, (Yehûdî i’tikâdına göre, Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma, Tûr dağında Tevrât kitâbını verdiği gibi, ba’zı ilmleri de ilhâm eylemiş. Mûsâ, bu ilmleri Hârûna, Yûşa’a ve Eli-âzâra bildirmiş. Bunlar da, sonra gelen Peygamberlere ve nihâyet mukaddes Yehûdâya bildirmişler. Bu da, mîlâdın ikinci asrında, bu ilmleri, kırk senede bir kitâb hâline getirmiş. Bu kitâba (Mişnâ) denilmiş. Mîlâdın üçüncü asrında Kudüsde ve altıncı asrında, Bâbilde Mişnâya birer şerh yazılmış. Bu şerhlere (Gamârâ) denilmiş. Mişnâ ile iki Gamârâdan birini, bir kitâb hâline getirip, bu kitâba (Talmûd) demişlerdir. Kudüs Gamârâsından meydâna gelen Talmûda (Kudüs Talmûdu), Bâbil Gamârâsından meydâna gelene (Bâbil Talmûdu) demişlerdir.Hıristiyanlar bu üç kitâba düşmandır. Bu düşmanlıklarının sebeblerinden birisi, Îsâ aleyhisselâmı asmak için hâzırladıkları çarmıhı taşıyan ve çarmıha gerilme hâdisesinde bulunan Şem’un, Mişnâyı rivâyet edenler arasındadır derler.Talmûdda müslimânların inandığı şeyler de bulunduğu için, hıristiyanlar, müslimânları bu bakımdan da inkâr ediyorlar). Yehûdîler kendi din adamlarına (Haham) derler. Talmûdu, Tevrât gibi okumakdadırlar. Eli-âzâr, Şu’ayb aleyhisselâmın oğludur.
2 — HIRİSTİYANLIK DÎNİ: Îsâ aleyhisselâm, hazret-i Meryem isminde bâkire bir kızdan doğmuş, bizim gibi bir insandır. Kur’ân-ı kerîmde bu husûs açıkca bildirilmiş ve Rûhul-Kudüsden bahs edilmişdir. Fekat, bunun ma’nâsı, hıristiyanların zan etdiği gibi Îsâ aleyhisselâmın Allahın oğlu olduğu demek değildir. Rûhul-Kudüs ta’bîri, Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma (Yüksek kurtarıcı kudretinden) verdiğine alâmetdir. Îsâ aleyhisselâm, yehûdîlere dalâletde (sapıklıkda) olduklarını, doğru yolun, kendisinin gösterdiği yol olduğunu bildirmeğe çalışdı. Hâlbuki yehûdîler, bekledikleri kurtarıcının çok şiddetli, sert, kavgacı, tutduğunu koparan, yehûdîleri diğer milletlerin esâretinden kurtaracak olan bir şahsiyyet olmasını bekliyorlardı. Îsâ aleyhisselâma inanmadılar. Onu yalancı Peygamber sanarak, Romalılara ihbâr etdiler ve karşı çıkdılar. Kendi inançlarına göre, onu haça gerdirdiler. [İslâm dîni, asl haça gerilen kimsenin Îsâ aleyhisselâm olmadığını, bil’aks onu az bir para mukâbili Romalılara satan Esharyut Yehûdâ (Judas)nın haça gerildiğini bildirmekdedir.] Bugün hıristiyan târîhcilerin yapdığı araşdırmalar, Îsâ aleyhisselâmın haçda ölmediğini meydâna çıkarmakdadır. John Reban isminde bir zât da, bunun hakkında 1978 senesinde pek çok satılan bir eser neşr etmişdir. Bu araştırmaların nasıl bir netîce vereceği ma’lûm değildir. Fekat dahâ şimdiden hıristiyanların Îsâ aleyhisselâmın (Haçda can verdiği ve tanrı Babanın kendi biricik oğlunu günâhkârlar için fedâ etdiği) efsânesini kökünden yıkmakdadır. Böylece hıristiyan târîhciler bu gün kiliselere büyük bir darbe indirmekdedirler.Yehûdîler, kısa zemânda hakîkî Mesîhin geleceğini bekliyorlardı. Fekat bugün tanınmış Mûsevî târîhcilerinden biri, (2000 sene beklediğimiz hâlde, hâlâ bir kurtarıcı gelmedi. Gâliba Îsâ aleyhisselâm hakîkaten mesîhdi. Biz Onun kadrini, kıymetini bilmedik ve bize kurtarıcı olarak gelen bu büyük Peygamberi haça gerdirdik) demişdir.
Îsâ aleyhisselâma (İncîl) isminde bir kitâb nâzil oldu. Fekat, yehûdîler bu kitâbı, seksen sene içinde yok etdiler. Sonradan ortaya çıkarılan, hıristiyanların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inandıkları (Kitâb-ı Mukaddes) iki kısmdır:Birincisi, (Ahd-i Atîk), Eski Ahd (Old Testament), o zemâna kadar gelen Peygamberlerin ve bilhâssa Mûsâ aleyhisselâmın teblîgâtını ihtivâ etdiğine inanılır. İkincisi, (Ahd-i Cedîd), Yeni Ahd (New Testament), Îsâ aleyhisselâma inananlardan Matta (Matthew), Markos (Mark), Luka (Luke) ve havârî Yuhannâ (Jahn)nın yazdıkları kitâblar olup, Îsâ aleyhisselâmın hayâtı, yapdığı işler ve verdiği nasîhatları ihtivâ eder. İncîlin hâzırlanmasında, Kur’ân-ı kerîmin zabt olunmasında gösterilen büyük hassâsiyyet gösterilmemişdir.Hakîkî bilgilere birçok yanlış düşünceler, efsâneler ve hurâfeler eklenmişdir. 1303 [m. 1885] de vefât eden Manastırlı müderris hâcı Abdüllah Abdi beğin arabî (Risâle-i samsâmiyye) ve türkçe (İzâh-ul-merâm) matbû’ kitâblarında, İncîller üzerinde geniş bilgi vardır.Hâlbuki, hakîkî İncîle çok yakın olan İncîllerin de mevcûdiyeti bugün biliniyor.
