 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
Receb ayına saygının neticesi
1 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :31 Aralık 2024 22:53
Receb ayı, Âdem aleyhisselamdan beri kıymetli idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi.
Sual: Receb ayı, her ümmet için kıymetli mi idi ve her ümmet bu aya saygı gösterir miydi?
Cevap: Mübarek üç ayların ilki olan receb ayı, Âdem aleyhisselamdan beri kıymetli idi. Bu ayda muharebe etmek günah idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb demek, mürecceb, muazzam, muhterem, kıymetli demektir. Fârisî Enîsülvâ'ızîn kitabında deniyor ki:
“İsa aleyhisselâm zamanında bir genç, güzel bir kıza tutulmuştu. Ona kavuşmak için çırpınıyordu. Nice zaman sonra söz aldı. Bir akşam, odada buluştular. Genç, pek sevinçli idi. Ansızın, pencereden hilali, yeni ayı gördü. Bu hangi aydır dedi. Kız, receb deyince, genç toparlandı, gitmek için hazırlandı. Kız şaşırıp, ne oluyorsun dedi. Genç, babalarımdan işittim. Receb ayında günah işlenmez. Bu aya saygı gösterilir deyip, özür diledi ve evine gitti...
Allahü teâlâ, İsa aleyhisselâma vahiy gönderip, olanları bildirdi. Bu genci ziyaret et! Selamımı söyle buyurdu. Genç, receb ayına gösterdiği bir saygı için, büyük bir Peygamberin kendine gönderildiğine sevinerek iman etti. İyi bir mümin oldu. Receb ayına gösterdiği bir saygı sebebi ile, iman şerefine kavuştu.”
Hadis-i şerifte de;
(Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikram edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyada ve ahırette ikram eder) buyuruldu.
Sual: Zamanımızda kullanılan miladi ve hicri senelerdeki gün sayısı, uzunlukları ve bu takvimlerin başlangıçları aynı mıdır?
Cevap: Uzunluk bakımından iki türlü sene vardır ki bunlar; Şemsî ve Kamerî senedir. Şemsî sene, güneş senesi olup, dünyanın güneş etrafında bir devir yaptığı zamandır ki, 365 vasatî güneş günüdür. Kamerî sene; ayın, dünyanın etrafında 12 kerre döndüğü zaman olup, 354 güneş günüdür. Güneş yılı, kamerî yıldan 10 gün daha uzundur. Başlangıç zamanına göre, iki türlü sene kullanılmaktadır. Bunlar; milâdî sene, hicrî sene. Milâdî sene, İsa aleyhisselamın doğum günü zannedilen zamandan başlar. Hicrî sene, Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettiği seneden itibaren başlamaktadır.
Sual: Selam verene veya aksırıp elhamdülillah diyene hemen, geciktirmeden cevap vermek gerekir mi?
Cevap: Selam verene ve üçe kadar aksırıp da Elhamdülillah diyene hemen cevap vermek farz-ı kifayedir. İşitenlerin cevabı geciktirmesi haramdır. Tövbe etmeleri lazım olur.
Regâib gecesine farklı anlam vermek!
3 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :2 Ocak 2025 22:25
Nûr-i Nübüvvetin, hazret-i Âmine validemize intikali, şimdiki Cemâzil-âhır ayındadır, Regâib gecesinde değildir.
Sual: Peygamber efenimizin anne, babasının evlendiği geceye Regâib gecesi diyenler var. Böyle bir şeyin aslı var mıdır?
Cevap: Türkiye'de ve birçok İslam memleketlerinde, bir asırdan beri, Peygamber efendimizin babası hazret-i Abdullah'ın evlendiği geceye, Regâib kandili ismini veriyorlar. Regâib gecesine böyle mana vermek doğru değildir. Resulullah Efendimizin dokuz aydan önce dünyayı teşrif etmiş olduğunu bildirmek olur ki, bu da, noksanlık ve kusurdur. Her bakımdan, her insanın üstünde ve her bakımdan kusursuz olduğu gibi, hazret-i Âmine validemizi nurlandırdığı zaman da, noksan ve kusurlu değildi. Bu zamanın noksan olması, tıp ilminde ayıp ve kusur sayılmaktadır.
Peygamber Efendimizin babası hazret-i Abdullah'ın evlendiği sene, ayların yeri değişik idi. Receb ayı, Cemâzil-âhır ayının yerinde idi. Yani bir ay ileride idi. O hâlde, nûr-i Nübüvvetin, hazret-i Âmine validemize intikali, şimdiki Cemâzil-âhır ayındadır, Regâib gecesinde değildir.
Sual: Bazı kimseler, Regâib gecesi gibi mübarek gecelerde cemaatle toplu namaz kılıyorlar. Böyle yapmanın dinimizdeki yeri nedir?
Cevap: Regâib, Berât ve Kadir namazlarını cemaatle kılmak mekruhtur. Regâib namazı, recebin ilk cuma gecesi kılınan nafile namazdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydana çıkmıştır. Birçok âlim, bunun çirkin bidat olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaatle namaz kılan yüzlerle kişiler, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin söz birliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler. Mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir. Çünkü, haramı mubah bilmek, küfür olur. Mekruhu mubah bilmek, ondan bir basamak aşağıdır. Bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır.
Nafile ibadetleri gizli yapmak lazımdır. Böylece, riya ve gösteriş tehlikesi olmaz. Cemaat ile kılmak böyle değildir. Farzları açıkça yapmak, herkese göstermek lazımdır. Çünkü farzlarda gösteriş lekesi olmaz. Bunları cemaat ile kılmak, bunun için uygundur. Bundan başka, cemaatin çok olması, fitne uyandırır. Hadis-i şerifte; (Fitne uykudadır. Bunu uyandırana, Allah lanet eylesin!) buyuruldu.”
.
Receb ayında hareketsiz kalanlar
4 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :3 Ocak 2025 22:08
“Allahü teâlânın sevgili kullarından bir grup vardır ki, onlara 'Recebî' derler..."
Sual: Receb ayında, Allah'ın sevgili kulları varmış ve receb ayı boyunca bunlar hiç hareket etmezlermiş deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
Cevap: Bu konuyla alakalı olarak Muhyiddîn Arabî hazretleri Fütû-hât-ı Mekkiyye kitabında şöyle yazmaktadır:
“Allahü teâlânın sevgili kullarından bir grup vardır ki, onlara 'Recebî' derler. Onlar kırk kişidir. Sayıları artmaz ve eksilmez. Receb ayında hiç hareket etmezler. Ayakta duramadıkları gibi, oturamazlar da. Ellerini, ayaklarını ve gözlerini dahi kıpırdatacak kuvveti kendilerinde bulamazlar. Receb ayının ilk günlerinde bu hâl üzere olurlar. Günden güne bu hâlleri hafîfler. Şaban ayı girince, bu hâlleri kalkar. Bazen onlardan bir kısmında bu keşif hâlleri kalıp, bir sene devam eder...
Recebîlerden birini gördüm. Onda Rafızilerin durumunu keşfedip görme hâli baki kalmıştı. Tanımadığı bir Rafıziyi domuz şeklinde görür ve sen Rafızisin, tövbe et, derdi. O Rafızi tövbe ederse, onu insan suretinde görürdü ve sen gerçekten tövbe ettin, derdi. Eğer o kimseyi yine domuz suretinde görürse, yalan söylüyorsun, sen tövbe etmedin, derdi...
Bir gün Şafii mezhebinde oldukları ve iyi kimseler olarak tanınan iki kişi huzuruna geldiler. Meğer o iki kişi dıştan iyi görünmelerine rağmen, Rafızi imişler. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Osman hakkında yanlış ve kötü düşüncelere sahip imişler. O zat huzuruna gelen bu iki kişiye dışarıya çıkmalarını söyledi. Sebebini sorduklarında, ben sizi domuz şeklinde görüyorum, dedi. O iki kimse o anda kalblerinden tövbe ettiler. Bunun üzerine o zat, şimdi tövbe ettiniz. Çünkü şu anda sizi insan suretinde görüyorum, dedi. O kimseler buna çok şaştılar ve bozuk itikatlarından tamamen vazgeçtiler.”
Sual: Bir Müslümana, nafile olarak oruç tutmak mı yoksa İslamiyetin emirlerini öğrenip uymak mı daha faydalıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İnsanlar, riyazet çekmek deyince, açlık çekmeyi ve oruç tutmayı anladılar. Hâlbuki, dinimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nafile oruç tutmaktan daha güç ve daha faydalıdır. Bir kimsenin, önündeki yiyeceklerden, dinimizin emrettiği kadar yemesi, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyazettir ve diğer riyazetlerden çok üstündür.”
Buna, ister rü'yet desinler, ister müşâhede desinler. Kalb göremeyince, göz elbette göremez. Bu dünyâda gözün Allahü teâlâyı görmesi mümkün değildir. Kalbde hâsıl olan yakîn, Âlem-i misâlde, rü'yet şeklinde görülmekdedir.
Allahü teâlâyı dünyada görmek!..
5 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :4 Ocak 2025 23:16
"Bu âlem, Allahü teâlâyı görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir."
Sual: Allahü teâlâyı bu dünyada bu gözlerle görmek mümkün müdür?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabının çeşitli yerlerinde buyuruyor ki:
“İslâmiyet; ilim, amel ve ihlas olmak üzere üç kısımdır ki tasavvuf, bu üçüncüsünü elde etmek içindir. Allahü teâlâyı görmek ise, ancak âhırette olacaktır.
Allahü teâlâyı müminler cennette görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur.
Allahü teâlâyı Cennette görmeye inanmak şerefinden mahrum olanlar, bu saadete kavuşmakla nasıl şereflenebilir ki! “İnkâr eden, mahrum kalır” sözü meşhurdur. Cennette olup da görmemek de uygun değildir. Çünkü, İslâmiyet, Cennette olanların hepsi görecektir diyor.
Cennet de, her şey gibi, Allahü teâlânın mahlukudur. Allahü teâlâ, mahluklarının hiçbirisine girmez, birinde bulunmaz. Fakat mahluklarının bazısında Onun nûrları zuhûr eder. Bazısında ise, o kabiliyet yoktur. Aynada, karşısındaki cisimlerin görünüşleri, zuhûr ediyor. Taşta, toprakta ise etmiyor.
Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu âlem, Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen, yalancıdır, iftiracıdır. Bu dünyada, bu nimet nasip olsaydı, herkesten önce, Musa aleyhisselâm görürdü. Peygamber efendimiz mirâcda, bu devletle şereflendi ise de, bu dünyada değildi. Cennete girdi. Oradan gördü. Yani, âhırette görmüş oldu. Dünyada görmedi. Dünyada iken, dünyadan çıktı, âhırete karıştı ve orada gördü.
Allahü teâlânın kudreti, kuvveti o kadar çoktur ki, bu geçici ve zayıf olan dünya hayatında, hissiz, hareketsiz, içi boş iki sinir parçasına, karşısında olan şeyleri görebilmek kuvveti vermiştir. Sinirlere bu kuvveti veren yüce Allah, âhırette, daha kuvvetli ve hiç yok olmayacak olan bu iki sinir parçasına, karşısında olmayanları, cihetsiz veya her cihette olanları da görmek kuvvetini veremez mi? Çünkü O, sonsuz kudret sahibidir ve âhırette hissedilmesi ve görülmesi kabildir. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Âhirette görülecektir. Dünyada "îkan" hasıl olur, yani "görmüş gibi" inanılır... Bu dünyada, kalblerin Allahü teâlâdan nasibi, yakin hasıl olmaktan başka değildir.”
.
İnsan, yaptıklarında serbest midir?
6 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :6 Ocak 2025 15:42
İnsanlar, mahluk olduğu gibi, insanın bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur, yaratmasıdır.
Sual: İnsanlar, dünyada yaptıklarını, kendi tercihleri ile mi, yoksa kendilerine zorla mı yaptırılmaktadır?
Cevap: Allahü teâlâ, insanlara irade denilen kuvveti vermeyi ve insanların, istediklerini yapmakta, istemediklerini yapmamakta serbest olmalarını ezelde irade etmiştir. Hiçbir şeyi zorla yaptırmamaktadır.
İnsanlar, mahluk olduğu yani yaratıldığı gibi, insanın bütün işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur, yaratmasıdır. Çünkü Ondan başka, kimse bir şey yapamaz, yaratamaz. Kendi mahluk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin az olduğuna alamettir ve ilmin noksan olduğuna işarettir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz, icat edemez. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbi, yani o iş, kendi kudreti ve iradesi ile olmuştur. O işi, yaratan, yapan, Allahü teâlâdır. Kesb eden, kuldur.
Görülüyor ki, insanların ihtiyari, tercihli işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir.
İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyarı yani beğenmesi olmasa, o iş, titreme şeklini alır. Midenin, kalbin hareketi gibi olur. Hâlbuki, ihtiyari hareketlerin, bunlar gibi olmadığı meydandadır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyari hareketle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir.
Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kasıtlarına, arzularına tabi kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mesul olur. İşin sevabı ve cezası, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği kasıt ve ihtiyar, işi yapıp yapmamakta müsavi, eşittir.
Her işi yapmanın ve yapmamanın iyi veya fena olduğunu, Peygamberleri ile kullarına açıkça bildirmiştir. Kul, her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek, iş, iyi veya fena olacak, günah veya sevap kazanacaktır.
Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret yani enerji ve ihtiyar yani beğenmek, seçmek vermiştir. Daha çok vermesine, lüzum yoktur. Lüzumu kadar vermiştir. Buna inanmayan, kolay şeyleri anlayamayan kimsedir. Kalbi hasta olduğundan, İslamiyete uymamak için bahane aramaktadır!
.
Kefirde alkol vardır!
7 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :7 Ocak 2025 00:38
"Gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin azının içilmesi de haram olur."
Sual: Sütten yapılmakta olan kefir denen içeceği, içmenin, kullanmanın, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: İmâm-ı Muhammede göre, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin, sarhoş etmeyecek kadar azının içilmesi de haram olur. Fetvâ da böyledir. Diğer üç mezhebde de böyledir. Çünkü, Peygamber Efendimiz;
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını içmek de haramdır) ve;
(Sarhoş eden her içki şaraptır ve hepsi haramdır) buyurdu.
Bu hadis-i şerif, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin hepsinin haram olduğunu bildirmektedir. Muhammed aleyhisselam, maddelerin hakikatlerini, fen bilgilerini öğretmek için değil, bunların hükümlerini bildirmek için gönderilmiştir.
Kısrak, inek, deve sütleri, mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlar. Birincisine Kumis, ikincisine Kefir denir ki, bira gibi haramdırlar. Bu hususta, İskilibli M. Âtıf Efendi'nin Men’i müskirât kitabında geniş bilgi vardır.
Sual: Haram olan bir şeyi ilaç olarak kullanmanın ve ihtiyacı olan birine kan vermenin dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“Zaruret olmadıkça insanın bir parçasını kullanmak haramdır. Kullanması haram olan şeyi ilaç olarak yemek ve içmek de caiz değildir.” İbni Âbidîn hazretleri bunu açıklarken buyuruyor ki:
“Kullanılması haram olan şey, temiz olsun, necis, pis olsun, ilaç olarak kullanmak haramdır. Fakat, hastalığa iyi geleceği bilinir ise ve ondan başka ilaç yoksa, kullanılmasına izin verilmiştir. Ölüm tehlikesi olduğu ve başka çare bulunmadığı zaman, kadına ve erkeğe kan vermek caiz olur.” Şeyh Tâhir-üz-Zâvî, fetvâsında diyor ki:
“İslam dini, sıhhati korumayı ve bedenin selametini emretmektedir. Hastaya kan vermek, insani vazifedir. Çünkü, hayatı korumak, bazen kan verilmesine bağlı olmaktadır. Kan vermek, sütkardeşliğine sebep olmaz, nikâhı bozmaz.”
Sual: Cemaate sonradan gelen ve imama rükuda yetişen bir kimse, ne yapmalı ve nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Umdet-ül-islâmda deniyor ki:
“Cemaate yeni gelen bir kimse, imamı rükuda görürse, ayakta tekbir getirip, rükuya eğilir. Tekbiri rükuya eğilirken söylerse, namazı sahih olmaz. Rükuya eğilmeden, imam kalkarsa, o rekate yetişmemiş olur.”
Başkasını kendine tercih etmek
8 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :8 Ocak 2025 00:54
İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir.
Sual: Başkasını kendisine tercih etmek güzel huylardandır deniyor. Bu tercih, ibadetler dâhil, her konuda geçerli midir?
Cevap: Bu konuda Eşbâhda deniyor ki:
“Başkasını kendine tercih etmek, isârdır ve güzel huylardandır. İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir. İnsana lazım olan şeylerde isâr yapılır, ibadetlerde isâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan bir kimse, bunları kendisi kullanır. Bunları muhtaç olana vermez. Cemaatle namaz kılarken, birinci saftaki yerini başkasına vermez. Namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına isâr etmesi, vermesi caiz değildir.”
Sual: İnsanların terbiyesinde, nafakalarını temin etmekte yardımcı olmak da, sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden, kullarından birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline, kullarına hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle öğünmek, akıl icabıdır.”
Sual: Bir kimse, başka birinin bahçesindeki elmaları toplayıp fakirlere dağıtın diye emir verse, bu emre uyanlar, dağıttıkları elmaların bedelini öderler mi?
Cevap: Herkes, ancak kendi mülkü için emir verebilir. Başkasının malını denize at diye birisi emir verse, bu emre uyup o mal denize atılmaz, atan öder. Vekiline, borcumu, kendi malından öde dese, vekil kabul etse bile, ödemeye mecbur olmaz. Fakat, vekilde alacağı veya emanet parası varsa, o vekil, emri yapmaya, ödemeye mecburdur. Malımı satıp öde dese, bu emri, yalnız ücretli vekil yapmaya mecbur olur.
Vekalet nedir, nasıl vekil yapılır?
9 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :9 Ocak 2025 00:29
Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasına iş havale etmesi demektir.
Sual: Vekalet nedir, bir kimse nasıl vekil yapılır?
Cevap: Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havale etmesi demektir. Yerine geçirilen başka kimseye Vekil denir. Vekil edene de, Sahip denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene Resul veya Haberci denir.
Birini vekil yapmak, icab ve kabul ile olur. Yani, “Seni vekil yaptım” ve “Kabul ettim” sözleri veya yazıları ile olur. Vekil, cevap vermeden, işi yapmaya başlasa, kabul etmiş olur. İş habersiz yapıldıktan sonra, sahibinin, izin verdim demesi ile de, vekil etmiş olur. Kiracı kira ile, kiradaki malı tamir etmeye vekil yapılabilir.
Sual: Bir kimse, satın almak istediği her şey için, başkasından ödünç para isteyebilir mi?
Cevap: Ödünç istemek ancak lazım olunca caiz olur. Lazım olmak da üç türlüdür:
1-Lüzûm-i îcâbî yani nafakası olmayanın veya kazancı şüpheli olanın, helal nafaka almak için, ödünç istemesidir. Setr-i avret için çamaşır parası da böyledir.
2-Lüzûm-i aklî yani evi olmayan kimsenin, memleketin âdetine göre, kira veya satın almak için ödünç istemesidir. Soğuktan korunmak için, elbise parası da böyledir.
3-Lüzûm-i istihsânî yani mevkisi, vazifesi sebebi ile, âdete uygun giyinmek için, ödünç istemektir.
Bu üç lüzum için, faizsiz ödünç istemek caiz olur. Yalnız bunlara ödünç verilir, zalimlere, fasıklara ödünç verilmez. Gerçekten ihtiyacı olana ödünç verilir. İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harcayana verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek de doğru değildir. Nisaba malik olmayan kimsenin, kurban kesmek için ödünç istemesi caiz değildir.
Sual: Çocuğa içki içirilse, bu çocuk günaha girmiş olur mu?
Cevap: Çocuğa günah olmaz çünkü mükellef, sorumlu değildir. Ancak büyüklere haram olan şeyleri, çocuğuna yaptıran kimse, haram işlemiş olur.
Sual: Namazda kaç rekat kıldığını şaşıran, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılmalıdır. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek tamamlar. Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar, çıktı ise kılmaz.
İmanın devamlı kalabilmesi için...
10 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 00:22
İmanın, bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebepleri vardır...
Sual: Bir kimsede, imanın devamlı kalabilmesi için ne yapılması gerekir?
