|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
"Şu gömleğin kollarını kısalt!.."
01-01-2021 02:00
Fadl bin Sâlim radıyallahü anh anlatır:
Hazret-i Alî bir gömlek satın aldı.
Evde üzerine giyip baktı.
Kolları biraz uzundu.
Terziye gidip;
“Şunun kollarını az kısalt” buyurdu.
Terzi alıp baktı ve;
“Kesemem, kusurlu olur” dedi.
Hazret-i Alî:
“Ayıbı benim, sen kes!” buyurdu.
O da “Pekâlâ” dedi
Ve birazcık kesti.
Ama garibine gitti biraz.
Zîrâ Hazret-i Alî’yi tanımıyordu.
Ordakilere dönüp;
“Hey, bakın görün ki, bu kişi deli olmuş” deyiverdi.
Hazret-i Alî bunu işitti.
Ve “Elhamdülillah” dedi.
Herkes şaşırmıştı.
“Yâ Emîr-el mü’minîn, bu lüzumsuz ve densiz söze niçin hamd ettiniz?” dediler.
Buyurdu ki:
“Resûlullahdan işittim. (Bir kimseye deli denilmedikçe îmânı tamam olmaz) buyurmuşlardı.
Bu, benim îmânıma şâhit oldu.
Nasıl sevinmeyeyim.”
● ● ●
Amr bin Kays anlatır:
Bir gün Hazret-i Alî’nin elbisesinde birçok yama görüp; “Ey halîfe, bu kadar hazîneler elindeyken, yamalı elbise giymek revâ mıdır?” dediler.
Hazret-i Alî:
“Müminler bize uysunlar. Kalplerinde kırıklık hâsıl olsun. Bize, yamalı giymek de uygun olur” buyurdu.
.Hazret-i Sevde'nin rüyâsı...
02-01-2021 02:00
Peygamberimizin muhterem hanımlarından Sevde binti Zem'a (radıyallahü anhâ), amcasının oğlu Sekran bin Âmir ile ilk evliliğini yapmış, İslâmiyetin ilk yıllarında kocasıyla birlikte îmân etmişlerdi.
Müslümanlar gariptiler.
Fakîr ve kimsesizdiler.
İşkence görüyorlardı.
Hazret-i Sevde, kocası Sekran'la Habeşistan’a hicret ettiler. Sonra Mekke'ye döndüler.
Hazret-i Sevde bir rüyâ gördü.
Efendimizi görmüştü.
Şöyle ki: Peygamberimiz, mübârek ayaklarını hazret-i Sevde'nin omuzuna koymuşlardı.
Sabah uyandı.
Bu rüyâyı kocasına anlattı.
O da rüyâyı dinleyince;
“Ne güzel bir rüyâ” dedi.
Ve rüyâyı tâbir etti.
"Ey Sevde, bu rüyâ, benim yakında öleceğime, senin de Sevgili Peygamberimizle evleneceğine işârettir" dedi.
Hazret-i Sevde sevindi.
Ertesi gece, bir rüyâ daha gördü.
Şöyle ki, "Ay" yeryüzüne inmişti.
Ve başının etrâfında dönmüştü.
Uykudan uyandı.
Bunu da kocasına anlattı.
Hazret-i Sekran:
"Yâ Sevde, bu rüyâya göre, benim ölümüm yaklaştı. Ben ölünce sen Resûlullahla evleneceksin" dedi.
Birkaç gün geçti...
Sekran âhirete göçtü... (Devamı yarın)
.Hazret-i Sevde'nin rüyâsı...
02-01-2021 02:00
Peygamberimizin muhterem hanımlarından Sevde binti Zem'a (radıyallahü anhâ), amcasının oğlu Sekran bin Âmir ile ilk evliliğini yapmış, İslâmiyetin ilk yıllarında kocasıyla birlikte îmân etmişlerdi.
Müslümanlar gariptiler.
Fakîr ve kimsesizdiler.
İşkence görüyorlardı.
Hazret-i Sevde, kocası Sekran'la Habeşistan’a hicret ettiler. Sonra Mekke'ye döndüler.
Hazret-i Sevde bir rüyâ gördü.
Efendimizi görmüştü.
Şöyle ki: Peygamberimiz, mübârek ayaklarını hazret-i Sevde'nin omuzuna koymuşlardı.
Sabah uyandı.
Bu rüyâyı kocasına anlattı.
O da rüyâyı dinleyince;
“Ne güzel bir rüyâ” dedi.
Ve rüyâyı tâbir etti.
"Ey Sevde, bu rüyâ, benim yakında öleceğime, senin de Sevgili Peygamberimizle evleneceğine işârettir" dedi.
Hazret-i Sevde sevindi.
Ertesi gece, bir rüyâ daha gördü.
Şöyle ki, "Ay" yeryüzüne inmişti.
Ve başının etrâfında dönmüştü.
Uykudan uyandı.
Bunu da kocasına anlattı.
Hazret-i Sekran:
"Yâ Sevde, bu rüyâya göre, benim ölümüm yaklaştı. Ben ölünce sen Resûlullahla evleneceksin" dedi.
Birkaç gün geçti...
Sekran âhirete göçtü... (Devamı yarın)
.Teklîfi kabul etti...
03-01-2021 02:00
(Dünden devam)
Efendimizin zevcelerinden Hazret-i Sevde, ilk kocası Hazret-i Sekran'ın vefatına üzülmüştü.
Efendimiz bunu öğrendi.
Ve hazret-i Sevde'ye acıdı.
Zîra çok merhametliydi.
Hazret-i Sevde yaşlı idi.
Üstelik de dul idi.
Buna rağmen evlilik teklîf etti.
O da, sevinerek kabul etti.
Böylece üzüntüsü de bitti.
Zîra yaratılmışların en şereflisine zevce olma saadetine kavuşacaktı.
Öyle ama, ya babası?
O, henüz mümin değildi.
Kardeşi de mümin değildi.
Onun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâkı, edebi, terbiyesi, çevresinde büyük tesîr yapmıştı.
Olgun davranışları ve güzel sözleriyle, onlara İslâmiyeti anlatırdı.
Onun Efendimizle evlendiğini kardeşi Abdullah işitti.
Çok üzülüp kederlendi!
Saçını başını yolmaya başladı.
Üzüntüden başına toprak serpti!
Ancak o da hidâyete kavuştu.
Kuvvetli Müslüman oldu.
O yaptıklarından pişmân oldu.
Kendini ayıpladı.
Kendinden utandı!
Hattâ bu hususta;
"Kız kardeşim Sevde'nin Resûlullaha nikâhlandığını duyunca saçımı başımı yolduğum, başıma toprak serptiğim zamanki kadar gülünç hâle düştüğümü hâtırlamıyorum" demiştir.
.Resûlullahı sevindirirdi
04-01-2021 02:00
(Dünden devam)
Hazret-i Sevde’nin îmân bütünlüğü, çevresinde bulunan kardeşleri ve yeğenlerine çok tesîr etmiş, onların da Müslüman olmalarına sebep olmuştu.
Hepsi îmân ettiler.
Müslüman oldular.
O, Efendimizi çok severdi.
Ona karşı çok da itâatkârdı.
Edepte hiç kusur etmezdi.
Emirlerini titizlikle yerine getirirdi.
Hep Onu düşünürdü.
Onu hayâl ederdi.
Ondan bahsederdi.
Ona hizmeti, birinci vazîfe bilirdi.
Çok da şakacıydı.
Hattâ şakalarıyla Efendimizi çok sevindirmiş ve duâsını almıştır.
● ● ●
Hazret-i Sevde, Peygamberimizle birlikte savaşlara da iştirak ederdi.
Uhud Savaşına katıldı.
Erlerin imdâdına koştu
Yaralarını sardı.
Onlara su taşıdı.
Vedâ Haccı'nda bulundu.
Efendimizin vefâtından sonra bir daha hac ve umreye gitmemiştir.
Çok da mütevâzıydı.
Bol sadaka verirdi.
Kendisine bir hediye gelseydi, onları fakîrlere verirdi.
Sevinmelerinden zevk duyardı.
Resûlullahın hanımları;
“Yâ Resûlallah, içimizden hangimiz size önce kavuşacak acabâ?” diye sordular.
Cevâbında;
“Bana ilk kavuşacak olan, kolu uzun (cömert) olanınızdır” buyurdu.
."Gel, seninle sözleşelim!"
05-01-2021 02:00
Ümmü Seleme annemiz, ilk zevci olan Abû Seleme Uhud’da yaralanınca;
“Yâ Ebâ Seleme, gel seninle sözleşelim. Sen ölürsen ben evlenmeyeyim. Ben ölürsem sen evlenme" dedi.
Ebû Seleme dedi ki:
"Sen ölürsen ben evlenmem.
Ben vefât edersem sen evlen!"
Böyle deyip el kaldırdı:
"Yâ Rabbî, Ümmü Seleme'ye, benden sonra, benden daha hayırlı koca nasîp et" diye duâ etti.
Sonra da şehîd oldu!
Ümmü Seleme dul kaldı.
Bir gün Efendimize sordu ki:
"Zevcim Uhud’da şehîd oldu. Ona nasıl duâ edeyim acaba?"
Efendimiz ona şu duâyı öğretti:
"Yâ Rabbî, beni ve onu affeyle. Bana öyle bir koca nasîp et ki, Ebû Seleme’den daha iyi olsun.''
Biraz zaman geçti.
Önce Hazret-i Ebû Bekir.
Sonra da Hazret-i Ömer,
kendisine tâlip oldular.
Ancak ikisini de kabul etmedi.
Resûlullah tâlip oldu.
Ona “hayır” diyemedi.
Ama gelen dünürcüye;
"Resûlullaha hürmetlerimi arz et. Benim kıskançlığım var, çocuklarım da var, ayrıca nikâhta şâhit olacak bir velîm yok" dedi.
Efendimiz, kendisine;
"Allahü teâlâ, kıskançlığını giderir. Çocuklarına gelince, onlara ben bakarım" buyurdu.
Ümmü Seleme çok sevindi.
Ve Efendimizin nikâhıyla şereflendi...
."Beni ona sen ver yâ Rabbî!"
06-01-2021 02:00
Peygamber Efendimizin mübârek hanımlarından Hazret-i Zeynep (radıyallahü anhâ) ilk îmân edenlerdendir. Resûlullah Efendimiz onu, âzâtlı kölesi olan Zeyd bin Hârise'ye nikâhladı.
İkisi evlendiler.
Ve mutluydular.
Ancak bir sene sonra Hazret-i Zeyd, Hazret-i Zeyneb'in hakkını gözetemediği için ayrıldılar.
Hazret-i Zeynep, üzgündü.
Resûlullah ona acıdı.
Zâten herkese acırdı.
Onu sevindirmek istedi.
Ama nasıl?
Onu, nikâhına almakla.
Bu isteğini, biriyle ona iletti.
Hazret-i Zeynep, bunu işitince pek çok sevindi.
Sevincinden kalktı.
İki rekât namaz kıldı.
Ve ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbî, senin Resûlün beni istiyor. Eğer Onun zevceliğiyle şereflenmemi takdîr buyurduysan, beni ona sen ver!" dedi.
Böyle duâ etti.
Duâsı kabul oldu.
Ve bir âyet gelerek:
"Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra, biz onu sana zevce ettik" buyuruldu.
Yâni nikâhını Hak teâlâ yaptı.
Ne şeref!
Bunun için Resûlullah Efendimiz, ayrıca nikâh yapmadı.
Hazret-i Zeynep bununla övünür ve "Her kadını babası evlendirir, beni ise Allahü teâlâ nikâhladı" derdi.
.Yetîmler hâmisiz kaldı!.."
07-01-2021 02:00
Resûlullahtan sonra, halîfe Hazret-i Ömer, Resûlullahın hanımlarının her birine "oniki bin dirhem" verirdi.
Hazret-i Zeynep bu parayı alırdı.
Ama kendisine harcamazdı.
Hepsini fakîrlere dağıtırdı.
Üstelik de zevk alırdı.
Yine bir defâsında Hazret-i Ömer'in gönderdiği parayı aldı.
Ve kendisine duâ etti.
Eski bir elbisesi vardı.
Onu parçalara ayırdı.
Ve onlardan birçok (kese) yaptı.
Paraları bu keselere taksîm etti.
Ve yetîmlere, fakîrlere dağıttı.
O gariplerin duâsını aldı.
Ve büyük haz duydu.
Sonra ellerini açıp;
"Yâ Rabbî, bundan sonra bana Ömer'in hediyesini nasip etme" diye duâ etti.
Ve o sene vefât etti.
Tabutu kabristana götürdüler.
Bir erkek kardeşi vardı.
Üzüntüsünden ağlıyordu!
Hazret-i Ömer onu görüp;
"Tabuttan uzaklaş. Cemâat seni sıkıştırmasın. Zeyneb'in tabutunu taşıyanlar gitgide fazlalaşıyor" buyurdu.
O da “Başüstüne” dedi.
Hemen geri çekildi.
Ve ağlayarak;
"Yâ Ömer, bu her türlü hayır ve bereketi sâyesinde kazandığımız kız kardeşimdir" dedi.
Hazret-i Âişe de;
“O saadetli ve iyi hâtun aramızdan gitti. Yetîmler ve dullar hâmisiz kaldılar" buyurdu.
.Siz de mi görmüyorsunuz?"
08-01-2021 02:00
Hazret-i Âişe, Resûlullahın hanımlarından Hazret-i Zeynep'i çok meth ve senâ ederdi.
Zîrâ çok severdi.
Onun hakkında;
"Dînî muâmelâtta, takvâ ve sadâkatta, sıla-i rahîmde, cömertlikte ve fedâkârlıkta, Zeynep’ten daha üstün hâtun görmedim" buyururdu.
Yine Hazret-i Âişe;
"Allahü teâlâ, Zeynep binti Cahş'a rahmet eyleye. Hakîkaten dünyâda onun mertebesinde hiçbir hâtun yoktu" buyurdu.
Onu çok seviyordu.
Ve takdîr ediyordu.
Ümmü Seleme de;
"Zeynep, sâliha, çok oruç tutan ve hep ibâdetle vakit geçiren bir hâtundu" buyururdu.
● ● ●
Kadınların yabancı erkeklere görünmemesi husûsunda Hazret-i Zeynep şöyle anlatmıştır:
-İbni Ümmü Mektûm, âmâ olup, gözleri görmüyordu.
Hâne-i seâdete geldi.
Resûlullahı görecekti.
Bizlerden izin istedi.
Resûlullahın hanımlarından o esnâda benden başka Ümmü Seleme ve Meymûne de oradaydı.
Resûlullah, bizlere:
“Siz çekilin!” buyurdu.
Biz hâtunlar:
“Yâ Resûlallah, bu gelen âmâ olup iki gözü de görmez. Niçin çekilelim?” dedik.
Efendimiz, bize;
“O görmüyorsa, siz de mi görmüyorsunuz?” buyurdular.
.Kimdir bu Baba Haydar?"
09-01-2021 02:00
Kânûnî Sultân Süleymân, bir gece rüyâsında, ak sakallı, nûr yüzlü birinin, sırtını sıvazlayıp;
"Efendim, Eyüp'teki Baba Haydar, kulübesinde sizi bekliyor" dediğini işitti.
Ardından uyandı.
Ve kendi kendine;
“Kimdir bu Baba Haydar?” dedi.
O ara Şeyhülislâm geldi.
Ona sordu bu zâtı.
Şeyhülislâm;
“Eyüp'te hiç bu isimde kimseyi bilmiyorum" deyince, Lalasını çağırıp; "Hazırlan, Eyüp'e gidiyoruz" dedi.
Velhâsıl Eyüp'e vardılar.
İnsanlara sordular.
Tanıyan çıkmadı.
Bu esnâda bir çocuk;
"Siz şu ileride oturan amcayı mı arıyorsunuz?" diyerek köhne bir kulübeyi gösterdi.
Varıp kapıyu vurdular.
İçeriden bir ses geldi:
"Buyurun Pâdişâhım."
Girip selâm verdiler.
Baba Haydar oturuyordu.
Ancak binlerce sinek yüzünü kaplamış, onu gizliyorlardı.
Sultân Süleymân;
"Hazret, şu sinekleri kovsan da yüzünü görsek" dedi.
O cevâben dedi ki:
"Gücünüz varsa siz kovun!”
Sultân çok uğraştı.
Ama kovamadı sinekleri.
Baba Haydar kalktı.
Pencereyi açtı ve:
"Haydi hepiniz dışarı!" dedi.
Sinekler bir anda boşalttılar odayı.
Sanki emir almış gibi...
.Benden ne dilerseniz dileyin!"
10-01-2021 02:00
Kânûnî Sultân Süleymân Hân, Baba Haydar Semerkandî hazretlerini, kulübesinde ziyârete gitti bir gün.
Ve elini öpmek istedi.
Ama o zât öptürmedi.
Sultân ona;
"Efendim, benden ne dilerseniz dileyin" dedi.
Büyük zât;
"Sağlığını isterim” buyurdu.
Sultân, bir kese altın aldı.
Ve postekisinin altına sürdü.
O zât, bunu fark etti ve;
"Mâdemki çok istiyorsun, şuraya bir mescit inşâ ettir de insanlar ibâdet etsin" buyurdu.
Pâdişâh “Başüstüne” dedi.
Ve câmi tamamlandı.
Açılışta Sultân da vardı.
Baba Haydar'a dönüp;
"Efendi hazretleri, buyurun önce siz girin. Bu mescit sizindir ve sizin için özel yer ayrılmıştır" dedi.
Baba Haydar:
"Bu benim değil, Allahın evidir, husûsî yer istemem" buyurdu
Pâdişâh yine:
"Başüstüne" dedi.
Baba Haydar;
"Benim mekânım şu kulübedir, ölürsem beni oraya defnedin. Üzerime türbe yapmayın. Bir mezar taşı bana yeter" buyurdu.
Pâdişâh yine "Pekâlâ" dedi.
Baba Haydar, vefât edinceye kadar bu câmide imâmlık yaptı ve insanlara doğru yolu anlattı...
."Koyunlar benim değil, satamam!"
11-01-2021 02:00
Allah dostlarından Celâlzâde Mustafa Çelebi anlatıyor:
Abdullah bin Ömer radıyallahü anh, bir gün bir çobana rastladı.
Bu çoban köle idi.
Ve koyun otlatıyordu.
Yanına yaklaştı.
Koyunlardan birine baktı.
Ve onu gösterip;
“Şu koyunu bana sat” dedi.
Çoban dedi ki:
“Benim değil, satamam.”
Abdullah bin Ömer:
“Sen sat, sâhibi sorarsa kurt yedi dersin” buyurdu.
O, yine “Olmaz” dedi.
Ve koyunu satmadı.
İbni Ömer hikmetini sordu.
Çoban cevâben dedi ki:
“Allah her yerde hâzır ve nâzırdır.
Sâhibi görmese de, O bizi görür!”
İbni Ömer, bu cevâbı aldı.
Çok beğendi ve;
“Âferin sana” dedi.
Çobanı ve sürüyü sâhibinden satın aldı.
Çobanı âzât eyledi.
Koyunları da ona hediye etti...
● ● ●
Yine o anlatır ki:
İsâ aleyhisselâm, havârîleriyle birlikte bir yere gidiyordu.
Yolda bir köpek leşi gördüler.
Çok fenâ kokuyordu.
Havârîler iğrendiler.
Ve hazret-i Îsâ'ya:
“Nasıl da pis kokuyor” dediler.
İsâ Nebî buyurdu ki:
“Ne de beyaz dişleri var.”
Ona pis demedi.
Beyaz dişlerini söyledi...
.Haydi dersimizi okuyalım!"
12-01-2021 02:00
Cemâleddîn Aksarâyî hazretleri vefât edince talebeleri namazını kıldılar.
Sonra da defnettiler.
Ancak dersleri yarım kalmıştı.
Ertesi gün toplandılar.
Ve birlikte kabrine gittiler.
Fâtiha okuduktan sonra;
"Hocam, biz geldik" dediler.
Ama cevap alamadılar.
Bir daha söylediler.
Yine cevap yok.
İkinci gün de kabristana gittiler.
Fâtiha okuduktan sonra;
"Hocam biz geldik" dediler.
Lâkin yine cevap gelmedi.
Üçüncü gün de öyle.
Dördüncü gün kabrine gittiklerinde, hocalarının rûhâniyeti tecessüm etti.
Yâni onlara göründü.
Ve buyurdu ki:
"Geldiniz mi yavrularım, haydi dersimizi okuyalım."
Yarım kalan dersi okudular.
Tam ayrılacaklardı ki;
"Hocam, biz üç gün arka arkaya geldik ve geldiğimizi size arz ettik. Ama sizden cevap alamadık. Sebebi ne idi?" diye sordular.
Zîra merak etmişlerdi.
Mübârek hocaları:
"Üç gün önce buraya bir mümin geldi, bir Fâtiha ve üç İhlâs-ı şerîf okuyup sevâbını bütün mevtâlara bağışladı. Ben de nasîbimi almak için sıraya girdim. Üç günde ancak bana sıra geldi. Onun için cevap veremedim, kusûra bakmayın" buyurdu.
.Bu makâma nasıl geldin?"
13-01-2021 02:00
Cemâleddîn Aksarâyî anlatır:
Hasan-ı Basrî hazretlerine bir kadın geldi ve kendisine;
“Benim kızım öldü. Bir duâ öğretin de, onu okuyup kızımı rüyâda göreyim” dedi.
O da bir duâ öğretti.
Kadın teşekkür edip ayrıldı.
Ertesi gün tekrar geldi.
Ama kadıncağız ağlıyordu!
Büyük zât sordu ki:
“Niçin ağlıyorsunuz?”
Kadın dedi ki:
“Kızımı, rüyâda gördüm.
Cehennemde yanıyordu”
Büyük zât çok üzüldü!
Ve o gece rüyâda Cennete girdi.
Muhteşem bir köşk gördü.
Önünde de bir kız vardı.
Ona yaklaşıp sordu ki:
“Sen hangi peygamberin hanımısın, yâhut kızısın?”
O kız da cevâben:
“Ben, peygamber kızı değilim.
Peygamber hanımı da değilim.
Filânca hanımın kızıyım” dedi.
Büyük velî şaşırdı!
“Annen, senin Cehennemde yandığını söylemişti. Bu makâma nasıl geldin?” buyurdu.
Kız şöyle anlattı:
“Biz, bin kişi azap görüyorduk.
Bir Müslüman kabristana geldi.
Onbir defâ İhlâs-ı şerîf okudu.
Ve sevâbını, bizlere bağışladı.
O anda azâbımız durdu.
Çünkü Hak teâlâ; (Ey melekler! Burada azap görenlerin hepsini affettim. Onları Cennete götürün ve birer makâm verin) buyurdu.
Bana da bu makâm verildi."
."Eshâbım temizliğe çok dikkat eder!"
14-01-2021 02:00
Peygamber Efendimiz, Rum İmparatoru Herakliyus ile mektuplaşırlardı.
Hattâ hediyeleşirlerdi.
Bir gün çok hediyeler gelir.
Hepsi de çok kıymetlidir.
Biri de bir “Hekim”dir.
Bu kişi Resûlullaha gider.
Ve “Efendim, İmparator beni size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım” der.
Efendimiz memnun olur.
“Hoş geldiniz!” buyurur.
Ve ona bir ev verirler.
Her gün nefîs yiyecek getirirler.
Adam, yer içer, hasta bekler.
Ama hiç gelen olmaz.
Günler, aylar geçer.
Hiç kimse uğramaz.
Artık canı sıkılmaya başlar.
Ve Resûlullaha gidip;
“Efendim, buraya hizmet için geldim. Çok da rahat ettim. Ama bugüne kadar tek bir hasta gelmedi. Müsaadenizle gidebilir miyim?” der.
Efendimiz ona;
“Sen bilirsin. Daha kalırsan, sana hizmet ederiz. Gidersen de uğurlar olsun. Ama şunu bil ki, yıllarca kalsan sana hasta gelmez” buyururlar.
“Niçin?” deyince;
“Çünkü benim eshâbım hasta olmaz. Zîrâ dînimiz, bize hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım temizliğe çok dikkat eder. Ayrıca acıkmadan sofraya oturmaz, doymadan kalkar” buyururlar.
.Yâ Şeybe, yanıma gel!"
15-01-2021 02:00
Şeybe bin Osmân, büyük düşmandı Efendimize.
Çünkü babasını ve amcasını kaybetmişti bir harpte.
Onların intikâmını alacaktı!
Nihâyet bir fırsatını buldu.
Baktı, Efendimiz yalnızdı.
Bundan iyi fırsat olmazdı.
Arkadan sessizce yaklaştı.
Ve içinden;
“Şimdi işini bitireceğim!" dedi.
Ve kılıcını kaldırdı.
Tam vuracaktı.
Birden hızla uzaklaştı oradan.
Zîra bir "ateş çukuru" görmüştü.
Bir adım atsaydı içine düşecekti.
Peygamberimiz onu gördüler.
Ve seslendiler:
“Yâ Şeybe, yanıma gel!”
Bu ulvî dâvete icâbet etmemek, elinde değildi.
Gayriihtiyârî yaklaştı.
Mıknatısa tutulmuş gibi çekildi.
Az önce, öldürmek istiyordu.
Şimdiyse, (köle) gibi yaklaşıyordu.
Çünkü Onu çok sevmişti.
Hattâ âşık olmuştu.
Öl dese, ölürdü artık.
Efendimiz, buyurdu ki:
“Haydi gel, bizim safta savaş!”
Hiç îtirâz etmedi.
Hemen kabul edip:
“Emredersiniz!” dedi.
Kılıcını kaldırıp saldırdı kâfirlere.
Çünkü o, müşrik değildi.
Bir sahâbî idi artık.
Efendimizle yan yana çarpışıyordu!
Hem de kâfirlere karşı.
Öyle kararlıydı ki:
“Önüme babam çıksa, öldürürüm!” diyordu.
.Resulullahı öldürmek istiyordu!..
16-01-2021 02:00
Füdâle bin Amr, îmân etmeden önce kin besliyordu Resulullah Efendimize.
Tek gâyesi vardı onun.
Efendimizi öldürmek!
Kılıcını eteğinin altına gizlerdi.
Hep Onun peşinde dolaşırdı.
Özellikle ıssız yerleri kollardı.
Bir gün erken bir saatte, Efendimiz Kâbe-i şerîfi tavâf yapıyordu.
Füdâle Onu gördü.
Sevindi ve içinden:
"İşte, tam fırsat!" dedi.
Ve arkasından gizlice yaklaştı.
Birkaç adım kalmıştı ki, Efendimiz birden geri döndüler.
Ve ona sordular ki:
“Sen, Füdâle misin?”
“Evet, Füdâleyim” dedi.
“Doğru söyle, ne yapmak istiyordun şimdi?”
Gerçeği söyleyemedi.
“Hiçbir şey” deyiverdi.
Efendimiz, tatlı tatlı gülümsediler.
Ve ona buyurdular ki:
“Vazgeç sen bu işten. Zîra muvaffak olamazsın!”
Böyle deyip hidâyeti için duâ ettiler.
O anda Füdâlenin kalbi değişti.
Efendimizi sevdi.
İmânla şereflendi.
Ve “Hazret-i Füdâle” oldu.
Bir müşrik de, bu işe kalkışmıştı.
Gizli gizli Onu tâkip ediyordu.
Bir gün tenhâda buldu Efendimizi.
Arkasından sessizce yaklaştı.
Tam üstüne atılacaktı.
Birdenbire karardı ortalık.
Zifirî karanlık oldu her yer.
Aslında karanlık filân yoktu.
Günlük güneşlikti ortalık.
Ama o, görmüyordu.
Zîrâ (kör) olmuştu.
."Ebû Bekir'i bilir misiniz?"
17-01-2021 02:00
Ebû Hureyre hazretleri anlatır:
Hazreti Cebrâil, Efendimize geldi.
Vahiy getirmişti.
Efendimiz, Ona;
“Yâ Cebrâil, siz melekler göklerde Ebû Bekir'i bilir misiniz?” diye sordu.
Hazret-i Cibrîl:
“Evet yâ Resûlallah, seni peygamber gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Ebû Bekir göklerde, yerdekinden daha çok meşhurdur” dedi.
Efendimiz yine sordu:
“Kardeşim Ebû Bekir, gökte hangi ismiyle meşhurdur?”
Cevâben dedi ki:
“Onun gökdeki adı "Halîm"dir.”
● ● ●
Hazret-i Ömer halîfe idi.
Bir gece tebdîl-i kıyâfet yaptı.
Ve şehirde dolaşmaya başladı
Bir evden bir kadın sesi işitti.
Kulak verip dinledi.
Kadın, sesli olarak; "Erim harbe gitti, biz burada aç susuz kaldık. Halîfe bunu biliyor mu acabâ?" diyordu.
Halîfe bunu duydu.
Derhâl evine döndü.
Bir çuval unu sırtladı.
Ve gelip, çaldı o evin kapısını.
Kadın çıkıp sordu ki:
"Kimi aramıştınız?"
Hazret-i Ömer çuvalı indirip;
“Bunu al bacım, bir ihtiyâcın olursa doğruca bana gel!" dedi ve dönüp gitti.
Kadın seslendi ardından:
"Siz kimsiniz?"
Halîfe ağlayarak;
"Halîfe Ömer'im!" dedi...
.Onu beytülmala koy!"
18-01-2021 02:00
Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamânında bir gün Bizans’tan elçi gelmişti Medîne’ye.
Birkaç gün kaldı.
Halîfeyle görüştü.
İşi bitip de döneceği zaman, halîfenin hanımı, çarşıdan (güzel koku) alıp, cam bir kap içinde elçinin hanımına hediye olarak gönderdi.
Aradan az bir müddet geçti.
Hediyenin karşılığı geldi.
Elçinin hanımı da, o cam kabın içine kıymetli bir (mücevher) koyup, bu hanıma göndermişti.
Hazret-i Ömer akşam eve geldi.
Hanımının elinde onu gördü.
Ve merak edip sordu ki:
"Hanım! Nedir o elindeki?"
"Mücevher" dedi.
"Nereden geldi?"
"O elçinin hanımından."
Hazret-i Ömer;
"Hanım, o senin olamaz. O mücevheri götür beytülmala koy” buyurdu.
Hanımı şaşırdı!
Hiç böyle şey beklemiyordu.
Hemen arz etti ki:
"Peki ama, bu bana geldi.
Niçin beytülmala koyayım?”
Hazret-i Ömer sordu:
"Sen benim zevcem olmasaydın, sana böyle hediye gelir miydi?”
"Gelmezdi elbet."
Buyurdu ki:
"Öyleyse bunlar senin değil, devlete âittir. Götür, büytülmala koy.”
Hanımı iknâ oldu.
Mücevherler beytülmala kondu...
.Yazıktır, sustur şu mâsumu!"
19-01-2021 02:00
Hazret-i Ömer halîfe iken, bir gece yabancı bir kervan gelip konakladı Medîne'de.
Halîfe, bunu gördü.
Abdurrahmân bin Avf’a gitti.
Ve ona dedi ki:
“Gel, şu kervanı bekleyelim.
Hırsızdan zarar görmesinler"
O da (Peki) dedi.
Ve nöbete başladılar.
Ancak gece yarısı oldu.
Bir bebek ağlaması işittiler.
Bir türlü kesilmiyordu sesi.
Halîfe, sesin geldiği eve gitti.
Kapıyı vurdu ve çıkan kadına;
"Niçin ağlatırsın o mâsumu.
Yazıktır, sustur artık!" dedi.
Ama ağlama sesi kesilmedi.
Gidip yine îkâz etti.
Bir daha, bir daha...
Son defâ gidip buyurdu ki:
"Sen, ne merhametsiz kadınsın.
Şu mâsumu devamlı ağlatırsın!"
Kadın, tanımadı Halîfeyi.
Cevâben dedi ki:
"Bilmeden niçin beni azarlıyorsun?
Yavrum aç, onu nasıl susturayım?"
"Açsa emzir be kadın!"
"Sütten kestim, emziremem.
"Peki, niye erken kestin?"
Kadın sinirlendi:
"Allah, insaf versin bizim halîfeye!
Süt emen bebek için para vermez.
Nafaka alayım diye kestim" dedi.
Halîfe üzülüp mescide geldi ve;
"Sizin halîfenize yazıklar olsun! Onun yanlış bir emri ile, bir kadın bebeğini, sütten erken kesmiş" buyurdu.
Ve ağlayarak dedi ki:
"Kimin bebeği varsa, bildirsin.
Her bebeğe nafaka verilecektir...”
.Niçin böyle söylüyorsun?"
20-01-2021 02:00
Bir gün Peygamberimiz, hazret-i Alî’nin atının üzengisini tutan kişiye;
“Aliyyül mürtezâ, senin elinle şehîd olsa gerektir” buyurdular.
O, bu sözü işitti, çok üzüldü!
Ağlayarak hazret-i Alî’ye geldi.
Ve Ona yalvararak;
“Yâ Alî kanım sana helâl olsun.
Beni hemen, şu an öldür” dedi.
Hazret-i Alî şaşırdı!
Ve ona sordu ki:
“Niçin böyle söylersin?”
O utandı, sıkıldı!
Ve kendisine dedi ki:
“Resûlullah, bana; (Alî’nin şehâdeti, senin elinden olsa gerektir) buyurdu.”
Sözüne devamla:
“Bu yüz karalığı benden meydana gelmeden, ben senin elinle öleyim de, dünyâda ve âhirette yüzü siyah olmayayım” dedi.
Ve ağlamaya başladı!
Aliyy-ül Mürtezâ:
“Takdîr-i ilâhî değişmez. Ben şehitliği istemez miyim?” buyurdu.
O kişi ağlıyordu!
Alî bin Ebî Tâlip:
“Efendimiz, bunu bana söyledi.
Onun için sen gönlünü hoş tut.
Hem bu sırrı hiç kimseye açma.
Ben sana yine de iltifat ederim” buyurdu.
Alî bin Ebî Tâlip şöyle rivâyet eder:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz; (Yâ Alî, Allahü teâlâdan, seni hilâfette öne alsın diye üç kere istedim. Allahü teâlâ kabûl etmedi, Ebû Bekr’i öne aldı) buyurdu.
.Ben şehâdet ederim ki!.."
21-01-2021 02:00 | Güncelleme : 17-07-2023 18:28
Efendimizin muhterem hanımlarından Hazreti Cüveyriyye’nin önceki ismi (Berr) idi. Benî Mustalak gazvesinde esîr alınmış, babası kaçarak canını zor kurtarmıştı.
Esîrler eshâba taksîm edildi.
Berr, Sâbit bin Kays'a düştü.
O da bunu satılığa çıkardı.
Babası Hâris, kızını almak için bir sürü deve getirdi.
Hele ikisi, cins deveydi.
Bu ikisine kıyamadı.
Ve bir yerde sakladı.
Efendimiz, kendisine;
"Falan yerde sakladığın o iki deveyi de getir!" buyurdular.
Hâris buna şaşırdı!
Zîrâ gizli saklamıştı.
Hayretler içinde kaldı.
Kalbi İslâma döndü.
Ve Efendimize hitâben; "Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka İlâh yoktur. Sen, Onun peygamberisin. Yemîn ederim ki bunu gizli saklamıştım ve Allah'tan başka kimse bilmiyordu" dedi.
Böylece îmân etti.
İki oğlu da îmân ettiler.
Resûlullah Efendimiz, develeri alıp, Hâris’e kızını geri verdi.
O an kıza da hidâyet yetişti.
Berr de Müslüman oldu.
O an yirmi yaşındaydı.
Efendimiz, onu babasından istedi.
Ve kendilerine nikâhladı.
Mehir, dört yüz dirhemdi.
Resûlullah Efendimiz, onunla evlendikten sonra “Berr” olan ismini "Cüveyriyye"ye çevirdi.
İslâm târihinde de bu isimle anılmaya başlandı.
.Onun gibi hayırlı kadın görmedim"
22-01-2021 02:00
Efendimiz, hazret-i Cüveyriyye'yi kendilerine nikâhlayınca, Eshâb-ı kirâm;
“Biz, Resûlullahın hanımının akrabâlarını hizmetçi olarak kullanmaktan hayâ ederiz" dediler.
Yüzlerce esîr vardı.
Hepsini serbest bıraktılar.
Âişe vâlidemiz;
"Ben, Cüveyriyye gibi hayırlı kadın görmedim. Mustalak oğullarından yüzlerce kişi, onun sâyesinde esîrlikten kurtuldu" demiştir.
● ● ●
Hazret-i Cüveyriyye, Resûlullahla birlikte muhtelif gazvelere de iştirak etmiştir.
O, izzet-i îmân sâhibiydi.
Metânetli bir hâtundu.
Çok ibâdet ederdi.
Çok da zikrederdi.
Resûl aleyhisselâm Onun yanına geldiklerinde, onu hep zikir yaparken bulurdu.
● ● ●
Kendisi şöyle anlatır:
Bir sabah mescitte idim.
İbâdetle meşgûldüm.
Resûlullah bana uğradı.
Ben, (Sübhânallah) diyordum.
Bu zikirle meşgul oluyordum.
Resûlullah bir ara dışarı çıktılar.
Öğle üzeri tekrar geldiler.
Beni aynı zikirde buldular.
Ve buyurdular ki:
“Sen hep böyle mi dersin?”
“Evet yâ Resûlallah” dedim.
Efendimiz gülümseyip;
“İstersen, sana bir duâ öğreteyim, onu da oku” buyurdular ve kısa bir duâ öğrettiler
.Ölürüm de dînimden dönmem!"
23-01-2021 02:00
Resûlullah Efendimizin mübârek hanımlarından hazreti Ümmü Habîbe önce Ubeydullah bin Cahş ile evlendi.
Sonra Habeşistan'a hicret ettiler.
Kocası, papazlara aldandı.
Ve mâlesef mürted oldu.
Ümmü Habîbe’ye;
"Sen de Hristiyân ol" dedi.
O ise kabul etmeyip;
“Ölürüm de Muhammed aleyhisselâmın dîninden dönmem!" dedi.
Kocası, onu boşayıp;
"Sürün de öl!" dedi.
Ama kendisi süründü.
Ve zelîl bir hâlde ölüp gitti.
Efendimiz, Ümmü Habîbe'nin dîninin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitti.
Hâliyle ona acıdı.
Habeşistan hükümdarı Necâşî'ye mektup yazıp; “Oradaki Ümmü Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap ve kendisini buraya gönder" diye ricâ etti.
Necâşî, Müslüman idi.
Bu mektûba çok kıymet verdi.
Kendi câriyesini gönderdi.
Ve Onu sarayına çağırdı.
Efendimizin mektûbunu aynen ona da okudu.
Ümmü Habîbe bu teklîfi seve seve kabul etti.
Ve bunu büyük bir şeref bildi.
Necâşî, nikâhlarını kıydı.
Sonra her yere haber saldı.
Cümle Müslümanları çağırdı.
Onlara ikrâmlarda bulundu.
Hazret-i Ümmü Habîbe, böylece îmânının mükâfâtına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu. (Devamı yarın)
."Bu ne büyük bir şeref"
24-01-2021 02:00
(Dünden devam)
Hazret-i Ümmü Habîbe Resûlullah Efendimizin nikâhı ile şereflendi.
Cennette kadınlar beylerinin yanında olacakları için, Cennetin en yüksek derecesiyle müjdelenmiş oldu.
Ayrıca bu hâdise, babası Ebû Süfyân'ın da Müslüman olmasını hazırlayan sebeplerden biri oldu.
Şöyle ki:
Mekkeli müşrikler Hudeybiye Antlaşmasını bozdular.
Sonra endîşeye kapıldılar.
Anlaşmayı yenilemek istediler.
Bu işi Ebû Süfyân yapacaktı.
Zîrâ müşriklerin reisi o idi.
Ebû Süfyân Mekke'den çıktı.
Nihâyet Medîne'ye ulaştı.
Ümmü Habîbe, onun kızı idi.
Doğruca kızının evine gitti.
Kapıyı çalıp içeri girdi.
Odada bir minder gördü.
Ve ona oturmak istedi.
Ancak o minder, Resûlullah Efendimizin minderiydi.
Her zaman ona otururlardı.
Onun için de kıymetliydi.
Ve çok mübârekti.
Ümmü Habîbe, babasına;
"Sen, Resûlullahın minderine oturmaya lâyık değilsin" dedi.
Ve oturmasına mâni oldu.
Ebû Süfyân çok şaşırdı buna.
Ne diyeceğini bilemedi.
Hiç böylesini beklemiyordu.
Kızının dînine bağlılığına ve Resûlullah Efendimize olan sevgi ve saygısına hayret etti.
Nihâyet Mekke'nin fethinde, o da Müslüman oldu.
.Onu çok mu seviyorsun?"
25-01-2021 02:00
Sevgili Peygamberimiz, bir gün evine geldiğinde, hazret-i Muâviye’yi, kız kardeşi Ümmü Habîbe vâlidemizin kucağına başını koymuş hâlde gördü.
Onlara sevgiyle baktı.
Ve Ümmü Habîbe'ye;
"Sen kardeşin Muâviyeyi çok mu seviyorsun?" dedi.
O da cevâben:
"Evet yâ Resûlallah” dedi.
Efendimiz de ona;
"Onu, Allah ve Resûlü de çok seviyor" buyurdu.
● ● ●
Hazret-i Ümmü Habîbe hastalandı.
Hazret-i Âişe’yi çağırdı.
Gelince, onu karşıladı.
Yer gösterip onu oturttu.
Ve kendisine dedi ki:
“İkimiz arasında münâsebet vardı.
Bilmeden, seni incitmiş olabilirim.
Böyle bir şey varsa, ne olur affet."
Helâllık diledi.
Ve duâsını istedi.
Hazret-i Âişe de;
“Sen, beni hiç incitmedin ve hep memnûn ettin. Hak teâlâ da seni memnûn kılsın" buyurdu.
● ● ●
Babası Ebû Süfyân vefât ettikten birkaç gün sonra, Ümmü Habîbe vâlidemizi gördüler.
Koku sürünmüştü
Ve güzel elbise giymişti.
Onlara hitâben;
"Bir kadına, üç günden fazla mâtem tutmak câiz değildir. Ancak kocası için bu müddet dört ay on gündür" hadîs-i şerîfini nakletti.
.Olur, ama bir şartla!"
26-01-2021 02:00
Sultân Dördüncü Murad Hân, Bağdat Seferine gidiyordu.
Derken bir mevkîye geldiler.
Orada mola verdiler.
Sultan, bir şeyi hâtırladı.
Ve yanındakilere:
"Bu yörede Cabbar Dede diye meşhur bir zât olduğunu işitiriz. Çağırın da kendisiyle görüşelim" diye emretti.
Görevliler;
"Peki efendim" dediler.
Ve gidip çağırdılar.
Cabbar Dede, atına bindi.
Ve Sultân'ın huzûruna geldi.
Ancak Cabbar Dede'nin atı ve kamçısı, görevlilerin dikkatini çekmişti.
Zîrâ atı, bir kaplan idi!
Kamçısı da bir yılan!..
Murad Hân, Cabbar Dede'ye;
"Efendi hazretleri, Bağdat'ın fethi bize nasip olur mu?" diye sordu.
Cabbar Dede:
"Olur ama bir şartla" dedi.
Murat Hân sevindi:
Ve sordu hemen:
"O şart nedir hocam?"
Cabbar Dede;
"Pâdişâhım, Havrâniye köyünde Genç Osmân isminde bir delikanlı vardır. Onu da götürürsen, Bağdat fethedilir" buyurdu.
Sultân Murad Hân:
"Emriniz olur" dedi.
Genç Osmân'ı buldu.
Onu da yanına aldı.
Ve Cabbar Dede'nin emri üzere Bağdat Seferine onu da götürdü. Böylece Bağdat fetholundu..
.Gidin, onu getirin!.."
27-01-2021 02:00
Cabbar Dede’yi çekemeyen kimseler; "Cabbar Dede'nin koyunları ekinlerimize zarar veriyor" diye, karakol kumandanına şikâyet ettiler.
Kumandan emretti:
"Gidin, onu getirin!"
Zaptiyeler, Cabbar Dede'nin dergâhına varıp, kendisini kumandana götüreceklerini bildirdiler.
Cabbar Dede dedi ki:
“Siz gidin ben de geliyorum."
Zaptiyeler ayrıldı.
O, Ceyhun Irmağı'na gitti.
Seccâdesini suya yaydı.
Kendi de üzerine oturup, onlardan evvel karakola vardı.
Zaptiyeler şaşırdılar.
Kumandan bu zâtı sevdi.
Ve kendisine;
"Köylüler senden şikâyetçi. Koyunların köylünün ekinlerini yiyip onlara zarar veriyormuş, aslı var mı?" diye sordu.
O da cevâben:
"İki asker gönder, koyunlarımı onların ekin tarlasına sürsünler. Eğer o ekinleri yerlerse, suçlu olduğumu kabul edeceğim" dedi.
Kumandan "Pekâlâ" dedi.
Ve iki zaptiyeyi gövevlendirdi.
Zaptiyeler gittiler.
Cabbar Dede'nin koyunlarını alıp, köylülerin tarlalarına sürdüler. Gördüler ki bir tek koyun bile, gayrinin tarlasından yemiyor!..
Gelip vaziyeti anlattılar.
Kumandan, Cabbar Dede'nin iftirâya uğradığına hükmedip, o köylüleri azarladı!
."Sen, bu işe karışma!.."
28-01-2021 02:00
Beyzâde Efendi bir gün oğlunu yanına alıp çıktı evden.
Bir fakîr gördü.
Ve oğluna dönüp;
“Buna bir kuruş ver" dedi.
O da verdi.
Bir fakîr daha gördü.
"Buna yarım kuruş ver" dedi.
Oğlu da verdi.
Derken bir genç gördü.
Oğluna dönüp;
“Buna yirmi kuruş ver" dedi.
Oğlu içinden dedi ki:
"Babamı da anlamak zor.
Sakata, köre yarım kuruş.
Sağlam birine yirmi kuruş!"
Babası bunu anladı.
Ve oğluna dönüp;
"Sen, bu işlere karışma oğlum. O fakîrler kendileri için aldılar. Bu genç ise bizden aldığını fakîrlere dağıtacak" dedi.
● ● ●
Bu zât, umreye niyet etmişti.
Ama hanımı hâmileydi.
Bir gün beyine;
"Efendi, şu et kızartılan eve git de, benim için bir parça isteyiver" dedi.
O da, "Pekâlâ" dedi.
Ve o eve gidip bunu söyledi.
Ancak kadıncağız;
"Bu et size câiz değil" dedi.
"Niçin?" diye sorunca;
“Biz üç gündür açız. Çocukların ağlamasına dayanamayınca dışarı çıktım. Sokakta ölmüş bir köpek gördüm. Bir parça kesip eve getirdim. Onu kızartıyorum” dedi.
Beyzâde Efendi onu dinledi.
Umre için ayırdığı parayı bu kadına verip, çok duâsını aldı...
.Senin de ağzın eğilmiş!.."
29-01-2021 02:00
Seyyid Burhâneddîn hazretleri, bir gün çarşıda giderken kaftanının eteği bir tarafa hafif eğilmişti.
Bir genç bunu gördü.
Ve alay maksadıyla;
"Hey derviş! Bu ne biçim kaftandır?" dedi.
Büyük zât sordu:
"Ne olmuş kaftanıma?"
Genç, yılışık bir tavırla;
“Bir tarafa eğrilmiş" dedi.
Mübârek zât üzüldü.
Maksadını anlamıştı gencin.
Ona buyurdu ki:
"Senin de ağzın eğilmiş!"
O anda eğildi gencin ağzı.
Genç hatâsını anlamıştı.
Yanına yaklaşıp:
"Özür dilerim efendim, ne olur beni affedin" dedi.
Mübârek zât onu affetti.
Gencin de ağzı düzeldi...
● ● ●
Bir gün gusül abdesti aldı.
Ve hizmetçisine;
"Ecelim yaklaştı, benim için ocağa su koy. Su ısınınca dışarı çık ve (Seyyid Burhâneddîn vefât etti) diye seslen" buyurdu.
Ve içeri girdi.
İki rekât namaz kılıp:
"Yâ Rabbî, bana verdiğin emâneti şimdi geri alacaksın. Beni sabredenlerden eyle" diye duâ etti.
Bir nefes aldı.
Ve son olarak:
"Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum. Beni bu sevgime bağışla" dedi.
Kelime-i şehâdeti söyledi.
Ve rûhunu teslîm etti.
.Resulullah Efendimiz çok mütevâzıydı
30-01-2021 02:00
Sevgili Peygamberimiz mütevâzıydı.
Hizmetçisiyle oturup yemek yerdi.
Pazardan öteberi alıp, torba içinde evine kendi taşırdı.
Kimseye taşıttırmazdı.
Hayvanına ot verirdi.
Devesini bağlardı.
Koyununu sağardı.
Evini süpürürdü.
Onun nazarında, efendinin köleye, beyazın da siyaha bir üstünlüğü yoktu.
Kim dâvet etse kabul edip giderdi.
Önüne konan şey az da olsa, basit ve aşağı görmezdi.
Güler yüzlü idi.
Söylerken gülmezdi.
Üzüntülü görünürdü.
Ama çatık kaşlı değildi.
Heybetliydi!
Ama kaba değildi.
Cömertti.
Ama isrâf etmezdi.
Mübârek başı önüne az eğikti.
● ● ●
Enes bir Mâlik hazretleri anlatıyor:
-Resûlullaha on sene hizmet ettim.
Bana bir defâ (üf) demedi.
“Bunu niçin yapmadın?” buyurmadı.
Bir gün beni bir yere gönderdi.
“Vallâhi gitmem!” dedim.
Ama gidecektim.
Nitekim hemen çıktım.
Çocuklar sokakta oynuyordu.
Bir ara arkama baktım.
Resûlullahı gördüm.
Tebessüm ediyordu.