Bunlardan en önemlisi BARNABAS İncîlidir. Barnabas Kıbrısda doğmuş bir yehûdî olup, asl ismi JOSEPH idi. Kendisi, Îsâ aleyhisselâma inananların başında gelmekde ve havârîlerin arasında mühim bir mevkı’i bulunmakdadır.Kendisine verilen BARNABAS lakabı, nasîhat verici, iyiliğe teşvîk edici ma’nâsına gelmekdedir.Hıristiyanlık âlemi, Barnabası, Pavlos (Saint Paul,Bolüs)ile birlikde hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir azîz olarak tanımakda ve her senenin onbir Hazîranında onun yortusunu yapmakdadırlar. Barnabas, Îsâ aleyhisselâmdan duyduğu ve öğrendiği husûsları hiç bir değişdirme yapmadan kayd etmişdir. Bu İncîl, hıristiyanlığın ilk üçyüz senesinde diğer İncîllerle birlikde elden ele dolaşmış ve okunmuşdur. 325 senesinde İznik (Nicene) rûhânî meclisi, İbrânîce yazılı bütün İncîllerin ortadan kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncîli de yok edilmişdir. Çünki, dört İncîlin dışında İncîl okuyan ve bulunduranların öldürüleceğine dâir emr çıkarılmışdır. Diğer İncîller latinceye terceme edilmiş, fekat Barnabas İncîli birdenbire ortadan kaybolmuşdur. Yalnız 383 senesinde, Papa Damasus, tesâdüfen eline geçen Barnabas İncîlinden arta kalan bir nüshayı Papalık kütübhânesinde saklamışdır. 993 [m. 1585] senesine kadar burada kalan Barnabas İncîlini Papa Sextusun dostu olan Fra Marino (Fra, İtalyanca erkek kardeş ve râhip ma’nâsına gelir)kütübhânede bulmuş ve onunla çok ilgilenmişdir. Çünki tanınmış hıristiyan din adamlarından IRANEUS (130-200) tahmînen 160 senesinde, (bir tek Allah olduğunu, Îsânın Allahın oğlu olmadığını) ileri sürerek, (Pavlos,Romalıların birçok tanrıya tapmak alışkanlığından mülhem olarak teslîsi, ya’nî üç Allaha tapmak yanlış i’tikâdını hıristiyan akîdeleri arasına sokmak istemişdir) diyor ve Pavlosu tenkid ederken, Allahü teâlânın bir olduğunu belirten Barnabas İncîlini şâhid olarak gösteriyordu. Bunu bilen Fra Marino, Barnabas İncîlini büyük bir dikkatle okumuş ve tahmînen 1585-1590 seneleri arasında İtalyancaya çevirmişdir. Bu İtalyanca el yazısı, birçok sâhib değişdirdikden sonra,Prusya Kralı müşâvirlerinden CRAMER’in eline geçmiş ve Cramer, 1120 [m. 1713] senesinde bu kıymetli el yazısını, Türkleri Zentada yendiği ve onların elinden Macaristan ile Belgrad kalesini geri aldığı için, Avrupada büyük bir şöhret kazanmış olan Prens Öjene (Eugéne de Savoie) (1663-1736) hediyye etmişdir.Prens Öjen öldükden sonra Barnabas İncîli, onun özel kütübhânesi ile birlikde, 1738 de Viyanadaki Kraliyet kütübhânesine (Hofbibliothek) nakledilmişdir.
İlk def’a olarak bu kütübhânede Barnabas İncîlinin İtalyanca tercemesini bulan iki İngiliz,Bay ve Bayan RAGG, bunu İngilizceye çevirmişler ve bu ingilizce terceme, 1325 [m. 1907] târîhinde Oxfordda basılmışdır. Fekat bu terceme de esrarlı bir tarzda ortadan kaybolmuşdur. Bu tercemeden yalnız bir dânesi, British Museum ve bir danesi de Vaşingtonda Amerikan Kongresi Kütübhânesinde bulunmakdadır.PâkistânKur’ân-ı kerîm cem’iyyeti (Qoran Council) büyük bir himmetle İngilizce nüshasını 1973 yılında tekrar basmaya muvaffak olmuşdur. Aşağıdaki parçalar bu kitâbdan alınmışdır.
Barnabas İncîlinin 70. bâbından; (Îsâ, kendisine, ‘Sen Allahın Oğlusun’ diyen Petrusa çok kızdı. Onu azarladı. Ona, “Def ol” benden uzaklaş! Sen şeytânsın ve bana fenâlık yapmak istiyorsun dedi. Ondan sonra havârîlerine dönerek,bana böyle söyliyenlere yazıklar olsun! Çünki, Allah bana, bunlara la’net etmek emrini verdi, dedi.)
Yetmişbirinci bâbında, (Ben kimsenin günâhını afv edemem. Ancak Allah günâhları afv eder.)
Yetmişikinci bâbında ise, (Ben bu dünyâya, cenâb-ı Hakkın dünyâya selâmet getirecek olanResûlünün yolunu hâzırlamak için geldim. Fekat sizler dikkat ediniz! O gelinciye kadar sakın aldatılmayasınız. Çünki benim sözlerimi alıp benim İncîlimi bozacak birçok yalancı peygamberler zuhûr edecekdir), dedi. O zemân Andreasın, geleceğini söylediğin bu Resûl hakkında bize ba’zı işâretler söyle ki Onu bilelim süâline karşı, (Bu Resûl sizin zemânınızda gelmeyecekdir.Sizden birkaç yıl sonra, benim İncîlim tahrîf edilmiş olacağı ve hakîkî inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zemânda gelecekdir. İşte o zemân, cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, elçisini gönderecekdir. Onun başının üzerinde dâimâ beyâz bir bulut bulunacakdır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezâlandıracakdır. Onun sâyesinde, insanlar Allahı tanıyacak ve Onu ta’zîz edecek ve ben de hakîkî olarak tanınacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyliyenlerden intikam alacakdır) demekdedir.
Doksanaltıncı bâbında ise, (Rûhumun huzûrunda bulunduğu Allah hayydir, diridir. Allahü teâlâ babamız İbrâhîme, senin neslinden bütün insanları ni’metlendireceğim diye va’d etmiş ise de, O Mesîh [Resûl] ben değilim. Allahü teâlâ beni dünyâdan çekip aldığı zemân, şeytân herkesi benim Allah veyâ Allahın oğlu olduğuma inandıracak. Bu la’netli fitneyi yeniden diriltecek. Sözlerim ve akîdem öylesine tahrîf edilecek ki, otuz kadar mü’min ya kalacak, ya kalmıyacak. Bunun üzerine Allahü teâlâ insanlara merhamet ederek, her şeyi Onun için yaratmış olduğu Resûlünü gönderecekdir. Bu Resûl güneyden gelecekdir. Büyük kudret sâhibi olacakdır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytânın insanlar üzerindeki hâkimiyyetine son verecekdir. Kendisi ile birlikde, Allahü teâlânın selâmeti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Allahü teâlânın dürlü dürlü ni’metlerine nâil olacaklardır) demekdedir.
