 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
Receb ayına saygının neticesi
1 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :31 Aralık 2024 22:53
Receb ayı, Âdem aleyhisselamdan beri kıymetli idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi.
Sual: Receb ayı, her ümmet için kıymetli mi idi ve her ümmet bu aya saygı gösterir miydi?
Cevap: Mübarek üç ayların ilki olan receb ayı, Âdem aleyhisselamdan beri kıymetli idi. Bu ayda muharebe etmek günah idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb demek, mürecceb, muazzam, muhterem, kıymetli demektir. Fârisî Enîsülvâ'ızîn kitabında deniyor ki:
“İsa aleyhisselâm zamanında bir genç, güzel bir kıza tutulmuştu. Ona kavuşmak için çırpınıyordu. Nice zaman sonra söz aldı. Bir akşam, odada buluştular. Genç, pek sevinçli idi. Ansızın, pencereden hilali, yeni ayı gördü. Bu hangi aydır dedi. Kız, receb deyince, genç toparlandı, gitmek için hazırlandı. Kız şaşırıp, ne oluyorsun dedi. Genç, babalarımdan işittim. Receb ayında günah işlenmez. Bu aya saygı gösterilir deyip, özür diledi ve evine gitti...
Allahü teâlâ, İsa aleyhisselâma vahiy gönderip, olanları bildirdi. Bu genci ziyaret et! Selamımı söyle buyurdu. Genç, receb ayına gösterdiği bir saygı için, büyük bir Peygamberin kendine gönderildiğine sevinerek iman etti. İyi bir mümin oldu. Receb ayına gösterdiği bir saygı sebebi ile, iman şerefine kavuştu.”
Hadis-i şerifte de;
(Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikram edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyada ve ahırette ikram eder) buyuruldu.
Sual: Zamanımızda kullanılan miladi ve hicri senelerdeki gün sayısı, uzunlukları ve bu takvimlerin başlangıçları aynı mıdır?
Cevap: Uzunluk bakımından iki türlü sene vardır ki bunlar; Şemsî ve Kamerî senedir. Şemsî sene, güneş senesi olup, dünyanın güneş etrafında bir devir yaptığı zamandır ki, 365 vasatî güneş günüdür. Kamerî sene; ayın, dünyanın etrafında 12 kerre döndüğü zaman olup, 354 güneş günüdür. Güneş yılı, kamerî yıldan 10 gün daha uzundur. Başlangıç zamanına göre, iki türlü sene kullanılmaktadır. Bunlar; milâdî sene, hicrî sene. Milâdî sene, İsa aleyhisselamın doğum günü zannedilen zamandan başlar. Hicrî sene, Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettiği seneden itibaren başlamaktadır.
Sual: Selam verene veya aksırıp elhamdülillah diyene hemen, geciktirmeden cevap vermek gerekir mi?
Cevap: Selam verene ve üçe kadar aksırıp da Elhamdülillah diyene hemen cevap vermek farz-ı kifayedir. İşitenlerin cevabı geciktirmesi haramdır. Tövbe etmeleri lazım olur.
Regâib gecesine farklı anlam vermek!
3 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :2 Ocak 2025 22:25
Nûr-i Nübüvvetin, hazret-i Âmine validemize intikali, şimdiki Cemâzil-âhır ayındadır, Regâib gecesinde değildir.
Sual: Peygamber efenimizin anne, babasının evlendiği geceye Regâib gecesi diyenler var. Böyle bir şeyin aslı var mıdır?
Cevap: Türkiye'de ve birçok İslam memleketlerinde, bir asırdan beri, Peygamber efendimizin babası hazret-i Abdullah'ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle mana vermek doğru değildir. Resulullah Efendimizin dokuz aydan önce dünyayı teşrif etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksanlık ve kusurdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusursuz olduğu gibi, hazret-i Âmine validemizi nurlandırdığı zaman da, noksan ve kusurlu değildi. Bu zamanın noksan olması, tıp ilminde ayıp ve kusur sayılmaktadır.
Peygamber Efendimizin babası hazret-i Abdullah'ın evlendiği sene, ayların yeri değişik idi. Receb ayı, Cemâzil-âhır ayının yerinde idi. Yani bir ay ileride idi. O hâlde, nûr-i Nübüvvetin, hazret-i Âmine validemize intikali, şimdiki Cemâzil-âhır ayındadır, Regâib gecesinde değildir.
Sual: Bazı kimseler, Regâib gecesi gibi mübarek gecelerde cemaatle toplu namaz kılıyorlar. Böyle yapmanın dinimizdeki yeri nedir?
Cevap: Regâib, Berât ve Kadir namazlarını cemaatle kılmak mekruhtur. Regâib namazı, recebin ilk cuma gecesi kılınan nafile namazdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydana çıkmıştır. Birçok âlim, bunun çirkin bidat olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaatle namaz kılan yüzlerle kişiler, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin söz birliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler. Mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir. Çünkü, haramı mubah bilmek, küfür olur. Mekruhu mubah bilmek, ondan bir basamak aşağıdır. Bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır.
Nafile ibadetleri gizli yapmak lazımdır. Böylece, riya ve gösteriş tehlikesi olmaz. Cemaat ile kılmak böyle değildir. Farzları açıkça yapmak, herkese göstermek lazımdır. Çünkü farzlarda gösteriş lekesi olmaz. Bunları cemaat ile kılmak, bunun için uygundur. Bundan başka, cemaatin çok olması, fitne uyandırır. Hadis-i şerifte; (Fitne uykudadır. Bunu uyandırana, Allah lanet eylesin!) buyuruldu.”
.
Receb ayında hareketsiz kalanlar
4 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :3 Ocak 2025 22:08
“Allahü teâlânın sevgili kullarından bir grup vardır ki, onlara 'Recebî' derler..."
Sual: Receb ayında, Allah'ın sevgili kulları varmış ve receb ayı boyunca bunlar hiç hareket etmezlermiş deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
Cevap: Bu konuyla alakalı olarak Muhyiddîn Arabî hazretleri Fütû-hât-ı Mekkiyye kitabında şöyle yazmaktadır:
“Allahü teâlânın sevgili kullarından bir grup vardır ki, onlara 'Recebî' derler. Onlar kırk kişidir. Sayıları artmaz ve eksilmez. Receb ayında hiç hareket etmezler. Ayakta duramadıkları gibi, oturamazlar da. Ellerini, ayaklarını ve gözlerini dahi kıpırdatacak kuvveti kendilerinde bulamazlar. Receb ayının ilk günlerinde bu hâl üzere olurlar. Günden güne bu hâlleri hafîfler. Şaban ayı girince, bu hâlleri kalkar. Bazen onlardan bir kısmında bu keşif hâlleri kalıp, bir sene devam eder...
Recebîlerden birini gördüm. Onda Rafızilerin durumunu keşfedip görme hâli baki kalmıştı. Tanımadığı bir Rafıziyi domuz şeklinde görür ve sen Rafızisin, tövbe et, derdi. O Rafızi tövbe ederse, onu insan suretinde görürdü ve sen gerçekten tövbe ettin, derdi. Eğer o kimseyi yine domuz suretinde görürse, yalan söylüyorsun, sen tövbe etmedin, derdi...
Bir gün Şafii mezhebinde oldukları ve iyi kimseler olarak tanınan iki kişi huzuruna geldiler. Meğer o iki kişi dıştan iyi görünmelerine rağmen, Rafızi imişler. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Osman hakkında yanlış ve kötü düşüncelere sahip imişler. O zat huzuruna gelen bu iki kişiye dışarıya çıkmalarını söyledi. Sebebini sorduklarında, ben sizi domuz şeklinde görüyorum, dedi. O iki kimse o anda kalblerinden tövbe ettiler. Bunun üzerine o zat, şimdi tövbe ettiniz. Çünkü şu anda sizi insan suretinde görüyorum, dedi. O kimseler buna çok şaştılar ve bozuk itikatlarından tamamen vazgeçtiler.”
Sual: Bir Müslümana, nafile olarak oruç tutmak mı yoksa İslamiyetin emirlerini öğrenip uymak mı daha faydalıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İnsanlar, riyazet çekmek deyince, açlık çekmeyi ve oruç tutmayı anladılar. Hâlbuki, dinimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nafile oruç tutmaktan daha güç ve daha faydalıdır. Bir kimsenin, önündeki yiyeceklerden, dinimizin emrettiği kadar yemesi, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyazettir ve diğer riyazetlerden çok üstündür.”
Buna, ister rü'yet desinler, ister müşâhede desinler. Kalb göremeyince, göz elbette göremez. Bu dünyâda gözün Allahü teâlâyı görmesi mümkün değildir. Kalbde hâsıl olan yakîn, Âlem-i misâlde, rü'yet şeklinde görülmekdedir.
Allahü teâlâyı dünyada görmek!..
5 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :4 Ocak 2025 23:16
"Bu âlem, Allahü teâlâyı görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir."
Sual: Allahü teâlâyı bu dünyada bu gözlerle görmek mümkün müdür?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabının çeşitli yerlerinde buyuruyor ki:
“İslâmiyet; ilim, amel ve ihlas olmak üzere üç kısımdır ki tasavvuf, bu üçüncüsünü elde etmek içindir. Allahü teâlâyı görmek ise, ancak âhırette olacaktır.
Allahü teâlâyı müminler cennette görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur.
Allahü teâlâyı Cennette görmeye inanmak şerefinden mahrum olanlar, bu saadete kavuşmakla nasıl şereflenebilir ki! “İnkâr eden, mahrum kalır” sözü meşhurdur. Cennette olup da görmemek de uygun değildir. Çünkü, İslâmiyet, Cennette olanların hepsi görecektir diyor.
Cennet de, her şey gibi, Allahü teâlânın mahlukudur. Allahü teâlâ, mahluklarının hiçbirisine girmez, birinde bulunmaz. Fakat mahluklarının bazısında Onun nûrları zuhûr eder. Bazısında ise, o kabiliyet yoktur. Aynada, karşısındaki cisimlerin görünüşleri, zuhûr ediyor. Taşta, toprakta ise etmiyor.
Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu âlem, Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen, yalancıdır, iftiracıdır. Bu dünyada, bu nimet nasip olsaydı, herkesten önce, Musa aleyhisselâm görürdü. Peygamber efendimiz mirâcda, bu devletle şereflendi ise de, bu dünyada değildi. Cennete girdi. Oradan gördü. Yani, âhırette görmüş oldu. Dünyada görmedi. Dünyada iken, dünyadan çıktı, âhırete karıştı ve orada gördü.
Allahü teâlânın kudreti, kuvveti o kadar çoktur ki, bu geçici ve zayıf olan dünya hayatında, hissiz, hareketsiz, içi boş iki sinir parçasına, karşısında olan şeyleri görebilmek kuvveti vermiştir. Sinirlere bu kuvveti veren yüce Allah, âhırette, daha kuvvetli ve hiç yok olmayacak olan bu iki sinir parçasına, karşısında olmayanları, cihetsiz veya her cihette olanları da görmek kuvvetini veremez mi? Çünkü O, sonsuz kudret sahibidir ve âhırette hissedilmesi ve görülmesi kabildir. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Âhirette görülecektir. Dünyada "îkan" hasıl olur, yani "görmüş gibi" inanılır... Bu dünyada, kalblerin Allahü teâlâdan nasibi, yakin hasıl olmaktan başka değildir.”
.
İnsan, yaptıklarında serbest midir?
6 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :6 Ocak 2025 15:42
İnsanlar, mahluk olduğu gibi, insanın bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur, yaratmasıdır.
Sual: İnsanlar, dünyada yaptıklarını, kendi tercihleri ile mi, yoksa kendilerine zorla mı yaptırılmaktadır?
Cevap: Allahü teâlâ, insanlara irade denilen kuvveti vermeyi ve insanların, istediklerini yapmakta, istemediklerini yapmamakta serbest olmalarını ezelde irade etmiştir. Hiçbir şeyi zorla yaptırmamaktadır.
İnsanlar, mahluk olduğu yani yaratıldığı gibi, insanın bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur, yaratmasıdır. Çünkü Ondan başka, kimse bir şey yapamaz, yaratamaz. Kendi mahluk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin az olduğuna alamettir ve ilmin noksan olduğuna işarettir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz, icat edemez. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbi, yani o iş, kendi kudreti ve iradesi ile olmuştur. O işi, yaratan, yapan, Allahü teâlâdır. Kesb eden, kuldur.
Görülüyor ki, insanların ihtiyari, tercihli işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir.
İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyarı yani beğenmesi olmasa, o iş, titreme şeklini alır. Midenin, kalbin hareketi gibi olur. Hâlbuki, ihtiyari hareketlerin, bunlar gibi olmadığı meydandadır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyari hareketle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir.
Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kasıtlarına, arzularına tabi kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mesul olur. İşin sevabı ve cezası, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği kasıt ve ihtiyar, işi yapıp yapmamakta müsavi, eşittir.
Her işi yapmanın ve yapmamanın iyi veya fena olduğunu, Peygamberleri ile kullarına açıkça bildirmiştir. Kul, her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek, iş, iyi veya fena olacak, günah veya sevap kazanacaktır.
Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret yani enerji ve ihtiyar yani beğenmek, seçmek vermiştir. Daha çok vermesine, lüzum yoktur. Lüzumu kadar vermiştir. Buna inanmayan, kolay şeyleri anlayamayan kimsedir. Kalbi hasta olduğundan, İslamiyete uymamak için bahane aramaktadır!
.
Kefirde alkol vardır!
7 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :7 Ocak 2025 00:38
"Gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin azının içilmesi de haram olur."
Sual: Sütten yapılmakta olan kefir denen içeceği, içmenin, kullanmanın, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: İmâm-ı Muhammede göre, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin, sarhoş etmeyecek kadar azının içilmesi de haram olur. Fetvâ da böyledir. Diğer üç mezhebde de böyledir. Çünkü, Peygamber Efendimiz;
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını içmek de haramdır) ve;
(Sarhoş eden her içki şaraptır ve hepsi haramdır) buyurdu.
Bu hadis-i şerif, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin hepsinin haram olduğunu bildirmektedir. Muhammed aleyhisselam, maddelerin hakikatlerini, fen bilgilerini öğretmek için değil, bunların hükümlerini bildirmek için gönderilmiştir.
Kısrak, inek, deve sütleri, mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlar. Birincisine Kumis, ikincisine Kefir denir ki, bira gibi haramdırlar. Bu hususta, İskilibli M. Âtıf Efendi'nin Men’i müskirât kitabında geniş bilgi vardır.
Sual: Haram olan bir şeyi ilaç olarak kullanmanın ve ihtiyacı olan birine kan vermenin dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“Zaruret olmadıkça insanın bir parçasını kullanmak haramdır. Kullanması haram olan şeyi ilaç olarak yemek ve içmek de caiz değildir.” İbni Âbidîn hazretleri bunu açıklarken buyuruyor ki:
“Kullanılması haram olan şey, temiz olsun, necis, pis olsun, ilaç olarak kullanmak haramdır. Fakat, hastalığa iyi geleceği bilinir ise ve ondan başka ilaç yoksa, kullanılmasına izin verilmiştir. Ölüm tehlikesi olduğu ve başka çare bulunmadığı zaman, kadına ve erkeğe kan vermek caiz olur.” Şeyh Tâhir-üz-Zâvî, fetvâsında diyor ki:
“İslam dini, sıhhati korumayı ve bedenin selametini emretmektedir. Hastaya kan vermek, insani vazifedir. Çünkü, hayatı korumak, bazen kan verilmesine bağlı olmaktadır. Kan vermek, sütkardeşliğine sebep olmaz, nikâhı bozmaz.”
Sual: Cemaate sonradan gelen ve imama rükuda yetişen bir kimse, ne yapmalı ve nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Umdet-ül-islâmda deniyor ki:
“Cemaate yeni gelen bir kimse, imamı rükuda görürse, ayakta tekbir getirip, rükuya eğilir. Tekbiri rükuya eğilirken söylerse, namazı sahih olmaz. Rükuya eğilmeden, imam kalkarsa, o rekate yetişmemiş olur.”
Başkasını kendine tercih etmek
8 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :8 Ocak 2025 00:54
İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir.
Sual: Başkasını kendisine tercih etmek güzel huylardandır deniyor. Bu tercih, ibadetler dâhil, her konuda geçerli midir?
Cevap: Bu konuda Eşbâhda deniyor ki:
“Başkasını kendine tercih etmek, isârdır ve güzel huylardandır. İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir. İnsana lazım olan şeylerde isâr yapılır, ibadetlerde isâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan bir kimse, bunları kendisi kullanır. Bunları muhtaç olana vermez. Cemaatle namaz kılarken, birinci saftaki yerini başkasına vermez. Namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına isâr etmesi, vermesi caiz değildir.”
Sual: İnsanların terbiyesinde, nafakalarını temin etmekte yardımcı olmak da, sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden, kullarından birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline, kullarına hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle öğünmek, akıl icabıdır.”
Sual: Bir kimse, başka birinin bahçesindeki elmaları toplayıp fakirlere dağıtın diye emir verse, bu emre uyanlar, dağıttıkları elmaların bedelini öderler mi?
Cevap: Herkes, ancak kendi mülkü için emir verebilir. Başkasının malını denize at diye birisi emir verse, bu emre uyup o mal denize atılmaz, atan öder. Vekiline, borcumu, kendi malından öde dese, vekil kabul etse bile, ödemeye mecbur olmaz. Fakat, vekilde alacağı veya emanet parası varsa, o vekil, emri yapmaya, ödemeye mecburdur. Malımı satıp öde dese, bu emri, yalnız ücretli vekil yapmaya mecbur olur.
Vekalet nedir, nasıl vekil yapılır?
9 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :9 Ocak 2025 00:29
Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasına iş havale etmesi demektir.
Sual: Vekalet nedir, bir kimse nasıl vekil yapılır?
Cevap: Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havale etmesi demektir. Yerine geçirilen başka kimseye Vekil denir. Vekil edene de, Sahip denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene Resul veya Haberci denir.
Birini vekil yapmak, icab ve kabul ile olur. Yani, “Seni vekil yaptım” ve “Kabul ettim” sözleri veya yazıları ile olur. Vekil, cevap vermeden, işi yapmaya başlasa, kabul etmiş olur. İş habersiz yapıldıktan sonra, sahibinin, izin verdim demesi ile de, vekil etmiş olur. Kiracı kira ile, kiradaki malı tamir etmeye vekil yapılabilir.
Sual: Bir kimse, satın almak istediği her şey için, başkasından ödünç para isteyebilir mi?
Cevap: Ödünç istemek ancak lazım olunca caiz olur. Lazım olmak da üç türlüdür:
1-Lüzûm-i îcâbî yani nafakası olmayanın veya kazancı şüpheli olanın, helal nafaka almak için, ödünç istemesidir. Setr-i avret için çamaşır parası da böyledir.
2-Lüzûm-i aklî yani evi olmayan kimsenin, memleketin âdetine göre, kira veya satın almak için ödünç istemesidir. Soğuktan korunmak için, elbise parası da böyledir.
3-Lüzûm-i istihsânî yani mevkisi, vazifesi sebebi ile, âdete uygun giyinmek için, ödünç istemektir.
Bu üç lüzum için, faizsiz ödünç istemek caiz olur. Yalnız bunlara ödünç verilir, zalimlere, fasıklara ödünç verilmez. Gerçekten ihtiyacı olana ödünç verilir. İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harcayana verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek de doğru değildir. Nisaba malik olmayan kimsenin, kurban kesmek için ödünç istemesi caiz değildir.
Sual: Çocuğa içki içirilse, bu çocuk günaha girmiş olur mu?
Cevap: Çocuğa günah olmaz çünkü mükellef, sorumlu değildir. Ancak büyüklere haram olan şeyleri, çocuğuna yaptıran kimse, haram işlemiş olur.
Sual: Namazda kaç rekat kıldığını şaşıran, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılmalıdır. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek tamamlar. Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar, çıktı ise kılmaz.
İmanın devamlı kalabilmesi için...
10 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 00:22
İmanın, bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebepleri vardır...
Sual: Bir kimsede, imanın devamlı kalabilmesi için ne yapılması gerekir?
Cevap: Bu konu Mızraklı İlmihal kitabında şöyle bildirilmektedir:
“İmanın, bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1-Biz gayba iman eyledik. Bizim imanımız gaybadır, zahire değildir. Zira biz, Allahü teâlâyı, gözümüzle göremedik. Lakin görmüş gibi inandık, iman ettik. Bundan asla şüphemiz yoktur. 2-Yerde ve gökte, insanda ve cinde, meleklerde ve Peygamberlerde, gaybı bilen yoktur. Gaybı ancak Allahü teâlâ bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. Gayb demek, duygu organları ile veya hesap, tecrübe ile anlaşılmayan demektir. Gaybı ancak Onun bildirdikleri bilir. 3-Haramı haram bilip, itikat etmek, inanmak. 4-Helali helal bilip, böyle itikat etmek, inanmak. 5-Allahü teâlânın azabından emin olmayıp, daimâ korkmak. 6-Her ne kadar günahkâr olsa da, Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yahut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin imanı ve İslamı sahih değildir.”
Sual: Kur’ân-ı kerimde ana hatları ile bildirilen temel konular nelerdir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde beş ilim vardır ki bunlar sırasıyla şöyledir:
1-Mahlukları, yaratılanları inceleyerek, Allahü teâlânın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. Fen bilgileri bu kısımdadır. 2-Tarihi inceleyerek, iman edenlerin, İslamiyete uyanların mesut olduklarını, imansızların ise dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmaktadır. 3-Ahıretteki nimetleri ve azabları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir. 4-Dünyada ve ahırette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir. 5-Müşriklerle, münafıklarla, Yahudilerle, Hıristiyanlarla ve yetmişiki fırkadaki sapık Müslümanlarla nasıl geçinileceği bildirilmektedir.
Sual: Ezanı bildirildiği şekilde okumamak ve uygun okunan ezanı dinlememek de günah olur mu?
Cevap: Kitaplarda; ezanı fıkıh kitaplarının bildirdikleri vakitlerde ve sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezanı işitince saygı göstermemek, büyük günahlardandır diye bildirilmektedir.
Sual: Doğru da olsa her zaman çokça yemin etmek mahzurlu mudur?
Cevap: Kitaplarda; doğru olsa bile, çok yemin etmenin büyük günahlardan olduğu bildirilmektedir.
Sünnetlere, 'namaza' diye niyet etmek
11 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 22:01
Namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Beş vakit namazın sünnetlerini kılarken, sadece Allah rızası için namaza veya ilk kazaya kalmış öğlenin farzına diye niyet edilse, o vaktin sünneti de kılınmış olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâhda deniyor ki:
“Beş vakit namazın ilk ve son sünnetlerini, yani müekket sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyet etmek lüzumunda sahih olan, güvenilen fetva, şart olmadığını göstermektedir. Revatib sünnetler, nafile niyeti ile veya yalnız namaza niyet ederek sahih olur. Yani o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyet etmeye lüzum yoktur. İmâm-ı Zeyla'î de, böyle buyurmuştur. Mesela fecir doğmadan, teheccüd niyeti ile, iki rekat namaz kılınca, fecrin başlamış olduğu, sonradan anlaşılsa, bu namaz, sabah namazının sünneti yerine geçer. Ayrıca sabah sünneti kılmak lazım olmaz. Öğlenin farzında dördüncü rekatte oturduktan sonra unutarak beşinci rekate kalksa, altıncı rekati de kılıp selam verir ve son iki rekati nafile olur. Bu iki rekatin son sünnet olmaması, sünnet olarak niyet edilmediği için olmayıp, sünnete ayrı bir tekbirle başlamadığı içindir. Teravih namazında da, teravih olduğuna niyet etmek şart olmadığı haberi sağlamdır. Bunun gibi, kazaya kalmış öğle namazı olmayan kimse, Cuma namazından sonra kıldığı dört rekate; 'Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi kılmaya' diye niyet etse, sonra Cuma namazının sahih olduğu anlaşılsa, sağlam ve sahih habere göre, bu dört rekat, Cuma namazının sünneti olur.
Sünnet namazları, yalnız namaz kılmaya veya sünnetten başka bir namaza niyet ederek kılınca, sahih olacakları önceden bildirilmişti.”
Görülüyor ki, namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz mesela kaza namazı, o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Farz borcu olanın, nafile ibadeti boşa mı gider?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Bir insanın mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alametidir) buyuruldu. Mâ-lâ-ya'nî, faydasız iş demektir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nafile ibadet yapmak, mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmek olur. Nafilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir.”
Peygamberler masum mudur?
12 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :11 Ocak 2025 23:16
Her Peygamberde şu yedi sıfat bulunur: Emânet, sıdık, tebliğ, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azl.
Sual: Allahü tealanın gönderdiği bütün peygamberler, günah işlemekten korunmuşlar mıdır ve bedenî kusurlar kendilerinde bulunmaz mı?
Cevap: Peygamberler (aleyhimüsselam) insanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Resul demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı, zamanında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zat demektir. Hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde İsmet sıfatı vardır ki, Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiçbir günah işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, Peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzerleri ayıp ve kusurları da olmaz. Her Peygamberde yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır ki bunlar; Emânet, sıdık, tebliğ, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azldır ki peygamberler Peygamberlikten azledilmezler. Fetânet, çok akıllı, çok anlayışlı demektir.
Sual: Suda boğularak veya yangında yanarak ölenler de, eğer imanları varsa şehit olarak mı ruhlarını teslim ederler?
Cevap: Boğularak, yanarak, garip, kimsesiz olarak, duvar ve enkaz altında kalarak ölenler, ishalden, bulaşıcı hastalıklardan, lohusalıkta, sara hastalığında, Cuma gecesinde ve gününde, din bilgilerini öğrenmekte, öğretmekte ve yaymakta iken ölenler, âşık olup, aşkını, iffetini, namusunu saklarken ölenler, zulüm ile hapsolunup ölenler, Allah rızası için müezzinlik yaparken, İslamiyete uygun ticaret yaparken, çoluk çocuğuna din bilgisi öğretirken ve ibadet yapmaları için çalışırken vefat edenler, her gün yirmibeş kerre “Allahümme bârik lî filmevt ve fî-mâ ba’d-el-mevt” okuyanlar, Duhâ, kuşluk namazı kılanlar, her ay üç gün oruç tutanlar, yolculukta da vitir namazını terk etmeyenler, ölüm hastalığında, kırk kerre “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn” okuyanlar, her gece Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devamlı olarak dinini korumak için dünyalık verenler, gıda maddeleri getirip ucuza satanlar, soğukta gusül abdesti alınca hastalanıp ölenler, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kerre “E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm” ile Haşr suresinin son ayetlerini okuyanlar Âhıret şehidi olurlar.
.
Baba katili miras alır mı?
13 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :12 Ocak 2025 22:13
Mürtede vâris olunur, fakat mürted, Müslümana vâris olamaz.
Sual: Dinimize göre babasını, anasını öldüren bir kimse, bunların bıraktığı maldan, yani mirastan pay alabilir mi?
Cevap: Köle, meyyiti öldüren, başka dinden olanlar ve mürtedler yani Müslüman iken Müslümanlıktan dönenler miras alamaz. Katle, öldürmeye yardım eden de, kâtil gibi miras alamaz. Bunların akil ve baliğ olmaları da şarttır. Mürtede vâris olunur, fakat mürted, Müslümana vâris olamaz.
Sual: Camiye, eve, tuvalete girerken ve çıkarken de, dinimizin bildirdiği belli bir ölçü var mıdır, yoksa herkes istediği gibi, istediği şekilde girip çıkabilir mi?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir ve camiden çıkarken de, önce sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde;
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir” deniyor Hadîkada da deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine ve odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Bazı camilerde, cemaatle namaz kılarken, ön saflarda yer olduğu hâlde, ön tarafa gelmeyip, arkada tek başına duranlar oluyor. Bu kimselerin bu şekilde geride durarak kıldıkları namaz kabul olur mu?
Cevap: İmam ile cemaat arasında, iki saftan ziyade, fazla alacak boş meydan veya büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanların, imama uyması caiz olur ise de, bunların geride yalnız olarak, imama uyup namaz kılmaları mekruh olur.
Sual: Erkeklerin ve hanımların, avret yerlerini sadece namaz kılarken mi örtmeleri gerekir?
Cevap: Müslüman olan erkeğin ve kadının, avret yerlerini örtmesi, namazda da, namaz dışında da farzdır.
Namazın vacipleri yapılmazsa
14 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :13 Ocak 2025 22:39
Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan, secde-i sehv eder.
Sual: Namazın içindeki vaciplerden birini bilerek yapmayanın namazı bozulur mu?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de, günah olur. Vacipleri unutarak yapmayan, secde-i sehv yapar. Farzların ilk iki rek'atinde, Zamm-ı sûreyi unutan, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar. Kıraati unuttuğunu rüküda hatırlayan, hemen kalkıp kıraati ve sonra rüküyu yapar. Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan da, secde-i sehv eder. Zamm-ı sûrenin bir parçasını rüküda okuyana, ettehıyyatüden sonra az bir şey okuyarak, üçüncü rek'ati geciktirene, imam yüksek sesle okuyacağı yerde, hafîf sesle okursa ve hafîf sesle okuyacağı yerde yüksek sesle okursa, secde-i sehv yapmak lazım olur.
Sual: Bir Müslümanın çocuğu, büyüyüp, ergenlik çağına girince, bu çocuğun Müslümanlığı yine devam eder mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır. Bülüğa erince, anasının, babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek bülüğa erince, mürted olur. İmanın şartlarını öğrenip ve İslamiyete uymak lazım olduğuna inanmadıkça, Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah dese de, Müslümanlığı devam etmez. Âmentü billâhi’de bulunan altı şeyi öğrenip, bunlara inanması ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim demesi lazımdır.”
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: İma ederek bile namaz kılamayan kimse, iyileşince kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Yatarak başı ile ima edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmidört saatten çok devam eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sakıt olur.
Kadının yalnız hacca gitmesi
15 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :14 Ocak 2025 20:46
Hanefi mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, söz birliği ile haramdır.
Sual: Müslüman bir kadın, yanında kocası, babası, amcası, dayısı, oğlu, erkek kardeşi olmadan hacca gidebilir mi, böyle yakın mahremi olmayan kadına hacca gitmek farz olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîkada buyuruluyor ki:
“Peygamber Efendimiz; (Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan kadının üç günlük yola, zevci veya zî-rahm-i mahreminden biri ile gitmesi helal olur) buyurdu.
-Ya Resûlallah! Zevcem hacca gidiyor. Ben cihada gidiyorum. Yanında bulunamayacağım deyince Resulullah Efendimiz;
-Cihadı bırak. Zevcen ile birlikte hac yap! buyurdu.
Bu hadis-i şerife göre, zevcesini, hanımını hacca götürmek için, başka mahremi bulunmaz ise, zevcin, erkeğin cihaddan geri dönmesi lazımdır. Çünkü, zevceyi haramdan korumak farz-ı ayındır.
Kadının, mahremsiz sefere çıkması caiz olmadığı gibi, yabancı erkeklerin ve mahremleri ile giden kadınların da, bir kadını sefere götürmeleri caiz değildir. Kadının hacca gitmesi için de, yanında mahremi veya zevci, kocası bulunması lazımdır.
Kadının kız kardeşinin zevci, yani enişte ve teyzenin zevci, kadının mahremi değildir. Bunların mahrem olmadıkları Ni'met-i islâmın hac kısmında ve Ali Efendi fetvâsında yazılıdır.
Mahremin de, emin, güvenilir, âkıl ve bâliğ olması lazımdır. Müslüman da, zimmî de olabilir. Mecusi olamaz. Müslüman bir kadın, Mecusi olan mahremi ile ve emin olmayan mahremi ile ve bâliğ olmamış akıllı çocuk mahremi ile sefere çıkamaz. Böyle çocuğun bulunması, halvete mâni olamaz. Bâliğa olmamış, gösterişli kız da, kadın gibidir. Yani mahremsiz sefere çıkamaz.
Hanefi mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, söz birliği ile haramdır. Şâfiî mezhebinde, kadının mahremi olmadan, emin kadınlarla birlikte, yalnız hacca gitmesi câizdir.
Hanefi kadın, Şâfiîyi taklid ederek, böyle hacca gidemez. Çünkü, mezheb taklidi, ancak emrolunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak içindir. Mahrem bir erkeği bulunmayan kadının hacca gitmesi emrolunmadı ki, Şâfiî mezhebini taklid etmek lazım olsun! Yani, mahremi olmayan kadına hacca gitmek farz olmaz.”
Sual: Namazı kılıp kılmadığında şüphe eden kimse ne yapmalıdır?
Cevap: Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar. Çıktı ise kılmaz.
.
Ölenin ruhundan istifade etmek
16 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :15 Ocak 2025 23:01
"Bir mümin, tanıdığı bir müminin kabrine gelip selam verince, onu tanır ve cevap verir."
Sual: Ölen bir kimsenin kabri ziyaret edildiği zaman, ziyaret eden ile kabirdeki kimsenin ruhları karşılaşıp, birbirinden faydalanabilirler mi?
Cevap: İbin Kemâl Paşa hazretlerinin yazdığı kırk hadîs-i şerîf, Muhammed Nitâî hazretleri tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu tercümenin onsekizinci hadis-i şerifinde;
(Bir işinizde şaşırırsanız ölmüşlerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. Şeyh-ul-islâm Ahmed Efendi, bu hadîs-i şerîfi açıklarken buyuruyor ki:
“Ruhun bedene bağlanması, kuvvetli bir aşk ile olmuştur. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılması demektir. Fakat, ruh ayrıldıktan sonra, bu aşkı bitmez. Ruhun bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükten sonra, uzun zaman bitmez. Bunun içindir ki, ölülerin kemiğini kırmak, mezarı üstüne basmak yasaktır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve tesiri çok olan bir zatın mezarı yanında durup, o toprağı ve o zatın bedenini düşünse, o zatın ruhunun, bedenine ve dolayısı ile, o toprağa bağlılığı olduğundan, bu iki ruh karşılaşır. Gelen insanın ruhu, o zatın ruhundan çok şeyler edinir ve güzelleşir, olgunlaşır."
İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî hazretleri, Metâlib-i âliyye ve Zâd-ı Me'âd kitaplarında diyor ki:
“Gelen insanın ruhu ile, kabirdeki zatın ruhu, birer ayna gibidir. Birbirinin karşısına gelince, herbirinin ışığı, ötekinde akseder, yansır. Gelen kimse, o toprağa bakıp, Hak teâlânın büyüklüğünü, öldürmesini, diriltmesini düşünüp, kaza ve kaderine razı olup, nefsi kırılırsa, ruhunda marifet, feyiz hasıl olur. Bunlar, o zatın ruhuna sirayet eder. Bunun gibi, o zat, öldükden sonra, ruh âleminden ve rahmet-i ilâhîden ona gelmiş olan ilimler, kuvvetli eserler, onun ruhundan, gelen insanın ruhuna sirayet eder, geçer.”
El a'lâm kitabında deniyor ki:
“Peygamberlerin ruhları diledikleri yerlerde ve kabirlerinde zuhur eder. Kabirlerinde her an bulunmadıkları gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun için, onları ziyaret etmek müstehabdır.
Her Müslümanın ruhu ile kabri arasında, devamlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyaret edenleri anlarlar. Selamlarına cevap verirler. Hadîs-i şerîfte;
(Bir mümin, tanıdığı bir müminin kabrine gelip selam verince, onu tanır ve cevap verir) buyuruldu.”
Satıcının, sattığı malı övmesi
17 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :16 Ocak 2025 21:53
"Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmeyecek, acınmayacaktır."
Sual: Satıcıların, sattıkları malları, sırf satmak için müşterilerine aşırı derecede övmesi dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Kimyâ-i se'âdette buyuruluyor ki:
“Satılan malı, olduğundan aşırı methetmemeli, övmemelidir. Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulmetmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir. Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamet günü her sözden sual olunacaktır. Beyhude, lüzumsuz olarak söyleyenler, hiç özür bulamayacaktır.
Yemin ile satmaya gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Alışverişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemin edenlere ve sanat sahiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun!)
(Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmeyecek, acınmayacaktır.)
Yunus bin Abîd hazretleri ipekli kumaş tüccarı idi. Malını satarken hiç methetmez, övmezdi. Çırağı, bir gün, kumaşı gösterirken, müşterinin yanında;
-Ya Rabbî! Bu Cennet kumaşından bana da nasib et! deyince, Yunus bin Abîd hazretleri, bu sözün kumaşı methetmek, övmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp sattırmadı.”
Sual: Namazda bir hatadan dolayı secde-i sehiv gerekmiş ise, ne şekilde yapmalıdır?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturur ve namazı tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
Sual: Sıkıntıdan, dertten kurtulmak için, secde âyetlerini okuyup, secde ettikten sonra dua etmenin faydası olur mu?
Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda ve Nûr-ül-îzâhda deniyor ki:
“İmâm-ı Nesefî hazretleri Kâfî kitabında buyuruyor ki: Bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, ondört secde âyetini, ezberden, ayakta okuyup, herbirinden sonra, hemen yatıp secde ederse, Allahü teâlâ, o kimseyi o dert ve beladan korur.”
Son secdeden kalkınca, ayakta ellerini ileri uzatır. Kendinin veya bütün Müslümanların dinlerine ve dünyalarına gelen belalardan, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtulmaları ve korunmaları için dua eder.
Doğumun kolay olabilmesi için
18 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :18 Ocak 2025 01:02
Doğumun kolay olması, bebeğin rahat dünyaya gelmesi için okunacak dualar vardır...
Sual: Doğumun kolay olabilmesi için, tıbbın bildirdiklerinin dışında, okunacak veya yazılacak bir dua var mıdır?
Cevap: Doğumun kolay olması, çocuğun rahat dünyaya gelmesi için Bostân-ül-ârifîn kitabında deniyor ki:
“Abdullah ibni Abbas hazretleri buyurdu ki: Bir tas, tabak içine (Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne Rabbil' Arş-il'azîm Elhamdülillahi Rabbil' âlemîn) ve sonra (Nâzi'ât) suresinin son âyetini ve Ke-ennehüm'den i'tibâren (Ahkaf) sûresinin son âyetini Kur’ân harfleri ile yazıp, eritip çocuğun annesine içirmelidir.”
Sual: Kendisine bir nimet gelen kimse, bu nimete karşılık şükür için secde yapabilir mi?
Cevap: Şükür secdesi de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine nimet gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehabdır. Secdede önce; Elhamdülillah der. Sonra, secde tesbihini okur.
Sual: Her namazın ardından şükür secdesi yapmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Namazdan sonra şükür secdesi yapmak mekruhtur. Mekruh olduğu Mektûbât-ı Ma'sûmiyyede de yazılıdır. Cahillerin sünnet veya vacib sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. Bidat hasıl olmasına sebep olur.
Sual: Karaborsacıların sakladıkları malları, devlet, uygun fiyata sattırabilir mi?
Cevap: Mecellenin 26. Maddesinde;
“Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye zarar yapılabilir” deniyor. Gıda maddelerini satanlar, piyasadaki değerin iki misline satarak halka zarar verirlerse, hâkim piyasadaki değerine sattırır. Kıtlık zamanında, hükûmet, ihtikâr yapanın, yani karaborsacıların yığdığı gıda maddelerini, uygun fiyat ile, aç kalanlara sattırabilir.
Sual: Mülk sahibi, kiraya verdiği yerin kira müddetini uzatmaz ise, oradan çıkmak mı gerekir?
Cevap: Kira müddeti bitince, mal sahibi uzatmaz ise, kiracı çıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi lazımdır. Teslim etmezse, gasbetmiş olur. Fakat, kullanma sebebi ile herkes için hasıl olması âdet olan haraplık, kabahat sayılmaz.
Sual: Pazarlık ederek hatim, mevlid okumak dinen uygun mudur?
Cevap: Hadîka ve Berîkada deniyor ki:
“Hafız pazarlık etmeden, Allah rızası için hatim, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması caiz olur. İtiraz ederse, aldığı haram olur.”
.
Zaruret hâlinde faizle para almak!
19 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 01:07
Zaruret, bir kimsenin aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir.
Sual: Zaruret hâlinde faizle para alınacağını söyleyenler oluyor. Dinimizde böyle bir hüküm var mıdır eğer varsa bu zaruret nedir, neleri içine almaktadır?
Cevap: Hiçbir memlekette, hiçbir kimseden, bankadan ve kooperatiften, zaruret olmadıkça, hiçbir sebep ile ödünç para alıp faiz ödemek caiz değildir. Zaruret başkadır, ihtiyaç başkadır. Zaruret, kendinin veya nafakası lazım olanların aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir. Zaruret olunca, yani ölümden veya hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, helal yollardan, faizsiz olarak, zaruretin giderilmesine çalışılır. Helal yol bulunamazsa, faizle ödünç alınıp, bununla zaruret giderilir ise de, sonra, ihtiyaçtan fazla bir şeye para sarf etmeyip, borcunu bir an önce ödeyerek faizden kurtulması farzdır. Bahr kitabında; “Muhtaç olanın faiz ile borç alması caizdir” denmektedir.
Sual: Bir kimse, ev almak için faizle para alabilir mi?
Cevap: Kira ile ev tutmak varken, ev satın almak zaruret değildir. Ticaret, sanat için sermaye bulmak da zaruret değildir. Zaruret hâlinde olana da faiz ile ödünç vermenin haram olduğu Eşbâhda bildirilmektedir. Haramdan kurtulmak için, muhtaç olan kimseye muâmele ve 'îne yolları' ile ödünç verilir, denilmiştir. Böyle, farzı yapmamaktan veya haram işlemekten kurtuluş yolu aramaya da Hîle-i şer'ıyye denir.
Sual: İmamlık, müezzinlik yapanların, yaptıkları bu hizmet karşılığında ücret alabilir mi?
Cevap: Ezan okumak, imamlık yapmak, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için almaya izin verilmiştir. Haram işler için ücret almak caiz değildir.
Sual: Ekmeği sayı ile sayarak ödünç almak uygun olur mu?
Cevap: Eti tartarak, ekmeği tartarak veya sayarak ödünç vermek ve almak caizdir.
Sual: Birisinden ödünç bir şey istemek için, bir başkasını vekil etmek uygun olur mu?
Cevap: Ödünç verilecek parayı veya malı almak için, bir başkası vekil edilebilir. Ancak birisinden ödünç bir şey istemek için vekil olunmaz.
Sual: Malı, parası olduğu hâlde borcu ödemeyi geciktirmek günah olur mu?
Cevap: Malı, parası olduğu hâlde, borcu az olan kimsenin dahi, bu borcunu geciktirmesi, ödememesi haram olur.
Gayr-i müslimlerin ibadetlerini yapmak
20 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 21:54
“Kafirlerin ibadet olarak yaptıklarını yapan ve kullanan kâfir olur!”
Sual: Gayr-i müslimlerin ibadetlerini onlar gibi yapmak, imanı giderir mi?
Cevap: Kâfirlerin ibadetlerini, ibadet olarak yapmak, mesela kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları camilerde çalmak ve İslamiyetin kâfirlik alameti saydığı şeyleri, zaruret, cebir, zorlama olmadan kullanmak küfür olur, imanı giderir. Birgivî vasıyyetnâmesinde; “Kafirlerin ibadet olarak yaptıklarını yapan ve kullanan kâfir olur” denmektedir.
Sual: Namaz kılan kimsenin, bedeninde, elbisesinde ve namaz kıldığı yerde, necaset olursa, namazı kabul olmaz mı?
Cevap: Namaz kılan kimsenin, bedeninde, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde necaset, pislik bulunmamalıdır. Başörtüsü, başlık, sarık, mest ve nalın da elbiseden sayılır. Boyuna sarılı atkının sarkan kısmı, namaz kılan ile birlikte hareket ettiği için elbise sayılır ve burası temiz olmazsa, namaz kabul olmaz. Yaygının, bastığı ve başını koyduğu yeri temiz olunca, başka yerinde necaset bulunursa, namaz kabul olur. Çünkü yaygı, atkı gibi bedene bitişik değildir. Fakat kapalı şişe içinde, idrar taşıyanın namazı caiz olmaz. Çünkü, şişe bevlin meydana geldiği yer değildir. Cebinde kapalı kutudaki kanlı mendil, necis bez varken namaz kılmak caiz değildir. İki ayağın bastığı ve secde ettiği yerin temiz olması lazımdır. Necaset üstüne örtülü bez, cam, naylon üstünde namaz kabul olur. Secdede etekleri kuru necasete değerse, zararı olmaz.
Sual: Evi, tarlayı kiralarken, senelik kirası söylenip zaman bildirilmemiş ise, bunun müddeti ne kadar olur ve müddet ne zaman başlar?
Cevap: Evin, tarlanın senelik kirası söylenip, müddet söylenmez ise, müddet bir sene olur. Müddet, söz kesildiği gün başlar. Ücret ise, malı teslim aldığı gün başlar.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, vakit girinceye kadar namaz kılmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, Cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Bir Müslüman, istediği zaman, istediği mezhebi taklid edebilir mi?
Cevap: Başka mezheb, ancak ihtiyaç hâlinde, yani haraç bulununca ve bütün şartlarına uyarak taklit edilebilir.
Ev için biriktirilen paranın zekâtı
21 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :20 Ocak 2025 22:39
Zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir.
Sual: Evin ihtiyaçları için ayrılıp biriktirilen paranın da zekâtı verilir mi?
Cevap: İhtiyaç eşyasını almak için ve cenaze masrafının yapılması için ayrılan para nisab hesabına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisab miktarı olduğu günden bir sene sonra, yine nisab miktarından az olmazsa, elinde kalan bu paranın zekâtını verir. Çünkü, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir. Bu eşyadan elde bulunanı nisaba katılmaz.
Sual: Ergenlik çağına girmiş olan kız ve erkek çocukların, eğer malları varsa zekât vermeleri gerekir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinin âlimleri; “Mükellef, yani akıl, baliğ ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır” dediler.
Sual: Zekât malı mutlaka fakire teslim edilmeli midir?
Cevap: Zekât vermek, malı Müslüman fakire temlik etmekle olur. Yani, malı fakirin eline vermek lazımdır. Îzâh kitabında; “Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisi olan akrabasına veya vasîsine verilir” denmektedir.
Sual: Farzları, sünnetleri beğenmemek imanı giderir mi?
Cevap: Farzları, sünnetleri, beğenmemek, küfür olur, imanı giderir.
Sual: Namazda olan birine, biraz sağa git dense, o da, denileni yapsa, namazı bozulur mu?
Cevap: Namaz kılan bir kimse, başkasının sözü ile yerini değiştirse veya yanına gelene, onun sözü ile yer açsa, namazı bozulur. Fakat, biraz sonra, kendiliğinden hareket ederse namazı bozulmaz.
Sual: Kiraya verilen ev, araba gibi şeyler oluyor, bunlar zarar gördüğü zaman, bu zararı kiracı mı yoksa mal sahibi mi öder?
Cevap: Kiraya verilen mal, kiracıya teslim edilince emanet olup, kiracının elinde kasıtsız telef olunca, zarara uğrayınca, bu zararı ödemez. Kiraya verilen malı, âdet haricinde kullanmak kasıt sayılır. Eğer kiracı kasıtlı zarar vermişse, meydana gelen zararı öder.
Sual: Hasta olan bir kimse, sağlamken kazaya kalan namazlarını, teyemmüm yaparak, oturduğu yerde veya ima ile kaza edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, sağlamken kılmadığı namazları, hasta iken teyemmüm ederek ve ima ile kaza etmesi caizdir. İyi olursa, tekrar kılması lazım olmaz. Kaza kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünkü namazı vaktinde kılmamak günahtır. Günahı ise, gizlemek lazımdır.
Kendine kıymet veren, kıymetli olmaz!
22 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 00:52
İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir.
Sual: Kendini beğenen ve kendini her yerde hep ön planda tutup, kendine kıymet, değer veren bir kimse, değerli, kıymetli mi olmuş olur?
Cevap: Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriya sıfatı, Ona mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahü teâlâdan korkması artar, günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler (aleyhimüsselam) tevazu sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucub gibi kötü huylar hiç yoktu.
Küçüklere, fasıklara ve facirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lazımdır. Bir âlim, cahili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlas ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibadet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkir etmek lazımdır, demelidir. Bir bidat sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bidati yaymaya uğraşan Dinde Reformcular, Resulullah Efendimizin sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nurlarını söndürmeye ve bidati, dalâleti yaymaya, Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek, İslamiyeti içeriden yıkmaya çalışmaktadırlar. Bunları da sevmemelidir. Riya, gösteriş yapanlara karşı da tekebbür etmek caizdir. Allahü teâlâ, kibriyâ sahibidir. Kibir sahibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevaptır.
Sual: Tanımadığımız bir Müslüman hakkında, iyidir veya kötüdür diye bir söz söylemek uygun olur mu veya ne yapmalıdır?
Cevap: Salih veya fasık yani günahkâr olduğu bilinmeyen bir mümine hüsn-i zan etmelidir.
Namazı kaza edince tövbe de etmelidir
23 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 22:20
Farz namazı, İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır.
Sual: Vaktinde kılınmayan, kazaya kalan namazlar kaza edilince, vaktinde kılmama günahından da kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda buyuruluyor ki:
“Farz namazı, özürsüz yani İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız o namazı kaza edince affolmuyor. Namazı kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya haccetmek de lazımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza etmeden, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, geciktirme günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır.
Sual: Cuma günleri ruhlar bir araya gelirler mi ve cuma günü ölenlere azap yapılmaz mı?
Cevap: Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar ve bugün kabir azapları durdurulur. Bazı âlimlere göre, müminin azabı artık başlamaz. Kâfirin cuma ve ramazanda yapılmamak üzere, kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen müminler kabir azabı görmez. Cehennem, cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselâm cuma günü yaratıldı, cuma günü, Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı cuma günleri göreceklerdir.
Sual: Cenaze taşınırken gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli mi, yoksa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber Efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'Lâ' bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Yalnız cuma günleri oruç tutmanın ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yalnız cuma günleri oruç tutmak ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmak mekruhtur.
İnsanlardan utanarak günahı terk etmek!
24 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :23 Ocak 2025 22:01
Bir günahı, Allah'tan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir.
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte; (İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu. Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
Sual: Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehapları terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehapları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz.
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından hayâ etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek, utanmak caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan hayâ etmek caiz değildir.
(Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
Sual: Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu?
Cevap: Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp, giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
.
Mirâc gecesi, kandili
25 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 00:43
Mirâc; Resulullah Efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir...
Sual: Mirâc ne demektir, ne zaman olmuştur, bu gecenin önemi nedir?
Cevap: Mirâc kandili, Receb ayının 27. gecesidir. Mirâc, merdiven demektir. Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir...
Resulullah Efendimiz hicretten bir yıl önce, 52 yaşında, Zeyd bin Hârise'yi yanına alarak Tâif'e gitti, onlara bir ay nasihat eyledi. Hiç kimse iman etmediği gibi alay ve işkence ettiler. Üzüntülü ve yorgun olarak geri dönerken, yaralandılar. Mekke'ye döndüler. Her taraf düşman idi, gidecek bir yer yoktu. Birkaç ay Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Bir gece ki Receb ayının 27. gecesi amcası Ebû Tâlib'in kızı Ümm-i Hânî'nin evine gitti. Resulullah Efendimizi içeri alıp bir hasır, leğen, ibrik verdi. Resulullah Efenimiz o gün çok incinmişti, abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü olduğu için hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselama;
“Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. Ona inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere hazırladığım azapları görsün. Onu ben teselli edeceğim” buyurdu.
Cebrâil aleyhisselam, bir anda Resul aleyhisselamın yanına geldi. Beraberce Kâbe yanına gittiler. Sonra Cennetten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler, namaz kıldılar. Namazdan sonra, mescitten çıkıp bilinmeyen bir mirâc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük peygamberi gördü. Resulullah efendimiz, Cenneti, Cehennemi görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız olarak Allahü teâlâyı gördü...
Mirâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mirâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı. Tefsîr-i Hüseynîde ve Bahr kitabında deniyor ki:
“Resûlullah Efendimizin Mekke'den Beytül-mukaddese götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise, sapık olur.”
.
Mirâc, rûh ve beden iledir
26 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 23:16
Kur'ân-ı kerimde buyuruldu ki: "Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm."
Sual: Peygamber Efendimizin mirâcının, sadece ruhen veya rüyada oldu diyenler oluyor. Böylelerine nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Resulullah Efendimizin (sallallahü alayhi ve sellem) fiilî mucizeleri çoktur. Bu mucizelerden birisi de, Mirâc mucizesidir. Mirâc, hem ruh, hem de beden ile olmuştur. İsrâ suresinin ilk âyet-i kerimesinde meâlen;
(Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm) buyurulmaktadır. Kul, insana denir. Ruha veya insanın bir hâline kul denmez.
Filistin, Arabistan'a, başka memleketlerden daha yakın olduğu için, (En yakın yer) buyuruldu. Mescid-i Aksâ o zaman yeryüzünde bulunan mescitler arasında, Mekke'ye en uzak olanı idi. Bunun için, (En uzak mescid) buyuruldu. En yakın yerde en uzak mescid niçin bulunamazmış ki?
Namaz, önceden Mescid-i Aksâya karşı kılınırdı. Kudüs'te mescid olmasaydı, oraya karşı namaz kılmak emrolunur mu ve Resulullah Efendimiz, Kudüs'te Mescid-i Aksâda namaz kıldım der mi idi? Mirâca inanmayanlar, Resûlullah efendimizin bedeni ile Kudüs'e ve göklere götürüldüğünü kavrayamadığı için inanamıyorlar. Eğer Mirâc, rüyada olsaydı, müşrikler, buna bir şey demezlerdi. Resulullah Efendimiz; (Beden ile gittim) buyurduğu için inanmadılar. Medâric-ün-nübüvve kitabında deniyor ki:
“Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama olan ihsanlarından biri de, Onu Mirâca çıkarmasıdır. Resulullahın Mekke'den Mescid-i Aksâya götürüldüğü, Kur’ân-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Buna inanmayan kâfir olur. Mescid-i Aksâdan göğe çıkarıldığını meşhur hadisler haber veriyor. Buna inanmayan, bidat ehli olur. Mirâcın uyanık iken ve cesed ile olduğunu, Eshab-ı kiramın, tabiinin, hadis âlimlerinin, fıkıh âlimlerinin ve kelâm âlimlerinin çoğunluğu haber vermişlerdir. Müşrikler, Mirâca inanmadıkları ve imtihan ederek Mescid-i Aksâdan bilgi istedikleri için, İsrâ suresinde, Mescid-i Aksâya kadar götürüldüğü açıkça bildirildi. Bu surede meâlen;
(Âyetlerimi göstermek için götürdüm) buyurulması, göklere çıkarıldığını gösteriyor. Bu sûrenin 60. âyetinde meâlen;
(Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlara fitne yaptık) buyurulmaktadır.
Tefsir âlimlerinin çoğu, buradaki rüya kelimesinin uyanıkken gece görmek için kullanıldığını bildirmişlerdir. Mirâc hadis-i şerifi, Buhârî ve Müslimde uzun yazılıdır
.
Mirâc, akıl değil, iman işidir
27 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :26 Ocak 2025 22:12
Mirâcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir.
Sual: Mirac hadisesine aklımız almıyor diyenlere, ne demeli, nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlıyamayacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Mucize ve keramet de, akıl ile anlaşılamaz, izah edilemez. Bunların hepsi, Allahü teâlânın sonsuz kudreti ile olmaktadır. Mi’râc da, âdet olan işlerin aksinedir. Mucizelerin hepsi de böyledir. Bu sebeple imanı olanların, Mirâc mu’cizesine inanması lazımdır. Hazret-i Ebu Bekir, Allahü teâlânın sonsuz kudretini ve Peygamber efendimizin de, Onun Peygamberi olduğunu iyi anladığı için, Mi'râcı, herkes inkâr ederken veya tereddüt geçirirken o, hemen ve tereddüt etmeden tasdik etti ve Sıddîklık makamına yükseldi. Çünkü Mi'râcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir.
Resulullah efendimiz, Mekke-i mükerremeden Sidre-tül-müntehâya kadar, Cebrail aleyhisselam ile birlikte gitti ve Sidrede şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetteki nimetleri, Cehennemdeki azapları gördü. Hadis-i şerifte;
(Mirâc gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebraile sordum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) buyuruldu.
Resulullah efendimiz, cenâb-ı Hakkın cemalini görmek arzusundan ve zevkinden, Cennetteki nimetlerin hiçbirine bakmadı. Sidreden ileriye, yalnız olarak, nurlar arasında ilerledi. Zamansız ve mekânsız olarak, ahirette Allahü teâlânın görüleceği gibi, anlaşılamayan ve anlatılamayan bir hâlde, Allahü teâlâyı gördü.
Peygamber Efendimize Mirâc gecesi, Cennette nasib olan rü’yet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Peygamber Efendimiz;
(Namazda, kul ile Allahü teâlâ arasındaki perdeler kalkar) buyurmuştur.
Bütün bu haberlerin bir kısmı âyet-i kerimelerle, bir kısmı da hadis-i şeriflerle haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bu haberleri kabul etmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Âyet-i kerimeye veya hadis-i şeriflere inanmayan ise, kâfir olur.
.
Namaz, müminin mirâcıdır”
28 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :27 Ocak 2025 22:06
İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir.
Sual: Peygamber efendimizin; “Namaz müminlerin mirâcıdır” hadisindeki anlatılmak istenen nedir?
Cevap: İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir. Başka ibadetlerin güzelliği, kendilerinden değildir. Peygamber Efendimiz, rahatını, huzurunu, namaz kılmakta bilirdi. Hadis-i şerifte;
(Allah ile kul arasındaki perdeler, ancak namazda kaldırılır) buyuruldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Namaz, bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslamın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisine Mirâc gecesi, Cennette nasib olan rü'yet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki; (Namaz müminlerin mirâcıdır) buyurmuştur. Onun yolunda, izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmaktadır. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası, kalbin şifası namazdır. (Ey Bilal, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emir buyuran hadis-i şerif, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadis-i şerifi, bu arzuya işaret etmektedir. Namazın hakikatini anlamış olan bir kimse, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp ahıret hayatına girer, âhırete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsustur.”
Hazret-i Ali, namaza durduğu zaman, bütün âlem altüst olsa, hiç haberi olmazdı. Bir harpte, mübarek ayağına ok saplanmış ve okun demir kısmı kemiğe girmişti. Bunu çıkartmak için, kendisinin bayıltılması gerektiği söylenince;
-Bayıltamaya gerek yok, ben namaza durduktan sonra çıkarırsınız cevabını vermiştir.
Nitekim namaza durunca, cerrah, o demir parçasını çıkarır ve yarayı sarar. Hazret-i Ali;
-Ben o demir parçasını çıkardığınızı hissetmedim buyurur.
Muhammed Ma’sûm hazretleri;
“Namaz, dinin direği, müminin mirâcıdır. Onu en iyi şekilde kılmaya gayret etmelidir” buyurmuştur.
Mirâc gecesinde Peygamber Efendimize ihsan olunan nimetler, bu dünyada, onun ümmetine yalnız namazda tattırılmaktadır.
.
Allahü teâlâya isyan, iki türlüdür
29 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :28 Ocak 2025 22:42
Haram işlemeyen Müslümanlara ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir.
Sual: Allaha isyan ettiler denilince ne anlatılmak istenmektedir, bu ifadeden, haram, günah işleyenleri mi anlayacağız?
Cevap: Allahü teâlâya asi olmak, isyan etmek iki türlüdür:
1-Allahü teâlânın emirlerini, yani farzları yapmamaktır. Farzları, vazife kabul etmeyen, kâfir olur. Vazife olduğunu bilip de, tembellikle yapmayanlar, yani kaza etmek, ödemek fikrinde olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fakat en büyük günah olur.
2-Allahü teâlânın men, yasak ettiğini, yani haramları yapmaktır. Haramdan kaçmayı, sakınmayı, vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Haram işleyen Müslümanlara fasık, asi denir. Haram işlemeyenlere ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir. İttikanın, yani haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teennî Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1-Misafirin gelince, önüne yiyecek getir!
2-Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle!
3-Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl!
4-Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir!
5-Ölen şahsın defnedilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
Sual: Abdest uzuvlarında yaralar bulunan bir kimse, nasıl abdest alır?
Cevap: Abdest uzuvlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesh eder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder.
Peygamber Efendimize dil uzatanlar!
30 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :29 Ocak 2025 21:34
Hintli Hamidullah, Fransa'da "İslam bilgileri profesörü" etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır!
Sual: Hintli Hamidullah ve onun yolunda olanların, Peygamber Efendimizin, çeşitli yerlere seyahat ederek bu bigileri öğrendiğini söyledikleri doğru mudur?
Cevap: Hintli Hamidullah, Fransa'da İslam bilgileri profesörü etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır. "İslam Peygamberi" kitabında, Peygamber Efendimiz için;
“Onu gene tüccar sıfatı ile Yemen'de, Bahreyn ve Umman'da görüyoruz. Belki de deniz yolu ile, Habeşistan'a gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün bu seyahatlar, onun Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan'ın ticari, idari gelenek ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha teşebbüs etti” demektedir. Hâlbuki, İslam tarihleri, söz birliği ile diyorlar ki:
“Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizi üç gün validesi, sonra Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi, daha sonra, iki sene Halime Hatun emzirdi. Altı yaşında iken, validesi Âmine Hatun, oğlunu Medine'ye dayılarını görmeye götürdü. Bir ay kalıp, dönüşte, Ebvâ denilen yerde vefat etti. Hizmetçileri Ümm-i Eymen ile Mekke'ye gelip, dedesi Abdülmuttalib'in yanında kaldı. Sekiz yaşına gelince, dedesi vefat edip, amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.
Dokuz veya oniki yaşında iken Ebû Talib, yirmi yaşında hazret-i Ebû Bekir ve yirmibeş yaşında iken, hazret-i Haticenin kervanı ile Şam'a gidenler arasında bulundu. Bu yolculukların üçünde de, Busrâ denilen yere varıldığında, orada bulunan kilisenin papasları, Bahîra ve sonra Nestûra, İncil'de okudukları son Peygamberin alametlerini kendisinde görerek;
“Şam'a gitmeyiniz! Şamda Yahudîler bu çocuğu tanır, öldürür” dediler. Bunlar da, ticaretlerini orada yapıp geriye döndüler.
Ondört veyâ onyedi yaşında iken, Yemen'e giden amcası Zübeyr, ticareti bereketli olması için, Resulullah Efendimizi de beraberinde götürdü. Bahreyn'e gittiğini bildiren güvenilir haber olmadığı gibi, Habeşistan'a seyahat ettiğini de, Peygamberliğine inanmayanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Diğer seyahatlere de, kendisi ile bereketlenmek için götürülmüştü.”
Bizans'a, Acem'e, Habeş'e ve Yemen'e gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek ve Resulullah Efendimiz için tecrübeli adam diyerek edepsizce davranmak, bir Müslümanın yapacağı şey değildir!
.
İmamın bağırarak sesini yükseltmesi
31 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :30 Ocak 2025 22:37
"Cemaate duyuracak kadardan daha yüksek bağırmak, müezzin için de, mekruhtur.”
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın sesini cemaate duyurmak için bağırarak yükseltmesi, namaza zarar verir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İmamın namaza dururken, rükünden rüküne geçerken ve selam verirken, cemaat işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur. İmam, namaza başlamak için, tekbir getirmeli, cemaate duyurmayı düşünmemelidir. Aksi takdirde namazı sahih olmaz. Cemaatin hepsi, imamı işitmediği zaman, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de namaza başlamayı düşünmeyip, yalnız cemaate duyurmak için bağırırsa, namazı sahih olmadığı gibi, imamı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi ile namaza duranların namazı da sahih olmaz. Çünkü namazı kılmayan birine uymuş olurlar. Cemaate duyuracak kadardan daha yüksek bağırmak, müezzin için de, mekruhtur.”
Dört mezheb âlimleri söz birliği ile bildiriyor ki, cemaatin hepsi, imamın sesini duyarken, müezzinin de tekbir getirmesi, mekruhtur ve çirkin bidattir. Hatta Bahr-ül-fetâvâda, Feth-ul-kadîrde ve Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli kenarındaki Üstüvânî risalesinin sonuna doğru diyor ki:
“Küçük mescitlerde, imamın tekbiri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbir getirirse, namazı bozulur.”
Sual: Namaz kılmak için, vaktin girdiğinden emin olmak şart mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Namazın sahih olması için, namaz vaktinin girmiş olduğunu iyi bilmek lazımdır. Vaktin girdiğinde şüphe ederek kılsa, sonra vakit girdikten sonra kılmış olduğu anlaşılsa, kılmış olduğu namaz sahih olmaz. Vaktin girdiği, adil bir Müslümanın okuduğu ezan ile anlaşılır. Ezanı okuyan adil değilse, vaktin girip girmediğini kendi araştırır. Girdiğini çok zan edince, kılar. Din işlerinde adil bir Müslümanın sözüne inanılır. Mesela, kıbleyi, bir şeyin temiz ve necis olmasını, helal, haram olmasını haber verince inanılır. Haber veren fasıksa yahut adil, fasık olduğu belli değilse, doğru söyleyip söylemediğini kendi araştırıp, zan ettiğine göre hareket eder. Çok zan etmek, iyi bilmek demektir. Namaz vaktinin girdiğini haber vermek ibadettir. Namaz vaktini bilen, akıllı baliğ, adil bir erkeğin ezanına inanılır, fasığın değil.
.
İlerlemek için Batılılaşmak şart mı?
1 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :1 Şubat 2025 02:15
"Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!"
Sual: Bazı kimseler, "bu asırda ilerlemek ve yaşayabilmek için topluca Batılılaşmak şarttır" diyorlar bu söz doğru mudur?
Cevap: Bazılarının dediği bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, Batılıların fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslamiyet de, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu, din kitaplarında, vesikaları ile bildirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifte; (Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fakat bu, Batı'ya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada Batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, Batı'nın bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını, pisliklerini ve hepsinden daha acı, daha şaşkın olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, camileri kilise ve eski sanat eseri şekline sokmak, Müslümanlığa Şark dini, gerilik dini, Kur’ân-ı kerime çöl kanunu, puta tapmaya, ibadete müzik karıştırmaya Batı dini, modern ve medeni din demek ve İslamiyeti bırakıp, Hıristiyanlığa, musiki aletleri ile ibadete dönmeye, 'Dinde reform' ismini vermektir.
Herkes şunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlarında dolaşan asil kan, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla Batılaşmayacak ve dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmayacaktır. Ecdadının mukaddesatını ayaklar altında çiğnetmeyecektir!
Sual: Mürted diye imanı gitmiş olana mı denir?
Cevap: Bir Müslüman, imanın yok olmasına sebep olacağı söz birliği ile bildirilmiş olan şeyleri, kasten, istekle söyler veya yaparsa, kâfir olur. Buna Mürted denir.
Sual: Bir Müslüman, herhangi bir yerde, namazda avret yerini örtecek bir şey bulamasa, bu kimse namazını kılar mı, kılarsa nasıl yapması gerekir?
Cevap: Namazda, avret yerini örtmekten aciz kalan, örtecek bir şey bulamayan kimse, namazda oturduğu gibi veya daha iyisi, ayaklarını kıbleye uzatıp, elleri ile önünü örtüp, imâ ile namazını kılar. Çünkü, avret yerini örtmek, namazın diğer farzlarından daha mühimdir. Görülüyor ki, çıplak kalanın da, namazı vaktinde kılması, kazaya bırakmaması lazımdır.
.
Kâfirlerin hepsi aynı mıdır?
2 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 02:01
Bugün, dünyadaki kâfirler, iki türlüdür: Kitaplı kâfirler ve Kitapsız kâfirler yani Müşrikler.
Sual: Dünyada bulunan kâfirlerin hepsi aynı mıdır yoksa aralarında fark var mıdır?
Cevap: Bugün, dünyadaki kâfirler, iki türlüdür:
Birincisi, Kitaplı kâfirler, yani Yahudiler ve Hıristiyanların az bir kısmı olup, bir peygambere ve bunun Allahü teâlâdan getirdiği kitaba ve öldükten sonra dirilmeye, ahıretteki sonsuz hayata inanıyorlar. Ellerindeki bozuk kitaba Allah kelamı diyorlar.
İkincisi, Kitapsız kâfirler yani Müşrikler olup, her şeyi yapan bir Allah bulunduğuna inanmıyorlar. Taş, ağaç, güneş, yıldız ve insan, inek gibi bazı mahluklarda ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanıyorlar. Bu inkârcılardan bir kısmı, kanun ile, devlet baskısı ile, zulüm, işkence ederek, ibadet etmeyi, dini öğretmeyi yasak ediyor. Bir kısmı da, insanlık, iyilik duygularını okşayıcı sözlerle, herkesi, zevk, safaya daldırıyor. Maneviyyattan, din bilgilerinden mahrum bırakıyorlar. Düzme hikâyeler, yalan örnekler göstererek, milyonlarca insanı aldatıyor, din cahili yetiştiriyorlar. Bir taraftan, medeniyetten, fenden, insan haklarından bahsedip, bir taraftan da, insanları hayvanlaştırıyorlar. İngiliz casusları, böyle yapıyor.
Sual: Dinin temeli, din bilgilerini öğrenip bunları diğer insanlara da öğretmek, bildirmek midir?
Cevap: Din-i islamın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i ma'rûf yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve Nehy-i anilmünker emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.)
Sual: Mest üzerine yapılan meshin müddeti ne kadardır?
Cevap: Mest üzerine mesh müddeti, mukim olan için, yirmidört saattir. Misafir, yolcu için, üç gün üç gece, yani yetmişiki saattir.
.
Yaratılanlar, tesadüfen mi yaratılmıştır
3 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 23:13
Hiçbir dine inanmayan kâfirler, "her şey rastgele, tesadüfle var olmuştur" diyor!
Sual: Bazı kimseler, her şey, kendi kendine, tesadüfen var olmuştur diyor. Böyle söyleyenlerin sözünde gerçeklik olabilir mi?
Cevap: Dünyanın her yerinde ayrı ayrı manzaralar, çeşitli varlıklar var. İnsan bu manzaralara bakmaya doyamıyor ve yaratılan diğer varlıkları görünce de hayranlık duymaktan kendini alamıyor. Acaba bunlar, kendi kendine mi var olmuştur? Her varlık, hep hesaplı ve düzenli, sanki her şey aynı bir makinadan çıkmış gibi. Her şey fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunlarına bağlı. Hele, insanın yaratılışındaki ahenk ve nizam, insanın içindeki organların, bir makinanın parçaları gibi, birlikte çalışması, anlayanları hayran bırakmaktadır. Meşhur İngiliz biyolog Darwin bile; “Gözün yapısındaki intizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor” demiştir. Bütün varlıklar, birbirlerine değişmez kanunlarla bağlıdır. Din sahipleri, bunları yaratan, bilen, bir Halık, Yaratıcı vardır diyor. Hiçbir dine inanmayan kâfirler ise, her şey rastgele, tesadüfle var olmuş diyor. Yaratıcı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor. (Her şeyi ben yarattım. Hepinizin sahibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime koyacağım. Sayısız nimetler vereceğim. Sonsuz zevk ve saadet içinde yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmayanları Cehennemde sonsuz azab edeceğim) diyor. Cennet ve Cehennem yok ise, Peygamberlere inanmış olanlar, aldanmış ise, bunlar hiç zarar görmeyecektir. Fakat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan, bunlara inanmayanlar ve bunların sözlerini değiştirenler, sonsuz azap göreceklerdir.
Sual: İslamiyet geldikten sonra, diğer dinlerin hükümleri tamamen yürürlükten kalkmış mıdır?
Cevap: Her din, kendisinden önce gelen dini neshetmiş, değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, İslam dinidir. Bu dinin bildirdiği farzları yapanlara ve haramlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, ahırette nimetler, iyilikler verecektir ki bunlar, sevap kazanır. Farzları yapmayanlara ve haramlardan kaçınmayanlara, ahırette cezalar, acılar vardır ki böyle kimseler, günaha girer.
.
Akika, çocuk nimetine karşılıktır
4 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :4 Şubat 2025 01:24
Akika kesmek, Hanefi mezhebinde müstehap, Şâfii ve Mâliki mezheblerinde sünnet-i müekkededir.
Sual: Dünyaya gelen kız erkek çocuklar için akika kesmenin hükmü nedir, ne zaman kesilir ve etinden kimler yiyebilir?
Cevap: Akika, çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyeti ile hayvan kesmektir. Çocuğa nafaka vermesi vacip olan kimsenin, yedinci günü isim koyması ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermesi, erkek için iki, kız için bir akika hayvanı kesmesi, Hanefi mezhebinde müstehaptır. Akika hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Sonra da ve her zaman da kesilebilir. Kurban Bayramında da kesilebilir. Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvetten sonra, kendisi için akika kestiği Şir'a’da yazılıdır. Ölü olarak doğan çocuğa isim konmaz ve akikası kesilmez. Akika hayvanının etlerinden, kesen yiyebilir, zengin, fakir herkese verebilir. Akika kesmek, Şâfii ve Mâliki mezheblerinde sünnet-i müekkededir. Şâfii ve Hanbeli mezheblerinde, kemikleri atılmaz, kırılmaz, oynak yerlerinden ayrılıp toplanır, bir temiz bez içinde gömülür. Hanefi ve Mâliki mezheblerinde kemikleri kırılabilir. Akika, çocukları belalardan, hastalıklardan korur, kıyamette, anaya, babaya, ayrı bir şefaat ederler. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:
“Hicretin sekizinci yılında oğlu İbrahim dünyaya gelince, yedinci günü, Resulullah Efendimiz İbrahim'in başını tıraş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akika olarak iki koç kesti, saçlarını gömdü.”
Sual: Kaza, keffaret veya adak orucu tutanların, iftar vaktinde, ramazan orucunda olduğu gibi, ihtiyatlı mı hareket etmesi gerekir?
Cevap: Oruçlu olan kimsenin, iftarı akşam namazından önce yapması müstehab ise de, bir ibadeti bozmak şüphesinden kurtarmak için müstehab terk edilmelidir. Önce akşam namazını kılmalı, sonra iftar etmelidir. Böylece iftar yine, yıldızlar görünmeden önce yani acele edilmiş olur ve oruç, bozulmak tehlikesinden kurtulur. Akşam namazını vakti çıkmadan, tekrar kılmak mümkündür. Takvim, saat ve ezan yanlış olunca, oruç kurtulmaz. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İftar etmek için, güneşin battığını iki adil Müslümanın haber vermesi lazımdır. Bir olursa da, beis yoktur.”
Görülüyor ki, takvimi hazırlayanın ve iftar topu atanın, ezan okuyanın adil olmaları lazımdır.
.
İbadet ve işlerde acele etmek
5 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :5 Şubat 2025 00:31
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır."
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teennî Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1-Misafirin gelince, önüne yiyecek getir! 2-Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle! 3-Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl! 4-Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir! 5-Ölen şahsın defnedilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
Sual: Allaha isyan ettiler denilince ne anlatılmak istenmektedir, bu ifadeden, haram, günah işleyenleri mi anlayacağız?
Cevap: Allahü teâlâya asi olmak, isyan etmek iki türlüdür:
1-Allahü teâlânın emirlerini, yani farzları yapmamaktır. Farzları, vazife kabul etmeyen, kâfir olur. Vazife olduğunu bilip de, tembellikle yapmayanlar, yani kaza etmek, ödemek fikrinde olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fakat en büyük günah olur.
2-Allahü teâlânın men, yasak ettiğini, yani haramları yapmaktır. Haramdan kaçmayı, sakınmayı, vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Haram işleyen Müslümanlara fasık, asi denir. Haram işlemeyenlere ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir. İttikanın, yani haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.
Sual: Abdest uzuvlarında yaralar bulunan bir kimse, nasıl abdest alır?
Cevap: Abdest uzuvlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesheder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder.
.
İsyan edene mesafeli durmak
6 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 00:51
Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır.
Sual: Günah işleyenlere karşı mesafeli durmak, darılmak, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı...
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah Efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap: Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap: İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır
.
Altın ve gümüş kap kullanmak
7 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 22:05
Kadın ve erkeğin altın ve gümüş kap ile yemesi, içmesi, her türlü kullanması tahrimen mekruhtur.
Sual: Altından veya gümüşten imal edilmiş tas ve tabakların kullanılmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kadın ve erkeğin altın ve gümüş kap ile yemesi, içmesi, her türlü kullanması tahrimen mekruhtur. Altın ve gümüş kaşık, saat, kalem, abdest ibriği, bıçak, sandalya ve benzeri şeyleri kullanmaları da böyledir. Bunları kendi bedeni için kullanmayıp, başka yerde kullanmaları caiz olur. Mesela yağı, balı gümüş bıçakla ekmeğe sürmek ve bu ekmeği eli ile yemek caizdir. Altın kaptaki ilacı başına dökmek haramdır. Fakat, buradan eline döküp, elindekini başına sürmek caizdir. Fakat, suyu ve ilacı kullanmak için, önceden bu kaplara koymak caiz değildir. Gümüş tastan çorbayı tahta kaşıkla alıp yemek caiz olmaz. Çünkü tas, zaten kaşıkla kullanılır. Gümüş tüpteki merhemi ele sıkıp, el ile başa sürmek de böyledir. İbrikteki suyu ele döküp, yüzü yıkamak da böyledir. Mevlitlerde, gümüş kaptan avuca gül suyu serpip, avucu yüze, elbiseye sürmek de, böyle caiz değildir.
Sual: Kasaplardan satın alınan etlerin yenmesinde, şüphe etmek ve bunların mahiyetini araştırmak gerekir mi?
Cevap: Müslüman kasaptan satın alınan bir etin, nasıl kesildiği bilinmiyorsa, helal olmak ihtimali varsa, yani kesenler Müslüman ve mürtet karışık ise, yemek caiz olur. Haram olduğu, görerek veya adil bir Müslümanın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse, yememelidir. Fakat, sorup araştırmak lazım değildir. Müslümandan satın alınan şüpheli eti yemeli, vesvese etmemelidir.
Sual: Necis, pis şeyleri yiyen hayvanların etini yemenin ve sütünü içmenin mahzuru var mıdır?
Cevap: Tezek ve başka necis şeyleri yiyen hayvanın eti kokarsa, yanına yaklaşınca pis koku gelirse, eti, sütü ve teri necis olup, yemesi mekruhtur. Temiz şey ile beslenip, pis kokusu kalmazsa caiz olur. Bunun için, tavuk üç gün, koyun dört, deve ve sığır on gün hapsolunur denildi. At eti ve sütü temizdir, helaldir. Nesli azalmaması için, mekruh denildi. Yabani eşek eti ve sütü helaldir.
Sual: Altından ve gümüşten yapılmış olan her türlü süs eşyasını, kadınların kullanmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara helaldir. Fakat, bunları mesela, parmağındaki yüzüğünü mahrem olmayan erkeklere göstermeleri haramdır.
İslâmın yayılmasına hizmet etmek
8 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 00:35
"Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir."
Sual: İslâm dininin doğru olarak öğrenilmesi ve bu bilgilerin insanlara ulaştırılması konusunda, kadın, erkek her Müslüman sorumlu mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 1. cilt, 193. mektubunda buyuruyor ki:
“Bugün Müslümanlar kimsesiz kaldı. Din düşmanları her taraftan saldırıyor. Bugün, İslâma hizmet için bir lira vermek, başka zaman verilen binlerce liradan daha çok sevaptır. İslâma yapılacak en büyük hizmet, Ehl-i sünnet kitaplarını alıp, gençlere dağıtmakla olur. Hangi talihli kimseye bu hizmeti nasip ederlerse, çok sevinsin, çok şükretsin. İslâma hizmet etmek her zaman sevaptır. Fakat, İslâmın zayıf olduğu, yalanlarla, iftiralarla, Müslümanlığın yok edilmeye çalışıldığı bu zamanda, Ehl-i sünnet itikadını yaymaya çalışmak, kat kat daha çok sevaptır. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâb-ı kiramına karşı buyurdu ki:
(Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinden ve yasaklarından onda dokuzuna uyup, onda birine uymazsanız, helak olursunuz, azab görürsünüz! Sizden sonra, öyle bir zaman gelecek ki, o zaman, emirlerin ve yasakların yalnız onda birine uyan kurtulacaktır.)
Hadis-i şerifte bildirilen zaman, işte bu zamandır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her Müslümanın bunu yapmak için uğraşması lazımdır. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her Müslümana, bunu soracaklar, İslâma niçin hizmet etmedin diyeceklerdir. Özür, bahane, kabul edilmeyecektir. Peygamberler, insanların en üstünleri iken, hiç rahat oturmadı. Allahü teâlânın dinini yaymak için, gece gündüz uğraştılar. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da, bunlara yardım eder, mucize yaratırdı. Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve Müslümanlara iftira edenlerin, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz lazımdır. Bu yolda malı, kuvveti, mesleği ile çalışmıyanlar, azabdan kurtulamıyacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir. Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, çok sıkıntı çekerlerdi. Onların en üstünü olan Muhammed aleyhisselam;
(Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi) buyurdu.”
.
Cin ve şeytan şerrinden korunmak
9 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 23:32
Ütrüc yani 'Ağaç kavunu' bulunan eve cin girmeyeceği, Hayât-ül-hayvân’da ve Kâmûs’ta yazılıdır.
Cenaze sessiz götürülür
10 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :10 Şubat 2025 00:47
Cenazenin ön ve yan taraflarında yürümek caiz ise de, arkasında gitmek daha iyidir.
Sual: Cenazeyi taşıyanların dışında kalanlar, cenazenin önünde mi arkasında mı gitmeli ve cenazeyi taşırken tekbir getirmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Cenazede bulunanlar, cenazenin arkasında ve ona yakın yürümelidir. Cenazede bulunmak sünnet-i müekkededir. Şafii mezhebinde cenazenin önünde gidilir. Kadınlar cenazede bulunmaz. Cenaze sessiz götürülür. Yüksek sesle tekbir, tehlil okumanın bidat ve günah olduğu, Halebî-i kebîr, Merâkıl-felâh, Tahtâvî hâşiyesi, Ni’met-i islâm ve Şir’atül-islâm şerhi sonunda uzun yazılıdır. Cahillerin yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle bidatler bulunan cenazeyi terk etmemeli, mümkün ise, mâni olmalıdır. Fakat, bidat bulunan ziyafeti terk etmek lazımdır. Cenazenin ön ve yan taraflarında yürümek caiz ise de, arkasında gitmek daha iyidir. Cenazeyi, çok yavaş değil, meyyiti sarsmayacak kadar, hızlı götürmelidir.
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, kendisi için kabir yeri satın alabilir mi ve kendisi için kabir kazdırabilir mi?
Cevap: Hayatta iken, kendisi için kabir kazdırmak caizdir. Kendi mülkünde ise, ona mahsus olur. Kendi mülkünde değilse ve kabristanda yerini satın almamış ise, başkası da oraya gömülebilir.
Sual: Ölen bir kimseyi, eğer imkân varsa nerede defnetmek daha iyi ve faydalı olur?
Cevap: Meyyiti büyük mezarlıkta gömmek lazımdır, sünnettir, çok faydalıdır. Salihlere ve evliyaya yakın defnetmelidir. Fasıkların, facirlerin ve hele kâfir ve mürtetlerin kabirlerinden uzak olmalıdır. Rutubetli, nemli yerlerde defnetmek iyi değildir. Mümkün olduğu kadar kuru yerlere defnetmelidir. Nemli yerde defin, çabuk çürümesine sebep olur. Din-i islamda, meyyitin geç çürümesi lazımdır. Toprak nemli veya gevşek olursa, çivisiz tabut ile gömmek iyi olur.
Sual: İslamiyet’i hiç duymayanların ve küçükken ölen gayr-i müslim çocuklarının ahiretteki durumu nedir, nereye giderler?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kafir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır.”
.
Zararlı şeyleri yemek, içmek
11 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :11 Şubat 2025 00:45
Yemesi, içmesi öldürücü olanları yemek haramdır.
Sual: İnsana zarar veren bir şeyi, helal de olsa, yemek veya içmek günah olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka'da deniyor ki:
“Yemesi, içmesi zararlı olanlar üçe ayrılır:
Birincilerinin zararını herkes bilir. Bunlar öldürücüdür. Her zehir, cam tozu, demir ve cıva bileşikleri, kireç ve benzerleri böyledir. Bunları yemek, içmek haramdır.
İkincilerinin zararlı olduğu bilinir ise de, öldürücü değildirler. Toprak, çamur, kil ve benzerleri böyledir. Bunları çok yemek, içmek mekruh olup, zararsız miktarları mubahtır.
Üçüncüleri, organlarında zafiyet olanlara zarar verirler, sağlam olanlara zarar vermezler. Bazı kimselere balık eti, süt, yumurta, pastırma, turşu, konserve eti, bal, zeytinyağı, biber zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere haram, mekruh olur. Zarar vermeyenlere ise mubahtırlar.”
Sual: İslamiyet’i beğenmeyen veya Müslüman görünüp İslamiyet’i değiştirmeye çalışan kimseler kötü müdür ve bunlarla arkadaşlık yapılabilir mi?
Cevap: Kötü, fasık olan birisi ile arkadaş olmanın sonu felaket olur. Kötü insan, İslamiyet’i beğenmeyen kimse demektir. Muhammed aleyhisselamın emirlerine ve yasaklarına İslamiyet denir. İnsanların en kötüsü Zındıklardır. Bunlar, Müslüman ismini taşır, büyük sarık, eski cübbe içinde gizlenirler. Peygamber efendimizi ve İslamiyet’i methederler, överler. Fakat Kur’ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere yanlış mana vererek, İslamiyet’i istedikleri şekle sokarlar. Bu tipler, genelde, İngilizlere uşaklık ederler. Londra’daki mason merkezinden aldıkları bol para, sahte diploma, şöhret ile, kâfirlere satılmış ahmaklardır. Aklı olan, Ehl-i sünnet kitaplarını okumuş olan, bunlara aldanmaz. Peygamber efendimiz, bu münafıkların geleceğini ve Cehennemde çok acı azapta sonsuz olarak kalacaklarını haber verdi. Bilhassa gençlerin bu sinsi düşmanlara aldanmaktan korunması ve bunun için de Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuması lazımdır. Aklı olana bu kitaplar çok faydalı olacak, onlara rehberlik edecektir. Zira; “Aklı olana nasihat dinlemek saz, aklı olmayana davul, zurna az” sözü meşhurdur.
Sual: Gümüş tas veya tabaktan, bir şey yenip, içilebilir mi?
Cevap: Gümüş tastan çorbayı tahta kaşıkla alıp yemek caiz olmaz. Çünkü tas, zaten kaşıkla kullanılır.
.
Uyumak abdesti bozar mı?
12 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 00:39
Yan veya sırt üstü yatmak, dirseğine yahut bir şeye dayanıp uyumak, abdesti bozar.
Sual: Abdestli bir kimse, eğer uyur veya uyuklarsa abdesti bozulur mu?
Cevap: Abdesti bozanlardan birisi de uyumaktır. Uyumak, dört mezhepte de abdesti bozar. Hanefi mezhebinde, makadın gevşek olacağı bir hâlde, mesela yan veya sırt üstü yatarak veya dirseğine yahut bir şeye dayanıp uyumak, abdesti bozar. Dayandığı şey çekilince düşmezse, bozulmaz. Namazda uyumak, dizleri dikip, başını dizlerine koyarak, diz çökerek, bağdaş kurarak, teverrük ederek uyursa, bozulmaz. Teverrük, kadınların namazda oturdukları gibi oturmaktır. Bir dizini dikip, diğer uyluğu üzerine oturup uyursa bozulur. Çıplak hayvan üstünde uyursa, hayvan yokuş çıkıyor veya düz yerde gidiyorsa, bozulmaz.
Sual: Abdest alırken tertip deniyor, bu, uzuvları sıra ile yıkamak mıdır?
Cevap: Abdestte uzuvları bildirilen sıra ile iki eli, ağzı, burnu, yüzü, kolları, başı, kulakları, enseyi ve ayakları yıkamak ve meshetmektir ki buna tertip denir ve sünnettir, Şâfiî mezhebinde ise tertip farzdır.
Sual: Abdest alırken yüzü, kolları ve ayakları üçer kere mi yıkamak gerekir?
Cevap: Abdest alırken yıkanacak yerleri, üç kerre yıkamak sünnettir. Her birinde, uzvun her yeri ıslanmalıdır. Üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam olarak yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak ise mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz.
Sual: Gusül gereken bir durumu olan bir kimse bunu unutup cuma günü için gusül alsa, cünüplükten temizlenmiş olur mu?
Cevap: Cuma, Fıtr ve Kurban Bayramı namazları için ve Arefe günü, Arafat Meydanı’nda gusül abdesti almak sünnet-i zevâiddir. Cünüp olduğunu unutan, cuma namazı için gusül alırsa, cünüplükten de temiz olur. Fakat, farz sevabına kavuşamaz.
Sual: Hasta, yaşlı olan kimseler su ile abdest alamaz ve ayakta namaz kılamazlarsa nasıl hareket ederler?
Cevap: Hastanın, abdest veya gusül ile veya hareket etmekle, hastalığının artacağı veya iyi olması uzayacağı, kendi tecrübesi veya mütehassıs Müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılırsa, bu kimse teyemmüm eder. Hastalıktan sonra, ellerde ve ayaklardaki hâlsizlik de özürdür yine teyemmüme devam eder. İhtiyarlardaki, yaşlılardaki hâlsizlik de böyledir. Bunlar da, abdest için teyemmüm yapar ve namazlarını da oturarak kılarlar.
.
Berat gecesi ve fazileti
13 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 21:45
Berat gecesi, Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yani ondördüncü günü ile onbeşinci günü arasındaki gecedir.
Sual: Berat gecesi ne zamandır, önemi, fazileti nedir ve böyle gecelerde ne yapmalıdır?
Cevap: Berat gecesi, Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yani ondördüncü günü ile onbeşinci günü arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiçbir şey yaratmadan önce, her şeyi takdir etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerim, Levhilmahfûza bu gece indi. Resulullah Efendimiz bu gece, çok ibadet ve çok dua ederdi.
Her sene, Şaban ayının onbeşinci Berat gecesinde o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tövbe, ret olmaz. Fıtır bayramının ve Kurban Bayramının birinci geceleri, Şabanın onbeşinci, Berât gecesi ve Arefe gecesi.)
(Cebrail aleyhisselam bana geldi. Kalk, namaz kıl ve dua et! Bu gece, Şabanın onbeşinci gecesidir dedi. Bu geceyi ihya edenleri, Allahü teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, faiz yiyenleri ve zina yapanları affetmez.)
(Berât gecesini ganimet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şabanın onbeşinci gecesidir. Kadir gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibadet yapınız. Yoksa, kıyamet günü pişman olursunuz!)
Cuma, Arefe, Bayram, Kadir, Berât, Mirâc, Aşûre, Mevlid ve Regâib gecelerinde ibadet etmek çok sevaptır. Muhammed Rebhâmî hazretleri Rıyâd-un-nâsıhîn kitabında buyuruyor ki:
“Büyük İslam âlimi, imâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında buyuruyor ki, gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir. Fıkıh kitaplarında, saat demek, bir miktar zaman demektir. Nevevî, Şafii mezhebinde müctehiddir. Hanefilerin de, geceleri, böyle ihya etmeleri uygun olur.”
Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaatle nafile namaz kılmanın mekruh olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. Mekruhu iyi bilmek, büyük cinayetlerdendir. Çünkü haramı mubah bilmek küfür, Mekruhu mubah bilmek ise, ondan bir basamak aşağıdır. Bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır.
.
İmanın temeli ve alameti
15 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :15 Şubat 2025 01:23
Allahü teâlâya düşman olanları sevmemeli, İslamiyet’e yapışanları sevmelidir.
Sual: İmanın temeli ve imanın bulunduğunun alameti nedir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Resulullah efendimiz buyurdu ki: (İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, Müslümanları sevmek ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemektir.) Cenâb-ı Hak, İsa aleyhisselama; (Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlukların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz) buyurdu.
Her mümin, Allahü teâlâya düşman olanları sevmemeli, İslamiyet’e yapışanları sevmelidir. Bunu sözlerinde ve mümkün ise, hareketlerinde belli etmelidir. Asi ve fasıklarla arkadaşlık etmemeli, fıskı çok olanlardan, çok kaçınmalıdır. Zalimlerden, Müslümanlara eziyet edenlerden daha ziyade kaçınmalıdır. Fakat, yalnız kendisine zulmedenleri affedip zulümlerine sabretmek lazımdır ve çok iyidir. Büyüklerimizden bazıları, fasıklara ve zalimlere çok sert davranırdı. Bazıları da, hepsine şefkat ve merhamet gösterip, nasihat ederdi. Yani her şeyin kaza ve kader ile olduğunu düşünerek, fasıklara ve zalimlere acırlardı. Bu hâl, büyük ve kıymetli ise de, cahiller, ahmaklar, burada aldanır. İmanları zayıf ve İslamiyet’e uymakta gevşek olanlar, kendilerini Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı sanır. Hâlbuki, bu rıza ve bağlılığın alameti vardır: Bir kimseyi döverler, malını alırlar, hakaret ederler de, hiç kızmaz, bunları affeder, acırsa, kazaya rızası olduğu anlaşılır. Fakat, kendine yapılanlara kızıp da, Allahü teâlâya karşı gelenlere acıyarak, kaderleri böyle imiş derse, dinde gevşeklik, münafıklık ve ahmaklık etmiş olur. İşte, kaza ve kaderi bilmeyenlerin, fasıklara ve kafirlere acımaları ve bunlara muhabbet etmeleri, imanlarının sağlam olmadığına alamettir. İslamiyet’e karşı duranları ve Müslümanlara düşman olanları sevmemek, bunları düşman bilmek farzdır. Cizye vermeyi kabul edenleri de, sevmemek farzdır. Mücadele suresinin son âyetinde meâlen; (Allahü teâlâya ve kıyamet gününe iman edenler, Allahü teâlânın ve resûlünün düşmanlarını sevmezler. O kafirler ve münafıklar, müminlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan müminleri Cennete koyacağım) buyuruldu.”
.
Sual: Cin veya şeytan şerrinden korunmak, kurtulmak için belli bir dua veya dualar var mıdır?
Cevap: Cin, şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına, sihre, büyüye karşı Teshîl-ül-menâfi kitabının sonundaki âyât-ı hırzı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır. Celâleddîn-i Süyûtî hazretleri Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme kitabında buyuruyor ki:
“Şeytanın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, her gün bu duayı okumalıdır: (Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül'azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!) Hiltit veya 'şeytan tersi' adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sara hastası, bunu koklarsa, iyi olur.”
Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine olup, antispasmodique yani sinirleri teskin edici olarak Avrupa'da, toz, hap, ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için, kullanılmaktadır. Ütrüc yani 'Ağaç kavunu' bulunan eve cin girmeyeceği, Hayât-ül-hayvân’da ve Kâmûs’ta yazılıdır.
Sual: İyi, hayırlı işlere başlarken, hep sağdan mı başlamak gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, don, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine, odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Camiye rastgele mi girip çıkılır veya nasıl girmeli ve çıkmalıdır?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir, çıkarken sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir.”
Evliyanın kabrini ziyaret ederken
16 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :16 Şubat 2025 01:45
Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, kalbine bir şeyler akmaya başlar.
Sual: Evliya kabirleri nasıl ziyaret edilir ve istifade etmek için ne yapmalıdır?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Râbıta-i şerîfe kitabında buyuruluyor ki:
“Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbir şey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organları ile anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. O zatın feyizlerinden bir feyiz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hasıl oluncaya kadar, bu nuru kalbinde saklamalıdır. Çünkü, evliyanın ruhları, feyizlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.
Kabir yanına gelince, önce selam verilir. Mezarın sağ yanına, yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hatırına getirir. Eûzü ve besmele ile bir Fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabını Resûlullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin ve Eshâb-ı kiramın ve evliyanın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde bir şey hasıl oluncaya kadar durur. Gelen kimse almasını bilirse, o zat da vermeye ehil, olgun bir velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer. Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selamını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, orada imiş gibi feyiz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, ruhun gıdasını, onun ruhu ile gönderdiğine inanmaktır.
Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, çeşmeye gider. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, tabibe, doktora ve eczaneye gider. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, evliyanın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, evliyanın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, her şeyi belli bir sebeple göndermek, onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, onun adetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, onun sebebine yapışması lazımdır.”
.
Namaz ne zaman farz olur?
17 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :17 Şubat 2025 00:36
Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürted Müslüman olunca, namaz kılmaları farz olur.
Sual: Bir kimseye namaz kılmak ne zaman farz olur?
Cevap: Akıl ve baliğ olan her Müslüman’ın her gün beş namaz vaktinin her birinde, bir kere namaz kılması farzdır. Bir namazın vakti gelince, bu namazı edaya, kılmaya başladığı vakit, bu namazı kılması farz olur. Kılmadı ise, vaktin sonunda, yani vaktin çıkmasına, abdest alıp namaza başlayacak kadar zaman kalınca, kılması farz olur. Özrü yok iken kılmadan vakit çıkarsa, büyük günah olur. Özrü olanın da, olmayanın da, vaktinde kılmadığı namazı, vakti çıktıktan sonra, kaza etmeleri farz olur. Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürted Müslüman olunca, kadın temizlenince, deli ve baygın şifa bulunca, uykuda olan uyanınca da böyledir. Yeni Müslüman olana evvela namazın şartlarını öğrenmesi farz olur. Öğrendikten sonra, kılması da farz olur. Vakit girdikten sonra, kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması ise, müstehabtır. Beş vakit namaz, kırk rekât eder. Bunlardan on yedi rekâti vakitlerinde kılmak farzdır. Üç rekâti vacibtir. Yirmi rekâti sünnettir. Beş vaktin her birinde sünnet namaz kılmak da emir olundu. Sünnetler farzdan başka oldukları için, bunlara ayrıca niyet edilir.
Sual: Cünüp olan bir kimse hemen mi gusül almalı, yoksa geciktirebilir mi?
Cevap: Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusül etmezse, günah olmaz. Daha fazla geciktirmesi büyük günahtır. Cünüp iken uyumak, cimâ yapmak günah değildir. Zevce, hanım ile birlikte, bir kurnadan, bir kaptan gusül etmek caizdir.
Sual: Cünüp olan kimse, gusül almadan bir şey yiyip içebilir mi?
Cevap: Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzihen mekruhtur. Çünkü ağzına, eline sürülen su, müstamel, kullanılmış su olur. Müstamel suyu içmek ise mekruhtur.
Sual: Kadınlar muayyen hâlde iken, cünüp olan kimse gibi midir?
Cevap: Hayz gören kadın, cünüp gibi değildir. Çünkü hayz hâlinde iken gusül abdesti alması emir olunmadı.
Sual: Muayyen hâldeki bir kadın çocuğunu emzirebilir mi ve süt emilmesi sebebiyle kadının abdesti bozulur mu?
Cevap: Hayz hâlindeki kadın, göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüp kadının, yıkamadan emzirmesi mekrûh olur. Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
.
Namazda şaşıran ne yapar?
18 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :18 Şubat 2025 00:46
Bir kimse, namaz bittikten sonra, kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir.
Sual: Namaz kılan bir kimse, kaç rekat kıldığında şüphe ederse, ne yapması gerekir?
Cevap: Kaç rek'at kıldığını şaşırıp, namaz içinde düşünmesi, sonraki rüknün veya vacibin, bir rükün zamanı kadar gecikmesine sebeb olursa, bu arada, âyet ve tesbih okusa bile, secde-i sehiv lazım olur. Bir âyet okumak, rükü ve iki secde, son rek'atte oturmak, birer rükündür. Düşünmek, farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehv lazım oluyor. Mesela, son rek'atte oturunca düşünürse, selam vermesi gecikirse, secde-i sehv lazım olur. Fazla okuduğu salevat ve dua, sünnet olarak değil, düşünce sebebi ile olduğu vakit, vacibin gecikmesi suç oluyor. Başka bir namazı kılıp kılmadığını veya dünya işlerinden herhangi birini düşünürse, bir rüknün gecikmesine sebep olsa bile, secde-i sehv lazım olmaz. Namaz bittikten sonra, kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir. Namazdan sonra, bir adil Müslüman, yanlış kıldın derse, tekrar kılması iyi olur. İki adil kimse söylerse, tekrar kılması vacip olur. Adil olmazsa, sözünü dinlemez. İmam doğru, cemaat ise, yanlış kıldık derse, imam kendine güveniyorsa veya bir şahidi olursa, tekrar kılınmaz.
Sual: İbadetler fazla zan etmekle kabul olduğu gibi, iman bilgileri de çok zan etmekle kabul olur mu?
Cevap: İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, itikat ise, çok zan ile doğru olmaz, iyi bilinmekle doğru olur.
Sual: Hamama veya havuza giden kimse, hamamdaki kurnalardan ve havuzdaki sudan abdest, gusül alabilir mi?
Cevap: Hamama giren kimse, kurnayı veya havuzu dolu görse, içine necaset bulaştığını bilmedikçe, o su ile abdest ve gusül alabilir. Su akıtıp, kurnayı taşırmaya lüzum yoktur.
Sual: Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların artığı olan su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin, yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz. Mâliki mezhebinde domuz ve köpek temizdir. Fakat bunları yemek, Mâlikî mezhebinde de haramdır.
Sual: Kıble, Kâbe binasının kendisi midir?
Cevap: Kıble, Kâbe'nin binâsı değil, arsasıdır. Yerden Arş'a kadar, o boşluk kıbledir
.
Zalime hürmet etmek günahtır!
19 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :19 Şubat 2025 00:42
Zalimin elini öpmek, karşısında eğilmek, günahtır. Adil olan kimsenin ise, caiz olur.
Sual: İnsanlara zulmeden, mallarını gasbeden, ırzlarına, namuslarına yan bakan, kötülük eden kimselere, hürmet edilir mi, saygı gösterilir mi?
Cevap: Haram işleyen kimseye fasık, kötü kimse denir. Fıskın en kötüsü, zulüm yapmaktır. Çünkü, açıkça yapılmakta ve kul hakkı da karışmaktadır. Âl-i İmrân sûresinin, 57. ve 140. âyetlerinde meâlen;
(Allahü teâlâ, zalimleri sevmez) buyuruldu. Hadis-i şerifte;
(Zalimin çok yaşamasına dua etmek, Allahü teâlâya isyan olunmasını istemektir) buyuruldu.
Zalim, oturduğu evi gasp yolu ile almış ise, o eve gitmek haram olur.
Fasık kimseye tevazu edenin dininin üçte ikisi gider. Zalime tevazu edenin hâlinin nasıl olacağını buradan anlamalıdır.
Zalimin elini öpmek, karşısında eğilmek, günahtır. Adil olan kimsenin ise, caiz olur. Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, hazret-i Ömer'in elini öpmüştür.
Kazancının çoğu haramdan olan kimsenin evine gidip oturmak, caiz değildir. Onu, söz ile veya bir hareket ile medhetmek, övmek, haramdır. Ancak, kendini veya başkasını, onun zulmünden kurtarmak için, yanına gitmek caiz olur. Yanında iken, yalan söylememek ve kendisini övmemek lazımdır. Kabul etmesi zan olunursa, nasihat verilir.
Zalim, sana gelirse kalkmak, ayakta karşılamak caiz olur. Dinin izzetini ve zulmün kötülüğünü bildirmek için kalkmamak iyi olur. Mümkün ise, nasihat yapılır. Zalimden her zaman uzak kalmak daha iyidir. Hadis-i şerifte;
(Münafık ile konuşurken, efendim, demeyiniz!) buyuruldu. Zalime, kâfire hürmet etmek, saygı ile selam vermek, üstadım demek, küfür olur.
Sual: Yolculuk yaparken, yol kenarlarında birikmiş sular oluyor. Namaz vakti girmişse ve o bölgede de başka su yoksa böyle sularla abdest alınıp namaz kılınabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Böyle su varken teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz. Zan ile, aslı üzere kalır, yani temiz kabul edilir. Ebû Nasr Akta hazretleri, Kudûrî şerhinde buyuruyor ki:
“Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.”
.
Farzı yapmayanın imanı gider mi?
20 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 01:18
Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez; ancak!..
Sual: Dinimizin emrettiği farzlardan birini tembellikle yapmayan kimsenin imanı gider mi?
Cevap: Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez. Fakat, bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer. Birincisi, o farzın vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahıdır. Bunun affolması için tövbe etmek, yani pişman olmak, üzülmek, bir daha geciktirmeyeceğine karar vermek ile olur. İkincisi, bu farzı terk etmek, yapmamak günahıdır. Bu büyük günahın affolması için, bu farzı hemen kaza etmek, yani vaktinden sonra hemen yapmak lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur.
Sual: Bazı kimseler, camiye girer girmez namaz kılıyorlar. Bu ne namazıdır ve kılınması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Camiye girince, iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıyyetül-mescid namazı denir. Camiye girince, farz, sünnet, kaza namazı gibi herhangi bir namaz kılmak, tehıyyetül-mescid namazı yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıyyetül-mescid diye niyet etmek lazım değildir.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, namaz vakti girinceye kadar namaz kılmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Herkese ve küçük yaşta ölen çocuklara da kabir suali var mıdır?
Cevap: Bu konuda Sirâc kitabında deniyor ki:
“Bütün insanlara kabir suali olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmektedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak, cevap vermesini ilham edecektir.” İbni Abdül-Berr ve İmâm-ı Süyûtî hazretleri de;
“Mümin ve münafık olan ehl-i kıbleye sual vardır” buyurmuştur. Hazret-i Ömer'e kabir suali olduğu ve verdiği cevabı bildiren haberler, kitaplarda mevcuttur.
Sual: Namaz kılarken, ilk defa kaç rekat kıldığında tereddüt eden, şaşıran bir kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rek'at kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılar. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek namazını tamamlar.
.
Abdest, gusül ve teyemmümün faydaları
21 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 21:55
Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
Sual: İbadet maksadıyla alınan abdestin, guslün ve su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmümün, insan bedenine, insan sağlığına ne gibi faydaları vardır?
Cevap: İbadet maksadıyla yapılan abdest ve gusül, beden sağlığımız için pek çok faydaları hasıl etmektedir. Bedenî faydalarının yanında, ruh sağlığı yönünden de faydası çoktur. Tesbit edilen sayısız faydalarından bazıları şöyle sıralanabilir:
1-Günlük hayatımızda, ellerimizin dokunmadığı yer, kapmadığı mikrop kalmıyor. İşte abdest alırken, el, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için en güzel bir korunmadır. Mikroplar, parazit bakterilerin bazıları vücuda deri yoluyla dâhil olurlar.
2-Solunum sistemimizin bekçiliğini yapan burnu yıkamakla, toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olmaktadır.
3-Yüzün yıkanması, cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafîfletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanların, ihtiyarlasalar, yaşlansalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir.
4-Cünüblüğe sebep olan hâllerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaşım hızı artmakta, solunum hızlanmaktadır. Vücudun aşırı çalışmasıyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuşukluk ve gevşeklik hissedilmekte, umumiyetle zihni faaliyetler oldukça yavaşlamaktadır. Gusül ile vücut eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
5-Abdest ve gusül abdestinin, dolaşım sistemi üzerinde de olumlu tesirleri bulunmaktadır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Abdestte mevzii bir uyarılma vardır. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılmaktadır. Ayrıca boyun ve yanlarının yıkanması da, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttırırlar.
6-Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok etmektedir.
Sual: Yeni Müslüman olan bir kimsenin, mutlaka gusül abdesti alması gerekir mi?
Cevap: Yeni Müslüman olan bir gayr-i müslimin, Müslüman olunca, gusül abdesti alması müstehabdır.
.
Ciğer kebabı meselesi
22 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :22 Şubat 2025 01:33
Bir gün Eshab-ı kiram efendilerimiz hazret-i Ebu Bekir'in evinden ciğer kebabı kokusu duyarlar...
Sual: Hazret-i Ebu Bekir'in, evinde et pişirip yediği ve sahabeleri davet etmediği bir olay olmuş mudur veya bunun aslı nedir?
Cevap: Bu konu, Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında şöyle anlatılmaktadır:
“Bir gün sahabe-i kiramdan bazıları Fahr-i kâinat efendimizin huzurlarına varıp, hazret-i Ebu Bekir'den şikâyet ederek dediler ki:
-Ya Resûlallah! Hazret-i Ebu Bekir evinde ciğer kebabı yapıp yalnız yer. Kokusunu duyduğumuz hâlde bizi davet etmez...
Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir daha böyle yaptığı vakit, bana haber veriniz; evine varalım.)
Bir gün yine hazret-i Ebu Bekir, evinde iken, ciğer kebabının kokusunu duyan Sahabiler, varıp, Resulullah Efendimize haber verdiler. Resulullah Efendimiz de, derhal kalkıp, hazret-i Ebu Bekir'in evine gittiler. İçeri girdiklerinde, gördü ki, ne ateş var; ne de kebap. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz;
-Ya Ebâ Bekir! Ciğer kebabını yalnız yermişsin; reva mıdır? diye sual edince, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Resûlallah! Hâşâ ki ben ciğer kebabını yalnız yiyeyim. Pişen kendi ciğerimdir, cevabını verdi.
Peygamber efendimiz sebebini sorunca da, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Habiballah! Daima hatırıma gelir ki, Hak teâlâ bana İslam dinini nasip etti ve Habibinin dostlarından eyledi. Hususi olarak bütün Sahabe-i kiram içinde bu şekilde şöhret buldum. Kıyamet gününde; acaba ahvalim ne olur. Allahü teâlânın huzurunda bu iltifatı ve bu nimetlerin şükrünü yerine getirir miyim diye korkudan ciğerim kebap gibi pişti, sebebi budur...
Hemen o anda Cebrâîl aleyhisselam gelip; hazret-i Ebu Bekir'in hakkında nice müjdeler getirdi. Ondan sonra Eshab-ı kiramın, hazret-i Ebu Bekir'e karşı muhabbetleri bir iken bin kat fazla oldu.”
Sual: Ağır bir şey kaldırınca, insandan meni gelirse, bu sebepten dolayı gusül almak gerekir mi?
Cevap: Dayak yemek, ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi sebeplerle insandan meni çıkınca, Hanefi ve Maliki mezhebinde gusül lazım olmaz. Şafii mezhebinde ise, lazım olur. Şafii mezhebini taklid eden Hanefînin, buna da dikkat etmesi lazımdır.
Sual: Ölen kimseyi yıkamadan önce, cenaze namazı kılınabilir mi?
Cevap: Meyyiti gasletmek, yıkamak, vacib-i kifayedir. Cenaze yıkanmadan, namazı kılınmaz.
.
Şehvet ve gadap terbiye edilir
23 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :23 Şubat 2025 01:34
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir."
Sual: Dinimiz, insandaki şehvetin, öfkenin ve benzerlerinin yok edilmesini mi yoksa terbiye edilmesini mi emretmektedir?
Cevap: Bu konu hakkında Ahmed bin Yahyâ Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmeleri değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanmaları lazım olduğu gibidir. Yani, şehvet ve gadab, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidirler. Bu ikisi olmadıkça, âhiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanabilmek için, terbiye ederek, dine uygun kullanılmaları lazımdır. Terbiye edilmezler, azgın olup, dinin sınırlarını aşarlarsa, insanı felakete sürüklerler. Riyâzet yapmak, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir. Bunu sağlamak da, herkes için mümkündür.”
Medeniyet de, atom gücü kullanmak ve jet gibi şeyler yapmak değildir. Medeniyet, bunları insanlara hizmet için kullanmaktır. Bu da, İslamiyete uymakla ele geçer.
Sual: İnsan, nefsinden kaynaklanan kötü şeylere karşı, nasıl bir yol izleyebilir?
Cevap: İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyâzet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. Bunlardan birinde buyuruluyor ki:
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.) Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez, tövbe etmez, işledikçe, günahı kat kat artar.
Sual: Namazda ilk rekatte okuduğu bir sureyi veya uzun bir âyeti unutarak ikinci rekatte de tekrar okuyan bir kimsenin namazı kabul olur mu?
Cevap: Bir kimsenin, namazda ikinci rekatte, birinci rekatte okuduğu âyeti tekrar okuması, tenzihen mekruhtur. Eğer ilk rekatte okuduğu sureden veya âyetten önceki bir âyeti, bir sureyi okur ise tahrimen mekruh olur. Unutarak okursa, mekruh olmazlar. İkinci rekatte birinciden üç âyet uzun okumak da mekruhtur.
.
Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz”
24 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :24 Şubat 2025 01:29
Oruç, bütün hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır.
Sual: Oruç tutmanın, insan sağlığı için zararlı olduğunu söyleyenlere karşı ne demelidir?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; (Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) buyurmuştur. Orucun sıhhate zararlı değil, bilakis çok faydaları vardır. Orucun, vücut için faydalarından bazıları şöyle bildirilmektedir:
Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur. İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, hazım, sindirim bozukluğudur. Şişmanlık, kalb ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu doktorlar bildirmektedir
Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, bir revizyona, tamire girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.
Bütün bu bildirilenler, orucun insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenlerin, yalan ve iftiralarını yüzlerine çarpmaktadır. Keşke orucun zararlı olduğunu söyleyenler, yalan söylerken ilmi de, kendilerine yalancı şahit olarak getirmeselerdi.
Sual: Hasta, yolcu ve hamile kadınlar, oruçlarını nasıl tutarlar?
Cevap: Midesinden rahatsız olan, hamile olan kadın, çocuğuna süt veren kadın, hastalığının artacağından korkan kimse, harp eden asker ve seferî yani insan yürüyüşü ile üç günlük ki Hanefi mezhebinde yüzdört, diğer üç mezhepte seksen kilometre yola giden yolcular oruç tutmayabilirler. Bunlar, daha sonra, tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Sual: Dışarıdan satın alınan yiyecek ve içecekleri, kapılı olarak mı eve götürmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Süleymân bin Cezâ hazretleri, Eyyühel veled kitabında diyor ki:
“Dükkânını Besmele ile aç ve kapa! Yenecek bir şey aldığın zaman, açık olarak tutup eve getirme, bir şeye sar ve örtülü şekilde yiyeceğini eve götür! Eve gidince, çocukları herhangi bir şeyle sevindir! Dükkânına geç git ve erken kapa! Diğer zamanlarında ilmihal bilgilerini öğren ve öğret!”
.
Hilâli görünce oruca başlamak
28 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :27 Şubat 2025 22:51
Şabanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyada oruca başlamak lazım olur.
Sual: Ramazan ayının başladığının bilinmesi için, gökte hilâlin, yeni ayın görülmesi gerekir mi? Eğer böyle bir durum yoksa nasıl hareket edilir?
Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâhdaki hadis-i şerifte;
(Ayı görünce oruc tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız!) buyuruldu. Bu emre göre, ramazan ayı, hilâlin yani yeni ayın görülmesi ile başlar. Hilâli görmeden önce yapılan hesap ve takvim ile başlamanın caiz olmadığını, İbni Âbidîn, Eşi'at-ül-leme'ât ve Ni'met-i islâm sahipleri bildirmişlerdir. Şaban ayının otuzuncu gecesi, güneş gurub edince, batınca, hilâli aramak ve görünce gidip kadıya haber vermek, vâcib-i kifâyedir.
Ramazan ayının girmiş olması için şabanın 29. günü, gurub vaktinde hilâli, yani gökte yeni ayı aramak ve ayı görmek, eğer görülmezse, şaban ayını otuz güne tamamlamak lazımdır. Şabanın otuzuncu günü öğle namazı zamanına kadar oruç tutup, o gün ramazan olduğu ilan edilmezse, orucu bozmak lazım olur. Bozmayıp oruca devam etmek tahrimen mekruhtur. Ramazana, hilâli görmeden başlayıp, 29. gecesi bayram hilâli görülürse, şaban rüyet ile başlamış ise, bayramdan sonra bir gün kaza edilir. Rüyet ile başlamamış ise, iki gün kaza tutulacağı Hindiyye ve Kâdîhânda yazılıdır.
Bulutlu havada hilâli bir adil Müslüman kadın veya erkeğin gördüm demesi ile, açık havada ise, birçok kimsenin şehadet etmesi, söylemesi ile, kadı, ramazan olduğunu ilan eder. Kadı bulunmayan yerlerde, hilâlin bir adilin gördüm demesi ile ramazan olur. İki adilin gördüm demeleri ile bayram olur. Adil demek, büyük günah işlemeyen ve küçük günaha alışık olmayan demektir. Adaleti şüpheli olanın da sözü kabul olunur. Ramazana ve bayrama takvim ve hesap ile başlamak caiz olmadığı Fetâvâ-ı Hindiyyede de yazılıdır. Hadîkada deniyor ki:
“Bidat sahibi olan yani yetmişiki fırkanın hepsi, Ehl-i kıble oldukları hâlde, adil değildirler.” Dürr-ül-muhtârda şahitliği anlatırken deniyor ki:
“Müslümanı kötülemek günahtır. Adaleti yok eder. Şahitliği kabul olmaz.”
Bunun için, ramazanın, bayramın ve hac zamanının gelmesini ve iftar ve namaz vakitlerini anlamakta ve bütün din işlerinde, mezhebsizlerin sözlerine uymak caiz değildir.
Şabanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyada oruca başlamak lazım olur.
.
Orucun farzı üçtür
1 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :28 Şubat 2025 22:47
Niyet etmek, niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak ve orucu bozan şeylerden sakınmak farzdır.
Sual: Namazın farzları olduğu gibi, orucun da farzları var mıdır?
Cevap: Orucun farzı üçtür bunlar: 1-Niyet etmek. 2-Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak. 3-Fecr-i sâdık, yani tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zaman içinde, orucu bozan şeylerden sakınmaktır.
Sual: İftarda acele etmeli deniyor. Bu aceleden maksat nedir, ne yapılır ve nasıl hareket edilirse acele edilmiş olur?
Cevap: İftarı acele etmek ve sahuru, fecrin ağarmasından önce olmak şartı ile geciktirmek sünnettir. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhe ve sellem) bu iki sünneti yapmaya çok dikkat ederdi. Dürerde deniyor ki:
“Seher vaktinde yenilen yemeğe sahur denir. Seher vakti, gecenin son altıda biridir.”
Sahuru geciktirmek ve iftarı çabuk yapmak, insanın aczini gösterdiği için sünnet olmuştur. İbadet, acz ve ihtiyacı göstermek demektir. Nûr-ül-îzâh kitabında;
“Bulutsuz gecelerde iftarı çabuk yapmak müstehaptır” deniyor. Bu kitabın şerhinde de;
“Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranmalı yani iftarı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görünmeden önce iftar eden, acele etmiş olur” denilmektedir. Tahtâvîde ise;
“Orucu namazdan önce bozmak müstehaptır. Bahr kitâbında ve ibni Âbidînde denildiği gibi, iftarda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftar etmek demektir” denilmektedir. Akşam namazını da, bu vakitte, yani erken kılmak müstehaptır. Güneşin battığı iyi anlaşılınca, önce Euzü ve Besmele okuyup;
( Allahümme yâ vâsi'al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftarlık yiyip;
(Zehebezzamâ vebtelletil-urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Hurma veya su, zeytin yahut tuz ile iftar edilir. Sonra, camide veya evde, cemaatle akşam namazı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yenir. Sofrada yemekleri yemek, bilhassa ramazanda uzun süreceğinden, akşam namazının erken kılınması ve yemeğin, acele etmeyerek, rahat yenmesi için, az bir şeyle iftar edip, yemeği duadan ve namazdan sonra yemelidir. Böylece, oruç erken bozulmuş, namaz da erken kılınmış olur. Yukarıdaki iftar duasının manası;
“Açlık zamanı bitti. Damarlarımızın suya kavuşması vakti geldi. İnşaallah sevap hasıl oldu” demektir.
.
Teravih namazı kılmak sünnettir
5 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mart 2025 23:03
“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir."
Sual: Teravih namazını, kadın, erkek her Müslümanın kılması gerekir mi, cemaatle kılınması ve camiye gidilmesi şart mıdır?
Cevap: Teravih namazı ile alakalı olarak Nûr-ül-îzâh şerhinde ve hâşiyesinde buyuruluyor ki:
“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmayan sapıktır ve şahitliği kabul olmaz. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç gece, teravihi cemaatle sekiz rekat olarak kıldı. Evlerine gidince, yirmi rekate tamamladılar. Yalnız olarak yirmi rekat kıldığı da bildirilmiştir. Dört mezhebde de yirmi rekattir. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halife ve zamanlarındaki Eshab-ı kiramın hepsi, cemaatle yirmi rekat kıldılar. Bu halifelere ve Eshab-ı kiramın icmaına uymamız, hadis-i şerif ile emrolunmuştur.”
Teravih namazı, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce teravihi kılamaz. Vitirden sonra ve sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz, kaza da edilmez. Çünkü teravih kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsının son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kaza edilmez. Yalnız farz namazlar ile vitrin kazası lazımdır. Teravih namazı, Şâfiide kazâ edilir.
Teravihi cemaat ile kılmak, sünnet-i kifayedir. Camide cemaatle kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, camideki cemaat sevabından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişi, cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevap kazanılır.
Her iki rekatte bir selam verilip, hemen sonraki rekate kalkılır. Yahut dört rekatte bir selam verilir. Her dört rekat arasında, dört rekat kılacak kadar oturup, salevat veya tesbih okunur veya sessizce oturulur. İki rekatte bir selam vermek ve her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir.
Yatsıyı cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, teravihi cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaati, farzın cemaati olması lazımdır. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra teravihi kılan cemaate katılabilir.
Sual: Hastanın, hamile kadının ve harb eden askerin oruç tutması gerekir mi?
Cevap: Hasta, hastalığı artacak ise, hamile kadın, süt veren kadın, harb eden asker zayıf olursa, oruç tutmaz. İyi olunca kaza eder.
Teravih namazında okunacak dualar
6 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :5 Mart 2025 22:51
Teravih namazına başlarken ve bittikten sonra çeşitli şekilde okunan dualar vardır.
Sual: Teravih namazına başlarken ve sonunda, çeşitli dualar okunuyor. Bu dualar nelerdir ve nasıldır?
Cevap: Teravih namazına başlarken ve bittikten sonra çeşitli şekilde okunan dualar vardır. Mesela teravih namazına kalkarken okunacak dualardan birisi şöyledir:
“Sübhâne zil mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberut. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma'bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur'ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû, yâ men lâ ilâhe illâ hüv.”
Ramazanın onbeşinde sonra "Merhaba" diye okunan yerler, "Elveda" diye okunur. Teravih namazı bitince okunacak dua da şöyledir:
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ." Üç defa okunur ve üçüncüsünde " ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran kesîrâ" denir.
"Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec'alnâ min utekâi şehri Ramezân bi hurmetil Kur'ân.”
Sual: Bir kimse, kendi malından, başkasının fıtrasını verebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Redd-ül-muhtârda deniyor ki:
“Bir kimse, kendi malından, başkası için fıtra verince, o kimse önceden emretmiş ise, caiz olur, emri ile vermemiş ise, sonradan razı olsa da, caiz olmaz. Onun malı ile vermiş ise, razı olunca caiz olur.”
Sual: Bir baba, kendi çocuklarının fıtrasını, onlardan vekalet almadan da verebilir mi?
Cevap: Bir kimse, nafakasını verdiği kimselerin, çocuklarının fıtralarını, onların emri ve vekaleti olmadan verebilir.
Sual: Bir kimseye, fıtra ve kurban vacip olduktan sonra, elindeki mal yok olsa, bu kimse sorumluluktan kurtulur mu?
Cevap: Bir kimsenin nisaba malik olduktan, fıtra ve kurban vacip olduktan ve hac farz olduktan sonra mal elinden çıkarsa, af olmazlar. Hâlbuki, zekat ve uşur, malın elden çıkması ile affolur. Fakat, bunların elden çıkarılması ile bunlar da affolmaz.
.
Oruçlu, günahtan da sakınmalıdır
7 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :6 Mart 2025 23:16
“İnsanın nefsi taşkınlık yapınca, bazı çarelere başvurması gerekir. Oruç, bu hususta en güzel çaredir."
Sual: Oruç tutan bir kimse, sadece yeme, içmeyi mi yoksa günahları da mı terk etmesi gerekir?
Cevap: Oruç tutmak, sadece yeme ve içmeyi terk etmek değildir. Eli, dili, gözü, kulağı ve bütün uzuvları da, günah işlemekten uzak tutmalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü alayhi ve sellem) (Oruç tutan kimse, yalan sözü terk etmezse, o kimsenin yiyip içmeyi terk etmesine Allahü teâlânın ihtiyâcı yoktur) buyurmuştur.
Faydasız şeyler konuşmak, yalan söylemek, gıybet etmek, tutulan orucun sevabını giderir. Zahmet çekerek, sıkıntılara katlanarak ibadet yapıp da, bunun sevabını yok etmek, akıllı kimsenin yapacağı iş değildir.
Ancak oruç tutarken günah işleyenler, benim orucumun kıymeti yok diyerek orucu terk etmemeli, oruca devam etmeli, Allahü teâlâya yalvararak af dilemeli ve işledikleri günahlardan yüz çevirmelidirler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, lutfederek, ihsân ederek, nefis iman edip İslamiyete uymakla şereflenince, İslâm-ı hakîkîye kavuşulur ve imanın hakikati hasıl olur. Bundan sonra yapılacak her iş, İslamiyetin hakikati olur. Namaz kılınca, namazın hakikati kılınmış olur. Oruç tutunca, orucun hakikati tutulmuş olur. İslamiyetin bütün hükümlerine uymak da, hep böyledir.”
Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hazretleri, talebelerine hitaben buyurur ki:
“Oruç, hikmet hazinelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur ve oruçlunun duası, Allahü teâlâ indinde makbuldür. Allahü teâlâya ulaştıracak, oruçtan daha iyi bir binek yoktur. Orucun Allahü teâlâ katında büyük değeri vardır. Bir kimse, bütün kulluk vazifelerini yerine getirse, fakat midesini doldursa hiçbir yere ulaşamaz. Orucu gereğince tutsa, başka kulluk vazifelerinde kusur olsa bile, yine bir yere erişir.”
Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri de buyuruyor ki:
“İnsanın nefsi taşkınlık yapınca, bazı çarelere başvurması gerekir. Oruç, bu hususta en güzel çaredir. İnsan, şehvetini oruç tutmak suretiyle kırar. Oruç, insanın kötü isteklerini zayıflatır. Ruhun parlaması, şehvetin ve kötü arzuların kırılmasında, oruçtan daha tesirli bir çare yoktur. Kişi oruç tutmak suretiyle şehvet ve kötü arzularından ne kadar sıyrılabilmişse, oruç o derece günahlarına keffaret olur.”
.
Orucu bozup, kazayı gerektiren hâller
9 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 00:48
Oruç, hata ile bozulsa, mesela, abdest alırken, boğaza su kaçsa bayramdan sonra kaza etmek lazım olur.
Sual: Ramazan ayında, sadece orucu bozup, keffareti değil de kazayı gerektiren hâller, durumlar nelerdir?
Cevap: Oruç, hata ile bozulsa, mesela, abdest alırken, boğaza su kaçsa veya zorla orucu bozdurulsa, ihtikan ederse, burnuna sıvı ilaç, kolonya veya duman, başkasının içtiği sigara dumanı yahut, ud ağacı, anber ile tütsülenip dumanını çekse, kulağına ilaç damlatsa, derideki yaraya koyduğu ilaç içeri girse ve iğne ile ilaç şırınga edilse, kâğıt, taş, maden parçası, pamuk, ot, pişmemiş pirinç, darı, mercimek tanesi gibi, ilaç ve gıda olmayan şey yutulsa, zorlayarak ağız dolusu kusulsa, dişi kanayan, yalnız kanı veya tükrükle müsavi, eşit miktarda karışık kanı yutsa, fecir doğduğunu yani imsak vakti girdiğini bilmeyerek yese, güneş battı zannederek orucu bozsa, oruçlu olduğunu unutup yiyince, orucu bozuldu sanarak, bilerek yemeye devam etse, uyurken ağzına su akıtılsa veya cima olsa, niyet etmeden oruç tutsa veya ramazanda sabaha kadar niyet etmeyip, sonra niyet etse bile, yani kuşluk namazı zamanından, dahveden sonra oruç tutmazsa, bunların hepsinde oruç bozulur ve bayramdan sonra, bir günü için yalnız bir gün kaza etmek lazım olur. Keffaret lazım olmaz. Boğaza yağmur, kar kaçsa, oruç da, namaz da bozulur, kaza lazım olur. Geceden dişleri arasında kalan şeyi, bilerek yutsa, nohut tanesi kadar ise, bozulup kaza lazım olur. Nohuttan küçükse bozulmaz. Unutarak yiyen kimse, orucu bozulmadığını bildiği hâlde, yine yer ve içerse, kaza ve keffaret lâzım olur.
Sual: Ramazanda camiye giden kimse, yatsının farzını kılmadan, teravih namazı için cemaate katılsa kabul olur mu?
Cevap: Ramazanda yatsının farzını cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, Teravihi ve Vitri cemaatle kılamazlar. Çünkü Teravih, yatsının cemaati ile kılınır. Hindiyyede deniyor ki:
“Yatsının farzını yalnız kılan, Teravihin cemaatine katılır. Kaçırdığı rekatlerini sonra tamamlar. Teravihi cemaatle kılamayan, farzı kıldığı imam ile Vitri kılabilir. Vitri cemaatle kıldıktan sonra, başka camiye giden, imam farzı kılıyorsa farza, Teravihi kılıyorsa, buna niyet ederek, imama uyarsa, bir kavle göre sahih olur. Teravih kılındığını anlarsa, farzı kılmamış ise, bir kenarda farzı kılıp, sonra imama uyar.”
.
Orucu bozmayan hâller
10 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 23:00
Bir kimse, Ramazan-ı şerifte veya kaza, keffaret, adak ve nafile oruçlarda, unutarak yese, içse orucu bozulmaz.
Sual: Oruçlu iken, hangi hâller, hangi durumlar orucu bozmaz, bozulmasına sebep olmaz?
Cevap: Bir kimse, Ramazan-ı şerifte veya kaza, keffaret, adak ve nafile oruçlarda, oruçlu olduğunu unutarak yese, içse, cima etse, oruçlu iken uykuda cünüp olsa, tentürdiyot, yağ sürünse, sürme çekse, bunların rengi, kokusu tükürükte, idrarda belli olsa bile, gıybet etse, hacamat olsa, istemeyerek ağız dolusu kussa, zorlayarak biraz kussa, kulağına su kaçsa, ağzından veya burnundan boğazına toz, duman, sinek kaçsa, oksijen gazı tüpü ile suni hava verilse, başkalarının içtiği sigaranın dumanı gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkün olmasa, ağzını yıkadıktan sonra ağzında kalan yaşlığı tükürük ile yutsa, gözüne, diş çukuruna ilaç koysa, tadını boğazında duysa bile, bunların hiçbiri orucu bozmaz.
Bahr-ür-râık kitabında deniyor ki:
“Ağız bazen bedenin içi sayılır. Bunun için, oruçlu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın içindeki necasetin mideden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veya diş çektirmeden, iğne yapılan yerden yahut mideden ağza kan çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veya yutunca, tükürük kandan çok ise, yani sarı ise, yine bozulmazlar. Mideden gelen başka şeyler ağza geldiği zaman da böyle olup, abdest ve oruç bozulmaz. Ağız dolusu, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, bazen de, bedenin dışı gibi olur. Ağzına su alınca oruç bozulmaz.”
Diş çektirince çok kan geliyorsa, tükürünce orucu bozulmaz, oruçlu değilse, yutunca, abdesti bozulmaz. Kanı tükürükten az ise, ikisi de hiç bozulmaz.
Sual: Kulağa yağ damlatmak, lavman yaptırmak, orucu bozar mı?
Cevap: Bu konuda Fetâvâyı Hindiyyede deniyor ki:
“İhtikan, lavman yapmak, kulağına yağ damlatmak orucu bozar ise de, keffaret lazım olmaz. Helada taharetlenirken içeri su kaçarsa, orucu bozar.”
Sual: Yutmadan yemeğin tadına bakmanın ve serinlemek için banyo yapmanın oruca zararı olur mu?
Cevap: Yutmadan yemeğin tadına bakmak, sakız çiğnemek, serinlemek için yıkanmak orucu bozmazlar ise de, tenzihen mekruhturlar.
Sual: Tozlu, dumanlı şeyleri koklamak ve piyasadaki çiklet denilen sakızları çiğnemek orucu bozar mı?
Cevap: Tozlu dumanlı şeyleri koklamak ve çiklet çiğnemek orucu bozar.
.
Hasta olanlar, oruç tutamaz mı?
11 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :11 Mart 2025 00:02
“Hasta, hastalığının artmasından korkar ise, oruç tutmayıp sonra kaza eder."
Sual: Bir kimsenin, oruç tutunca hastalanma tehlikesi varsa veya hastalığının artması söz konusu ise, böyle bir kimse oruç konusunda ne yapması gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Hasta, hastalığının artmasından veya iyi olmasının gecikmesinden yahut şiddetli ağrı gelmesinden veya hasta bakıcı, hastalanarak, onlara bakamayıp helak olmalarından korkar ise, oruç tutmayıp sonra kaza eder. Sağlam kimse, hasta olacağını çok zan ederse ve nehir temizlemek gibi ağır bir iş yaparken veya devletin emri ile çalışırken, çok sıcak veya soğuk tesiri ile helak olacağını ve kimsesiz olup hiçbir yerden yardım görmeyen kadın nafakasını kazanmak için çamaşır yıkamak, yemek pişirmek ile helak olacağını, çok zan ederek anlarsa, oruç tutmaması ve niyetli orucu bozması caiz olur, başka zaman kaza eder. Çok zan etmek, ölüm alametlerini görmekle, kendi tecrübesi ile yahut tabib-i müslim-i hazıkın haber vermesi ile anlaşılır. Hazık, mütehassıs, uzman olmak demektir. Kâfir ve fasık doktora muayene ve tedavi caizdir. Fakat bunların sözleri ile ibadet bozulmaz. Orucunu bozarsa, keffaret lazım olur.”
Sual: Çoluk çocuğunun nafakası için ağır işte çalışan bir kimse, orucunu tutmayıp, daha sonra kaza edebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Nafakaya muhtaç kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücret ile çalışmayı sözleşmiş ise ve iş sahibi, ramazanda izin vermiyorsa, kendinin ve ailesinin nafakası mevcut olan, orucu bozmaz. Çünkü böyle kimsenin dilenmesi haramdır. Kendinin ve ailesinin nafakasına malik değilse, orucun zarar vermeyeceği başka hafif iş bulması lazım olur. Hafif iş bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması caiz olur. Bunun gibi, ekin biçen kimseye ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı, ekini biçemeyip, ekin telef olursa yahut çalınırsa, veya bina yapılamayıp da yağmurdan yıkılmak tehlikesi muhakkak olursa ve bunları ücret ile yapacak kimse bulamazsa, oruç tutmayıp, bu işlerini yapmak caiz olur. İş bitince, orucunu tutar ve ramazandan sonra da, tutamadığı günleri kaza eder, günah olmaz. Susuzluktan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup, kaza edebilir, keffaret yapmazlar.”
.
Zekât, hicretten sonra farz oldu
14 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :13 Mart 2025 23:25
Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde ramazan ayında farz oldu.
Sual: Zekât ne zaman farz oldu ve zekât verilecek malın, paranın mutlak helal yoldan mı elde edilmesi gerekir?
Cevap: Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde ramazan ayında farz oldu. Her Müslüman tam mülkü olan nisap miktarındaki zekât malının, belli zamanda, belli miktarını, zekât niyyeti ile ayırıp, emredilen Müslümanlara vermelidir. Tam mülk, helal yoldan gelip, kullanması mümkün helal malı demektir. Gasp, hırsızlık, rüşvet, kumar ve fasit olarak satın aldığı mal gibi, haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile karıştırmamış ise, bu haram mallar, mülkü olmaz. Kullanması, nafaka yapması helal olmaz. Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz. Bunların zakâtını vermesi farz olmaz, zekât nisabının hesabına katılmazlar. Sahipleri veya vârisleri belli ise, kendilerine geri vermesi farzdır. Belli değilse, hepsini sadaka olarak fakirlere dağıtırsa da, sonra sahibi çıkıp, ödemesini, tazminini isterse, öder. Sahiplerini buluncaya kadar dayanamayıp bozulacak malı, kendi kullanıp, sonra tazmin etmesi, yani benzerini, benzeri yoksa kıymetini ödemesi caiz olur.
Sual: Hak edilmiş fakat ele geçmemiş olan maaş ve ücretler, zekât hesabına dâhil edilir mi?
Cevap: İbni Âbidînde, alışveriş anlatılırken deniyor ki:
“Din adamlarının, evkaftan alacakları erzakı, teslim almadan önce satmaları caiz değildir. Çünkü bunlar, hak edilmiş ücret iseler de, hak edilen mal, kabz edilmeden, ele geçmeden önce mülk olmaz.” Bunun için memurların, işçilerin alacakları maaş ve ücretler, ellerine geçmeden önce mülkleri olmaz. Maaş, ücret ele geçmeden önce, bunlar nisab, zekât hesabına katılmaz, yani zekâtları verilmez. Memur ve işçilerden kesilen yardım sandığı, sigorta paraları ve tasarruf bonoları zekât hesabına katılmaz. Senelerce sonra birikmiş olarak ele alınınca, yalnız alınan para, o senenin zekât nisabının hesabına katılır. Satış karşılığı alınan bonolar, böyle değildir. Bunlar ve hisse ve tahvil senetleri, her sene zekât hesabına katılır.
Sual: Bir şirkete ortak olan, sadece kendi hissesine düşenin mi zekâtını verir?
Cevap: Bir ticaret şirketine ortak olanın, hissesi nisab miktarı ise, kendi hissesinin zekâtını hesap ederek vermesi lazımdır.
..
Kutuplarda oruç tutmak
17 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mart 2025 22:53
Gece ve gündüz müddetleri, iki, üç ay devam eden, kutuplarda olanlar da oruç tutarlar.
Sual: Kutuplarda bazen gündüzler çok uzun oluyor. Böyle durumlarda, orada bulunan bir Müslüman nasıl oruç tutacaktır?
Cevap: Kutuplarda, birkaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. Böyle yerlerde oruç tutanlar için, bir külfet yoktur. İslam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamayacağı, takat getiremeyeceği şey teklif edilmediğini, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde açıkca bildirmiştir. Mesela, abdest azası dörttür. Bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. Bir kimse, ayakta namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. Buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden gececi olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
Gece ve gündüz müddetleri, iki, üç ay ve daha fazla devam eden, kutup memleketlerinde olanlar da oruç tutarlar. Böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatten daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan en yakın bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyulur. Eğer oruç tutmazsa gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder.
Sual: Gündüzleri kısa olan yerlerde oruç tutanlarla, gündüzleri uzun olan yerlerde oruç tutanların sevapları aynı mıdır ve burada bir adaletsizlik yok mudur?
Cevap: Gündüzleri uzun olan yerlerde oruç tutanların alacağı mükafat elbette farklıdır. Güçlükler arasında ibadet etmek, elbette daha sevaptır. Gündüzleri uzun olan yerlerde, gündüzleri kısa olan yerlere göre birkaç saat fazla oruç tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, bu hâl, adaletsizlik değildir.
Sual: Uzaya, aya veya diğer gezegenlere giden bir kimse, eğer Müslüman ise, nasıl oruç tutacaktır?
Cevap: Aya, uzaya giden Müslüman da sefere, yani yolculuğa niyet etmemişse veya orada ikamet etmeye niyet ederse, bulunduğu yerde gündüzleri çok uzun veya devamlı gündüz olursa, dünyadaki imsak ve iftar vakti belli olan bir yeri esas alır ve saatle başlayıp, saatle bitirerek orucunu tutar. Bütün bunlara rağmen orucunu tutamazsa, dünyaya döndüğü zaman, tutamadığı oruçları kaza eder.
.
İhtiyaç eşyasının içine neler girmektedir?
18 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :17 Mart 2025 22:40
İhtiyaç eşyası, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmaz.
Sual: İhtiyaç eşyası ne demektir, neler ihtiyaç eşyasının içine girmektedir?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve aletler, binecek vasıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyanın mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmazlar. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, sanat ve ticaret aletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyacından fazla, kullanılmayan odaların nisaba katılmaması sahihtir.
Sual: Bazı kimseler, “oruç uzun günlere geldiği için, niyetlenmeyin, kısa günlerde kaza edersiniz” diyorlar. Böyle söylemek doğru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Behcet-ül-fetâvâda deniyor ki:
“Ramazan-ı şerif, yaz aylarından birine geldiği zaman, din adamı şekline giren birisi, Müslümanlara; 'Oruca niyet etmeyip, oruç tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kaza ederseniz, caiz olur. Ramazanda oruca niyet etmeden, yer içerseniz, keffaret lazım olmaz' diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruç tutturmazsa, bu kimse şiddetle cezalandırılır. Böyle söylemesi menedilir.”
Sual: Dinimizde sadece zekât verecek durumda olana mı zengin denir?
Cevap: Sadaka-i fıtır ve kurban nisabına malik olana da zengin denir. Bunların sadaka-i fıtır vermesi vacip olur. Mükellef yani akıllı, baliğ ve mukim iseler, kurban kesmeleri de vacip olur. Bunların zekât alması haram olur ve fakir olan kadın mahrem akrabasına, çalışamayan fakir erkek akrabasına yardım etmesi de vacip olur.
Sual: Fıtra için buğday ve un vermekte zorlanan bir kimse, bunların yerine ekmek de verebilir mi?
Cevap: Bir kimseye, fıtra için, buğday, un vermek de güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır verebilir. Ekmek ve mısır verirken, ağırlığa değil, parasına, kıymetine bakılır.
Sual: Vaktinde kılınmayan teravih namazı, daha sonra kaza edilebilir mi?
Cevap: Kılınmayan teravih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse, nafile kılınmış olur, teravih olmaz.
.
Dört türlü zekât malı vardır
19 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :18 Mart 2025 22:33
Senenin ekseri zamanında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanların zekâtını vermelidir...
Sual: Nelerden, hangi mallardan zekât verilir daha doğrusu neler zekâta tabidir?
Cevap: Dört mezhepte de dört türlü zekât malı vardır ki bunlar:
1-Senenin ekseri zamanında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar.
2-Altın ile gümüş. Dürr-ül-müntekâda deniliyor ki:
“Altın ile gümüşün oniki ayardan yukarısı, para olarak, kadınların süsü gibi helal olarak, erkeklerin altın yüzük takması gibi haram olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılıç ve altın diş gibi ihtiyaç eşyası olsalar da, zekât nisabının hesabına katılacaklardır.”
3-Ticaret için alınıp, ticaret için saklanılan ticaret eşyası. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Eşyanın ticaret niyeti ile satın alınması lazımdır. Uşur vermesi lazım gelen topraklardan hasıl olan ve miras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticarete niyet edilse de, bunlar ticaret malı olmaz. Çünkü ticaret niyeti, alışverişte olur. Mesela, tarlasından buğday alıp uşrunu veren veya mirastan eline mal geçen kimse, satmak niyeti ile saklasa, nisap miktarından fazla olsa ve bir seneden fazla kalsa, zekâtlarını vermek icap etmez.”
Satmak için satın aldığı buğdayı tarlasına ekse veya ticaret için aldığı hayvanı, kumaşı kendi kullanmaya niyet etse, ticaret malı olmaktan çıkarlar. Sonra bunları satmaya niyet ederse, ticaret malı olmazlar. Bunları satınca veya kiraya verince, eline geçen mal ticaret malı olur. Kullanmak için satın aldığı malı, aldıktan sonra ve miras olarak eline geçeni veya hediye, vasiyet, sadaka gibi kendinin kabul etmesi ile malik olduğu malı alırken veya tarlasından aldığı buğdayı satmaya niyet etse, ticaret malı olmazlar. Bunları satsa ve satarken bedellerini ticarette kullanmaya niyet etse, bu bedelleri ticaret malı olurlar. Çünkü ticaret bir iştir. Yalnız niyet ile olmaz, başlamak da lazımdır. Ticareti terk etmek ise, yalnız niyetle olur.
4-Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan bütün topraklardan çıkan şeylerdir. Bunların zekâtına Uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam verir.
.
Yaşlı olup oruç tutamayanlar
20 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :19 Mart 2025 23:03
İhtiyar olup ramazan orucunu tutamayacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta gizli yemelidir.
Sual: Yaşlı ve devamlı hasta olup da oruç tutamayanlar, ne yapmalı, nasıl bir yol takip etmelidir?
Cevap: İhtiyar, yaşlı olup, ölünceye kadar ramazan orucunu veya kazaya kalmış oruçlarını tutamayacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta, gizli yemelidir. Zengin ise, her gün için bir fıtra, yani 1.750 gram buğday veya un yahut kıymeti kadar altın veya gümüş para, bir veya birkaç fakire verir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsi bir fakire de verilebilir. Fidye verdikten sonra kuvvetlenirse, ramazan oruçlarını ve kaza oruçlarını tutar. Fidye vermeden ölürse, iskat yapılması için vasiyet eder. Fakir ise, fidye vermez, dua eder. Böyle ihtiyar ve hasta, sıcak veya soğuk mevsimde tutamıyorsa, uygun gelen mevsimde kaza eder.
Sual: Oruç tutunca ayakta güçlükle duran kimse, namazlarını oturarak kılabilir mi?
Cevap: Oruç tutunca, namazı ayakta kılamayan kimse, oruç tutar ve namazı oturarak kılar.
Sual: Bir kimsenin orucu hata ile bozulsa, yolcu kendi memleketine dönse, bunlar yiyip içebilirler mi?
Cevap: Ramazan günü, orucu bozarsa, çocuk baliğ olursa, kâfir Müslüman olursa, misafir, yolcu kendi şehrine gelirse, kadın temiz olursa, akşama kadar oruçlu gibi, sakınmaları lazımdır. Misafir ve kadın, o günü, sonra kaza eder.
Sual: Kazaya kalan oruçları, ramazandan sonra arka arkaya mı tutmak gerekir?
Cevap: Orucun kazası, arka arkaya olduğu gibi, ayrı ayrı günlerde de, bir gün için, bir gün oruç tutmaktır. Aralıklı tutarken, araya başka ramazan gelirse, önce ramazan orucunu tutar.
Sual: Dinin bildirdiği bir özür sebebiyle oruç tutamayan bir kimse, açıktan yiyip, içebilir mi?
Cevap: Özrü olan kimseler, oruç tutamadıkları günler, gizli yemelidirler. Ramazan-ı şerifte umumi yerlerde, Müslümanların karşısında, oruç yiyenlerin ve oruç tutanları aldatarak, oruç tutturmayanların imanı gider. Ramazan günlerinde lokanta, aşhane, gazino, büfe gibi yiyip içme yerlerini işletmek günahtır. Bunların, oruç yiyenlerden kazandıkları, helal ise de, zararlıdır. Buralarını iftardan sonra açmalıdır.
Sual: Evde bulunan, birikim için saklanan altın ve gümüşlerin zekâtı olur mu?
Cevap: Altın ve gümüş eşya ve kâğıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, bunlar zekât malı olur ve zekât hesabına katılırlar.
.
Zaruret hâlinde orucu bozmak
21 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :20 Mart 2025 22:44
"Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır."
Sual: Açlık veya susuzluk gibi böyle zaruri durumlarda başlanmış oruç bozulabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zaruret, ihtiyaç, menfaat, ziynet ve fudüldür. Kullanılmadığı zaman insanın helakine sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, buna ihtiyaç denir. Faydası, menfaati olmayıp, yalnız gösteriş için kullanılan şeye, ziynet denir. İhtiyaç olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda diyor ki: “Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere, yolculuğa çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.” Uyûn-ül-besâir kitabında bildirilen ihtiyaç, bu sekiz özürden biri demektir.
Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yemek, menfaattir. Tatlı yemek, ziynettir. Mubahları kullanmakta taşkınlık, fudüldür. Zaruret olunca, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz söylemek, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir. Aç kalanın ölmeyecek kadar leş yemesi, zaruret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrar yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarurettir.”
Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden para, mal dağıtsa, bu verdiği para ve mallar zekât yerine geçer mi?
Cevap: Her ibadete mahsus olan farzların yerine getirilmesi şarttır. Zekâtın da farzı yerine getirilmezse, zekât verilmiş olmaz. Zekâtın farzı birdir, bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken; “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken hediye veriyorum dese, caiz olur, söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikte niyet ederse, imâm-ı Ebû Yûsüf'e göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammed'e göre, sadaka olur, zekâtını vermemiş olur.
Sual: Zekâtını vermeden ölen kimsenin zekât borçlarını, mirasçıları ödeyecek midir?
Cevap: Vasiyet etmemiş meyyitin, bıraktığı maldan zekât borcu verilmez. Çünkü niyet etmesi lazım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. Bu takdirde, zekâtın iskatı yapılmış olur.
.
Zekâtın verileceği yerler
23 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :23 Mart 2025 00:29
Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idarede güçlük çeken her fakir, zekât alabilir...
Sual: Herkese zekât verilebilir mi veya kısaca kimlere zekât verilebilir?
Cevap: Zekât, şu yedi sınıfta bulunan Müslümanlara verilir.
1-Fakir. Nafakasından fazla, fakat nisap miktarından az malı olana fakir denir. Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idarede güçlük çeken her fakir, zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lazım olmaz.
2-Miskin. Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan Müslümana miskin denir.
3-Âmil. Hayvanların ve toprak mahsullerinin zekâtlarını toplayan ile, şehir dışında durup rastladığı tüccardan ticaret malı zekâtını toplayan, zengin dahi olsalar, bunlara işleri karşılığı zekât verilir.
4-Mükâteb. Efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, azat olacak köle.
5-Münkatı. Cihat ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlar. Dürr-ül-muhtârda deniyor ki: “Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. Câmi-ul-fetâvâda bildirilen hadîs-i şerîfte; (İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek caizdir) buyuruldu.
6-Medyun. Borcu olan ve ödeyemeyen Müslümanlar.
7-İbnüs-sebîl. Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtaç kalan.
Zekâtı, bunların ayrı ayrı hepsine veya sadece birine vermelidir.
Sual: Zekât parası ile ölen birisi için kefen alıp, zekâta sayılabilir mi, zekât yerine geçer mi?
Cevap: Zekât parası ile meyyite kefen alınmaz, meyyitin borcu ödenmez ve cami de yapılmaz.
Sual: Gayr-i müslim bir fakire zekât verilebilir mi?
Cevap: Gayr-i müslim vatandaşa zekât verilmez. Çünkü zekât Müslümana verilir. Sadaka, hediye vermek ise caizdir.
Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden, fakirlere çokça mal, para verse, dağıtsa, bunlar zekât yerine geçer mi?
Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü zekâtı ayırırken veya kendi vekiline yahut fakire, fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.
Sual: Fakir olan küçük çocuğa zekât verilebilir mi?
Cevap: Küçük çocuk akıllı yani parayı başka şeyden ayırabiliyor ve aldatılarak elinden alınamıyorsa, buna zekât verilir.
.
Keffaret orucu bozulursa
2 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :1 Nisan 2025 23:42
Hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram sebebi ile bozulursa yahut ramazan ayına rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak gerekir.
Sual: Bir kimse, keffaret orucuna başlasa, altmış günü tamamlamadan hastalansa ve ara verse, bir kadının da muayyen günü başlasa ve ara verse, bunların keffaret orucuna baştan mı başlamaları gerekir?
Cevap: Keffaret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa yahut ramazan ayına rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lazım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması lazım olur. Kadın, hayız ve nifas sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, altmışı tamamlar. Fakat, yemin keffareti olan üç gün ard arda tutulacak orucu bu sebeple bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lazım olur. Keffaret orucuna, ramazana ve bayramlara rastlamayacak şekilde başlamalıdır. Recebin birinci günü keffaret orucuna başlayıp, şabanın sonunda, altmış günü tamam olmasa, üç günlük yola gitmeyi niyet ederek vatanından çıkar. Ramazanın birinci günü, keffaret orucuna niyet eder. Çünkü misafire ramazan orucunun edası farz değildir, kaza etmesi caizdir.
Sual: Teravih namazının dışındaki tesbih namazı gibi nafile namazları cemaatle kılmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Sirâciyye fetva kitabında, teravih ve güneş tutulması namazlarından başka olan nafileleri cemaat ile kılmanın mekruh olduğu bildirilmektedir. Gıyâsiyye fetva kitabında, Şeyh-ul-imâm Serahsî hazretleri buyuruyor ki:
“Nafile namazı cemaat ile kılmak, ramazandan başka zamanlarda, herkes çağrılırsa, mekruh olur. Bir iki kişi imama uyarsa mekruh olmaz. Üç kişi olursa şüphelidir. Dört kişi olursa, söz birliği ile mekruh olur.”
Sual: Adakta bulunan fakir bir kimse, adadığı bu hayvanı kesince, bunun etinden kendisi, çoluğu, çocuğu yiyebilir mi?
Cevap: Fakir olsun, zengin olsun, adak eden, adak edilerek kesilen hayvanın etinden yiyemez ve zekât vermesi caiz olmayanlara yediremez. Anasına, babasına, evlatlarına, kocasına veya hanımına, fakir olsalar da yediremez. Yerse veya bunlara yedirirse, yenilen etin kıymetini, fakirlere sadaka verir. Akrabasından ve evinde bulunanlardan, zekâtını vermesi caiz olan büyük, küçük herkes yiyebilir. Bunlar içinde, zengin olanlar yiyemez. Yerlerse, adak sahibi, bunların kıymetini fakirlere verir.
.
Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikretmeli
3 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :3 Nisan 2025 00:04
“Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.”
Sual: Çarşıda, pazarda veya iş yerinde çalışırken de, salevat, kelime-i tevhid ve benzeri tesbihleri söylemenin mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir.) Bir kerre buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedihil-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.)
[Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını, ahıretteki zamanları, dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.]
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kerre de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir...
Hülasa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalbleri dükkânın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır.”
Sual: Bir kimse, vekiline, falan kimseye sadaka ver dese, vekil kendi parasından verse, sonra bunu, vekil edenden geri isteyebilir mi?
Cevap: Bir kimse, falana ödünç veya sadaka yahut hediye ver dese, vekil bunu verince, emredenden isteyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, isteyebilir.
Tilavet secdesini yapmak vaciptir
4 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :4 Nisan 2025 00:00
Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki secde âyetleri okunduğu zaman, tilavet secdesini, okuyan mı, dinleyenler mi, kısaca kimler yapmalıdır?
Cevap: Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur. Secde âyetini işiten cünübün ve sarhoşun da, abdest aldıkları zaman secde etmeleri lazımdır. Uyuyan ve bayılmış veya deli okuyunca, işitenlerin secde etmesi vacip olur denildi. Fakat, bunların ve kuşun okuması ile secde edilmemesi doğrudur. Çünkü bunların okuması, hakiki, doğru okumak değildir. Hakiki okumak demek, Kur’ân-ı kerimi okumakta olduğunu anlayarak okumaktır. Çocuk, yaptığını anlayacak yaşta ise, okuması ile, işitenlerin secde etmesi lazım olur. Daha küçük yaşta ise lazım olmaz. Dağlardan, çöllerden ve başka yerlerden yansıyıp geri gelen sedayı işitenlerin ve kuştan işitenlerin secde etmesi vacip olmaz. Dürr-ül-müntekâda; “İnsan sesi olması lazımdır” deniyor. Radyodan işitilen sesin, insan sesi olmadığı, hafızın sesine benziyen, cansız alet sesi olduğu bildirilmiştir. Bunun için, El-fıkh-u alel-mezâhib-il erbe'ada da diyor ki:
“Fonografta, gramofonda, teyipte ve radyoda okunan secde âyetini işitenin, tilavet secdesi yapması vacip olmaz.”
Secde âyeti hece hece okununca ve yazılınca da secde yapılmaz. Gayr-i müslimin okuduğunu işiten Müslümanların secde etmesi vacip olur.
Sual: Şafii mezhebindeki Müslümanlar, zekât verirken Hanefi mezhebine uyarak vermektedirler. Bunun sebebi nedir?
Cevap: Şafii mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tövbe suresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönlünü alması lazım gelen kâfir sınıfı, zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şafii âlimleri, Hanefi mezhebine göre zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermekle, zekât verilmiş olmaktadır.
Sual: Din bilgileri için, fıkıh kitabı mı, tefsir kitabı mı okumalıdır?
Cevap: Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir.
.
Ev ve arabaların zekâtı olur mu?
5 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :5 Nisan 2025 00:09
Sanat sahipleri, sanayiciler, imalatçılar, ham ve işlenmiş, mamul eşyanın zekâtını verirler.
Sual: Birkaç evi olan, dükkânında demirbaş aletleri bulunan bir kimse, bunları zekât hesabına katacak mıdır yani bunların zekâtı verilir mi?
Cevap: Ticaret için yani satılık olmayan evlerin, apartmanların, sanat aletlerinin, motor, tezgâh, kamyon, gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyanın zekâtı verilmez. Sanat sahipleri, sanayiciler, imalatçılar, ham ve işlenmiş, mamul eşyanın zekâtını verirler. Demirbaş eşyanın zekâtı verilmez. Ticaret eşyasından evde kullanılmak için ve ticaret olunan gıdadan bir senelik ev ihtiyacı için ayrılmış olanların da verilmez. Yani bütün bunlar ve ödenecek borçlar, nisap hesabına katılmaz. Bütün bu eşyayı, yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve kâğıt paranın hepsi nisap hesabına katılır, yani zekâtları verilir. İhtiyaç eşyasını almak için ayrılan para da nisap hesabına katılır.
Sual: Uşur vermek de zekât vermek gibi midir, nelerden verilir, burada da ölçü kırkta bir midir?
Cevap: Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan, bütün topraklardan elde edilen mahsulün zekâtına uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam olarak verir.
Sual: İhtiyaç eşyası, zekât ve kurban hesabına katılmaz deniyor. İhtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasına girmektedir?
Cevap: İnsanı ölümden koruyan şeylere, ihtiyaç eşyası denir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür. Bunlar da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, hizmetçisi ve sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.
Sual: Mezar taşı dikmenin ve üzerine yazı yazmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Mezar taşı dikmek caizdir. Taş üzerine âyet-i kerime, mübarek isimler, şiir, medhiye gibi şeyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini koymak caiz değildir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bidattir. Kötü âdetler, caiz olmayı göstermez. Mezar taşına, isim ve ölüm hicri senesi yazılabilir denildi.
.
Her davete gidilir mi?
6 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :6 Nisan 2025 00:32
Zalimin, bidat sahibinin ve kötü kimselerin, öğünmek için çok para harcamış olanın davetine gidilmez!
Sual: Davet edilen yere gitmenin lazım olduğu söyleniyor, anlatılıyor ve yazılıyor. Peki her davet olunan yere gidilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbat kitabında buyuruyor ki:
“Müslümanların haklarını gözetmek lazımdır. Hadis-i şerifte; (Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenazesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevap vermek) buyuruldu. Fakat, çağırılan yere gitmek için, şartlar vardır. İhyâ kitabında diyor ki; 'Yemek şüpheli ise, sofrada ipek kumaş, altın, gümüş varsa, tavanda ve duvarlarda canlı resimleri varsa, çalgı çalınıyorsa, oyun oynanıyorsa, böyle olan yere gidilmez. Zalimin, bidat sahibinin ve kötü kimselerin, öğünmek için çok para harcamış olanın davetine de gidilmez.' Şir'at-ül-islâm kitabında; 'Riya, gösteriş için yapılan davete gidilmez' deniyor. Muhît kitâbında da; 'Oyun oynanan, çalgı çalınan, Müslümanlar çekiştirilen, içki içilen davete gidilmez' denmektedir. Metâlib-ül-mü'minîn kitabında da böyle yazılıdır. Böyle mâniler bulunmayan davete gitmek lazımdır.”
İbni Âbidînde de deniyor ki:
“Haram olan şeyler, odada ise gidilir. Sofrada ise gidilmez. Bilmeyerek gidildiyse, kalbi ile beğenmeyerek oturulur veya bir bahane ile geri dönülür. Çünkü haram işlememek için, sünnet terk edilir. Gıybet söylemek veya dinlemek, çalgıdan ve oyundan daha büyük günahtır. Söz ve makam sahibi ise, sofrada günaha mâni olmalı veya geri dönmelidir.”
Sual: Uzaktan gelen misafire, her gün ikramda bulunmak gerekir mi?
Cevap: Mâ-lâ-büdde kitabında deniyor ki: “Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekket sünnettir. Sonraki günlerde müstehaptır.”
Sual: Selam verirken eğilmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Berîka kitabında deniyor ki: “Selam verirken ve selam alırken eğilmek günahtır. Hadis-i şerifte; (Karşılaştığınız zaman, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan başkası için rüku ve secde yapmak haramdır.”
İbni Nüceym Zeyneddîn Mısrî hazretleri Segâir ve Kebâir kitabında, el ile selam vermek günahtır diyor. İsmail Sivasî hazretleri, bunu açıklarken; “Çünkü, el ile selam vermek, kâfirlerin âdetidir” diyor.
.
İnsanlardan yiyecek, giyecek istemek
7 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :7 Nisan 2025 00:09
Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir.
Sual: Aç, susuz olan bir kimse, başkalarından yiyecek, içecek ve başka temel ihtiyaçlarını isteyebilir mi?
Cevap: Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam, çalışacak, ticaret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması caizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekten başka ihtiyaçlarını mesela, elbise, ev eşyası, kira paraları istemesi caiz olur. Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir. Bir günlük yiyeceği olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi, yine caiz olur. Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez.
Sual: Bir fakire, onu dinen zengin edecek miktarda zekât vermek uygun olur mu?
Cevap: Fakirin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar vermek müstehaptır. Borcu olmayan ve çoluk çocuğu bulunmayan fakire, nisap miktarı veya malını nisap miktarına tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Çoluk çocuğu olan fakire, bunların her birine bölünce, nisap miktarı düşmeyecek kadar, çok zekât vermek caizdir. Zekâtı, fakir olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabaya vermek daha sevapdır. Yakınları muhtaç iken, başkalarına verirse, sevabı olmaz.
Sual: Bir kimsenin, zekâtını, bulunduğu yerdeki fakirlere vermeyip de, başka şehir veya yerdeki fakirlere göndermesinin, vermesinin dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Zekâtı başka şehre göndermek mekruh ise de, akrabaya vermek için veya kendi şehrinde fakir Müslüman bulamazsa, başka şehre göndermek caizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakire vermekten daha iyi olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır. Malını israf edene, haramda kullanana zekât vermenin layık olmadığı Dürr-i Yektâda yazılıdır.
Sual: Zengin olup alacaklarını alamayan ve sıkıntıya düşen bir kimse, zekât alabilir mi?
Cevap: Alacaklarını ve malını eline geçiremeyen, elindeki bononun ödeme zamanı gelmeyen zengin kimse, faizsiz ödünç veren kimse bulamazsa, ihtiyacı kadar, zekât alabilir. Malı eline geçtiği zaman, almış olduğu zekâtı da, fakirlere dağıtmaz.
Keffaret orucu tutamayacak kimse
9 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :8 Nisan 2025 23:55
Çok yaşlı olup, altmış gün keffaret orucunu tutamayacak olan, altmış fakiri bir gün doyurur.
Sual: Keffaret borcu olup da, çok yaşlı olan veya devamlı hasta olanlar, bu keffaret borçlarını nasıl öderler?
Cevap: Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, altmış gün keffaret orucunu tutamayacak olan, altmış fakiri bir gün doyurur. Aç olan altmış fakiri, bir günde iki kerre doyurmak lazımdır. Hepsinin aynı günde yemeleri şart değildir. Bir fakiri her gün iki defa doyurmak üzere altmış gün veya her gün bir defa doyurmak üzere yüzyirmi gün yedirmek de olur. Yahut, altmış fakirin her birine, 1.750 gram buğday veya un yuhut 3.500 gram arpa, kuru üzüm, hurma verir. Bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek yahut bunları bir fakire altmış gün devamlı vermek de caiz olur. Kendisini doyurması için fakire fülüs, kâğıt para da verileceği Bedâyıda yazılıdır. Altmış günlüğü, bir fakire, bir günde toplu verse, bir günlük vermiş olur. Altmış fakiri sabah, altmış başka fakiri de akşam doyurursa, sabah doyurduklarını akşam veya akşam doyurduklarını sabah, bir daha doyurmalıdır. Yahut, bunlardan altmışının her birine, Sadaka-i fıtır miktarı mal verir. Oruç tutabilenin fakirleri doyurması caiz değildir. Fakir olan hasta ve ihtiyar, zengin olunca doyurur. Keffaret yaparken niyet etmek lazımdır.
Sual: Zekât verirken, niyet etmeyi unutan bir kimse, sonra hatırlasa ve niyet etse, verdiği zekât kabul olur mu?
Cevap: Bir kimse, zekâtı ayırırken ve fakire verirken niyet etmeyip, verdikten çok sonra niyet ederse, mal, fakirde bulunduğu müddetçe, caiz olur. Vekiline verirken niyet etmesi yetişir. Vekilinin fakire verirken, ayrıca niyet etmesi lazım değildir. Zengin, zekâtının bedelini vekiline verirken sadaka, hediye dese, vekili fakire bu niyetle vermeden önce, zengin zekât için niyet etse caiz olur.
Sual: Bilerek birkaç defa orucunu bozan bir kimse, kaç tane keffaret orucu tutacaktır?
Cevap: Bilerek orucunu bozan kimse, ramazan ayından sonra, oruç keffareti olarak, art arda, altmış gün oruç tutar. Altmış gün sonra, tutmadığı her gün için, birer gün daha tutar. Birkaç ramazanda keffaretleri olan veya bir ramazanda, iki gün keffareti olan kimse, birinci keffareti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffaret yapar. Birinci keffareti yapmış ise, ikinci keffareti de, ayrıca yapar.
.
Her sanatı ve ticareti yapmak
10 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :10 Nisan 2025 00:02
Başkalarına yardım için her türlü kazanç yolunda çalışarak daha fazla kazanmak mubahtır.
Sual: Bazı kimseler, başkasının işinde çalışmayı zül, utanılacak bir şey olarak görmektedir. Bir kimsenin, çoluk çocuğunun nafakası için herhangi bir işte ücretle çalışması utanılacak bir şey midir?
Cevap: Her sanatı ve ticareti yapmak, maaş, ücret karşılığında mubah olan işleri yapmak, mesela çobanlık, bahçıvanlık yapmak, inşaatta, hafriyatta çalışmak ve sırtında yük taşımak tezellül değildir. Peygamberler ve veliler bunları yapmışlardır. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını temin için çalışmak farzdır. Başkalarına yardım için her türlü kazanç yolunda çalışarak daha fazla kazanmak mubahtır. İdris aleyhisselam terzilik, Davut aleyhisselam demircilik, İbrahim aleyhisselam ziraat ve kumaş ticareti yapardı. İlk olarak kumaş dokuyan Âdem aleyhisselamdır. Din düşmanları, ilk insanların ot ile örtündüklerini, mağarada yaşadıklarını yazıyorlar. Bu yazılarının hiçbir vesikası yoktur. İsa aleyhisselam kunduracılık, Nuh aleyhisselam marangozluk, Salih aleyhisselam çantacılık yapardı. Peygamberlerin çoğu çobanlık yapmıştır. Hadis-i şerifte;
(Evinin ihtiyaçlarını alıp getirmek kibirsizlik alametidir) buyuruldu. Resulullah efendimiz mal satmış ve satın almıştır. Satın alması daha çok olmuştur. Ücret ile çalışmış ve çalıştırmıştır. Mudarebe şirketi ve ortaklık yapmıştır. Başkasına vekil olmuş ve vekil yapmıştır. Hediye vermiş ve almıştır. Ödünç mal almış, vakıf yapmıştır. Dünya işi için kimseye kızmamış, kimseyi incitecek bir şey söylememiştir. Yemin etmiş ve ettirmiştir. Yemin ettiği şeyleri yapmış, yapmayıp keffaret verdiği de olmuştur. Latife yapmış, latifeleri hep hak üzere ve faydalı olmuştur. Bu sayılanları yapmaktan çekinmek, utanmak, kibir olur. Çok kimseler burada yanılır, tevazu ile tezellülü birbiri ile karıştırırlar. Nefis, burada çok kimseyi aldatır.
Sual: İman etmek için, Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsine inanmak mı lazımdır?
Cevap: Resulullah efendimizin söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsini beğenip kalbin kabul, tasdik etmesine, yani inanmasına iman denir. Bu şekilde inanan insanlara, mümin denir. Peygamber efendimizin sözlerinden birine bile inanmamaya veya iyi ve doğru olduğunda şüphe etmeye küfür denir. Böyle inanmayan kimselere de kâfir denir.
.
Menfaat için iyilik yapmak!
11 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :11 Nisan 2025 00:01
İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz.
Sual: Herhangi bir kimseye, onun kendisini övmesi veya ondan bir şeyler elde etmek niyeti ile iyilik yapmanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadet ile olan riya bundan daha fenadır. Allahü teâlânın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya, hepsinden daha fenadır. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz. Yağmur duasına çıkmak, istihare yapmak, böyledir. Sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için âyet-i kerimeler okumak da böyledir denildi. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri bulunmaktadır. Ticaret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olurlar. İbadet niyeti çok olursa, sevap hasıl olur. İbadetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyeti ile olursa, yine riya olmaz ve çok sevap olur. Ramazan orucunu tutmakta riya olmaz. Allahü teâlânın rızası için namaza başlayıp, sonradan hasıl olan riyanın zararı olmaz. Riya ile yapılan farzlar sahih olur, ibadet borcu ödenmiş olur ise de, sevabı olmaz. Et ihtiyacını karşılamak niyeti ile, kurban kesmek caiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikte niyet ederek kurban kesmek caiz değildir. Allahü teâlânın rızası için olmayıp, yalnız hacdan, gazadan gelen ve gelen emiri, reisi karşılamak için kesilen hayvan leş olur, yemesi haram olur. Allahü teâlânın rızası için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünya işlerini düşünürse, namazı sahih olur. Şöhrete sebep olacak şekilde giyinmek de riya olur.
Sual: Yapılan bütün ibadetlerin, iyiliklerin sevabı, diri veya ölü herkese hediye edilebilir mi?
Cevap: Yapılan ibadetin sevabını, ölü veya diri başkasına hediye etmek caizdir. Hac, namaz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerim, mevlid okumak, zikir ve dua okumanın sevaplarını başkasına hediye etmek, Hanefî mezhebinde caizdir. Mâliki ve Şâfii mezheblerinde, sadaka, zekât ve hac gibi mal ile yapılan ibadetlerin sevabını hediye etmek caiz olup, namaz, oruç ve Kur’ân-ı kerim okumak gibi beden ile yapılanları caiz değildir. Hanefî olan, sevabını hediye eder. Mâliki ve Şâfii ise, meyyitin affı için dua eder.
.
Farzı yapmayanın imanı gider mi?
12 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :11 Nisan 2025 23:58
Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez.
Sual: Dinimizin emrettiği farzlardan birini tembellikle yapmayan kimsenin imanı gider mi?
Cevap: Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez. Fakat, bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer. Birincisi, o farzın vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahıdır. Bunun affolması için tövbe etmek, yani pişman olmak, üzülmek, bir daha geciktirmeyeceğine karar vermek ile olur. İkincisi, bu farzı terk etmek, yapmamak günahıdır. Bu büyük günahın affolması için, bu farzı hemen kaza etmek, yani vaktinden sonra hemen yapmak lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur.
Sual: Bazı kimseler, camiye girer girmez namaz kılıyorlar. Bu ne namazıdır ve kılınması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Camiye girince, iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıy-yetül-mescid namazı denir. Camiye girince, farz, sünnet, kaza namazı gibi herhangi bir namaz kılmak, tehıy-yetül-mescid namazı yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıy-yetül-mescid diye niyet etmek lazım değildir.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, namaz vakti girinceye kadar namaz kılmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Herkese ve küçük yaşta ölen çocuklara da kabir suali var mıdır?
Cevap: Bu konuda Sirâc kitabında deniyor ki:
“Bütün insanlara kabir suali olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmektedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak, cevap vermesini ilham edecektir.” İbni Abdül-Berr ve imâm-ı Süyûtî hazretleri de;
“Mümin ve münafık olan ehl-i kıbleye sual vardır” buyurmuştur. Hazret-i Ömer'e kabir suali olduğu ve verdiği cevabı bildiren haberler, kitaplarda mevcuttur.
Sual: Namaz kılarken, ilk defa kaç rekat kıldığında tereddüt eden, şaşıran bir kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılar. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek namazını tamamlar.
.
Abdest uzuvları yaralı olan
13 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :12 Nisan 2025 23:53
Abdest uzuvlarının yaralı kısımları ıslatmadan yıkanamazsa, teyemmüm edilir.
Sual: Abdest uzuvlarından bir kısmı yaralı olup bu kısımların yıkanması mümkün olmazsa, böyle bir kimse, su ile nasıl abdest alır veya ne yapmalıdır?
Cevap: Yaralı kısımlar ıslatmadan yıkanamazsa, teyemmüm eder. Abdest uzuvlarından hepsinin yarıdan çoğu veya dört abdest uzvundan ikisi sağlam ise, abdest alıp, yaralı kısımları veya uzuvları mesh eder. Mesh zarar verirse, sargı üzerine mesh eder. Abdest uzuvlarından hepsinin yarıdan çoğu veya abdest uzuvlarının üçü veya dördü de yaralı ise, teyemmüm eder. Teyemmüm zarar verirse, namazı kazaya bırakır. Müsavi, eşit miktarda iseler, teyemmüm etmemelidir. Teyemmüm eden kimsenin, bazı yerleri yıkaması caiz değildir. Başında ağrı olup mesh edemeyen, abdest için yıkanamayan da, gusül için teyemmüm edebilir denildi ise de, her ikisinin de sakıt olacağını bildiren fetva daha evvel verilmiş olduğundan, bu sözle amel olunmaz.
Sual: Eşek ve katırın artığı olan suyu, bir kimse abdest ve gusülde kullanabilir mi?
Cevap: Eşek ve katır artığı temizdir. Fakat, temizleyici olup olmadığı şüphelidir. Yaban eşeğini yemek caizdir ve artığı temizdir.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın rükudan kalkarken söylediğini, cemaat de söyler mi veya ne yapar?
Cevap: Rükudan kalkarken "Semi'allahü limen hamideh" demek, imama ve yalnız kılana sünnettir. Cemaatle kılarken, cemaat bunu söylemez, "Rabbena lekel-hamd" der.
Sual: Bir kadından süt emen çocuk, süt emdiği kadının, kardeşleri ile de evlenemez mi?
Cevap: Çocuğun, sütanası, sütbabası, bunların anaları, babaları, kardeşleri, çocukları ve her kuşaktan torunları ile evlenmesi, ebedî olarak haramdır. Bunlarla nesep, soy ile akraba olsaydı, yine evlenemezdi.
Sual: Namaz kılmaya başlamadan önce, ne şekilde niyet etmek gerekir?
Cevap: Namaza niyet etmek demek, namazın ismini, vaktini, kıbleyi, cemaatle kılıyorsa imama uymayı irade etmek, kalbinden geçirip, o namazı kılmayı tercih etmek demektir. Yalnız ilim, yani ne yapacağını bilmek niyet olmaz. Şafii mezhebinde, namazın rükünlerini de hatırlamak lazımdır.
Sual: Namaza başladıktan sonra, niyet etmedeğini hatırlayan bir kimse, namazın içinde niyet etse, bu namaz kabul olur mu?
Cevap: İftitah tekbirinden sonra edilen niyet, sahih olmaz ve o namaz, kabul olmaz.
.
Gusül gerektiğinde acele etmelidir
14 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :14 Nisan 2025 00:06
Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusül etmezse, günah olmaz.
Sual: Bir kimse, gusül gerektiren bir durumda, boy abdestini almakta acele mi etmeli veya ne zamana kadar bunu geciktirebilir?
Cevap: Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusül etmezse, günah olmaz. Daha fazla geciktirmesi büyük günahtır. Hadis-i şerifte;
(Kirlenince, çabuk gusül abdesti alın! Çünkü kirâmen kâtibîn melekleri, cünüp gezen kimseden incinir) buyuruldu. İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyurdu ki:
“Bir kimse, rüyada bana dedi ki; ‘Bir miktar zaman cünüp kaldım. Şimdi üzerime ateşten gömlek giydirdiler. Hâlâ ateş içindeyim.”
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Gusül abdesti almaya kalkan bir kimseye, üzerindeki kıl adedince yani pek çok sevap verilir. O kadar günahı affolur. Cennetteki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevap, dünyada bulunan her şeyden daha hayırlı olur. Allahü teâlâ, meleklere; bu kuluma bakınız! Gece, üşenmeden kalkıp, benim emrimi düşünerek, cünüplükten gusül ediyor. Şahit olunuz ki, bu kulumun günahlarını af ve mağfiret eyledim buyurur.)
Sual: Cünüp kimse, boy abdesti almadan bir şey yiyip, içebilir mi?
Cevap: Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzihen mekruhtur. Çünkü ağzına, eline sürülen su, müstamel olur. Müstamel suyu içmek ise mekruhtur. Hayız gören kadın böyle değildir. Çünkü hayız hâlinde iken gusül abdesti alması emrolunmadı.
Sual: Cünüpken uyumanın dinen mahzuru var mıdı?
Cevap: Cünüp iken uyumak, günah değildir.
Sual: Bir erkek, hanımı ile beraber aynı kaptan su alarak boy abdesti alabilir mi?
Cevap: Zevcesi, hanımı ile birlikte, bir kurnadan, bir kaptan gusül alması caizdir.
Sual: Namaz kılmaya başlamak için, niyet ne zaman yapılır?
Cevap: İftitah tekbiri söylerken niyet edilir. Daha önce de niyet etmek caizdir. Hatta, cemaat ile namaz kılmak için evinden çıkan kimse, niyet etmeden imama uysa, caiz olur. Fakat yolda, namazı bozan şeylerden birini yapmamak lazımdır. Yürümek ve abdest almak zarar vermez.
Sual: Hayız hâlindeki bir kadın, çocuğunu emzirebilir mi?
Cevap: Hayız hâlindeki kadın, göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüp kadının, göğsünü yıkamadan emzirmesi mekruh olur.
Sual: Abdestli iken çocuğunu emziren bir kadının abdesti bozulur mu?
Cevap: Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
.
Abdest, gusül ve teyemmümün faydaları
15 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :15 Nisan 2025 00:01
Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok etmektedir.
Sual: İbadet maksadıyla alınan abdestin, guslün ve su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmümün, insan bedenine, insan sağlığına ne gibi faydaları vardır?
Cevap: İbadet maksadıyla yapılan abdest ve gusül, beden sağlığımız için pek çok faydaları hasıl etmektedir. Bedenî faydalarının yanında, ruh sağlığı yönünden de faydası çoktur. Tesbit edilen sayısız faydalarından bazıları şöyle sıralanabilir:
1-Günlük hayatımızda, ellerimizin dokunmadığı yer, kapmadığı mikrop kalmıyor. İşte abdest alırken, el, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için en güzel bir korunmadır. Mikroplar, parazit bakterilerin bazıları vücuda deri yoluyla dahil olurlar.
2-Solunum sistemimizin bekçiliğini yapan burnu yıkamakla, toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olmaktadır.
3-Yüzün yıkanması, cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafîfletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanların, ihtiyarlasalar, yaşlansalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir.
4-Cünüblüğe sebep olan hâllerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaşım hızı artmakta, solunum hızlanmaktadır. Vücudun aşırı çalışmasıyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuşukluk ve gevşeklik hissedilmekte, umumiyetle zihnî faaliyetler oldukça yavaşlamaktadır. Gusül ile vücud eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
5-Abdest ve gusül abdestinin, dolaşım sistemi üzerinde de olumlu tesirleri bulunmaktadır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Abdestte mevzii bir uyarılma vardır. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılmaktadır. Ayrıca boyun ve yanlarının yıkanması da, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttırırlar.
6-Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok etmektedir.
Sual: Yeni Müslüman olan bir kimsenin, mutlaka gusül abdesti alması gerekir mi?
Cevap: Yeni Müslüman olan bir gayr-i müslimin, Müslüman olunca, gusül abdesti alması müstehabdır.
.
Büyü yapmak ve yaptırmak!..
16 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :16 Nisan 2025 00:04
Sihir yani büyü yapmamalıdır ve yaptırmamalıdır. Küfre en yakın olan, en fena haramdır!..
Sual: Büyü var mıdır, insanlara tesir eder mi, büyü yapmak ve yaptırmak dinen imanı tehlikeye sokar mı?
Cevap: Sihir yani büyü, insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizlik yapar, cesede ve ruha tesir eder. Sihir, büyü, kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder. Sihrin tesiri kati, kesin değildir, ilacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse tesirini yaratır. İstemezse, hiç tesir ettirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı işler yaparak, nefsini ezen, haram işlemekten zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yaptığı sihir tesir etmektedir. Böyle papazların sihir çözmeleri de tesirli olmaktadır. Şimdiki papazlar, dünya zevklerine düşkün ve nefisleri azgın olduğundan, sihir yapamaz ve bozamazlar.
Sihir yani büyü yapmamalıdır ve sihir yaptırmamalıdır, haramdır ve küfre en yakın olan, en fena haramdır. Sihre ait ufak bir şey yapmamaya çok dikkat etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın imanı gittikten sonra, sihri tesir eder.) Sanki sihir yapınca, imanı gider.
İmâm-ı Nevevî hazretleri buyurdu ki:
“Sihir yaparken küfre sebep olan kelime veya iş olursa, küfürdür. Böyle kelime veya iş bulunmazsa, büyük günahtır.”
Bir büyücü, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak tesir eder diyen ve inanan kâfir olur. Sihir, Allahü teâlâ takdir etmiş ise, tesir edebilir, demelidir.
Sual: Kusurlu, hatalı olan, günahı bulunan kimseden da Allahü teala razı olabilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, o kulunu affetmek isterse ve affetmek için sebep araya korsa, o kimse, görünüşte günahı bulunsa bile, elbette razı olunmuşlardan demektir.”
Sual: Örtmesi emredilen yerleri açık olanların yanında, Kur’ân-ı kerim okunabilir mi?
Cevap: Kendi avret yeri açık iken ve avret yeri açık olanlar yanında Kur’ân-ı kerim okumak mekruhtur. Gece yatmak için yatağa giren ve belli sureleri okuyacak olan kimse de, bir yeri açık ise, başını yorgandan çıkarıp okumalıdır.
Sual: Cünüp olan bir kimse, cuma namazı için gusül abdesti alsa, cünüplükten de kurtulmuş, temizlenmiş olur mu?
Cevap: Cünüp olduğunu unutan bir kimse, cuma namazı için gusül abdesti alırsa, cenabetlikten kurtulur, temiz olur. Fakat, farz sevabına kavuşamaz.
Zalime de beddua etmemeli!
19 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :19 Nisan 2025 00:59
"Ananın, babanın çocuğuna olan ve mazlumun, zâlime olan bedduâları, reddolunmaz."
Sual: İnsanlara zulmedenlere, eziyet edenlere ve günah işleyerek isyan edenlere, beddua etmenin dinen mahzuru var mıdır?
Cevap: Zalimden başkasına beddua etmek haramdır. Zalime de, zulmü kadar beddua etmek caiz olur. Caiz olan bir şeyin miktarı da, özrün miktarı kadar olur. Zalime de beddua etmemek, sabretmek ve hatta, affetmek daha iyidir. Resûlullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce;
(İntisâr eyledin!) buyurdu. Affeyleseydi, daha iyi olurdu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kendinize, evlâdınıza, kötü duâ etmeyiniz. Allahın kaderine râzı olunuz. Nimetlerini arttırması için duâ ediniz.)
(Ananın, babanın çocuğuna olan ve mazlumun, zâlime olan bedduâları, reddolunmaz.)
Tufeyl bin Amr Dûsî hazretleri kendisi anlatır:
“Resûlullah efendimize giderek;
-Ya Resûlallah! Kavmime beddua ediniz. Çünkü çok zina yapıyorlar, dedim. Resûlullah efendimiz;
-Allahım, Dûs kavmine hidayet ver diye dua buyurdular ve bana;
-Yine kavminin arasına dön, onları İslama davet et, buyurdu. Gidip kavmimi İslama davete devam ettim.”
Saîd bin Cübeyr hazretlerinin bir horozu vardı. Her gece öter, onu teheccüd namazına kaldırırdı. Bir gece her nasılsa ötmedi ve Saîd bin Cübeyr hazretleri teheccüde kalkamadı. Sabahleyin bu iş ona çok ağır geldi ve horoza;
“Allahü teâlâ sesini kessin” dedi. Ondan sonra o horoz hiç ötmedi. Annesi bu hâli görerek, oğlu Saîd bin Cübeyr hazretlerine;
“Sakın kimseye beddua etme” diye tembihte bulundu.
Sual: Namaz kılarken eli böğre koymanın, parmakları birbirine geçirmenin namaza bir zararı olur mur?
Cevap: Namaz kılarken, eli böğre koymak mekruhtur. İki elin parmaklarını birbirleri arasına koymak, birbirine geçirmek de, namazda, vaazda, mevlidde ve mescidde tahrimen, başka yerlerde ise tenzihen mekruhtur.
Sual: Namaz kılarken rüku ve secde tesbihlerini el ile saymanın dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Namazda, âyetleri, rüku ve secde tesbihlerini el ile, parmaklarla saymak tenzihen mekruhtur. Kalbi ile veya parmaklarını oynatarak saymak caizdir. Namaz dışında parmakla saymak ve tesbih kullanmak caizdir. Resûlullah efendimiz, bir kadının namaz sonundaki tesbihleri, çekirdeklerle saydığını görerek menetmemiştir. Riya ve gösteriş için tesbih kullanmak mekruhtur
.
Ölmekte olan, Resulullah'ı görür...
20 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :19 Nisan 2025 23:59
“Resulullah Efendimiz (sallallahü alayhi ve sellem) ölmek üzere olan herkese görünmektedir."
Sual: Ölüm anında insanın ruhu bedeninden çıkacağı zaman, ölmekte olan o kimse, Resulullah efendimizi görür mü?
Cevap: Bu konuda Ahmed ibni Hacer-i Heytemî hazretlerinin Fetâvelkübrâ kitabında buyuruluyor ki:
“Resulullah Efendimiz ölmek üzere olan herkese görünmekte ve ölmek üzere olan o kimseye, 'Bu zat için ne dersin?' denilmektedir. Böyle olması, Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü göstermektedir. 'Bu' kelimesi, yanında bulunan kimseyi göstermekte kullanılır. Bu söz, Resulullah Efendimizin çeşitli yerlerde, çeşitli şekillerde bir anda görülebileceğine inanmayana cevaptır. Hâlbuki, akıl yolu ile de buna inanılır. Resulullah Efendimizin zat-i şerifi bir ayna gibi olmakta, herkes bu aynada kendi güzelliğinin, çirkinliğinin suretini görmektedir. Aynanın güzelliğinde hiç değişiklik olmaz. Kabir hayatı ve ahiret hayatı, dünya hayatına benzemez. Dünyada, her insanın tek bir şekli vardır. Evliyanın, dünyada da, çeşitli şekiller aldığı çok görülmüştür.”
Akreb-üt-turuk-ı ilelhak kitabında;
“Resulullahın karşısında olduğunu, seni gördüğünü ve sesini işittiğini düşün! Uzakta isen de, Allahü teâlâ sesini işittirir ve seni gösterir. Burada, yakın ile uzak arasında fark yoktur” denmektedir
Fetâvelkübrâ kitabında deniyor ki:
“Ölüler, kendilerini ziyaret edenleri tanırlar. İbni Ebiddünyânın haber verdiği hadis-i şerifte;
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyaret edip oturunca, meyyit onu tanır ve selamına cevap verir) buyuruldu. Diğer bir hadis-i şerifte;
(Bir kimse, tanıdığı bir mümin kardeşinin kabri yanından geçip, selam verince, onu tanır ve selamına cevap verir) buyuruldu.”
Yine aynı kitapta deniyor ki:
“Ölü, dirilerin seslerini işitir. İmâm-ı Ahmedin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Meyyit, kendini yıkayanı, taşıyanı ve kabre koyanı tanır) buyuruldu.”
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, İbni Hacer-i Heytemî hazretleri için;
“İslam âlimlerinin en büyüklerindendir. Her sözü sağlam ve hüccettir” buyurmuştur.
Resulullah Efendimizin hazır olmasından, görmesinden nasıl şüphe edilebilir ki? Peygamberlerin, hatta Velilerin temiz ruhları, bedenlerinden ayrılınca, mertebeleri artar, yükselir. Melekler gibi tam tasarruf sahibi olurlar. Böyle olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirdi.
.
Din gayreti zayıflıyor mu?
21 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :21 Nisan 2025 00:06
"Müslümanların imanları gevşemekte, inanmayanlar, inkâr edenler türemektedir!.."
Sual: Zamanımızda Müslüman olduğunu söyleyenlerde din gayreti yok gibidir, önceki asırlarda da böyle olanlar olmuş mudur?
Cevap: Dört asır önce yaşamış olan İmâmı Rabbânî hazretleri de bu hâlden şikâyet ederek buyuruyor ki:
“Biliniz ki, Allahü teâlânın merhametine çok muhtaç olan bu kul, Peygamber gönderilmesi lazım olduğuna ve Kur’ân-ı kerimde isimleri bildirilen yirmibeş Peygambere inanmakta ve son Peygamberin getirdiği dine uymakta, zamanımız insanlarının gevşekliklerini ve bunun yaygınlaştığını üzülerek gördüm. Hatta, Hindistan'da öyle oldu ki, mevki sahibi, güçlü kimselerden bazısı, İslamiyete tam uyan salih Müslümanlara işkence ediyorlar. Peygamberlerin sonuncusunun mübarek ismini alaya alanlar ve analarının, babalarının koydukları mübarek isimleri uydurma isimlerle değiştirenler türedi. Kurban Bayramında, Müslümanın kesmesi vacib olan sığırın kesilmesi Hindistan'da yasak edildi. Camiler yıkılıyor veya müze, depo yapılıyor. İslam mezarlıkları, oyun yeri, çöplük yapılıyor. Kâfirlerin kiliseleri, eski eser diyerek onarılıyor. Onların ibadetleri, bayram günleri, Müslümanlarca da kutlanıyor. Sözün kısası, İslam dininin icapları, âdetleri tahkir ediliyor, hakarete uğruyor. Yahut, büsbütün terk ediliyor. Bunlara gericilik deniyor. Kâfirlerin, dinsizlerin âdetleri, bozuk dinleri, ahlaksızlıkları, hayâsızlıkları övülüyor. Bunların yayılmasına çalışılıyor. Hint kâfirlerinin bozuk, iğrenç kitapları, romanları, şarkıları Müslümanların diline çevrilerek piyasaya sürülüyor. Böylece, İslam dininin, İslamın güzel ahlakının yok edilmesine çalışılıyor. Bunun sonucu olarak, Müslümanların imanları gevşemekte, inanmayanlar, inkâr edenler türemektedir. Hatta din adamları da, bu afete yakalanmakta, felakete sürüklenmektedirler.”
Sual: Namaz kılması mekruh olan vakitlerde, cenaze namazı da kılınmaz mı?
Cevap: Güneş batarken, yalnız o günün ikindi namazının farzı kılınır. İmâm-ı Ebû Yusuf hazretlerine göre, Cuma günü güneş tepede iken, nafile namaz kılmak mekruh olmaz. Bu kavil zayıftır. Namaz kılması mekruh olan üç vakitte önceden hazırlanmış cenazenin namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehiv de caiz değildir. Hazırlanması bu vakitlerde biten cenazenin namazını, bu vakitlerde kılmak caiz olur.
Kabrimi bayram yapmayın!”
22 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :22 Nisan 2025 00:16
"Kabrimi bayram gibi yılda bir ziyaret etmekle bırakmayın! Her zaman ziyaret etmeye gayret edin!"
Sual: Peygamber Efendimiz, bir hadislerinde, (Kabrimi bayram yapmayın!) buyurmuş. Burada anlatılmak istenen nedir?
Cevap: Hadis âlimlerinden Abdül’azîm-i Münzirî hazretleri (Kabrimi bayram yapmayın!) hadis-i şerifine mana verirken (Kabrimi bayram gibi yılda bir ziyaret etmekle bırakmayın! Her zaman ziyaret etmeye gayret edin!) demektir, diye açıklamışlardır. (Evlerinizi mezarlık yapmayın!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla, kabirlere benzetmeyin, demektir. Çünkü kabristanda namaz kılmak caiz değildir. (Kabrimi bayram yapmayın!) hadis-i şerifi; (Kabrimi ziyaret için, bayram gibi belli gün tayin etmeyin!) anlamında olduğu da bildirilmiştir. Zira Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerinin mezarlarını ziyaret için toplanıp çalgı çalar, şarkı söyler, bayram yaparlardı. Siz böyle yapmayın, ziyaret için, bayramda haram şeylerle eğlenir gibi, ney, dümbelek çalmayın, toplanıp, merasim yapmayın demektir. Ziyaret için, gelip, selam vermeli, dua etmeli, fazla durmamalıdır.
Sual: Senetli alacaklar, fakir veya iflas eden kimselerde de olsa, bunlar zekât hesabına katılır mı?
Cevap: Senetli veya iki şahitli olan veya itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa, nisaba, zekât hesabına katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
Sual: Bir kimse, namazda okuduğu sure veya duada, bu surelerdeki herhangi bir kelimeyi tekrarlayarak okursa namazına bir zarar gelir mi?
Cevap: Namazda okunan sure ve dualarda, kelimeyi tekrarlayınca mana değişirse, namaz bozulur. Rabbi Rabbil'âlemîn, mâliki mâliki yevmiddîn deyince bozulur. Fakat, mananın değiştiğini bilmezse veya ağzından kaçarsa yahut harfi doğru okumak için tekrar ederse, namaz bozulmaz.
Sual: Evvabin namazı diye bir namaz var mıdır?
Cevap: Akşam namazının farzından sonra, nafile olarak kılınan altı rekat namaza, evvâbîn namazı denir.
Sual: Ezanı, minare gibi yüksek bir yere çıkarak okumanın dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Ezanı yüksek yerde okumak sünnettir. Okuyanın sesini yükseltmesi lazımdır. Fakat, çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır.
Sual: Namazda, herhangi bir yerini kaşıyanın namazı bozulur mu?
Cevap: Bir rükünde, üç kerre bir yerini kaşımak, yahut elini kaldırarak birbirine vurmak namazı bozar.
Kalbi, tasavvuf temizler
23 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :23 Nisan 2025 00:09
"İbadetlerin kurtarıcı olmalarını sağlamak, fıkıh kitaplarından öğrenilir.”
Sual: İslam âlimlerinden İmam-ı Gazâlî hazretleri, kitaplarında felsefecilere cevap olarak imani konuları anlattığı gibi ibadet ve tasavvuf konularına da yer vermiştir, bunun hikmeti ne olabilir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbâni hazretleri buyuruyor ki:
“Eski felsefecilerden bazıları, kendi görüş ve hayalleri ile hazırladıkları kitapların sürümlerini arttırmak için, Peygambere inen kitaplarda okudukları ve bunlara inananlardan işittikleri, ahlakı güzelleştirmek ve faydalı işler yapmak yollarını bunlara karıştırdılar. İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretlerinin, kitabında ibadetlere de yer vermesine gelince, fıkıh âlimleri ibadetlerin nasıl yapılacaklarını bildirdiler. İnceliklerini anlatmadılar. Çünkü, onların maksadı, ibadetlerin doğru yapılmasının şartlarını ve şekillerini bildirmekti. İnsanların içlerine, kalplerine bakmadılar. Bunları bildirmek, tasavvuf âlimlerinin vazifesi idi. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bedenlerin ve görünen işlerin iyileşmesini sağlayan din ile, iç âlemin temizliğine kavuşturan tasavvuf bilgilerini birleştirdi. Kitabında bu ikisine de yer verdi. İkincisine Münciyyât, yani felaketten kurtarıcı bilgiler ismini verdi ise de, ibadetlerin de müncî olduklarını bildirdi. İbadetlerin kurtarıcı olmalarını sağlamak, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Kurtarıcı olan kalp bilgileri, fıkıh kitaplarından öğrenilmez.”
Sual: Bir kimsenin, bakmakla sorumlu oldukları muhtaç iken, başka muhtaçlara yardım etmesi uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabıredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resulullah Efendimize ve bütün müminin ve müminâta göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”
Sual: Buğday ekmek için tarla kiralayan kimse, buğdaylar olgunlaşmadan önce kira müddeti biterse, nasıl hareket eder?
Cevap: Buğdaylar olgunlaşmadan kira müddeti biterse, buğdaylar oluncaya kadar kira müddeti uzatılır.
.
Peygamber görmeyenlerin hâli
24 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :24 Nisan 2025 00:47
Kur’ân-ı kerimde meâlen buyuruldu ki: "Peygamber göndermeden önce, azap yapmayız!"
Sual: Bir peygamberi veya o peygamberin vârisi olan bir âlimi görme imkânı olmayanların ahiretteki durumu ne olur, bunlar cehenneme mi gider?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Dağda, çölde ve dinsiz memleketlerde yaşayıp da, peygamberleri işitmemiş olana 'Şâhik-ul-cebel' denir. Bunların peygamberliğe ve peygamberlerin gönderilmiş olmasına inanmaları mümkün değildir. Bunlara peygamber gelmemiş gibidir. Bunlar mazur görüldü. Bunlar için Kur’ân-ı kerimde, İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen; (Peygamber göndermeden önce, azap yapmayız!) buyuruldu. Bunlar hayvanlar gibi, hesaptan sonra, ölecekler, Cehennem azabı ve Cennet nimeti görmeden, ebedî, sonsuz olarak yok edileceklerdir. Kâfirlerin baliğ olmayan, sabi iken ölen çocukları için de durum böyledir.”
Sual: Kadınlar namaza durdukları zaman, namazın içindeki hareketleri, aynen erkekler gibi mi yaparlar?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kadın, namaza dururken, ellerini omuzlarına kadar kaldırır. Ellerini kol ağzından dışarı çıkarmaz. Sağ avucu sol üzerinde olarak göğüs üstüne kor. Rükuda az eğilir. Belini başı ile düz tutmaz. Rükuda ve secdede parmaklarını açmaz, birbirlerine yapıştırır. Ellerini dizleri üzerine kor. Dizlerini büker. Dizlerini tutmaz. Secdede kollarını, karnına yakın olarak yere serer. Karnını uyluklarına yapıştırır. Teşehhüdde, ayaklarını sağa çıkararak yere oturur. El parmaklarının ucu dizlerine uzanır. Parmakları birbirlerine yapışık olur.”
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: Bir kimse, yatağın içinde, yatar şekilde Kur’ân-ı kerim okuyabilir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi abdestsiz tutmak haramdır, ezberden okumak caizdir. Yatağa abdestli girmek sünnettir. Şir'at-ül-islâm şerhinde; “Kur’ân-ı kerimi yatakta, yatarak ezberden abdestsiz okumak caizdir ve sevaptır. Fakat, başını yorgandan dışarı çıkarmalı ve bacakları bitiştirmelidir” deniyor.
Peygamberlik ne demektir?
25 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :25 Nisan 2025 00:34
Muhammed aleyhisselamın bütün sözleri ve bütün hareketleri, insanların olgunlaşmalarına rehberlik etmektedir.
Sual: Peygamberlik ne demektir ve bir kimsenin peygamber olup olmadığı nasıl anlaşılır, anlamak için bir yolu var mıdır?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Tıp adamı Calinos'u ve nahv âlimi Amr Sîbeveyh'i görmedik. Bunların o ilimlerde mütehassıs olduklarını nereden anladık? Tıp ilminin ne demek olduğunu biliyoruz. Calinos'un kitaplarını okuyor, sözlerini işitiyoruz. Hastalara ilaç verdiğini, dertlerden kurtardığını öğreniyoruz. Buradan, onun tabip, doktor olduğuna inanıyoruz değil mi? Bunun gibi, nahiv ilmini bilen bir kimse, Sîbeveyh'in kitaplarını okuyup, sözlerini işitince, onun nahiv âlimi olduğunu anlar ve inanır. Bunlar gibi, bir kimse de, peygamberliğin ne olduğunu iyi anlar ve Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri incelerse, Muhammed aleyhisselamın, peygamberliğin en yüksek derecesinde olduğunu iyi anlar. O iki âlime olan inanç hiç sarsılmadığı gibi, cahillerin, sapıkların iftiraları, lekelemeleri, onun Muhammed aleyhisselama olan bu imanını hiç sarsmaz. Çünkü, Muhammed aleyhisselamın bütün sözleri ve bütün hareketleri, insanların olgunlaşmalarına rehberlik etmekte, imanlarının ve işlerinin doğru ve faydalı olmalarını sağlamakta ve kalplerindeki hastalıkların tedavisine ve kötü ahlaklarının giderilmesine, medeniyete ışık tutmaktadır. Peygamberlik de, bu demektir.”
Sual: Bir kimse, hastalığı sebebiyle, gusül için teyemmüm yapabilir mi?
Cevap: Gusül abdesti alınca, hasta olmaktan veya hastalığının şiddetlenmesinden yahut uzamasından korkan kimse, teyemmüm eder. Bu korku, kendi tecrübesi ile yahut Müslüman, adil bir tabibin, doktorun söylemesi ile belli olur.
Sual: Kiradaki bir evi veya bir dükkânı satın alan bir kimse, ev veya dükkândaki kiracıyı hemen çıkarabilir mi?
Cevap: Kirada bulunan malı satın alan başka bir kimse, kontratı bitmeden kiracıyı çıkaramaz. Müşteri, kontrat bitinciye kadar bekler veya kira akdini mahkeme kararı ile feshettirir.
Sual: Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmenin, dinen hükmü nedir?
Cevap: İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretleri;
“Kabr-i saadeti ziyaret etmek sünnetlerin en kıymetlisidir” buyurmuştur. Vacip diyen âlimler de vardır. Bunun için, Şâfiî mezhebinde Kabr-i saadeti ziyaret etmek nezir olunur.
.
Alışverişte hile yapmak
26 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :25 Nisan 2025 23:21
Hıyanetten kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır!
Sual: Alışverişte hile yapmak, kandırmak, aldatmak dinimizce günah değil midir?
Cevap: İmâm-ı Gazâlî hazretleri, Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Satış fiyatında hile yapmamalıdır. Peygamber Efendimiz;
(Müslümanların, şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasa fiyatını gizleyerek, ucuz satın almalarını) men buyurdu. Köylünün bu suretle yaptığı satıştan vazgeçmesi caizdir. Köylü ucuz bir şey getirince, bunu karşılayarak, malı bana bırak, ben sonra yüksek fiyatla satarım demekten de men buyurdu. Bir malın pahalı satılması için, herkesin yanında, onu yüksek fiyatla satın almaktan da men buyurdu. Müşteriler, böyle bir satış olduğunu anlarsa, satışı bozabilir. Piyasayı bilmeyenlere yüksek fiyatla mal satmak da haramdır. Hattâ, acemi olup, ucuz satan veya pahalı alanlar ile alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş sahih ve caiz ise de, piyasadaki fiyatı bunlardan gizlemek günahtır.
Basra'da büyük bir tüccar vardı. İran'da bulunan adamlarından biri, mektup yazarak, bu sene şeker kamışı verimli olmadı. Başkaları duymadan, çok şeker al dedi. Tüccar da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, otuz bin dirhem gümüş kâr etti. Sonra, düşünüp, şeker kamışlarına afet geldiğini Müslümanlardan saklayarak, onlara hıyanet ettim, bu nasıl Müslümanlıktır deyip, otuz bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Her birine, bu para senindir dedi. Hiçbiri almadı. Belki utanarak almamışlardır, din kardeşlerime hıyanet ettim, diyerek, ertesi gün tekrar götürdü. Her birine yalvararak otuz bin dirhem gümüşü taksim etti...
Müşteriye doğru söylemeli, hiç hile etmemelidir. Malda bir arıza oldu ise, haber vermelidir. Malı, akraba veya ahbabından, ona yardım olsun diye yüksek fiyatla aldı ise, müşterisine bunu söyleyerek, doğru değerini bildirmelidir. Mesela, on lira etmeyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldığını söylememelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir. Böyle misaller pekçoktur. Böyle hıyanetleri bilmeyerek yapan çoktur. Hıyanetten kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır! Çünkü, aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur.”
.
Kadın ve erkekler için kefen
27 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :27 Nisan 2025 00:07
İstanbul'da kefen için, erkeklere yedi metre, kadınlara sekiz metre patiska almak âdet idi.
Sual: Kadın ve erkeler için kefen kaç metreden yapılmaktadır?
Cevap: İstanbul'da kefen için, erkeklere yedi metre, kadınlara sekiz metre patiska almak âdet idi. Eni 130-140 santimetredir. Tabut kapatılıp, üzeri yeni bir yatak çarşafı ile sarılıp, çamaşır ipi ile bağlanır. Bu ip, tabutu kabre indirirken de işe yarar. Üzerine yeşil ve yazılı örtü konup bunun kenarları iğnelerle çarşafa raptedilir. Kadınlarda, bu örtünün baş tarafına üç köşe yemeni de örtülür. Tabutun, çivisiz, tahtadan geçme olması lazımdır. Kısa bir dua ve hak helal edildikten sonra, musallaya götürülüp namazı kılınır.
Sual: Fıkıh kitaplarında, zayıf kavil diye bildirilen hükümlerle amel edilebilir mi?
Cevap: Her Müslümanın ibadet yaparken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin, "Fetvâ böyledir, En iyisi budur, En doğru söz budur..." gibi bildirdiklerine uyması lazımdır. Kendi arzusu ile yaptığı bir şey, buna uymasına mâni olur ve bu mâni olmanın önlenmesinde meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lazımdır. Böyle de yapamazsa, Hanefi mezhebinde bulunan kimse, Hanefi mezhebindeki âlimlerin fetvâ olarak seçilmemiş zayıf sözlerine uyarak, işini görür.
Sual: Mezar göçüp ceset açıkta kalmış ve çıplak ise, nasıl hareket edilir?
Cevap: Mezardan çıkarılmış, çıplak görülen bir ölü, kokmamış ise, sünnet üzere kefenlenip gömülür. Kokmuş ise, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: Ölen bir kimsenin kefenini almak yakınlarından kimlere aittir?
Cevap: Babası ve oğlu kalan kimsenin kefenini yalnız oğlu verir. Kadının kefenini, kadın zengin olsa bile, zevci, kocası verir. Nafakasını verecek kimsesi olmayan meyyitin kefenini, Beyt-ül-mâl verir. Beyt-ül-mâl muntazam işlemiyorsa, haberi olan her Müslümanın vermesi, farz-ı kifaye olur. Haberi olanlar fakir ise, başkalarından "zaruret kefeni" yani bir kefenlik bez isterler.
Sual: Cenazeye gerekli vazifeleri yapmak için erkek olmadığında, kadınlar da bu hizmetleri yapabilir mi?
Cevap: Bir müminin vefat ettiğini haber alan erkeklere, erkek yoksa, kadınlara cenaze namazı kılmak, gasil, techiz ve defin farz-ı kifâyedir. Ehemmiyet vermeyen, kâfir olur. Cenaze namazını bir kadının yalnız kılması ve çok kadının cemaat ile kılmaları mekruh olmaz.
.
İnanana ve inanmayana ne denir?
28 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :28 Nisan 2025 00:27
Resulullah efendimizin bildirdiklerini beğenip kalbin kabul etmesine, yani inanmasına 'iman' denir.
Sual: Dinimizde, inanana, inanmayana, emir ve yasaklara ne denir ve bunların tanımı nasıldır?
Cevap: Resulullah efendimizin söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsini beğenip kalbin kabul etmesine, yani inanmasına İman denir. Böylece inanan insanlara, Mü'min denir. Onun sözlerinden birine bile inanmamaya veya iyi ve doğru olduğunda şüphe etmeye Küfür denir. Böyle inanmıyan kimselere Kafir denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerimde, yapılmasını açıkça emrettiği şeylere, yani bu emirlere Farz denir. Yapmayınız diye açıkça men ve yasak ettiği şeylere Haram denir. Allahü teâlânın, açıkca bildirmeyip, yalnız Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere yaptığı, yapılırken görüp de mâni olmadığı şeylere Sünnet denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmamak suç değildir. Onun beğenmediği ve ibadetin sevabını gideren şeylere Mekruh denir. Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere Mubah denir. Bu emir ve yasakların hepsine Ahkâm-ı ilâhiyye veya Ef'âl-i mükellefîn ve Ahkâm-ı islamiyye denir.
Sual: Din kitaplarında dünya kötülenmektedir. Kötülenen dünyadan maksat, içinde yaşadığımız mıdır yoksa başka bir şey midir?
Cevap: Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Yani, ism-i tafdîldir. Mastarı, dünüv veya denâettir. Birinci mastardan gelince, çok yakın demektir.
(Biz en yakın olan göğü, çırağlarla süsledik) âyet-i kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. Bazı yerde de, ikinci mana ile kullanılmıştır. Mesela;
(Deni, alçak şeyler melundur) hadis-i şerifinde böyledir. Yani (Dünya melundur) demektir. Alçak şeyler, cenab-ı Hakkın yasak ettiği şeylerdir ki bunlar haramlar ve mekruhlardır. Şu hâlde, Kur’ân-ı kerimde, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. Mal kötülenmemiştir. Çünkü, cenâb-ı Hak mala hayır adını vermektedir. Bunu isbat eden vesika, bütün mahlukların ve insanlığın üstünlükte ikincisi olan İbrahim alehisselamın malıdır. Yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vadileri dolduruyordu. Görülüyor ki, İslamiyet dünya malını kötülememektedir. İbrahim aleyhisselamın bu kadar zengin olması, bu sözü isbat etmektedir.
Sual: Akmakta olan su, her zaman temiz mi demektir?
Cevap: Necaset eseri görülünceye kadar, akan su temiz olur.
.
Dini öğretmek mi, nafile ibadet yapmak mı?
29 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :29 Nisan 2025 00:13
“Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihat sevabından çoktur.”
Sual: Bir Müslüman için, nafile ibadet yapması mı yoksa insanların dinlerini doğru olarak öğrenmeleri için çalışması mı daha efdaldir.
Cevap: İslamın temeli, imanı, farzları, haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i ma'rûf yapmayı emrediyor. Yani benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve Nehy-i anilmünker emrediyor. Yani yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) Yine buyurdu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.)
İbni Âbidînde; “Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihat sevabından çoktur” buyuruluyor.
Sual: Namaz kılarken namazın içindeki sünnetleri terk etmenin hükmü nedir?
Cevap: Namaz kılarken namazın sünnetlerinden birini terk etmek mekruhtur.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, saflarda cemaatin aynı hizada mı durması gerekir?
Cevap: Cemaat ile namaz kılarken safları düz yapmaya dikkat etmelidir. Safdan ileride ve geride durmamalıdır. Herkes, bir hizada durmaya çalışmalıdır. Peygamber efendimiz, önce safları düzeltir, ondan sonra namaza dururdu ve; (Safları düzeltmek, namaz kılmanın bir parçasıdır) buyururdu.
Sual: Kadınların ve erkeklerin saçlarını boyamalarının, ellerine kına gibi boya yapmalarının, dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Erkeklerin saçını sakalını siyahtan başka renge boyaması caizdir. Siyaha boyamaya da caiz diyen olmuştur. Elini ayağını, tırnağını boyaması ise caiz değildir. Çünkü kadınlara benzemek olur. Kadınların, yabancı erkeklere göstermemek şartı ile ve abdestte, gusülde yıkamaya mâni olmayan boya ile boyamaları caizdir.
Sual: İçinde ölmüş balık bulunan su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Suda yaşayan balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül caizdir.
.
Namaz vaktinin girişinde yanlışlık olursa
30 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :30 Nisan 2025 00:16
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır."
Sual: Takvimdeki namaz vakitlerinde yanlışlık olursa veya ezan erken okunursa, vakit girmediği için kılınan o namaz kabul olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn hazretleri, Kebâir ve segâir kitabında buyuruyor ki:
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıkdıktan sonra kılmak büyük günahtır. Büyük günah, ancak tövbe etmekle affolur. Küçük günahları affettirecek şeyler çoktur. Tövbe ederken, kılmadığı namazları kaza etmesi lazımdır. Kabul olan hac, büyük günahları temizler diyen âlimler, namazları kaza etmek lazım olmaz dememişlerdir. Namazı vaktinden sonraya özürsüz olarak geciktirmek günahı affolur demişlerdir. Ayrıca kaza etmek lazımdır. Kaza etmeye gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah daha işlemiş olur.”
Hanefi mezhebinde iftitah tekbirini vakit çıkmadan alan, Şafii ve Maliki mezhebinde bir rekati vakit çıkmadan kılan kimse, namazını vaktinde kılmış olur. Namazın hepsi vakit içinde tamam olmazsa, küçük günah olur.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imam ikinci rekatte oturmazsa, cemaatin ne yapması gerekir?
Cevap: Dört rekatli farz namazın, ikinci rekatinde, imam oturmazsa, cemaat de oturmaz. Namazın sonunde secde-i sehv yapılır.
Sual: Farzları, sünnetleri beğenmeyenin imanı gider mi?
Cevap: Farzları, sünnetleri, beğenmemek küfür olur.
Sual: Namaz kılarken ah, of demek namaza zarar verir mi?
Cevap: Namazda, ah, of gibi inlemek, namazı bozar.
Sual: Allah gökte şahidimdir diyenin, imanı gider mi?
Cevap: Bir kimse, Allahü teâlâ, gökte benim şahidimdir dese, kâfir olur. Zira Allahü teâlâya, mekân isnat etmiş olur. Allahü teâlâ, mekândan beridir.
Sual: Bazı kimseler, 'git Allah babadan iste' diyor. Böyle söylemek imanı giderir mi?
Cevap: 'Allah baba' diyenin imanı gider, kâfir olur.
Sual: Namaz kılarken boğazı, öksürür gibi yaparak temizlemek ihtiyacı oluyor. Böyle yapınca namaza bir zararı olur mu?
Cevap: Boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarmak namazı bozar. Bu hâl, kendiliğinden olursa bozmaz. Okumayı kolaylaştırmak için yapılırsa, zararı olmaz.
Sual: Namazda sure ve duaları okurken hareke hatası olursa, namaz bozulur mu?
Cevap: Sonradan gelen âlimler, irâb hatası, hiçbir zaman bozmaz dedi. Birincisi ihtiyat, ikincisi ruhsat yoludur.
..
Her nimetin sahibi Allahü tealadır
1 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :1 Mayıs 2025 00:21
Allahü teâlânın nimetleri güneş gibi meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, yine ondan gelmektedir.
Sual: Bazı kimseler, kendilerine her nimetin sahibi Allahü tealadır deyince, itiraz edip ben kendim kazanıyorum, bana kimseden bir şey gelmiyor gibi sözler söylüyorlar. Böylelerine ne demelidir?
Cevap: İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nimeti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Her şeyi var eden, ancak odur. Her varlığı, her an varlıkta durduran hep odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, onun lütfu ve ihsanıdır. Hayatımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyleyebilmemiz, hep ondandır.
Saymakla bitirilemeyen çeşitli nimetleri, iyilikleri gönderen hep odur. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duaları kabul eden, dertleri, belaları gideren hep odur.
Rızıkları yaratan ve sahiplerine ulaştıran yalnız odur. İhsanı o kadar boldur ki, günâh işleyenlerin rızkını kesmiyor. Günahları örtmesi o kadar çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayan azgınları, herkese rezil ve rüsva etmiyor ve namus perdelerini yırtmıyor.
Affı ve merhameti o kadar çoktur ki, cezayı ve azabı hak edenlere azap vermekte acele etmiyor. Nimetlerini, ihsanlarını, dostlarına ve düşmanlarına saçıyor. Kimseden bir şey esirgemiyor.
Bütün nimetlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak da, doğru yolu, saadet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak ve Cennete girmek için teşvik buyuruyor. Cennetteki sonsuz nimetlere, bitmez, tükenmez zevklere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili Peygamberine uymamızı emrediyor.
İşte, Allahü teâlânın nimetleri güneş gibi meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, yine ondan gelmektedir. Başkalarını vasıta kılan, onlara iyilik yapmak isteğini veren, onlara iyilik yapabilecek gücü, kuvveti veren, yine odur. Bunun için, her yerden, herkesten gelen nimetleri gönderen hep odur.
Ondan başkasından iyilik, ihsan beklemek, emanetçiden, emanet olarak bir şey istemeye ve fakirden sadaka istemeye benzer. Bu sözlerin, yerinde ve doğru olduğunu, cahil olanlar da, âlimler gibi, kalın kafalılar da, zeki, keskin görüşlü olanlar gibi bilir. Çünkü, anlatılanlar, meydanda olan, düşünmeye bile lüzum olmayan bilgilerdir.
Bunun için insanın, bu nimetleri gönderen Allahü teâlâya, gücü yettiği kadar şükretmesi, insanlık vazifesidir.
.
Allahü teâlâya şükretmek
2 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :2 Mayıs 2025 01:14
Allahü teâlâya şükretmeye, yani Muhammed aleyhisselama uymaya ibadet etmek denir.
Sual: Bir kimse, kendi aklı, görüşü ile Allahü teâlâya ve onun ihsan ettiği nimetlere şükredebilir mi?
Cevap: İnsanın, bütün bu nimetleri gönderen Allahü teâlâya, şükretmesi, aklın emrettiği bir vazife, bir borçtur. Fakat, Allahü teâlâya yapılması icab eden bu şükrü yerine getirebilmek, kolay bir iş değildir. Çünkü insanlar, yok iken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtaç, ayıplı ve kusurludur. Allahü teâlâ ise, hep var, sonsuz vardır. Ayıplardan, kusurlardan, uzaktır.
Bunun içindir ki insanlar, Allahü teâlâya karşı şükür, saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükretmeye, saygı göstermeye yarayan vazifeler, Allahü teâlâ tarafından bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler, kötülemek olabilir.
İnsanların Allahü teâlâya karşı, kalb, dil ve beden ile yapmaları ve inanmaları lazım olan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş ve onun sevgili Peygamberi tarafından ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine İslamiyet denir.
Allahü teâlâya şükür, onun Peygamberinin getirdiği yola, dine uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibadeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez. Çünkü, insanların, iyi, güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslamiyet, bunları beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir.
Allahü teâlâya şükretmek için, muhakkak Muhammed aleyhisselama uymak lazımdır. Onun yoluna İslamiyet denir. Muhammed aleyhisselama uyan kimseye Müslüman denir. Allahü teâlâya şükretmeye, yani Muhammed aleyhisselama uymaya ibadet etmek denir. İslam bilgileri iki kısımdır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Din bilgileri de ikiye ayrılır:
1-Kalb ile inanılması lazım olan bilgilerdir. Bu ilimlere Üsûl-i din veya iman bilgileri denir. Kısacası iman, Muhammed aleyhisselamın bildirdiği altı şeye inanmak ve İslamiyeti kabul etmek ve küfür, inkâr alameti olan şeyleri söylemekten ve kullanmaktan sakınmaktır. Her Müslümanın, küfür, inkâr alameti olan şeyleri öğrenmesi ve bunlardan sakınması lazımdır. İmânı olana Müslüman denir.
2- Beden ile veya kalb ile yapılacak ve sakınılacak ibadet bilgileridir. Yapılması emredilen bilgilere farz, sakınılması emredilen bilgilere haram denir. Bunlara İslamiyet bilgileri denir.
.
Âlemler, yaratanı göstermektedir
3 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :2 Mayıs 2025 23:15
Yaratılan bütün âlemlerin hepsinde, şaşılacak bir nizam, düzen içinde olduklarını görüyoruz.
Sual: Bütün bu âlem, kendi kendine mi olmuş yoksa bir yaratıcısı var mıdır?
Cevap: Bütün yaratılanların tek yaratıcısı, vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâdır. O kadimdir, ezelîdir yani hep var idi. Vâcib-ül-vücûd demek, vücudu başkasından olmayıp ancak kendindendir. Başkası tarafından yaratılmamıştır. Allahü teâlâya böyle inanmak gerekir. Eğer böyle olmazsa, o zaman başkası tarafından yaratılması lazım olur. Bu ise, düşünülenin tersine olan bir neticedir.
Yaratılan bütün âlemlerin hepsinde, şaşılacak bir nizam, düzen içinde olduklarını görüyoruz. Fen, her sene bunların yenilerini bulmaktadır. Bu nizamı, bu düzeni, sistemi yaratanın, Hay yani diri, Âlim bilici, Kâdir gücü yetici, Mürîd dileyici, Semî işitici, Basîr görücü, Mütekellim söyleyici ve Hâlık yaratıcı olması lazımdır. Çünkü, ölmek, cahil olmak, gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık ve körlük ve söyleyememek, birer kusurdur, utanılacak şeylerdir. Bu kâinatı, bu âlemi, bu nizâm üzere yaratanda ve yok olmaktan koruyanda, böyle kusurlu sıfatların bulunması olacak şey değildir.
Atomdan yıldızlara kadar her varlık birer hesapla, kanunla yaratılmıştır. Fizikte, kimyada, astronomide ve biyolojide keşfedilebilen kanunlardaki, bağlantılardaki nizam, akıllara hayret vermektedir. Darwin bile;
“Gözün yapısındaki nizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor” demek zorunda kalmıştır.
Hava, yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen ve yüzde 1 soy gazlar karışımıdır. Bileşik değil, karışımdır. Oksijen yüzde 21'den çok olsaydı, ciğerlerimizi yakardı. Yüzde 21'den az olsaydı, kandaki gıda maddelerini yakamazdı. İnsanlar ve hayvanlar, yaşayamazdı. Bu yüzde 21 miktarı, her yerde ve yağmurda da değişmiyor. Bu ise büyük nimettir. Bütün bunlar Allahü teâlânın varlığını, kudretini ve merhametini göstermiyor mu? Bu harika yanında, gözün yapısı hiç kalmaktadır.
Fen bilgilerinde okutulan bütün kanunları, ince hesapları, formülleri yaratan, hiç noksan sıfatlı olur mu?
Bundan başka, adı geçen kemal sıfatlarını, yarattıklarında da görüyoruz. Bunları, mahluklarında yaratmıştır. Bu sıfatlar, kendisinde bulunmasaydı, mahluklarda, yaratılanlarda nasıl yaratabilirdi? Kendisinde bulunmasaydı, mahlukları ondan daha üstün olurlardı.
.
Emredilenleri inkâr, imanı götürür!
4 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mayıs 2025 00:03
Bir kimse, İslamın beş şartından birini kabul etmezse, yahut alay eder, saygı göstermezse, imanı gider.
Sual: İslamiyetin açıkça emrettiği ve yasakladığı şeyleri inkâr edenin imanı gider mi?
Cevap: Bir kimse, İslamın beş şartından birini inkâr eder yani inanmaz, kabul etmezse, yahut alay eder, saygı göstermezse, imanı gider. Bunlar gibi, helal ve haram olduğu, açık olarak ve söz birliği ile bildirilmiş olan başka şeylerden birini de kabul etmeyen, yani helale haram diyen veya harama helal diyenin de imanı gider. Dinde zaruri olarak bilinen yani, İslam memleketinde yaşayan cahillerin bile işittiği, bildiği, din bilgilerinden birini inkâr eden, beğenmeyen, kâfir olur.
Mesela, domuz eti yemek, alkollü içki içmek, kumar oynamak ve kadınların, kızların başları, saçları, kolları, bacakları açık, erkeklerin de dizleri ile göbek arası açık olarak başkasının yanına çıkmaları haramdır. Yani, Allahü teâlâ, bunları yasak etmiştir. Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren dört hak mezheb, erkeklerin avret yerlerini, yani bakması ve başkasına göstermesi yasak edilmiş olan uzuvlarını farklı olarak bildirmişlerdir. Her Müslümanın, bulunduğu mezhebin bildirdiği avret yerini örtmesi farzdır. Buraları açık olanlara, başkalarının bakmaları harâmdır. Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruluyor ki:
“Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan, beğenen anası, babası, zevci, kocası ve kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar.”
Eğer, tövbe ederlerse, affolunur, azap görmezler. Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever. Akıl, baliğ olan kızların ve kadınların, yabancı erkeklere görünmemeleri, hicretin üçüncü senesinde emrolundu. İngiliz casuslarının ve bunların tuzaklarına düşmüş olan cahillerin, hicâb, örtünme âyeti gelmeden evvel olan örtünmemeyi ileri sürerek, örtünmeyi sonradan fıkıhcılar uydurdu demelerine aldanmamalıdır.
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, yapacağı her işin, İslamiyete uygun olup olmadığını bilmesi lazımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak veya bu âlimlerin kitaplarından okuyarak öğrenmesi lazımdır. Eğer iş, İslamiyete uygun değil ise, o zaman o kimse günah veya küfürden kurtulamaz.
.
Maddeye tapan, insanlıktan uzaklaşır!
5 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mayıs 2025 23:59
İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle kabildir...
Sual: Sadece maddi şeylere değer veren, maddenin, makinenin esiri olmuş kimseler, zamanla insanlık sıfatlarını kaybedebilir mi?
Cevap: Yalnız maddiyata inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadırlar. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir. İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle kabildir ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.
Ünlü Rus yazarı Solzhenitsyn (Soljenitsin) Amerika'ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan, makine olmaktan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün, bir üniversitede Amerikan gençlerini başına toplayarak onlara;
“Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı zannetmiştim. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor. Fakat, ancak maddeye ehemmiyet veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki, insanı hakiki insan yapan, onun tekamül etmiş, gelişmiş, temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, memleketinizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine ehemmiyet, önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır. Çünkü, onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük zabıta kuvvetiniz bile, herkesi gece gündüz murakabe edemez, gözetleyemez. İnsanları fenalıktan, kötülükten alıkoyan polis değil, onların duyduğu Allah korkusudur” diye hitap etmiştir.
İnsan ruhunun gıdası, Allaha imandır, dindir. Ruhunu beslemeyen dinsiz insanların bir hayvandan farkları kalmaz. Bu gibi insanlarda, sevgi, acıma, şefkat, anlayış ve merhamet kalmaz. Böyle olan kimseleri, en kötü maksatlar için kullanmak, çok kolaydır.
Sual: Devamlı mekruh olan şeyleri yapmak, küçük günaha devam etmek, ısrar ve inat etmek mi olur?
Cevap: Tahrimen mekruh olan şeyi her zaman yapan kimse âdil değildir. İbni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtâr kitabında, İbni Nüceym hazretlerinde alarak buyuruyor ki:
“Tahrimen mekruh işlemek küçük günahtır. Küçük günaha devam etmek, adaleti giderir.”
Asıl yaratıcı, mûcid, Allahü teâlâdır
6 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :6 Mayıs 2025 00:46
Fen adamları Allahü teâlânın varlığına inanmakta ve iki elle onun dinine sarılmaktadır.
Sual: Kendilerini bilgin, fen adamı diye tanıtan bazı kimseler, yaratıcıyı inkâr etmektedirler. Gerçekten bütün fen bilginleri Allahı inkâr mı etmişlerdir?
Cevap: Meşhur Amerikalı fen adamı Edison'un mesai arkadaşı olan Martin André Rosonoff, şu hatırasını anlatmaktadır:
“Bir gün laboratuvara girince, Edison'u kendinden geçmiş, çok dalgın bir hâlde, hiç kımıldamadan elinde tuttuğu bir kaba baktığını gördüm. Yüzünde büyük bir hayret, hürmet, takdir ve tazim ifadesi vardı. Yanına yaklaşıncıya kadar, geldiğimin bile farkına varmadı. Sonra beni yanında görünce, elindeki kabı bana gösterdi. Kap, cıva ile doluydu. Bana;
-Şuna bak! Bu ne muazzam bir eserdir! Sen cıvanın hârikulâde bir şey olduğuna inanır mısın? dedi. Ben;
-Cıva, hakikaten hayrete değer bir maddedir diye cevap verdim. Edison konuşurken sesi titriyordu. Bana;
-Ben cıvaya bakınca bunu yaratanın büyüklüğüne hayran oluyorum. Buna ne türlü hassalar vermiş? Bunları düşündükçe, aklım başımdan gidiyor diye mırıldandı. Sonra tekrar bana döndü;
-Dünyadaki bütün insanlar bana hayrandır. Benim yaptığım birçok keşifleri, birçok yeni buluşları birer harika, birer başarı zannediyorlar! Beni, insanüstü bir varlık gibi görmek istiyorlar. Hâlbuki, ne büyük hata! Ben, beş para bile etmeyen bir insanım. Benim keşiflerim esasen dünyada bulunan, fakat o zamana kadar insanların göremedikleri büyük harikaların ufacık bir kısmını meydana çıkarmaktan ibarettir. 'Bunu ben yaptım!' diyen bir insan, en büyük yalancı, en büyük budaladır. İnsan, elinden hiçbir şey gelmeyen aciz bir mahluktur. İnsan, ancak bir parça konuşabilen, biraz düşünebilen bir mahluktur. İyi düşünse, kibre, gurura kapılmaz, aksine, ne kadar boş olduğunun farkına varır. İşte ben de, bunları düşündükçe, ne kadar kudretsiz, ne kadar aciz, ne kadar zayıf bir mahluk olduğumu anlıyorum. Ben mûcidim ha! Asıl mûcid, asıl dâhî, asıl yaratıcı işte odur, Allah'tır! dedi.”
Görülüyor ki, fen adamları Allahü teâlânın varlığına inanmakta ve iki elle onun dinine sarılmaktadır.
Sual: Ahıretteki gün ve yıllar da, dünyada kullanılan gün ve yıllar gibi midir?
Cevap: Din kitaplarında; “Ahıretin bir günü, bu dünyanın bin senesi kadardır. Ahıretin yılları, ona göre hesap olunur” denmektedir.
.
Haccın farz olmasının şartları
7 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :7 Mayıs 2025 00:28
Bir kimseye haccın farz olması için, haccın vücub şartlarının o kimsede bulunması lazımdır.
Sual: Bir kimseye haccın farz olması için, o kimsede ne gibi şartların bulunması gerekir?
Cevap: Bir kimseye haccın farz olması için, haccın vücub şartları diye bildirilen şartların o kimsede bulunması lazımdır ki bunlar sekiz tanedir:
1-Müslüman olmak. 2-Kâfir memleketinde olanın da, haccın farz olduğunu işitmesi lazımdır. 3-Akıllı olmak. 4-Bülüğ çağında olmak, erginliğe ulaşmak. 5-Hür olmak, köle veya hapiste olmamak. 6-Geçim ihtiyacından fazla olarak hacca götürüp getirecek ve geride kalanlara yetecek kadar, helal parası olmak. Haram malı olana, hacca gitmek değil, bunları sahiplerine ödemek farzdır. Haram mal ile hacca giden, hac yapmamak azabından kurtulur ise de, hac sevabı kazanamaz. Bu durum, gasbedilen yerde namaz kılmaya benzer. Böyle kimselerin ibadetlerine mâni olmamalıdır. Zira günahlar ibadetlere mâni değildir. Parasının helal olduğunda şüphesi olan, sevap kazanmak için, Yahya Efendi fetvâsında yazılı olduğu gibi, bir kimseden ödünç alıp bununla hacca gitmelidir. Borcunu şüpheli parası ile ödemelidir. 7-Hac vakti gelmiş olmak. Hac vakti, Arefe ve bayram günleri olmak üzere, beş gündür. Yolda geçen zaman da düşünülerek, vücub şartları, bu zaman başında mevcut olan kimsenin ömründe bir kerre hacca gitmesi farz olur. 8-Hacca gidemeyecek kadar, kör, hasta, çok ihtiyar ve sakat olmamak.
Sual: Sadece namaz, oruç gibi bedenle yapılanlar mı ibadet olmaktadır yoksa mal ile yapılanlar da ibadet sınıfına girmekte midir?
Cevap: Dinimizin yapılmasını emrettiği ibadetler üç kısımdır:
1-Yalnız beden ile yapılan ibadettir. Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân-ı kerim okumak, zikretmek böyledir. Hiç kimse, başkası yerine, bedenle yapılan ibadeti yapamaz ve bu ibadetler için kişi, kendi yerine başkasını vekil de edemez.
2-Yalnız mal ile yapılan ibadetlerdir. Zekât, sadaka-i fıtır, toprak mahsulleri zekâtı, keffaretler, fakirleri doyurmak ve giydirmek böyle ibadetlerdir. Bir kimsenin özrü olsun veya olmasın, bunun mal ile yapılacak ibadetlerini başkası, bunun izni ve malı ile yapabilir.
3-Hem beden, hem mal ile yapılan ibadetlerdir. Farz olan hac böyledir. Bir kimse hayatta iken, ancak devamlı özrü olduğu zaman, bunun emri ve malı ile yerine başkası vekaleten hac yapabilir.
Emniyet yoksa hac farz olmaz
8 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :8 Mayıs 2025 00:22
Hac yapacak kimse, hac yapabilme şartlarını haiz olmalıdır.
Sual: Hac yolu, salgın hastalık veya benzeri sebeplerle emniyetli değilse, hac yapmak farz olmaz mı?
Cevap: Kâbe-i muazzamayı ziyaret etmek, Müslümanlara umumi bir emir değildir. Hac yapacak kimse, hac yapabilme şartlarını haiz olmalıdır. Mesela, zengin olmak, sıhhatli olmak, ayrıca, yolun emniyetli olması, canının ve malının helak edilme korkusu olmaması lazımdır. Yol emniyeti olmaz ise, hacca gitmek farz olmaz.
Hacca niyet eden bir mümin, her şeyden önce, ihlas ile tövbe etmelidir. Üzerinde kul hakları varsa, ödemeli, emanetleri sahiplerine vermelidir. Hacca gidip gelinceye kadar, ailesinin ihtiyacı olan nafakayı hazırlamalıdır. Kâ'be-i muazzamaya gidip gelinceye kadar, icab eden yol parasını, helal maldan olarak yanına alması ve kendisine hayırlı yol arkadaşları bulması ve içlerinden huyu en güzel, ilmi ve tecrübesi en çok olanı, emîr tayin edip, onun sözlerine itaat etmesi ve onun tedbirlerini yerine getirmesi lazımdır.
Sual: Hac ibadeti, insana manen neler kazandırır?
Cevap: Haccın manevi yönü, faydaları, kitaplarda açıklanmıştır. Geçmiş dinlerde, Allahü teâlâya yaklaşmak için, insanlardan uzaklaşıp, dağlarda yalnız başına yaşanılırdı. Allahü teâlâ, bu ümmete, ruhbanlığı emretmeyip, onun yerine haccı emretmiştir. Hac yapan kimsenin zihni, dünya düşüncelerinden uzak olup, sadece Allahü teâlâyı düşünmektedir. Müslümanlar, gösterişten uzak, ailesinden ve vatanından çıkarak, bu beldeye gelince, dünyadan çıkıp, mahşer yerini ve kıyamet hâllerini hatırlar. Elbiselerinden soyunup, beyaz ihrama girince, kefenleri ile, Allahü teâlânın huzuruna gittiklerini düşünürler. Lebbeyk, buyur Allahım buyur, emrine hazırım derken, duasının kabulü ile kabul edilmemesi korkusu içerisinde, Allahü teâlâdan rahmetini ve mağfiretini istemektedirler. Beytullahı ziyaret için gelenlerin zahmetlerinin boşa gitmeyeceğini bilirler. Allahü teâlânın rızasını gözetip, Onun rızası için Beytullahı ziyaret ettiklerinden, Onun azabından emindirler. Hacer-ül-esvede yüz sürmekle, Allahü teâlâya daima itaat etmek üzere söz verdikleri ve bu sözlerinde sadık kalacaklarını söz verirler. Kâbe'nin örtüsüne yapıştıklarında, bir âşıkın maşûkuna sığındığını düşünürler. Bütün bunlar, haccın edeblerindendir.
.
Haccın geciktirilmesi günah mı?
9 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mayıs 2025 00:20
Farz olduktan sonra hacca gitmeyi, daha sonraki senelere bırakan kimse fasık olur.
Sual: Bir kimseye hac farz olduktan sonra, bunu geciktirmesi, sonraki senelere bırakması günah olur mu?
Cevap: Vücub şartları bulunmakla beraber, eda şartları da kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur. O sene, hac yolunda ölürse hac sakıt olur ve bu kimsenin vekil gönderilmesi için vasiyet etmesi de lazım olmaz. Farz olduğu o sene gidilmezse, günah olur. Farz olduktan sonra hacca gitmeyi, daha sonraki senelere bırakan kimse fasık olur. Çünkü küçük günaha devam etmek, büyük günah olur. Sonraki senelerde, hac yolunda, evinde hasta olursa, hapse düşerse veya hacca gidemeyecek şekilde sakatlanırsa, yerine başkasını, kendi memleketinden bedel göndermesi veya bunun için vasiyet etmesi lazımdır. Bedel gönderdikten sonra iyi olursa, kendinin gitmesi de lazım olur. Sonraki senelerde hacca giderse, geciktirme günahı affolur. İmam-ı Muhammed ve imam-ı Şâfii hazretlerine göre, sonraki senelere bırakması da caizdir.
Sual: Hac ibadetinin yerine getirilmesi için de belli şartlar var mıdır?
Cevap: Hac ibadetinin farz olmasından başka, bu ibadeti yerine getirebilmesi için de belli şartlar vardır ki bunlara Eda şartları denir ve dört tanedir:
1-Hapsedilmiş veya yasaklanmış olmamak.
2-Hac için gideceği yolun ve hac yerinin selamet ve emniyetli olması lazımdır. Gemi, tren, otobüs veya uçaklardan tehlikeli olan ile gitmek lazım olduğu zaman, hacca gitmek farz olmaz. Eşkıyaların, hacıların canına, malına saldırdığı yıllarda hacca gitmek farz olmaz.
3-Mekkeden üç gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan hür kadının hacca gidebilmesi için, üç mezhepte, kocasının veya nikâhı düşmeyen ebedî mahrem akrabasından fasık, mürtet olmayan akıllı, büluğa ermiş bir erkeğin beraber gitmesi lazımdır. Bunun yol parasını verecek kadar, kadının zengin olması da lazımdır. Künûz-üd-dekâıkda yazılı Bezzârın bildirdiği hadis-i şerifte;
(Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) buyuruldu. Zamanımızda fesat çoğaldığı için, nikâhtan ve sütten olan mahrem akraba ile sefere gitmemelidir. Zengin olan kadının, mahremi ile bir kerre hacca gitmesine kocası mâni olamaz. Zîra zevcin, kocanın farzlara mâni olmaya hakkı yoktur.
4-Kadın, iddet hâlinde yani kocasından yeni ayrılmış olmamaktır.
Haccın farzı üçtür
11 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :10 Mayıs 2025 23:41
Namazın, orucun farzları olduğu gibi, haccın da farzları vardır.
Sual: Namazda olduğu gibi, hac ibadetinin de mutlaka yerine getirmesi gereken farzları var mıdır?
Cevap: Namazın, orucun farzları olduğu gibi, haccın da farzları vardır ve üçtür. Bu üç farzdan biri yapılmazsa hac sahih olmaz. Bu farzlar şunlardır:
1-İhramdır. İhram, niyet ile birlikte zikir yani telbiyeden ibaret olup, bazı şeyleri kendine yasak etmektir. Namazda iftitah tekbiri gibidir. Alameti, peştamal gibi, iki beyaz bez olup, biri belden aşağı sarılır, öteki, omuzlara sarılır. İple bağlanmaz, düğümlenmez. Bunun için kuşanılan bu iki beze ihram denildi. Tavafa başlarken, ihramın ortasını sağ koltuk altından geçirip, iki ucunu sol omuz üstüne getirmek sünnettir.
2-Arefe yani Zilhicce ayının dokuzuncu günü Arafat'ın, Vâdi-yi Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde Vakfeye durmak. Herkes, ehil olan imama karşı ayakta durup, ayakta duramazsa, oturup imamın duasını dinler. Sonra, oturabilir, yatabilir. Hacca geç giden bir kimse, doğru Arafat'a gider ve Tavâf-ı kudûm yapması lazım olmaz. Zilhiccenin dokuzuncu yani Arefe günü Arafat'ta bulunmayan veya Arafat'tan geçmeyen, hacı olamaz.
3-Kâ'be-i muazzamayı Tavâf-ı ziyaret etmektir. Tavaf, Mescid-i haram içinde, Kâ'be-i muazzama etrafında dönmek demektir. Dördü farz, üçü vacip olmak üzere yedi kerre dönülür. Zemzem kuyusunun ve Makâm-ı İbrâhîmin dışından dolaşarak da tavaf etmek caizdir. Kadınların tavaf ederken, Kâ'beye yaklaşmamalarının efdal olduğu Eşbâhda yazılıdır. Abdestin bozulma ihtimali çoksa, Şâfiilerin Hanefî veya Mâlikiyi taklit etmesi lazım olur. Tavafı mescit dışından yapmak caiz değildir. Tavafa niyet etmek, ayrıca farzdır. Tavâf-ı ziyareti, Arafat'tan sonra yapmak da farzdır. Tavaf ederken ve sa'y ederken, ezan okunursa, bunlar bırakılıp, namazdan sonra tamamlanır.
Sual: Arefe günü, sedye ile Arafat'tan geçirilen bir kimsenin haccı kabul olur mu?
Cevap: Hacca giden bir kimse, Arefe günü, öğle ezanından bayramın birinci günü, sabah namazı vaktine kadar olan zaman içinde, biraz Arafat'ta dursa veya ihramlı olarak Arafat'tan geçse, baygın iken sedye içinde taşınarak nüsükler yaptırılırsa, Arefe günü olduğunu bilmeyerek, Arafat'ta dursa, haccı sahih olur. O yerin Arafat olduğunu bilmek ve niyet etmek lazım değildir.
.
.
Fakir, muhtaç demektir
10 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mayıs 2025 23:56
“Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir.”
Sual: Peygamber Efendimizin övündüğü fakirlik, bizim bildiğimiz fakirlik midir?
Cevap: Fakir, muhtaç demektir. İslamiyette, asli, temel ihtiyacından fazla ve kurban nisabı miktarı malı olmayana fakir denir. Resulullah Efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdullah Dehlevî hazretleri, Dürr-ül-me'ârif kitabında buyuruyor ki: “Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir.” Böyle olan kimse nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın iradesinden razı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyete uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahıret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye, itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahırette felaketine sebep olur.
Sual: Bir manfaat elde etmek için, devlet adamları ve zenginlerle görüşmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Bir menfaate kavuşmak düşüncesiyle, devlet adamları ve zenginlerle görüşmek, arkadaşlık yapmak tezellül olur. Zaruret olursa, bu müstesnadır. Böyle kimselerle karşılaşınca ve bunlara selam verirken eğilmek de tezellüldür, büyük günahtır. Bunlara ibadet için eğilmek ise, küfür olur yani imanı giderir.
Sual: Sevabı Peygamber Efendimize olmak üzere kurban kesilebilir mi?
Cevap: Resulullah Efendimiz iki kurban keserdi. Biri kendisi için, biri de ümmeti için idi. Resulullah Efendimiz için de kurban kesmek müstehaptır ve çok sevaptır.
Sual: Evi, dükkânı olup da zor geçinen kimseye zekât verilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hazânet-ül-müftîn ve Eşbâh kitaplarında deniyor ki:
“Evleri ve dükkânları olanın, aldığı kiraları, tarlası olanın, tarlasının mahsulü veya kirası, çoluk çocuğunu beslemeye yetişmezse, bu kimse fakir sayılır, zekât alması caiz olur.” Görülüdüğü gibi burada fetva, İmâm-ı Muhammed'e göre verilmiştir.
Mekke'ye ihramsız girmek
12 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :12 Mayıs 2025 00:17
Mikat yerinden önce, hatta kendi memleketinde de ihramı giymek caiz, hatta daha iyidir.
Sual: Hac, umre veya ticaret için Mekke'ye giden bir kimse, ihram giymek mecburiyetinde midir, ihramsız Mekke'ye gidilemez mi?
Cevap: Hac, umre, ticaret için veya herhangi bir şey için uzaktan Mekke'ye gelenlerin, mikat denilen yerleri, ihramsız geçerek, Mekke-i mükerreme Haremine girmeleri haramdır. Geçenin, geri mikata gelip ihrama girmesi lazımdır. İhrama girmezse, ceza olarak kurban kesmesi lazım olur. Mikat denilen yerler ile, Harem-i Mekke arasına Hil denir. Mikattan geçerken, bir iş için Hilde kalmaya niyet edenlerin ve Hilde oturanların, hacdan başka niyet ile, ihramsız Hareme girmeleri caizdir. Mesela Cidde şehri Hildedir. Harem, Mekke-i mükerremeden biraz daha geniş olup, hududunu İbrahim aleyhisselamın diktiği taşlar göstermektedir. Bu taşlar, çok kerre yenilenmiştir. Mescid-i harama Harem-i Ka'be veya Harem-i şerif denir. Hac için, Hilde oturanlar Hilde, Harem-i Mekkede oturanlar Haremde ihrama girer. Mikat yerlerini geçerken, niyet ederek ve telbiye yaparak, yani emrolunan şeyi okuyarak, usulü ile, ihrama girilir. Mikat yerinden önce, hatta kendi memleketinde de ihramı giymek caiz, hatta daha iyidir. Hac aylarından önce giymek de caiz ise de, mekruhtur. Mekke ve Medîne şehirlerine Haremeyn-i şerifeyn denir.
Sual: Yedi kişi bir sığırı ortak olarak alıp kurban ettikten sonra, etini tartmadan, göz kararı ile taksim etmeleri uygun olur mu?
Cevap: Kurbanda ortak olanlar, kurban kesildikten sonra, faiz olmaması için, eti tartarak, müsavi, eşit ağırlıkta olarak paylaşmaları lazımdır. Tartmadan bölüşüp helalleşmek caiz olmaz. Çünkü helalleşmek, hediyye vermekte olur. Taksimi mümkün olan bir şeyde ortak olanların hisselerini ayırmadan önce hiç kimseye hediyye etmeleri caiz değildir. Altı kişiye et ile birlikte deri veya bacak da verilirse tartmadan paylaşmaları caiz olur. Başının da, derisi gibi olduğu Hindiyyede ve Mecmû'a-i Zühdîyyede yazılıdır.
Sual: Namaz kılmak için temiz bir yer, abdest için su ve teyemmüm için toprak bulamayan hapisteki kimse, namazlarını nasıl kılar?
Cevap: Namaz kılmak için temiz yer, abdest için su ve teyemmüm için toprak bulamayan ve hapiste olan bir kimse, okumadan, namaz kılar gibi yapar. O hâlden kurtulunca, hepsini iade veya kaza eder.
.
İnsanın ilk ölümü
13 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :13 Mayıs 2025 00:11
"Ruhun Arş'ın hazinelerine gönderilmesi birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat ise ikinci hayattır.”
Sual: Bazı kimseler, insanlar için ilk ölüm, ikinci hayat diye bir şeyler anlatıyor, bunun aslı varsa, bu ilk ölüm nasıl olmuştur?
Cevap: İmâm-ı Gazâlî hazretleri Dürre-tül Fâhire isimli kitabında, bu konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yaratınca, belini kudretiyle mesih buyurduğu zaman, ondan iki avuç aldı. Birisini sağ tarafından, diğerini ise sol tarafından aldı. Her insanın zerresini birbirinden ayırdı. Âdem aleyhisselam onlara baktı ki, onların zerreler gibi olduğunu gördü. El-Vâkı'a suresindeki bir âyet-i kerimede mealen;
(İşte bu sağdakiler Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bana bunların amellerinden bir fayda ve zarar yoktur. Bu soldakiler Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, Cehennemlik olanlardır. Bana bunlardan da bir fayda ve bir zarar yoktur) buyuruldu.
Âdem aleyhisselam Allahü teâlâya;
-Ya Rabbî! Cehennem ehlinin ameli nedir? diye sordu. Allahü teâlâ da;
(Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve ilahi kitaplarımda olan emir ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmektir) buyurdu.
Bunun üzerine Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya dua ederek;
“Ya Rabbî! Bunları kendilerine şahit kıl. Umulur ki, Cehennem ehli ameli işlemezler” dedi. Allahü teâlâ da, nefislerini şahit yapıp;
(Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi;
“Rabbimizsin. Biz şehadet eyledik” dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem aleyhisselamı da şahit tuttu. Bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekânlarına gönderdi. Çünkü bunların hayatları yalnız rûhâni bir hayat idi. Cismâni bir hayat değildi. Allahü teâlâ bunları Âdem aleyhisselamın sulbüne yerleştirdi. Ruhlarını kabzedip, Arş'ın hazinelerinden birinde muhafaza kıldı.
Bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismâni sureti tamam olduğu zaman, henüz ölüdür. Allahü teâlâ rahimde ölü olan bu çocuğa ruh vermeyi murad buyurduğunda, Arş'ın hazinelerinde bir müddet gizleyip muhafaza buyurduğu ruhu, o cesede iade eder. Çocuk o zaman hareket etmeye başlar. Allahü teâlânın ruhlara;
(Ben sizin Rabbiniz değil miyim) diye sorduğu misaktan, sözleşmeden sonraki ölüm yani, ruhunu Arş'ın hazinelerine göndermesi birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayattır.”
Saçı, sakalı ağaran kimse
14 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :14 Mayıs 2025 00:11
"Ben azimüşşan, İslamda ağaran saç ve sakala azap etmekten hayâ ederim."
Sual: Müslüman olarak yaşayıp saçı, sakalı ağaran herhangi bir kimse, ahirette azap görmez mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
Bu zamanda, perde arkasından bir münadi nida eder ki, bu getirdiğiniz ruh kimdir? Cebrâîl aleyhisselam filan oğlu filandır, der. Allahü teâlânın huzur-i ilahiyyesinde durduğu vakit, bazı azarlamak ile Hak teâlâ onu utandırır. Hatta o kul, zanneder ki, hakikaten helak oldu. Sonra, Cenab-ı Hak onu affeder.
Nitekim Kâdî Yahyâ bin Eksem hazretlerinden rivayet olundu. Vefatından sonra rüyada görülüp de sual olundu ki, Hak teâlâ sana ne muamele eyledi. Yahyâ bin Eksem hazretleri;
“Allahü teâlâ beni manevi huzurunda durdurdu. (Ey Şeyh-i Sû yani fena, kötü ihtiyar! Sen şunu ve bunu işlemedin mi?) buyurdu. Allahü teâlânın yaptıklarımı bildiğini anladığım zaman, beni korku kapladı ve ya Rabbi, böyle sual soracağını bana dünyada bildirmediler, dedim. (Sana nasıl bildirildi) buyurdu. Ben de, bana Mu'ammer, İmâm-ı Zührîden, o da Urveden, o da Âişe-i Sıddîka radıyallahü anhadan, O da hazret-i Peygamberden, O da hazret-i Cibrilden, O da Zât-ı teâlâdan haber verdiler. Raûf ve rahîm olan Allahü teâlâ; (Ben azimüşşan, İslamda ağaran saç ve sakala azap etmekten hayâ ederim) buyurdu; dedim. O zaman Allahü teâlâ buyurdu ki: (Sen ve Mu'ammer ve İmâm-ı Zührî ve Urve ve Âişe ve Muhammed aleyhisselâm ve Cibrîl sadıksınız. Ben de seni mağfiret ettim.)”
Sual: Kim olursa olsun herkes yaptığı, işlediği günahların, hataların karşılığını, ahırette muhakkak görecek midir?
Cevap: Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, yani yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zaman çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbini tasfiye, yani nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden ve günahlardan kurtulmak için, istiğfar okumalıdır. Yani, Estağfirullah okumalıdır. İstiğfar duası: “Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh”dir. Manası; “Günahlarımı affet ey büyük Allahım! Her şeyi yoktan var eden ve her an varlıkta durduran, yalnız Sensin! Sen hep varsın!”dır. İslamiyete uyanın duaları muhakkak kabul olur.
İyiler iyileri, kötüler kötüleri sever
15 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :15 Mayıs 2025 00:11
Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl biri olduğu anlaşılır.
Sual: Her insan, kendi yaratılışına uygun olanları mı sevip onlarla dost olabilir?
Cevap: Hadis-i şerifte; (Herkes, kendisine ihsan edeni sever. Bu sevgi, insanın yaratılışında mevcuttur) buyuruldu. Nefsine düşkün olan, nefsinin arzularına kavuşmak için kendisine yardım edenleri sever. Akıl ve ilim sahibi ise, medeni insan olmasına yardım edenleri sever. Kısacası, iyiler, iyileri sever. Fena, kötü kimseler de, kötüleri severler. Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl bir adam olduğu anlaşılır.
Sual: Bir Müslüman, Müslüman olsun olmasın diğer insanlara karşı nasıl davranmalıdır?
Cevap: Dosta, düşmana, Müslümana, gayr-i müslime, bidat sahiplerinden başka, herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermelidir. İnsanlara yapılacak en faydalı ihsan, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vererek, düşman olmalarına mâni olmalıdır. Kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı arttırır. Kimseye kızmamalıdır. Kızmak, sinir ve kalb hastalığı yapar. Hadis-i şerifte; (Gadab etme!) kızma buyuruldu.
Sual: Bir müminin başka bir mümin üzerinde hakkı var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Müminin mümin üzerinde yedi hakkı vardır:
1-Davetine gitmek. 2-Hasta olunca ziyaretine gitmek. 3-Cenazesine gitmek. 4-Nasihat etmek. 5-Selam vermek. 6-Bir zalimin elinden kurtarmak. 7-Aksırdığında Elhamdülillah deyince, Yerhamükellah demek.
Sual: Bir Müslümanın hayırlı olup olmadığı anlaşılabilir mi, anlaşılabilirse bu nasıl olur?
Cevap: Müminin hayırlısı, kendisinde altı haslet bulunandır: 1-İbadet eder. 2-İlim öğrenir. 3-Fenalık, kötülük yapmaz. 4-Haramlardan sakınır. 5-Kimsenin malına göz dikmez. 6-Ölümü hiç unutmaz.
Sual: Yemek yerken de dikkat edilecek farzlar var mıdır?
Cevap: Yemek yemenin farzı dörttür:
1-Yediği zaman, doymayı ve içtiği zaman kanmayı, Allahü teâlâdan bilmek. 2-Helalinden yemek. 3-O yediklerinde kuvveti geçinceye dek, Allahü teâlâya kulluk etmek. 4-Eline geçene kanaat etmek.
Yemeğe başlarken, Allahü teâlâya ibadet etmek, Onun kullarına faydalı işler görmek ve Allahü teâlânın dinini, ebedî saadet ve huzur yolunu bütün insanlara yaymak için kuvvet elde etmeye niyet etmelidir.
Dini, âyet ve hadisten mi öğrenmelidir?
16 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mayıs 2025 00:11
Kur'ân-ı kerim, mezheb imamlarını taklid etmeyi, onlara tabi olmayı emretmektedir.
Sual: Bazı kimseler; (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allah'tan ve Resûlullahtan anlayınız!) âyetini delil göstererek, herkes âyetten ve hadisten dinini öğrenir diyorlar. Gerçekten bu âyeti böyle mi anlamak gerekiyor?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Redd-i vehhâbî kitabında deniyor ki:
“Nisâ suresinin ellisekizinci âyet-i kerimesinde meâlen;
(Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allah'tan ve Resûlullahtan anlayınız!) buyuruluyor. Bu âyet-i kerime;
(Bir işte anlaşamazsanız, bu işin nasıl yapılacağını, âlim olanlarınız Allah'ın kitabından ve Resulullahın sünnetinden anlasınlar. Âlim olmayanlarınız ise, âlimlerin anladıklarına uyarak yapsınlar) demektir.
Görülüyor ki, bu âyet-i kerime, mezheb imamlarını taklid etmeyi, onlara tabi olmayı emretmektedir. İbni Hümâm, Feth-ul-kadîr kitabında diyor ki:
“Müftînin müctehid olması lazımdır. İctihad derecesine yükselmiş âlim olmayan din adamı müftî olamaz. Müctehid olmayan din adamı müftî yapılırsa, bunun müctehitlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenip, bunları söylemesi lazımdır.” Kifâye kitabında deniyor ki:
“Müctehid olmayan din adamı, bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehitlerin âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden anlayarak, öğrenerek verdikleri fetva ile amel etmesi lazımdır. Böyle yapmazsa, vacibi terk etmiş olur.” Takrîr kitabında da böyle yazılıdır. Mekâtîb-i şerîfe kitabında buyuruluyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Her yüz senede bir müceddid zahir olur. Ümmetimin işlerini yeniler) buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdül'Azîz, din bilgilerinde İmâm-ı Şafii, tasavvufta Ma'rûf-i Kerhî, esrar, sır bilgilerinde İmâm-ı Muhammed Gazâlî, feyiz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte, Abdülkâdir Geylânî, hadis ilminde Celâlüddîn-i Süyûtî, tarikat, hakikat ve akait bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalblere akıtmakta İmâm-ı Ahmed Rabbânî müceddid-i elf-i sânî, müceddid idiler. Hepsi, İslâmiyetin yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler.”
Sual: Abdesti, namaz vakti girmeden mi almak gerekir?
Cevap: Halebî-yi sagîrde; abdesti, namaz vakti girmeden önce almanın müstehab olduğu bildirilmektedir. Özür sahiplerinin ise, vakit girdikten sonra alması lazımdır.
Sıcak azap da vardır, soğuk azap da!..
17 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mayıs 2025 23:49
"Kafirlere, bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır!”
Sual: Baz kimseler; “Peygamberler, hep sıcak memleketlerde geldiği için, Cehennem azabının ateş olduğunu söylemişler, hep ateşle korkutmuşlar. Kutuplarda, soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile azap yapılacağını söylerlerdi” diyorlar. Bu sözlerin aslı var mıdır?
Cevap: Bunlar, hem çok cahil, hem de çok ahmaktırlar. Zaten Kur’ân-ı kerimden haberleri olsaydı ve İslam büyüklerinin sözlerini duysalardı ve biraz akılları olsaydı, hemen Müslüman olurlardı. Hiç olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmaktan, belki sıkılırlardı. Dinimiz, hem Cehennemde, soğuk azaplar olduğunu bildiriyor, hem de Peygamberlerin yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk, her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur’ân-ı kerim, Peygamber efendimize sorulan suallere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevap vermektedir. Ahıretteki bilinmeyen varlıkları da, dünyada gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmaktadır. Mekkeliler, kutupları, buz memleketlerini duymadıkları için, Cehennemin soğuk azaplarını onlara bildirmek, faydasız olurdu. Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bu inceliğe uygun haberlerin bulunması, şimdiki inkâr edenlerin daha çok sapıtmasına sebep olmaktadır.
Kâdîzâde Ahmed Efendi'nin yazdığı Âmentü şerhi kitabında buyuruluyor ki:
“Cehennemde bir yer vardır ki, Zemherir derler. Yani, soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kafirlere, bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır.”
Cehennemde soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimyâ-i se'âdet kitabında ve yine İmam-ı Gazâlî hazretlerinin Dürret-ül-fâhire kitabında yazılıdır. Hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.
Sual: Akıllı çocuğun, gözleri görmeyenin ve cahillerin okuduğu ezana itibar edilir mi?
Cevap: Akıllı çocuğun, âmânın, vakitleri ve ezan okumasını bilen cahil kimsenin ezan okuması, kerahatsiz caizdir. Cünüp kimsenin ezan ve kamet okuması, abdestsiz kamet okumak ve kadının, fasıkın, sarhoşun, akılsız çocuğun ezan okumaları ve oturarak ezan okumak tahrimen mekruhtur. Bunların ezanları tekrar okunur. Ezanın sahih olması için, müezzin, Müslüman, akıllı olmalı, namaz vakitlerini bilmeli ve sözüne inanılan adil bir kimse olmalıdır.
Her insan ve hayvan farklıdır
18 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :18 Mayıs 2025 00:12
Hayvanların en üstünleri, insana en yakın olanları at, maymun, fil ve papağandır.
Sual: İnsanlar ve hayvanlar, ayrı ayrı özelliklerde mi yaratılmıştır?
Cevap: Hayvan cinsinin en aşağısı süngerlerdir. Her cinsten daha üstün başkaları da yaratılmıştır. Her sınıfta, farklı müdafaa uzuvları vardır. Kimisine ok, kimisine diş, kimisine pençe, kimisine boynuz, kimisine kanat, kimisine sürat, tilki gibi olanlara da hile verilmiştir. Yaşamaları için, insan aklını şaşırtan şeyler ilham olunmuştur. Bal arısı, altı köşe petek yapar. Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prizmalar arasında yer ziyan olmuyor. Dörtgen olsaydı, hacimleri daha az olurdu. Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle anlar. Arıya bunu Allahü teâlâ ilham etmektedir. İlhama şimdi içgüdü deniyor.
Hayvanların en üstünleri, insana en yakın olanları at, maymun, fil ve papağandır. Darwin, hayvanların üstünlük sırasını yazmış, en üstünü maymun olduğunu bildirmiş. Bunu okuyan bazı fen yobazı, Darwin'in; “Hayvanların birbirine döndüğünü, yüksele yüksele, sonunda insan olduğunu” yazıyor diyorlar. Bunu ileri sürerek, Âdem aleyhisselamın topraktan yaratıldığını inkâr ediyor ve Müslümanları aldatıyorlar. Hâlbuki Darwin, hayvanlar birbirine döner demiyor. “Yaratılışlarında bir üstünlük sırası vardır” diyor. Aşağı derecedekilerin üstündekilere gıda, yem olduklarını yazıyor. Bu hâli İslam âlimleri daha önce görmüşler ve yazıp bildirmişlerdir. Darwin 1882 senesinde vefat etmiştir. Hayvanların üstünlük sırasını bildiren Alî bin Emrullah hazretleridir. Bu zat, 1570 senesinde vefat etmiştir. Darwin'in, bu yazılarını İslam kitaplarından aldığı anlaşılmaktadır.
Hayvanların üstünde, insan nevinin en aşağısı gelir. Çöllerde, ormanlarda, kutuplarda yaşayanlar böyledir. İnsanların en üstünü, orta iklimlerde, yani 23 derece ile 66 derece arz daireleri arasında, şehirlerde yaşayanlardır.
Yaratılış bakımından olan bu üstünlüklerden başka, insanlar arasında, çalışarak maddede ve ahlakta yükselmek farkları da vardır. Bazıları çalışarak birçok alet yapmış, bazıları ise, bununla birlikte, fende, teknikte ilerlemişlerdir. En üstünleri ise, ilimde, fende yükselmekle birlikte, ahlakta da ilerlemiş, Allahü teâlâya yakınlık denen, insanlığın en yüksek derecesine varmışlardır. Bunların en yükseği Peygamberlerdir.
Dinin emirlerinde adaletsizlik yoktur
19 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :19 Mayıs 2025 00:30
İslam dininde güçlük olmadığını Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde açıkça bildirmiştir.
Sual: Papazlar başta olmak üzere, bazı Müslüman görünen kişiler, kutuplardaki gündüz ve gecenin zaman zaman farklı olması sebebiyle, "İslamiyetin emirlerinde adalet yoktur, kutuplardakiler daha uzun oruç tutuyorlar, adalete aykırıdır" demektedirler. Bunlara nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Gündüz ve gece müddetleri birbirinden farklı olan memleketlerde, diğer memleketlerden birkaç saat fazla oruç tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, adalet-i ilahiyyeye asla zıt olamaz.
Kutuplarda, birkaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. Böyle yerlerde oruç tutanlar için, bir külfet yoktur. İslam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamayacağı, takat getiremiyeceği şey teklif edilmediğini, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde açıkça bildirmiştir. Mesela, abdestte yıkanması emredilen, farz olan uzuv dörttür. Bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. Bir kimse, ayakta namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. Buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden muvakkaten, geçici olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
Gece ve gündüz müddetleri, iki üç ay ve daha fazla devam eden, kutup memleketlerinde olanlar da oruç tutarlar. Böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatten daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan en yakın bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyulur. Eğer oruç tutmazsa gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder. Ay'a giden Müslüman da sefere, yani yolculuğa niyet etmemişse veya orada ikamet etmeye niyet ederse, aynı şekilde oruç tutar.
Sual: İslamiyetin imanı giderir dediği küfür alametleri ve haram diye bildirdikleri, Müslümanlar arasında yayılınca küfür ve haram olmaktan çıkar mı?
Cevap: Haram işleyenler çoğalır, haramlar âdet hâline gelirse, yine helal olmazlar. Küfür alametleri de, âdet olur, Müslümanlar arasına yayılırsa, İslam âdeti olmaz, küfür alameti olmaktan çıkmazlar. Sadece mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur.
Namaz kılarken düşünmek
20 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :20 Mayıs 2025 00:05
Namazda düşünmek, bir farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehiv lazım oluyor...
Sual: Bir kimse, namazı kaç rekat kıldığında tereddüt ederek, biraz düşünse, secde-i sehiv yapması gerekir mi?
Cevap: Namaz kılan bir kimsenin, kaç rekat kıldığını şaşırıp, namaz içinde düşünmesi, sonraki rüknün veya vacibin, bir rükün zamanı kadar gecikmesine sebep olursa, bu arada, âyet ve tesbih okusa bile, secde-i sehiv yapması lazım olur. Namazın içindeki farzlara Rükün denir. Bir âyet okumak, rüku ve iki secde, son rekatte oturmak, birer rükündür. Namazda düşünmek, bir farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehiv lazım oluyor. Mesela, son rekatte oturunca düşünürse, selam vermesi gecikirse, secde-i sehiv lazım olur. Fazla okuduğu salevat ve dua, sünnet olarak değil, düşünce, dalgınlık sebebi ile olduğu vakit, vacibin gecikmesi suç oluyor. Başka bir namazı kılıp kılmadığını veya dünya işlerinden herhangi birini düşünürse, bir rüknün gecikmesine sebep olsa bile, secde-i sehiv lazım olmaz.
Sual: Namaz kıldıktan sonra, kaç rekat kıldığında şüphe eden bir kimse, bu namazı tekrar mı kılar?
Cevap: Bir kimse, namazını bitirdikten sonra, kaç rekat kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir. Buna ehemmiyet vermez. Ancak namazdan sonra, bir adil Müslüman, yanlış kıldın derse, tekrar kılması iyi olur. İki adil kimse söylerse, tekrar kılması vacib olur. Adil olmazsa, sözünü dinlemez.
Sual: Cemaatle namaz kılındıktan sonra, camaatten bazıları, namazı eksik kıldık derlerse, ne yapılır?
Cevap: İmam doğru, cemaat ise, yanlış kıldık derse, imam kendine güveniyorsa veya bir şahidi olursa, tekrar kılınmaz.
Sual: Secde-i sehiv için iki tarafa selam vermek gerekir mi?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturulur ve namaz tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
Sual: Dinin hükümlerinden birisi hakkında vacip veya bidat olduğunda tereddüt eden kimse, bu hükmü yapar mı yoksa terk mi eder?
Cevap: Bir şeyin vacip veya bidat olmasında şüphe edilse, bu şeyi yapmak iyi olur. Bidat ile sünnet arasında şüphe olsa, o şeyi yapmamak lazım olur.
Sual: Abdestsiz olduğunu bilerek namaz kılanın imanı gider mi?
Cevap: Abdestsiz olduğunu bilerek namaz kılmak, sünnet olan bir işi beğenmemek küfür olur.
.
Kurban kesmesi vacip olanlar
21 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :21 Mayıs 2025 00:11
"Hasislerin, cimrilerin en kötüsü, kesmesi vacip olduğu hâlde kurban kesmeyendir."
Sual: Elinde mevcut birikmiş parası olmayıp da, evi, arabası olan kimsenin, kurban kesmesi gerekir mi?
Cevap: İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan her Müslümanın, fıtra vermesi ve kurban kesmesi vacip olur. Fıtra ve kurban nisabına malik olana zengin denir. Bunun zekât alması haram olur.
İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve aletler, binecek vasıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyanın mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmazlar. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, sanat ve ticaret aletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyacından fazla, kullanılmayan odaların nisaba katılmaması sahihtir.
Köyde, çölde, şehirde mukim olan, akıllı, baliğ, hür ve Müslüman erkek ve kadının, ihtiyacından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa, Kurban Bayramı için niyet ederek, belli günlerde, belli bir hayvanı kesmeleri vacip olur. Şeyhayne göre, babasının, zengin çocuğu için de çocuğun malından kesmesi lazımdır. Etini bu çocuktan başkası yiyemez. Çocukdan artan et satılıp, parası ile çocuğa, elbise gibi, devamlı kullanılabilecek şeyler alınır. Fakat fetva imâm-ı Muhammedin ictihâdına göredir. Buna göre, babanın çocuğu için kendi malından da, çocuğun malından da kesmesi vacip değildir.
Sual: Sadece maaşı olan ve bununla da zar zor geçinen fakat kurban nisabına malik olan bir kimse, kurban kesecek midir?
Cevap: Aldığı kira veya maaşla güç geçinen bir kimse, nisaba malik ise, para biriktirip, fıtra vermeli ve kurban kesmelidir. Etin hepsini kavurma yapıp, birkaç ay et parasından biriktirerek gelecek yılın fıtra ve kurban parası olarak saklamalıdır. Böylece, fıtra ve kurban sevabından mahrum kalmamalıdır. Kurban kesen, kendini Cehennemden azat etmiş olur. Bir hadis-i şerifte;
(Hasislerin, cimrilerin en kötüsü, kesmesi vacip olduğu hâlde kurban kesmeyendir) buyuruldu.
Tarlası, bahçesi olanın kurban kesmesi
22 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :22 Mayıs 2025 00:13
Aylık geliri ve aldığı maaş, aylık ihtiyacını karşılamayan kimse, imam-ı Muhammede göre fakirdir.
Sual: Elinde dinin bildirdiği zenginlik ölçüsüne göre parası olmayan kimsenin, bahçesi, tarlası varsa, kurban kesmesi gerekir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Tarlasından aldığı mahsul veya tarlanın, evin, dükkânın, atölyenin, kamyonun bir senelik kirası, ne kadar çok olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya aylık geliri ve aldığı maaş, ücret, aylık ihtiyacını, kul borcunu karşılamayan kimse, imam-ı Muhammede göre fakirdir. Fetva da böyledir. İmam-ı a'zamla imam-ı Ebu Yusufa göre zengin sayılır. Çünkü mülkü olan tarlanın ve bu demirbaş malların değeri, ihtiyacını karşılar ve nisap kadar da artar. Bunun kirayı her alışta, bir miktar ayırıp, biriktirerek fıtra vermesi, kurban kesmesi ve büyük sevaba kavuşması lazımdır. Fıtra vermez ve kurban kesmezse, imam-ı Muhammede göre, günahtan kurtulur.”
Görülüyor ki, her iki ictihat da yerindedir ve Müslümanlara rahmettir. Bu hâlde olan kimse, fıtra vermezse veya kurban kesmezse, imam-ı Muhammedin ictihadı, bunu azaptan kurtarır.
Tarlasından hiç mahsul alamayan, kiraya da veremeyen kimse ve ihtiyacından fazla malı olup da, parası bulunmayan erkek veya kadın, imam-ı Muhammedin ictihadına uyarak, fıtra vermez ve kurban kesmez. Verir ve keserse, ikinci ictihada göre, fıtra ve kurban sevabına kavuşur. Üzerine vacip olmayan ibadeti yapan, yalnız nafile ibadet sevabı kazanır. Vacip sevabı kazanmaz. Etini fakirlere verirse, sadaka sevabı da kazanır. Vacip olan fıtra ve kurban sevabı ise, nafile ve sünnet sevabından kat kat daha fazladır. Her ibadet de böyledir.
Sual: Kurban hangi hayvanlardan olur ve bunları kaç kişi ortak olarak kesebilir?
Cevap: Kurban, koyun, keçi, sığır, deveden birini, kurban bayramının ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir. Koyun, keçiyi bir kişi kesebilir. Bir sığırı veya deveyi, yedi kişiye kadar Müslüman, ortak olarak satın alıp kesebilirler. Bunlara adak veya akika kurbanı da ortak edilebilir. Zenginin satın aldığına, sonradan ortak olmak caiz ise de mekruhtur. Ortaklardan hiçbirinin hissesi yedidebirden az olmamalıdır.
Sual: Haccın sünnetlerini yapamayana, ceza gerekir mi?
Cevap: Haccın sünnetini yapamayana ceza lazım gelmez, mekruh olur, sevabı, azalır.
Çocuk için akika kesmek
23 Mayıs 2025 01:00 | Güncelleme :23 Mayıs 2025 01:09
Akika, çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyeti ile hayvan kesmektir.
Sual: Akika nedir, niçin kesilir, belli bir zamanı var mıdır, Kurban Bayramı'nda da kesilebilir mi ve etini kimler yiyebilir?
Cevap: Akika, çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyeti ile hayvan kesmektir. Çocuğa nafaka vermesi vacip olan kimsenin, yedinci günü isim koyması ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermesi ve kendi malından, erkek için iki, kız için ise bir akika hayvanı kesmesi, Hanefi mezhebinde müstehabdır. Akika hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Daha sonra ve her zaman da kesilebilir. Akika, Kurban Bayramı'nda da kesilebilir. Resulullah Efendimizin nübüvvetten sonra, kendisi için akika kestiği Şir'ada yazılıdır.
Ölü olarak doğan çocuğa isim konmaz ve akikası kesilmez. Akika olarak kesilen hayvanın etlerinden, kesen yiyebilir ve pişmiş veya çiğ olarak zengin, fakir herkese verilebilir. Akika kesmek, Şafii ve Maliki mezheblerinde sünnet-i müekkededir. Şafii ve Hanbeli mezheblerinde, kemikleri atılmaz, kırılmaz. Oynak yerlerinden ayrılıp toplanır. Bir temiz, beyaz bez içinde gömülür. Hanefî ve Maliki mezheblerinde kemikleri kırılabilir.
Akika, çocukları belalardan, hastalıklardan korur. Kıyamette, anaya, babaya, ayrı bir şefaat ederler. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:
“Hicretin sekizinci yılında İbrahim dünyaya gelince, yedinci günü, Resulullah Efendimiz İbrahim'in başını tıraş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akika olarak iki koç kesti. Saçlarını gömdü.”
Sual: Kurban Bayramı zannı ile kesilen kurbanlık hayvanın etini, kurban sahibi yiyebilir mi?
Cevap: Kurban Bayramı zannı ile, vaktinden evvel kesilen hayvan kurban olmaz, etinden yemek ve zenginlere yidirmek de helal değildir. Bunlar fakirlere verilir. Bunun için, kurban, arefe günü kesilmez. Eğer kesilirse, etinden kurban sahibinin kendisinin yemesi ve zenginlere yedirmesi helal olmaz. Şahitler ile, meşru olarak bayram olduğu hüküm olunup ve bayram namazı kılınıp, kurban kesildikten sonra, arefe olduğu anlaşılırsa, namaz ve kesilen kurban kabul olur.
Sual: Hacda bayramın birinci günü Mina'da olanlar, bayram namazı kılacak mıdır?
Cevap: Bayramın birinci günü Minâ'da bulunanlara bayram namazı kılmak vacip değildir.
Oruçta ve kurbanda hilali görmek
25 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :25 Mayıs 2025 13:47
Kurban Bayramı'nın birinci günü, Zilhicce ayının hilalini görmekle anlaşılır.
Sual: Oruca başlamakta, bayram yapmakta, hac etmekte ve kurban kesmekte, dinimizdeki ölçü, hilali görmek ve buna göre hareket etmek midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Ramazan-ı şerifin birinci gününü anlamakta takvimlere güvenilmemelidir, buyurdular. Çünkü oruç, gökte yeni ayı görmekle farz olur. Peygamber Efendimiz; (Hilali görünce oruca başlayınız!) buyurdu. Hâlbuki hilalin doğması, görmekle değil, hesapladır ve hesap sahih olup, hilal, hesabın bildirdiği gecede doğar. Fakat, o gece görülmeyip, bir gece sonra görülebilir ve oruca, hilalin doğduğu gece değil, görüldüğü gece başlamak lazımdır. Çünkü İslamiyet böyle emir buyurmuştur.”
Ramazan-ı şerif hilalini aramak, bir ibadettir. Görülüyor ki, Ramazan-ı şerif başlangıcını önceden haber vermek, İslamiyeti bilmemenin alametidir.
Kurban Bayramı'nın birinci günü de, Zilhicce ayının hilalini görmekle anlaşılır. Zilhicce ayının dokuzuncu Arefe günü, hesapla, takvimle anlaşılan gün veya bundan bir gün sonra olur. Bundan bir gün önce Arafât'a çıkanların hacları sahih olmuyor.
Ramazan ve bayram aylarının şahitlerle meşru olarak anlaşılmadığı yerlerde, çeşitli hesaplama usulleri ile Zilhicce ayının birinci günü ve buradan da onuncu yani Kurban Bayramı'nın birinci günü hesap edilir. Bayramın birinci günü, bu hesap ile bulunan gündür. Yahut, bir gün sonradır. Bir gün evvel olamaz. Çünkü, gökte, ay, doğmadan önce görülemez. İhtiyatlı hareket etmiş olmak için, kurbanları, hesap ile bulunan bayramın ikinci günü kesmelidir. Sevabı mevtalara, ölülere gönderilecek olanı ise, hesap ile bulunan birinci günde kesmelidir. Çünkü bunlar, Arefe günü de kesilebilir.
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, kendi malından ve kendisi için kurban kesilmesini vasiyet edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, ölürken, bıraktığı maldan kendisi için kurban kesilmesini, vârisine vasiyet edebilir. Vasiyet edilen kurban, bayram günleri kesilir. Bunun etinden, kesen kimse, fakir olsa da yiyemez. Etinin hepsini fakirlere vermesi lazımdır. Vasiyet etmemiş meyyit için, vârisi veya başkaları, her zaman kendi malından hayvan kesip sevabını o kimseye hediye edebilir. Sevabı, kesenin olur. Meyyite de hediye edilir. Bunların etinden, kesen de yiyebilir.
Zilhicce ayının fazileti
26 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :26 Mayıs 2025 01:06
"Hiçbir ibadetin kıymeti, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti gibi olamaz."
Sual: Zilhicce ayınının diğer aylardan bir farkı, üstünlüğü var mıdır, bu ayda neler yapılmaktadır, fazileti nedir?
Cevap: Zilhicce, hac ibadetini yaptığımız ve kurban kestiğimiz aydır ve diğer mübarek aylar gibi bunun da fazileti çok büyüktür. Bir rivayette, Hazret-i Âdemin tövbesi Muharrem veya Zilhicce ayında kabul buyurulmuştur. Buharideki hadis-i şerifde;
(Hiçbir ibadetin kıymeti, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti gibi olamaz) buyuruldu.
İbni Abbas hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Zilhicce ayının onuna kadar olan günler de, Ramazan-ı şerifin günleri gibi ayrı ayrı fazilet ve kıymetleriyle bildirilmiş ve onuncu gün için de şöyle buyurulmuştur:
(Zilhiccenin onuncu günü Kurban Bayramı günüdür. Her kim, o gün bayram namazından gelip kurbanını boğazlayıncaya kadar bir şey yemeyip, kurbanının böbreklerini yerse ve iki rekat namaz kılsa, o kimsenin kurbanının kanı yere düşmeden, kendi günahı ve ana-babasının günahları, ailesinin ve akrabalarının günahları sevaba çevrilir.)
Her kim, Zilhicce ayının ilk on günü içinde fakirlere yardım etse, Peygamberlere hürmet etmiş olur. Bu on gün içinde, her kim bir hasta ziyaret etse, Allahü tealanın dostları olan kulların hatırını sormuş ve ziyaret etmiş gibi olur. Bu on gün içinde yapılan her ibadet, diğer günlerde yapılan ibadetlerden çok daha üstün ve pek fazla sevaba vesile olur.
Bu on gün içinde din ilmi meclisinde bulunan kimse, Peygamberler toplantısında bulunmuş gibi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ibadetler içinde, Zilhiccenin ilk on gününde yapılanları daha çok sever. Bu günlerde tutulan bir gün oruca, bir senelik nafile oruç sevabı verilir. Gecelerinde kılınan namaz, Kadir gecesinde kılınan namaz gibidir. Bu günlerde çok tesbih yani Sübhanallah, tehlil yani Elhamdülillah ve tekbir yani Allahü ekber söyleyiniz!)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Ramazan-ı şerifin son on günü yapamamış olduğunuz itikafın kazası olmak için niyet ederek, Zilhicce ayının ilk on günü itikaf ediniz. Böyle niyet ederek, sünnet sevabına kavuşursunuz. Bu itikafda, Allahü teâlâya, boyun bükerek, ağlayarak, sızlayarak, kusurların affı için çok yalvarınız!”
Kurban edilen, İsmail aleyhisselamdı
27 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :27 Mayıs 2025 00:10
“Müslümanların lüzumu olmayan din bilgilerini konuşmaları uygun değildir."
Sual: Bazı kimseler, kurban edilmek istenen İshak aleyhisselamdı diyorlar. Böyle bir şeyin aslı var mıdır?
Cevap: Kurban edilmek istenenin hazret-i İshak olduğu, Yahudilerin ellerinde bulunan uydurma Tevrat'ta bildirilmektedir. Hâlbuki, eldeki Tevratların bozuk, uydurma olduğunu Kur’ân-ı kerim haber vermektedir. Kur’ân-ı kerim, kurbanlığın İsmail aleyhisselam olduğunu gösteriyor. Sâffât suresinin yüzüncü ve sonraki ayetlerinde mealen;
(Ya Rabbi! Bana iyilerden bir oğul ver. Biz de, Ona halim, çok uysal bir oğlan müjdeledik. Çocuk, İbrahim aleyhisselam ile yürüyecek çağa gelince, İbrahim; “Ey oğulcuğum! Rüyada, seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?” dedi. Babacığım, sana emredilen ne ise, onu yap! İnşaallah beni sabredicilerden bulursun, dedi. İkisi de, Allahın emrine teslim olunca, İbrahim, oğlunu alın üzeri yere yatırdı. Bıçak çocuğu kesmedi. Ey İbrahim! Rüyaya sadık oldun. İyi hareket edenleri biz böyle mükafatlandırırız, dedik. Bu iş, açık bir imtihan idi. Oğlunun yerine, kesilmek üzere büyük bir koç verdik. Bundan sonra, Ona iyilerden İshak'ı Peygamber olarak müjdeledik. Ona ve İshak'a bereket verdik. Onların soylarından iyi olanlar da, nefsine zulmedenler de vardır) buyuruldu.
Bu âyet-i kerimeler, kurban edilenin İsmail aleyhisselam olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü, İbrahim aleyhisselam, Rabbim bana emrettiği yere giderim diyerek hicret edince, önce İsmail aleyhisselam sonra İshak aleyhisselam ihsan edildi.
Mir'ât-i Mekke kitabında deniyor ki:
“Ömer bin Abdülaziz hazretleri zamanında Yahudi hahamlarından biri Müslüman oldu. Halife buna;
-Kurban olunacak, İsmail mi, yoksa İshak mı idi? dedi.
-Ya halife, Yahudiler, hazret-i İsmail'in kurban olunduğunu bilirler. Fakat İsmail aleyhisselam, Muhammed aleyhisselamın ceddi olduğu için, kendi cedleri olan İshak aleyhisselamın kurban olduğunu söylüyorlar, dedi.”
İbni Âbidîn hazretleri buyuruyor ki:
“Müslümanların lüzumu olmayan din bilgilerini konuşmaları uygun değildir. İsmail mi daha üstündür, İshak mı üstündür? Kurban edilen hangisidir? Hazret-i Aişe mi daha üstündür, yoksa hazret-i Fâtıma mı, sormamalıdır. Bunları öğrenmek lazım değildir. Allahü teâlâ bu gibi şeyleri öğrenmeyi emretmedi.”
Kurbanlık hayvan satın alınırken
28 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :28 Mayıs 2025 00:13
Bir kimse kurbanlık hayvanı satın alınırken “Bayram günü kesmesi vacip olan kurbanımı almaya” diye niyet etmelidir.
Sual: Kurbanlık hayvanları satın alırken, kurban etmeye diye niyet etmek gerekir mi yoksa kesim yerinde hayvan kesilirken mi niyet etmelidir?
Cevap: Bir kimse kurbanlık hayvanı satın alınırken; “Bayram günü kesmesi vacip olan kurbanımı almaya” diye niyet etmelidir. Bunu keserken, tekrar niyet etmek şart değildir. Bir kimsenin kurban etmek için aldığı hayvanı kurban etmesi de şart değildir. Fakat, daha sonra aldığı ve keseceği hayvanın kıymeti, ilk satın aldığı hayvandan az olmamalıdır. Kurbanlık hayvanı satın alırken, hiç niyet edilmese de olur. Fakat, satın aldığı bu hayvanı keserken veya kesecek olanı vekil ederken niyet etmelidir.
Sual: Kurbanı kendi kesmeyip de, bir hayır kurumuna veya bir vakfa vererek kestirmek isteyen bir kimse, nasıl hareket etmeli, nelere dikkat etmelidir?
Cevap: Kurbanını bir hayır cemiyetine, kurumuna vermek isteyen kimse, kurbanını veya parasını götürüp, o kurumdaki bu işle vazifeli kişiye teslim ederken; “Allah rızası için, bayram veya nezir, adak kurbanımı kesmeye ve dilediğine kestirmeye, etini ve derisini dilediğine vermeye seni vekil ettim” demelidir. O kurumdaki vazifeli kimse de, vekil olduğu şahıs için satın alacağı kurbana bir numara verir, bu numarayı ve kurban sahibinin ismini deftere yazar. Kesilirken, sahiplerinin ismini söyleyerek kurbanı kesecek olanları vekil eder. Etleri dilediği kimselere ve derileri de bir fakir vazifeliye verir. Bu fakir, derilerin kıymeti ile, nisap miktarına malik olmadan evvel, elindekileri toptan, dilediğine hediye eder. Bu da satar. Paraları arzu edilen yere verilir. Fakirin, kendisine verilen derileri satması veya hediye etmesi de caizdir.
Sual: Bir kimse, hiç izin, vekalet almadan kendi kendine, başkası adına hac yapabilir mi ve adına hac yapılan o şahıs hac borcundan kurtulmuş olur mu?
Cevap: İzin, vekalet almadan, kendi kendine vekil olup hac eden kimsenin yaptığı hac, kendinin olur. Yani kendinin hac borcu varsa, ödenmiş olur. Yaptığı bu haccın sevabını, izinsiz vekil olduğu kimseye bağışlayabilir. Zaten her Müslüman, her ibadetinin sevabını ölü veya diri, her Müslümana hediye edebilir. Fakat yaptığı haccın savabını bağışladığı kimse, hac yapmış olmaz ve hac borcundan kurtulmaz.
Vekalet ile iş yapmak
29 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :29 Mayıs 2025 15:02
Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması demektir.
Sual: Vekalet vermek, birini vekil yapmak ve iki kişi arasında haberci olmak ne demektir, nasıl olur?
Cevap: Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havalesi yapması demektir. Yerine geçirilen başka kimseye Vekil denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene Resül veya Haberci denir.
Birini vekil yapmak, icab ve kabul ile olur. Yani; “Seni vekil yaptım” ve “Kabul ettim” sözleri veya yazıları ile olur. Vekil, cevap vermeden, işi yapmaya başlasa, kabul etmiş olur. İş habersiz yapıldıkdan sonra, sahibinin, izin verdim demesi ile de, vekil etmiş olur.
Sual: Vekil olan bir kimse, bir başkasını kendi yerine vekil edebilir mi?
Cevap: Vekil, sahibinden ayrıca izin almadıkça veya “istediğini yap” diyerek umumi vekil edilmedikçe, başkasını kendine vekil yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan vekil, izinsiz olarak başkasını, o da başkasını vekil yapabilirler. İkinci vekil, doğrudan doğruya sahibin vekili olur.
Sual: Vekil ile, umumi olarak vekalet verilen umumi vekil olan kimse arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Alışverişte vekalet verilirken, vekil edilecek kimseye, malın cinsi, nevi, çeşidi veya fiyatı bildirilmelidir. Vekil, umumi vekil ise, bunları bildirmeye lüzum olmaz. Vekile, “Bana bir at al” demek sahih olur. “Bana bir hayvan al” demek sahih olmaz. Nasıl olursa olsun, nasıl istersen öyle al! deyince, umumi vekil olur. Malın maddesi, pamuk veya yün olması, kullanma yeri, işçiliği ayrı olunca, cins ayrılır. Koyunun yünü ile derisi başka cinstir. Başka cinsten aldığı mal, vekile kalır. Sahibinin olmaz. Koç al denilen vekil, dişi koyun alırsa, vekilin olur. Süt, pirinç gibi şeyleri al dese, piyasada bulunanı alması caiz olur. Ev alacak vekile, mahalle ve fiyatını söylemek yetişir. Ölçü ile alınan malın miktarı veya fiyatı söylenir. Evsafını söylemek lazım değildir.
Umumi vekil, sahibinin malını, dilediği fiyata satabilir. Fiyat söylenmiş ise, daha aşağı satamaz. Satarsa, öder. Vekil, sahibinin malını, kendine satın alamaz. Akrabasına da satamaz. Ancak, bunlar, umumi vekil ise veya değerinden yüksek satabilir. Umumi vekil, peşin de, veresiye de satabilir. Fakat, peşin sat veya şu malımı sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
Çok zayıf hayvan kurban olmaz
30 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :30 Mayıs 2025 00:17
“Bir gözü görmeyen, topal olup yürüyemeyen, ön veya arka bir ayağı kesilmiş olan hayvan kurban olmaz.”
Sual: Zayıf veya gözleri görmeyen bir hayvanı, kurban olarak kesmek uygun olur mu?
Cevap: Fıkıh kitaplarında; “Bir gözü görmeyen, topal olup yürüyemeyen, dişlerinin yarısı yok olan, gözünün, kulağının veya kuyruğunun çoğu, ön veya arka bir ayağı kesilmiş olan, çok zayıf olan hayvan kurban olmaz” denmektedir. Boynuzu kırık veya boynuzsuz, uyuz, burulmuş olan hayvanı kurban etmek caizdir.
Sual: Kurbanlık hayvanların erkeğini mi yoksa dişisini mi kesmek daha çok sevaptır?
Cevap: Dişi hayvan da, erkek de kurban edilebilir. Koyunun erkeği ve beyazı siyahından çok olanı, keçinin dişisi daha sevaptır. Kıymetleri müsavi, eşit ise, koyun kesmek, sığır kesmekten daha sevaptır.
Sual: Kurbanlık hayvanların, kurban edilebilmeleri için kaç yaşında olmaları gerekir?
Cevap: Koyunun, keçinin bir yaşını, sığırın iki, devenin beş yaşını geçmiş olması lazımdır. Altı ayı geçmiş yalnız koyun iri, semiz ise, caiz olur.
Sual: Kesilen hayvandan yavru çıkarsa, bu çıkan yavruyu yemek caiz midir?
Cevap: Kesilen hayvandan çıkan yavru diri ise, yiyebilmek için, ayrıca kesmek lazımdır. Ölü ise, yenmesi caiz olmaz.
Sual: Hac için Mekke'ye gidenlere, bayram kurbanı kesmeleri vacip midir?
Cevap: Hac için Mekke'ye gidenler, eğer Mekke'de onbeş günden az kalmaya niyyet etmişlerse seferî olurlar ve kurban kesmeleri vacip olmaz. Mekke'de onbeş günden fazla kalmaya niyet edenler ise, mukim olur ve bayram kurbanı kesmeleri de vacip olur.
Sual: Kurbanlık hayvanlar, bayram namazı kılınmadan önce kesilebilir mi?
Cevap: Kurbanlarını şehirde kesenlere, bayram namazından sonra kesmek vacip olur. Bayram namazdan evvel kesmeleri caiz değildir. Üçüncü günü güneş batıncaya kadar kesebilirler. Köylerde oturanlar, kurbanlık hayvanlarını fecirden sonra, bayram namazından önce de kesebilirler. Bayramın ikinci günü kesmek ise, ihtiyatlı olur.
Sual: Aldıkları kurbanlık hayvanlar karışan kimseler, nasıl hareket ederler?
Cevap: İki kimsenin kurbanı karışırsa, her birinin kendinin sanarak kestiği, kendi kurbanı olur. Başkasının koyununu gasbeden veya çalan, canlı olan kıymetini sonradan dahi öderse, kurban etmesi veya satması caiz olur. Çünkü kıymeti ödenince, gasp ettiği zaman mülkü olur. Gasp etmek günahına ayrıca tövbe etmesi gerekir.
.
Kurban keseceklerin tıraş olması
31 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme :31 Mayıs 2025 00:54
Her hafta saç, sakal ve bıyık tıraş etmek, tırnak kesmek, koltuk, kasık temizlemek sünnettir.
Sual: Her hafta tıraş olan, tırnağını kesen bir kimse, kurban kesecekse, Zilhicce ayından itibaren, saçını tıraş etmesi, tırnağını kesmesi uygun değil midir?
Cevap: Her hafta saç, sakal ve bıyık tıraş etmek, tırnak kesmek, koltuk, kasık temizlemek sünnettir. İbni Âbidînde konu ile alakalı olarak deniyor ki:
“Zilhicce ayının ilk on günü, bu sünnetleri geciktirmemelidir. Hadis-i şerifte; (Kurban kesecek kimse, Zilhicce ayı girince, saçını kesmesin ve tırnak kesmesin!) buyurulması, emir değildir. Bunları, kurban kesinceye kadar geciktirmenin müstehab olduğunu göstermektedir. Fakat daha fazla geciktirmek ve hele kırk gün uzatmak günah olur.”
Görülüyor ki, kurban kesecek kimsenin, Zilhicce ayının birinci gününden, kurban kesinceye kadar, saçını, sakalını, bıyığını ve tırnağını kesmemesi müstehaptır. Fakat vacip değildir. Bunları kesmesi günah olmaz ve kurban sevabı azalmaz. Özür ile sakal tıraşı olanın, bu günlerde sakal uzatması fitneye sebep olur.
Sual: Kurbanlık hayvanı kesmeyip, hayrına, sadaka olarak herhangi bir kimseye diri olarak vermek, kurban kesmek gibi olur mu?
Cevap: Diri kurbanı veya parasını sadaka olarak vermek caiz değildir. Sadaka olarak verilirse, üçüncü günün akşamına kadar, ikincisini alıp keser. Bayram kurbanını üçüncü günün akşamına kadar kesmeyen kimse, kurbanı satın almışsa, canlı olarak kendini veya kıymetini, [gümüş veya altın olarak] fakirlere verir. Bayramdan sonra keser ise, etinden kendi yiyemez, hepsini fakirlere dağıtır. Bütün etinin kıymeti canlı kıymetinden az ise, değer farkını da sadaka verir. Satın almamış ise, orta derece bir kurban değerini fakirlere verir. Böylece, cezadan kurtulur ise de, kurban kesmek sevabını kazanamaz.
Sual: Kurbanlık hayvan, kusurlu çıkarsa, nasıl hareket edilir?
Cevap: Kurbanlık hayvanı satın alırken kusurlu ise veya kesmeye uygun olarak alınıp sonradan, kesmeye mâni bir kusur hasıl olursa, zengin kimse bir başkasını alıp keser. Adak olan kurban kusurlu olursa, zengin de, fakir de onu keser. Adak ölürse, başka almaları icap etmez.
Sual: Kurbanlık hayvanın yünü ve sütü, fakire mi verilir?
Cevap: Kurbanlık hayvan kesilmeden önce, bunun yününden, sütünden istifade etmek caiz değildir. Yünü ve sütü fakire verilir.
Kurbanın kesildiği günler
1 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :1 Haziran 2025 00:06
"Bildirilen bu üç günden önce veya sonra kesilen hayvan, kurban olmaz."
Sual: Kurban edilecek hayvanı, Kurban Bayramından önce veya sonra kesince de kurban kesilmiş olur mu?
Cevap: Kurban, Zilhicce ayının onuncu günü bayram namazından sonra başlayıp, on ikinci günü güneş batıncaya kadar devam eden üç gün ve aralarındaki iki gecede kesilen deve, sığır, koyun veya keçidir. Bildirilen bu üç günden önce veya sonra kesilen hayvan, kurban olmaz. Bir deveyi veya sığırı yedi kişiye kadar birkaç kimse ortaklaşa kesebilir. Koyun ve keçiyi bir kişi kesebilir. Kadın da, kendi kurbanını ve vekil olarak başkasının kurbanını kesebilir.
Sual: Kurban veya adak kurbanı önceden satın alınabilir mi ve keserken adak veya kurban olduğu belirtilecek midir?
Cevap: Kurbanı bayramdan önce satın almak caizdir. Satın alırken; “Bayram için veya yaptığım adak için kurban satın almaya” diye niyet edilmesi lazımdır. Bu iki niyetten yani vacip kurbanı veya adak kurbanınından hangisine niyet edilirse, o kurban kesilmiş olur.
Sual: Kurbanı kesmeyip, hayvanı veya bu hayvanın bedelini hayır kurumuna vermekle, kurban sevabı alınır mı?
Cevap: Satın alınan kurbanı diri olarak veya satın almayıp, parasını fakirlere, yardım kurumlarına vermek caiz değildir. Böyle yapan kimse, kurban kesmiş olmaz, sadaka vermiş olur. Bu sadakanın sevabı da, o kimseyi kurban kesmemek azabından kurtaramaz.
Sual: Kurban edilen hayvanın etini, mutlaka dağıtmak mı gerekir yoksa bu kurbanı kesen kimse de yiyebilir mi?
Cevap: Kurban etini, kesen ve çocukları da yiyebilir. Fakir olsun, zengin olsun, herkese ve zimmiye de verebilir. Etin üçte birini evine, üçte birini komşulara, gerisini fakirlere vermek müstehabdır. Hepsini fakirlere sadaka vermek veya kendi evine bırakmak da olur. Zimmi olan gayr-i müslime de vermenin caiz olduğu Hindiyye ve Behcet-ül-fetâvâda yazılıdır.
Sual: Kurban edilen hayvanın derisini ne yapmalı, kime, nerelere vermelidir?
Cevap: Kurban edilen hayvanın derisi, namaz kılan fakire verilir. Ne olduğu bilinmeyen kimselere verilmez. Veya evde kullanılır. Yahut devamlı kullanılacak bir şey karşılığı verilir. Tükenen bir şey veya para karşılığı satılmaz. Kurban edilen hayvanın derisi ve eti satılırsa, parası fakire sadaka olarak verilir. Kurban hayvanını kesene, ücreti olarak da deri ve et verilemez.
Kurbanlık hayvanı keserken
2 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :2 Haziran 2025 01:25
Kurbanlığı kesilecek yere sürükleyerek çekmek, birini ötekinin gözü önünde kesmek mekruhtur.
Sual: Kurbanlık hayvan kesilirken nelere dikkat etmelidir, dinimizin bu husustaki emir ve tavsiyeleri nelerdir?
Cevap: Kurbanlık hayvanı kesilecek yere sürükleyerek çekmek, bıçakları hayvanı yatırdıktan sonra bilemek ve birini ötekinin gözü önünde kesmek mekruhtur. Eğer mümkünse önce diz boyu çukur kazılır. Kurbanın gözleri tülbentle bağlanır. Kıbleye dönük olarak sol yanı üzerine yatırılır. Boğazı çukurun kenarına getirilir. İki ön ve bir arka ayakları, uçlarından bir araya bağlanır. Üç kerre bayram tekbiri okunur. Sonra, Bismillahi Allahü ekber diyerek, deveden başka hayvanın boğazının herhangi bir yerinden kesilir. Bismillahi derken, ' h' harfini belli etmek lazımdır. Belli edince Allahü teâlânın ismi olduğunu düşünmek lazım olmaz. Belli edilmezse, Allahü teâlânın ismini söylediğini düşünmek lazımdır. Bunu da düşünmezse, hayvan, leş olur, yemesi helal olmaz. Bunun için, her zaman Allah teâlâ değil, Allahü teâlâ demeye alışmalıdır.
Hayvanın boğazında meri denilen yemek borusu, hulkum denilen hava borusu ve evdac denilen iki yanda birer kan damarı vardır. Bu dört borudan üçü bir anda kesilmelidir. Kesenin de kıbleye karşı dönmesi sünnettir.
Hayvan soğumaya başlamadan, yani çırpınması durmadan ensesini de kesmek mekruhtur. Yalnız ensesinden kesmek ise haramdır. Hayvan tamamen ölüp çırpınması durmadan, kafasını koparmak ve derisini yüzmeye başlamak da mekruhtur.
Kesmesini bilenin kendi kesmesi müstehaptır. Kadının kesmesi de caizdir. Bilmeyenin, vekiline kestirmesi ve kesilirken yanında bulunup, En'âm suresinin yüzaltmışikinci “İnne salâtî” ayetini “lâ şerîke leh”e kadar okuması müstehaptır.
Sual: Kurban için bir danaya ortak olarak girenler, hayvanı kestikten sonra, bunun etini göz kararı ile bölüşebilirler mi?
Cevap: Faiz olmaması için, eti tartarak, müsavi, eşit ağırlıkta olarak paylaşmaları lazımdır. Tartmadan bölüşüp helalleşmek caiz olmaz. Çünkü helalleşmek, hediye vermekte olur. Taksimi mümkün olan bir şeyde ortak olanların hisselerini ayırmadan önce hiç kimseye hediye etmeleri caiz değildir. Altı kişiye et ile birlikte deri veya bacak da verilirse tartmadan paylaşmaları caiz olur. Başının da, derisi gibi olduğu Hindiyye ve Mecmû'a-i Zühdîyyede yazılıdır.
Bayramda kabir ziyareti
6 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :6 Haziran 2025 00:06
Erkeklerin kabir ziyaret etmeleri emrolundu, kadınların da kabir ziyaret etmelerine izin verildi.
Sual: Akrabaların, tanıdıkların veya evliyanın kabirlerini ziyaret ederken nelere dikkat etmeli, nasıl ziyaret etmelidir?
Cevap: İmâm-ı Birgivî hazretleri, Etfâl-ül müslimîn kitabında buyuruyor ki:
“Müslümanların kabirlerini ziyaret etmek sünnettir. İhyâ-ül-ulûmda; “Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için kabir ziyaret etmek ve salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek müstehaptır” denmektedir. İbret almak, meyyitin çürüdüğü, yanaklarının, dudaklarının döküldüğü, karnının şişip patladığı, içine kurtların, böceklerin dolduğu düşünülür. Hâtim-i Esâm hazretleri; “Kabristandan geçen kimse, onları düşünmezse ve dua etmezse, kendine ve onlara hıyanet etmiş olur” buyuruyor.
Erkeklerin kabir ziyaret etmeleri emrolundu, kadınların da kabir ziyaret etmelerine izin verildi. Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hamza'nın kabrini her sene ziyaret eder, düzeltir, tamir ederdi. Hadis-i şerifte;
(Ana-babasının veya ikisinden birinin kabrini her cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur) buyuruldu. Muhammed bin Vâsi hazretleri, her cuma kabir ziyaret ederdi.
-Pazartesi günleri ziyaret etsen daha iyi olmaz mı? dediklerinde;
-Meyyitler, perşembe, cuma ve cumartesi günleri kendilerini ziyaret edenleri tanırlar buyurdu.
Resulullah efendimiz, mümin olan akrabasının ve Eshabının kabirlerini ziyaret ederdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, "Allahümme innî es'elüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselâm en lâ tü'az-zibe hâzelmeyyit" derse, o meyyitin azabı kıyamete kadar ref olur, kalkar.) Şir'a kitabında deniyor ki:
“Sünnete uygun ziyaret yapmak için, abdest alınır. İki rekat namaz kılıp, sevabı meyyitin ruhuna gönderilir. Meyyitin yüzüne karşı oturulur. Yasin-i şerif veya bildiği sureleri okur, meyyit için dua eder.” Kıbleyi arkada bırakıp, ayak tarafında, ayakta durmak efdaldir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, kabristandan geçerken, onbir kerre İhlas suresi okuyup sevabını meyyitlere hediye ederse, kendisine ölüler adedince sevap verilir)
İmam-ı Gazali hazretleri İhyâ kitabında buyuruyor ki:
“Kabir ziyaret ederken, kıbleyi arkada bırakıp, meyyitin yüzüne karşı oturup selam vermek müstehaptır. Kabre el, yüz sürülmez, öpülmez.”
Ölenin yakınlarına taziyede bulunmak
9 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :9 Haziran 2025 00:07
Üç günden sonra taziye yapmak mekruhtur. Ancak geç haber alanlar için mekruh olmaz.
Sual: Ölen kişinin yakınlarına baş sağlığı dilemenin, taziyede bulunmanın dinimizce hükmü nedir ve belli bir zamanı var mıdır?
Cevap: Meyyit sahiplerinden büyük, küçük erkeklere ve yaşlı kadınlara rast gelince, taziye etmek, yani, başın sağ olsun demek gibi, sabır tavsiye etmek müstehabdır. Taziye için; “A'zamallahü ecrek ve ahsene azâek ve gafere limeyyitik” denir ki; “Allahü teâlâ, sevabını, dereceni arttırsın ve güzel sabretmeni nasib eylesin ve meyyitinin günahlarını affeylesin” demektir. Meyyit sahibinin, taziye için, üç günden az, bir yerde bulunması caiz ise de, camide beklemesi ve kadınların hiçbir yerde beklemeleri caiz değildir.
Üç günden sonra taziye yapmak mekruhtur. Ancak uzakta olanlar ve yakın olup da, geç haber alanlar için mekruh olmaz. İki kere taziye etmek, kabir başında ve meyyit sahiplerinin kapılarında taziye mekruhtur. Taziye, mektup, telefon ile de olur.
Sual: Cenaze çıkan evde, taziyeye gelenlere yemek ikram etmenin, yedirmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Cenaze çıkan eve komşuların ve yakında oturan akrabanın, bir gün ve gecelik yemek göndermeleri müstehabdır. Ca'fer-i Tayyâr hazretleri yetmişten ziyade kılıç ve ok yarası alarak şehid olunca, Resûlullah Efendimiz bunun evine yemek gönderilmesini emir buyurdu...
Ölü evinden yemek, helva dağıtılması mekruh ve çirkin bir bidattir. Birinci, üçüncü, yedinci, kırkıncı ve elliüçüncü gibi günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabir başında yemek dağıtmak ve hafızları, hocaları, mevlidcileri toplayıp, okutup yemek vermek mekruhtur. Bunların çoğu, gösteriş için, şöhret için yapılmaktadır. Bu bidatler yapılırken, araya nice haramlar da karışmaktadır. Bunların yapılmasını vasiyet etmek de batıldır. Dinlenmez ve günahtır.
Kırkıncı günü beklememeli, dua, hatim, sadaka ve kadın ile erkek karışık olmayarak mevlid okutmak gibi ibadetler, hemen yapılıp, sevapları meyyitin ruhuna hediye edilmelidir. Camilerde, ölüler için, İslamiyete uymayan toplantılar yapmak günahtır. Dışarıda, kadın erkek birlikte oturmak günah olduğu gibi, mevlid için bir araya toplanmaları daha fenadır. İbadet şeklinde günah işlemek, başka yerde işlemekten daha günahtır. Kadınların, örtülü olarak dahi, yabancı erkeklerle karışık oturmaları yasak edilmiştir. Bu yasak, ibadethane olan camilerde ibadet şeklinde olursa, daha büyük günah olur.
Sual: Başa gelen musibetlere, belalara, hastalıklara da sevap verilir mi?
Cevap: Musibetlere, elemlere sevap olmaz. Bunlara sabretmeye sevap verilir. Fakat, elemlere sabredilmese de, günahların affına sebep olurlar. Hastalık da musibettir.
İslamiyet bozulmadı ki düzeltilsin!
10 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :9 Haziran 2025 23:58
İslamın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslam dininin hakikatine inanmamak olur!
Sual: Kendisini din adamı tanıtan Reformcu Mûsâ Beykiyef, gençleri aldatabilmek için; “Zamanımıza göre, dinimizde de yenilikler yapılmalıdır. Dinde bulunmayan birçok şeyler, hurafeler, sonradan İslamiyete karışmıştır. Bunları temizlemek, dinimizi ilk zamanındaki doğru, temiz hâline getirmek lazımdır” diyor. İslam dininin böyle bir şeye ihtiyacı var mıdır?
Cevap: Müslümanlarda, birkaç yüz seneden beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslamiyetin bozulduğunu söylemek, çok haksız ve pek yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dine sarılmamaları, dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslam dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslamın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez. Bu kitaplar, Resulullah efendimizin sözlerini ve Eshâb-ı kiramdan gelen haberleri bildirmektedir. Hepsi, en salahiyetli âlimler tarafından yazılmıştır. Bütün İslam âlimlerince söz birliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin, kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslamiyetin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz.
Bu temel kitapları her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslamiyeti anlamamanın alametidir. İslamın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslam dininin hakikatine inanmamak olur. Bir âyet-i kerimede meâlen;
(Mü'minler ma'rûf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerime, İslamiyete saygısızca saldıran aşırı reformculardan Ziya Gökalp ve benzerleri, bu âyet-i kerimedeki ma'rûf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslamiyeti âdete, modaya göre değiştirmeye kalkıştılar. Bunların dediği gibi, İslamiyet âdetlere yer verseydi, daha başlangıcında cahil Arabların kötü âdetlerini yasak etmez ve Kâbe'nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü. Âyet-i kerimedeki Ma'rûf kelimesi, İslamiyetin kabul ettiği iyilikler demektir.
İyiler iyileri, kötüler kötüleri sever
11 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :11 Haziran 2025 00:04
Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl biri olduğu anlaşılır.
Sual: Her insan, kendi yaratılışına uygun olanları mı sevip onlarla dost olabilir?
Cevap: Hadis-i şerifte; (Herkes, kendisine ihsan edeni sever. Bu sevgi, insanın cibilliyetinde, yaratılışında mevcuttur) buyuruldu. Nefsine düşkün olan, nefsinin arzularına kavuşmak için kendisine yardım edenleri sever. Akıl ve ilim sahibi ise, medeni insan olmasına yardım edenleri sever. Kısacası, iyiler, iyileri sever. Fena, kötü kimseler de, kötüleri severler. Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl biri olduğu anlaşılır.
Sual: Bir Müslüman, Müslüman olsun olmasın diğer insanlara karşı nasıl davranmalıdır?
Cevap: Dosta, düşmana, Müslümana, gayr-i müslime, bidat sahiplerinden başka herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermelidir. İnsanlara yapılacak en faydalı ihsan, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vererek, düşman olmalarına mâni olmalıdır. Kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı arttırır. Kimseye kızmamalıdır. Kızmak, sinir ve kalp hastalığı yapar. Hadis-i şerifte; (Gadab etme!) kızma buyuruldu.
Sual: Bir müminin başka bir mümin üzerinde hakkı var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Müminin mümin üzerinde yedi hakkı vardır:
1-Davetine gitmek. 2-Hasta olunca ziyaretine gitmek. 3-Cenazesine gitmek. 4-Nasihat etmek. 5-Selam vermek. 6-Bir zalimin elinden kurtarmak. 7-Aksırdığında 'Elhamdülillah' deyince, 'Yerhamükellah' demek.
Sual: Bir Müslümanın hayırlı olup olmadığı anlaşılabilir mi, anlaşılabilirse bu nasıl olur?
Cevap: Müminin hayırlısı, kendisinde altı haslet bulunandır: 1-İbadet eder. 2-İlim öğrenir. 3-Fenalık, kötülük yapmaz. 4-Haramlardan sakınır. 5-Kimsenin malına göz dikmez. 6-Ölümü hiç unutmaz.
Sual: Yemek yerken de dikkat edilecek farzlar var mıdır?
Cevap: Yemek yemenin farzı dörttür:
1-Yediği zaman, doymayı ve içtiği zaman kanmayı, Allahü teâlâdan bilmek. 2-Helalinden yemek. 3-O yediklerinde kuvveti geçinceye dek, Allahü teâlâya kulluk etmek. 4-Eline geçene kanaat etmek.
Yemeğe başlarken, Allahü teâlâya ibadet etmek, Onun kullarına faydalı işler görmek ve Allahü teâlânın dinini, ebedî saadet ve huzur yolunu bütün insanlara yaymak için kuvvet elde etmeye niyet etmelidir.
Dertlerin, belaların gitmesi için...
12 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :12 Haziran 2025 00:07
"İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır..."
Sual: İnsanın başına gelen dertlerin, sıkıntıların gitmesi ve belalardan korunmak için okunacak bir dua var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Muhammed Ma’sûm hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
İnsana başkalarından gelen zulümler, elemler, yalnız zahire yani bedene ve dimağa, beynedir. Batına yani kalbe sirayet etmez. Ayrıca ahirette sevap verilmesine, dünyada batının, kalbin nurunun artmasına sebep olurlar. İnsandan insanlık sıfatları zail olmaz, gitmez. Batın yani kalb, Allah'tan gelen şeylerden razı iken, zahir, beden üzülür.
Dertlerin, belaların gitmesi için, kalb ile istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Ölümden başka her dertten kurtarır. Eceli gelenin de, ağrısız, sıkıntısız ölmesine yardım eder. Çünkü, hadis-i şerifte;
(İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu. Merâkıl-felâhdaki hadis-i şerifte;
(Her namazdan sonra, üç kerre "Estagfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh" okuyanın bütün günâhları afv olur) buyuruldu.
Bu fakîr (yani Muhammed Ma'sûm hazretleri) farz namazlardan sonra, yetmiş kere istiğfar okuyorum. Hadis-i şerife uyarak, üç defa;
(Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyelkayyûme ve etûbü ileyh) okuduktan sonra, gerisinde yalnız (Estağfirullah) diyorum. Bunun manası; (Beni affet Allahım!) demektir.
Alî bin Ebî Bekr hazrteleri Meâricülhidâyede diyor ki: “İstigfârlardan meşhûr olanı, Peygamberimizden haber verilen;
(Bir kimse, Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanürrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî) istiğfar duasını yirmibeş kerre okursa, odasında, ailesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, bela olmaz.”
Bunu ayrıca her sabah ve akşam da üç kerre okumalıdır. Tergîb-üs-salâtda yazılı hadîs-i şerîfte;
(Cuma günü sabah namazından önce, üç kerre istiğfar duasını, yani "Estagfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel kayyûm ve etûbü ileyh" okuyan kimsenin ve anasının ve babasının günahları affolur) buyuruldu.
Her gün yatınca;
(Yâ Allah, yâ Allah, estağfirullah min külli mâ kerihallah) çok okuyup, sonunda bir kelime-i tevhid okumalıdır.
Kıyamet kopacağı zaman!..
13 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :13 Haziran 2025 11:47
Mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır.
Sual: Kıyametin kopacağı, göklerin parçalanacağı, yıldızların dağılacağı hususu Kur’ân-ı kerimde var mıdır ve bunlara inanmak da imandan mıdır?
Cevap: Konu hakkında İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kıyamet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerim açıkça bildirmektedir. Müslümanların bütün fırkaları, bunu söz birliği ile haber vermiştir. El-hâkka suresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyamet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır) ve Tekvîr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zamana... ) ve İnfitâr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Göğün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman... ) ve Kasas suresinin son âyetinde meâlen; (Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!) buyurulmuştur.
Kur’ân-ı kerimde, bunlar gibi, daha nice âyetler vardır. Bunların yok olacaklarına inanmamak, cahillik olur. Yahut, Kur’ân-ı kerime inanmayan felsefecilerin, yaldızlı yalanlarına aldanmaktır. Görülüyor ki, mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır. İnanmak elbet lazımdır.”
Sual: Eşya veya insan taşımak için bir araba kiralandığında, araba arıza yaparsa, yolda kalırsa, araba sahibi ve müşteri nasıl hareket eder, ne yapılması gerek?
Cevap: Bir yerden, bir yere gitmek üzere belli bir hayvan, araba, motor, kamyon kiralandığı gibi, belli insanın veya eşyanın götürülmesi de sözleşilebilir. Vasıta, yolda kalırsa, müşteri muhayyer olup, dilerse, araba tamir oluncaya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir. Yahut, vasıta sahibi, başka vasıta ile hemen götürmeye mecburdur. Vasıtadan eşyayı indirmek de ona ait olur. Yol tehlikeli olup geri dönülürse, hiç ücret verilmez.
Sual: Altını ıslatabilecek olan küçük çocukların camiye götürülmesinin dinimizce bir mahzuru olur mu?
Cevap: Necaset bulaştıracak olan deliyi ve küçük çocukları camiye sokmak haramdır. Necaset tehlikesi olmazsa, mekruh olur.
İslam birliğini kimler bozdu?
14 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :14 Haziran 2025 00:26
Dinde reformcuların birleştikleri tek nokta; kendilerini gerçek İslam âlimi olarak tanıtmalarıdır!
Sual: İslam birliğini bozanlar dinde roform yapmak isteyenler midir?
Cevap: Mason Abduh 1905'te Mısır'da ölünce, yetiştirmiş olduğu çömezleri, boş durmamış, gadab-ı ilâhînin tecellisine sebep olan çok sayıda zararlı kitaplar neşretmişlerdir. Bunlardan biri, Reşîd Rızâ'nın Muhâverât kitâbıdır. Bu kitabında, mason üstâdı gibi, Ehl-i sünnetin dört mezhebine saldırmış, mezhebleri fikir ayrılığı sanarak ve ictihâd usul ve şartlarını, taassub, münakaşa şeklinde göstererek, “İslam birliğini bozmuşlardır” diyecek kadar dalâlete düşmüştür.
Dört mezhebden birini taklid eden, bin seneden beri gelmiş milyonlarca halis Müslüman ile alay etmiş, asrın ihtiyaçlarını karşılamayı, dini, imanı değiştirmekte arayacak kadar İslamiyetten uzaklaşmıştır.
Dinde reformcuların birleştikleri tek nokta, kendilerini gerçek Müslüman, asrın ihtiyaçlarını kavramış, kültür sahibi bir İslam âlimi olarak tanıtmaları, İslam kitaplarını okuyup, anlayıp, Resûlullahın vârisi oldukları müjdelenmiş ve;
(Zamanların en hayrlısı, onların zamanıdır) hadis-i şerifi ile övülmüş Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda giden hakiki Müslümanlara da, avâm gibi düşünen taklitçiler demeleridir. İslamiyetten, fıkıh bilgilerinden haberleri olmadığını, yani din bilgilerinden mahrum, kara cahil olduklarını, konuşmaları ve yazıları açıkca gösteriyor. Peygamber Efendimiz;
(İnsanların en üstünü imanı doğru olan âlimlerdir.)
(Din âlimleri, Peygamberlerin vârisleridir.)
(Kalb bilgileri, Allahın esrârından bir sırdır.)
(Âlimlerin uykusu ibadettir.)
(Ümmetimin âlimlerine saygılı olunuz! Onlar, yeryüzünün yıldızlarıdır.)
(Âlimler kıyamet günü şefaat edeceklerdir.)
(Fıkıh âlimleri kıymetlidir. Onlarla beraber bulunmak ibadettir.)
(Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında olan Peygamber gibidir) hadis-i şerifleri ile, binüçyüz seneden beri gelmiş olan Ehl-i sünnet âlimlerini mi övüyor? Yoksa, bunlardan sonra türemiş olan Abduh'u ve çömezlerini mi övüyor? Bu suale yine Resûlullah Efendimiz cevap vermekte;
(Her asır, önceki asırdan daha kötü olacaktır. Böylece, kıyamete kadar bozulacakdır!)
(Kıyamet yaklaşdıkça, din adamları eşek leşinden daha bozuk, daha kokmuş olacaklardır) buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifler, Tezkire-i Kurtubî muhtasarında yazılıdır.
Zamana göre, dinde değişiklik yapmak!
15 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :14 Haziran 2025 23:20
Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır!
Sual: Bazıları; “Zamana göre, dinde yenilikler yapılmalıdır. Dinde bulunmayan çok şey, İslamiyete karışmıştır. Bunları temizlemek, dinimizi ilk zamanındaki temiz hâline getirmek lazımdır” diyor. Dinde değişiklik yapılabilir mi?
Cevap: Müslümanlarda, birkaç asırdan beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslamiyetin bozulduğunu söylemek, çok yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslam dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslamın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez. Bu kitaplar, Resulullah Efendimizin sözlerini ve Eshab-ı kiramdan gelen haberleri bildirmektedirler. Hepsi, en salahiyetli, yüksek âlimler tarafından yazılmışlardır. Bütün İslam âlimlerince söz birliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin, kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslamiyetin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz!
Bu temel kitapları her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere dayanarak, bunlara uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslamiyeti anlamamanın bir alametidir. İslamın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslam dininin hakikatine inanmamak olur. Bir ayet-i kerimede mealen;
(Müminler ma'ruf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerime, İslamiyete saygısızca saldıran aşırı reformculardan Ziya Gökalp ve benzerleri, bu ayet-i kerimedeki ma'ruf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslamiyeti âdete, modaya göre değiştirmeye, böylece mason üstatlarının gözüne girip sandalya, koltuk kapmaya kalkıştılar. Dünyalık için dinlerini sattılar. Ziya Gökalp, bu hizmetine karşılık, İttihatçıların genel merkez üyeliğine getirildi. Bunun dediği gibi, İslamiyet âdetlere yer verseydi, daha kuruluşunda cahil Arapların kötü âdetlerini yasak etmez, o zamanın en kıymetli âdeti olan ve Kâbe'nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoşgörürdü!
.
Müslümanlar uyanık olmalı!
16 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :16 Haziran 2025 01:35
İngilizler, İslamiyeti yok etmek ve Müslümanları içeriden yıkmak için pek çok casus yetiştirdiler...
Sual: Müslümanların zayıf ve güçsüz kalması, İslamiyetten uzaklaşıp, birbirlerine düşmeleri mi olmuştur?
Cevap: İngilizler, İslamiyeti yok etmek ve Müslümanları içeriden yıkmak için yetiştirdikleri casuslarını, Müslüman kılığında Müslüman ve bilhassa Osmanlı devletinin içine gönderiyorlardı. Bunlardan birisi de Hempher’dır. Hempher, hatıratında, kendisi gibi Müslüman devletlere gönderilen casuslardan ancak dördünün Londra'ya dönebildiğini anlattıktan sonra diyor ki:
“Sekreter, ilk birkaç raporumdan sonra, dördümüzün raporlarının tetkik edilmesi için, bir toplantı yaptı. Arkadaşlarım, vazifeleriyle alakalı raporlarını teslim ettikten sonra, ben de raporumu verdim. Benimkinden bazı kısımlarını not ettiler. Nazır, sekreter ve toplantıya katılanların bir kısmı, çalışmalarımı takdir ettiler. Fakat, yine de üçüncü sıradaydım. Birinciliği arkadaşım George Belcoude, ikinciliği ise Henry Franse kazanmıştı.
Türkçe ve Arabi lisanları ile Kur'ân-ı kerim ve ahkam-ı islamiyyeyi çok iyi öğrenmiştim. Fakat, nazırlığa Osmanlı Devleti'nin zayıf noktalarını gösterecek bir rapor hazırlamayı başaramamıştım. İki saat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de;
-Asıl vazifem lisan ile Kur'ân ve İslamiyeti öğrenmekti. Bunun haricindeki işlere fazla vakit ayıramadım. Fakat, bu sefer sizi memun edeceğim dedim. Sekreter;
-Şüphesiz sen muvaffak oluyorsun. Fakat, birinci olmanı isterdim, dedi ve şöyle devam etti:
-Ey Hempher, gelecek seferki vazifen ikidir:
1-Müslümanların zayıf noktaları ile, onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tespit etmektir. Zaten, düşmanı yenmenin yolu da budur.
2-Bu noktaları tespit edip, dediğimi yaptığın zaman yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zaman en başarılı ajan olacak ve nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın.”
Sual: Bir kimse, ben kaybolanları, çalınanları bilirim dese, bu kimsenin imanına bir zarar gelir mi?
Cevap: Bir kimse; “Ben çalınanları ve kaybolanları bilirim” dese, bunu söyleyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber veriyor dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinniler dahi gaybı bilmezler. Gaybı, ancak Allahü teâlâ bilir ve bir de Onun bildirdikleri bilir.
.
Müslüman isyan etmez, fitne çıkarmaz
17 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :17 Haziran 2025 00:20
Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz, fitne çıkarmak olur.
Sual: Seyyid Kutb'un, Cihân Sulhu kitabında “Müslümanlar ihtilalci olur. Zulüm, haksızlık yapan hükûmete karşı ihtilal yapar” deniliyor. Bu söz doğru mudur?
Cevap: Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar ihtilal yapmaz, fitne ve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükûmete de isyan etmek günahtır. Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz, fitne çıkarmak olur. Seyyid Kutb, Mevdûdî ve bunlara aldananlar, Hac suresinin 39. ayetine yanlış mana verdikleri için, bu felakete düşmüşlerdir. Bu âyette meâlen;
(Müminlere saldıran zalimlerle cihad etmeye izin verildi) buyuruldu. Mekke'de kâfirler, Müslümanlara zulmedip, yaralayınca, öldürünce, bunlarla döğüşmek için, tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine'ye hicret edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke'deki zalimlerle cihad yapmasına izin verildi. Bu âyet-i kerime, Müslümanların, zalim hükûmete isyan etmeleri için değil, insanların İslam dinini işitmelerine, Müslüman olmalarına mâni olan zalimler ile cihad yapması için, İslam devletine izin vermektedir. Siyer-i kebîrdeki hadis-i şeriflerde;
(Emîre isyan eden kimseye Cennet haramdır.)
(Adil ve zalim, her emîrin emri altında cihad ediniz!) buyuruldu. Kitaplarda yazılı olan cihad, başka memleketlerdeki kâfirlerle harb etmek demektir. Beyhekînin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabrediniz! Allahü teâlâ onu düzeltir) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emir buyurmaktadır. Tirmizî ve Taberânîde bildirilen hadis-i şerifte;
(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, doğru yolu gösteren bir söz söylemektir) buyuruldu.
Âlimlerin gücü yettiği kadar emr-i ma'rûf yapması lazımdır. Fakat emr-i ma'rûf yaparken, fitne çıkmamasına çok dikkat etmelidir. Görülüyor ki, Müslümanlar ihtilal yapmaz. Fakat, zulme, haksızlığa da teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükûmetin meşru emirlerine uymak, her Müslümana vaciptir. Hiç kimsenin haram olan emirleri yapılmaz. Fakat, buna isyan edilmez, fitne çıkarılmaz. Zalimlerle münakaşa etmemelidir. Zira fitne çıkarmak, Müslümanların ezilmelerine sebep olmak haramdır.
.
Kendine kıymet veren, kıymetli olmaz!
18 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :18 Haziran 2025 00:09
Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriya sıfatı, Ona mahsustur.
Sual: Kendini beğenen ve kendini her yerde hep ön planda tutup, kendine kıymet, değer veren bir kimse, değerli, kıymetli mi olmuş olur?
Cevap: Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriya sıfatı, Ona mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahü teâlâdan korkması artar, günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler (aleyhimüsselam) tevazu sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucub gibi kötü huylar hiç yoktu.
Küçüklere, fasıklara ve facirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lazımdır. Bir âlim, cahili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlas ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibadet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkir etmek lazımdır, demelidir. Bir bidat sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bidati yaymaya uğraşan Dinde Reformcular, Resulullah Efendimizin sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nurlarını söndürmeye ve bidati, dalâleti yaymaya, Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek, İslamiyeti içeriden yıkmaya çalışmaktadırlar. Bunları da sevmemelidir. Riya, gösteriş yapanlara karşı da tekebbür etmek caizdir. Allahü teâlâ, kibriyâ sahibidir. Kibir sahibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevaptır.
Sual: Tanımadığımız bir Müslüman hakkında, iyidir veya kötüdür diye bir söz söylemek uygun olur mu veya ne yapmalıdır?
Cevap: Salih veya fasık yani günahkâr olduğu bilinmeyen bir mümine hüsn-i zan etmelidir.
Namazı kaza edince tövbe de etmelidir
19 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :19 Haziran 2025 00:22
“Farz namazı, İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır."
Sual: Vaktinde kılınmayan, kazaya kalan namazlar kaza edilince, vaktinde kılmama günahından da kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda, buyuruluyor ki:
“Farz namazı, özürsüz yani İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız o namazı kaza edince affolmuyor. Namazı kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya haccetmek de lazımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza etmeden, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, geciktirme günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır.
Sual: Cuma günleri ruhlar bir araya gelirler mi ve cuma günü ölenlere azap yapılmaz mı?
Cevap: Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar ve bugün kabir azapları durdurulur. Bazı âlimlere göre, müminin azabı artık başlamaz. Kâfirin cuma ve ramazanda yapılmamak üzere, kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen mü'minler kabir azabı görmez. Cehennem, cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselâm cuma günü yaratıldı, cuma günü, Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı cuma günleri göreceklerdir.
Sual: Cenaze taşınırken gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli mi, yoksa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan lâ harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan “Lâ” bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Yalnız cuma günleri oruç tutmanın ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yalnız cuma günleri oruç tutmak ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmak mekruhtur.
İbadetleri yapacak kadar yemek
20 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :20 Haziran 2025 00:24
“Farzları yapamayacak kadar zayıflatan riyazet, yani az yemek caiz değildir."
Sual: Dinimiz az yemeli diyor diyerek, az yiyerek, çalışamayacak derecede kendini zayıflatmak, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Abdullah Mûsulî hazretleri, Muhtâr kitâbının şerhi olan İhtiyâr kitâbında diyor ki:
“Farzları yapamayacak kadar zayıflatan riyazet, yani az yemek caiz değildir. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Bu niyet ile çalışan kimse, borcunu ödeyemeden ölürse, azap çekmez. Hadîs-i şerîfte, (Her erkeğin çalışıp nafakasını kazanması farzdır) buyuruldu. Bundan fazlası için çalışmamak caizdir.”
Sual: Namaz kılarken secdede nelere dikkat etmelidir ve neler üzerine secde yapılabilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmakları, kulakları hizasında olur. Şâfiî mezhebinde, eller omuz hizasına konur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır. Yerin sertçe olup, başın içine girmemesi lazımdır. Yere serili halı, hasır, buğday ve arpa böyledir. Yerde duran masa, kanepe, araba da, yer demektir. Hayvan üzeri ve hayvan üstünde bulunan semer ve benzerleri, yer sayılmaz. Salıncak ve ağaçlara, direklere bağlanarak havada gerilmiş duran bez, halı, hasır yer sayılmaz. Pirinç, darı, keten tohumu gibi kaygan şeyler üzerine secde sahih olmaz. Çuval içinde iseler sahih olur. Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yirmibeş santimetre yüksek olunca namaz sahih olur ise de, mekruhtur. Secdede dirsekler bedenden, karnı da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükuya eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapıştırmak sünnet olduğu gibi, secdede de bitişik tutulur.”
Sual: Cenazeyi ne şekilde götürmeli, taşımaya tabutun ne tarafından başlamalıdır?
Cevap: Cenaze taşımakta önce ön tarafta, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, yani arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. Hadis-i şerifte; (Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı affolur) buyuruldu.
Beş vakit namazın kılınma zamanları
21 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :20 Haziran 2025 23:56
Evinde yalnız kılan, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır.
Sual: Beş vakit namazı, yalnız veya cemaatle kılarken, hemen ilk vakitlerinde mi veya biraz geciktirerek mi kılmalıdır?
Cevap: Sabah namazını her mevsimde İsfâr etmek, yani ortalık aydınlanınca kılmak müstehaptır. Cemaat ile öğle namazını, yazın sıcakta geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehaptır. Akşam namazını her zaman erken kılmak müstehaptır. Yatsıyı, şerî gecenin yani gurûbdan fecre kadar olan zamanın üçte biri oluncaya kadar geç kılmak müstehaptır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak tahrimen mekruhtur. Bu geciktirmeler, hep cemaat ile kılanlar içindir. Evinde yalnız kılan, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır. Künûz-üd-dekâıkda yazılı ve Hâkimin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadis-i şerifte;
(İbadetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan namazdır) buyuruldu. Müslimdeki hadis-i şerifte;
(Bir zaman gelecek, amirler, imamlar, namazı öldürecekler, vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, namazını vaktinde kıl! Senden sonra, cemaat olurlarsa, onlarla da, tekrar kıl! İkinci kıldığın nafile olur) buyuruldu.
İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a'zamın kavline göre kılmak ihtiyatlı olur. Uyanamayan, vitir namazını yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Yatsıdan evvel kılarsa, sonra tekrar kılar. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.
Sual: Sabah namazının farzını kılarken, selam vermeden önce güneş doğarsa, bu namazı yeniden kaza mı etmek gerekir?
Cevap: Sabah namazının farzını kılarken, güneş doğmaya başlarsa, bu namaz sahih olmaz. İkindinin farzını kılarken güneş batarsa, bu namaz sahih olur. Bir kimse, akşam namazını kıldıktan sonra, tayyare ile, uçakla batıya gidince, güneşi tekrar görse, güneş batınca akşamı tekrar kılar.
Sual: Namazda okunan surelerde, bir kelime unutulup atlanır, okunmazsa, namaz bozulur mu?
Cevap: Namazda sureleri okurken, bir kelime unutulunca, mana değişmezse, namaz bozulmaz. Mesela “ve cezâü seyyietin seyyietün mislühâ” derken, seyyietün denmezse, namaz bozulmaz. Eğer mana değişirse, namaz bozulur. Mesel “lâ yü'minûn” derken, lâ denmezse namaz bozulur çünkü mana değişmektedir.
Sual: Abdest alırken başın tamamını mesh etmek şart mıdır?
Cevap: Hanefi mezhebinde, başın her tarafını, bir kerre mesh etmek sünnettir. Maliki mezhebinde ise farzdır.
Peygamberlere inanma konusunda insanlar...
22 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :22 Haziran 2025 00:14
Peygamberlere ve getirdiklerine inanma konusunda insanlar dört kısma ayrılır...
Sual: İnsanlar, Allahü tealanın gönderdiği Peygamberleri kabul veya inkâr konusunda aynı mıdırlar?
Cevap: Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberlere ve getirdiklerine inanma konusunda insanlar dört kısma ayrılır:
1-Peygambere inanır ve buna uyar. Bunlar dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Ahırette, doğru Cennete gider. Nefsine uyarak hasıl olan günahları, kalb ile tövbe, dil ile istiğfar ederek ve dünyada sıkıntılar çekerek, af edilecek, doğru Cennete giderek, nimetler içinde sonsuz yaşayacaktır. Bunlara sâlih kul denir.
2-Peygambere inanır ve buna uyar. Dünyada dert, sıkıntı ve hastalık içinde yaşar. Dertlere sabır ve şükreder. Sabırları, derecelerinin, sonsuz nimetlerinin artmasına sebep olur. Bunlar, nefislerine uymaz. Bunlara velî denir. Böyle kimseler azdır.
3-Peygambere inanır. Peygambere değil, nefsine uyar. Dünyada sıkıntı çeker. Bunlar, nefislerine uyarak hasıl olan günahlar kadar Cehennemde kaldıktan sonra, Cennete gireceklerdir. Bunlara fâsık kul denir.
4-Peygambere inanmaz. Ahkam-ı islamiyenin emir ve yasak ettiği şeyleri akıl ile bulup, bunlara ve Müslümanlara uyan kâfirler, dünyada saadete kavuşur, ahırette ise Cehenneme giderler.
İnsanlardan azgın olanların daha çok azmaları için, işlerinde başarı, kolaylık ve rahatlık da verilir. İslamiyetin bir emrini beğenmeyen kâfir olur. Kâfirler, Cennete girmeyecek, Cehennemde sonsuz kalacaklardır.
Sual: Cünüp olan bir kimse, gusül abdesti almayı ne vakte kadar geciktirebilir ve bu hâlde iken bir şey yiyip içebilir mi?
Cevap: Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusletmezse, günah olmaz. Daha fazla geciktirmesi büyük günahtır. Cünüp iken uyumak, günah değildir. Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzihen mekruhtur. Çünkü ağzına, eline sürülen su, müstamel olur. Müstamel suyu içmek ise mekruhtur. Hayız gören kadın böyle değildir. Çünkü hayız hâlinde iken gusül abdesti alması emrolunmadı.
Sual: Hayız veya cünüp hâlde bulunan bir kadın süt emmekte olan çocuğunu emzirebilir mi?
Cevap: Hayız hâlindeki kadın, göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüp olan kadının, yıkamadan emzirmesi mekruh olur.
Sual: Süt emzirmekle kadının abdesti bozulur mu?
Cevap: Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
Yemekte, içmekte bidat olur mu?
23 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :23 Haziran 2025 01:12
“Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez."
Sual:Yemede, içmede, giyinmede, ulaşım vasıtalarında ve ev işlerinde de bidat olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka-tün-nediyye kitabında deniyor ki:
“Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez. Yemekte, içmekte, elbisede, seyrü sefer, ulaşım vasıtalarında ve bina, mesken, ev işlerinde, ibadet yapmak, yani Allahü teâlâya tekarrüb, yakınlık niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti yapmaya mâni olmadıkça veya bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bidat olmazlar. Dinimiz bunları menetmez.” Bidat üç türlüdür:
1-İslamiyetin küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bidattir. Kâfirlere hile olarak kullanmanın caiz olur denildiği Berîkada yazılıdır.
2-Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bidattir.
3-İbadet olarak yapılan yenilikler, reforumlar, amelde bidat olup büyük günahtır. Âlimler, ameldeki, ibadetteki bidatleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri âlimlerin hasene dedikleri bidatlere bidat dememiş, sünnet-i hasene demiştir. Bidat-i seyyie dediklerine bidat demiş, bunları çok kötülemişdir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bidatlere de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir.
Sual: Gasbedilmiş, çalınmış veya izinsiz olarak alınmış mal ve para ile ticaret yapmak, dinimizce uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Başkasının malını ondan izinsiz olarak, zorla almaya, gasbetmek denir. Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı kullanmak da haramdır. Başkasının malını izinsiz alıp, kullanıp, sonra geri vermek, malda ayıp ve kusur hasıl olmasa bile, haram olur. Kendisine emanet bırakılan veya gasbettiği malı, parayı ticarette yahut başka yerde kullanıp da, bundan kazanç sağlamak caiz değildir. Kazandığı şey haram olur. Bunu fakire sadaka vermesi lazım olur. Birinin malını, parasını şaka olarak da alıp saklamak haramdır. Çünkü böylece, başkasını üzmüş oluyor. Başkasına eziyet vermek de haramdır.”
Sual: Anadolu'nun bazı yerlerinde tezek yakılıyor. Bu tezeklerin külleri necis olur mu?
Cevap: Necaset yanınca, külü temiz olur. Tezek yakarak ısıtılan fırında, ekmek pişirilir.
Adak, farz veya vacip cinsinden olmalı
24 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :24 Haziran 2025 00:15
“Farz veya vacip olan ibadetlerden birine benzeyen ve başlıbaşına ibadet olan bir şeyi adak edenin, bunu yapması lazım olur."
Sual: Bir kimse, neyi adarsa adak olur ve adakta bulunan kimse, bu adağını mutlaka yerine getirmesi gerekir mi?
Cevap: Bu konuda Dürer ve Gurer'de deniyor ki:
“Farz veya vacip olan ibadetlerden birine benzeyen ve namaz, oruç, sadaka, itikâf gibi başlıbaşına ibadet olan bir şeyi nezir, adak edenin, bunu yapması lazım olur. Hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, camiye girmek, yol, çeşme, hastahane, mektep, cami yapmak gibi, farz veya vacip cinsinden olmayan şeyler nezredilmez. Bunlar nezredilirse, yapılmaları lazım olmaz.
Allah rızası için receb ayında oruç tutayım demek gibi mutlak nezir ve yolcum gelirse, Allahü teâlâ için sadaka vermek nezrim olsun demek gibi, istenilen bir şarta bağlanan mu'allak nezir söylenince, şart hasıl olduğunda, nezrolunan ibadetleri yapmak vacip olur. Hadis-i şerifte; (Nezrolunanı yapmak lazımdır) buyuruldu.
Hastalıktan kurtulursam, bir koyun kesmek nezrim olsun demek nezir olmaz ve koyunu kesmesi lazım gelmez. Allahü teâlânın rızası için bir koyun kesmek demek lazımdır. Allahü teâlâ için deyince, nezir olup, kesmesi lazım olur. Bin lira sadaka vermeyi, nezreden kimsenin yüz lirası olsa, yüz lira vermesi lazım olur. Malı varsa, satıp bin lirasını sadaka verir. Şu yüz lirayı, şu günde falan fakire vermeyi nezredip, başka yüz lirayı, başka günde, başka yerde, başka fakirlere vermesi caiz olur.”
Sual: Necaset bulunma ihtimali olan yerlerde mesela kabristan veya hamamlarda namaz kılınabilir mi?
Cevap: Necis olmak ihtimali bulunan yerlerde, mesela kabristanda, hamam içinde ve kilisede kılmak mekruh olup, yıkayıp temizleyerek kılmak veya hamamın soyunma mahallinde kılmak ve kabristandaki mescitte kılmak mekruh olmaz. Soğuk ve başka sebeple açık yerde kılınamazsa ve başka yer bulunamazsa, kilisede yalnız da, cemaat ile de kılmak caiz olur. Namazdan sonra hemen çıkmalıdır. Kilisedeki küfür alametleri boşaltılırsa, namaz kılmak hiç mekruh olmaz. Üstü açık necasete karşı kılmak da mekruhtur.
Sual: Kur’ân-ı kerime veya din kitaplarının bulunduğu yere karşı ayak uzatmakta dinen bir mahzur olur mu?
Cevap: Mushafa yani Kur’ân-ı kerime ve din kitaplarına karşı ayak uzatmak mekruhtur. Eğer bunlar yüksekte iseler, ayak uzatmak mekruh olmaz.
Hicri yeni yıl
25 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :25 Haziran 2025 00:22
Muharrem ayının birinci gecesi, Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir.
Sual: Mübarek gün ve gecelerin bulunduğu Hicri takvimde, yeni yıl ne zamandır, hangi aydadır, önemi nedir?
Cevap: 26 Haziran 2025 Perşembe günü, Muharrem ayının ve Hicri yeni yılın ilk günüdür. 1446 hicri yılından, 1447 hicri yılına girilmektedir. Muharrem ayının birinci gecesi, Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir. Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb ile beraber Kur'ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Hadis-i şeriflerde;
(Ayların efendisi muharrem, günlerin efendisi cumadır.)
(Muharrem ayında bir gün oruç tutana, bugüne karşılık otuz gün oruç sevapı yazılır) buyuruldu.
Muharrem ayının ilk gecesi, Müslümanların yılbaşı gecesidir.
Bu gün ve gecede Müslümanlar, birbirinin yeni yılını tebrik ederler. Böyle günler vesîle edilerek dargınlıklar, kırgınlıklar giderilir. Allahü teâlânın emirlerini yaparak ve yasaklarından sakınarak, Allahü teâlânın verdiği nimetlere şükredilir. Günâhlara tevbe edilir.
Müslümanlar, sene başı gecelerinde ve günlerinde, müsâfeha ederek, mektuplaşarak tebrikleşirler. Birbirlerini ziyaret eder, hediye verirler. Sene başını dergi ve gazetelerde kutlarlar. Yeni senenin, birbirlerine ve bütün Müslümanlara hayırlı ve bereketli olması için dua ederler. Büyükleri, akrabayı, âlimleri ziyaret edip dualarını alırlar. O gün, bayram gibi temiz giyinirler. Fakirlere sadaka verirler.
Başlangıç zamanına göre, zamanımızda iki türlü takvim kullanılmaktadır: Mîlâdî takvim, Hicrî takvim. Mîlâdî sene, Îsâ aleyhisselamın doğum günü zannedilen zamandan başlamaktadır. Hicrî takvim ise, Peygamber Efendimizin Medine'ye hicret ettiği seneden başlamaktadır.
Müslümanlar için Mekke'de kalmak, tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber Efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsade istediler. Bir gün, sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir hâlde Eshabının yanına gelip;
(Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Medine'dir. Oraya hicret ediniz. Allahü teâlâ Medine'yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı) buyurdu.
Resulullah Efendimizin izni ve tavsiyesi üzerine Müslümanlar, Medine'ye birbiri ardınca, bölük bölük hicret etmeye başladılar. Son olarak da kendileri hicret ettiler ve bu hicret tarih başlangıcı oldu.
Hicri yeni yılın hayırlı olması dileği ile...
Peygamber Efendimizin hicreti
26 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :26 Haziran 2025 00:17
Resulullah Efendimizin, Allahü teâlânın emri ile, Mekke'den Medine'ye yolculuğuna 'Hicret' denir.
Sual: Peygamber Efendimizin Medine'ye hicreti nasıl olmuştur, İslâm tarihinde bu hicretin önemi nedir?
Cevap: Peygamber Efendimiz, tarihçilere göre miladın 622 senesinde, Allahü teâlânın emri ile, Mekke'den Medine'ye gitti ve bu yolculuğuna Hicret denir. Cebrâîl aleyhisselam, Peygamber Efendimize gelip;
(Bu gece, kâfirler seni öldürmeye karar verdi. Bu gece, Ali'yi yatağına yatır ve Ebu Bekir ile Medine'ye hicret et!) dedi.
Hazret-i Ali o zaman yirmiüç yaşında idi ve Peygamber efendimize; “Bin canım da olsa, senin yoluna fedadır” diyerek yatağa girdi.
Resulullah Efendimiz Safer ayının 27. Perşembe gecesi kapıdan çıkıp, Yasîn suresinin başından 12 âyet okuyup, müşriklerin aralarından geçip gitti. Öğle vakti hazret-i Ebu Bekr'in evine gidip;
-Bu gece Medine'ye hicret etmeye emir aldım buyurdu.
Şevâhid-ün Nübüvve kitabında, Hicret şöyle anlatılmaktadır:
“Resulullah Efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret etmesi bildirildiği zaman, bi'setin, Peygamberliğin 14. senesi idi. Mekke'den ayrıldığı gece, Kureyş müşrikleri aralarında, Resulullah Efendimizi öldürmek için anlaştılar. Gece uyku vakti gelince, Resulullah Efendimizin kapısının önünde toplanıp, uyusun da öldürelim diye beklemeye başladılar. O gece Yâsîn suresinin ilk ayetleri nâzil oldu. Resulullah Efendimiz yerden bir avuç toprak aldı ve meâli;
(Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler) olan Yâsîn suresi 9. âyetini üzerlerine okuyarak ve elindeki toprağı da başlarına saçarak, aralarından geçip gitti.
Resulullah Efendimiz mağaranın içine girer girmez, o gece mağaranın kapısının önünde bir ağaç yeşerdi. İki yabani güvercin o ağacın üzerine yuva yapıp yumurtladılar. Bir örümcek de mağaranın ağzını ağıyla ördü. Resulullah Efendimizin Mekke'den ayrıldığını haber alan müşrikler ok ve yaylarını alıp, takibe çıktılar ve mağaranın yakınına geldiler. Aralarından birini mağaranın içine girip bakması için gönderdiler. O kimse mağaranın önüne geldi ve geri döndü. Sebebi sorulunca;
-Mağaranın kapısı örümcek ağıyla kaplı ve orada iki güvercin var. Anladım ki içeride kimse yok, dedi.”
Peygamber Efendimiz, yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye vasıl oldu ve İslam tarihinde yeni bir dönem başladı...
Evliyânın ruhunun hazır olması
27 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :27 Haziran 2025 00:22
Allahü teâlânın hazır olması ile, ruhların hazır olması arasında çok fark vardır.
Sual: Peygamberlerin, evliyanın, salih müminlerin ruhları, her zaman mı yoksa çağrıldıkları vakitte mi orada hazır olurlar?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, hep hazır ve nazırdır. Hayat, ilim, kudret, irade ve kelam sıfatları zamansız ve mekânsız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ve mekân ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbir şey, Onun gibi değildir. Allahü teâlânın sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları, yokluk değildir. Mesela, hazırdır ve bu hazır olmaktan önce, gâib değil idi. Bundan sonra, bir hayatsızlık, yani ölüm, cahillik olmayacağı gibi, gâib olmak da, olmaz. Çünkü sıfatları da, kendi gibi ezelî ve ebedîdir. Yani, hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez.
Melekler, Peygamberlerin, evliyanın ve salih müminlerin ruhları, her kim nerede ve ne zamanda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Peygamber Efendimizin, ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselam, ruh, can almak için her anda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, evliyanın, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekânlıdır. Ezelî ve ebedî, sonsuz olarak değildir ve devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan tekrar yok olurlar. Allahü teâlânın hazır olması ile, ruhların hazır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebi, ne resül, ne veli ve de salih, cenab-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir.
Evliyalık ilminin derecelerine yükselmemiş olana, büyüklerin ruhları, her nerede ve her ne zaman çağrılırsa, imdada yetişir diye öğretilirdi. Ruh, orada hazır olmadan önce, yok idi. Bir zaman sonra, orada yine bulunmaz. Cenâb-ı Hak, ruhların hazır olduğu gibi hazır olmaz. Çünkü, böyle hazır olmak, zamanlı ve mekânlıdır. Ruhlar da, Allahü teâlânın hazır olduğu gibi hazır olamaz. Çünkü, cenâb-ı Hakkın hazır olması, zamanlı ve mekânlı değildir, ezelîdir, ebedîdir.”
Bir yere gidince izin istemek
28 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :28 Haziran 2025 00:08
“Birinin evine, odasına, bahçesine girileceği zaman izin istemek vaciptir."
Sual: Bir kimse, herhangi birinin evine, ofisine gidince, mutlaka izin alması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Birinin evine, odasına, bahçesine girileceği zaman izin istemek vaciptir. Kapıya vurarak, zili çalarak veya seslenerek, mesela selam vererek izin istemeden içeri girmemelidir. Ana baba, çocuğunun, çocuk, bunların odasına gireceği zaman da izin istemelidir. İzin üç defa istenir. Birincisinde izin verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa istemeli, yine verilmezse, üçüncü defa istemelidir. Yine izin verilmezse, dört rekat namaz kılacak kadar beklemiş ise, içeri girmemeli, gitmelidir. Kapı aralanırsa, aradığı kimseyi sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. Telefon edince de, önce kendini tanıtmalıdır. İçeri girmeye rızası olduğu bilinen kimsenin yanına izin almadan girilebilir.”
Sual: Bir konuda vekil olan kimse, bir başkasını vekil edebilir mi?
Cevap: Vekil, sahibinden ayrıca izin almadıkça veya “istediğini yap” diyerek “umûmî vekil” edilmedikçe, başkasını kendine vekil yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan vekil, izinsiz olarak başkasını, o da başkasını vekil yapabilirler. İkinci vekil, doğrudan doğruya sahibin vekili olur.
Sual: Bakıcısı olsun veya olmasın her hastayı ziyaret etmenin hükmü aynı mıdır?
Cevap: Bakıcısı bulunan hastayı ziyaret etmek sünnettir. Kimsesi yok ise, yoklamak vacip olduğu Mişkât hâşiyesinde yazılıdır.
Sual: Cenaze namazı kılındıktan sonra, birkaç adım cenazeyi taşımalı mıdır?
Cevap: Müslümanın cenaze namazını kılmalı, hiç olmazsa birkaç adım cenazede bulunmalıdır.
Sual: Davete gidildiğinde, orada haram olan şeyler varsa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde deniyor ki:
“Haram olan şeyler, odada ise gidilir, sofrada ise gidilmez. Bilmiyerek gidildi ise, kalbi ile beğenmeyerek oturulur veya bir bahane ile geri dönülür. Çünkü, haram işlememek için, sünnet terk edilir. Gıybet söylemek veya dinlemek, çalgıdan ve oyundan daha büyük günahtır. Söz veya makam sahibi ise, sofrada günaha mâni olmalı veya geri dönmelidir.”
Sual: Eve gelen misafire ikramda bulunmanın belli bir müddeti var mıdır?
Cevap: "Mâ-lâ-büdde"de deniyor ki:
“Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekket sünnettir. Sonraki günlerde müstehaptır.”
Namaz kılmayanın, dini yıkılır!
29 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :29 Haziran 2025 00:13
Kâmil, olgun bir Müslüman, namaza durunca, sanki dünyadan çıkıp ahırete girer.
Sual: Müslüman olduğu hâlde, namaz kılmayanın, namaza ehemmiyet vermeyenin veya şartlarını gözetmeyenin dini, imanı gider, yıkılır mı?
Cevap: Bu konuda Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretleri Mektûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“İyi biliniz ki, namaz, dinin direğidir. Namaz kılan bir insan, dinini doğrultmuş olur. Namaz kılmayanın, dini yıkılır. Namazları, müstehab zamanlarında, şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılmalıdır. Bunlar, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Namazları cemaat ile kılmalı ve birinci tekbiri imam ile birlikte almaya çalışmalıdır ve birinci safta yer bulmalıdır. Camiye geç gelip, birinci safa geçmek için, safları yarmak, cemaate eziyet vermek haramdır. Bunlardan biri yapılmazsa, matem tutmalıdır. Kâmil, olgun bir Müslüman, namaza durunca, sanki dünyadan çıkıp ahırete girer. Çünkü, dünyada Allahü teâlâya yaklaşmak, çok az nasib olur. Eğer nasib olursa, o da zılle, gölgeye, surete yakınlıktır. Ahıret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namazda, ahırete girerek, burada nasib olan devletten hisse alır. Bu dünyada hasret ve firak, ayrılık ateşi ile yanan susuzlar, ancak namaz çeşmesinin hayat suyu ile serinleyip rahat bulur. Büyüklük ve mabutluk sahrasında şaşırmış kalmış olanlar, namaz gelininin çadır etekleri altında vuslatın, matluba kavuşmanın kokusunu duyarak hayran olurlar. Allahü teâlânın Peygamberi buyurdu ki: (Bir mümin namaz kılmaya başlayınca, Cennet kapıları onun için açılır. Rabbi ile onun arasında bulunan perdeler kalkar. Cennette olan huru'în onu karşılar. Bu hâl, namaz bitinceye kadar devam eder.)”
Sual: İhlas, takva, feyiz ve Allaha yaklaşmak ne demek ve nasıl elde edilir?
Cevap: İhlas, ibadetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmaktır. Ehl-i sünnet olan her müminde biraz ihlas vardır. Takva ile ve ibadet yapmakla, kendisine feyiz denilen kalb nurları gelir. Bir velinin, evliyanın kalbinden saçılan bu feyizlerden, nurlardan alırsa, ihlası çabuk ve çok artar. Takva, haramlardan nefret etmek, haram işlemeyi hatıra bile getirmemektir. Allahü teâlâya yaklaşmak, Onun rızasına, sevmesine kavuşmak demektir. Allahü teâlânın müminlerin kalblerine gönderdiği nurlar, feyizler, ibadetleri ve takvası çok olanlara, gelmektedir.
.
Emirleri yapamamanın sebebi!
30 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme :30 Haziran 2025 01:10
“Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmasındandır."
Sual: Bazı kimseler, Müslüman olduklarını söyledikleri hâlde namaz kılamıyor, zekât veremiyor ve oruç tutamıyorlar. Bunun sebebi ne olabilir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, İslamiyete tam inanılmamasıdır. Mümin olmak için, yalnız kelime-i şehadeti söylemek yetişmez. Münafıklar, kalbi kâfir olduğu hâlde, Müslüman görünenler de bunu söylüyor. Kalbde iman bulunduğuna alamet, İslamiyetin emirlerini seve seve yapmaktır. Zekât niyeti ile fakire bir altın vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevaptır. Çünkü, zekât vermek, farzı yapmaktır. Zekât niyeti olmadan verilenler ise, nafile ibadettir. Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaya kalan namazları kıldırtmıyor, nafile kılmayı, nafile hacca ve umreye gitmeyi güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nafile hayırları, göze güzel gösteriyor. Sünnetlerin ve nafilelerin, söz verilen büyük sevapları, farz borcu olmayanlar, kazalarını ödeyenler içindir. Kazası olanların, farzlardan başka hiçbir ibadetlerine, hiç sevap verilmez.”
Sual: Özrü olmadığı hâlde Cuma namazına gidemeyen kimse, o günkü öğle namazını kılması gerekir mi?
Cevap: Özürsüz olarak Cuma namazını kılmayanın, Cuma namazı kılınmadan önce, şehirde öğle namazını kılması haramdır. Cuma namazı kılındıktan sonra, öğle namazını, kılması ise farzdır.
Sual: Bir özür sebebi ile Cuma namazına gidemeyen birkaç kişi, o günkü öğle namazını, kendi aralarında cemaatle kılabilirler mi?
Cevap: Bir özür sebebi ile Cuma namazını kılamayanların, o günkü öğle namazını şehirde cemaat ile kılmaları mekruhtur.
Sual: Cuma namazına geç gelen bir kimse, imamı namazın sonunda kadede otururken görse, hemen uyması gerekir mi?
Cevap: Cuma günü, Cuma namazını kıldıran imam namazın sonunda otururken veya secde-i sehiv yaparken, Cuma namazına yetişen kimse, imama uyar. İmam selam verince, kalkarak iki rekat Cuma namazını tamamlar. Bayram namazına geç yetişen de böyle yapar.
Erkeklerin cuma namazı kılmaları farzdır
1 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :1 Temmuz 2025 00:44
“Hür, sağlam ve seferî, yolcu olmayan erkeklerin cuma namazı kılmaları farz-ı ayındır."
Sual: Cuma namazını kıldıran imamın günah işleyen birisi olduğu bilinse, yine de erkeklerin cuma namazına gitmeleri gerekir mi?
Cevap: Bu konuda Hindiyye fetvâsında deniyor ki:
“Hür, sağlam ve seferî, yolcu olmayan erkeklerin cuma namazı kılmaları farz-ı ayındır. Seferde olana, hastaya ve kadınlara cuma namazı kılmak farz değildir. Şiddetli yağmur ve devlet adamlarının zulmünden korkanlara da farz olmaz. Amir ve işveren, emrinde olanı cuma namazından menetmez. O kadar zamanın ücretini kesebilir. Fasık olan imam cuma namazı kıldırırsa, buna mâni olamayanın buna uyması, bunun için cuma namazını terk etmemesi lazımdır denildi. Başka namazlarda, salih imamın kıldırdığı camiye gitmeli, fasık imam arkasında kılmamalıdır. Her kadının, herhangi bir namazı cemaat ile kılmak için camiye gitmeleri mekruhtur.”
Sual: Cuma namazına giden ve ikinci rekatte imama yetişen bir kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, imama, cuma namazının ikinci rekatının rükusunda yetişse, İmâm-ı Muhammede göre, öğle namazını kılar. İmâm-ı a'zama ve İmâm-ı Ebû Yusufa göre, teşehhüdde dahi yetişse, cumayı kılar. Ve hatip efendi hutbe okurken, bir kimse nafile namaz kılsa, iki rekat kılar, ziyade, fazla kılmaz. Ve eğer, cuma namazının sünneti ise, iki rekat kılar da mı selam verir, yoksa dört rekati tamamlar mı bu husus, ihtilaflıdır. Esah olan kavle göre, dört rekati tamamlar.
Sual: Cuma günü imam hutbe okurken, cemaatin konuşmasının, imamın duasına âmin demesinin mahzuru olur mu?
Cevap: İmam minbere çıkınca, cemaatin namaz kılması ve konuşması haram olur. Hatip efendi dua ederken, cemaat sesle âmin demez. İçinden sessiz denir. Salevatı da ses ile değil, kalb ile söylerler. Kısacası, namaz kılarken yapması haram olan her şey, hutbe dinlerken de haramdır. Uzakta olup, hutbeyi işitmeyenlere de haramdır. Akrep, hırsız, kuyu gibi zararlı şeyleri, zararları dokunacak olana, bunu söyleyip kurtarmak caizdir. El ile, baş ile işaret ederek bildirmek iyi olur. Müezzinlerin hutbe arasında bağırarak, bir şey okuması mekruhtur.
Sual: Evlenmemiş bekâr bir kızdan gelen sütü emen çocuk, bu kızın süt çocuğu mu olur?
Cevap: Evlenmemiş bekâr bir kızda süt hasıl olursa, bunun emzirdiği çocuk, bu kızın süt çocuğu olur.
İbadetler, cennete gitmek için midir?
2 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :2 Temmuz 2025 00:10
İslam dini, ilmin ta kendisidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak İslam düşmanlığına alamettir.
Sual: Müslümanların yaptığı ibadetleri, Cennet nimetlerine kavuşmak için yaptığını söyleyen dinde reforumculara ne denebilir?
Cevap: Reformculardan Ahmed Midhat Efendi de, "Nizâ-ı ilm ve din" yani ilim ve dinin çekişmesi ismindeki kitabında, imanın şartı olan kıyamette dirilmek bilgisini gözden düşürmeye çalışırken, cennetin yiyeceklerini, içeceklerini, açgözlülüğü ve maddeciliği okşayan birer hile saymaktadır. Hâlbuki, kendisi ilim ile dini ayırarak hile yapmaktadır! İslam dini, ilmin ta kendisidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak İslam düşmanlığına alamettir. Dünyada bu zevklerin peşinde koşan ve din âlimlerini, dinî vazifelerin, bu dünya zevkleri için yapılması lazım olacağını bildirmedikleri için kötüleyen ve insanların, her şeyden daha cazip, daha tatlı olan bu dünya zevklerine kavuşmak için ibadete sarılacaklarını söyleyen dinde reformcuların, bu zevklerin cennette bulunmasına karşı koymaları, İslamiyete leke sürmek istediklerini açıkça göstermektedir. İslam âlimlerinin, Müslümanları cennet nimetlerine kavuşmak ve cehennem azabından kurtulmak için ibadete sarılmalarına çalışmalarını taşlayan böyle ve benzeri sözler çok görülmüştür.
Sual: İmanı, inanmayı kabul etmeyenler, insandaki inanma duygusunu da kabul etmiyorlar mı, bunu da mı reddediyorlar?
Cevap: İslamiyetin meydana çıktığı Arabistan yarımadasında, putlara, heykellere tapılıyordu. Fikirler, çok tanrının varlığına saplanmış idi. İslamiyet bunun için, şirkin kötülüğü üzerinde çok durmuştur ve bunun için, Müslüman olmak, Kelime-i tevhîd ile başlamıştır. İnsanlar yaratılışta din hissine maliktir. Bunun için, Allaha inanmayan kimse, ruh hastası, psikopat demektir. Böyle kusurlu insanlar, büyük manevi bir destekten mahrum olup, pek acınacak bir hâldedirler. Avrupa fikir adamlarından birinin; “Dindarlık büyük bir saadettir. Fakat ben bu saadete kavuşamadım” dediği gibi, bizdeki dinde reformculardan Tevfîk Fikret de, Târîh-i Kadîm adını verdiği manzum bir eserinde, Müslümanlık ile ve iman sahibi olmakla alay ettiği hâlde, şairlik ruhundan fışkıran ve önü alınamayan şu şiirinde imanlı olma ihtiyacını da bildirmiştir:
"Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki, benzer gurbet-i kabre,/İnanmak! İşte âğûş-i rûhânî, o gurbette."
Namazdan önce ve sonraki tefekkür
3 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :3 Temmuz 2025 00:24
"Yaptığım ibadet, ahırette başıma tac, yanıma yoldaş ve kabrimde çırağ, kandil olur mu?"
Sual: Namaza durmadan önce ve namazda iken nelerin düşünülmesi ve ne hâlde olunması gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak, Muhammed bin Kutbüddîn-i îznîkî hazretleri, Miftâh-ül-Cenne kitabında buyuruyor ki:
“Bir Müslümanın, ezan okunmaya başlayınca, İsrâfîl aleyhisselam sûru üfürüyor diye, abdeste kalkarken, kabrimden kalkıyorum diye, camiye giderken, mahşer yerine gidiyorum diye, müezzin kamet getirince, cemaat saf saf olurlarken, bu insanlar mahşer yerinde yüz yirmi saf olup, seksen safı, bizim Peygamberimizin ve kırk safı, diğer Peygamberlerin ümmetleri olsa gerektir diye, imama uyduktan sonra, imam, Fatihayı okurken, sağımda Cennet, solumda Cehennem, ensemde Azrail aleyhisselam, karşımda Beytullah, önümde kabir ve ayağımın altında sırat var, acaba, benim sualim kolay olur mu? Yaptığım ibadet, ahırette başıma tac, yanıma yoldaş ve kabrimde çırağ, kandil olur mu? Yoksa kabul olmayıp, eski bez gibi yüzüme vurulur mu diye düşünmesi gerekir.”
Sual: Bir Müslümanın, dört mezhebin bildirdiği ruhsatlarla amel etmesinin, dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Abdülmelik bin Ebû Muhammed-ül-Cüveynî hazretleri, Muhît kitâbında;
“Gücü yetenlerin, dört mezhebde azimet olan yolda bulunmaları vera ve takva olur, çok iyi olur. Aciz olanların dört mezhebin ruhsatlarını yapması caiz olur. Fakat ruhsat için, o mezhebdeki şartlarına riayet etmesi lazımdır” buyuruyor.
Sual: Ölenin kabrinin başına mezar taşı dikmenin, çeşitli yazılar yazmanın, dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Mezar taşı dikmek caizdir. Mezar taşının üzerine âyet-i kerime, mübarek isimler, şiir, methiye, övücü şeyler, Fatiha kelimesini yazmak, resmini koymak caiz değildir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bidattir. Kötü âdetler, caiz olmayı göstermez. Mezar taşına, isim ve ölüm hicri senesi yazılabilir denildi.
Sual: Abdestli iken saç, sakal, tırnak kesilse abdest bozulur mu?
Cevap: Saç, sakal, bıyık, tırnak kesmek abdesti bozmaz. Kesilen yerleri yıkamak lazım da olmaz. Fıkh-i Gîdânî şerhinde;
“Tırnak kesince, abdest bozulmaz. Elleri yıkamak müstehab olur” buyuruluyor. Yara kabuğunun düşmesi ile de bozulmaz.
Sual: Akıcı su ne demektir?
Cevap: Saman çöpünü sürükleyen suya, akıcı su denir.
Aşûre günü
4 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :4 Temmuz 2025 00:06
Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür.
Sual: Aşûre gününün önemi nedir ve bu günde neler yapılmalıdır?
Cevap: Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesi ve günüdür. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tövbesinin kabul olması, Nuh aleyhisselamın gemisinin tufandan kurtulması, Yunus aleyhisselamın balığın karnından çıkması, İbrahim aleyhisselamın Nemrud'un ateşinde yanmaması, İdris aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması, Yakup aleyhisselamın, oğlu Yusuf aleyhisselama kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yusuf aleyhisselamın kuyudan çıkması, Eyyub aleyhisselamın hastalıktan kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıldeniz'den geçip, Firavun'un boğulması ve İsa aleyhisselamın viladeti, doğumu ve Yahudilerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu...
Nuh aleyhisselam gemide aşure tatlısı pişirdiği için Müslümanların Muharremin onuncu günü aşure pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselam ve Eshab-ı kiram böyle yapmadı. Muhammed aleyhisselamın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir.
Aşûre günü, Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaat ile namaz kılanlar, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin söz birliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler. Mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir!
Mübarek gecelerde ibadet etmek çok sevaptır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitâbında buyuruluyor ki:
“İmâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında ‘gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir sâat kadar ihya etmek, yani okumak, namaz kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir’ buyuruyor.” İbni Abidînde de böyle olduğu bildirilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir.)
Aşûre günü oruç tutmak isteyenler, Muharremin 9. 10. veya 10. 11. yahut 9. 10. 11. günleri tutmalıdır.
İslamiyette matem tutmak yoktur!
5 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :5 Temmuz 2025 00:10
"Matem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azap görecektir."
Sual: Dinimizde, muharrem ayının onuncu günü ve başka zamanlarda matem, yas tutmak diye bir şey var mıdır?
Cevap: İslamiyette matem tutmak yoktur. Peygamber Efendimiz matem tutmayı yasak etmiştir. Hadis-i şeriflerde;
(Matem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azap görecektir)
(İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna söğmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.
Muharremin onuncu Aşûre günü matem yapmak, bağırıp çağırmak, ilk olarak hicri 65 yılında, Hazreti Hüseyin'in intikamını almak için, ayaklanıp, Kûfe'yi alarak, bir Şii devleti kuran Muhtâr-ı Sekâfî tarafından ortaya çıkarıldığı Tuhfe kitabında yazılıdır. Bu bidat, malesef bir ibadetmiş gibi yayılmıştır. Hâlbuki Muhtâr-ı Sekâfî, bunu Kûfe ahalisini aldatıp, onları Emevilerle harbe sürüklemek, böylece hükûmeti ele geçirmek için bir hile olarak yapmıştır.
Matem tutmak yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber Efendimizin vefatı için matem tutulurdu. Sonra Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hamza ve Hazreti Hüseyin şehit edildikleri için matem tutulurdu. Bunların hepsini seviyor, şehit edildikleri için üzülüyoruz, kalbimiz kan ağlasa da, yas tutmuyor, matem yapmıyoruz. Müslümanların matem yapması ve başkalarına lanet etmeleri yasak edildiği için, matem yapmıyoruz.
İslamiyette doğum gününü kutlamak, Allahü teâlâya şükretmek vardır. Peygamber Efendimiz, pazartesi günü oruç tutardı. Sebebini sorduklarında;
(Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyururdu.
Doğum günü ve mübarek geceler, hicri sene ile kutlanır. Müslümanların mübarek günleri veya geceleri, güneş aylarına göre değil, hicri kameri aylara göre yapılır. Dinimiz böyle emretmektedir. Yılın mübarek günü, Arabi ayın belli günü demektir. Aşûre günü, muharrem ayının onuncu günü demektir. Haftanın günleri içinde de mübarek olanları vardır. Mesela pazartesi günü, hep hayırlı olayların bu günde olması bakımından kıymetli bir gündür.
Muharremin onuncu günü Müslümanların mübarek günüdür. O günün mübarek olduğunu Peygamber Efendimiz bildirmiştir. O gün yapılan ibadetlere çok sevap verileceğini müjdeledi. O gün oruç tutmak sünnet oldu, matem, yas tutmak ise yasak edildi.
Secdede yapılması gerekenler
6 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :6 Temmuz 2025 00:15
“Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur."
Sual: Namazdaki secdede nelere dikkat etmelidir ve neler üzerine secde yapılabilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmakları, kulakları hizasında olur. Şâfiî mezhebinde, eller omuz hizasına konur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır. Yerin sertçe olup, başın içine girmemesi lazımdır. Yere serili halı, hasır, buğday ve arpa böyledir. Yerde duran masa, kanepe, araba da, yer demektir. Hayvan üzeri ve hayvan üstünde bulunan semer ve benzerleri, yer sayılmaz. Salıncak ve ağaçlara, direklere bağlanarak havada gerilmiş duran bez, halı, hasır yer sayılmaz. Pirinç, darı, keten tohumu gibi kaygan şeyler üzerine secde sahih olmaz. Çuval içinde iseler sahih olur. Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yirmibeş santimetre yüksek olunca namaz sahih olur ise de, mekruhtur. Secdede dirsekler bedenden, karnı da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükuya eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapıştırmak sünnet olduğu gibi, secdede de bitişik tutulur.”
Sual: Cenazeyi ne şekilde götürmeli, taşımaya tabutun ne tarafından başlamalıdır?
Cevap: Cenaze taşımakta önce ön tarafta, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, yani arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. Hadis-i şerifte; (Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı affolur) buyuruldu.
Sual: Secde âyeti okunduğunda, nasıl secde yapılır?
Cevap: Tilavet secdesi yapmak için, abdestli olarak, kıbleye karşı ayakta durup, elleri kulaklara kaldırmadan Allahü ekber diyerek secdeye gidilir. Üç kerre Sübhâne rabbiyel-a'lâ denir. Sonra Allahü ekber deyip ayağa kalkınca, secde-i tilâvet tamam olur. Önce niyet etmek, niyet ettim tilavet secdesine demek lazımdır. Niyetsiz kabul olmaz.
Sual: Herhangi bir sebeple mezar açıldığında, meyyiti tekrar kefenlemek gerekir mi?
Cevap: Mezardan çıkarılmış, çıplak görülen bir ölü, kokmamış ise, sünnet üzere kefenlenip gömülür. Kokmuş ise, bir beze sarılıp gömülür.
.
Camiye gitmeye mâni olan özürler
7 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :7 Temmuz 2025 00:38
Hastanın, felçlinin, bir ayağı kesik olanın, âmânın cemaate gitmesi lazım değildir.
Sual: Dinimizde hangi hâller, camiye gitmemek için özür sayılmaktadır?
Cevap: Hastanın, felçlinin, bir ayağı kesik olanın, yürüyemeyen ihtiyarın ve âmânın cemaate gitmesi lazım değildir. Yardımcıları, nakil vasıtaları olsa da, lazım değildir. Yağmur, çamur, çok soğuk ve karanlık da, özürdür. Çok rüzgâr, yalnız gece özür olur. Hırsız ve başka sebeple malı gitmek korkusu, fakir olanın alacaklısından korkusu, canı ve malı için zalimden korkusu, abdest sıkıştırması, yolcunun nakil vasıtasını kaçırmak korkusu, hastaya bakmak, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, fıkıh bilgisini öğrenmeyi kaçırmak korkusu, cemaate gitmemek için özürdür. İmamın bidat sahibi olduğunu veya abdestin, guslün, namazın şartlarını gözetmediğini bilmek de özürdür.
Sual: Evde erkek, kendi mahremi olan hanımlara imam olup, cemaatle namaz kıldırabilir mi?
Cevap: Evde, erkek, mahremi olan kadınlara imam olup cemaatle namaz kıldırabilir. Sadece yabancı kadınlar varsa, bunlara imam olamaz, çünkü, halvet olur. Eğer cemaat arasında, bir erkek veya imamın mahremi kadın bulunursa, yabancı kadınlar da cemaate girebilir. Burada da, süt ve nikâh ile olan mahremlerin, halvette olduğu gibi, genç olmaları mekruhtur. Mescidde halvet hasıl olmaz çünkü umuma açıktır. Cemaat olarak sadece bir kadın varsa, imamın tam arkasında durur, yanında durmaz. Eğer bir erkek de var ise, kadın erkeğin tam arkasında durup cemaatle namazını kılar.
Sual: Cenazeyi, herhangi bir zaruret yokken, vefat ettiği yerden başka bir yere götürüp gömmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Cenazeyi, bulunduğu şehirde gömmek müstehaptır. İki veya dört kilometreden az uzağa götürmek söz birliği ile caizdir. Daha uzağa götürmek ihtilaflıdır. Yakup ve Yusuf aleyhimesselâmın cenazeleri Mısır'dan Şam'a nakledildi ise de, onların dinlerinde nakil caiz idi. Definden sonra caiz değildir. Redd-ül-muhtârda, bir kimsenin ölmeden önce, öldüğünde başka yere götürülmesini vasiyet etmesinin bâtıl olduğu bildirilmektedir.
Sual: Su ile abdest alan bir kimse, toprakla teyemmüm yapmış kimseye uyarak, cemaatle namaz kılabilir mi?
Cevap: Abdest alan, teyemmüm etmiş olana, ayakta kılan, oturarak kılana ve nafile kılan, farz kılana uyabilir. Dinini bilen bir imam arayıp ona uymalıdır.
Günah işleyene öfkelenmek
8 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :7 Temmuz 2025 23:49
Günah işleyene, kâfir, münafık gibi çirkin şeyler söylemek, haram olur...
Sual: Bazı kimseler, haram, günah işleyeni görünce hemen öfkeleniyorlar. Günah işleyenlere karşı böyle öfkelenmek mi gerekir?
Cevap: Haram işleyeni görünce, gadaba gelmek, öfkelenmek iyidir, din gayretinden ileri gelir. Fakat, kızınca, öfkelenince aklın ve İslamiyetin dışına taşmamak lazımdır. Günah işleyene, kâfir, münafık gibi çirkin şeyler söylemek, haram olur. Haram işleyeni görenin, buna cahil demesine izin verilmiş ise de, yumuşak, tatlı söyleyerek nasihat vermek, iyi olur. Zira hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, her zaman yumuşak söylemeyi sever) buyuruldu.
Sual: Bazı kimseler, üstü kapalı konuşuyor, anlattıkları anlaşılmıyor, karşı tarafa sıkıntı veriyorlar. Böyle üstü kapalı konuşmak dinimizce uygun mudur?
Cevap: Birinin sözünü yanlış anlamak, o kimsenin öfkelenmesine sebep olabilir. Böyle zamanlarda az ve açık söylemek, şüpheli kelimeler kullanmamak lazımdır. Zira bir şeyi kapalı anlatmak, dinleyene sıkıntı verir ve onu incitir. Başkasına sıkıntı vermek, onu incitmek, üzüntüye sokmak ise kul haklarındandır.
Sual: Kendisine, bir konuda danışılan kimsenin, güvenilir olması, söylenenleri başkasına anlatmaması gerekmez mi?
Cevap: Mümin, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emanet ve hıyanet, malda olduğu gibi, sözde de olur. Hadis-i şerifte; (Meşveret edilen kimse emindir) buyuruldu. Yani onun doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine emanet olunur, güvenilir. Onun, doğru söylemesi vaciptir. İnsan, malını, emniyet ettiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emin olduğu kimse ile istişare eder, ona danışır.
Sual: Satılan mal teslim edilmeden, hediye edilen de teslim alınmadan, bunlar satılmış ve hediye edilmiş olur mu?
Cevap: Satılan malı teslim etmek, hediye olunanı ise kabzetmek yani teslim almak lazımdır.
Sual: Maaş veya ücret karşılığı imamlık yapanın arkasında namaz kılınır mı?
Cevap: İmamlık şartlarını taşıyan bir kimse, ücret veya maaş karşılığı imamlık yapıyorsa, bunun arkasında namaz kılmanın caiz olduğuna fetva verilmiştir.
Sual: Tuvalette sigara içmek, sakız çiğnemek, ıslık çalmak uygun olur mu?
Cevap: Helada, tuvalette bir şey yememeli, içmemeli, şarkı söylememeli, ıslık çalmamalı, sigara içmemeli, sakız da çiğnememelidir.
Hadis-i kutsi ile âyetin farkı
9 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :9 Temmuz 2025 00:01
Vahyin kelimeleri de, manaları da Allahü tealadandır. Hadis-i kudsinin kelimeleri ise peygamberdendir.
Sual: Âyet-i kerime ile hadis-i kutsi arasında ne gibi bir fark vardır?
Cevap: Allahü teâlânın, emir ve yasaklarını, Peygamberlerine bildirmesine Vahiy denir. Vahiy, iki türlüdür: Cebrâîl aleyhisselam, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur, buna, Vahy-i metlû denir. Bu vahyin kelimeleri de, manaları da Allahtan gelmiştir. Kur’ân-ı kerimdeki âyetler, vahy-i metlûdur. Vahyin ikinci kısmı, Vahy-i gayr-i metlûdur. Bu vahiy, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin kalbine bildirilir. Peygamber aleyhisselam, bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, Hadis-i kudsi denir. Hadis-i kudsinin kelimeleri, Peygamberdendir. Peygamberin aleyhisselam kelimeleri de, manaları da kendinden olan sözlerine, hadis-i şerif denir.
Sual: Din adı altında her türlü günahı işleyenlerin ve insanları kendileri gibi olmaya çağıranların bu kötülüklerini söylemek, insanlara anlatmak, onlar hakkında kötü düşünmek mi olur?
Cevap: Kalbimiz temizdir diyerek haramları, çirkin ve kötü şeyleri yapanları, iyi niyetle yapılan her şey hayır ve ibadet olur diyenleri, açıkça günah işleyenleri ve Müslümanları aldatarak kendilerine adam, taraftar toplayanları sevmemek, bunlara uymamak lazımdır. Bunların fasık olduklarını söylemek, sû-i zan olmaz.
Sual: Adalet yapmakla, ihsan etmek farklı şeyler midir?
Cevap: Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcunu ödemek, Adalet yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek ise, ihsan etmek olur.
Sual: Şükür secdesi diye bir secde var mıdır varsa niçin ve nasıl yapılır?
Cevap: Şükr secdesi de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine nimet gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehaptır. Secdede önce, Elhamdülillah denir, sonra, secde tesbihini okur. Namazlardan sonra şükür secdesi yapmanın mekruh olduğu, Mektûbât-ı Ma'sûmiyye’de de yazılıdır. Cahillerin sünnet veya vacip sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. Bid'at hasıl olmasına sebep olur.
Sual: Necaset yani insan veya hayvan pisliği, her türlü sıvı ile temizlenebilir mi?
Cevap: Necaset, her temiz su ile, abdest ve gusül alınmış su ile, sirke ve gül suyu gibi akıcı mayilerle ve tükürük ile temizlenir. Süt ve yağla temizlenmez.
İmanın var olduğunun alameti
10 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :10 Temmuz 2025 12:00
İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Amentüdeki altı şeye inanmak, imandır.
Sual: Bir kimsede imanın var olup olmadığı ne ile ve nasıl anlaşılır?
Cevap: İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Amentüdeki altı şeye inanmak, imandır. İmanın bunlardan da önce gelen asıl iki şartı ise gayba iman ve hubb-i fillah, buğd-i fillahtır. İmanın, bir müminde var olması bu iki şarta bağlıdır:
Birincisi, gayba imandır ki, görmeden, kendi aklına, bilgisine danışmadan inanmaktır. Gayba iman esastır ve gayba iman etmek lazımdır. Çünkü dünyânın ve ahıretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Can, rûh boğaza gelmeden önce iman etmiş olmalıdır. Can boğaza gelince, ahıretin bütün hâlleri gösterilir. O zaman bütün kâfirler iman etmek isterler. Hâlbuki imanın gaybî olması lazımdır. Görmeden inanmalıdır. Görülen şeye iman edilmiş olmaz. Fakat bu anda, müminlerin tövbesi kabul olunur.
İkincisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır. Bu iki şart yoksa, Amentüde bildirilen altı şarta bir kimse inansa da mümin olamaz. Hubb-i fillah; Allah için sevmek, buğd-i fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemektir. İmanın alameti; hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır. Bir hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlânın bazı kulları vardır. Bunlar, Peygamber değildir. Peygamberler ve şehitler, kıyamet günü bunlara imrenirler. Bunlar, birbirini tanımıyan, uzak yerlerde yaşayan, Allah için birbirini seven müminlerdir) buyuruldu.
Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadet, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır ve imanın alametidir. İbadetlerin en üstünü olduğu bildirilen hubb-i fillah ve buğd-i fillah da bu demektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, Müslümanları sevmek ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemektir.)
Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama vahyederek;
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlukların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz) buyurmuştur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir Peygambere vahyetti ki, falan abide söyle; dünyada zühd ederek, nefsini rahata kavuşturdun ve kendini kıymetlendirdin. Benim için ne yaptın? Abid; ya Rabbî! Senin için ne yapılır? deyince Allahü teâlâ; düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi? buyurdu.)
Müslümanın çocuğu büluğa erince...
11 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :11 Temmuz 2025 00:13
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır..."
Sual: Bir Müslümanın çocuğu, büyüyüp, ergenlik çağına girince, bu çocuğun Müslümanlığı yine devam eder mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidinde deniyor ki:
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır. Büluğa erince, anasının, babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek büluğa erince, mürted olur. İmanın şartlarını öğrenip ve İslamiyete uymak lazım olduğuna inanmadıkça, Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah dese de, Müslümanlığı devam etmez. Âmentü billâhi’de bulunan altı şeyi öğrenip, bunlara inanması ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim demesi lazımdır.”
Sual: Namazın içindeki vaciplerinden birini bilerek yapmayanın namazı bozulur mu?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de, günah olur. Vacipleri unutarak yapmayan, Secde-i sehv yapar. Farzların ilk iki rek'atinde, Zamm-ı sûreyi unutan, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar. Kıraati unuttuğunu rüküda hatırlayan, hemen kalkıp kıraati ve sonra rüküyu yapar. Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan da, secde-i sehv eder. Zamm-ı sûrenin bir parçasını rüküda okuyana, ettehıyyatüden sonra az bir şey okuyarak, üçüncü rek'ati geciktirene, imam yüksek sesle okuyacağı yerde, hafîf sesle okursa ve hafîf sesle okuyacağı yerde yüksek sesle okursa, secde-i sehv yapmak lazım olur.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan “lâ” bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: İma ederek bile namaz kılamayan kimse, iyileşince kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Yatarak başı ile ima edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmidört saatten çok devam eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sakıt olur.
İmam olmakta öncelik hakkı
12 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :11 Temmuz 2025 23:52
Fıkıh bilgilerini daha çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imam seçilmesi lazımdır.
Sual: Birkaç kişi bir araya geldiğinde, cemaatle namaz kılacaklarında hangisinin tercihen imam olması gerekir?
Cevap: Fıkıh bilgilerini daha çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imam seçilmesi lazımdır. Bundan sonra, tecvit ile okuyan seçilir. Hafız olması şart değildir. Bunlar birkaç kişi ise, vera sahibi olan seçilir. Vera, şüphelilerden kaçınmak demektir. Bundan sonra, yaşı çok olan seçilir. Bundan sonra, sıra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar birkaç kişi ise, aralarından malı, mevkisi çok olan seçilir. Bunlar da benziyor ise, mukim misafire imam olur. Seçimde uyuşulmazsa, çoğunluğun seçtiği imam olur. Daha üstünü varken, başkası seçilirse, çirkin olur, fakat günah olmaz. Bir evde, ziyafette, seçim aranmadan, ev sahibi, ziyafet sahibi imam olur, yahut imamı bu seçer. Kiracı, ev sahibi demektir. İstenmeyen kimsenin imam olması mekruhtur. Bidat sahibi kimsenin imam olması da tahrimen mekruhtur.
Sual: Bir Müslüman, kendi mezhebinde güç olan bir emri, bir ibadeti, başka bir mezhebi taklit ederek yapabilir mi?
Cevap: Bir ibadeti, bir işi yapmak için, dört mezhepten birini taklit etmeye niyet etmek, o mezhebe uyarak yapmak lazımdır. Dört mezhebin her birinde, bir işin yapılması için, bir kolay yol, bir de güç yol vardır. Birinci yola ruhsat, ikincisine azimet yolu denir. Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azimet ile amel etmesi efdaldir. Güç olan işi yapmak, nefse daha ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbadetler, nefsi zayıflatmak, kırmak için emrolundu. Çünkü nefis, insanın da, Allahın da düşmanıdır. Onu zayıflatarak azmasını önlemek lazımdır. Fakat, büsbütün öldürülmez, çünkü, bedenin hizmetçisidir. Zayıf, hasta, sıkışık hâlde olan kimsenin, ibadetlerinde, işlerinde azimet yolunu terk etmesi, ruhsat yolu ile yapması lazımdır. Kendi mezhebinin ruhsat yolu ile yapması da güç olursa, diğer üç mezhepten birini taklit ederek yapması caiz olur.
Sual: Deli olan veya 24 saat baygın kalan bir kimse, daha sonra kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Deli olan veya bayılan kimse, yirmidört saatte ayılamazsa, iyi olunca, namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden kimse, kılamadığı her namazı kaza eder.
Muhtaç olanın sadaka vermesi
13 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme :12 Temmuz 2025 23:57
Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır.
Sual: Bir kimsenin, bakmakla sorumlu oldukları muhtaç iken, başka muhtaçlara yardım etmesi uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resulullah Efendimize ve bütün müminin ve müminâta göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”
Sual: Senetli, isbatlı alacaklar, fakir veya iflas eden kimselerde de olsa, bunlar zekât hesabına katılır mı, zekâtı verilir mi?
Cevap: Senetli veya iki şahitli olan veya itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa, nisaba, zekât hesabına katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
Sual: Bir kimse, namazda okuduğu sure veya duada, bu surelerdeki herhangi bir kelimeyi tekrarlayarak okursa namazına zarar gelir mi?
Cevap: Namazda okunan sure ve dualarda, kelimeyi tekrarlayınca mana değişirse, namaz bozulur. Rabbi Rabbil'âlemîn, mâliki mâliki yevmiddîn deyince bozulur. Fakat, mananın değiştiğini bilmezse veya ağzından kaçarsa yahut harfi doğru okumak için tekrar ederse, namaz bozulmaz.
Sual: Evvabin namazı diye bir namaz var mıdır?
Cevap: Akşam namazının farzından sonra, nafile olarak kılınan altı rekat namaza, Evvâbîn namazı denir.
Sual: Namaz kılması mekruh olan vakitlerde, cenaze namazı kılınmaz mı?
Cevap: Güneş batarken, yalnız o günün ikindi namazının farzı kılınır. İmâm-ı Ebû Yusuf hazretlerine göre, cuma günü güneş tepede iken, nafile namaz kılmak mekruh olmaz. Bu kavil zayıftır. Namaz kılması mekruh olan üç vakitte önceden hazırlanmış cenazenin namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehiv de caiz değildir. Hazırlanması bu vakitlerde biten cenazenin namazını, bu vakitlerde kılmak caiz olur.
Sual: Ezanı, minare gibi yüksek bir yere çıkarak okumanın dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Ezanı yüksek yerde okumak sünnettir. Okuyanın sesini yükseltmesi lazımdır. Fakat, çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır.
.
.
.
.
.
.
.
|
Bugün 74 ziyaretçi (1242 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|