“Yâ Enes, dediğim yere gittin mi?” diye seslendiler.
Cevap verip;
“Evet yâ Resûlallah, canım sana fedâ olsun” dedim.
.Şâhidiniz var mı?"
31-01-2021 02:00
Bir gün Efendimizin yanına, develi bir köylü geldi.
Ardından bir grup sökün etti.
O köylüyü gösterip dediler ki:
“Yâ Resûlallah bu adam hırsız.
Maalesef bizim devemizi çalmış.
Devemizi ondan al ve bize ver!”
Efendimiz sordu:
“Şâhidiniz var mı peki?”
“Evet, var” dediler.
Ve birilerini gösterdiler.
Efendimiz o köylüye döndü.
Ve ona buyurdu ki:
“Bunlar, sana hırsız diyorlar.
Doğruysa develerini geri ver.
Değilse, kendini müdâfaa et!”
O ara, deve dile geldi.
Ve Efendimize;
“Yâ Resûlallah izin verin.
Ben cevap vereyim” dedi.
Efendimiz:
“Peki söyle” buyurdular.
Deve, o köylüyü gösterip;
“Ben, bu zâtın yanında dünyâya geldim yâ Resûlallah. Beni büyüten, budur. Öbürleri iftirâ ediyorlar!” dedi.
Efendimiz, köylüye:
“Sen haklı çıktın. Lâkin az önce bir şeyler mırıldanıyordun, ne diyordun?” diye sordular.
“Duâ ediyordum” dedi.
“Ne duâ ediyordun?”
“Yâ Rabbî, suçsuz olduğumu yalnız sen biliyorsun. Habîbinin hürmetine bana yardım et” diyordum dedi.
Efendimiz sevindi.
Ve öbürlerine dönüp:
“Dâvânız boş çıktı” buyurdular.
İftirâcılar fenâ hâlde utandılar.
Ve hemen orayı terk ettiler...
."Kime kulluk edersin?"
01-02-2021 02:00
Bir gün Peygamber Efendimizin yanına bir köylü geldi.
Elinde bir kertenkele vardı.
Onu Efendimize gösterip;
“Şu canlı seni tasdîk ederse, ben de tasdîk ederim” dedi.
Efendimiz sordu o hayvana:
“Senin Rabbin kimdir?
Kime kulluk edersin?”
Kertenkele dedi ki:
“Rabbim Allahü teâlâdır.
Sırf O’na kulluk ederim.”
Tekrar sordular:
“Peki, ben kimim?”
Kertenkele dedi ki:
“Sen, Allah’ın kulu ve Resûlüsün.
Kâinâtta, senden şereflisi yoktur.”
Köylü gayriihtiyârî diz çöktü.
Kelime-i şehâdeti söyledi.
Ve Müslüman oldu...
● ● ●
Sevgili Peygamberimiz, bir gün Enes bin Mâlik için; “Yâ Rabbî bunun malını evlâdını çoğalt, ömrünü uzun et, günahlarını affeyle” diye duâ buyurdu.
Bu duâsı kabûl oldu.
Ve Enes, gitgide zenginleşti.
Taşı tutsa “altın” oluyordu.
Mal, mülk, servet.
Ağaçlar, bağlar, bahçeler.
Yüz çocuğu oldu.
Yaşı da yüzü geçti.
Bir gün ellerini açıp;
“Yâ Rabbî, Habîbinin, hakkımda ettiği üç duânın ikisi kabul oldu. Üçüncüsü ne olacak?” diye niyâz etti.
O an bir ses duydu:
Gâipten geliyordu.
“Üzülme yâ Enes! Allahü teâlâ senin bütün günahlarını affetti” diyordu.
."Ehlini kime ısmarladın?"
02-02-2021 02:00
Resûlullah Efendimiz anlatıyor:
Beni, mîrâca götürdüler.
Rabbimin huzûrunda durdum.
Bana sordu ki:
“Ehlini kime ısmarladın?”
“Ebû Bekr-i Sıddîka” dedim.
Hak teâlâ hazretleri;
“O, benim kullarımın, senden sonra en sevgilisidir. Benden ona selâm götür” buyurdu.
● ● ●
Yine Resûl-i Ekrem anlatır:
Bir gün Cebrâil bana geldi.
Ve şöyle anlattı:
Allahü teâlâ, yetmiş dünyâ büyüklüğünde bir âlem halk etmiştir.
Orası, Arş’tan iğne atsan zemîne düşmeyecek şekilde meleklerle doludur.
Durmazlar ve dinlenmezler.
Allahü teâlâyı tesbîh ederler.
Sevâbını, Ebû Bekr-i Sıddîkı sevenlere bağışlarlar.
● ● ●
Enes bin Mâlik ve Alî bin Ebî Tâlip şöyle rivâyet ederler:
Allahü teâlâdan herhangi isteği olan, seher vakti kalksın.
Önce bir abdest alsın.
İki rekât namaz kılsın.
Her rekâtında, bir Fâtiha
Üç de İhlâsı şerîf okusun.
Ve selâm versin.
Sonra secdeye varsın.
Secde hâlinde;
“Yâ Rabbî, şu şu isteklerimi, Ebû Bekr-i Sıddîk’ın hürmetine yerine getir” desin.
Böyle duâ etsin.
Hak teâlâ, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’ın hatır ve hürmetine o kimsenin o isteğini verir.
."Yâ Ömer! Eve ne bıraktın?"
03-02-2021 02:00
Tebük Harbine gidileceği vakit Eshâb-ı kirâm maddî bakımdan hayli sıkıntıdaydı.
Bırakın silâhı ve bineği.
Ayakkabısı olmayanlar vardı.
Resûlullah buyurdu ki:
“Herkes, gücü nisbetinde bir yardımda bulunsun!”
Kimi altın, gümüş getirdi.
Kimi kılıç, kimi deve.
Kimi de bir avuç hurma.
Efendimiz, bu hurmaya kıymet vermiş ve onu bütün hediyelerin en üstüne koydurmuştu.
Hazret-i Ömer'in malı çoktu.
Kalbinden;
“Bu defâ sadakada Ebû Bekr'i geçebilirim" diye düşündü.
Ve malının yarısını getirdi.
Efendimize teslîm etti.
Resûlullah sordu ona:
“Yâ Ömer, eve ne bıraktın?”
Cevâben dedi ki:
“Bu kadar da evde var yâ Resûlallah.”
Az zaman geçti.
Hazret-i Ebû Bekir geldi.
Bütün malını getirmişti.
Efendimiz, ona da sordu:
“Yâ Ebâ Bekr, eve ne bıraktın?”
Cevâbında;
“Allah ve Resûlünün sevgisini bıraktım yâ Resûlallah!” dedi.
Efendimiz onlara bakıp:
“Aranızdaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır” buyurdular.
Hazret-i Ömer der ki:
“Ebû Bekir her işte benden ileriydi.
Şimdi Onu geçmeyi ümit etmiştim.
Ama yanılmışım.
Onu, hiçbir hususta geçemeyeceğimi çok iyi anladım...”
.Üzülme yâ Resûlallah!"
04-02-2021 02:00
Bedir Harbi’nde sahâbîler savaş için saf tutmuştu.
Efendimiz, karşılarında bine yakın kâfir ordusunu gördü.
Müslümanlar ise azdı.
Üç yüz sekiz kişiydiler.
Secdeye kapandı.
Ve secde hâlinde:
“Yâ Rabbî, vâdettiğin zaferi ihsân et. Şu mağrûr, kibirli kâfirleri perîşân eyle” diye duâ etti.
Allah’a yalvardı.
Bir çadırda idiler.
Hazret-i Ebû Bekir yanındaydı.
O, bu içli yakarışı işitti.
Ve üzüldüğünü anladı!
Ona sevgisinden:
“Yâ Resûlallah, kendini bu kadar yorma. O, mutlaka vâdinde duracak ve sana zafer verecektir” dedi.
Onu teselli etti.
Efendimiz rahatladı.
Hazret-i Sıddîk sözünü bitirdi.
Cibrîl aleyhisselâm, oraya geldi.
Hem de beş bin melekle.
Resûlullaha selâm verdi.
Efendimiz secdedeydi.
Başını secdeden kaldırdı.
Ve selâmını aldı.
Hazret-i Cibrîl:
“Üzülme yâ Resûlallah, müsterih ol. Ebû Bekir’in sözü üzerine Hak teâlâ, bizi sana yardıma gönderdi” dedi.
Ona bu müjdeyi verdi.
Efendimiz sevindiler.
Gül yüzünde güller açtı.
Hazret-i Cibrîl dedi ki:
“Biz beş bin silâhlı melekleriz.
Bu dîni korumaya, kâfi geliriz.”
.Eyvâh, ben ne yaptım!.."
05-02-2021 02:00
Halîfe Hazret-i Ömer, bir gün yeni ve temiz bir elbise giyerek çıktı evinden.
Câmiye gidiyordu.
Ama gidemedi.
Zîrâ Hazreti Abbâs'ın evi önünden geçerken yağmur oluğundan kanlı su döküldü üzerine.
Hazret-i Abbâs evin damında idi.
Yaralı bir kedi yavrusunu yıkamış.
Kanlı suyunu vermişti o oluğa.
Halîfe emir verip kaldırttı o oluğu oradan
Halîfe, evine geri gitti.
Üstünü değiştirdi.
Aynı yere gelip seslendi:
"Yâ Abbâs!"
"Buyur yâ Ömer!"
"O oluğu kaldırttığım için özür dilerim. Başkasına da bir zarar vermesin diye öyle yaptım, beni mâzur gör" dedi.
Hazret-i Abbâs;
"Yâ Ömer, o yağmur oluğunu oraya kimin koyduğunu biliyor musun?" dedi.
"Hayır bilmiyorum."
Dedi ki:
"Onu oraya, Efendimiz koydu.
Hem de kendi mübârek eliyle!”
Hazret-i Ömer titredi!
Ne diyeceğini bilemedi.
"Eyvâh ben ne yaptım?" dedi.
Başladı ağlamaya!
Bin pişmândı yaptığına.
Hemen dedi ki:
"Yâ Abbâs! Gel, sırtıma bas.
O oluğu eski yerine koyuver!"
Hazret-i Abbâs:
"Peki olur" dedi.
Ve Halîfenin sırtına bastı.
O oluğu eski yerine koydu.
Ooh, elhamdülillah!
Halîfe rahatlamıştı...
.Resûl’ün yolundan ayrılma!
06-02-2021 02:00
Halîfe Hazret-i Ömer bir gün Selmân-ı Fârisî’ye; "Seni, İrân'a vâli tâyin ettim. Hemen git, vazîfeye başla. Ama Resûl-i ekremin yolundan ayrılma!" dedi.
O da “Başüstüne” dedi.
Ve vazîfeye başladı.
Ama bir ara ağrı sardı vücudunu.
Tabip, "Şam kilimi" tavsiye etti.
O da bir tâne alıp serdi evine.
Fakat bir dedikodu çıktı.
Halîfeye şikâyet ettiler.
Halîfe çağırdı kendisini.
Maksadı, hakîkati öğrenmekti.
Selmân-ı Fârisî hazretleri doğruca Medîne'ye, halîfeye geldi.
Ve huzûruna çıktı:
"Beni emretmişsin."
"Yâ Selmân senden şikâyet var
Nedir o Şam kilimi meselesi?”
O, cevâben dedi ki:
"Vücûdumu, bir (ağrı) sarmıştı.
Doktor “Şam kilimi kullan” dedi.
Ben o kilimi bunun için serdim."
Halîfe dinleyip:
"Peki yâ Selmân, sen de benim bir kusûrumu biliyorsan söyleyiver" dedi.
O, “Estağfirullah" dedi.
Ve ardından:
"Emriniz üzerine arz edeyim ki, zât-ı âlinizin de (iki kat) elbisesi varmış. Hâlbuki Resûlullahın (tek) elbisesi olduğu sizce de mâlumdur" dedi.
Halîfe de:
"Evet yâ Selmân, doğru dersin.
Vaktiyle benim iki elbisem vardı.
Birini, bir garip muhtâca verdim.
Ve (Yâ Rabbî, beni Resûlullahın yolundan ayırma) diye duâ ediyorum” buyurdu.
.Halîfe’nin heybetinden korktu
07-02-2021 02:00
Hazret-i Ömer halîfe iken bir melik ona elçi göndermişti.
Elçi, Medîne'ye geldi.
Etrâfı şöyle bir gezdi.
Ve sordu birine:
"Halîfe'nizin sarayı nerededir?"
O kimse:
"Onun sarayı yoktur" dedi.
"Peki nerede bulurum kendisini?"
"Şu saatte âsâyiş temîni için sahrâya çıkmıştır."
"Pekâlâ, kendisi yalnız mıdır?
Bekçisi koruması yok mudur?"
"Hayır yoktur öyle şeyler."
Elçi, hayretler içindeydi!
Onu bulmak için çıktı sahrâya.
Cihânın titrediği Hazret-i Ömer, kuru toprak üstünde uyuyordu bir kenarda.
Elçi, Halîfe'yi gördü.
Ve heybetinden korktu!
Kendi kendine:
"Halîfe, bu olsa gerek" dedi.
Hemen içinden:
"Şarkta ve garpta, bütün insanlar bu zâttan korkuyorlar. Şunu şuracıkta öldüreyim de, bütün dünyâ rahata kavuşsun" dedi.
Ve sessizce yaklaştı.
Kılıcını tutup kaldırdı.
Tam Ona vuracaktı ki.
Yerden koca bir aslan çıktı.
Ve saldırdı elçinin üzerine.
Adam ne yapacağını şaşırdı!
Korkup geri çekildi!
Hattâ kılıcı düştü elinden.
O anda kalbi değişti.
Gördüğü bu fevkalâde şeylerden çok duygulandı!
"Şehâdeti" söyledi.
Ve Müslüman oldu...
.Dolunay odasına girmişti!..
08-02-2021 02:00
Efendimizin hanımlarından Hazret-i Safiyye, îmân etmeden önce biriyle nişanlanmıştı.
Sonra bundan ayrıldı.
Başkasıyla evlendi.
Bu kişi, Hayber'in en meşhur kalesinin kumandanı ve çok zengin olan Kinâne bin Hakîk idi.
Safiyye bir gece yattı.
Ve bir rüyâ gördü.
Dolunayı görmüştü rüyâsında.
Dolunay gökten yere indi.
Ve onun odasına girdi.
Derken sabah oldu.
Bu rüyâyı anlattı kocasına.
Kinâne sinirlenip;
“Öyleyse sen, Hicaz Meliki Muhammed'i istiyorsun!" dedi.
Yüzüne bir tokat attı!
Ve gözünü morarttı.
Yıllar sonra, Müslümanlar Hayber'i fethedince, Hazret-i Safiyye'nin babası ve kocası öldürüldü.
Kendisi de esîr edildi.
Eshab, esîrleri bölüştüler.
Safiyye, Efendimize düştü.
Efendimiz de onu aldı.
Ve derhâl âzât eyledi.
Îmân edince de nikâhına aldı.
Ve “Hazret-i Safiyye” oldu
Düğünleri yapıldı.
Kavun ve hurma ikrâm edildi.
Efendimiz, gözündeki morartıyı görünce sordu:
"Bu iz nedir yâ Safiyye?”
O da, hâdiseyi anlattı.
Efendimiz çok üzüldüler.
Hazret-i Safiyye, İslâmiyetle şereflenince çok samîmî bir Müslüman oldu...
.Resûlullaha fedâ olsun!"
09-02-2021 02:00
Sevgili Peygamberimizin muhterem hanımlarından Hazret-i Meymûne önce biriyle evliydi.
Sonra ondan ayrıldı.
Başkasıyla evlendi.
Bu da vefât edince dul kaldı.
Hazret-i Abbâs üzüldü.
Ve Efendimize gelip;
"Yâ Resûlallah! Meymûne binti Hâris dul kaldı. Onu hanımlığa alsanız olmaz mı?" diye arz etti.
Peygamberimiz de;
"Olur" buyurdular.
Ve dünür gönderdiler.
Hazret-i Meymûne, Resûlullahın kendisine tâlip olduğu haberini aldığında deve üzerindeydi.
Bu habere çok sevindi.
Hattâ sevincinden:
"Deve de, üzerindeki de Resûlullaha fedâ olsun!" dedi.
Ve Ümmül Fadl'ı çağırıp:
“Gereğini yap!” dedi.
Ümmül Fadl, ablasıydı.
O da bu işi, kocasına bıraktı.
Yâni Hazret-i Abbâs'a.
Hazret-i Abbâs, Hazret-i Meymûne'nin nikâhlanmasında Efendimizin vekîli oldu.
Resûlullah umreyi yaptı.
Ve Medîne'ye döndü.
Hazret-i Abbâs, Efendimizden dört yüz dirhem mehir alarak Hazret-i Meymûne'yi kendilerine nikâhladı.
Düğünleri oldu.
İkrâmlar yapıldı.
Hazret-i Meymûne, Resûlullahın son hanımı oldu. Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmediler...
.Gözlerimiz ağlar, kalbimiz sızlar!"
10-02-2021 02:00
Efendimizin, Hazret-i Mâriye'den İbrâhim adında bir oğlu dünyâya geldi.
Ve bir sütanneye verildi.
Bir gün oğlunu görmeye gitti.
Ama çocuk ağır hastaydı.
Hattâ ölmek üzereydi.
Onu kucağına aldı.
Ve bağrına bastı.
Saçlarını okşadı.
Sevdi, öptü, vefât edince de;
"Yâ İbrâhim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor! Fakat Rabbimizi gücendirecek bir söz söylemeyiz" buyurdu.
Mübârek gözleri doldu.
Damla damla yaş aktı.
Abdurrahmân bin Avf;
“Yâ Resûlallah! Siz de mi ağlıyorsunuz?" dedi.
Resûl aleyhisselâm:
"Ben sizi ağlamaktan menetmem. Çünkü o, insanın irâdesinde değildir. Ama sesli ağlamaktan ve feryât etmekten menederim!" buyurdu.
Daha sonra kalktı.
Namazını kıldırdı.
Ve kabrine defnetti.
Kabrinin üzerine su döktü.
Baş tarafına büyükçe bir taş koydu.
Bu ikisi Efendimizin sünnetidir.
O gün güneş tutuldu.
Bâzıları bunu, Efendimizin oğlu İbrâhim'in ölümüne yordular.
Ama Efendimiz:
"Ay ve güneş, Allahın âyetlerinden ikisidir. Kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar" buyurdular.
.Savaş esirleri arasındaydı!..
11-02-2021 02:00
Hazret-i Reyhâne (radıyallahü anhâ) Efendimizin câriyesiyken Müslüman olan hanımlarındandır.
Efendimiz, Hendek Savaşı'ndan sonra Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin üzerine yürüdü.
Kale muhâsara edildi.
Ardından da fethedildi.
Ve çok ganimetler alındı.
Malları, mülkleri.
Çocukları, kadınları.
Bunlar, askere taksîm olundu.
Hazret-i Reyhâne esirler arasındaydı.
Ganîmetler dağıtıldı.
Malların taksîmi bitti.
Sıra esîrlere geldi.
Hazret-i Reyhâne, Efendimizin hissesine düştü.
Efendimiz onu, kendi dîninde kalmak ve Müslüman olmak husûsunda cebretmedi.
Serbest bıraktılar.
O da düşündü.
Ve Efendimize:
"Kendi dînimde kalmak istiyorum" dedi.
Efendimiz, bu davranışıyla, İslâmiyette zorlama yoktur hükmünü bizzât tatbîk etmişlerdir.
Sonra Hazret-i Reyhâne'ye;
“Sen, Allahın ve Resûlünün yolunu tutmak ister misin? Ben, böyle münâsip görüyorum" buyurdular.
Hazret-i Reyhâne:
"Evet, isterim" dedi.
Efendimiz sevindiler.
Ve onu âzât ettiler.
Ardından kendileri bizzât mehir vererek nikâhlarına aldılar...
.Bu saat çalışıyor mu?"
12-02-2021 02:00
Tokat evliyâsından Alî Osmân Efendi saatçilik yapıyordu. Bir gün Eksel şeyhi Behrullah Efendi'nin saati bozuldu.
Bir talebeyi çağırıp:
"Bunu tâmir ettir" dedi.
Talebe:
"Başüstüne" dedi.
Ve Alî Osmân Efendi'ye gitti.
Durumu söyleyip:
"Şu saati tâmir eder misin?" dedi.
Alî Osmân Efendi:
"Memnûniyetle" dedi.
Ve Behrullah Efendi'ye gitti.
Saati tâmir edip duvara astı.
Büyük zât sordu:
"Şimdi çalışıyor mu?"
"Evet çalışıyor efendim.”
"Eline sağlık" dedi.
Ve dönüp saate bir defâ baktı.
Saat birden durdu.
Alî Osmân Efendi indirdi saati.
Tekrar tâmir edip duvara astı.
Behrullah Efendi döndü.
Saate şöyle bir baktı.
Saat yine durdu.
Tekrar tâmir edip duvara astı.
Behrullah Efendi yine bir baktı.
Saat yine durdu.
Alî Osmân Efendi içinden;
"Bu zât evliyâ. Ben, şu anda bozuk kalbimi tâmir edecek bir kalp ustasının huzûrundayım" dedi.
Kalkıp elini öptü.
Ve talebesi oldu.
Arapça, Farsça ve kalp ilimleri de dâhil bütün ilimleri Behrullah Efendiden öğrendi.
Behrullah Efendi;
"Bende ne varsa Alî Osmân Efendi aldı götürdü" demiştir...
."O da insan, biz de!.."
13-02-2021 02:00
Alî Osmân Efendi rahmetullahi aleyh, insanlara doğru yolu anlatmak için köy köy dolaşırdı.
Bir gün de Ladik'e gidiyordu.
Yanında bir de talebesi vardı.
Ama ihlâsı azdı.
Şeytan, kalbine vesvese verdi.
Ve hocası hakkında:
“Ne yâni, o da insan, biz de” dedi.
Böyle düşündü kalbinden.
Orası ormanlık bir yerdi.
Âniden bir kurt çıktı ortaya.
Bu zâta doğru geldi.
Tam önünde durdu.
Ve iki ön ayaklarını havaya kaldırıp, arka iki ayağı üzerinde saygılı bir şekilde oturdu.
Hocası o gence dönüp;
"Dağdaki hayvanlar anladı da, bâzıları hâlâ anlayamadı" buyurdu.
Talebe utandı hâliyle
Çok da mahçup oldu!
Hemen tövbe istiğfâr etti...
● ● ●
Dînî vecîbeleri yerine getirmenin yasak olduğu bir dönemdi.
Alî Osmân Efendi, Gümüşçakır köyünde sohbet ediyordu.
Jandarma bunu öğrendi.
Ve acele o köye geldi.
Bu büyük zâtı tutukladılar.
Samsun cezâevine götürdüler.
Ve bir hücreye koydular.
Hücrede namaz kılıyordu.
Bunu öğrenip, su vermediler.
Hani abdest alamasın diye.
Mahkemede savcı, bu mübârek zâta akla gelmedik hakâretlerde bulundu.
Mübârek zât dayanamadı.
Ertesi gün kalpten vefât etti...
.Tutun, yakalayın! Gidiyor!.."
14-02-2021 02:00
Tokat evliyâsından Alî Osmân Efendi Erbaa zelzelesi olmamıştı ki, bir gün evden çıktı.
Atına bindi.
Ve Erbaa'dan ayrıldı.
Deli Mehmet diye biri vardı.
Bu zâtın arkasından;
"Tutun, yakalayın. Erbaa zelzelesini mühürledi, gidiyor!" diye bağırdı.
Bu kişi, (deli) diye bilinirdi.
Zîrâ meczup bir hâli vardı.
Onun için onu kâle almadılar.
Ama, bir müddet geçti.
Erbaa'da büyük bir zelzele oldu.
Bu zelzelede Alî Osmân Efendi’nin on dört yaşındaki bir kızı da hayâtını kaybetti.
Bir müddet daha geçti.
Bu zât Erbaa’ya döndü.
Kızının öldüğü söylenince;
"Daha büyük belâ gelmemesi için evlâdımızı kurban verdik. Halk, Deli Mehmet'in sözlerine inanmadı" buyurdu.
Çok da talebeleri vardı.
Onlara nasîhat ederdi.
En fazla da;
"Münâkaşa etmeyin, söz dinleyin. Kim söz dinlerse, o benim öz oğlumdur. Birbirinizi severseniz, beni sevmiş olursunuz" derdi.
Bir gün de sordular:
“Tevekkül nedir efendim?”
Cevâbında;
“İnsanlara güvenmemektir. Müslüman, sâdece Allah’a güvenir ve her ihtiyâcını Ondan ister. Kendi gibi âciz kullardan bir şey beklemez” buyurdu.
."Seni, benden kim kurtarır?"
15-02-2021 02:00
İslâm’ın ilk günlerinde, îmân edenler pek az idi.
Müşrikler Resûlullah Efendimizi öldürmek için fırsat kolluyorlardı...
Bir gün Efendimiz, bir ağacın altında yatıyordu.
Müşriklerden biri onu gördü.
Güçlü kuvvetli bir pehlivandı.
Efendimize de düşmandı.
O anda içinden:
“Bu fırsat kaçmaz!” dedi
Ve sessizce yaklaştı.
Kılıcını kaldırıp haykırdı:
“Seni, benden kim kurtarır?”
Efendimiz sâkindi.
Soğukkanlılıkla dedi ki:
“Beni Rabbim kurtarır!”
Müşrik, kılıcını savuracaktı ki.
Göğsüne bir darbe gelip yıkıldı!
Elindeki kılıcı öteye fırladı.
Vuran, Cebrâil aleyhisselâmdı.
Efendimiz kalktılar.
O kılıcı yerden aldılar.
Ve onun boğazına dayayıp;
“Seni benden kim kurtarır?” buyurdular.
Müşrik çâresizdi.
Yalvaran gözlerle bakıp:
“Ancak sen kurtarırsın. Ben ettim, sen etme!” dedi.
Kâinatın Sutânı acıdı yine.
Kılıcını indirdi.
Ve buyurdu ki:
“Haydi kalk, serbestsin!”
Müşrik yerden kalktı.
Ama çok duygulandı!
Birden kalbi değişti.
Düşmanken dost oldu.
Efendimize inandı.
Kelime-i şehâdeti söyleyip Müslüman oldu...
.Ben yeni îmân ettim!"
16-02-2021 02:00
Bir gün Âmir ve Erbed adında iki müşrik, anlaşıp Medîne’ye geldiler gizlice.
Bir gâyeleri vardı.
Efendimizi öldürmek.
Oturup bir plân yaptılar.
Şöyle ki, Âmir Resûlullahın önüne gelip îmân ettiğini söyleyecek ve bâzı şeyler sorarak Onu oyalayacak, öbürü arkadan kılıç vuracaktı.
Yapabilirse tabii.
Derken Efendimizi gördüler.
Ve plânı tatbîke koyuldular.
Âmir sahte bir edeple yaklaşıp:
“Ben yeni îmân ettim” dedi.
Ve bir şeyler sormaya başladı.
Erbed de arkadan geldi.
Ve sessizce yaklaştı.
Kılıcını kaldırdı.
Ama öylece kalakaldı.
Bir türlü vuramıyordu.
Âmir, göz kaş işâretleri yapıyor, “haydi, ne duruyorsun, vursana!" demek istiyordu.
Ama o yine vurmuyordu.
Sonra ayrılıp ötede birleştiler.
Âmir arkadaşına;
“Ne konuşmuştuk, niye vurmadın?” diye çıkıştı!
Erbed, öfke ile;
“Vuramadım, çünkü ne zaman vurmaya niyetlendiysem Onun yerinde seni görüyordum. Vursaydım seni öldürecektim!” dedi.
İkisi de şaşkındı!
Birbirlerine baktılar.
Bir mâna veremediler.
Evet, mûcizeyi gördüler.
Ama îmân etmediler.
Zîrâ bu, nasip meselesiydi...
.Kuş ve ayakkabı...
17-02-2021 02:00
Sevgili Peygamberimiz, bir gün sahrâda bâzı sahâbîlerle bir arada iken abdest alacaklardı.
Ayakkabılarını çıkardılar.
Bir kenara koydular.
Sonra abdest aldılar.
Buraya kadar tamam.
Ancak abdest alıp, tam ayakkabılarını giyeceklerdi ki, bir kuş, yukarıdan ânî bir iniş yaptı.
Ayakkabının birini kaptı.
Ve hızla havalandı.
Eshâb bunu gördüler.
Ama bir mânâ veremediler.
Çok da merak etmişlerdi.
Resûl-i Ekrem de merak edip, kuşun peşinden bakıyordu ki, ayakkabının içinden bir yılanın yere düştüğünü gördüler!
Kuş, vazîfesini yapmıştı.
Ânî bir dalış daha yaptı.
Ayakkabıyı yerine bıraktı.
Ve tekrar havalandı...
● ● ●
Sa'd bin Ebî Vakkas hazretleri, keskin nişancıydı.
Oku hiç şaşmazdı.
Hedefini hep bulurdu.
Zîrâ Efendimiz;
“Yâ Rabbî! Sa'dın okunu hedefinden saptırma” diye duâ buyurmuşlardı.
Duâ eden Efendimizdi.
Kabul olmaz mı?
Attığını vuruyordu artık.
Nitekim Uhud Cengi idi.
Sa’d, her oku çekişte:
“Bu, senin okun yâ Rabbî, senin düşmanlarına atıyorum. Sen isâbet ettir” derdi.
O gün her fırlattığı ok, bir kâfiri Cehenneme göndermişti...
.Sen şehîd olacaksın!..”
18-02-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm bir gün hazret-i Alî’ye;
“Sen, namaz kıldırırken şehîd olacaksın” buyurdular.
Dediği gibi de oldu.
Namazda şehîd oldu!
Hazret-i Osmân'a da;
“Seni, Kur’ân-ı krerîm okurken şehîd edecekler” buyurdular.
Aynen öyle oldu.
Bir gün de dört sahâbîyi gördüler.
Onlara hitâben;
“Sizin en sona kalanınız, yanarak vefât eder” buyurdular.
Aradan yıllar geçti.
Bunlardan üçü vefât etti.
Dördüncüsü henüz sağdı.
Adı, Semüre bin Cündeb idi.
Yaşı hayli ilerlemişti.
Soğuk bir kış günüydü.
Onun için iyice sokuldu ateşe.
Az sonra daha da yaklaştı.
O ara birden tutuştu elbisesi.
Ve yanarak şehîd oldu!..
● ● ●
Efendimiz, sıkıntıyla yaşamayı severdi.
Günlerce az yerdi.
Sert yatakta yatardı.
Bâzen bu yatağa yatardı.
Bâzen hasır veya keçe üzerine.
Bâzen de kuru toprak üzerine yatardı.
Hazret-i Âişe anlatır:
Bir gece yumuşak yatak serdim.
Ama iyi olmadı.
Zîrâ Resûlullah o sabah kalktı.
Baktım ki üzgün görünüyor.
Hâliyle merak ettim.
Ve sebebini sordum.
Cevâben buyurdu ki:
“Bu yatağı, bir daha sermeyiniz!.
Bu gece teheccüde kalkamadım...”
.Sen ağlıyor musun yâ Âişe?"
19-02-2021 02:00
Bir gün Efendimiz, mübârek başını Hazret-i Âişe'nin kucağına koymuş, yıldızları seyrediyordu.
Hazreti Âişe de dolunayı.
Fakat o da ne?
Resûlullahın nûr cemâli dolunaydan daha nurlu ve parlak göründü Hazret-i Âişe'ye.
Duygulanıp ağladı!
Gözyaşları, Efendimizin nûr yüzüne damladı.
Efendimiz sordular:
“Yâ Âişe sen ağlıyor musun?”
“Evet yâ Resûlallah!”
“Niçin ağlıyorsun?”
“Senin cemâlini, dolunaydan daha parlak gördüm de onun için ağladım yâ Resûlallah!”
“Şaştın mı sen buna?”
“Evet şaştım yâ Resûlallah!”
Resûl-i Ekrem:
“Hiç şaşma yâ Âişe! Çünkü Hak teâlâ, Ay ve Güneş'in nûrunu da benim nûrumdan yaratmıştır” buyurdu.
Âişe-i Sıddîka sordu ki:
“Siz neye bakıyordunuz?”
Efendimiz;
“Yıldızlara bakıyordum. Eshâbımdan biri var ki, Onun ibâdetleri yıldızlar adedince gökyüzüne yükseliyor. Bunu düşünüyordum” buyurdu.
Hazret-i Âişe, içinden;
"Bu kişi, babam olabilir" dedi.
Ve hemen sordu ki:
“O kimdir yâ Resûlallah?”
Resûl-i ekrem Efendimiz;
“O kişi Ömer'dir. Ama onun sevapları, babanın sevapları yanında, denizde damla bile değildir” buyurdular.
.Efendimiz mahzûn idi...
20-02-2021 02:00
Hazret-i Hatîce vâlidemiz Efendimizle sözlü idi.
Biriyle Ona, şu haberi gönderdi:
“Etrâftan bana; (Sen zengin bir kadınsın. O fakîr kimseyle nasıl evleniyorsun?) diyorlar.
Bana, (çeyiz) diye az bir şey gönder.
Ben onu, kendi malımla çoğaltırım.
Halka, senden gelmiş gibi söylerim...”
Böyle bir haber gönderdi.
Ama Efendimizin hiç malı yoktu.
Birinden ödünç almayı düşündü.
Ama kimden alacaktı?
Hazret-i Ebû Bekir’i hâtırladı.
Doğruca Onun dükkânına gitti.
O, kapıda karşıladı Efendimizi.
Hürmetle aldı içeri.
Lâkin Onu üzgün gördü.
"Yâ Muhammed, sizi düşünceli görüyorum" dedi.
Resûl-i Ekrem:
"Evet yâ Ebâ Bekr, Hatîce'ye çeyiz olarak bir şeyler göndermem gerekiyor" buyurdu.
Hazret-i Sıddîk Onu tesellî etti:
“Üzülmeyin. Şam’dan bir kervanım geliyor.
Tamâmı yetmiş devedir.
O kervanı, çeyiz olarak Hatîce’ye gönderin" dedi.
Az bir vakit geçti.
O kervan da şehre girdi.
Hazret-i Sıddîk, vazîfeliye;
“Bu kervanı şehirde sokak sokak dolaştır. Tâ ki herkes görsün" diye emretti.
Kervanbaşı da;
“Başüstüne” dedi.
Ve emri îfâ etti.
Böylece Efendimiz rahatlamış ve Hazret-i Ebû Bekr’e çok duâ buyurmuşlardı
.Devemi kes, halka dağıt!”
21-02-2021 02:00
Medîne'de kıtlık vardı bir sene.
Hazret-i Ömer, hizmetçisine;
“Benim deveyi kes, etini halka dağıt!” diye emretti.
O, bu emri yerine getirdi.
Sonra, bir kişilik kebap yaptı.
Hem de, etin en iyi yerinden.
O kebâbı getirdi.
Ve halîfenin önüne koydu.
Hazret-i Ömer bunu gördü.
Yüz rengi değişti birden.
Ve gâyet hiddetle:
"Kaldır bu kebabı önümden!.
Götür de, bir fakîre ver" dedi.
Hizmetçi emri îfâ etti.
Ve dönüp sordu halîfeye:
"Size ne getireyim efendim?"
Buyurdu ki:
"Her gün getirdiğini getir."
Hizmetçi girdi içeri.
Getirdi her günkü yemeğini:
Zeytinyağı, tuz, ekmek...
● ● ●
Hazret-i Ömer, bir gün bâzı Eshâbla bir yere gidiyordu.
Birden ağlamaya başladı!
Yanındakiler merak edip;
"Niçin ağlıyorsunuz?" dediler.
Buyurdu ki:
"Nasıl ağlamayayım. Bir çocuk Fırat Nehri'ne girip boğulsa, yârın hesâbını benden sorarlar.”
Bir gün de evden çıktı.
Yerde bir "saman çöpü" gördü.
Onu alıp ibretle baktı.
Ve kendi kendine:
"Keşke bir saman çöpü olsaydım. Keşke doğurmasaydı annesi şu Ömer'i. Keşke ücrâ bir köyde bir Kureyşî olsaydım" dedi.
.''Her şeyi ince ince sordular!..''
22-02-2021 02:00
Abdurrahmân bin Avf ile Hazret-i Ömer (radıyallahü anhümâ) yolculuğa çıktılar bir gün.
Bir yaz günüydü.
Güneş çok yakıcıydı.
Sırtında su tulumu vardı Halîfenin.
Az sonra yoruldu.
Ve tulumu yere koydu.
Abdurrahmân bin Avf;
“Yâ Ömer, izin ver biraz da ben taşıyayım” dedi.
"Hayır olmaz” buyurdu.
"Niçin yâ Ömer?"
"Bugün Ömer'in yükünü sen taşırsan, yârın kıyâmet gününde günah yükünü kim taşır?" buyurdu.
Arkadaşı:
"O gün sizin yükünüz ağır olmaz. Çünkü dâima Resûlullahın yolundan yürüdünüz" dedi.
O, bunu dinledi.
İçinden bir (âh) dedi.
Ve o kederle:
"Ömer ne vakit Cehennemden kurtulursa, Resûlullahın yolunda yürüdüğü o zaman belli olur" buyurdu.
Ne zaman ki vefât etti.
Oğlu, rüyâda gördü Onu.
Baktı ki, çok yorgun.
Ve bitkin bir hâli var.
Çok merak edip:
“Niçin çok yorgunsunuz babacığım?” diye sordu.
Cevâbında:
"Her şeyi ince ince sordular. Bâzılarına cevap vermekte zorlandım. Bereket versin Allah’ın merhameti yetişti de kurtuldum evlâdım, yoksa kurtulamazdım" buyurdu.
.Sevap kefesine konan kâğıt!..
23-02-2021 02:00
Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri anlatıyor:
Kıyâmet günü gelir.
Kulun amelleri mîzâna konur.
Sevap kefesi hafif gelir.
Tâ ki, bir sahîfe getirilip, sevap kefesine konur.
O vakit bu kefe ağır gelir.
Merak edip bakarlar ki:
Kâğıtta Lâ ilâhe illallah yazıyor
● ● ●
Bu zâtın gözleri râhatsızlandı.
Bunun için bir tabîbe gitti.
Tabîb gözlerine bakıp;
"Bir husûsa dikkat edersen, gözlerin iyi olur" dedi.
Hazret-i Sâbit sordu:
"O husus nedir ki?"
"Hiç ağlamayacaksın."
“Hayır, bunu yapamam.”
“Niçin yapamazsın?”
Buyurdu ki:
"Ağlamayan gözde hayır yoktur."
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
Sinirli bir genç vardı.
Annesi, ona sık sık;
"Oğlum, senin için öyle bir gün var ki, sen hep o günü düşün" derdi.
Derken oğlu hastalandı.
Son nefeslerini veriyordu.
Annesi oğluna;
"Oğlum, ben seni işte bugün için uyarıyordum" dedi.
Oğlu gözünü açtı ve;
"Anneciğim, benim Rabbim, affı mağfireti ve ihsânı bol olandır. Bugün, beni affedeceğine ümîdim tamdır" dedi.
Dediği gibi de oldu.
Günahları affolundu.
.Ey kulum! Beni andın mı?"
24-02-2021 02:00
Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri şöyle anlatıyor:
Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur. Allahü teâlâ ona sorar:
"Ey kulum, sen dünyâda iken bana ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor muydun?"
Kul cevap verir:
"Evet yâ Rabbî."
Rabbimiz sorar ki:
"Ey kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla berâber, sen de yalvarıp, beni andın mı?"
"Evet yâ Rabbî."
Hak teâlâ;
"İzzetim hakkı için, beni zikredip andığın her yerde ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, kabul ettim" buyurur.
Peygamberimiz;
"Müminin hiçbir duâsı geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyâda verilir, ya âhirete ertelenir veya günahlarına keffâret olur" buyuruyor.
● ● ●
Yine bu büyük velî anlatıyor:
Sâlih zâtlardan biri;
"Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum" dedi.
Sordular ki;
"Nasıl biliyorsun?"
"Çok kolay" dedi.
Ve şöyle îzâh etti:
"Ben Allahü teâlâyı andığım zaman O da beni anıyor.
Çünkü Allahü teâlâ;
“Kulum beni anınca, ben de kulumu anarım” buyuruyor...
.Yâ Cibrîl! Acele etme!.."
25-02-2021 02:00
Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri şöyle anlatıyor:
Bir mümin, Allahü teâlâdan bir şey isterse, Allahü teâlâ bu iş için Cebrâil aleyhisselâmı vazîfelendirir.
O kul sâlih biri ise;
"Yâ Cibrîl, bu kulumun ihtiyâcını yerine getirmekte acele etme. Çünkü ben, o kulumun sesini duymayı seviyorum" buyurur.
Eğer fenâ kul ise;
"Yâ Cebrâil! Onun isteğini hemen yerine getir. Çünkü ben onun sesini duymak istemiyorum" buyurur.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Biri, babasını dövüyordu.
İnsanlar dediler ki:
"Babanı niçin dövüyorsun?
Günahtır, bilmiyor musun.”
Babası onlara;
"Bırakın dövsün" dedi.
"Niçin?" dediler.
"Çünkü vaktiyle bu yerde, ben de babamı dövmüştüm. Şimdi ektiğimi biçiyorum" dedi.
● ● ●
Bu zât sevdiklerine;
"Biz öylelerine yetiştik ki, çok namaz kılmaktan başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı" derdi.
Yine o der ki:
Enes bin Mâlik geldi.
Ve bana dedi ki:
"Ey Sâbit! Benden ne alacaksan al. Zîra ben, aldıklarımı, Resûl aleyhisselâmdan, Resûlullah Cebrâil'den, O da Allahü teâlâdan aldı."
.Ona kızmayınız!..”
26-02-2021 02:00
Sa'îd bin İyâs hazretleri Basralı hadîs âlimlerindendir.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Dâvûd aleyhisselâm, birkaç kişi ile birlikte oturmuş, onlara bir şeyler anlatıyordu.
O ara, biri geldi oraya.
Ve hakâret etti Peygambere.
Dinleyenler ona kızdılar.
Haddini bildirmek istediler.
Ancak Dâvûd Nebî mâni olup;
"Ona kızmayınız!” buyurdu.
Kalkıp iki rekât namaz kıldı.
Tövbe istiğfâr etti.
Ve devam etti sohbetine.
Bu arada o kimse gitmişti.
Biraz sonra aynı kişi geri geldi.
Peygamberin ellerini öptü.
Ayağına kapandı.
Ve ağlayarak;
"Ben çok büyük hatâ ettim.
Lütfen, beni affediniz" dedi.
Dâvûd Nebî de affetti o kimseyi.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Efendimiz, bir evde eshâbıyla sohbet ediyordu.
Az sonra bir sahâbî geldi.
Ama oturacak yer bulamadı.
Efendimiz, etrâflarına baktılar.
Bir kişilik bile boş yer yoktu.
Mübârek cübbesini ona uzatıp;
"Al, buna otur" buyurdular.
O da mübârek cübbeyi aldı.
Öpüp bağrına bastı.
Ve hürmetle Efendimize verip;
"Yâ resûlallah, siz bana ikrâmda bulundunuz. Allahü teâlâ size daha fazlasını ihsân eylesin" dedi.
Efendimiz memnun oldular.
Ve ona duâ buyurdular...
.Şu hâline şükret!.."
27-02-2021 02:00
Tebe-i tâbiînin büyük hadîs âlimlerinden Selâm bin Ebî Mutî hazretleri anlatır:
Bir hastayı ziyârete gitmiştim.
Baktım, inleyip duruyordu.
Kendisine;
"Öyle hastalar var ki, evsiz ve kimsesiz olup, sokaklarda dertleriyle baş başa kalmışlar. Su verenleri bile yok. Onları düşün de hâline şükret" dedim.
Ve ayrıldım oradan.
Tekrar gittiğimde;
"Nasılsın?" dedim.
Cevâben;
"Şükürler olsun. Evim var, hizmet edenim var, çok kimse bunlardan mahrum. Bunları düşündükçe, Rabbime şükrediyorum" dedi.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Hasan-ı Basrî oruçlu idi.
İftârını açması için su getirdiler.
Suyu alıp, tam içecekti.
Fakat içemedi.
Birden ağlamaya başladı.
Sordular ki:
"Niçin ağlıyorsun?"
O da şöyle anlattı onlara:
Cehennemi hâtırladım.
Orada azap çekenler, Cennette olanlara; "İçtiğiniz o sulardan bize de verin" diye seslenirler.
Onlar bunu işitir.
Ve kendilerine;
"Allahü teâlâ bu nîmetleri kâfirlere haram kıldı" diye cevap verirler.
Bunları anlatıp dedi ki:
İşte az önce bunları hâtırladım.
Onun için ağladım.
."Niçin ağlıyorsun?"
28-02-2021 02:00
Seleme bin Dînâr hazretleri,Tâbiîn’in büyük âlim ve velîlerindendir.
Bir gün, kendi nefsine;
“Ey Seleme!” dedi.
Kıyâmette bir münâdî çıkıp;
(Eeey şu şu günahları işleyenler, ayağa kalkın!) diye seslenir.
Sen elbette kalkarsın.
Bir “Âaah” çekti.
Tekrar, “Ey Seleme!” dedi.
İkinci bir münâdî çıkıp;
"Şu günahları işleyenler kalksın!" diye seslenir.
Sen yine kalkarsın.
"Ey Seleme!
O zaman hâlin nice olur.
Hiç düşündün mü?" der.
Ve gözyaşıyla ağlardı.
● ● ●
Bir gün de, sordular Ona:
"Senin sermâyen nedir?"
Hemen ağlamaya başladı.
Merak edip;
“Niçin ağlıyorsun” dediler.
Gözyaşlarını silip;
"Tek sermâyem var” dedi.
“O nedir?” dediler.
Cevâben;
“Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklememektir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de şöyle anlattı:
Günah işleyeni görürsünüz.
Ve kendisine;
"Ölmek ister misin?" dersiniz.
"Hayır, istemem" der.
"Günâhı terk et" dersiniz
Bu defâ der ki:
"Günâhı, ölünce terk ederim.
Ama ölmeyi de hiç istemem!..”
.Nasıl kadı oldu?
01-03-2021 02:00
Halîfe Mansûr, meşhur âlimlerden Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî, Mis'âr bin Kedâm ve Şüreyk bin Abdullah'ı, kadılık teklif etmek için huzuruna çağırdı.
Bunlar birleşip yola çıktılar.
Süfyân-ı Sevrî yolda kaçtı.
Ve bir vapura binip;
"Başımı kesecekler. Beni gizleyin!" dedi.
Onun böyle demesi;
"Kâdı olan kimse, bıçaksız boğazlanmıştır" meâlindeki hadîs-i şerîfe dayanıyordu.
Diğer üçü, Halîfe'ye çıktılar.
Halîfe, İmâm-ı âzama;
"Sen kadı olacaksın" dedi.
İmâm-ı âzam cevâben;
"Ben Arap değilim, vereceğim hükmü kabul etmezler" dedi.
Halîfe Mansûr;
"Bu işin soy ile alâkası yok. Burada ilim lâzım, sen de büyük âlimsin" dedi.
Ebû Hanîfe;
"Ben, bu işe lâyık değilim. Sözüm doğruysa, böyle diyorum. Yalansa, yalancıdan kadı olmaz" dedi.
Halîfe "Pekâlâ" dedi.
Ve hazret-i Mis'ara teklif etti.
Mis'âr, Halîfe'nin elini tutup;
"Ne var ne yok, çocuklar nasıl, hayvanların ne âlemde?" diye sormaya başladı.
Mansûr, adamlarına;
"Bu deliyi götürün!" dedi.
Kadılığı Şüreyk’e teklif etti.
Hazret-i Şüreyk; "Ben sevdâvî hastalığına yakalandım" dedi.
Ancak Halîfe Mansûr;
"İlâç alır, iyi olursun" dedi.
Ve Şüreyk'i, kadılığa tâyin etti...
.Neden böyle yaptın?"
02-03-2021 02:00
Amasya velîlerinden Alî Hâfız hazretleri, gözü yaşlı bir zâttı. İslâma uymayanların âhirette kurtulmalarını düşünür, onlar için ağlardı!
Ve onlara duâ ederdi.
Çok da mütevâzıydı.
Talebelerine:
"Benimle sizin aramızdaki fark, benim yaşlı, sizin genç olmanızdır" derdi.
● ● ●
Sevdiklerine, hanımlarına karşı çok yumuşak davranmalarını, onların hukûkunu iyi gözetmelerini söylerdi.
Bir gün kapısı çalındı.
Gidip açtı kapıyı.
Bir hanım vardı eşikte.
“Buyurun” dedi.
Ancak, başı kolu açıktı kadının.
Alî Hâfız hazretlerine;
“Amasya târihi üzerine bilgi almak için gelmiştim” dedi.
İçeri geçtiler.
Alî Hâfız Efendi, istediği bilgileri gâyet açık ve teferruatlı bir şekilde anlattı.
Hanım çok memnun oldu.
Bu zâta teşekkür etti.
Ve ayrılıp gitti.
O giderken, talebeden biri kadının arkasından tükürdü.
Büyük zât bunu gördü.
Ama hiç hoş karşılamadı.
Hattâ sitem etti ona.
Ve kendisine;
"Neden böyle yaptın. O da Allahın bir kulu. O kadın îmânlıydı. Allahü teâlâ, bizleri benlikten korusun" buyurdu.
."Hepimizin âkıbeti bu..."
03-03-2021 02:00
Alî Hâfız Efendi’nin sevdiklerinden Ziyâeddîn Efendi vefât etti.
Çocukları, durumu Alî Hâfız Efendi'ye bildirmek için bir haberciyi dergâha yolladılar.
Haberci dergâha geldi.
Büyük zât o geleni gördü.
Ve kendisine:
"Ziyâeddîn Efendi’nin vefât ettiğini mi haber vereceksin?" buyurdu.