Doksanyedinci bâbında ise, (Söylediğin Mesîhin ismi nedir ve Onun gelişinin alâmetleri nelerdir?diye soran kâhine Îsâ şöyle dedi:Mesîhin (Resûlün) adı hayran olmağa değer güzellikdedir. Allahü teâlâ Onun rûhunu yaratdığı zemân, Ona bu ismi verdi ve Onu semâvî ihtişâmı içine koydu ve bekle ey Ahmed! Senin hâtırın için ben Cenneti, dünyâyı ve birçok mahlûku yaratdım. Bunları sana hediyye ediyorum.Sana kıymet veren, benden kıymet bulacak.Sana la’net eden [küfreden], tarafımdan la’net olunacakdır. Ben seni dünyâya, kurtarıcı Resûlüm olarak göndereceğim.Senin sözün sırf hakîkat olacakdır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fekat, senin yolun dâimâ sonsuz olacakdır, dedi. Onun mukaddes ismi Ahmeddir. Bunun üzerine Îsânın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek, Ey Ahmed! Dünyâyı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdılar) demekdedir.
Yüzyirmisekizinci bâbında ise, (Kardeşlerim! Ben toprakdan yaratılmış bir insanım.Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günâhlarınızı bilin ve tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytân,Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyliyerek sizi aldatacak. Onların, sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allahın la’netine uğrayacaklarını görerek, onlara inanmayınız) demekdedir.
Yüzotuzaltıncı bâbında, Cehennem hakkında izâhat verildikden sonra,Muhammed aleyhisselâmın kendi ümmetini Cehennemden nasıl kurtaracağı anlatılmakdadır.
Yüzaltmışüçüncü bâbında ise, (Havârîlerin, geleceğini söylediğin zât, kim olacak?süâline karşı, Îsâ aleyhisselâm, kalbinin bütün sevinci ile, Onun ismi Ahmeddir. O geldiği zemân, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakda meyve ağaçları yetişecekdir. Onun getirdiği, Allahın rahmeti sâyesinde, insanlar Onun zemânında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar. Allahın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacakdır, dedi) demekdedir.
Îsâ aleyhisselâmın son günleri hakkında Barnabas İncîli şu ma’lûmatı vermekdedir: [Bâb 215-222] (Roma askerleri, Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zemân dört büyük melek Cebrâîl, İsrâfîl, Mikâîl ve Azrâîl, Allahü teâlânın emri ile Onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehûdâyı (Judas), sen Îsâsın! diye yakaladılar.Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen sürükleye sürükleye hâzırlanmış olan çarmığa götürüp asdılar. Sonra Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryeme ve Havârilerine göründü. Meryeme, anne, görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytândan sakının! Çünkü o, dünyâyı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacakdır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhid yapıyorum dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günâhkârların nedâmet getirmesi için Allahü teâlâya düâ etdi. Şâkirdlerine dönerek, Allahü teâlânın ni’meti ve rahmeti sizinle olsun dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şâkirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semâya kaldırdılar.)
Görülüyor ki, Barnabas İncîli son PeygamberMuhammed aleyhisselâmın geleceğini, ondan 600 veyâ 1000 sene evvel bildirmekdedir. Allahü teâlânın bir olduğundan bahs etmekde ve teslîsi yalanlamakdadır.
Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncîli hakkında şu bilgi vardır:(Barnabas İncîli denilen bir el yazısı, onbeşinci yüzyılda İslâmiyyeti kabûl etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış, uydurma bir kitâbdır).
Bu açıklama tamâmiyle yanlışdır.Barnabas İncîli dahâ üçüncü yüzyılda, ya’nî Muhammed aleyhisselâmın gelmesinden 300 [doğrusu 700] sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırılmışdır. Demek ki, dahâ o zemân da, içinde fanatik hıristiyanların işine gelmeyen, ya’nî Allahü teâlânın BİR olduğunu, Îsâ aleyhisselâmdan sonra başka bir Peygamberin geleceğini bildiren bahsler vardı. Bunun için, dahâ islâmiyyet başlamadan evvel müslimân olması mümkin olmıyan bir kimse tarafından yazılmasına imkân yokdur. İtalyancaya çeviren Fra Marino ise, bir katolik papazı olup, müslimânlığı kabûl etdiğine dâir elimizde hiçbir vesîka yokdur.Tercemeyi değişdirmesi için bir sebeb yokdur. Unutmamak gerekir ki, çok zemân evvel, ya’nî mîlâddan sonra 300 ile 325 seneleri arasında birçok önemli hıristiyan din adamları, Îsâ aleyhisselâmın Allahın oğlu olduğunu kabûl etmemiş ve Onun bizim gibi bir insan olduğunu isbât etmek için Barnabas İncîlini öne sürmüşlerdir. Bunlardan en mühimi, Antakya piskoposu olan Luçiandir. Fekat bundan da meşhûru, onun şâkirdi olan ARİUS (270-336) dur. Arius, İskenderiyye piskoposu, dahâ sonra İstanbul Patriki olan ALEKSANDRUS tarafından aforoz edilmişdir. Bunun üzerine Arius, arkadaşı İzmit piskoposu Eusbiusun yanına gitdi. Arius etrâfında o kadar fazla tarafdar toplamışdır ki, Bizans İmperatörü Kostantin ile, kız kardeşi bile onun kurduğu Arianlar mezhebine girmişlerdi. Bundan sonra, Muhammed aleyhisselâm zemânında Papa olan HONORİUS, Îsâ aleyhisselâmın yalnızca insan olduğunu ve