|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ebüssü’ûd Efendi’nin “Kaza ve Kader” risalesinin tercümesi şöyledir:
“Din bilgisi kuvvetli olan bir kimse, nefsine uyup, gece-gündüz günah işlese, tanıdıktan, kendisine emr-i ma’rûf ve nasihat ettiklerinde, bunlara karşı; “Benim içki içeceğimi, Allahü teâlâ ezelde takdîr edip, Levh-i mahfûzda yazmıştır. Onun için, ister istemez, bu günahları bana yaptırmaktadır” dese, ya’nî insan kaza ve kadere mağlûb bir hâldedir. Kaderi yerine getirmeğe mecbûr ve günah işlemekte ma’zûrdur dese, bu sözünü akl ve nakl ile isbâta kalkışarak dese ki: Allahü teâlâ, hiçbirşeyi yaratmadan önce, yapacağı şeyleri biliyordu. Bunlar, elbette meydana gelecektir. Yaratmıyacağı şeyleri de biliyordu. Bunlar da, elbette meydâna gelmiyecektir. İnsanlar, bunları hiç değiştiremez. Allahü teâlânın ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmde haber verdiği şeyler de, ister istemez meydana gelecektir. Âlimlerimizin büyüklerinden, Fahreddîn-i Râzî de böyle söylüyor. Yasin suresindeki; “Onların îmân etmiyeceklerini ezelde söyledik” ve Müddessir suresindeki; “Onu yalnız yarattım, sonra çok mal, her işine hazır yardımcı çocuklar ve yüksek rütbe ve mevki verdim. Fakat o, bunları az görüp daha istedi ise de, arttırmadım. Çünkü, benim. Kur’ânıma ve Peygamberime inanmadı, inad etti. Sonra, onu Cehennemde (Sa’ûd) adındaki ateşten tepelere koyacağım”, “Ebû Leheb’in elleri kurusun! Sonra kurudu” âyet-i kerîmelerinde Allahü teâlâ, bir kimsenin îmân etmiyeceğini haber veriyor. Bunlar îmân ederse, kelâm-ı ilâhînin yanlış olmasına sebep olur, bu ise, olamaz. O hâlde bunlar îmân edemez. Bunun gibi, kâfirlerin îmân etmiyeceklerini biliyordu. Bunlar îmân ederse, ilm-i ilâhînin yanlış olması îcâb eder. Kâfirler îmâna gelemez. Demek ki, insanlarda ihtiyâr, irâde-i cüz’iyye kalmıyor.
Günah işliyen o âlim, Fahreddîn-i Râzî’nin bu sözlerini bitirdikten sonra dese ki: insan, bir işi yapmayı, yapmamaktan iyi görür ve yapar. Bu görüşü, tercihi, insandan değildir. O hâlde insan, işi yapmağa mecbûrdur. Nitekim, Fahreddîn-i Râzî, Bekâra sûresinin baş tarafındaki, “Allahü teâlâ onların kalblerini mühürlemiştir” âyet-i kerîmesinden de, cebr lâzım gelir. Çünkü, Allahü teâlâ, kalbde küf’r arzusunu yaratınca, insan kâfir olmağa mecbûr olur, dedi. Demek ki, insanın her hareketi, yaprakların sallanması, ayın, güneşin hareketi gibidir. Nitekim, onlar da, canlı imiş gibi hareket ediyor, insan da, ihtiyârı ile hareket ediyormuş gibi görünüp, mecbûrî hareket etmektedir. Nitekim Mûsâ aleyhisselâm, Âdem aleyhisselâma dedi ki: “Allahü teâlâ seni, kendi kudreti ile yarattı. Rûhundan sana verdi. Melekleri sana karşı secde ettirdi. Seni Cennete koydu. Sonra, insanlar senin yüzünden Cennetten çıktı.” Âdem aleyhisselâm cevap verip; “Allahü teâlâ, seni Peygamber yaptı. Sana levhalar hâlinde Tevrat gönderip, herşeyi bildirdi. Tevrat bu levhalara ne zaman yazıldı?” deyince; “Seni yaratmadan önce” dedi. Bunun üzerine, Âdem aleyhisselâm sorup; “Benim Cennette hatâ edip çıkarılacağım Tevrât’da yazılı mı?” deyince, “Evet” dedi. Âdem aleyhisselâm da; “O hâlde ben, Allahü teâlânın, kitabında yazdığını yaptım” diyerek, hak kazandığını bildiren hadîs-i şerîf de, sözümün doğru olduğunu gösteriyor, dese, bu kimseyi günah işlemesine bırakmak caiz olur mu? Yoksa bunu, i’tikâdından vaz geçirip, tövbe etmesi emr olunur mu?
Cevap: Bunu o hâlde bırakmamalıdır. Sözlerinden anlaşıldığı gibi, “İnsan günah işlemeğe mecbûr ve kötülüklerinde ma’zûrdur. İbâdetlere sevâb, günahlara azâb olmaz” diye inanıyorsa zındıktır. Hemen öldürülmesi lâzımdır. Eğer ibâdetlere sevâb, günahlara azâb vardır amma, insan bunları yapmağa mecbûrdur. Herkes kaza kader elinde esîrdir diye, günahlarına üzülüyorsa, bu bozuk i’tikâdını düzeltmesi emr olunur. Sözlerinin yanlış olduğu bildirilir ve doğrusu anlatılır. Cevap şöyle verilir: Yapılacak günahları, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: Bir kimse, bütün ömrünce, Cehennem ateşine götürecek günahlar yapar. Bu kimse, ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak Cennete gider.” Bu günah işliyen âlim, bu hâl üzere yaşayıp ömrü bu hâlde tamamlanacağını Allahü teâlânın bildiğini nereden anladı ki kendini, son nefese kadar günah işlemeğe mecbûr sanıp, iyi olmaktan ümidsiz bulunuyor. Birçok inâdcı, azgın kâfirlerin, son günlerinde îmâna geldiği çok görülmüştür. Kendinin de, böyle düzeleceğine niçin ihtimâl vermiyor. Niçin iyiliğe dönmüyor? Ölünceye kadar günah işliyeceği, kendisine bildirildi mi? Belli bir kâfirin bile, ebedî kâfir kalacağını, Allahü teâlânın bildiğini kimse söyleyemez. Kur’ân-ı kerîmde haber verilen kâfirlerin, küfre mecbûr olmaları ve bunların îmâna çağrılmaları, ellerinden gelmiyen bir işi istemek demek olacağı da, yanlış sözdür. Çünkü ilim, ma’lûma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur’ân-ı kerîmde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam, öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın ba’zı kimselerin îmâna gelmiyeceklerini bilmesi ve Kur’ân-ı kerîmde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmağı niyet edip, îmân etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir. Eğer Allahü teâlâ bildiği için kâfir olmağa mecbûr kalınsaydı, Allahü teâlânın kendi yaratmasında da irâde, ihtiyâr sahibi olmayıp, mecbûr olması lâzım gelirdi. Çünkü, kendi yaratacaklarını da ezelde biliyordu. O hâlde bunlar, kendi irâde ve ihtiyârları ile kâfir oluyor. Allahü teâlâ, ezelde bildiği için, haber verdiği için kâfir olmağa mecbûr değildirler, îmâna çağırılmaları da, olmıyacak şeyi istemek değildir. Kur’ân-ı kerîme topluca imân etmek yetişir. Her yerine ayrı ayrı îmân etmek istenmiyor ki, Kur’ân-ı kerîmde yazılı kâfirlerin, kendi imansızlıklarına da îmân etmeleri lâzım gelsin.
İrâde ile yapılan işleri yapmak arzusunu, Allahü teâlânın yaratması da cebr olmaz. O arzuyu Allahü teâlâ yaratır ise de, insan kesb etmektedir. Allahü teâlânın irâdesi, birşeyi yalnız yaratmağa veya yalnız yaratmamağa mahsûs olmayıp, her ikisine de şâmil olduğu gibi, insanın irâdesi de böyledir. İşi yapmayı da yapmamayı da irâde edebiliriz. Ya’nî yapmayı istediğimiz anda, yapmamağı da istiyebiliriz. Bir işi yaparken, hiç kimse, bu işi yapmamak elimde değildi, demez. Âdem ve Mûsâ aleyhimüsselâm konuşması cebr göstermez. Mûsâ aleyhisselâm, bu kadar ihsân sahibinin emrine karşı, irâdeni kullanırken, neden dikkat etmedin demiş, Âdem aleyhisselâm da, işin yapılmasını irâde ve ihtiyâr edeceğimi, Allahü teâlânın ezelde bildiğini Tevrat’da okuduğun hâlde ve bu işden meydana gelecek nice fâideleri bildiğin hâlde, beni ayıplamak sana yakışmaz demiştir. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 301
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 398
3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1002
4) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 183
5) Peçevî Târihi cild-1, sh. 52
6) Beyân-ül-hak sh. 932
7) Brockelmann Sup-2, sh. 651
8) Mir’ât-üt-hakikât cild-2, sh. 131
9) Fevâid-ül-behiyye sh. 81
10) Devhât-ül-meşâyıh sh. 23
11) Mir’ât-ı kâinât cild-2, sh. 131
12) Ikd-ül-manzûm (Vefeyât kenarında) cild-2, sh. 282
13) Kâmûs-ül-â’lâm cild-1, sh. 722
14) Menâkıb-ı Ebüssüûd (Menâkıb mecmûası). Süleymâniye Kütüphânesi. Es’ad Efendi kısmı. No: 3622
15) Keşf-üz-zünûn cild-1 sh. 65, 247, 898 cild-2 sh. 1219, 1481, 2036
.
47.........
Tevekkül. Evlilerin tevekkülü.
Bekârların tevekkülü.................. 677
48..........Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitâb.
İnsan ömrünün değişmesi..... ... 698
49..........İrâde-i cüz’iyye. Bir ihtiyâr müslimânın
kızına nasîhatı ve münâcâtı... .... 701
50..........Ebüssü’ûd efendinin (Kazâ-kader)
risâlesi....................................... 714
.
Kadere îmân, tevekkül ve sabır...
Dünkü makalemizde, Allahü teâlânın kullarına verdiği ni'metlerden, onlara şükretmenin lüzûmundan bahsetmiştik. Kendilerini yoktan var ettiği, varlıkta durdurduğu, muhtâc olduğu her türlü ni'meti lutfettiği insanoğlu, maalesef zaman zaman kibir ve azamette, azgınlık ve taşkınlıkta, zulümde ileri gidebilmektedir. Târihte olanlara ve şu anda etrâfımıza bir bakacak olursak, bunu daha iyi görürüz... Allahü teâlânın "Cemâl" sıfatının yanında, "Celâl" sıfatı da mevcuttur. İnsanlara karşı, zaman zaman ba'zı îkâzları olabilir. Bunlar aslında, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına olan merhametinden, acımasından ve onların âhirette ebedî saâdete kavuşmalarını istemesinden dolayıdır. Mü'minlerin başlarına gelen musîbetler, aslında şer değil hayırdır. Zîrâ musîbetler sebebiyle, mü'minler sevâp kazanmakta, günâhları bağışlanmakta ve ma'nen dereceleri artmaktadır. Bu da ancak musîbetlere sabırla mümkündür. KUL, İSYAN ETMEZSE... Demek ki herhangi bir Müslümân, gerek mâla, gerek câna isâbet eden musîbetler karşısında sabreder, söz ve davranışlarıyla isyâna dalmazsa, onun günâhları bağışlanır. Peygamberimiz de "Müslümâna, herhangi bir fenâlık, hastalık, keder, hüzün, ezâ, can sıkıntısı ârız olursa, hattâ vücûduna bir diken batarsa, [tabîî ki o da bunlara sabrederse], bu musîbetler sebebiyle Allah onun günâhlarını ve hatâlarını bağışlar" [Buhârî, Merdâ, 1; Müslim, Birr, 14] hadîsiyle bu hakîkati ifâde etmiştir. Bir hadîs-i kudsîde, "Ben, kulumu, iki sevgilisiyle [iki gözü kasdedilmektedir] imtihân ettiğimde, o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona cenneti veririm" [Buhârî, Merdâ, 7] buyurulmuştur. Mümeyyiz olmayanlar veya temyîz kâbiliyetinde noksânlık bulunanlar, durumlarına göre sorumluluktan yâ muaf olurlar veya kendilerine, sâhip oldukları imkân ve şartları ölçüsünde bir sorumluluk yüklenir. Zihnî engelliler için böyle olduğu gibi, bedenî engelliler için de aynı ölçü geçerlidir. Kısacası engelli ve engelsizlerin nimet-külfet dengesi çerçevesinde farklı sorumluluklara sâhip olmaları, Kur'ân-ı Kerîm'deki "Allah, hiç kimseye gücünün yetmediği bir şeyi yüklemez" âyetinin bir yansımasıdır. Bir şâir diyor ki: "Ne kahrı dest-i a'dâdan, ne lutfu âşinâdan bil,/Umûrun Hakk'a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ'dan bil." Ya'nî "kahrı düşmân elinden, lutfu da dost elinden bilme. İşlerini Cenâb-ı Hakk'a ısmarla, olanları O'ndan bil." Burada, mü'min olmak için inanılması gereken "Âmentü" esâslarındaki "Îmânın 6 şartı"ndan "kader"e ya'ni hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmak konusuna, bir nebze de olsa, temâs etmemiz uygun olacaktır. Kitaplarda: "hayır ve şer, olmuş ve olacak şeylerin cümlesinin, Allahü azîmüş-şân'ın takdîri ile ya'nî ezelde bilmesi, dilemesi, levh-i mahfûza yazması ve vakitleri gelince yaratmasıyla olduğuna inandım, îmân eyledim, kalbimde aslâ şek ve şüphe yoktur" demek lâzım geldiği belirtilmektedir. Erzurumlu İbrâhîm Hakkı [rahmetullahi aleyh] buyuruyor ki: "Hak şerleri hayr eyler,/zannetme ki ğayr eyler,/ârif ânı seyr eyler,/Mevlâ görelim neyler,/neylerse, güzel eyler..." BİZ KULLARA DÜŞEN... Bilindiği gibi, Allahü teâlâ, insanları çeşitli şekillerde imtihâna tâbi tutmakta, ba'zan belâ ve musîbetler vererek onları îkâz etmekte, ba'zan da sabırlarını ölçmekte, sıkıntı hallerinde de şükredip etmeyeceklerini denemektedir. Böyle hâdiselerde, insanlar âcizliklerini idrâk edip, kibirden kurtulmaktadırlar. Allahü teâlâ, kibriyâ ve azamet sâhibi olup kullarının kibirlenmesine aslâ râzî olmamaktadır. Burada biz kullara düşen, "kader"e inanmak, Allah'a "tevekkül" etmek, belâ ve musîbetlere "sabretmek", Allah'a "şükür" ve "kulluk" yapmak, günâhlarımızdan dolayı "tevbe" ve "istiğfâr" etmektir. Meselenin bir başka yönü daha vardır ki, o da şudur: "Derd ü belâ kemend-i mahbûbest" ya'nî derd ve belâ sevgiliye atılan bir kemend'dir. Bilindiği gibi, Peygamberlere, Eshâb-ı kirâma, âlimlere ve velîlere ne sıkıntılar gelmiştir. Şüphesiz ki, inanan bir insana gelen sıkıntılar, onun günâhlarının affına ve derecesinin yükselmesine sebeb olmaktadır. Bunu da hâtırdan çıkarmamalıdır...
05.05.2012
Kadere iman ne demektir?
"Kazâ ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve dîn sâhibi olan Peygamberlerine (aleyhimüsselâm) bile açmadı..."
Büyük İslâm âlimlerinden İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki:
"Îmân etmek, bütün insanlara lâzımdır. Îmân edenlerin farzları yapıp harâmlardan kaçınmaları lâzımdır. Îmân etmek için Kelime-i şehâdet söylemek ve bunların mânâsını Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdikleri şekilde öğrenip, inanmak lâzımdır."
Müslümân olmayan bir kimse, "Kelîme-i tevhîd"i söyleyip mânâsına kısaca inanınca, o anda "Müslümân" olur. Fakat her Müslümân gibi, onun da imkân bulunca, "Âmentü" esâslarını ezberlemesi ve mânâsını iyice öğrenmesi lâzımdır. (Dâmâd Abdurrahmân Efendi, Mecmau'l-Enhür)
"Âmentü" [İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esâs] içerisinde, "ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî minellahi teâlâ" cümlesi de vardır.
Bu, "... kaderin, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îmân ettim..." demektir.
"Âmentü"de bildirilen altı şeyin mânâlarını bilip beğenerek kabul eden kimseye "mü'min" denir. (Kemahlı Hacı Feyzullah Efendi)
"Hayır": "İyilik; dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey"; "Şer" de: "Kötülük; dînin ve aklın zararlı gördüğü şey"dir.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede (meâlen) buyurdu ki:
"Kim zerre kadar/miktârı bir hayır (iyilik) işlerse, onun mükâfâtını (karşılığını) görecektir. Kim de zerre kadar/miktârı şer (bir kötülük) işlerse, onun cezâsını/karşılığını görecektir." (Zilzâl sûresi: 7-8)
Büyük hadîs âlimlerinden İmâm-ı Begavî buyuruyor ki:
"Kazâ ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve dîn sâhibi olan Peygamberlerine (yani Resûllerine aleyhimüsselâm) bile açmadı..."
Peygamber Efendimiz, Eshâbı (arkadaşları) ile otururken, Cebrâîl aleyhisselâmın insan sûretinde gelip İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah Efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîfe, "Cibrîl Hadîsi" denilir.
Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullah Efendimize, "Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyeti/Müslümânlığı anlat" dedi.
Resûl-i Ekrem buyurdu ki: "İslâm'ın şartları; kelime-i şehâdet getirmek, vakti gelince namaz kılmak, malının zekâtını vermek, Ramazân-ı şerîf ayında her gün oruç tutmak ve gücü yetenin, ömründe bir kerre haccetmesidir."
Îmânın şartlarını sorduğunda ise; "Allahü teâlâya, O'nun meleklerine, indirdiği kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmak; kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır" buyurdu.
"İhsân nedir?" diye sorduğunda da, "Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor" buyurdu. (Müslim)
27.02.2015
Kader ve kazâ konusu
Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahlûklara olan taalluku/bağlılığıdır. Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir.
Hindistân'da yetişen büyük âlim ve velîlerden Muhammed Ma'sûm Fârûkî (kuddise sirruh) buyurmuştur ki:
"İslâm dîni ve bütün semâvî (İlâhî) dînler, her işin Allahü teâlânın takdîri ve irâdesi (dilemesi) ile olduğunu bildirmiştir. Fakat insan, bir işin ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) nasıl takdîr edildiğini bilmediği için, Allahü teâlânın emrine uyarak çalışması ve kadere rızâ göstermesi lâzımdır. Kazâ ve kadere inanmak, kadere rızâ göstermek, insanın çalışmasına mâni olmaz, bilakis çalışmasını kamçılar."