Haberci:
"Evet efendim" deyince:
"Geliyorum" dedi.
Ve gidip techîz ve tekfînini yaptı.
Cenâze namazını kıldırdı.
Kabrine koydu.
Telkînini de verip ayrıldı.
● ● ●
Bu zâtın üç oğlu vardı.
Üçüncü oğlu Necâti idi.
Küçük yaşta ânîden rahatsızlandı.
Hastâneye kaldırdılar.
Ameliyat sonrası kurtarılamadı.
Ancak babası dergâhtaydı.
Ve bu işten haberi yoktu.
Ev halkı telâşlandılar!
Zîrâ babasına ne diyeceklerdi?
Nasıl haber vereceklerdi?
Birkaç talebesi, bu zâta gittiler.
Bu acı haberi vereceklerdi.
Ama bir türlü diyemediler.
Alî Hâfız Efendi onlara:
"Hepimizin âkıbeti işte bu. Buna hazırlanalım ki bundan kurtuluş yoktur. Necâti'nin vefât ettiğini niçin söylemiyorsunuz?" buyurdu.
Oğlunu bizzât kendisi yıkadı.
Kefenledi, namazını kıldırdı.
Ve kabrine defnetti...
.Hemen fırladı ayağa!..
04-03-2021 02:00
Amasya velîlerinden Alî Hâfız Efendi zamânında Garip Hâfız isminde bir zât vardı.
O da mübârek bir kişiydi.
Ancak bir âdeti vardı.
Adı gibi garipti.
Şöyle ki, ikindi vaktine kadar ziyâretçi kabul etmezdi.
Bir gün Alî Hâfız, talebeleriyle bu zâtın ziyâretine gitti.
Vakit, ikindiden önceydi.
Evine varıp kapıyı çaldılar.
Bir talebesi çıktı.
Alî Hâfız, o gence;
"Evlâdım, Garip Hâfız'a geldiğimizi haber ver" dedi.
O talebe dedi ki:
“Haberi var efendim.
O da sizleri bekliyor."
Velhâsıl içeriye girdiler.
Sohbet ettiler.
Ancak gençler, bu konuşulanlardan bir şey anlamadılar. Zîrâ onlar, kendi derecesine göre konuşuyorlardı...
● ● ●
Alî Hâfız hazretleri, bir gün ağır hasta yatıyordu.
Sevenleri ziyârete geldi.
O, hemen fırladı ayağa.
Onlarla neşeli bir sohbete girdi.
Sanki hiç hasta değildi.
Derken misâfirler gitti.
Hanımı girdi odaya.
Ve büyük bir hışımla;
"Efendi, ben senin hasta olduğuna inanmıyorum" dedi.
Alî Hâfız Efendi de;
"Hanım, ne yapayım. Onlar gelince, Allahü teâlâ, bana bir şevk veriyor, şifâ veriyor, sıhhat buluyorum" dedi.
."Çal, çalabilirsen!.."
05-03-2021 02:00
Amasya velîlerinden Alî Hâfız Efendi’nin talebelerinden biri, bu zâtı görmeden önce, elinde saz, köy köy dolaşır, saz çalıp türkü söylerdi.
Sesi de güzeldi.
Bir gün Alî Hâfız ismini duydu.
Merak edip evine gitti.
Sohbetini dinledi.
Aklında, öğrenmek istediği bâzı dînî suâller vardı.
Onları sormak istedi.
Fakat soramadı.
Çünkü unutmuştu.
Birini bile hâtırlayamadı.
Ancak Alî Hâfız Efendi, onun soracağı şeyleri biliyordu.
O sormadan hepsini cevapladı.
Teker teker anlattı.
Uzun uzun îzâh etti.
O, bu kerâmeti görünce, Alî Hâfız Efendi'nin mübârek bir zât olduğunu çok iyi anladı.
Onu çok sevdi.
Hattâ hayrânı oldu.
Talebesi olmak istedi.
Alî Hâfız Efendi kabul edince çok sevindi.
“Ama bir şartım var" dedi.
Büyük zât sordu:
"Nedir o şartın?"
"Saz çalmama izin vereceksiniz.”
O zaman buyurdu ki:
"Peki, çal çalabilirsenl!"
Delikanlı yine çok sevindi.
Ancak çalamıyordu artık.
O arzu silinmişti kalbinden.
Artık çalmak istemiyordu.
Zîrâ Alî Hâfız Efendi, ona;
"Çal çalabilirsen" demişti!..
.Nasıl rüyâ gördün?.."
06-03-2021 02:00
Alî Hâfız Efendi bir gün sohbet ederken talebeleri, gördükleri rüyâları anlatıyorlardı.
Birine bakıp sordu:
"Sen nasıl rüyâ gördün?"
O talebe arz etti ki:
"Peygamberimizi gördüm."
Meğer rüyâda birini görmüş.
Nurlu ve sevimliymiş.
Uyanıp kendi kendine;
“Bu zât kimdi acabâ” demiş.
“Peygamber Efendimiz miydi?"
Böyle düşünmüş.
Hocası onu dinledi.
Kendisine bir şey demedi.
Diğer gençlere dönüp:
"Ben, Resûlullah Efendimizi ömrümde bir kere rüyâda gördüm. Onu bir defâ gören, Onu görmenin şevkiyle kendinden geçer, ağlar, sızlar, gözyaşı döker ve bütün ömrü boyunca o lezzeti unutamaz!" buyurdu.
O genç, bunu duydu.
Çok mahçup oldu!
Ve hatâ ettiğini anladı.
● ● ●
Alî Hâfız Efendi anlatıyor:
Cebrâil aleyhisselâm, dört bin senede iki rekât namaz kıldı.
Ve kendi kendine dedi ki:
“Benim kıldığım bu namaz gibi bir namaz kılan var mı acabâ?”
Yâni kendini beğendi.
Allahü teâlâ, ona;
“Muhammed ümmetinin, her türlü noksanlıkla kıldıkları iki rekât namaz, benim indimde, senin bu namazından daha makbuldür” buyurdu.
."Beni buraya defnediniz!"
07-03-2021 02:00
Amasya velîlerden Alî Hâfız Efendi bir gün, ağaçların yan sürgünlerini buduyordu.
Bir talebe sebebini sordu.
Alî Hâfız Efendi;
"Bu yan sürgünler budanınca, fidan tez büyüyüp meyve verir. Müslüman da nefsinin kötü isteklerini keserse kalbindeki îmân nûru kuvvetlenir, meyve verir” buyurdu.
Ve ardından dedi ki:
“Şu fidanları da sökelim.
Götürüp şuraya dikelim."
Talebe sordu yine:
"Niçin hocam?"
"Evlâdım, yakında vefât ederim.
Beni buraya defnedersiniz" dedi.
Sonra hastalandı.
Ve vefât etti.
Kendisini o yere defnettiler.
● ● ●
Alî Hâfız hazretlerinin vefâtından dört sene sonra talebeleri, kabrini yaptırmak için açtılar.
Bu esnâda birkaç kerpiç düştü.
İçerisi göründü.
Kabre inip baktılar.
Bedeni hiç çürümemişti.
Dipdiri, taptâze duruyordu.
Hattâ alnında ter vardı.
Bir talebesi, yüzünü sıvazladı.
O gece bu talebe rüyâ gördü.
Hocası Alî Hâfız'ı görmüştü.
Ama neşesizdi mübârek.
Sanki dargın gibiydi.
Merakla sebebini sordu.
Mübârek zât, o talebeye;
"Âşık, beni incittin" buyurdu.
O zaman anladı hatâsını.
Hemen tövbe istiğfâr etti.
."Senin işin duâ etmek!"
08-03-2021 02:00
Efendimiz buyurdu ki:
Bir kimse, ne zaman bana bir salevât getirirse, Hak teâlâ, o salevâttan bir melek yaratır.
Ve ona emreder ki:
“Senin işin, bu kula duâ etmek.”
Melek, bu emri dinler.
Ve kıyâmete kadar ona duâ eder.
● ● ●
Yine buyurdular ki:
-Ey Eshâbım, kıyâmet gününde bir kısım Müslümanlar hesâba çekilirler.
Amelleri tartılır.
Sevapları ağır gelir.
Onlara:
“Siz Cennete girin!” denir.
Onlar da Cennete yönelirler.
Ama Cenneti bulamazlar.
Zîrâ yollarını şaşırırlar.
Eshâb suâl ettiler ki:
“Niçin yâ Resûlallah?”
Buyurdular ki:
“Çünkü onlar benim ismimi duyarlardı da, bana bir salevât okumazlardı.”
● ● ●
Bir sahâbî anlatıyor:
Efendimiz hasta olmuşlardı.
Cebrâil aleyhisselâm geldi.
Ve sordu ki:
“Nasılsın yâ Resûlallah?”
Efendimiz cevâben;
“Biraz rahatsızım” buyurdular.
Melek meyve getirmişti.
O meyveleri arz etti.
Efendimiz memnun oldular.
Ve onları ellerine aldılar.
O anda meyveler zikre başladı:
Allah, Allah, Allah!..
Zikir sesleri rahatça duyuluyordu.
."Biraz mühlet ver bana!"
09-03-2021 02:00
Efendimizin âzâtlı kölesi Zeyd bin Hârise (radıyallahü anh), kirayla katırcı tutup sefere çıktı.
Şehirden uzaklaştılar.
Katırcının niyeti bozuktu.
Önce belli etmemişti.
Sonra öldürmeye kalktı.
Mübârek sahâbî;
“Dur, şurada iki rekât namaz kılayım da sonra öldür!” dedi.
Adam kabul etti.
O da namaza durdu.
Selâm verip açtı ellerini.
"Yâ Rabbî! Resûlünün hürmetine bu adamın şerrinden beni kurtar" diye yalvardı.
O anda biri geldi oraya.
Elinde de bir kılıç vardı.
Vurup öldürdü katırcıyı.
Hazret-i Zeyd sordu:
“Siz kimsiniz?”
O kişi cevâben:
“Ben bir meleğim. Yerim, yedinci kat göktür. Sen duâ ettiğinde yerimdeydim. Rabbimin emriyle bir anda geldim ve vazîfemi yaptım” dedi.
● ● ●
Hakem isminde bir müşrik de, Efendimizle karşılaşınca ağzını gözünü oynatır, maskaralık yapardı.
Bir gün Efendimizi gördü.
Ve yine öyle şeyler yaptı.
Ağzı gözü oynuyordu.
Efendimiz, geri dönüp;
"Hep öyle kal!" buyurdular.
Duâsı kabul oldu.
Adam o hâlde kaldı.
Hem de bir ömür boyu.
Ağzı gözü oynardı devamlı.
Mâni olamıyordu artık!..
.Efendimizin ismini işitince…
10-03-2021 02:00
Hazret-i Sefîne (radıyallahü anh), Efendimizin de hazır bulundukları bir harbe katılmıştı.
Ancak bir molada, ayrıldı ordudan.
Bir işini hâlledip dönecekti.
Ancak bir terslik oldu.
Ve esîr düştü Rumlara.
Sonra bir fırsatını bulup kaçtı.
İslâm askerlerini aramaya başladı.
O ara bir (aslan) gördü.
Ama çok iri ve korkunçtu!
Bir kükreyince yer sarsılırdı.
O hayvana yaklaşıp:
“Ey hayvan, ben Muhammed aleyhisselâmın eshâbındanım. Ordumuzu kaybettim, onu arıyorum” dedi.
Aslan, Efendimizin ismini duydu.
Bir anda kuzuya döndü.
Mahcûbiyeti belliydi.
Dostça yaklaştı ona.
Ve ayaklarına yüz sürdü.
Sanki özür diliyordu.
Birlikte orduyu aradılar.
Vaktâ ki İslâm ordusu göründü.
O zaman ayrıldı yanından.
Hem de geri geri.
Ve gâyet edeple...
● ● ●
Hudeyd adında bir mücâhit de, boynundan derince bir yara almıştı bir savaşta.
Neredeyse başı kopup düşecekti.
Elleriyle başını tuttu.
Ve koştu Efendimize.
Efendimiz onu gördü.
Bu hâline çok üzüldü!
Başını, mübârek elleriyle tuttu.
Ve yarasını güzelce sıvazladı.
Yara bir anda iyileşti.
Sapasağlam oldu.
Öyle ki, hiç yara almamış gibiydi...
.İnsanlar çıplak haşrolunur!..
11-03-2021 02:00
Aliyyül Mürtezâ’nın annesi Fâtıma hâtun bir gün Efendimizi ziyârete gelmişti.
O da Kur’ân-ı kerîm okuyordu.
Bir âyette meâlen;
"İnsanlar mahşerde çıplak haşrolunurlar" buyuruluyordu.
Fâtıma hâtun bunu duydu.
Üzülüp Efendimize sordu ki:
“O gün bizim hâlimiz nice olur?”
Efendimiz gömleğini çıkardı.
Ve ona uzatıp buyurdu ki:
“Şu gömleğimi (kefen) diye giy.
İnşallah o gün çıplak olmazsın.”
Kadıncağız sordu hemen:
“Siz kefîlsiniz değil mi?”
“Evet, kefîlim” buyurdular...
Yine bir âyet-i kerîmede;
“Mezarda Münker Nekir korkunç şekilde gelir, herkesi sorguya çekerler!” deniyordu.
Fâtıma hâtun yine üzüldü.
Ve hemen arz etti ki:
“Yâ Resûlallah! Bana da öyle korkunç gelirlerse ne yaparım?” Efendimiz buyurdu ki:
“Korkma, sana öyle gelmezler.”
O vakit müsterih oldu...
Aradan yıllar geçti.
Fâtıma hâtun vefât etti.
Efendimiz namazını kıldırdı.
Ve kabrine indirip;
“Yâ Fâtıma! Sana kefîl olduğum hususlar gerçek oldu mu?” diye seslendiler.
Cevap net geldi:
Bizzât kendi sesiyle;
“Evet yâ Resûlallah! İkisi de gerçekleşti. Kabrim de geniş ve rahat. Rabbim mükâfâtını versin sana” diyordu...
.Sıkıntı, işkence, çile…
12-03-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm bir gün mücessem nûr misâli Kâbe'ye yürüdü.
Orada Rabbine yalvaracaktı.
“Bunlara hidâyet ver” diyecekti.
Peki, ya müşrikler?
Onlar kuduruyordu!
Kâbe yanında toplanmışlar.
Mâni olmaya çalışıyorlardı.
Onlara göre;
Bu gidişe “Dur!” demeliydi.
Bu yanan meşaleyi söndürmeliydi.
O esnâda Efendimizi gördüler.
Ve hücum edip üstüne çullandılar!
Aman Allah’ım, bu ne kin!
Bu ne düşmanlıktı.
Boğmak, öldürmek niyetindeydiler.
Efendimiz zor nefes alıyordu!
Hazret-i Ebû Bekir bu vahşeti gördü.
Ve süratle gidip;
"Durun! Ne yapıyorsunuz. Size âlemlerin Rabbinden âyet getiren birini mi öldüreceksiniz?" diye bağırdı.
Ama müşrikler insafsızdı!
Resûlullah'ı bıraktılar.
Ona çullandılar!
Kimi sakalını yoluyordu.
Kimi tekme savuruyordu.
Akrabâlarından bazıları geldiler.
Bir çarşafın içinde evine ilettiler.
Çok darbe almıştı.
Hattâ acıdan bayılmıştı!
Ayıldığında annesi vardı yanında.
Kadıncağız eğilip sordu ki:
"Bir isteğin var mı oğlum?"
O, zorlukla sordu ki:
“Resûlullah nicedir, ne hâldedir?
Müşrikler Ona da saldırmışlardı.”
Bu kadarcık diyebildi ancak.
İşte, gerçek sevgi bu olsa gerek...
.Ey gözümün nuru!.."
13-03-2021 02:00
Câhil bir köylü, Hazret-i Alî'ye;
“Ey halîfe, Ebû Bekir Cennete mi gitti, yoksa Cehenneme mi?” diye sordu.
Hazret-i Alî üzüldü.
Ve ona buyurdu ki:
“Allahtan kork, bu nasıl suâl? Keşke dünyaya gelmeseydin.
Sen bu zâtın meziyetlerinden birini olsun duymadın mı?”
“Vallâhi duymadım.”
“Dinle öyleyse” dedi.
Ve şöyle anlattı:
O, Resûlullahın hayâtındayken vezîri, vefâtından sonra da halîfesiydi.
Onu (baba) yerinde tutardı...
Bir gün beni çağırdı.
Koşup gittim hemen.
Dedi ki: Ey gözümün nûru!
Vefâtım yaklaştı.
Ölürsem cenazemi sen yıka.
Ravda’nın kapısına götür ve;
“Yâ Resûlallah! Ebû Bekir kapıdadır, içeri girmek için izin ister” diye seslen.
Kapı açılırsa, beni yanına defnet.
Açılmazsa, cenâzemi al.
Bakî Kabristanı'na götür.
Bana, böyle vasiyyet etti.
Vasiyetin gereğini yaptım.
Kendisini tabuta koydum.
Ravda’nın kapısına götürdüm.
Ve öylece seslendim.
Kapı derhâl açıldı ve şu sesi işittik:
“Sevgiliyi, Sevgiliye kavuşturun!’
Biz, bu emri aldık.
Resûlullahın arkasına defnettik.
Köylü bunları dinledi.
Halîfenin elini öpüp ayrıldı.
Giderken ağlıyordu!..
."Halîfe Ömer vefât etti!"
14-03-2021 02:00
Hazret-i Ömer halîfe iken bir çoban, iki arkadaşıyla sürüsünün önünde oturuyordu.
Âniden bir kurt geldi.
Ve saldırdı koyunlara.
O çoban bunu gördü.
"Vâh Ömer!" diye feryat etti.
Ve başladı ağlamaya!
Arkadaşları sordular:
"Ne oldu, niye ağlıyorsun?”
"Halîfe Ömer vefât etti."
"Ne? Nasıl bildin bunu?”
"Kurt, koyunlarıma saldırdı.”
"Evet, biz de gördük."
"O sağken saldırabilir miydi?"
"Katiyyen" dediler.
Çoban, bu defa;
"Değil saldırmak, bakmaya bile cesâret edemezdi. Senelerdir çobanlık yapıyorum. Böyle bir hâdiseye hiç şâhit olmadım" dedi.
Öbürleri "doğru" dediler.
Çok geçmeden Hazret-i Ömer'in vefât haberi ulaştı o köye.
Aynı gün vefât etmişti.
Hattâ aynı saatte...
● ● ●
Hazret-i Ömer vefât ettiği gün, zifirî bir karanlık kapladı dünyâyı.
Çocuklar annelerine koşarlardı.
Bir çocuk da koştu annesine:
"Anneciğiim, anneciğiim!"
"Ne var yavrum?”
"Anneciğim gökyüzü karardı.
Kıyâmet mi kopacak acabâ?”
"Hayır oğlum, kıyâmete daha var.”
"Peki, gökyüzü niye karardı?"
Kadıncağız dedi ki:
"Halîfe Ömer vefât etti evlâdım.
Belki de onun için kararmıştır."
.Sen, burada az bekle!.."
15-03-2021 02:00
Hazret-i Ömer ile Abdurrahmân bin Avf (radıyallahü anhümâ), her gece şehri dolaşır, bir yere gelince Hazret-i Ömer, arkadaşına;
“Beni az bekle” derdi.
Ve ilerideki bir eve giderdi.
Sonra dönüp gelirdi.
Arkadaşı bunu merak ederdi.
Ama sormaya da çekinirdi.
Derken hazret-i Ömer vefât etti.
Abdurrahmân bin Avf o eve gitti.
İçeride hasta birini gördü.
Yaşlı ve Pîr-i fâni idi.
Adam merakla sordu:
"Sen kimsin?"
"Ömer'in arkadaşıyım."
"Ömer yok mu?"
"O yok, ben geldim.”
“Peki, ne oldu Ömer'e?”
"O vefât etti amca.”
O bunu duyunca:
"Vaaah Ömer!" dedi.
Ve başladı ağlamaya!
Abdurrahmân bin Avf dedi ki:
"Üzülme amca, ben varım."
"Ben Ömer'siz yaşayamam."
“Amca ben onun arkadaşıyım.
Onun yaptığını, ben yapayım.”
Ama fayda etmedi.
Ağlayarak;
"Sen onun yaptığını yapamazsın.
Sen, (âmin) de şu duâma" dedi.
Kaldırdı ellerini.
Ve kısık sesiyle:
"Yâ ilâhî mâdemki Ömer gitti.
Beni de yaşatma" diye duâ etti.
Ardından "Allah!" dedi.
Başı yere düştü!
Baktı ki, ölmüş...
Cenaze hizmetini gördü.
Ve gözyaşlarıyla defnetti...
."Yâ Enes, kapıyı kapat!.."
16-03-2021 02:00
Enes bin Mâlik hazretleri der ki:
Efendimiz bir gün evden çıktı.
Ensâr’dan birinin bostanına girdi.
Ben de birlikte girdim.
Bana buyurdular ki:
“Bostanın kapısını kapat!”
Kapatıp geri geldim.
Az sonra kapı çaldı.
Efendimiz, buyurdu ki: “Yâ Enes! Gelen şahsı Cennetle müjdele ve benden sonra halîfe olacağını ona bildir.”
Koşup kapıyı açtım.
Ebû Bekr-i Sıddîk içeri girdi.
Emredileni söyledim.
Az sonra yine kapı vuruldu.
Resûlullah bana; “Yâ Enes! Gelen kişiyi Cennetle müjdele ve Ebû Bekr’den sonra halîfe olacağını haber ver” buyurdu.
Koşup kapıyı açtım.
Ömer-ül Fâruk girdi içeri.
Müjdeleri haber verdim.
Yine kapı çalındı.
Resûlullah bana; “Yâ Enes! Geleni Cennetle müjdele. Ebû Bekr ve Ömer’den sonra halîfe olacağını ona bildir” buyurdu.
Koşup kapıyı açtım.
Osmân bin Affân içeri girdi.
Buyurduklarını söyledim.
Yine kapı vuruldu.
Resûl-i Ekrem bana; “Yâ Enes! Gelen şahsı Cennetle müjdele ve ona de ki: Ebû Bekr, Ömer ve Osmân’dan sonra halîfe olacaktır” buyurdu.
Koşup kapıyı açtım.
Aliyy-ül Mürtezâ içeri girdi.
Emredileni kendisine söyledim.
."Şimdi yemeği koyunuz!.."
17-03-2021 02:00
Câbir bin Abdullah (radıyallahü anh) rivâyet eder:
Ensâr’dan sâliha bir hâtunun ziyâfetinde, Resûlullahla berâberdik.
Henüz yememiştik.
Resûl-i Ekrem bize bakıp;
“Şimdi Cennet ehlinden bir kimse gelir ki, benden sonra ümmetime hak üzere halîfe olur” buyurdu.
O anda kapı vuruldu.
Koşup kapıyı açtık.
Ebû Bekr-i Sıddîk içeri girdi.
Yine yemeye başlamadık.
Efendimiz yine buyurdu ki:
“Şimdi ehl-i Cennetten bir kişi daha gelir ki, Ebû Bekr’den sonra hak üzere halîfe olur.”
Ömer-ibnil Hattâb geldi.
Yine yemeğe başlamadık.
Efendimiz, bize:
“Şimdi buraya ehl-i Cennetten bir şahıs daha gelir ki, Ömer’den sonra hak üzere halîfe olur” buyurdu.
O anda kapı vuruldu.
Osmân bin Affân geldi.
Resûl-i Ekrem, yine:
“Ey Eshâbım! Bir kişi daha var ki, Onun da bu yemekte nasîbi vardır. Ehl-i Cennettir ve Osmân’dan sonra hak üzere halîfe olur. Yemek, o gelince yenecektir” buyurdu.
O anda kapı vuruldu.
Koşup kapıyı açtık.
Aliyy-ül Mürtezâ içeri girdi.
Resûlullah Efendimiz;
“Şimdi, yemeği koyunuz.
Birlikte yiyelim” buyurdu.
."Sen de bir taş al!.."
18-03-2021 02:00
Resûlullah Efendimiz, Medîne’de, Mescid-i şerifte, bâzı sahâbîlerle berâber idi.
Bir ara ayağa kalktı.
Ve eğilip, yerden bir (taş) aldı.
Hazret-i Ebû Bekr’e;
“Sen de bir taş al” buyurdu.
Hazret-i Ömer’e:
“Sen de bir taş al” buyurdu.
Hazret-i Osmân’a:
“Sen de bir taş al” buyurdu.
Ve Hazret-i Alî’ye:
“Sen de bir taş al” buyurdu.
Efendimiz, o taşı bir yere koydu.
Ve hazret-i Sıddîk’a;
“Yâ Ebâ Bekr! Taşını, benim taşımın yanına koy” buyurdu.
O da öyle yaptı.
Hazret-i Ömer’e;
“Yâ Ömer! Sen de taşını, Ebû Bekr’in taşının yanına koy” buyurdu.
O da emri yaptı.
Hazret-i Osmân’a;
“Yâ Osmân! Sen de taşını, Ömer’in taşının yanına koy” buyurdu.
O da taşını getirdi.
Ve o yere koydu.
Sonra Hazret-i Alî’ye;
“Yâ Alî! Sen de kendi taşını, Osmân’ın taşının yanına koy” buyurdu.
O da taşını getirdi.
Emredilen yere koydu.
Efendimiz;
“Ey Eshâbım! Bu taşların diziliş sırası, benden sonra halîfelerimin, önce Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî olacağına açık bir delîldir” buyurdu.
.Ey genç! Hiç sütün var mı?"
19-03-2021 02:00
Abdullah bin Mes'ud radıyallahü anh, kısa boylu, hafif esmer, zayıf bir bünyeye sâhipti.
Sevgili Peygamberimizin has müşâviri ve hizmetçisiydi.
Hep yanında olurdu.
Sohbetlerini dinlerdi.
Ve duâlarını alırdı.
İbni Mes'ud genç iken fakîrdi.
Müşriklerden Ukbe bin Ebî Muayt'ın koyunlarını güderdi.
Bir gün koyun güdüyordu.
Efendimiz aleyhisselâm ile hazret-i Ebû Bekr’i gördü.
Görür görmez sevdi.
Ve onlara içi kaynadı.
Efendimiz, sordu ona:
"Ey genç, içecek sütün var mı?”
O, cevâben “Yok” dedi.
Efendimiz, bir koyunun memesini mübârek elleriyle sıvazladı.
Sonra bir duâ okudu.
Koyunun memeleri sütle doldu.
Hazret-i Ebû Bekr koştu.
Bir toprak çanak getirdi.
Efendimiz de, ona süt sağdı.
Önce kendisi içti.
Sonra Hazret-i Ebû Bekr içti.
Sonra da İbni Mes'ud içti.
Üçü de doymuşlardı.
Resûl-i Ekrem sonra:
"Çekil, büzül" buyurdu.
Koyunun memeleri büzüldü!
Ve eski hâlini aldı.
İbni Mes'ud, Efendimizi çok sevdi.
Yanına sokulup dedi ki:
“O duâyı bana öğretir misin?"
Efendimiz, başını sıvazlayıp;
"Sen, iyi bir çocuksun" buyurdu.
Ve ona şehâdeti öğretti.
O da söyleyip, Müslüman oldu.
.Korktuğumuz başına geldi!.."
20-03-2021 02:00
İlk sahâbîler, bir gün toplanıp; "Resûlullahtan başka, şu Kureyş kâfirlerine Kur’ân-ı kerîmi açıktan dinletebilen kimse olmadı" dediler.
İbni Mes'ud:
"Ben dinletirim" dedi.
Sahâbîler, ona;
"Biz onların sana bir zarar vermelerinden korkarız! Öyle biri olmalı ki gerektiğinde kendini koruyacak bir kavmi ve kabîlesi bulunsun" dediler.
O, ısrarla dedi ki:
"Bırakın gideyim. Allahü teâlâ beni muhâfaza eder."
Onlar da "peki" dediler...
Ertesi gün oldu.
Kuşluk vaktinde çıktı evden.
Makâm-ı İbrâhim’e geldi.
Müşrikler de oradaydı.
Önce Besmele çekip;
"Errahmânü allemel Kur'ân" diyerek başladı okumaya.
Müşrikler bunu duydular.
Hep birden üzerine yürüdüler.
Yumrukladılar, tekmelediler.
Yüzü gözü kanlar içindeydi.
Bu vaziyette geri döndü.
O ilk sahâbîler dediler ki:
"Biz, bu âkıbetten korkmuştuk!
İşte korktuğumuz başına geldi."
Ama o, pişmân değildi.
"İsterseniz yârın yine gideyim.
Onlara, biraz daha dinleteyim."
Onlar, dediler ki:
Hayır, bu kadarı yeter!"
İbni Mes'ud (radıyallahü anh), bundan sonra da defâlarca Kur’ân-ı kerîm okumuş ve müşriklere dinletmiştir.
.Ebû Cehil ne hâldedir?"
21-03-2021 02:00
Müşrikler, Abdullah bin Mes'ud hazretlerini, kızgın kumlara yatırıp işkence yaptılar!
O ise Efendimizden izin aldı.
Önce Habeşistan'a hicret etti.
Sonra da Medîne'ye.
Muaz bin Cebel'e misâfir oldu.
Sonra Mescid-i Nebî'nin yanında küçük bir evde ikâmet etti.
Kendini Resûlullaha adamıştı.
Hep Onun hizmetine koşardı.
Her emrini yapardı.
Yanından ayrılmazdı.
Tanımayanlar, onu Resûlullahın ailesinin bir ferdi zannederdi.
Bütün gazâlara katıldı.
Bedir’de de vardı.
Ebû Cehil’i o öldürdü!
Şöyle ki, Muaz ve Muavvez kardeşler kılıçlarını çekip Ebû Cehil kâfirine, kımıldayamayacak hâle gelinceye kadar kılıç vurdular.
Ve Efendimize koşup:
"Ebû Cehl'i öldürdük" dediler.
Efendimiz çok sevindi.
Ama kesin bilmek istiyordu.
Eshâb-ı kirâma buyurdu ki:
"Ebû Cehil ne hâldedir?
Kim gidip de bir bakar?"
Eshâb koştular, aradılar.
Ama o kâfiri bulamadılar.
Zîra tanınmaz bir hâldeydi.
Peygamberimiz;
"Eğer onu tanıyamazsanız, dizindeki yara izine bakın. Gençliğimde ben ve o, bir ziyâfetteydik. Ben, ondan biraz büyükçeydim. Sıkışınca onu ittim. Dizleri üzerine düştü! Dizlerinden birisi yaralandı ve bu yaranın izi kaybolmadı" buyurdu. (Devamı yarın)
.Ey Allah düşmanı!"
22-03-2021 02:00
Bedir Harbi sona ermişti.
Efendimiz, eshâbı topladı.
Ve buyurdu ki:
"Acabâ Ebû Cehil ne hâldedir?
Kim gidip de, bir haber getirir?"
Abdullah İbni Mes'ud;
“Ben giderim yâ Resûlallah” dedi.
Ve Ebû Cehil'i aramaya gitti.
Onu, yaralı bir hâlde buldu.
Tam ölmek üzereydi.
Sakalından çekip dedi ki:
"Ey Ebû Cehil, ey Allah düşmanı!
Allahü teâlâ seni hor ve hakîr etti!”
Ama o, hâlâ kibirliydi.
Yattığı yerden dedi ki:
"Ey koyun çobanı, söyle bana.
Hangi taraf gâlip geldi acaba?”
O, sevinç içinde dedi ki:
"Zafer, Allah ve Resûlünündür.
Ey kâfir seni ben öldüreceğim!"
Kâfir, çâresizlik içindeydi.
Zorlukla konuşup dedi ki:
"Senin öldürmen, bana ağır gelir.
Bâri boynumu göğsüme yakın kes.
Başım, daha heybetli görünsün!"
Kâfir, hâlâ kibirliydi.
İbni Mes’ud bu kâfirin kılıcını aldı.
Habîs başını, onun kılıcıyla kesti.
Kesik başını ayağıyla ite ite getirdi.
Efendimizin ayağının önüne bıraktı.
Ve o sevinçle arz etti ki:
"Yâ Resûlallah, gördüğünüz şu baş, Allah düşmanı Ebû Cehil’in başıdır!"
Efendimiz çok sevindiler.
Ve birlikte kâfirin yanına vardılar.
Üzerine dikilip seslendiler ki:
"Ey Ebû Cehil, ey Allah düşmanı!
Bil ki Allah seni zelîl ve hakîr kıldı
Sen, bu ümmetin Firavunuydun!"
."İbni Mes'ud içinizdeyse!.."
23-03-2021 02:00
Ebû Mûsel-Eş’arî hazretleri;
“İbni Mes'ud içinizdeyken bana sormayın" derdi.
Bir hadîs-i şerifte de;
"İbni Mes'ud'un sözüne, bilgisine sarılınız" buyuruldu.
Hazret-i Ömer Arafat’ta idi.
Yanına biri gelip:
"Ey mü’minlerin emîri! Kûfe'de mushafları ezbere yazdıran bir kimse var" dedi.
Hazret-i Ömer kızıp;
"Kimmiş o?" dedi.
"Abdullah İbni Mes'ud" deyince, kızgınlığı geçti ve;
"Vallâhi bu işe, ondan daha lâyık birini bilmiyorum" dedi.
Ve şöyle anlattı:
“Dün, Efendimizi gördüm.
Ebû Bekir'le konuşuyordu.
Ben de yanlarındaydım.
Birlikte dışarı çıktık.
Bir kişi Kur’ân-ı kerîm okuyordu.
Efendimiz onu dinledi.
Sonra bize dönüp;
“Kim, Kur'ân indiği andaki tâzeliğiyle okumaktan hoşlanıyorsa İbni Mes'ud gibi okusun” buyurdu.
● ● ●
Abdullah İbni Mes'ud hazretlerine, Resûlullah Efendimizden sorulduğunda, tir tir titrerdi.
Ve ter içinde kalırdı!
Çünkü Onun hakkında yanlış bir şey söylemekten korkardı!
Ağır ağır konuşurdu.
İhtiyatlı söz söylerdi.
Efendimiz, bir gün Eshâba; "Siz, İbni Mes'udun zayıf olduğuna bakmayın. Mîzanda hepinizden ağırdır" buyurdu.
."Tâbiînin en yükseği odur!"
24-03-2021 02:00
Veysel Karânî hazretleri, Resûlullahı görmeden sevmiş ve Tâbiînin en yükseği olmuştur.
Harem bin Hayyân anlatıyor:
Üveys'i çok merak ediyordum.
Bir kere olsun görmek istiyordum.
Bunun için Kûfe'ye gittim.
Arayıp, buldum onu.
Su kenarında abdest alıyordu.
Yaklaşıp selâm verdim.
O da cevap verdi:
“Aleyküm selâm ey İbni Hayyân!”
Çok şaşırdım!
Zîrâ ismimle hitâb etmişti bana.
Merak edip sordum:
“Siz beni, ilk defâ gördünüz.
İsmimi nereden biliyorsunuz?”
Dedi ki:
“Her şeyi bilen ve gören bildirdi.”
Ricâ ettim Ondan:
“Bir hadîs-i şerîf okur musunuz?”
Dedi ki:
“Ben, Resûlullahı görmedim.
Ondan, hiç hadîs işitmedim.”
Sonra bir âyet-i kerîme okudu.
Ben meâlini sordum.
“İnsanları ve cinleri yarattım ki, beni tanıyıp ibâdet eylesinler” diye îzâh etti.
Sonra bir sayha vurdu!
Aklı gitti sandım.
Sonra bana sordu ki:
“Buraya ne için geldin?”
“Sizi tanımak için” dedim.
Bana dönüp;
“Bir mümin Rabbini tanıyınca, gayriyi bilmesine ne lüzum var?” buyurdu.
Hoşuma gitmişti.
Nasîhat istedim.
Buyurdu ki:
“Ölümü yastığının altında bil.
Sabah kalkınca da, karşında!”
."Sen Rabbini bilir misin?"
25-03-2021 02:00
Veysel Karânî hazretleri, geceleri hep ibâdet ederdi.
Bâzı geceler;
"Bu, kıyâm gecesidir" derdi.
O gece hep kıyâmda dururdu.
Bâzı geceler;
"Bu, rükû gecesidir" derdi.
O geceyi hep rükûda geçirirdi.
Bâzı geceler de;
"Bu, secde gecesidir" derdi.
Sabaha kadar secdede kalırdı.
Bir gün, Ona sordular:
"Namazda huşû nedir?"
Buyurdu ki:
"Vücûduna iğne batsa.
Bir şey hissetmemektir!"
Bir gün de Ona;
"Nasılsınız?" dediler.
Buyurdu ki:
"Bir kul ki, sabah kalktığında, akşama sağ çıkar mı çıkmaz mı bilmiyorsa, onun hâli nasıl olur?"
● ● ●
Bir gün, bir genç nasîhat istedi.
O gence sordu ki:
"Sen Rabbini bilir misin?"
"Bilirim" deyince, buyurdu ki:
“Mâdemki Rabbini biliyorsun.
Başkasını bilmene lüzum yok!"
Bu, gencin hoşuna gitti.
Ve yine nasîhat istedi.
Bu defâ da sordu ki:
"Rabbin seni biliyor mu?"
Genç, "Elbette" dedi.
O zaman buyurdu ki:
"Mâdemki Rabbin seni biliyor.
Gayrinin bilmesine lüzum yok!"
Bir gün de buyurdu ki:
“Yücelmek isteyen mütevâzı olsun.
Şeref arayanlar, ibâdetlere sarılsın.
Zengin olmak isteyen, kanâat etsin!.."
.Beni buradan götürün!"
26-03-2021 02:00
Veysel Karânî hazretleri, Mekke'de hac yapıp, sonra Medîne'ye gitti.
Orada kendisine dediler ki:
"Resûlullahın türbesi burasıdır."
O, bunu işitti.
Kendinden geçti.
Ayılınca; "Beni buradan götürün. Resûlullahın medfun bulunduğu bir yerde, ben yaşayamam" buyurdu.
● ● ●
Rebi' bin Heysem anlatır:
Üveys'i görmeye gittim.
Sabah namazını kılıyordu.
Oturup bitirmesini bekledim.
Namazını bitirdi, ama kalkmadı.
Kuşluğa kadar bekledim.
Kalkıp kuşluk namazına durdu.
Ben hâlâ bekliyordum.
Derken öğlen oldu.
Öğle namazını kıldı.
İkindi vakti oldu.
Kalkıp ikindiyi kıldı.
Velhasıl üç gün bekledim.
Bir namazı bitirip öbürüne başlıyordu.
Yemedi, içmedi, uyumadı.
Dördüncü gece oldu.
Duâ ediyordu.
Kulak verdim, diyordu ki:
“Yâ Rabbî çok uyuyan gözden.
Çok yiyen ağızdan, beni koru...”
Kalbimden:
“Bu bana yeter” dedim.
Ve konuşmadan kalkıp gittim.
Çocuklar bazen taşa tutarlardı.
O ise hiç kızmayıp:
"Yavrucaklar, mutlaka taşlamanız gerekiyorsa, bâri küçük taş atın da ayaklarım kanamasın, abdestim bozuluyor" derdi.
."Onun adı Üveys’tir..."
27-03-2021 02:00
Veysel Karânî hazretleri, Resûlullahı görmeyi çok istiyordu.
Ama bir annesi vardı.
Çok yaşlı ve hastaydı.
O, buna izin vermiyordu.
Her izin istediğinde derdi ki:
“Oğlum, şu hâlimi görüyorsun.
Sen gidersen bana kim bakar?”
O da, “Peki anne” derdi.
Efendimiz aleyhisselâm, bâzen mübârek yüzünü Yemen tarafına çevirip;
"Şu yönden rahmet rüzgârlarının estiğini duyuyorum" buyururlardı.
Bir gün de eshâbına;
"Ümmetimden biri var ki, mahşer günü çok kimseye şefâat edecektir" buyurdular.
Sahâbe-i kirâm sordu:
"Bu zât kimdir yâ Resûlallah?"
Efendimiz buyurdu ki:
"Allahın kullarından biridir."
"İsmi nedir yâ Resûlallah?"
"Onun adı Üveys’tir.”
"O, sizi görmüş müdür?"
"Baş gözüyle görmedi.”
Sahâbe şaşırıp:
"Yâ Resûlallah, o sizi bu kadar çok sever de, niçin sizi görmeye gelmez?" dediler.
Efendimiz buyurdu ki:
"O, beni görmeyi çok istiyor.
Ama çok yaşlı bir annesi var.
O, gelmesine izin vermiyor."
Sahâbîler:
"Biz onu görür müyüz?" dediler.
Efendimiz, hazret-i Alî ile hazret-i Ömer'e bakarak;
"Siz ikiniz, onu görürsünüz” buyurdular.
.Adını bağışlar mısın?"
28-03-2021 02:00
Efendimiz hayâtta iken Eshâb-ı kirâm’a; “Şu hırkamı Üveys-i Karnî'ye veriniz!" buyurdu.
Aradan yıllar geçti.
Hazret-i Alî ile Hazret-i Ömer, o hırkayı alıp Yemen'e gittiler.
Ve birilerine sordular ki:
"Biz Üveys diye birini arıyoruz."
Onlar dediler ki:
"O, şu tepenin ardında deve güder."
Onu bulup selâm verdiler:
"Selâmün aleyküm ey çoban!”
"Aleyküm selâm, buyurun.”
"Adını bağışlar mısın?"
"Allah'ın bir kulu.”
"Hepimiz Allahın kuluyuz.
Halk seni ne diye çağırır?"
"Bana (Üveys) derler.”
"Yâ Üveys! Resûlullahın selâmları var. Mübârek hırkasını sana gönderdiler ve (Bu hırkayı giysin, ümmetime duâ etsin!) buyurdular."
Hazret-i Üveys;
"Bu şerefli emânet bana değil, başkasına âittir" dedi.
"Hayır yâ Üveys!” dediler.
Aradığımız kimse sensin"
O zaman (hırka-i şerîfi) aldı.
Öpüp kokladı ve secdeye kapanıp;
"Yâ ilâhî! Bu hırka hürmetine ümmet-i Muhammed’in günahlarını affet" diye yalvardı,
Secde uzun sürünce merak ettiler.
"Yâ Üveys!" diye seslendiler.
Üveys secdeden kalkıp;
"Keşke az daha bekleseydiniz. Zîrâ Rabbim, bu ümmetin tamâmını affediyordu. Ama siz çağırınca, bir kısmı kaldı" dedi.
.Günâhını küçük görme!
29-03-2021 02:00
Harem bin Hayyân anlatır:
Veysel Karânî hazretleriyle görüştüğüm zaman, kendisinden nasîhat istedim.
O da bana cevâben:
“Günâhının küçük olduğuna bakma. O günâhı işlemekle Rabbine âsî olduğunun büyüklüğüne bak” buyurdu.
Ben kendisine sordum:
“Nereye yerleşsem acaba?”
“Şam'a yerleş” buyurdu.
“Orada geçim nasıldır?” dedim.
Buyurdu ki:
“Rızkından şüphe mi ediyorsun?
Böyle düşünene yazıklar olsun!”
Kendisinden nasîhat istedim.
Bana döndü ve:
“Ey İbni Hayyân! Baban öldü. Âdem aleyhisselâm, Davud aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekr öldü. Kardeşim Ömer de öldü, vâh Ömer!” dedi.
Ben, “Ömer ölmedi” dedim.
Buyurdu ki:
“Evet mâlesef Ömer de öldü.
Bunu bana, Rabbim bildirdi.”
Sonra bana dedi ki:
“Ey Harem, ölümü unutma!
Ehl-i sünnetten hiç ayrılma.
İnsanlara, emr-i mâruf yap!”
Çok duygulandım
Sonra bana dedi ki:
“Haydi git ve beni duâ ile an.
Ben de seni (duâ) ile anayım.
Sen kalk bu taraftan şöyle git
Ben de, şu taraftan gideyim.”
Baktım, giderken ağlıyordu!
Ben de ağlıyordum!
Ardından bir süre bakakaldım.
Bir daha da haber alamadım.
.O kâfir şurada öldürülür!"
30-03-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm, Bedir Harbi'nden bir gün önce, harp sâhasını gezdiler.
Bir yere gelince durdular.
Bir noktaya işâret ettiler.
Ve Eshâba buyurdular ki:
“Filân kâfir burada öldürülür!”
Sonra ilerlediler.
Bir noktayı daha işâret ettiler.
Ve buyurdular ki:
“Falan kâfir şurada öldürülür!”
Her kâfirin öldürüleceği yerleri, Eshâb-ı kirâma gösterdiler.
Aynen dedikleri gibi oldu.
Hattâ santimi santimine.
Ve bir milim şaşmadan.
● ● ●
Osmân bin Affân hazretlerinin şehîd edildiği gün, isyâncılardan gözü dönmüş iki kişi, delice Halîfe'nin evine girdiler.
Sağa sola saldırdılar!
Kıracak bir eşyâ aradılar.
Ve bir âsâ, (baston) gördüler.
Bu âsâ, Efendimizin hazret-i Osmân'a hediyesiydi.
Birisi, o âsâyı eline aldı.
Ve kırmaya yeltendi.
Ancak öbürü, âsâyı tanıyıp;
“Dur! Sakın kırma!” dedi.
“Nedenmiş o?”
“O, Resûlullahın âsâsıdır.”
Ama adamın gözü dönmüştü.
Aklı örtülmüştü.
Kimseyi dinleyecek hâlde değildi.
Dizine dayayarak kırdı o âsâyı.
Kırdı ama o dizi de şişmeye başladı.
Gitgide deve boynu gibi oldu.
Ağrıdan duramıyordu.
Yerleri tırmalıyordu!
Bu vaziyette iken ölüp gitti!..
."Bu, yolunu aydınlatır!"
31-03-2021 02:00
Bir gün Sevgili Efendimiz yatsı namazını kıldılar bir sahâbîyle.
O zâtın evi uzak, hava kapalıydı.
Ona bir hurma dalı verdiler.
Ve buyurdular ki:
“Bu, senin yolunu aydınlatır.”
O sahâbî, o dalı eline aldı.
Dal, bir anda "Fener" oldu.
Ve eve kadar yolunu aydınlattı...
● ● ●
Ukayl bin Ebî Tâlip radıyallahü anh, Efendimizle sefere çıktılar.
Hava çok sıcak ve bunaltıcıydı.
Bir dağın eteğine geldiler.
Susuzluk, had safhaya vardı.
Hazret-i Ukayl yürüyemiyordu.
Resûlullaha arz etti ki:
“Çok susadım yâ Resûlallah!”
Öyle ki, artık yürüyemiyorum.”
Efendimiz, buyurdular ki:
“Öyleyse git, şu dağa söyle, sana biraz su versin!”
O, hiç tereddüt etmedi.
Yüzünü dağa doğru dönüp:
“Ey dağ! Resûlullah Efendimiz, bana su vermeni emrediyor” diye seslendi.
Koca dağ, dile gelip dedi ki:
“Resûlün emri, başım gözüm üstüne. Ancak Ona arz et ki, hiç suyum kalmadı.”
Hazret-i Ukayl sordu:
“Niçin suyun kalmadı?”
Dağ yine seslendi ki:
“Hani bir âyet-i kerime gelmişti.
İşte, o âyette buyuruluyordu ki:
(Ey insanlar! O ateşten korkun ki, onu, müşriklerle taşlar tutuşturur.)
İşte bahsi geçen o taşlar, benim taşlarım olursa, diye ağlamaktan suyum kalmadı” dedi.
."Kabından boşaltmasaydın!"
01-04-2021 02:00
Bir gün fakîrin biri, Peygamber Efendimizden buğday istedi.
Ekmek yapacaktı garip.
Efendimiz bir ölçek buğday verdi.
Adamcağız o buğdayı aldı.
Yarısını öğütüp ekmek yaptı.
Bir müddet sonra, kalan kısmıyla ekmek yapacaktı ki buğdayın azalmamış olduğunu gördü.
Kap, dopdolu duruyordu.
Yine yarısıyla ekmek yaptı.
Sonra yine lâzım oldu.
Kap yine doluydu.
Hayretler içinde kaldı.
O buğdayı başka kaba boşalttı.
Efendimizin huzûruna geldi.
Ve arz etti bu durumu.
Efendimiz, onu dinleyip:
“Eğer kabından boşaltmasaydın, o buğdayı senelerce yiyecektiniz de yine bitmeyecekti” buyurdular.
● ● ●
Tâif seferinden dönülüyordu.
Derken gece yarısı oldu.
İslâm askeri karanlıkta yürüyordu.
Çok yorgun ve uykusuzdular.
Orduda Efendimiz de vardı.
O da aynı durumdaydı.
Yâni çok yorgundu.
Ve çok da uykusuzdu.
Öyle ki, gözlerini zor açıyordu.
Böyle yorgun, uykusuz giderken önlerine bir ağaç çıktı birden.
Ortalık zifirî karanlıktı.
Efendimiz tam ağaca çarpacaktı ki, o anda koca ağaç ikiye ayrıldı.
Efendimiz, arasından geçip gittiler.
Ağaç, o hâliyle, uzun yıllar kaldı.
Ve hâlâ ziyâret ediliyor bilenlerce...
.Bir lokma için değer miydi?"
02-04-2021 02:00
Hazret-i Sıddîk’ın hizmetçisi vardı.
Mutfak masraflarını o görüyordu.
Her gün sofraya otururken;
“Bu yemeğin parasını nereden ve nasıl temîn ettin?” diye sorardı hizmetçiye.
Helâldense yerdi.
Yoksa yemezdi.
Bir akşam eve yorgun gelmişti.
Sofraya oturdu.
Ve başladı yemeye.
Henüz bir lokma yemişti ki, hizmetçi mânâlı mânâlı bakıp;
“Bana bir şey sormadınız” dedi.
Halîfe hemen hâtırladı.
Ve yemeği bırakıp sordu:
“Söyle bakalım, nereden temîn ettin bu yemeğin parasını?”
Hizmetçi:
“Câhiliye zamanımda, para karşılığında raksedip oynar, insanları eğlendirirdim. O günlerden kalan bir alacağım vardı, bugün onu tahsîl ettim” dedi.
Hazreti Sıddîk bu cevâbı duydu.
Hemen kalkıp koştu lavaboya.
Parmağını boğazına soktu.
Güçlükle çıkardı o lokmayı.
Öyle zahmet çekti ki.
Ev halkı, ölüyor zannettiler.
Telâşlandılar!
Yanına koşup;
“Bir lokma için değer miydi?
Neredeyse ölüyordunuz” dediler.
O da buyurdu ki:
“Resûlullahtan işittim.
(Haram ateştir) buyurmuştu.
O hadîs-i şerîfi hatırladım...”
Sonra el kaldırıp yalvardı:
“Yâ Rabbî, affet bu zayıf kulunu.
Cehennem ateşine dayanamaz!”
.Şunu tanıyor musun?
03-04-2021 02:00
Hazret-i Ebû Bekr’le hazret-i Alî mescid-i şerîfte oturuyorlardı.
O esnâda biri girdi içeri.
Hazreti Alî'yi görünce rengi kaçtı.
Çok mahçup oldu!
Ve çöküverdi oraya.
Hazret-i Ebû Bekr, hazreti Alî'ye.
“Yâ Alî, şu adam seni gördü.
Mahçup oldu, acabâ neden?” diye sordu.
O da cevap verdi ki:
“Bana borcu var, belki ondandır.”
O zaman kalktı.
Onun yanına gitti.
Elini omuzuna atıp sordu ki:
“Hayırdır, neyin var senin?”
“Yok bir şey yâ Ebâ Bekr!”
“Alî'yi görünce mahçup oldun.”
“Evet, ona karşı çok mahcubum.”
“Neden?”
“Ona borcum var, ödeyemiyorum.”
“Ne kadar?”
“Yirmi bin akçe. Ödeme imkânım olsa, bir an geciktirmem, öderim” dedi.
Hazret-i Ebû Bekr, dinledi.
Ve fevkalâde üzüldü!
Onu sevindirmek için dedi ki:
“Borcunu öderim, ama bir şartla. Fâtiha sûresinin yarısını okuyup, sevâbını bana hediye edeceksin.”
Adam çok sevindi buna.
Fâtiha’nın yarısını okudu.
Sevâbını Ona bağışladı.
Hazret-i Ebû Bekr sevindi.
Ona yirmi bin akçe verip;
“Diğer yarısını da oku” dedi.
O da okuyup ecrini ona bağışladı.
Hazret-i Ebû Bekr memnun oldu.
Ona, yirmi bin akçe daha verdi.
Adam sevinçten uçuyordu...
.Nasıl ağlamayayım?"
04-04-2021 02:00
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), halîfeyken her gece şehri dolaşır, bir derdi sıkıntısı olan var mı diye araştırırdı.
Varsa, sıkıntısını giderirdi.
Üstelik de hep ağlardı!
"Niçin ağlarsınız?" derlerdi.
O, derin bir “Âh” çekip;
“Nasıl ağlamayayım, bir koyun Fırat Nehri'ne girip boğulsa, yârın benden sorulur" buyururdu.
Bir gün de, yolda gidiyordu.
Hazret-i Huzeyfe'ye rastladı.
Ve Ona sordu ki: “Yâ Huzeyfe, Efendimiz sana, münâfıkları bildirdi değil mi?"
"Evet, bildirdi."
"Sana bir şey sormak istiyorum.
Ama bana doğru söyleyeceksin.
Onların içinde ben var mıyım?"
Hazret-i Huzeyfe şaşırdı!
Ancak Halîfe ciddiydi:
"Söyle yâ Huzeyfe, haydi söyle.
Onların içinde, ben var mıyım?”
"Yoksun yâ Ömer!" dedi.
"Doğru mu söylüyorsun?"
"Vallâhi doğru söylüyorum.
Bu cevâbı aldı ve rahatladı.
Vefâtından bir sene geçmişti.
Bir sahâbî, Onu rüyâda gördü.
Ve kendisine dedi ki:
“Sizi bitkin gördüm yâ Ömer!"
"Evet, çok bitkinim.”
"Neden yâ Ömer?"
"Ben öleli ne kadar oldu?"
"Bir sene oldu" deyince;
"Öldüğüm günden şu âna kadar, hep hesap veriyordum. İnce ince sordular. Rabbimin rahmeti yetişmeseydi kurtulamayacaktım" buyurdu.
.Bu, bizim Ömer değil mi?"
05-04-2021 02:00
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), bir gün şehri geziyordu.
Bir sokağa girdi.
Ve yürüyüp ilerledi.
Çok yaşlı ve safça bir kadıncağız, evinin önüne çıkmış, güneşleniyordu.
Kızı, Halîfeyi fark edince, telâşla seslendi annesine:
"Anneciğim çabuk içeri gir."
"Hayrola kızım ne oldu?"
"Emîr-ül mü’minin geliyor.”
İhtiyar kalkıp içeri girdi.
Zîra çok merak etmişti Emîrin kim olduğunu.
Pencereyi açtı.
Ve onu bekledi.
Halîfe ilerleyip, tam o evin önünden geçiyordu ki yaşlı kadın tanıdı Hazret-i Ömer’i.
Ve içinden:
“Bu, bizim Ömer" dedi.
Ve seslendi kızına:
"Kızım, hani Emîr geliyordu?"
"Evet anne, emîr geliyor.”
Kadıncağız dedi ki:
"Kızım, biz ona Ömer derdik.
O Ömer ne vakit emîr olmuş?"
Halîfe bunu işitti.
Çok hoşuna gitti.
Ve kalbinden düşündü ki:
"Ömer'i kendine tanıtan kim?"
Zîra çok merak etmişti.
Başını kaldırdı.
Pencereye baktı.
O saf kadıncağızı gördü.
Ve ona doğru seslendi ki:
“Doğru diyorsun ey hâtun!
Ben, bildiğin Ömer'im işte."
Çok sevinmişti.
Sevinci yüzünden okunuyordu.
.Sefîne adını sana kim koydu?"
06-04-2021 02:00
Hazret-i Sefîne Sahâbedendir.
Ümm-i Seleme’nin kölesidir.
Hazret-i Ümmü Seleme, Efendimizin zevcesidir.
Sefîne, birinin kölesiydi.
Ümmü Seleme vâlidemiz onu satın alıp, hayâtı boyunca Resûlullaha hizmet etmesi şartıyla âzâd etti.
O da, bu şartı kabul etti.
Ve sözünü tam yerine getirdi.
Bir gün Ona sordular ki:
“Sefîne adını sana kim koydu?”
O da şöyle anlattı:
Biz Resûlullahla bir seferdeydik.
Bir konak yerinde konakladık.
Eşyâlarımız, silâhlarımız çoktu.
Yâni taşıması gâyet zordu.
Bir kilimimiz vardı.
Resûl-i Ekrem, bana bakıp;
“O kilimi yere yay ve eşyâları o kilimin üzerine yığ” buyurdu.
Ben de, o kilimi yaydım.
Üzerine eşyâları yığdım.
Efendimiz baktı.
Ve bana buyurdu ki:
“Haydi, o kilimi kaldır götür.
Mertçe git ki sen Sefînesin!”
(Sefîne, gemi demektir.)
“Başüstüne yâ Resûlallah” dedim.
Buyurdukları gibi yaptım.
O ağır yükü sırtladım.
Atlılarla berâber yürüdüm.
Gideceğimiz yere vardık.
Hiç de bir zorluk görmedim.
Hattâ bu yük, bana çok (hafif) geldi.
O günden sonra, on devenin yükünü kaldırır, Resûlullahın himmetleriyle on menzillik yere iletirdim. O zamandan beri ismim Sefîne’dir.
."Bu gece rüyâ göreniniz var mı?"
07-04-2021 02:00
Eshâb-ı kirâmdan Hazret-i Sefîne rivâyet eder:
Resûl aleyhisselâm, her sabah namazından sonra Eshâbına dönüp sorardı ki:
“Bu gece rüyâ gören var mı?
Varsa anlatsın da dinleyelim.”
Gören varsa, onu dinlerdi.
Ve tâbirini yapardı.
Bir gün yine sordular.
Ama rüyâ gören yoktu.
Efendimiz, Eshâba dönüp;
“Ey Eshâbım! Ben bu gece, acâyip bir rüyâ gördüm” buyurdular.
Ve şöyle anlattılar:
Gökten, büyük bir (terâzi) indi.
İki de büyük (kefesi) vardı.
Beni, bir kefesine koydular.
Ebû Bekr'i, diğer kefeye koydular.
Ve ikimizi tarttılar.
Ben, Ebû Bekr’den ağır geldim.
Sonra beni çıkardılar.
Yerime, Ömer’i koydular.
Ömer ile Ebû Bekr’i tarttılar.
Ebû Bekr ağır geldi.
Sonra Ebû Bekr’i çıkardılar.
Yerine Osmân’ı koydular.
Ömer’i Osmân ile tarttılar.
Ömer ağır geldi.
Ömer’i çıkardılar.
Yerine Alî’yi koydular.
Osmân’ı Alî ile tarttılar.
Osmân ağır geldi.
Osmân’ı o kefeden çıkardılar.
Sonra Alî’nin zamânından tâ kıyâmete kadar gelecek olan bütün ümmeti o kefeye koyup Alî ile tarttılar.
Alî cümlesinden ağır geldi.
Terâziyi gökyüzüne çektiler...
.Seni Allah için âzât ettim"
08-04-2021 02:00
Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh), hayrı hasenâtı, köle âzât etmeyi çok severdi.
Her işini Allah için yapardı.
Yüzüğünün taşında;
“Abedellahe lillah" yazılıydı.
Mânâsı şu idi:
“Allah’a, Allah için ibâdet etti."
Dünyâyı hiç sevmezdi.
Nitekim Câbir bin Abdullah;
"Hazret-i Ömer ve oğlu Abdullah’tan başka, içimizde dünyâya meyli olmayan kimse yoktur" derdi.
● ● ●
İmâm-ı Nâfî, bu zâtın âzâtlısıdır.
Onu, on bin dirheme satın alıp;
“Seni Allah için âzât ettim" dedi.
Bir kölesini ibâdette görseydi.
Onu, hemen âzât ederdi.
Bâzıları Ona derlerdi ki:
"Onlar hâlis ibâdet yapmıyorlar.
Böyle görünüp seni aldatıyorlar!"
O cevâben derdi ki:
"Hayır için aldanmak da iyidir."
Âzâtlısı olan İmâm-ı Nâfî;
“Abdullah bin Ömer, (bin) kişi âzât etmedikçe ruhunu teslîm etmedi" demiştir.
Yine o anlatıyor ki:
“Çok az yemek yerdi.
Ayda bir kez et yiyordu.
Bir de misâfir geldiğinde.
Veyâ Ramazân-ı şerîfte.
Bir şeyi, biraz fazla sevseydi.
Onu, hemen bir fakîre verirdi.
Üstelik de çok sevinirdi.
Velhâsıl bu büyük sahâbî,
“Sevdiğiniz şeyleri vermedikçe, iyiler derecesine erişemezsiniz” âyet-i celîlesiyle amel ederdi
.Her ihtiyâcını bana bildir!"
09-04-2021 02:00
Abdullah bin Ömer'in canı bir gün balık istemişti.
Kızartıp önüne koydular.
Tam yiyecekti ki, bir fakîr geldi.
Henüz bir lokma bile almamıştı.
Öylece o fakîre verdi.
O, hiç yalnız yemek yemezdi.
Mutlaka misâfirle yerdi.
Misâfir yoksa, çıkar, arar, bulurdu.
Onunla oturur, birlikte yerdi.
O devirde, çok zengin biri vardı.
Bu sahâbîye mektupda yazdı ki:
“Ne ihtiyâcın varsa bana bildir!"
Abdullah bin Ömer bunu okudu.
Ve cevâbında yazdı ki:
"Resûlullah Efendimizden işittim.
(Veren el, alan elden hayırlıdır.)
Benim senden bir isteğim yoktur.”
Abdullah bin Ömer'e, dört bin dirhem para ile, kıymetli bir kaftan hediye ettiler.
Ertesi gün oldu.
Bir akrabâsı onu çarşıda gördü.
Hayvanına yem alıyordu.
Üstelik, peşin değil, veresiye.
O, buna çok hayret etti!
Oradan evine gitti.
Ve ev halkına sordu ki:
"Dün Abdullah'a, dört bin dirhem ile çok kıymetli bir kaftan hediye gelmemiş miydi?"
"Evet gelmişti" dediler.
Bunun üzerine dedi ki:
"Bugün Onu çarşıda gördüm.
Hayvanı için, yem alıyordu.
Ama para ile değil, veresiye.
Dediler ki:
"Doğrudur, veresiye almıştır. Çünkü o, parayı da, kaftanı da, aynı gün fakirlere verdi, biz şâhidiz."
."Abdullah ne iyi insandır"
10-04-2021 02:00
Abdullah bin Ömer anlatıyor:
Ben bir gece rüyâ gördüm.
Elimde, ipekli bir kumaş vardı.
O ipekle Cennette uçuyordum.
Derken iki kişi geldiler.
Beni sıkıca tuttular.
Ve Cehenneme götürdüler.
Çok korktum!
O anda yanıma bir melek geldi.
Ve bana dedi ki:
“Korkma, sana bir şey yapmazlar.”
Çok sevindim.
Beni bıraktılar.
Hazret-i Hafsa, benim bu rüyâmı Resûlullah Efendimize anlatmış.
Sevgili Peygamberimiz;
“Abdullah ne iyi insandır. Keşke geceleri de namaz kılsa” buyurmuşlar.
Ben buna çok sevindim.
O gece, bu namaza başladım.
Ve ölünceye kadar bırakmadım.
● ● ●
Abdullah bin Ömer hakkında, onu seven biri, şöyle anlatıyor:
O, bâzen bize misâfir olurdu.
Geceleri kalkıp teheccüd kılardı.
Bir gece yine kalktı.
Ve beni de uyandırıp:
“Kalk, namaz kıl ve Kur’ân-ı kerîmin üçte birini oku” dedi.
Ben de kalktım.
Namaz kıldım.
Ve kendisine;
“Sabah yaklaştı, bu arada Kur’ân-ı kerîmin üçte birini okuyup yetiştiremem” dedim.
O cevâben dedi ki:
“Öyleyse, İhlâs sûresini oku.
O, Kur'ânın üçte biri demektir.”
."Helâl etmiştim, artık almam!"
11-04-2021 02:00
Bir gün Abdullah bin Ömer'in (radıyallahü anh) devesi çalındı.
Çok arayıp bulamadı.
"Alana helâl ettim" dedi.
Ve mescide girip namaz kıldı.
Az sonra biri geldi.
Ve kendisine;
"Deven şuradadır" dedi.
O da nalınlarını giydi.
Tam gidecekti ki geri döndü.
Ve o kimseye dedi ki:
"Helâl etmiştim, artık almam."
● ● ●
Bir sahâbî de şöyle anlatıyor:
Abdullah bin Ömer'le berâberdik.
İkimiz bir yolda gidiyorduk.
Bir ara (Ney) sesi işittik.
Abdullah durdu.
Kulaklarını parmaklarıyla kapadı.
O sesi duymak istemedi.
İkimiz oradan uzaklaştık.
Bana dönüp sordu ki:
“Ney sesi hâlâ işitiliyor mu?”
“Hayır, işitilmiyor” dedim.
Parmaklarını kulaklarından ayırdı.
Ben merak etmiştim.
Hikmetini sordum.
Dedi ki:
“Resûlullah da böyle yapmıştı.”
● ● ●
Bir kimse Abdullah bin Ömer hazretlerinin yanına geldi ve kendisine dedi ki:
“Allah için, seni çok seviyorum."
O kimseye baktı.
Ve ona cevaben;
"Ben de, Allah için seni hiç sevmiyorum” dedi.
“Niçin?” diye sorunca da;
“Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun" dedi.
.İzin verin, onu öldürelim!”
12-04-2021 02:00
Yahûdîlerin başında, Esîr bin Zürâm diye bir kâfir vardı ki, Yahûdîleri Müslümanların aleyhinde tahrîk ediyordu.
Efendimiz, bunu öğrendi.
Abdullah bin Revâha'yı çağırdı.
Onu, otuz kişiye başkan yaptı.
Ve Hayber tarafına gönderdi.
İbni Revâha da gitti.
Durumu tedkîk etti.
Netîceyi Efendimize bildirip;
“İzin verin, onu öldürelim” dedi.
Efendimiz sevindiler.
Ve onu bu işle vazîfelendirdiler.
Abdullah bin Revâha emri aldı.
Maiyetinde otuz kişi vardı.
Onları yanına aldı.
Bu kâfirin yurduna yürüdü.
Nihâyet o kâfiri buldu.
Ve onu, Medîne’ye dâvet etti.
Esîr bin Züram da;
"Peki, gelirim" dedi.
Ve yanına otuz kişi aldı.
Birlikte yola çıktılar.
Bir müddet yol gittiler.
Esîr kâfirinin içine bir kurt düştü.
Ve yavaşladı, sonra da durdu.
Hattâ gerilemeye başladı.
İbni Revâha sordu ona:
"Ey kâfir, niçin geriliyorsun?"
Esîr kâfiri de:
"Şüpheye düştüm" dedi.
O zaman aralarında cenk başladı!
Hem de kıyasıya, boğaz boğaza!
Allahü teâlâ yardım etti.
Müslümanlar gâlip geldiler.
Onların tamâmını öldürdüler.
Esîr bin Züram kâfirinin de, yanındaki otuz kişinin de hakkından geldiler.
Ve hepsini Cehenneme gönderdiler...
.Kimin huzûruna çıkacağım?"
13-04-2021 02:00
Zeynelâbidîn Alî hazretleri, Resûlullah Efendimizin torunu, Hazret-i Hüseyin'in oğludur.
Abdest almaya başlayınca.
Yüz rengi solardı.
Benzi sararırdı.
Âzâları titrerdi!
Bir yakını, Onun bu hâlini gördü.
Çok duygulandı.
Ve hürmetle kendisine;
"Efendim, abdest almaya kalktığınız zaman niçin böyle korkar ve titrersiniz?" diye sordu.
Cevâben buyurdu ki:
"Abdest alınca namaz kılacağım.
Ben kimin huzûruna çıkacağım?
Nasıl korkmayayım titremeyeyim?"
● ● ●
Bir gece, yine namaz kılıyordu.
Şeytan, yılan sûretinde geldi.
Ve meşgul etmek istedi kendisini.
O ise, hiç aldırış etmedi.
Yılan da ısırdı kendisini.
Namazını bitirince:
"Ey laîn şeytan, defol git!" dedi.
O anda bir ses duydu.
Ses, gâipten geliyordu.
Ve Ona diyordu ki:
"Sen, Zeynelâbidîn'sin.
O sana zarar yapamaz!"
● ● ●
Bir gün, sevdiklerine buyurdu ki:
"Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz"
Dinleyenler:
"Yine söyle" dediler.
O zaman buyurdu ki:
"Şimdiden çok Allah diyelim ki.
Ölürken dememiz zor olmasın."
Bir gün de sordular bu zâta:
"Akıllı insan kimdir efendim?"
Cevâbında:
"Akıllı insan, ölmeden âhiret için hazırlık yapandır" buyurdu.
.Nasıl şükredelim efendim?"
14-04-2021 02:00
Bir kimse anlatıyor:
Bir gün Zeynelâbidîn Alî hazretlerine rastladım. Vaktiyle kendine zulmeden meliki sordu.
Ben cevâben dedim ki:
“Zulmüne aynen devam ediyor.”
Çok üzüldü mübârek.
Yüz rengi değişti.
Ve ellerini kaldırıp:
“Yâ Rabbî, sen o zâlime, demir ve ateşle azâb et” dedi.
Böyle bedduâ etti.
Hacdan sonra Kûfe'ye vardım.
O zâlimi sordum bir dostuma.
O da bana;
“Önce bıçakla ellerini kestiler.
Sonra da ateşte yaktılar” dedi.
Ben, gayriihtiyârî:
“Sübhânallah! O bedduâ ne çabuk kabul oldu” dedim.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"İslâmiyetin her emri ve her yasağı, biz kullar için büyük nîmettir. Bu nîmete şükretmezsek elimizden çıkar" buyurdu.
Sordular ki:
"Nasıl şükredelim efendim?"
Büyük zât:
"Emirlerin şükrü, onları yapmakla, haramların şükrüyse onları terk etmekle yapılır” buyurdu.
● ● ●
Bir gün, ev halkıyla çıktılar.
Sahrâda yemek yiyeceklerdi.
Sofrayı serip, oturdular.
O an bir ceylan koşarak geldi.
Ve o da oturdu sofraya.
Onlarla birlikte yedi.
Sonra da ayrılıp gitti...
."Filân adam yavrumu kaçırdı!"
15-04-2021 02:00
Zeynelâbidîn Alî hazretleri, bir gün sevdikleriyle sahrâda oturuyordu.
Güzel yüzlü bir ceylan geldi.
Bu zâtın yanında durdu.
Ve bâzı sesler çıkardı.
Yanındakiler sordular:
“Bu hayvan ne diyor efendim?"
Büyük velî;
"Filân adam yavrumu kaçırdı. Dünden beri onu emziremedim. Bana yardım edin diyor" buyurdu.
Ve çağırttı o adamı.
Geldiğinde;
"Sen, bunun yavrusunu kaçırmışsın, git getir de onu emzirsin" buyurdu.
Köylü, hayret içinde gitti!
Ve yavru ceylanı getirdi.
Ana ceylan yavrusunu emzirdi.
Ve sevinç içinde hoplayıp sıçrayarak giderken, dönüp dönüp arkasına bakıyordu.
Ordakiler sordular:
"Bu ceylân ne diyor efendim?"
Buyurdu ki:
"Bize teşekkür ve duâ ediyor."
● ● ●
Bu zât, bir zaman hastalandı.
Sevdikleri ziyâretine geldiler.
Onlara sordu ki:
"Niçin geldiniz?"
"Hasta olduğunuza üzüldük. Çünkü sizi çok seviyoruz" dediler.
Büyük velî;
"Kim beni, Allah için severse, mahşer günü (Arş-ı âlâ) altında gölgelenir. Her kim de dünyâ için severse, o da hesapsız dünyâ nîmetlerine kavuşur" buyurdu.
.Hiç korkma, seni affettim!"
16-04-2021 02:00
Bir gün, bâzı sevdikleri, Zeynelâbidîn Alî hazretlerini ziyârete geldiler.
Oturup sohbete başladılar.
Büyük velî kölesine seslendi:
"Misâfirlerimize yemek getir!"
Mutfak, alt kattaydı.
Köle, “Başüstüne” dedi.
Ve mutfağa indi.
Mükellef bir sofra hazırladı.
Çorbadan, tatlısına kadar.
Siniyi, iki ucundan tuttu.
Merdivenden çıkarıyordu.
Ancak olacak oldu.
Yemek dolu sofra kaydı elinden.
Altta, büyük velînin küçük oğlu vardı.
Yavrucak oynuyordu orada.
Koca sofra onun üzerine düştü.
Ve çocukcağız vefât etti!
Köle, çok üzüldü, çok da korktu!
Korkudan titriyordu.
Ne cezâ verecekti acaba?
Büyük zât kölesine;
“Korkma, seni affettim!" dedi.
Üstelik, kendisini âzât etti.
Yavrusunu, kendi yıkadı, kefenledi.
Ve gözyaşları ile kabrine defnetti.
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde;
"Kibirliye şaşıyorum. Zîrâ kibredecek nesi vardır ki? Önce bir damla (su) idi, sonra bir avuç (toprak) olacak" buyurdu.
Bir nefes aldı.
Ve ardından;
"Şunlara da şaşarım ki, toprağa koydukları ufacık bir (çekirdeğin) az zaman sonra koca bir (ağaç) olduğunu görürler de, (bu nasıl oluyor?) diye düşünmezler" buyurdu.
."Fazîlet sâhipleri nerededir?"
17-04-2021 02:00
Zeynelâbidîn Alî hazretleri anlatır:
Mahşerde bir melek nidâ eder:
"Fazîlet sâhipleri nerededir?"
Bir grup kalkar.
O kalkanlara:
"Siz cennete gidiniz” denir.
Onlar cennete giderlerken, bâzı melekler onlara sorar ki:
"Siz kimlersiniz?"
"Biz fazîlet ehliyiz."
"Sizin fazîletiniz ne idi?"
"Biz, insanların hakâret ve zulümlerine sabreder, kötülük yapanları affederdik" derler.
Melekler derler ki:
"Ne güzel, sizleri tebrik ederiz.
Cennet nimetleri, âfiyet olsun."
Sonra seslenirler ki:
"Sabır ehli nerededir?"
Bir grup kalkar, melekler onlara:
"Siz de cennete gidin!" derler.
Onlar cennete giderken, bâzı melekler onlara sorar:
"Siz kimlersiniz?"
"Biz sabır ehliyiz."
"Siz neye sabrederdiniz?"
"İbâdet güçlüğüne" derler.
Melekler derler ki:
"Ne güzel, sizi tebrik ederiz.
Haydi siz de cennete gidin!"
Yine melekler seslenir ki:
"Allah’ın komşuları nerededir?"
Az kimse kalkar. Onlara:
"Siz de cennete gidin" denir.
Melekler görüp sorar ki:
"Siz ne amel işlediniz?"
Derler ki:
"Biz birbirimizi Allah için severdik.”
Melekler, onlara da;
"Ne güzel, ne güzel, tebrik ederiz.
Haydi siz de cennete gidin" derler.
.Hiç boş yere uğraşmayın!"
18-04-2021 02:00
Zeynel Âbidîn Alî hazretlerinin cins bir devesi vardı.
Kamçısız giderdi.
Üstündekini incitmezdi.
Zeynel Âbidîn hazretleri vefât etti.
Büyük bir hüzün sardı deveyi!
Yemeden içmeden kesildi.
Onun kabri üzerine geldi.
Göğsünü yere koyup inledi!
Onu, oradan kaldırmak istediler.
Ama kaldıramadılar.
Oğlu Muhammed Bâkır geldi.
Ve oradaki halka dedi ki:
"Hiç boş yere uğraşmayın.
Bu deve, bu yerde ölecek."
Hakîkaten aradan üç gün geçti.
Deve, o kabrin yanında öldü...
● ● ●
Bu zât, bir gün "Kim, bir haram karşısında gözünü kapatırsa, Cenâb-ı Hak onun gönlünü îmânla doldurur" buyurdu.
Bir gün de:
"Bugün gülerek günah işleyenler, yârın ağlayarak Cehenneme girerler!" buyurdu.
Dinleyenler:
"Ya tövbe ederse?" dediler.
"O zaman girmez. Çünkü günâhına pişmân olup tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurdu.
Biri, Onun aleyhinde konuştu.
O bunu öğrenince üzüldü!
Hemen kalktı.
Ve onun yanına gidip;
"Hakkımda bâzı şeyler söylediğini işittim. Eğer dediklerin doğruysa Allahü teâlâ beni affetsin. Yok eğer iftirâysa seni affetsin" buyurdu.
.Beni kurtar yâ Resûlallah!"
19-04-2021 02:00
Eshâb-ı kirâmdan Ukayl bin Ebî Tâlip ile Resûlullah Efendimiz, birlikte sefere çıkmışlardı.
Sonra bir yerde mola verdiler.
O esnâda bir deve gördüler.
Koşarak onlara doğru geliyordu.
Hayvan, can havliyle geldi.
Efendimizin önünde çöktü.
Ve dile gelip dedi ki:
“Yâ Resûlallah, beni kurtar!”
Ardından bir köylü geldi telâşla!
Elinde de bıçak vardı.
Efendimiz, ona sordu ki:
“Ne istersin bu bîçâre deveden?”
Adam arz etti ki:
“Bu deve, bana itâat etmiyor.
Keseyim de kurtulayım dedim.
Ama kesmeden kaçtı elimden.”
Bu defâ deve söz alıp;
“Yâ Resûlallah, izin verirsen ben arz edeyim” dedi.
Efendimiz: “Sen söyle” buyurunca:
“Yâ Resûlallah! Bu kabîle insanları, yatsı namazlarını kılmıyorlar. Hâlbuki sen, (Yatsıyı kılmayanlara azap iner) buyurdun. Ben de bunların arasındayım. O azap bana da gelir diye korktum ve kaçtım o kabîleden!” dedi.
Efendimiz, köylüye sordu:
“Doğru mu söylüyor?”
Köylü cevap verip;
“Evet yâ Resûlallah! Ama söz veriyorum, bundan sonra yatsı namazlarını hiç terk etmeyeceğim” dedi.
Deve dile gelip;
“Yâ Resûlallah, mâdemki söz verdi. Ben de ona isyân etmeyeceğim” dedi.
."Niçin sustunuz?"
20-04-2021 02:00
Resûlullah Efendimiz, bir gün bir kabîleye uğradı.
Yahudîler toplanmışlardı.
Ve Tevrat okuyorlardı.
Resûlullah teşrîf etti.
Onlar okumayı kestiler.
Ve bir sessizlik oldu.
Efendimiz sordu:
“Niçin sustunuz?”
Kimseden ses çıkmadı.
Orada bir ihtiyâr kişi vardı.
Nûr yüzlü bir kimse idi.
Efendimize baktı ve
“Ben söyleyeyim mi?” dedi.
Efendimiz buyurdu ki:
“Pekâlâ söyle bakalım.
Bunlar, niçin sustular?”
O ihtiyar kişi;
“Siz gelmeden önce Tevrat'ta, âhir zaman Peygamberinin üstün vasıflarını okuyorlardı. Ama siz gelince birdenbire sustular” diye arz etti.
Efendimiz memnun oldu.
Ve o yaşlı kişiye buyurdu ki:
“Kaldıkları yerden sen oku!”
O ihtiyar kişi;
“Emredersiniz” dedi.
Hemen Tevrât'ı aldı.
Ve okumaya başladı.
Ancak Tevrât'ı okurken, bir yandan da göz altından, hayrânlıkla Resûlullahı süzüyordu gizlice.
O sayfayı bitirdi.
Ve artık dayanamadı.
Efendimize sevgiyle bakıp;
“Vallâhi o peygamber sensin.
Sen, Allahın Resûlüsün” dedi.
Sonra şehâdeti okudu.
Ve rûhunu teslîm etti.
Ne güzel son!..
.Ümmet-i Muhammed’in hâli
21-04-2021 02:00
Mahşerde Hak teâlâ; “Yâ Cebrâil, Muhammed ümmetinin hâlini Mâlik'ten öğren!” der.
Melek bu emri alır.
Ve gidip Mâlik'e sorar:
Mâlik, “Pek fenâdır” der.
Ve perdeyi aralar.
Cebrâil aleyhisselâm bakar.
Azap çeken müminleri görür.
Müminler de Onu görürler.
Ve güzelliğine hayrân kalıp;
“Ey Mâlik bu zât kim?” derler
Mâlik der ki:
“O, Cebrâil’dir. Muhammed aleyhisselâma vahiy getirir.”
Onlar Muhammed ismini işitip;
“Ey Cebrâil ne olur, Peygamberimize bizden selâm ilet ve şu hâlimizi Ona bildir” derler.
O da, “Pekâlâ” der.
Resûlullahın huzûruna varır.
Ve gördüğünü Ona haber verir.
Efendimiz, bu haberi öğrenir.
Derhâl Arş-ı âlâya varır.
Ve secdeye kapanır:
Rabbimiz buyurur ki:
“Ey Habîbim, dileğin nedir?”
Efendimiz:
“Yâ Rabbî, tek dileğim, günahkâr ümmetimin ateşten kurtulmasıdır” der.
Hak teâlâ buyurur ki:
“Git, onları ateşten çıkar!”
Efendimiz, bu emri alır.
Süratle Cehenneme varır.
Ve bütün ümmetini ateşten çıkarır.
Kâfirler bunu görüp derler ki:
“Âh, keşke biz de mümin olsaydık.
Bu ateşten bizler dahî kurtulsaydık.”
Ama nerdeee!
Onlar, sonsuz kalırlar o ateşte.
.Sen ağlıyor musun?"
22-04-2021 02:00
Bir gece, Sevgili Peygamberimiz, mübârek başını hazret-i Âişe'nin kucağına koydu.
Ve yıldızları seyre koyuldu.
Hazret-i Âişe de Ay’a baktı.
Resûlullahın Cemâli, dolunaydan daha nurlu göründü Ona.
Ve gayr-i ihtiyârî ağladı!
İki damla gözyaşı da, Efendimizin nûr yüzüne damladı!
Efendimiz sordu:
“Sen ağlıyor musun yâ Âişe?”
“Evet yâ Resûlallah!”
“Ne için ağlıyorsun?”
“Yâ Resûlallah, senin cemâlini, dolunaydan daha parlak gördüm de onun için ağladım.”
“Şaştın mı sen buna?”
“Evet, şaştım yâ Resûlallah!”
Buyurdu ki:
“Hiç şaşma yâ Âişe! Çünkü Ay’ın ve Güneş’in nûrunu da benim nûrumdan yarattı Hak teâlâ.”
Hazret-i Âişe sordu:
“Siz neye bakıyordunuz?”
Efendimiz;
“Yıldızlara bakıyordum. Eshâbımdan biri var ki, onun ibâdetleri, yıldızlar adedince gökyüzüne yükseliyor. Onu düşünüyordum” buyurdu.
Hazret-i Âişe, içinden;
"Bu, babam olabilir" dedi.
Ve sordu hemen:
“O kimdir yâ Resûlallah?”
Buyurdular ki:
“Ömer'dir. Ama onun bütün sevapları, babanın sevapları yanında, denizde damla bile değildir.”
."Sana müjdeler olsun..."
23-04-2021 02:00
Efendimiz ve şanlı sahâbîler, Uhud Harbi’nden dönüyorlardı.
Kadın ve çocuklar yollara döküldü.
Gâzileri karşılıyorlardı.
Kebşe Hâtun da düştü yollara.
Oğlu Amr, şehîd olmuştu.
Ama, onun derdi başkaydı.
O, Resûlullahı merak ediyordu.
Ve gördü en nihâyet.
Sağ ve selâmetteydi.
Yanına koşup; “Yâ Resûlallah! Anam, babam, canım sana fedâ olsun. Seni sağ gördüm ya, başkası dert değil” dedi.
Oğlu Amr’ı sormadı bile.
Efendimiz, ona bakıp;
“Ey Amr'ın annesi! Sana müjdeler olsun ki, oğlun en yüksek mertebeye erişti. Mahşer günü size şefâat edecek” buyurdu.
● ● ●
Bir de Sümeyrâ Hâtun var.
Yerdeki şehitlere bir göz gezdirdi.
Babasını gördü az ileride.
Bir Fâtiha okuyup koştu ileri.
Sonra kocasını gördü.
O da şehîd olmuştu.
Lâkin onun derdi bunlar değildi.
Onun derdi, Allah’ın Habîbiydi.
Az ileride iki şehit daha gördü.
Bunlar da kardeşleriydi.
Fâtiha okuyup koşturdu ileri.
Nihâyet Resûlullahı gördü uzaktan.
Onu sağ görünce unuttu her şeyi.
Sevince garkoldu.
Ve yanına koşup; “Yâ Resûlallah! Babam, kocam, kardeşlerim şehit düşmüşlerse de gam değil. Hamdolsun ki seni hayâtta buldum. Sana bir şey olsaydı o zaman mahvolurduk!” dedi."Sana müjdeler olsun..."
.Ben, en iyiniz değilim!"
24-04-2021 02:00
Peygamber Efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâm, hazret-i Ebû Bekr'i söz birliğiyle halîfe seçtiler.
O derhâl minbere çıkıp:
"Ey Müslümanlar! Beni halîfe seçtiniz, ama ben sizin en iyiniz değilim" dedi.
Hazret-i Alî buyurdu ki:
"Seni, Resûlullah geçirdi öne.
Geriye çekmek kimin haddine!"
Hazret-i Sıddîk başladı göreve.
Bir yandan da ticâret yapıyordu.
Sahâbenin seçkinleri;
"Senin ticâretle uğraşmana biz râzı değiliz" dediler.
Halîfe, “Mecbûrum" buyurdu.
Dediler ki:
"Beytülmaldan maaş verelim.
Sen hep devlet işleriyle uğraş!"
Günde iki dirhem ücret tâyin ettiler.
Halîfe, “Bu çok" dedi.
Yarıya indirdiler, o vakit kabul etti.
Ve bıraktı ticâreti.
Ancak aldığı ücretleri harcamazdı.
Bir testiye atıp biriktirirdi.
Derken vefâtı yaklaştı.
Kızı Âişe'yi çağırdı.
Ve testiyi önüne döküp;
"Ey kızım! Bu paralar beytülmaldan aldığım ücretlerdir. Ölürsem Ömer'e götür, fukarâya dağıtsın" buyurdu.
Sonra hastalanıp vefât etti.
Hazret-i Âişe o testiyi aldı.
Ve hazret-i Ömer'e vardı.
Testiyi önüne döküp;
"Bu paralar, babamın beytülmaldan aldığı ücretlerdir. Vasiyeti üzerine size getirdim. Fukarâya dağıtınız" dedi.
O da onu aldı ve çok ağladı!
.Yetmiş yıllık ibâdete bedel tefekkür!.."
25-04-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm, mescid-i şerîfte eshâbıyla sohbet ediyordu.
Cebrâil aleyhisselâm geldi.
Ve Efendimize:
"Yâ Resûlallah! Ebû Bekr bu sabah öyle bir ibâdet yaptı ki, yetmiş yıllık ibâdete bedeldir" diye arz eyledi.
Efendimiz dinledi.
Hazret-i Bilâl’e buyurdu ki:
"Git, Ebû Bekr'i çağır gelsin!"
O da, "başüstüne" dedi.
Ve gidip çağırdı.
Hazret-i Ebû Bekr çıktı evden.
Az sonra mescid-i şerîfe geldi.
Selâm verip oturdu.
Efendimiz sordular:
"Nasılsın yâ Ebâ Bekr?"
"İyiyim, elhamdülillah.”
"Evde ne yapıyordun?"
"Bir şey yapmıyordum.”
"Peki bir şey düşündün mü?"
"Evet düşündüm.”
"Ne düşündün?"
“Cenneti, Cehennemi düşündüm. Allahü teâlânın her ikisini de insanla dolduracağını, Cehennemin büyüklüğünü ve azâbının şiddetini düşündüm. Burada yanacak olan insanların hâlini tefekkür ettim.
Çok acıdım onlara.
Ve kalbimden:
(Yâ Rabbî, âhirette benim vücûdumu öyle büyük yap ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Başka kimseye yer kalmasın. Böylece senin takdîrin yerine gelmiş olur ve bütün insanlar yanmaktan kurtulur) diye duâ ettim” dedi.
."Ey Halîfe, şunu bil ki!.."
26-04-2021 02:00
Hazret-i Ömer bir gün Eshâbdan bâzısıyla sahrâda oturuyordu ki, bir köle gelip dikildi karşısına!
"Halîfe sen misin?"
"Evet benim.”
Köle, gömleğini çıkardı.
Ve halîfeye uzatıp dedi ki:
"Nicedir yırtık şu gömleğim. Al da dik şunu çabuk!"
"Sen niçin dikmiyorsun?"
"Elimden gelse dikerdim herhâlde. Hem sen Halîfe değil misin. Senin asıl vazîfen, millete hizmet etmektir.”
Halîfe, "Haklısın” dedi.
Ve başladı söküğü dikmeye.
Ancak kızgın güneş, kölenin çıplak vücûdunu yakmaya başlayınca, emretti Halîfe'ye:
“Gömleğini çıkar, üzerime ört. Zîrâ vücûdum güneşte çıplak durmaya alışık değil" dedi.
Halîfe, bu isteğini de yaptı.
Tamir bitti, köleye giydirdi.
Ardından sordu:
"Başka bir isteğin var mı?"
"Hayır yoktur" dedi.
"Öyleyse hakkını helâl et."
"Helâl olsun" dedi.
Ve son olarak da:
"Ey Halîfe şunu bil ki, yârın mahşer gününde, şarktan tâ garba kadar nice aç, çıplak ve düşkünler, haklarını senden alacaktır. Bunu bil de, öyle davran milletine. Halîfe olmak kolay değildir" dedi.
Ve ayrılıp gitti.
Halîfe, çok hüzünlenmişti!
O da kalkıp gitti evine.
Yollarda ağlıyordu!
."Rabbin kim, dînin nedir?"
27-04-2021 02:00
Efendimiz, bir gün eshâbına;
“Mümin kabre girince iki suâl meleği gelir. Ancak çok heybetli ve korkunçturlar! Onu sorguya çekerler" buyurdu.
Hazret-i Ömer sordu:
"Yâ Resûlallah! Kabirde aklımız başımızda olacak mı?" Efendimiz buyurdu ki:
"Evet yâ Ömer, olacak!”
Hazret-i Ömer arz etti ki:
“Öyleyse korkacak bir şey yok."
Hazret-i Alî, bu söze şaştı!
Vaktâ ki Ömer Fâruk vefât etti.
Bunu hâtırladı hemen.
Kendi kendine dedi ki:
"Bakalım dâvâsının eri olacak mı?"
Definden sonra bir kenara oturdu.
Ve kabre teveccüh etti.
Gördü ki, suâl melekleri sordular:
"Rabbin kim, dînin nedir?"
Hazret-i Ömer sordu onlara:
"Siz nereden geliyorsunuz?”
"Yedinci kat gökten."
"Bu mesâfe, sizce ne kadardır?"
"Yedi bin yıllık yoldur.”
"Pekâlâ, siz bu uzun yoldan gelinceye kadar Rabbinizi unuttunuz mu?”
"Unutmadık" dediklerinde;
"Siz, yedi bin yıllık yoldan geldiniz ve Rabbinizi unutmadınız da, ben biraz önce evimden çıkıp geldim, niçin unutayım?” buyurdu.
Hazret-i Alî bunu duydu:
Ve kendi kendine;
"Ey kardeşim Ömer! Gerçekten sözünün eriymişsin" dedi.
Bir Fâtiha okudu.
Ve gönderdi rûhuna...
.Allahü teâlâya yemîn ederim ki!.."
28-04-2021 02:00
Resûl-i Ekrem Efendimiz;
“Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âlemin yaratılmasından beri hiçbir peygamber, Ebû Bekr’den daha fazîletli biriyle sohbet etmemiştir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de:
“Âlem halk olunalıdan beri, yüz yirmi dört bin Peygamberden hiçbiri, Ömer bin Hattâb gibi birisiyle sohbet etmemiştir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de:
“Hiç kimsenin dili, Allahü teâlânın kelâmını, Osmân’dan çok zikretmemiştir” buyurdu.
● ● ●
Yine bir gün:
“Âlem vücûda geleliden beri, hiçbir bahadırın eli ve kolu, kâfirlerin başına, Alî’nin eli ve kolu kadar kuvvetli kılıç vurmamıştır” buyurdu.
● ● ●
Sahih rivâyet ile bildirilen bir hadîs-i şerîfte haber verilmiştir.
Resûl-i Ekrem buyurur ki:
“Birinci gökte seksen bin melek vardır. Ebû Bekr ve Ömer'i sevenler için istiğfâr ederler.
İkinci gökte seksen bin melek vardır. Ebû Bekr ve Ömer'e düşman olanlara lânet ederler.
Üçüncü gökte de seksen bin melek vardır. Osmân ve Alî’yi sevenlere istiğfâr ederler.
Dördüncü gökteki seksen bin melek, Osmân ve Alî'ye düşman olanlara lânet ederler.”
.Allah’ın sevdikleri kalksın!"
29-04-2021 02:00
Bir hadîs-i şerîfte Resûl aleyhisselâm buyurdu ki:
Kıyâmet günü gelir.
Ve bir melek seslenir:
“Allahın sevdikleri kalksınlar!”
Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân ve hazret-i Alî (radıyallahü anhüm) kalkarlar.
Hazret-i Ebû Bekr’e:
“Var, Cennet kapısında dur. Allahü teâlânın rahmetiyle, istediklerini Cennete koy, istemediğini koyma!” derler.
O da öyle yapar.
Ömer bin Hattâb’a:
“Var, Mîzan’ın yanında dur. Kimi istersen, Allahü teâlânın bereketiyle sevaplarını ağır getir. İstemediklerini hafif getir!” denilir.
O da öyle yapar.
Osmân bin Affân’a:
“Al bu âsâyı. Kevser havuzunun yanında dur. Kimi istersen havuzdan su içir. Kimi istersen içirme!” denilir.
O da öyle yapar.
Alî bin Ebî Tâlib’e:
“Bu elbiseyi giy, Allahü teâlâ, bu elbiseyi senin için hazırlamıştır!’ denilir.
Hazret-i Ebû Hureyre şöyle rivâyet etmiştir:
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Beni mîrâca çıkardıkları gece, Arş’ın üzerinde; (Ben birim, benden başka İlâh yoktur. Adn Cennetini ben yarattım. Yarattıklarımdan resûlüm Muhammed'i seçtim. Onu Alî ile kuvvetlendirip yardım ettim) yazılmış gördüm” buyurdu.
.“Yâ Rabbî, fakirleri bana bağışla!"
30-04-2021 02:00
Efendimiz, eshâba buyurdu ki:
“Ebû Bekr, benim gören gözüm ve işiten kulağımdır. Ömer, benim sırtım ve sığınağımdır. Osmân, benim elimdir. Ali, benim gömleğimdir.”
Kıyâmet günü gelir.
Ümmet-i Muhammed’in seçilmişleri Arş’ın önüne varırlar.
Günahkârların hâlini görürler.
Ve çok üzülürler!
Ebû Bekr-i Sıddîk;
“Yâ Rabbî! Doğru sözlü olanları bana bağışla” der.
Duâsı kabul olur.
Onların hepsi affolunur.
● ● ●
Ömer-ül Fâruk;
“Yâ Rabbî! Âdil olan kullarını bana bağışla” der.
Duâsı kabul olur.
Hepsi affolunur.
● ● ●
Osmân bin Affân;
“Yâ Rabbî! Hayâ eden kullarını bana bağışla” der.
Duâsı kabul olur.
Hepsi affolunur.
● ● ●
Ali bin Ebî Tâlip;
“Yâ Rabbî! Kullarından civanmertleri bana bağışla” der.
Duâsı kabul olur.
Tamâmı affolunur.
● ● ●
En sonunda Efendimiz;
“Yâ Rabbî, ümmetimden fakîr olanları bana bağışla!" buyurur.
Duâsı kabul olur.
Hepsi affolunur...
."Dünyada en güzel şey nedir?"
01-05-2021 02:00
Sultân III Mustafa Hân, İstanbul'daki Lâleli Câmii'ni yaptırdığı sıralarda, o çevrede Lâleli Baba nâmında bir Allah dostunun ziyâretine gitti bir gün.
Tam kalkacaktı ki, sordu Ona:
“Dünyâda en güzel şey nedir?”
Lâleli Baba:
“En güzel şey, yiyip içmek ve def-i hâcetini rahat bir şekilde yapabilmektir” buyurdu.
Sultân, beğenmedi bu cevâbı.
Ayrılıp saraya döndü.
Ve şiddetli kabızlığa yakalandı.
Kıvranıyordu sancıdan.
Düşününce anladı hatâsını.
Lâleli Baba'ya gidip:
“Efendim, beni affedin” dedi.
Lâleli Baba sordu ona:
“Seni bu dertten kurtarırsam, karşılığında ne vereceksin?”
“Şu câmiyi size vereyim” dedi.
Mübârek omuz silkti:
“Yetmez!”
Daha neler neler vadetti.
Ama hep aynı cevâbı aldı:
Sordu nihâyet:
“Peki ne istiyorsunuz efendim?”
“Saltanatını.”
“Peki, onu da verdim” dedi.
Büyük velî, duâ etti.
Pâdişâh rahatladı.
Lâleli Baba sordu:
“Şimdi pâdişâh ben miyim?”
“Evet, pâdişâh sizsiniz” dedi.
Büyük velî;
“Bir saltanat ki, bir def-i hâcete değişiliyor, böyle ucuz saltanat lâzım değil. Câminin adı bize yeter” buyurdu.
Câminin ismi (Lâleli) oldu...
."Sakın terk-i edepten!.."
02-05-2021 02:00
Nâbi Efendi, Osmânlı devletinde yetişen bir şâirdir.
Kafileyle Hacca gitti bir sene.
Devlet ricâlinden kişiler de vardı.
Vekiller, subaylar, paşalar...
Şâir Nâbi, Efendimizi çok severdi.
Hem de aşk derecesinde.
Bu aşkla, yollarda uyumadı.
Nihâyet Medîne uzaktan göründü.
O zaman zirveye çıktı bu sevgisi.
O ara, birini gördü kafilede.
Yatmış uyuyordu.
Ayakları da Ravda'ya karşı.
Gayriihtiyârî çok üzüldü.
Ve bir şiir döküldü dudaklarından.
Muhatap, o uyuyan adamdı.
Maksat hâsıl oldu, adam uyandı.
Şiirin bir dörtlüğü şöyle idi:
Sakın terk-i edepten.
Kûy-ü mahbûb-u Hüdâdır bu.
Nazargâh-ı ilâhîdir.
Makâm-ı Mustafâ’dır bu.
Gâfil adam sordu bu zâta:
“Bu şiiri ne maksatla okudun?”
“Sizi böyle görünce içimden geldi.”
Nihâyet vardılar Medîne’ye.
Fakat o da ne?
Mescid-i Nebî’deki bütün müezzinler, bütün minârelerden bu şiiri okuyorlardı.
Şaşırıp sordular bir müezzine:
“Bu şiiri nereden öğrendiniz?”
“Efendimiz hazretlerinden.”
“Nasıl öğrendiniz?”
“Rüyâda.”
Meğer Resûlullah Efendimiz, bütün müezzinlerin rüyâsına girip bu şiiri okumuşlar ve “Ümmetimden Şâir Nâbi Efendi geliyor. Onu, ezândan önce, bu şiirini okuyarak karşılayın!” buyurmuşlar.
."Kusurum varsa söyle!"
03-05-2021 02:00
Evliyâdan Mustafa bin Süleymân hazretleri, bir sohbette;
“Kardeşlerim, kim bende bir ayıp kusur görüyorsa, lütfen söylesin” diye ricâda bulundu.
Çok şaşırdılar!
Ve hep birden dediler ki:
“Estağfirullah efendim, biz kimiz ki.
Sizde kusur görmek ne haddimize”
O ise, ricâsını tekrarladı.
Ve buyurdu ki:
“Kul kusursuz olmaz kardeşlerim.
Kusurumu söylerseniz, sevinirim.”
Bir sessizlik oldu.
Herkes susuyordu.
Derken biri kalktı ve arz etti ki:
“Ben sizde bir ayıp görüyorum!”
Öbürleri şaşırdılar!
Hattâ ona “Sus!” dediler.
Ama büyük zât sevindi.
Ve o kişiye dönüp:
“Söyle kardeşim, kusurum nedir?
Lütfen söyle ki, düzelteyim” dedi.
O kimse:
“Peki efendim” dedi.
Ve büyük bir edeple:
“Efendim, bizim gibi günahkârları sohbetinize kabul ediyor, kıymetli vakitlerinizi, bizim gibi liyâkatsiz kimselere sarf ederek ziyân ediyorsunuz” dedi.
Öbürleri rahatladılar.
Çok da duygulandılar.
Ve hattâ ağladılar!
Çünkü onu çok seviyorlardı.
Büyük velî de ağlayıp;
“Estağfirullah, içinizde en günahkâr olan, benim. Çünkü en yaşlınız benim. Nefes sayısı çok olanın, günâhı da çok olur” buyurdu.
.Peki, selâmetle git gel!"
04-05-2021 02:00
Allah dostlarından Abdülehad Efendi bir gün talebelerine; “Üsküdar’da görülecek bir işimiz vardır. Hanginiz bu işi yapabilir?” diye seslenir.
Kimseden ses çıkmaz.
Çünkü denizde fırtına vardır.
Dalgalar, sıra dağlar gibi gelir.
Ve şiddetle kıyıya çarpar.
Bunun için çalışmaz kayıkçılar.
Gençler, bunu düşünür.
Bu yüzden (Peki) diyemezler.
Ama içlerinde biri vardır.
O, bunları düşünmeyip;
“Başüstüne efendim” der.
Abdülehad Efendi buyurur ki:
“Peki evlât, selâmetle git gel.”
Delikanlı koşar.
Ancak yüze yakın kayıkçı vardır.
Bunlardan hiçbiri kalkmaz.
“Delirdin mi, baksana şu rüzgâra.
Bu fırtınada kim geçer Üsküdara?”
Böyle derler.
Ama o, içinden der ki:
"Bu işi bana hocam emretti.
Öyleyse Allah yardım eder."
Kendine değil, Rabbine güvenir.
O anda, kayıkçılardan biri;
“Haydi gel evlât, gidelim!” der.
Delikanlı sevinçle koşar.
Kayığa biner binmez fırtına yavaşlar.
Az gittikten sonra iyice durur.
Deniz sütliman olur.
Kısa zamanda gidip gelirler.
Ne üzüntü olur yolda, ne bir keder.
Gelip bilgi verir üstâdına.
Büyük velî sevinir.
Ve açar ellerini, duâ eder.
“Yâ Rabbî, aç bunun kalp gözünü”
Duâsı, ânında kabul olur.
Gencin kalp gözü ânında açılır...
."Sizler kimlersiniz?"
05-05-2021 02:00
Yûsüf aleyhisselâm, Mısır'a sultân olunca, babasını Mısır'a dâvet etti.
O da dört yüz kişiyle çıktı yola.
Derken kâfile uzaktan göründü.
Yûsüf Nebî babasını gördü.
Derhâl atından indi.
Sevinçle koştu babasına.
O da oğluna koşturdu.
Birbirlerine kavuştular.
Sarmaş dolaş oldular.
Melekler;
"Ey Rabbimiz! Hiç kimse diğerini bu kadar sever mi?" diye sordular.
Hak teâlâ hazretleri;
"İzzetim ve celâlim hakkı için, benim ümmet-i Muhammede olan muhabbetim, bundan kat kat fazladır” buyurdu.
Yûsüf Nebî halkı câmiye topladı.
Ve cemâate seslendi ki:
"Ey insanlar, siz kimlersiniz?"
Bir ağızdan dediler ki:
"Biz, senin köleleriniziz!”
Yûsüf Nebî memnun oldu.
Ve babasını gösterip dedi ki:
"Ey insanlar! Şu gördüğünüz zât, benim babamdır. Hepinizi onun hürmetine âzât ettim."
Kıyâmet günü de böyle olur.
Günahkâr müminler mahşerde korkuyla bekleşirken, Efendimiz orayı teşrîf eder.
Rabbimizden nidâ gelir:
"Sizler kimlersiniz?"
Derler ki:
"Biz senin kullarınızız.”
Hak teâlâ buyurur ki:
"Hepinizi, bu ümmî Peygamber hürmetine âzâd ettim.”
.Ona benden selâm söyle"
06-05-2021 02:00
Birinin, beşyüz dirhem borcu vardı.
Ama bir türlü ödiyemiyordu.
Bu üzüntüyle gece yattı.
Rüyâda Resûlullahı görüp;
"Yâ Resûlallah! Birine beş yüz dirhem borcum var, ama ödeyemiyorum" dedi.
Efendimiz buyurdu ki:
"Yârın Ebül Hasan Kisâî'ye git, benim selâmımı söyle. Sana beşyüz dirhem versin. Eğer inanmazsa, ona; (Her gece yüz salevât okurken, dün gece unuttun) de.”
O anda uyandı fakîr.
Nihâyet sabah oldu.
Hemen o zâta koştu.
Kendini tanıtıp anlattı rüyâsını.
Ancak Ebül Hasan dedi ki:
"Doğru söylediğini ne bileyim?”
Fakîr tenbîhliydi.
"Resûlullah Efendimiz, (Eğer sana inanmazsa, her gece yüz salevât okurken, dün gece unuttun diye söyle) buyurdular” dedi.
Ebül Hasan sordu ki:
"Bunu Efendimiz mi buyurdu?"
"Evet, o buyurdu" dedi.
Sevinip şükür secdesine vardı.
Sonra secdeden kalktı.
Ona bin dirhem verip:
"Bu, Resûlullahtan selâm getirdiğin için” dedi.
Bin dirhem daha verip;
“Bu da, ayak ücretin" dedi.
Beşyüz dirhem daha verip;
"Bu da, Resûlullahın emrettiği para. Bir ihtiyâcın olursa bana gel!” dedi.
Ve iltifatlarla uğurladı kendisini...
."Senden gayri kimsem yok!"
07-05-2021 02:00
Hazret-i Ebû Bekr'e biri geldi.
Ve ona arz etti ki:
“Âcilen onbin akçeye ihtiyâcım var."
Hazret-i Sıddîk buyurdu ki:
"Neyim varsa fukarâya dağıttım.
Dünyâlık hiçbir şeyim kalmadı."
Adamcağız çok üzüldü.
Ve hemen arz etti ki:
"Senden başka kimsem yok benim.”
Hazret-i Ebû Bekr;
"Pekâlâ" buyurdu.
Ve bir Yahûdî'ye gitti.
Ondan onbin akçe ödünç istedi.
Yahûdî dedi ki:
“Üç gün içinde ödersen veririm.”
Buyurdu ki:
"Öderim, eğer ödeyemezsem, sana köle olurum, tamam mı?"
Yahûdî, "Peki kabul" dedi.
Hazret-i Sıddîk onbin akçeyi aldı.
Ve götürüp, o fakîre verdi.
Üç gün geçti, ama ödeyemedi.
Ve köle olmak için gitti o Yahûdî'ye.
Hazret-i Âişe çok ağladı.
Onun gözyaşından bir (mücevher) yarattı Hak teâlâ.
O bunu görüp, koştu babasına.
Ve o mücevheri verdi ona.
O da, o mücevheri aldı.
Ve gitti bir kuyumcuya.
Hak teâlâ, hazret-i Cebrâil’e;
"Cennetten onbin (altın) alıp Ebû Bekr'e yetiş ve elindeki mücevheri satın al" buyurdu.
O da, bu emri aldı.
Ve yerine getirdi.
Yahûdî altınları görünce şaşırdı.
Zîrâ ön yüzlerinde (ihlâs), yazılıydı.
Arkalarında ise (kelime-i tevhîd).
Çok duygulandı.
Şehâdeti söyleyip Müslüman oldu...
.Yâ Sâriye! Dağa, dağa!.."
08-05-2021 02:00
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), ordusunu gazâya göndermişti.
Hazret-i Sâriye başkumandandı.
Ordu yürüdü ve bir dağa vardılar.
O dağ eteğinde karargâh kurdular.
Düşman, dağın öbür yanındaydı.
Ve İslâm ordusunu görmüşlerdi.
Hemen pusu kurdular.
Tam saldıracaklardı.
O anda, halîfe Hazret-i Ömer, minbere çıkmış, Cumâ hutbesini okuyordu.
Hak teâlâ, ihsân etti Ona.
Kaldırdı gözünden perdeyi.
Ordumuz, bir aylık mesafedeydi.
Düşmanın bu hilesini gördü.
Ve olanca sesiyle bağırdı:
"Yâ Sâriye dağa dikkat et dağa!”
Hazreti Sâriye işitti bu sesi.
Ancak garibine gitti.
Zîrâ bu ses, Halîfenin sesiydi.
Ve bir aylık mesâfeden geliyordu.
Derhâl tedbir alıp saldırıya geçtiler.
Hak teâlâ, yardım etti.
Zafere eriştiler.
Nihâyet ordu geri döndü.
Eshâb, hazret-i Sâriye'ye sordular:
"Bu zafer nasıl kazanıldı?”
O da şöyle anlattı:
Bir Cumâ vaktiydi.
Bir ara Halîfenin sesini işittim.
Bana sesleniyordu ki:
“Yâ Sâriye dağa dikkat et dağa!”
Çok şaşırdım!
“Hayâl mi görüyorum?” dedim.
Hayır, hayâl değildi.
Hazret-i Ömer’in sesiydi bu.
Fırlayıp kalktık.
Dağı arkaya aldık.
Yekvücut hücûma geçtik!
Allahü teâlâ yardım etti.
Zafere eriştik
.Cennet, şu tastan nûrludur"
09-05-2021 02:00
Hazret-i Alî bir gün hastalandı.
Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osmân (radıyallahü anhüm) Ona gittiler.
Hazret-i Alî kalktı.
Evinde bir tas (bal) vardı.
Bu tası önlerine getirdi.
Tas beyazdı bal ise kızıl.
İçinde siyah bir (kıl) vardı.
Hazret-i Ebû Bekr;
“Her birimiz, bu üçü hakkında bir misâl getirmeyince baldan yemeyelim” buyurdu.
Ve önce kendisi;
“Din-i İslâm, bu tastan nûrludur. Îmân, bu baldan tatlıdır. Dînin hükümleri şu kıldan incedir” dedi.
Hazret-i Ömer;
“Cennet, bu tastan nûrludur. Cennetin nîmetleri bu baldan tatlıdır. Sırat köprüsü, bu kıldan incedir” dedi.
Hazret-i Osmân;
“Kur’ân-ı kerîm, bu tastan nûrludur. Onu okumak, bu baldan tatlıdır. Onun tefsîri, bu kıldan incedir” dedi.
Hazret-i Alî;
“Misâfirin nûru, bu tastan nûrludur. Misâfirin sözü, bu baldan tatlıdır. Misâfiri incitmemek, bu kıldan incedir” dedi.
● ● ●
Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri rivâyet eder:
Resûl-i Ekrem Efendimiz;
“Alî, benim ilmimin kapısıdır. Benden sonra onu sevmek îmândandır. Ona düşmanlık, münâfıklıktır. Ona bakmak rahmettir. Onun muhabbeti ibâdettir” buyurdu.
.Niçin geldin yâ Ebâ Zer?"
10-05-2021 02:00
Ebû Zer-i Gıfârî rivâyet eder:
Bir gün Efendimiz, evinden çıktılar.
Ve yürümeye başladılar.
Ben de ardınca gittim.
Ve selâm verip oturdum.
Beni görüp sordular ki:
“Niçin geldin yâ Ebâ Zer?”
Ben sükût ettim.
O anda hazret-i Ebû Bekr geldi.
Resûlullahın sağ yanına oturdu.
Sonra Hazret-i Ömer geldi.
Ebû Bekr’in sağına oturdu.
Sonra Hazret-i Osmân geldi.
Hazret-i Ömer’in sağına oturdu.
Sonra Hazret-i Alî geldi.
Hazret-i Osmân’ın sağına oturdu.
Efendimiz, yerden yedi tâne (taş) alıp, mübârek avuçlarında tuttular.
O taşlar (tesbîh) etmeye başladı.
Sonra o taşları yere koydu.
Taşların sesleri kesildi.
Efendimiz, o taşları yerden aldı.
Hazret-i Ebû Bekr’in eline verdi.
Taşlar (tesbîhe) başladılar.
O da yere koydu.
Taşların sesi kesildi.
Efendimiz, o taşları tekrar aldı.
Ve hazret-i Ömer’e verdi.
Taşlar, (tesbîh) ettiler.
O da yere koydu. Sesleri kesildi.
Efendimiz o taşları tekrar aldı.
Ve hazret-i Osmân’a verdi.
Taşlar, yine (tesbîh) ettiler.
O da yere koydu.
Sesleri kesiliverdi.
Efendimiz, taşları tekrar aldı.
Ve hazret-i Alî’ye verdi.
Taşlar, (tesbîhe) başladılar.
O da yere koydu.
Taşların sesi kesildi...
."En son ne dedi?"
11-05-2021 02:00
Hazret-i Osmân (radıyallahü anh), isyâncıların evini kuşattıkları günün gecesinde bir rüyâ gördü.
Peygamberimizi görmüştü.
O sabah uykudan uyandı.
Abdullah bin Selâm'ı çağırdı.
Ve ona şöyle anlattı:
Bu gece, güzel bir rüyâ gördüm.
Peygamber Efendimizi gördüm.
Bana bakıp sordular ki:
“Yâ Osmân, seni sardılar mı?”
“Evet yâ Resûlallah!” dedim.
Tekrar sordular:
“Seni susuz mu bıraktılar?”
“Evet yâ Resûlallah!” dedim.
Bana, bir bardak (Su) verdiler.
Mübârek elinden alıp içtim.
Soğukluğunu göğsümde hissettim.
İyice suya kandım.
Sonra bana buyurdular ki:
“İstersen, seni gâlip getirelim.
İstersen iftârı birlikte yapalım.”
Ben, ikincisini tercîh ettim.
Ve bunu kendilerine arz ettim.
Efendimiz, memnun oldular.
Sonra da uyandım.
Hazret-i Osmân böylece anlattı.
Ve o gün şehîd oldu!
Abdullah bin Selâm bunu dinledi.
Ve şehâdeti görenlere sordu ki:
"Osmân, en son ne dedi?”
Onlar cevâben:
“Allah’ım, Muhammed ümmetinin fitnesini kaldır ve kendilerini birleştir diye duâ etti” dediler.
O, buna sevindi.
Ve onlara dönüp;
“Eğer böyle duâ etmeseydi, Müslümanlar kıyâmete kadar bir araya gelemezdi” buyurdu.
.Bu, ne büyük bir nîmetti!.."
12-05-2021 02:00
Abdullah bin Süheyl (radıyallahü anh), Müslümanlığını gizlediyse de, babası bunu fark edip onu hapsetti.
Ve çok işkenceler yaptı.
O ise çâresizdi.
Efendimiz Medîne'ye hicret ettiler.
O ise Mekke'de kaldı.
Resûlullah Efendimiz ve Müslümanlar, Medîne'de bir araya gelmişlerdi ve güçleniyorlardı.
Müşriklerse huzursuzdu.
Bunu hazmedemiyorlardı.
Bir an önce Müslümanları ve İslâmiyeti yok etmek istiyorlardı.
Bunun için (savaşalım) dediler.
Ve Bedir cengine hazırlandılar.
Hem, büyük bir intikâm hırsıyla!
İşte bu, onun işine yaradı.
Evet, bedeni müşriklerleydi.
Ama rûhu, Resûlullah ileydi.
Küfür ordusunda olmak istemiyordu.
Resûlullaha kavuşmak istiyordu.
Bunun için de başka çâre yoktu.
Sabırsızlıkla o günü bekledi.
Ve küfür ordusu ile Bedir'e geldi.
Müslümanlardan kat kat fazla idiler.
Küfür ordusu Bedir’deki yerini aldı.
Teke tek vuruşmalar bitti.
Ve iki ordu birbirine girdi.
Savaş giderek kızışmıştı!
İşte tam vaktiydi.
İslâm saflarına geçebilirdi artık.
Ve geçti de.
Hayâli, hakîkat olmuştu.
O, şimdi müşriklerin içinde değildi.
Müslümanlarla berâberdi.
Hattâ Resûlullahın yanındaydı.
Onunla omuz omuza savaşıyordu!
Bu, ne büyük bir nîmetti.
Ne üstün saadetti yâ Rabbî!
."Şu kuşu tutayım mı baba?"
13-05-2021 02:00
Şeyh Mustafa Efendi, Bilecik'e bağlı Gölpazarı ilçesinin Aktaş köyünde medfundur.
Küçük bir kızı vardı.
Bir gün bahçede babasıyla otururken, bir güvercin gelip kondu hemen önlerine.
Çocuğun hoşuna gitmişti bu.
Döndü babasına:
Ve dedi ki:
“Babacığım, ne tatlı kuş değil mi?”
“Evet yavrum, çok güzel kuş.”
“Onu tutayım mı babacığım?”
“Olur evlâdım, haydi tut.”
“Kaçmaz mı benden?”
“Hayır, tut getir o kuşu bana.”
Kızcağız yavaşça yaklaştı kuşa.
Uçar diye çok korkuyordu.
Ama uçmadı.
Yavrucak elini uzatıp tuttu o kuşu.
Ve getirdi babasına.
Annesi de bakıyordu pencereden.
Oradan seslendi ki:
“Efendi, kızımıza kuş kaçmaz dedin, gerçekten de kaçmadı. Sahi, nasıl oldu bu iş?”
“Çok mu hayret ettin hanım?”
“Evet ya, çok şaşırdım.”
Buyurdu ki:
“Hiç şaşırma hanım.”
“Nedenmiş o?”
“Çünkü ben Rabbime itâat ediyorum da ondan.”
“Kusura bakma efendi, ben yine anlayamadım.”
“Bak hanım, kim Allahü teâlâya itâat ederse, mahlûklar da ona itâat eder. Sen Rabbinin emrini dinlemezsen, onlar da seni dinlemez, anladın mı?”
“Evet bey, şimdi anladım.”
.Efendimizi sevindirdi
14-05-2021 02:00
Adiy bin Hâtim (radıyallahü anh), Müslüman olunca, Peygamber Efendimizin emriyle, kendi kabîlesine İslâmiyeti anlatmak ve zekâtlarını toplamak için görevlendirildi.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Bir gün, hazret-i Ömer'in yanına, kabîlemden birkaç kimseyi götürmüştüm.
Hazret-i Ömer bizi karşıladı.
Ve iltifatta bulundu.
Kendisine sordum:
“Beni tanır mısınız?”
Hazret-i Ömer:
“Evet yâ Adiy! Kavmin, Peygamberimize inanmadığı zaman sen îmân ettin. İnkâr ettikleri zaman sen tasdîk ettin. Kavmin size zulmettiğinde sabırla karşıladın. ilk zekâtı kabîlenden toplayarak Peygamberimizi sevindiren de sen oldun” buyurdu.
● ● ●
Adiy bin Hâtim hazretleri, dünyâya hiç kıymet vermezdi.
Çok da sadaka verirdi.
Efendimiz aleyhisselâm bir mecliste otururlarken Adiy bin Hâtim gelseydi yanında yer verirdi.
Ona iltifatta bulunurdu.
Zîrâ onu severdi.
Kıymet verirdi Ona.
O, namaza çok önem verirdi.
Vakit girmeden abdest alırdı.
Öncelerden namaza hazırlanırdı.
Onun, aşkla namaza koşması.
Zevk ve şevkle namaz kılması.
Herkesi imrendirirdi.
Yüz yirmi yaşında vefât etti.
."Mümin ol selâmet bul!"
15-05-2021 02:00
Hicretin 9. senesinde Tay kabîlesine bir sefer düzenlendi.
Reîsleri, Adiy bin Hâtim idi.
Eshâbı uzaktan görünce kaçtı.
Kız kardeşi Sefâne esîr edilmişti.
Resûlullah, buna buyurdu ki:
“Kardeşin Adiy’i al bana getir!”
Sefâne gitti, Adiy'i bulup getirdi.
Adiy bin Hâtim şöyle anlatıyor:
Medîne’ye geldim.
Ve Resûlullahı sordum.
“O, mescittedir” dediler.
Oraya gidip, selâm verdim.
Selâmımı aldılar.
Ve “Sen kimsin?” buyurdular.
“Adiy bin Hâtim'im” dedim.
Beni evine götürdü.
İçi hurma lifiyle dolu minder getirdi.
Eğilip yere koydu ve;
“Buraya otur” buyurdu.
Kendi yere oturup dedi ki:
“Müslüman ol, selâmet bul.”
“Benim dînim var” dedim.
Bu defâ buyurdu ki:
“Sen, Rakûsiyye dînindesin ve kavminin dörtte bir ganîmetini yiyorsun. Bu, senin dîninde, helâl değildir!”
Şaşırdım ve içimden;
“Vallâhi doğru söylüyor, bu zât hakîkaten Peygamber” dedim.
O ara bana sordu ki:
“Yâ Adiy! Seni İslâma girmekten alıkoyan şey nedir?”
Cevap veremedim.
Ama Onu çok sevmiştim.
Yine kalbimden;
“Böyle güzel yüzlü, tatlı sözlü kimse yalancı olamaz” dedim.
Kelime-i şehâdeti getirdim.
Ve Müslüman oldum...
.Herkese yardım ederdi...
16-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin babası, Seyyid Alî isminde hâl ehli bir kimse idi.
Herkese yardım ederdi.
Bu hâliyle meşhurdu o devirde.
Her gün ormana giderdi.
Odun keser, onları yüklenirdi.
Ve köye getirip fakirlere dağıtırdı.
Bir gün, yine bir yük odunu aldı.
Ve gidip bir evin kapısını çaldı:
“Odun ister misin anne?”
“Sağol evlâdım, bu gecelik var.”
Öbürünü çaldı:
“Odununuz var mı bacı?”
“Var komşu, olmayana verseniz.”
Çok da yorulmuştu.
Çöktü bir gölgeliğe.
O esnâda hanımı çıkageldi.
Bir sepet hurmayı önüne koyup;
“Bunları talebeniz verdi” dedi
Seyyid Alî;
“Niçin kabul ettin hanım? Biliyorsun, evimizde hurma var. Git bunları fakîrlere dağıt” dedi.
O da, “Peki bey” dedi.
Ve kapı kapı dolaştı.
“Hurma ister misiniz kızım?”
“Sağol teyze, hurmamız var.”
Başka kapıyı çaldı:
“Şu hurmayı alır mısınız?”
“Allah râzı olsun, bu gecelik var.”
Hiç kimse almadı.
Eve dönüp söyledi beyine.
Seyyid Alî, kaldırdı ellerini.
“Yâ Rabbî, bize bir oğul ver ki, bir ömür boyu hizmet etsin senin kullarına!” diye yalvardı.
Hanımı da “Âmin” dedi.
Duâsı kabul oldu.
Rabbimiz, onlara bir oğul ihsân etti.
Büyüyünce, Emîr Sultân oldu.
Ve ömür boyu hizmet etti insanlara...
.Zelzelenin hikmeti!
17-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir talebesi, Bursa'da şeyhülislâmdı.
Bir gün Ulucâmi'de vaaz ediyordu.
Emîr Sultân, bir talebeye;
“Evlâdım, çarşıya git de, şu şu şeylerden al getir!” buyurdu.
Genç, “Peki efendim” dedi.
Ve çıktı dergâhtan.
Ulucâmi'nin önünden geçiyordu.
Şeyhülislâmın vaaz ettiğini gördü.
Ve dinlemek için içeri girdi.
O girince, kuvvetli bir zelzele oldu.
Cemâat, bir anda dışarı çıktılar.
Ama çıkınca şaşırdılar!
Zîrâ dışarıda zelzele yoktu.
Tekrar câmiye girdiler.
Onlar girince zelzele başladı.
Tekrar kaçtılar dışarı.
Onlar çıkınca, deprem durdu.
Şeyhülislâm işi anladı.
Ve insanlara dönüp; “Ey cemaat, içeride Emîr Sultân Hoca'mızı dinlemeyen biri var. Emîr Buhârî, onu çarşıya gönderdi. O ise vaaz dinlemeye geldi. O, her kimse dışarı çıksın! Yoksa helâk olacağız” diye seslendi.
O, bunu duyup dışarı çıktı.
O çıkınca, zelzele durdu.
O da hatâsını anladı.
Alacağını alıp dergâha döndü.
Ve oturdu bir kenara.
Emîr Sultân, onu görünce;
“Ey oğlum! Dünyevî ve uhrevî hangi ihtiyâcın karşılanmadı ki, başkalarından himmet bekliyorsun. Bu, talebeliğe yakışır mı?” buyurdu
Bu, ders oldu ona.
Elini öpüp özür diledi...
."Bir derdin mi var senin?"
18-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretleri, Buhâra’da birkaç kişiyle sohbet ediyordu ki, biri geldi oraya.
Perîşân bir hâli vardı adamın!
Büyük velî sordu:
“Bir derdin mi var senin?”
“Evet efendim, sormayın.”
“Hayrola, ne oldu?”
“Küçük bir bahçem var benim. Onun mahsûlüyle geçinip gidiyorduk. Ama bu sene kuraklık sebebiyle bütün ağaç ve sebzelerim kurudu. Ailem de kalabalık. Bu hâlde nasıl geçiniriz?” dedi.
Emîr Sultân buyurdu ki:
“Üzülme, Allah rızka kefîldir.”
Adamcağız;
“İnşallah” dedi ve gitti.
Emîr Sultân üzülmüştü!
Gece, adamın bahçesine girip;
“Yâ Rabbî! Bu bahçedeki bütün ağaç ve nebatlara canlılık ver, yeniden hayât bulsunlar” diye duâ etti.
Duâsı kabul oldu.
O anda ağaçlar canlandı.
Ve dalları meyve doldu.
Ertesi gün, bahçe sâhibi geldi.
Vaziyeti görünce çok şaşırıp;
“Ey Allahım! Yoksa Hızır mı geldi bu bahçeye? Hakîkati bildir bu bîçâreye” diye yalvardı.
Sonra başını kaldırdı.
Emîr Sultân hazretlerini gördü.
Bahçenin öbür ucunda idi.
Dünü hatırlayıp;
“Allah rızıklara kefîldir” dedi.
Elini öpmek için ona doğru koştu.
Ama göremedi bir daha.
Kaybolmuştu gözden...
."Emîr Sultân geliyor!.."
19-05-2021 02:00
Penç kalesi, müminler tarafından muhâsara edilmişti ki, yirmi mücâhit, azık getirmek için biraz uzaklaştılar.
Önlerine düşman askeri çıktı.
Hem de yedi yüz kadar.
(Yirmi) kişiye, (yedi yüz) kişi.
Kâfirler, yirmisini de esîr alıp, on günlük mesafedeki bir kaleye hapsettiler onları.
İçlerinden biri şöyle anlatıyor:
Beni, altı arkadaşımla birlikte bir papazın hizmetine verdiler.
Papaz, teklîf etti bize:
“Bizim dînimize girer misiniz?”
“Hayır, aslâ girmeyiz!” dedik.
“Kabul ederseniz, size eziyet yapılmaz. Hattâ hepinizi evlendirir, çok da zengin ederiz” dedi.
Biz yine reddettik.
“Siz bilirsiniz” dedi.
Ve bir daha bu teklîfi yapmadı.
Derken yortu günü geldi bunların.
Hepsi içki içip sızdılar.
Ben, zincire bağlı uyuyordum.
Uykuda iken bir ses duydum.
“Emîr Sultân geliyor!” diyordu.
O anda büyük velî geldi.
Zincirlerimi çözdü.
Ve “Kalkın gidin!” dedi.
Uyandım ki zincirlerim çözülmüş.
Diğer arkadaşları da uyandırdım.
Onların da zincirini çözdüm.
Sessizce çıktık hapishâneden.
Deniz kıyısına vardık.
Kıyıda bir sandal vardı.
Ona binip acele açıldık denize.
Sağ salim geldik evimize.
Sonra Bursa’ya gittik.
Bu büyük velîyi, kabrinde ziyâret edip, Fâtihalar gönderdik mübârek rûhuna...
."Niçin îmân etmiyorsun?"
20-05-2021 02:00
Bir Hristiyân râhip, Bursa’da bir dağda mağarada yaşıyordu.
Emîr Sultân hazretleri Bursa’ya geldiğinde, mağaradan çıktı.
Ve bu büyük velîye gelip;
“Safâ geldin yâ Emîr!” dedi.
Emîr Sultan sordu:
“Benim ismimi nereden bilirsin?”
“Rüyâda öğrendim.”
“Kimden öğrendin?”
“Senin, büyük ceddinden.
O Resûl haber verdi bana.”
“Öyleyse niçin îmân etmezsin?”
“Ben, o büyük Peygamberin huzûrunda îmân ettim” dedi.
Ve ayrılıp gitti...
● ● ●
Bayezid Hân, Bursa’da Ulucâmi'yi yaptırmaya karar vermişti. Ancak o arsada bir (ev) vardı.
Yaşlı bir kadıncağızın eviydi.
Ama satmıyordu evini Sultân'a.
Bayezid Hân çâresizdi.
Vaziyeti Emîr Sultân'a anlatıp;
“Himmetinize muhtâcız” dedi.
Emîr Sultân duâ etti.
O gece, rüyâ gördü kadın.
Şöyle ki, kıyâmet kopmuş.
Halk, mahşerde toplanmıştı.
Hesapları görülmüştü.
Müslümanlar Cennete gitmişlerdi.
Sâdece o kalmıştı meydanda.
Melekler sordular ona:
“Cennete gitmek ister misin?”
“Elbette isterim!” dedi.
“Öyleyse sat evini Sultân'a.
Bırak inat etmeyi!” dediler.
O anda uyandı.
Koştu hemen Sultân'a.
“Evim, senindir” dedi.
Para da istemiyorum!”
.Başka harbe gitme!"
21-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin Yahyâ adında bir talebesi vardı.
O genç, şöyle anlatıyor:
Küffârla cenk yapılacaktı.
Hocama koşup arz ettim ki:
“Bu cenge ben de katılayım mı?”
Üstâdım buyurdu ki:
“Olur, ama başka harbe girme!”
Ellerini öpüp ayrıldım.
Derken cenge girdik.
Ve küffâra gâlip geldik.
Çok da ganîmet aldık.
Bâzı arkadaşlarım dediler ki:
“Yine cenk var, haydi sen de gel”
“Hayır, olmaz!” dedim.
“Neden, hem ganîmet de alırız.”
“Hocamın izni yok.”
“Canım ne var bunda? Eğlenmeye gitmiyoruz ya, kâfirlerle savaşa gidiyoruz” dediler.
Onların ısrârıyla kabul ettim.
Ve hazırlanıp yola koyulduk.
Ama mağlup olduk.
Kimimiz şehîd oldu, kimimiz esîr.
Ben, esîr olmuştum.
Ve bir zindana konulmuştum.
Orada hocamı düşünüp;
“Yâ Rabbî, hocam Emîr Sultân hürmetine beni buradan kurtar!” diye duâ ettim.
Ertesi gün yanıma biri geldi.
Ve tuttu kolumdan.
Ona, “Siz kimsiniz?” dedim.
O anda baktım ki Bursa’dayım.
Ama hiç şaşırmadım.
Bu, hocamın himmetiydi.
Günlerden cuma idi.
Hocamın kapısına koştum.
Eşiğine yüz sürdüm.
Özür dileyip ellerini öptüm.
Ve bir daha böyle hatâ yapmadım.
.Kalas havada kalakaldı!..
22-05-2021 02:00
Hacı Bayrâm-ı Velî hazretleri, Emîr Sultân hazretleriyle görüşmeye gitmişti bir gün.
Emîr Sultân'ın evi harâbe idi.
O gün de tâmir ediliyordu.
Ustalar çalışıyorlardı.
Koca kalasları yukarı taşıyorlardı.
Derken bir kalası aşağı düşürdüler.
Altta ise çocuklar oynuyordu.
Emîr Sultân bunu gördü.
Ve duâ etti içinden.
Koca kalas, kalakaldı havada.
Bir müddet öylece durdu.
Sonra yavaşça süzüldü zemîne.
Sessizce ve zarar vermeden.
Hacı Bayrâm-ı Velî de gördü bunu.
Ve içinden geçirdi ki:
“Kerâmetinizle çocuklar kurtuldu."
Emîr Sultân ona dönüp;
“Hayır, Allah kurtardı” buyurdu...
● ● ●
Emîr Sultân'ın bir talebesi anlatıyor:
Gençliğimde, ne vakit bir velî görsem, hizmetine koşardım.
Çünkü biliyordum ki:
Velîlerin bakışları bile şifâdır.
Bir gün de Sinan Halîfe’yi işittim.
Huzûruna koşup arz ettim ki:
“Efendim, bana duâ ediniz.”
O bana sordu ki:
“Ne istiyorsun?”
“Şu nefsimin şerrinden kurtulmayı.”
Buyurdu ki:
“Emîr Sultân'ın kabrinde duâ et. Onun himmetiyle murâdına kavuşursun.”
“Peki efendim” dedim.
Ve o nûrlu kabre vardım.
Rabbime yalvardım.
Azgın nefsim yola geldi.
Hâsıl oldu murâdım...
.Sen pâdişâh olursun"
23-05-2021 02:00
Yıldırım Bayezid Hân vefât edince, oğlu Çelebi Mehmet, kardeşi Molla Alî’yi çağırıp;
“Pederimiz vefât etti. Kardeşlerim Mûsâ ve Îsâ Çelebiler tahta geçmek isterler. Gel ikimiz, Allah için hacca gidelim” dedi.
Ve o gece yattı.
Rüyâda Emîr Sultân'ı gördü.
Büyük velî, kendisine;
“Dinle evlât! Babandan sonra taht sana kalacak. Haydi kılıcını kuşan. Devlet senden hizmet bekliyor!” buyurdu.
Uyanıp koştu Molla Alî’ye.
Ve rüyâyı anlatıp sordu:
“Nedir bunun tâbiri?”
Molla Alî cevâben;
“Tâbiri şudur ki, sen yakında pâdişâh olursun” dedi.
Gerçekten de öyle oldu.
Çelebi Mehmet tahta oturdu...
● ● ●
Eşrefoğlu Abdullah hazretleri, bir gün İbrâhim Paşa’nın Bursa’ya gittiğini görüp sordu:
“Yolculuk Bursa’ya mı?”
“Evet efendim.”
“Öyleyse sizden bir ricâm var. Emîr Sultân hazretlerini ziyâret ederseniz, “Size, Eşrefoğlu’nun selâmı var" der misiniz?”
“Başüstüne” dedi.
Ve Bursa’ya vardı.
Büyük velîye bir Fâtiha okudu.
Ve peşinden arz etti ki:
"Eşrefoğlu’nun size selâm var."
Cevap gecikmedi.
Kabr-i şerîften bir ses geldi.
“Aleyküm selâm!” diyordu.
Duygulanıp bayıldı!..
.Bu gencin üç günlük ömrü var!"
24-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir talebesi, bir gün kitaplarda bir hadîs-i şerîf gördü.
Hemen içinden geçirdi ki:
"Bu hadîs sahîh mi acabâ?”
O anda hocası geldi.
Henüz o sormadan;
“O hadîs sahîhtir” buyurdu.
Bir gün de şunu anlattı:
Kâfirler, Resûlullaha gelip;
“Eğer hak peygambersen, şu Hacer-ül esved’in içinden bir yiğit çıksın. Ve o yiğit güzel yüzlü, şirin ve sarışın olsun” dediler.
Efendimiz “Peki” dedi.
Kâfirler Beytullahta toplandılar.
Efendimiz, taşa işâret buyurdu.
Taş, iki parça oldu.
Ve içinden bir (yiğit) çıktı.
Güzel yüzlü, şirin ve sarışındı.
Yâni dedikleri gibiydi.
Azı îmân etti, çoğu inkâr etti.
Resûl-i Ekrem;
“Ey Eshâbım! Bu gencin üç günlük ömrü var. Onu bir kızla evlendirin ki, ondan yüksek bir zürriyet kalsın” buyurdu.
Emri yerine getirdiler.
Aradan üç gün geçti.
Ama ölüm haberi gelmedi.
Sahâbe, hikmetini sordular.
Efendimiz, cevâben;
“O, vahiy değildi, Cebrâilden işitmiştim” buyurdu.
O anda Cibrîl-i emîn geldi.
Ve Hak teâlânın;
“Ey Habîbim! O gencin evine, düğün gecesi bir fakîr gelip ekmek istedi. O da önündeki ekmeği ona verip, kendisi aç yattı. Biz de ona, otuz sene ömür ihsân eyledik” buyurduğunu bildirdi.
."Bu at kime saldırıyor?!."
25-05-2021 02:00
Sultân İkinci Murat, Emîr Sultân hazretleri için bir (At) satın aldı.
Cins bir attı, ama huysuzdu.
Yanına kimse yaklaşamıyordu.
Murat Hân, büyük velîye;
“Efendim, sizin için bir at aldık. Ama yanına kimseyi yaklaştırmıyor. Birini verseniz de, onu size getirse” diye arz etti.
Emîr’in bir hizmetçisi vardı.
Hacı Baba derdi ona.
O, bunu işitti ve içinden;
“Bu işi bana verseler” dedi.
Emîr Sultân ona dönüp;
“Hacı Baba! Git o ata; (Senin sâhibin, Rabbinin emrine itâat ediyor. Sen de sâhibine itâat edecek misin?) diye sor” buyurdu.
Hacı Baba gitti.
Ve ata, bunu sordu.
At, başını üç defa öne eğdi.
Sanki, (Evet) diyordu.
Gelip, bu hâli arz etti.
Emîr Sultân, Hacı Baba'ya;
“Tamam, sen şimdi yanına var.
Onu al, buraya getir!” buyurdu.
Hacı Baba gitti.
Ve getirdi o atı.
Ama at, bâzılarını görüyordu.
O kişileri hemen kovalıyordu.
Herkes diyordu ki:
“Bu at, kimlere saldırıyor?”
Bunu araştırdılar.
Netîcede anladılar ki:
Bu at, bid'at sâhiplerine saldırıyor.
Ehl-i sünneti görünce sâkinleşiyor.
Hattâ, yüzünü onlara çevirirdi.
Başını eğip sanki selâm verirdi.
Yâni kim doğru îmânlıdır?
Kim ehl-i bid'attir, ayırırdı..
.Mezarımı o yere kazın!"
26-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir (yay) ile bir (oku) vardı.
Yayına (bir) ok koyardı.
O bir ok, (kırk) ok olup çıkardı.
Ve mutlaka bulurdu hedefini.
Bir gün şeyhülislâmla çıktılar.
Çevrede dolaşıyorlardı.
O meşhur okunu getirtti.
Ve şeyhülislâma uzatıp;
“Bunu al, doğuya doğru at! Ok nereye düşerse, mezarımı o yere kazarsınız!” buyurdu.
Şeyhülislâm oku aldı.
Ve çekip fırlattı.
Ok, tam da şimdiki türbesinin bulunduğu yere düştü.
Vefât edince, oraya defnettiler.
Ve bir türbe yaptılar.
Usta şöyle anlatıyor:
Türbeyi yaparken, büyük velî her gece rüyâma girer ve “Şurayı şöyle yap, burayı böyle yap!” derdi, ben de öyle yapardım.
● ● ●
Bu zâtı çok seven biri, kabrini ziyâret için Bursa’ya geldi.
Ve türbedâra;
“İzin verirseniz, bu türbede uzun müddet kalmak istiyorum” dedi.
Türbedâr da;
“İstediğin kadar kal” dedi.
Adam türbeye girdi.
Az sonra çıktı türbeden.
Türbedâr sordu:
“Hani uzun kalacaktın?”
“Evet, niyetim öyleydi. Çünkü kavuşmak istediğim bir murâdım vardı. Yıllardır duâ ediyor, yine de kavuşamıyordum. Ama bu türbede bir duâ kâfi geldi. Dileğime kavuştum, gidiyorum" dedi.
.Bu akçeyi iyi muhâfaza edin!"
27-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin çok talebesi vardı.
Bunların da çoğu fakirdi.
Geçimlerini kendisi sağlardı.
Uzak yerlerdeki talebeleri, her hafta sonu gelir ve ihtiyaçları kadar parayı alıp giderlerdi.
Yine bir talebesi gelmişti.
Mübârek zât sordu:
“Kardeşlerimiz nasıllar?”
“İyiler, zât-ı âlinize duâcıdırlar.”
“Pekâlâ” dedi.
Ve ona, bir (akçe) verip;
“Arkadaşlarına selâm söyle. Bu bir akçeyi iyi muhâfaza edin. Biz dünyâda olduğumuz müddetçe bu size yeter. Kimseden de bir şey istemeyin!” buyurdu.
Genç talebe;
“Başüstüne” dedi.
Ve ellerini öpüp ayrıldı.
Dönünce gençler sordular:
“Hocamız nasıllar?”
Dedi ki: “Çok iyiler.”
“Bir şey buyurdular mı?”
O talebe, Emîr Sultân’ın verdiği o bir akçeyi cebinden çıkardı ve onlara gösterip dedi ki:
Şu akçeyi gönderdiler. Sonra da buyurdular ki:
“Bu, öyle bereketli akçedir ki, ne kadar harcasanız tükenmez. Her ihtiyâcınızı bu akçeyle alın. Ben hayâtta oldukça bu akçe bitmez.”
Hepsi de çok sevindi.
Ve yüzleri güldü.
Her şeyi o akçeyle alıyorlardı.
Yine de tükenmiyordu.
Vaktâ ki Emîr Sultân vefât etti.
O zaman tükendi...
.Beni de kabul ediniz!"
28-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir talebesi şöyle anlatıyor:
Bir gece rüyâ gördüm.
Bir grup insan bir yere gidiyordu.
Yaklaşıp sordum:
“Nereye gidersiniz?”
“Bursa’ya gidiyoruz” dediler.
“Niçin?” dedim.
“Orada bir evliyâ zât var, seyyiddir. Sözleri kalpleri temizliyor” dediler.
İçimden dedim ki:
“O velîye, ben de gideyim.
Ben de ona talebe olayım.”
Ve katıldım onlara.
Derken Bursa’ya vardık.
O velînin huzuruna girdik.
Ben o zâta dedim ki:
“Beni de talebeliğe kabul edin.
Ben de sizin talebeniz olayım.”
Bana şefkatle bakıp;
“Kabul ettik” buyurdular.
Ve yanlarına oturtup, mübârek eliyle sırtımı sığadılar.
O esnâda uyandım.
Ve rüyâyı babama anlatıp;
“Tâbiri nedir?” diye sordum.
“Git, o velîye talebe ol” dedi.
“Peki babacığım” dedim.
Vedâ edip çıktım evden.
Yolda bir grup adama rastladım.
Rüyâdakilere çok benziyorlardı.
“Nereye gidersiniz?” dedim
“Bursa’ya gidiyoruz” dediler.
Onlara katılıp Bursa’ya vardım.
O velînin huzûruna girip;
“Ben de talebeniz olayım” dedim.
Bana şefkatle bakıp;
“Kabul ettik” buyurdular.
Ve yanlarına oturtup, mübârek eliyle sırtımı sığadılar...
.Gözlerin ferini alan ve yüzü karartan günah!..
28-05-2021 02:00
Hanımım bana dedi ki: "Efendi bugün sende bir tuhaflık var! Gözlerin fersiz, yüzün kararmış. Sana ne oldu böyle?.."
Erkek olsun, kadın olsun, her Müslümanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine yani haramlara riayet etmesi lazımdır... Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Ey Resulüm, müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramlardan korusunlar! İmanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!) [Nur 30]
Kur'an-ı kerimde mealen, (Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın) buyuruluyor. (Enam 151)
Buradaki yaklaşmayın demek, zinaya götürecek sebeplerden, hareket ve işlerden sakının, yabancı kadınları düşünmeyin, onlarla konuşmayın, onların seslerini dinlemeyin, onlara bakmayın demektir. Yabancı kadınlara bakmak gözü zayıflatır, kalbi karartır. İmam-ı Rabbani hazretleri, "Haramlar, yaldızlanmış necaset gibidir" buyuruyor. Dışı süslü ama, içi berbat!.. Peygamber Efendimiz de "göz zinası" hakkında buyuruyor ki:
(Yabancı kadına şehvetle bakmak göz zinasıdır, onu tutmak el zinasıdır, ona gitmek ise ayakların zinasıdır.) [R.Nasıhin]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi]
(Bir yabancı kadın görüp de, Allah’tan korkarak, başını ondan çevirene, Allahü teâlâ, ibadetlerin tadını duyurur.) [Ebu Davud, İ.Ahmed, Hakim]
***
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin başka bir şehirde yaşayan sevenlerinden biri anlatır:
-Bir gün pazarda gezerken güzel bir kadın görüp tekrar tekrar baktım... Akşam eve geldiğimde hanımım dedi ki:
- Efendi bugün sende bir tuhaflık var! Gözlerin fersiz, yüzün kararmış. Sana ne oldu böyle?..
Aynayı alıp baktım ki, hakikaten yüzüm gözüm hanımın dediği gibiydi. Neden olduğunu düşünürken, o pazarda gördüğüm kadına baktığımı hatırladım. Çok pişman olmuştum. Bir mağaraya çekilip günlerce gözyaşı döktüm, günahımın affı için Allahü teâlâya yalvardım... Yine de huzurlu olamadım. Sonra hatırıma, Cüneyd-i Bağdadi hazretlerini ziyaret etmek geldi. Bağdat'a şeyhin yanına gittim. Evine varıp kapıyı çaldığımda, bana içeriden şöyle seslendi:
-Gel ya Abdullah! Sen pazarda günah işle, biz Bağdat'ta istiğfar edelim, öyle mi?!.
İçeri girip, mübarek elini öpüp oturdum. Şaşırmış ve çok utanmıştım. Devamla buyurdu ki:
- Pişmanlık, tövbe büyük nimettir. Kalbin imdadı olmadan uzuvların dinin emrine uyması çok güçtür. Büyüklerin sevgisi olmayınca kalbin imdadı olmaz. Bunları yapmak ancak Allah adamlarının işidir. Evliyayı seven mahrum kalmaz...
."İsmim Emîr Sultân, yerim Bursa’dır"
29-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir talebesi şöyle anlatıyor:
Bir bahçemiz vardı.
Kavun karpuz ekiyorduk.
Ama yetişmiyordu.
Bir gün bostanda oturuyordum.
At üzerinde bir zât gördüm.
Yeşil elbiseliydi.
Ve çok sevimliydi. Yanıma gelip;
“Bana, bir miktar kavun ve karpuz çekirdeği getir” dedi.
Bir avuç getirip, arz ettim.
Onları alıp, bizim tarlaya saçtı.
Tohumlar, bir anda olgunlaştı.
Tarla, kavun karpuzla doldu.
Ben, hayret içindeydim.
“Bana bir karpuz getir!’ dedi.
Koparıp götürdüm.
Karpuzu ikiye böldü.
Ve yarısını yedi.
Kalanını da bana verip;
“Bunu babana götür. Beni merak ederse, ismim Emîr Sultân, yerim Bursa’dır. Sizleri Bursa’ya bekliyorum” dedi.
Ve gözden kayboldu.
Az sonra babam geldi.
Bostanı görünce şaşırdı.
Ve bana sordu ki:
“Bu tarlaya Hızır mı geldi?”
Ben de olanları anlattım.
Babam çok merak etti.
“Peki, kimmiş bu zât?” dedi.
“Adı Emîr Sultân’mış.
Sana selâm söyledi.”
Ayrıca; (İkinizi de Bursa’ya bekliyorum) deyip gözden kayboldu dedim.
Babam; “Emri olur” dedi.
Hemen Bursa’ya gittik.
Ve sohbetiyle şereflendik...
.“Orada bizim için ne diyorlar?”
30-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretleri, şehirden gelen bir talebesine sordu:
“Nereden geliyorsun?”
“Şehirden efendim.”
“Orada bizim için ne diyorlar?”
“Kimyâya mâliktir diyorlar.”
“Kimyâ odur ki, şu akan su (altın) olur” buyurdu.
O anda akan su, (altın) oldu.
Mübârek zât;
“Bu kelâmımız murâd değil, hikâye içindi” buyurdu.
Altın, yine (Su) oldu.
● ● ●
Emîr Sultân hazretlerini çok seven bir tüccar, bu büyük velîye, güzel bir (sarık) hediye etti.
Emîr Sultân, teşekkür etti.
Ve bir miktar (para) verdi ona.
Tüccar, elini öpüp ayrıldı.
Giderken bir kalabalık gördü.
Meğer çok kıymetli bir ‘elmas’ satılıyormuş orada.
Yaklaşıp sordu fiyatını.
“Otuz bin dirhem” dediler.
O anda gâipten ona denildi ki:
“Cebindeki parayı say!”
Sayınca hayrette kaldı!
Zîrâ otuz bin dirhemden çoktu.
O elması satın aldı.
Bir Yahûdî tüccar gördü onu.
Ve sordu ki:
“Bunu bana satar mısın?”
“Olur, satarım” dedi.
Yahûdî, o elması aldı.
Ve ona, yüzotuz bin dirhem verdi.
Tüccar, sevinçten uçuyordu.
Kendi kendine;
“Vallâhi bu, Emîr Sultân hazretlerinin bir kerâmeti” dedi.
Ve bir (dergâh) yaptırdı Onun için.
."Git, onu ikaz eyle!.."
31-05-2021 02:00
Emîr Sultân hazretlerinin bir talebesi şöyle anlatıyor:
Hocam, bir gün bana;
“Balıkesîr'de falan câmide, îtikadı bozuk bir imâm var. Git, onu ikaz eyle” buyurdu.
“Başüstüne” dedim.
Sonra da, içimden;
“Yolda ne ile meşgul olayım” diye sormayı düşündüm.
Düşüncemi anladı.
Ve kendi tesbîhini uzatıp;
“Yol boyunca zikirle meşgûl ol” buyurdu.
Alıp koydum cebime.
Ama korku düştü içime!
“Ya kaybedersem” diyordum.
Balıkesir'e vardım.
O imâmla görüşüp ayrıldım.
Akşam vakti, bir derenin kenarında abdest alıyordum.
Ayağım kumlardan kaydı.
Ve tesbîhi düşürdüm elimden.
Çok aradım, bulamadım.
Çok da üzüldüm, hattâ ağladım!
Hocamın tesbîhiydi çünkü.
Gidince ne diyecektim?
O üzüntüyle Bursa’ya döndüm.
Ve huzûruna girdim.
Hocam, bana sordu:
“Yolculuk nasıl geçti oğlum?”
Ben cevâben;
“İyi geçti efendim, ancak derede abdest alırken tesbîhi suya düşürdüm” dedim.
Mübârek gülümseyip;
“Biz de seninleydik, ama biz onu düşürmedik” buyurdu.
O tesbîhi cebinden çıkardı.
Ve bana uzatıp;
“Al, ömür boyu kullan” buyurdu.
.Korkmayın, o da bir kul!.."
01-06-2021 02:00
Emîr Sultân hazretleri, mânevî bir işâretle çıktı Medîne'den. Yanında iki de talebesi vardı.
Anadola'ya gidiyorlardı.
Gökte, üç (kandil) belirdi.
Onları tâkip ederek yürüyorlardı.
Az sonra yol ikiye ayrıldı.
Biri sağa gidiyordu, diğeri sola.
O ara bir kimse geldi.
Ve bu büyük zâta;
“Sakın şu istikâmete gitmeyin! Zîrâ o yolda bir yılan var ki, yoldan geçenlere saldırıp öldürüyor” dedi.
Emîr Sultân o kandillere baktı.
Kandiller, o yolu gösteriyordu.
Mecbûren girdiler o yola.
Ve az sonra gördüler yılanı.
Yılan değil, ejderhaydı sanki!..
Fakat çok da sevimliydi.
Sevinçli ve neşeli görünüyordu.
Sanki bir misâfir bekliyordu.
Gençler korktular!
Emîr Sultân ise;
“Korkmayın, o da Rabbimizin âciz bir kulu. Allaha itâat edene zarar vermez” buyurdu.
O anda, yılan dile geldi.
Ve Emîr Sultân'a dönüp;
“Safâ geldiniz efendim. Günlerdir yolunuzu bekliyordum. Çok şükür sizi gördüm, murâdıma kavuştum” dedi.
Gençler çok şaşırdılar!
“Bu yılan, konuşuyor” dediler
Ve yola devam ettiler.
Bir talebenin canı (hurma) istedi.
O anda, bir hurma ağacı belirdi.
Üzerinde taptâze hurmalar vardı.
Emîr Sultân, gence buyurdu ki:
“İşte hurma, ye de şükret!”
.Size mühim bir haberim var!"
02-06-2021 02:00
Hak teâlâdan Efendimize; "Ey Habîbim! Sana emrolunan şeyi insanlara anlat!" diye vahiy geldi.
Efendimiz, bu emri aldı.
Ve Safâ tepesine varıp;
"Ey Kureyşliler! Size mühim bir haberim var" diye seslendi.
Sesi duyan geldi ve;
"Yâ Muhammed, bizi neden burada topladın?” dediler.
Onlara seslendi ki:
"Ey kavmim! Siz benden hiç yalan söz duydunuz mu?"
"Hayır, duymadık” dediler.
Efendimiz sordu:
"Peki, ben şimdi size; (Şu dağın ardında düşman var, bu gece baskın yapacaklar) desem, inanır mısınız?"
"Elbette ki inanırız” dediler.
Çünkü sen doğru sözlüsün!”
O vakit seslendi ki:
"Ben, size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Allah birdir, ben de Onun Resûlüyüm!”
Derin bir sessizlik oldu.
Sanki şoka girmişlerdi!
Ebû Leheb öfkeden gözleri dışarı fırlamış, ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez hâldeydi!
Kudurmuş gibiydi!
Yerden bir taş aldı.
Ve Allah’ın Resûlüne fırlattı.
Bir taraftan da;
"Bizi bunun için mi topladın?" diye böğürüyordu.
Delirmiş gibiydi!
Kavmine dönüp;
"Sakın hâ, Onun sözüne inanmayın!" diye bağırdı.
."Bilseler yapmazlar!"
03-06-2021 02:00
Peygamber Efendimizi, bizzât Allahü teâlâ yetiştirdi.
Nitekim kendisi;
“Beni Rabbim terbiye etti, yetiştirdi" buyurmuştur.
O, bir ömründe, hiçbir mümine sert bakmamıştır.
Kötü söylememiştir.
Hattâ kâfirlere bile.
Şöyle ki:
Ona inanmadılar.
Mekke’den sürdüler.
Hattâ öldürmek istediler.
Yine de onlara kızmazdı.
Onlar için en fazla;
"Bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlar" buyururdu.
Ondan bir şey isteselerdi.
O şey varsa verirdi.
Yoksa cevap vermezdi.
● ● ●
Bir gün, yalnız başına bir yerde oturuyordu.
Azılı müşriklerden Nadr bin Hâris onu gördü.
Hemen kılıcını çekti.
Ve üzerine yürüdü.
Yaklaşınca, birden durdu.
Kılıcını yana fırlattı.
Ve hızla geri kaçtı!
Ebû Cehil sordu:
"Yâ Nadr, ne oldu sana?”
"Sorma, tam Muhammed'i öldürecektim ki, iki (arslan) peydah olup bana saldırdılar! Kaçmasaydım beni parçalayacaklardı!” dedi.
Ebû Cehil güldü.
Ve kaygısızca;
"Aldırma, bu da onun bir sihridir işte" dedi.
.Ebû Bekir'i imtihan ettim!"
04-06-2021 02:00
Cebrâil aleyhisselâm, bir gün hazret-i Ebû Bekir'in Resûlullaha olan sevgisini ölçmek istedi.
Bunun için âmâ şekline girdi.
Oturdu onun yolunun üzerine.
Hazret-i Sıddîk da evden çıktı.
Az sonra bir âmâ gördü.
Oturmuş; "Yâ İlâhî, Resûlünün aşkı için, kim bana bir şey verirse, onu azîz et" diyordu.
Cübbesini çıkardı.
Ve o âmâya verip;
“Bir daha söyle" dedi.
Hazret-i Cibrîl duâyı tekrar etti.
O da gömleğini çıkarıp verdi.
Ve “Yine söyle" dedi.
Hazret-i Cebrâil tekrar etti.
O, pabuçlarını da ona verdi.
Ve öylece eve gitti.
Cebrâil aleyhisselâm, aldığı bu şeyleri götürüp Resûlullah Efendimizin önüne koydu.
Efendimiz sordular:
"Yâ Cibrîl, bunlar kimindir?"
"Ebû Bekir'indir yâ Resûlallah!”
"Peki, niçin aldın?"
"Âmâ şekline girip yolu üzerine oturdum ve senin aşkın için bir şey istedim. O da bunları verdi."
Efendimiz, Sıddîk’ı çağırıp;
"Yâ Ebâ Bekir, bu giyecekler seninmiş" buyurdular.
O, bunlara bakıp dedi ki:
“Yâ Resûlallah, ben bunları bir âmâya vermiştim."
Buyurdular ki:
"O âmâ dediğin, Cebrâil'di.
Yâ Ebâ Bekir, bunlar senin!”
Arz etti ki:
"Ben bunları, Allah için vermiştim.
Şimdi geri alamam yâ Resûlallah.”
.Eğer Ali yaratılmasaydı!.."
05-06-2021 02:00
Habîb-i Ekrem buyurdu ki:
“Kur’ân-ı azîm-üşşân, Alî iledir. Alî de, Kur’ân-ı azîm-üşşân iledir.”
İzâhı şöyledir ki:
Hazret-i Alî, Kur’ân-ı kerîmin hükmüyle hareket eder. Kur’ân-ı kerîm, onun yol göstericisidir.
● ● ●
Yine Resûl-i Ekrem;
“Kıyâmet günü Arş’ın sağında benim için kırmızı yâkuttan bir kürsî konur. Arş’ın solunda İbrâhim Halîlullah için yâkuttan bir kürsî konur. Bir kürsî de Alî için konur ki, beyaz incidendir. Siz, iki Halîl’in arasında olan Habîbi ne zannediyorsunuz?” buyurdu.
Resûl-i Ekrem yine;
“Eğer Ali yaratılmasaydı, dünyâda Fâtıma’ya münâsip kimse bulunamazdı” buyurdu.
● ● ●
Bir gün hazret-i Alî, Hazret-i Zübeyr ile gizlice konuşuyordu.
Resûl-i Ekrem onları gördü.
Ve hazret-i Alî'ye buyurdu ki:
“Sen Zübeyr'e sırrını dersin. Hâlbuki o, seninle harb edecek!”
Aradan yıllar geçti.
"Deve Vak’ası" oldu.
Hazret-i Alî, hadîs-i şerîfi hâtırladı.
Zübeyr de muhârebeden vazgeçti.
Ve dönüp geri gitti.
Biri de, onun ardından gitti.
Ve Onu katletti.
Kılıcını Hazret-i Alî’ye getirdi.
Hazret-i Alî ona kızdı ve;
“Zübeyr’in kâtiline, Cehennem ateşi müjdeler olsun!” buyurdu.
.Ne bir eksik, ne bir fazla!"
06-06-2021 02:00
Hazret-i Alî (radıyallahü anh), bir sefere giderken, Kûfe’den asker istedi.
Askerler de yolda çıktılar.
Hazret-i Alî geldi.
Ve Eshâba buyurdu ki:
“Kûfe’den 2001 asker geliyor”
Bir sahâbî anlatıyor ki:
“Ben bunu hazret-i Alî'den işittim.
Ve gelen askerleri bir bir saydım.
Buyurduğundan ne bir noksandı.
Ne de bir fazla, tam da o kadardı.”
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün Eshâb-ı kirâmına;
“Ben ilmin şehriyim. Ebû Bekir zeminidir. Ömer duvarlarıdır. Osmân semâsıdır. Alî kapısıdır. Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Alî hakkında, hep hayır söyleyiniz” buyurdu.
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün de Eshâb-ı kirâma;
“Allahü teâlâ, sizin üzerinize namazı, orucu, haccı ve zekâtı farz ettiği gibi, Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Alî’nin sevgilerini de farz etti. Her kim bu dördünden birine düşmanlık ederse, onun namazını, orucunu, zekâtını ve haccını kabul etmez” buyurdu.
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz, yine bir gün de Eshâbına;
“Muhakkak ben ümmetimden, (Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah) demelerini istediğim gibi, Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Alî’nin sevgisini de isterim” buyurdu.
.'Ehl-i beytime düşmanlık ederseniz!..''
07-06-2021 02:00
Resûl-i Ekrem Efendimiz,
Bir gün Eshâb-ı kirâmına;
“Yay gibi oluncaya kadar ibâdet etseniz, yay kirişi gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, dizleriniz kuruyuncaya kadar namaz kılsanız, Ehl-i beytimden veyâ Eshâbımdan birisine düşmanlık etseniz, Allahü teâlâ, sizi burnunuzun üzerine sürüyerek Cehenneme atar” buyurdu.
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz,
Yine bir gün eshâbı kirâma;
“Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Âişe; Allahü teâlânın yakınlarıdır. Alî, Hasan, Hüseyin ve Fâtıma; benim yakınlarımdır. Allahü teâlâ, kıyâmet gününde kendi âliyle benim âlimin arasını Cennet bahçelerinden bir bahçeyle birleştirir” buyurdu.
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz, yine bir gün Eshâb-ı kirâma;
“Ebû Bekr, benim ümmetimin en iyisi ve en sâdığıdır. Ömer, ümmetimin en kıymetlisidir. Osmân, ümmetimin en hayâlı ve en çok ikrâm edenidir. Alî, ümmetimin en nûrlusudur” buyurdu.
● ● ●
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün de Eshâb-ı kirâma;
“Arş üzerinde, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fâruk, Osmân-ı şehîd ve Aliyyül Mürtezâ) yazılıdır” buyurdu.
.Karınları toktu, ruhları aç!
08-06-2021 02:00
Âmir bin Füheyre (radıyallahü anh), müşriklerden Tufeyl bin Abdullah'ın çobanıydı.
Bu müşriklere çok hizmet etti.
Karşılığı, sırf karın tokluğuydu.
Evet, karınları toktu.
Ama, ruhları açtı.
Nihâyet beklenen oldu.
"İslâm güneşi" doğdu.
İslâmla müşerref olanlar, onun mânevî lezzetini tattılar.
Ve bir daha da bırakmadılar.
Bu aşka tutulanlardan biri de Âmir bin Füheyre idi.
Fakat köleydi, Efendisi vardı.
Îmânını açıklayamazdı.
Zîrâ Efendisi izin vermezdi.
Buna rağmen dînin emirlerini yerine getirmeye başladı.
Her şeyi göze aldı.
İşkencelere mâruz kaldı.
Nihâyet olan oldu.
Hazret-i Ebû Bekr geldi.
Ve onu satın alıp, âzât etti.
O ara müşrikler iyice azıtmıştı.
Müminlere cefâ yapıyorlardı.
Efendimiz ve hazret-i Ebû Bekr, Medîne'ye hicret edeceklerdi.
Nihâyet ilâhî izin geldi.
Ve iki sâdık dost yola çıktılar.
Sevr Mağarasına geldiklerinde müşrikler her yerde onları arıyorlardı.
Onlar, bu mağaradaydı.
Orada üç gün kaldılar.
Âmir bin Füheyre, bu mağaraya gelir, onlara yiyecek ve içecek temin ederdi.
Velhâsıl onlara çok hizmet etti.
Onların gönlünü kazandı.
Ve birlikte hicret şerefine kavuştu...
.Hizmet etmeyi çok arzu ediyordu...
09-06-2021 02:00
Amr bin Âs “radıyallahü anh”, îmân ettikten sonra, eski hatâlarına pişmân oldu.
Çok üzülüyordu!
İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzu ediyor, yerinde duramıyordu!
Bir şeyler yapmalıydı.
Derken Resûlullaha geldi.
Ve huzuruna çıkıp;
"Yâ Resûlallah! Nice müddettir İslâmiyeti yıkmaya çalıştım. Sonra İslâmla şereflendim. Şimdi murâdım odur ki, İslâma geldiğim belli ola" dedi.
Efendimiz sevindiler.
Ve ona sevgiyle bakıp;
"Yakında seni bir hizmete gönderirim” buyurdular.
O, buna çok sevindi.
Bir müddet geçti.
Resûlullahın emriyle bir bölük askere kumandan olup, bir müşrik kabîleye vardı.
Şiddetli cenk etti.
Ve çok ganîmetle geri döndü.
Böylece Efendimizi sevindirdi.
Çok da duâsını aldı.
● ● ●
Bir gün de Efendimize gelip;
"Yâ Resûlallah, Eshâbdan en çok kimi seversiniz?" diye sordu.
Efendimiz;
“Âişe'yi” buyurdular.
"Erkeklerden kimi?”
"Âişe'nin babasını.”
"Ondan sonra kimi?”
"Ömer'i" buyurdular.
Hazret-i Amr bu cevapları alınca, beylik ve emîrliğin, üstünlüğe sebep olmadığını iyi anladı.
.En kıymetli amel...
10-06-2021 02:00
Amr bin Âs hazretleri anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz, bana;
“Silâhını kuşan ve bana gel!” diye haber gönderdi.
“Başüstüne” dedim.
Ve huzuruna koştum.
Varınca, bana bakıp;
“Yâ Amr! Seni askerle filân kavmin üzerine göndermek isterim. Allah sana selâmet versin, inşallah bol ganîmet ve malla dönersin” buyurdu.
Ben, bu emri aldım.
Ve kendilerine dönüp;
“Ey Allahın Resûlü! Ben mal ve para için değil, İslâma olan rağbet ve arzumdan dolayı Müslüman oldum” dedim.
Buna sevindiler.
Ve tebessümle;
“Yâ Amr! İyi mal, iyi kimseye ne güzel yakışır” buyurdular.
● ● ●
Yine Amr bin Âs naklediyor:
Bir kişi Resûlullaha sordu:
“Yâ Resûlallah! Amellerin içinde en kıymetli olanı hangisidir?” Efendimiz, ona;
“En kıymetli amel, Allahü teâlâya îmân edip, kalp ile tasdîk etmek, Onun yolunda cihad etmek ve Hacc-ı mebrûr yapmaktır” buyurdu.
O kişi sordu:
“Başka var mı yâ Resûlallah?”
Resûl-i Ekrem;
“İnsanlara yumuşak söylemek, fakîrlere yemek yedirmek, sevdiği şeyleri seve seve vermek ve güzel ahlâk, kıymetli amellerdendir” buyurdular.
.Âsım'ın dediği gibi yapacağız!"
11-06-2021 02:00
Bedir Harbi’nin gecesinde Efendimiz Eshâba, harpte hangi usûlü tâkip edeceklerini sordu.
Hazret-i Âsım kalktı.
Eline okunu aldı ve;
"Kureyş bize yüz metre kadar yaklaşırsa ok fırlatırız. Taş atacak mesâfeye gelince taş atarız. Mızrak menziline girince mızrak fırlatırız. Kılıç menzilinde kılıç vururuz!" dedi.
Efendimiz beğendi.
Ve Eshâba dönüp buyurdu ki:
“Âsım'ın dediği gibi yapacağız!"
Bedir Harbi bu şekilde yapıldı.
Ve zaferle netîcelendi.
Ukbe bin Muayt kâfiri de, Mekke'de Efendimizi boğmaya kalkışan bir mel’undu.
Efendimiz Medîne'ye hicret edince, bu müşrik bunu işitti.
Ve düşmanlığından;
"Ey Kusvâ'nın binicisi Muhammed! Bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı senin kanınla sulayacağım" dedi.
O Server bunu işitti.
Ve ellerini kaldırıp;
"Allahım! Onu yüzükoyun, burnunun üzerine yere düşür!" diyerek duâ etti.
Ukbe bin Ebî Muayt, Bedir'de Kureyş'in yenildiğini anlayınca kaçmak istemişti.
Atına atlayıp, hızla sürdü.
Fakat hayvan bir milim gitmedi.
O kâfiri hızla yere çarptı.
Mel’ûn, burnu üzerine yere çakıldı.
Ve geberip Cehenneme gitti.
.Vur şunun boynunu!.."
12-06-2021 02:00
Ukbe bin Ebî Muayt kâfiri, Resûlullaha çok eziyet etmişti.
Bedir'de Kureyş'in yenildiğini anlayınca, kaçmak istedi.
Atına atlayıp sürdü ileri.
Ama hayvan bir milim gitmedi.
Aksine, onu kaldırdı.
Ve şiddetle yere çarptı.
Efendimiz, bu hâli gördü.
Âsım bin Sâbit'e buyurdu ki:
“Vur şu kâfirin boynunu!”
Ukbe kâfiri bunu duyup dedi ki:
“Niçin bir tek ben öldürülüyorum?"
Efendimiz cevâben;
"Allah ve Resûlüne olan düşmanlığından" buyurdu.
Ukbe kâfiri çâresizdi.
Başladı yalvarmaya.
"Yâ Muhammed! Öbürlerini öldürürsen beni de öldür. Onlara emân verirsen bana da emân ver. Onlardan fidye alırsan benden de al. Beni öldürürsen çocuklarıma kim bakar?" dedi.
Resûl aleyhisselâm;
"Sen hele Cehenneme gir, onları Allah'a bırak!” buyurdu.
Âsım bin Sâbit'e döndü.
Ve ona buyurdu ki:
“Vur şu kâfirin boynunu!"
Hazret-i Âsım;
“Başüstüne yâ Resûlallah” dedi.
Kılıcını kaldırıp boynuna çaldı!
Efendimiz, o kâfir için;
“Allah'ı, Resûlünü ve Kur’ân-ı kerîmi inkâr eden, Resûlünü işkenceden işkenceye uğratan senden daha kötü bir adam bilmiyorum. Allahü teâlâya hamdolsun ki, senin ölümünle gözümü aydınlattı!" buyurdu.
.Hâfız! Benden bu kadar!.."
13-06-2021 02:00
Osmân Bedreddîn hazretleri, dokuz yaşında hâfız oldu. Meşhur lâkabı (Hâfız)dır.
Bütün vakitlerini ilme tahsîs etti.
Zâhirî ilimleri öğrendi.
Bir gün hocası Mehmet Tâhir Efendi, evine çağırdı onu.
Ve kendisine;
“Hâfız! Sana bütün bildiklerimi öğrettim. Benden bu kadar. Sana tavsiyem, daha büyük âlim bul, onun derslerine devam et” dedi.
Hâfız Osmân üzüldü!
Zîrâ ayrılmak istemiyordu.
Mecbûren “Peki” dedi.
Ve eve döndü.
İyi de, o büyük âlimi nerede ve nasıl bulacaktı?
Devamlı ağlayarak;
“Dertliyim, derdim derin. Derdime dermân için sana geldim yâ Mu’în!” diyordu hep.
Rabbine yalvarıyordu.
Hak teâlâ, onun bu dileğini, gönül ehli birine duyurdu.
Ahmed Merâmî hazretlerine.
Bu zât, Buhâra’daydı.
Ve evlâd-ı Resûl idi.
Câmide ders verirken duymuştu bu içli yakarışı.
Bildiğimiz bu kulakla değil.
Kalp kulağıyla işitmişti.
O gün bıraktı dersleri.
Ve ayrıldı Buhâra'dan.
Mânevî işâreti almıştı çünkü.
Sessizce çıktı yola.
İlâhî irâdeyle Erzurum istikâmetine doğru gidiyordu.
Çünkü Osmân Bedreddîn onu orada bekliyordu... (Devamı yarın)
.Merhaba Hâfız Osmân!"
14-06-2021 02:00
(Dünden devam)
Seyyid Ahmed Merâmî hazretleri, ince uzun boylu, beyaz sakallı, sevimli bir zâttı.
Mânevî olarak bir (emir) aldı.
Ve derhâl Buhâra’dan ayrıldı.
Erzurumda, Hasankale’ye vardı.
Oradan da Bevel Kâsım köyüne.
Osmân Bedreddîn, işitti bunu.
Görmeden sevdi Onu.
Bir an önce görmek istiyordu.
Ama nasıl görecekti?
O, Bevel Kâsım köyündeydi.
Kendisi Erzurum'da.
Duramayıp, çıktı yola.
Ve gördü kendisini.
Ahmed Merâmî, çok sevdi Onu.
Sanki önceden tanıyordu.
Kendi kendine;
“İşte aradığım bu” dedi.
Ve ismiyle seslendi:
“Merhabâ, Osmân Bedreddîn!
Gözlerim yoldaydı hoş geldin!”
Hâfız Osmân hem şaşırdı.
Hem de çok sevindi.
Çünkü ismiyle hitâb etmişti.
Ne tatlı, ne yumuşak sesi vardı.
Bu hâl, kalbine tesîr etmişti.
Yanına edeble yaklaştı.
Hürmetle öptü elini.
Ve arz etti ki:
“Sizden ders almak isterim.”
Büyük velî buyurdu ki:
“Buhâra'dan kalkıp senin için geliriz de ders vermez miyiz?” Bevel Kâsım köyü, üç saatlik yoldu.
Gece yarısı Erzurum'dan çıkardı.
Sabah namazında derse yetişirdi.
Sıcak soğuk, yaz ve kış.
Fırtına, yağmur, tipi.
Aksatmadan devam etti...
.Hak şerleri hayr eyler...
15-06-2021 02:00
Osmân Bedreddîn, hocasının sohbetine kavuşmak için bir gün çıktı erkenden.
Yolda şiddetli tipiye yakalandı!
Bir adım ilerisini göremiyordu.
Çâresizdi! Yere çöktü.
Ve annesinden duyduğu bir ilâhîyi söylemeye başladı:
Hak şerleri, hayr eyler.
Zannetme ki, gayr eyler.
Ârif ânı seyr eyler.
Mevlâ görelim n'eyler.
N'eylerse, güzel eyler.
O anda bir genç belirdi önünde.
Beyaz bir at üzerindeydi.
Onu, atının terkisine bindirdi.
Şerbet verdi meşin kırbasından.
Sonra erzak torbasını uzatıp;
“Al şunu!” dedi.
“Nasîbinde ne varsa ye!”
O, bir tek (hurma) aldı torbadan.
Bu genç, Hızır aleyhisselâmdı.
Bu kanâatkâr hâli hoşuna gitti.
Ve sırtını okşayıp;
“Ey Bedreddîn! Nasîbin açık, evin bereketli olsun. Haydi in, hocana selâm söyle” buyurdu.
Baktı ki köye gelmişler.
Sıçrayıp indi attan.
Hızır da kayboldu ortadan.
Üstâdı da onu düşünüyordu.
O anda çalındı kapısı.
Merakla açtı kapıyı.
“Acabâ kim geldi?” diyordu.
Karşısında onu görüp, sevindi.
Gerçi ona mâlum olmuştu.
Ama, yine de sordu:
“Hâfız! Kimdi o atlı kişi?”
“Bilmiyorum” dedi
Hocası buyurdu ki:
“O kişi, Hızır aleyhisselâmdı...”
.Öyle bir ezândı ki o!..
16-06-2021 02:00
Ruslar Erzurum’a saldırmıştı!
Bu, gayrete getirdi Erzurum halkını.
Yediden yetmişe silâhlandılar.
O gece, gümbür gümbür davullar çalıyor, halk cihad için harbe çağrılıyordu.
Henüz tanyeri ağarmamıştı.
Dadaşlar fırladılar yataktan.
Kimi kazma aldı eline.
Kimi de kürek.
Şehrin orta yerinde toplandılar.
Yaşlısı genci.
Kadını erkeği.
Tek yürek olmuşlardı.
O ara garip bir şey oldu.
Tanyeri yeni yeni ağarıyordu.
Birden bir ezân sesi duyuldu.
“Allahü ekber Allahü ekber!”
Aman Allah’ım!
Nasıl bir sesti bu?
Gönüllere işliyordu.
Bir anda doruğuna çıktı heyecan.
Bu, Osmân Bedreddîn'in sesiydi.
Öyle bir ihlâsla okuyordu ki.
Dadaşları kendinden geçiriyordu.
Hattâ Erzurum'un dağı taşı tepesi.
Dile gelmiş, tekrarlıyordu bu sesi.
Öyle bir ezândı ki o.
İşiten, hayrân kalıyordu.
Gönüllere (nûr) taşıyordu.
Ve sanki şühedâ ruhlarını cenge çağırıyordu.
"Allahü ekber!" sesleri dalga dalga yayılırken bir cesâret, bir şevk geldi dadaşlara.
Heyecan zirvesine çıkmıştı.
O anda mehter vurmaya başladı!
Gönüller, vatan için çarpıyor.
Yürekler, din için atıyor.
Gözler, savaş için emir bekliyordu!
(devamı yârın)
."Urun ha dadaşlarım!.."
17-06-2021 02:00
(Dünden devam)
Miralay Bahri Bey'in sesi duyuldu:
“Hücuuum!”
Sanki aslan kesilmişti dadaşlar.
Haykırdı Bahri Bey:
“Urun düşmana gardaşlarım.
Urun ha kahraman dadaşlarım!”
Allah yardım etti.
Kovdular moskofu.
Kurt İsmail Paşa, Ahmed Muhtar Paşa'ya anlatıyor:
“Paşam, o sabah ezânı okuyan fedâi, Miralay Bahri Bey'in birliğinden bir yiğitti. Düşmana öyle saldırırdı ki sormayın! Dikkat ettim, elinde silâh bile yoktu. Taşla kovalıyordu düşmanı...”
Paşa merak etti:
“Taşla mı dedin?”
“Evet paşam. Attığı her taş, bir moskofu haklıyordu!
Gözlerime inanamıyordum!
Şaştığım bir şey daha var.
Kendisi eğilip de (taş) almıyordu.
O, bir taşı düşmana fırlatıyordu.
Yerden ikinci taş yükseliyordu.
Hem de tam elinin hizâsına.
Taş, havada duruyordu.
O da alıp düşmana vuruyordu.
Gözümle gördüm paşam.
Bu, herkesin yapacağı iş değil.”
Ahmed Muhtar Paşa dinledi.
Ve gözyaşlarını tutamadı!
Ve ağlamaklı bir sesle;
“Bre gardaş desene, bu cenkte, erenler de bizimle birlikteymiş” dedi.
Ve emretti hemen.
Osmân Bedreddîn'i, tabur imâmlığına tâyin ettiler.
O, artık “İmâm Efendi” idi...
."Hâfız! Misâfirlik üç gündür!.."
18-06-2021 02:00
Hâfız Osmân Bedreddîn, hocasının dergâhına geleli on gün olmuştu, hocası seslendi ona:
“Hâfız kurbân!”
“Buyurun hocam.”
“Misâfirlik üç gündür. Haydi hizmete başla artık. Bizim bir bostanımız var. Onu sulama sırası sende!”
Hâfız Osmân;
“Başüstüne efendim” dedi.
Ve çıkıp bostana gitti.
Baktı ki, havuz (su) ile dolu.
Suyu salıp başladı sulamaya.
Ama henüz bir evlek bile sulanmamıştı ki, su tükendi.
Hemen koşup arz etti:
“Hocam, havuzun suyu bitti.”
O, gülümseyip buyurdu ki:
“Bitmemiştir Hâfız kurbân.
Haydi git gören gözle bak!”
Ayrılıp havuza koştu.
Baktı ki, havuz su ile dolu.
Hem de ağzına kadar.
Sulamayı bitirip döndü dergâha.
İkindi vakti hocası seslendi yine:
“Hâfız kurbân!”
“Buyurun hocam.”
“Bostana git de, biraz patlıcan topla getir! Zîrâ yârın çok misâfirimiz gelecek.”
Hâfız Osmân;
“Başüstüne efendim” dedi.
Ve koştu bostana.
Baktı ki patlıcanlar olmamış.
Geri gelip arz etti ki:
“Patlıcanlar henüz olmamış.”
Hocası buyurdu ki:
“Hâfız!.. Patlıcanlar olmuş.
Haydi git gören gözle bak”
Hâfız Osmân koştu bostana.
Gördü ki, patlıcanlar olmuş!..
."Yâ İlâhî! Beni ümmetimden ayırma!"
19-06-2021 02:00
Peygamber Efendimiz, ümmetine karşı çok merhametliydi.
Nitekim şöyle anlatılır:
Vaktiyle zengin bir adam, mükellef bir sofra donatıp, gâyet fakîr bir âlim zâtı evine dâvet etti.
Âlim gelip oturdu sofraya.
Fakat bir türlü yemiyordu.
Eli sofraya gitmiyordu.
Ev sâhibi üzülüp; “Efendim yemeklerimiz helâldir, niçin yemezsiniz?" dedi.
O âlim zât da;
"Biliyorum, ama benim evde birkaç yetîmim var. Onlar evde aç susuz beklerken elim yemeğe varmıyor" dedi.
Adam, bunu duydu.
Bir tepsiye her yemekten koydu.
Ve gönderdi o yetîmlere.
O vakit âlimin yüzü güldü.
Ve başladı yemeye...
İşte bunun gibi, kıyâmet gününde Hak teâlâ, sevgili Habîbini Cennete dâvet eder.
Efendimiz gelirler.
Ama içeri girmezler.
Daha doğrusu giremezler.
Zîrâ mübârek kalbi rahat değildir.
Günahkâr ümmetini düşünür.
Ve ellerini açıp;
"Yâ İlâhî! Beni ümmetimden ayırma. Ya beni onlarla Cehenneme gönder, yâhut onları benimle Cennete ilet" diye niyâz eder.
Hak teâlâ da;
"Ey Habîbim! Cenneti senin için halk ettim. Haydi ümmetini al da, birlikte Cennete girin" buyurur.
.Fahr-i kâinatın üstünlüğü...
21-06-2021 02:00
Sevgili Peygamberimizin hayâtı, bütün insanlar için rahmet olduğu gibi memâtı, yâni vefâtı da rahmettir.
Bir hadîs-i şerîf var.
Resûl aleyhisselâm;
"Ey Eshâbım! Benim hayâtım sizin için nasıl rahmetse ölümüm de rahmettir. Dünyâda müşküllerinizi çözer, şüphelerinizi gideririm" buyurmuştur.
Devâmında;
"Vefâtımdan sonra da, haftada iki kere bana amelleriniz bildirilir. İyi amelleriniz için sevinir, duâ ederim. Günahlarınız için de Rabbimden af dilerim” buyurdu.
Her peygamberin dîni, vefâtından sonra unutuldu.
Onun dîni unutulmadı.
Günümüze kadar geldi.
Cenâb-ı Hak, bu dîni kıyâmete kadar bozulmaktan koruyacağını vâdetti.
Her Nebî, Allah’ın rızâsını istedi.
Allah da habîbinin rızâsını istedi.
Her Nebî Allah ismiyle yemîn etti.
Allah habîbinin ismine yemîn etti.
Hazret-i Mûsâ gadaplı idi.
Sert mîzaçlıydı.
Allah, yumuşak olmasını emretti.
Ve bir vahiyde buyurdu ki:
"Firavun'a yumuşak söyle!"
Peygamberimiz ise halîmdi.
Yâni son derece yumuşaktı.
Kimseye sert söylemezdi.
Allah, Onun sert olmasını istedi.
Ve kendisine;
"Ey Habîbim! Kureyş kâfirlerine sert söyle!" diye emretti.
."Yâ Muhammed, duâ et!"
22-06-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm Medîne'ye hicret edince, Mekke'de şiddetli bir kıtlık başladı!
İnsanlar kedi köpek yediler.
Çâresizdiler.
Ebû Süfyân'a gidip;
"Yâ Ebâ Süfyân! Muhammed-ül emîne ricâ et, duâ etsin de kurtulalım şu âfetten" dediler.
Ebû Süfyân koştu Medîne'ye.
Resûlullahın huzûruna çıkıp;
"Yâ Muhammed! Duâ et de, şu kıtlık belâsı üstümüzden kalksın" diye ricâ etti.
Efendimiz duâ buyurdular.
Hemence yağmur yağdı.
Halk bolluğa kavuştu.
Hâlbuki o müşrikler, etmediklerini bırakmamışlardı kendisine...
● ● ●
Peygamber Efendimiz vefât edeceği zaman Cebrâil aleyhisselâm geldi ve kendisine çok müjdeler getirdi.
Efendimiz dinledi.
Ama sevinmedi.
Daha doğrusu sevinemedi.
Çünkü O ümmetini düşünürdü.
Cebrâil aleyhisselâma;
"Yâ Cebrâil! Bana ümmetim hakkında müjde ver" buyurdu.
Hak teâlâ, ümmeti hakkında öyle çok müjdeler verdi ki, mübârek kalbi rahatladı.
Sükûnet buldu.
Gâyet müsterih oldu.
Azrâil aleyhisselâm, o zaman mübârek rûhunu almak için müsaade istedi.
Efendimiz izin verdiler.
O da rûhunu kabzetti...
."Nevfel nerede?"
23-06-2021 02:00
Resûlullah Efendimiz bir gün şehitliğin kıymetini anlatıyordu. Nevfel adlı bir sahâbî;
“Yâ Resûlallah! Ben duâ edeyim, siz âmin deyin" diye ricâ etti.
Efendimiz;
“Peki” buyurdular.
O, ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bana şehîd olmayı nasîb eyle!" diye yalvardı.
Efendimiz "Âmin" dediler.
Nevfel duâyı almıştı.
İlk cenkte şehîd oldu!
Defnedildi, defin işi bitti.
Resûlullah Efendimiz, parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Eshâb, bunu merak etti.
Ve sebebini sordular.
Efendimiz aleyhisselâm;
"O kadar çok melek toplandı ki, ayağımı basacak yer bulamadım" buyurdular.
Ve dönüşe geçildi.
Harbe katılmayan Eshâb, mücâhitleri karşılamak için yollara dökülmüşlerdi.
Nevfel'in hanımı da gelmişti.
Beyini merak ediyordu.
Efendimize koştu ve;
"Gazânız mübârek olsun yâ Resûlallah! Nevfel nerede?" diye sordu.
Efendimiz cevap vermediler.
Eliyle arkayı işâret ettiler
Ve ileri yürüdüler.
Hanımcağız bir şey anlayamadı.
Arkada Hazret-i Alî vardı.
Ona koşup sordu:
"Yâ Alî, Nevfel nerede?"
O da aynı işâreti yaptı.
Ve ileri yürüdü... (Devamı yarın)
."Buyur yâ Ebâ Bekr!"
24-06-2021 02:00
(Dünden devam)
Hazret-i Alî’nin ardından Hazret-i Osmân geliyordu.
Hâtun ona koştu:
"Yâ Osman Nevfel nerede?"
O da arka tarafı işâret etti.
Ve yürüyüp öne geçti.
Kadın, Hazret-i Ömer'i gördü.
Ona koşup sordu:
“Yâ Ömer Nevfel nerede?”
O da arkayı işâret etti.
Ve ileriye doğru yürüdü.
En son Hazret-i Ebû Bekr'i gördü.
Kadıncağız ona koştu:
“Yâ Ebâ Bekr Nevfel nerede?”
Hazret-i Sıddîk ne desin?
Öbürleri gibi yapamazdı.
Zîrâ arkadan gelen biri yoktu.
Gerçeği söylese, o da olmazdı.
Zîrâ Efendimize uymamış olurdu.
Daraldı, bunaldı.
Mübârek sakalını eliyle sıvazladı.
Ve olanca sesiyle;
"Yâ Allaaah!" diye nidâ etti.
O an bir toz bulutu belirdi uzakta.
Sonra kendilerine doğru, bir atlının hızla geldiğini gördüler.
İkisi de çok merak etmişlerdi.
Acabâ gelen kimdi?
O gelen iyice yaklaşınca, hazret-i Nevfel olduğunu gördüler.
İkisi de hem şaşırdılar!
Hem de çok sevindiler.
Hazret-i Nevfel iyice yaklaşınca;
“Buyur yâ Ebâ Bekr, beni mi emrettiniz?" dedi.
Ve atından indi.
Hazret-i Sıddîk'ın elini öptü.
Tekrar atına bindi.
Ve Resûlullaha doğru koşturdu.
Kadıncağız sevinçten uçuyordu...
.Mürşidim bir kadındır!.."
25-06-2021 02:00
Bâyezid-i Bistâmî hazretlerine, bir gün sevdikleri sordu ki:
“Mürşidiniz kimdir efendim?”
Büyük velî buyurdu ki:
“Mürşidim bir kadındır.”
Onlar anlamadılar.
“Nasıl yâni?” dediler.
O vakit şöyle anlattı onlara:
Ben, aşk-ı ilâhîyle kendimden geçmiş hâlde bir yolda yürüyordum.
Bir kadına rastladım.
Sırtında (un çuvalı) vardı.
Ve çok zor götürüyordu.
Beni görüp, dedi ki:
“Az yardım eder misin?”
O esnâda bir (arslan) gördüm.
Bir kafesin içindeydi.
Kafesten çıkıp geldi.
Ben, çuvalı kadından aldım.
O arslanın sırtına yükleyip;
“Haydi bacım, bu hayvan sana yardım etsin” dedim.
O vaziyette gittiler.
Bir müddet geçti.
Kadın dönünce sordum:
“Arslan dediğimi yaptı mı?”
“Evet yaptı, ama sen o hayvana zulmettin.”
“Neden zulmetmişim?”
“Çünkü arslan, yük hayvanı değildir. Ona yük taşıttırmakla, zulmetmiş oldun” dedi.
Ben de ona;
“Doğru söylüyorsun” dedim.
Ve ağlayıp, çok istiğfâr ettim!
Affım için Rabbime yalvardım.
İşte o günden sonra bana; “Senin hocan kim?” dediklerinde, o “kadını” hâtırlarım. Çünkü bana mühim bir şey öğretmişti.
.Yiyecek bir şeyin var mı?"
26-06-2021 02:00
Hazret-i Fâtıma, hazret-i Alî’ye altı akçe verip dedi ki:
“Bununla çocuklara meyve al!..”
O da (Peki) deyip çıktı evden.
Yolda iki kişi münâkaşa ediyordu.
Yaklaşıp, sordu birine:
“Meseleniz nedir?”
“Bana borcu var, ödemiyor.”
Öbürüne döndü:
“Doğru mu söylüyor?”
“Evet, ama ödemeye gücüm yok.”
“Peki borcun ne kadar?”
“Altı akçe” dedi.
Hazret-i Alî, o altı akçeyi ona verdi.
Ve bir şey almadan eve döndü.
Olanları hazret-i Fâtıma’ya anlattı.
O da; “İyi yapmışsın” dedi.
Ama üzülmüştü!
Zîrâ çocuklar meyve diye ağlıyordu.
Alî bin Ebî Tâlip;
“Ben Efendimize gidiyorum” dedi.
Ve giderken birine rastladı.
O kişi yanındaki deveyi gösterip;
“Parasını bir ay sonra vermek üzere, bunu yüz akçeye alır mısın?” diye sordu.
Hazret-i Alî, “Olur” deyip deveyi aldı.
Birkaç adım gidince birine rastladı.
O kişi hazret-i Alî'ye;
“O deveyi, peşin üçyüz akçeye bana satar mısın?” dedi.
Deveyi ona verip üçyüz akçeyi aldı.
Ve Resûlullahın huzûruna vardı.
Efendimiz ona sordular ki:
“Deveyi kimden alıp kime sattın?”
Arz etti ki: Allah ve Resûlü bilir.
Efendimiz buyurdu ki:
“Deveyi sana satan Cebrâil, alan İsrâfil'di. Sen o borçlu kişiye yardım ettin, Hak teâlâ sana elli mislini ihsân etti.”
.Resûlün hürmetine…
27-06-2021 02:00
Efendimizin âzâtlı kölesi Zeyd bin Hârise radıyallahü anh, bir defâ kira ile bir katırcı tuttu.
Ve uzun bir sefere çıktı.
Şehirden iyice uzaklaştılar.
Ancak katırcının niyeti bozuktu.
Önce belli etmedi.
Sonra asıl yüzünü gösterdi.
Hazret-i Zeyd'i öldürmeye kalktı.
Hazret-i Zeyd "Dur!" dedi ona.
Biraz mühlet istedi.
Katırcı merak etti.
Ve sordu ki:
"Ne yapacaksın?"
Hazret-i Zeyd;
"Şuracıkta iki rekât namaz kılayım, sonra öldür" dedi.
Adam kabul etti.
O da hemen namaza durdu.
Az sonra selâm verdi.
Ellerini duâya kaldırdı.
Ve içinden sessizce;
"Yâ Rabbî! Resûlünün hürmetine kurtar beni bu adamın şerrinden" diye duâ etti.
Yalvardı Rabbine.
O esnâda biri geldi oraya.
Kılıcı da belindeydi.
Çekti kılıcı, öldürdü katırcıyı.
Hazret-i Zeyd rahatladı.
İlâhî yardımın geldiğini anladı.
Şükretti Rabbine.
Ve sordu o gelene:
"Siz kimsiniz acabâ?”
O gelen kişi, cevâben;
"Ben, yedinci kat gökte vazîfeli bir meleğim. Sen duâ ettiğinde yerimdeydim. Rabbimin emriyle bir anda geldim. Biz her şekle girer, insanlara yardım ederiz" dedi.
.Nihâyet Kâbe kıble oldu...
28-06-2021 02:00
Berâ bin Âzib hazretleri anlatır:
Medîne'ye ilk hicret eden, Mus'ab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmü Mektûm idi.
Sonra Hazret-i Ömer hicret etti.
Biraz zaman geçti.
Efendimiz de hicret eyledi.
O gün Medînelilerin, Resûlullahın teşrîfine sevindiği kadar hiçbir şeye sevindiğini görmedim.
Hepimiz çok sevinmiştik.
Bayram yapmıştık.
Resûlullah Efendimiz, onaltı ay kadar Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kıldırdı.
Ama O, kıblenin Mescid-i harama doğru olmasını arzu ediyordu.
Sonra bir vahiy geldi.
Ve Kâbe-i şerîf kıble oldu.
Emir geldiğinde ikindi kılınıyordu.
Namazda iken Kâbe'ye döndüler.
Derken namaz bitti.
Ve câmiden çıktılar.
Bir sahâbî evine gidiyordu.
Bir mescidin önünden geçiyordu.
Gördü ki, eski kıbleye dönmüşler.
Zîrâ vahiyden haberleri yoktu.
O esnâda rükûdaydılar.
Bunu haber vermek için;
“Ey müminler! Resûlullah ile berâber Kâbe’ye doğru namaz kıldığıma, Allah için şehâdet ederim!” diye seslendi.
Onlar bunu duydular.
Namazda Kâbe-i şerîfe döndüler.
Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılıp vefât eden Müslümanlar için de Allahü teâlâ; “Allah, sizin namazlarınızı boşa çıkarmaz” âyet-i kerîmesini gönderdi.
.Önce îmân et, sonra harp et!"
29-06-2021 02:00
Berâ bin Âzib radıyallahü anh şöyle anlatıyor:
Uhud Harbinde Sevgili Peygamberimize, yüzü zırhla örtülü bir kimse geldi.
Ve kendisine;
“Yâ Resûlallah, harp edip de sonra mı Müslüman olayım, yoksa hemen mi?” diye sordu.
Efendimiz buyurdu ki:
“Önce îmân et, sonra harp et!”
O kişi harbe girdi.
Az sonra da şehîd oldu!
Efendimiz onu görüp buyurdlar ki:
“Az iş yaptı, çok ecir kazandı...”
● ● ●
Yine o anlatır ki:
Resûl aleyhisselâm hendek kazıyor ve toprak taşıyordu.
Dikkatle kendilerine baktım.
Mübârek karnında üç tâne (taş) bağlı olduğunu gördüm.
Üç gün yemek yememişti.
Bu taşlar, onun işâretiydi...
● ● ●
Berâ bin Âzib yine şöyle anlatır:
Hudeybiye'de bir (kuyu) vardı.
Biz gelince bu suyu kullandık.
Bir damla bile bırakmadık.
Tabii ki susuz kaldık.
Bunu Resûlullaha arz ettik.
Resûlullah Efendimiz geldi.
Kuyunun kenarına oturdu.
Ve bizden bir kap (su) istedi.
Getirip arz ettik.
O su ile abdest aldı.
Ağzını çalkalayıp kuyuya döktü.
Ve yavaşça duâ etti.
O anda (Su) yükseldi.
Biz de suya kandık.
Hayvanlarımız da...
."Kalbime az kibir gelseydi!.."
30-06-2021 02:00
Bâyezid-i Bistâmî hazretleri, talebeleriyle bir şehre gitmek için yola çıktılar.
Tam şehre yaklaştılar ki, ahâlinin, kendisini karşılamak üzere yollara döküldüklerini gördü.
Derhâl çıkınını açtı.
Ekmeğini çıkardı.
Ağzına atıverdi!..
Ahâli bunu ona yakıştıramayıp;
“Allah Allah!.. Biz bu zâtı evliyâ bilirdik. Meğer ne kaba adammış” dediler.
Ve dağılıp gittiler.
Talebeleri sordu:
“Efendim niçin böyle yaptınız?”
Büyük velî;
“Kalbime kibir gelmesinden korktuğum için” buyurdu.
Arz ettiler ki:
“Ama yanlış anladılar efendim.”
Mübârek buyurdu ki:
“Olsun, kalbime az bir kibir gelseydi Allahü teâlânın gadabına uğrayabilirdim.”
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde;
“Bir farzı vaktinde kılmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha kıymetlidir” buyurdu.
Dinleyenler sordu:
“Her türlü nâfile ibâdetten mi?”
Büyük velî;
“Evet, her çeşit nâfile ibâdet de böyledir. Hattâ bir farzı yaparken bu ibâdetin sünnetlerinden bir sünneti veyâhut edeplerinden bir edebi yapmak da, başka nâfileleri yapmaktan kat kat daha kıymetlidir” buyurdu.
.Ey mümin! Doğru söyledin!"
01-07-2021 02:00
Mümin kabre konunca Münker ve Nekir meleklerinin suâllerine cevâben “Rabbim Allah, dînim İslâm ve Peygamberim Hazret-i Muhammed'dir” der.
Melekler bunu işitir.
“Doğru söyledin” derler.
İşte bu, Allahü teâlânın; “Allah îmân edenlere, dünyâda ve âhirette o kararlı sözlerinde sebât ihsân eder” buyurduğu sözün mânâsıdır.
Sonra bir kimse gelir.
Yüzü gâyet güzeldir.
Ve güzel kokuludur.
O mümine yanaşır ve;
“Nîmetleri devamlı olan Allahü teâlânın Cennetiyle seni müjdelerim” der.
Mümin buna sevinir.
Ve o kimseye dönüp;
“Allah sana, hayırlı karşılıklar versin, sen kimsin?” diye sorar.
Zîrâ merak etmiştir.
O kimse cevap verip;
“Ben, senin dünyâdayken yaptığın iyi amellerinim. Sen, Allahın emirlerine uyup Onun kullarına iyilik ettiğin için, Allahü teâlâ seni bu güzel nîmetlerle mükâfâtlandırdı” der.
O kimse gider.
Bir başkası gelir ve;
“Buna, Cennetten döşek getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın!” der.
Derhâl bir döşek getirirler.
Cennetten kabrine kapı açarlar.
O mümin çok sevinip;
“Yâ Rabbî! Kıyâmet çabuk kopsa da, bir an önce aileme ve çocuklarıma kavuşsam” der..
.Rabbin kim, dînin nedir?"
02-07-2021 02:00
Bir kâfir öleceği zaman, çirkin suratlı ve korkunç görünüşlü melekler gelir.
Ateşten elbiseleri vardır.
Katrandan da gömlekleri.
O kâfire lânet ederler!
Ondan nefret ederler!
Gök kapıları yüzüne kapanır.
Hiçbir kapı, onun habis rûhunun kendisinden geçmesini istemezler.
O ruh geri döndürülür.
Melekler bunu görür.
Ve Rabbimize;
“Yâ Rabbî, bu, falan kulunun rûhudur, yerler ve gökler bunu kabul etmiyor" derler.
Hak teâlâ;
“Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük azâbı gösterin!” buyurur.
Onu kabrine götürürler.
Yakınları onu defneder.
Ve ayrılıp giderler.
Kâfirin rûhu, kabristandan dağılan insanların ayak seslerini işitir.
O anda suâl melekleri gelir.
Ve o kâfire sorarlar ki:
“Rabbin kim, peygamberin kim ve dînin nedir?”
O kâfir şaşırıp kalır!
Ne diyeceğini bilemez.
Ve “Bilmiyorum" der.
Melekler de ona;
“Elbette bilmezsin!” derler.
Ve geri giderler.
Sonra başka bir melek gelir.
Çirkin elbiseli, pis kokuludur.
Karşısına dikilip;
“Allahın gadabı ve sonsuz azâbı sana hak oldu!” der...
.Sen de kimsin?"
03-07-2021 02:00
Bir kâfir ölüp kabre girdiğinde, çirkin elbiseli biri gelir yanına.
Onu görüp iğrenir.
Fenâ hâlde bunalır.
Ve o kişiye;
“Sen de kimsin?” der.
O kimse de;
“Ben, senin dünyâdayken yaptığın çirkin ve fenâ amellerinim. Sen, Allah'a inanmaz, Onun Peygamberini tanımaz ve Müslümanları sevmezdin. İşte bugün Allahü teâlâ, bu küfrünün cezâsını sana çektirecek!” der.
Sonra bir melek gelir.
Hem kördür, hem de sağır.
Aynı zamanda dilsizdir.
Bu melek, eline demirden bir tokmak alır.
Öyle ki, bütün insanlar toplansa, onu yerinden kaldıramazlar.
Dağlara vurulsa kül eder.
Bununla ona vurur!
Kâfir, ölür ve tekrar dirilir.
Melek, yine şiddetle vurur!
O, tekrar ölüp dirilir.
Ve öyle bağırır, öyle feryât eder ki, insan ve cinden başka yeryüzündeki bütün canlılar onun bağırmasını işitirler!
Sonra bir melek gelir.
Ve diğerlerine dönüp;
“Bunun mezarına, ateşten iki demir levha getirin ve kabrinden Cehenneme bir kapı açın!” der.
O şeyleri getirirler.
Ve kabrine döşerler.
Sonra bu kabirden Cehenneme bir kapı açarlar.
.Anam babam sana fedâ olsun!"
04-07-2021 02:00
Berâ bin Âzib hazretleri anlatır:
Resûlullah Efendimiz, (umre) yapmak için bin dört yüz sahâbîyle Mekke'ye gitti.
Ama müşrikler mâni oldular.
Onları Mekke'ye sokmadılar.
Efendimiz, ertesi sene umre yapmak ve üç gün kalmak şartıyla onlarla andlaşma yaptı.
Metin hazırlandı.
Alî bin Ebî Tâlip, bu metnin başına; “Bu andlaşma, Muhammed Resûlullah ile Kureyş arasında akt olunmuştur” diye yazdı.
Kureyşin temsilcisi;
“Öyle yazma!” dedi.
Ve Efendimize dönüp; “Biz, senin Resûlullah olduğunu kabul etmiyoruz. Eğer kabul etseydik seninle harb etmez ve Mekke'ye girmene mâni olmazdık. Alî'ye söyle, (Abdullah'ın oğlu Muhammed) diye yazsın!” dedi.
Sahâbe üzüldüler!
Efendimiz, ona;
“Beni yalanlasanız da, ben Resûlullahım” buyurdu.
Ve Hazret-i Alî'ye dönüp;
“Yâ Alî, Resûlullah kelimesini sil. Onun yerine Muhammed bin Abdullah yaz” buyurdu.
Alî bin Ebî Tâlip;
“Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Onu silmeye elim varmıyor” dedi.
Silmek istemedi.
Efendimiz, (Resûlullah) kelimesini mübârek parmağıyla kendileri sildiler. Böylece andlaşma yazılıp taraflarca imzâlandı.
.'Biz sizi böyle görmek istiyoruz''
05-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm Arvâsî hazretleri, genç iken bir bayram gününde güzel bir elbise giyip çıktı evden.
Kendi de çok güzeldi zâten!
Şeyhû adında ihtiyâr biri vardı.
Onu böyle görünce üzüldü!
Ve kendi kendine;
"Heyhât! Bir zamanlar Arvas'tan âlimler çıkardı. Şimdiyse güzel gençler çıkıyor, bize ne oldu?" diye mırıldandı.
Genç Fehîm bunu işitti.
Ve yaklaştı bu ihtiyâra.
“Şeyhû Baba.”
“Buyurasın oğul.”
“Niçin böyle söylersiniz?”
“Ne bileyim, içimden geldi.”
“Lütfen söyleyin, nedir sebebi?”
İhtiyar, mecbur olup;
“Oğul, medresemizde bir müderrisimiz yok. Ben, senin için ümit ederdim ki kendini ilimde yetiştiresin. Büyük âlim olup ilme hizmet edesin. Ama görürüm ki, sen de süslenmeye meyletmişsin” dedi.
Genç Fehîm, almıştı mesajı.
Oradan koştu eve.
Çıkardı üstündekileri.
Kitaplarını attı omuzuna.
Ve o gün çıktı Cizre yoluna.
İlim öğrenmeye gidiyordu.
Kısa zamanda büyük (âlim) oldu.
Ve Arvas'ta halkı irşâda başladı.
Sohbette Şeyhû Baba da vardı.
Ve bir hayli yaşlanmıştı.
Bastona dayanarak gelebilmişti.
Seyyid Fehîm'in yanına vardı.
Ve memnun vaziyette dedi ki:
“Biz sizi, böyle görmek istiyorduk.”
Seyyid Fehîm memnûn olup;
“Bu işte ortağımsın” buyurdu.
.Kimin kabrini arıyorsunuz?"
06-07-2021 02:00
Büyük velî Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin, henüz çocukken hârikulâde hâlleri vardı.
Biri şöyleydi meselâ:
Onun bir amcazâdesi vardı.
Sıbgatullah Efendi.
Fazîletli bir zât idi.
Ayrıca ilim ehli bir kişiydi.
Fehîm severdi bu amcazâdesini.
Bir gün kabristanda gördü onu.
Hemen koşup gitti yanına.
Gördü ki, bir kabir arıyor.
Yanına yaklaşıp sordu:
“Kimin kabrini arıyorsunuz?”
“Bu, senin işin değil” dedi.
Lâkin ısrar etti küçük Fehîm:
“Lütfen, ne olur söyleyin.
Belki yardımım dokunur.”
Mecbûr kaldı söylemeye:
Dedi ki;
“Dedelerimizden Seyyid Muhammed Kutup, altıyüz sene önce bu köye gelmiş. Hattâ köye, Arvas ismini ilk o vermiş.”
“Evet amca.”
“Onun evlâtları bugüne kadar İslâma hizmet etmişler.”
“Onun kabrini mi arıyorsunuz?”
“Evet, bu kabristanda olacak. Ama bilmem ki ne taraftadır?”
Küçük Fehîm biraz ilerledi.
Ve bir kabri gösterip;
“İşte, aradığınız şu kabir!” dedi.
O, pek ihtimâl vermedi.
Yine de bir teveccüh etti o kabre.
O anda o zât göründü kendisine!
Hem de kendi sûretinde.
O, bunu görünce, içinden;
“Sübhânallah! Bu çocuk, bu yaşta bir bahr-i ummân. İleride büyük zât olabilir” dedi.
."Sen Mutavvel'i okumalısın!"
07-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri genç idi.
Seyyid Tâhâ hazretlerini gördü.
Görür görmez hayrân oldu.
O da genç Fehîm'i sevdi ve;
“Sen kâbiliyetli ve zekî bir talebesin. Mutavvel kitâbını okumalısın” buyurdu.
Genç Fehîm arz etti ki:
“Benim kitâbım yok efendim.”
“Benimkini veririm” buyurdu.
Ve kendi kitâbını ona verip;
“Muş'un Âbirî köyünde bir âlim var. Ona git. Onunla oku bu kitâbı. Bir müşkülün olursa beni düşün!” buyurdu.
Seyyid Fehîm;
“Başüstüne” deyip o âlime gitti.
O âlim, Molla Resûl idi.
Okumaya başladılar.
Bir yere gelince Molla Resûl durdu.
Anlamamıştı bir cümleyi.
O düşünürken, genç Fehîm hâtırladı hocasının tembîhini.
Gözlerini yumup onu düşündü.
Gördü ki, önünde oturuyor.
Ve Mutavvel kitâbını okuyor.
Hem de o sayfayı ve o cümleyi.
Açtı gözlerini.
Ondan öğrendiği gibi okudu cümleyi.
Molla Resûl çok şaşırıp;
“İşte, şimdi oldu” dedi.
Ve genç Fehîm'e sordu ki:
“Bu, senin işin değil, nasıl bildin?”
“Hocamdan kalp yoluyla” dedi.
“Kim senin hocan?”
“Seyyid Tâhâ hazretleri.”
“Onu ben de görmeliyim?” dedi.
Ve birlikte Nehri'ye geldiler.
Seyyid Tâhâ hazretleri yanındakine;
“Molla Fehîm geliyor” buyurdu.
"Hem dahî güzel bir hediye ile...”
.Siz ilimde bir bahr-i ummânsınız..."
08-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm efendi, üstâdını çok sever, bir an bile ayrılmak istemezdi yanından.
Hep Onu düşünürdü.
Ve Onu hayâl ederdi.
Gâyesi, teveccühüne kavuşmaktı.
Bâzen kapısının eşiğine yatardı.
Ve orada sabahlardı.
Öyle ki, üzerine (kar) yağardı.
Vücûdu kaybolurdu kar içinde.
Bir gün yine mübârek eşiğe yattı.
Seyyid Tâhâ gece yarısı kalktı.
Abdest almaya dışarı çıkıyordu.
Seyyid Fehîmi gördü eşikte.
Hemen tutup kaldırdı yerden.
Ve “Ey Fehîm! Siz ilimde derin bir bahr-i ummânsınız. Bunu yere sermeye hakkınız yoktur” buyurdu.
Fehîm, boynunu büküp;
“Himmetinize muhtâcım” dedi.
Seyyid Tâhâ çok duygulandı.
Onu sevigiyle kucakladı.
Ve kuvvetle sıktı.
İşte ne olduysa, o anda oldu.
Kalbine nûr ve feyzler doldu.
Tasavvufta öyle çok yükseldi ki, nefis ve şeytan ona zarar yapamıyordu artık.
Kendi kendine;
"Bu, bana kâfidir" dedi.
Sabahleyin hocası sordu ona:
“Sen hiç kaplan gördün mü?”
“Görmedim efendim.”
“Husûsiyetini bilir misin?”
“Maksadına kavuşmak için hiçbir engel tanımaz ve hiç kanâat etmezmiş” dedi.
Seyyid Tâhâ; “Sen de öyle ol, bu yolda edindiğin şeyleri kâfi görme” buyurdu.
.Kurtlar kuzularla geziyordu...
09-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri hayattayken herkes huzurlu idi.
Vahşî hayvanlar bile yan yana gezerlerdi dağlarda.
Kurtlar kuzularla geziyordu.
Tilkiler de ayılarla.
Hırsızlık olmazdı katiyyen.
O devirde bir (hırsız) vardı.
O şöyle anlatıyor:
Ben, hırsızların reîsiydim.
Yardımcılarım da vardı.
Bir gün Arvas’a düştü yolum.
Baktım, hırsızlığa müsâit bir yer.
Çünkü hayvanlar, tek başlarına dağa gidiyorlardı.
Ve yalnız dönüyorlardı ahıra.
Köyden uzak yerdeydi ahırları.
İçimden dedim ki:
“Bundan daha müsâit yer olmaz.”
Yanıma beş kişi aldım.
Ve gece yarısı Arvas'a geldik.
Ortalık zifirî karanlıktı.
Biz Arvas hudûdundan içeri girdik.
Ama hepimiz hayrette kaldık!
Zîrâ ortalık aydınlandı birden.
“Sübhânallah! Rüyâ mı görüyoruz? Az önce geceydi, şimdi gündüz oldu” dedik.
Ve huduttan dışarı çıktık.
O an zifirî karanlık oldu yine.
Göz gözü görmüyordu.
Şaşırıp kaldık yine.
“Hayâl mi görüyoruz” dedik.
Ve tekrar içeri girdik.
Ama biz huduttan içeri girdik.
Yine gündüz gibi oldu ortalık.
Hayretle birbirimize baktık!
Bu hâl üç kere tekrar etti.
Biz o zaman akıllandık.
“Bu, bize bir îkâz-ı ilâhî” dedik.
Ve tövbe edip, bu işi terkettik
.Ya rüyâ görüyorum, ya hayâl!.."
10-07-2021 02:00
Abdullah adında Arvaslı biri anlatır:
Hac için Arvas'tan çıktım bir sene.
Mekke'ye vardım.
Ve haccımı edâ ettim.
Ama o gün bütün paramı kaybettim.
Geri dönemiyordum.
Dertli dertli dolaşırken, yeşil bir bahçe gördüm ileride.
Ortasında bir de câmi vardı.
Kendi kendime;
“Mekke'de böyle bir yer yoktu. Rüyâ mı görüyorum, yoksa hayâl mi bunlar” dedim.
O ara birine rastladım.
Bana bakıp sordu ki:
“Sen nerelisin arkadaş?”
“Arvaslıyım” dedim.
“Burayı mı merak ettin?”
“Evet.”
“Burası, evliyâlara mahsus bir makâmdır. Cumâ günleri velîler burada toplanır ve ikindi namazını cemâatle kılarlar” dedi.
Sordum hemen:
“İmâmları kimdir?”
“Seyyid Fehîm’dir” dedi.
Sevinip bekledim.
Grup grup geldi velîler.
Câmi dolunca Seyyid Fehîm hazretleri teşrîf etti nihâyet.
Elini öpüp derdimi arz ettim.
Buyurdu ki:
“İfşâ etmezsen olur.”
“Söz veriyorum” dedim.
“Pekâlâ, yum gözlerini!” buyurdu
Yumdum.
Açtığımda kendimi Arvas'ta buldum.
Hemen Seyyid Fehîm'e koştum.
Elini öpüp oturdum.
Bana buyurdu ki:
“Dediğimi unutma sakın!”
.Dur, çekme tetiği!.."
11-07-2021 02:00
Gürpınar'da Hacı Alî adında, Seyyid Fehîm hazretlerini çok seven biri vardı.
Bir gün, Van'dan çıktı.
Köyüne gidiyordu.
Yolda ıssız bir yere vardı.
Ve bir hasmıyla karşılaştı.
Adam, davrandı tüfeğine.
Hacı Alî, bu hasmına; “Dur, çekme tetiği, konuşup anlaşalım. Bu husûmet bitsin, barışalım!” diye bağırdı.
Ama adam kararlıydı.
Peş peşe bastı tetiğe.
Fakat o da ne?
Ateş almadı tüfek.
Bir daha bastı, yine çıt yok.
Ne ses çıkıyordu tüfekten.
Ne de bir mermi.
Baktı, mermiler yoktu yerinde.
Kendi kendine;
"Mermiler yuvalarında yok. Nereye gidebilirler?" dedi.
Ve öfkeyle ayrıldı oradan!
Hacı Alî Efendi de, bir şey anlamadı.
O da geri dönüp Arvas'a vardı.
Seyyid Fehîm hazretlerine geldi.
Mübârek, namaz kılıyordu.
Selâm verince sordu:
“Hacı Alî, korktun mu o dağda?”
“Evet efendim, çok korktum” dedi.
Kaldırdı seccâdenin ucunu.
Fişekleri çıkarıp;
“Al şunları, o adama götür ver. Zîrâ kul hakkıdır, üstümüzde kalmasın” buyurdu.
Hacı Alî “Peki efendim” dedi.
O beş fişeği götürüp verdi adama.
O da çok duygulandı!
Tövbe etti yaptığına.
Ve talebe oldu bu Allah adamına...
.''O zatı görünce çok sevdim''
12-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri zamânında, Van’da mâliye müfettişi olan Necâti Bey anlatıyor:
Müks'e gittim bir sene.
Kaymakam ve ilçenin bâzı mühim zevâtını da gördüm orada.
Sanki bir yere gideceklerdi.
Sordum ki;
“Hayırdır, yolculuk nereye?”
“Arvas'a, Seyyid Fehîm hazretlerini ziyârete gidiyoruz” dediler.
“Ben de geleyim” dedim.
Ve atlara binip, düştük yola.
Ama, benim içim bir hoştu.
Zîrâ din ile pek ilgim yoktu.
Ayrıca da içkiye müptelâydım.
Heybeme iki şişe (içki) koydum.
Zîrâ içmeden edemezdim.
Ama şişelerle giremezdik huzûra.
Derken Arvas kabristanına vardık.
Şişeleri, orada gizlice sakladım.
Sonra vardık o velînin huzûruna.
Onu görünce çok sevdim.
Hem de (aşk) derecesinde.
Elini hürmetle öpüp arz ettim ki:
“Ben de bu yola girmek isterim.”
O, tebessüm edip;
“Şişe ile tasavvuf birlikte olur mu? Git, kabristanda sakladığın o iki şişeyi kır da gel” buyurdu.
“Peki efendim” dedim.
Ve gidip, birini kırdım.
Öbürünü bıraktım.
Huzûruna gelince; “Ey müfettiş! Git öbür şişeyi de kır ki istediğin olsun” buyurdu.
Ben yine;
“Peki efendim” dedim.
Ve gidip kırdım öbürünü de.
Tövbe ettim o zâtın önünde.
."Kalk, uyandır herkesi!.."
13-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri, birkaç sevdiğiyle her sene Müks'ten Van'a gelir ve kendisini çok seven Ahmed Bey'in evinde kalırdı. Bir sene yine Van’a gittiler.
Ahmed Bey hacda idi.
Yine de onun evinde kaldılar.
Derken bir gece yarısıydı.
Seyyid Fehîm birini uyandırıp;
“Kalk, herkesi uyandır! Bu evi hemen terk etmemiz lâzım. Hem Ahmed Bey'in oğullarına da haber verin” buyurdu.
Oğulları huzûruna gelip;
“Efendim, kusûrumuz olduysa affedin. Bizi böyle terk edip gitmeyin. Babamız duyarsa yüreğine iner” dediler.
Fehîm hazretleri;
“Siz müsterih olun. Sizden râzıyım. Ama şimdi acele buradan gitmeliyiz” buyurdu.
Oğulları “Peki efendim” dediler.
Bunun üzerine toparlandılar.
Ve gece yarısı çıktılar.
Oğlu Muhammed Emîn;
“Babacığım, Ahmed Bey'in evlâtları üzüldüler! Sabah çıksaydık olmaz mıydı?” diye sordu.
Babası buyurdu ki:
“Oğlum, kimseye söyleme. Ahmed Bey bu gece Mekke’de vefât etti. Ev mîrasçılara kaldı. Onları da tanımıyoruz. Onun için acele çıktık” buyurdu...
Bir ay geçti aradan.
Hacılar döndüler.
Ahmed Bey dönmedi.
Onu tanıyanlar;
“O bir gece Mekke'de vefât etti” dediler...
.Bir yolcumuz geliyor…"
14-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri, Arvas'tan Van'a gelmişti.
Mevsim yaz olup, çok sıcaktı.
İnsanlar bunalıyordu sıcaktan.
O ara bir genç, kar getirdi dağdan.
Ve arz etti Seyyid Fehîm'e.
Büyük velî memnûn olup sordu:
“İsmin ne senin?”
“Fehîm efendim.”
Mübârek sevdi bu genci.
Ve şefkatle baktı bir an.
İşte ne olduysa o anda oldu.
Kalbi, bu velînin sevgisiyle doldu.
Seyyid Fehîm Arvas'a döndü.
Genç Fehîm koştu annesine:
“Anneciğim, hazırla heybemi!”
“Hayrola oğlum, nereye?”
“Arvas'a anne.”
“Aman oğlum gitme sakın! Yem olursun kurda kuşa!”
Ama o, vermişti kararını.
Heybesini omuzlayıp düştü yola.
Gerçekten ölüm saçıyordu yollar!
Fırtına, tipi, kar. Sonra aç kurtlar!
Derken bir adam çıktı karşısına:
“Nereye oğul, yardım edeyim!”
Hiç ilgilenmedi.
Cevap da vermedi.
Nihâyet akşam oldu.
Ezânlar okundu.
Seyyid Fehîm hazretleri;
“Bir yolcumuz geliyor” buyurdu.
Az sonra o yolcu geldi.
"Kardan adam" gibiydi!..
Büyük velî sordu gence:
“Yolda rastladığın kişi, Hızır'dı.
Niçin yardımını kabûl etmedin?”
Arz etti ki:
“Ben zâten sizinleydim efendim.
Siz de geliyordunuz yanım sıra.
Siz varken bakar mıyım Hızır’a?”
.Bir an önce göreyim!.."
15-07-2021 02:00
Abdülvehhâb adında biri anlatıyor:
Medrese tahsîlini bitirdim.
Daha ilerisini kimden okuyabilirdim?
Sorup soruşturdum.
“Bitlis'te Abdülcelîl Efendi varmış.
Bitlis'e gidip Onu sordum.
“Van’a gitti, gelir” dediler.
Acele Van'a gittim.
Abdülcelîl Efendi'yi sordum.
“Seyyid Fehîm Efendi burada. Abdülcelîl Hoca da onun yanındadır” dediler.
“Onu nerede bulabilirim?”
“Şâbâniye Câmiindedir.”
Herkes o câmiye gidiyordu.
Kendi kendime; “Sübhânallah, herkes akın akın onu dinlemeye gidiyor. Abdülcelîl Efendi hakîkaten büyük âlimmiş. İnşallah beni talebeliğe kabul eder” dedim.
Nihâyet câmiye vardım.
Kürsîde nûr yüzlü biri vardı.
Cemaate vaaz ediyor, herkes başını eğmiş ve kendinden geçmiş hâlde Onu dinliyordu.
İçimden geçirdim ki;
“Abdülcelîl Efendi bu olmalı.”
Derken bir genç sordu bana:
“Birini mi arıyorsunuz?”
“Abdülcelîl Efendi'yi arıyorum.”
“İşte, şu zât!” deyip, en geride edeple oturan birini gösterdi.
Sordum ki:
“Peki, vaaz eden zât kimdir?’
“Seyyid Fehîm hazretleridir.”
O esnâda ezân okundu.
Seyyid Fehîm mihrâba geçti.
İftitah tekbîrini alırken cereyana çarpılmış gibi titredim!
Altmış sene oluyor.
O sesi hatırlasam, titriyorum!
.Ermeni papazın oğlu...
16-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri, abdest almak için çeşmeye gitmişti.
O esnâda bir (genç) geldi.
Seyyid Fehîm, bir baktı ona.
Gencin hâli değişti birden.
Gayriihtiyârî Ona (âşık) oldu.
Kalbi bu velînin sevgisiyle doldu.
Bu, Ermeni bir papazın oğluydu.
Aradan aylar geçti.
Seyyid Fehîm hazretleri yine bir gün o çeşme başına gitti.
Az sonra biri gelip;
“Efendim, beni falan Ermeni genci gönderdi. Sizi görmek istiyor. Bana; (Git ricâ et, kabûl ederse buraya getir) dedi. İsterseniz, hemen gidebiliriz” dedi.
Mübârek zât kabûl etti.
Ve birlikte o eve gittiler.
Ermeni genç, bu velîyi gördü.
Pek çok sevindi ve;
“Efendim, öyle zannediyorum ki ecelim çok yakın. Bana dîninizi telkîn edin lütfen. Zîrâ sizi çok seviyorum. Birkaç ay evvel çeşme başında gördüğümde çok sevmiş ve hakkınızda; (O hangi dindeyse, o din hak dindir) demiştim” dedi.
Büyük velî memnûn oldu.
Şefkatle nazar etti gence.
Sonra îmânı telkîn etti.
Ve beklenen oldu.
Kelime-i şehâdet yankılandı.
Babası da oradaydı.
Seyyid Fehîm, babasına dönüp;
“Oğlunuz son nefesinde kâmil bir Müslüman oldu. O şimdi sizin değil, bizimdir” buyurdu.
Ve genci alıp defnetti mezarına.
İslâm mezarlığına...
."Dön de bak şu kadına!.."
17-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretlerinin bir talebesi anlatıyor:
Bir gün çıktım köyümden.
Arvas'a gidiyordum.
İki köy arasında bir dere vardı.
Herkes o dereden geçip giderdi.
Ben Arvas'a gidiyordum.
Biri de Arvas'tan geliyordu.
Derken karşılaştık.
Ve selâm verdik birbirimize.
Yanında hanımı da vardı.
Genç ve güzel bir kadındı.
Şeytan bana vesvese verdi ki;
“Dön bak şu güzel kadına!”
Şeytana aldandım.
Ve dönüp baktım.
Ama arkadan bakmıştım.
Yüzünü görmedim.
Nihâyet vardım Arvas'a.
Seyyid Fehîm hazretlerine gittim.
Beni görür görmez buyurdu ki:
“Müslüman harama bakmaz.
Velev ki, arkadan olsa bile!”
● ● ●
Seyyid Fehîm hazretleri heybetliydi
Sevimli, nurlu ve vakar sâhibiydi.
Gölgesini gören;
“Bu, Allahın velîsidir" derdi.
Her ilimde mâhirdi.
Tefsîrde ve hadîste.
Fıkıh ve tasavvufta.
Hattâ sanat, zirâat ve siyâsette.
Van vâlisi, ona sorardı çözülmez zannettiği meseleleri. Hükümdar olsaydı, onun gibi bir hükümdar olamazdı.
Ömründe cemâatsiz namaz kılmamış, bir tek teheccüdü kaçırmamıştır.
Bin âlimin yanında o kıymetliydi.
Bin güzelin yanında o en güzeldi.
.Gâliba bu iş bitti!..”
18-07-2021 02:00
Abdülhakîm-i Arvâsî (rahmetullahi aleyh) hazretleri anlatıyor:
Üstâdım Seyyid Fehîm hazretleri, bir gece sohbet etmişti.
Çok hoşuma gitti.
Hiç böyle sohbet dinlememiştim.
Konuştukça nûr çıkardı ağzından.
Feyiz ve bereket saçılıyordu.
Çok istifâde ettim.
Tesîrini kalbimde hissettim.
Hattâ çok yüksek derecelere çıktığımı zannettim.
Bunun için kalbimden;
“Gâliba bu iş bitti” dedim.
Ertesi gün huzûruna vardım.
Bir ağacının altında oturuyordu.
O ağacı gösterip sordu bana:
“Bu, ne ağacıdır?”
“Elmadır efendim” dedim.
Sordu yine:
“Bu ağacın gövdesi, dalları, her dalında da yüzlerce elma var değil mi?”
“Evet efendim.”
“Peki, bir meyve kurdunun, bu elmalardan birinin içine, oradan da çekirdeğine girdiğini düşün.”
“Evet efendim.”
“O kurtcağız, o çekirdekten biraz yese ağacın tamâmını yemiş sayılır mı?”
“Sayılmaz tabii efendim.”
Bana sevgiyle bakıp;
“Öyleyse bu yolda az bir şey ele geçirince, hemen (bu iş bitti) dememeli. Ele geçen az bir şeye kanâat etmeyip, daha çoğunu istemeli” buyurdu.
Hatâmı anlamıştım.
“Peki efendim” dedim.
Ve özür diledim kendisinden.
."Bu zamanda hiç mürşit var mıdır?"
19-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretleri, kendi üstâdı olan Seyyid Tâhâ hazretlerini çok severdi.
Öyle ki, fazlası mümkün değildi.
Her edindiği şeyi ondan bilirdi.
Bir gün hocası, Mektûbât kitâbından mektuplar okuyordu.
Ve okuduğunu îzâh ediyordu.
Derken bir mektup daha açtı.
Cemaate o mektubu okuyordu.
Mürşidi kâmilden bahsediyordu.
Cemâat çok kalabalıktı.
Seyyid Fehîm de vardı.
O, en geride ayakta dinliyordu.
Hocası bir ara başını kaldırdı.
Seyyid Fehîm'i aradı.
Ve seslendi kendisine:
“Eeey Fehîm!”
Cevap verdi gerilerden:
“Buyurunuz efendim.”
Sordu hocası:
“Bu devirde mürşit var mıdır?”
Bir an bile duraklamadı.
Ânında cevap verdi.
Ve kendi üstâdını kastedip;
“Şimdi bulunan gibi hiç gelmemiştir!” deyiverdi.
Zîrâ Onu çok seviyordu.
Onu, hep yanında hissediyordu.
Ondan uzakta değildi.
Her an Onunla berâberdi.
Öyle ki, her nefes alışında, Onu görüyordu yanı başında.
Eğer bir emri olsa idi.
Tereddütsüz yerine getirirdi.
Hattâ bu konuda;
“Hocamla aramızda ateşten deniz olsa ve beni huzûruna çağırsa, hiç tereddüt etmem. Emrine uymak için o ateşe atlarım” derdi.
.Tefsîrle uğraşma!"
20-07-2021 02:00
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri anlatıyor:
Gençliğimde bir akşam namazını, hocam Seyyid Fehîm hazretleriyle birlikte kıldık.
O, Fâtiha okuyordu.
Ben içimden tefsir ediyordum.
Selâm verince hocam dedi ki:
“Sen müfessir misin ki tefsîre kalkıyorsun? Tefsîrle uğraşırsan helâk olursun!”
● ● ●
Seyyid Fehîm hazretlerini çok seven ve özel hizmetlerini yapan Hacı Ömer Efendi anlatıyor:
Allahü teâlâ nasip etti.
Yirmibeş sene hizmet ettim.
Mübârek yüzü çok nurluydu.
Çok da heybetliydi!
Yüzüne bakamazdım.
Ve kendi kendime derdim ki:
“Yüzünü bir defâcık görsem...”
Ve bunun için fırsat kollardım.
Bir gün odasına çağırdı beni.
Koşarak gittim.
Giderken de içimden;
“İşte tam bir fırsat” dedim.
Yüzünü iyice bir göreyim.”
Ve bakmak için kaldırdım başımı.
Fakat o da ne!
O anda vücûdu öyle büyüdü ki.
Yeri ve gökleri kapladı sanki.
Dehşete kapıldım!
Sonra eski hâlinde gördüm yine.
O anda kalbimden dedim ki:
“Bir kere daha deneyeyim.”
Bu defâ da öyle çok küçüldü ki.
Gözle görmek mümkün değildi.
O anda eski hâline geldi yine.
Hemen “Özür dilerim” dedim.
Ve bir daha teşebbüs edemedim.
.Sorarsa ne diyeceğiz?"
21-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretlerinin koyunlarına bakan iki çobandan biri, diğerine; “Gel, şu koyunlardan birini kesip yiyelim” dedi.
Öbürü îtirâz etti:
“Hayır, olmaz!”
“Neden olmazmış?”
“Sorarsa ne diyeceğiz?”
“Zehirli ot yiyip öldü deriz.”
“Ama Allah ona bildirir” dedi.
Böyle dediyse de dinlemedi.
Bir koyunu kesip etinden yedi.
Aradan birkaç gün geçti.
Geldi bu velînin huzûruna.
Bu velînin bir hizmetçisi vardı.
Sordu bu hizmetçisine:
“Ey Hacı, kaç türlü velî vardır?”
“Siz daha iyi bilirsiniz efendim.”
Buyurdu ki:
“Ey Hacı, bu velîler; meselâ bir zararlı ağaç görseler, bir kısmı dallarını budar, bir kısmıysa gövdesinden keser. Ama öyle velîler de vardır ki, onu kökünden söküp ortadan kaldırırlar...” Çoban bunu duydu.
Ve hemen içinden;
“Tamam, o zararlı ağaç benim. Siz de üçüncü grup velîlerdensiniz ve benim zürriyetimi kestiniz” dedi.
Aradan az bir zaman geçti.
Zürriyeti kesildi çobanın.
● ● ●
Bir gün, üstâdını ziyârete gitmişti.
Sordu üstâdı:
“Fehîm, bize ne hediye getirdin?”
“Sizde olmayan, bende çok olan şeylerden getirdim.”
“Neymiş bunlar yâ Fehîm?”
Arz etti ki:
“Özür, günah, yokluk ve ihtiyaç...”
.Seyyid Fehîm ilimde derya idi..."
22-07-2021 02:00
Seyyid Tâhâ hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah, Seyyid Fehîm hazretleriyle, umre için birlikte yola çıktılar.
Mısır’da mola verdiler.
Orada bir medrese vardı.
Câmi-ül ezher medresesi.
Gördüler ki âlimlerde bir telâş var.
Bir kitâbı kapatıp öbürünü açıyorlar.
Bir türlü bulamıyorlar aradıklarını.
Onlar girince, biraz ara verdiler.
Seyyid Fehîm hazretlerine sordular:
“Siz okumuş musunuz?”
“Biraz meşgûl oldum.”
Ona bir kâğıt uzatıp sordular ki:
“Şu suâlin cevâbını biliyor musunuz?”
Seyyid Fehîm, kâğıdı okuyup;
“Biliyorum” dedi.
Çok şaşırdılar!
Ve kendisine dediler ki:
“Reîs-ül ulemâ ve cümle âlimlerimiz bunu çözmek için seferber olduk. Ama bir netîce alamadık.”
Seyyid Fehîm, suâli cevapladı.
Ve etraflıca îzâh etti.
Ağızları açık dinlediler.
İlimdeki derinliğini anladılar.
Ve ertesi günkü meclise dâvet ettiler.
Reîs-ül ulemâ ve yüzlerce âlim, ayakta karşıladı kendisini.
Akşama kadar suâl sordular.
Hepsinin cevaplarını aldılar.
Sonunda, reîs ayağa kalkıp;
“Efendi hazretleri, size minnettârız. Zîrâ bizi büyük bir müşkilâttan kurtardınız. Bendeniz de dâhil, bizim bütün ilmimiz, zât-ı âlînizin ilmi yanında, denizde damladır. Câmi-ül ezher, size ilelebet medyûn-u şükrân olacaktır” dedi.
.Her duâsı kabul olurdu...
23-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretlerinin her duâsı kabul olurdu.
Meselâ Hîzan’da biri vardı.
Hiç çocuğu olmuyordu.
Yakınları, kendisine;
“Arvas'ta bir velînin kabri var. Onu ziyâret edip duâ eden, murâdına kavuşur” dediler.
Adam merak edip sordu:
“Kimdir bu velî?”
“Seyyid Fehîm. Onu vesîle edip duâ edersen murâdına kavuşursun. Hattâ (oğlan) olsun istiyorsan, öyle duâ et” dediler.
Adam çok sevindi.
Ve Arvas'a gitti hemen.
Bu velînin kabrini ziyâret etti.
Duâ edip köyüne döndü.
Ama üç yıl sonra tekrar geldi.
Ve bu velînin kabrine gitti.
Uzun uzun duâ etti.
Sonra dönüşe geçti.
O ara biri geldi yanına.
Ve ona dedi ki:
“Siz üç sene önce de geldiniz”
“Evet, gelmiştim.”
“Niçin gelmiştiniz o zaman?”
“Çocuğumuz olmuyordu. Çocuğumuz olsun diye bu kabirde duâ etmiştim.”
“Oldu mu bâri?”
“Evet oldu, ama.”
“Hayırdır, aması ne?”
“Her sene (ikiz) oğlumuz oldu. Üç senede altı çocuk.”
“Peki, şimdi niçin geldin?”
“Artık olmasın diye duâ etmeye geldim!”
Gerçekten adamın bir daha olmadı çocukları.
."Orada duâ et, şifâ bulursun!"
24-07-2021 02:00
Bir gün Çatbayır’dan bir kişi, trafik kazâsı geçirmişti.
Fenâ hâlde yaralandı!
Ama ölmedi.
Korkudan dili tutulmuştu!
Hiç konuşamıyordu.
Ama sevilen biriydi.
Onu sevenler;
“Arvas'ta Seyyid Fehîm hazretlerinin kabri var. Oraya git! Orada duâ et, inşallah şifâ bulursun” dediler.
O da çok sevindi.
Ve “Pekâlâ” dedi.
O gün Arvas'a gitti.
Bu büyük velînin kabrine vardı.
Kur’ân-ı kerîm okudu.
Ve uzun uzun duâ etti.
Rabbine yalvardı.
Duâsı ânında kabûl oldu.
Hattâ konuşarak gitti câmiye.
Bu hâdiseye çokları hayret etti.
Zîrâ beş dakîkada dili açılmıştı.
İmâmın da zihni karışmıştı.
Ve yanlış kıldırdı namazı!
● ● ●
Seyyid Fehîm henüz çocuktu.
Bir yakını ile Arvas'a gittiler.
Bir evin önünden geçiyorlardı.
O yakını, sordu küçük Fehîm'e:
“Şu evi görüyor musun?”
“Görüyorum” dedi.
O yakını dedi ki: “Bu ev, filânın evidir. Üstelik pek sağlamdır.”
Küçük Fehîm cevâben;
“O evin temelinde vakfa âit bir (taş) var. Onun için bu evin sâkinleri çok yaşamaz” dedi.
Gerçekten de öyle oldu.
Yirmi kişiydi o hâne halkı.
Birkaç sene içinde hepsi öldü.
Bir kimse kalmadı o aileden.
.Acele Hoşab'a git!"
25-07-2021 02:00
Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, Seyyid Fehîm hazretlerinin talebesiydi.
Bir gün atına bindi.
Ve Başkale'den Arvas'a gitti.
Üstâdını ziyâret edecekti.
Fehîm hazretleri, onu gördü.
Ve kendisine;
“Acele Hoşab'a git!” buyurdu.
O da “Başüstüne” dedi.
At değiştirip koşturdu Hoşab'a.
Ama merak etmişti.
Yolda kendi kendine;
"Büyüklerin her işi hikmetlidir. Hoşab'a gitmemin de bir hikmeti olsa gerek. Gidince anlarım" diye düşündü.
Nihâyet köye vardı.
Gördü ki bir hareket var.
İşkillendi hâliyle.
Sorup soruşturdu.
Öğrendi ki, Ağanın damı çökmüş. Hayvanları ölüp, yirmi koyun (leş) olmuş.
Ağa, kendi kendine;
"Bu işi halktan gizleyip ölen hayvanlarla köylüye bir ziyâfet vereyim. Hem leşler değerlenir, hem de îtibârım artar" diye düşünmüş.
Çabucak yüzdürmüş leşleri.
Ve yaktırmış ocakları.
Halk da başlamış toplanmaya.
O ara Abdülhakîm Efendi geldi.
Vaziyeti öğrenip toplattı etleri.
Yemekleri dereye döktürdü.
Sonra gitti zaptiyeye.
Durumu ihbâr etti.
Ve Ağayı hapse attırdı.
Hoşab'a acele gelmesinin hikmeti anlaşılmış oldu böylece...
.Hoca, talebesi için ayağa kalkmıştı!..
26-07-2021 02:00
Müküslü Alî Efendi anlatıyor:
Seyyid Fehîm hazretleri, gençliğinde çıktı bir gün Arvas'tan. Nehri’ye üstâdını görmeye gitti.
Girip oturdu huzûrunda.
Lâkin enteresan bir şey oldu.
Şöyle ki, o içeriye girdi.
Üstâdı Seyyid Tâhâ ayağa kalktı.
Bir başka talebe de vardı odada.
Bu hâl, garibine gitti.
Zîrâ Seyyid Fehîmin yaşı küçüktü.
Seyyid Tâhâ ise hocası oluyordu.
Hoca talebesi için ayağa kalkmıştı.
“Nasıl olur?” diyordu içinden.
Seyyid Tâhâ hazretleri ona dönüp;
“Kalk, Seyyid Fehîm'in koltuğunun altından bak!” buyurdu.
Ve bakınca sordu:
“Ne görüyorsun?”
“Cennet nîmetlerini görüyorum.”
Seyyid Tâhâ buyurdu ki:
“İşte Seyyid Fehîm böyledir.”
● ● ●
Seyyid Fehîm, hocası Seyyid Tâhâ hazretlerinin himmet ve gayretiyle yükseldi.
Mürşid-i kâmil oldu.
Hocası, icâzet vermek istedi.
Ama Seyyid Fehîm arz etti ki:
“Bu, ağır yüktür, kaldıramam.”
Ancak Seyyid Tâhâ;
“Siz, bunu kabûl etmekte ihtiyâr sâhibi değilsiniz. Çünkü bu icâzet, nice tasdîklerden geçmiş, başta bizzât Resûl-i Ekrem Efendimiz, sonra cümle Sâdât-ı kirâm tasdîk etmişlerdir. En son ben de tasdîke mecbûr kaldım. Siz de kabûl etmeye mecbûrsunuz!” buyurdu.
.Ömürlerimiz kısadır..."
27-07-2021 02:00
Hacı Ağa diye bir aşîret reîsi vardı.
Seyyid Fehîm hazretlerini ziyâret için Arvas'a doğru yola çıktı.
Müks emîri Şeyhî Bey'e uğradı.
Şeyhî Bey sordu:
“Nereye böyle?”
“Seyyid Fehîm hazretlerine.”
“Çok iyi, ben de dün gittim. Sohbetinden çok istifâde ettim” dedi.
Hacı Ağa, Şeyhî Bey'den ayrıldı.
Seyyid Fehîm'in huzûruna vardı.
Mübârek zât sordu:
“Dün gece kimdeydin?”
“Şeyhî Bey'de kaldım efendim.”
“Peki, bizden bahsetti mi?”
“Evet efendim, sohbetinizden çok istifâde ettiğini söyledi.”
Seyyid Fehîm;
“Ama sizin hiç istifâdeniz olmuyor. Eğer istifâde etseydiniz ağalığı ve beyliği bırakırdınız. Çünkü bizim yolumuz dervişlikle yürür” buyurdu.
O anda kalbi değişti.
Ve terk etti Ağalığı.
Dönüşte Şeyhî Bey'e uğradı.
Nakletti Seyyid Fehîm'in sözünü.
Dinleyince onun da değişti kalbi.
O da bıraktı Beyliği.
Şeyhî Bey, rüyâ gördü bir gece.
Seyyid Fehîm hazretlerine anlatmak için Arvas'a gitti.
Hürmetle elini öpüp dedi ki:
“Efendim, rüyâmda bir mübârek zât geldi ve bana bakıp; (Senin ömrün uzun olacak) dedi”.
Seyyid Fehîm;
“Hayır, ikimizin de ömrü kısa, ecellerimiz yakındır” buyurdu.
O sene Şeyhî Bey vefât etti.
Peşinden Fehîm hazretleri...
."İstersen yerlerimizi değişelim!"
28-07-2021 02:00
Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri, her gün ikindi namazından sonra sohbet ederdi.
Yine bir gün ikindi oldu.
Seyyid Tâhâ çıktı evden.
Etrâfa bir göz gezdirdi.
Seyyid Fehîmi tâ öteden görüp;
“Biyâ! Biyâ! Mahbûbî Seyyid Fehîm!” diye seslendi.
Yâni, “Gel, gel, benim en çok sevdiğim Seyyid Fehîm!”
O gün oturttu onu önüne.
Ve feyz saçtı temiz gönlüne...
● ● ●
Bir gün Seyyid Fehîm Müks'e gitti.
Hocası Seyyid Tâhâ hazretlerine;
“Efendim, Arvas'tan ayrılmak istiyorum” diye arz etti.
Hocası sordu:
“Niçin ayrılacaksın?”
“Bir akrabâm beni üzüyor efendim.”
Seyyid Tâhâ buyurdu ki: “İstersen yerlerimizi değişelim. Sen Nehri'ye gel, ben de Arvas'a. Arvas'ı boş bırakmak olmaz.”
Seyyid Fehîm;
“Öyleyse kalayım” dedi.
Seyyid Tâhâ buyurdu ki:
“İyi olur. Sen Arvas’da kal. Seni üzen gitsin Arvas'tan!”
Seyyid Fehîm arz etti ki:
“Ama o kişi akrabâmdır efendim.
O beni üzse de ben sabrederim.”
Seyyid Tâhâ hazretleri;
“Hayır, mâdemki o sizi üzüyor. Elmecbûr Arvas’tan o gidecek. Ve gelip sizden özür dileyecek!”
Az bir zaman geçti aradan.
Gelip özür diledi Seyyid Fehîm'den.
Ve toparlanıp Arvas’tan gitti hemen..
.Ölüm, mümine nimettir...
29-07-2021 02:00
Seyyid Fehîm hazretlerinin vefâtı yaklaşınca uzleti tercîh etti. Sık sık ölümden bahseder;
“Ölüm, büyük nîmettir” derdi.
Bir cumâ günü ağırlaştı!
Birkaç talebesini çağırıp;
“Benden sonra oğlum Muhammed Emîn hizmete devam etsin. Fakat Resûlullahın aşkı onun gönlünü yakar. Bu yüzden fazla yaşamaz” buyurdu.
Aradan üç sene geçti.
Muhammed Emîn hacca gitti.
Otuz iki yaşındaydı o zaman.
Haccı edâ edip Medîne'ye gitti.
Ravda-i mübâreke girdi.
Çıktığında yanık ciğer kokusu geliyordu ağzından.
Yanında Abdülhakîm Efendi vardı.
Onu görüp buyurdu ki:
“Ciğerleri kebap olmuş.
Onun için çok yaşamaz!”
Gemiyle dönüşe geçtiler.
Tûr-i Sînâ'da kavuştu Rabbine.
Seyyid Fehîm hazretleri de vefâtına yakın güçlükle kılabildi ikindi namazını.
Zîrâ tükenmişti tamâmen.
Yardımla kalktı secdeden.
Sonra “Refîk-ül âlâ!" dedi.
Şehâdeti söyleyip vefât etti.
O anda çeşit çeşit ve renk renk yüz binlerce esrârengiz kuş, gök cihetinden gelip Arvas'a süzüldüler!
Havada sıra sıra durup gölge ettiler.
Bu elemi onlar da hissettiler!
Defin bitti, cemâat dağıldı.
Kuşlar, kabir üstünde toplandılar.
Kabirden yeşil bir (nûr) çıktı.
Ve yükseldi göklere.
Kuşlar da gitti geldikleri yere.
.Muhammed kim ola ki?"
30-07-2021 02:00
Hazreti Âdem topraktan yaratıldı.
Ve önce Arş-ı âlâ’ya baktı.
Orada bir yazı gördü.
"Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" yazıyordu.
Merak edip sordu ki:
"Yâ ilâhî! Muhammed kim ola ki, onun ismini kendi isminle yan yana yazmışsın?"
Hak teâlâ cevâben;
"Evlâdından biridir ki, Ondan daha kıymetli bir kimse yaratmadım” buyurdu.
Habîbullahın nûru Onun alnında parlıyordu.
Hak teâlâ meleklere emretti:
"Âdem’e karşı secde ediniz!"
Bütün melekler secde ettiler.
Beş yüz sene secdede kaldılar.
Sonra başlarını kaldırdılar.
İblîs'in secde etmediğini gördüler.
Emre uyduklarına sevindiler.
Şükür için bir daha secde ettiler.
Hak teâlâ, İblîs’e sordu ki:
"Sen niçin secde etmedin?”
O da cevap verip;
"Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” dedi.
Ve gadab-ı ilâhîye düçar oldu!
Huzûr-u İlâhîden kovuldu!
Ve Hak teâlâya ricâ edip;
"Kıyâmet gününe kadar bana mühlet ver" dedi.
Hak teâlâ da mühlet verdi.
İblîs bu mühleti alınca;
"Senin kullarının yoluna oturup, onları yollarından saptıracağım. Hâlis kulların hâriç, elimizden kurtulan bir kimse olmaz" dedi.
."Seni üzüntülü görüyorum yâ Ömer!"
31-07-2021 02:00
Hazret-i Hafsa (radıyallahü anhâ), hazret-i Ömer'in kızı ve Efendimizin muhterem hanımıdır.
Önce hazret-i Huneys ile evliydi.
O Uhud'da şehîd olunca dul kaldı.
Babası, onu önce Hazret-i Osmân'a, sonra da Hazret-i Ebû Bekr'e teklîf etti.
Ancak ikisi de;
"Düşüneyim!" dediler.
Bunun için üzülüyordu!
Efendimiz onu görüp sordu ki:
"Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?"
Arz etti ki:
"Kızım Hafsa için üzgünüm!”
"Ne oldu Hafsa'ya?"
"Onu, Ebû Bekr'e ve Osmân'a nikâhlamak istedim, almadılar" dedi.
Efendimiz, hazret-i Ömer’e;
"Yâ Ömer! Kızını, onlardan daha iyi birine versem ister misin?" diye sordu.
Hazret-i Ömer şaşırdı!
Zîrâ Eshâb içinde o ikisinden daha üstün bir kimsenin olmadığını iyi biliyordu.
"İsterim yâ Resûlallah!" dedi.
Buyurdular ki:
"Yâ Ömer, kızını bana ver!”
Hazret-i Ömer kulaklarına inanamadı.
Zîrâ Resûlullahın kayınpederi olacaktı.
Ve oldu da.
Hazret-i Hafsa da anneleri oldu bütün sahâbîlerin.
Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osmân, daha yakın ve daha sevgili oldular birbirlerine...
.Bize hayırlı yağmur ver!.."
01-08-2021 02:00
Medîne'de müthiş bir kuraklık olmuştu bir zamanlar.
Hiç yağmur yağmıyordu.
Yerden nebat bitmiyordu.
İnsanlar çâresizdi.
Efendimize geldiler.
"Yâ Resûlallah! Bu kuraklık çok uzadı. Tahammülümüz kalmadı. Ne olur, bir duâ buyurun da bereketli yağmurlar yağsın" diye ricâ ettiler.
Efendimiz;
“Peki olur” buyurdu.
Bu ricâlarını kabûl etti.
Mübârek ellerini açtı.
Ve Hak teâlâya;
"Yâ ilâhî! Bize hayırlı yağmur ver" diye niyâzda bulundu.
Hava günlük güneşlikti.
O anda birden karardı.
Gök gürledi, şimşek çaktı!
Ardından rahmet başladı.
Hem bardaktan boşalırcasına.
İnsanlar da kandı suya.
Hayvan ve nebatlar da.
Herkes rahata kavuştu.
Ama yağmur kesilmiyordu.
Aralıksız yağıyordu.
Halk tekrar geldi Efendimize.
Ve ricâ ettiler ki;
"Yâ Resûlallah! Duâ buyurun da yağmur kesilsin, yoksa mahvolacağız."
Efendimiz;
“Peki” dedi.
Ve ellerini açıp;
"Yâ Rabbî! Şükürler olsun, biz suya kandık. Başka kullara da ihsân et" diye duâ etti.
O anda yağmur kesildi.
Ve güneş açtı gökyüzünde.
."Bütün alacaklıları çağır!"
02-08-2021 02:00
Câbir bin Abdullah (radıyallahü anh), bir ara çok borçlanmıştı.
Alacaklıları sıkıştırıyordu!
Ne yapacağını şaşırdı!
Efendimize geldi ve; “Çok borçlandım yâ Resûlallah, ödeyemiyorum!" diye arz etti.
Efendimiz sordular:
"Neyin var dünyâlık?"
Arz etti ki:
"Bir tek hurma bahçem var.
Onun da mahsûlü bir öbek.
Bütün borçlarıma yetmiyor!”
Buyurdular ki:
"Alacaklıları çağır gelsinler.”
O da gidip çağırdı.
Hepsi gelip toplandılar.
Efendimiz, hepsine o öbekten verdi.
Tamâmı ödendi borçların.
Ama hurma öbeği hiç eksilmedi.
Aynen duruyordu.
● ● ●
Efendimiz, bir gün mescid-i şerîfte Eshâbına namaz kıldırıyordu.
Namaz, dört rekâtlı idi.
İkinci rekâtta oturdular.
Ve selâm verdiler.
Eshâb, merak etmişlerdi.
Bir sahâbî arz etti ki:
"Vahiy mi geldi yâ Resûlallah?"
"Hayır!" buyurdular.
"İkinci rekâtta selâm verdiniz de, onun için sordum yâ Resûlallah!”
Efendimiz kalktılar.
Dört rekâta tamamladılar.
Hazret-i Ebû Bekr;
"Efendimizin, o gün yanılıp da iki rekât kıldıkları o namazla, bütün ibâdetlerimi değişir, kârlı çıkarım" buyururdu.
.Tam bir insan azmanıydı!
03-08-2021 02:00
Amr bin Abdûd diye bir kâfir vardı ki, tam bir insan azmanıydı!
Karşısına kimse çıkamazdı.
İşte bu Amr, Hendek Harbine geldi.
Ve dövüşmek için er istedi!
Efendimiz, Hazret-i Alî'ye;
“Yâ Alî, çık şu Amr'ın karşısına.
Allah yardımcın olsun” buyurdu.
O da “Başüstüne” dedi.
Ve kâfirin karşısına dikilip;
“Yâ Amr! Sen, (Kureyşten her kim benden iki şey isterse muhakkak birini yaparım) demişsin, doğru mu bu?” dedi.
“Evet, doğrudur.”
“Benim senden iki isteğim var.
Biri, îmân et de kurtul ateşten!”
“Geç bunu, öbürünü söyle!”
“Bu cengi bırak, Mekke'ye dön!”
“Bir şartla dönerim.”
“Şartın nedir?”
“Ebû Bekr'in, Ömer'in ve Osmân'ın başlarını kesip de öyle geri dönerim!”
Şâh-ı merdân gürledi:
“Ey ahmak! Ben izin verir miyim ki onların kılına dokunasın?”
Amr, sinirlenip;
“Yâ Alî, genç olmasaydın şimdi seni öldürürdüm” dedi.
Ve atından inip savurdu kılıcını!
Hazret-i Alî, kalkanıyla kurtuldu.
Sonra kaldırdı Zülfikârı.
Havada hızla döndürdü.
Kâfirin boynuna şiddetle çaldı!
Kâfirin miğferli başı bir yana uçarken, oluk gibi (kan) fışkırıyordu devrilen iri vücûdundan!
"Tekbîr" sesleri sardı dört bir yanı.
Selâmeti kaçmakta buldu kâfirler.
.Bana da Haydar derler!"
04-08-2021 02:00
Efendimiz, Hayber’de sancağı Hazret-i Alî'ye verip;
“Yâ Alî! Hayber'i fethetmeden geri dönme” buyurdu.
Hazret-i Alî;
“Başüstüne” dedi ve ilerledi.
Kaleden, Hâris adlı biri çıktı.
Ve er istedi meydana!
Karşısına Alî bin Ebî Tâlip çıktı.
Zülfikâr, şimşek gibi kalktı ve indi.
Hâris, kanlar içinde yere serildi!
Bu defâ kardeşi Merhab çıktı.
İki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmıştı.
“Bana Merhab derler. İntikamım korkunç olacak!” diye seslendi.
Karşısına Şâh-ı merdân çıkıp;
“Bana da Haydar derler. Ölümün, benim elimden olacak!” diye kükredi.
Zülfikâr, bir daha kalktı ve indi.
Merhabın vücudu ikiye bölündü.
O ara kalkanı yere düştü Ali’nin.
Eğilip almaya vakti yoktu.
Hayber kalesinin demir kapısı vardı.
Ağırlığı yarım (ton) idi.
Onu söküp, kalkan yerine kullandı.
Bir eliyle o kalkanı tutuyordu.
Öbürüyle küffara kılıç çalıyordu!
Mecbûren teslîm oldular.
Hayber fethedilmişti.
Efendimiz, hazreti Alî'ye sarılıp;
“Yâ Alî! Allah ve Peygamberi senden râzıdır” buyurdu.
O ise ağlıyordu!
Efendimiz sordu:
“Yâ Alî, niçin ağlıyorsun?”
“Sevinçden yâ Resûlallah!” dedi.
Efendimiz; “Ne kadar sevinsen azdır. Zîrâ bütün melekler de senden râzıdır” buyurdular.
.Ey ağaçlar! Ey taşlar!.."
05-08-2021 02:00
Resûlullah Efendimiz, bir gün Hazret-i Alî'ye;
“Yâ Alî, bin devene. Yemen'e kadı/hâkim olarak gideceksin!” buyurdu.
Hazret-i Alî kalktı.
“Başüstüne” dedi.
Ve Efendimize dönüp;
“Ama ben, kendimi bu vazîfeye ehil görmüyorum yâ Resûlallah!” diye arz etti.
Efendimiz ona baktı.
Ve ellerini açıp;
“Yâ Rabbî! Sen Alî'ye ilim ve hikmet ver. Onu bu işte dirâyetli eyle” diye duâ etti.
Ve ardından buyurdu ki:
“Haydi, Yemen'e git yâ Alî!
Oranın halkı seni bekliyor...”
Ve tembîh ettiler ki:
“Yemen’e varmadan bir tepe üzerinden geçeceksin. O tepede durup, 'Ey ağaçlar! Ey taşlar! Resûlullahın size selâmları var' diye nidâ eyle!”
Alî bin Ebî Tâlip;
“Başüstüne yâ Resûlallah!” dedi.
Ve çıktı yola.
O tepeye vardı.
Ve yüksek sesle;
“Ey ağaçlar, ey taşlar! Resûlullahın size selâmları var!” diye bağırdı.
Bir şey oldu o anda.
Bir uğultu koptu dağda.
Şöyle ki, etrâfta ne kadar taş ve ağaç varsa hepsi birden “aleyküm selam!” diye cevap verdiler dört bir yandan.
Yer gök inledi bu sesle!
Kâfirler bu kerâmeti gördüler.
Ve topyekûn îmâna geldiler.
.Çık şunun karşısına yâ Alî!"
06-08-2021 02:00
Uhud Harbi kızışmıştı!
Küffârın arasından vücûdu zırhlarla kaplı biri öne çıktı.
Ve bütün hiddetiyle;
“Ey Müslümanlar! Karşıma er istiyorum” diye bağırdı.
Efendimiz onu gördü.
Ve Hazret-i Alî'ye dönüp;
“Yâ Alî! Çık şu kâfirin karşısına!” buyurdular.
Alî bin Ebî Tâlip;
“Başüstüne yâ Resûlallah!” dedi.
Ve derhâl çıktı meydana.
Arslan gibi ilerledi!
Ve dikildi o kâfirin karşısına!
Önce, kâfir bir hamle yaptı!
Ama işe yaramadı.
Sıra, "Allahın Arslanı"ndaydı.
Zülfikârı hızla kaldırdı.
Ve kâfirin boynuna şiddetle çaldı!
Müşrikin çelik zırhı kâğıt gibi yırtıldı.
Başı yerlerde yuvarlandı.
Kendi de kanlar içinde yere serildi!
Müslümanlar sevindiler.
Tekbîr sedâları yükseldi göklere!
Alî bin Ebî Tâlip de yara almıştı.
Sonunda yere düştü.
O ara biri geldi yanına.
Ama tanımıyordu o geleni.
O kişi, seslendi ki:
“Kalk yâ Alî, saldır şu kâfirlere!”
O da fırladı hemen.
Canlandı yeniden.
Ve hücûm edip kaçırttı müşrikleri!
Ancak merak etmişti o kişiyi.
Zîrâ tanımadığı birisiydi.
Harpten sonra, bu olanları Efendimize anlatıp sordu ki:
“O zât kimdi yâ Resûlallah?”
Efendimiz;
“Cebrâil'di yâ Âli” buyurdular
.Resûlullahı merak ediyordum!"
07-08-2021 02:00
Hazret-i Alî şöyle anlatıyor:
Bedir Harbi'nde üç yüz sekiz kişiydik.
En cesûrumuz, Resûlullah idi.
Biz sıkışınca Ona sığınırdık.
Uhud’da da öyle olmuştu.
Bir ara karıştı ortalık.
Mücâhitler iki ateş arasında kaldılar.
Ve şaşkınlıktan dağıldılar!
Ben de düşman içinde kaldım.
Etrâfımda tek Müslüman yoktu.
Hem çarpışıyor, hem de Resûlullahı merak ediyordum.
Gerilerde olamazdı.
Kendi kendime;
“Herhâlde bizim günâhımızdan, Hak teâlâ Onu göğe kaldırdı” diye düşündüm.
Kılıcımın kınını kırdım.
Ve daldım düşman içine.
Düşmanı kıra kıra ilerliyordum.
Derken Resûlullahı fark ettim.
Benden daha ilerideydi.
Ve tek başına çarpışıyordu.
Derhâl koşup siper oldum kendisine...
● ● ●
Yine Hazret-i Alî anlatıyor:
Huneyn günü bir ara karıştı ortalık.
Gâziler şuursuzca dağıldılar.
Resûlullah yalnız kaldı.
Buna rağmen atını mahmuzladı.
Ve düşmanın içine daldı.
Hem de tek başlarına.
Hazret-i Abbâs ile Hazret-i Ebû Bekr bunu fark ettiler.
Yüz kadar gâziyi yanlarına aldılar.
Resûlullaha doğru at koşturdular.
Ve etrâfında (halka) oluşturdular.
Biri dizginini tuttu.
Diğeri üzengisini.
Böylece hızını kestiler.
Onu düşman içine bırakmadılar...
.Sen kimlerdensin?"
08-08-2021 02:00
Hicrette, Resûlullah Efendimiz, berâberinde Ebû Bekr-i Sıddîk ve onun âzâtlı kölesi Âmir bin Füheyre ile yola çıktılar.
Müşrikler de peşindeydi.
Onu yakalayacaklardı.
Yakalayana, mükâfât vadettiler.
Müşriklerden Büreyde bin Eslem de bu işin peşindeydi. Kabîlesinden yetmiş kişiyle, her yerde Resûlullahı arıyordu.
Derken karşılaştılar.
Efendimiz ona sordu:
“Sen kimsin?”
“Büreyde'yim.”
(Büreyde, serinlik demekti.)
Efendimiz, hazret-i Sıddîka döndü.
Ve Ona buyurdu ki:
“Yâ Ebâ Bekr, içimiz serinledi.”
Sordular yine:
“Kimlerdensin?”
“Eslem kabîlesindenim.”
(Eslem, selâmet demekti.)
Efendimiz;
“Selâmetteyiz” buyurdular.
Sordular yine:
“Hangi kolundansın?”
“Sehm kolundanım” dedi.
(Sehm; nasip demekti.)
Resûlullah, hazret-i Sıddîka döndü.
Ve Ona buyurdu ki:
“Yâ Ebâ Bekr senin nasîbin çıktı.”
Büreyde’nin kalbi değişmişti.
Resûlullaha döndü ve;
“Peki, sen kimsin?” dedi.
Efendimiz buyurdular ki:
“Allahın Resûlü Muhammed'im”
O bunu işitti ve;
Şehâdeti söyleyip Müslüman oldu.
Yanındakiler de îmân ettiler...
.Allah’a yemîn ederim ki..."
09-08-2021 02:00
Câbir bin Abdullah şöyle anlatır:
Babam Uhud'da şehîd olmuştu.
Kız kardeşim vardı.
Bana bir deve verdi ve;
“Babamızı bu deveyle taşıyıp filân kabristana defnet” dedi.
Ben deveyi aldım.
Ve meydana vardım.
Resûlullah niyetimi anladı.
Ve beni çağırıp;
“Yâ Câbir! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, baban Abdullah da Uhud şehitleriyle birlikte burada gömülecek” buyurdular.
Öyle de oldu.
Abdullah Uhud'a defnedildi.
● ● ●
Câbir bin Abdullah'ın babası şehit olunca çok borcu vardı.
Çoğu da Yahûdîlere idi.
Ve onu sıkıştırıyorlardı!
O, borcunu ödemek istiyordu.
Ama malı, buna kâfi gelmiyordu.
Küçük bir hurma bahçesi vardı.
Başka bir şeyi yoktu.
Bunun için sıkılıyordu.
Bunu, Resûlullaha arz etti.
Efendimiz onu dinledi.
Ve kendisine;
"Yâ Câbir! Hurmaları toplayınca bana haber ver" buyurdular.
Bir gün haber verdi.
Efendimiz teşrîf ettiler ve;
"Alacaklıları çağır!" buyurdular.
Alacaklılar geldiler.
Hepsine o hurmadan verildi.
Borçların tamamı ödenip bitti.
Ama hurmalar bitmedi.
Hattâ daha da çoğaldı.
Efendimiz, hazret-i Câbir'e;
“Bunu Eshâba anlat!" buyurdu...
.Kırılamayan kayanın hikmeti!..
10-08-2021 02:00
Câbir bin Abdullah şöyle anlatır:
Hendek Harbi’nde, Eshâb-ı kirâm bir kayayı kıramayıp, Efendimize haber verdiler.
Efendimiz geldi ve buyurdu ki:
“Bu kayanın üstüne su serpin!”
Onlar da serptiler.
Efendimiz, külüngü aldılar.
O kayaya üç defâ vurdular.
Etrâfa kıvılcımlar saçıldı.
Ve her taraf aydınlandı.
Eshâb, o ışıkta Yemen, İstanbul ve Fâris illerini gördüler.
Ve çok şaşırdılar.
Hikmetini sordular.
Efendimiz; “Bu hâl, bu memleketlerin Müslümanlar tarafından fethedileceğine işârettir” buyurdular.
● ● ●
Hazret-i Câbir, Resûlullah ile birkaç sahâbîyi yemeğe dâvet etmeyi düşündü.
Ancak, malzemesi azdı.
Çok kimseye yetmezdi.
Efendimize gelip; “Yâ Resûlallah, biraz yemeğimiz var. Siz ve birkaç kişi buyurun" dedi.
Efendimiz cevâben;
"Peki, biz gelinceye kadar yemeği ocaktan indirme, ekmeği de tandırdan çıkarma!" buyurdu
Ve eshâba seslendi ki: “Kalkın! Câbir'in ziyâfetine gidiyoruz!"
Yüzlerce sahâbî geldi.
Hazreti Câbir kalabalığı gördü.
Ne yapacağını bilemedi.
Ancak Resûlullahın mûcizesiyle yüzlerce kişi o yemekten yediler ve doydular.
Yemekte bir azalma olmadı.
."Beni memnun etmek istiyorsan!.."
11-08-2021 02:00
Dıhye-i Kelbî radıyallahü anh, îmân etmeden önce ticâretle meşgûl olurdu.
Ve çok zengindi.
Kabîlesinin de reîsiydi.
Resûlullah Efendimizi severdi.
Ziyâretine gelirdi.
Sohbetini dinlerdi.
Ama îmân etmezdi.
Ticâret için gittiği yerlerden her dönüşünde Resûlullahı ziyâret eder ve torunları Hazret-i Hasan'a ve Hazret-i Hüseyin'e hediyeler getirirdi.
Onları sevindirirdi.
Efendimizse üzülür ve;
"Yâ Dıhye! Beni memnun etmek istiyorsan îmân et de, şu güzel vücûdunu Cehennemde yanmaktan kurtar" buyururdu.
O, hiç (Hayır) demezdi.
Zîrâ Efendimizi severdi.
Onu üzmemek için;
"İnşallah o da olur" derdi...
Bedir Harbi sonrasıydı.
Hazret-i Cibrîl geldi.
Ve Dıhye'nin îmân edeceğini Resûlullaha haber verdi.
Aynı gün Dıhye geldi.
Resûl aleyhisselâm, üzerindeki hırkayı çıkarıp Dıhye'nin oturması için yere serdi.
Dıhye, onu gördü.
Hemen yerden aldı.
Öpüp yüzüne sürdü.
Sonra başına koydu.
Resûlullahın duâları bereketiyle kalbinde îmân nûru doğmuş ve parlamıştı.
Seve seve (şehâdeti) söyleyip, o huzurda Müslüman olmakla şereflendi.
.Dizginlerin artık senin elinde!"
12-08-2021 02:00
Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin amcası Seyyid Abdullah, üstâdı Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine bu yeğeninden bahsedip;
“İstîdâdı yüksektir” dedi.
O büyük velî de;
“Onu, bana getir!” buyurdu.
Gelince, kendisine;
“Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine git” buyurdu.
O da “Başüstüne” dedi.
Ve geldi bu nûrlu türbeye.
Büyük velî kabrinden çıkıp;
“Ey oğlum! Benim yolum büyükse de ehli kalmadı. Sen, Mevlâna Hâlid'e git. O, bu zamânın en büyük âlimidir. Onun hizmetine gir” buyurdu
Emri almıştı dedesinden.
Mevlâna Hâlid hazretleri, seksen günde Onu yetiştirip mutlak icâzetini verdi.
Ve Berdesur'a gönderdi.
Seyyid Tâhâ atına biniyordu ki.
Üstâdı gelip, tuttu üzengisini.
Seyyid Tâhâ estağfirullah dedi.
Ve geri çekti kendini.
Lâkin hocası;
“Haydi bin. Bir zamanlar dağdan taş toplatıp dergâha taşıttım. Zor işlerle yordum sizi. Şimdiyse severek tutuyorum üzenginizi” buyurdu.
“Peki efendim” dedi.
Ve üzengiye basıp bindi ata.
Üstâdı, atının dizginini tuttu.
Ve bir müddet yanında yürüdü.
Sonra dizginleri ona verip;
“Dizginlerin artık senin elinde. Allah yardımcın olsun. Ona güven, Ona sığın!” buyurdu.
.Böyle velî nâdir gelmiştir!..
13-08-2021 02:00
Seyyid Tâhâ hazretleri, büyük âlim ve velî idi.
İhlâsta, Hazret-i Ebû Bekr'e çok benziyordu.
Şecâatte Hazret-i Ömer'e.
Hayâda Osmân-ı Zinnûreyne.
Evliyâlıkta hazret-i Alî’ye...
Allah’tan çok korkardı!
Öyle ki bu korkunun çokluğundan eğilmişti boyun kemiği.
Heybetinden bakılmazdı yüzüne!
Böyle velî nâdir gelirdi yeryüzüne.
Onu gören, âşık olurdu.
Sohbetini dinleyense kâmil insan.
Hocasının emriyle Berdesur'a gitti.
Allah’ın kullarını irşat etti.
Sonra Nehri'ye yerleşti.
Herkes sohbetine gelirdi akın akın.
Bir ışık kaynağına üşüşen pervaneler gibi, herkes, her taraftan Nehri’ye koşuyordu.
Oraya giden, nûra kavuşuyordu.
Nehri’ye abdestsiz girilmezdi.
Resûlullahın yolu, ilim, ahlâk ve edep, Nehri’den yayılırdı hep.
Mektep ve medreseler.
Yüzlerce müderrisler.
Ve binlerce talebeler.
Orada ihyâ oluyordu.
Nehri'ye sanki (nûr) yağıyordu.
Seyyid Tâhâ hazretleri, ne zaman sohbete başlasa, dinleyenler kendinden geçiyor, medresesinde her gün kazanlarla yemek pişiyordu.
Yalnız talebeler değil.
Herkes orada yiyip içiyordu.
Bin yedi yüz hâne.
On altı bin Müslüman.
O medreseden geçinirlerdi...
.Hep Elhamdülillah derdi...
14-08-2021 02:00
Seyyid Tâhâ hazretleri, talebeleriyle bizzât meşgûl olur, her türlü dertlerine dermân olurdu o çocukların.
Bütün devlet ricâli.
Hattâ sultânlar.
Onun emrine muntazırdılar.
Îran Şâhı bile anlamıştı onun büyük zât olduğunu.
Nitekim Şemdinli yakınında yüz kırk beş pâre köyü, ona bağışlamıştı.
Bu haberi kendisine verdiler.
Başını önüne eğdi ve;
“Elhamdülillah" dedi.
Şükretti Rabbine.
Yıllar geçti aradan.
Îran Şâhı öldü.
Yerine oğlu geçti.
Ve babasının bu büyük zâta hediye ettiği o köyleri geri aldı.
Bunu Seyyid Tâhâ'ya söylediler.
Yine başını eğdi.
Az tefekkür etti ve;
“Elhamdülillah" dedi.
Şükretti Rabbine.
Yakınları bu hâlini gördüler.
Ve çok merak ettiler.
Kendisine;
“Efendim, hikmeti nedir ki, her iki hâlde de (Elhamdülillah) deyip şükrettiniz?” dediler.
Büyük velî;
“O köyleri verdikleri zaman kalbime baktım. Gördüm ki zerre kadar (sevinç) eseri yok. Sevinip (Elhamdülillah) dedim. Aldıklarında da kalbime baktım. Gördüm ki hiç (üzüntü) yok. Yine sevinip hamdettim Rabbime” buyurdu.
."Bir mürşit lâzım ama..."
15-08-2021 02:00
Seyyid Tâhâ hazretleri, bir talebeyi huzûruna çağırıp; “Vana git, şu işleri yap” buyurdu.
Çocuk da Van’a gitti.
Ve o işleri hâlletti.
Tam geri dönüyordu ki.
Van vâlisi kendisine;
“Burada kalsanız da Van halkına vâz-ü nasîhat etseniz. Size minnettar kalırım” dedi.
Delikanlı dedi ki:
“Hocam izin verirse olur.”
“Hocan kim senin?”
“Seyyid Tâhâ hazretleri.”
Vâli dedi ki:
“Ona, benden selâm söyle.
Ve bu ricâmı ilet kendisine.”
“Peki efendim” dedi.
Ve dönüp hocasına geldi.
Vâlinin ricâsını Ona arz eyledi.
Seyyid Tâhâ hazretleri;
“Van için bir mürşit lâzım. Ama bu iş sana bana nasîb olmaz. Öyle zannederim ki bu devlet, senin yakınlarından birine nasîb olur” buyurdu.
Genç “O kimdir hocam?” dedi.
“Ben de bilmiyorum. Ama ismi Fehîm’dir. O ileride büyük bir velî olur” buyurdu.
Talebe arz etti ki:
“Benim bir amcazâdem vardır.
Onun ismi Fehîm’dir efendim.”
Seyyid Tâhâ;
“Öyle miii, bir daha geldiğinde Onu da getir, bir göreyim” buyurdu.
Gidip, söyledi bunu amcasına.
O da, oğlu Fehîm’i aldı yanına.
İkisi düştüler Nehri yoluna.
Seyyid Tâhâ hazretleri gördü onu.
Anladı beklediğinin O olduğunu...
.“Bu işi Seyyid Tâhâ çözer!”
16-08-2021 02:00
Bir zamanlar Irak'ta iki meşhur kabîle vardı.
Berzenciler ve Hayderîler.
Bir zaman aralarına büyük bir husûmet girdi bu iki kabîlenin.
Sonra iş büyüdü.
Savaşa doğru gidiyordu.
Nice sözü geçen, îtibârlı kimseler girdiler araya.
Ama fayda etmedi.
Bir türlü anlaşamadılar.
Ne yapacaklarını şaşırdılar.
Çâresizdiler.
Nihâyet biri çıkıp dedi ki:
“Bu işi, ancak bir kişi çözer.”
“O zât kimdir?” dediler.
“Seyyid Tâhâ hazretleri” dedi.
İki taraf da bunu kabûl ettiler.
Ve bir heyet, Nehri’ye gitti.
Durumu bu zâta anlatıp;
“Hâl vaziyet işte böyle. Şu an iki kabîle savaşmak üzeredir ve bütün ümit sizdedir” dediler.
Bunu hâlletmek dînî bir vazîfeydi.
Hem de insânî bir görev.
Zîrâ durum kritikti.
Seyyid Tâhâ hazretleri;
“Pekâlâ, gidelim!” dedi.
Ricâlarını kabûl etti.
Ve onlarla birlikte Irak'a gitti.
Hâdise mahalline yaklaşırken neredeyse savaş başlamak üzereydi.
İki taraf da çok gergindi!
Her an, her şey olabilirdi.
Ama Seyyid Tâhâ geldi.
Fitne fesat da sona erdi.
Zîrâ iki taraf da çok seviyor ve sayıyorlardı bu büyük velîyi.
Onu hürmetle karşıladılar.
Ve barışıp anlaştılar.
."Bize duâ buyurun..."
17-08-2021 02:00
Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin huzûruna bir gün bir Ermeni geldi. Çocuğu olmadığını söyleyip;
“Bana duâ eder misiniz” dedi.
Seyyid Tâhâ;
“Peki, olur” buyurdu.
Ve bunun için duâ etti ona.
Beş yıl geçti aradan.
Aynı adam yine bu zâta gelip;
“Efendim, beş yıl önce, çocuğumuz olması için sizden duâ istemiştim. On çocuğumuz oldu. Size müteşekkiriz. Artık duâ etmeyin, bu kadar yeter” dedi.
● ● ●
Bir gün de seyyitlerden iki kişi, katırlarına bir sürü hediyeler yükleyip yola çıktılar.
Nehri'ye gidiyorlardı.
Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerini ziyâret edip hediye sunacaklardı. Lâkin yolda Mûsa Bey adında bir zâlim durdurdu onları.
Katırlarını aldı.
Yüklerini gasbetti.
İki seyyid, çok üzüldüler buna.
Seyyid Tâhâ hazretlerine gittiler.
Ve hâdiseyi naklettiler.
O da çok üzüldü buna.
Ve o zâlim kişiye; “Onlar evlâd-ı Resûldür, üzme onları. Yükler senin olsun, katırlarını iâde et” diye haber gönderdi.
Ama aldırmadı adam.
Büyük velî çok üzüldü.
Ve Allaha havâle etti onu!
O zâlim, o gece tam yatacaktı.
Fecî bir ağrı saplandı midesine.
Yerleri tırmalıyordu acısından!
Sabaha çıkamadı...
.Sen ayrıl o hocadan!"
18-08-2021 02:00
Gürpınar'da bir genç, köyünden çıkıp geldi bir gün Seyyid Tâhâ hazretlerinin dergâhına.
Sohbetini dinleyip bu zâtı sevdi.
Seyyid Tâhâ da bu genci sevdi.
Ve tesbîhini ona hediye etti.
O günlerde gencin köyünde dağdan bir (kurt) gelip saldırdı bu gencin koyunlarına.
Hepsini boğdu!
Şeytanın işi ne?
Bu gence vesvese verdi.
“O hoca sana uğursuz geldi. Koyunların telef oldu. Ayrıl o hocadan, köyüne git!” dedi.
Genç de aldandı buna.
Aldığı tesbîhi iâde etti.
Ve köyüne döndü...
Otuz sene geçti aradan.
Seyyid Tâhâ, ikindiyi kıldıracaktı.
Bunun için geçti mihrâba.
Tam tekbîr alacaktı ki.
Bir elini şiddetle uzattı ileri!
Sonra namaza durdu.
Cemâat de bunu görmüştü.
Merak edip, sebebini sordular.
Buyurdu ki:
“Bir mümin ölürken, şeytan gelip îmânsız gitmesi için vesvese verdi. Büyüklere sığınıp şeytanı kovduk. Çok şükür îmânla gitti.”
Sordular ki:
“O mümin kimdi efendim?”
“Bizi sevip de ayrılan biriydi.”
“Yoksa şu sizin hediye ettiğiniz tesbîhi iâde edip de dergâhı terk eden genç miydi?”
“Evet, o genç idi.”
“Ama o, kıymetinizi bilmemişti.
Buyurdu ki:
“Bir gün de olsa sevmişti ya...”
.Pîrimiz hayâttadır
19-08-2021 02:00
Vaktiyle Derviş Bey diye biri, Müküs kaymakamıydı.
Bir gün bir suç işledi.
Erzincan müşîri de, onu azletti.
Ve hapsedilmesi için emir verdi.
Derviş Bey çâresizdi.
Seyyid Fehîm hazretlerine gidip;
“Efendim, vazîfeden alındım ve hapsedileceğim. Erzincan müşîrine bir mektup yazsanız da beni affetse” diye arz etti.
Seyyid Fehîm de;
“Pîrimiz Seyyid Tâhâ hayâtta.
Ona arz eyle, o hâlleder” dedi.
Derviş Bey Nehri'ye koştu.
Ve arz etti bunu o büyüğe.
Seyyid Tâhâ hazretleri;
“Üzülme işin hâllolur” buyurdu.
Müşîre mektup yazıp, ona verdi.
Derviş Bey mektûbu aldı.
Ve acele Erzincan’a vardı.
Vakit gece yarısıydı.
Şimdi bir otele ineyim, mektûbu yârın arz ederim" dedi.
Ve en yakın bir otele yaklaştı.
Kapıda iki memur bekliyordu.
Meğer her otelin önünde, iki memur bekliyormuş kendisini.
Sordu memurlar:
“Derviş Bey siz misiniz?”
“Evet, benim.”
“Buyurun, müşîr sizi bekliyor”
Müşîr, Derviş Bey’e sarılıp;
“Seyyid Tâhâ, sekiz gecedir rüyâma giriyor ve (Sana, sevdiğim birini gönderiyorum, işini hâllet) diye emrediyor” dedi.
Ve mektûbu aldı.
Açıp, hürmetle okudu.
Saygıyla öpüp, sürdü yüzüne.
Gönderdi onu eski vazîfesine.
.İhtiyâcın olursa bana gel
20-08-2021 02:00
Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin dergâhında misâfir eksik olmazdı.
İâşe işlerine bakan kişi geldi.
Ve arz etti ki:
“Efendim hiç unumuz kalmadı”.
Seyyid Tâhâ buyurdu ki:
“Ambarımız unla dolu!”
Memur şaşırdı.
“Özür dilerim efendim, az önce hepsini süpürdüm” dedi.
Büyük Velî buyurdu ki:
“Git de bir daha bak.
Ambarda un olacak.”
Memur koştu ambara.
Gördü ki her yer un ile dolu.
● ● ●
Hırsızın biri de, bir gece yarısı Seyyid Tâhâ hazretlerinin ambarına girdi.
Baktı ki her yer çuval çuval un.
Birine yapışıp götürmek istedi.
Ama çuvalı kaldıramadı.
Yarısını boşalttı.
Yine kaldıramadı.
Biraz daha boşaltıp denedi.
Bir milim bile oynamadı yerinden.
Çok şaşırdı!
Zîrâ dolu çuvalı rahat kaldırırdı.
Az daha boşaltıp denedi.
Ama bir şey değişmedi.
Şaşkın hâlde düşünüyordu ki.
Seyyid Tâhâ hazretleri geldi.
Ve yanına yaklaşıp;
“Dur, yardım edeyim” dedi.
Ve çuvalı hırsızın sırtına koydu.
Sonra tebessüm ederek;
“Al git, şimdilik bu yeter. Bir daha ihtiyâcın olursa ambara değil, bana gel!” buyurdu.
Hırsız, tövbe etti.
Ve o gün bıraktı bu işi.
.Dünyâdan gitmemizin vaktidir
21-08-2021 02:00
Mevlâna Hâlid hazretleri, Tâhâ-yı Hakkâri’ye yazdığı bir mektupta; “Şöhret âfettir, devlet erkânının dâvetlerine gitmeyiniz!” buyurdu.
Eğer sorarlarsa deyin ki:
“Biz derviş kimseleriz. İşimiz, Allahın dînine hizmet ve devlet erkânına duâ etmektir”.
Yine bir sohbetinde;
“Bizim, Seyyid Tâhâ'dan ve Seyyid Abdullah'tan üstün olduğumuzu sanmayın” dedi.
Dinleyenler arz ettiler ki:
“Ama onları siz yetiştirdiniz.”
Büyük Velî cevâbında;
“Evet öyledir. Ama biz, büyük bir Sultânın oğlunu yetiştiren hoca gibiyiz. O ikisi, iki cihân Sultânının evlâtlarıdır. Tabii ki bu hocaya üstünlükleri vardır” buyurdu.
● ● ●
Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün ağaçlık bir mevkîde talebesiyle sohbet ediyordu.
O esnâda bir mektup getirdiler.
Ve bu zâta verdiler.
“Açın, okuyun!” buyurdu.
Mektubu dinleyince dedi ki:
“Dünyâdan gitmemizin vaktidir.”
Sonra kalktı ve evine gitti.
Hastalanıp ağırlaştı!
Talebelerini yanına çağırdı.
Hepsiyle vedâlaştı.
Son olarak da;
“Seyyid Sâlih, birâderimdir ve kemâl bulmuş bir Velîdir” buyurdu.
Ve onu vekîl yaptı yerine.
O gün kavuştu Rabbine.
.Onlar bana bir şey yapamaz
22-08-2021 02:00
Kureyş’in ileri gelen müşrikleri bir gün Kâbe dibinde oturmuş Efendimizi çekiştiriyorlardı.
O ara, birisi ayağa fırlayıp;
"Bu ne hâldir yâhu! Üzerimize ölü toprağı mı serpildi? O, tanrılarımıza hakâret ediyor, biz susuyoruz. Ona haddini bildirmeliyiz!" diye bağırdı.
O anda Efendimiz göründü.
Bu konuşmaları işitti.
Muhteşem bir vakarla geldi.
Ve onların karşısına dikilip;
"Ey Kureyşliler! Eğer îmân etmezseniz, sizi koyun gibi keserim. Elimden kurtulamazsınız!” diye seslendi.
Cevap veremediler.
Ve çâresizlik içinde;
"Amân yâ Ebel Kâsım! Biz sana ne dedik ki. Şeyy… Yâni ne diyebiliriz ki. Sen bizden birisin. İbâdetine devam et. Biz sana nasıl karışabiliriz?" diyerek yalvarmaya başladılar.
Ertesi gün oldu.
Kâbe'ye koştular yine.
Reîsleri, diğerlerine;
"Bu iş buraya kadar. Yetti artık. Onu ilk gördüğümüz yerde öldüreceğiz!" dedi.
Ve sordu onlara:
"Tamam mı?"
“Tamam.”
“Söz mü?”
“Söz.”
O anda Hazret-i Fâtıma geldi.
Vaziyeti görüp çok üzüldü.
Peygamberimiz, ona;
“Üzülme kızım. Onlar bana bir şey yapamaz" buyurdular.
.Şunu görüyor musunuz?
23-08-2021 02:00
Efendimiz aleyhisselâm, bir gün Kâbe'de müşriklerin hidâyete gelmesi için duâ ediyordu.
Ebû Cehil ve yandaşları geldi.
Ve yılışık bir tavırla oturdular.
Gâyeleri, onu üzmekti.
Ebû Cehil ileride birşey gördü.
Bu, bir deve işkembesiydi.
Onu yandaşlarına gösterip;
"İçinizde şunu kim alır da, şu adam secdeye gittiğinde, götürüp omuzunun üzerine koyar?" dedi.
Şu adam dediği, Efendimizdi.
Ukbe kâfiri kalktı;
"Bu işi ben yaparım" dedi.
Ve onu alıp bu alçaklığı yaptı.
Abdullah bin Mes’ud, bunu gördü.
Çarpılmışa döndü!
Bir türlü inanamıyordu.
"Hayır, olamaz!" dedi.
İnsan bu kadar süflîleşemez.
Bu kadar aşağılık olamaz.
Kaldırmaya yeltense öldürürlerdi.
Garipti çünkü. Kimi kimsesi yoktu.
Üstelik zayıf bünyeliydi.
Derken koşarak bir hâtun geldi.
Bu gelen Hazret-i Fâtıma idi.
Babasının üstündeki o şeyi attı.
Efendimiz doğrulup selâm verdi.
O kâfirlerin isimlerini birbir sayıp;
Allah’a havâle etti onları!
Bunlar, yedi bedbah idi.
Yedisi de Bedir'de öldürülüp, leşleri atıldı kör bir kuyuya.
Efendimizin bu bedduâsını işiten mel’unlar, gülmeyi bırakıp derin bir sessizliğe büründüler!
Yüzlerinin kanı çekilmişti.
Belli ki, âkıbetlerini görür gibi olmuşlardı şimdiden.
.Hazret-i Alî yumuşak huyluydu
24-08-2021 02:00
Hazret-i Alî (radıyallahü anh), yumuşak huylu olup, hiç kızmazdı.
Kamber adında bir kölesi vardı.
Severek yapardı her hizmetini.
Bir gün odasından seslendi ona:
“Kambeeer...!”
Cevap gelmedi.
Sesini daha yükseltti:
“Kambeeer!”
Yine cevap gelmedi.
Hâlbuki Kamber işitiyordu.
Bile bile cevap vermiyordu.
Hazret-i Alî merak etti.
Zîrâ biraz önce kapının önünde görmüştü kendisini.
Yedi defâ çağırmıştı.
Ama cevap alamamıştı.
Öğrenmek için dışarı çıktı.
Çıkınca, donakaldı hayretten!
Zîrâ Kamber kapının önündeydi.
Ve fütursuzca oturuyordu.
Üstelik, korkmadı onu görünce.
Hazret-i Alî sordu:
“Beni duymadın mı?”
“Duyduuum.”
“Peki niçin cevap vermedin?”
“Sizi imtihan ettim. Cevap vermeyince kızacak mısınız diye denedim sizi.”
“Peki, ya netîce?”
“Kızmayıp imtihanı kazandınız.”
Hazret-i Alî sâkindi.
“Ey Kamber! Dünyâlık şeyler için kolay kolay öfkelenmem. Ama seni bu imtihana teşvîk edeni kızdırayım da gör” dedi.
Ve ardından buyurdu ki:
“Seni âzât ettim, hürsün artık.”
Onu teşvîk eden, şeytandı.
Onu âzât edince İblîsin beli kırıldı.
.Duâ buyurun da su azalsın
25-08-2021 02:00
Bir gün bir akarsu taşıp, etrâftaki ekinlere zarar vermişti.
Çoğu insan mağdur olmuştu.
Derhâl Hazret-i Alî’ye koştular.
Ve ricâ ettiler ki:
“Duâ buyurun da, su azalsın”
Hazret-i Alî “Peki” dedi.
Ve hazırlanıp çıktı evden.
Resûlullahın gömleğini giydi.
Onun sarığını başına sardı.
Onun âsâsını eline aldı.
Hasan ve Hüseyin ile birlikte o ırmağın kenarına vardı.
Elindeki asâ ile suya işâret etti.
Suyun seviyesi düştü biraz.
İkinci işârette biraz daha indi.
Üçüncüde az daha.
Nihâyet kalabalığa sordu ki:
“Bu kadar kâfi midir?”
Onlar, hep bir ağızdan;
“Kâfidir yâ Alî!” dediler.
Ve teşekkür edip dağıldılar.
● ● ●
Efendimiz, bir gün hazret-i Alî'ye;
“Yâ Alî! Seninle ben, Hârun ile Mûsâ gibiyiz” buyurdu.
Nitekim bir harbe gidiliyordu.
Efendimiz, Hazret-i Alî'ye;
“Sen Medîne'de kal” buyurdu.
O da “Başüstüne” dedi.
Münafıklar, bunu bir fırsat bilip;
“Muhammed ondan sıkıldığı için Medîne'de bıraktı” dediler.
Hazret-i Alî bunu işitti.
Derhâl Efendimize koştu.
Ve bunu Ona haber verdi.
Efendimiz, ona sevgiyle bakıp;
“Onlar yalan söylüyor yâ Alî. Sen benimle; Hârun ile Mûsâ gibi olmak istemez misin?” buyurdular.
.Gel öyleyse kadıya gidelim
26-08-2021 02:00
Hazret-i Alî (radıyallahü anh), halîfe iken zırhını kaybetmiş ve çok aradıysa da bulamamıştı.
Bir gün Kûfe'de idi.
Zırhını, bir Yahûdîde gördü.
Ve ona buyurdu ki:
"Bu zırh benim, sende ne arıyor?"
Yahûdî îtirâz etti:
"Hayır, bu zırh benim."
Hazret-i Alî, yahûdîye;
"Kadıya gidelim” dedi.
Ve birlikte kadıya gittiler.
Kadı Şüreyh, hazret-i Alîye sordu:
"Mesele nedir?"
Hazret-i Alî arz etti:
"Bunun elindeki zırh benimdir.”
Kadı Şüreyh Yahûdîye döndü:
"Sen ne diyorsun?"
"Hayır, bu zırh benimdir” dedi.
Kadı, hazret-i Alî'ye sordu:
"Senin şâhidin var mı?"
"Âzâtlı kölem Kamber ve oğlum Hasan, şâhittirler.”
Ancak kadı Şüreyh dedi ki:
"Oğulun babaya şâhitliği câiz değil, başka şâhit göster." Yahûdî bunları dinledi.
Çok duygulandı.
Ve sesi titreyerek;
"Mü’minlerin emîri, beni kendi hâkimine götürdü. Ama kendi hâkimi kendisinin aleyhine hüküm veriyor. Böyle bir adâlet ancak hak dinde olur" dedi.
Şehâdeti getirdi.
Müslüman oldu ve;
"Ey mü’minlerin emîri, bu zırh senindir. Zîrâ senin devenden düşmüştü de ben almıştım" deyiverdi.
.Ben onsuz yaşayamam
27-08-2021 02:00
Alî bin Ebî Tâlip radıyallahü anh vefât edince, oğulları Hasan ve Hüseyin onu defnettiler.
Geri dönerken bir inilti duydular.
Baktılar ki, orada biri yatıyor.
Çok yaşlı, garip ve hasta.
Üstelik de ağlıyor.
Acıyıp sordular ki:
"Amca niçin ağlıyorsun?”
"Derdim büyük gençler.”
"Nedir derdin baba?"
"Ben bir yiğidi merak ederim ki, bir senedir gelir ve bütün ihtiyâcımı görürdü. Bugün gelmedi. Ben onsuz ne yaparım?
"O yiğit kimdi baba?”
"Bilmiyorum. İsmini sordum, söylemedi. Israr edince de; (İsmimi ne yapacaksın? Ben, Allah için hizmet ediyor, mükâfâtını da Ondan bekliyorum) dedi.”
"Peki nasıl biriydi?”
"Ben âmâyım, onu târif edemem.
Ama devamlı Rabbini zikrederdi.
Zikrine melekler de iştirak ederdi”
İki kardeş ağlamaya başladılar!
Bu defâ o merak etti:
"Siz niçin ağlarsınız?”
"Târif ettiğin kişi babamızdır.
Adı dahî Alî bin Ebî Tâlip'tir."
"Ne oldu ona?"
"Bu sabah vefât etti.”
O bunu duyunca, yalvardı ki:
“Beni onun kabrine götürün!"
Götürdüler.
Orada açtı ellerini ve ağlayarak;
"Yâ ilâhî! Beni bu kabir sâhibine kavuştur. Ben onsuz yaşayamam" diye duâ etti.
Duâsı kabûl olup vefât etti.
Ve oracığa defnolundu.
.Siz bir kimseye iyilik etseniz…
28-08-2021 02:00
Bir gün Eshâbtan birkaç kişi;
“Yâ Resûlallah, Alî'yi niçin çok seversiniz? diye sordular.
Efendimiz de;
"Alî'yi çağırın, niçin çok sevdiğimi söyleyeyim” buyurdu.
Bir sahâbî kalktı.
"Başüstüne" dedi.
Ve çağırmaya gitti.
O arada Efendimiz;
"Ey Eshâbım, siz bir kimseye iyilik etseniz, o da buna karşılık size kötülük etse, ne yaparsınız?” diye sordu.
Cevâben dediler ki:
"Biz yine iyilik ederiz."
"Yine kötülük etse?"
"Biz yine iyilik ederiz.”
Efendimiz dördüncü defâ sorunca, başlarını aşağı indirdiler.
O esnâda Hazret-i Alî geldi.
Efendimiz, aynı şeyi ona sordu.
Hazret-i Alî arz etti ki:
"Ben yine iyilik ederim.”
"Yine kötülük etse?"
"Yine iyilik ederim.”
Efendimiz yedinci defa sorunca;
"Yorulmayın yâ Resûlallah! O bana mahşere kadar kötülük etse, ben de ona mahşere kadar iyilik ederim" dedi.
Efendimiz sevindiler.
Tebessüm ettiler.
Eshâba buyurdular ki:
“Şimdi anladınız mı?”
Eshâb cevâben;
"Evet yâ Resûlallah, Alî'yi neden çok sevdiğinizi şimdi çok iyi anladık. Hakîkaten sevginize lâyıkmış. Çünkü aramızda en güzel cevâbı o verdi" dediler.
.Resûlullahı çok seviyordu
29-08-2021 02:00
Dıhye-i Kelbî (radıyallahü anh), ticâret için uzak seferlere gider ve dönüşte küçük Hasan ile küçük Hüseyin'e hediyeler getirirdi.
Kendisi çok güzeldi.
Çok da yakışıklıydı.
Cebrâil aleyhisselâm, çoğu zaman onun sûretinde gelirdi Resûlullaha.
Bir gün yine Dıhye sûretinde geldi.
Hasan ve Hüseyin de mesciddeydi.
Ve bir köşede oynuyorlardı.
Onu görünce çok sevindiler.
Zîrâ onu Dıhye zannetmişlerdi.
Derhâl oyunu bıraktılar.
Ve koşup kucağına oturdular.
Acabâ ne hediye getirdi diye.
Minik ellerini iki cebine uzattılar.
Zîrâ Hazret-i Dıhye, cebinden çıkarıp da verirdi hediyelerini.
Lâkin elleri boş çıktı çocukların.
Hazret-i Cibrîl mahcup oldu.
Oracıktan uzandı Cennete.
Bir salkım üzüm koparıp verdi birine.
Sonra bir nar koparıp uzattı diğerine.
Çocukların işi görülmüştü.
Koştular oyun yerlerine.
Tam yiyeceklerdi ki.
Mescidin kapısında biri göründü.
Fakîr kılıklı bir ihtiyârdı bu gelen.
Kapıdan seslendi ki:
“O meyvelerden bana da verin!”
Çocuklar koştular.
Biri üzümü uzattı, diğeri ise narı.
Fakîr, meyveleri tam alıyordu ki.
Hazret-i Cibrîl seslendi çocuklara:
“Durun, meyvenizi ona vermeyin!”
O gelen, fakîr kılığında Şeytan’dır.
Ve Cennet meyvesi ona haramdır”
Çocuklar, bu îkâzla geri döndüler.
Şeytan da rezîl olarak terk etti o yeri.
.Namazlarını kılabildin mi evladım?”
30-08-2021 02:00
Anadolu evliyâsından olup, 1697'de İstanbul'da vefât eden Gavsî Ahmed Dede’nin yakınlarından bir delikanlı vardı.
Bu zâtı çok seviyordu.
Bu genç, bir yolculuğa çıktı.
Deniz yolculuğuna.
Dönüşte geldi bu zâtın huzûruna.
Büyük zât sevgiyle karşıladı genci
Buyurdu ki:
| | |