üç Allaha inanmanın doğru olmadığını ileri sürmüşdür. [630 da ölen Papa Honorius, ölümünden 48 sene sonra 678 senesinde İstanbulda toplanan Rûhânî Meclis tarafından resmen la’netlenmişdir.] (Anathematised), 1547 senesinde sicilyalı bir râhib CAMİLLO'nun te’sîri altında kalan L.F.M. SOZZINI, hıristiyanların en büyük din adamlarından ve Calvinizmin kurucusu olan Fransız Jean CALVİN (1509-1564)e mürace’ât ederek, (Ben teslîse “üçlü tanrıya” inanmıyorum) diye meydân okumuş, Ariusun mezhebini tercîh etdiğini bildirmiş ve mühim bir hıristiyan akîdesi olan (Âdem aleyhisselâmın büyük günâhı ve Îsâ aleyhisselâmın bunun keffâreti için dünyâya geldiği) i’tikâdını red etmişdir. Bu zâtın yeğeni olan F.P. SOZZINI, 1562 de bir kitâb neşr ederek Îsâ aleyhisselâmın ilahlığını kesin olarak inkâr etmişdir. 1577 de SOZZINI, Transilvanyada Klausenburg şehrine gitmişdi. Çünki bu memleketin başında bulunan SİGİSMUND, teslîsi kabûl etmiyordu. Yine burada Piskopos Francis David (1510-1579) teslîsin temâmiyle karşısında idi ve teslîsi reddeden bir mezheb kurmuşdu. Bu mezheb Polonyada RAKOV şehrinde kurulduğu için, sâlikleri (Rakoviyanlar) ismini almışlardı.Bunların hepsi (Arius)un mezhebine inanıyorlardı.Bu küçük kitâbımızın içine bütün bu târîhî bilgileri koymakdan maksadımız, kitâbımızı okuyanlara, aklı başında olan birçok hıristiyan din adamının, ellerinde bulunan İncîllere inanmadıklarını ve doğru İncîlin BARNABAS İncîli olduğunu kabûl etdiklerini belirtmek içindir. Bu isyânı gören Papalar ve onların avânesi, Barnabas İncîlini ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır
Bugün hıristiyanların ellerinde bulunan İncîllerde ve Ahd-i atîkde de, bütün tahrîflere rağmen, Îsâ aleyhisselâmdan sonra bir Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” geleceği yazılıdır.Yuhannâ İncîlinin 16. bâbının 12 ve 13. âyetlerinde şöyle denilmekdedir:(Benim söyliyeceğim dahâ birçok şeyler var. Fekat siz henüz bunlara tehammül edemezsiniz. Fekat O geldiği zemân sizi her hakîkate ulaşdıracakdır). Yuhannâ İncîlinin bu yazısı, İngiliz ve Amerikan İncîl şirketleri tarafından 1303 [m. 1886] senesinde İstanbulda Boyacıyan Agob matba’asında basdırılmış olan (Kitâb-ı Mukaddes)in ibrânî dilinden türkçeye tercemesinin 885. sahîfesinde (Benim gitmem size hayrlıdır. Zîrâ ben gitmeyince, size tesellî edici gelmez. O geldiğinde dünyâyı günâh ve salâh ve hükm husûslarında ilzâm edecekdir.Size söyliyeceğim dahâ çok şeyler var. Lâkin şimdi tehammül edemezsiniz. Ama, o hakîkat rûhu geldiği zemân, sizi cümle hakîkate irşâd edecekdir. Zîrâ kendiliğinden söylemeyip, işitdiği şeylerin cümlesini söyliyecek ve vuku’ bulacak şeyleri size haber verecekdir. O beni ta’zîz edecek, çünki, benimkinden alıp size ihbâr edecekdir) şeklinde yazılıdır. Buradaki “O” kelimesi İncîl terceme ve tefsîrlerinde (Rûh) veyâ (Rûh-ul-kuds) olarak gösterilmekdedir.Hâlbuki, Lâtince aslında, (PARACLET) diye yazılıdır ki, bu kelime, “tesellî edici” ma’nâsına gelir.Demek oluyor ki, papazlar bütün gayretlerine rağmen İncîlden (benden sonra bir tesellî edici gelecekdir) ibâresini kaldıramamışlardır. Bundan başka PAVLOSun yazdığı ve hıristiyanların (Kitâb-ı mukaddes)in bir kısmı olarak kabûl etdikleri mektûblardan “Korintoslulara birinci mektûb”un, onüçüncü bâbının sekizinci âyeti ve devâmında, (Sevgi sona ermez. Fekat Peygamberler sona erecekdir.Diller de kaybolacakdır. [Latince ve eski Yunanca gibi.] İlm de iptâl olunacakdır. [Ortaçağ ilmi gibi.] Zîrâ biz bunların ancak çok az bir parçasını biliyoruz. Fekat, O KÂMİL olan geldiği zemân, cüz’î olan ya’nî bütün yarım kalan ve kusûrlu olan bilgiler ortadan kalkacakdır) denilmekdedir. Bu yazı, türkçe (Kitâb-ı mukaddes)in 944. cü sahîfesinde aynen mevcûddur. O hâlde hıristiyanlar, bugün ellerinde bulunan ve doğru olarak kabûl etdikleri İncîlde de, bir son Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” geleceğini bildiren kısmlar olduğuna inanmak mecbûriyyetindedirler.
(Barnabas) İncîlinin İngilizce tercemesi, aşağıda yazılı on yerde satılmakdadır. Okumak istiyen, bu adreslerin birinden istiyebilir:
1)Islamic Book Centre, 120, Drummond Street, London NW 1 2h., England. Tel: 01-388 07 10.
2)Muslim Book Service, Fosis, 38, Mapesbury Road, London NW2 4JD, England. Tel: 01-452 44 93.
3)Muslim Information Service, 233, Seven Sisters Road,London N4 2DA, England. Tel:01-272 51 70; 263 30 71.
4)Islamic Book Centre, 19A, Carrington Street, Glasgow G4 9AJ, Scotland, Great Britain. Tel:041-331 11 19.
5)The Islamic Cultural Centre Book Service, 146, Park Road, London NW8 7RG, England. Tel: 01-724 33 63/7.
6)Al-Hoda, Publishers And Distributers, 76-78, Charing Cross Road, London WC2, England. Tel: 01-240 83 81.
7)A.H. Abdulla, P.O. Box. 81171, Mombase. (Kenya).
8)Islamic Propagation Centre 47-48 Madrasa Arcade. Du ban-Natal (South Africa).
9)Muslim Students Association, of U.S.A & Canada H.Q. 2501 Directors Row. Indiana Polis Indiana 46241, (U.S.A.).
10)Begum, Aisha Bawany Wakf, 3rd Floor, Bank House No. 1, Habib Square, M. A. Jinnah Road, Karachi, PAKİSTAN.