"Ehl-i sünnet vel-cemâat" i'tikâdında olan âlimler kadere îmân etmiş, "kadere inanmak îmânın şartıdır" yani "kadere inanmayan, mü'min değildir" demişlerdir.
"Kader": "Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile, ileride olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi; alın yazısı" demektir.
Allahü teâlânın, olacak hâdiseleri ezelde ilm-i ezelîsi ile bilip tâyin etmesine, "Takdîr-i İlâhî" de denilmektedir.
Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zerreden Arş'a kadar hepsini, maddeleri, mânâları, bir ânda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu.
İnsanın, Allahü teâlânın kendisi hakkında takdîr ettiği şeylere rızâ göstermesi, hoşnûd olması, başına gelen belâ ve musîbetlere sabredip boyun eğmesine de "kadere rızâ" denir.
Şeyhulislâm Ebüssü'ûd Efendi (rahimehüllah): "Kazâ ve Kader" risâlesinde diyor ki: "Kader değişmez. Kazâ kadere uygun olarak meydâna gelir. Kazâ her gün çok değişip sonunda kadere uygun olunca yaratılır."
Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahlûklara olan taalluku/bağlılığıdır. Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Allahü teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir.
Kaderin, iyisi-kötüsü, tatlısı-acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünki kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir. ["Kader" ve "kazâ" kelimeleri, birbiri yerine kullanılır. "Kader" yerine, "kazâ" da denir].
Hadîs âlimi İbnü'l-Esîr demiştir ki: "Kazâ ve kader, birbirinden ayrılmazlar, çünkü kader temel gibi, kazâ da üstündeki binâ gibidir."
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Şâm'a geldi. Şehirde vebâ hastalığı olduğunu işitince, şehre girmedi. "Allahü teâlânın kazâsından mı kaçıyorsun?" dediklerinde, "Allahü teâlânın kazâsından, kaderine kaçıyorum" buyurdu ki, kader, kazâ şeklini almadıkça değişebilir.
28.02.2015
Kadere iman
|
Sual: Kadere iman ne demektir? Kader inkâr edilebilir mi?
CEVAP
İmanın altıncı şartı, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna imandır. Amentü’deki, (Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ) ifadesi, kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir.
İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir. Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kazadenir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir.
Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların [katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler], her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan Odur. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.
Mesela, ateş yakıcıdır. Hâlbuki yakan Allahü teâlâdır. Ateşin, yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat, âdeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. [Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlkokulu bitiren bir kimse, (ateş yakıyor) sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Ortaokulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek, ilim deryalarından damlalara kavuşan İslam âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta ve mahlûk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor.] Yakıcı, Allahü teâlâdır. Ateşsiz de yakar. Fakat, ateş ile yakmak âdetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde yakmaz. İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, âdetini bozdu. [Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri, kimyagerler bulmaktadır.]
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz, uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. [Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen, İslamiyet'e uyar. Kendini tabanca ile vuran ölür. Zehir içen ölür. Terli iken su içen, hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de, Cehenneme gider. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.]
Kadere iman farzdır. Bu husus Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir) buyuruluyor. (Bekara 255)
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda yazılmış]olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.) [Kamer 49]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
(Ahir zamanda kaderi inkâr edenler çıkacaktır) [Tirmizi]
(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere[falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani, İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]
(Kaderi inkâr etmeyin. Hıristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]
(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi yalanlayınca helak olurlar.) [Taberani]
(Ahirette kaderi tekzib edene rahmet nazarı ile bakılmaz.) [İ. Adiy]
(Şu üç şeyden korkuyorum:
1- Âlimin sürçmesi,
2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya girişmesi,
3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
(Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!) [Taberani]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir:
1) Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil eden],
2) Allah’ın kaderini inkâr eden,
3) Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.) [Taberani] (Mesela fâsık bir kimseye değer vermek, onu itibarlı bir yere getirmek, salih bir kimseye değer vermemek, onu itibarsız, aşağı bir yere getirmek.)
Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.) [İ.Neccar] (Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder.)
(Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.)[Taberani]
(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir edilmedi derler.) [Beyheki] (Kaderiye, Mutezile demektir.)
(Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.) [Şirazi]
(Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek [Kendi görüşünü din gibi anlatmak].) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem[in mürekkebi] kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.)[Tirmizi]
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar[tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]
|
İrade-i cüziyye nedir
|
Sual: Hayır ve şer Allah’tan olduğuna göre, irade-i cüziyyenin yeri nedir?
CEVAP
Akıl, din bilgilerinden bazılarını anlayamaz. Eğer anlasaydı, Peygamberlere lüzum kalmazdı.
İnsanların işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. İşleri zorla da yaptırmıyor. Zorla yaptırılan iş için hesaba çekmek de zulüm olur. Allahü teâlâ zulüm yapmaz.
İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı da meydandadır. İnsanda tam ihtiyar ve tam cebir olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hâsıl olmaktadır.
Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara irade-i cüziyye vermiştir. İrade-i cüziyye insandan meydana gelir; fakat insan bunu yarattı denilemez.
Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebep ile yaratması âdetidir. Peygamberlerinde ve Evliyasında bu âdetini bozarak sebepsiz de yaratır. Yarattığı çok görülmüştür.
İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için, önce kul irade-i cüziyyesini kullanmaktadır. İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir.
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları levh-i mahfuz’da yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması gerekmez.
Takvimlere, bir sene içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez.
İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine cebri bir müdahale değildir.
Bir kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irade etse ve hepsini bir kâğıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o kimsenin mecburu olmaz.
(Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kâğıda yazdın. O halde, bunları sen yaptın) da diyemez. Çünkü bunları kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği ve dilediği ve yazdığı için yapmamıştır.
Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levh-i mahfuza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Evet, ezelde, levh-i mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irade etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve iradesi ile ve yaratması ile meydana gelmektedir. Kul, iradesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun iradesini kullanmayacağını ezelde bilir ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz.
İnsanların iradesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü teâlânın iradesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez.
İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.
Kulun ihtiyarı
Sual: (Kulun ihtiyarı zayıftır) ne demektir?
CEVAP
İhtiyar, beğenmek, seçmek demektir. İnsan bir şey yapacağı zaman, önce bunu ihtiyar eder, seçer, irade eder, ister. Sonra yapar. Bundan dolayı, kul, iş yapmakta mecbur değildir. İster yapar, istemezse yapmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kulun ihtiyarı, Allahü teâlânın ihtiyarına göre zayıftır denirse, doğrudur. Eğer, emir ve yasaklara uymaya gücü yetmez anlamında olursa yanlış olur. Çünkü kullara gücü yetmeyecek şey emredilmemiştir. (1/266)
Hayır da, şer de Allah’tandır
|
Sual: (Hayır Allah’tan ama şer Allah’tan değil. Şerri insan kendisi yaratır. Bunlar, şerrin Allah’tan olduğu inancını bir de Amentü’ye dâhil etmişler. Âyet ve hadiste böyle bir şey yok) deniyor. Lütfen bu konuyu âyet ve hadislerle açıklayın.
CEVAP
Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de hayrın ve şerrin Allah’tan olduğu açıkça bildiriliyor. Şimdiye kadar gelen istisnasız bütün İslam âlimleri, (Hayır da şer de Allah’tan) demişlerdir. Şerrin Allah’tan olmadığı inancı Hıristiyanlık ile Mutezile ve bazı sapık fırkaların görüşüdür. Hiçbir Ehl-i sünnet âlimi şer Allah’tan değildir dememiştir. Çünkü hiçbir âlim, Kur’an ve hadise aykırı konuşmaz. Kul kendi kaderini yaratamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah" [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
(Lut’un karısının azaba uğramasını takdir ettik.) [Hicr 60] (Yani kaderini öyle kötü yazdık)
(Güzel akıbet takdir ettiklerimiz [kaderi güzel olanlar]Cehennemden uzak tutulur.) [Enbiya 101]
(Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların hepsi helak olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
Müfessirlerin şahı imam-ı Kadı Beydavi hazretleri bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklıyor:
(Hayrı, şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allahü teâlâdır. Her şey Onun tasarrufu altındadır.)
Peygamber efendimiz, Kur'an-ı kerimdeki imanla ilgili âyetleri açıklayıp buyuruyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
(Allahü teâlâ, “Bana inanıp da kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna inanmayan, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi]
(Bir kişi, kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmadıkça, mümin sayılmaz.) [Tirmizi]
Görülüyor ki, (Hayır da şer de Allah’tandır) inancını Amentü’ye sokan Allah ve Resulüdür.
Cebriye denilen sapık fırka da, bu âyetlere bakınca, (Bize günahları işleten Allah’tır, biz günahlardan sorumlu değiliz) demiştir. Elbette bu da yanlıştır. Ehl-i sünnete göre, insanda irade-i cüziyye vardır. İşlediği günahlardan sorumludur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman-küfür, hayır-şer, hidayet-dalalet, taat-günah, Allahü teâlânın yaratması olup, hepsi de Onun takdir ve iradesiyledir. Hak teâlâ sevabı ve günahı kulların ameline bağlı kılmıştır. İnsanı iradesine bırakmış, azabı ve sevabı, iradenin sarfına bağlı kılmıştır ki, bunakesb denir. Kesb, kuldan, yaratmak Allah’tandır. Kesb, kendi irademizle yaptığımız hareketlerdir.
Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir.
Allahü teâlânın emirler, yasaklar koyması, insanda kesb bulunduğu içindir. Eğer kesb olmasaydı, hâşâ bu emir ve yasaklar lüzumsuz olurdu. Azap ve nimet vaadleri hâşâ yanlış olurdu. Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi de yine bu şekilde hâşâ temelinden yersiz bir iş olurdu. Görülüyor ki bu zatın maksadı dinleri temelinden yıkmaktır.
Allahü teâlâ elbette her şeyi bilir
Yukarıda, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu âyet ve hadislerle kısaca ispat etmiştik. Şimdi ise, “Eğer herkesin Cennete veya Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, o zaman bizi niçin sorumlu tutuyor? Nereye gideceğimizi biliyorsa, peki niye bize koskoca Kur’anı gönderdi? Niye emirler ve yasaklar bildirdi? Alın yazısı diye, kader diye bir şey yoktur, herkes kendi kaderini kendisi çizer” savına cevap veriyoruz.
Bu savların hepsinin cevabı Kur’an-ı kerimde vardır. İslam âlimleri açıklamıştır.
Önce şunu soralım:
Bir insanın Cennete mi Cehenneme mi gideceğini Allah bilmez mi? Bilmeyen ilah olur mu hiç? Kur’an-ı kerimdeki o kadar âyetler nasıl inkâr edilir? Bunun maksadı, (Çamur at, tutmazsa da iz bırakır) misali, belki bazı gafilleri avlarım diye böyle desteksiz atıyor.
Kötülükleri yaratan başkası mı?
Mektubat-ı Rabbanide buyuruluyor ki:
İmam-ı a'zam hazretleri, imam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu:
- Allah, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?
- Hayır, rübubiyetini, [yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü] aciz kullarına bırakmaz.
- O zaman kullarına, işleri zorla mı yaptırıyor?
- O adildir. Kuluna zorla günah işletip, sonra da Cehenneme sokmaz.
- O halde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor?
- İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zorla da yaptırmaz.
Mutezile’den Abdülcebbar Hemedani, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu İshak İsferaini'ye sordu:
- Allah, kötülüğü, günahı istemez ve yaratmaz. Bunları şeytan yaratmıyor mu?
- Hayrı da, şerri de, her şeyi yalnız Allah yaratır. Başkası bir şey yaratamaz.
- Allah kendine isyan edilmesini diler mi?
- Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kul, zorla Ona isyan edebilir mi? Kul, irade-i cüziyyesi ile küfür, günah, kötülük yapmak ister. Allah da dilerse, onun istediğini yaratır.
- Bir kimse hidayet istediği halde, Allah ona hidayet dilemese, ona kötülük etmiş olmaz mı?
- Kulun hakkını vermemeyi dilemez, ama kendi hakkını almayı dilemeyebilir. Zerre kadar iyilik yapana karşılığını verir. Küfürden başka günahların çoğunu da affeder. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ âlimdir, ileride olacak her şeyi bilir. Hakîmdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kuluna hidayet verir. Sapıklıktan dönmeyeceğini bildiği kulu da sapıklıkta bırakır. Bir âyet meali:
(Dilediğini sapık yolda bırakır, dilediğine de, hidayet eder.) [Fatır 8]
Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Kulun iradesi yaratmaya sebeptir. Müminler, irade-i cüziyyeleri ile imanı ve itaati dileyince, Allahü teâlâ da, diler ve yaratır. Kâfir, küfrü ve fâsık, günahı dileyince, O da irade ederse, yaratır. Yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. O da dileyince var olur. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi ile oluyor. Kullar bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter.
Nefsimiz yaratıcı değildir
Sual: Ehl-i sünnet kitaplarında, hem hayır şer Allah’tan deniyor, hem de kul işlediği günahlardan sorumlu deniyor. Bu çelişki değil mi? Günahları nefsimiz yaratmıyor mu?
CEVAP
Dinimizde çelişki olmaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır, başka yaratıcı yoktur. Nefsimiz bir şey yaratamaz. Nefsimizi yaratıcı bilmek mutezilenin görüşüdür. Nefsimiz insan ve cin gibi mükellef bir mahlûk bile değildir. İnsan ölünce nefsi yok olacaktır. Mükellef bile olmayan ve yok olup gidecek bir şeye yaratıcı demek ne kadar yanlıştır. İmanın altı esasından birisi de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Buna inanmayan Müslüman olamaz.
Resulullahın vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Allahü teâlâdır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmayı, çeşitli sebeplerle hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak irade edince, O irade etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irade ettikleri zaman, O da irade eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, O da irade eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep kötülük hasıl olur.
Demek ki, insanlar, bir alet, bir vasıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan İrade-i cüziyye’lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap, kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların iradeleri ile yaratmasını ezelde dilemiştir. İşlerin insan iradesi ile yaratılması, ezeldeki ilahi irade ile yaratılması demektir.
Nefsimiz şer işletir
Sual: Şerleri yani kötülükleri nefsimiz işlettiğine göre, (Hayır da, şer de Allah’tandır) demek, doğru olur mu?
CEVAP
Sebep olmak bakımından, şer yani kötülük elbette nefstendir, ama yaratmak bakımından, hayır da, şer de Allah’tandır. Nefs kötülüğü ister, sebep olur, Allahü teâlâ da yaratır. Yani kötülükleri de Allahü teâlâ yaratır, O irade eder. Allahü teâlâ irade etmezse, yaratmazsa, sivrisinek kanadını oynatamaz. Başımıza gelen her türlü kötülük, Allah’ın iradesiyle ve yaratmasıyla meydana gelir. Hâşâ, nefsimiz yaratıcı değildir, şerri de, hayrı da yaratamaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Kul belayı hak ederse, Allahü teâlâ da ona bela gönderir. İşte bir âyet meali:
(Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30] (Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor, ama gönderen yine Allah’tır. Âyetin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor.)
(Sana gelen her iyilik, Allah’tan [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir.)[Nisa 79]
Görüldüğü gibi, bu âyette, günahlarınız yüzünden kötülük geliyor buyuruluyor, ama kötülüğü yaratan yine Allahü teâlâdır. Bundan önceki âyette, şerri de Allah’ın yarattığı bildiriliyor. O âyet-i kerimenin meali:
(Kendilerine bir iyilik dokununca, “Bu Allah’tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de “Bu senin yüzünden” derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de!) [Nisa 78]
Hayrı da, şerri de Allahü teâlânın yarattığına inanmak, imanın şartıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan mümin değildir.) [Tirmizi]
Bid’at ehlinin kimi kaderi, kimi de hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğunu inkâr eder. İmanın şartını altıdan aşağı indirenler olduğu gibi, yediye çıkaranlar da var. Hatta İslam’ın şartı diye bir şey olmadığını söyleyenler de var. Bu, eski âlimleri suçlayıp böylece onların üstüne basarak yükselmek isteme hastalığından kaynaklanmaktadır. Çok çirkin bir iştir. Dinde reform yapmak isteyen türedilerin, önceki âlimleri suçlamasının kıyamet alameti olduğu, hadis-i şerifle bildirilmektedir. Yine Peygamber efendimiz, (Âlimler, Resulullah’ın vârisleridir) buyuruyor. Resulullah’a vâris olan eski âlimleri suçlamak, vârisin sahibi olan Resulullah’ı üzmez mi? Önceki âlimleri suçlama hastalığından kurtulmalıdır.
Kaderi bilmeyenler
|
Sual: (Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini değiştireceğiz. Eceli gelmeden öldü) gibi şeyler söyleniyor. “İnsan, yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının renginde kadere hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü olmaz”, “Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği için Cehennemlik olur” deniyor. Kimisi, “Kader utansın” diyerek suçu kadere yüklüyor. Kimi de, “İnsan kaderini kendi çizer” diyor. Bunlar doğru mudur?
CEVAP
Bunların hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele olduğu için, birçok âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid'at fırkaları meydana çıkmıştır. Âlimlerin bile dalalete düştüğü bu konularda, kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece nakil yapılır. Peygamber efendimiz de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor. (Taberani)
Her Müslümanın, Amentü’deki esasları tasdik ettikten sonra, işlediği günahlardan mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydavi tefsiri]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?)[Mülk 13,14]
Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)
İyi kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ, irade edip yaratır. Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse, kötülük yapmak isteyince, Allahü teâlâ da irade eder ve yaratır. Böyle kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep kötülük hasıl olur. İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, “İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir” demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbet bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?)buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Allah’ın takdir ettiği ecel gelince, artık ertelenmez.) [Nuh 4]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.)[Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Kader ne demek?
Sual: (İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere bırakmamalı, işi Allah’a kaldı) gibi sözler söyleniyor. Kader, insanların elinde midir?
CEVAP
Kader kelimesi yanlış kullanılıyor. Tesadüf yerine kullanılıyor. (İşi tesadüfe bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı) denmez. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların yapacakları şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın ilmine kimse müdahale edemez. (İşi Allah’a kaldı) sözü de hoş değildir. İyi kötü her iş, Allahü teâlânın dilemesi ile olur. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak, imanın esaslarındandır. (Onun işi elimizde idi, fakat şimdi Allah’a kaldı) demek yanlış olur. Her iş, her zaman Allahü teâlânın dilemesi ile olur.
Yazarın biri (Ya Rabbi, Boşnaklar ve Çeçenler muvaffak olamadı. Artık iş sana kaldı) diye dua ettiğini yazmış. Daha önce iş kimin elindeydi? Her iş, her zaman Allahü teâlânın elindedir. Hiç kimse, Ona aykırı iş yapamaz. Kaza ve kaderi bilmeyenler, böyle hata ediyorlar.
Kader mahkûmu
Sual: Cezaevindeki hapislere kader mahkûmu veya kader kurbanı demek caiz midir?