Cevap: Bu konu Mızraklı İlmihal kitabında şöyle bildirilmektedir:
“İmanın, bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1-Biz gayba iman eyledik. Bizim imanımız gaybadır, zahire değildir. Zira biz, Allahü teâlâyı, gözümüzle göremedik. Lakin görmüş gibi inandık, iman ettik. Bundan asla şüphemiz yoktur. 2-Yerde ve gökte, insanda ve cinde, meleklerde ve Peygamberlerde, gaybı bilen yoktur. Gaybı ancak Allahü teâlâ bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. Gayb demek, duygu organları ile veya hesap, tecrübe ile anlaşılmayan demektir. Gaybı ancak Onun bildirdikleri bilir. 3-Haramı haram bilip, itikat etmek, inanmak. 4-Helali helal bilip, böyle itikat etmek, inanmak. 5-Allahü teâlânın azabından emin olmayıp, daimâ korkmak. 6-Her ne kadar günahkâr olsa da, Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yahut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin imanı ve İslamı sahih değildir.”
Sual: Kur’ân-ı kerimde ana hatları ile bildirilen temel konular nelerdir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde beş ilim vardır ki bunlar sırasıyla şöyledir:
1-Mahlukları, yaratılanları inceleyerek, Allahü teâlânın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. Fen bilgileri bu kısımdadır. 2-Tarihi inceleyerek, iman edenlerin, İslamiyete uyanların mesut olduklarını, imansızların ise dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmaktadır. 3-Ahıretteki nimetleri ve azabları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir. 4-Dünyada ve ahırette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir. 5-Müşriklerle, münafıklarla, Yahudilerle, Hıristiyanlarla ve yetmişiki fırkadaki sapık Müslümanlarla nasıl geçinileceği bildirilmektedir.
Sual: Ezanı bildirildiği şekilde okumamak ve uygun okunan ezanı dinlememek de günah olur mu?
Cevap: Kitaplarda; ezanı fıkıh kitaplarının bildirdikleri vakitlerde ve sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezanı işitince saygı göstermemek, büyük günahlardandır diye bildirilmektedir.
Sual: Doğru da olsa her zaman çokça yemin etmek mahzurlu mudur?
Cevap: Kitaplarda; doğru olsa bile, çok yemin etmenin büyük günahlardan olduğu bildirilmektedir.
Sünnetlere, 'namaza' diye niyet etmek
11 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 22:01
Namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Beş vakit namazın sünnetlerini kılarken, sadece Allah rızası için namaza veya ilk kazaya kalmış öğlenin farzına diye niyet edilse, o vaktin sünneti de kılınmış olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâhda deniyor ki:
“Beş vakit namazın ilk ve son sünnetlerini, yani müekket sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyet etmek lüzumunda sahih olan, güvenilen fetva, şart olmadığını göstermektedir. Revatib sünnetler, nafile niyeti ile veya yalnız namaza niyet ederek sahih olur. Yani o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyet etmeye lüzum yoktur. İmâm-ı Zeyla'î de, böyle buyurmuştur. Mesela fecir doğmadan, teheccüd niyeti ile, iki rekat namaz kılınca, fecrin başlamış olduğu, sonradan anlaşılsa, bu namaz, sabah namazının sünneti yerine geçer. Ayrıca sabah sünneti kılmak lazım olmaz. Öğlenin farzında dördüncü rekatte oturduktan sonra unutarak beşinci rekate kalksa, altıncı rekati de kılıp selam verir ve son iki rekati nafile olur. Bu iki rekatin son sünnet olmaması, sünnet olarak niyet edilmediği için olmayıp, sünnete ayrı bir tekbirle başlamadığı içindir. Teravih namazında da, teravih olduğuna niyet etmek şart olmadığı haberi sağlamdır. Bunun gibi, kazaya kalmış öğle namazı olmayan kimse, Cuma namazından sonra kıldığı dört rekate; 'Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi kılmaya' diye niyet etse, sonra Cuma namazının sahih olduğu anlaşılsa, sağlam ve sahih habere göre, bu dört rekat, Cuma namazının sünneti olur.
Sünnet namazları, yalnız namaz kılmaya veya sünnetten başka bir namaza niyet ederek kılınca, sahih olacakları önceden bildirilmişti.”
Görülüyor ki, namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz mesela kaza namazı, o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Farz borcu olanın, nafile ibadeti boşa mı gider?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Bir insanın mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alametidir) buyuruldu. Mâ-lâ-ya'nî, faydasız iş demektir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nafile ibadet yapmak, mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmek olur. Nafilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir.”
Peygamberler masum mudur?
12 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :11 Ocak 2025 23:16
Her Peygamberde şu yedi sıfat bulunur: Emânet, sıdık, tebliğ, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azl.
Sual: Allahü tealanın gönderdiği bütün peygamberler, günah işlemekten korunmuşlar mıdır ve bedenî kusurlar kendilerinde bulunmaz mı?
Cevap: Peygamberler (aleyhimüsselam) insanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Resul demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı, zamanında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zat demektir. Hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde İsmet sıfatı vardır ki, Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiçbir günah işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, Peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzerleri ayıp ve kusurları da olmaz. Her Peygamberde yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır ki bunlar; Emânet, sıdık, tebliğ, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azldır ki peygamberler Peygamberlikten azledilmezler. Fetânet, çok akıllı, çok anlayışlı demektir.
Sual: Suda boğularak veya yangında yanarak ölenler de, eğer imanları varsa şehit olarak mı ruhlarını teslim ederler?
Cevap: Boğularak, yanarak, garip, kimsesiz olarak, duvar ve enkaz altında kalarak ölenler, ishalden, bulaşıcı hastalıklardan, lohusalıkta, sara hastalığında, Cuma gecesinde ve gününde, din bilgilerini öğrenmekte, öğretmekte ve yaymakta iken ölenler, âşık olup, aşkını, iffetini, namusunu saklarken ölenler, zulüm ile hapsolunup ölenler, Allah rızası için müezzinlik yaparken, İslamiyete uygun ticaret yaparken, çoluk çocuğuna din bilgisi öğretirken ve ibadet yapmaları için çalışırken vefat edenler, her gün yirmibeş kerre “Allahümme bârik lî filmevt ve fî-mâ ba’d-el-mevt” okuyanlar, Duhâ, kuşluk namazı kılanlar, her ay üç gün oruç tutanlar, yolculukta da vitir namazını terk etmeyenler, ölüm hastalığında, kırk kerre “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn” okuyanlar, her gece Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devamlı olarak dinini korumak için dünyalık verenler, gıda maddeleri getirip ucuza satanlar, soğukta gusül abdesti alınca hastalanıp ölenler, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kerre “E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm” ile Haşr suresinin son ayetlerini okuyanlar Âhıret şehidi olurlar.
.
Baba katili miras alır mı?
13 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :12 Ocak 2025 22:13
Mürtede vâris olunur, fakat mürted, Müslümana vâris olamaz.
Sual: Dinimize göre babasını, anasını öldüren bir kimse, bunların bıraktığı maldan, yani mirastan pay alabilir mi?
Cevap: Köle, meyyiti öldüren, başka dinden olanlar ve mürtedler yani Müslüman iken Müslümanlıktan dönenler miras alamaz. Katle, öldürmeye yardım eden de, kâtil gibi miras alamaz. Bunların akil ve baliğ olmaları da şarttır. Mürtede vâris olunur, fakat mürted, Müslümana vâris olamaz.
Sual: Camiye, eve, tuvalete girerken ve çıkarken de, dinimizin bildirdiği belli bir ölçü var mıdır, yoksa herkes istediği gibi, istediği şekilde girip çıkabilir mi?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir ve camiden çıkarken de, önce sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde;
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir” deniyor Hadîkada da deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine ve odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Bazı camilerde, cemaatle namaz kılarken, ön saflarda yer olduğu hâlde, ön tarafa gelmeyip, arkada tek başına duranlar oluyor. Bu kimselerin bu şekilde geride durarak kıldıkları namaz kabul olur mu?
Cevap: İmam ile cemaat arasında, iki saftan ziyade, fazla alacak boş meydan veya büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanların, imama uyması caiz olur ise de, bunların geride yalnız olarak, imama uyup namaz kılmaları mekruh olur.
Sual: Erkeklerin ve hanımların, avret yerlerini sadece namaz kılarken mi örtmeleri gerekir?
Cevap: Müslüman olan erkeğin ve kadının, avret yerlerini örtmesi, namazda da, namaz dışında da farzdır.
Namazın vacipleri yapılmazsa
14 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :13 Ocak 2025 22:39
Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan, secde-i sehv eder.
Sual: Namazın içindeki vaciplerden birini bilerek yapmayanın namazı bozulur mu?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de, günah olur. Vacipleri unutarak yapmayan, secde-i sehv yapar. Farzların ilk iki rek'atinde, Zamm-ı sûreyi unutan, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar. Kıraati unuttuğunu rüküda hatırlayan, hemen kalkıp kıraati ve sonra rüküyu yapar. Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan da, secde-i sehv eder. Zamm-ı sûrenin bir parçasını rüküda okuyana, ettehıyyatüden sonra az bir şey okuyarak, üçüncü rek'ati geciktirene, imam yüksek sesle okuyacağı yerde, hafîf sesle okursa ve hafîf sesle okuyacağı yerde yüksek sesle okursa, secde-i sehv yapmak lazım olur.
Sual: Bir Müslümanın çocuğu, büyüyüp, ergenlik çağına girince, bu çocuğun Müslümanlığı yine devam eder mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır. Bülüğa erince, anasının, babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek bülüğa erince, mürted olur. İmanın şartlarını öğrenip ve İslamiyete uymak lazım olduğuna inanmadıkça, Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah dese de, Müslümanlığı devam etmez. Âmentü billâhi’de bulunan altı şeyi öğrenip, bunlara inanması ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim demesi lazımdır.”
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: İma ederek bile namaz kılamayan kimse, iyileşince kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Yatarak başı ile ima edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmidört saatten çok devam eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sakıt olur.
Kadının yalnız hacca gitmesi
15 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :14 Ocak 2025 20:46
Hanefi mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, söz birliği ile haramdır.
Sual: Müslüman bir kadın, yanında kocası, babası, amcası, dayısı, oğlu, erkek kardeşi olmadan hacca gidebilir mi, böyle yakın mahremi olmayan kadına hacca gitmek farz olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîkada buyuruluyor ki:
“Peygamber Efendimiz; (Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan kadının üç günlük yola, zevci veya zî-rahm-i mahreminden biri ile gitmesi helal olur) buyurdu.
-Ya Resûlallah! Zevcem hacca gidiyor. Ben cihada gidiyorum. Yanında bulunamayacağım deyince Resulullah Efendimiz;
-Cihadı bırak. Zevcen ile birlikte hac yap! buyurdu.
Bu hadis-i şerife göre, zevcesini, hanımını hacca götürmek için, başka mahremi bulunmaz ise, zevcin, erkeğin cihaddan geri dönmesi lazımdır. Çünkü, zevceyi haramdan korumak farz-ı ayındır.
Kadının, mahremsiz sefere çıkması caiz olmadığı gibi, yabancı erkeklerin ve mahremleri ile giden kadınların da, bir kadını sefere götürmeleri caiz değildir. Kadının hacca gitmesi için de, yanında mahremi veya zevci, kocası bulunması lazımdır.
Kadının kız kardeşinin zevci, yani enişte ve teyzenin zevci, kadının mahremi değildir. Bunların mahrem olmadıkları Ni'met-i islâmın hac kısmında ve Ali Efendi fetvâsında yazılıdır.
Mahremin de, emin, güvenilir, âkıl ve bâliğ olması lazımdır. Müslüman da, zimmî de olabilir. Mecusi olamaz. Müslüman bir kadın, Mecusi olan mahremi ile ve emin olmayan mahremi ile ve bâliğ olmamış akıllı çocuk mahremi ile sefere çıkamaz. Böyle çocuğun bulunması, halvete mâni olamaz. Bâliğa olmamış, gösterişli kız da, kadın gibidir. Yani mahremsiz sefere çıkamaz.
Hanefi mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, söz birliği ile haramdır. Şâfiî mezhebinde, kadının mahremi olmadan, emin kadınlarla birlikte, yalnız hacca gitmesi câizdir.
Hanefi kadın, Şâfiîyi taklid ederek, böyle hacca gidemez. Çünkü, mezheb taklidi, ancak emrolunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak içindir. Mahrem bir erkeği bulunmayan kadının hacca gitmesi emrolunmadı ki, Şâfiî mezhebini taklid etmek lazım olsun! Yani, mahremi olmayan kadına hacca gitmek farz olmaz.”
Sual: Namazı kılıp kılmadığında şüphe eden kimse ne yapmalıdır?
Cevap: Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar. Çıktı ise kılmaz.
.
Ölenin ruhundan istifade etmek
16 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :15 Ocak 2025 23:01
"Bir mümin, tanıdığı bir müminin kabrine gelip selam verince, onu tanır ve cevap verir."
Sual: Ölen bir kimsenin kabri ziyaret edildiği zaman, ziyaret eden ile kabirdeki kimsenin ruhları karşılaşıp, birbirinden faydalanabilirler mi?
Cevap: İbin Kemâl Paşa hazretlerinin yazdığı kırk hadîs-i şerîf, Muhammed Nitâî hazretleri tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu tercümenin onsekizinci hadis-i şerifinde;
(Bir işinizde şaşırırsanız ölmüşlerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. Şeyh-ul-islâm Ahmed Efendi, bu hadîs-i şerîfi açıklarken buyuruyor ki:
“Ruhun bedene bağlanması, kuvvetli bir aşk ile olmuştur. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılması demektir. Fakat, ruh ayrıldıktan sonra, bu aşkı bitmez. Ruhun bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükten sonra, uzun zaman bitmez. Bunun içindir ki, ölülerin kemiğini kırmak, mezarı üstüne basmak yasaktır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve tesiri çok olan bir zatın mezarı yanında durup, o toprağı ve o zatın bedenini düşünse, o zatın ruhunun, bedenine ve dolayısı ile, o toprağa bağlılığı olduğundan, bu iki ruh karşılaşır. Gelen insanın ruhu, o zatın ruhundan çok şeyler edinir ve güzelleşir, olgunlaşır."
İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî hazretleri, Metâlib-i âliyye ve Zâd-ı Me'âd kitaplarında diyor ki:
“Gelen insanın ruhu ile, kabirdeki zatın ruhu, birer ayna gibidir. Birbirinin karşısına gelince, herbirinin ışığı, ötekinde akseder, yansır. Gelen kimse, o toprağa bakıp, Hak teâlânın büyüklüğünü, öldürmesini, diriltmesini düşünüp, kaza ve kaderine razı olup, nefsi kırılırsa, ruhunda marifet, feyiz hasıl olur. Bunlar, o zatın ruhuna sirayet eder. Bunun gibi, o zat, öldükden sonra, ruh âleminden ve rahmet-i ilâhîden ona gelmiş olan ilimler, kuvvetli eserler, onun ruhundan, gelen insanın ruhuna sirayet eder, geçer.”
El a'lâm kitabında deniyor ki:
“Peygamberlerin ruhları diledikleri yerlerde ve kabirlerinde zuhur eder. Kabirlerinde her an bulunmadıkları gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun için, onları ziyaret etmek müstehabdır.
Her Müslümanın ruhu ile kabri arasında, devamlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyaret edenleri anlarlar. Selamlarına cevap verirler. Hadîs-i şerîfte;
(Bir mümin, tanıdığı bir müminin kabrine gelip selam verince, onu tanır ve cevap verir) buyuruldu.”
Satıcının, sattığı malı övmesi
17 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :16 Ocak 2025 21:53
"Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmeyecek, acınmayacaktır."
Sual: Satıcıların, sattıkları malları, sırf satmak için müşterilerine aşırı derecede övmesi dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Kimyâ-i se'âdette buyuruluyor ki:
“Satılan malı, olduğundan aşırı methetmemeli, övmemelidir. Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulmetmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir. Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamet günü her sözden sual olunacaktır. Beyhude, lüzumsuz olarak söyleyenler, hiç özür bulamayacaktır.
Yemin ile satmaya gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Alışverişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemin edenlere ve sanat sahiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun!)
(Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmeyecek, acınmayacaktır.)
Yunus bin Abîd hazretleri ipekli kumaş tüccarı idi. Malını satarken hiç methetmez, övmezdi. Çırağı, bir gün, kumaşı gösterirken, müşterinin yanında;
-Ya Rabbî! Bu Cennet kumaşından bana da nasib et! deyince, Yunus bin Abîd hazretleri, bu sözün kumaşı methetmek, övmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp sattırmadı.”
Sual: Namazda bir hatadan dolayı secde-i sehiv gerekmiş ise, ne şekilde yapmalıdır?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturur ve namazı tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
Sual: Sıkıntıdan, dertten kurtulmak için, secde âyetlerini okuyup, secde ettikten sonra dua etmenin faydası olur mu?
Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda ve Nûr-ül-îzâhda deniyor ki:
“İmâm-ı Nesefî hazretleri Kâfî kitabında buyuruyor ki: Bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, ondört secde âyetini, ezberden, ayakta okuyup, herbirinden sonra, hemen yatıp secde ederse, Allahü teâlâ, o kimseyi o dert ve beladan korur.”
Son secdeden kalkınca, ayakta ellerini ileri uzatır. Kendinin veya bütün Müslümanların dinlerine ve dünyalarına gelen belalardan, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtulmaları ve korunmaları için dua eder.
Doğumun kolay olabilmesi için
18 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :18 Ocak 2025 01:02
Doğumun kolay olması, bebeğin rahat dünyaya gelmesi için okunacak dualar vardır...
Sual: Doğumun kolay olabilmesi için, tıbbın bildirdiklerinin dışında, okunacak veya yazılacak bir dua var mıdır?
Cevap: Doğumun kolay olması, çocuğun rahat dünyaya gelmesi için Bostân-ül-ârifîn kitabında deniyor ki:
“Abdullah ibni Abbas hazretleri buyurdu ki: Bir tas, tabak içine (Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne Rabbil' Arş-il'azîm Elhamdülillahi Rabbil' âlemîn) ve sonra (Nâzi'ât) suresinin son âyetini ve Ke-ennehüm'den i'tibâren (Ahkaf) sûresinin son âyetini Kur’ân harfleri ile yazıp, eritip çocuğun annesine içirmelidir.”
Sual: Kendisine bir nimet gelen kimse, bu nimete karşılık şükür için secde yapabilir mi?
Cevap: Şükür secdesi de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine nimet gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehabdır. Secdede önce; Elhamdülillah der. Sonra, secde tesbihini okur.
Sual: Her namazın ardından şükür secdesi yapmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Namazdan sonra şükür secdesi yapmak mekruhtur. Mekruh olduğu Mektûbât-ı Ma'sûmiyyede de yazılıdır. Cahillerin sünnet veya vacib sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. Bidat hasıl olmasına sebep olur.
Sual: Karaborsacıların sakladıkları malları, devlet, uygun fiyata sattırabilir mi?
Cevap: Mecellenin 26. Maddesinde;
“Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye zarar yapılabilir” deniyor. Gıda maddelerini satanlar, piyasadaki değerin iki misline satarak halka zarar verirlerse, hâkim piyasadaki değerine sattırır. Kıtlık zamanında, hükûmet, ihtikâr yapanın, yani karaborsacıların yığdığı gıda maddelerini, uygun fiyat ile, aç kalanlara sattırabilir.
Sual: Mülk sahibi, kiraya verdiği yerin kira müddetini uzatmaz ise, oradan çıkmak mı gerekir?
Cevap: Kira müddeti bitince, mal sahibi uzatmaz ise, kiracı çıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi lazımdır. Teslim etmezse, gasbetmiş olur. Fakat, kullanma sebebi ile herkes için hasıl olması âdet olan haraplık, kabahat sayılmaz.
Sual: Pazarlık ederek hatim, mevlid okumak dinen uygun mudur?
Cevap: Hadîka ve Berîkada deniyor ki:
“Hafız pazarlık etmeden, Allah rızası için hatim, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması caiz olur. İtiraz ederse, aldığı haram olur.”
.
Zaruret hâlinde faizle para almak!
19 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 01:07
Zaruret, bir kimsenin aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir.
Sual: Zaruret hâlinde faizle para alınacağını söyleyenler oluyor. Dinimizde böyle bir hüküm var mıdır eğer varsa bu zaruret nedir, neleri içine almaktadır?
Cevap: Hiçbir memlekette, hiçbir kimseden, bankadan ve kooperatiften, zaruret olmadıkça, hiçbir sebep ile ödünç para alıp faiz ödemek caiz değildir. Zaruret başkadır, ihtiyaç başkadır. Zaruret, kendinin veya nafakası lazım olanların aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir. Zaruret olunca, yani ölümden veya hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, helal yollardan, faizsiz olarak, zaruretin giderilmesine çalışılır. Helal yol bulunamazsa, faizle ödünç alınıp, bununla zaruret giderilir ise de, sonra, ihtiyaçtan fazla bir şeye para sarf etmeyip, borcunu bir an önce ödeyerek faizden kurtulması farzdır. Bahr kitabında; “Muhtaç olanın faiz ile borç alması caizdir” denmektedir.
Sual: Bir kimse, ev almak için faizle para alabilir mi?
Cevap: Kira ile ev tutmak varken, ev satın almak zaruret değildir. Ticaret, sanat için sermaye bulmak da zaruret değildir. Zaruret hâlinde olana da faiz ile ödünç vermenin haram olduğu Eşbâhda bildirilmektedir. Haramdan kurtulmak için, muhtaç olan kimseye muâmele ve 'îne yolları' ile ödünç verilir, denilmiştir. Böyle, farzı yapmamaktan veya haram işlemekten kurtuluş yolu aramaya da Hîle-i şer'ıyye denir.
Sual: İmamlık, müezzinlik yapanların, yaptıkları bu hizmet karşılığında ücret alabilir mi?
Cevap: Ezan okumak, imamlık yapmak, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için almaya izin verilmiştir. Haram işler için ücret almak caiz değildir.
Sual: Ekmeği sayı ile sayarak ödünç almak uygun olur mu?
Cevap: Eti tartarak, ekmeği tartarak veya sayarak ödünç vermek ve almak caizdir.
Sual: Birisinden ödünç bir şey istemek için, bir başkasını vekil etmek uygun olur mu?
Cevap: Ödünç verilecek parayı veya malı almak için, bir başkası vekil edilebilir. Ancak birisinden ödünç bir şey istemek için vekil olunmaz.
Sual: Malı, parası olduğu hâlde borcu ödemeyi geciktirmek günah olur mu?
Cevap: Malı, parası olduğu hâlde, borcu az olan kimsenin dahi, bu borcunu geciktirmesi, ödememesi haram olur.
Gayr-i müslimlerin ibadetlerini yapmak
20 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 21:54
“Kafirlerin ibadet olarak yaptıklarını yapan ve kullanan kâfir olur!”
Sual: Gayr-i müslimlerin ibadetlerini onlar gibi yapmak, imanı giderir mi?
Cevap: Kâfirlerin ibadetlerini, ibadet olarak yapmak, mesela kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları camilerde çalmak ve İslamiyetin kâfirlik alameti saydığı şeyleri, zaruret, cebir, zorlama olmadan kullanmak küfür olur, imanı giderir. Birgivî vasıyyetnâmesinde; “Kafirlerin ibadet olarak yaptıklarını yapan ve kullanan kâfir olur” denmektedir.
Sual: Namaz kılan kimsenin, bedeninde, elbisesinde ve namaz kıldığı yerde, necaset olursa, namazı kabul olmaz mı?
Cevap: Namaz kılan kimsenin, bedeninde, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde necaset, pislik bulunmamalıdır. Başörtüsü, başlık, sarık, mest ve nalın da elbiseden sayılır. Boyuna sarılı atkının sarkan kısmı, namaz kılan ile birlikte hareket ettiği için elbise sayılır ve burası temiz olmazsa, namaz kabul olmaz. Yaygının, bastığı ve başını koyduğu yeri temiz olunca, başka yerinde necaset bulunursa, namaz kabul olur. Çünkü yaygı, atkı gibi bedene bitişik değildir. Fakat kapalı şişe içinde, idrar taşıyanın namazı caiz olmaz. Çünkü, şişe bevlin meydana geldiği yer değildir. Cebinde kapalı kutudaki kanlı mendil, necis bez varken namaz kılmak caiz değildir. İki ayağın bastığı ve secde ettiği yerin temiz olması lazımdır. Necaset üstüne örtülü bez, cam, naylon üstünde namaz kabul olur. Secdede etekleri kuru necasete değerse, zararı olmaz.
Sual: Evi, tarlayı kiralarken, senelik kirası söylenip zaman bildirilmemiş ise, bunun müddeti ne kadar olur ve müddet ne zaman başlar?
Cevap: Evin, tarlanın senelik kirası söylenip, müddet söylenmez ise, müddet bir sene olur. Müddet, söz kesildiği gün başlar. Ücret ise, malı teslim aldığı gün başlar.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, vakit girinceye kadar namaz kılmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, Cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Bir Müslüman, istediği zaman, istediği mezhebi taklid edebilir mi?
Cevap: Başka mezheb, ancak ihtiyaç hâlinde, yani haraç bulununca ve bütün şartlarına uyarak taklit edilebilir.
Ev için biriktirilen paranın zekâtı
21 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :20 Ocak 2025 22:39
Zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir.
Sual: Evin ihtiyaçları için ayrılıp biriktirilen paranın da zekâtı verilir mi?
Cevap: İhtiyaç eşyasını almak için ve cenaze masrafının yapılması için ayrılan para nisab hesabına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisab miktarı olduğu günden bir sene sonra, yine nisab miktarından az olmazsa, elinde kalan bu paranın zekâtını verir. Çünkü, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir. Bu eşyadan elde bulunanı nisaba katılmaz.
Sual: Ergenlik çağına girmiş olan kız ve erkek çocukların, eğer malları varsa zekât vermeleri gerekir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinin âlimleri; “Mükellef, yani akıl, baliğ ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır” dediler.
Sual: Zekât malı mutlaka fakire teslim edilmeli midir?
Cevap: Zekât vermek, malı Müslüman fakire temlik etmekle olur. Yani, malı fakirin eline vermek lazımdır. Îzâh kitabında; “Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisi olan akrabasına veya vasîsine verilir” denmektedir.
Sual: Farzları, sünnetleri beğenmemek imanı giderir mi?
Cevap: Farzları, sünnetleri, beğenmemek, küfür olur, imanı giderir.
Sual: Namazda olan birine, biraz sağa git dense, o da, denileni yapsa, namazı bozulur mu?
Cevap: Namaz kılan bir kimse, başkasının sözü ile yerini değiştirse veya yanına gelene, onun sözü ile yer açsa, namazı bozulur. Fakat, biraz sonra, kendiliğinden hareket ederse namazı bozulmaz.
Sual: Kiraya verilen ev, araba gibi şeyler oluyor, bunlar zarar gördüğü zaman, bu zararı kiracı mı yoksa mal sahibi mi öder?
Cevap: Kiraya verilen mal, kiracıya teslim edilince emanet olup, kiracının elinde kasıtsız telef olunca, zarara uğrayınca, bu zararı ödemez. Kiraya verilen malı, âdet haricinde kullanmak kasıt sayılır. Eğer kiracı kasıtlı zarar vermişse, meydana gelen zararı öder.
Sual: Hasta olan bir kimse, sağlamken kazaya kalan namazlarını, teyemmüm yaparak, oturduğu yerde veya ima ile kaza edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, sağlamken kılmadığı namazları, hasta iken teyemmüm ederek ve ima ile kaza etmesi caizdir. İyi olursa, tekrar kılması lazım olmaz. Kaza kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünkü namazı vaktinde kılmamak günahtır. Günahı ise, gizlemek lazımdır.
Kendine kıymet veren, kıymetli olmaz!
22 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 00:52
İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir.
Sual: Kendini beğenen ve kendini her yerde hep ön planda tutup, kendine kıymet, değer veren bir kimse, değerli, kıymetli mi olmuş olur?
Cevap: Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kibir ve Kibriya sıfatı, Ona mahsustur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Kibrin zararını bilmeyen kimse için âlim demek, yalan olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahü teâlâdan korkması artar, günah işlemeye cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler (aleyhimüsselam) tevazu sahibi idiler. Allahü teâlâdan çok korkarlardı. Kendilerinde kibir ve ucub gibi kötü huylar hiç yoktu.
Küçüklere, fasıklara ve facirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lazımdır. Bir âlim, cahili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir âlimi görünce, bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlas ile amel yapıyor. Ben böyle değilim, demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha çok ibadet etti, demelidir. Gençleri görünce, bunların günahı az, benim günahlarım çok demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkir etmek lazımdır, demelidir. Bir bidat sahibini veya kâfiri görünce, insanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bidati yaymaya uğraşan Dinde Reformcular, Resulullah Efendimizin sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nurlarını söndürmeye ve bidati, dalâleti yaymaya, Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemeye ve âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek, İslamiyeti içeriden yıkmaya çalışmaktadırlar. Bunları da sevmemelidir. Riya, gösteriş yapanlara karşı da tekebbür etmek caizdir. Allahü teâlâ, kibriyâ sahibidir. Kibir sahibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevaptır.
Sual: Tanımadığımız bir Müslüman hakkında, iyidir veya kötüdür diye bir söz söylemek uygun olur mu veya ne yapmalıdır?
Cevap: Salih veya fasık yani günahkâr olduğu bilinmeyen bir mümine hüsn-i zan etmelidir.
Namazı kaza edince tövbe de etmelidir
23 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 22:20
Farz namazı, İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır.
Sual: Vaktinde kılınmayan, kazaya kalan namazlar kaza edilince, vaktinde kılmama günahından da kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda buyuruluyor ki:
“Farz namazı, özürsüz yani İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız o namazı kaza edince affolmuyor. Namazı kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya haccetmek de lazımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza etmeden, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, geciktirme günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır.
Sual: Cuma günleri ruhlar bir araya gelirler mi ve cuma günü ölenlere azap yapılmaz mı?
Cevap: Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar ve bugün kabir azapları durdurulur. Bazı âlimlere göre, müminin azabı artık başlamaz. Kâfirin cuma ve ramazanda yapılmamak üzere, kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen müminler kabir azabı görmez. Cehennem, cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselâm cuma günü yaratıldı, cuma günü, Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı cuma günleri göreceklerdir.
Sual: Cenaze taşınırken gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli mi, yoksa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber Efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'Lâ' bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Yalnız cuma günleri oruç tutmanın ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yalnız cuma günleri oruç tutmak ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmak mekruhtur.
İnsanlardan utanarak günahı terk etmek!
24 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :23 Ocak 2025 22:01
Bir günahı, Allah'tan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir.
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte; (İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu. Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
Sual: Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehapları terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehapları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz.
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından hayâ etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek, utanmak caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan hayâ etmek caiz değildir.
(Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
Sual: Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu?
Cevap: Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp, giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
.
Mirâc gecesi, kandili
25 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 00:43
Mirâc; Resulullah Efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir...
Sual: Mirâc ne demektir, ne zaman olmuştur, bu gecenin önemi nedir?
Cevap: Mirâc kandili, Receb ayının 27. gecesidir. Mirâc, merdiven demektir. Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir...
Resulullah Efendimiz hicretten bir yıl önce, 52 yaşında, Zeyd bin Hârise'yi yanına alarak Tâif'e gitti, onlara bir ay nasihat eyledi. Hiç kimse iman etmediği gibi alay ve işkence ettiler. Üzüntülü ve yorgun olarak geri dönerken, yaralandılar. Mekke'ye döndüler. Her taraf düşman idi, gidecek bir yer yoktu. Birkaç ay Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Bir gece ki Receb ayının 27. gecesi amcası Ebû Tâlib'in kızı Ümm-i Hânî'nin evine gitti. Resulullah Efendimizi içeri alıp bir hasır, leğen, ibrik verdi. Resulullah Efenimiz o gün çok incinmişti, abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü olduğu için hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselama;
“Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. Ona inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere hazırladığım azapları görsün. Onu ben teselli edeceğim” buyurdu.
Cebrâil aleyhisselam, bir anda Resul aleyhisselamın yanına geldi. Beraberce Kâbe yanına gittiler. Sonra Cennetten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler, namaz kıldılar. Namazdan sonra, mescitten çıkıp bilinmeyen bir mirâc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük peygamberi gördü. Resulullah efendimiz, Cenneti, Cehennemi görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız olarak Allahü teâlâyı gördü...
Mirâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mirâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı. Tefsîr-i Hüseynîde ve Bahr kitabında deniyor ki:
“Resûlullah Efendimizin Mekke'den Beytül-mukaddese götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise, sapık olur.”
.
Mirâc, rûh ve beden iledir
26 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 23:16
Kur'ân-ı kerimde buyuruldu ki: "Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm."
Sual: Peygamber Efendimizin mirâcının, sadece ruhen veya rüyada oldu diyenler oluyor. Böylelerine nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Resulullah Efendimizin (sallallahü alayhi ve sellem) fiilî mucizeleri çoktur. Bu mucizelerden birisi de, Mirâc mucizesidir. Mirâc, hem ruh, hem de beden ile olmuştur. İsrâ suresinin ilk âyet-i kerimesinde meâlen;
(Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm) buyurulmaktadır. Kul, insana denir. Ruha veya insanın bir hâline kul denmez.
Filistin, Arabistan'a, başka memleketlerden daha yakın olduğu için, (En yakın yer) buyuruldu. Mescid-i Aksâ o zaman yeryüzünde bulunan mescitler arasında, Mekke'ye en uzak olanı idi. Bunun için, (En uzak mescid) buyuruldu. En yakın yerde en uzak mescid niçin bulunamazmış ki?
Namaz, önceden Mescid-i Aksâya karşı kılınırdı. Kudüs'te mescid olmasaydı, oraya karşı namaz kılmak emrolunur mu ve Resulullah Efendimiz, Kudüs'te Mescid-i Aksâda namaz kıldım der mi idi? Mirâca inanmayanlar, Resûlullah efendimizin bedeni ile Kudüs'e ve göklere götürüldüğünü kavrayamadığı için inanamıyorlar. Eğer Mirâc, rüyada olsaydı, müşrikler, buna bir şey demezlerdi. Resulullah Efendimiz; (Beden ile gittim) buyurduğu için inanmadılar. Medâric-ün-nübüvve kitabında deniyor ki:
“Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama olan ihsanlarından biri de, Onu Mirâca çıkarmasıdır. Resulullahın Mekke'den Mescid-i Aksâya götürüldüğü, Kur’ân-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Buna inanmayan kâfir olur. Mescid-i Aksâdan göğe çıkarıldığını meşhur hadisler haber veriyor. Buna inanmayan, bidat ehli olur. Mirâcın uyanık iken ve cesed ile olduğunu, Eshab-ı kiramın, tabiinin, hadis âlimlerinin, fıkıh âlimlerinin ve kelâm âlimlerinin çoğunluğu haber vermişlerdir. Müşrikler, Mirâca inanmadıkları ve imtihan ederek Mescid-i Aksâdan bilgi istedikleri için, İsrâ suresinde, Mescid-i Aksâya kadar götürüldüğü açıkça bildirildi. Bu surede meâlen;
(Âyetlerimi göstermek için götürdüm) buyurulması, göklere çıkarıldığını gösteriyor. Bu sûrenin 60. âyetinde meâlen;
(Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlara fitne yaptık) buyurulmaktadır.
Tefsir âlimlerinin çoğu, buradaki rüya kelimesinin uyanıkken gece görmek için kullanıldığını bildirmişlerdir. Mirâc hadis-i şerifi, Buhârî ve Müslimde uzun yazılıdır
.
Mirâc, akıl değil, iman işidir
27 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :26 Ocak 2025 22:12
Mirâcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir.
Sual: Mirac hadisesine aklımız almıyor diyenlere, ne demeli, nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlıyamayacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Mucize ve keramet de, akıl ile anlaşılamaz, izah edilemez. Bunların hepsi, Allahü teâlânın sonsuz kudreti ile olmaktadır. Mi’râc da, âdet olan işlerin aksinedir. Mucizelerin hepsi de böyledir. Bu sebeple imanı olanların, Mirâc mu’cizesine inanması lazımdır. Hazret-i Ebu Bekir, Allahü teâlânın sonsuz kudretini ve Peygamber efendimizin de, Onun Peygamberi olduğunu iyi anladığı için, Mi'râcı, herkes inkâr ederken veya tereddüt geçirirken o, hemen ve tereddüt etmeden tasdik etti ve Sıddîklık makamına yükseldi. Çünkü Mi'râcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir.
Resulullah efendimiz, Mekke-i mükerremeden Sidre-tül-müntehâya kadar, Cebrail aleyhisselam ile birlikte gitti ve Sidrede şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetteki nimetleri, Cehennemdeki azapları gördü. Hadis-i şerifte;
(Mirâc gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebraile sordum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) buyuruldu.
Resulullah efendimiz, cenâb-ı Hakkın cemalini görmek arzusundan ve zevkinden, Cennetteki nimetlerin hiçbirine bakmadı. Sidreden ileriye, yalnız olarak, nurlar arasında ilerledi. Zamansız ve mekânsız olarak, ahirette Allahü teâlânın görüleceği gibi, anlaşılamayan ve anlatılamayan bir hâlde, Allahü teâlâyı gördü.
Peygamber Efendimize Mirâc gecesi, Cennette nasib olan rü’yet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Peygamber Efendimiz;
(Namazda, kul ile Allahü teâlâ arasındaki perdeler kalkar) buyurmuştur.
Bütün bu haberlerin bir kısmı âyet-i kerimelerle, bir kısmı da hadis-i şeriflerle haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bu haberleri kabul etmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Âyet-i kerimeye veya hadis-i şeriflere inanmayan ise, kâfir olur.
.
Namaz, müminin mirâcıdır”
28 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :27 Ocak 2025 22:06
İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir.
Sual: Peygamber efendimizin; “Namaz müminlerin mirâcıdır” hadisindeki anlatılmak istenen nedir?
Cevap: İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir. Başka ibadetlerin güzelliği, kendilerinden değildir. Peygamber Efendimiz, rahatını, huzurunu, namaz kılmakta bilirdi. Hadis-i şerifte;
(Allah ile kul arasındaki perdeler, ancak namazda kaldırılır) buyuruldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Namaz, bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslamın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisine Mirâc gecesi, Cennette nasib olan rü'yet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki; (Namaz müminlerin mirâcıdır) buyurmuştur. Onun yolunda, izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmaktadır. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası, kalbin şifası namazdır. (Ey Bilal, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emir buyuran hadis-i şerif, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadis-i şerifi, bu arzuya işaret etmektedir. Namazın hakikatini anlamış olan bir kimse, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp ahıret hayatına girer, âhırete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsustur.”
Hazret-i Ali, namaza durduğu zaman, bütün âlem altüst olsa, hiç haberi olmazdı. Bir harpte, mübarek ayağına ok saplanmış ve okun demir kısmı kemiğe girmişti. Bunu çıkartmak için, kendisinin bayıltılması gerektiği söylenince;
-Bayıltamaya gerek yok, ben namaza durduktan sonra çıkarırsınız cevabını vermiştir.
Nitekim namaza durunca, cerrah, o demir parçasını çıkarır ve yarayı sarar. Hazret-i Ali;
-Ben o demir parçasını çıkardığınızı hissetmedim buyurur.
Muhammed Ma’sûm hazretleri;
“Namaz, dinin direği, müminin mirâcıdır. Onu en iyi şekilde kılmaya gayret etmelidir” buyurmuştur.
Mirâc gecesinde Peygamber Efendimize ihsan olunan nimetler, bu dünyada, onun ümmetine yalnız namazda tattırılmaktadır.
.
Allahü teâlâya isyan, iki türlüdür
29 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :28 Ocak 2025 22:42
Haram işlemeyen Müslümanlara ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir.
Sual: Allaha isyan ettiler denilince ne anlatılmak istenmektedir, bu ifadeden, haram, günah işleyenleri mi anlayacağız?
Cevap: Allahü teâlâya asi olmak, isyan etmek iki türlüdür:
1-Allahü teâlânın emirlerini, yani farzları yapmamaktır. Farzları, vazife kabul etmeyen, kâfir olur. Vazife olduğunu bilip de, tembellikle yapmayanlar, yani kaza etmek, ödemek fikrinde olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fakat en büyük günah olur.
2-Allahü teâlânın men, yasak ettiğini, yani haramları yapmaktır. Haramdan kaçmayı, sakınmayı, vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Haram işleyen Müslümanlara fasık, asi denir. Haram işlemeyenlere ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir. İttikanın, yani haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teennî Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1-Misafirin gelince, önüne yiyecek getir!
2-Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle!
3-Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl!
4-Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir!
5-Ölen şahsın defnedilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
Sual: Abdest uzuvlarında yaralar bulunan bir kimse, nasıl abdest alır?
Cevap: Abdest uzuvlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesh eder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder.
Peygamber Efendimize dil uzatanlar!
30 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :29 Ocak 2025 21:34
Hintli Hamidullah, Fransa'da "İslam bilgileri profesörü" etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır!
Sual: Hintli Hamidullah ve onun yolunda olanların, Peygamber Efendimizin, çeşitli yerlere seyahat ederek bu bigileri öğrendiğini söyledikleri doğru mudur?
Cevap: Hintli Hamidullah, Fransa'da İslam bilgileri profesörü etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır. "İslam Peygamberi" kitabında, Peygamber Efendimiz için;
“Onu gene tüccar sıfatı ile Yemen'de, Bahreyn ve Umman'da görüyoruz. Belki de deniz yolu ile, Habeşistan'a gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün bu seyahatlar, onun Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan'ın ticari, idari gelenek ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha teşebbüs etti” demektedir. Hâlbuki, İslam tarihleri, söz birliği ile diyorlar ki:
“Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizi üç gün validesi, sonra Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi, daha sonra, iki sene Halime Hatun emzirdi. Altı yaşında iken, validesi Âmine Hatun, oğlunu Medine'ye dayılarını görmeye götürdü. Bir ay kalıp, dönüşte, Ebvâ denilen yerde vefat etti. Hizmetçileri Ümm-i Eymen ile Mekke'ye gelip, dedesi Abdülmuttalib'in yanında kaldı. Sekiz yaşına gelince, dedesi vefat edip, amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.
Dokuz veya oniki yaşında iken Ebû Talib, yirmi yaşında hazret-i Ebû Bekir ve yirmibeş yaşında iken, hazret-i Haticenin kervanı ile Şam'a gidenler arasında bulundu. Bu yolculukların üçünde de, Busrâ denilen yere varıldığında, orada bulunan kilisenin papasları, Bahîra ve sonra Nestûra, İncil'de okudukları son Peygamberin alametlerini kendisinde görerek;
“Şam'a gitmeyiniz! Şamda Yahudîler bu çocuğu tanır, öldürür” dediler. Bunlar da, ticaretlerini orada yapıp geriye döndüler.
Ondört veyâ onyedi yaşında iken, Yemen'e giden amcası Zübeyr, ticareti bereketli olması için, Resulullah Efendimizi de beraberinde götürdü. Bahreyn'e gittiğini bildiren güvenilir haber olmadığı gibi, Habeşistan'a seyahat ettiğini de, Peygamberliğine inanmayanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Diğer seyahatlere de, kendisi ile bereketlenmek için götürülmüştü.”
Bizans'a, Acem'e, Habeş'e ve Yemen'e gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek ve Resulullah Efendimiz için tecrübeli adam diyerek edepsizce davranmak, bir Müslümanın yapacağı şey değildir!
.
İmamın bağırarak sesini yükseltmesi
31 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :30 Ocak 2025 22:37
"Cemaate duyuracak kadardan daha yüksek bağırmak, müezzin için de, mekruhtur.”
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın sesini cemaate duyurmak için bağırarak yükseltmesi, namaza zarar verir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İmamın namaza dururken, rükünden rüküne geçerken ve selam verirken, cemaat işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur. İmam, namaza başlamak için, tekbir getirmeli, cemaate duyurmayı düşünmemelidir. Aksi takdirde namazı sahih olmaz. Cemaatin hepsi, imamı işitmediği zaman, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de namaza başlamayı düşünmeyip, yalnız cemaate duyurmak için bağırırsa, namazı sahih olmadığı gibi, imamı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi ile namaza duranların namazı da sahih olmaz. Çünkü namazı kılmayan birine uymuş olurlar. Cemaate duyuracak kadardan daha yüksek bağırmak, müezzin için de, mekruhtur.”
Dört mezheb âlimleri söz birliği ile bildiriyor ki, cemaatin hepsi, imamın sesini duyarken, müezzinin de tekbir getirmesi, mekruhtur ve çirkin bidattir. Hatta Bahr-ül-fetâvâda, Feth-ul-kadîrde ve Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli kenarındaki Üstüvânî risalesinin sonuna doğru diyor ki:
“Küçük mescitlerde, imamın tekbiri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbir getirirse, namazı bozulur.”
Sual: Namaz kılmak için, vaktin girdiğinden emin olmak şart mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Namazın sahih olması için, namaz vaktinin girmiş olduğunu iyi bilmek lazımdır. Vaktin girdiğinde şüphe ederek kılsa, sonra vakit girdikten sonra kılmış olduğu anlaşılsa, kılmış olduğu namaz sahih olmaz. Vaktin girdiği, adil bir Müslümanın okuduğu ezan ile anlaşılır. Ezanı okuyan adil değilse, vaktin girip girmediğini kendi araştırır. Girdiğini çok zan edince, kılar. Din işlerinde adil bir Müslümanın sözüne inanılır. Mesela, kıbleyi, bir şeyin temiz ve necis olmasını, helal, haram olmasını haber verince inanılır. Haber veren fasıksa yahut adil, fasık olduğu belli değilse, doğru söyleyip söylemediğini kendi araştırıp, zan ettiğine göre hareket eder. Çok zan etmek, iyi bilmek demektir. Namaz vaktinin girdiğini haber vermek ibadettir. Namaz vaktini bilen, akıllı baliğ, adil bir erkeğin ezanına inanılır, fasığın değil.
.
İlerlemek için Batılılaşmak şart mı?
1 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :1 Şubat 2025 02:15
"Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!"
Sual: Bazı kimseler, "bu asırda ilerlemek ve yaşayabilmek için topluca Batılılaşmak şarttır" diyorlar bu söz doğru mudur?
Cevap: Bazılarının dediği bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, Batılıların fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslamiyet de, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu, din kitaplarında, vesikaları ile bildirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifte; (Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fakat bu, Batı'ya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada Batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, Batı'nın bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını, pisliklerini ve hepsinden daha acı, daha şaşkın olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, camileri kilise ve eski sanat eseri şekline sokmak, Müslümanlığa Şark dini, gerilik dini, Kur’ân-ı kerime çöl kanunu, puta tapmaya, ibadete müzik karıştırmaya Batı dini, modern ve medeni din demek ve İslamiyeti bırakıp, Hıristiyanlığa, musiki aletleri ile ibadete dönmeye, 'Dinde reform' ismini vermektir.
Herkes şunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlarında dolaşan asil kan, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla Batılaşmayacak ve dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmayacaktır. Ecdadının mukaddesatını ayaklar altında çiğnetmeyecektir!
Sual: Mürted diye imanı gitmiş olana mı denir?
Cevap: Bir Müslüman, imanın yok olmasına sebep olacağı söz birliği ile bildirilmiş olan şeyleri, kasten, istekle söyler veya yaparsa, kâfir olur. Buna Mürted denir.
Sual: Bir Müslüman, herhangi bir yerde, namazda avret yerini örtecek bir şey bulamasa, bu kimse namazını kılar mı, kılarsa nasıl yapması gerekir?
Cevap: Namazda, avret yerini örtmekten aciz kalan, örtecek bir şey bulamayan kimse, namazda oturduğu gibi veya daha iyisi, ayaklarını kıbleye uzatıp, elleri ile önünü örtüp, imâ ile namazını kılar. Çünkü, avret yerini örtmek, namazın diğer farzlarından daha mühimdir. Görülüyor ki, çıplak kalanın da, namazı vaktinde kılması, kazaya bırakmaması lazımdır.
.
Kâfirlerin hepsi aynı mıdır?
2 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 02:01
Bugün, dünyadaki kâfirler, iki türlüdür: Kitaplı kâfirler ve Kitapsız kâfirler yani Müşrikler.
Sual: Dünyada bulunan kâfirlerin hepsi aynı mıdır yoksa aralarında fark var mıdır?
Cevap: Bugün, dünyadaki kâfirler, iki türlüdür:
Birincisi, Kitaplı kâfirler, yani Yahudiler ve Hıristiyanların az bir kısmı olup, bir peygambere ve bunun Allahü teâlâdan getirdiği kitaba ve öldükten sonra dirilmeye, ahıretteki sonsuz hayata inanıyorlar. Ellerindeki bozuk kitaba Allah kelamı diyorlar.
İkincisi, Kitapsız kâfirler yani Müşrikler olup, her şeyi yapan bir Allah bulunduğuna inanmıyorlar. Taş, ağaç, güneş, yıldız ve insan, inek gibi bazı mahluklarda ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanıyorlar. Bu inkârcılardan bir kısmı, kanun ile, devlet baskısı ile, zulüm, işkence ederek, ibadet etmeyi, dini öğretmeyi yasak ediyor. Bir kısmı da, insanlık, iyilik duygularını okşayıcı sözlerle, herkesi, zevk, safaya daldırıyor. Maneviyyattan, din bilgilerinden mahrum bırakıyorlar. Düzme hikâyeler, yalan örnekler göstererek, milyonlarca insanı aldatıyor, din cahili yetiştiriyorlar. Bir taraftan, medeniyetten, fenden, insan haklarından bahsedip, bir taraftan da, insanları hayvanlaştırıyorlar. İngiliz casusları, böyle yapıyor.
Sual: Dinin temeli, din bilgilerini öğrenip bunları diğer insanlara da öğretmek, bildirmek midir?
Cevap: Din-i islamın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i ma'rûf yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve Nehy-i anilmünker emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.)
Sual: Mest üzerine yapılan meshin müddeti ne kadardır?
Cevap: Mest üzerine mesh müddeti, mukim olan için, yirmidört saattir. Misafir, yolcu için, üç gün üç gece, yani yetmişiki saattir.
.
Yaratılanlar, tesadüfen mi yaratılmıştır
3 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 23:13
Hiçbir dine inanmayan kâfirler, "her şey rastgele, tesadüfle var olmuştur" diyor!
Sual: Bazı kimseler, her şey, kendi kendine, tesadüfen var olmuştur diyor. Böyle söyleyenlerin sözünde gerçeklik olabilir mi?
Cevap: Dünyanın her yerinde ayrı ayrı manzaralar, çeşitli varlıklar var. İnsan bu manzaralara bakmaya doyamıyor ve yaratılan diğer varlıkları görünce de hayranlık duymaktan kendini alamıyor. Acaba bunlar, kendi kendine mi var olmuştur? Her varlık, hep hesaplı ve düzenli, sanki her şey aynı bir makinadan çıkmış gibi. Her şey fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunlarına bağlı. Hele, insanın yaratılışındaki ahenk ve nizam, insanın içindeki organların, bir makinanın parçaları gibi, birlikte çalışması, anlayanları hayran bırakmaktadır. Meşhur İngiliz biyolog Darwin bile; “Gözün yapısındaki intizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor” demiştir. Bütün varlıklar, birbirlerine değişmez kanunlarla bağlıdır. Din sahipleri, bunları yaratan, bilen, bir Halık, Yaratıcı vardır diyor. Hiçbir dine inanmayan kâfirler ise, her şey rastgele, tesadüfle var olmuş diyor. Yaratıcı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor. (Her şeyi ben yarattım. Hepinizin sahibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime koyacağım. Sayısız nimetler vereceğim. Sonsuz zevk ve saadet içinde yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmayanları Cehennemde sonsuz azab edeceğim) diyor. Cennet ve Cehennem yok ise, Peygamberlere inanmış olanlar, aldanmış ise, bunlar hiç zarar görmeyecektir. Fakat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan, bunlara inanmayanlar ve bunların sözlerini değiştirenler, sonsuz azap göreceklerdir.
Sual: İslamiyet geldikten sonra, diğer dinlerin hükümleri tamamen yürürlükten kalkmış mıdır?
Cevap: Her din, kendisinden önce gelen dini neshetmiş, değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, İslam dinidir. Bu dinin bildirdiği farzları yapanlara ve haramlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, ahırette nimetler, iyilikler verecektir ki bunlar, sevap kazanır. Farzları yapmayanlara ve haramlardan kaçınmayanlara, ahırette cezalar, acılar vardır ki böyle kimseler, günaha girer.
.
Akika, çocuk nimetine karşılıktır
4 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :4 Şubat 2025 01:24
Akika kesmek, Hanefi mezhebinde müstehap, Şâfii ve Mâliki mezheblerinde sünnet-i müekkededir.
Sual: Dünyaya gelen kız erkek çocuklar için akika kesmenin hükmü nedir, ne zaman kesilir ve etinden kimler yiyebilir?
Cevap: Akika, çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyeti ile hayvan kesmektir. Çocuğa nafaka vermesi vacip olan kimsenin, yedinci günü isim koyması ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermesi, erkek için iki, kız için bir akika hayvanı kesmesi, Hanefi mezhebinde müstehaptır. Akika hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Sonra da ve her zaman da kesilebilir. Kurban Bayramında da kesilebilir. Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvetten sonra, kendisi için akika kestiği Şir'a’da yazılıdır. Ölü olarak doğan çocuğa isim konmaz ve akikası kesilmez. Akika hayvanının etlerinden, kesen yiyebilir, zengin, fakir herkese verebilir. Akika kesmek, Şâfii ve Mâliki mezheblerinde sünnet-i müekkededir. Şâfii ve Hanbeli mezheblerinde, kemikleri atılmaz, kırılmaz, oynak yerlerinden ayrılıp toplanır, bir temiz bez içinde gömülür. Hanefi ve Mâliki mezheblerinde kemikleri kırılabilir. Akika, çocukları belalardan, hastalıklardan korur, kıyamette, anaya, babaya, ayrı bir şefaat ederler. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:
“Hicretin sekizinci yılında oğlu İbrahim dünyaya gelince, yedinci günü, Resulullah Efendimiz İbrahim'in başını tıraş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akika olarak iki koç kesti, saçlarını gömdü.”
Sual: Kaza, keffaret veya adak orucu tutanların, iftar vaktinde, ramazan orucunda olduğu gibi, ihtiyatlı mı hareket etmesi gerekir?
Cevap: Oruçlu olan kimsenin, iftarı akşam namazından önce yapması müstehab ise de, bir ibadeti bozmak şüphesinden kurtarmak için müstehab terk edilmelidir. Önce akşam namazını kılmalı, sonra iftar etmelidir. Böylece iftar yine, yıldızlar görünmeden önce yani acele edilmiş olur ve oruç, bozulmak tehlikesinden kurtulur. Akşam namazını vakti çıkmadan, tekrar kılmak mümkündür. Takvim, saat ve ezan yanlış olunca, oruç kurtulmaz. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İftar etmek için, güneşin battığını iki adil Müslümanın haber vermesi lazımdır. Bir olursa da, beis yoktur.”
Görülüyor ki, takvimi hazırlayanın ve iftar topu atanın, ezan okuyanın adil olmaları lazımdır.
.
İbadet ve işlerde acele etmek
5 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :5 Şubat 2025 00:31
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır."
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teennî Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1-Misafirin gelince, önüne yiyecek getir! 2-Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle! 3-Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl! 4-Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir! 5-Ölen şahsın defnedilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
Sual: Allaha isyan ettiler denilince ne anlatılmak istenmektedir, bu ifadeden, haram, günah işleyenleri mi anlayacağız?
Cevap: Allahü teâlâya asi olmak, isyan etmek iki türlüdür:
1-Allahü teâlânın emirlerini, yani farzları yapmamaktır. Farzları, vazife kabul etmeyen, kâfir olur. Vazife olduğunu bilip de, tembellikle yapmayanlar, yani kaza etmek, ödemek fikrinde olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fakat en büyük günah olur.
2-Allahü teâlânın men, yasak ettiğini, yani haramları yapmaktır. Haramdan kaçmayı, sakınmayı, vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Haram işleyen Müslümanlara fasık, asi denir. Haram işlemeyenlere ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir. İttikanın, yani haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.
Sual: Abdest uzuvlarında yaralar bulunan bir kimse, nasıl abdest alır?
Cevap: Abdest uzuvlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesheder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder.
.
İsyan edene mesafeli durmak
6 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 00:51
Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır.
Sual: Günah işleyenlere karşı mesafeli durmak, darılmak, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı...
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah Efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap: Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap: İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır
.
Altın ve gümüş kap kullanmak
7 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 22:05
Kadın ve erkeğin altın ve gümüş kap ile yemesi, içmesi, her türlü kullanması tahrimen mekruhtur.
Sual: Altından veya gümüşten imal edilmiş tas ve tabakların kullanılmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kadın ve erkeğin altın ve gümüş kap ile yemesi, içmesi, her türlü kullanması tahrimen mekruhtur. Altın ve gümüş kaşık, saat, kalem, abdest ibriği, bıçak, sandalya ve benzeri şeyleri kullanmaları da böyledir. Bunları kendi bedeni için kullanmayıp, başka yerde kullanmaları caiz olur. Mesela yağı, balı gümüş bıçakla ekmeğe sürmek ve bu ekmeği eli ile yemek caizdir. Altın kaptaki ilacı başına dökmek haramdır. Fakat, buradan eline döküp, elindekini başına sürmek caizdir. Fakat, suyu ve ilacı kullanmak için, önceden bu kaplara koymak caiz değildir. Gümüş tastan çorbayı tahta kaşıkla alıp yemek caiz olmaz. Çünkü tas, zaten kaşıkla kullanılır. Gümüş tüpteki merhemi ele sıkıp, el ile başa sürmek de böyledir. İbrikteki suyu ele döküp, yüzü yıkamak da böyledir. Mevlitlerde, gümüş kaptan avuca gül suyu serpip, avucu yüze, elbiseye sürmek de, böyle caiz değildir.
Sual: Kasaplardan satın alınan etlerin yenmesinde, şüphe etmek ve bunların mahiyetini araştırmak gerekir mi?
Cevap: Müslüman kasaptan satın alınan bir etin, nasıl kesildiği bilinmiyorsa, helal olmak ihtimali varsa, yani kesenler Müslüman ve mürtet karışık ise, yemek caiz olur. Haram olduğu, görerek veya adil bir Müslümanın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse, yememelidir. Fakat, sorup araştırmak lazım değildir. Müslümandan satın alınan şüpheli eti yemeli, vesvese etmemelidir.
Sual: Necis, pis şeyleri yiyen hayvanların etini yemenin ve sütünü içmenin mahzuru var mıdır?
Cevap: Tezek ve başka necis şeyleri yiyen hayvanın eti kokarsa, yanına yaklaşınca pis koku gelirse, eti, sütü ve teri necis olup, yemesi mekruhtur. Temiz şey ile beslenip, pis kokusu kalmazsa caiz olur. Bunun için, tavuk üç gün, koyun dört, deve ve sığır on gün hapsolunur denildi. At eti ve sütü temizdir, helaldir. Nesli azalmaması için, mekruh denildi. Yabani eşek eti ve sütü helaldir.
Sual: Altından ve gümüşten yapılmış olan her türlü süs eşyasını, kadınların kullanmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara helaldir. Fakat, bunları mesela, parmağındaki yüzüğünü mahrem olmayan erkeklere göstermeleri haramdır.
İslâmın yayılmasına hizmet etmek
8 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 00:35
"Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir."
Sual: İslâm dininin doğru olarak öğrenilmesi ve bu bilgilerin insanlara ulaştırılması konusunda, kadın, erkek her Müslüman sorumlu mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 1. cilt, 193. mektubunda buyuruyor ki:
“Bugün Müslümanlar kimsesiz kaldı. Din düşmanları her taraftan saldırıyor. Bugün, İslâma hizmet için bir lira vermek, başka zaman verilen binlerce liradan daha çok sevaptır. İslâma yapılacak en büyük hizmet, Ehl-i sünnet kitaplarını alıp, gençlere dağıtmakla olur. Hangi talihli kimseye bu hizmeti nasip ederlerse, çok sevinsin, çok şükretsin. İslâma hizmet etmek her zaman sevaptır. Fakat, İslâmın zayıf olduğu, yalanlarla, iftiralarla, Müslümanlığın yok edilmeye çalışıldığı bu zamanda, Ehl-i sünnet itikadını yaymaya çalışmak, kat kat daha çok sevaptır. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâb-ı kiramına karşı buyurdu ki:
(Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinden ve yasaklarından onda dokuzuna uyup, onda birine uymazsanız, helak olursunuz, azab görürsünüz! Sizden sonra, öyle bir zaman gelecek ki, o zaman, emirlerin ve yasakların yalnız onda birine uyan kurtulacaktır.)
Hadis-i şerifte bildirilen zaman, işte bu zamandır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her Müslümanın bunu yapmak için uğraşması lazımdır. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her Müslümana, bunu soracaklar, İslâma niçin hizmet etmedin diyeceklerdir. Özür, bahane, kabul edilmeyecektir. Peygamberler, insanların en üstünleri iken, hiç rahat oturmadı. Allahü teâlânın dinini yaymak için, gece gündüz uğraştılar. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da, bunlara yardım eder, mucize yaratırdı. Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve Müslümanlara iftira edenlerin, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz lazımdır. Bu yolda malı, kuvveti, mesleği ile çalışmıyanlar, azabdan kurtulamıyacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir. Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, çok sıkıntı çekerlerdi. Onların en üstünü olan Muhammed aleyhisselam;
(Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi) buyurdu.”
.
Cin ve şeytan şerrinden korunmak
9 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 23:32
Ütrüc yani 'Ağaç kavunu' bulunan eve cin girmeyeceği, Hayât-ül-hayvân’da ve Kâmûs’ta yazılıdır.
Cenaze sessiz götürülür
10 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :10 Şubat 2025 00:47
Cenazenin ön ve yan taraflarında yürümek caiz ise de, arkasında gitmek daha iyidir.
Sual: Cenazeyi taşıyanların dışında kalanlar, cenazenin önünde mi arkasında mı gitmeli ve cenazeyi taşırken tekbir getirmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Cenazede bulunanlar, cenazenin arkasında ve ona yakın yürümelidir. Cenazede bulunmak sünnet-i müekkededir. Şafii mezhebinde cenazenin önünde gidilir. Kadınlar cenazede bulunmaz. Cenaze sessiz götürülür. Yüksek sesle tekbir, tehlil okumanın bidat ve günah olduğu, Halebî-i kebîr, Merâkıl-felâh, Tahtâvî hâşiyesi, Ni’met-i islâm ve Şir’atül-islâm şerhi sonunda uzun yazılıdır. Cahillerin yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle bidatler bulunan cenazeyi terk etmemeli, mümkün ise, mâni olmalıdır. Fakat, bidat bulunan ziyafeti terk etmek lazımdır. Cenazenin ön ve yan taraflarında yürümek caiz ise de, arkasında gitmek daha iyidir. Cenazeyi, çok yavaş değil, meyyiti sarsmayacak kadar, hızlı götürmelidir.
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, kendisi için kabir yeri satın alabilir mi ve kendisi için kabir kazdırabilir mi?
Cevap: Hayatta iken, kendisi için kabir kazdırmak caizdir. Kendi mülkünde ise, ona mahsus olur. Kendi mülkünde değilse ve kabristanda yerini satın almamış ise, başkası da oraya gömülebilir.
Sual: Ölen bir kimseyi, eğer imkân varsa nerede defnetmek daha iyi ve faydalı olur?
Cevap: Meyyiti büyük mezarlıkta gömmek lazımdır, sünnettir, çok faydalıdır. Salihlere ve evliyaya yakın defnetmelidir. Fasıkların, facirlerin ve hele kâfir ve mürtetlerin kabirlerinden uzak olmalıdır. Rutubetli, nemli yerlerde defnetmek iyi değildir. Mümkün olduğu kadar kuru yerlere defnetmelidir. Nemli yerde defin, çabuk çürümesine sebep olur. Din-i islamda, meyyitin geç çürümesi lazımdır. Toprak nemli veya gevşek olursa, çivisiz tabut ile gömmek iyi olur.
Sual: İslamiyet’i hiç duymayanların ve küçükken ölen gayr-i müslim çocuklarının ahiretteki durumu nedir, nereye giderler?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kafir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır.”
.
Zararlı şeyleri yemek, içmek
11 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :11 Şubat 2025 00:45
Yemesi, içmesi öldürücü olanları yemek haramdır.
Sual: İnsana zarar veren bir şeyi, helal de olsa, yemek veya içmek günah olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka'da deniyor ki:
“Yemesi, içmesi zararlı olanlar üçe ayrılır:
Birincilerinin zararını herkes bilir. Bunlar öldürücüdür. Her zehir, cam tozu, demir ve cıva bileşikleri, kireç ve benzerleri böyledir. Bunları yemek, içmek haramdır.
İkincilerinin zararlı olduğu bilinir ise de, öldürücü değildirler. Toprak, çamur, kil ve benzerleri böyledir. Bunları çok yemek, içmek mekruh olup, zararsız miktarları mubahtır.
Üçüncüleri, organlarında zafiyet olanlara zarar verirler, sağlam olanlara zarar vermezler. Bazı kimselere balık eti, süt, yumurta, pastırma, turşu, konserve eti, bal, zeytinyağı, biber zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere haram, mekruh olur. Zarar vermeyenlere ise mubahtırlar.”
Sual: İslamiyet’i beğenmeyen veya Müslüman görünüp İslamiyet’i değiştirmeye çalışan kimseler kötü müdür ve bunlarla arkadaşlık yapılabilir mi?
Cevap: Kötü, fasık olan birisi ile arkadaş olmanın sonu felaket olur. Kötü insan, İslamiyet’i beğenmeyen kimse demektir. Muhammed aleyhisselamın emirlerine ve yasaklarına İslamiyet denir. İnsanların en kötüsü Zındıklardır. Bunlar, Müslüman ismini taşır, büyük sarık, eski cübbe içinde gizlenirler. Peygamber efendimizi ve İslamiyet’i methederler, överler. Fakat Kur’ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere yanlış mana vererek, İslamiyet’i istedikleri şekle sokarlar. Bu tipler, genelde, İngilizlere uşaklık ederler. Londra’daki mason merkezinden aldıkları bol para, sahte diploma, şöhret ile, kâfirlere satılmış ahmaklardır. Aklı olan, Ehl-i sünnet kitaplarını okumuş olan, bunlara aldanmaz. Peygamber efendimiz, bu münafıkların geleceğini ve Cehennemde çok acı azapta sonsuz olarak kalacaklarını haber verdi. Bilhassa gençlerin bu sinsi düşmanlara aldanmaktan korunması ve bunun için de Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuması lazımdır. Aklı olana bu kitaplar çok faydalı olacak, onlara rehberlik edecektir. Zira; “Aklı olana nasihat dinlemek saz, aklı olmayana davul, zurna az” sözü meşhurdur.
Sual: Gümüş tas veya tabaktan, bir şey yenip, içilebilir mi?
Cevap: Gümüş tastan çorbayı tahta kaşıkla alıp yemek caiz olmaz. Çünkü tas, zaten kaşıkla kullanılır.
.
Uyumak abdesti bozar mı?
12 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 00:39
Yan veya sırt üstü yatmak, dirseğine yahut bir şeye dayanıp uyumak, abdesti bozar.
Sual: Abdestli bir kimse, eğer uyur veya uyuklarsa abdesti bozulur mu?
Cevap: Abdesti bozanlardan birisi de uyumaktır. Uyumak, dört mezhepte de abdesti bozar. Hanefi mezhebinde, makadın gevşek olacağı bir hâlde, mesela yan veya sırt üstü yatarak veya dirseğine yahut bir şeye dayanıp uyumak, abdesti bozar. Dayandığı şey çekilince düşmezse, bozulmaz. Namazda uyumak, dizleri dikip, başını dizlerine koyarak, diz çökerek, bağdaş kurarak, teverrük ederek uyursa, bozulmaz. Teverrük, kadınların namazda oturdukları gibi oturmaktır. Bir dizini dikip, diğer uyluğu üzerine oturup uyursa bozulur. Çıplak hayvan üstünde uyursa, hayvan yokuş çıkıyor veya düz yerde gidiyorsa, bozulmaz.
Sual: Abdest alırken tertip deniyor, bu, uzuvları sıra ile yıkamak mıdır?
Cevap: Abdestte uzuvları bildirilen sıra ile iki eli, ağzı, burnu, yüzü, kolları, başı, kulakları, enseyi ve ayakları yıkamak ve meshetmektir ki buna tertip denir ve sünnettir, Şâfiî mezhebinde ise tertip farzdır.
Sual: Abdest alırken yüzü, kolları ve ayakları üçer kere mi yıkamak gerekir?
Cevap: Abdest alırken yıkanacak yerleri, üç kerre yıkamak sünnettir. Her birinde, uzvun her yeri ıslanmalıdır. Üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam olarak yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak ise mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz.
Sual: Gusül gereken bir durumu olan bir kimse bunu unutup cuma günü için gusül alsa, cünüplükten temizlenmiş olur mu?
Cevap: Cuma, Fıtr ve Kurban Bayramı namazları için ve Arefe günü, Arafat Meydanı’nda gusül abdesti almak sünnet-i zevâiddir. Cünüp olduğunu unutan, cuma namazı için gusül alırsa, cünüplükten de temiz olur. Fakat, farz sevabına kavuşamaz.
Sual: Hasta, yaşlı olan kimseler su ile abdest alamaz ve ayakta namaz kılamazlarsa nasıl hareket ederler?
Cevap: Hastanın, abdest veya gusül ile veya hareket etmekle, hastalığının artacağı veya iyi olması uzayacağı, kendi tecrübesi veya mütehassıs Müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılırsa, bu kimse teyemmüm eder. Hastalıktan sonra, ellerde ve ayaklardaki hâlsizlik de özürdür yine teyemmüme devam eder. İhtiyarlardaki, yaşlılardaki hâlsizlik de böyledir. Bunlar da, abdest için teyemmüm yapar ve namazlarını da oturarak kılarlar.
.
Berat gecesi ve fazileti
13 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 21:45
Berat gecesi, Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yani ondördüncü günü ile onbeşinci günü arasındaki gecedir.
Sual: Berat gecesi ne zamandır, önemi, fazileti nedir ve böyle gecelerde ne yapmalıdır?
Cevap: Berat gecesi, Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yani ondördüncü günü ile onbeşinci günü arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiçbir şey yaratmadan önce, her şeyi takdir etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerim, Levhilmahfûza bu gece indi. Resulullah Efendimiz bu gece, çok ibadet ve çok dua ederdi.
Her sene, Şaban ayının onbeşinci Berat gecesinde o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tövbe, ret olmaz. Fıtır bayramının ve Kurban Bayramının birinci geceleri, Şabanın onbeşinci, Berât gecesi ve Arefe gecesi.)
(Cebrail aleyhisselam bana geldi. Kalk, namaz kıl ve dua et! Bu gece, Şabanın onbeşinci gecesidir dedi. Bu geceyi ihya edenleri, Allahü teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, faiz yiyenleri ve zina yapanları affetmez.)
(Berât gecesini ganimet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şabanın onbeşinci gecesidir. Kadir gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibadet yapınız. Yoksa, kıyamet günü pişman olursunuz!)
Cuma, Arefe, Bayram, Kadir, Berât, Mirâc, Aşûre, Mevlid ve Regâib gecelerinde ibadet etmek çok sevaptır. Muhammed Rebhâmî hazretleri Rıyâd-un-nâsıhîn kitabında buyuruyor ki:
“Büyük İslam âlimi, imâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında buyuruyor ki, gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir. Fıkıh kitaplarında, saat demek, bir miktar zaman demektir. Nevevî, Şafii mezhebinde müctehiddir. Hanefilerin de, geceleri, böyle ihya etmeleri uygun olur.”
Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaatle nafile namaz kılmanın mekruh olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. Mekruhu iyi bilmek, büyük cinayetlerdendir. Çünkü haramı mubah bilmek küfür, Mekruhu mubah bilmek ise, ondan bir basamak aşağıdır. Bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır.
.
İmanın temeli ve alameti
15 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :15 Şubat 2025 01:23
Allahü teâlâya düşman olanları sevmemeli, İslamiyet’e yapışanları sevmelidir.
Sual: İmanın temeli ve imanın bulunduğunun alameti nedir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Resulullah efendimiz buyurdu ki: (İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, Müslümanları sevmek ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemektir.) Cenâb-ı Hak, İsa aleyhisselama; (Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlukların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz) buyurdu.
Her mümin, Allahü teâlâya düşman olanları sevmemeli, İslamiyet’e yapışanları sevmelidir. Bunu sözlerinde ve mümkün ise, hareketlerinde belli etmelidir. Asi ve fasıklarla arkadaşlık etmemeli, fıskı çok olanlardan, çok kaçınmalıdır. Zalimlerden, Müslümanlara eziyet edenlerden daha ziyade kaçınmalıdır. Fakat, yalnız kendisine zulmedenleri affedip zulümlerine sabretmek lazımdır ve çok iyidir. Büyüklerimizden bazıları, fasıklara ve zalimlere çok sert davranırdı. Bazıları da, hepsine şefkat ve merhamet gösterip, nasihat ederdi. Yani her şeyin kaza ve kader ile olduğunu düşünerek, fasıklara ve zalimlere acırlardı. Bu hâl, büyük ve kıymetli ise de, cahiller, ahmaklar, burada aldanır. İmanları zayıf ve İslamiyet’e uymakta gevşek olanlar, kendilerini Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı sanır. Hâlbuki, bu rıza ve bağlılığın alameti vardır: Bir kimseyi döverler, malını alırlar, hakaret ederler de, hiç kızmaz, bunları affeder, acırsa, kazaya rızası olduğu anlaşılır. Fakat, kendine yapılanlara kızıp da, Allahü teâlâya karşı gelenlere acıyarak, kaderleri böyle imiş derse, dinde gevşeklik, münafıklık ve ahmaklık etmiş olur. İşte, kaza ve kaderi bilmeyenlerin, fasıklara ve kafirlere acımaları ve bunlara muhabbet etmeleri, imanlarının sağlam olmadığına alamettir. İslamiyet’e karşı duranları ve Müslümanlara düşman olanları sevmemek, bunları düşman bilmek farzdır. Cizye vermeyi kabul edenleri de, sevmemek farzdır. Mücadele suresinin son âyetinde meâlen; (Allahü teâlâya ve kıyamet gününe iman edenler, Allahü teâlânın ve resûlünün düşmanlarını sevmezler. O kafirler ve münafıklar, müminlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan müminleri Cennete koyacağım) buyuruldu.”
.
Sual: Cin veya şeytan şerrinden korunmak, kurtulmak için belli bir dua veya dualar var mıdır?
Cevap: Cin, şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına, sihre, büyüye karşı Teshîl-ül-menâfi kitabının sonundaki âyât-ı hırzı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır. Celâleddîn-i Süyûtî hazretleri Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme kitabında buyuruyor ki:
“Şeytanın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, her gün bu duayı okumalıdır: (Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül'azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!) Hiltit veya 'şeytan tersi' adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sara hastası, bunu koklarsa, iyi olur.”
Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine olup, antispasmodique yani sinirleri teskin edici olarak Avrupa'da, toz, hap, ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için, kullanılmaktadır. Ütrüc yani 'Ağaç kavunu' bulunan eve cin girmeyeceği, Hayât-ül-hayvân’da ve Kâmûs’ta yazılıdır.
Sual: İyi, hayırlı işlere başlarken, hep sağdan mı başlamak gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, don, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine, odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Camiye rastgele mi girip çıkılır veya nasıl girmeli ve çıkmalıdır?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir, çıkarken sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir.”
Evliyanın kabrini ziyaret ederken
16 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :16 Şubat 2025 01:45
Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, kalbine bir şeyler akmaya başlar.
Sual: Evliya kabirleri nasıl ziyaret edilir ve istifade etmek için ne yapmalıdır?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Râbıta-i şerîfe kitabında buyuruluyor ki:
“Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbir şey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organları ile anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. O zatın feyizlerinden bir feyiz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hasıl oluncaya kadar, bu nuru kalbinde saklamalıdır. Çünkü, evliyanın ruhları, feyizlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.
Kabir yanına gelince, önce selam verilir. Mezarın sağ yanına, yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hatırına getirir. Eûzü ve besmele ile bir Fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabını Resûlullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin ve Eshâb-ı kiramın ve evliyanın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde bir şey hasıl oluncaya kadar durur. Gelen kimse almasını bilirse, o zat da vermeye ehil, olgun bir velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer. Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selamını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, orada imiş gibi feyiz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, ruhun gıdasını, onun ruhu ile gönderdiğine inanmaktır.
Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, çeşmeye gider. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, tabibe, doktora ve eczaneye gider. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, evliyanın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, evliyanın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, her şeyi belli bir sebeple göndermek, onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, onun adetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, onun sebebine yapışması lazımdır.”
.
Namaz ne zaman farz olur?
17 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :17 Şubat 2025 00:36
Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürted Müslüman olunca, namaz kılmaları farz olur.
Sual: Bir kimseye namaz kılmak ne zaman farz olur?
Cevap: Akıl ve baliğ olan her Müslüman’ın her gün beş namaz vaktinin her birinde, bir kere namaz kılması farzdır. Bir namazın vakti gelince, bu namazı edaya, kılmaya başladığı vakit, bu namazı kılması farz olur. Kılmadı ise, vaktin sonunda, yani vaktin çıkmasına, abdest alıp namaza başlayacak kadar zaman kalınca, kılması farz olur. Özrü yok iken kılmadan vakit çıkarsa, büyük günah olur. Özrü olanın da, olmayanın da, vaktinde kılmadığı namazı, vakti çıktıktan sonra, kaza etmeleri farz olur. Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürted Müslüman olunca, kadın temizlenince, deli ve baygın şifa bulunca, uykuda olan uyanınca da böyledir. Yeni Müslüman olana evvela namazın şartlarını öğrenmesi farz olur. Öğrendikten sonra, kılması da farz olur. Vakit girdikten sonra, kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması ise, müstehabtır. Beş vakit namaz, kırk rekât eder. Bunlardan on yedi rekâti vakitlerinde kılmak farzdır. Üç rekâti vacibtir. Yirmi rekâti sünnettir. Beş vaktin her birinde sünnet namaz kılmak da emir olundu. Sünnetler farzdan başka oldukları için, bunlara ayrıca niyet edilir.
Sual: Cünüp olan bir kimse hemen mi gusül almalı, yoksa geciktirebilir mi?
Cevap: Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusül etmezse, günah olmaz. Daha fazla geciktirmesi büyük günahtır. Cünüp iken uyumak, cimâ yapmak günah değildir. Zevce, hanım ile birlikte, bir kurnadan, bir kaptan gusül etmek caizdir.
Sual: Cünüp olan kimse, gusül almadan bir şey yiyip içebilir mi?
Cevap: Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzihen mekruhtur. Çünkü ağzına, eline sürülen su, müstamel, kullanılmış su olur. Müstamel suyu içmek ise mekruhtur.
Sual: Kadınlar muayyen hâlde iken, cünüp olan kimse gibi midir?
Cevap: Hayz gören kadın, cünüp gibi değildir. Çünkü hayz hâlinde iken gusül abdesti alması emir olunmadı.
Sual: Muayyen hâldeki bir kadın çocuğunu emzirebilir mi ve süt emilmesi sebebiyle kadının abdesti bozulur mu?
Cevap: Hayz hâlindeki kadın, göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüp kadının, yıkamadan emzirmesi mekrûh olur. Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
.
Namazda şaşıran ne yapar?
18 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :18 Şubat 2025 00:46
Bir kimse, namaz bittikten sonra, kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir.
Sual: Namaz kılan bir kimse, kaç rekat kıldığında şüphe ederse, ne yapması gerekir?
Cevap: Kaç rek'at kıldığını şaşırıp, namaz içinde düşünmesi, sonraki rüknün veya vacibin, bir rükün zamanı kadar gecikmesine sebeb olursa, bu arada, âyet ve tesbih okusa bile, secde-i sehiv lazım olur. Bir âyet okumak, rükü ve iki secde, son rek'atte oturmak, birer rükündür. Düşünmek, farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehv lazım oluyor. Mesela, son rek'atte oturunca düşünürse, selam vermesi gecikirse, secde-i sehv lazım olur. Fazla okuduğu salevat ve dua, sünnet olarak değil, düşünce sebebi ile olduğu vakit, vacibin gecikmesi suç oluyor. Başka bir namazı kılıp kılmadığını veya dünya işlerinden herhangi birini düşünürse, bir rüknün gecikmesine sebep olsa bile, secde-i sehv lazım olmaz. Namaz bittikten sonra, kaç rek'at kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir. Namazdan sonra, bir adil Müslüman, yanlış kıldın derse, tekrar kılması iyi olur. İki adil kimse söylerse, tekrar kılması vacip olur. Adil olmazsa, sözünü dinlemez. İmam doğru, cemaat ise, yanlış kıldık derse, imam kendine güveniyorsa veya bir şahidi olursa, tekrar kılınmaz.
Sual: İbadetler fazla zan etmekle kabul olduğu gibi, iman bilgileri de çok zan etmekle kabul olur mu?
Cevap: İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, itikat ise, çok zan ile doğru olmaz, iyi bilinmekle doğru olur.
Sual: Hamama veya havuza giden kimse, hamamdaki kurnalardan ve havuzdaki sudan abdest, gusül alabilir mi?
Cevap: Hamama giren kimse, kurnayı veya havuzu dolu görse, içine necaset bulaştığını bilmedikçe, o su ile abdest ve gusül alabilir. Su akıtıp, kurnayı taşırmaya lüzum yoktur.
Sual: Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların artığı olan su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin, yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz. Mâliki mezhebinde domuz ve köpek temizdir. Fakat bunları yemek, Mâlikî mezhebinde de haramdır.
Sual: Kıble, Kâbe binasının kendisi midir?
Cevap: Kıble, Kâbe'nin binâsı değil, arsasıdır. Yerden Arş'a kadar, o boşluk kıbledir
.
Zalime hürmet etmek günahtır!
19 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :19 Şubat 2025 00:42
Zalimin elini öpmek, karşısında eğilmek, günahtır. Adil olan kimsenin ise, caiz olur.
Sual: İnsanlara zulmeden, mallarını gasbeden, ırzlarına, namuslarına yan bakan, kötülük eden kimselere, hürmet edilir mi, saygı gösterilir mi?
Cevap: Haram işleyen kimseye fasık, kötü kimse denir. Fıskın en kötüsü, zulüm yapmaktır. Çünkü, açıkça yapılmakta ve kul hakkı da karışmaktadır. Âl-i İmrân sûresinin, 57. ve 140. âyetlerinde meâlen;
(Allahü teâlâ, zalimleri sevmez) buyuruldu. Hadis-i şerifte;
(Zalimin çok yaşamasına dua etmek, Allahü teâlâya isyan olunmasını istemektir) buyuruldu.
Zalim, oturduğu evi gasp yolu ile almış ise, o eve gitmek haram olur.
Fasık kimseye tevazu edenin dininin üçte ikisi gider. Zalime tevazu edenin hâlinin nasıl olacağını buradan anlamalıdır.
Zalimin elini öpmek, karşısında eğilmek, günahtır. Adil olan kimsenin ise, caiz olur. Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, hazret-i Ömer'in elini öpmüştür.
Kazancının çoğu haramdan olan kimsenin evine gidip oturmak, caiz değildir. Onu, söz ile veya bir hareket ile medhetmek, övmek, haramdır. Ancak, kendini veya başkasını, onun zulmünden kurtarmak için, yanına gitmek caiz olur. Yanında iken, yalan söylememek ve kendisini övmemek lazımdır. Kabul etmesi zan olunursa, nasihat verilir.
Zalim, sana gelirse kalkmak, ayakta karşılamak caiz olur. Dinin izzetini ve zulmün kötülüğünü bildirmek için kalkmamak iyi olur. Mümkün ise, nasihat yapılır. Zalimden her zaman uzak kalmak daha iyidir. Hadis-i şerifte;
(Münafık ile konuşurken, efendim, demeyiniz!) buyuruldu. Zalime, kâfire hürmet etmek, saygı ile selam vermek, üstadım demek, küfür olur.
Sual: Yolculuk yaparken, yol kenarlarında birikmiş sular oluyor. Namaz vakti girmişse ve o bölgede de başka su yoksa böyle sularla abdest alınıp namaz kılınabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Böyle su varken teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz. Zan ile, aslı üzere kalır, yani temiz kabul edilir. Ebû Nasr Akta hazretleri, Kudûrî şerhinde buyuruyor ki:
“Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.”
.
Farzı yapmayanın imanı gider mi?
20 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 01:18
Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez; ancak!..
Sual: Dinimizin emrettiği farzlardan birini tembellikle yapmayan kimsenin imanı gider mi?
Cevap: Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez. Fakat, bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer. Birincisi, o farzın vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahıdır. Bunun affolması için tövbe etmek, yani pişman olmak, üzülmek, bir daha geciktirmeyeceğine karar vermek ile olur. İkincisi, bu farzı terk etmek, yapmamak günahıdır. Bu büyük günahın affolması için, bu farzı hemen kaza etmek, yani vaktinden sonra hemen yapmak lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur.
Sual: Bazı kimseler, camiye girer girmez namaz kılıyorlar. Bu ne namazıdır ve kılınması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Camiye girince, iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıyyetül-mescid namazı denir. Camiye girince, farz, sünnet, kaza namazı gibi herhangi bir namaz kılmak, tehıyyetül-mescid namazı yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıyyetül-mescid diye niyet etmek lazım değildir.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, namaz vakti girinceye kadar namaz kılmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Herkese ve küçük yaşta ölen çocuklara da kabir suali var mıdır?
Cevap: Bu konuda Sirâc kitabında deniyor ki:
“Bütün insanlara kabir suali olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmektedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak, cevap vermesini ilham edecektir.” İbni Abdül-Berr ve İmâm-ı Süyûtî hazretleri de;
“Mümin ve münafık olan ehl-i kıbleye sual vardır” buyurmuştur. Hazret-i Ömer'e kabir suali olduğu ve verdiği cevabı bildiren haberler, kitaplarda mevcuttur.
Sual: Namaz kılarken, ilk defa kaç rekat kıldığında tereddüt eden, şaşıran bir kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rek'at kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılar. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek namazını tamamlar.
.
Abdest, gusül ve teyemmümün faydaları
21 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 21:55
Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
Sual: İbadet maksadıyla alınan abdestin, guslün ve su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmümün, insan bedenine, insan sağlığına ne gibi faydaları vardır?
Cevap: İbadet maksadıyla yapılan abdest ve gusül, beden sağlığımız için pek çok faydaları hasıl etmektedir. Bedenî faydalarının yanında, ruh sağlığı yönünden de faydası çoktur. Tesbit edilen sayısız faydalarından bazıları şöyle sıralanabilir:
1-Günlük hayatımızda, ellerimizin dokunmadığı yer, kapmadığı mikrop kalmıyor. İşte abdest alırken, el, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için en güzel bir korunmadır. Mikroplar, parazit bakterilerin bazıları vücuda deri yoluyla dâhil olurlar.
2-Solunum sistemimizin bekçiliğini yapan burnu yıkamakla, toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olmaktadır.
3-Yüzün yıkanması, cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafîfletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanların, ihtiyarlasalar, yaşlansalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir.
4-Cünüblüğe sebep olan hâllerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaşım hızı artmakta, solunum hızlanmaktadır. Vücudun aşırı çalışmasıyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuşukluk ve gevşeklik hissedilmekte, umumiyetle zihni faaliyetler oldukça yavaşlamaktadır. Gusül ile vücut eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
5-Abdest ve gusül abdestinin, dolaşım sistemi üzerinde de olumlu tesirleri bulunmaktadır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Abdestte mevzii bir uyarılma vardır. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılmaktadır. Ayrıca boyun ve yanlarının yıkanması da, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttırırlar.
6-Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok etmektedir.
Sual: Yeni Müslüman olan bir kimsenin, mutlaka gusül abdesti alması gerekir mi?
Cevap: Yeni Müslüman olan bir gayr-i müslimin, Müslüman olunca, gusül abdesti alması müstehabdır.
.
Ciğer kebabı meselesi
22 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :22 Şubat 2025 01:33
Bir gün Eshab-ı kiram efendilerimiz hazret-i Ebu Bekir'in evinden ciğer kebabı kokusu duyarlar...
Sual: Hazret-i Ebu Bekir'in, evinde et pişirip yediği ve sahabeleri davet etmediği bir olay olmuş mudur veya bunun aslı nedir?
Cevap: Bu konu, Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında şöyle anlatılmaktadır:
“Bir gün sahabe-i kiramdan bazıları Fahr-i kâinat efendimizin huzurlarına varıp, hazret-i Ebu Bekir'den şikâyet ederek dediler ki:
-Ya Resûlallah! Hazret-i Ebu Bekir evinde ciğer kebabı yapıp yalnız yer. Kokusunu duyduğumuz hâlde bizi davet etmez...
Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir daha böyle yaptığı vakit, bana haber veriniz; evine varalım.)
Bir gün yine hazret-i Ebu Bekir, evinde iken, ciğer kebabının kokusunu duyan Sahabiler, varıp, Resulullah Efendimize haber verdiler. Resulullah Efendimiz de, derhal kalkıp, hazret-i Ebu Bekir'in evine gittiler. İçeri girdiklerinde, gördü ki, ne ateş var; ne de kebap. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz;
-Ya Ebâ Bekir! Ciğer kebabını yalnız yermişsin; reva mıdır? diye sual edince, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Resûlallah! Hâşâ ki ben ciğer kebabını yalnız yiyeyim. Pişen kendi ciğerimdir, cevabını verdi.
Peygamber efendimiz sebebini sorunca da, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Habiballah! Daima hatırıma gelir ki, Hak teâlâ bana İslam dinini nasip etti ve Habibinin dostlarından eyledi. Hususi olarak bütün Sahabe-i kiram içinde bu şekilde şöhret buldum. Kıyamet gününde; acaba ahvalim ne olur. Allahü teâlânın huzurunda bu iltifatı ve bu nimetlerin şükrünü yerine getirir miyim diye korkudan ciğerim kebap gibi pişti, sebebi budur...
Hemen o anda Cebrâîl aleyhisselam gelip; hazret-i Ebu Bekir'in hakkında nice müjdeler getirdi. Ondan sonra Eshab-ı kiramın, hazret-i Ebu Bekir'e karşı muhabbetleri bir iken bin kat fazla oldu.”
Sual: Ağır bir şey kaldırınca, insandan meni gelirse, bu sebepten dolayı gusül almak gerekir mi?
Cevap: Dayak yemek, ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi sebeplerle insandan meni çıkınca, Hanefi ve Maliki mezhebinde gusül lazım olmaz. Şafii mezhebinde ise, lazım olur. Şafii mezhebini taklid eden Hanefînin, buna da dikkat etmesi lazımdır.
Sual: Ölen kimseyi yıkamadan önce, cenaze namazı kılınabilir mi?
Cevap: Meyyiti gasletmek, yıkamak, vacib-i kifayedir. Cenaze yıkanmadan, namazı kılınmaz.
.
Şehvet ve gadap terbiye edilir
23 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :23 Şubat 2025 01:34
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir."
Sual: Dinimiz, insandaki şehvetin, öfkenin ve benzerlerinin yok edilmesini mi yoksa terbiye edilmesini mi emretmektedir?
Cevap: Bu konu hakkında Ahmed bin Yahyâ Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmeleri değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanmaları lazım olduğu gibidir. Yani, şehvet ve gadab, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidirler. Bu ikisi olmadıkça, âhiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanabilmek için, terbiye ederek, dine uygun kullanılmaları lazımdır. Terbiye edilmezler, azgın olup, dinin sınırlarını aşarlarsa, insanı felakete sürüklerler. Riyâzet yapmak, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir. Bunu sağlamak da, herkes için mümkündür.”
Medeniyet de, atom gücü kullanmak ve jet gibi şeyler yapmak değildir. Medeniyet, bunları insanlara hizmet için kullanmaktır. Bu da, İslamiyete uymakla ele geçer.
Sual: İnsan, nefsinden kaynaklanan kötü şeylere karşı, nasıl bir yol izleyebilir?
Cevap: İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyâzet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. Bunlardan birinde buyuruluyor ki:
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.) Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez, tövbe etmez, işledikçe, günahı kat kat artar.
Sual: Namazda ilk rekatte okuduğu bir sureyi veya uzun bir âyeti unutarak ikinci rekatte de tekrar okuyan bir kimsenin namazı kabul olur mu?
Cevap: Bir kimsenin, namazda ikinci rekatte, birinci rekatte okuduğu âyeti tekrar okuması, tenzihen mekruhtur. Eğer ilk rekatte okuduğu sureden veya âyetten önceki bir âyeti, bir sureyi okur ise tahrimen mekruh olur. Unutarak okursa, mekruh olmazlar. İkinci rekatte birinciden üç âyet uzun okumak da mekruhtur.
.
Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz”
24 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :24 Şubat 2025 01:29
Oruç, bütün hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır.
Sual: Oruç tutmanın, insan sağlığı için zararlı olduğunu söyleyenlere karşı ne demelidir?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; (Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) buyurmuştur. Orucun sıhhate zararlı değil, bilakis çok faydaları vardır. Orucun, vücut için faydalarından bazıları şöyle bildirilmektedir:
Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur. İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, hazım, sindirim bozukluğudur. Şişmanlık, kalb ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu doktorlar bildirmektedir
Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, bir revizyona, tamire girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.
Bütün bu bildirilenler, orucun insan sağlığına zararlı olduğunu söyleyenlerin, yalan ve iftiralarını yüzlerine çarpmaktadır. Keşke orucun zararlı olduğunu söyleyenler, yalan söylerken ilmi de, kendilerine yalancı şahit olarak getirmeselerdi.
Sual: Hasta, yolcu ve hamile kadınlar, oruçlarını nasıl tutarlar?
Cevap: Midesinden rahatsız olan, hamile olan kadın, çocuğuna süt veren kadın, hastalığının artacağından korkan kimse, harp eden asker ve seferî yani insan yürüyüşü ile üç günlük ki Hanefi mezhebinde yüzdört, diğer üç mezhepte seksen kilometre yola giden yolcular oruç tutmayabilirler. Bunlar, daha sonra, tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Sual: Dışarıdan satın alınan yiyecek ve içecekleri, kapılı olarak mı eve götürmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Süleymân bin Cezâ hazretleri, Eyyühel veled kitabında diyor ki:
“Dükkânını Besmele ile aç ve kapa! Yenecek bir şey aldığın zaman, açık olarak tutup eve getirme, bir şeye sar ve örtülü şekilde yiyeceğini eve götür! Eve gidince, çocukları herhangi bir şeyle sevindir! Dükkânına geç git ve erken kapa! Diğer zamanlarında ilmihal bilgilerini öğren ve öğret!”
.
Hilâli görünce oruca başlamak
28 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :27 Şubat 2025 22:51
Şabanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyada oruca başlamak lazım olur.
Sual: Ramazan ayının başladığının bilinmesi için, gökte hilâlin, yeni ayın görülmesi gerekir mi? Eğer böyle bir durum yoksa nasıl hareket edilir?
Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâhdaki hadis-i şerifte;
(Ayı görünce oruc tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız!) buyuruldu. Bu emre göre, ramazan ayı, hilâlin yani yeni ayın görülmesi ile başlar. Hilâli görmeden önce yapılan hesap ve takvim ile başlamanın caiz olmadığını, İbni Âbidîn, Eşi'at-ül-leme'ât ve Ni'met-i islâm sahipleri bildirmişlerdir. Şaban ayının otuzuncu gecesi, güneş gurub edince, batınca, hilâli aramak ve görünce gidip kadıya haber vermek, vâcib-i kifâyedir.
Ramazan ayının girmiş olması için şabanın 29. günü, gurub vaktinde hilâli, yani gökte yeni ayı aramak ve ayı görmek, eğer görülmezse, şaban ayını otuz güne tamamlamak lazımdır. Şabanın otuzuncu günü öğle namazı zamanına kadar oruç tutup, o gün ramazan olduğu ilan edilmezse, orucu bozmak lazım olur. Bozmayıp oruca devam etmek tahrimen mekruhtur. Ramazana, hilâli görmeden başlayıp, 29. gecesi bayram hilâli görülürse, şaban rüyet ile başlamış ise, bayramdan sonra bir gün kaza edilir. Rüyet ile başlamamış ise, iki gün kaza tutulacağı Hindiyye ve Kâdîhânda yazılıdır.
Bulutlu havada hilâli bir adil Müslüman kadın veya erkeğin gördüm demesi ile, açık havada ise, birçok kimsenin şehadet etmesi, söylemesi ile, kadı, ramazan olduğunu ilan eder. Kadı bulunmayan yerlerde, hilâlin bir adilin gördüm demesi ile ramazan olur. İki adilin gördüm demeleri ile bayram olur. Adil demek, büyük günah işlemeyen ve küçük günaha alışık olmayan demektir. Adaleti şüpheli olanın da sözü kabul olunur. Ramazana ve bayrama takvim ve hesap ile başlamak caiz olmadığı Fetâvâ-ı Hindiyyede de yazılıdır. Hadîkada deniyor ki:
“Bidat sahibi olan yani yetmişiki fırkanın hepsi, Ehl-i kıble oldukları hâlde, adil değildirler.” Dürr-ül-muhtârda şahitliği anlatırken deniyor ki:
“Müslümanı kötülemek günahtır. Adaleti yok eder. Şahitliği kabul olmaz.”
Bunun için, ramazanın, bayramın ve hac zamanının gelmesini ve iftar ve namaz vakitlerini anlamakta ve bütün din işlerinde, mezhebsizlerin sözlerine uymak caiz değildir.
Şabanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyada oruca başlamak lazım olur.
.
Orucun farzı üçtür
1 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :28 Şubat 2025 22:47
Niyet etmek, niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak ve orucu bozan şeylerden sakınmak farzdır.
Sual: Namazın farzları olduğu gibi, orucun da farzları var mıdır?
Cevap: Orucun farzı üçtür bunlar: 1-Niyet etmek. 2-Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak. 3-Fecr-i sâdık, yani tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zaman içinde, orucu bozan şeylerden sakınmaktır.
Sual: İftarda acele etmeli deniyor. Bu aceleden maksat nedir, ne yapılır ve nasıl hareket edilirse acele edilmiş olur?
Cevap: İftarı acele etmek ve sahuru, fecrin ağarmasından önce olmak şartı ile geciktirmek sünnettir. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhe ve sellem) bu iki sünneti yapmaya çok dikkat ederdi. Dürerde deniyor ki:
“Seher vaktinde yenilen yemeğe sahur denir. Seher vakti, gecenin son altıda biridir.”
Sahuru geciktirmek ve iftarı çabuk yapmak, insanın aczini gösterdiği için sünnet olmuştur. İbadet, acz ve ihtiyacı göstermek demektir. Nûr-ül-îzâh kitabında;
“Bulutsuz gecelerde iftarı çabuk yapmak müstehaptır” deniyor. Bu kitabın şerhinde de;
“Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranmalı yani iftarı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görünmeden önce iftar eden, acele etmiş olur” denilmektedir. Tahtâvîde ise;
“Orucu namazdan önce bozmak müstehaptır. Bahr kitâbında ve ibni Âbidînde denildiği gibi, iftarda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftar etmek demektir” denilmektedir. Akşam namazını da, bu vakitte, yani erken kılmak müstehaptır. Güneşin battığı iyi anlaşılınca, önce Euzü ve Besmele okuyup;
( Allahümme yâ vâsi'al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftarlık yiyip;
(Zehebezzamâ vebtelletil-urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Hurma veya su, zeytin yahut tuz ile iftar edilir. Sonra, camide veya evde, cemaatle akşam namazı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yenir. Sofrada yemekleri yemek, bilhassa ramazanda uzun süreceğinden, akşam namazının erken kılınması ve yemeğin, acele etmeyerek, rahat yenmesi için, az bir şeyle iftar edip, yemeği duadan ve namazdan sonra yemelidir. Böylece, oruç erken bozulmuş, namaz da erken kılınmış olur. Yukarıdaki iftar duasının manası;
“Açlık zamanı bitti. Damarlarımızın suya kavuşması vakti geldi. İnşaallah sevap hasıl oldu” demektir.
.
Teravih namazı kılmak sünnettir
5 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mart 2025 23:03
“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir."
Sual: Teravih namazını, kadın, erkek her Müslümanın kılması gerekir mi, cemaatle kılınması ve camiye gidilmesi şart mıdır?
Cevap: Teravih namazı ile alakalı olarak Nûr-ül-îzâh şerhinde ve hâşiyesinde buyuruluyor ki:
“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmayan sapıktır ve şahitliği kabul olmaz. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç gece, teravihi cemaatle sekiz rekat olarak kıldı. Evlerine gidince, yirmi rekate tamamladılar. Yalnız olarak yirmi rekat kıldığı da bildirilmiştir. Dört mezhebde de yirmi rekattir. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halife ve zamanlarındaki Eshab-ı kiramın hepsi, cemaatle yirmi rekat kıldılar. Bu halifelere ve Eshab-ı kiramın icmaına uymamız, hadis-i şerif ile emrolunmuştur.”
Teravih namazı, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce teravihi kılamaz. Vitirden sonra ve sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz, kaza da edilmez. Çünkü teravih kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsının son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kaza edilmez. Yalnız farz namazlar ile vitrin kazası lazımdır. Teravih namazı, Şâfiide kazâ edilir.
Teravihi cemaat ile kılmak, sünnet-i kifayedir. Camide cemaatle kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, camideki cemaat sevabından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişi, cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevap kazanılır.
Her iki rekatte bir selam verilip, hemen sonraki rekate kalkılır. Yahut dört rekatte bir selam verilir. Her dört rekat arasında, dört rekat kılacak kadar oturup, salevat veya tesbih okunur veya sessizce oturulur. İki rekatte bir selam vermek ve her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir.
Yatsıyı cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, teravihi cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaati, farzın cemaati olması lazımdır. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra teravihi kılan cemaate katılabilir.
Sual: Hastanın, hamile kadının ve harb eden askerin oruç tutması gerekir mi?
Cevap: Hasta, hastalığı artacak ise, hamile kadın, süt veren kadın, harb eden asker zayıf olursa, oruç tutmaz. İyi olunca kaza eder.
Teravih namazında okunacak dualar
6 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :5 Mart 2025 22:51
Teravih namazına başlarken ve bittikten sonra çeşitli şekilde okunan dualar vardır.
Sual: Teravih namazına başlarken ve sonunda, çeşitli dualar okunuyor. Bu dualar nelerdir ve nasıldır?
Cevap: Teravih namazına başlarken ve bittikten sonra çeşitli şekilde okunan dualar vardır. Mesela teravih namazına kalkarken okunacak dualardan birisi şöyledir:
“Sübhâne zil mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberut. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma'bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur'ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû, yâ men lâ ilâhe illâ hüv.”
Ramazanın onbeşinde sonra "Merhaba" diye okunan yerler, "Elveda" diye okunur. Teravih namazı bitince okunacak dua da şöyledir:
“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ." Üç defa okunur ve üçüncüsünde " ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran kesîrâ" denir.
"Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec'alnâ min utekâi şehri Ramezân bi hurmetil Kur'ân.”
Sual: Bir kimse, kendi malından, başkasının fıtrasını verebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Redd-ül-muhtârda deniyor ki:
“Bir kimse, kendi malından, başkası için fıtra verince, o kimse önceden emretmiş ise, caiz olur, emri ile vermemiş ise, sonradan razı olsa da, caiz olmaz. Onun malı ile vermiş ise, razı olunca caiz olur.”
Sual: Bir baba, kendi çocuklarının fıtrasını, onlardan vekalet almadan da verebilir mi?
Cevap: Bir kimse, nafakasını verdiği kimselerin, çocuklarının fıtralarını, onların emri ve vekaleti olmadan verebilir.
Sual: Bir kimseye, fıtra ve kurban vacip olduktan sonra, elindeki mal yok olsa, bu kimse sorumluluktan kurtulur mu?
Cevap: Bir kimsenin nisaba malik olduktan, fıtra ve kurban vacip olduktan ve hac farz olduktan sonra mal elinden çıkarsa, af olmazlar. Hâlbuki, zekat ve uşur, malın elden çıkması ile affolur. Fakat, bunların elden çıkarılması ile bunlar da affolmaz.
.
Oruçlu, günahtan da sakınmalıdır
7 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :6 Mart 2025 23:16
“İnsanın nefsi taşkınlık yapınca, bazı çarelere başvurması gerekir. Oruç, bu hususta en güzel çaredir."
Sual: Oruç tutan bir kimse, sadece yeme, içmeyi mi yoksa günahları da mı terk etmesi gerekir?
Cevap: Oruç tutmak, sadece yeme ve içmeyi terk etmek değildir. Eli, dili, gözü, kulağı ve bütün uzuvları da, günah işlemekten uzak tutmalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü alayhi ve sellem) (Oruç tutan kimse, yalan sözü terk etmezse, o kimsenin yiyip içmeyi terk etmesine Allahü teâlânın ihtiyâcı yoktur) buyurmuştur.
Faydasız şeyler konuşmak, yalan söylemek, gıybet etmek, tutulan orucun sevabını giderir. Zahmet çekerek, sıkıntılara katlanarak ibadet yapıp da, bunun sevabını yok etmek, akıllı kimsenin yapacağı iş değildir.
Ancak oruç tutarken günah işleyenler, benim orucumun kıymeti yok diyerek orucu terk etmemeli, oruca devam etmeli, Allahü teâlâya yalvararak af dilemeli ve işledikleri günahlardan yüz çevirmelidirler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, lutfederek, ihsân ederek, nefis iman edip İslamiyete uymakla şereflenince, İslâm-ı hakîkîye kavuşulur ve imanın hakikati hasıl olur. Bundan sonra yapılacak her iş, İslamiyetin hakikati olur. Namaz kılınca, namazın hakikati kılınmış olur. Oruç tutunca, orucun hakikati tutulmuş olur. İslamiyetin bütün hükümlerine uymak da, hep böyledir.”
Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hazretleri, talebelerine hitaben buyurur ki:
“Oruç, hikmet hazinelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur ve oruçlunun duası, Allahü teâlâ indinde makbuldür. Allahü teâlâya ulaştıracak, oruçtan daha iyi bir binek yoktur. Orucun Allahü teâlâ katında büyük değeri vardır. Bir kimse, bütün kulluk vazifelerini yerine getirse, fakat midesini doldursa hiçbir yere ulaşamaz. Orucu gereğince tutsa, başka kulluk vazifelerinde kusur olsa bile, yine bir yere erişir.”
Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri de buyuruyor ki:
“İnsanın nefsi taşkınlık yapınca, bazı çarelere başvurması gerekir. Oruç, bu hususta en güzel çaredir. İnsan, şehvetini oruç tutmak suretiyle kırar. Oruç, insanın kötü isteklerini zayıflatır. Ruhun parlaması, şehvetin ve kötü arzuların kırılmasında, oruçtan daha tesirli bir çare yoktur. Kişi oruç tutmak suretiyle şehvet ve kötü arzularından ne kadar sıyrılabilmişse, oruç o derece günahlarına keffaret olur.”
.
Orucu bozup, kazayı gerektiren hâller
9 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 00:48
Oruç, hata ile bozulsa, mesela, abdest alırken, boğaza su kaçsa bayramdan sonra kaza etmek lazım olur.
Sual: Ramazan ayında, sadece orucu bozup, keffareti değil de kazayı gerektiren hâller, durumlar nelerdir?
Cevap: Oruç, hata ile bozulsa, mesela, abdest alırken, boğaza su kaçsa veya zorla orucu bozdurulsa, ihtikan ederse, burnuna sıvı ilaç, kolonya veya duman, başkasının içtiği sigara dumanı yahut, ud ağacı, anber ile tütsülenip dumanını çekse, kulağına ilaç damlatsa, derideki yaraya koyduğu ilaç içeri girse ve iğne ile ilaç şırınga edilse, kâğıt, taş, maden parçası, pamuk, ot, pişmemiş pirinç, darı, mercimek tanesi gibi, ilaç ve gıda olmayan şey yutulsa, zorlayarak ağız dolusu kusulsa, dişi kanayan, yalnız kanı veya tükrükle müsavi, eşit miktarda karışık kanı yutsa, fecir doğduğunu yani imsak vakti girdiğini bilmeyerek yese, güneş battı zannederek orucu bozsa, oruçlu olduğunu unutup yiyince, orucu bozuldu sanarak, bilerek yemeye devam etse, uyurken ağzına su akıtılsa veya cima olsa, niyet etmeden oruç tutsa veya ramazanda sabaha kadar niyet etmeyip, sonra niyet etse bile, yani kuşluk namazı zamanından, dahveden sonra oruç tutmazsa, bunların hepsinde oruç bozulur ve bayramdan sonra, bir günü için yalnız bir gün kaza etmek lazım olur. Keffaret lazım olmaz. Boğaza yağmur, kar kaçsa, oruç da, namaz da bozulur, kaza lazım olur. Geceden dişleri arasında kalan şeyi, bilerek yutsa, nohut tanesi kadar ise, bozulup kaza lazım olur. Nohuttan küçükse bozulmaz. Unutarak yiyen kimse, orucu bozulmadığını bildiği hâlde, yine yer ve içerse, kaza ve keffaret lâzım olur.
Sual: Ramazanda camiye giden kimse, yatsının farzını kılmadan, teravih namazı için cemaate katılsa kabul olur mu?
Cevap: Ramazanda yatsının farzını cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, Teravihi ve Vitri cemaatle kılamazlar. Çünkü Teravih, yatsının cemaati ile kılınır. Hindiyyede deniyor ki:
“Yatsının farzını yalnız kılan, Teravihin cemaatine katılır. Kaçırdığı rekatlerini sonra tamamlar. Teravihi cemaatle kılamayan, farzı kıldığı imam ile Vitri kılabilir. Vitri cemaatle kıldıktan sonra, başka camiye giden, imam farzı kılıyorsa farza, Teravihi kılıyorsa, buna niyet ederek, imama uyarsa, bir kavle göre sahih olur. Teravih kılındığını anlarsa, farzı kılmamış ise, bir kenarda farzı kılıp, sonra imama uyar.”
.
Orucu bozmayan hâller
10 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 23:00
Bir kimse, Ramazan-ı şerifte veya kaza, keffaret, adak ve nafile oruçlarda, unutarak yese, içse orucu bozulmaz.
Sual: Oruçlu iken, hangi hâller, hangi durumlar orucu bozmaz, bozulmasına sebep olmaz?
Cevap: Bir kimse, Ramazan-ı şerifte veya kaza, keffaret, adak ve nafile oruçlarda, oruçlu olduğunu unutarak yese, içse, cima etse, oruçlu iken uykuda cünüp olsa, tentürdiyot, yağ sürünse, sürme çekse, bunların rengi, kokusu tükürükte, idrarda belli olsa bile, gıybet etse, hacamat olsa, istemeyerek ağız dolusu kussa, zorlayarak biraz kussa, kulağına su kaçsa, ağzından veya burnundan boğazına toz, duman, sinek kaçsa, oksijen gazı tüpü ile suni hava verilse, başkalarının içtiği sigaranın dumanı gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkün olmasa, ağzını yıkadıktan sonra ağzında kalan yaşlığı tükürük ile yutsa, gözüne, diş çukuruna ilaç koysa, tadını boğazında duysa bile, bunların hiçbiri orucu bozmaz.
Bahr-ür-râık kitabında deniyor ki:
“Ağız bazen bedenin içi sayılır. Bunun için, oruçlu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın içindeki necasetin mideden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veya diş çektirmeden, iğne yapılan yerden yahut mideden ağza kan çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veya yutunca, tükürük kandan çok ise, yani sarı ise, yine bozulmazlar. Mideden gelen başka şeyler ağza geldiği zaman da böyle olup, abdest ve oruç bozulmaz. Ağız dolusu, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, bazen de, bedenin dışı gibi olur. Ağzına su alınca oruç bozulmaz.”
Diş çektirince çok kan geliyorsa, tükürünce orucu bozulmaz, oruçlu değilse, yutunca, abdesti bozulmaz. Kanı tükürükten az ise, ikisi de hiç bozulmaz.
Sual: Kulağa yağ damlatmak, lavman yaptırmak, orucu bozar mı?
Cevap: Bu konuda Fetâvâyı Hindiyyede deniyor ki:
“İhtikan, lavman yapmak, kulağına yağ damlatmak orucu bozar ise de, keffaret lazım olmaz. Helada taharetlenirken içeri su kaçarsa, orucu bozar.”
Sual: Yutmadan yemeğin tadına bakmanın ve serinlemek için banyo yapmanın oruca zararı olur mu?
Cevap: Yutmadan yemeğin tadına bakmak, sakız çiğnemek, serinlemek için yıkanmak orucu bozmazlar ise de, tenzihen mekruhturlar.
Sual: Tozlu, dumanlı şeyleri koklamak ve piyasadaki çiklet denilen sakızları çiğnemek orucu bozar mı?
Cevap: Tozlu dumanlı şeyleri koklamak ve çiklet çiğnemek orucu bozar.
.
Hasta olanlar, oruç tutamaz mı?
11 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :11 Mart 2025 00:02
“Hasta, hastalığının artmasından korkar ise, oruç tutmayıp sonra kaza eder."
Sual: Bir kimsenin, oruç tutunca hastalanma tehlikesi varsa veya hastalığının artması söz konusu ise, böyle bir kimse oruç konusunda ne yapması gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Hasta, hastalığının artmasından veya iyi olmasının gecikmesinden yahut şiddetli ağrı gelmesinden veya hasta bakıcı, hastalanarak, onlara bakamayıp helak olmalarından korkar ise, oruç tutmayıp sonra kaza eder. Sağlam kimse, hasta olacağını çok zan ederse ve nehir temizlemek gibi ağır bir iş yaparken veya devletin emri ile çalışırken, çok sıcak veya soğuk tesiri ile helak olacağını ve kimsesiz olup hiçbir yerden yardım görmeyen kadın nafakasını kazanmak için çamaşır yıkamak, yemek pişirmek ile helak olacağını, çok zan ederek anlarsa, oruç tutmaması ve niyetli orucu bozması caiz olur, başka zaman kaza eder. Çok zan etmek, ölüm alametlerini görmekle, kendi tecrübesi ile yahut tabib-i müslim-i hazıkın haber vermesi ile anlaşılır. Hazık, mütehassıs, uzman olmak demektir. Kâfir ve fasık doktora muayene ve tedavi caizdir. Fakat bunların sözleri ile ibadet bozulmaz. Orucunu bozarsa, keffaret lazım olur.”
Sual: Çoluk çocuğunun nafakası için ağır işte çalışan bir kimse, orucunu tutmayıp, daha sonra kaza edebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Nafakaya muhtaç kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücret ile çalışmayı sözleşmiş ise ve iş sahibi, ramazanda izin vermiyorsa, kendinin ve ailesinin nafakası mevcut olan, orucu bozmaz. Çünkü böyle kimsenin dilenmesi haramdır. Kendinin ve ailesinin nafakasına malik değilse, orucun zarar vermeyeceği başka hafif iş bulması lazım olur. Hafif iş bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması caiz olur. Bunun gibi, ekin biçen kimseye ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı, ekini biçemeyip, ekin telef olursa yahut çalınırsa, veya bina yapılamayıp da yağmurdan yıkılmak tehlikesi muhakkak olursa ve bunları ücret ile yapacak kimse bulamazsa, oruç tutmayıp, bu işlerini yapmak caiz olur. İş bitince, orucunu tutar ve ramazandan sonra da, tutamadığı günleri kaza eder, günah olmaz. Susuzluktan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup, kaza edebilir, keffaret yapmazlar.”
.
Zekât, hicretten sonra farz oldu
14 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :13 Mart 2025 23:25
Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde ramazan ayında farz oldu.
Sual: Zekât ne zaman farz oldu ve zekât verilecek malın, paranın mutlak helal yoldan mı elde edilmesi gerekir?
Cevap: Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde ramazan ayında farz oldu. Her Müslüman tam mülkü olan nisap miktarındaki zekât malının, belli zamanda, belli miktarını, zekât niyyeti ile ayırıp, emredilen Müslümanlara vermelidir. Tam mülk, helal yoldan gelip, kullanması mümkün helal malı demektir. Gasp, hırsızlık, rüşvet, kumar ve fasit olarak satın aldığı mal gibi, haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile karıştırmamış ise, bu haram mallar, mülkü olmaz. Kullanması, nafaka yapması helal olmaz. Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz. Bunların zakâtını vermesi farz olmaz, zekât nisabının hesabına katılmazlar. Sahipleri veya vârisleri belli ise, kendilerine geri vermesi farzdır. Belli değilse, hepsini sadaka olarak fakirlere dağıtırsa da, sonra sahibi çıkıp, ödemesini, tazminini isterse, öder. Sahiplerini buluncaya kadar dayanamayıp bozulacak malı, kendi kullanıp, sonra tazmin etmesi, yani benzerini, benzeri yoksa kıymetini ödemesi caiz olur.
Sual: Hak edilmiş fakat ele geçmemiş olan maaş ve ücretler, zekât hesabına dâhil edilir mi?
Cevap: İbni Âbidînde, alışveriş anlatılırken deniyor ki:
“Din adamlarının, evkaftan alacakları erzakı, teslim almadan önce satmaları caiz değildir. Çünkü bunlar, hak edilmiş ücret iseler de, hak edilen mal, kabz edilmeden, ele geçmeden önce mülk olmaz.” Bunun için memurların, işçilerin alacakları maaş ve ücretler, ellerine geçmeden önce mülkleri olmaz. Maaş, ücret ele geçmeden önce, bunlar nisab, zekât hesabına katılmaz, yani zekâtları verilmez. Memur ve işçilerden kesilen yardım sandığı, sigorta paraları ve tasarruf bonoları zekât hesabına katılmaz. Senelerce sonra birikmiş olarak ele alınınca, yalnız alınan para, o senenin zekât nisabının hesabına katılır. Satış karşılığı alınan bonolar, böyle değildir. Bunlar ve hisse ve tahvil senetleri, her sene zekât hesabına katılır.
Sual: Bir şirkete ortak olan, sadece kendi hissesine düşenin mi zekâtını verir?
Cevap: Bir ticaret şirketine ortak olanın, hissesi nisab miktarı ise, kendi hissesinin zekâtını hesap ederek vermesi lazımdır.
..
Kutuplarda oruç tutmak
17 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mart 2025 22:53
Gece ve gündüz müddetleri, iki, üç ay devam eden, kutuplarda olanlar da oruç tutarlar.
Sual: Kutuplarda bazen gündüzler çok uzun oluyor. Böyle durumlarda, orada bulunan bir Müslüman nasıl oruç tutacaktır?
Cevap: Kutuplarda, birkaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. Böyle yerlerde oruç tutanlar için, bir külfet yoktur. İslam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamayacağı, takat getiremeyeceği şey teklif edilmediğini, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde açıkca bildirmiştir. Mesela, abdest azası dörttür. Bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. Bir kimse, ayakta namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. Buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden gececi olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
Gece ve gündüz müddetleri, iki, üç ay ve daha fazla devam eden, kutup memleketlerinde olanlar da oruç tutarlar. Böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatten daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan en yakın bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyulur. Eğer oruç tutmazsa gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder.
Sual: Gündüzleri kısa olan yerlerde oruç tutanlarla, gündüzleri uzun olan yerlerde oruç tutanların sevapları aynı mıdır ve burada bir adaletsizlik yok mudur?
Cevap: Gündüzleri uzun olan yerlerde oruç tutanların alacağı mükafat elbette farklıdır. Güçlükler arasında ibadet etmek, elbette daha sevaptır. Gündüzleri uzun olan yerlerde, gündüzleri kısa olan yerlere göre birkaç saat fazla oruç tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, bu hâl, adaletsizlik değildir.
Sual: Uzaya, aya veya diğer gezegenlere giden bir kimse, eğer Müslüman ise, nasıl oruç tutacaktır?
Cevap: Aya, uzaya giden Müslüman da sefere, yani yolculuğa niyet etmemişse veya orada ikamet etmeye niyet ederse, bulunduğu yerde gündüzleri çok uzun veya devamlı gündüz olursa, dünyadaki imsak ve iftar vakti belli olan bir yeri esas alır ve saatle başlayıp, saatle bitirerek orucunu tutar. Bütün bunlara rağmen orucunu tutamazsa, dünyaya döndüğü zaman, tutamadığı oruçları kaza eder.
.
İhtiyaç eşyasının içine neler girmektedir?
18 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :17 Mart 2025 22:40
İhtiyaç eşyası, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmaz.
Sual: İhtiyaç eşyası ne demektir, neler ihtiyaç eşyasının içine girmektedir?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve aletler, binecek vasıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyanın mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmazlar. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, sanat ve ticaret aletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyacından fazla, kullanılmayan odaların nisaba katılmaması sahihtir.
Sual: Bazı kimseler, “oruç uzun günlere geldiği için, niyetlenmeyin, kısa günlerde kaza edersiniz” diyorlar. Böyle söylemek doğru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Behcet-ül-fetâvâda deniyor ki:
“Ramazan-ı şerif, yaz aylarından birine geldiği zaman, din adamı şekline giren birisi, Müslümanlara; 'Oruca niyet etmeyip, oruç tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kaza ederseniz, caiz olur. Ramazanda oruca niyet etmeden, yer içerseniz, keffaret lazım olmaz' diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruç tutturmazsa, bu kimse şiddetle cezalandırılır. Böyle söylemesi menedilir.”
Sual: Dinimizde sadece zekât verecek durumda olana mı zengin denir?
Cevap: Sadaka-i fıtır ve kurban nisabına malik olana da zengin denir. Bunların sadaka-i fıtır vermesi vacip olur. Mükellef yani akıllı, baliğ ve mukim iseler, kurban kesmeleri de vacip olur. Bunların zekât alması haram olur ve fakir olan kadın mahrem akrabasına, çalışamayan fakir erkek akrabasına yardım etmesi de vacip olur.
Sual: Fıtra için buğday ve un vermekte zorlanan bir kimse, bunların yerine ekmek de verebilir mi?
Cevap: Bir kimseye, fıtra için, buğday, un vermek de güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır verebilir. Ekmek ve mısır verirken, ağırlığa değil, parasına, kıymetine bakılır.
Sual: Vaktinde kılınmayan teravih namazı, daha sonra kaza edilebilir mi?
Cevap: Kılınmayan teravih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse, nafile kılınmış olur, teravih olmaz.
.
Dört türlü zekât malı vardır
19 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :18 Mart 2025 22:33
Senenin ekseri zamanında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanların zekâtını vermelidir...
Sual: Nelerden, hangi mallardan zekât verilir daha doğrusu neler zekâta tabidir?
Cevap: Dört mezhepte de dört türlü zekât malı vardır ki bunlar:
1-Senenin ekseri zamanında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar.
2-Altın ile gümüş. Dürr-ül-müntekâda deniliyor ki:
“Altın ile gümüşün oniki ayardan yukarısı, para olarak, kadınların süsü gibi helal olarak, erkeklerin altın yüzük takması gibi haram olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılıç ve altın diş gibi ihtiyaç eşyası olsalar da, zekât nisabının hesabına katılacaklardır.”
3-Ticaret için alınıp, ticaret için saklanılan ticaret eşyası. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Eşyanın ticaret niyeti ile satın alınması lazımdır. Uşur vermesi lazım gelen topraklardan hasıl olan ve miras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticarete niyet edilse de, bunlar ticaret malı olmaz. Çünkü ticaret niyeti, alışverişte olur. Mesela, tarlasından buğday alıp uşrunu veren veya mirastan eline mal geçen kimse, satmak niyeti ile saklasa, nisap miktarından fazla olsa ve bir seneden fazla kalsa, zekâtlarını vermek icap etmez.”
Satmak için satın aldığı buğdayı tarlasına ekse veya ticaret için aldığı hayvanı, kumaşı kendi kullanmaya niyet etse, ticaret malı olmaktan çıkarlar. Sonra bunları satmaya niyet ederse, ticaret malı olmazlar. Bunları satınca veya kiraya verince, eline geçen mal ticaret malı olur. Kullanmak için satın aldığı malı, aldıktan sonra ve miras olarak eline geçeni veya hediye, vasiyet, sadaka gibi kendinin kabul etmesi ile malik olduğu malı alırken veya tarlasından aldığı buğdayı satmaya niyet etse, ticaret malı olmazlar. Bunları satsa ve satarken bedellerini ticarette kullanmaya niyet etse, bu bedelleri ticaret malı olurlar. Çünkü ticaret bir iştir. Yalnız niyet ile olmaz, başlamak da lazımdır. Ticareti terk etmek ise, yalnız niyetle olur.
4-Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan bütün topraklardan çıkan şeylerdir. Bunların zekâtına Uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam verir.
.
Yaşlı olup oruç tutamayanlar
20 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :19 Mart 2025 23:03
İhtiyar olup ramazan orucunu tutamayacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta gizli yemelidir.
Sual: Yaşlı ve devamlı hasta olup da oruç tutamayanlar, ne yapmalı, nasıl bir yol takip etmelidir?
Cevap: İhtiyar, yaşlı olup, ölünceye kadar ramazan orucunu veya kazaya kalmış oruçlarını tutamayacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta, gizli yemelidir. Zengin ise, her gün için bir fıtra, yani 1.750 gram buğday veya un yahut kıymeti kadar altın veya gümüş para, bir veya birkaç fakire verir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsi bir fakire de verilebilir. Fidye verdikten sonra kuvvetlenirse, ramazan oruçlarını ve kaza oruçlarını tutar. Fidye vermeden ölürse, iskat yapılması için vasiyet eder. Fakir ise, fidye vermez, dua eder. Böyle ihtiyar ve hasta, sıcak veya soğuk mevsimde tutamıyorsa, uygun gelen mevsimde kaza eder.
Sual: Oruç tutunca ayakta güçlükle duran kimse, namazlarını oturarak kılabilir mi?
Cevap: Oruç tutunca, namazı ayakta kılamayan kimse, oruç tutar ve namazı oturarak kılar.
Sual: Bir kimsenin orucu hata ile bozulsa, yolcu kendi memleketine dönse, bunlar yiyip içebilirler mi?
Cevap: Ramazan günü, orucu bozarsa, çocuk baliğ olursa, kâfir Müslüman olursa, misafir, yolcu kendi şehrine gelirse, kadın temiz olursa, akşama kadar oruçlu gibi, sakınmaları lazımdır. Misafir ve kadın, o günü, sonra kaza eder.
Sual: Kazaya kalan oruçları, ramazandan sonra arka arkaya mı tutmak gerekir?
Cevap: Orucun kazası, arka arkaya olduğu gibi, ayrı ayrı günlerde de, bir gün için, bir gün oruç tutmaktır. Aralıklı tutarken, araya başka ramazan gelirse, önce ramazan orucunu tutar.
Sual: Dinin bildirdiği bir özür sebebiyle oruç tutamayan bir kimse, açıktan yiyip, içebilir mi?
Cevap: Özrü olan kimseler, oruç tutamadıkları günler, gizli yemelidirler. Ramazan-ı şerifte umumi yerlerde, Müslümanların karşısında, oruç yiyenlerin ve oruç tutanları aldatarak, oruç tutturmayanların imanı gider. Ramazan günlerinde lokanta, aşhane, gazino, büfe gibi yiyip içme yerlerini işletmek günahtır. Bunların, oruç yiyenlerden kazandıkları, helal ise de, zararlıdır. Buralarını iftardan sonra açmalıdır.
Sual: Evde bulunan, birikim için saklanan altın ve gümüşlerin zekâtı olur mu?
Cevap: Altın ve gümüş eşya ve kâğıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, bunlar zekât malı olur ve zekât hesabına katılırlar.
.
Zaruret hâlinde orucu bozmak
21 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :20 Mart 2025 22:44
"Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır."
Sual: Açlık veya susuzluk gibi böyle zaruri durumlarda başlanmış oruç bozulabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zaruret, ihtiyaç, menfaat, ziynet ve fudüldür. Kullanılmadığı zaman insanın helakine sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, buna ihtiyaç denir. Faydası, menfaati olmayıp, yalnız gösteriş için kullanılan şeye, ziynet denir. İhtiyaç olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda diyor ki: “Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere, yolculuğa çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.” Uyûn-ül-besâir kitabında bildirilen ihtiyaç, bu sekiz özürden biri demektir.
Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yemek, menfaattir. Tatlı yemek, ziynettir. Mubahları kullanmakta taşkınlık, fudüldür. Zaruret olunca, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz söylemek, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir. Aç kalanın ölmeyecek kadar leş yemesi, zaruret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrar yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarurettir.”
Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden para, mal dağıtsa, bu verdiği para ve mallar zekât yerine geçer mi?
Cevap: Her ibadete mahsus olan farzların yerine getirilmesi şarttır. Zekâtın da farzı yerine getirilmezse, zekât verilmiş olmaz. Zekâtın farzı birdir, bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken; “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken hediye veriyorum dese, caiz olur, söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikte niyet ederse, imâm-ı Ebû Yûsüf'e göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammed'e göre, sadaka olur, zekâtını vermemiş olur.
Sual: Zekâtını vermeden ölen kimsenin zekât borçlarını, mirasçıları ödeyecek midir?
Cevap: Vasiyet etmemiş meyyitin, bıraktığı maldan zekât borcu verilmez. Çünkü niyet etmesi lazım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. Bu takdirde, zekâtın iskatı yapılmış olur.
.
Zekâtın verileceği yerler
23 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :23 Mart 2025 00:29
Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idarede güçlük çeken her fakir, zekât alabilir...
Sual: Herkese zekât verilebilir mi veya kısaca kimlere zekât verilebilir?
Cevap: Zekât, şu yedi sınıfta bulunan Müslümanlara verilir.
1-Fakir. Nafakasından fazla, fakat nisap miktarından az malı olana fakir denir. Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idarede güçlük çeken her fakir, zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lazım olmaz.
2-Miskin. Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan Müslümana miskin denir.
3-Âmil. Hayvanların ve toprak mahsullerinin zekâtlarını toplayan ile, şehir dışında durup rastladığı tüccardan ticaret malı zekâtını toplayan, zengin dahi olsalar, bunlara işleri karşılığı zekât verilir.
4-Mükâteb. Efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, azat olacak köle.
5-Münkatı. Cihat ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlar. Dürr-ül-muhtârda deniyor ki: “Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. Câmi-ul-fetâvâda bildirilen hadîs-i şerîfte; (İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek caizdir) buyuruldu.
6-Medyun. Borcu olan ve ödeyemeyen Müslümanlar.
7-İbnüs-sebîl. Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtaç kalan.
Zekâtı, bunların ayrı ayrı hepsine veya sadece birine vermelidir.
Sual: Zekât parası ile ölen birisi için kefen alıp, zekâta sayılabilir mi, zekât yerine geçer mi?
Cevap: Zekât parası ile meyyite kefen alınmaz, meyyitin borcu ödenmez ve cami de yapılmaz.
Sual: Gayr-i müslim bir fakire zekât verilebilir mi?
Cevap: Gayr-i müslim vatandaşa zekât verilmez. Çünkü zekât Müslümana verilir. Sadaka, hediye vermek ise caizdir.
Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden, fakirlere çokça mal, para verse, dağıtsa, bunlar zekât yerine geçer mi?
Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü zekâtı ayırırken veya kendi vekiline yahut fakire, fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.
Sual: Fakir olan küçük çocuğa zekât verilebilir mi?
Cevap: Küçük çocuk akıllı yani parayı başka şeyden ayırabiliyor ve aldatılarak elinden alınamıyorsa, buna zekât verilir.
.
Keffaret orucu bozulursa
2 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :1 Nisan 2025 23:42
Hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram sebebi ile bozulursa yahut ramazan ayına rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak gerekir.
Sual: Bir kimse, keffaret orucuna başlasa, altmış günü tamamlamadan hastalansa ve ara verse, bir kadının da muayyen günü başlasa ve ara verse, bunların keffaret orucuna baştan mı başlamaları gerekir?
Cevap: Keffaret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa yahut ramazan ayına rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lazım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması lazım olur. Kadın, hayız ve nifas sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, altmışı tamamlar. Fakat, yemin keffareti olan üç gün ard arda tutulacak orucu bu sebeple bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lazım olur. Keffaret orucuna, ramazana ve bayramlara rastlamayacak şekilde başlamalıdır. Recebin birinci günü keffaret orucuna başlayıp, şabanın sonunda, altmış günü tamam olmasa, üç günlük yola gitmeyi niyet ederek vatanından çıkar. Ramazanın birinci günü, keffaret orucuna niyet eder. Çünkü misafire ramazan orucunun edası farz değildir, kaza etmesi caizdir.
Sual: Teravih namazının dışındaki tesbih namazı gibi nafile namazları cemaatle kılmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Sirâciyye fetva kitabında, teravih ve güneş tutulması namazlarından başka olan nafileleri cemaat ile kılmanın mekruh olduğu bildirilmektedir. Gıyâsiyye fetva kitabında, Şeyh-ul-imâm Serahsî hazretleri buyuruyor ki:
“Nafile namazı cemaat ile kılmak, ramazandan başka zamanlarda, herkes çağrılırsa, mekruh olur. Bir iki kişi imama uyarsa mekruh olmaz. Üç kişi olursa şüphelidir. Dört kişi olursa, söz birliği ile mekruh olur.”
Sual: Adakta bulunan fakir bir kimse, adadığı bu hayvanı kesince, bunun etinden kendisi, çoluğu, çocuğu yiyebilir mi?
Cevap: Fakir olsun, zengin olsun, adak eden, adak edilerek kesilen hayvanın etinden yiyemez ve zekât vermesi caiz olmayanlara yediremez. Anasına, babasına, evlatlarına, kocasına veya hanımına, fakir olsalar da yediremez. Yerse veya bunlara yedirirse, yenilen etin kıymetini, fakirlere sadaka verir. Akrabasından ve evinde bulunanlardan, zekâtını vermesi caiz olan büyük, küçük herkes yiyebilir. Bunlar içinde, zengin olanlar yiyemez. Yerlerse, adak sahibi, bunların kıymetini fakirlere verir.
.
Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikretmeli
3 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :3 Nisan 2025 00:04
“Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.”
Sual: Çarşıda, pazarda veya iş yerinde çalışırken de, salevat, kelime-i tevhid ve benzeri tesbihleri söylemenin mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir.) Bir kerre buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedihil-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.)
[Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını, ahıretteki zamanları, dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.]
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kerre de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir...
Hülasa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalbleri dükkânın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır.”
Sual: Bir kimse, vekiline, falan kimseye sadaka ver dese, vekil kendi parasından verse, sonra bunu, vekil edenden geri isteyebilir mi?
Cevap: Bir kimse, falana ödünç veya sadaka yahut hediye ver dese, vekil bunu verince, emredenden isteyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, isteyebilir.
Tilavet secdesini yapmak vaciptir
4 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :4 Nisan 2025 00:00
Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki secde âyetleri okunduğu zaman, tilavet secdesini, okuyan mı, dinleyenler mi, kısaca kimler yapmalıdır?
Cevap: Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur. Secde âyetini işiten cünübün ve sarhoşun da, abdest aldıkları zaman secde etmeleri lazımdır. Uyuyan ve bayılmış veya deli okuyunca, işitenlerin secde etmesi vacip olur denildi. Fakat, bunların ve kuşun okuması ile secde edilmemesi doğrudur. Çünkü bunların okuması, hakiki, doğru okumak değildir. Hakiki okumak demek, Kur’ân-ı kerimi okumakta olduğunu anlayarak okumaktır. Çocuk, yaptığını anlayacak yaşta ise, okuması ile, işitenlerin secde etmesi lazım olur. Daha küçük yaşta ise lazım olmaz. Dağlardan, çöllerden ve başka yerlerden yansıyıp geri gelen sedayı işitenlerin ve kuştan işitenlerin secde etmesi vacip olmaz. Dürr-ül-müntekâda; “İnsan sesi olması lazımdır” deniyor. Radyodan işitilen sesin, insan sesi olmadığı, hafızın sesine benziyen, cansız alet sesi olduğu bildirilmiştir. Bunun için, El-fıkh-u alel-mezâhib-il erbe'ada da diyor ki:
“Fonografta, gramofonda, teyipte ve radyoda okunan secde âyetini işitenin, tilavet secdesi yapması vacip olmaz.”
Secde âyeti hece hece okununca ve yazılınca da secde yapılmaz. Gayr-i müslimin okuduğunu işiten Müslümanların secde etmesi vacip olur.
Sual: Şafii mezhebindeki Müslümanlar, zekât verirken Hanefi mezhebine uyarak vermektedirler. Bunun sebebi nedir?
Cevap: Şafii mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tövbe suresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönlünü alması lazım gelen kâfir sınıfı, zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şafii âlimleri, Hanefi mezhebine göre zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermekle, zekât verilmiş olmaktadır.
Sual: Din bilgileri için, fıkıh kitabı mı, tefsir kitabı mı okumalıdır?
Cevap: Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir.
.
Ev ve arabaların zekâtı olur mu?
5 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :5 Nisan 2025 00:09
Sanat sahipleri, sanayiciler, imalatçılar, ham ve işlenmiş, mamul eşyanın zekâtını verirler.
Sual: Birkaç evi olan, dükkânında demirbaş aletleri bulunan bir kimse, bunları zekât hesabına katacak mıdır yani bunların zekâtı verilir mi?
Cevap: Ticaret için yani satılık olmayan evlerin, apartmanların, sanat aletlerinin, motor, tezgâh, kamyon, gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyanın zekâtı verilmez. Sanat sahipleri, sanayiciler, imalatçılar, ham ve işlenmiş, mamul eşyanın zekâtını verirler. Demirbaş eşyanın zekâtı verilmez. Ticaret eşyasından evde kullanılmak için ve ticaret olunan gıdadan bir senelik ev ihtiyacı için ayrılmış olanların da verilmez. Yani bütün bunlar ve ödenecek borçlar, nisap hesabına katılmaz. Bütün bu eşyayı, yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve kâğıt paranın hepsi nisap hesabına katılır, yani zekâtları verilir. İhtiyaç eşyasını almak için ayrılan para da nisap hesabına katılır.
Sual: Uşur vermek de zekât vermek gibi midir, nelerden verilir, burada da ölçü kırkta bir midir?
Cevap: Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan, bütün topraklardan elde edilen mahsulün zekâtına uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam olarak verir.
Sual: İhtiyaç eşyası, zekât ve kurban hesabına katılmaz deniyor. İhtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasına girmektedir?
Cevap: İnsanı ölümden koruyan şeylere, ihtiyaç eşyası denir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür. Bunlar da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, hizmetçisi ve sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.
Sual: Mezar taşı dikmenin ve üzerine yazı yazmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Mezar taşı dikmek caizdir. Taş üzerine âyet-i kerime, mübarek isimler, şiir, medhiye gibi şeyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini koymak caiz değildir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bidattir. Kötü âdetler, caiz olmayı göstermez. Mezar taşına, isim ve ölüm hicri senesi yazılabilir denildi.
.
Her davete gidilir mi?
6 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :6 Nisan 2025 00:32
Zalimin, bidat sahibinin ve kötü kimselerin, öğünmek için çok para harcamış olanın davetine gidilmez!
Sual: Davet edilen yere gitmenin lazım olduğu söyleniyor, anlatılıyor ve yazılıyor. Peki her davet olunan yere gidilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbat kitabında buyuruyor ki:
“Müslümanların haklarını gözetmek lazımdır. Hadis-i şerifte; (Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenazesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevap vermek) buyuruldu. Fakat, çağırılan yere gitmek için, şartlar vardır. İhyâ kitabında diyor ki; 'Yemek şüpheli ise, sofrada ipek kumaş, altın, gümüş varsa, tavanda ve duvarlarda canlı resimleri varsa, çalgı çalınıyorsa, oyun oynanıyorsa, böyle olan yere gidilmez. Zalimin, bidat sahibinin ve kötü kimselerin, öğünmek için çok para harcamış olanın davetine de gidilmez.' Şir'at-ül-islâm kitabında; 'Riya, gösteriş için yapılan davete gidilmez' deniyor. Muhît kitâbında da; 'Oyun oynanan, çalgı çalınan, Müslümanlar çekiştirilen, içki içilen davete gidilmez' denmektedir. Metâlib-ül-mü'minîn kitabında da böyle yazılıdır. Böyle mâniler bulunmayan davete gitmek lazımdır.”
İbni Âbidînde de deniyor ki:
“Haram olan şeyler, odada ise gidilir. Sofrada ise gidilmez. Bilmeyerek gidildiyse, kalbi ile beğenmeyerek oturulur veya bir bahane ile geri dönülür. Çünkü haram işlememek için, sünnet terk edilir. Gıybet söylemek veya dinlemek, çalgıdan ve oyundan daha büyük günahtır. Söz ve makam sahibi ise, sofrada günaha mâni olmalı veya geri dönmelidir.”
Sual: Uzaktan gelen misafire, her gün ikramda bulunmak gerekir mi?
Cevap: Mâ-lâ-büdde kitabında deniyor ki: “Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekket sünnettir. Sonraki günlerde müstehaptır.”
Sual: Selam verirken eğilmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Berîka kitabında deniyor ki: “Selam verirken ve selam alırken eğilmek günahtır. Hadis-i şerifte; (Karşılaştığınız zaman, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan başkası için rüku ve secde yapmak haramdır.”
İbni Nüceym Zeyneddîn Mısrî hazretleri Segâir ve Kebâir kitabında, el ile selam vermek günahtır diyor. İsmail Sivasî hazretleri, bunu açıklarken; “Çünkü, el ile selam vermek, kâfirlerin âdetidir” diyor.
.
İnsanlardan yiyecek, giyecek istemek
7 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :7 Nisan 2025 00:09
Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir.
Sual: Aç, susuz olan bir kimse, başkalarından yiyecek, içecek ve başka temel ihtiyaçlarını isteyebilir mi?
Cevap: Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam, çalışacak, ticaret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması caizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekten başka ihtiyaçlarını mesela, elbise, ev eşyası, kira paraları istemesi caiz olur. Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir. Bir günlük yiyeceği olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi, yine caiz olur. Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez.
Sual: Bir fakire, onu dinen zengin edecek miktarda zekât vermek uygun olur mu?
Cevap: Fakirin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar vermek müstehaptır. Borcu olmayan ve çoluk çocuğu bulunmayan fakire, nisap miktarı veya malını nisap miktarına tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Çoluk çocuğu olan fakire, bunların her birine bölünce, nisap miktarı düşmeyecek kadar, çok zekât vermek caizdir. Zekâtı, fakir olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabaya vermek daha sevapdır. Yakınları muhtaç iken, başkalarına verirse, sevabı olmaz.
Sual: Bir kimsenin, zekâtını, bulunduğu yerdeki fakirlere vermeyip de, başka şehir veya yerdeki fakirlere göndermesinin, vermesinin dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Zekâtı başka şehre göndermek mekruh ise de, akrabaya vermek için veya kendi şehrinde fakir Müslüman bulamazsa, başka şehre göndermek caizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakire vermekten daha iyi olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır. Malını israf edene, haramda kullanana zekât vermenin layık olmadığı Dürr-i Yektâda yazılıdır.
Sual: Zengin olup alacaklarını alamayan ve sıkıntıya düşen bir kimse, zekât alabilir mi?
Cevap: Alacaklarını ve malını eline geçiremeyen, elindeki bononun ödeme zamanı gelmeyen zengin kimse, faizsiz ödünç veren kimse bulamazsa, ihtiyacı kadar, zekât alabilir. Malı eline geçtiği zaman, almış olduğu zekâtı da, fakirlere dağıtmaz.
.
.
.
.
.
|
Bugün 315 ziyaretçi (2206 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|