İncîl, İbrânîce idi. Orta Çağda İTALA adı altında Latinceye çevrildi. Nasrânîlik yayılmağa başlayınca, putperestler ve yehûdîler onun karşısına çıkdılar.Nasrânîler dinlerini gizli gizli sürdürmeye mecbûr kaldılar. Yer altında, kaya kovuklarında ve gizli yerlerde kurdukları ma’bedlerde ibâdet etdiler. Yehûdîler, bütün işkence ve eziyyetlerine rağmen, nasrânîliğin yayılmasına mâni’ olamıyorlardı. Yehûdîlerin ileri gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük düşmanlarından olan (Saul), Îsevîliği kabûl etdiğini, Îsâ aleyhisselâmın kendisini, yehûdî olmıyan milletleri, Îsevîliğe da’vet için şâkird ta’yin etdiği, yalanını uydurdu. [Kitâb-ı mukaddes, Resûllerin işleri, bâb dokuz.] İsmini Pavlos olarak değişdirdi. Çok iyi bir Îsevî görünerek, Îsâ aleyhiselâmın dînini bozdu. Tevhîdi teslîse, Îsevîliği hıristiyanlığa çevirdi. İncîli tahrîf etdi. Îsâ, Allahın oğludur, dedi. Şerâb içmeği ve domuz eti yimeği, Îsevîlere halâl etdi. Kıblelerini şarka, güneşin doğduğu tarafa çevirdi. Îsâ aleyhisselâmın teblîg etdiği dinde olmıyan pek çok bâtıl şeyleri, Îsevîliğe sokdu. Bozuk fikrleri Îsevîler arasında yayılmağa başladı. Fırkalara ayrıldılar. Îsâ aleyhisselâmın doğru yolundan uzaklaşdılar.Dürlü dürlü efsâneler uydurdular. Îsâ aleyhisselâmın uydurma resm ve heykellerini yapdılar. Haç işâretlerini kabûl etdiler ve bunu bir sembol addetdiler. Heykellere ve haça tapmağa başladılar. Ya’nî yeniden putperestliğe döndüler. Îsâ aleyhisselâmı Allahın oğlu olarak kabûl etdiler. Hâlbuki, Îsâ aleyhisselâm onlara kat’iyyen böyle bir şey söylememiş, onlara ancak Rûh-ül-Kudsden, ya’nî Allahü teâlânın kendisine bahşetdiği kudretden bahsetmişdi. Hıristiyanlar, hem Allaha, hem de Onun oğlu kabûl etdikleri Îsâya, bir de Rûh-ül-Kudse inanmak zorunda kalınca, bütün hak dinlerin esâsı olan, “ALLAHÜ TEÂLÂ birdir ve değişmez yaratıcıdır” inancından uzaklaşarak üç tanrıya birden tapmak gülünçlüğüne düşdüler. (Buna “teslîs” adı verilir).
Zemânla hıristiyanlık, büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, Orta çağda korkunç bir zulm devri başladı. Îsâ aleyhisselâmın telkîn etdiği insanlık, merhamet, şefkat esâsları temâmen unutuldu. Bunun yerine hıristiyanlar, te’assubu, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar.Hıristiyanlık adı altında, akla sığmaz zulmler yapdılar. Eski Yunan ve Roma medeniyyetlerinin bütün eserlerini yok etmeğe çalışdılar. İlmin ve fennin karşısına çıkdılar. Galile (Galileo)[1] gibi, islâm âlimlerinin kitâblarından okuyarak, dünyânın döndüğünü bildiren bir kimseyi, dinsizlikle ithâm ederek sözünü geri almazsa, öldürmekle tehdîd etdiler. Vatanı için mücâdele eden Jandark (Jeanne d’Arc) (John of Arc)ı, sihirbazlıkla ithâm ederek, diri diri yakdılar. İspanyol doktoru ve teologu Michel Servénin de, teslîsi ve Îsâ aleyhisselâmın ulûhiyyetini red ve Onun bir Peygamber ve kul olduğunu bildirmek için kitâb yazdığı, protestanlığın kurucularından olan Calvinin teşvîki ile 1553 de Genevede diri olarak yakıldığı (Kâmûs-ul-a’lâm) ve (Larousse)da yazılıdır. İnsanın tüylerini ürperten Engizisyon (İnquisition) mahkemeleri kurarak, yüzbinlerce insanı haksız yere ve çok kerreler sırf servetlerini ele geçirmek için, “dinsiz” ilân edip, dürlü dürlü işkenceler yaparak öldürdüler. Ancak Allahü teâlâya mahsûs olan (Günâh afv etmek) kudretini, papazlara verdiler.Bunlar da, ceşidli menfe’atler karşılığı günâhları afv etdiler. Hattâ, Cennetden yerler satdılar. En yüksek dînî liderleri Papalar ise, âdetâ dünyâya hâkim oldular.Dürlü behânelerle kralları bile aforoz ederek, (Excommunication), ya’nî dinsiz i’lân ederek bunları afv talep etmek için ayaklarına kadar gelmeye zorladılar. Mîlâdın 1077. nci senesinde papa Gregordan aforozunu kaldırması için Canossaya gelen Alman kralı dördüncü Hanri (Henry)[1], kış günü çıplak ayakla papanın serâyı önünde günlerce bekledi. Papaların arasında çok korkunç cânîler çıkdı. Bunlardan biri olan Borjiya (Borgia), düşmanlarını ve bunların arasında bulunan din adamlarını dürlü dürlü zehrlerle öldürdü ve mallarını gasb etdi. Her dürlü rezâleti işledi. Kız kardeşi ile birlikde karı koca hayâtı yaşadı. Fekat mukaddes ve günâhsız papa sayıldı. Hıristiyanlık dînine,papazların evlenmemesi, evlenmiş olan kimselerin kat’iyyen boşanmaması, günâh çıkarmak mecbûriyyeti gibi, mantık dışı kâideler konuldu. Dünyâda yaşamak âdetâ günâh sayıldı.