CEVAP
Hayır ve şer, yani her şey Allahü teâlânın takdiriyle olduğu için, hapse düşmeyi kaderden bilmekte mahzur yoktur; ancak suçu kadere yüklemek caiz değildir. İçki içip veya başka günah işleyip, (Ne yapayım kaderim böyleymiş, alnıma böyle yazılmış) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemek asla caiz olmaz. Bunun gibi, kızıp birisini öldüren kimsenin de, (Ne yapayım, kaderim böyleymiş, kader kurbanıyım) diyerek, suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemesi caiz olmaz. Bu bakımdan kader kurbanı demek caiz olmadığı gibi, kader mahkûmu demek de caiz olmaz.
Kader, insanın ömür boyu neler yapacağını, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle bilmesi demektir; yoksa bize zorla yaptırması demek değildir.
Sual: (Milletin kaderini değiştireceğiz, milletin kaderi bu değildir) gibi sözler söyleniyor. Mehmet Akif de, bir şiirinde (Kadermiş, öyle mi? Hâşâ! Bu söz değil doğru/Belanı istedin, Allah da verdi, doğrusu bu) diyor. Meydana gelen bir şey için, kader değildir demek, kaderi inkâr olmaz mı?
CEVAP
Bu sözler, kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Kadere iman,Amentü'nün altı şartından biridir. İnkâr eden küfre girer. Özellikle mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer) diyerek Allahü teâlâdan olan kaderi inkâr ediyor. Kadere iman eden Müslümanların, tehlike karşısında tedbir almadıkları sanılıyor, kaderci deniyor. Tevekkül de böyle yanlış anlaşılıyor. Tevekkül eden, tedbir almaz, sebeplere yapışmaz zannediliyor. Hâlbuki tevekkül, gerekenleri yaptıktan, tedbir aldıktan sonra sebeplere değil, sadece Allahü teâlâya güvenmek, sebeplerin tesir etmesini Allah'tan beklemek demektir.Kader ise, olacak şeylerin hepsini, ezelî ilmiyle Allahü teâlânın bilmesi, kaza da zamanı gelince bunları yaratması demektir. Kadere imanın, tedbir alıp almamakla alakası yoktur. Bir kimsenin yaptığı çürük bina depremde yıkılsa, sağlam bina yapanınki yıkılmasa, Allahü teâlâ, birinin yıkılacağını, ötekinin de yıkılmayacağını bilir. Zamanı gelince de bunlar, meydana gelir. İşte kaza ve kader budur.
Tedbir almayanın başına bir iş gelince, bu kader değildir demek, kaderi inkâr etmek veya kaderi bilmemek demektir. Suçlu veya suçsuz, sarhoş veya ayık bir kimse trafik kazası yapsa, bu da kaderdendir. Sarhoşun kaza yapması kaderdendir. İntihar edenin yaptığı iş de kaderdendir. Yani bunların hepsinin olacağını Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Başa gelen, iyi kötü her şey, kaderdendir. Kaderin dışında bir iş olmaz. Bu, imanın altı şartından biridir, inkâr edilmesi insanı küfre sürükler. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadere iman etmedikçe, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.)[Tirmizi]
(Kadere inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin İslam'dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Ahir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizi]
Görüldüğü gibi Peygamber efendimiz, ahir zamanda kaderi inkâr edenlerin çıkacağını bildirmiştir.
İrade, imtihan ve kader
Sual: (İnsanın iradesiyle yaptığı şeyler kader, diğerleri imtihandır. Mesela insanların göçük altında kalması, kader değil imtihandır)demek doğru mudur?
CEVAP
Hayır, yanlıştır. Olaylar, ister insanın iradesiyle olsun, ister olmasın, yine kaderle olur. Hiçbir ihmal olmadan, kendiliğinden maden ocağının patlaması kader olduğu gibi, insanların kendi iradesiyle patlatması da kaderdir. Yani her olay kaderdir. Kader yani Allahü teâlânın takdiri dışında bir şey olmaz.
Herkes istediği trene binebilir
|
Sual: Eğer kimin Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye emirler ve yasaklar bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin sorumlu oluyoruz?
CEVAP
Hayır ve şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah insanın irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Bir âyet-i kerime meali:
(Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:
(Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete gider. Soldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan Cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden kaçması gerekir. Mesela namaz, oruç gibi dinin emirlerine uyması ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir. Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz kalacaktır.)
Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.
Görüldüğü gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ama onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren Allah demektir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmediği gibi, üstelik binerken de, yolda da, son ana kadar gerekli ikazlar yapılmaktadır. Herkes, kendi arzusu ile işlediği hayır veya şerrin karşılığını görecektir.
(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir)mealindeki âyetleri gösterip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını Allah’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]
Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
Allahü teâlâ onlara zulmetmez
Sual: Bazı kimseler, her şeyi bize Allah işletiyor. Bizim bunda suçumuz yok. Alnımıza ne yazılmışsa onu görüyoruz diyorlar. Bu fikir doğru mudur?
CEVAP
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayır ve şerrin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. İnsanın iradesine, dilemesine (kesb) denir. Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene kıyamette azap yapılması, onu kesb ettiği içindir. Cebriyye denilen kimseler ise, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor. İnsan hiçbir şey yapamaz) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin, ayağın titremesi ile, irade ederek hareket ettirilmesi, bir olur mu? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, onların yaptıklarının hepsini soracaktır.) [Hicr 92, 93]
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]
(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]
Allahü teâlâ kerimdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep faydalı olan şeyleri, yapabilecekleri kadar emretmiştir. Zararlı olanları yasak etmiştir.
Bekara suresinin 286. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ insanlara kolay yapacakları şeyleri emretti) buyuruluyor. İnsanda irade bulunmadığını söyleyenler, kendilerine itaat etmeyenlere, sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeye uğraşıyorlar? Kötü yola düşerlerse onlara, niçin kızıyorlar? Niçin, bunların iradesi yoktur, mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar?
Herkes, yaptığı kötülüğün cezasını görecektir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Rabbin elbette azap yapacaktır. Ondan kurtuluş yoktur)buyuruldu. (Tur 7,
Kaderim böyle imiş demek
Sual: Kimisi, kötü birisi ile evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, “Ne yapayım kaderim böyle imiş” diyor. Kimisi gaza basıyor son sürat giderken kaza yapıyor. “Ben ne yapayım alnımın yazısı böyle imiş” diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. “Ne yapayım benim kaderim böyle kötü imiş” diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. “Ne yapalım kaderin önüne geçilmez” diyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu insanların suçu kadere yüklemeleri doğru mudur?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep olmuştur. Çünkü kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:
1- Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.
2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur.
Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Herkes yaptığından sorumludur.
Ebüssüud efendi buyuruyor ki:
Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.
İbadete lüzum var
Sual: Yaptığım ve yapacağım işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var?
CEVAP
Eshab-ı kiramdan bir zat da aynı suali sormuştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Herkes, kendi işine hazırlanır.) [Müslim, Tirmizi]
Aynı suali soran Hazret-i Ömer’e de buyurdu ki:
(Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır. Saadet ehlinden olan, saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi]
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [veya taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar[tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10 Beydavi]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani)
Zalimler iflah olmaz
Sual: İbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler vardır. Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu? Bir de hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden niçin mesul oluyoruz?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ,(Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola eriştirir.)[Rad 27]
(Elbette zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37]
Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç? Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(İnsan, önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]
(Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.)[Enbiya 47]
Allahü teala dilerse
Sual: Bir arkadaş, (Allahü teala, kullarını cehennemde yakmak istemez, kullar layık olduğu için cehenneme atıyor) dedi. Diğer bir arkadaş da, (Allahü teâlânın istemediği olmaz, Onu hâşâ mecbur eden mi var? İstemezse hiç birini yakmaz. Demek ki istiyor) dedi. Hangisi doğru?
CEVAP
Bu, kaza kader konusudur. Birkaç kelimeyle izah edilmez. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Cehenneme gidenler, kendileri istedikleri için gidiyorlar. Hâşâ Allah onlara zulmetmiyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal, evlat, rızık, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Bir ayet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ onlara zulmetmedi. Onlar [küfre girerek] kendilerine zulmettiler.) [Nahl 33]
İnsanlarda ihtiyar, yani seçmek kuvveti bulunmasaydı, Allahü teâlâ bu âyet-i kerimede, (Onlar, kendilerine zulmettiler) demezdi.(Mektubat-ı Rabbani)
Hâşâ zulmetmez kuluna Hudası,
Herkesin çektiği kendi cezası...
Ecel ve takdir
Sual: Herkesin ecelini Allah takdir ettiğine göre, başkasını öldüren veya intihar eden kimse niye suçlu oluyor?
CEVAP
Allahü teâlâ elbette kimin ne zaman ve nasıl öleceğini, intihar edip etmeyeceğini, kimin kimi öldüreceğini bilir. Bilmeyen de zaten ilah olamaz. Allahü teâlâ, kimin cennete, kimin cehenneme gideceğini de biliyor. Allah’ın bilmesi demek, o işi zorla yaptırması demek değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı için, takvime yazılır. Bir kimsenin ne yapacağını, ne zaman ve nasıl öleceğini, cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, kaderine yazılır. İnsan kaderine yazıldığı için o işi işlemiyor. Ne iş işleyeceği bilindiği için, kaderine o iş yazılıyor. Falanca intihar edecek, falanca falancayı öldürecek, falanca şu günahı işleyecek diye bilindiği için yazılıyor. Onun için, günah işleyen günahından sorumlu oluyor. Adam öldüren katilliğinden sorumlu oluyor. İntihar eden intiharından sorumlu oluyor.
Kader nedir?
Sual: Alnımıza yazılan kader, bizim iyi veya kötü iş yapmamızı engeller mi?
CEVAP
Hayır engellemez. Kader, bizim kendi isteğimizle işleyeceğimiz işlerin veya başımıza gelecek olayların Allahü teâlâ tarafından bilinmesi demektir. Allahü teâlâ, (Şu kul, kendi isteğiyle şu işleri yapacaktır veya falanca yerde şu olaylar başına gelecek yahut şu sebeple ölecektir) diye kaderine yazıyor. Yani iyi veya kötü işi kendi irademizle yapıyoruz, yahut amelimizle o işe maruz kalıyoruz. Herhangi bir sebeplerle trafik kazasında öleceksek, maganda kurşununa maruz kalacaksak, depremde hayatımızı kaybedeceksek, bunlar da önceden kaderimize yazılmıştır. Kaderimizde olduğu için ölmüyoruz, öleceğimiz bilindiği için kaderimize yazılıyor. Yine bunun gibi, kötü bir kimse, kaderinde yazılı olduğu için o kötü işleri yapmıyor. Aksine, o kötü işleri yapacağı bilindiği için, kaderine yazılıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Bunu bilmeyen ve kötü işler çeviren kimseler, (Ne yapalım, alın yazımız böyleymiş) diyerek kendilerini temize çıkarmak için kaderi suçlamaya çalışıyorlar. Kaderin suçu olmaz. Kader, olacak her şeyin Allahü teâlâ tarafından bilinmesi ve takdir edilmesidir. Zamanı gelince bu şeylerin meydana çıkmasına da kaza deniyor. Hayır veya şer de, elbette Allahü teâlâ tarafından yaratılıyor. Kötü şeyleri o yaratmaz demek yanlıştır. Tek yaratıcı Allah’tır, başka yaratıcı yoktur.
Dilemek ve razı olmak
|
Sual: Allah, her şeyi dileyip yaratıyorsa, kötü olan işleri niye dileyip yaratıyor?
CEVAP
Her şeyi yaratan Allahü teâlâ ise de, kullarına irade-i cüziyye vermiştir. Kul, bu iradesinde serbesttir. Günah işlemeye mecbur değildir. Kulun, kendi serbest iradesine göre, yapmak istediği iyi veya kötü isteklerinin de, yaratıcısı Allahü teâlâdır. Kulun isteğine göre yarattığı için, suçu Allahü teâlâya yüklemek yanlıştır. Cebriye fırkası suçu Allah’a yüklemiştir, Mutezile de, Allah bizim işlerimize karışmaz demiştir. Ehl-i sünnet orta yoldur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü irade eder, diler ve yaratır. İyilerin de, kötülerin de yaratanı Odur; fakat iyiliklerden razı; kötülüklerden razı değildir, yani beğenmez. İrade etmek [dilemek] başkadır, rıza başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i sünnet âlimleri anladı; diğer 72 bid’at fırkası, bu farkı anlayamayıp, dalâlete saplandı.(1/266)
Kâfirlerin iman etmesi
Sual: Allah herkesin iman etmesini emrediyor da, niçin kâfirlerin iman etmesini irade etmiyor, dilemiyor?
CEVAP
Allahü teâlâya, yaptığı şeyleri beğenmeyerek, bunların sebebi sorulmaz.
Allahü teâlâ, ileride olacak her şeyi, ezelde, sonsuz geçmişte biliyordu. İlmi, olacak şeylere tâbidir. Yani nasıl olacaklar ise, öylece bilmiştir. Öyle olacakları için öyle bilmiştir. Yoksa öyle bildiği için, öyle olmaya mecbur olmuyorlar.
İşte, Allahü teâlânın iradesi, bu ilmine uygun oluyor. Kudret ve tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor.
Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, her şeyi sebep ile yaratmaktadır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmaya sebep kılmıştır.
İmanı, hayrı, sevabı kullarına bildirmek için Peygamberler gönderdi. İman etmeyi ve ibadet ve iyilik yapmayı emretti. Küfrü ve günah işlemeyi, kötülük yapmayı yasak etti. İnsanlara akıl verdi. Aklı olana emretti. Akıl vermediklerini de sorumlu tutmadı.
Kâfirin suçu nedir?
Sual: Allah’ın, dilediğini hidayete kavuşturacağını, dilediğini sapıklıkta bırakacağını bildiren birçok âyet vardır. Demek ki, Allah dilese, herkesi Müslüman yapar. Dünyada yaşayan birçok dinsize niçin iman nimetini nasip etmiyor? Dinsizlerin bunda suçu var mı?
CEVAP
Bu hususta imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal, evlat, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar)buyurulmaktadır.
Nitekim Güneş, hem çamaşır yıkayana, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, çamaşır yıkayanın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep Güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, Güneşten değil, kendilerindendir.
İnsanın, ahiretteki nimetlere nail olmaması, ondan yüz çevirdiği içindir. Yüz çeviren, elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, dünya nimetleri içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zannedilir ise de, bunlar, dünya için çalışmalarının karşılığını almaktadır. Yalnız dünya için çalışanlara verdiği dünyalıklar hakikatte azap ve felaket tohumlarıdır. Bunlar, nimet şeklinde görülen musibetlerdir.
Nitekim, (Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar? Peygamberime inanmayıp din-i İslamı beğenmedikleri için, onlar mükâfatlandırdığımızı mı zannediyorlar? Hayır, öyle değil, aldanıyorlar. Bunların nimet değil, musibet olduğunu anlamıyorlar) mealindeki âyet-i kerimede görüldüğü gibi, Haktan yüz çevirene verilen dünyalık, hep felakettir. Şeker hastasına verilen tatlı gibidir. (1/64)
Kalb, nefse uyup, küfür veya günah yapmak isteyince, Allahü teâlâ, bu kula acırsa, küfür ve günah işlemesini istemez. O da, yapamaz. Acımazsa, işlemesini ister ve yaratır. Karşılığını da verir. O halde insanın azaplara, felaketlere sürüklenmesine sebep, kendisidir. Kalbinin dine uymayıp, nefsine uymasıdır.
Kâfire iyilik etmek
Sual: Tam İlmihal’de, Besmelenin manası açıklanırken, (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan...) deniyor. Kâfir olarak dünyaya gelip, kâfir olarak ölen bir kişinin dünyaya gelmesini düşündüm ve buradaki, her var olana, yaratılmakla iyilik edilmiş sözünü anlayamadım. Bir de her an yok olmaktan korumak kâfirler için niye bir iyilik olsun ki?
CEVAP
Kâfir olarak kimse dünyaya gelmez. Herkes Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunu Peygamber efendimiz bildirmiştir. Yani bir kâfir çocuğu da Müslümanlığa elverişli olarak doğuyor. Bu onun için bir şanstır, ona bir iyilik edilmek isteniyor, kabul edip etmemesi onun bileceği iştir.
Kâfir çocuğu da kâfir olarak büyümüşse suç kendisindedir. Çünkü Allahü teâlâ ona akıl vermiştir. Aklını doğru yolda kullanmazsa suç Allahü teâlânın olmaz.
Allahü teâlâ, kâfire akıl veriyor, iman etmesi için mühlet veriyor, sebepler yaratıyor, bu iyilik değil mi?
Kader değişir mi?
|
Sual: Dua ile kader değişir mi? (Allah yazdıysa bozsun) deyimindeki mana nedir? Dua etmeyi dilemek de kaderden mi? Kaderin ömrü nereye kadardır? Ezeli mi, yoksa ebedi mi? Kaderin de bir kaderi var mı?
CEVAP
Önce kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir.
Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
Bir film tekrar tekrar gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş rolde oynayan oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor?
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda]dır.) [Hud 6]
Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz] Ondadır.) [Ra’d 39]
Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali de şöyledir:
(Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.)[Fatır 11]
Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua değiştirir.)[Hakim]
(Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan dua, bela gelirken korur.) [Taberani]
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Kaderin levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.
Ecel-i müsemma değişmez ama; Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hazret-i Davud’a birbirini şikayet etti. Azrail aleyhisselam gelip,(Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:
(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]
Cebriye ve mutezile
|
Sual: Kaderin imanın şartı olduğunu inkâr eden biri, (Resulullah kadere imanla ilgili bir şey söylememiştir. Kader, imanın şartları arasında sayılırsa, ne yapacağımız önceden takdir edilip yazıldığına göre, bize günah işleten de Allah olur. Allah bizi niye cehenneme gönderecek ki?) diyor. Buna nasıl cevap verebiliriz?
CEVAP
Kaderi inkâr eden, mutezile [kaderiye] fırkasıdır. (Yaptığımız iyi kötü işlere Allah karışmaz) derler. (Allah bize zorla günah işletir) diyen ise, cebriye [mürciye] fırkasıdır. İkisi de yanlıştır. Ehl-i sünnet ikisinin ortasındadır.
Cebriye fırkası:
Bu fırka, (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) diyerek şu mealdeki âyetleri delil olarak gösteriyor:
(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]
(Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus 99,100]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Bu âyet-i kerimeler, kaderi, yani Allahü tealanın işlerimizi yarattığını inkâr eden mutezileye gayet güzel cevaptır. Bu âyet-i kerimelere rağmen, kader nasıl inkâr edilir ki?
Bu âyet-i kerimelerin açıklamasında, Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayrın ve şerrin yaratılmasında, işlediklerimizin yaratılmasında, insanın irade ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsanın iradesine, dilemesine kesb denir. İnsanın yapmak istediği işi, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. (2/83)
Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratmasıyladır. İnsan istiyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. Allahü teala yaratmıyor diyen mutezile sapık yoldadır. Günümüzde bazı mutezile bozuntuları, kaderi cebriyenin anladığı gibi göstererek inkâra çalışmaktadır.