Yedinci asrda zuhûr eden İslâm dîni, bu karanlık arasında bir nûr gibi parladı. Aşağıda, islâm dîninden bahs ederken göreceğimiz gibi, temâmiyle en mükemmel ve en mantıkî ve insânî esâslar üzerine kurulmuş olan bu yüce din, putperestlik karşısında olduğu gibi, esâsı bozulmuş olan hıristiyanlık karşısında da derhal kolayca yayıldı. Aklı başında olan herkes, bu yeni dîne iki elle sarıldı. İlme ve fenne ve güzel ahlâka derin bir saygı ile bağlı olan müslimânlar, Allahü teâlânın ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” emrine uyarak çok çalışdılar.Her dürlü ilmde, pek çok yeni keşfler yapdılar, pek çok dâhîler yetişdirdiler. Bugün kullanılan KİMYÂ ve CEBİR kelimeleri arabîden alınmışdır. Bu ve dahâ pek çok misâller müslimânların ilme yapdıkları hizmetleri açıkca göstermekdedir. Müslimânlar kısa zemânda büyük ilm merkezleri, medreseler kurdular. Bütün dünyâya, ilm, fen, insâf, temizlik, güzel ahlâk ve medeniyyeti yaydılar. Yunan felsefecilerinin eserlerini ortaya çıkararak, arabîye terceme etdiler. Bunların bozukluklarını isbât etdiler. Dünyâca tanınmış feylesoflardan Hrischfeld, (Hiçbir millet, Arabların islâmiyyeti kabûl etmeleri sebebi ile medenîleşdikleri gibi hızla medenîleşmemişdir) demekdedir. Ortaçağda, hıristiyanlık âlemi, kapkara bir zindân içinde iken ve papazlar dünyâda yaşamayı insanlara zehr ederken, müslimânlar ve müslimânların emri altındaki diğer insanlar râhat, ferâh ve huzûr içinde yaşıyorlardı.Hıristiyanlar, islâm memleketlerindeki zenginliğe kavuşmak, malları, paraları gasb etmek için müslimânlara saldırdılar.Müslimânların elinde bulunan ve kendileri için mukaddes sayılan Kudüsü ele geçirmek behânesi ile Haçlı seferleri tertîb etdiler (1096-1270).
Haçlı seferlerinde, haksız yere, çok müslimânın kanını akıtdılar. Kudüse girdikleri zemân, kendilerinin de i’tirâf etdiği gibi, câmi’lerde öldürülen müslimânların kanı, atlarının karınlarına kadar yükseldi. Hâlbuki, sonra Kudüsü onların ellerinden geri alan Selâhuddîn-i Eyyûbî[1], hıristiyanlara karşı büyük bir âlicenablık gösterdi ve esîr aldığı İngiliz kralı Arslan Yürekli Rişarı (Richard, Coeur de Lion) serbest bırakdı. Gözü dönmüş ba’zı müteassıb hıristiyanlar, Osmânlı İmperatörlüğüne karşı sonradan yapılan seferleri bile, müslimânlara karşı yapılan haçlı seferleri saydılar. 1912/13 deki Balkan harbini, bir Fransız târîhçisi “en büyük haçlı seferi” olarak gösterme küstâhlığında bulunmuşdur. ENDÜLÜS müslimân devleti 897 [m. 1492] de İspanyollar tarafından istîla edildiği zemân, İspanyollar oradaki bütün müslimânları yâ kılıçdan geçirmiş veyâ zorla hıristiyan yapmışdır. Aynı vahşeti Amerikanın yerli ehâlisi İnkalara karşı da, tatbik etdiler. İspanyollar bu zevallı kibar milleti yok etdi.
Hıristiyanların İslâm dînine ve onun yüce Peygamberine karşı yapdıkları korkunç iftirâ ve yalanlar, şimdi de, bütün alçaklığı ile devâm etmekdedir. Hindli Rahmetullah efendi “rahime-hullahü teâlâ” 1270 [m. 1854] senesinde Delhîde ve sonra İstanbulda İngiliz protestan papazları ile yapdığı çeşidli münâzaralarda, hepsini cevâb veremez bir hâlde bırakmış ve papazlar kaçmışlardır. Bu islâm âliminin papazlara karşı kazandığı büyük zaferi ve onlara vermiş olduğu cevâbları kendisi İstanbulda yazmışdır. Bu kitâb, (İzhâr-ül-hak) ismi ile, arabî iki cild hâlinde 1280 [m. 1864] senesinde basılmış, son zemânlarda Mısrda tekrar basdırılmışdır. Birinci cildinin türkçe tercemesi, aynı ism ile İstanbulda, ikinci cildinin türkçe tercemesi de, (İbrâz-ül-Hak) ismi ile 1293 [m. 1877] de Bosnada basdırılmışdır. İngilizce, fransızca, gücerat, urdu ve fârisî tercemeleri de basılmışdır.Tahrîf edilen (Tevrât) ve (İncîl) kitâblarındaki yalan ve iftirâlara vesîkalar ile cevâb veren kıymetli islâm kitâblarından, Abdüllah-ı Tercümânın arabî (Tuhfet-ül-erîb) kitâbı ve Necef Alînin 1288 [m. 1871] de İstanbulda yazdığı fârisî (Mîzân-ül-mevâzîn) kitâbı ve İmâm-ı Gazâlînin “rahmetullahi aleyh” (Er-redd-ül-cemîl) kitâbı ve İbrâhîm Fasîh Hayderînin[1] (Es-sırât-ül-müstekîm) kitâbı, Hakîkat Kitâbevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır.
Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğu kendisine bildirilmeden evvel ve sonra hiç yalan söylemediği, bunun için de, düşmanları arasında bile, (Muhammed-ül-emîn) adı ile meşhûr olduğu, güneş gibi meydândadır. İslâm düşmanlarının taşkınlıkları, gözlerini kör etmiş ve kalblerini o kadar karartmışdır ki, bu açık hakîkati insanlardan saklıyacak kadar alçalmışlardır. Gençleri İslâm düşmanı yetişdirmek için, İslâm dîninde ve Peygamberimizde “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hiçbir kusûr bulamadıklarından, alçakca yalan ve iftirâlar ile, İslâmiyyeti lekelemeğe yeltenmişlerdir. İyi huylarla bezenmeği, kötü huylardan sakınmağı emr eden ve her çeşid insana ve ölülere, hayvanlara işkence, zarar yapılmasını şiddetle men’ eden, insan hakları üzerinde titizlikle durmuş olan yüce bir Peygambere karşı böyle alçak iftirâlar, insanlık için ve hür dünyâ milletleri için yüz kızartıcı, çirkin bir lekedir.
Hıristiyanlar içinde de, papazların zulmlerine, akl ve mantıkdan uzak akîdelerine isyan edenler çıkdı. 923 [m. 1517] de Luther ismindeki papaz, papaya isyân etdi. İncîli Almancaya terceme etdi ve İncîlde bulunmıyan (Papazların evlenmemesi), (Evlenenlerin bir dahâ ayrılmaması), (Günâh çıkarmak) ve (haça tapmak) gibi husûsları hıristiyan dîninden çıkartdı. Böylece 931 [m. 1524] de (Protestan) denilen başka bir hıristiyan mezhebi kurdu. Fekat teslîsi ya’nî (Baba, Oğul ve Rûh-ül-Kuds) esâsını aynen kabûl etdi.
1534 de İngiliz kralı sekizinci Henry de papaya isyân etdi ve onun teşvîki ve zoru ile Anglo-American kilisesi kuruldu. Meşhûr Fransız edibi Voltaire (1694-1778) 1172 [m. 1759] da yazdığı (Candide) adlı eserinde, papazları ve onların yanlış telkîn etdiği ve fen düşmanlığı aşıladığı din akîdelerini ve yapdıkları dürlü hîlekârlıkları dile getirerek onları maskara etmişdi.Bundan sonra böyle eserler yazan muharrirler, Fransız 1203 [m. 1789] ihtilâlinin yapılmasında büyük rol oynamışlardır. Bu ihtilâlden sonra, papazlar gözden düşmüşlerdir. Ne yazık ki, islâmın büyük düşmanı olan ingilizler, müslimânlar arasında vehhâbî isminde, sapık kimseleri meydâna çıkararak, islâmiyyeti kötü tanıtdıkları için, hıristiyanlar islâmiyyeti kabûl etmek yerine, dinsizliğe sapmışlardır. 1917 de Rusyadaki bolşevik ihtilâli de, dîni ortadan kaldırmağa yeltenmişdir. Fekat zemân geçip ihtilâlin te’sîri azalınca, insanlar yine kendilerine tapacak bir büyük kudret aramağa başlamışlardır. Tanınmış ve Nobel Edebiyyat mükâfâtı kazanmış olan Rus edîbi Solzhenitsyn, (İlk Çember) adlı eserinde, (İkinci Cihan Harbinde komünistlerin reîsi olan Stalin[1] bile Allaha inanmış ve yerlere kapanarak Ondan yardım dilemişdi) demekdedir.
Bugün, hıristiyanlık oldukça tasfiye edilmiş olmasına ve papazların eski nüfûzları kalmamasına rağmen, hıristiyanlar karanlıkdan kurtulmuş değildirler. Artık teslîse inanan hıristiyan az kalmışdır.
Bugün elimize aldığımız batı dilinde yazılı bir ansiklopedide, meselâ Almanların meşhûr BROCKHAUS ansiklopedisinin Îsâ (JESUS) maddesinde (Îsâ çok kerreler kendisinden “Ben bir insan oğluyum” diye bahsetmişdir) diye yazılıdır ki, bu da, okumuş bir hıristiyanın, artık Îsâ aleyhisselâmı Allahın oğlu olarak kabûl etmediğini ortaya koymakdadır. Böyle olan kimselerden islâm dînini incelemek imkânını bulanlar, dalâletden kurtulmakda ve Allahü teâlânın hakîkî dînine kavuşarak, Onun büyük lutflarına nâil olmakdadırlar. İslâmiyyeti incelemek imkânını bulamıyanlar ise, temâmen dinsizleşip ateist olmakda ve dalâlete düşmekdedirler. Bu husûsda müslimânlar arasında, şimdi büyük âlim yetişmemesinin de te’sîri çokdur. Yeni yetişen din adamları, sapık fırkaların te’sîrleri altında kalarak o güzel dinlerinde yükselememekle İslâmiyyeti lâyık olduğu şeklde tanımamakdadırlar. İnsanı, Allahü teâlâya yaklaşdıran, dünyâda râhat ve huzûr ile yaşamasını ve âhiretde de Onun magfiretine kavuşmasını te’mîn eden dînin, islâm dîni olduğu muhakkakdır.
3 — İSLÂM DÎNİ: İslâm dîni, bütün hurâfelerden, efsânelerden temiz olan, yalancıları red eden, insanları günâhkâr değil, bil’aks Allahü teâlânın kulu olarak kabûl eden, onlara hayâtda çalışma ve iyi yaşama imkânını veren, beden ve rûh temizliğini emr eden bir dindir. İslâm dîninin esâsı, BİR olan Allahü teâlâ ile, Onun Peygamberi, bizim gibi bir insan ve Allahü teâlânın sevgili kulu olan Muhammed aleyhisselâma inanmakdır. İslâm dîninde Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm”, (Ma’sûm) kusûrsuz bir insandır. Allahü teâlâ Onu kendi emrlerini insanlara bildirmek için seçmişdir. İslâm dîni, bütün Peygamberleri kabûl ve tasdîk eder “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bunların hepsini sever ve hurmet eder. Esâsen eski din kitâblarında ve hakîkî Tevrât ve İncîlde bir son Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” geleceği yazılıdır. Muhammed aleyhisselâm en son Peygamberdir ve Ondan sonra bir dahâ Peygamber gelmeyecekdir.
Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna inanmak demek, Onun bildirdiği Kur’ân-ı kerîmde yazılı olan emrlerin ve yasakların hepsinin, Allahü teâlânın emrleri ve yasakları olduğuna inanmak, hepsini kabûl etmek, beğenmek demekdir.Böyle inanan kimse, bunlardan ba’zılarına uymazsa, îmânı bozulmaz.Müslimânlıkdan çıkmaz. Fekat, bunlardan birine bile uymadığına üzülmez ve bu hâli ile öğünürse,Peygambere inanmamış olur, îmânı bozulur, kâfir olur. Uygunsuz hareketinden dolayı Allahü teâlâya karşı boynu bükük, kalbi üzüntülü olursa, îmânının kuvvetli olduğu anlaşılır.
Aşağıda islâm dîninin esâslarından bahs olunacakdır. İslâmiyyetde dürlü âyinler, dinde reformlar, dürlü dürlü yortular yokdur. İslâm dîni, insanların dürüst ve nâmûslu yaşamalarını ve hayâtdan da zevk almalarını emr etmişdir. İbâdet için emr etdiği zemânlar kısadır. İbâdetde esâs, kalbini temâmiyle Allahü teâlâya bağlamakdır. İbâdet, bir âdet olarak değil, Allahü teâlânın huzûruna çıkıp, Ona can ve gönülden şükr etmek ve Ona yalvarmak için yapılmakdadır. Riyâ [gösteriş] olarak yapılan bir ibâdeti Allahü teâlâ kabûl etmez. Kur’ân-ı kerîmde de Mâ’ûn sûresinde meâlen, (Ey Resûlüm, kıyâmet gününü inkâr eden, yetîmi sertlik ve sitemle def’ edip hakkını gasb eden, fakîri doyurmayan ve başkalarını da fakîre iyilik yapmağa teşvîk etmeyen o kimseyi gördün mü?Nemâzlarını gaflet ile kılanlara ve riyâ, gösteriş yapanlara ve zekâtı [fakîrin hakkını] vermeyenlere şiddetli azâb vardır) buyurulmakdadır.