Cebriye fırkası, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin titremesi başkadır; isteyerek oynatması başkadır. Bir âyet-i kerime meali:
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkârcılara Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]
Allahü teâlâ zorla inandırırsa, niye (İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin) diyecek ki? Demek ki, Allahü teâlâ, insana bir irade verdi. İnanmak da, inkâr etmek de, insanın elindedir.
Bir cebriyeci, kendisine saldırana kızmaz mı? Allah yaptırıyor der mi? Mesela, Cebriyenin ensesine bir tokat vursak, (Ne yapıyorsun?) der, ona (Kader böyle, bunları yapan Allah’tır) desek, bize hak verir mi?
Cebriyeciler, (Kâfirler mazurdur; çünkü işleri yapan Allah’tır. Bunlar mecburdur) diyorlar. Bu sözleri küfürdür. Dört âyet-i kerime meali:
(Onları hesap mahallinde durdurun! Hesaba çekileceklerdir.)[Saffat 24]
(Rabbin hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93]
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]
(Kişi, önceden ne hazırladığını, ne getirdiğini görecektir.) [Tekvir 14]
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Mürciye [cebriye] ve kaderiyenin [mutezilenin] İslamiyet’ten nasibi yoktur.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, kaderiye ve mürciyeye, 70 Peygamber lisanıyla lanet etti.) [Taberani]
(Kaderiye ve mürciye, Kevser havuzuna varamaz ve Cennete giremez.) [Ebu Davud]
Günümüzde cebriye fırkası azsa da, aklına güvenen mutezile bozuntuları çoktur.
Mutezile fırkası:
Kaderiye de denilen, mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) diyerek kaderi inkâr etmiştir. Hâlbuki kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın elbette her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde mealen,(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir) buyuruluyor. (Bekara 255)
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere, kader deniyor. Bunlar nasıl inkâr edilebilir ki? Kader hakkında birkaç âyet-i kerime meali:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda] olmasın. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] yazılıdır.) [Hud 6]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
(Biz, her şeyi kader ile yarattık.) [Kamer 49]
Birkaç hadis-i şerif meali ise şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kadere inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin, İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir zamanda, şerli kimseler, kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
(Ahir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır) [Tirmizi]
(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere[falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani, İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]
(Kaderi inkâr etmeyin. Hıristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]
(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helak olur.) [Taberani]
(Ahirette kaderi yalanlayana rahmet nazarıyla bakılmaz.) [İ. Adiy]
(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir: 1- Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil ve tefsir eden], 2- Allah’ın kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.) [Taberani]
(Kaderden bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir edilmedi derler.) [Beyheki]
(Kader, Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de, kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.”) [Şirazi]
(Ümmetimi üç şey helak eder: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibarsızlık.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir, son buldu ve yazılacak bir şey kalmadı. İnsanlar bu kaderin dışında bir şey yapamazlar.
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer herkes, sana zarar vermeye kalksa, ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremez; çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben âlemlerin rabbiyim. Hayrı da, şerri de ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise müjdeler olsun!) [İ.Neccar]
Son hadis-i şerifte, Allahü teâlâ, (Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun) buyuruyor. Kötülüğü zorla yaptırsaydı, kendi yazdığı hüküm için yazıklar olsun der miydi? Bu söz, (Kendi iradesiyle kötülüğü işleyeceğini ezeli ilmimle bildiğim için, hakkında şer yazdığım kimselere yazıklar olsun) demektir.
Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini de yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye, zorla Allah yaptırır der; mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder.
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar[tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]
Görüldüğü gibi, Allahü teâlânın bilmesi, zorla yaptırması demek değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı için, takvime yazılır. İşte, bir kimsenin günah işleyeceğini de Allahü teâlâ elbette bilir. Bu, onun kaderinde yazılıdır. Yazılı olması, o günahı işleyeceği içindir; yoksa kaderinde yazılı olduğu için o günahı işlemez.
Bütün bu âyet-i kerimelere ve çoğu Kütüb-ü sitte’de bulunan hadis-i şeriflere rağmen, kaderi inkâr eden, Resulullah böyle şey söylemez diyebilen mutezile bozuntularının, art niyeti meydandadır.
Mutezile fırkası
Sual: Mutezile fırkası nasıl meydana çıkmıştır, fikirleri nelerdir?
CEVAP
Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl) yani (Vasıl bizden ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele [ayrıldı] kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.
Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl bin Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..) iman arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.
Kuru akılcı ve bid’at fırkalardan Mutezilenin görüşlerinden bazıları şunlardır:
Sahabenin hepsinin adil ve Cennetlik olduğunu inkâr ederler. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (Onların hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad ettik) buyuruluyor. (Hadid 10)
Miracı, diğer mucizeleri ve kerameti inkâr ederler.
Kur’an-ı kerimde, kerametin hak olduğunu bildiren âyetlerden bazıları şunlardır:
Ledün ilmine sahip bir zat, Belkıs’ın tahtını bir anda getirdi. (Neml 40)
Hazret-i Meryem’e her zaman taze meyve ve yiyecek verilirdi. (Al-i imran 37)
Eshab-ı kehf asırlarca, ölmeden uyudu. (Kehf 17,18)
(Cennette olanlara Allah görülmez) derler. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ahirette, yüzleri nurlu olarak, Rablerine bakarlar.) [Kıyamet 22, 23]
(Günah işleyen kâfir olur, amel imandan parçadır) derler. Ehl-i sünnet itikadında, amel ile iman ayrıdır, günah işleyene kâfir denmez. Günah işleyen kâfir olsaydı, yeryüzünde müslüman kalmazdı. Masum olmak meleklere mahsustur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah şirki [küfrü] affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediğini affeder.) [Nisa 48]
(Kabir ziyaretinde, enbiya ve evliyadan yardım istemek caiz değil) derler. Hadis-i erbain’de (Bir işinizde, sıkışıp şaşırınca, kabirdekilerden yardım isteyin!) buyuruluyor.
Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler. Hadis-i şerifte, (Kabir azabı haktır) buyuruldu. (Buhari)
(Ölüye, dua fayda etmez) derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dirilerin duaları ile, ölülere çok rahmet verilir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.) [Deylemi]
(Sırat, mizan, şefaat diye bir şey yok) derler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette mizan, sırat, şehidi rahatsız etmez.) [Beyheki]
(Cehennem üzerine Sırat köprüsü kurulur.) [Buhari]
(Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]
(Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Aklın beğendiği, güzel gördüğü şeyler farz, çirkin gördüğü şey ise haramdır. Din bildirmese de, akılla haramı ve farzları bilmek mümkündür) derler.
Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı. Dinin hükümlerini duymayan, cezalandırılmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.) [İsra 15]
Eski milletlere mubah olan bazı şeyler, bizlere haram edilmiş, eskilere haram olan bazı şeyler de bizlere mubah kılınmıştır. Demek ki, bir şeyin farz veya haram oluşu, ancak dinin emri ile belli olur, akıl ile belli olmaz. Mesela eskiden sığır ve davar iç yağı haram idi, bizlere ise helaldir. (Enam 146)
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda, güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut, alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.
Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçüdür. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, inanmaktan başka çare yoktur.
Ehl-i sünnet âlimleri, mutezilenin dalalette olduğunu âyet ve hadislerle ispat etmişlerdir.
Bir taşla iki kuş
Sual: Aşağıdaki ifadeler Ehl-i sünnete aykırı değil mi?
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,
Allah bela vermez kul azmadıkça.
CEVAP
Ehl-i sünnete uygundur. Birinci mısra mutezileye cevap, ikinci mısra cebriyeye cevaptır. Bir taşla iki kuş vurulmuştur. Özet olarak, iki satırla Ehl-i sünnet itikadı bildirilmiştir.
Mutezile, (Kaderini herkes kendi belirler) der. Birinci mısra buna cevaptır. (Allahü teâlâ dilemedikçe insan bir şey yapamaz) deniyor.
Cebriye ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) ayet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bize zorla yaptıran Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri insanların amellerine göredir) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamadığından, doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerinin zorla olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere, Allahü teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin, İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, (Fırka-i naciyye) ismiyle müjdelenmiş olan (Ehl-i sünnet vel-cemaat) âlimleridir. Bunlar, birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.
Eş’ari ve Cebriye
Sual: İmam-ı Eş’ari’nin insanın iradesiyle ilgili bildirdikleri, Cebriye’ye yakın mıdır?
CEVAP
Yakın olanları vardır, fakat yakın olmak, Cebriye olmak demek değildir. Cebriye bâtıl fırkadır. İmam-ı Eş’ari ise, Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biridir. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiğiyle, arasında söyleyiş farkı vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir işin yapılması başkadır, iyi veya kötülüğünün yapılması başkadır. O halde, işin iyi veya kötü olması için de, kuvvetin ayrıca tesiri lazımdır. İnsanların kudretini Allahü teâlâ yarattığı gibi, bu kudretin tesir etmesini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Bunun için, kulun kudreti de tesir eder. İmam-ı Eş’ari’nin bildirdiklerini, Cebriye’den ayıran şey, Cebriye mezhebinde, (Bir insan bir işi yaptı demek mecazdır. Yani o istekli işi yalnız Allahü teâlâ yapmıştır. O insanın eliyle yapmıştır. İnsanda kudret yoktur) derler. İmam-ı Eş’ari ise, (İşi yapan, hakikatte insandır. Ancak, insanın isteğiyle değil, Allahü teâlânın istemesiyle yapmıştır) diyor. Ehl-i sünnetten, İmam-ı Eş’ari’den başkaları, kulun kudreti, yaptığı istekli işe tesir eder diyor. İmam-ı Eş’ari ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yaptı demek doğru olur. Ehl-i sünnet, Cebriye’den, böylece ayrılmış olur. Cebriye mezhebinin, insanın istekli işlerini yaptığını kabul etmemesi, (İşi insan yaptı demek mecazdır) demesi küfürdür. (1/289)
Levh-i mahfuz ve ümm-i kitap
|
Sual: Levh-i mahfuz ile ümm-i kitab ayrı mıdır? Bunlar mahlûk mudur?
CEVAP
Ahmed bin Süleyman hazretleri buyuruyor ki:
Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu kitap anlamındadır. Mahlûktur, yani sonradan yaratılmıştır. Melekler levh-i mahfuzu görürler. Allahü teâlâ dilerse levh-i mahfuzda değişiklik yapabilir. Mesela, insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir.
Ümm-i kitab ise, kitabın anası demektir. Ezeli olan kelam-ı ilahinin ismidir. Mahlûk değildir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Fatiha’ya da ümm-i kitap denirse de, o konumuzun dışındadır.
|
Allah layık olanı alçaltıp yükseltir
|
Sual: Aşağıdaki âyetlere Ehl-i sünnet âlimleri nasıl anlam vermişlerdir?
CEVAP
Âyetlerin açıklamaları şöyledir:
(Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir.) [İbrahim 4, Fatır 8]
Allah dilediğini saptırdığına göre, şer Allah’tan değil diyenler yanlış yoldadır. Bu âyete dayanarak cebriye, Allah bize zorla günah işletir diyor ki o da yanlıştır. Allahü teâlâ hiç kimseye zulmetmez, zorla günah işletmez. Günahı da sevabı da herkes kendi irade-i cüziyyesi ile işler.
(Rabbin, dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkıyoktur.) [Kasas 68]
Külli iradenin Allahü teâlânın kudretinde olduğu bildiriliyor. Kullarına verdiği irade-i cüziyye hariç, hiç kimse bir şey yaratamaz. Tek yaratıcı Allahü teâlâdır, hayrı da şerri de O yaratır.
(Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.) [Bekara 284]
Dilediğine azap eder demek, layık olana azap eder demektir. Yoksa Allahü teâlâ zerre kadar haksızlık yapmaz. (Nisa 40, Kehf 49)
(Allah dilediğini yardımı ile destekler.) [Al-i İmran 13]
Layık olanları destekler.
(De ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım, sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın.) [Al-i İmran 26]
Yine layık olanları alçaltıp yükseltir.
(Elbette Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.) [Al-i İmran 37]
Layık olanlara verir.
(Yeryüzü Allah’ındır, kullarından dilediğini ona vâris kılar.) [Araf 128]
Layık olanlara verir.
(O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar.) [Rad 13]
Bunu da layık olanlara yapar.
(Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.) [Hac 18]
Layık olanları hor kılar.
(Allah dilediğini nuruna kavuşturur.) [Nur 35]
Layık olanlara verir.
(Allah, dilediğini yaratır; dilediğine kız, dilediğine erkek çocukları verir.) [Şura 49]
İyilerin hakkında hayırlı ne ise ona onu bahşeder.
(Onları durdurun! Sorguya çekileceklerdir.) [Saffat 24]
Bu âyette, Cebriye fırkasının yanlışlığı ortaya konmaktadır. Kendi irade-i cüziyyesi ile günah işleyenler sorguya çekilecektir. Hâşâ Allahü teâlâ zorla günah işletseydi sorguya çeker miydi hiç?
(Herkesi sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92]
Herkes yaptığının karşılığını görecektir.
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]
Bu âyette, Allahü teâlânın günah işletmediği, hayrı da şerri de insanın kendi iradesi ile işlediği açıkça bildiriyor.
(Herkes [iyi kötü] ne getirmişse, onu görecektir.) [Tekvir 14]
Bu âyette, herkesin kendi iradesi ile günah veya sevap işlediği bildiriliyor.
Kul kendi iradesi ile imanı küfrü seçmeseydi, günah ve sevap işlemeseydi, hâşâ Peygamberler, Cennet, Cehennem lüzumsuz olurdu. Allahü teâlânın niye yaptın diye kullarına hesap sorması da yersiz olurdu.
Evlenmek ve kader
|
Sual: Mutlaka kaderimizde olan kişiyle mi evleniriz, bizim seçme hakkımız yok mu?
CEVAP
Kader, insanların yapacağı işlerin önceden bilinmesi demektir. Kader ile bizim seçişimiz, ayrı değildir. Seçince, o kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da, bilir. İşte kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle, kendi irademizle yapacağımız işleri bilmesi demektir, zorla yaptırması demek değildir.
Kısmeti çıkmamak
Sual: Bir kız evde kalınca, (Kısmeti çıkmadı, kaderi böyleymiş) deniyor. Kaderin rolü nedir?
CEVAP
Her şey takdir iledir. Evlenmek, nasibi çıkmak veya çıkmamak da takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepler yaratmaktadır. Mesela bir kız dua eder, (Ya Rabbi, evlenmek hakkımda hayırlı ise, evlenmeyi bana nasip eyle!) der. Duası kabul olursa evlenir. Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak gerekir. Mesela kötü birisi ile evlenip de suçu kadere yüklemek doğru değildir.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.
(Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. Benim bunda ne suçum var. Suç kaderimdedir) diyenler çıkıyor. Hâlbuki Allahü teâlâ, kimseye zor ile günah işletmez. Kader Allah’tandır. Ancak, cenab-ı Hakkın, kaderi kaza haline getirmesi, yani yaratması, insanın iradesini kullandıktan sonra oluyor. Mesela, (Filan kimse, kendi isteği ile şu günahları işleyecektir) şeklindedir.
Nasibin çıkmaması
Sual: Hiçbir ahlaki ve bedeni bir kusurum olmadığı halde, yaşım otuzu geçmesine rağmen evlenemeyen bir kızım. Çevremdekiler, (evde kaldı) diye dedikodu ediyorlar. Bunda benim suçum olmadığı halde, bu da kaderden midir?
CEVAP
Cebriyye denilen bid’at fırkası, kaderi suçlar. Mutezile fırkası da, kaderin rolünü inkâr eder. Her şey takdir iledir. Kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır.
Tedbir alıp sebeplere yapıştıktan sonra evlenemedim diye kendini sıkıntılara sokmak çok yanlış olur. (Nasibuke, yusibuke)buyurmuşlardır. (Nasipse, kavuşursun) demektir. Yine, (Nasipse gelir Hint’ten, Yemen’den, nasip değilse, ne gelir elden)demişlerdir.
Sıkıntılı şeylerden kurtulmak için, rahat ibadet edebilmek ve haramlardan kaçmak için, sabrederek dua etmek gerekir. Peygamber efendimiz, (Müminin silahı duadır) buyurdu. (İ. Ebiddünya)
Kur’an-ı kerimde de mealen, (Ey iman edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyiniz) buyuruluyor. (Bekara 153)
Görüldüğü gibi, sabrın, namaz ve duanın önemi çok büyüktür. İnsana sıkıntı bazı şeylerde ısrar etmesinden ileri gelir. Tedbir almalı, fakat tedbire de güvenmemeli. Çünkü tedbir, takdiri bozamaz. Takdire boyun eğmek ve ona inanmak farzdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kadere rıza göstermek mutlu olmaya, rızasızlık ise mutsuzluğa alamettir.) [Tirmizi]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
İnsana gelen elemler, takdir-i ilahi ile gelmektedir. Razı olmak gerekir. İbadetlere devam, elemlere, hastalıklara sabredebilmelidir. Allahü teâlânın kereminden afiyet beklemelidir! Mahlûklardan bir şey beklememeli, her şeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir! Dertlerden, elemlerden kurtulmak için dua ve istiğfar etmelidir! Onun takdiri, iradesi olmadıkça, kimse kimseye zarar veremez. Bununla beraber, sebeplere yapışmak, Peygamberlerin yoludur. Sebeplerin tesirini de Allahü teâlâdan talep etmelidir! (1/72)
Kader mi?
Sual: Salih bir genç bana talip iken, işsiz güçsüz ama boyunu posunu beğendiğim biri ile evlendim. Ahlakı da iyi çıkmadı. Sıkıntı içerisindeyim. Kaderim mi böyle idi?
CEVAP
Siz istemişsiniz, Allahü teâlâ da onu yaratmıştır. İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan, günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Allahü teâlâ, sizin ne yapacağınızı bildiği için bunu levh-i mahfuza yazıyor. Buna kader veya alın yazısı deniyor. Levh-i mahfuzda yazılı olduğu için siz onu yapmıyorsunuz. Yapacağınız bilindiği için levh-i mahfuza yazılmıştır. Bundan dolayı, kötü bir iş yapıp, (Ne yapayım, kaderim böyle imiş) demek yanlış olur.
|
Kimse kimsenin rızkını yiyemez
|
Sual: Ecel-rızk münasebeti nasıldır?
CEVAP
Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Rızk, ibadet yapmakla artmaz, bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdir, tayin etmiş, ayırmıştır. Bu, artmaz ve azalmaz.
Rızk endişesiyle, harama el uzatmamalı ve şu hadis-i şeriflerin muhatabı olmamalıdır:
(Bir zaman gelir ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünür, helalini ve haramını düşünmezler.) [Buhari]
(Bir zaman gelir, insanın bütün kaygısı midesi olur, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olur. Böyle kimseler, halkın kötüleridir.)[Sülemi]
Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Rızk değişmez, azalıp çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak’tır, her varlığın rızkını vericidir. Allahü teâlâ, (Herkesin rızkı bana aittir) buyuruyor. Rızk için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir!
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır.) [İsra 30]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Rızk için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızk sizi bulur.) [İsfehani]
(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder.)[Taberani]
(Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Allahü teâlâdır.)[Redd-ül-muhtar]
(Allahü teâlâdan kork, rızkını güzel yoldan ara, helali al, haramı terk et!) [İbni Mace]
(Rızkını gecikmiş sayma! Hiç kimse, rızkına kavuşmadıkça ölmez.) [Hâkim]
(Hiç kimse, nasibinden fazla rızka kavuşamaz. Rızkına kavuşup yemedikçe de ölmez. İstemese de rızkı kendisine verilir.)[Hâkim]
(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]
(Hak teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki:
Neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını arasın! Sakın dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hâkim]
(Zikrin hayırlısı hafi [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.)[Beyheki]
(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.)[Ebuşşeyh]
(Allahü teâlânın verdiği rızka kanaat eden mümin kurtulmuştur.)[Müslim]
(Helal kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.) [İ.Gazali]
(En güzel rızk, helale, harama dikkat edilerek kazanılandır.)[Nesai]
Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyeti okudu:
(Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani-Talak 2,3]
Allahü teâlâ emrettiği için çalışan, rızkını helal yoldan arayan, ezeldeki rızkına kavuşur. Rızkı da bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevap kazanır. Eğer, rızkını haram yoldan ararsa, yine ezelde ayrılmış olan rızka kavuşur; fakat bu rızk ona hayırsız, bereketsiz olur, kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler.
Hazret-i Hızır’ın tamir ettiği binanın altındaki altın levhada şunlar yazılı idi:
(Ölüm hak iken gülüp eğlenen, kadere inandığı halde üzülen, rızka Allahü teâlâ kefil iken zahmetlere giren, Kıyamette sorgu-sual varken gaflete dalan, faniliğini bildiği dünyaya bel bağlayan kimseye nasıl hayret edilmez?)
Helal rızk aramak
Sual: İnsanların kimisi helal yoldan kazanıyor, kimisi de haram yoldan. Acaba haram yoldan rızk kazanmak helal yoldakinden daha mı kolaydır?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Herkese dünyalıktan nasibi neyse, o şeyler ona kolaylaştırılır.)[Hâkim]
Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla kumar işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek edinmek isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal kazanç yollarını aramalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, Allah’tan korkun ve rızkınızı aramada güzel yol tutun! Çünkü hiçbir kimse, rızkını ele geçirmeden ölmez. O halde Allah’tan korkun ve rızkınızı güzel yollarla elde edin, helali alın, haramı terk edin!) [İbni Mace]
(Rızkınızı gecikmiş saymayın! Hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez. O halde rızkınızı güzel yoldan arayın, helali alın, haramdan kaçın!) [Hâkim]
Açlıktan ölmek
|
Sual: Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan öldü demek uygun olur mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, herkesin rızkına kefildir. Ama bu, açlıktan ölmeye engel değildir. Herkes için belli bir rızk, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen, ölecektir. Kimisi hastalıktan ölür, kimisi trafik kazasında ölür, kimisi de açlıktan ölür. Allahü teâlâ, çok şeyi de sebeplerle yaratmaktadır. Mesela, rızkı Allah verir, ama çalışmayı sebep kılmıştır. Çalışmadan rızk bekleyen, açlıktan ölebilir. Hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı sebep kılmıştır. Doktora gitmeyen, tedaviyi, ilacı kabul etmeyen, hastalıktan ölebilir.
Bir şehrin bir köşesinde, bir Müslüman açlıktan ölse, şehirdeki zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili sayılır. (S. Ebediyye)
İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Azap ile korkutulduğunuz şeylerin hepsini, şu kıldığım namazda gördüm. Böcek bile yemesine mani olmak için, kedisini aç ve susuz bırakıp, açlıktan ölünceye kadar, kedisini bağlamış olan kadını da gördüm.) [Müslim, Nesai]
(Şu üç kişiden başkası dilenemez:
1- Açlıktan ölecek olan,
2- Borca boğulmuş kişi,
3- Diyet vermek zorunda olan.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
Hazret-i Ömer, halife iken, kıtlık oldu. Eshab-ı kiramdan Bilal bin Hars, Resulullahın türbesine gidip, (Ya Resulallah! Ümmetin açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur yağmasına vesile olman için sana yalvarırım) dedi. Resulullah o gece rüyasında görünüp, (Halifeye git! Benden selam söyle! Yağmur duasına çıksın) buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıkınca, duadan sonra, yağmur yağmaya başladı. (M. Nasihat)
Açlıktan ölmek üzere olan ve öldürmekle korkutulan kimseden başkalarının leş, domuz eti yemeleri, içki içmeleri haramdır. (Berika)
Açlıktan ve susuzluktan ölecek olanlara, leş ve şarap haram değildir.(Bezzaziyye)
Bir kimsenin açlıktan ölmesi, ezelde takdir edilmiş olmasına alamet, (Ezelde açlıktan ölmek alnıma yazılmış ise, yiyip içmek fayda vermez) düşüncesinin kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü için, yiyip içmez ve açlıktan ölür. (S. Ebediyye)
Açlıktan ölmek üzere olan kimse, leş de yoksa, başkasının malını, ölmeyecek kadar yiyebilir. (Muhit)
Şu kadar var ki, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve ölüyor. Ölüm her ne kadar hastalıktan ise de, açlık sebep olduğu için, açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.
Rızkın mahiyeti
Sual: Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan ölmek nasıl oluyor? Rızkın mahiyeti nedir?
CEVAP
Rızık, denince genelde yiyecek şeyler anlaşılır. Ev ve giyim eşyası da rızıktandır.
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın rızkı da bellidir. Rızık hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allahü teâlânın rızık vermediği, bir canlı yoktur.) [Hud 6]
Allahü teâlâ, herkesin rızkına ölene kadar kefildir. Herkes için belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimisi hastalıktan ölür, kimisi trafik kazasında ölür, kimi intihar ederek ölür, kimi de açlıktan ölür. Bunlar ölünce de Allahü teâlânın kefil olduğu, takdir ettiği rızık bitmiş olur. Hiç kimse takdir edilen rızkını bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Rızık için endişe etmemelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Rızık için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızık seni bulur.) [İsfehani]
Allahü teâlâ, çok şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Mesela, hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı, sebep kılmıştır. İlaca şifayı veren de odur. Doktora gitmeyen, tedaviyi, ilacı kabul etmeyen, hastalıktan ölebilir. Bu hasta, kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Rızkı Allah verir; ama çalışmayı, yiyip içmeyi sebep kılmıştır. Çalışmayan veya yiyip içmeyen, açlıktan ölebilir. Bu da, kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Yani kendisine kefil olunan rızkı yemiş veya kullanmıştır, kefil olunan rızıktan mahrum kalmamıştır.
Bir de, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve ölüyor. Ölüm her ne kadar hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.
Kader ve kanaat
|
Sual: İslamiyet bir lokma ile bir hırkaya kanaat eder deniyor. Yani dinimiz çalışmaya mani midir?
CEVAP
Din, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader, çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demektir. Allahü teâlâ, çalışmayı emrediyor. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde ibadet edip cihad etmeyenlerden daha üstündürler, daha kıymetlidirler.) [Nisa 95]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]
(İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı.) [Beyheki]
(İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz.) [İmam-ı Gazali]
(Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) [Faideli Bilgiler]
Müslümanlık, çalışıp kazanmayı emrediyor. Kanaat demek, bir hırkaya razı olup tembel oturmak demek değildir. Müslümanlar, asla böyle değildir. Kanaat demek, kendi kazandığına razı olup, başkasının kazancına göz dikmemek demektir.
Kanaat, sinir hastalıklarını önleyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlayan bir faktördür. Kanaat, İslamiyet’in dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmayı sağlamıştır.(Çalışan kazanır) ve (Herkes yaptığını bulur) meal-i âlisinden olan âyet-i kerimeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever) veMünavi’deki (Allahü teâlâ çalışmayan gençleri elbette sevmez)gibi, nice hadis-i şerifler, çalışıp ilerlemeyi mi, yoksa uyuşukluğu mu emrediyor?
Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Gaznevi, Hind Timurları ve Endülüs ve Osmanlı medeniyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa uyuşukluğu mu gösteriyor?
Bir dervişin, bir lokma, bir hırka sözü, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin emirlerini değiştirebilir mi?
Tedbir ve takdir
Sual: Kimisi, kötü birisiyle evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, (Ne yapayım kaderim böyleymiş) diyor. Kimisi gaza basıyor, son sürat giderken kaza yapıyor. (Ben ne yapayım alnımın yazısı böyleymiş. Tedbir, takdiri bozamaz) diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. (Ne yapayım benim kaderim böyle kötüymüş) diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. (Ne yapalım, kaderin önüne geçilmez, olacakla öleceğe çare olmaz, biz tevekkül ediyoruz) diyor. Bunlar dine uygun mu?
CEVAP
Söylenilen sözlerin hepsi doğrudur; fakat burada yanlış olan, tedbir almamaktır. Tedbir almadan suçu kadere yüklemek yanlış olur. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep oldu.
Resulullah efendimiz, bir köylüye, (Deveni ne yaptın?) diye sorunca, o da, (Allah’a tevekkül edip, kendi haline bıraktım) dedi. Köylüye,(Deveni sıkı bağla ve sonra tevekkül et!) buyurdu. (İbni Asakir)
Kaza ve kaderimizi, başımıza gelecekleri bilmediğimiz için, tedbir almak gerekir. Tedbir almak, sebeplere yapışmak dinimizin emridir.(Dürer)
Kötü kimselerle gezip, kötü işler yaptıktan sonra, (Kaderim kötüymüş) diyerek suçu kadere yüklemek, cahillikten, ahmaklıktan başka şey değildir.
Nasip meselesi
|
Sual: (Müslüman olmak, doğru yolu bulmak, nasip meselesidir)deniyor. Nasibi yaratan Allah olduğuna göre, ötekileri niye nasipsiz yaratıyor? Nasipsiz yaratmak adalete uygun mu?
CEVAP
Allahü teâlâ hiç kimseyi nasipsiz, kâfir olarak yaratmamıştır. Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, ezelî ilmiyle bilir. Mesela, bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını bilir. Olacak şeylerin nasıl olacağını bilir. Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye, bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Allahü teâlânın, bazı kimselerin nasipsiz olacaklarını bildirmesi, onların, kendi arzularıyla küfür üzere kalmayı istedikleri ve iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın haber verdiği için değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:
(Nefse iyilik ve kötülük [isyan ve itaat kabiliyeti yani bunlardan birini seçme hakkı, irade-i cüziyye] veren Allahü teâlâya and olsun ki, nefsini tezkiye eden, küfür ve isyandan temizleyen, kurtuldu. Nefsini bunlarda bırakan da, ziyan etti.) [Şems 7–10]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi)
Demek ki, iyilik isteyene iyilik veriyor, o nasipli oluyor. Kötülük isteyene kötülük veriyor, o da nasipsiz oluyor. Burada bir zorlama yoktur. Yani Allahü teala zorla günah işletmiyor, zorla cehenneme atmıyor. Neticede adalete aykırı bir şey olmuyor.
İntihar eden de eceliyle ölür
|
Sual: Ecel değişebilir mi?
CEVAP
Şeyh-ül-İslam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:
Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, ezeli olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah efendimiz her zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir)buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, saidolarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka, şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte,(Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hakim]
Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim:
Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terk ettiği için, ömrü 3 güne iner.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikayette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; fakat ölmedi) dedi.
Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab)
Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.
Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, dua ederdi. Çünkü onun duası elbette kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, dua ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bütün hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]
(Her şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]
Emali'deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi şöyle açıklamaktadır:
(Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir.)
Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve tevbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)
Eceli gelen ölür
Sual: Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ hayatta olurdu veya başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru olur mu?
CEVAP
İkisi de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla ve nasıl öldüreceğini Allahü teâlâ ezeli ilmi ile bildiği için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de, Allah öyle yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bildiği için, olacak şeyi kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile bilmesidir. Zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor.
Kaderi değiştirmek
Sual: (Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi değiştirmek olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?
CEVAP
İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp nasıl öleceğini, Cennete veya Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din kitaplarındaki bilgiler şöyledir:
Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek, kaderiyle ölmektir. Yani intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır.
İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah'ın takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.) [Nuh 4]
(Ölümü, Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.)[Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) demek yanlış olur.
İlaç kullanmak ve ecel
Sual: İlaç almak, dua okumak, ameliyat olmak ölüme mani olur mu? İnsanın ömrünün uzamasına sebep olur mu?
CEVAP
İlaç almak, âyet-i kerime ve dua okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sıhhatli, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme mani olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyat esnasında öldüklerini bilmeyen yoktur.
Ecel ve rızık
Sual: Rızık ve ecel değişir mi? Mesela define bulan kimsenin rızkı artmış mı olur? İntihar eden veya vurularak öldürülen, eceliyle ölmemiş mi olur?
CEVAP
Hayır, ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir edilmiştir, yani herkesin rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Define bulacaksa, ezelde, define bulacak, zengin olacak diye takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla veya eksik olmaz. Ecel de öyledir. İntihar edecekse veya trafik kazasında ölecekse, yine öyle takdir edilmiştir. Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz. (Eceliyle öldü) veya (Eceliyle ölmedi) gibi sözler çok yanlıştır. Nasıl ölürse ölsün, herkes mutlaka eceliyle ölür. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
Rızık da, aynen ecel gibidir. Hiç kimse, takdir edilen rızkını tüketmedikçe ölmez. Eceli takdir eden gibi, rızkı da gönderen Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
Fakir define bulsa, zengin iflas etse, takdir edilen rızkı yine değişmez.
|
Her işin yaratıcısı
|
Sual: Kur’an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır)buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de yaratanın Allah olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin küfür işlemesine izin verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
CEVAP
İmam-ı Begavi hazretleri buyuruyor ki:
Kaza ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi olan Peygamberlerine bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryadır. Kimsenin, bu denize dalması, kaderden konuşması caiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakidir, Cehennemde kalacaktır. Bir kısmı da saiddir, Cennete gidecektir. Bir kimse, Hazret-i Ali’den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu yolda yürüme!)buyurdu. Tekrar sorunca, (Derin bir denizdir) buyurdu. Tekrar bir daha sorunca, (Kader, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu. (S. Ebediyye)
Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de, bir mektubunda buyuruyor ki:
Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak oldu. Eshab-ı Kehf’in köpeği ise, pis olduğu halde, Sıddıkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. [Cennete girecektir.] Bu hal, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler bu sırrı çözememiştir. İnsan aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. (Beni arayınız) buyurdu; fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka bir şey söyleyemediler. (70. mektup)
Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah veya sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi arzusuyla, kendi iradesiyle işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu. İşte kaza ve kader konusunda, bu bildirilenleri bilmek yeterlidir.
Âyetler, âyetleri açıklar
|
Sual: Kur’anda, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan Allah ise, sapıkları Cehenneme sokması doğru olur mu?
CEVAP
Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler Kur’an-ı kerimi açıkladığı gibi, bazı âyetler de, diğer âyet-i kerimeleri açıklar.
Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki tane yazıyor) diyorlar. Diğer âyetleri göz ardı ediyorlar. Mesela Bekara suresi 62. âyetini ele alıp, sadece Allah’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hıristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Halbuki tefsir kitaplarında bildirildiğine göre, bu âyet-i kerimede Cennete gideceği bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Museviler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevilerdir.
İşte mezhepsizler, sadece bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen nasıl Cennete gider ki? Böyle bir kimsenin ebedi Cehennemlik olduğu, Kur’an-ı kerimdeki diğer âyetlerde açıkça bildirilmiştir.
Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Allah istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur, insanın hiçbir rolü yoktur) diyor.
Mutezile fırkası da, tam aksini savunuyor. (Allah kimseye hidayet vermez, Allah bu işlere karışmaz) diyor. İkisi de yanlış söylüyor. Sualdeki âyet-i kerime, mutezilenin yanlış olduğunu açıkça beyan ediyor. Şu âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış olduğunu bildiriyor:
(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığın görür) buyurmazdı. İman, hidayet konusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin)buyurmazdı. Şu beyitteki birinci mısra, Mutezileye cevaptır. Allahü teâlâ dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriyeye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, zorla ona bir şey yapmaz.
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,
Allah bela vermez kul azmadıkça.
Şimdi, sualdeki âyet-i kerimeyle bunların izahını bildirelim. Son iki âyet-i kerimede, insanın hür iradesiyle günah veya sevab işleyerek, karşılığını alacağı bildiriliyor. Sualdeki âyet-i kerimede ise, bu işleri yapanın Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Herkes sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle işliyorsa da, ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Mesela diyelim ki, Cennete ve Cehenneme giden iki uçak var, bunları yapan Allahü teâlâdır. Birinin üstünde, (Bu uçak Cennete gider)diye, diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider) diye yazılı. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götüren Allahü teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Kimse zorla bindirilmiyor. Hiç kimsenin Allahü teâlâya, (Cehenneme uçak kaldırmasaydın, biz de binmezdik) demeye hakkı olmaz.
Bu iki âyet-i kerimenin özeti:
(İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp kötülük işleyeni de Cehenneme koyarım.)
Burada görüldüğü gibi, kişi kendi iradesiyle iman edip hayır iş işliyor, ama bu kuvveti veren yine Allahü teâlâdır. Onun imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, inkâr kuvvetini veren, yine Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete veya Cehenneme gideceğini açıkça bildirmiş, hiç kimseye özür bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, böyle inanır, böyle iyi işler yapardım) diyemeyecektir.
Kaza ve kader ile ilgili çeşitli sorular
|
Sual: Şu Osmanlıca şiirde ne denmek isteniyor?
Hep kesbindendir ki bu belaları çekersin
Sa’yin deki noksanını atfı kader edersin
CEVAP
Başına gelen belalar, çektiğin sıkıntılar, hep dine uygun olmayan yanlış işlerindendir. Yani işlediğin günahlar sebebiyle başına bunlar geliyor. Sonra da kader böyleymiş dersin, suçunu kadere yüklersin.
Talih ve uğur
Sual: Talih, uğur gibi şeyler gerçekten var mıdır? İslami açıdan bu gibi şeylere inanmanın bir mahzuru var mıdır?
CEVAP
Talih, Kader demektir. İnanmayan Müslüman olmaz.
Uğur da dinimizde vardır. Uğursuzluk yoktur. Bir olayı hayra yormakta mahzur yoktur. Fakat şerre, uğursuzluğa yormak uygun değildir. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Bir şeyin, bir yerin uğursuz olması, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Müslümanlıkta uğursuzluk yoktur.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]
Eskiden, Arabistan’da yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp yola devam ederler, kuş sola uçarsa, uğursuz sayıp geri dönerlerdi. Peygamber efendimiz bunu yasaklayıp buyurdu ki:
(Kuşlara dokunmayın, yuvalarında kalsın!) [İmam-ı Maverdi]
Hazret-i İkrime anlatır: Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakilerden biri hayra alamet olduğunu söyledi. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra da, şerre de alamet değildir) buyurdu.
Kaderime küstüm
Sual: Kaderime küstüm demek caiz mi?
CEVAP
Caiz değildir. Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği alın yazısıdır.
Yazdıysa bozsun
Sual: (Allah yazdıysa, bozsun) demek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir; fakat dua şeklinde olursa caizdir. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)yı da, iyilik etmek geciktirir; fakat (Ecel-i müsemma) değişmez.
Allahü teâlâ bilir
Sual: Tam ilmihaldeki, (Belli bir kâfirin kâfir kalacağını, Allahü teâlânın bildiğini kimse söyleyemez) ifadesinden sanki (Allah bilmez) gibi anlaşılmıyor mu?
CEVAP
O konu, hatta o paragraf tamamen okunursa öyle bir şey anlaşılmaz. Tek cümle alınınca yanlış anlaşılabilir. Ondan bir önceki cümle ise şöyledir: (Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir.)
Demek ki, Allahü teâlâ biliyor ki, bu kâfir ebedi kâfir kalacaktır diye kimse söyleyemez; çünkü Allah’ın takdirini hiç kimse bilemez. Yani Allah indinde, o kimse kâfir olarak mı ölecek, yoksa imanlı mı ölecek bunu kimse bilemez denmek isteniyor.
Herkes eceliyle ölür
Sual: (Ecelin benim elimden olacak) demek caiz midir?
CEVAP
Ecel, takdir edilen ölüm zamanı demektir. Öldürülen de, intihar eden de, eceliyle ölür. (Ecelin benim elimden olacak) sözünü, (Ölümüne ben sebep olacağım, bir engel çıkmazsa, seni ben öldüreceğim) anlamında söylemek caizdir; fakat (Ölüm zamanını ben belirlerim) anlamında söylemek caiz olmaz.
Dilerse yaratır dilemezse yaratmaz
Sual: Sevab veya günah olan bir işi bir insan isterse yapabilir, istemezse yapmayabilir mi? Yani Allahü teala, o işi yapmamıza izin verir mi, yapmamıza mani olur mu?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ kullarına irade vermiş, bu iradelerini, dilemelerini, işleri yaratmasına sebep kılmıştır. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse, o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Görülüyor ki, insan kendi istekli işlerini, isterse yapar, istemezse, yapmaz. (1/286)
Kul meyhaneye gitmek isterse, Allahü teala da bunu dilerse kul gider. Kul camiye gitmek isterse, Allahü teala da, dilerse o kul camiye de gider. Kul meyhaneye gitmek istemezse, Allahü teala da istemez ve kul oraya gitmez.
Bu işin kaderi
Sual: (Bu işin kaderinde şu vardır) demek, dine aykırı mıdır? Tedbire mani midir?
CEVAP
Hayır, dine aykırı değil, tedbire de mani değildir. Her işte belli olayların olması tabiî bir şeydir. Mesela savaşta kazanılabilir, tedbir alınmasına rağmen kaybedilebilir, gazi veya şehid olunabilir. (Savaşın kaderinde gazi veya şehid olmak var) denir, dine aykırı yönü de yoktur. Av hayvanı avlanabilir. (Gözü tanede olan, kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz) derler. Böyle bir kuş, tuzağa yakalanabilir. Olgunlaşan meyve, ağacın dibine düşer demek, tecrübeyle elde edilen bir bilgidir. Denize düşen ıslanır demek de böyledir. Denize düşenin kaderinde ıslanmak vardır demek, yanlış olmaz.
Trafik kilitlenebilir. Trafiğe çıkanın, bunu göze alması gerekir. Trafiğin kaderinde, tıkanmak olabilir. Ateş düştüğü yeri yakar deriz. Ateşin düştüğü yeri yakması, kaderinde var denir. Tedbir alınsa da, çok yağmur yağarsa alçak yerleri sel basabilir. Binalar çok sağlam olsa da, şiddetli bir deprem çok yeri yıkabilir. Denizde yüzen boğulabilir. Tedbir alınsa da, yer altında çalışan, göçük altında kalabilir. Her mesleğin kaderinde böyle şeylerin olması tabiîdir. Bunların hepsi normal ise de, istismarı normal değildir.
|
|
|
|
|
|
|
Herkesin çektiği kendi cezası!
Hepimiz biliyoruz; imanın şartlarından biri de “kaza ve kadere” imandır. İyi kötü, hayır ve şer, başa gelen her şeyin Allah’tan olduğuna inanmaktır. İyiliği de kötülüğü de veren Allahü teâlâdır. Fakat, bunları boşuna göndermiyor, bir sebeple veriyor.
Bunun için, insanın başına bir iş gelmişse, sıkıntı, bela eksik olmuyorsa, bunun tahlilini, olayların muhasebesini iyi yapması gerekir. Çoğu zaman da sıkıntılar bir ikazdır; insanın yaptığı yanlışlardan, gafletten vazgeçip kendini toparlaması için fırsattır. Ayet-i kerimede, “Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte; her dert ve belâ da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.” (Nisa 79) buyurulmaktadır.
Bir milletin başına ne gelmişse işte bu gaflet yüzünden gelmiştir. Gaflette olan kimselerin, nerede ne yapacaklarını, kendine ve başkalarına nasıl bir zarar vereceğini tahmin etmek zordur.
Hadis âlimlerinin meşhurlarından Abdullah Ömerî hazretlerine sordular: “Sık sık gaflette bulunmamamızı bildiriyorsunuz. Gafletin zararı nedir?”
Bu soruya şöyle cevap verdi: “İnsanoğlu gaflete dalar ise, Allahü teâlânın emirlerini yapmaz ve yasakladığı şeyleri yapmaya başlar. İçinde bulunduğu rahatı bozmak istemez. Bunun için, iyiliği emredip, kötülüklerden alıkoyma vazifesini terk eder. Bu da zarar olarak ona yeter!”
Abdullah Ömerî hazretlerine yine sordular: “Biz sıkıntılardan kurtulmak için devamlı dua ediyoruz, fakat dualarımız kabul olmuyor. Bunun sebebi nedir?” Bu soru üzerine şu hadis-i şerifi nakleder: “Allahü teâlâya yalvarıp dua etmeden önce, mârûfu, yâni Allahü teâlânın emirlerini emredip, münkerden, yani Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı şeylerden men ediniz! İyilikleri yayıp kötülükleri uzaklaştırınız! Bunu yapmadığınız müddetçe dualarınızın kabul olmasını beklemeyin. Yahûdi âlimler ve Hıristiyan din adamları, iyilikleri yayıp kötülükleri uzaklaştırmadıkları için, Allahü teâlâ onları, kendi peygamberlerinin lisânı üzere lânetleyip, umumî bir belâ vermiştir.”
Sıkıntıların bir sebebi de sevgide ölçüyü kaçırmaktır. Dinimize göre her sevginin bir yeri vardır. Belli bir sırası vardır. Bu sıralar karıştırılır, birinin yerini diğeri alırsa dengeler değişir; belayı kendimiz çağırmış oluruz. Nitekim ayet-i kerimede Allahü teâlâ, bu durumu açıkca şöyle ifade buyuruyor:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden daha sevgili ise, artık Allah’ın emrini, gazabını bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
İnsanoğlu iyi kötü ne yapıyorsa kendine yapıyor aslında. Çünkü dünyada veya ahırette bu yaptıklarının mutlaka karşılığını görüyor. Yine ayet-i kerimede, “Size gelen belâ, musibet, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allahü teâlâ, birçoğunu da affedip musibete maruz bırakmaz.” (Şura 30) buyurulmaktadır.
Allahü teala, insanların dünyada ve ahırette rahat ve huzur içinde yaşamaları için İslamiyeti gönderdi. Kim dinin bildirdiklerine uyar, hayatını buna göre tanzim ederse, başkasına değil önce kendine iyilik etmiş olur. İslamiyete inanmasa bile kim bunlara uyarsa dünyada rahat eder. İnanan ahırette de rahat eder. Bugün bazı Batılı milletlerin rahat huzur içinde yaşamaları bilmeden de olsa İslamiyetin emirlerine uymalarındandır. Dürüstlük, insan haklarına saygı, çalışkanlık... dinimizin emrettiği hususlardır.
Netice olarak başa gelen her şeye sebep, insanın kendisidir. Kimse başka suçlu aramasın. Kur’an-ı kerimde, “Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.” (Nahl 34) buyurulmaktadır.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası,
Herkesin çektiği kendi cezası...
Adalet ve sakatlık |
|
Bir yazar, depremde ölen çocukları kastederek, inanmadığı halde, Allahü teâlâya dil uzatıyor, depremin adaletsizlik olduğunu söylüyor. (Merhametin bu kadarsa, al senin olsun!) diyor.
Adalet nedir? Adalet, kelime olarak birşeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, bir âmirin, ülkesi idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Herşeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, herşeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun? Bundan dolayı, (Allahın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez.
Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Kainat ve içinde bulunan herşeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına ve hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için (Adalete uymuyor) denilemez. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin birşey sormaya hakkı yoktur.
Korkusundan Ona kim ağız açabilir?
Teslim olmaktan başka ne yapılabilir?
Deprem dolayısıyle kimi ölmüş, kimi sakat kalmış, kimi fakirleşmiş olabilir. Mümin Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olur. Razı olmazsa, fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarfeder. Böyle kimsenin zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.
Körlük, topallık ve diğer sakatlıkların faydalı veya zararlı olması insandan insana değişir. Kimi, Allahü teâlânın takdirine razı olduğu için, sonsuz olan cennet nimetlerine kavuşur, kimi de razı olmadığı için, sonsuz olan cehennemde cezaya müstahak olabilir. Bir kimse kendisi için sakatlığın faydalı veya zararlı olduğunu bilemez. Bazısı illa son model bir arabasının olmasını ister. Arabayı alıp çoluk çocuğuyla bir dereye uçabilir. Lüks bir ev ister. Alır depremde çoluk çocuk beraber ölebilir. Onun için, illa bir şeyin olmasını değil, hayırlı olmasını istemelidir!
Çocuğun sakat olarak doğmasında kendi günahı yoktur. Eğer bunda ana babasının kusuru varsa, günahı onlara aittir. Görmeyen bir kimse, eğer kör olmasaydı kötü işler peşinde gezip, dünya ve ahiretini mahvedebilirdi. Kimi de kör olduğu için isyan edip, Yaratıcının takdirine razı olmaz ve ebedi felaketine sebep olur. Kör olan bir müslüman, cennete gider. Bir hadis-i şerif meali: (Gözsüz kimse, sabrederse, Allahü teâlâ ona cenneti verir.) [Buharî]
Yalnız gözü olmayan değil, diğer sakatlıkları olan da sabrederse, ölürken, kabirde ve mahşer yerinde sıkıntı çekmeden cennete girer. Cennette ise sakatlık yoktur. İmansız olan, sağlam da, sakat da olsa, yeri sonsuz olarak cehennemdir.
Gerek depremle gelen felaketleri, gerekse başka acılarda suçu kendimizde aramalıyız. Çünkü Kur’anı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir.) [Şura 30]
(Sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın [bir ihsanı, bir nimeti olarak] gelmekte, her kötülük de [işlediğin günahlara karşılık olarak] kendinden gelmektedir. [Hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâdır.]) [Nisa 79]
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.) [Nahl 33]
Derecelerin yükselmesi gibi sebepler hariç, suçsuz kimseye belâ gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası,
Herkesin çektiği kendi cezası.
Belanın suçlu suçsuz herkese gelmesinin de sebepleri vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bir kötülük, [gücü yetenlerce] önlenmezse, Allahü teâlâ, azabını hepsine umûmî kılar.)
(Günahlar açıktan işlenmeye başlanınca, iyi ötü herkes genel bir azaba maruz kalır.)
(Geçmiş ümmetlerden bir kısmına deprem ile azap yapıldı. Hepsi salihler de birlikte helak oldular. Çünkü günah işlenirken susmuşlar, önlememişlerdi.)
Kadere iman gerekir |
|
Kadere iman, hem Kur’an-ı kerim ve hem de hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile insanların ve diğer mahlukatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok ayet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [A. İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allahtır.) [Enam 2]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22]
Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki: (İman, Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, ölüme, dirilmeye, cennete, cehenneme, hesaba, mizana, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.) [Nesâî]
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Dâvud, Tirmizî]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemî]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hakim]
(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberânî]
(Allahü teâlâ, “bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Ebu Dâvud]
(Her şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizî]
(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizî]
Eshab-ı kiramdan bir zat, (Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye suâl etti. Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizî)
Aynı suâli soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: (Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini tutmak için, ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10 Beydavi]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. (İrade-i cüziyye risalesi)
“Allah yazdı ise bozsun” |
|
(Allah yazdı ise bozsun demek imanı yok eder) diyenler çıkıyor. İrade-i cüziyye risalesinde buyuruluyor ki:
İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki: (Kaza-i mu’allak, Levh-i mahfûzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duâsı kabul olursa, o kaza değişir). Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Kader, tedbîr ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabûl olan duâ, o belâ gelirken korur). Duânın belâyı def etmesi de, kaza ve kaderdendir. Yâni, o kimsenin duâ etmesi de, takdîr edilmiş ise, duâ eder, kabûl olunca, belâyı önler. (Ecel-i kaza)yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemmâ) değişmez. Ecel-i kaza, bir kimse, eğer iyi iş yapar, yâhut sadaka verir, hac ederse ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kırk sene diye takdîr edilmesi gibidir. Vakit tamam olunca, eceli bir ân gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış iken akrabâsını, Allah rızası için ziyâret etmesi ile, ömrü otuz seneye uzar. 30 yıl ömrü olan kimse de, akrabâsını terk ettiği için, ömrü üç güne iner. takdîr, ezelde Levh-i mahfûzda yazılmıştır. Sonradan birşey yazılmaz. Yâni, Levh-i mahfûzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i mu’allak denir. Allahü teâlânın kaderi, yâni ezelde ilmi nasıl ise, Levh-i mahfûzdaki değişiklikler, ona uygun olur. (Ecel, bir ân gecikmez ve vaktinden önce gelmez) ayeti, (Ecel hazır olduğu vakit gecikmez. Fakat, ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ile, duâ ile, amel-i sâlih ile, ömür uzar. Zîrâ Fâtır sûresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) buyurulmaktadır) dedi. Şu halde, “Allah yazdı ise bozsun” demek, eceli kaza ise Allah takdir etmesin demektir. Kaza ve kaderi bilmeyenler böyle rastgele konuşabilir.
Kimileri de (Ben cahilim demek, cahiliyet devrini kabul etmek olur) diyor. Halbuki peygamber efendimiz, (Âlimim diyen kimse cahildir.) buyuruyor. (Taberânî)
Hz. Şabi, (Bilmem, demek, cahilliğini söylemek ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir konuda, susanın aldığı mükâfat, bildiği konuda konuşanın aldığı mükâfattan az değildir. Çünkü cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir.) buyuruyor. İmam-ı gazali hazretleri, Tevekkülün ikinci derecesini anlatırken buyuruyor ki: (Bu kelime-i tevhîdin mânasına, kalbin inanmasıdır. Bu inanış, yâ başkalarından görerek, işiterek olur ki, bizim gibi câhillerin inanışı böyledir. Yâhut delîl ile, aklın isbât etmesi ile inanır. Din âlimlerinin, kelâm ilmi üstâdlarının inanması böyledir.)
Hikmet ehli bir zat, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren ve cahilliklerimize göz yuman bizim efendimiz) der. Ben cahilim demenin, ben cahiliyet devri itikadındayım demekle hiç bir ilgisi yoktur.
(Bekarlık sultanlıktır sözü yanlıştır.) diyenleri de duyuyoruz. İslamın ilk zamanları evlenmek tavsiye ediliyordu. Peygamber efendimiz, (Evlenmek benim sünnetimdir, sünnetime uymayan benden değil) buyuruyordu. Fakat ahir zamanda bu durum değişmektedir. Çünkü Ebu Ya’la’nın rivayet ettiği hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz, (İkiyüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîfülhâz olandır) buyurdu. Hafîfülhâz nedir, dediklerinde, (Hanımı ve çocuğu olmayandır) buyurdu. Bişr-i Hafî, Bayezid-i Bistamî, Ebül-Hüseyn Nuri [ve Rabia-i Adviyye] gibi büyük âlimler bekar idi. Hicretin ikiyüz yılından sonra gelenler arasında, bunların ve bunlar gibi olanların şeref ve üstünlüklerini, bu hadis-i şerif bildirmektedir. (İhyâ)
Ebu Süleyman-ı Daranî hazretleri, (Bekarlığa dayanmak, ailenin çilesine dayanmaktan, onların eziyetine katlanmak, cehennem ateşine dayanmaktan daha kolaydır) buyurdu.
Suçu kadere yüklemek |
|
Bazı kimseler, istedikleri günahları rahatça, serbestçe işledikleri halde, (Benim günah işleyeceğimi Allah alnıma yazmışsa, günah işler, cehenneme giderim. Suç benim olmaz, kaderimi yaratan Allahın olur. Hem cehenneme gideceksem, o zaman ibadet yapmamın ne yararı olur ki) diyerek, işledikleri günahlara mazeret bulmaya çalışıyorlar.
Allahü teâlâ, hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah işler. Allahü teâlâ, her insanın başına geleceği işleri ezelde biliyordu. Buna kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdîr, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine etki etmez. Mesela bir öğretmen, tecrübesine dayanarak, çok tembel bir talebesi için, (Bu imtihanı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemeye hakkı olmaz.
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi? Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levhi mahfuz denilen kaderimiz, sanki takvime benzemektedir. İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile, günah veya sevap işleyeceklerini Levhi mahfuza yazması, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.
(İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. Cennetliklerin ibâdet yapması ve cehennemliklerin günah işlemesi, genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde cennetlik olana iman ve ibâdet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, cennete götürecek, cehennemlik olan da, cehenneme götürecek amel işler.) buyuruldu. Cehennemlik kimse, (Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibâdet yapması, cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir.
Cennetlik ve cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, ibâdet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, cennetlik veya cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile ibâdet etmekten hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve belâ, günah yolundan, rahat ve huzur da, Allah’a itaat yolundan gelir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, nefse güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalıdır!
Kaderi inkâr edenler |
|
Kadere imanı inkâr edenler çıkıyor. Kadere iman, Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile, insanların ve diğer mahlukatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) buyuruluyor. (Bekara 255)
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, Levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok ayet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Ölümü Allahın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [A. İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allahtır.) [Enam 2]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [Levh-i mahfuzda]dır.) [Hud 6]
(Her olay ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım.) [Hadid 22]
(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
Peygamber efendimiz, bu ayet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(İman, Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır.) [Nesâî]
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Tirmizî]
(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberânî]
(Allahü teâlâ, "bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın" buyurdu.) [Şirazi]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, "Kaderi, olanı ve olacak olanı yaz" buyurdu.) [Tirmizî]
(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizî]
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır.) buyurdu. (Müslim,Tirmizî)
Aynı suâli soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: (Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini tutmak için, ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10]
|
|
Kaderi bilmeyenler |
|
(Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini değiştireceğiz. Eceli gelmeden öldü) gibi şeyler söyleniyor. "İnsan, yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının renginde kadere hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü olmaz" , "Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği için cehennemlik olur" deniyor. Kimisi, "Kader utansın" diyerek suçu kadere yüklüyor. Kimi de, "İnsan kaderini kendi çizer" diyor... Bunların hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele olduğu için, birçok âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid'at fırkaları meydana çıkmıştır. Âlimlerin bile dalâlete düştüğü bu konularda, kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece nakil yapılır. Peygamber efendimiz de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor. Her Müslümanın, Amentü'deki esasları tasdik ettikten sonra, işlediği günahlardan mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62]
(Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahtır.) [Beydavi]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allahtır.) [Saffat 96]
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13,14]
Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allah herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkumdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)
İyi kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ, irade edip yaratır. Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse, kötülük yapmak isteyince, Allahü teâlâ da irade eder ve yaratır. Böyle kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep kötülük hasıl olur. İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allahtan olduğunu inkar etmek, "İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir" demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbet bilir. (Yaratan hiç bilmez mi) buyuruyor. Allahın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Allahın tayin ettiği vade gelince, artık o ertelenmez.) [Nuh 3,4]
(Ölümü Allahın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [A.İmran 145]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.) [Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
|
|
Kaderin suçu yok |
|
Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur, suç kaderimde değil mi? diyenler çıkıyor. Şunu iyi bilmeli ki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir.
Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibâdet etmesine veya günah işlemesine tesir etmez. Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz. (İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. (Müslim)
Cennetliklerin ibâdet yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde Cennetlik olana iman ve ibâdet etmesi nasib olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, cennete götürecek, cehennemlik olan da, cehenneme götürecek amel işler.) buyuruldu. (Ebu Dâvud)
Cehennemlik kimse, (Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibâdet yapması, Cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir.
Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve belâ, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. [Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı.]
Ebüssüud efendi buyuruyor ki: Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buharî]
Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, malûma tabidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.
|
|
Ecel değişir mi? |
|
İntihar eden eceli ile ölmez diyorlar. Bu yanlıştır. Şeyhülislam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:
(Ra'd suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki ayette, Levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-i kitab, ezelî olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın iyi işler yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah her zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duâsını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, said olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duâsı kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur) buyuruldu. Duânın belâyı önlemesi de, kaza ve kaderdendir. Kalkan, oka siper olduğu gibi duâ da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i mu'allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen belâ, kaza-i mu'allak ise, yani, o kimsenin duâ etmesi de, takdir edilmiş ise, duâ eder, kabul olunca, belâyı önler. (Ecel-i kaza)'yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez. Ecel-i kazaya bir misal verelim: Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıl uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terkettiği için, ömrü 3 güne iner.
Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.
Hz. Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, "Ömer daha yaşamak isteseydi, duâ ederdi. Çünkü onun duâsı elbette kabul olur" buyurdu. İşitenler şaşırıp, " (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin" denilince, buyurdu ki: "Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, duâ ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.") [Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab]
Emali'deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi, burayı (Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir) şeklinde açıklamaktadır. Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür. Fakat, bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. A'raf suresi 34. ayetinde mealen, (Ecelleri gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tövbe ile mi ve tövbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi Levh-i mahfuza yazılmıştır.
|
|
İşlerin yaratılması ve kader |
|
Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Kaderin iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
İman-küfür, hayr-şer, hidayet-dalalet, taat-günah, Hak teâlânın yaratması olup, hepsi de Onun takdir ve iradesiyledir. Hak teâlâ sevabı ve günahı kulların ameline bağlı kılmıştır. İnsanı iradesine bırakmış, azabı ve sevabı, iradenin sarfına bağlı kılmıştır ki, buna kesb denir. Kesb, kuldan; yaratmak, Allahü teâlâdandır. İmam-ı a'zam hazretleri, İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu:
- Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?
- Allahü teâlâ, rübubiyetini, [yaratmayı] aciz kullara bırakmaz.
- İnsana, işleri zor ile mi yaptırıyor?
- Allahü teâlâ adildir, zorla günah işletip, sonra da cehenneme sokmak, adaletine yakışmaz.
- O hâlde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor?
- İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yaptırmaz.
[Kur'an-ı kerimde de, (Rabbin, kendi istediğini yaratır. Yalnız O ihtiyar eder, seçer. Onların irade ve ihtiyarları [seçim hakkı] yoktur) buyuruluyor. (Kasas 68)]
Mu'tezile kadere inanmadı. Kader, bir insanın bir işi kendi ihtiyarı ile yapıp yapmayacağını, Allahü teâlânın, önceden bilmesi demektir ki, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermektedir. Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir. (Mek. Rabbanî)
Mu'tezileden Abdülcebbar Hemedani, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu İshak İsferaini'ye sordu:
- Allah, kötülüğü, günahı istemez ve yaratmaz. Bunları şeytan yaratmıyor mu?
- Hayrı da, şerri de, her şeyi Allahü teâlâ yaratır. Onun mülkünde yalnız Onun dilediği var olur. Başkası bir şey yaratamaz.
- Allah kendine isyan edilmesini diler mi?
- Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kullar güç ile, zor ile, Ona isyan edebilir mi? Kullar, irade-i cüziyeleri ile küfür, günah, kötülük yapmak ister. Hak teâlâ da dilerse, onların istediğini yaratır.
- Allahü teâlâ bir kimseye hidayet dilemese, onun küfür, kötülük yapmasını takdir edip yaratsa, buna iyilik mi etmiş olur, yoksa kötülük mü?
- Kulun hakkını vermeyi dilemezse, kötülük olur. Kendi hakkını almayı dilemezse kötülük olmaz. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ âlimdir, ilerde olacak her şeyi bilir. Hakimdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kuluna hidayet ihsan eder. Kur'an-ı kerimde (Dilediklerini sapık yolda bırakır. Dilediklerine de, hidayet eder, onlara doğru yolu gösterir.) buyuruluyor. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Kulun iradesi yaratmaya sebeptir. Müminler, irade-i cüziyeleri ile imanı ve itaatı dileyince, Allahü teâlâ da, diler ve yaratır. Kâfir, küfrü ve fâsık, günahı dileyince, O da irade ederse, yaratır. Yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. O da dileyince var olur. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi ile oluyor. Kullar bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter.
|
İrade-i cüziyye nedir? |
|
Hayır ve şer Allahtan olduğuna göre, irade-i cüziyyenin yeri ne, diyenler çıkıyor. Akıl, din bilgilerinden bazılarını anlayamaz. Eğer anlasaydı, Peygamberlere lüzum kalmazdı.
İnsanların işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. İşleri zorla da yaptırmıyor. Zorla yaptırılan iş için hesaba çekmek de zulüm olur. Allahü teâlâ zulüm yapmaz.
İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı da meydandadır. İnsanda tam ihtiyar ve tam cebr olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hasıl olmaktadır.
Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara (İrade-i cüziyye) vermiştir. İrade-i cüziyye insandan meydana gelir. Fakat, insan bunu yarattı denilemez.
Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebep ile yaratması adetidir. Peygamberlerinde ve evliyasında bu adetini bozarak sebepsiz de yaratır. Yarattığı çok görülmüştür.
İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için, önce kul irade-i cüziyyesini kullanmaktadır. İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir.
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları Levh-i mahfuz’da yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması gerekmez.
Takvimlere, bir sene içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez.
İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine cebri bir müdahale değildir.
Bir kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irade etse ve hepsini bir kağıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o kimsenin mecburu olmaz.
(Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kâğıda yazdın. O hâlde, bunları sen yaptın) da diyemez. Çünkü bunları kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği ve dilediği ve yazdığı için yapmamıştır.
Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve Levh-i mahfuza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Evet ezelde, Levh-i mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irade etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve iradesi ile ve yaratması ile meydana gelmektedir. Kul, iradesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun iradesini kullanmayacağını ezelde bilir ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz.
İnsanların iradesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü teâlânın iradesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez.
İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.
Kaderin de kaderi var mı? |
|
Dua ile kader değiş mi? “Allah yazdıysa bozsun” deyimindeki mana nedir? Dua etmeyi dilemek de kaderden mi? Kaderin ömrü nereye kadardır? Ezeli mi, yoksa ebedi mi? Kaderin de bir kaderi var mı?
CEVAP: Önce kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir.
Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna şans, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
Bir film tekrar tekrar gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Başrolde oynayan oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet meali şöyledir: (Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz] Ondadır.) [Ra’d 39]
Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali de şöyledir: (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11]
Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua değiştirir.) [Hakim]
(Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan dua, bela gelirken korur.) [Taberani]
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Kaderin levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur.
Ecel-i müsemma değişmez ama; Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki kişi, Hz. Davud’a birbirini şikayet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi) dedi. Hz. Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki: (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]
Her şey Levh-i mahfuzda yazılıdır |
|
Bugün de, “Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğunu Allah bir yere yazmamıştır, alın yazısı, kader diye bir şey yoktur” iddiasına cevap veriyoruz...
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. Bazılarının meali şöyledir:
(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [levh-i mahfuz] Ondadır.) [Rad 39]
(Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta yazılıdır.) [Fatır 11] {Kaza-i muallak, levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişir. Hadis-i şerifte de, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken insanı korur) buyuruldu. (Taberani)}
(Allah’ın bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır, ne doğurur. Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3]
Resulullah efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki:
(Allah, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Allahın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, “kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi]
(Kadere iman, iman esaslarındandır.) [Tirmizi]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberani]
(Kadere inanmayan iman etmiş olmaz.) [Tirmizi]
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kadere iman, imanın aslındandır.) [E. Davud]
(Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari]
İnsanların nerede doğup nerede ve nasıl ölecekleri de kaderdendir. Yani ezelde yazılmıştır. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir:
(Allah, insanlara zulümleri [günahları veya küfürleri] yüzünden hemen ceza verecek olsaydı, yeryüzünde canlı bırakmazdı. Ama onları takdir edilen bir müddete kadar erteler. Ecelleri gelince onu ne bir saat geciktirebilirler ne de öne alabilirler.) [Nahl 61]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34] (Bu ecele, ecel-i müsemma denir. Dua ile de gecikmez.)
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
(Evlerinizde kalsaydınız bile, öldürülmesi yazılmış [takdir edilmiş] olanlar, öldürülüp devrilecekleri yere giderlerdi.) [Al-i İmran 154]
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Cebriyye fırkası, her şeyi Allah yaptığı için, insanlarda cüz’i irade, seçme hakkı yoktur diyerek, Mutezile fırkası da kaza ve kadere inanmayıp, doğru yoldan ayrılarak bid’at ehli oldular. Biri ifrata, diğeri tefrite düştü. İkisinin arasında kalan doğru yolu bulmak, Ehl-i sünnet âlimlerine nasip oldu. (2/83)
|
Herkes istediği trene binebilir |
|
Eğer kimin cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye emirler ve yasaklar bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin sorumlu oluyoruz?
CEVAP: Hayır şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah insanın irade-i cüz’iyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. İki âyet-i kerime meali:
(Allah insana iyilik ve kötülükleri [hayrı ve şerri] öğretmek ve bu ikisinden birini tutmak için, ihtiyar [irade-i cüz’iyye] vermiştir.) [Şems 7- Beydavi]
(Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:
(Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan cennete gider. Soldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden kaçması gerekir. Mesela namaz, oruç gibi dinin emirlerine uyması ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir. Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz kalacaktır.)
Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.
Görüldüğü gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ama onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren Allah demektir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüz’iyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmediği gibi, üstelik binerken de, yolda da, son ana kadar gerekli ikazlar yapılmaktadır. Herkes, kendi arzusu ile işlediği hayır veya şerrin karşılığını görecektir.
(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki âyeti gösterip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını Allah’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]
Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüz’iyyesine bağlı kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
|
Günahları kadere yüklemek |
|
Yapacağımız işler önceden takdir edildiğine göre, iyi iş yapmanın ne önemi var? Benim Cehenneme gideceğim kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. Suç kaderimde değil mi?
CEVAP: Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, ezeli ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların sevap veya günah işlemesine tesir etmez. Mesela bir öğretmenin, bir öğrencisinin imtihanda kazanamayacağını önceden bilmesi, o öğrencinin imtihanını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı daha önce söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olur mu hiç? Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Suç takvime bulunur mu? Levh-i mahfuzda yazılan kaderimiz, sanki takvime benzemektedir.
İşte Allah’ın da ezeli ilmi ile, kulların günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi M. Akkermani)
Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allahü teâlâ, kimseye zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah işletse, ahirette, “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
Önümüzde iki tren yolu var. Garda şunlar yazılıdır: (Sağ yoldaki tren Cennete gider. Sol yoldaki tren Cehenneme gider.) Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan gidene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldakine binenler de çıkabilir.
Demek ki, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ancak o, yaya değil, trenle gidiyor. Treni süren de birisi var. İnsanları Cennete veya Cehenneme götüren trendir. İşte hayrı şerri Allah yaratır demek, kula o işi yapma gücünü Allah veriyor demektir. Bir benzinci bir arabaya benzin verse, araba da kaza yapsa, kaza yapanın, “Sen benzin vermeseydin ben kaza yapmazdım” demesi meşru mazeret değildir. Kendi iradesi ile Cehenneme gidenin, “Cehenneme tren seferi koymasaydınız, biz de gelmezdik” diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmedi. Herkes kendi iradesi ile bindi. İnsan iradesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap; kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır.
Kadere iman şarttır |
|
Bazıları kaderi kabul etmiyorlar. Halbuki kader Amentü’de bildirilmemiş midir?
CEVAP: Elbette kader, imanın şartlarındandır. Birçok âyet vardır. Bir âyet meali şöyledir:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, “bana inanıp da kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna inanmayan, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başına gelenin asla şaşmayacağına, başına gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan Kalem [in mürekkebi] kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi]
(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
****
Ameller yedi türlüdür
Aynı günah veya sevap, işlendiği duruma göre azalır veya çoğalır mı?
CEVAP: Evet: Bazı yer ve durumlarda, bazı gün ve aylarda farklılık gösterir. Mesela Cuma günü yapılan ibadetler de, günahlar da, iki kat yazılır. Hadis-i şerifte, (Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de Cuma günü ve gecesinde işlenilenden kötüsü yoktur) buyuruldu. Ramazan-ı şerif ayında bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan 70 farz gibidir.
Bunun gibi farklı durumlar hariç, amellerin durumu aynıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ameller, yedi türlüdür:
1- İkisinin karşılığı vacibdir.
2- İkisi misli misline karşılık görür.
3- Birisi on misli sevaba kavuşturur.
4- Biri yedi yüz misli sevaba ulaştırır.
5- Birinin sevabını ise ancak Allahü teâlâ bilir.
Bunların izahı şöyledir:
1- İtikadı ve amelleri düzgün olana Cennet vacib olur. Müşrik olana Cehennem vacib olur.
2- Bir günah işleyene bir günah yazılır.
3- Bir iyilik işleyen on misli sevaba kavuşur.
4- Malını Allah yolunda harcayana yedi yüz misli sevab verilir.
5- Oruç tutanın sevabını ise Allah’tan başkası bilmez.) [Hakim]
|
|
"Kaderim böyle imiş" demek |
|
Sual: Kimisi, kötü birisi ile evleniyor, o kötü de kötülük yapınca, "Ne yapayım kaderim böyle imiş" diyor. Kimisi gaza basıyor son sürat giderken kaza yapıyor. "Ben ne yapayım alnımın yazısı böyle imiş" diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkum oluyor. "Ne yapayım benim kaderim böyle kötü imiş" diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. "Ne yapalım kaderin önüne geçilmez" diyor... Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu insanların suçu kadere yüklemeleri doğru mudur?
CEVAP: Elbette yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar var idi ama bunlara kendisi sebep olmuştur. Çünkü kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:
1- Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.
2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları Levh-i mahfuza yazmıştır.
3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur.
Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Herkes yaptığından sorumludur. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allah, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]
(Herkesi yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93]
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]
Kiliseyi tamir etmek
Sual: Almanya'da çalışıyorum. Kilise'nin elektrik ve başka tamir işlerini yapmamız gerekiyor. Bir mahzuru var mıdır? Bir arkadaşım da, arabası ile meşrubat taşıyor, bazen de içki taşıttırıyorlar. İçki taşıması günah olur mu?
CEVAP: Kilise tamirinde çalışmak mekruh değildir. Çünkü, bu işin kendisi günah değildir. (Bezzaziyye)
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Ücret ile kâfirin şarabını taşımak, kilise tamir etmek ve Hıristiyana zünnar gibi küfür alametlerini satmak İmam-ı a'zama göre caizdir. (Reddül muhtar 5/251)
|
Alın yazısı |
|
Sual: Eğer herkesin Cennete veya Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, o zaman bizi niçin sorumlu tutuyor? Nereye gideceğimizi biliyorsa, peki niye bize Kitap gönderip emirler ve yasaklar bildirdi? Alın yazısı, kader diye bir şey var mı?
CEVAP:Bir insanın Cennete mi Cehenneme mi gideceğini Allah bilmez mi? Bilmeyen ilah olur mu hiç? Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader, maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna şans, kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor. İşte üç âyet-i kerime:
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım. Elbette bu, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22]
Bu âyetleri açıklayan üç örnek verelim:
1-Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Başroldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.
2-Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
3-Bir öğretmen, tecrübelerine dayanıp, tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, bu yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci sınavı kazanamazsa, (Sen deftere yazdığın için ben kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi insafsızlık olmaz mı? Allahü teâlâ da, bir kâfirin, Cehennemlik olduğunu bilmez mi hiç? Nitekim Allahü teâlâ Ebu Leheb’in kâfir olarak ölüp Cehenneme gideceğini bildiği için, (Ebu Leheb alevli ateşte yanacak) buyurdu. (Tebbet 3)
Allahü teâlâ Ebu Leheb’in akıbetini Kur’an-ı kerimle bildirdi. Diğer insanlarınkini ise Levh-i mahfuza yazdı. İnsanların başlarına gelecek bütün işlerin levh-i mahfuzda yazılı olması onları o işleri yapmaya mecbur kılmaz. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile kullarının başına gelecek işleri bilmesi demektir. Yoksa başına gelecek şeyleri onlara zorla yaptırması demek değildir.
|
Yoksulluk ve kader |
|
Sual: Bir ateist tanıdığım “Yoksulluk kader değildir, böyle adalet mi olur?” diyor. Buna nasıl bir cevap vermeli?
CEVAP: Ateist, Allah’a inanmıyor ki Onun adaletine güvensin. Ateist, haydi, ölüme çare bulsun, geceyi gündüzü, mevsimleri istediği gibi yapsın. O inkârdan başka şey bilmez. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Fakirlik zenginlik de kaderdendir. Sapık fırkalardan Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Halbuki bir âyet meali şöyledir:
(Allah, her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı şerri, imanı küfrü, fakirliği zenginliği, iyiyi kötüyü, tatlıyı acıyı her şeyi yaratan Allah’tır.) [Beydavi]
Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allah herkesin ne yapacağını bilir. Sapık fırkalardan Cebriyye, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkumdur. Hiç kimse, işlediği günahtan sorumlu değildir) der. Bu da Mutezile gibi çok yanlıştır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükafatını görür. İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, “İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir” demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbet bilir. Allah, bizim fakir mi zengin mi, cehennemlik mi, cennetlik mi olacağımızı, nerede nasıl öleceğimizi bilir. Onun bilmesi demek, bize bunları zorla yaptırır demek değildir. Birkaç örnek:
1- Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi, ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Başroldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini elbette bilir.
2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez. Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur. Şu halde yoksulluğu, kötü işleri kadere yüklemek yanlış olur. Herkes yaptığından sorumludur. Birkaç âyet meali:
(Allah, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]
(Herkesi yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93]
(Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]
|
|
|
Adalet ve sakatlık |
|
Sual: Adalet nedir? CEVAP: Adalet, kelime olarak bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, bir âmirin, ülkeyi idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun? Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez. Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına ve hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için (Adalete uymuyor) denilemez. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur.
Depremde kimi ölmüş, kimi sakat kalmış, kimi fakirleşmiş olabilir. Mümin, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olur. Razı olmazsa, fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Böyle kimsenin zenginliği de, fakirliği de felaketine sebep olur.
Körlük, topallık ve diğer sakatlıkların faydalı veya zararlı olması insandan insana değişir. Kimi, Allahü teâlânın takdirine razı olduğu için, sonsuz olan Cennet nimetlerine kavuşur, kimi de razı olmadığı için, sonsuz olan Cehennemde cezaya müstahak olabilir. Bir kimse kendisi için sakatlığın faydalı veya zararlı olduğunu bilemez. Bazısı illa son model bir arabasının olmasını ister. Arabayı alıp çoluk çocuğuyla bir dereye uçabilir. Lüks bir ev ister. Alır depremde çoluk çocuk beraber ölebilir. Onun için, illa bir şeyin olmasını değil, hayırlı olmasını istemelidir!
Çocuğun sakat olarak doğmasında kendi günahı yoktur. Eğer bunda ana babasının kusuru varsa, günahı onlara aittir. Görmeyen bir kimse, eğer kör olmasaydı kötü işler peşinde gezip, dünya ve ahiretini mahvedebilirdi. Kimi de kör olduğu için isyan edip, Yaratıcının takdirine razı olmaz ve ebedi felaketine sebep olur. Kör olan bir Müslüman, Cennete gider. Bir hadis-i şerif meali:
(Gözsüz kimse, sabrederse, Allahü teâlâ ona Cenneti verir.) [Buhari]
Yalnız gözü olmayan değil, diğer sakatlıkları olan da sabrederse, kabirde ve mahşerde sıkıntı çekmeden Cennete girer. İmansız olan, sağlam da, sakat da olsa, yeri sonsuz olarak Cehennemdir. Her türlü felakette suçu kendimizde aramalıyız. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir.) [Şura 30]
(Sana gelen her iyilik, Allah’ın [bir ihsanı, bir nimeti olarak]gelmekte, her kötülük de [günahlara karşılık olarak] kendinden gelmektedir.[Hepsini yaratan, gönderen Allah’tır.]) [Nisa 79]
Herkes cezasını çeker
Derecelerin yükselmesi gibi sebepler hariç, suçsuza bela gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor. Belanın genel gelmesinin de sebepleri vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bir kötülük, [gücü yetenlerce]önlenmezse, Allah azabını hepsine umumi kılar.) [Hakim]
(Günahlar açıktan işlenince, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.) [Taberani]
(Eski kavimlerden deprem ile azap edilenler arasında salihler de vardı. Salihler de onlarla birlikte helak oldu. Zira günah işlenirken susmuşlar, önlemeye çalışmamışlardı.) [Taberani]
> Tel: 0 212 - 454 38 20 Faks: 0 212 - 454 38 29
Levh-i mahfuz ve ümm-i kitap |
|
Sual: Kitaplarda yazılı olan levh-i mahfuz ve ümm-i kitap aynı şey midir? CEVAP: Evet, kitaplarda birbirinin yerine kullanıldıkları da görülüyor..
Levh-i mahfuz, ezeli ve ebedi, olmuş ve olacak her şeyin Allahü teâlânın indinde yazılı olduğu kitap, levha demektir. [Şimdi küçük bir diske, birçok kitaptaki yazılar alınıyor. Bu bilinince, o kadar çok bilginin, bir levha üzerine nasıl yazılabileceği daha iyi anlaşılır.]
Allahü teâlâ dilerse Levh-i mahfuzda değişiklik yapabilir. Mesela, insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Resulullah efendimiz her zaman, (Ey büyük Allahım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme, ayırma!) anlamındaki (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. (Taberani)
Levh-i mahfuza ilk olarak, (Benden başka Allah yoktur. Muhammed aleyhisselam benim resulümdür ve habibimdir ve her şey benim mahlukumdur. Her şeyin Rabbiyim, Halıkıyım) yazıldı. Sonra, Peygamberleri ve kıyamete kadar gelecek insanların iyileri said olarak, kötüleri de şaki olarak yazıldı. Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitap, Ondadır) mealindeki âyet-i kerime, levh-i mahfuzu bildirmektedir.
Ümm-i kitap, kitabın anası demektir. Ezeli olan kelam-ı ilahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Bunu Allahü teâlâdan başka kimse bilemez. Bunda hiç değişiklik olmaz, hiç yok olmaz. (Kaza kader risalesi)
|
Kadere inanan kederden kurtulur |
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Mümin, başına hayır ve şer geldiğinde ben bunu bekliyordum diyendir. Allahü teâlânın kaza ve kaderine iman eden, kederden kurtulur.
Huzur, mekanda değil kalbdedir. Kalbin huzuru, insanın mutluluğu, parayla değil, Allahü teâlânın zikriyledir.
Zikir, birkaç çeşittir. Kur’an-ı kerim okumak zikirdir, doğru yazılmış dini kitap okumak zikirdir. Sohbet zikirdir. Namaz zikirdir. Yani zikir, Allah’ı anma, hatırlamaktır. Şu veya bu şekilde, hatırlamaktır. Rahat, huzur, zikirledir.
İslam âliminde iki özellik vardır: Birincisi, tevazu. Allahü teâlâyı tanıyan, bilen başını kaldıramaz. İnsan, ne kadar Allahü teâlâyı tanırsa, o kadar korkar. Gerçek âlimler, Allahü teâlâdan en çok korkan kişilerdir. İkincisi, nakil. Dinimiz nakil dinidir.
İhlas olmayan yere, menfaat girer, dünya girer. İhlas demek, ahiret demek, Allah için demek.
Rahatsızlıklar, vücudun zekatıdır.
Büyükleri devamlı düşünen, devamlı feyz alır.
Her kemalin bir zevali vardır. Kırkından sonra zeval gelir.
Bu dünya değil, bu dünyayı sevmek kötüdür. Bir kalbde iki korku bulunmaz. Dünyadan korkan, ahiretten korkmaz. Dünya hayatında iki yol var:
1- Havasız uzun bir tünel,
2- Havadar, zevk ve sefalarla dolu bir tünel.
Havasız tünelden geçenler, sıkıntılı yolun sonunda rahata ererler, sıkıntılardan kurtulurlar, sonsuz saadete kavuşurlar. Havadar, zevk ve sefa dolu tünelden geçenler ise, cehennem çukuruna düşerler. Ebedi azap çekerler. Ehl-i sünnet itikadına sahipseniz, büyüklerin yolunda iseniz, kırk bin dünya verseler, kavuştuğunuz nimet karşısında çer çöp kalır.
Yeis, yani Allahın rahmetinden ümitsiz olmak, haramdır, büyük günahtır.
Aklı olan, az zamanda çok iş yapar.
Selamet isteyen dünyaya kıymet vermesin, keramet isteyen, sonsuz olanı yüce tutsun.
Allahü teâlâya isyan edildiği için, dünya kötüleniyor. Yoksa, taşı toprağı niye kötülensin ki...
Ehl-i sünnet itikadında olan Müslüman, seçilmiş insan demektir. Kimde bu nimet varsa, Allahü teâlâ onu, en büyük nimetle şereflendirmiş demektir. Bunun kıymetini bilmeli. Kalbde iman çok önemli. İnsan bir kelimeyle hidayete eriyor, bir kelimeyle, Allah korusun, imandan çıkıyor. İmanı muhafazaya çalışmalı. İnsanın dünya denilen bu mayınlı tarlada, mayınlara basmadan ilerlemesi lazım, bunun için bir rehbere, bir kılavuza ihtiyaç vardır. Rehber, onun mayına basmaması ve etkilenmemesi için uğraşır. Eğer iman giderse, insan parçalanır. Bu tehlikeden kurtulmanın çaresini, İmam-ı Rabbani hazretleri bildiriyor: (Dünyada en mühim iş, yapılacak en hayırlı iş, Allah dostlarıyla beraber olmak.) Önemli olan, kalb beraberliğidir. Kitaplarını okumakla da, bu beraberlik elde edilir. Beden de beraber olursa, daha iyi olur.
Vekil asıl gibidir. Vekili üzmek, aslı üzmek gibidir. Vekile itiraz, asla itirazdır.
Vermek çok önemli. Her zaman verici olun alıcı olmayın. Çünkü, bu din, vermek dinidir, vermekle büyümüştür. Verince veriyorlar. Vermeden almak olmaz. Kuş yuvası kadar bir mescit yaptırana, Allahü teâlâ büyük bir köşk verecektir.
|
|
|
Kaderi değiştirmek |
|
Sual: (Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi değiştirmek olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?
CEVAP: İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp nasıl öleceğini, Cennete veya Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din kitaplarındaki bilgiler şöyledir:
Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek, kaderiyle ölmektir. Yani intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır.
İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’ın takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.) [Nuh 4]
(Ölümü, Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.) [Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) demek yanlış olur.
Tevekkül ve çalışmak |
|
Tevekkül, dinimizin bildirdiği sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. (Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!) âyet-i kerimesi, tevekkül ile beraber azmederek çalışmak gerektiğini gösteriyor. (Al-i imran 159)
Tevekkül, herhangi bir işin, dinen, örfen sebeplerine yapışarak gayret gösterip, neticeye ihlasla teslim olmaktır. Yani sonucu Allahü teâlâdan beklemek ve bu sonucun kendisi için mutlaka hayırlı olduğuna inanmaktır. Doğru sebebe yapışan doğru netice alır.
Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü olayları, ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve karşılamaktır. İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır sandığı çok şey, şerle, şer sandığı çok şey de, hayırla neticelenebilir. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demelidir.
Allahü teâlâ, kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için tedbir almayı, hasta olunca ilaç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır. Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu, akla ve dine uygun değildir. Allahü teâlâ, insanların, ihtiyaçlarına kavuşmak için bu sebepler kapısını yaratmış ve açık bırakmıştır.
Tesiri kesin olan ilaçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır, haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberânî]
Hz. Musa, hastalanınca, “İlaçsız da Allahü teâlâ şifa verir” diyerek ilaç kullanmadı. Allahü teâlâ (İlaç kullanmazsan şifa ihsan etmem) buyurdu. İlacı kullanınca iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ, (Tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek mi istiyorsun? İlaçlara tesir veren kimdir? Elbette tesirleri yaratan benim) buyurdu. (K. Saadet)
Doktora gitmeli, ilaç kullanmalı; fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı Allahü teâlâdan istemelidir! İlaç kullanıp da iyi olmayan, ameliyat masasında ölen az değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (İmanınız varsa, Allaha tevekkül ediniz!) [Maide 23], (Tevekkül edene, Allah kâfidir.) [Talak 3]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allaha hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizî]
Hz. İbrahim’in, mancınıkla ateşe atılırken, Hasbiyallah ve nimel vekil dediği hadis-i şerifle bildirilmiştir. [Bana Allahım yetişir, O ne iyi vekil, ne iyi yardımcı demektir.] Ateşe düşerken Hz. Cebrail gelip, “Bir dileğin var mı?” diye sorunca, “Var, fakat sana değil” diyerek sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için (Sözünün eri olan İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)
Tevekkül, kalb işidir, imandan meydana gelir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman etmekle hasıl olur. Bu hâl, kalbin vekile itimat etmesi, güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Böyle bir insan dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez. Rızkından endişe etmez. Mesela, iftiraya uğrayan biri, mahkemeye düşünce kendine bir avukat tutar. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder. 1- Avukatı, ona yaptıkları iftirayı iyi bilir. 2- Avukatı doğruyu söylemekten korkmaz. 3- Avukatın bunu canla başla savunacağına inanır. Avukatına böyle inanır, güvenirse kendi ayrıca uğraşmaz. (Allah bize yetişir. O ne iyi vekildir) âyetini iyi anlayıp, “Rızık takdir edilmiş, vakti gelince bana yetişir” der. Demek ki, çalışmadan tevekkül dinimizde yoktur.
Tevekkül ve sebepler |
|
M. Masumi Faruki hazretleri buyuruyor ki: Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir. Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahtır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allaha asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe yapışmaktır. Meşveretten sonra tevekkülü emretti. Ahiret işlerinde tevekkül olamaz, çalışmak emrolundu. Burada, azabından korkmak ve merhametinden ümitli olmak gerekir. Allahın keremine, ihsanına güvenmeli ve emrolunan ibâdetleri yapmalı, yasak edilenlerden sakınmalıdır! Tevekkül budur ve kulluk böyle olur. (1/182)
Bir ayet meali: (Azmedip de bir işe başlayınca, Allaha tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O hâlde, müminler Allaha tevekkül etsinler!) [Al-i İmran 159,160]
Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.
Bu âyet, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf değil, bir kuvvettir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Deveni bağla ve sonra Allaha tevekkül et!) [İbni Asakir]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Bir müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı hâlde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için münasip gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslâmiyette yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Bir âyet meali:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak [ihlas ile] yaptığı işler [ahirette] fayda verir.) [Necm 39]
İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları hâlde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kısmet budur. Kısmet aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben vazifemi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]
Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir.
Tevekkül, kader ve kısmet |
|
Ateist genç diyor ki: Din sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü, kaderci, kısmetçi yapar.
CEVAP: İslamiyet’i bilmediğin için böyle rastgele konuşuyorsun. Tevekkül, kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsun. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allah’tır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allah’a asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, istişareyi, yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır. Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.
Al-i İmran suresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki 159 ve160. âyetleri, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf, bir âcizlik değil, tam aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin kaybedecek bir şeyi de yoktur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için uygun gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Ateistler tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm 39]
İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kader kısmet budur. Bu aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben görevimi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir Müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]
Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir. Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü ve kaderci diye saldırmak, İslamiyet’i bilmemekten ileri gelen fanatik bir durumdur.
|
Tevekkül ve sebepler... |
|
Sual: Tam İlmihal’de, (Bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan başkasının tesir ettiğini düşünse, bu kimsenin tevhîdi, noksan olur. Eğer, hiçbir sebep lazım değildir dese, İslamiyet’ten ayrılmış olur. Eğer sebepleri araya koymak lazım değildir derse, akla uymamış olur. Lazımdır derse, sebepleri hazırlayana tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhidde noksanlık olur) deniyor. Burasını anlayamadım. Sebeplere güvensek de güvenmesek de suç oluyor. Nasıl tevekkül etmemiz gerekiyor?
CEVAP: Evet tevekkül bahsi zordur. Yukarıdaki yazıyı üç madde halinde açıklayalım:
1-İyi kötü, hayır şer her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanacağız. Bazı şeylere bazı şeyler tesir ediyor denirse itikadımız düzgün olmaz. Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. Bir âyet meali:
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.)[Saffat 96]
2-İşlerin yapılması için hiçbir sebep lazım değil denirse, Allah’ın koyduğu sebepler inkâr edilmiş olur. Mesela, ben evlenmesem de benim çocuklarım olur demek çok yanlıştır. Çocuk olması için ana baba gibi sebeplere ihtiyaç vardır.
3-Sebepler lazımdır, sebepsiz olmaz derse, sebeplere güvenmiş olur, yine tevhidi noksan olur. Yani nasıl ana baba olmadan çocuk olur demek yanlış ise, çocuğun olması için mutlaka ana babayı şart etmek de çok yanlıştır. Ana baba olsa da çocuk olmayabilir. Ana baba olmadan da Allah çocuk yaratabilir. Hazret-i Âdem ile Hz. Havva’yı anasız babasız, Hz. İsa’yı babasız yaratmıştır. Sebeplere güvenmeyeceğiz, sebepleri yaratanın da Allah olduğunu bileceğiz.
Sebepler âlemindeyiz, Allahü teâlânın âdeti sebeplerle yaratmaktır. Sebepsiz yaratılması mucize veya keramet olur. Sihri yaratan da Allah’tır. Her şeyi yaratan Odur.
Bu üç maddeyi özetleyelim:
Bir iş yapmak istersek sebeplerine yapışacağız, ama, sebepler mutlaka bu işi yapar demeyeceğiz. Mesela çocuk sahibi olmak için evleneceğiz, ama evlendik garanti çocuğumuz olur da demeyeceğiz. Hastaysak doktora gideceğiz, ilaç alacağız, ameliyat olacağız, ama bu sebepler bizi iyi etti demeyeceğiz. Çünkü ameliyat masasından kalkamayız da. Sebeplere güvenmeyeceğiz. Sebepleri yaratanın da, sebeplere tesir kuvvetini verenin de Allah olduğunu bileceğiz.
İlim öğrenmek ve öğretmek
Sual: Ehl-i sünnete uygun bir din kitabını başkasına hediye edince bize de sevap olur mu?
CEVAP: Evet çok sevap olur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bir kimse amel etmese de, ilimden bir mesele öğrenirse, bin rekat [nafile]namazdan efdal olur. Eğer öğrendiği ilim ile amel eder veya bunu başkasına öğretirse hem bunun sevabını alır, hem de kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib]
(Din kardeşine, öğretilecek ilimden daha faziletli olan sadaka yoktur.) [İbni Neccar]
(En üstün sadaka, ilim öğrenmek, sonra da onu başkasına öğretmektir.) [İbni Mace]
Muteber bir kitap vermek de o ilmi başkasına öğretmek olur. İyiliğe vesile olan o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır. Bunun aksi de, yani bozuk bir kitabı başkasına verip onun itikadını da bozmak çok veballidir. Bu sefer günaha ortak olur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 288 ziyaretçi (1135 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|