İslâm dîninin kitâbı, “KUR’ÂN-I KERÎM”dir. Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş ve kendisi tarafından Eshâbına teblîg olunmuşdur.Kur’ân-ı kerîm neşr olunurken büyük bir dikkat ile zapt edilmiş ve hiç bir kelimesi, hiç bir harfi değişmeden, bugüne kadar gelmişdir.Hiç bir semâvî kitâb, Kur’ân-ı kerîm kadar belîg değildir. Aradan on dört asr geçmiş olmasına rağmen, bugün de, o berraklığını, îcâz, belâgat ve fesâhatını muhâfaza etmekdedir.
Dünyânın meşhûr edîblerinden olan Goethe (1749-1832), Kur’ân-ı kerîm hakkında (West-Östlicher Dîvân = Batı-Doğu Dîvânı) adlı eserinde şu sözü söylemişdir: (Kur’ânın içinde pek çok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zemân, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor. Fekat biraz sonra, bu kitâb bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda, büyük saygı ve hürmete götürüyor).
Goetheden başka birçok meşhûr fikr adamları da, Kur’ân-ı kerîme hayrân olmuşlardır. Birkaçını dahâ tanıtalım:
Prof. Edouard Monté:(Allahın birliğini en temiz, en yüksek, en kutsal ve inandırıcı ve başka hiç bir din kitâbının üstün gelemiyeceği bir dil ile anlatan kitâb, Kur’ân-ı kerîmdir) demekdedir.
Kur’ân-ı kerîmi Fransızcaya çeviren Dr. Maurice, (Kur’ân-ı kerîm insanlığa hediyye edilen din kitâblarının en güzelidir) demekdedir.
Gaston Karr, (İslâm dîninin kaynağı olan Kur’ânda, cihân medeniyyetinin dayandığı bütün temeller bulunmakdadır. O kadar ki, bugün bizim medeniyyetimizin Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği temel hükmler üzerine kurulduğunu kabûl etmemiz lâzımdır) demekdedir.
İslâm dîni, rûh ve beden temizliği esâsı üzerine kurulmuşdur. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyyet kendinde toplamışdır.
İslâm dînine girmiş olanlara, ya’nî müslimânlara farz olan, muhakkak yapılması gereken beş esâs vazîfe vardır:Bunlardan birincisi tek Allaha ve Onun Peygamberi ve kulu olan Muhammed aleyhisselâma inanmak, ikincisi nemâz kılmak, üçüncüsü Ramezân ayında oruc tutmak, dördüncüsü hacca gitmek, beşincisi zekât vermekdir.
Nemâz, günde beş def’a, vaktleri gelince, yapılan dînî vazîfedir. Nemâza başlamadan evvel abdest almak, ya’nî elini, yüzünü, kollarını yıkamak, başını mesh etmek ve ayaklarını yıkamak lâzımdır. Abdesti bozan sebebler olmadıkca, bir def’a abdest alarak birkaç kerre nemâz kılınabilir. Günde beş def’a bu vazîfenin yapılması, dünyâ işleri için çalışmağa mâni’ olmaz. Esâsen kısa süren nemâz câmi’e gitmeden her yerde yalnız kılınabildiği gibi, abdest tâzelemek için ayakkabı çıkarmadan abdest almayı mümkin kılan, mest üzerine (mesh) usûlü de vardır. Hattâ, su bulunmıyan yerlerde ve hastaların toprak ile (teyemmüm) ederek abdestli sayılmaları da mümkindir. Zarûrî hâllerde ve seyâhatde mal ve can tehlükesi olunca, nemâzı kazâya bırakmak câiz olur. Fekat, bu nemâzları özr bitince, bir def’ada hemen kılmalı, ya’nî kazâ etmelidir.
Nemâz, adaleyi ve sinirleri kuvvetlendiren hareketler topluluğu olduğu gibi, kalbi ve ahlâkı temizlemekdedir.
Oruc, senede bir ay, ya’nî Ramezân ayında, yalnız gündüzleri orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demekdir. Orucun, dünyâdaki fâidelerinden biri insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmekdir. Tok, hiç bir zemân açın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruc, bundan başka, nefse hâkimiyyeti ta’lîm eder. Oruc tutma zemânı, arabî aya göre ta’yîn edildiğinden, her sene evvelki seneye göre takrîben on gün evvel başlar. Bu sebebden ba’zan yaza, ba’zan kışa isâbet eder. Yaz orucuna dayanamayan hasta kimseler, orucu kışın kazâ edebilecekleri gibi, oruc tutamayacak olan çok ihtiyâr kimseler, oruc mukabilinde (Fidye), ya’nî fakîrlere sadaka vererek bu borçlarını edâ edebilirler. Bunu da veremiyenleri Allahü teâlâ mes’ûl tutmaz.
İslâm dîninde, zor, işkence yokdur.Sıhhatini fedâ ederek, hastalanarak ibâdet etmeği Allahü teâlâ hiçbir zemân istememişdir. Allahü teâlâ, çok kerîm, gafûr ve rahîmdir. Tevbe edenleri afv edici ve merhametlidir.
Zekât, kazancı yerinde ve ihtiyâcından fazla malı (Nisâb) denilen mikdârı, sınırı aşan müslimânın elindeki toplu servetin yüzde ikibuçuğunu, ya’nî kırkda birini senede bir def’a muhtaç olan müslimânlara vermesi demekdir. Bu farz, varlıklı müslimânlar içindir.Kazancı ancak kendi geçimine kifâyet eden müslimânlar zekât vermez.
Hac ise, hiç bir borcu bulunmıyan ve seyâhatde iken âilesinin nafakasını onlara bırakabilen zengin müslimânların ömrlerinde bir kerre Mekke şehrine gidip Kâ’beyi ziyâret ve Arafât meydânında Allahü teâlâya düâ etmeleri demekdir. Hac, bu şartları hâiz olan müslimânlara farzdır.Mekkeye gidip gelmekde hayât tehlükesi, hasta olmak korkusu veyâ hacca gitmek isteyenin bedenen dayanamıyacağı müşkilât varsa, hacca gitmez. Yerine başkasını gönderir.
| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |