|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Sual: Hoparlörden çıkan sese âmin diyenin namazı bozulur deniyor. Halbuki ben ilmihallere baktım, namazı bozanlar arasında hoparlör yazmıyor. Hoparlörden ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4731
|
Sual: Hoparlörden çıkan ses, değişime uğruyor mu? Bilim adamları bu konuda ne diyor? CEVAP Hoparlör, telefon, teyp, radyo ve televizyon yayınlarından çıkan ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4727
|
Sual: Hoparlör ve aksi seda yani yankı ile namaz kılmak caiz değildir. Ancak büyük camiler, aksi sedayı kuvvetlendirilecek şekilde yapıldığına göre, burada yankı ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4728
|
Sual: Kur'an-ı kerimi teypten ve hoparlörden okumak ve dinlemek caiz midir? CEVAP Caiz değildir. Bu aletlerden, sadece öğrenmek niyetiyle dinlenebilir.
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4769
|
18 Ara 2014 ... 18.12.2014 Sual: Hoparlörden çıkan ses, değişime uğruyor mu? Bilim adamları bu konuda ne diyor? CEVAP Hoparlör, telefon, teyp, radyo ve ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14487
|
Yani sesin nakil olması sebebiyle, bunlar telefonla geçerli oluyor da, niçin namazdahoparlördeki ses, imamın sesi olmuyor? CEVAP Telefonda, radyoda ve ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4730
|
Yahut hoparlör veya radyo vasıtasıyla gelen ses de imamın sesi olmadığı için, ... İmamı görmüyor, göreni de görmüyorsa, o zaman hoparlörün sesi ile namaz ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2753
|
Suudi Arabistan ve diğer İslam ülkeleri dâhil, günümüzdeki Müslümanların hepsi ibadetlerdehoparlör kullanıyor. Bu kadar insanın yanlış yapması mümkün olur ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=6333
|
Hoparlörle ezan okumak iyi ise, Allahü teâlâ, Peygamberine ibadetin iyisini niye bildirmedi? Allah hoparlörü yaratmaktan âciz mi idi? Binlerce mucizesi görülen ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2735
|
Bu camilerin, büyük camiye bağlı olduğu, oradaki imamın sesini hoparlörle işiterek, o imama uyulduğu bildirildi. Hoparlör sesiyle ve televizyondaki imama ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=7195
|
Radyo, TV ve hoparlörle, faydalı yayınlar yapılması sevabdır; fakat ibadetleri [Kur' an-ı kerimi, ezanı, namazı] hoparlörle yapmak caiz değildir. Hoparlörden çıkan ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4769
.
Bir hadis-i şerif: (Bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul ... kifayetsiz görüp, hoparlörle ezan okumaya ve hoparlörle namaz kılmaya ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14144
|
18 Ara 2014 ... Buradan hoparlöre giden elektrik sinyalleri tekrar sese dönüşüyor. ... Bunun için,hoparlörle namaz kıldırmak ve ezan okumak kesinlikle caiz ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14487
|
5- Bilimsel olarak diyoruz ki, hoparlörle namaz kılmak sahih olmaz. Sahih olsa bile, hoparlörsüz namaz kılmakta mahzur yoktur. Ya gerçekten sahih değilse, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2745
|
1 Kas 2014 ... 01.11.2014 Sual: S. Ebediyye'yi kabul eden ve kendisine güvenilen birinin, (Aynı mekânda olursa hoparlörle namaz kılmak caiz, ayrı mekân ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14413
|
Vehhabiler ve hoparlör Sual: (Kâbe'de de mikrofonla namaz kılınmaktadır. Bu da hoparlörüncaiz olduğunu göstermez mi?) diyene ne cevap vermeli? CEVAP ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4729
.
TAM İLMİHAL 168
İmâmın, hâfızın, müezzinin ho-parlördeki, radyodaki sesleri de, kendi sesleri değildir, benzerleridir. Bunlara uyarak kılınan nemâz sahîh olmaz. Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı ho-parlör ile okumak, bid’atdir. Çünki, ses çıkarmak için kullanılan cansız cismlere (Mizmâr), çalgı denir. Gök gürlemesi, top, tüfek, baykuş, papağan, çalgı değildirler. Ses çıkaran eğlence âletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, ho-parlör, hep çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak için, ya’nî kullanılmaları için, davul tokmağını gergin deriye vurmak, neyi üflemek, kavala ve ho-parlöre söylemek lâzımdır. Bunlardan çıkan ses, bu çalgıların hâsıl etdiği sesdir. Üfleyen ve söyleyen insanın sesi değildir. Ho-parlörden işitilen Kur’ân-ı kerîm ve ezân sesleri, hep ho-parlörün hâsıl etdiği seslerdir. İmâm ve müezzin efendilerin sesleri değildir. Müezzin efendinin sesi ezândır. Çalgıdan çıkan ses ilm ve fen bakımından ve din ve ahkâm-ı islâmiyye bakımlarından müezzin efendinin sesi, ya’nî ezân değildir. Ezâna benzediği için, ezân zan edilmekdedir. Ezân, müezzin efendinin, hattâ, sâlih müslimân erkeğin sesine denir. Bu sese benzeyen kadının, çocuğun, ho-parlörün sesi ezân değildir. Başka sesdir. Muhtelîf çalgıların sesleri başkadırlar. Ho-parlörün sesi, insan sesine çok benzediği hâlde, insan sesi değildir. Toprağa konan bir karpuz çekirdeğinden kocaman bir karpuz hâsıl oluyor. Bu karpuz o çekirdek değildir. Çekirdek çürümüş, yok olmuşdur. Ho-parlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakda, başka ses hâsıl olmakdadır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Kıyâmet yaklaşınca, Kur’ân-ı kerîm mizmârdan okunur) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîm mizmârlardan okunur. Allah için değil, keyf için okunur) ve (Kur’ân-ı kerîm okuyan çok kimseler vardır ki, Kur’ân-ı kerîm onlara la’net eder) ve (Bir zemân gelecekdir ki, müslimânların en sefîlleri, müezzinlerdir) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîm mizmârlardan okunur. Allahü teâlâ bunlara la’net eder). Mizmâr, her nev’i çalgı, düdük demekdir. Ho-parlör de, mizmârdır. Müezzinlerin, bu hadîs-i şerîflerden korkmaları, ezânı, ho-parlör ile okumamaları lâzımdır.
.
.Ba’zı din câhilleri ho-parlörün fâideli olduğunu, sesi uzaklara götürdüğünü söyliyorlar. Peygamberimiz, (İbâdetleri benden ve eshâbımdan gördüğünüz gibi yapınız! İbâdetlerde değişiklik yapanlara (bid’at ehli) denir. Bid’at sâhibleri, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Bunların hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. İbâdetlere fâideli şeyler ilâve ediyoruz demek doğru değildir. Böyle sözler, din düşmanlarının yalanlarıdır. Bir değişikliğin fâideli olup olmıyacağını yalnız İslâm âlimleri anlar. Bu derin âlimlere (Müctehid) denir. Müctehidler kendiliklerinden bir değişiklik yapmazlar. Bir ilâvenin, değişikliğin bid’at olup olmıyacağını anlarlar. Ezânı (Mizmâr) ile okumağa sözbirliği ile bid’at denildi. İnsanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduran yol insanın kalbidir. Kalb, yaratılışında temiz bir ayna gibidir. İbâdetler, kalbin temizliğini, cilâsını artdırır. Günâhlar kalbi karartır. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nûrları alamaz olur. Sâlihler bu hâli anlar, üzülür. Günâh işlemek istemezler. İbâdetlerin çok olmasını isterler. Her gün beş kerre nemâz kılınması yerine, dahâ çok kılmak isterler. Günâh işlemek nefse tatlı, fâideli gelir. Bütün bid’atler, günâhlar, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsi besler, kuvvetlendirir. Ho-parlör ile ezân okumak böyledir. Kitâbdaki, televizyondaki, imâm resmi, kendisi gibidir. O imâma çok benziyor ise de, imâmın kendisi değildir. Televizyondaki hareketlerini görse, sesini duysa da, bunun arkasında nemâz kılınmaz.
Vücûde yapışık olmıyan, dar olmıyan elbise ile örtülü kadına şehvetsiz bakmak câizdir. Kaba avret yerleri dar elbise ile örtülmüş kadına, şehvetsiz de bakmak harâmdır. Yabancı kadının iç çamaşırlarına şehvetle bakmak harâmdır. Sıkı, dar örtülmüş, kaba olmıyan avret yerlerine şehvetle bakmak harâmdır.
Kadınların açık ve süslü olarak sokağa çıkmaları harâm olduğu gibi, mahrem olmıyan erkeğin bulunduğu yerlere böyle girmeleri de harâmdır. Avret yeri açık olarak câmi’ içine girmek, dahâ büyük günâhdır. Avret mahalli açık olan kimselerin bulunduğu yere veyâ harâm işlenen her yere (Fısk meclisi) denir. Müslimânların, zarûret olmadıkça, fısk meclislerinde, ya’nî fâsıkların toplandığı yerde oturmalarının ve zevcelerini göndermelerinin câiz olmadığı (Bezzâziyye)de yazılıdır. Îmânı olan hanımların, sokağa çıkarken baş, saç, kol, bacak gibi kaba olmıyan avret yerlerini de örtmeleri bildirildi. Îmânın gitmemesi için, harâmdan çok korkmalıdır. [Onsekizinci maddeye bakınız!]
[Yalnız keyflerini, zevklerini düşünenler, zevklerine kavuşmak için, başkalarının zarara, felâkete düşmelerinden çekinmiyenler diyorlar ki: (Umacı gibi örtünmüş kadını görmek, insana sıkıntı veriyor. Süslü, açık, güzel kadına, kıza bakmak ise, insana ferahlık, neş’e veriyor. Güzel bir çiçeğe bakmak, koklamak gibi tatlı oluyor). Hâlbuki, çiçeğe bakmak, onu koklamak rûha tatlı gelmekdedir. Rûhun Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü anlamasına, Onun emrlerine uymasına sebeb olmakdadır. Kokulu, tuvâletli, açık kıza bakmak ise, nefse hoş gelmekdedir. Kulak, renkden zevk almaz. Göz de sesden zevk almaz. Çünki, anlamazlar. Nefs Allahü teâlânın düşmanıdır. Zevklerine kavuşmak için her kötülüğü yapmakdan çekinmez. İnsan haklarını, kanûnları çiğner. Onun zevklerinin sonu yokdur. Kıza bakmakla doymaz. Onunla buluşmak, her zevkını yapmak ister. Bunun içindir ki, bütün kanûnlar, nefslerin taşkınlıklarını önlemekdedir. Nefsin taşkın zevkleri, insanı sefâlete, hastalıklara, âile fâci’alarına, felâketlere sürüklemekdedir. Allahü teâlâ, bu fâci’alara mâni’ olmak için, kızların açılmalarını, yabancı erkeklere yaklaşmalarını, içkiyi, kumarı yasak etmişdir. Nefslerinin esîri olanlar, bu yasakları beğenmiyorlar. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin ilmihâl kitâblarını kötülüyor, gençlerin bu kitâbları okuyarak se’âdete kavuşmalarına mâni’ oluyorlar. Kadınların, kızların pazar yerlerinde ve mağazalarda alış-veriş yapmalarının günâh olduğu, yukarıdaki yazılardan anlaşılmakdadır. Müslimânların kızlarını böyle günâhlardan korumaları lâzımdır. Korumazlarsa, îmânları gider, kâfir olurlar. İslâm düşmanları, kâfirliği yaymak için, îmânı yok eden şeylere memleketin âdeti diyorlar.]
.
.TAM İLMİHAL 204
61 — EZÂN VE İKÂMET
(Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)dan ezân bâbı terceme edilerek ve kısaltılarak aşağıda yazıldı:
Ezân, herkese bildirmek demekdir. Belli olan arabca kelimeleri sırası ile okumakdır. Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâsı anlaşılsa da, fârisî ve başka dillerle okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce Mekkede, Mi’râc gecesi başladı. Hicretin birinci senesinde, nemâz vaktlerini bildirmek için emr olundu. Mahalle mescidinde, yüksek yerde okuması sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâzımdır. Fekat, çok bağırmak için, kendini zorlamamalıdır. [Görülüyor ki, ezânı kendi mahallesine işitdirecek kadar, bağırmak lâzımdır. Sesi dahâ yükseltmek câiz değildir. Ho-parlör kullanmağa lüzûm yokdur. Ho-parlör ile ve hele radyo ile ezân ve ikâmet okumak bid’atdir. Bid’at ile yapılan ibâdet kabûl olmaz. Günâh olur.] Beş vakt nemâz ve kazâ nemâzları için ve Cum’a nemâzında hatîbin karşısında, erkeklerin ezân okuması sünnet-i müekkededir. Kadınların ezân ve ikâmet okuması mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmdır. Ezân, başkalarına vakti bildirmek için, yüksekde okunur. Hâzır olan cemâ’at için veyâ kendi için olan ezân ve ikâmet yerde okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da diyor ki, (Ezânı oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunması tevâtür ile anlaşılmışdır.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze nemâzları için ezân ve ikâmet okunmaz. Ezânı vaktinden evvel okumak sahîh değildir ve büyük günâhdır. Vakt girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân okunurken, hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak şeklde tegannî yapmak ve böyle okunan ezânı ve Kur’ân-ı kerîmi dinlemek câiz değildir.
[(Mir’ât-ül haremeyn) kitâbının Medîne kısmında diyor ki, (Ezân okumak, hicretin birinci senesinde, Medînede başladı. Bundan önce, nemâz vaktlerinde yalnız (Essalâtü câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan, Bilâl-i Habeşîdir. Mekkede ise, Habîb bin Abdürrahmândır. Cum’a nemâzındaki birinci ezân, hazret-i Osmânın sünnetidir. Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemânında Medîne vâlisi olan Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâsır bin Mensûr, yediyüz [700] senesinde, Cum’a ezânından önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu. İsrâîl Peygamberleri, sabâh ezânından önce tesbîh okurlardı. Eshâb-ı kirâmdan Mesleme bin Mahled, Mısrda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i Mu’âviyenin emri ile ilk minâreyi yapdırıp, müezzin Şerhabîl bin Âmire sabâh ezânından önce salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Ezândan sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir senesinde, sultân Nâsır Salâhuddînin emri ile Mısrda başladı). [Cenâze olduğunu bildirmek için, minârelerde salât okunması mu’teber kitâblarda yazılı değildir. Çirkin bid’atdir. Okutmamalıdır.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâma sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan çalalım dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru çalınsın dedi. Kimisi de, nemâz vakti ateş yakıp yukarı kaldıralım dedi. Resûlullah, bunları kabûl etmedi. Abdüllah bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezân okumasını görüp söylediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu beğenip, nemâz vaktlerinde böyle ezân okunmasını emr buyurdu). (Medâric-ün-nübüvve) ve (Tahtâvî)de böyle yazıyor ve minârelerde ışık yakmanın, mecûsîlere benzediğini, bid’at olduğunu bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ışık yakmanın büyük günâh olduğu anlaşılmakdadır.] (Tebyîn-ül-hakâık)da ve (Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Bilâl-i Habeşîye, (İki parmağını kulaklarına koy! Böylece, sesin çok çıkar) buyurdu. Elleri kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezânın sünneti değil ise de, sesin çoğalmasının sünnetidir. Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle yapmamışdır. Ezân okumak için değil, okumağı, sesi artdırmak için sünnet olmuşdur. Çünki, sesini yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmiş, hikmeti bildirilmişdir.Parmaklar kulaklara konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi yükseltmesi güzel olur). Görülüyor ki, parmakları kulaklara koymak, sesi artdırdığı hâlde, ezânın sünneti değildir. Fekat, emr edilmiş olduğu için, bid’at de değildir. Bugün ba’zı câmi’lerde kullanılan ho-parlör, sesi yükseltiyor ise de, ezânın sünneti olmadığı, bid’at olduğu, ayrıca parmakları kulaklara kaldırmak sünnetinin terk edilmesine sebeb olduğu anlaşılmakdadır. Ho-parlör konan ba’zı câmi’lerde minâre yapılmadığı görülüyor. [(Fetâvâ-yı Hindiyye) beşinci cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak için, minâre yapmak câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz değildir). Ho-parlörün câiz olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.]
(İbni Âbidîn)de ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a hutbesi okunacağı zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir. Sesin çoğalması için, bir ağızdan okumaları, mütevâris olduğu için, ya’nî asrlardan beri yapıldığı için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânların beğendiğini Allahü teâlâ da beğenir). (Berîka)da, 94. cü sahîfesinde diyor ki, (Müslimânların güzel demeleri, müctehidlerin güzel demeleridir. Müctehid olmayanların beğenip beğenmemelerinin kıymeti yokdur). 302. ci sahîfe sonuna bakınız! Şimdi, ba’zı câhillerin ho-parlör ile ezân okumağı övmelerinin kıymeti olmadığı buradan açıkça anlaşılmakdadır. Müctehid olmıyanların câiz demeleri ile, yapmaları ile, ibâdetleri değişdirmek, bid’at olur, büyük günâh olur.]
İkâmet, ezândan dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selâma cevâb verilmez. Konuşursa, her ikisi de tekrâr okunur.
Hangi nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç madde hâlinde bildirelim:
1 — Kırda, bostânda, yalnız veyâ cemâ’at ile kazâ kılarken, erkeklerin ezânı ve ikâmeti yüksek sesle okumaları sünnetdir. Sesi işiten insanlar, cinnîler, taşlar, kıyâmetde şâhid olacakdır. Birkaç kazâyı bir arada kılan, önce ezân ve ikâmet okur. Sonraki kazâları kılarken, hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur.
Kadınlar, vaktinde ve kazâ kılarken ezân ve ikâmet okumaz.
Câmi’de kazâ kılan, ezân ve ikâmeti, kendi işiteceği kadar hafîf okur. Birkaç kişi, kazâ nemâzını câmi’de cemâ’at ile kılarsa, ezân ve ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halkı, kazâ kılarsa, bu zemân, ezân ve ikâmet okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ kılmak mekrûhdur. Çünki, nemâzı kazâya bırakmak, büyük günâh olup, bunu herkese bildirmek câiz değildir. Kazâ nemâzını cemâ’at ile kılabilmek için, imâm ve cemâ’atin aynı günün, aynı nemâzını kazâ etmeleri lâzımdır. Meselâ pazar gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimse, salı gününün öğle nemâzını kazâ edecek kimseye veyâ o pazar gününün öğle nemâzını edâ eden kimseye uyamaz.
Evinde kazâ kılan, şâhidleri çoğaltmak için, ezân ve ikâmeti, odada işitilecek kadar, yüksek sesle okur. [Sünneti farz kazâsı niyyeti ile kılan da böyledir.]
2 — Evinde yalnız veyâ cemâ’at ile vakt nemâzı kılan, ezân ve ikâmet okumaz. Çünki, câmi’de okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmuş sayılır. Fekat, okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lâzım değildir. Câmi’de ezân okunmazsa veyâ şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezân ve ikâmet okur.
Mahalle câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâzı, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, yalnız kılan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde, vakt nemâzları, imâm mihrâbda olarak, cemâ’at ile kılındıkdan sonra, tekrâr cemâ’atler yapılabilir. İmâmlığı anlatırken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde de, imâm mihrâbda bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. İmâmları mihrâbda durmazsa, ezânı ve ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda bulunan veyâ imâmı ve müezzini bulunmıyan ve cemâ’ati belli kimseler olmıyan câmi’lerde, çeşidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâzı için, çeşidli cemâ’atler yaparlar.Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de, yalnız kılan da, ezân ve ikâmeti kendi işiteceği kadar sesle okur.
3 — Müsâfir olanlar, kendi aralarındaki cemâ’at ile de, yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezânı terk edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de okunan, onun nemâzı için sayılmaz. Seferî olanlardan ba’zısı, evde ezân okursa, sonra kılanlar okumaz. Yola en az üç kişi çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır.
Akllı çocuğun, a’mânın, veled-i zinânın, vaktleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân okuması, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin ezân ve ikâmet okuması ve abdestsiz ikâmet okumak ve kadının, fâsıkın, serhoşun, aklsız çocuğun ezân okumaları ve oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunların ezânları tekrâr okunur. Ezânın sahîh olması için, müezzin, müslimân ve akllı olmalı ve nemâz vaktlerini bilmeli ve sözüne inanılan âdil bir kimse olmalıdır. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân tarafından hâzırlandığını bilmek veyâ sahîh olduklarına böyle bir müslimânın şâhid olması lâzımdır. Yüzlerce senedir sâlih müslimânların hâzırladıkları ve bütün müslimânların tâbi’ oldukları takvîmlerdeki vaktleri değişdirmemelidir.] Nemâzın sahîh olması için, vaktinde kıldığını iyi bilmek şartdır. Fâsık kimsenin [ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, zevcesini, kızını açık gezdirenin] ezânı sahîh olmaması, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmediği içindir.
[Görülüyor ki, radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör [Mükebbirüssavt] ile ezân okumak ve vaktinden evvel okumak ve bunları, ezân olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunları şartlarına uygun olarak tekrâr okumak lâzımdır. Kim olduğu bilinmiyen ve görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile, elektriğin hâsıl etdiği sesler ve plâk ile hâsıl edilen sesler, her bakımdan ezân değildir. Bundan başka, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (İbâdetleri, bizim gibi yapmıyanlar, bizden değildir) buyurdu. Ezânı, sâlih bir müslimânın, yüksek bir yere çıkarak, Onun okutduğu gibi okuması lâzımdır. Hele, öğle ezânı vaktinden evvel okununca, öğlenin ilk sünneti kerâhet vaktinde kılınmış oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdadır.]
Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimse, cünüb olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-ı kerîm okuyor ise de, işitdiğini yavaşça söylemesi sünnetdir. Başka birşey söylemez. Selâma cevâb vermez. Bir iş yapmaz. Ezânı işiten erkeklerin işini bırakıp, cemâ’ate gitmesi vâcibdir. Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de sâlih imâm varsa] câmi’e gitmek efdaldir.
[(Cevhere)de diyor ki, (Fârisî dil ile okunan ezânın sahîh olmadığı (Kerhî) şerhinde yazılıdır. Zâhir ve en doğru söz de budur). (Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Ezân olduğu anlaşılsa da, arabcadan başka dil ile ezân okumak câiz değildir)].
Hutbe dinlerken, avret yeri açık iken, yemekde, din dersi okumakda iken ve câmi’ içinde Kur’ân-ı kerîm okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete uygun okunmıyorsa, meselâ ba’zı kelimeleri değişdirilmiş, terceme edilmiş ise ve ba’zı yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen âletden geliyorsa] bunu işiten, hiçbir parçasını tekrâr etmez. Fekat, bunları da hurmet ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yazılıdır.
[(Berîka)da binotuzbirinci ve binaltmışikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan kimse, ezân okumağa ehl değildir. Bunu müezzin yapmak câiz değildir, büyük günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı elhân ile okumanın sözbirliği ile harâm olduğu (Bezzâziyye)de yazılıdır. Ezân okumak da ve vaktinden evvel okumak da böyledir. Ezân okurken, yalnız iki (Hayye alâ...) da tegannî etmeğe izn verilmişdir. Kur’ân-ı kerîm okumakda tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan korkarak okuyunuz demekdir.Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri, kelimeleri değişdirerek ma’nâyı, nazmı bozarak tegannî etmek sözbirliği ile harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tercî’ ile okumak, hadîs-i şerîf ile men’ edildi. Tercî’, sesi yükseltip alçaltarak okumakdır. Böyle okunanı dinlemek de harâmdır]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî olmıyan ve cünübün, kadının okuduğu ezânı duyan da söylemez. Bir ezânı işitip söyliyen kimse, başka yerde okunan ezânları duyunca artık söylemez. (Hayye alâ)ları duyunca bunları söylemeyip (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) der. Ezândan sonra, salevât getirilir. Sonra ezân düâsı okunur. Ezân düâsı (İslâm Ahlâkı) kitâbında yazılıdır. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah) söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öpdükden sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır. Bunu bildiren hadîs-i şerîf, (Merâkıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılı ise de, (İbni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” bu hadîsin za’îf olduğunu bildirdiği gibi, (Hazînet-ül-meârif) 99. cu sahîfede de yazılıdır. İkâmetde böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrâr etmesi sünnet değil, müstehabdır. İkâmet okunurken câmi’e giren kimse, oturur, ayakda beklemez. Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle berâber kalkar.
İbni Âbidîn nemâzın sünnetlerinde buyuruyor ki, imâmın nemâza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâ’at işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnetdir. Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. İmâm, nemâza başlamak için, tekbîr getirmeli, cemâ’ate duyurmağı düşünmemelidir. Aksi takdîrde nemâzı sahîh olmaz. Cemâ’atin hepsi, imâmı işitmediği zemân, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de nemâza başlamağı düşünmeyip, yalnız cemâ’ate duyurmak için bağırırsa, nemâzı sahîh olmadığı gibi, imâmı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi ile nemâza duranların nemâzı da sahîh olmaz. Çünki, nemâzı kılmıyan birine uymuş olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek bağırmak, müezzin için de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâmın sesini duyarken, müezzinin de tekbîr getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da ve (Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenârındaki (Üstüvânî) risâlesinin sonuna doğru diyor ki, (Küçük mescidlerde, imâmın tekbîri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr getirirse, nemâzı bozulur.)
[Sesi lüzûmundan fazla yükseltmek günâh olduğu gibi, ho-parlörden çıkan, imâmın ve müezzinin sesi değildir. Bunların sesi elektrik ve miknâtis hâline dönüyor. Bu elektrik ve miknâtisin hâsıl etdiği ses duyuluyor. Aynı nemâzı kılan kimsenin sesine uymak şartdır. Aynı nemâzı kılmıyan başka bir kimseden ve bir âletden çıkan sese uyanların nemâzları sahîh olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, birinci cild, beşyüzonyedinci sahîfede (Hâfızın sesi, dağlarda, çöllerde, ormanlarda ve başka herhangi bir vâsıta ile etrâfa saçılırsa, bu ikinci sesler, Kur’ân-ı kerîm okumak olmaz. Bunlardan işitilen secde âyeti için, secde etmek lâzım gelmez) buyuruyor. Bunların insan okuması olmadıkları, insan okumasına benzedikleri (Halebî-yi kebîr)de de yazılıdır. Din mütehassıslarının bu açık yazıları, radyo ile, ho-parlör ile Kur’ân-ı kerîm ve ezân okumanın ve dinlemenin ve bunlarla nemâz kılmanın yanlış olduğunu göstermekdedir. ho-parlör ve radyo ile ezân ve Kur’ân-ı kerîm okumanın câiz olmadığı, Elmalılı Muhammed Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild, [2361]. ci sahîfesinde uzun yazılıdır. Hele başka binâda olan imâma ho-parlörle uyarak kılınan nemâz sahîh olmadığı gibi, çirkin bid’at olur. Büyük günâh olur. Yetmişinci maddenin 3. cü sahîfesine ve elliikinci maddeye bakınız!
Mi’nârelere konulan ho-parlör, ba’zıları için bir tenbellik vâsıtası olmuş, ezânı karanlık odalarda oturarak ve sünnete uymıyarak okumalarına sebeb olmuşdur. (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Ezânı vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde okumak, oturarak okumak ve sesini tâkatından fazla yükseltmek ve kıbleye karşı okumamak ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur. İkâmet okunurken gelen, oturur.Sonra, müezzin Hayye-alelfelâh derken, herkesle kalkar). İbni Âbidîn nemâzı anlatmağa başlarken diyor ki, (Vaktinde okunan ezân, islâm ezânı olur. Vaktsiz okunan ezân, konuşmak olur. Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere doğru uzanan, ma’nevî süslerimiz minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer ho-parlör direği hâline getirilmekdedir. İslâm âlimleri fennin bulduklarını hep iyi karşılamışdır. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yayınlar yapılması da sevâbdır. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün tırmalayıcı sesi ile yapmak câiz değildir. ho-parlörleri câmi’lere koymak, lüzûmsuz bir isrâfdır. Îmânlı kalblere ilâhî te’sîrler yapan sâlih mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise çanı gibi zırlayan bu âlet yok iken, minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki tekbîr sesleri, ecnebîleri bile vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânları işiterek câmi’leri dolduran cemâ’at, Eshâb-ı kirâm zemânında olduğu gibi, nemâzlarını huşû’ ile kılıyorlardı. Ezânın mü’minleri heyecâna getiren ilâhî te’sîri, ho-parlörlerin metalik sesleri, oğultuları ile gayb olmakdadır.] [Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâbındaki 6.cı risâle (Hâd-id-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-ı Ebû Nu’aym İsfehânî (Hilyetül-Evliyâ) kitâbı, üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (İblîs yer yüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullarına Cennet, se’âdet yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona vereceğin kitâb ve Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meşhûr Peygamberler ve dört meşhûr kitâbdır, buyurdu. Kullarını azdırmak için, bana hangi kitâbları ve Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâbın, nefsi azdıran şi’rler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir ve aklı gideren, kalbleri karartan gıdâların da, Besmelesiz yinilen, içilen şeyler ve serhoş eden içkilerdir. Nasîhatların, yalan, evin, spor sahaları ve hamamlar ve tuzakların, çıplak gezen kızlar, mescidlerin, fısk meclisleridir. Müezzinlerin, mizmârlar [çalgılar]dır, buyurdu.) Ya’nî Cehennem yolunu gösteren müezzinlerin, çalgılardır. Allahü teâlânın ve Peygamberimizin, (şeytânın müezzini, ezânı) dediği radyoları, ho-parlörleri ibâdetlerde kullanmanın büyük günâh olduğu, buradan da anlaşılmakdadır.]
Sünnete uygun olarak okunan ezân ile alay eden, beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden kâfir [Allahın düşmanı] olur. Müezzin ile alay eden kâfir olmaz.
İmâm olmak, müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân okumakdan efdaldir.
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbı hakkında şi’r:
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu!
En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin.
Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık.
Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!
Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi,
İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu!
.727.SAYFA
Hindistânda, ba’zı câmi’lerde, vehhâbîlerin imâmsız olarak cemâ’at ile nemâz kıldıkları bildiriliyor. Bu câmi’lerin, büyük câmi’e elektrik teli ile bağlı olup, oradaki imâmın sesini ho-parlör ile işiterek, o imâma uyulduğu bildirildi. ho-parlör sesi ile imâma uyanların nemâzlarının sahîh olmıyacağı, birinci kısmın altmışdokuzuncu maddesinde bildirilmişdi. (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (İmâma uymağa mâni’ olan sebeblerden biri, imâm ile cemâ’at arasında, kayık geçecek kadar nehr veyâ araba geçecek kadar yol yâhud sahrada kılarken, arada iki saflık boşluk bulunmakdır. Câmi’lerin içinde büyük boşluk arkasında, imâma uymak câizdir. Bir başka sebeb, mescidin üstünde veyâ dışında kılanın, imâmın veyâ cemâ’atden birinin seslerini işitmeğe yâhud imâmın veyâ cemâ’atın ha
.
TAM İLMİHAL 231
67 — NEMÂZI BOZAN ŞEYLER
Aşağıdaki yazılar, (Dürr-ül-muhtâr)dan terceme edilmişdir:
Nemâzı bozan şeylere, (Müfsidleri) denir. İbâdetlerin fâsid ve bâtıl olması aynı şeydir ve bozulması demekdir. Mu’âmelâtda ise, aynı şey değildir. Nemâzın müfsidlerinden otuzbir adedini aşağıda bildiriyoruz:
1 — Konuşmakdır. Bir kelime de nemâzı bozar. Bilerek, bilmiyerek, zorla, unutarak söylemek, hep bozar. Yalnız, birinci oturuşda, ikinci oturuş sanarak selâm söylemek, nemâzı bozmaz. Nemâzı iki rek’at sanarak veyâ ayakda (esselâmü) derse, bozulur. Başkasının selâmına, her sûret ile cevâb söylemek bozar.
2 — Boğazından, özrsüz, öksürür gibi ses çıkarmak nemâzı bozar. Kendiliğinden olursa bozmaz. Okumağı kolaylaşdırmak için yaparsa, zararı olmaz.
3 — Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîfde bulunmıyan düâları okumak, bozar. (Dürr-ül-muhtâr)da, (Selâm vermeden önce okunacak düâ arabî olmalıdır. Nemâzda başka dil ile düâ etmek harâmdır) diyor. İbni Âbidîn burada (İmâm-ı Ebû Yûsüf ve Muhammed, arabîden başka dil ile kılınan nemâz sahîh olmaz, dediler. İmâm-ı a’zamın “rahmetullahi aleyhim” da sonraki ictihâdı böyledir) buyurmakdadır.
4 — Ah, of gibi inlemek bozar.
5 — Uf diye sıkıntıyı bildirmek bozar.
6 — Ağrı, üzüntü sebebi ile, sesle ağlamak bozar. Sessiz gözyaşı ile veyâ Cenneti, Cehennemi hâtırlayıp sesle ağlarsa, bozulmaz. Hasta, elinde olmıyarak ah, of der ve ağlarsa bozulmaz.
7 — Aksırıp (Elhamdülillah) diyene (Yerhamükallah) demek bozar. Nemâzın dışında hemen cevâb vermek üç kerre farz-ı kifâye, fazlası müstehabdır. [Rıyâdun-nâsihîn.]
8 — Kötü habere (İnnâ lillah ve...) demek bozar. Bunu, nemâz kılmıyorken söylemek, sünnetdir.
9 — Allahü teâlânın ve Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” ismlerini işitince (Celle celâlüh) ve (Sallallahü aleyhi ve sellem) demek bozar. İsmlerini nemâz dışında söyleyince, işitince, yazınca bunları söylemek ve yazmak, birincisinde vâcib, tekrârında müstehabdır.
10 — İmâmdan başkasının düâsına âmîn demek bozar. [Bunun için, imâm ho-parlör ile kıldırsa, (Veladdâllîn) dediği zemân, (Âmîn) diyenlerin nemâzları bozulmak tehlükesi vardır. Çünki, ho-parlörden çıkan ses, imâmın sesi değildir. Elektrik te’sîri ile hâsıl olan, mıknâtis kuvvetlerinin titretdiği demir levhanın, husûle getirdiği başka bir sesdir. İnsanın sesinden meydâna gelen böyle seslerin, çok benziyor, ayırd edilemiyor ise de, o insanın sesi olmadığı, kitâbımızın ikinci kısmında, elliikinci maddede uzun bildirilmişdir.] İmâm Fâtihayı bitirince, cemâ’atin ve imâmın yüksek sesle âmîn demeleri mekrûhdur. Hafîf söylemelidir.
11 — Başkasının sözü ile yerini değişdirmek veyâ yanına gelene, onun sözü ile yer açmak bozar. Fekat, biraz sonra, kendiliğinden hareket ederse bozmaz.
12 — İmâmından başkasının yanlışını çıkarmak bozar.
13 — Az da olsa, unutarak da olsa, dışardan alarak yimek, içmek bozar. Diş arasında kalmış, nohuddan küçük şeyi yutmak bozmaz. Orucu da bozmaz. Ağzındaki ufak bir şeyi üç kerre çiğnemek veyâ eritip yutmak, nemâzı bozar.
14 — Kur’ân-ı kerîme veyâ kâğıda bakıp, öğrenerek okumak bozar. Çünki, başkasından öğrenmek demekdir. İmâm-ı Muhammed ve Ebû Yûsüf, mekrûh olur, dediler. Kitâblı kâfirlere benzemeği düşünmezse, mekrûh da olmaz dediler.
Bir yazıya, [birşeye veyâ dıvardaki resmine] bakıp, anlamamak bozmaz. Anlayınca mekrûh olur. Bakmayıp gözüne rastlarsa, mekrûh olmaz.
.[Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyyeti ile olmazsa ve harâm veyâ kötü âdetler değilse, fâideli şeyler ise, câiz olur. Onlar gibi yimek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veyâ harâm veyâ fenâ şeyler ise, harâm olur.
(Uyûn-ül-besâir)de diyor ki, (İnsan resmi veyâ heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veyâ bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hurmet, ta’zim bildiren birşey söylese veyâ yapsa, meselâ secde etse, yehûdîlerin ve nasârânın bağladıkları Zünnâr denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsûs şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsûs olan şeyleri harbde hîle olarak kullanırsa, kâfir olmaz). Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özr olur. Dahâ fazlası küfr olur. Allahü teâlâya mahsûs olan sıfatlara ülûhiyyet sıfatları denir. Akâid ve fıkh kitâblarının çoğunda, meselâ (Dürer)in nikâhdan önceki faslında diyor ki, (Bir kimse, kalbi îmân ile dolu olduğu hâlde, küfre sebeb olan birşeyi, zarûret olmadan, ya’nî istiyerek söylerse, kâfir olur. Kalbindeki îmânın fâidesi olmaz. Çünki, bir kimsenin kâfir olduğu sözünden anlaşılır. Küfre sebeb olan şeyi söyleyince, insanlar arasında da, Allahü teâlâ yanında da kâfir olur). İş ve giyim ile hâsıl olan (Küfr-i hükmî)nin de böyle olduğu, (Şerh-i mevâkıf)ın altıncı mevkıf, üçüncü mersadında yazılıdır].
Kâfirlerin ibâdetlerini, ibâdet olarak yapmak, meselâ kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları câmi’lerde çalmak ve islâmiyyetin kâfirlik alâmeti saydığı şeyleri, zarûret, cebr olmadan kullanmak küfr olur. Îmânı giderir. [İkinci kısmda, 72. ci maddenin sonuna bakınız!].
15 — Nemâzdan olmıyan fazla hareketler, nemâzı bozar. Rükü’u ve secdeleri çok yapmak ve abdest almağa gitmek bozmaz. Akreb, yılan öldürmek gibi özrlü çok hareketler de bozmaz. [Mekrûhların onyedincisine ve yirmialtıncısına bakınız!]. Bir elin hareketi üçden az olursa bozmaz. İki el ile bir hareket de, bozar denildi. Nemâz içindeki tekbîrlerde, elleri kulaklara kaldırmak bozmaz, mekrûhdur.
16 — Necs yerde durmak ve secde etmek bozar. Necs yere temiz şey sererse, bozmaz. Giyilmiş olan ayakkabı, elbise, insanın derisi demekdir. Palto ucunu pis yere getirip secde edilemez. Paltoyu çıkarıp da sermelidir. [Necâset bulaşmış ayakkabı ile cenâze nemâzı kılınmaz.]
17 — Bir rüknde, üç kerre sübhânallah diyecek kadar avret yeri açılırsa veyâ derisinde, elbisesinde nemâzı bozacak kadar necâset olursa veyâ imâmın önüne geçerse veyâ [aynı imâma uymuş olan] kadınla bir hizâda olursa bozulur. Bunları kendi yaparsa, derhâl bozulur. [Yetmişinci maddede cemâ’at ile nemâza bakınız!].
18 — Necs yere, renk, koku, nem geçiren şey serip üzerinde kılmak bozar. Geçirmezse, bozmaz. Fazla toprak örtüp kılınca bozmaz.
19 — Özrsüz, göğsünü kıbleden çevirince hemen bozar. Yüzünü, başka uzvunu çevirmek bozmaz, mekrûh olur. Elinde olmıyarak çevrilince, bir rükn devâm ederse, bozar. Kıbleye karşı bir saf (bir buçuk metre) yürüyünce bozulmaz. Kıbleye karşı değilse veyâ kıbleye karşı devâmlı olarak dahâ çok yürürse, bozulur. Bunun için, yürüyerek nemâz kılmak câiz değildir.
20 — Öpülen veyâ şehvet ile tutulan kadının nemâzı bozulur.
21 — Kalbinden irtidâd edenin nemâzı bozulur. [Ya’nî, falanca şey olursa, falancanın sözü doğru çıkar ve Kur’ân-ı kerîm (hâşâ) doğru olmaz, derse veyâ bir kız, bir kâfirle evlenmeğe karâr verirse, hemen kâfir olurlar.] İlerde kâfir olmağa niyyet eden ve küfre sebeb olan şeye inanan hemen mürted olur.
22 — Nemâzda iken, abdestini, guslünü bozacak birşey yapmak harâmdır. Son rek’atde teşehhüd mikdârı oturmadan önce yaparsa, nemâzı hemen bozulur. Teşehhüd mikdârı oturdukdan sonra yaparsa, nemâzı temâm olur. Teşehhüd mikdârı oturmadan evvel, abdesti kendiliğinden bozulursa, hemen gidip tâzeleyip, nemâzına devâm edebilir ise de, başdan kılması efdaldir. [Tekrâr bozulursa veyâ abdest almak güç olursa, nemâza dururken mâlikî mezhebini taklîd eder.
.253
Cemâ’at ile kılan adam, aynı imâma uyan herhangi bir kadınla, bir rükn mikdârı bir hizâda durursa ve aralarında kalın perde veyâ parmakdan kalın bir direk yâhud bir insan sığacak kadar açıklık yoksa, erkeğin nemâzı bozulur. Bir safda kadın kılınca, yalnız iki yanındaki ve tam arkasındaki erkeğin nemâzı bozulur. Arkasındaki dokuz ayakdan uzak ise bunun bozulmaz. Aynı imâma uymayan bir kadının, erkekle bir hizâda kılmaları mekrûhdur. Erkek, yanında, imâma uyacak bir kadını görünce, geride durması için, eli ile işâret etmelidir. Geri gitmezse, kadının nemâzı kabûl olmaz. Erkeğin nemâzı bozulmaz. Bir hizâda olan kadın, adam boyu yüksekde veyâ aşağıda ise, zararı olmaz.
Rükü’ ve secde yapamayan, yapana imâm olamaz. Nâfile kılan, farz kılana imâm olamaz.
(Elsağ) olan kimse, elsağ olmayana imâm olamaz. Elsağ, sin harfini, se harfi okuyandır. Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imâm olamaz. Böyle kimselerin, harfleri doğru söylemek için, gece gündüz çalışması farzdır. Çalışıp da söyleyemezse, kendi nemâzı câiz olur. Çalışmazsa, kendi nemâzları fâsid olur. Harfleri doğru okuyan bir imâma uyarak cemâ’at ile kılması mümkin iken, yalnız kılarsa, harfi doğru okumadığı için, nemâzı yine kabûl olmaz. Doğru söyleyemediği harf bulunmayan bir âyet varsa, bunu veyâ böyle birkaç âyet-i kerîmeyi ezberlemesi ve nemâzlarda, bunları okuması lâzımdır. Doğru okuyabildiği âyet-i kerîme var iken, bunu ezberlemeyip, söyleyemediğini okursa, nemâzı yine kabûl olmaz. Fâtihayı her nemâzda okumak lâzım olduğundan, bunu güzel okumağa çalışması lâzımdır. [Görülüyor ki, bir harf doğru söylenmezse, Kur’ân-ı kerîm doğru olmuyor ve nemâz kabûl olmuyor. Radyo ve ho-parlör ile iletilen seslerde, harfler doğru çıkmadığı için, bunlarla Kur’ân-ı kerîm okumak, dinlemek ve nemâz kılmak doğru olmaz, kabûl olmaz. Suç olur. Günâh olur.]
Meste veyâ sargıya mesh eden, bu uzvları yıkayana, farz kılan nâfile kılana imâm olur. Bütün sünnetlerin ve terâvîhin de hep böyle olduğu, İbni Âbidînde yazılıdır. Dört rek’at sünnet kılarken, farz kılan imâma uyan, nemâzı farz gibi kılar. Üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okuması vâcib iken, şimdi nâfile olur. Nâfile nemâz kılan, nâfile nemâz kılana imâm olur.
Farzı cemâ’at ile kılacak kimse, niyyet ederken, (uydum hâzır olan imâma) diyerek de kalbinden geçirmesi lâzımdır. İmâmla birlikde, yalnız kılar gibi kılınır. Ancak, ayakda iken, imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, o hiçbir şey okumaz. Yalnız, birinci rek’atde (Sübhâneke) okur. İmâmın arkasında Fâtiha okumak, hanefîde tahrîmen mekrûhdur. Şâfi’îde farzdır. Mâlikîde, imâm yüksek sesle okurken, tahrîmen mekrûh, sessiz okurken müstehabdır. İmâm, yüksek sesle Fâtihayı bitirince, o yavaşça (Âmîn) der. Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükü’dan kalkarken, imâm (Semi’ Allahü limen hamideh) deyince, o yalnız (Rabbenâ lekel-hamd) der. Sonra eğilirken (Allahü ekber) diyerek, imâmla birlikde secdeye yatar. Rükü’da, secdelerde ve otururken, yalnız kılar gibi okur.
İmâmda nemâzı bozan birşey bulunduğunu anlayan kimse, bu nemâzı tekrâr kılar. Bunu imâm nemâzda hâtırlarsa yâhud nemâzda iken nemâzı bozan birşey hâsıl olursa, bunu hemen cemâ’ate bildirir. Nemâzdan sonra anlarsa, o cemâ’atden olduklarını hâtırladığına, söyliyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan, iâde eder. Alamayan afv olur. Bir kavlde ve şâfi’îde imâmın cemâ’ate haber vermesi lâzım değildir. Nemâz içinde imâmın abdesti bozulursa, hemen birisini elbisesinden çekip yerine geçirmesi de câizdir. Sonra, dışarda abdest alıp gelip, vekîline uyarak nemâzını temâmlar. Câmi’de abdest alırsa, vekîle lüzûm olmaz. Vekîl bırakmayıp câmi’den çıkınca, cemâ’at birden fazla ise, nemâzları fâsid olur.
Vitr nemâzı, Ramezânda cemâ’at ile kılınır. Başka zemânda yalnız kılınır.
Regâib, Berât ve Kadr nemâzlarını cemâ’at ile kılmak mekrûhdur. Regâib nemâzı, Recebin ilk Cum’a gecesi kılınan nâfile nemâzdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydâna çıkmışdır.
.Birçok âlimler, bunun çirkin bid’at olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır.
Farzı yalnız kılan kimsenin yanında, o farzı cemâ’at ile kılmağa başlasalar, birinci rek’atde secde etmedi ise, ayakda iken bir yana selâm vererek, nemâzı bozar. İmâma uyar. Birinci rek’atin secdesini yapdı ise, dört rek’atli farzlarda, iki rek’ati temâm kılıp selâm verir. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadı ise, ayakda bir tarafa selâm verip bozar ve cemâ’ate katılır. Üçüncü rek’atin secdesini yapdı ise, dört rek’ati temâmlar. Sonra, imâma uyup, dört rek’at nâfile kılması iyi olur. İkindiyi, böyle cemâ’at ile kılamaz. Sabâh ve akşam farzında birinci rek’atde secde etdikden sonra da, nemâzı bozar. Fekat, ikinci rek’atin secdesini yapdı ise, nemâzını temâmlar. Sonra imâmla nâfile kılmaz. Sünneti kazâ niyyeti ile kılarken farza veyâ Cum’a hutbesine başlanırsa, nemâzı bozmaz. İki veyâ dört rek’ate temâmlar. Öğle veyâ Cum’a sünnetinde iki rek’atde selâm veren, farzdan sonra, iki dahâ kılarak, dörde temâmlar. Yeniden dört rek’at kılması, dahâ iyi olur. Kazâ kılarken cemâ’ate başlanırsa, tertîb sâhibi olan bozmaz. Mâlikî mezhebinde de böyledir.
Câmi’de olan kimsenin, ezân okununca, bu nemâzı cemâ’at ile kılmadan, özrsüz dışarı çıkması tahrîmen mekrûhdur. Belli bir câmi’ cemâ’atine devâm âdeti ise, oraya ve mahallesi câmi’indeki cemâ’ate gitmesi ve hocasının veyâ başkasının dersini, va’zını kaçırmamak için bunların câmi’indeki cemâ’ate ve iş yerindeki câmi’e gitmesi özrdür. Farzı, cemâ’atden önce yalnız kılan da câmi’den çıkabilir. Fekat yalnız kılması mekrûh olur. Bu özrlülerin hepsi, ikâmet getirilirken çıkamaz. Farzı yalnız kılmış olan, öğle ve yatsı nemâzlarında, cemâ’at ile nâfile kılar. Diğer üç nemâzı yalnız kılmış olanın, cemâ’at ile kılınırken bile, câmi’den çıkması vâcib olur. Çünki, cemâ’ate uymamak büyük günâhdır. Sabâh sünnetini kılmamış olan kimse, sünneti kılarsa, cemâ’at ile nemâzda oturmağı da kaçıracağını anlarsa, sünnetini kılmaz. Hemen imâma uyar. Cemâ’at ile, ikinci rek’atde oturabileceğini anlarsa, sünneti, câmi’in dışında sofada, çabuk kılar. Sofa yoksa, içerde direk arkasında kılar. Böyle, boş yer yoksa sünneti kılmaz. Çünki, cemâ’at ile kılınırken, nâfile nemâza başlamak mekrûhdur. Mekrûh işlememek için sünneti terk etmek lâzımdır. [Mekrûh işlememek için, sabâh nemâzının bile sünnetini terk etmek lâzım olunca, sünnetler yerine kazâ kılmak lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] Öğle ve Cum’a nemâzları cemâ’at ile kılınırken gelen, birinci rek’ati kaçırmak korkusu varsa, sünneti kılmaz. Hemen imâma uyar. Öğlenin sünnetini farzdan sonra kılar. Sabâh ve öğle cemâ’atini kaçırmamak için sünnete başlayıp ve hemen selâm vererek, sünneti farzdan sonra kazâ etmek doğru değildir. Çünki, özrsüz nemâz bozmak harâmdır. Bundan başka sabâh farzından sonra nezr kılınmaz. Bozulan sünnetin tekrâr kılınması, nezr kılmak kadar mühim değildir. Bozulan nâfileleri tekrâr kılmak vâcibdir. Bozulan farzları tekrâr kılmak farzdır. [Uyûn-ül-besâir.] Çünki, nâfileye başlanınca, bunu temâmlamak vâcib olur. Sabâh nemâzını kılamayan, o gün öğleden önce, sünneti ile birlikde kazâ eder. Öğleden sonra, yalnız farzını kazâ eder. Cum’a veyâ öğle farzına yetişen, ilk sünneti farzdan sonra kılar. Rükü’a yetişemiyen, o rek’ati imâmla kılmış olmaz. İmâm rükü’da iken gelen, niyyet eder ve ayakda tekbîr getirip, nemâza girer. Hemen rükü’a eğilip imâma uyar. Rükü’a eğilmeden, imâm rükü’dan kalkarsa, rükü’a yetişmemiş olur. Bu rek’ate yetişmiş sayılmaz ise de, secdeleri imâmla yapması lâzımdır. Yapmazsa, nemâzı bozulmaz. Bir vâcibi terk etmiş olur. İmâm ayakda iken, imâma uyup imâmla birlikde rükü’a eğilmiyen kimse, rükü’u imâmdan sonra yalnız yapıp, imâma secdede yetişirse câiz olur. Fekat geç kaldığı için günâh olur. İmâmdan önce rükü’a eğilmek, secdeye yatmak veyâ önce kalkmak, tahrîmen mekrûhdur. 67. ci maddenin 24. cü sayısına bakınız!
[İmâmın hareketlerine uymak lâzımdır. Sesine uymak şart değildir. İmâmı göremiyen, imâmı görenlerin hareketlerine uyarsa, imâmın hareketlerine uymuş olur.
.İmâmın tekbîrleri ve imâmı görenlerin hareketleri, imâmın hareketlerini gösterdikleri için, bunlara uymak câiz olmakdadır. İmâmı görmiyenlerin, imâmın hareketlerini görebilmeleri için, câmi’in muhtelif yerlerine televizyon koymağa ihtiyâc yokdur. İmâmın sesini duymıyanların da, imâmı görenlerin hareketlerine ve müezzinlerin seslerine uymaları lâzımdır. Bu kolaylıklar varken, câmi’lere televizyon ve ho-parlör koymak, islâmiyyetin bildirdiğini beğenmeyip, kendi aklına göre ibâdet yapmak olur. Bu ise bir müslimânın yapacağı şey değildir. Minârelere ho-parlör koymak da böyledir.] İmâmın, son sünneti, farzı kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz sağda veyâ solda kılar. Nemâzdan sonra, kıbleye karşı oturması da mekrûhdur. İlk safda imâma karşı nemâz kılan yoksa, cemâ’ate karşı oturmalıdır. Nemâz kılan varsa sağa veyâ sola dönmelidir. Cemâ’at için ve yalnız kılan için, bunlar mekrûh değildir. Son sünneti başka yerde, hattâ evlerinde kılmaları dahâ iyi olduğu (İmdâd)da, ezândan önce yazılıdır. Farz nemâzları kılınca, safları bozmak müstehabdır.
(Mevkûfât)da, vitr nemâzını anlatırken diyor ki:
(Beş şey’i imâm yapmazsa, cemâ’at de yapmaz:
1 — İmâm kunût okumazsa, cemâ’at de okumaz.
2 — İmâm bayram nemâzlarındaki tekbîrleri okumazsa, cemâ’at de okumaz.
3 — Dört rek’atli nemâzın, ikinci rek’atinde oturmazsa, cemâ’at de oturmaz.
4 — İmâm secde âyeti okuyup, secde etmezse, cemâ’at de etmez.
5 — İmâm secde-i sehv yapmazsa, cemâ’at de yapmaz.
Dört şey’i imâm yaparsa, cemâ’at yapmaz:
1 — İmâm ikiden çok secde yaparsa, cemâ’at yapmaz.
2 — İmâm bayram tekbîrini, bir rek’atde üçden çok söylerse, cemâ’at söylemez.
3 — İmâm cenâze nemâzında, dörtden çok tekbîr söylerse, cemâ’at söylemez.
4 — Beşinci rek’ate kalkarsa, cemâ’at kalkmaz. Berâber selâm verirler.
On şey’i imâm yapmazsa, cemâ’at yapar. Bunlar:
1 — İftitâh tekbîrinde el kaldırmak.
2 — Sübhâneke okumak. İki imâm, cemâ’at de okumaz dedi.
3 — Rükü’a eğilirken tekbîr getirmek.
4 — Rükü’da tesbîh okumak.
5 — Secdelere yatıp kalkarken tekbîr söylemek.
6 — Secdelerde tesbîh okumak.
7 — Semi’ Allahü demezse, rabbenâlekelhamd denir.
8 — Ettehıyyâtüyü sonuna kadar okumak.
9 — Nemâz sonunda selâm vermek.
10 — Kurban bayramında, yirmiüç farzdan sonra, selâm verir vermez, tekbîr okumakdır).
Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetişemiyen bir kimse, imâm iki tarafa da selâm verdikden sonra, ayağa kalkarak yetişemediği rek’atleri kazâ eder ve kırâetleri, birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü rek’at kılıyormuş gibi okur. Oturmağı ise, dördüncü, üçüncü ve ikinci rek’at sırası ile, ya’nî sondan başlamış olarak yapar. Meselâ, yatsının son rek’atine yetişen kimse, imâm selâm verdikden sonra, kalkıp, birinci ve ikinci rek’atde Fâtiha ve sûre okur. Birinci rek’atde oturur, ikincide oturmaz. (Umdet-ül-islâm)da (Fetâvâyı Attâbî)den alarak diyor ki, (Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetişemiyen, imâm son rek’atde otururken, Ettehıyyâtüyü erken bitirse, imâm selâm verinciye kadar Kelime-i şehâdeti tekrâr tekrâr okur. Süküt etmez. Nemâzda, okumak lâzım olan yerde, süküt etmek harâmdır. Salevât da okumaz. Çünki, son rek’atde oturan salevât okur. Birinci ka’dede salevât okursa, secde-i sehv lâzım olur.Ka’de-i ûlâda Allahümme selli derse, nemâzı fâsid olur.) Mukîm, edâ ederken ve kazâ ederken de, müsâfire uyabilir. [66. cı maddeye bakınız!]. Müsâfir, dört rek’atli olan farzları edâ ederken, mukîme uyabilir. Yetişemediği rek’at olursa, imâm selâm verdikden sonra dörde temâmlar. Çünki, mukîm imâma vakt içinde uyan müsâfirin nemâzı değişerek, imâmın nemâzı gibi dört rek’at olur. Kazâyı iki rek’at kılması lâzım olduğundan, mukîm imâma uyamaz. Çünki, oturması ve okuması farz olan, nâfile olana uymuş olur. Mukîm olan müsâfir olana uyunca, nasıl kılacağı, 64. cü maddede bildirilmişdir. Bir rek’ati kaçıran kimse, o nemâzı cemâ’at ile kılmamış olur. Fekat, cemâ’at sevâbına kavuşur. Son rek’ati de kaçıran, imâma teşehhüdde yetişirse, cemâ’at sevâbını kazanır. İftitâh tekbîrini imâmla birlikde söylemenin ayrıca çok sevâbı vardır.
(Umdet-ül-islâm)da diyor ki, (Cemâ’ate gelen, imâmı rükü’da görürse, ayakda tekbîr getirip, rükü’a eğilir. Tekbîri eğilirken söylerse, nemâzı sahîh olmaz. Eğilmeden, imâm kalkarsa, o rek’ate yetişmemiş olur).
Ey, insan adını taşıyan varlık,
kendine gel, uyan gafletden artık!
Se’âdet yolun, göremezsen nâdân,
niye vermiş sana, bu aklı Yezdân?
niçin geldin fânî cihâna, böyle!
yalnız yimek içmek için mi, söyle?
Bilirsin, bir rûh da vardır insanda,
psikoloji olayları meydânda.
Muhakkak, dünyâya gelen, ölüyor,
o zemân rûhlar, aceb n’oluyor?
İleriyi görmek, elbet insanlık,
bunu sağlar sanma, hıristiyanlık.
İslâmı kötüler, onlar dâimâ,
İncîlde, böyle mi söyledi Îsâ?
İslâmiyyeti bilmiyorum dersin,
nasıl, münevverlik iddiâ edersin?
Gençlik geçdi, sanki tatlı bir rü’yâ,
bütün ömür de, bir sâatdır güyâ,
İslâmı, sanırım etmezsin teslîm,
anlamadan hiç, verilir mi hüküm?
Din dersine lüzûm yokmuş lisede,
böyle mi söyleniyor, kilisede?
İslâmı bilmediğin, pek âşikâr,
ki bunu eyliyemezsin, hiç inkâr,
Ne olur, bir din kitâbı okusan,
İnsanlığı öğrenirsin, o zemân.
.722 SAYFA
[Süâl: Ezân, ho-parlörle okununca, uzaklardan da işitiliyor. Mü’minler ezân sesi duyuyor. ho-parlör fâideli oluyor denirse:
Cevâb: Ezân sesinin uzaklardan işitilmesi lâzım olsaydı, bu sözün bir kıymeti olurdu. Ezânın, insan sesinden fazla sesle okunması lâzım olsaydı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunun çâresini emr ederdi. Çünki, dinde lâzım olan herşeyi bildirmesi, yapdırması vazîfesi idi. Nemâz vaktlerinin geldiğini, hıristiyanlar gibi çan çalarak veyâ yehûdîler gibi boru ötdürerek uzaklara duyuralım diyenler oldu. Kabûl etmedi. (Biz böyle yapmayız. Yüksek yere çıkıp ezân okuyunuz!) buyurdu. Böylece, insan sesinin varamıyacağı yerlere tek bir ezân sesinin ulaşdırılmasına lüzûm olmadığı anlaşıldı. İbâdetlerde değişiklik yapmanın (Bid’at) olduğunu, büyük günâh olduğunu biliyoruz. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabûl etmediği, red etdiği birşeyi ibâdete karışdırmak ise, bid’atden dahâ büyük, ondan dahâ çirkin günâh olur. Birinci kısmda, otuzdördüncü maddede, ondokuzuncu mektûbda, (Bid’atler nûrlu parlak, fâideli görünseler de, hepsinden kaçınmak lâzımdır. Hiçbir bid’atde fâide yokdur) diyor. (Mektûbât Tercemesi)nde, yüzseksenaltıncı mektûbda diyor ki, (Bugün kalbler kararmış olduğundan, ba’zı bid’atler, güzel görülürse, kıyâmet günü, kalbler uyandıkları zemân, bid’atlerin hepsinin zararlı oldukları anlaşılacakdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Dîninizde yapılan her yenilik zararlıdır. Bunları atınız!) buyurdu) diyor. Allahü teâlâ, Bekara sûresinin ikiyüzonaltıncı âyetinde meâlen, (Ba’zı şeyleri sever, fâideli dersiniz. Hâlbuki o şeyler size zararlıdır) buyurdu. Görülüyor ki, ho-parlörle ezân okumak bid’atini savunmak, bir müslimâna yakışacak şey değildir.
.Bundan başka, (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yemîn kısmında, nezri anlatırken buyuruyor ki, (Her beldede, her mahallede mescid yapmak, hükûmet üzerine vâcibdir. Beyt-ül-mâl parasından yapdırılması lâzımdır. Hükûmet yapdırmazsa, müslimânların yapdırması vâcib olur). Birinci cild, dörtyüzsekseninci sahîfede diyor ki, (Ezân okunurken, câmi’den çıkmak harâmdır. Fekat, kendi mahallesindeki câmi’ cemâ’ati ile kılmak için çıkmak câizdir. Çünki, mahallesindeki câmi’de kılmak vâcibdir). Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, her mahallede mescid bulunması, mahalle mescidlerinin hepsinde ezân okunması, herkesin kendi mahallesi veyâ çarşısı câmi’inde okunan ezânı işitip, buradaki cemâ’ate gitmesi emr edilmişdir. Her mahallede câmi’ bulunacak, hepsinde ezân okunacak, herkes ezân sesi duyacakdır. ho-parlörle uzaklara duyurmağa lüzûm yokdur. Şimdi, ezânı ho-parlör ile okuyorlar. ho-parlör sesleri birbirine karışarak, ezân oyuncak hâlini alır. Görülüyor ki, ho-parlörle okumak, lüzûmsuz ve zararlı olmakdadır. İslâmiyyetin emrine uyarak her müezzin minâreye çıkıp, sünnete uygun ezân okuyunca, herkes kendine yakın ezânı çok iyi işitir. Uzaklardan ho-parlör sesini duymağa lüzûm olmaz. Ezânı ho-parlörle okuyarak, sesin uzaklardan işitilmesini istemek, ezânın bir yerde okunmasını, her câmi’de okunmamasını istemek demekdir.
Beyhekînin bildirdiği ve (Künûz-üd-dekâık)da yazılı hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hitâb ederek buyurdu ki, (Sizden sonra, bir zemân gelecekdir. O zemânda bulunan müslimânların en sefîlleri, en aşağıları, müezzinlerdir). Bu hadîs-i şerîf, tegannî ederek ve sünnete uymıyarak okuyan ve ibâdetlere bid’atler karışdıran kimselerin zuhûr edeceklerini haber vermekdedir. Allahü teâlâ, müezzin kardeşlerimizi, bu hadîs-i şerîfde kötülenen müezzinler gibi olmakdan muhâfaza buyursun! Âmîn.
Zemânımızda, minâresine çıkılıp sünnete uygun ezân okunan bir câmi’ görünmez oldu. Minârede okumamak şehrlere de, köylere de yayıldı. Çok şükr, Diyânet işleri başkanlığı, müftîliklere gönderdiği 1.12.1981 târîh ve 19 numaralı ta’mîmi ile, müezzinlerin minâreye çıkarak ezân okumalarını mecbûrî hâle getirmişdir.
Ezân okuyanın müslimân, âkıl ve sâlih olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bunun için teypden ve radyodan okunan ezân sahîh olmaz. Minâreye çıkıp ho-parlörle okumak da, sünnete uygun değildir. Birinci kısmda, 61. maddenin sonuna bakınız! İbâdet ile âdeti ayırd etmek lâzımdır. İbâdet olmayan şeylerde, radyo, ho-parlör kullanılır. İslâmiyyet, buna birşey demez. Fekat, ibâdetlerde ufak değişiklik yapan mezhebsiz olur.
Bütün fıkh kitâblarında, meselâ fârisî (Tergîb-üs-salât) kitâbında diyor ki, (Abdestsiz ve cünüb ve serhoş olanın ve fâsıkın ve çocuğun ve kadının ve mecnûnun ezân okumaları mekrûhdur. Serhoş, cünüb ve mecnûnun okudukları ezânı tekrâr okumak lâzım olduğu, sözbirliği ile bildirildi. Kâfir, nemâz vaktinde ezân okursa, müslimân olduğu anlaşılır. Çünki ezân, müslimânlığın şi’ârıdır, alâmetidir). Ezânı, ma’nâsını bilerek, inanarak ve severek okumak müslimân olmanın alâmetidir. Büyük günâh işliyene (Fâsık) [kötü kimse] denir. İçki içen, kumar oynıyan, kadınlarla, kızlarla arkadaşlık eden, her gün beş vakt nemâz kılmıyan, (Fâsık) olur. Kadınların ezân, Kur’ân, mevlid, ilâhî okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları harâmdır. ho-parlör, radyo ve televizyon ile duyurmaları mekrûh olur. Bu âletlerin harâm sesler için kullanılmaları âdet olan yerlerde, (âlet-i lehv) eğlence âletleri olurlar. Bunlarla ibâdet yapmak, meselâ ho-parlörle ezân okumak, fâsıkın okuması gibi, câiz olmaz. Fısk yapanlar gibi ezân okumanın harâm olduğu (Dürer)de yazılıdır.
Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsının değişerek, küfre sebeb olmasının misâlleri çokdur. Burada birini bildirelim: Yasîn-i şerîf sûresinde seksenbirinci âyet-i kerîmenin sonunun meâli, (Onun yaratdıkları pek çokdur. O, herşeyi bilir)dir.Hâlbuki, bu âyet-i kerîme radyoda, ho-parlörde söylenirken ve lâtin harfleri ile okunurken, ma’nâsı bozularak, (O berberdir, herşeyi bilicidir), şeklini aldığı vâkı’ oluyor ki, okuyan ve dinleyip beğenen kâfir olur. Lâtin harfleri ile, bir dürlü yazılan, bir dürlü okunan (Hallâk) kelimesi, islâm harfleri ile yazılması ve okunması, farklı iki başka kelime olup, biri yaratıcı, öteki ise, berber demekdir. Arabîde üç (Z) harfi vardır. Bir kalın (Zı), ikinci ince okunan (Ze), üçüncüsü (Zâl)dır. Bunların üçü ayrı ayrı söylenir. İbni Âbidîn üçyüzotuzikinci sahîfede diyor ki, (Rükü’ tesbîhinde (Zı) ile (azîm) denir ki, Rabbim büyükdür demekdir. Eğer ince (Ze) ile (azîm) denilirse, Rabbim benim düşmanımdır demek olur ve nemâz bozulur). Kur’ân-ı kerîmi lâtin harfi ile öğrenip okuyan, bu üç harfi ayıramıyacağı için nemâzı sahîh olmaz.
Kur’ân-ı kerîmi lâtin harfleri ile yazmak câiz olmadığı İbni Hacerin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvâ-yı kübrâ)sının Necâset bahsinde ve Libyada (Câmi’at-ül-islâmiyye)nin çıkardığı (El-hedy-ül-islâmî) kitâbının [m. 1966] baskısında altmışikinci [62] sahîfesindeki fetvâda yazılıdır. Hindistânda bulunan yüzlerce Ehl-i sünnet medresesinin büyüklerinden olan Keralada (Bâkıyâtüs-sâlihât) medresesi müderrislerinin neşr etdiği (El-muallim) aylık mecmû’asının 1406 [m. 1985] târîhli nüshasındaki fetvâda da uzun yazılıdır. İstanbulda (Hakîkat Kitâbevi)nin çıkardığı (El-edillet-ül-kavâtı’) hutbe kitâbında bu fetvânın bir sûreti mevcûddur.
Radyodan ve ho-parlörden çıkan sesler, şimdi Hıristiyanların ve Yehûdîlerin ellerinde bulunan, İncîl ve Tevrâtlar gibi, Allah kelâmı değildir. Allahü teâlâ tarafından nesh edilmiş ve kullar tarafından değişdirilmiş olan mukaddes kitâblara hakâret etmek, alay etmek ve bunları okumak, dinlemek câiz olmadığı (Hadîka) kitâbının yüzonbeşinci sahîfesinde yazılıdır. Bunun için meyhânelerde, oyun yerlerinde, günâh işlenen topluluklarda, radyo ile Kur’ân-ı kerîm ve mevlid dinleyerek keyflenmek küfr olur ve küfre sebeb olan da, kâfir olur.
Radyoda, Kur’ân-ı kerîmi ve mevlidi hurmetle dinliyenler, hâfızın nağmeleri ile ağlayanlar olur. Güzel ses, nağme, kalbi hastalanmış olanların nefsine te’sîr etmekdedir. Nefsi beslemekdedir. Nefs, insanı ağlatmakdadır. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîm okumak sünnetdir. Harâma, hattâ mekrûha sebeb olan sünneti terk etmek lâzım olduğu, fıkhda, temel bilgilerden biridir. O hâlde, radyoda Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumamak dahâ doğru olmakdadır. Radyoda her dil ile, dîni bilgiler vermek, Ehl-i sünnet âlimlerinin, dünyâ bilginlerini hayrân bırakan, rûhlara gıdâ olan sözlerini insanlığa duyurmak lâzımdır. Böyle yayınlar çok fâideli ve çok sevâb olur.
Süâl: Evet, uzak memleketlerdeki vericilerden dinlendiği zemân, ses net olarak gelemiyor. Fekat, bir şehrdeki vericiden alınan ses, tam hâfızın okuduğu gibi oluyor. Ma’nâsı da, iyi anlaşılıyor. Radyoda, teypde ve ho-parlörde işitilen bu seslere, Kur’ân-ı kerîm denilmez mi?
Cevâb: Radyoda işitilen ses, fen bakımından (Aks-i sadâ) [sesin yankısı] da değildir. (Nakl-i sadâ) [sesin iletilmesi] de değildir. Nakl, sesin kendinin götürülmesi demekdir. Isı da, reyyonman, ışıma ve konveksiyon akımları ile yayıldığı gibi, nakl yolu ile de iletiliyor. Ateşe sokulan maşa, ısıyı değişdirmeden iletiyor. Isı, demirin kristallerinin birinden, ötekine geçerek yayılıyor. Hâfızın yanında, kendi sesini işitmemiz (Nakl-i sadâ)dır. Buğazdaki ses iplikcikleri [etden iki tel], konuşurken, gerilerek sertleşiyor. Ciğerden gelen hava, bunları titreşdirerek ses hâsıl oluyor. Titreşen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titreşdiriyor. Bu titreşimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titreşdirerek kulağımıza kadar ulaşıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, müntezam küreler hâlinde dalgalarla yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmiş oluyor. Kuru hava, sesi, sâniyede üçyüzkırk metre hızla iletmekdedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin, sudaki hızı, sâniyede binbeşyüz metre kadardır. Katı cismler, sesi dahâ çabuk iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, sâniyede beşbin metredir.Havada, suda yayılmakda olan ses dalgaları, dıvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca, doğrultularını değişdirerek, tekrâr geriye döner. Geri dönen dalgalar, eşit özellikde, ikinci bir ses meydâna getirirler. Bu ikinci sese (Aks-i sadâ) veyâ (yankı) denir. Aks-i sadâ, kendini hâsıl eden birinci sesin özelliğinde olduğu hâlde, secde âyetinin, aks-i sadâsını işiten kimsenin, ma’nâsını anlasa bile, tilâvet secdesi yapması lâzım gelmiyor. Kur’ân-ı kerîmin aks-i sadâsı, Kur’ân-ı kerîm olmuyor. Bu sese, Allahü teâlânın kelâmı denmiyor. Radyoda işitilen ses, hâfızın sesinin (Nakl-i sadâ)sı, ya’nî sesin kendisi olmadığı gibi, (Aks-i sadâ)sı bile değildir. Hâfızın sesine benziyen, başka bir sesdir. Kadınların aynadan, sudan aks eden görüntülerine ve kâğıd, perde üzerindeki resmlerine bakmanın da, benzerlerine bakmak olduğunu, birinci kısmda, 58. ci maddenin son sahîfesinde bildirmişdik. Ses, mikrofona gelince gayb oluyor, bitiyor. Elektriğe, sonra miknâtıs dalgalarına çevriliyor. Bu elektro-manyetik dalgalar, antene gelip, radyoda, elektriğe ve sonra yeni bir sese çevriliyor. ho-parlörde de böyle olmakdadır. Zâten ho-parlör, elektrik dalgalarını ses dalgalarına çeviren âlet demek olduğu, Fransızca (Larousse)da bile yazılıdır. Aks-i sadâya Kur’ân-ı kerîm okumak denilmiyor da, bu başka sese, nasıl Kur’ân okumak denilir.
Süâl: Radyoda dinlenen ses, fen bakımından, hâfızın sesinin kendisi değilse de, sesinin tâm benzeridir. Ses bütün harmonikleri ile, farksız oluyor. Ma’nâsı da bozulmuyor. Bunu dinlemek, niçin câiz olmasın?
Cevâb: Birşeyin benzeri, kendisi değildir. Sarı metal bileyzikler, altın bileyziklere tâm benziyor ise de, aynı değildirler. Altın yerine geçmezler. Radyodan, ho-parlörden çıkan ses, hâfızın sesine çok benziyorsa da, insan sesi değildir. Metalik sesdir. Tınısı, yüksekliği, şiddeti ve harmonikleri başkadır. Kadının resmi de, kadına çok benziyor ise de, kendinin aynı değildir. Gayrı da değildir. Bunun içindir ki, kadının avret yerlerine şehvetsiz bakmak harâm olduğu hâlde, bunların resmlerine şehvetsiz bakmak harâm değildir. Fekat benzediği için, resmlerine bakmak mekrûhdur. Bunun gibi, sevilen şeyin benzerine de saygı göstermek lâzımdır. Çünki, aynı değil ise de, gayrı da değildir.
Kâfirlerin kilisede org çalarak okudukları gibi, Kur’ân-ı kerîmi çalgı çalarak okumanın küfr olacağı, mu’teber kitâblarda yazılıdır. [İkinci kısm, kırkıncı [40] maddeye bakınız!]. Kur’ân-ı kerîmin radyoda ve ho-parlörde söylenen, okunan tâm benzerine de, böyle saygısızlık yapmak küfr olur. Eğer çalgısız ve tecvîd ile okunuyor ise, radyoda sâatlerce çalgı ve şehveti harekete getiren şeyler çalıp, birkaç dakîka Kur’ân-ı kerîm okunur, sonra yine günâh olan şeylere başlanırsa, bu hâl, kumar, içki, oyun ve açık kadın gibi günâh bulunan fısk meclisinde, bu kimselerin veyâ başka birinin, birkaç dakîka da Kur’ân-ı kerîmi veyâ bunun tâm benzerini okuması gibi olur. Böyle olan radyodaki Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, fısk meclisinde okunan Kur’ânı dışardan dinlemeğe benzer. Bunun için, harâmları kesip, bu aralık zemânda, okumak da, bunu dinlemek de câiz olmaz. Günâh olur. (Mültekâ) şerhlerinde diyor ki, (Fısk meclislerinde, alay edenler arasında tesbîh, tehlîl, zikr, tekbîr, hadîs, fıkh ve benzerlerini okumak günâhdır). Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, böyle okumağı yasak etmişdir. Meselâ, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Rebî’ bin Sü’ûdün evine geldi. Evde, küçük kızlar def çalıyordu ve şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı, [çalgıyı] bırakıp, Resûlullahı medh etmeğe başladılar. (Beni söylemeyiniz! [Önce okuduğunuza devâm ediniz!]. Beni medh etmek [mevlid, ilâhî okumak] ibâdetdir. Def [çalgı] çalarken, eğlence, oyun arasında ibâdet câiz değildir) buyurdu. Def, çalgı çalarak veyâ başka la’b, ya’nî oyun oynayarak Kur’ân-ı kerîm okuyanın kâfir olacağı (Tergîb-üs-salât)da, cemâ’at ile nemâz bahsinde ve (Cevâhir-ül-fıkh)da yazılıdır. (Mîzân-ı Şa’rânî), abdesti anlatırken buyuruyor ki, (İslâm âlimleri, çirkin şeyler söyledikden sonra Kur’ân-ı kerîm okuyan kimse, Mıshafı pislik içine sokan kimse gibidir.Bunun küfründe şübhe yokdur buyurdular).
(Hadîka)da, dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, hadîs-i şerîfde, (Nikâhı herkese duyurunuz! Bunun için de, câmi’lerde yapınız ve defler çalınız!) buyuruldu. İmâm-ı Münâvî, bunu açıklarken, (Mescidlerde def çalınmaz. Hadîs-i şerîf, deflerin mescidlerde çalınmasını emr etmiyor. Mescidlerin dışında çalınmasını, mescidde yalnız nikâh yapılmasını emr ediyor) diyor. (Hadîka)nın bu yazısından anlaşılıyor ki, çalınmasına açıkça izn verilmiş olan deflerin bile câmi’lerde çalınması yasak olunca, herhangi bir çalgının câmi’de çalınması hiç câiz olmaz.
(Muhtasar-üt-Tezkire)deki hadîs-i şerîflerde, (Âhır zemânda, câhil din adamları ve fâsık hâfızlar çoğalır), (Öyle zemân gelecekdir ki, o zemânın din adamları, eşek leşinden dahâ çok bozulmuş, kokmuş olacaklardır) buyuruldu. Böyle hadîs-i şerîfler, Kıyâmet günü yaklaşınca, fâsık ve bozuk din adamlarının türeyeceklerini haber veriyor. Rusyada husûsî metodlarla yetişdirilmiş komünist ajanlara, anarşistlere, birer sarık ve cübbe giydirilerek, Türkmenistân, Azerbaycân müftîsi... hazretleri denildiğini işitdik. Milletler arası yapdıkları propaganda toplantılarını yayınlayan mecmû’alarında resmlerini gördük. Bu ajanları, din adamı olarak, halkları müslimân olan Afrika ve arab memleketlerine gönderdiler. Bunlarla anarşi hâzırladılar. Kardeşi kardeşe düşman yapdılar. (Sosyalist islâm cumhûriyyeti) denilen ülkeleri bu sûretle ele geçirdiler. Azîz yurdumuzda, şerefli milletimizin arasında böyle bozuk din adamlarının bulunmadığını şükrânla görmekdeyiz.
Teyp bandına ve gramofon plâğına Kur’ân-ı kerîm almak, kâğıd üzerine yazmak gibidir. Teyp ve gramofon, müzik, şarkı, keyf, oyun ve eğlence için kullanılıyor ise de, kâğıd da, roman, açık resm, eğlence ve fuhş dergileri olmakdadır. Kur’ân-ı kerîm kâğıda yazılınca (Mushaf) olur. Mushaf, Kur’ân-ı kerîmin okunmasına ve öğrenmesine ve ezberlenmesine sebeb ve vâsıta olduğu için kıymetlidir. Mushaf yazmak ve hediyye etmek, bunun için, çok sevâbdır. Band ve plâk da, Kur’ân-ı kerîmin benzerini işiterek öğrenilmesine ve ezberlenmesine vâsıta olmakdadırlar. Kur’ân-ı kerîmi, bu niyyet ile, teyp, plâk üzerine almak câiz olur. Bunlara da, Mushaf-ı şerîfe olduğu gibi hurmet etmek, bunlara başka şeyler doldurmamak, yükseğe koymak, üzerlerine birşey koymamak, abdestsiz tutmamak, kâfirlere, fâsıklara vermemek, başka şeyler bulunan bandlar ve plâklar arasına koymamak, fısk, oyun, eğlence yerlerinde çalmamak lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm dinlemek için kullanılan gramofon ve teyp hiçbir zemân fısk meclislerine götürülmemeli, bunlarda hiçbir zemân, harâm olan çirkin şeyler çalınmamalıdır. Çalgı çalmakda kullanılan bir gramofonun ve teybin Kur’ân-ı kerîm dinlemek için de kullanılması, şarkı, gazel okuyan fâsık bir hâfızın okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dinlemeğe benzer ki, bunun câiz olmadığı yukarıda bildirildi. Kısacası, Kur’ân-ı kerîm bulunan bandlar ve plâklar Mushaf-ı şerîf gibi kıymetlidirler. Bunlara da saygısızlık yapmak, küfre sebeb olur. Şu kadar var ki, bunlardan Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, hâfız dinlemek olmaz. Tam benzerini dinlemek olur. Kur’ân-ı kerîmi dinlemek sevâbı hâsıl olmaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi tilâvet etmek, ya’nî okumak demek, şu’ûrlu bir kimsenin, Kur’ân-ı kerîm okuduğunu bilen insanın okuması demek olduğu (Redd-ül-muhtâr)ın beşyüzonaltıncı sahîfesinde yazılıdır. Fekat, benzerini de saygı ile dinlemek farzdır. Küçük çocuğun şu’ûrsuz olarak okuduğunu dinlemenin de lâzım olduğu (Redd-ül-muhtâr)ın üçyüzaltmışaltıncı sahîfesinde yazılıdır.
Radyoda islâmiyyetin yasak etdiği şeyler dinlenmez, hep fâideli ve sevâb şeyler dinlenirse, bunlar arasında okunan Kur’ân-ı kerîmi ve evde teypde, müslimâna yakışan şeylerin, nasîhatların, derslerin arasında okunan Kur’ân-ı kerîmi, öğrenmek için dinlemek câiz olur. Fekat, bunun Kur’ân-ı kerîmin aslını dinlemek olmadığı, Elmalılı Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cildinin 2361. ci sahîfesinde yazılıdır. Kur’ân-ı kerîmi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın okudukları gibi okumak ve dinlemek ibâdet olur.Başka dürlü okumak ve bunu dinlemek, ibâdeti değişdirmek olur, bid’at olur. Bid’at ise, günâhların en büyüğüdür. [Kitâbımızın üçüncü kısmında, birinci maddeyi okuyunuz!].
Hindistânda, ba’zı câmi’lerde, vehhâbîlerin imâmsız olarak cemâ’at ile nemâz kıldıkları bildiriliyor. Bu câmi’lerin, büyük câmi’e elektrik teli ile bağlı olup, oradaki imâmın sesini ho-parlör ile işiterek, o imâma uyulduğu bildirildi. ho-parlör sesi ile imâma uyanların nemâzlarının sahîh olmıyacağı, birinci kısmın altmışdokuzuncu maddesinde bildirilmişdi. (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (İmâma uymağa mâni’ olan sebeblerden biri, imâm ile cemâ’at arasında, kayık geçecek kadar nehr veyâ araba geçecek kadar yol yâhud sahrada kılarken, arada iki saflık boşluk bulunmakdır. Câmi’lerin içinde büyük boşluk arkasında, imâma uymak câizdir. Bir başka sebeb, mescidin üstünde veyâ dışında kılanın, imâmın veyâ cemâ’atden birinin seslerini işitmeğe yâhud imâmın veyâ cemâ’atın hareketlerini görmeğe mâni’ büyük dıvar bulunmasıdır. [ho-parlörün sesi, imâmın sesi değildir. Televizyondaki şeklleri de, hakîkî şekli değildir, benzerleridir.] Mescidin üstünde ve dıvar arkasında kılanın, imâmdan veyâ cemâ’atden birinden başkasına tâbi’ olması câiz değildir. Mescid kapıya kadar dolu ise, mescide bitişik kılanın imâma uyması sahîh olur. Kapıya kadar dolu değil ise, son saf ile arasında araba geçecek mesâfe yoksa yine sahîh olur. Bundan fazla mesâfe varsa [imâmın sesini işitse de] sahîh olmaz. (Kâdîhân)da da diyor ki, mescide bitişik binâda kılanın imâma iktidâ etmesi câizdir. Bu binânın üstünde ve mescide bitişik olmıyan binâlarda iktidâ câiz değildir). Bu açık hakîkat karşısında, müslimânlara imâmsız cemâ’at ile nemâz kıldıran bu din adamlarının ibâdete değil, felâkete önderlik etdikleri anlaşılmakdadır.
Kâfirler, müslimânları hıristiyan yapmağa, câmi’leri kiliseye çevirmeğe uğraşıyorlar. Bu işi sinsice yapabilmek için, müslimân görünüyorlar. Câmi’lere ilerde masa sokabilmek için, secde yerlerini biraz yükseltmekle işe başlıyorlar. Basılan yere baş konulmaz. Hastalık olur diyorlar. Secde yerlerini uzun yıllarda yükselte yükselte, masaya yol açarız diyorlar. Câmi’lere müzik, org sokabilmek için, önce ho-parlörden, teypden başlıyor, ibâdetlerin çalgı âletleri ile yapılmasına, yavaş yavaş alışdırmak istiyorlar. Yapılması günâh olmıyan, mubâh birşeyin ibâdet sanılması korkusu olursa, bu mubâh şeyi yapmak harâm olur. Büyük günâh işlemek olur. Bunun için, müslimânların çok uyanık olması, ibâdetleri Eshâb-ı kirâm gibi, dedeleri gibi yapmağa titizlikle ehemmiyyet vermeleri lâzımdır. ho-parlör, teyp ve benzerleri ile ibâdet etmek, iyi ve fâideli görülse bile, bid’at olduğu için ve ibâdetleri değişdirmeğe yol açacağı için, câmi’lere sokulmamalı, islâm düşmanlarının plânlarına, tuzaklarına kapılmamağa dikkat etmelidir. Bekara sûresi ikiyüzonaltıncı âyetinde meâlen, (Beğendiğiniz, sevdiğiniz çok şey vardır ki, sizin için zararlıdır!) buyuruldu. İbâdetlerde yapılacak ufak bir değişiklik, çok fâideli görünse de, bunu yapmakdan kaçınmalıdır. Radyo ile, ho-parlör ile okunan ezân kabûl olmaz. İmâmın ve müezzinin kendi seslerini işitmeyip, radyo, ho-parlör sesleri ile hareket eden cemâ’atin nemâzlarının sahîh olmıyacağı, birinci kısm, altmışdokuzuncu maddede de bildirilmişdi.
(Tergîb-üs-salât) kitâbında buyuruyor ki, (Kitâb-ül-kırâe) risâlesindeki hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kıyâmet alâmetlerini sayarken buyurdu ki, (Hâkimler rüşvet alarak haksız karâr verir. Adam öldürmek çoğalır. Gençler, ana babalarını, hısm akrabâsını aramaz, saymaz olur. Kur’ân-ı kerîm mizmârdan, ya’nî çalgı âletlerinden okunur. Tecvîd ile, güzel okuyanları, islâmiyyete uyan hâfızları dinlemeyip, mûsikî ile şarkı gibi okuyanları dinlerler.) Muhyiddîn-i Arabî hazretleri “kaddesallahü sirrehül’azîz” (Müsâmere) adındaki kitâbında diyor ki, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” hazretlerinin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir zemân gelir ki, müslimânlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. İslâmiyyeti bırakıp, kendi düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur’ân-ı kerîmi mizmârlardan, ya’nî çalgılardan, şarkı gibi okurlar. Allah için değil, keyf için okurlar.Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevâb verilmez. Allahü teâlâ bunlara la’net eder. Azâb verir!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunlar gibi, dahâ nice hadîs-i şerîflerle, Kur’ân-ı kerîmin radyo, teyp ve gramofon ve ho-parlör gibi çalgı çalınan âletlerde okunacağını haber veriyor. Böyle okumanın günâh olduğunu bildiriyor. Derin âlim, şeyh-ül-islâm Ahmed ibni Kemâl efendinin kırk hadîsinin tercemesinde, otuzdokuzuncu hadîs-i şerîfde, (Mizmârları kırmak için ve hınzırları öldürmek için gönderildim) buyuruluyor. Bunu terceme ederken, (Mizmâr, düdük ve bütün çalgı âletleri demekdir. Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı, her çeşid çalgıyı ve domuz eti yimeği yasak etmek için emr olundum demekdir) diye ma’nâ verilmekdedir. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmi arab şîvesi ile, onların sesi ile okuyunuz! Fâsıklar, şarkıcılar gibi okumayınız!) buyuruldu. Şarkı okur gibi okuyan kimsenin imâm olması harâmdır. Onun arkasında kılınan nemâz, sahîh olmaz. Çünki, sesi perdeye uydurmak, nağme yapmak için, harf eklemekdedir ki, bunlar, insan sözü olur. Kur’ân-ı kerîm olmaz.]
TENBÎH: Yukarıda, Kur’ân-ı kerîmi radyoda okumak ve bunu dinlemek anlatılmakdadır. Radyo kullanmak için, radyo dinlemek için birşey yazılmamışdır. Bu ikisini birbiri ile karışdırmamalıdır. Radyo kullanılması, bir sahîfe sonra bildirilecekdir.
(Kimyâ-i se’âdet)de buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okumasını öğrenmek çok sevâbdır. Fekat, Kur’ân-ı kerîm okuyanların ve hâfızların, ona saygı göstermeleri lâzımdır. Bunun için de, her sözü, her işi Kur’ân-ı kerîme uygun olmalıdır. Onun edebi ile edeblenmelidir. Onun yasak etdiği şeylerden sakınmalıdır. Ona, böyle saygı göstermezse, Kur’ân-ı kerîm kendisine düşman olur. Resûlullah “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Ümmetimdeki münâfıkların çoğu, Kur’ân-ı kerîm okuyanlardan olacakdır). Ebû Süleymân Dârânî buyuruyor ki, (Cehennemde azâb yapan, Zebânî adındaki melekler, puta tapan kâfirlerden önce, islâmiyyete uymayan hâfızlara saldıracaklardır). Para kazanmak için mevlid okuyan, mûsikî ile mevlid okuyan hâfızlar da böyledir. Şunu iyi bilmelidir ki, Kur’ân-ı kerîm, yalnız okumak için gönderilmedi. Gösterdiği yolda gitmek, islâmiyyete uymak için gönderildi). (Şir’a-tül-islâm) şerhinin sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi şarkı söyler gibi okumak, bid’atlerin en çirkini, en kötüsüdür. Böyle okuyanlar cezâlandırılır).
(Riyâd-ün-nâsıhîn)de diyor ki, Kur’ân-ı kerîm, islâmiyyete uyan hâfızlara şefâ’at edecekdir. (Müslim) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm, okuyanlarına, yâ şefâ’at edecek veyâ düşman olacakdır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm, onlara la’net eder) buyuruldu. Kur’ân-ı kerîmi abdestli olarak okumak, sağ el ile tutmak, dizden aşağı koymamak, bitirince açık bırakmamak, başka şey yaparken kapayıp yüksek bir yere koymak, okurken konuşmamak, konuşursa, tekrâr E’ûzü okuyarak başlamak lâzımdır. Mushafı [ve Kur’ân-ı kerîm bulunan teypi] ayağa kalkarak almalıdır.
Radyoda Kur’ân-ı kerîm dinleyen de, hiç olmazsa, radyoyu yükseğe koymalı, bir iş yapmamalı, konuşmamalı, kıbleye karşı edeble oturmalıdır. Kur’ân-ı kerîmi ve mevlidi dinledikden sonra veyâ önce, çalgı, şarkı ve başka küfr ve harâm şeyleri dinlemek, bunlara saygısızlık olur. Kur’ân-ı kerîm, okunup da, kendisine saygı göstermiyenlere la’net eder. Okuyanlar ve söyliyenler için günâh olan herşey, okutanlar ve dinleyenler için de, günâhdır.
Radyoda, hâfızın Kur’ân-ı kerîm okumasına sebeb olan dinleyiciler, bir canbazı seyr edenler gibi oluyor. Ya’nî, canbaz, oynarken ipden düşüp ölürse, seyrciler günâha girer. Çünki, onlar seyr etmeselerdi, canbaz oynamıyacak ve ölmiyecekdi. Evet, öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür. Fekat, bunu öldüren de, cezâsını görür.
Kur’ân-ı kerîmi, mevlidi ve ezânı mûsikî ile, tegannî ederek okumak da, ma’nâsını bozuyor ve zararlı oluyor. Meselâ, (Allahü ekber), Allahü teâlâ büyükdür, demekdir.Sesi uzatarak, meselâ (Aaaallahü ekber), şeklinde okunursa, Allah, acabâ büyük müdür? demek olur ki, böyle söyliyenlerin kâfir olacağı meydândadır.
Bütün fıkh kitâblarında ve meselâ, (Halebî-yi sagîr)in sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ikiyüzelliikinci sahîfesinde: (Kur’ân-ı kerîmi nağme ile, ya’nî sesi mûsikî perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekrûh demişdir. Zîrâ fâsıkların nağmelerine teşebbühdür. Eğer harfler değişir ise, harâmdır. Okuması mekrûh olan birşeyi dinlemek de mekrûhdur. Okuması harâm olan şeyi, dinlemek de harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfızlara emr-i ma’rûf yapmak vâcibdir. İnâdlarına, düşmanlıklarına sebeb olacak ise, bunları dinlememeli, orayı terk etmelidir) demekdedir. (Halebî)nin ikiyüzdoksanyedinci sahîfesinde, (Tegannî ile okuyan bir imâm arkasında kılınan nemâzın i’âdesi, tekrâr kılınması lâzımdır). Başka bir sahîfesinde, (İş görenler ve yatanlar arasında, yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okunursa, okuyan günâha girer) yazılıdır.
(Halebî-yi kebîr)de, dörtyüzdoksanaltıncı sahîfesinde diyor ki, (Yan yatarak ayakları birbirine bitişdirip, Kur’ân-ı kerîmi, içinden ezbere okumak veyâ yürüyerek, iş görerek, hamâmda, kabr başında oturup okumak câizdir. Kitâb okuyan, yazan, iş yapan yanında Kur’ân-ı kerîm okumağa başlamak, onlar dinlemedikleri zemân günâh olur. Câmi’de veyâ başka yerde, birkaç kişinin, bir zemânda, yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okumaları tahrîmen mekrûhdur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce dinlemeleri lâzımdır. İşi olanların dinlemesi farz olmaz. Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, farz-ı kifâyedir ve okunmasından ve nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Kadın, Kur’ân-ı kerîmi kadından öğrenmelidir. Yabancı erkeklerden, a’mâdan bile öğrenmemelidir). Kur’ân-ı kerîmi öğrendikden sonra, unutmanın günâh olduğu, (Berîka)da ve (Hadîka)da yazılıdır. (Hulâsa-tül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (İş görürken ve yürürken, kalbi ile düşünerek, Kur’ân-ı kerîm okumak câizdir).
Kur’ân-ı kerîmi doğru, güzel okumak için, mûsikî öğrenmeğe lüzûm yokdur. Tecvîd ilmini öğrenmeğe lüzûm vardır. Âlimlerin çoğuna göre, Tecvîd ilminde, harflerin ağızdaki yerleri, medler, harflerin uzatma mikdârları ve dahâ birçok şeyler öğrenmeden okunan Kur’ân-ı kerîm, doğru olmaz ve ezân ve nemâz sahîh olmaz. İkinci kısm, birinci maddeye bakınız!
(Halebî-yi sagîr) kitâbında, tilâvet secdesi kısmından birkaç satır önce, buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar küçük harflerle yazmak, böyle küçük Kur’ân-ı kerîm almak günâhdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmi okumak, dinlemek, içindekileri, öğrenip yapmak için gönderdi. Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar küçük yazmak, ona hakâret etmek olur. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, böyle küçük yazan birisini cezâlandırmışdır). Böyle mushafları almak, taşımak, hıristiyanların putları gibi, altın mahfaza içinde boyuna takmak, fâidesizdir ve çok günâhdır.
Âyet-i kerîmeleri ve Allahü teâlânın ismlerini, yerde serili şeyler ve seccâdeler üzerine yazmanın [Kâ’be-i muazzamanın resmini koymak da böyledir] tahrîmen mekrûh olduğu (Halebî)de yazılıdır. Paralar üzerine yazmanın mekrûh olduğu (İmdâd)ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılıdır. Büyük âlim, seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh”, bir mektûbunda buyuruyor ki; Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i ızâm “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, paralar üzerine mubârek kelimeler yazılmadı. Çünki, para, alış-veriş vâsıtası olduğundan, muhterem değildir, hakîrdir. Üzerlerine resm koymak câiz olur. Ehl-i sünnet olmıyan hükûmetler, meselâ Fâtımîler, Resûlîler gibi, mu’tezile mezhebinde olup, müslimân ismini taşıyan, fekat islâmiyyete uymıyan hükümdârlar, para üzerine âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf yazmışlardır. Milleti kandırmak, müslimân görünmek için yapdıkları hîlelerden biri de bu idi. Din âlimleri [ya’nî Fükahâ-ı ızâm], muhterem kelimeleri, paralara değil, mezâr taşlarına bile yazmağa izn vermemişdir. Böyle paraları abdestsiz tutmak mekrûh olduğu, (Fetâvâ-yi Hindiyye)de yazılıdır. Harâb olmuş mıshafı gömmek veyâ yakmak lâzım geldiği (Şir’a-tül-islâm) şerhinde yazılıdır.
.İbâdetleri, hoşa gidecek şekle değişdirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibâdeti, Allahü teâlâ da beğenir zan etmek, pek yanlışdır. Böyle olsaydı, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” gönderilmesine lüzûm yokdu. Herkes, hoşuna gitdiği gibi ibâdet eder, Allahü teâlâ da, onu beğenirdi. Hâlbuki, ibâdetlerin kabûl olması için insanların hoşuna gitmesi, dinleyicilerin çok olması değil, insanların aklı ermese, fâidelerini anlamasalar bile, islâmiyyete uygun olması lâzımdır.
Bu yazımız, dîni dünyâ kazanclarına âlet edenlerin hoşuna gitmiyebilir. Onlar için değil, hakîkati öğrenmek istiyenler için yazıyoruz.
Süâl: Radyo dinlemek ve televizyon seyr etmek günâh mıdır?
Cevâb: Bu süâl, sinemaya gitmek günâh mı demeğe benziyor. Bu iki süâli birlikde cevâblandıralım:
Süâl: Sinemaya gitmek günâh mıdır?
Cevâb: Radyo, sinema, televizyon neşr vâsıtasıdır. Kitâb, gazete, mecmû’a gibidir. Bunlar, tabanca gibi, bir vâsıta, bir âletdir. Tabancayı, bir kabâhatsiz, günâhsız, zararsız kimseye karşı kullanmak günâhdır. Muharebede, düşmana karşı kullanmak ise, çok sevâbdır. Görülüyor ki, tabanca kullanmak, hep günâhdır demek veyâ her zemân sevâbdır diye kesdirip atmak, doğru değildir.
Bunun gibi, radyo ve filmler, iyi insanlar tarafından hâzırlanır, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri bildirir, islâmiyyetin fâidelerini, ahlâk, ticâret, san’at, fabrikaların çalışması, târîh olayları, askerlik gibi din ve dünyâ bilgileri verirse, böyle radyoyu dinlemek, böyle filmleri ve televizyonları görmek günâh olmaz, mubâh olur. Fâideli kitâb ve mecmû’a okumak gibi, her müslimâna lâzım olur. [Birinci kısmda, 68. ci maddenin 3. cü sahîfesine bakınız!]
Fekat bunlar, din düşmanları, ahlâksızlar tarafından hâzırlanır, harâm, çirkin, şarkılar, çalgılar bulunursa ve zararlı şeylerin propagandası yapılırsa, böyle radyoları dinlemek, televizyonları görmek ve böyle film gösterilen sinemalara gitmek câiz olmaz. Böyle olan gazete ve kitâbları, romanları okumak gibi, harâm olur.
(Hadîka) ve (Berîka)nın sonlarında diyor ki, (Def, tanbur ve her nev’ çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediyye, âriyet, kirâya vermek günâhdır). Mubâh ile günâh karışık olursa ve radyoda, televizyonda, filmde veyâ bunların görüldüğü, dinlenildiği yerde, harâm şeyler varsa, günâha girmemek için mubâhı, hattâ sevâbı terk etmek lâzım olur. Nitekim, mü’minin da’vetine gitmek sünnet olduğu hâlde, harâm bulunan da’vete gitmemeli, harâmdan, mekrûhdan sakınmak için sünneti terk etmelidir.
(Ahlâk-ı alâ’î) kitâbında diyor ki, (Şi’r, veznli söze denir. Lahn ve nağme bulunmıyan güzel sesi dinlemek mutlaka mubâhdır. Sıkıntı gidermek için, nağme ile, kendi kendine okumak câiz diyenler vardır. Fekat, başkalarını eğlendirmek veyâ para kazanmak için okumak harâmdır. Nağme, ya’nî veznli ses üçdür:
1 — İnsan sesi. Yukarıda uzun bildirdik.
2 — Hayvan sesi. Kuşların ötmesi gibi. Bunları dinlemek, mutlaka halâldir.
3 — Cansızlardan [bütün çalgılardan] vurmak, üflemek, sürtmekle çıkarılan sesleri dinlemek, mutlaka harâmdır. Suyun akması, dalgaların çarpması, rüzgâr, yaprak seslerini dinlemek günâh değildir. Bunları dinlemek fâidelidir. Sıkıntıyı giderir).
(Eşi’at-ül-leme’ât) hadîs kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Beyân ve Şi’r) bâbında diyor ki, Âişe “radıyallahü anhâ”nın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Şi’r, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür) buyuruldu. Ya’nî, vezn ve kâfiye, bir sözü çirkinleşdirmez. Şi’ri çirkin yapan, ma’nâsıdır.(Hadîka) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Harâm karışmamış olan tegannî, sâlih insanın temiz kalbine, rûhuna tatlı geldiği gibi, harâm karışmış olan müzik de, fâsıkların nefslerine tatlı gelir). Onlar, bunların, bunlar da onların müziklerinden zevk almazlar, sıkılırlar. Çünki kalbe, rûha lezzet veren şey, nefse sıkıntı verir. Nefse tatlı gelen şey, temiz kalblere sıkıntı verir. Bunun içindir ki, kâfirlerin, fâsıkların Cennet hayâtı yaşadıkları yerler, müslimânlara, sâlihlere zındân olur. (Dünyâ, [ya’nî harâmların bulunduğu yerler, fısk meclisleri] mü’mine zındân, kâfire ise Cennetdir) hadîsi değişmez bir hakîkatdir. Bu hakîkati gözönüne alarak, herkes kendi kalbinin nasıl olduğunu kolayca anlıyabilir. Çok kimsenin nefsi, küfr alâmetlerini kullanmakla ve harâmları işlemekle kuvvet bulup, kalbi ve rûhu örtdüğünden, nağme nefse te’sîr edip azdırmakdadır. Rûhun, kalbin sıfatları mağlûb olduğundan, müteessir olmamakdadırlar. Nefsin duyduğu lezzet, kalbin, rûhun lezzeti sanılmakdadır. Nağmeden ba’zı hayvanlar da lezzet almakdadır.
Sûre-i Lokmandaki (Lehvelhadîs) âyet-i kerîmesinin, mûsikînin men’i için olduğunu, tefsîrler meselâ, (Tefsîr-i medârik) bildirmekdedir. Fârisî (Mevâhib-i aliyye) ismindeki tefsîrde, bu âyet-i kerîme şöyle tefsîr ediliyor: (Ba’zı insanlar, dedikodu yaparak, yalan hikâyeler, romanlar söyliyerek ve yazarak ve para ile şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri dinleterek, Kur’ân-ı kerîm dinlemelerine, farzları, harâmları okuyup öğrenmelerine ve nemâz kılmalarına mâni’ olmağa, ya’nî gençleri islâmiyyetden uzaklaşdırmağa çalışıyor ve müslimânlarla ve Allahü teâlânın emrleri ile, alay ediyorlar. İslâmiyyete gerilik, müslimânlara da, anormal insan, ibtidâî, örümcek kafalı, hasta adam ve gerici gibi ismler takıyorlar. Bunlara, Allahü teâlânın emrleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri söylenince, kendilerine bir süs vererek, kibrle, gurûrla yüzlerini çevirerek, bu söylenenleri hiç duymuyormuş gibi aldırış etmezler. Onlara Cehennem ateşini, çok acı azâbları müjdele!). Bu tefsîr, türkçeye terceme edilmiş ve (Mevâkib tefsîri) ismi verilmişdir. (Dürr-ül-müntekâ) kitâbında buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı tegannî ile okumak ve dinlemek harâmdır. Burhâneddîn-i Mergınânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyen kimsenin îmânı gider. Tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh etmesi lâzım gelir. Kuhistânî hazretleri de, böyle yazmakdadır. Kasîdeleri, ilâhîleri tegannî ile okuyarak, bunları dinliyerek vecde geliyoruz, kendimizden geçiyoruz diyenlerin sözleri doğru değildir. Dînimizde böyle birşey yokdur. Tekkelerde yapılan rakslar, tegannî ile okunan şeyler [ilâhîler, mevlidler] harâmdır. Buralara gidip oturmak, dinlemek câiz değildir. Tesavvuf büyükleri, böyle şeyler yapmadı. Bunlar sonradan uyduruldu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” şi’r dinlemişdir. Fekat bu, şarkı, nağme dinlemeğe izn değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” şarkı dinleyip vecde geldi diyenler, yalan söyliyor). [Harâm olan tegannî, mûsikî perdelerine uyarak okumakdır. Sünnet olan tegannî, tecvîde uyarak okumakdır.] Raks ve simâ’ hakkında (Ukûd-üd-dürriyye) sonunda geniş bilgi vardır.
(Dürr-ül-muhtâr) beşinci cild, ikiyüzyetmişinci sahîfede diyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okurken, harf eklemiyecek, kelimeyi bozmıyacak şeklde tegannî etmek câiz ve güzeldir. Aksi takdîrde harâmdır. Böyle tegannî edene, ne güzel okudun demekde küfr korkusu vardır). İbni Âbidîn, şerh ederken buyuruyor ki, (Tegannî eden hâfıza, ne güzel okudun diyen kimse kâfir olur demişlerdir. Çünki, dört mezhebde de harâm olan birşeye, güzel diyen kâfir olur. Fekat, Kur’ân-ı kerîmin harflerini, kelimelerini değişdirdiği için, güzel okudun diyen kâfir olur. Yoksa, sesi, sadâsı, Kur’ân-ı kerîmi okuması güzel demek istiyen, elbette kâfir olmaz). Böyle kimse, bu hâfızın tegannî etmiyerek okuduğundan da zevk alır ve güzel okudu der. Bununla berâber, tegannî eden hâfızı dinlememelidir. Okuması da, dinlemesi de harâmdır. (Hadîka)da, dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi mûsikî perdelerine göre okuyarak hareke veyâ medleri değişdirmek ve bunu dinlemek harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile süslemek demek, tecvîde uygun okumak demekdir).Kimyâ-yı se’âdet) kitâbı, ikiyüzaltmışaltıncı sahîfesinde, çocuk terbiyesini anlatırken, (Çocuklara kadın, kız, aşk bulunan şi’rleri okutmamalı, böyle şi’rler rûhun gıdâsıdır diyen öğretmene göndermemelidir. Talebesine böyle söyliyen, [ve seks bilgileri veren öğretmen], üstâd değil, şeytândır. Çocuğun kalbini bozmakdadır) buyuruyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Gınâ kalbi karartır) buyurdu. Ya’nî insan sesi ile tegannî ve çalgılar kalbi karartır. [Bu hadîs-i şerîfi, İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyirmiikinci sahîfede, îzâh etmekdedir.] Mûsikîye özenmemeli, hâsıl etdiği lezzete aldanmamalıdır. Bundan rûh değil, Allahü teâlânın düşmanı olan nefs lezzet almakdadır. Zevallı rûh, nefsin elinde esîr olduğundan, kendi lezzeti sanmakdadır. [Üçüncü kısm, otuzbeşinci maddeyi okuyunuz!]. Mûsikînin tadı, zehrli bala, şekerlenmiş, yaldızlanmış necâsete [pisliğe] benzer.
Mûsikînin harâm ve zararlı olduğunu bildirmekden maksadımız, buna tutulmuş olan binlerce insanı fâsık ve günâhlı olmakla lekelemek değildir. Şunu bildirmek isterim ki, bu satırları yazanın günâhları, okuyucularınınkinden katkat ziyâdedir. Ma’sûm, günâhsız olan, ancak Peygamberlerdir “aleyhimüsselâm”. Yayılmış olan günâhları bilmemek de, ayrıca günâhdır. Sözbirliği ile bildirilen harâmları, halâl sanarak, sıkılmadan işliyen kâfir olur. Günâhlarımızın çokluğunu düşünerek, Rabbimize karşı, her zemân mahcûb, boynu bükük olmalıyız. Hergün tevbe etmeliyiz!
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi. Ya’nî dans etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçan (Mesnevî)sine, her memleketde, birçok dillerde şerhler, açıklamalar yapılmışdır. Bunlardan pek kıymetlisi ve lezzetlisi, mevlânâ Câmînin kitâbı olup, bunu da, birçok kimse, ayrıca şerh etmişdir. Bunların içinde de, Süleymân Neş’et efendinin şerhinden ellialtı sahîfesi, yalnız dört beytin şerhi olup, sultân Abdülmecîd hân zemânında, [1263] de matba’a-i Âmirede tab’ edilmişdir. Bu kitâbda, mevlânâ Câmî “kuddise sirruh” buyuruyor ki: (Mesnevînin birinci beytinde, [Dinle neyden, nasıl anlatıyor-ayrılıklardan şikâyet ediyor] ney, islâm dîninde yetişen kâmil, yüksek insan demekdir. Bunlar, kendilerini ve herşeyi unutmuşdur. Zihnleri, her ân, Allahü teâlânın rızâsını aramakdadır. Ney, fârisî dilinde, yok demekdir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuşdur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmakdadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı zâhir olmakdadır. Neyin üçüncü ma’nâsı, kamış kalem demekdir ki, bundan da, insan-ı kâmil kasd edilmekdedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir). Sultân İkinci Abdülhamîd hân zemânında Ankara vâlîsi olan Âbidîn Pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mesnevî şerhi)nde, neyin insan-ı kâmil olduğunu, dokuz dürlü isbât etmekdedir.
Mevlevî şeyhleri de, âlim, sâlih zevât idi. Bunlardan Osmân efendi, (Tezkiye-i Ehl-i beyt) kitâbında, râfizîlerin (Hüsniyye) kitâbına vesîkalarla cevâb vererek, islâmiyyete büyük hizmet etmişdir. (Tezkiye-i Ehl-i beyt) kitâbının türkçesi, (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının üçüncü kısmı olarak, Hakîkat Kitâbevi tarafından neşr edilmişdir. Sonraları, ba’zı câhiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, şeyler çalmağa, dans etmeğe başladılar. Oyun âletleri, o tesavvuf üstâdının türbesine konuldu. (Mesnevî şerhleri)ni okuyarak, o hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, elbette aldanmaz.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Nitekim (Mesnevî)sinde:
Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,
bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!
buyuruyor ki, (O hâlde, sevgiliye kavuşmağı, cân-u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini [kalbinden] söyle!) demekdir.
.Sonradan gelen din câhilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. Bu günâhlara ibâdet adını verebilmek ve kendilerini din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı. Biz mevlevîyiz, onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemişlerdir.
Zâhir ilmlerinde mütehassıs, tesavvuf derecelerinde çok yüksek olan, derin âlim, büyük velî Abdüllah-ı Dehlevî, yetmişdördüncü mektûbunda buyuruyor ki, (Tegannî, hazîn ses ve Allah sevgisini anlatan şi’rler ve Evliyâ-yı kirâmın hayâtını bildiren kasîdeler, kalbdeki bağlılığı harekete getirir. Hafîf sesle zikr etmek ve islâmiyyetin yasak etmediği şi’rleri dinlemek, Çeştiyye yolunda olanların kalblerini inceltir). Seksenbeşinci mektûbda buyuruyor ki, (Tesavvuf büyükleri güzel ses dinlediler. Fekat, çalgı ile değil idi. Oğlanlar ve kızlar yanında değil idi. Fâsıklar arasında değil idi. Çeştiyye yolunun büyüklerinden Sultân-ül-meşâyıh Nizâmüddîn-i Evliyâ hazretleri güzel ses dinlerdi. Fekat hiçbir zemân, hiçbir çalgı dinlemediği, (Fevâid-ül-füâd) ve (Siyer-ül-evliyâ) kitâblarında yazılıdır. (Simâ’), ya’nî güzel ses dinlemek, Evliyânın kalbindeki kabz [sıkıntı] hâlini bast [râhatlık] hâline çevirmek içindir. Gâfillerin güzel ses dinlemeleri, fıska yol açar. Hiçbir çalgı halâl değildir. Sekr hâlinde iken, câiz diyenler oldu ise de, bunlar ma’zûrdur. Bunları ileri sürerek câiz dememelidir. İslâmiyyete uygun şartları gözeterek, sesle zikr câiz ise de, sessiz zikr efdaldir. Ud, keman, saz, ney ve her çalgıyı ve gâfillerin şarkılarını dinlemek ve raks [dans] yapmak ve seyr etmek câiz değildir). Doksandokuzuncu mektûbda buyuruyor ki, (Kalbdeki kabzı, bulanıklığı gidermek için, güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlemelidir. Eshâb-ı kirâm böyle yapardı. Kasîde ve şi’r dinlemezlerdi. Şarkı ve çalgı dinlemek ve yüksek sesle zikr yapmak, sonradan meydâna çıkdı. Ebül-Hasen-i Şâzilî ve Hammâd-i Debbâs gibi tesavvuf büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ” şiddetle inkâr etdiler. Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyhim”, bunu uzun bildirmekdedir. Çalgısız olarak ve fâsıklar ve gâfiller arasında olmıyarak, Allah sevgisini anlatan şi’rleri dinliyen büyükler de vardı. Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, biz bunları dinlemeyiz. Dinliyen tesavvufcuları da inkâr etmeyiz buyurdu. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hiç dinlememişdir. Tarîkat-i müceddidiyyede, tegannî dinlemenin kalbe te’sîri yokdur. Kur’ân-ı kerîm dinlemek, safâ vermekde ve huzûru artdırmakdadır. Nağme ve saz dinlemek kalb seyrinde olanlara zevk verir. Hafîf sesle ve hazîn tegannî ile zikr, zevkı ve şevkı artdırır. İrâde ve ihtiyâr ile olmadan, derd ve hüzn ile içden gelen yüksek sesle zikr etmek yasak değildir. Fekat her zemân yapmamalıdır).
(Eşi’at-ül-leme’ât)da, (Beyân ve Şi’r) bâbında diyor ki, Tâbi’înin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” ile berâber gidiyorduk. Ney sesi işitdik. Abdüllah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaşdık. Ney sesi dahâ işitiliyor mu, dedi. Hayır işitilmiyor dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de böyle yapmışdı dedi. Nâfi’, sonra dedi ki, ben o zemân çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki, Nâfi’a kulaklarını kapamasını emr etmemesi, çocuk olduğu için idi. Yoksa, ney sesi dinlemek tahrîmen mekrûh olmayıp tenzîhen mekrûh olduğu için, Abdüllah vera’ ve takvâsı sebebi ile kulaklarını kapatdı demek doğru değildir. Nâfi’, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi. (Eşi’at-ül-leme’ât)dan terceme temâm oldu.
Sultân Üçüncü Muhammed hân “rahimehullahü teâlâ” zemânında yaşamış olan Itrî efendi, bir din âlimi değildi. Meşhûr Beethoven gibi, bir mûsikî üstâdı idi. İslâm tekbîrini, segâh makâmına bestelemekle, islâmiyyete bir hizmet yapmamış, dîne bir bid’at karışdırmışdır. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler değişdirilmekde, ma’nâları bozulmakdadır.İnsanlar, nağmenin kulaklara ve nefse olan te’sîrine kapılıp, tekbîrin ma’nâsı ve kalbe ve rûha olan te’sîri gayb olmuşdur. Kur’ân-ı kerîm ve mevlidler de, böyle mûsikî ile okununca, kelimeler bozularak ma’nâları değişiyor. Te’sîri ve sevâbı kalmıyor. Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile ve tecvîd ile okumalıdır. Bu vakt te’sîri ve sevâbı çok olur.
(Berîka) kitâbında, dil âfetlerinin onyedincisi olarak gınâ, ya’nî tegannî uzun anlatılmakdadır. Şeyh-ül-islâm Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâsı da yazılıdır. Bu fetvâda halâl ve harâm olan tegannîler bildirilmekdedir. Çalgılar hakkında hiçbirşey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların bu fetvâyı ileri sürmeleri, Ebüssü’ûd efendiye iftirâ olmakdadır.
(İbni Âbidîn) dördüncü cildde, şâhidliği kabûl edilmiyenleri anlatırken buyuruyor ki, (Eğlence için ve para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, sözbirliği ile harâmdır. Çalgı çalarak dans etmek büyük günâhdır. Sıkıntısını gidermek için kendi kendine şarkı söylemek günâh değildir. Va’z ve hikmet bulunan şi’r dinlemek câizdir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması câizdir). Fekat, erkek kadın bir arada bulunmamalıdır. Tegannî ve çalgı hakkında (Mevâhib-i ledünniyye) ikinci kısm sonunda geniş bilgi vardır. (Hadîka)da, kulak âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Fısk, içki meclislerinde ve kızları oynatarak çalgı çalmak ve bunu dinlemek harâmdır. Hadîs-i şerîfde yasak edilen, böyle çalınan çalgılardır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çobanın kavalını işitince, parmakları ile mubârek kulaklarını kapadı ise de, yanında bulunan Abdüllah bin Ömere kulaklarını kapamasını emr etmedi. Bu da, geçerken duymanın harâm olmadığını göstermekdedir). El âfetlerini bildirirken buyuruyor ki, (Çalgıyı, içki, oyun ve kadın bulunan yerlerde keyf için çalmak harâmdır. Düğünlerde def çalmak hadîs-i şerîfde emr edildi. Bu emrin erkeklere de şâmil olması esahdır. [Fekat, İbni Âbidînin yukarıdaki men’ eden yazısı tercih olunur.] Harbde, hac yolunda ve askerlikde davul ve benzeri âletleri çalmak câizdir). Mekteblerde, millî ve siyâsî toplantılarda ve bayramlarda bando, müzika çalmak câiz olduğu buradan anlaşılmakdadır.
İmâm-ı Zehebînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tıbb-ün-nebevî) kitâbının ve İbni Âbidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ukûd-üd-dürriyye) fetvâ kitâbının sonlarında, tegannînin harâm olan ve câiz olan kısmları arabî olarak uzun anlatılmakdadır. Bu kitâblardan birincisi, (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının kenârında olarak, ikincisinin yalnız tegannîyi anlatan yazıları, (El-Habl-ül-metin fî-ittibâ’is-selefis-sâlihîn) kitâbının sonuna ek olarak, İstanbulda, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.
Izdırâb dolu, rü’yâdır bu hayât,
doğmuşuz ölmek üzere, değil mi?
Zevk ile geçerse de, birkaç sâat,
derd kovalar, zevklerin herbirini!
Gideriz her an, cehl ve gafletle,
ölüm denizi dibine hasretle.
Dürlü mihnetle ve bin meşakkatle,
mahvu perişân eder dünyâ bizi.
Biz ise seyr eyleyip, bu bünyâdı,
ararız halkı için, nedir bâdî.
Hâlıkı, halkı ve sırr-ı îcâdı,
bilmek isteriz Hakkın hikmetini.
Fekat, Hakkın koyduğu sırrın halli,
kulun aklı ile olamaz, bes belli.
İnsana acz ve gaflet ve cehli,
etdirirler sehv içinde sehvi.
Mübelliğ imamın yardımcısıdır
|
Sual: Namazda, imamdan başkasına uymak caiz olmadığı için, hoparlöre uyarak namaz kılmak da caiz olmaz, deniyor. Mübelliğ de, imamdan başkası olduğu hâlde, mübelliğin sesiyle hareket etmek nasıl caiz oluyor?
CEVAP
Cemaat kalabalık olduğu ve imamın sesi her taraftan işitilemediği zamanlarda, imamın aldığı namaz tekbirlerini arka saflardaki cemaate duyuran ve aynı namazı kılan kimseye mübelliğ denir. Dışarıdan başka bir şahıs tekbir alsa, onun sözüyle hareket etmek caiz olmaz. Mübelliğ, dışarıdaki herhangi bir insan değil, aynı cemaatteki imamın yardımcısıdır. Dinimiz, onun yardım etmesine izin vermiştir. Onun sözüne uymak, imama uymak demektir. Dışarıda olan kimseye cevap vermek veya onun sözüyle hareket etmek namazı bozar.
Hoparlörden çıkan ses, nakl-i seda da, yankı da değildir. İmamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses hâline dönüşüyor. Yani hoparlörden çıkan ses, imamın sesi değil, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği demir levhanın oluşturduğu sestir. TV ekranındaki resim, imamın bizzat kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, imamın bizzat kendi sesi değil, benzeridir. Hoparlörden çıkan ses de böyledir. Bununla ilgili, namazı bozan durumlara birkaç örnek verelim:
1- İmamdan başkasının duasına âmin demek namazı bozar. Mesela biz, tek başına akşam namazını kılarken, yan tarafta cemaatle namaz kılınsa, o cemaatin imamı Fatiha’yı bitirince, bizim ona âmin dememiz namazı bozar, çünkü o kendi imamımız değildir. Yahut biri bize (Allah senin günahlarını affetsin) dese, biz de âmin desek namazımız bozulur.
2- İmamdan başkasının yanlışını düzeltmek namazı bozar. Mesela, başka biri veya başka bir imam Kur’anı yanlış okusa, namaz kılan da, doğrusunu söylese namazı bozulur, çünkü kendi imamından başkasına cevap verilmiş oluyor. Kendi imamı yanlış okusa yahut âyetin devamını getiremese, düzeltmek bozmaz, çünkü hatayı düzelten o cemaatten biridir.
3- İmamın abdesti bozulsa, yerine cemaatten birini vekil bırakabilir, ama cemaatten olmayan birini vekil bırakamaz. Dışarıdan biri gelse, (Senin abdestin bozulmuşsa ben devam edeyim) dese, o cemaate imam olamaz.
4- Namaz kılarken yanına gelen biri, biraz çekil de, ben de yanına sıkışayım dese, o da, onun sözüyle yer açsa namazı bozulur; çünkü namazda başkasının emriyle hareket etmiştir.
Mübelliğ, hoparlöre benzetilemez. Mübelliğ, dinin emriyle imamın sesini ileten, imamın yardımcısıdır. Hoparlörse, imamın sesini başka ses hâline getirmektedir. İkisi hiçbir bakımdan birbirine benzemez.
|
|
Hoparlörle kıldıran imama uymak
|
Sual: Hoparlörden çıkan sese âmin diyenin namazı bozulur deniyor. Halbuki ben ilmihallere baktım, namazı bozanlar arasında hoparlör yazmıyor. Hoparlörden çıkan sese âmin demek niye namazı bozuyor? Hoparlörle sesin yükseltilmesinin ne mahzuru olur ki?
CEVAP
Her ilimde olduğu gibi, fen ilminde de o işin uzmanı söz sahibidir. Dinimiz de buna kıymet verir; çünkü fen ilimleri, İslami ilimlerin bir koludur. Dini bilgilerde ise edille-i şeriyye esastır. Fen bilgileri bunlara göre açıklanır.
Müslüman ve uzman bir doktor, bu hasta guslederse ölür diyorsa, teyemmüm gerekir diyorsa, o doktora inanılması gerektiğini, diğer fen işlerinde de durumun böyle olduğunu dinimiz bildiriyor. Hoparlörden çıkan ses, nakli seda mı, aksi seda mı, yoksa başka bir ses mi, bunu ancak uzmanı bildirir.
Bütün uzman mühendisler bildiriyor ki:
(Hoparlörden çıkan ses, nakli seda değildir. Hoparlör, sesi yükseltici bir alet değildir. Yankı da değildir. İmamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Duyulan ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hasıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın husule getirdiği sestir. TV ekranındaki resim, imamın bizzat kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, imamın bizzat kendi sesi değil, sesin benzeridir.)
Bütün uzmanlar böyle söyleyince, dinin emri gereği onlara inanmak gerekir. Helal olan üzüm şırası, alkol haline, şarap haline dönüşünce, o sıvı haram oluyor. Yok bu üzüm şırası diye inat etmek cahillikten başka şey değildir. Şarap da sirkeleşince helal oluyor. Şarap nasıl helal olur demek de cahilliktir. Yine uzman kimyager, (Necis yağ, mesela domuz yağı sabun haline dönüşse temiz olur) diyor.
Evet, bütün uzmanlar ne diyor? (TV’deki konuşan kimsenin resmi bizzat kendisi olmadığı gibi, sesi de bizzat kendi sesi değil, benzeridir) diyorlar.
Şimdi gelelim dini hükmüne.
İbni Âbidin’de diyor ki: (Başkasının sesine âmin diyenin namazı bozulur.)
Hoparlörden çıkan ses de, başka bir ses olduğuna göre, ona âmin diyenin namazı bozulur. Demek ki, namazı bozanların arasında başka bir sese âmin demek de var imiş. İnsan bunu bilmeyince, (Hoparlör sesi yükseltiyor ne büyük nimet. Herkes biliyor, siz bilmiyorsunuz) diyerek cahilliğini gösterir.
Hoparlörle kılınan namaz
Sual: Hoparlörle namaz kılmanın caiz olmadığını, teknik ve dini delillerle açıklamışsınız. Bunu anladık; ama o zaman büyük camilerde nasıl namaz kılınacak? Özellikle Cuma namazı yalnız kılınamıyor, bu namaz ne olacak?
CEVAP
Büyük camiler yeni çıkmadı. Asırlardır Müslümanlar büyük camilerde namaz kılıyor. Nasıl kılınacağı da fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Eğer imamın sesi duyulamayacak derecede, cemaat kalabalık olursa, caminin büyüklüğüne göre bir veya birkaç müezzin, mübellig vazifesini görür. Müezzininin sesiyle hareket edilir. Mübellig: Burada, imamın dediklerini tekrar eden kimse demektir.
Hoparlörle kılınan yerde, hoparlörden gelen sese değil de, imamı görerek imamın hareketlerine veya imamı görenlerin hareketlerine uyarak kılanların namazı sahih olur.
İkinci bir husus, imamın itikadı düzgünse, mecburen hoparlörle kıldırıyorsa ona uymak sahih olur. İmam bid’at ehli ise, zaten ona uymak uygun olmaz.
Hoparlörde de kılınsa, hoparlörsüz de kılınsa, Cuma namazından sonra, (Vaktine yetişip de kılmadığım son öğle namazının farzını kılmaya) niyet ederek, zuhr-i ahir namazını da mutlaka kılmalıdır. Herhangi bir sebeple Cuma namazı sahih olmamışsa, bu namaz öğle namazı yerine geçer.
Hoparlörden gelen ses
Sual: (Hoparlörlerden gelen sesler, imamın sesiyle karışınca, bu sesler imamın sesini bastırsa da; imamın kendi sesine niyet edip âmin demenin bir mahzuru olmaz) deniyor. İslam Ahlakı kitabında ise, (Hoparlörden çıkan ses, imamın sesi değil, bu sesin benzeridir. Bunu işitenler, imamın sesini değil, bu sese benzeyen başka bir sesi işitiyorlar. İmamın sesine uymayıp, başka sese uyanın ve imamdan başkasının okuduğu Fatiha’ya âmin diyenin namazı sahih olmaz) diye yazıyor. Hoparlörden gelen sese imamın sesi diye uymak sahih olur mu?
CEVAP
İmamın hemen arkasında olup da, imamın kendi sesini duyuyorsak, o zaman sahih olur. İmamdan uzak olanlar sese uyarsa sahih olmaz. Sese değil de, imama veya imamı gören cemaatin hareketlerine uyulursa, namaz sahih olur. Hoparlörden gelen sese uyulursa sahih olmaz. Bir örnek verelim:
100 lira parasını faize veren, bir müddet sonra 101 lira alsa, 101 liranın tamamı faiz olur. 1 lirası fakire verilince, diğer kısmı faizden temizlenmiş olmaz. (Mektubat-ı Rabbani)
Demek ki, çok az bir faiz, bütün parayı kirletiyor, haram hale getiriyor. İçinden ayırmak mümkün olmuyor. Bunun gibi, gürültülü hoparlör sesleri arasından, imamın kendi sesini ayırmak, işitmek mümkün değildir. İslam Ahlakı kitabında da, hoparlörle namaz kılınırken, sadece hoparlörlerden gelen seslerin işitildiği bildirilmektedir.
Sağırların taktığı kulaklık
Sual: Hoparlöre uyarak namaz kılmak caiz olmadığına göre, sağırların, imamın sesini kulaklıkla işitmesi caiz olur mu?
CEVAP
Sağırların kulaklık takarak işitmesi, hoparlörden işitmesi gibidir; fakat sağır olanın, zaruret olduğu için, imamın sesini kulaklıkla işiterek kıldığı namaz sahih olur. İmamın veya cemaatin hareketlerini görerek kıldığı için de, namazı sahih olmaktadır. Namazı hoparlörle kıldırmaksa, hiçbir zaman zaruret değildir. (İ. Ahlakı)
Evden imama uymak
Sual: Komşumuz, evi camiye yakın olduğu için, camiden eve hoparlör çekmiş. Evden camideki imama uyabilir mi? TV’den Mekke’deki imama da uymak caiz olur mu?
CEVAP
Bu şekilde imama uymak iki yönden caiz olmaz:
1- İmama uymaya mani olan sebeplerden biri, imamla cemaat arasında, kayık geçecek kadar nehir veya araba geçecek kadar yol yahut sahrada kılarken, arada iki saflık boşluk bulunmaktır. Bir başka sebep, mescidin üstünde veya dışında kılanın, imamın veya cemaatten birinin seslerini işitmeye yahut imamın veya cemaatin hareketlerini görmeye mani büyük duvar bulunmasıdır. Mescidin üstünde ve duvar arkasında kılanın, imamdan veya cemaatten başkasına tâbi olması caiz değildir. Mescid kapıya kadar dolu değilse, son safla arasında araba geçecek mesafe yoksa yine sahih olur. Bundan fazla mesafe varsa, imamın sesini işitse de, sahih olmaz.(Fetava-yı Hindiyye)
Mescide bitişik binanın üstünde ve mescide bitişik olmayan binalarda imama uymak caiz değildir. (Kadihan)
2- Birinci maddedeki mani olmasa da, hoparlörden gelen sese uymakla imama uyulmuş olmaz. Mekke’deki imamın sesi, TV’den gelse ve kendisi de görünse, yine uymak caiz olmaz, çünkü imamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses hâline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan, mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği demir levhanın meydana getirdiği başka bir sestir. TV’deki görüntüye imam diye uymakla, hoparlörden çıkan sese imamın sesi diye uymak aynıdır. Görüntü bizzat imam olmadığı gibi, ses de bizzat imamın sesi değildir. Onun için görüntüye ve cihazdan çıkan sese uymakla imama uyulmuş olmaz.
Hoparlörden çıkan sese kıraat değil, çınlamak denir. Buradan secde âyeti işitilse, tilavet secdesi yapmak gerekmez. (Elmalılı tefsiri c.3 s.2361)
Hoparlöre uymak
Sual: İmamın itikadı düzgünse, mecburen hoparlörle kıldırıyorsa, o imama uyarak namaz kılmak sahih olur mu?
CEVAP
İmamı veya onu göreni görecek şekilde yahut imamın çıplak sesini duyacak şekilde durulursa, ancak o zaman bu imama uymak sahih olur. İmamı gören de görülmüyorsa, hoparlöre tâbi olunuyorsa sahih olmaz. İmamı görüyor diye hoparlöre uyanlara uymak caiz değildir.
Mikrofon bozulunca
Sual: Cemaatle namaz kılarken, mikrofon bozuldu. İmam hemen namazı bozup tamire çalıştı. Hâlbuki bir saf cemaat vardı. İmama göre de, hoparlöre ihtiyaç yoktu. İmamın namazı bozması günah olmadı mı?
CEVAP
Cemaat çok olsa da, mikrofon bozulunca namazı bozmak haramdır. Çünkü mikrofonla namaz kıldırmak farz veya vacib değil, aksine bid’attir. Namazı bozmak ise büyük günahtır. Namazı bozmak, ancak imdat diye bağıran bir kimseyi kurtarmak için, kuyuya düşecek a’mâyı, yanacak, boğulacak kimseyi kurtarmak, yangını söndürmek gibi sebeplerle caiz olur.
Aynı veya ayrı mekânda
Sual: S. Ebediyye’yi kabul eden ve kendisine güvenilen birinin, (Aynı mekânda olursa hoparlörle namaz kılmak caiz, ayrı mekân olursa caiz olmaz) dediğini söylediler. Acaba bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Kesinlikle doğru olmaz. Çünkü güvenilen kimse, S. Ebediyye’ye aykırı konuşamaz. Konuşuyorsa, ya o, güvenilir biri değil veya ona iftira ediliyor. Çünkü Tam İlmihâl'de deniyor ki:
Hoparlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakta, başka ses hâsıl olmaktadır. Yani, hoparlörün sesi, konuşanın sesine çok benzediği hâlde, bizzat onun sesi değildir. Toprağa konan bir karpuz çekirdeğinden kocaman bir karpuz hâsıl oluyor. Bu karpuz o çekirdek değildir. Çekirdek çürümüş, yok olmuştur. Hoparlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakta, başka ses hâsıl olmaktadır. Müezzinin sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses hâline dönüşüyor. Duyulan ses, imamın, müezzinin sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. İbadetleri, hoparlörle yapmak caiz değildir. Hoparlörün sünnet olmadığı, bid’at olduğu meydandadır. (S. Ebediyye)
Yine S. Ebediyye’de, imama uymanın sahih olması için, imamı görmek veya görmese de sesini işitmek gerektiği bildiriliyor.
İmama uymanın sahih olması için, imamın veya müezzinin sesini işitmek yahut bunları görmek veya cemaatin hareketlerini görmek lazımdır. İşitmeye, görmeye elverişli penceresi olmayan duvar arada olmamalıdır. Hoparlörden çıkan sesin, insan sesi olmadığını ezan bahsinde bildirmiştik. Sinema perdesinde, televizyonda namaz kıldığı görülen imamın kendisi değildir, benzeridir [görüntüsüdür.] Buna uymak caiz olmadığı gibi, bu seslerle ibadet yapmak da sahih olmaz. Bidat ve büyük günah olur. (S. Ebediyye)
Ayrı mekânda olsa da, imamın sesi işitiliyorsa cemaate uymanın sahih olduğu bildiriliyor. Eğer hoparlörden gelen ses muteber bir ses olsaydı, işitmeye elverişli pencereye ve duvara ihtiyaç kalmazdı. İmamın sesi duyulduğuna göre, aynı mekânda olsun ayrı mekânda olsun ne fark eder? Önemli olan sesin duyulmasıdır. Hoparlörle Amerika’dan gelen ses de duyulur. Demek ki, gelen sesin muteber olması gerekir. Hoparlörden çıkan sesin imamın sesi olmadığı ve muteber olmayan böyle bir sesle imama uymanın sahih olmayacağı Tam İlmihâl’in çeşitli yerlerinde yazılıdır. Tam İlmihâli mehaz verip de ona aykırı konuşanlara itibar etmemelidir.
.
Hoparlörden çıkan sesin mahiyeti
|
Sual: Hoparlörden çıkan ses, değişime uğruyor mu? Bilim adamları bu konuda ne diyor?
CEVAP
Hoparlör, telefon, teyp, radyo ve televizyon yayınlarından çıkan sesler, insanın kendi sesi değildir, benzeridir. Ses transdüserleri ve ses tekniği hakkındaki ders kitaplarında deniyor ki:
Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren mikrofonlar, kulakta olduğu gibi, herhangi bir basınç sonucu çarpan havanın etkisiyle, içlerindeki diyaframın titreşmesi sonucunda, çıkışlarında küçük gerilimler [elektrik sinyalleri] elde edilen cihazlardır. Elektrikli titreşimleri sese çeviren transdüserler, hoparlörler ve kulaklıklardır. Hoparlör; elektriksel enerjiyi ses enerjisine dönüştüren bir transdüserdir. Transdüser; bir fiziksel büyüklüğü, başka bir fiziksel büyüklüğe çeviren elemana denir.(Ses frekans tekniği, İ. Eren Başaran, Devlet kitapları yayınları s. 599)
Her televizyon vericisi, görüntü bilgisi ve ses bilgisi için, tamamıyla farklı iki sinyal yayınlar. Ses iletiminde frekans modülasyonu [değişmesi], görüntü iletiminde ise genlik modülasyonu kullanılır.(Elektronik iletişim teknikleri, Wayne Tomas, Devlet kitapları yayınları s. 2, 482)
Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, MEB Fizik ve Elektrik dersi kitaplarında da deniyor ki:
(Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren sistemlere mikrofondenir. Elektrik dalgalarını [sinyallerini] ses dalgalarına çeviren sistemlere hoparlör denir.
Mikrofonla hoparlör arasında ses nakli olmuyor, yani konuşan insanın kendi sesi nakledilmiyor, sesi yükseltilmiyor, bir enerji dönüşümü oluyor. Mikrofona karşı konuşan insanın sesi, önce elektrik enerjisine dönüşüyor. Buradan hoparlöre giden elektrik sinyalleri tekrar sese dönüşüyor.
Mikrofona giren ses dalgalarının etkisiyle, diyafram, kristal elemanı hareket ettirerek manyetik bobinin uçlarında elektriksel gerilim meydana gelmektedir. Meydana gelen bu elektrik sinyalleri yükseltici vasıtasıyla hoparlöre girmektedir. Ses bilgilerini taşıyan elektriksel akımların, ses bobininde oluşturduğu manyetik alan ve mıknatısın kendi sabit manyetik alanı etkilenerek hoparlör diyaframını titretmektedir. Diyafram titreşerek ses dalgalarını yaymaktadır. Bu orijinal sesin nakli değildir, farklı frekanslarda enerji dönüşümüyle, başka özellikte yeni bir ses meydana gelmektedir. Bu ses, çok benzese de farklı bir sestir. Meydana gelen yeni ses, konuşanın kendi sesi değildir. Elektrik tesiriyle hâsıl olan, mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği, demir levhanın oluşturduğu başka bir sestir.
Elektrik sinyallerinin değerleri bilindiğinden, ses kaynağı olmaksızın, hoparlöre benzer elektrik sinyali göndererek benzer ses elde edilmektedir. Mikrofonlarda, diyafram adı verilen esnek ve hassas bir zar bulunur. Titreşen hava molekülleri bu zara çarpınca titreştirir. Bu titreşimlere uygun elektrik sinyalleri elde edilerek ses dalgaları, elektrik sinyallerine çevrilmiş olur. İnsan sesi, mikrofon içinde yok olur. Bunun yerine, indüksiyon akımı ve bundan manyetik dalgalar ve bundan ses dalgaları hâsıl olur.) [Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, Millî eğitim bakanlığı Fizik ve Elektrik dersi kitabı]
Ansiklopedi ve ders kitaplarından alınan yukarıdaki bilgilerin doğru alınmış olduğunu, bilgisine sunduğumuz uzmanlar da doğruladı. Bunlardan birkaçının ismi şöyledir:
Prof. Dr. Osman Işıkan
İsmail Salkım: Elektronik mühendisi
İsmail Derdemet: Elektrik mühendisi
Ahmet Kırılmaz: Elektrik mühendisi
Habib Can: Elektrik-elektronik mühendisi
Musa Aras: Elektrik-elektronik mühendisi
S. Süleyman Yılmaz: Elektrik-elektronik mühendisi
Ali Kılıç: Fizik mühendisi
Ahmet Kanter: Fizik ve makine mühendisi
Ahmet Çamırcı: Fizikçi
Hüseyin Gökmen: Fizik mühendisi
Mehmet Poyraz: Elektrik mühendisi
Mahmut Sağırlı: Elektrik mühendisi
Sabahattin Aktuğ: Fizik öğretmeni
Ömer Mehmet Sur: Elektronik öğretmeni
Fizik ve elektrik bilimiyle ilgili kaynak kitaplarda da açıklandığı gibi, imamın sesi hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın meydana getirdiği bir ses hâline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın kendi çıplak sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin demir levhayı titreştirmesiyle oluşan bir sestir.
Namazda imamdan başkasının sesine uyulamayacağı ve yalnız sâlih erkeğin sesine ezan dendiği, bütün muteber fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Hattâ kendi sesi olsa da, fâsığın, çocuğun veya kadının okuduğu ezan sahih olmaz. Bunun için, hoparlörle namaz kıldırmak ve ezan okumak kesinlikle caiz değildir. Mekke’de ve dünyanın her yerinde okunmuş olması, doğru olduğunu göstermez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116]
O hâlde çoğunluğa değil, az da olsa, doğru olana uymalıdır.
Hanefi mezhebinde kıymetli kitapları bulunan, fıkıh uzmanı İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Dağa çarpıp yankılanan ses, insan sesi olarak kabul edilmez. Vasıtasız [aracısız], bizzat insanın söylemesi gerekir. Yankı ile gelen ses, hakiki ses hükmünde olmadığı için, böyle duyulan bir secde âyeti için secde-i tilavet gerekmez. İmamdan başkasının sesine âmin diyenin namazı bozulur. (Redd-ül-muhtar)
Elmalılı Hamdi Yazır, Araf suresinin 204. âyetinin tefsirinde diyor ki:
Kıraat (okumak) bir ihtiyari iştir ki, akıllı ve konuşan bir insanın ağzından çıkanı anlamaya ve anlatmaya yönelik bir maksat taşıyan, sesli olarak okumak demektir. Nitekim vahiy meleği olan Hazret-i Cebrail’in işi bile aslında bir kıraat (Kur’an okuma) değil, bir ikra, yani okutmaktır. Allah’ın yaptığı iş ise vahyi indirmek ve kıraati yaratmaktır. Cansız varlıklardan çıkan seslere kıraat denilemeyeceği gibi, aks-i seda’dan, yani sesin yankılanmasından meydana gelen işe de kıraat denilemez. Bunun içindir ki, fakihler bir kıraatin yankılanmasından hâsıl olan yankının kıraat ve tilavet hükmünde olmadığını, mesela tilavet secdesi gerekmeyeceğini beyan etmişlerdir. Bir kitabı sessiz olarak okumaya kıraat denilemeyeceği gibi, çalan veya çınlayan, yankı yapan bir sesi dinlemek de kıraat dinlemek demek değildir, birçınlamayı dinlemektir. Şu halde Kur’an okuyan bir okuyucunun sesini aksettiren gramofon veya radyodan gelen sese de kıraat denilemez. Bu gibi sesler bir kıraat değil, bir kıraatin yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp etmez. (s. 2361)
Gramofondan [teyp, radyo, TV’de] okunan secde âyetini işitenin, tilavet secdesi yapması gerekmez. (Mezahib-i erbea)
TV veya hoparlörle namaz
Sual: Bazı ülkelerde, bir camiden diğer camilere TV ile irtibat kuruluyor, diğer camidekiler, büyük camideki imama uydukları gibi, camiye gitmeyen de evinden, TV’deki imama uyup namaz kılıyormuş. Bunun mahzuru var mıdır?
CEVAP
Öğrenmek niyetiyle TV’den Kur'an-ı kerim dinlemek caizdir. Teypten dinlemek de caizdir. Okunan Kur'an-ı kerimi kasete alıp, mezara gidince, teybi açarak kaseti dinlemekle bizzat Kur'an-ı kerim okunmuş olmaz. Bunun gibi, bir kimse, namaz kılarken kendi filmini çekse, sonra her namaz vakti gelince, video ile bu filmi oynatsa, namaz kılmış olmaz. Namaz kılmak, ezan okumak vakitli ibadetlerdir. Bunları teyple, video ile yapmak, bid'at olup, büyük günahtır.
TV ve video iyi bir eğitim vasıtasıdır. Mesela namazın nasıl kılınacağını tatbiki olarak göstermek çok iyi olur. Fakat namaz kılan imamın filmini alıp, imam yerine ekrandaki bu görüntüye uymak caiz olmaz. Bunun gibi, ezan okuyan müezzinin filmini videoya alıp, vakit gelince videodan ezan okutturmak da caiz olmaz. Çünkü TV ekranındaki resim, müezzinin kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi değil, benzeridir.
İki ayrı şey, birbirine çok benzese de, aynı değildir. Mesela Ali ile ikiz kardeşi Veli, birbirine ayırt edilmeyecek derecede benzese de, ayrıdır. Biri Ali, öteki Veli’dir.
Bir insanın resmi, kendisinin tam benzeridir, aynısı değildir. Resmin gözü yırtılsa, sahibinin gözüne bir zarar gelmez. Bir kimse aynaya baksa, aynadaki görüntü, bakan kimsenin resmidir. Bu resim sahibinin bizzat kendisi değil, benzeridir, görüntüsüdür. Aynayı kırsak, görüntü kaybolursa da sahibine bir şey olmaz.
TV, teyp ve radyodaki sesler de, sahibinin benzer sesidir, aynısı değildir. Aynen bunlar gibi imamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hasıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın husule getirdiği bir sestir. Bu ses, imamın sesine, ne kadar benzerse benzesin, benzeridir, aynısı değildir.
TV’deki görüntüye imam diye uymakla, hoparlörden çıkan sese imamın sesi diye uymak aynıdır. Görüntü bizzat imam olmadığı gibi, ses de bizzat imamın sesi değildir. Onun için görüntüye ve cihazdan çıkan sese uymakla imama uyulmuş olmaz.
TV’deki sesler yankı da değildir. Yankıya da uymak caiz olmaz.
Namaz kılarken görüntüsü videoya alınmış imama uymak caiz olmadığı gibi, TV’nin naklen yayınında, imamı da görsek, böyle bir imama da uymak caiz olmaz. Yahut hoparlör veya radyo vasıtasıyla gelen ses de imamın sesi olmadığı için, bu ses ile hareket ederek ibadet etmek de caiz olmaz.
Dinde nakil esastır
Sual: Mısır radyosu, sabah namazını canlı olarak yayınlıyor. Net olarak dinliyoruz. Evimizden radyodaki imama uyup sabah namazını kılmamız caiz midir? Hocamız, vakit girerse, uyulabileceğini söyledi.
CEVAP
Fıkıh kitaplarında, imamla cemaat arasında kayık geçecek kadar bir nehir veya araba geçecek kadar bir yol varsa, imama uymanın caiz olmadığı bildiriliyor. TV’de canlı olarak yayınlansa yine uyulmaz. Burada en önemli husus şudur: Radyodan gelen ses, bizzat imamın sesi değil, tam benzeridir. Bir insanın fotoğrafı veya TV’deki görüntüsü gibidir. Her ne kadar fotoğraf veya TV’deki görüntü, o insana ait ise de, bizzat kendi değildir. Bu bakımdan radyodan, TV’den okunan secde âyetleri için secde-i tilavet gerekmediğini de din kitapları bildirmektedir. Dinde nakil esastır. Herkes aklına göre bir şey çıkarırsa, ortada din diye bir şey kalmaz. (M.Erbea, Hadika)
Ezanı hoparlörle okumak
Sual: Yüzyıl önce şehirlerimizde hoparlör sistemi yoktu, zaten gerek de yoktu; ama şimdi metropoller var, milyonluk şehirler var. Ezan bir çağrı ise ve insanların duyması isteniyorsa bunun hoparlörden okunmasında ki yanlışlık ne olabilir?
CEVAP
Dinimiz öyle demiyor. Ezanın mutlaka duyulması lazım demiyor. Hatta imamın sesini bütün cemaatın duyması gerekir demiyor. Sultanahmet gibi camiler hoparlör çıkmadan önce de vardı. Peygamber efendimiz yüz bin sahabiye hutbe okudu. Herkes duymadı, duyması da lazım değil. Yani duyulması hutbenin şartlarından değildir. Duymayanlar çok olsa da hutbe yine sahih olur.
Hoparlörü ibadette kullanmak
Sual: (Hoparlör = haut + parleur, yüksek konuşucu, sesi büyültücü demektir. Sesi yükseltmek ise sünnete uygundur) diyerek hoparlörle ibadeti caiz görenler var. Hoparlör bunların dediği gibi sesi mi yükseltiyor, yoksa sesi değiştirdikten sonra, başka sesi mi yükseltiyor?
CEVAP
İşin tekniğini bilmeden, bir aletin kelime manasını söylemek cahilliğin daniskasıdır. Haut parleur, Fransızca, yüksek konuşucu demekse de, hoparlörün mahiyeti bu cahillerin söylediği gibi değildir. Kelime manasıyla din olmaz. Birçok terimler, kelime manasından çok uzaktır. Mesela gözden düştü, demenin bildiğimiz gözle hiç alakası yoktur. Bunun gibi salât kelimesi dua demektir; ama namaza da salât denir. Namaz farklı bir dua şeklidir. Bu cahiller gibi, salât duadır diyerek, namaz kılmayıp, sadece dua edenler de çıkmıştır. İstiva oturmak, kaplamak diye, hâşâ Allahü teâlânın Arşa oturduğunu söyleyenler olmuştur. İlim ciddiyeti olan insan, hoparlörün işleyiş şeklini bilen, fizik mühendislerinden öğrendikten sonra yazar.
İşin dini yönüne gelince, cemaat, kendi imamından başkasının sesine uyarak namaz kılarsa sahih olmaz. Hoparlörden çıkan ezan sesinin de, müezzinin sesi olmadığı, teknik olarak yukarıda açıklandı. İnsan sesi olmasına rağmen fâsık insanın, kadının ve çocuğun okuduğu ezan sahih olmaz. Salih erkeğin okuması şarttır. Hoparlörden çıkan ses, fâsık erkeğin sesi bile değildir. Enerji dönüşümünden meydana gelen, bir aletin metalik sesidir. Metalik sesle, namaz kılınmaz, ezan okunmaz ve başka ibadet de edilmez. Hem dine aykırıdır, hem de bid’at olur. Hadis-i şerifte de, (Her bid'at sapıklıktır ve her sapık da Cehennemdedir) buyuruluyor. (İbni Asakir)
|
.
Yankı ve hoparlör
|
Sual: Hoparlör ve aksi seda yani yankı ile namaz kılmak caiz değildir. Ancak büyük camiler, aksi sedayı kuvvetlendirilecek şekilde yapıldığına göre, burada yankı nasıl caiz oluyor?
CEVAP
Ses teknolojisi ile uğraşan bilim dalına (akustik) denir. Önce sesin meydana gelişini inceleyelim:
Boğazdaki ses iplikçikleri [etten iki tel], konuşurken, gerilerek sertleşiyor. Ciğerden gelen hava, bunları titreştirerek ses hasıl oluyor. Titreşen tellerin hava moleküllerine çarpması, bu molekülleri titreştiriyor. Bu titreşimler de, yanlarındaki hava moleküllerini titreştirerek kulağımıza kadar ulaşıyor. Böylece sesi duyuyoruz. Ses hava içinde, muntazam küreler halinde dalgalarla yayılıyor. Havanın kendisi gitmiyor. Sesi iletmiş oluyor. Kuru hava, sesi, saniyede 340 metre hızla iletmektedir. Su molekülleri de, sesi iletir. Sesin, sudaki hızı, saniyede 1500 metre kadardır. Katı cisimler, sesi daha çabuk iletiyor. Sesin çelik ve camdaki hızı, saniyede beş bin metredir.
Havada, suda yayılmakta olan ses dalgaları, duvar, kayalık gibi sert düz yüzeylere çarpınca, doğrultularını değiştirerek, tekrar geriye döner. Geri dönen dalgalar, eşit özellikte, ikinci bir ses meydana getirirler. Bu ikinci sese aksi seda yani yankı denir.
Bir sesin işitilmesi ile bu sesin bir veya daha fazla yansımasından doğan yankının duyulması arasında geçen zaman farkına “yankı zamanı” denir. Akustik yardımı ile sesin yansıma özelliklerinden faydalanılarak deniz derinliklerini ölçmek mümkün olmuştur.
Yankı zamanı 0,1 saniyenin üstünde ve ses kaynağına uzak olan mesafelerde, çınlama ve ikinci veya daha fazla sesler meydana gelir. Dağlardan çöllerden ve başka yerlerden yansıyıp geri gelen seda insanın tabii sesi değildir. İşte bunun için aksi seda denilen bu ikinci ses, o kişinin ağzından çıkan hakiki ses değildir. İbadetlerin sahih olması için, suni ses değil, tabii insan sesi olması gerekir.
Cami, tiyatro, konferans salonu gibi yerlerde sesin en az yankı ve en çok netlikle dinleyici kitlelere ulaştırılması büyük önem taşır.
Akustik konusundaki çalışmalara daha önceki devirlerde İslam mimarisinde olduğu gibi, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde de çok rastlanır. Binlerce insanın ibadet ettiği camilerde yankı özellikleri en ince noktalarına kadar hesaplanmıştır. İmamın sesinin dört bir köşeden duyulabilmesi için bütün tedbirler alınmıştır.
Mimar Sinan’ın, Süleymaniye camisini yaparken, yankı sesi meydana gelmemesi için nargile şişesinde su kaynatarak, fokurdama sesi ile ince hesaplar yaptığı ansiklopedilerde yazılıdır. Mimar Sinan, sesin yayılması esnasında aksi seda ile ikinci bir sesin meydana gelmemesi için tedbir almıştır.
Maksat sesi yükseltmek değil, ikinci suni ses olan aksi sedayı önleyip, tabii sesi duyurmaktır. Bir fıkhi kaide şöyledir:
(İmamın sesi yetişmediği zaman, müezzinlerin yüksek sesle, cemaate bildirmesi caiz ise de, çok bağırmaları namazlarını bozar; çünkü bağırarak okumak, dünya sözü konuşmak gibidir. İmamın namazda, ihtiyaçtan fazla yüksek sesle okuması, namazı bozmaz ise de, haramdır.)
Hoparlörden işitilen ses, insanın tabii sesi olmadığı gibi, yankı da değildir. Hakiki sese benzeyen başka bir sestir.
Ses mikrofona gelince elektrik sinyallerine çevriliyor. Hoparlör ise, elektrik sinyallerini ses dalgalarına çeviren bir alet yani bir transduserdir.
|
.
Hoparlörden Kur’an dinlemek
|
Sual: Kur’an-ı kerimi teypten ve hoparlörden okumak ve dinlemek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Bu aletlerden, sadece öğrenmek niyetiyle dinlenebilir. Mesela, namaz surelerini bilmeyen, bunlardan öğrenebilir. Bunun haricinde, sevab kazanmak niyetiyle dinlemek caiz olmaz. Hoparlörden çıkan sesle ibadet olmayacağı Elmalı tefsirinde de bildirilmiştir. (c.3 s.2361)
Ses çıkaran eğlence âletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hoparlör, hepsi birer çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak, yani kullanmak için, davul tokmağını gergin deriye vurmak, kavala üflemek, hoparlöre söylemek lazımdır. Bunlardan çıkan ses, bu çalgıların hâsıl ettiği sestir. Üfleyen ve söyleyen insanın sesi değildir. Hoparlörden işitilen Kur’an-ı kerim, hoparlörün hâsıl ettiği seslerdir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiramdan Ebu Hüreyre hazretlerinin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’ân-ı kerimi mizmarlardan [çalgılardan] okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevab verilmez. Allahü teâlâ bunlara lanet eder) buyuruldu. (Müsamere)
Mizmar, çalgı demektir. Hoparlör de, mizmardır. Bunun gibi, birçok hadis-i şerif, Kur’an-ı kerimin teyp ve hoparlör gibi çalgı çalınan âletlerde okunacağını haber veriyor. Hoparlörle Kur’an-ı kerim, mevlid okumak, dinlemek, ibadeti değiştirmek olur, yani bid’at ve günahtır. (S. Ebediyye)
Bunun gibi sebeplerle, Kur’an-ı kerimi kasetlere, bilgisayara ve cep telefonlarına almamalıdır. Sadece, okumayı öğrenmek için alınabilir.
Kabirde hoparlörden Kur’an dinletmek
Sual: Cep telefonuna Yasin-i şerifi aldık. Kabristana gidip de, ölülere dinletsek sevap olur mu?
CEVAP
Hiç sevap olmadığı gibi, ayrıca bid’at ve büyük günah olur. Radyo, TV ve hoparlörle, faydalı yayınlar yapılması sevabdır; fakat ibadetleri [Kur’an-ı kerimi, ezanı, namazı] hoparlörle yapmak caiz değildir.
Hoparlörden çıkan sese kıraat, yani Kur’an okumak denmez, çınlamak denir. (Elmalı tefsiri)
Araba kullanırken
Sual: Araba kullanırken, ezberden Kur’an-ı kerim okumak ve dinlemek caiz midir?
CEVAP
Ezberden okumak iyi olur. Radyodan veya herhangi bir cihazdan dinlemek ise, öğrenmek niyeti dışında caiz değildir. Öğrenmek niyetiyle dinlerken de, yine başka işle meşgul olmamalıdır.
Cihazdan kur’an-ı kerim okumak
Sual: S. Ebediyye’de, (Mizan-ı Şa’rânî) kitabından alınarak, (Çirkin şeyler söyledikten sonra Kur’an-ı kerim okuyan kimse, Mushaf’ı pislik içine sokan kimse gibidir) deniyor. Sonra, (Kur’an-ı kerimi mizmarlardan okuyanlara Allahü teâlâ lanet eder) hadis-i şerifi bildiriliyor. İçine müzik alınmış CD’ye, Kur’an alıp dinlemek veya düğünlerde, mevlitlerde mikrofonla okunan Kur’an-ı kerimi, hoparlörden dinlemek caiz olmuyor mu?
CEVAP
Evet, caiz olmuyor. Hattâ hiç müzik çalınmasa da, sadece öğrenmek niyetiyle CD’den, bilgisayardan, radyodan, TV’den ve hoparlörden Kur’an dinlemek caiz ise de, dinleme sevabı hâsıl olmaz. Sevab niyetiyle dinlemek, bid’at ve günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki: Hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’an-ı kerim mizmarlardan okunur. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder) buyuruldu. (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ, Müsamere, S. Ebediyye)
Mizmar, ses çıkaran her çeşit çalgı aleti demektir. Hoparlör ve mikrofon da mizmardır.
Sırf Kur’an-ı kerim öğrenmek için, hiç ses alınmamış boş bir cihaza âyet veya sûre almak caiz olur. Bunun dışında Kur’an-ı kerimi mizmarlara almamalı ve bu cihazlardan dinlememeli. Allahü teâlânın lânetine uğramaktan çok sakınmalıdır.
Cihazlardan Kur’an dinlemek
Sual: Kur’an-ı kerim okumasını bilmeyenin, sevab kazanmak için TV, bilgisayar, CD veya telefon gibi cihazlardan dinlemesinde mahzur var mıdır?
CEVAP
Sevab kazanmak niyetiyle dinlemek caiz olmaz. Sadece okumayı öğrenmek niyetiyle dinlenebilir. Çünkü hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği demir levhanın meydana getirdiği bir sestir. O sesi dinlemek, bizzat okuyan insanı dinlemek gibi olmaz. Hoparlörden Kur’an dinleyen de bizzat okuyandan dinlemiş olmaz. Mizmardan dinlemiş olur.
Ses çıkaran her türlü alete mizmar [çalgı aleti] denir. (Müncid)
Mizmar, her nevi çalgı, düdük demektir. Hoparlör de, mizmardır.(İslâm Ahlâkı)
Her türlü ses çıkaran aletlere (Mizmar) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ut, hoparlör, teyp, TV, birer mizmardır. Birçok hadis-i şerif, âhir zamanda, Kur’an-ı kerimin teyp ve hoparlör gibi çalgı çalınan âletlerden okunacağını haber veriyor. Hoparlörle Kur’an-ı kerim, mevlit okumak, dinlemek, ibadeti değiştirmek olur, yani bid’at ve günahtır. (S. Ebediyye)
İçine müzik alınmış CD’ye, Kur’an alıp dinlemek veya düğünlerde, mevlitlerde mikrofonla okunan Kur’an-ı kerimi dinlemek caiz olmaz. Sevab niyetiyle dinlemek, bid’at ve günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’an-ı kerim mizmarlardan okunur. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder)buyuruldu. (Keffür-reâ’an muharremât-ilâ lehvi vessimâ, Müsamere, S. Ebediyye)
(Allahü teâlâ, İblis’e, “Senin müezzinin mizmarlardır” buyurdu.)[Taberânî, İbni Cerir]
(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazısı, zinayı, ipek giymeyi, içki içmeyi, mizmarı [çalgıyı] helâl sayacaktır.) [Buhârî]
(Nimete kavuşunca mizmar çalmak, Allah’ın gazabına sebep olur.) [Deylemî, Bezzar]
(Mizmarları, putları yok etmek için gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İbni Neccar]
(Mizmarları yok etmek için gönderildim) hadis-i şerifi, (Her çeşit çalgıyı yasak etmekle emrolundum) demektir. (Kırk Hadis kitabı)
.
Hoparlörün bilimsel mahiyeti
|
18.12.2014
Sual: Hoparlörden çıkan ses, değişime uğruyor mu? Bilim adamları bu konuda ne diyor?
CEVAP
Hoparlör, telefon, teyp, radyo ve televizyon yayınlarından çıkan sesler, insanın kendi sesi değildir, benzeridir. Ses transdüserleri ve ses tekniği hakkındaki ders kitaplarında deniyor ki:
Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren mikrofonlar, kulakta olduğu gibi, herhangi bir basınç sonucu çarpan havanın etkisiyle, içlerindeki diyaframın titreşmesi sonucunda, çıkışlarında küçük gerilimler [elektrik sinyalleri] elde edilen cihazlardır. Elektrikli titreşimleri sese çeviren transdüserler, hoparlörler ve kulaklıklardır. Hoparlör; elektriksel enerjiyi ses enerjisine dönüştüren bir transdüserdir. Transdüser; bir fiziksel büyüklüğü, başka bir fiziksel büyüklüğe çeviren elemana denir.(Ses frekans tekniği, İ. Eren Başaran, Devlet kitapları yayınları s. 599)
Her televizyon vericisi, görüntü bilgisi ve ses bilgisi için, tamamıyla farklı iki sinyal yayınlar. Ses iletiminde frekans modülasyonu [değişmesi], görüntü iletiminde ise genlik modülasyonu kullanılır.(Elektronik iletişim teknikleri, Wayne Tomas, Devlet kitapları yayınları s. 2, 482)
Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, MEB Fizik ve Elektrik dersi kitaplarında da deniyor ki:
(Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren sistemlere mikrofondenir. Elektrik dalgalarını [sinyallerini] ses dalgalarına çeviren sistemlere hoparlör denir.
Mikrofonla hoparlör arasında ses nakli olmuyor, yani konuşan insanın kendi sesi nakledilmiyor, sesi yükseltilmiyor, bir enerji dönüşümü oluyor. Mikrofona karşı konuşan insanın sesi, önce elektrik enerjisine dönüşüyor. Buradan hoparlöre giden elektrik sinyalleri tekrar sese dönüşüyor.
Mikrofona giren ses dalgalarının etkisiyle, diyafram, kristal elemanı hareket ettirerek manyetik bobinin uçlarında elektriksel gerilim meydana gelmektedir. Meydana gelen bu elektrik sinyalleri yükseltici vasıtasıyla hoparlöre girmektedir. Ses bilgilerini taşıyan elektriksel akımların, ses bobininde oluşturduğu manyetik alan ve mıknatısın kendi sabit manyetik alanı etkilenerek hoparlör diyaframını titretmektedir. Diyafram titreşerek ses dalgalarını yaymaktadır. Bu orijinal sesin nakli değildir, farklı frekanslarda enerji dönüşümüyle, başka özellikte yeni bir ses meydana gelmektedir. Bu ses, çok benzese de farklı bir sestir. Meydana gelen yeni ses, konuşanın kendi sesi değildir. Elektrik tesiriyle hâsıl olan, mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği, demir levhanın oluşturduğu başka bir sestir.
Elektrik sinyallerinin değerleri bilindiğinden, ses kaynağı olmaksızın, hoparlöre benzer elektrik sinyali göndererek benzer ses elde edilmektedir. Mikrofonlarda, diyafram adı verilen esnek ve hassas bir zar bulunur. Titreşen hava molekülleri bu zara çarpınca titreştirir. Bu titreşimlere uygun elektrik sinyalleri elde edilerek ses dalgaları, elektrik sinyallerine çevrilmiş olur. İnsan sesi, mikrofon içinde yok olur. Bunun yerine, indüksiyon akımı ve bundan manyetik dalgalar ve bundan ses dalgaları hâsıl olur.) [Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, Millî eğitim bakanlığı Fizik ve Elektrik dersi kitabı]
Ansiklopedi ve ders kitaplarından alınan yukarıdaki bilgilerin doğru alınmış olduğunu, bilgisine sunduğumuz uzmanlar da doğruladı. Bunlardan birkaçının ismi şöyledir:
Prof. Dr. Osman Işıkan
İsmail Salkım: Elektronik mühendisi
İsmail Derdemet: Elektrik mühendisi
Ahmet Kırılmaz: Elektrik mühendisi
Habib Can: Elektrik-elektronik mühendisi
Musa Aras: Elektrik-elektronik mühendisi
S. Süleyman Yılmaz: Elektrik-elektronik mühendisi
Ali Kılıç: Fizik mühendisi
Ahmet Kanter: Fizik ve makine mühendisi
Ahmet Çamırcı: Fizikçi
Hüseyin Gökmen: Fizik mühendisi
Mehmet Poyraz: Elektrik mühendisi
Mahmut Sağırlı: Elektrik mühendisi
Sabahattin Aktuğ: Fizik öğretmeni
Ömer Mehmet Sur: Elektronik öğretmeni
Fizik ve elektrik bilimiyle ilgili kaynak kitaplarda da açıklandığı gibi, imamın sesi hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın meydana getirdiği bir ses hâline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın kendi çıplak sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin demir levhayı titreştirmesiyle oluşan bir sestir.
Namazda imamdan başkasının sesine uyulamayacağı ve yalnız sâlih erkeğin sesine ezan dendiği, bütün muteber fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Hattâ kendi sesi olsa da, fâsığın, çocuğun veya kadının okuduğu ezan sahih olmaz. Bunun için, hoparlörle namaz kıldırmak ve ezan okumak kesinlikle caiz değildir. Mekke’de ve dünyanın her yerinde okunmuş olması, doğru olduğunu göstermez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116]
O hâlde çoğunluğa değil, az da olsa, doğru olana uymalıdır.
|
.
İbadetle başka şey mukayese edilmez
|
Sual: Bir kimse telefonla hanımını boşayabiliyor, ettiği yemin geçerli oluyor, yine telefonla zekât ve kurban için vekil tayin edebiliyor veya ticari anlaşma yapabiliyor. Yani sesin nakil olması sebebiyle, bunlar telefonla geçerli oluyor da, niçin namazda hoparlördeki ses, imamın sesi olmuyor?
CEVAP
Telefonda, radyoda ve hoparlörde, söyleyenin sesiyle, elektrikle mıknatısın hâsıl ettiği metalik ses, birbirine çok benzese hiç ayırt edilemese de, birbirinin aynı değildir. Birisi asıl, ikincisi bunun benzeridir. Filmde ve televizyonda hareket eden şekiller gibidir. Görülen bu şekiller, kendilerini meydana getiren asıl kimselerin aynı değildir.
Boşanmakta ve zekât vermekte, yazışmak ve vekil etmek yani vasıta kullanmak caizdir. Telefon ve hoparlör, mektup gibi vasıta olduğu için, bunlar caiz olmaktadır. Ezanda, namazda ve Kur’an-ı kerim okumada, dinlemede, bizzat kendisinin bu işleri yapması şarttır. Başkası yapsa kendisi yapmış sayılmaz. Mesela bir kimsenin namaz kılışı kameraya alınsa, bu film gösterilse o kişi namaz kılmış olmaz. Birine, (Git, okunan Kur’an-ı kerimi dinle) denilse, o da dinlese, gönderen bizzat dinlemiş olmaz. İmamdan başkasının ve o namazı kılan müezzinin seslerinden başka seslere uymak caiz olmadığı bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. Zekât ve boşanmayla, ezan ve namaz, bu bakımdan ayrılmaktadırlar. Zekât, kurban gibi ibadetler vekile yaptırılabilir, ama namaz yaptırılamaz. Hoparlör, mektup vekil gibidir. İkisini karıştırmamalıdır.
Din kitaplarımızda deniyor ki:
Toprağa konan küçük bir karpuz çekirdeğinden, kocaman bir karpuz meydana geliyor. Bu karpuz o çekirdek değildir. Çekirdek çürüyüp, yok olmuştur. Hoparlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakta, başka ses hâsıl olmaktadır. Yani, hoparlörün sesi, insan sesine çok benzediği halde, insan sesi değildir. Müezzinin sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Duyulan ses, imamın, müezzinin sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Bu sese ezan denmez. Ancak salih Müslüman olan erkeğin kendi sesiyle okuduğuna ezan denir. Hatta kendi sesi olsa da, fâsığın, çocuğun veya kadının okuduğuna da ezan denmez. İbadetlere faydalı şeyler ilave ediyoruz demek çok yanlıştır. İslam âlimleri, kendiliklerinden bir değişiklik yapmazlar. Yapılan değişikliğin bid’at olup olmadığını anlarlar. Hoparlörün sünnet olmadığı, bid’at olduğu meydandadır, çünkü Peygamber efendimiz, (İbadetleri bizim gibi yapmayan, bizden değildir) buyuruyor. (S. Ebediyye)
Hoparlör ve çalgı
Sual: Hoparlörden çıkan ses söyleyenin sesi olmadığına, başka ses olduğuna göre, hoparlörden çıkan çalgı sesini dinlemek caiz olmaz mı?
CEVAP
Hoparlör de çalgıdır. Yani çalgıyı kim söylerse söylesin, caiz olmaz. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak yani kullanılmaları için, davula vurmak, kavala üflemek ve hoparlöre söylemek gerekir.(S. Ebediyye)
Hoparlörle vaaz etmek
Sual: Ezan ve namazda hoparlör ve diğer çalgı aletleri kullanmak bid’at oluyor da, TV’de veya hoparlör kullanarak konuşmak, vaaz etmek niye caiz oluyor?
CEVAP
Radyo, TV ve hoparlörle, faydalı yayınlar yapılması caiz, hattâ sevab olur. Ses farklı da olsa, vaazları, nasihatleri, faydalı bilgileri duyurmak için, hoparlör, teyp, kaset, CD kullanmak caizdir. Bunlarda önemli olan, ses değişikliğe uğrasa da, söylenen bilgilerin karşı tarafa iletilmesidir. Yazıyla da iletilse aynıdır. İnsan sesi olmasıyla, aletten çıkan farklı bir ses olması arasında fark yoktur. TV’de vaaz edilebilir; ama namazda TV’deki imama uymak caiz olmaz. Dinimiz, ezan ve namazda, bizzat insan sesinin kullanılmasını emretmiştir. İbadetlerde değişiklik yapılamaz. Üç hadis-i şerif meali:
(İbadetleri bizim gibi yapmayan, bizden değildir.) [Miftah-ül cenne]
(Bizim yaptığımıza benzemeyen her amel, merduddur.) [Mizan-ül-kübra]
(Bir millet, dinlerinde bir bid’at çıkarırsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyamete kadar bir daha geri getirmez.) [Mektubat-ı Rabbani]
Hoparlörün faydası
Sual: Hoparlör de mizmar yani çalgı aleti olduğuna ve ibadetlerde çalgı kullanmak da küfür olduğuna göre, ilahi okurken hoparlör kullanmak da küfür olmaz mı?
CEVAP
Hoparlör, çalgı olarak kullanıldığı gibi, konuşmaları iletmek için de kullanılıyor. Günah işlerde kullanılmadığı zaman, ibadete haram karıştırılmış olmaz. Mesela, davul çalgıdır. Davulu sofra gibi kullanıp, üzerinde yemek yense, davul çalma günahı olmaz. Çalgı olarak kullanılmış sayılmaz. Davul derisinin günahı olmaz, onu çalgı olarak kullanmak günahtır. Davulu su kırbası olarak, su tulumu olarak kullanmak günah değildir. İçki konmuş bir şişe, yıkanıp su konsa hiç mahzuru olmaz. Bunun gibi, zurnalar birbirine bağlanıp su akıtılsa içilen suya mizmar, çalgı karışmış olmaz.
Radyolarda hiç müzik çalınmasa ve dine aykırı şey yapılmasa, radyonun, hoparlörün suçu ne ki? Dine uygun şeyler, dinî bilgiler verilse, gayet uygundur, günah değildir. Bunun için din kitaplarımızda da şöyle bildiriliyor:
İslam âlimleri fennin bulduklarını hep iyi karşılamıştır. Radyo, televizyon ve hoparlörle, her yerde faydalı yayınlar yapılması sevabdır, fakat ibadetleri, hoparlörle yapmak caiz değildir. (S. Ebediyye)
.
Cihazla ibadet etmek
|
Sual: Bazı ülkelerde, bir camiden diğer camilere TV ile irtibat kuruluyor, diğer camidekiler, büyük camideki imama uydukları gibi, camiye gitmeyen de evinden, TV’deki imama uyup namaz kılıyormuş. Bunun mahzuru var mıdır?
CEVAP
Öğrenmek niyetiyle TV’den Kur'an-ı kerim dinlemek caizdir. Teypten dinlemek de caizdir. Okunan Kur'an-ı kerimi kasete alıp, mezara gidince, teybi açarak kaseti dinlemekle bizzat Kur'an-ı kerim okunmuş olmaz. Bunun gibi, bir kimse, namaz kılarken kendi filmini çekse, sonra her namaz vakti gelince, video ile bu filmi oynatsa, namaz kılmış olmaz. Namaz kılmak, ezan okumak vakitli ibadetlerdir. Bunları teyple, video ile yapmak, bid'at olup, büyük günahtır.
TV ve video iyi bir eğitim vasıtasıdır. Mesela namazın nasıl kılınacağını tatbiki olarak göstermek çok iyi olur. Fakat namaz kılan imamın filmini alıp, imam yerine ekrandaki bu görüntüye uymak caiz olmaz. Bunun gibi, ezan okuyan müezzinin filmini videoya alıp, vakit gelince videodan ezan okutturmak da caiz olmaz. Çünkü TV ekranındaki resim, müezzinin kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi değil, benzeridir.
İki ayrı şey, birbirine çok benzese de, aynı değildir. Mesela Ali ile ikiz kardeşi Veli, birbirine ayırt edilmeyecek derecede benzese de, ayrıdır. Biri Ali, öteki Veli’dir.
Bir insanın resmi, kendisinin tam benzeridir, aynısı değildir. Resmin gözü yırtılsa, sahibinin gözüne bir zarar gelmez. Bir kimse aynaya baksa, aynadaki görüntü, bakan kimsenin resmidir. Bu resim sahibinin bizzat kendisi değil, benzeridir, görüntüsüdür. Aynayı kırsak, görüntü kaybolursa da sahibine bir şey olmaz.
TV, teyp ve radyodaki sesler de, sahibinin benzer sesidir, aynısı değildir. Aynen bunlar gibi imamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hasıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın husule getirdiği bir sestir. Bu ses, imamın sesine, ne kadar benzerse benzesin, benzeridir, aynısı değildir.
TV’deki görüntüye imam diye uymakla, hoparlörden çıkan sese imamın sesi diye uymak aynıdır. Görüntü bizzat imam olmadığı gibi, ses de bizzat imamın sesi değildir. Onun için görüntüye ve cihazdan çıkan sese uymakla imama uyulmuş olmaz.
TV’deki sesler yankı da değildir. Yankıya da uymak caiz olmaz. Redd-ül-muhtar’da, (Dağa çarpıp yankılanan ses, insan sesi olarak kabul edilmez. Vasıtasız, bizzat insanın söylemesi gerekir. Yankı ile gelen ses, hakiki ses hükmünde olmadığı için, yankı ile gelen bir secde âyeti için secde-i tilavet gerekmez) buyuruluyor.
Namaz kılarken görüntüsü videoya alınmış imama uymak caiz olmadığı gibi, TV’nin naklen yayınında, imamı da görsek, böyle bir imama da uymak caiz olmaz. Yahut hoparlör veya radyo vasıtasıyla gelen ses de imamın sesi olmadığı için, bu ses ile hareket ederek ibadet etmek de caiz olmaz.
Bu aletleri ibadet vasıtası olarak değil de, eğitim, öğretim, haber gibi işlerde kullanmak çok faydalıdır. İbadetlere karıştırmak bid’attir.
Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmak gerekir. Eklemek ve çıkarmak, dini değiştirmek olur. İbadetlere bid'at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz. (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır!
Arkadan gelen ses
Sual: Bir caminin arka tarafında namaz kılarken imamın sesi arkadan geldi. Hayret ettim, arkada da mı imam var diye. Gayri ihtiyari başımı döndürüp baktım. Ses hoparlörden geliyormuş. Namazım bozuldu mu?
CEVAP
Göğüs kıbleden dönmediyse namaz bozulmuş olmaz; ama mekruh olur. Göğüs de dönmüşse namaz bozulur. Hoparlörün böyle numaraları olabiliyor. Bazen müzik de karışabiliyor. Cep telefonlarından melodiler duyuluyor. Bunlar âhir zaman alametleridir.
Sual: Hoparlörle namaz kıldıran imama uymak caiz mi?
CEVAP
Aletin mahzuru olmaz. Eğer hoparlörden çıkan sese değil de imama uyulursa mahzuru olmaz. Yani imamı görüyorsa veya göreni görüyorsa yine mahzuru olmaz. İmamı görmüyor, göreni de görmüyorsa, o zaman hoparlörün sesi ile namaz kılınmaz. Bazı kimseler camiden evine hoparlör bağlatmış, evinden imama uyuyor. Bunların namazı sahih olmaz.
İkinci bir husus, imamın itikadı düzgün ise, mecburen hoparlör ile kıldırıyorsa ona uymak sahih olur. İmam bid’at ehli ise, zaten ona uymak uygun olmaz.
Not: Geniş bilgi için, Namaz maddesinde (Cihazla ibadet etmek)kısmına bakınız.
|
.
Hazret-i Davud ve mizmar
|
Sual: (Hazret-i Davud, mizmar yani çalgı eşliğinde zikrederdi. Suudi Arabistan ve diğer İslam ülkeleri dâhil, günümüzdeki Müslümanların hepsi ibadetlerde hoparlör kullanıyor. Bu kadar insanın yanlış yapması mümkün olur mu?) diyorlar. Herkesin yapması bu konuda icma olduğunu ve bunun caiz olduğunu göstermez mi?
CEVAP
Mizmar, çalgı demektir. Hoparlör de, mizmardır. Birçok hadis-i şerif, Kur’an-ı kerimin, teyp ve hoparlör gibi çalgı çalınan âletlerde okunacağını haber veriyor. Hoparlörle Kur’an-ı kerim okumak, dinlemek, ibadeti değiştirmek olur, yani bid’at ve günahtır. (S. Ebediyye)
Herkesin ibadetlerde hoparlör kullanması, o işin caiz olduğunu göstermez. İnsanların çoğuna uyan zarardadır, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar) buyuruluyor. (Enam 116)
Günümüzdeki insanların sözbirliğine icma da denmez. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Dördüncü asırdan sonra mutlak müctehid yetişmediği için, icma kalmadı. Önceki asırlardaki icmalar, sonraki asırlarda gelen âlimler için delil olur. Mukallidlerin, cahillerin ve hele dinde reformcuların sözbirliğine ise icma denilmez. (F. Bilgiler)
Teganninin haram ve caiz olan kısımları olduğu gibi, mizmar, güzel ses anlamına da gelmektedir. Davud aleyhisselam güzel sesliydi. Güzel sesli olana Davudî sesli denir. Davud aleyhisselam, Zebur’u güzel sesle okurdu. Buna çalgı ile okurdu demek, büyük iftira olur. Eshab-ı kiramdan Ebu Musa el-Eş’arî, Kur’an-ı kerim okuyordu. Bunu işiten Resulullah efendimiz, (Bunun sesi, tıpkı Âl-i Davud’un mizmarları [güzel sesi] gibidir) buyurdu. (Mecma-üz-Zevaid)
Aşağıdaki hadis-i şeriflerde ise mizmar, ses çıkaran her türlü çalgı aleti ve hoparlör anlamında kullanılmıştır:
(Kur’anı mizmarlardan okuyanlara Allah lanet eder.) [Müsamere]
(Kur’an mizmarlardan okunmadan önce, salih amel işlemekte acele edin.) [Taberani]
(Kur’an mizmarlardan okunduğu zaman, ölebilirsen öl!) [Taberani]
Ayrıca, önceki dinlerde helal olup, bizim dinimizde haram olan çok şey vardır. Mesela içki içmek, önceki dinlerin bazılarında haram değildi. (Eski bir dinde çalgı çalınıyordu, şimdi de helaldir) demek, (O zaman içki içmek serbestti, şimdi niye yasak olsun) demeye benzer. Mizmar yani çalgı hakkındaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Çan, şeytanın mizmarıdır.) [Müslim, Ebu Davud, Nesai]
(Allahü teala, İblis’e, “senin müezzinin mizmarlardır” buyurdu.)[Taberani, İ. Cerir]
(Bir zaman gelecek, zina, içki ve mizmarı helal sayanlar çıkacaktır.) [Buhari]
(Mizmarları, putları yok etmek için gönderildim.) [İ.Ahmed, Ebu Nuaym, İ. Neccar]
(Nimete kavuşunca mizmar çalmak, gazabı ilahiye sebep olur.)[Deylemi]
|
.
Günümüzde işlenen bid’atler
|
Sual: Günümüzde işlenen bid’atler nelerdir?
CEVAP
İbadetlere bir şey ilave etmek bid'attir, büyük günahtır. Dinimiz noksan değildir. Hâşâ Allahü teâlâ veya Peygamber efendimiz dinde bir şeyi eksik bırakmış da, daha iyisini biz mi yapacağız? İbadete bid'at karıştırmak, Allahü teâlânın dininde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur.
Mesela akşam namazının farzını 3 rekat yerine, daha fazla ibadet etmek için, 4 rekat kılmak bid'attir. 3 yerine de geçmez, namaz hiç kabul olmaz. Tesbihleri 33 yerine, çok sevap olsun diye 40 defa veya daha fazla çekmek bid'at olur. Halbuki hiç tesbih çekilmeden gidilse günah olmaz.
Namazlardan sonra âyet-el-kürsi okunur, tesbihler çekilir ve dua edilir. Dua ederken salâten tüncina okunur. Âyet-el kürsinin okunduğu yerde salâten tüncinayı okumak sünneti değiştirmek olur, yani bid'attir. Peygamber efendimiz nasıl ibadet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibadet edilir. “Şunu da yapalım, ötekini de ilave edelim” demek, dinde değişiklik olur. Hadis-i şerifte,(İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor. Hoparlörle ezan okumak iyi ise, Allahü teâlâ, Peygamberine ibadetin iyisini niye bildirmedi? Allah hoparlörü yaratmaktan âciz mi idi? Binlerce mucizesi görülen Sevgili Peygamberimiz bunu yapamaz mıydı? Yapmadığına göre, hoparlörü ibadete sokmak bid’at olur.
Diğer bid’atlerden bazıları şunlardır:
İnce çoraba veya çıplak ayağa mesh etmek. (Dürer)
Kur'an-ı kerimi teganni ile okumak. (Bezzâziyye)
Namazı hoparlör ile kıldırmak. (Mezahibi erbea, Elmalılı tefsiri)
Sünnet ile farz namaz arasında dua etmek, tesbih çekmek, üç İhlas okumak. (İbni Âbidin)
Müezzinin tesbihlere komuta etmesi. Hutbeyi Türkçe olarak okumak.(El edille)
Namaz kılıp, duadan sonra şükür secdesi yapmak. (Dürr-ül Muhtar)
Namazlardan sonra imam ile, eli göğse koyarak selamlaşmak. (S. Ebediyye)
Camide her namazdan sonra müsafeha etmek. [Tokalaşmak] (Redd-ül Muhtar)
Estagfirullahel'azim ellezi... diye başlayan istigfarı müezzinin yüksek sesle okuması. (El İbda)
Vaazdan sonra, cenazede yüksek sesle dua etmek. (Mekâtib-i şerife)
Mezar taşı üzerine âyet-i kerime, şiir, methiye v.s. yazmak. (S. Ebediyye)
Aşûre günü aşûre pişirmeyi ibadet sanmak. (S.Ebediyye)
Bir kabirden başka bir yere nakledilirken tekrar cenaze namazı kılmak.(Hindiyye)
Eshab-ı kiramdan herhangi birini kötülemek. (Şerh-i Akâid)
Kadını bir defada üç talakla boşamak. (Mecmua-i Zühdiyye)
Cenazede yüksek sesle tekbir getirmek, ilâhi okumak. (Halebi)
Cenaze namazından sonra konuşma yapmak. (Zübdet-ül-makamât)
Ölü evinden helva vs. dağıtmak. Ölünün 3, 7, 40, 52 veya 53 üncü günlerini yapmak. (Tahtavi)
Kabir azabına inanmamak. (Akâid-i Şeybâniyye)
Yatırlara mum yakmak. Mezhepsiz olmak. (Tahtavi)
Zekeriya sofrası diye adak yapmak. (S.Ebediyye)
Bir kişinin bildirdiği hadislere inanmamak. (Tâtârhâniyye)
Mirac mucizesinin Kudüs’ten sonrasına inanmamak. (Bahr)
Kısa sakala sünnet demek. (Hadika)
Mübarek gecelerde, minareler arasına mahya asmak. (Mirat-ül-haremeyn)
Hazret-i Mehdi geldiği zaman, (Bir zaman gelir ki, Sünnet, bid'at gibi çirkin görülür, bid'at ise sünnet gibi rağbet görür) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bid'at işlemeye alışmış olan Medine’deki âlim, bid'ati güzel sanıp ibadet olarak yaptığı için Hazret-i Mehdi’nin bid’at aleyhindeki sözlerine şaşıp "Bu adam bizim dinimizi yok ediyor" diyecektir. Hazret-i Mehdi, bu mezhepsizi öldürecektir. (Mek. Rabbani)
Bazı bid’atler:
Cennette, Allahü teâlânın görüleceğine inanmamak,
Gökte Allah var demek,
Allah dede demek,
Hazret-i Ali’yi diğer üç halifeden üstün sanmak,
Eshab-ı kirama veya fâsık Müslümanlara bile lanet etmek bid’attir.
Namaza başlarken yalnız dil ile niyet etmek bid'attir. Kalb ile niyet şarttır.
Kur'anı, zikirleri, tekbirleri müzikle veya ney çalarak okumak bid’attir, tasavvuf müziği de bid’attir.
Ücretle Kur’an okumak bid'attir.
Hutbenin ikinci kısmında, aşağı basamağa inmek, sonra tekrar yukarı basamağa çıkmak,
Mest üzerine mesh etmemek ve çıplak ayağa mesh etmek bid'attir.
Vaazdan sonra toplanarak yüksek sesle dua yapmak,
Mübarek gecelerde, camilerde fazla ışık yakmak bid'attir.
Kısa sakal ile sünneti yerine getirdiğine inanmak,
Büyük zatların ölüm yıldönümlerinde matem tutmak bid'attir.
Cenaze olduğunu bildirmek için, minarelerde salât okumak,
Ölünün 40. ve 52. gecesini yapmak,
Mezar taşlarına resim koymak, Fatiha ve methiye yazmak bid’attir.
Türbe veya camilerde tavaf eder gibi dönmek bid’attir.
Sual: (Namazlardan sonra, hemen âyet-el-kürsi okumak lazım iken, önce Salâten Tüncinâ’yı ve başka duaları okumak bid’attir. Bunları, tesbihlerden sonra okumalıdır) diyorsunuz.
Sünnet ile farz arasında zikir çekmek, dua etmek niçin bid’at olsun? Salâten Tüncinâ’yı önce oku, sonra oku ne fark eder? Hem hocamız her zaman böyle okur. O bilmiyor da sen mi biliyorsun?
CEVAP
Biz, muteber eserlerden alarak yazıyoruz. Kendi görüşümüzü din gibi ortaya sürmekten Allah saklasın. Kimin hocası olursa olsun, muteber eserlere aykırı ise, itibar edilmez.
Merakıl-felah’ın Tahtavi haşiyesinin tercümesi olan Nimet-i İslam’da,(Farz ile sünnet ve sünnet ile farz arasında konuşmak, sünneti iskat [iptal] etmez. Fakat sünnetin sevabını azaltır. Bir kavle göre de, sünnet sakıt [iptal] olmakla namaz iade olunur) deniyor.
Aynı ifade Dürr-ül Muhtar’da da vardır: (Sünnet ile farz arasında konuşmak, sünneti iskat etmez ise de, sevabını azaltır. Bir şey okumak da konuşmak gibidir. Bazı âlimler, “Sünnet kabul olmaz. Önceki sünneti tekrar kılmak gerekir” buyurmaktadır.)
Bu ifade, Dürr-ül Muhtar’ın Arabi aslının 457, bazı baskılarında 711. sayfasındadır. Türkçe tercümesinde de c.3, s. 40-41’dedir. İbni Âbidin hazretleri, bu ifadeyi açıklarken, (Her türlü okumalar da bu hükme girer) buyurmaktadır.
Şu halde, sünnet ile farz arasında konuşmamalı, dua, sure veya üç İhlâs okumamalıdır. Hele bu okumaları âdet hâline getirmek bid’attir. İbadetlere ilave yapmak, dini değiştirmek olur. Hadis-i şerifte,(İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor.(Mizan-ül kübra)
Peygamber efendimiz nasıl ibadet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibadet edilir. (Şunu yapalım, ötekini ilâve edelim) veya, (Hocamız böyle yapıyordu. Biz de öyle yapalım) demek, dinde reform olur. Asla caiz olmaz.
Sünnet ile farz arasında bir şey okumanın sünneti iskat [iptal] edeceğiBahr-ür-raık’ta da yazılıdır.
Tefekkür eder
Sabahın sünnetini evinde kılıp, camiye gelen kimse, konuşmaz, sesli olarak bir şey okumaz. Dudağını kıpırdatmadan kalbinden kelime-i tevhid okuyabilir veya tefekkür eder. Eğer kazaya kalmış namazı varsa, kaza kılar. Kur’an-ı kerim okunuyorsa dinler.
Sabah namazının farzı ile sünneti arasında okunması bildirilen dualar vardır. Bu duaları sabah namazının sünnetinden önce veya farzdan sonra okumalıdır.
Çünkü, İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Sünnetten sonra yalnız, (Allahümme entesselam...... ikram) denir. Fazla bir şey okunursa, sünnet namazı, sünnet olan yerinde kılınmamış olur. Bazı âlimler, “Sünnet sakıt olur, tekrar kılınması lazım olur” buyurdu. Farzdan sonra olan sünneti (Allahümme entesselam....) dedikten sonra, daha fazla geciktirmek mekruh olur. Resulullah efendimiz, farzdan sonra, (Allahümme entesselam...)diyecek kadar oturup, hemen son sünnete başlardı. Hadis-i şeriflerde, namazlardan sonra okunmaları bildirilen “Evrâd” son sünnetlerden sonra okunur. Çünkü sünnet namazlar, farzların devamıdır. Son sünnetlerden sonra okumaya, farzdan sonra okumak denilir. (Resulullah farz namazdan sonra Tesbih, Tahmid, Tekbir ve Tehlil okurdu) demek, (Son sünnetlerden sonra okurdu) demektir. (Redd-ül Muhtar)
Bunlar, Hanefi mezhebine göredir. Şafii mezhebinde durum farklıdır. Herkes kendi mezhebine göre amel etmelidir. Mesela bir Hanefi, “Şafiiler imam arkasında Fatiha okuyor” diye Fatiha okursa, tahrimen mekruh işlemiş olur. Namazı iade etmesi vacip olur.
.
Televizyonla namaz
|
Sual: Merkezi sistemle ezan okunduğu gibi, bazı camilerde cemaat imamı görsün diye, duvarlara televizyon ekranı konmaya başlandı. Bu da bid’at değil midir?
CEVAP
Buna benzer uygulamalar Hindistan’da da başlamıştı. Bu, Hindistan’da olduğu gibi, sanki küçük camilerdeki imamları kaldırıp merkezi camilerdeki imamlara uymaya hazırlık yapıldığı hissini veriyor.
Hindistan’da, bazı camilerde, Vehhabilerin imamsız olarak cemaatle namaz kıldıkları haberini aldık. Bu camilerin, büyük camiye bağlı olduğu, oradaki imamın sesini hoparlörle işiterek, o imama uyulduğu bildirildi. Hoparlör sesiyle ve televizyondaki imama uyarak kılanların namazlarının sahih olmadığı, Hindistan âlimlerinin Kerala’da çıkardıkları El-Muallim mecmuasının Rebiul-evvel 1406 ve Aralık 1985 tarihli sayısında uzun yazılıdır. 1981’de Pakistan’da çıkanSüyuf-ullahil-ecille kitabında da, hoparlörle namaz kıldıran imama uymanın caiz olmadığı yazılıdır. (S. Ebediyye)
Pakistan’da Camia-i Habibiyye üniversitesi dekanı, müderris Habib-ür-rahman, 1981’de hacca gidince, Vehhabi imamın hoparlörle namaz kıldırdığını görüp, namazlarını ayrı kıldığı için, ellerine kelepçe takılarak hapsedilmiş, hac yapmasına mani olunarak, geri gönderilmiştir. (İslam Ahlakı)
TV’deki duaya âmin demek
Sual: TV’de dua eden hocaya, bizzat kendi sesi olmadığı için âmin demek caiz olur mu?
CEVAP
Evet, âmin denir. Hoparlör, söyleyene vekâlet ediyor, onun adına bize ulaştırıyor, vekil durumundadır. Vekile iş yaptırmakta mahzur olmaz. Herhangi biriyle selam gönderildiği veya dua edildiği gibi, hoparlörlü cihazlarla da selam gönderilebilir veya dua edilebilir. Biz, bu yollarla da gönderilen selamı alır ve duaya âmin deriz.
Namazda ise durum farklıdır. Namazımızı vekâleten birine kıldıramayız. Hoparlörden çıkan ses, bizzat söyleyenin kendi sesi olmayıp benzeri, yani vekilin sesi oluyor. Başka bir ses hâline dönüşüyor. O dönüşen sese namazda uyulmaz. Ayrıca bid’at de olur. Ezan, namaz, Kur'an okumak gibi ibadetlerin dışında, vaaz etmek, ders vermek gibi diğer bütün işlerde vekaletle iş yaptırılır.
TV bir mizmardır
Sual: Tam İlmihal’de, çalgıya ve her türlü ses çıkaran aletlere mizmar dendiğine göre TV ve hoparlör de mizmar mı oluyor?
CEVAP
Evet, onlar da mizmardır. Bu kitabın teravih bahsinin sonunda deniyor ki:
Her türlü ses çıkaran çalgı aletlerine mizmar denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, hoparlör, teyp, televizyon, birer mizmardır. (S. Ebediyye)
Mizmar, her nevi çalgı, düdük demektir. Hoparlör de, mizmardır.(İslâm Ahlakı)
Ses çıkaran eğlence aletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hoparlör, hep çalgı aletidir. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmaları için, yani kullanılmaları için, davul tokmağını gergin deriye vurmak, neyi üflemek, kavala ve hoparlöre [TV’deki mikrofona] söylemek lazımdır. Bunlardan çıkan ses, bu çalgıların hâsıl ettiği sestir. (S. Ebediyye)
Kur’an-ı kerimi ve [ezan, ikamet, imamlık gibi] diğer vazifeleri mizmar çalgı aletiyle okumak haramdır. Bir fâsıkın, yani açıktan günah işleyen kimsenin temiz olarak ve edeple ezan okuması caiz değildir. Hoparlör de, fısk [günah] olan şarkıları, kadın seslerini yaymakta kullanıldığı için, bu fısk aletiyle, [ses değişmese bile] ezan okumak caiz olmaz. Çünkü ibadet değiştirilemez. (İslam Ahlakı)
Cihazla ibadet etmek
Sual: Komşum, camiden evine kablo ile bir hat çekmiş. Camiye gitmeden evinden imama canlı olarak uyuyormuş. Bazen de, canlı yayında Kâbe’deki imama uyup namaz kılıyormuş. Bunun bir mahzuru var mıdır?
CEVAP
Evet, ikisinin de mahzuru vardır. Bir insanın kâğıt üstündeki resmi veya aynadaki yahut canlı yayındaki resmi, o kişinin kendisi değil, görüntüsüdür. Resmi yırtsak veya ekrandaki canlı görüntüyü yok etsek, sahibine bir zarar gelmez. Çünkü kendi değil, görüntüsüdür. Canlı yayındaki görüntü nasıl bizzat o kişinin kendisi değilse, sesi de öyledir.
Bir kimsenin sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği bir ses hâline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, o kişinin bizzat kendi sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın meydana getirdiği bir sestir. Bu ses, o kişinin sesine, ne kadar çok benzerse benzesin, benzeridir, aynısı değildir. Bu hususu günümüzün elektrik ve elektronik mühendisleri, bilimsel olarak da ispatlamışlardır.
Mikrofona konuşan kimsenin sesi, hoparlöre verilince değişip, başka bir ses hâlini alıyor. Bir inek, fabrikanın tezgâhına konup, öbür taraftan sucuk olarak çıkarsa, artık çıkan inek değil sucuktur. (Biz inek koymuştuk, bu inektir) denmez. İnek sucuk hâline geldi. Hoparlöre verilen ses de değişiyor, metalik ses oluyor. Resimden, görüntüden o kişiyi tanıdığımız gibi, hoparlöre verdiği sesten de tanıyoruz. Görüntü bizzat o şahsın kendisi olmadığı gibi, sesi de öyledir.
Üzüm şırası beklemekle veya mayalamakla sirke veya şaraba dönüşüyor. Şaraba dönüşünce, değişir, artık ona (Bu, üzüm suyudur) denmez, (Bu şaraptır, bu sirkedir) denir. Hoparlöre verilen ses de değişiyor.
İki ayrı şey, birbirine çok benzese de, aynı değildir. Mesela Ali ile ikiz kardeşi Veli, birbirine ayırt edilemeyecek derecede benzese de, ayrıdır. Biri Ali, öteki Veli’dir.
TV’deki görüntüye imam diye uymakla, hoparlörden çıkan sese imamın sesi diye uymak aynıdır. Görüntü bizzat imam olmadığı gibi, ses de bizzat imamın sesi değildir. Onun için görüntüye ve cihazdan çıkan sese uymakla imama uyulmuş olmaz. Mekanik sese uyulmuş olur.
Hoparlörden gelen ses yankı da değildir. Yankıya da uymak caiz olmaz. Redd-ül-muhtar’da, (Dağa çarpıp yankılanan ses, insan sesi olarak kabul edilmez. Vasıtasız, bizzat insanın söylemesi gerekir. Yankı ile gelen ses, hakiki ses hükmünde olmadığı için, yankı ile gelen bir secde âyeti için secde-i tilavet gerekmez) buyuruluyor.
Namaz kılarken görüntüsü videoya alınmış imama uymak caiz olmadığı gibi, TV’nin canlı yayınında, imamı da görsek, böyle bir imama da, uymak caiz olmaz. Yahut hoparlör veya radyo vasıtasıyla gelen ses de, imamın sesi olmadığı için, bu sesle hareket ederek ibadet etmek de caiz olmaz.
Canlı yayın dense de, görüntüler canlı değildir. Görüntüye canlı demek nasıl yanlışsa, hoparlörden çıkan sese de canlı ses demek, sahibinin bizzat kendi sesi demek, hem dînî açıdan, hem teknik yönden yanlıştır.
Bu cihazları dünya işlerinde ve vaazlarda, dini yaymakta elbette kullanmalı, ama Peygamber efendimiz ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmalı. Bir şeyler eklemek, dini değiştirmek olur. İbadetlere bid'at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz. Peygamber efendimizin, (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir)hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlerde değişiklik yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır!
.
Hoparlörden Kur’an dinlemek
|
Sual: Kur’an-ı kerimi teypten ve hoparlörden okumak ve dinlemek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Bu aletlerden, sadece öğrenmek niyetiyle dinlenebilir. Mesela, namaz surelerini bilmeyen, bunlardan öğrenebilir. Bunun haricinde, sevab kazanmak niyetiyle dinlemek caiz olmaz. Hoparlörden çıkan sesle ibadet olmayacağı Elmalı tefsirinde de bildirilmiştir. (c.3 s.2361)
Ses çıkaran eğlence âletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hoparlör, hepsi birer çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak, yani kullanmak için, davul tokmağını gergin deriye vurmak, kavala üflemek, hoparlöre söylemek lazımdır. Bunlardan çıkan ses, bu çalgıların hâsıl ettiği sestir. Üfleyen ve söyleyen insanın sesi değildir. Hoparlörden işitilen Kur’an-ı kerim, hoparlörün hâsıl ettiği seslerdir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiramdan Ebu Hüreyre hazretlerinin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’ân-ı kerimi mizmarlardan [çalgılardan] okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevab verilmez. Allahü teâlâ bunlara lanet eder) buyuruldu. (Müsamere)
Mizmar, çalgı demektir. Hoparlör de, mizmardır. Bunun gibi, birçok hadis-i şerif, Kur’an-ı kerimin teyp ve hoparlör gibi çalgı çalınan âletlerde okunacağını haber veriyor. Hoparlörle Kur’an-ı kerim, mevlid okumak, dinlemek, ibadeti değiştirmek olur, yani bid’at ve günahtır. (S. Ebediyye)
Bunun gibi sebeplerle, Kur’an-ı kerimi kasetlere, bilgisayara ve cep telefonlarına almamalıdır. Sadece, okumayı öğrenmek için alınabilir.
Kabirde hoparlörden Kur’an dinletmek
Sual: Cep telefonuna Yasin-i şerifi aldık. Kabristana gidip de, ölülere dinletsek sevap olur mu?
CEVAP
Hiç sevap olmadığı gibi, ayrıca bid’at ve büyük günah olur. Radyo, TV ve hoparlörle, faydalı yayınlar yapılması sevabdır; fakat ibadetleri [Kur’an-ı kerimi, ezanı, namazı] hoparlörle yapmak caiz değildir.
Hoparlörden çıkan sese kıraat, yani Kur’an okumak denmez, çınlamak denir. (Elmalı tefsiri)
Araba kullanırken
Sual: Araba kullanırken, ezberden Kur’an-ı kerim okumak ve dinlemek caiz midir?
CEVAP
Ezberden okumak iyi olur. Radyodan veya herhangi bir cihazdan dinlemek ise, öğrenmek niyeti dışında caiz değildir. Öğrenmek niyetiyle dinlerken de, yine başka işle meşgul olmamalıdır.
Cihazdan kur’an-ı kerim okumak
Sual: S. Ebediyye’de, (Mizan-ı Şa’rânî) kitabından alınarak, (Çirkin şeyler söyledikten sonra Kur’an-ı kerim okuyan kimse, Mushaf’ı pislik içine sokan kimse gibidir) deniyor. Sonra, (Kur’an-ı kerimi mizmarlardan okuyanlara Allahü teâlâ lanet eder) hadis-i şerifi bildiriliyor. İçine müzik alınmış CD’ye, Kur’an alıp dinlemek veya düğünlerde, mevlitlerde mikrofonla okunan Kur’an-ı kerimi, hoparlörden dinlemek caiz olmuyor mu?
CEVAP
Evet, caiz olmuyor. Hattâ hiç müzik çalınmasa da, sadece öğrenmek niyetiyle CD’den, bilgisayardan, radyodan, TV’den ve hoparlörden Kur’an dinlemek caiz ise de, dinleme sevabı hâsıl olmaz. Sevab niyetiyle dinlemek, bid’at ve günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki: Hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’an-ı kerim mizmarlardan okunur. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder) buyuruldu. (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ, Müsamere, S. Ebediyye)
Mizmar, ses çıkaran her çeşit çalgı aleti demektir. Hoparlör ve mikrofon da mizmardır.
Sırf Kur’an-ı kerim öğrenmek için, hiç ses alınmamış boş bir cihaza âyet veya sûre almak caiz olur. Bunun dışında Kur’an-ı kerimi mizmarlara almamalı ve bu cihazlardan dinlememeli. Allahü teâlânın lânetine uğramaktan çok sakınmalıdır.
Cihazlardan Kur’an dinlemek
Sual: Kur’an-ı kerim okumasını bilmeyenin, sevab kazanmak için TV, bilgisayar, CD veya telefon gibi cihazlardan dinlemesinde mahzur var mıdır?
CEVAP
Sevab kazanmak niyetiyle dinlemek caiz olmaz. Sadece okumayı öğrenmek niyetiyle dinlenebilir. Çünkü hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği demir levhanın meydana getirdiği bir sestir. O sesi dinlemek, bizzat okuyan insanı dinlemek gibi olmaz. Hoparlörden Kur’an dinleyen de bizzat okuyandan dinlemiş olmaz. Mizmardan dinlemiş olur.
Ses çıkaran her türlü alete mizmar [çalgı aleti] denir. (Müncid)
Mizmar, her nevi çalgı, düdük demektir. Hoparlör de, mizmardır.(İslâm Ahlâkı)
Her türlü ses çıkaran aletlere (Mizmar) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ut, hoparlör, teyp, TV, birer mizmardır. Birçok hadis-i şerif, âhir zamanda, Kur’an-ı kerimin teyp ve hoparlör gibi çalgı çalınan âletlerden okunacağını haber veriyor. Hoparlörle Kur’an-ı kerim, mevlit okumak, dinlemek, ibadeti değiştirmek olur, yani bid’at ve günahtır. (S. Ebediyye)
İçine müzik alınmış CD’ye, Kur’an alıp dinlemek veya düğünlerde, mevlitlerde mikrofonla okunan Kur’an-ı kerimi dinlemek caiz olmaz. Sevab niyetiyle dinlemek, bid’at ve günah olur. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, Kur’an-ı kerim mizmarlardan okunur. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder)buyuruldu. (Keffür-reâ’an muharremât-ilâ lehvi vessimâ, Müsamere, S. Ebediyye)
(Allahü teâlâ, İblis’e, “Senin müezzinin mizmarlardır” buyurdu.)[Taberânî, İbni Cerir]
(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazısı, zinayı, ipek giymeyi, içki içmeyi, mizmarı [çalgıyı] helâl sayacaktır.) [Buhârî]
(Nimete kavuşunca mizmar çalmak, Allah’ın gazabına sebep olur.) [Deylemî, Bezzar]
(Mizmarları, putları yok etmek için gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İbni Neccar]
(Mizmarları yok etmek için gönderildim) hadis-i şerifi, (Her çeşit çalgıyı yasak etmekle emrolundum) demektir. (Kırk Hadis kitabı)
|
.
Bid'at-i hasene nedir?
|
Sual: Her mezhepteki kolay gelen hükme uyan bir hoca, (Hoparlörle, video ile ibadet etmek bid’at, ama faydalı bid’attir. Bu, bid’at-i hasenedir) diyor. Bid’at-i hasene nedir?
CEVAP
(Faydalı bid’at) tâbiri çok yanlıştır. Hâşâ, o zaman (Allahü teâlâ, dinimizi eksik göndermiş ve Allah'ın eksik bıraktığı bazı hükümleri insanlar, faydalı şeyler ekleyerek tamamlamış olur) anlamı çıkar ki, çok yanlıştır. Bid’at, sonradan çıkan şey demektir. Sonradan çıkan şey, ya ibadette olur, ya âdette olur. Yiyip içmek, giyinmek, araçlara binmek gibi zamanla değişen âdetler, bir ibadeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe yasak edilen bid'at olmaz. Çatal kaşıkla yemek, erkeklerin şalvar giymesi ve uçağa binmek gibi şeyler âdette bid’attir. Bunlar günah olmaz. Fakat namaz, oruç gibi ibadetlere bid’at karıştırmak, Allah'ın ve Resulünün bildirdiğini eksik görmek ve onu tamamlamaya çalışmak ibadette bid’at olur.
İbadette yapılan bid’ati İmam-ı Rabbânî hazretleri şöyle tarif ediyor: Resulullah ve onun dört halifesinin zamanlarında, dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevab beklemek yasak edilen bid'at olur. (m. 186)
Hadîka’da buyuruluyor ki: İbadetlere bid'at karıştırmak, büyük günahtır, hattâ küfre kadar götürür. Bir hadis-i şerif:
(Bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
İslam âlimleri, bid'ati, (Bid'at-i hasene) ve (Bid'at-i seyyie) diye ikiye ayırmışlar, okul, kitap, minare, mevlit okumak, bina yapmak gibi sonradan çıkanlara (Bid'at-i hasene) demişlerdir. Bunlar dinde yeni bir şey çıkarmıyor, aslında dinde olan şeyi sistemleştirmiş oluyorlar. Ezanın yüksekte okunması dinin emridir. Bunu minarede okumak dinimize aykırı değildir. İlimleri kâğıda yazmak dine aykırı değil, aksine dinimizin emridir. Bunu sistemleştirip kitap hâline getirmek, bilgisayara almak dine aykırı değildir. Bunlar, dinimizin hükümlerini bozmamaktadır. Hadika’da, böyle bid'atler için, (Bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz izin verir) buyurulmaktadır.
İmam-ı Rabbânî hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid'at kelimesini hiç bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek gerektiğini bildirmekte, bid’at-i hasene ismini uygun bulmamaktadır. Mesela (Bid’at için pislik dense, temiz pislik, kirli pislik diye ayırmamalı, madem yapılan iyi bir şey ise, ona sünnet-i hasene = iyi iş demeli, bid’at kelimesini güzel işlere bulaştırmamalı) buyuruyor. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülüyor, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar kötüleniyor.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, minare, kitap, mektep gibi güzel işlere,Bid'at-i hasene yerine (Sünnet-i hasene) demiştir. Kıyamete kadarSünnet-i hasene çıkarmak çok sevabdır. Sünnet-i seyyie ise bid'attir, günahtır. 72 dalalet fırkasının itikatları, bid’at-i seyyiedir. Dört mezhebin farklı ictihadları bid’at değildir. Çünkü bunlar, kendi akıllarıyla değil, (Edille-i şeriyye) den çıkarılmışlardır. Bunlar Nasslara ilave değil, Nassların açıklamalarıdır. Hoparlörü ibadete karıştırmak, mesela ezanda veya namazda hoparlör kullanmak kötü bid’at olur. Allahü teâlâ, (Din kemale geldi. İbadetlerin nasıl yapılacağı bildirildi. Noksan bir şey bırakılmadı) buyurdu. Selef-i salihin de, bin yıldan beri, emrolunduğu gibi ezan okuyup namaz kıldılar. Bunların yaptıklarını eksik, kifayetsiz görüp, hoparlörle ezan okumaya ve hoparlörle namaz kılmaya kalkışmak çirkin bid’at olur. Bid’at işleyenin hiçbir ibadetinin kabul olmayacağı, bunun Cehenneme gideceği hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. (Faideli Bilgiler)
İyi bid’at olur mu?
Sual: Yaptıkları bid’atlere, (İyi bid’at, faydalı bid’at) diyenler oluyor. Böyle bir şey olur mu?
CEVAP
İbadetlerde yapılan bid’at, günah, haram demektir. İyi günah olmaz. Âdetlerde yapılan bid’atler ise, zaten günah değildir. Bunlara da (iyi bid’at) denmez.
Faydalı bid’at olmaz. O zaman Allahü teâlânın, hâşâ dinimizi eksik gönderdiği ve Peygamber efendimizin de, faydalıyı, zararlıyı ayıramadığı anlamı çıkar. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(Minare, okul, kitap gibi dinin izin verdiği faydalı şeylere bid'at dememeli, sünnet-i hasene, yani iyi iş demeli. Dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid'at kelimesini bulaştırmamalı ve bunlara sünnet-i hasene [iyi iş] demeli. Bugün kalbler karardığından, bazı bid'atler faydalı görünse de, Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır Hiçbir bid'atte fayda yoktur ve olamaz. Hepsinden sakınmak lazımdır.)
Buradan İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, bid’at-i hasene’yi kabul etmediğini sanmak yanlış olur. O sadece verilen ismi uygun bulmuyor. Mesela bid’at için pislik dense, (İyi pislik, kötü pislik diye ayırmamalı, yapılan iyi bir şey ise, ona sünnet-i hasene = iyi iş demeli, bid’at ismini güzel işlere bulaştırmamalı) buyuruyor. Bir hadis-i şerif:
(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da, onu yapanı Cehenneme götürür.) [Buhârî, Müslim, İbni Mace, Nesâî]
İmamı Rabbânî hazretlerinin sünnet-i hasene dediği iyi iş demektir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun ve işin, iyisi de, kötüsü de olur. Bir hadis-i şerif:
(Dinimizde bir “sünnet-i hasene” çıkaran [iyi çığır açan] bunun sevabıyla, onunla amel edenlerin sevabına kavuşur, o yolda gidenlerin sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim de, dinimizde bir “sünnet-i seyyie” çıkarırsa [kötü çığır açarsa] bunun günahıyla, bu yolda gidenlerin günahı, ona da verilir, o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.) [Müslim]
Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar, ya âdette veya ibadette olur.
Âdette bid'at: Sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid'at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek gibi, dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı da giydiği Redd-ül-muhtar’da yazılıdır. Bir kere de Rum cübbesi giydiği, Tirmizî’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir.
İbadette bid'at: Resulullah'ın ve dört halifenin zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. Bid’atleri, sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, ibadet diye uydurmak veya dinin önem verdiği şeyleri, (Dinden ayrıdır, din buna karışmaz) demek bid'attir. Bid'atlerin bazıları küfür, bazıları büyük günahtır.
Bugün birçok bid’at sünnet gibi, hattâ farz gibi işlenmektedir. Hâlbuki Peygamber efendimiz, [Ramuz’daki bir hadis-i şerifte] (Bidat sahibi, Cehennem köpeği olacaktır) buyurdu. Yani, köpek şeklinde Cehenneme atılacaktır. (Dıyâ-ül-kulûb)
O hâlde ibadetlerde bid’atten çok sakınmalıdır.
.
Hoparlörün bilimsel mahiyeti
|
18.12.2014
Sual: Hoparlörden çıkan ses, değişime uğruyor mu? Bilim adamları bu konuda ne diyor?
CEVAP
Hoparlör, telefon, teyp, radyo ve televizyon yayınlarından çıkan sesler, insanın kendi sesi değildir, benzeridir. Ses transdüserleri ve ses tekniği hakkındaki ders kitaplarında deniyor ki:
Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren mikrofonlar, kulakta olduğu gibi, herhangi bir basınç sonucu çarpan havanın etkisiyle, içlerindeki diyaframın titreşmesi sonucunda, çıkışlarında küçük gerilimler [elektrik sinyalleri] elde edilen cihazlardır. Elektrikli titreşimleri sese çeviren transdüserler, hoparlörler ve kulaklıklardır. Hoparlör; elektriksel enerjiyi ses enerjisine dönüştüren bir transdüserdir. Transdüser; bir fiziksel büyüklüğü, başka bir fiziksel büyüklüğe çeviren elemana denir.(Ses frekans tekniği, İ. Eren Başaran, Devlet kitapları yayınları s. 599)
Her televizyon vericisi, görüntü bilgisi ve ses bilgisi için, tamamıyla farklı iki sinyal yayınlar. Ses iletiminde frekans modülasyonu [değişmesi], görüntü iletiminde ise genlik modülasyonu kullanılır.(Elektronik iletişim teknikleri, Wayne Tomas, Devlet kitapları yayınları s. 2, 482)
Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, MEB Fizik ve Elektrik dersi kitaplarında da deniyor ki:
(Ses dalgalarını elektrik sinyallerine çeviren sistemlere mikrofondenir. Elektrik dalgalarını [sinyallerini] ses dalgalarına çeviren sistemlere hoparlör denir.
Mikrofonla hoparlör arasında ses nakli olmuyor, yani konuşan insanın kendi sesi nakledilmiyor, sesi yükseltilmiyor, bir enerji dönüşümü oluyor. Mikrofona karşı konuşan insanın sesi, önce elektrik enerjisine dönüşüyor. Buradan hoparlöre giden elektrik sinyalleri tekrar sese dönüşüyor.
Mikrofona giren ses dalgalarının etkisiyle, diyafram, kristal elemanı hareket ettirerek manyetik bobinin uçlarında elektriksel gerilim meydana gelmektedir. Meydana gelen bu elektrik sinyalleri yükseltici vasıtasıyla hoparlöre girmektedir. Ses bilgilerini taşıyan elektriksel akımların, ses bobininde oluşturduğu manyetik alan ve mıknatısın kendi sabit manyetik alanı etkilenerek hoparlör diyaframını titretmektedir. Diyafram titreşerek ses dalgalarını yaymaktadır. Bu orijinal sesin nakli değildir, farklı frekanslarda enerji dönüşümüyle, başka özellikte yeni bir ses meydana gelmektedir. Bu ses, çok benzese de farklı bir sestir. Meydana gelen yeni ses, konuşanın kendi sesi değildir. Elektrik tesiriyle hâsıl olan, mıknatıs kuvvetlerinin titrettiği, demir levhanın oluşturduğu başka bir sestir.
Elektrik sinyallerinin değerleri bilindiğinden, ses kaynağı olmaksızın, hoparlöre benzer elektrik sinyali göndererek benzer ses elde edilmektedir. Mikrofonlarda, diyafram adı verilen esnek ve hassas bir zar bulunur. Titreşen hava molekülleri bu zara çarpınca titreştirir. Bu titreşimlere uygun elektrik sinyalleri elde edilerek ses dalgaları, elektrik sinyallerine çevrilmiş olur. İnsan sesi, mikrofon içinde yok olur. Bunun yerine, indüksiyon akımı ve bundan manyetik dalgalar ve bundan ses dalgaları hâsıl olur.) [Ana Britannica, Büyük Ansiklopedi, Meydan Larousse, Millî eğitim bakanlığı Fizik ve Elektrik dersi kitabı]
Ansiklopedi ve ders kitaplarından alınan yukarıdaki bilgilerin doğru alınmış olduğunu, bilgisine sunduğumuz uzmanlar da doğruladı. Bunlardan birkaçının ismi şöyledir:
Prof. Dr. Osman Işıkan
İsmail Salkım: Elektronik mühendisi
İsmail Derdemet: Elektrik mühendisi
Ahmet Kırılmaz: Elektrik mühendisi
Habib Can: Elektrik-elektronik mühendisi
Musa Aras: Elektrik-elektronik mühendisi
S. Süleyman Yılmaz: Elektrik-elektronik mühendisi
Ali Kılıç: Fizik mühendisi
Ahmet Kanter: Fizik ve makine mühendisi
Ahmet Çamırcı: Fizikçi
Hüseyin Gökmen: Fizik mühendisi
Mehmet Poyraz: Elektrik mühendisi
Mahmut Sağırlı: Elektrik mühendisi
Sabahattin Aktuğ: Fizik öğretmeni
Ömer Mehmet Sur: Elektronik öğretmeni
Fizik ve elektrik bilimiyle ilgili kaynak kitaplarda da açıklandığı gibi, imamın sesi hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın meydana getirdiği bir ses hâline dönüşüyor. Bizim duyduğumuz ses, imamın kendi çıplak sesi değil, elektrik ve mıknatısın hâsıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hâsıl olan mıknatıs kuvvetlerinin demir levhayı titreştirmesiyle oluşan bir sestir.
Namazda imamdan başkasının sesine uyulamayacağı ve yalnız sâlih erkeğin sesine ezan dendiği, bütün muteber fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Hattâ kendi sesi olsa da, fâsığın, çocuğun veya kadının okuduğu ezan sahih olmaz. Bunun için, hoparlörle namaz kıldırmak ve ezan okumak kesinlikle caiz değildir. Mekke’de ve dünyanın her yerinde okunmuş olması, doğru olduğunu göstermez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116]
O hâlde çoğunluğa değil, az da olsa, doğru olana uymalıdır.
.
İçinde Kur’an olan CD ve bilgisayar
|
Sual: İçinde, yazılı veya sesli formatta, Kur’an-ı kerim bulunan CD’ye, MP3 player denen cihazlara veya hard diskinde Kur’an-ı kerim olan bilgisayarın, kasasına da hürmet etmek, abdestle tutmak ve yüksekte bulundurmak gerekir mi? Bunlara, başka şeyler de yüklemek caiz olur mu? Bir de, bu CD’leri kullanmayacak olursak, çöpe atmak, caiz olur mu?
CEVAP
Bilgisayar kasaları içinde bulunan hard disklerdeki, kayıt yapılan CD veya MP3 player denen taşınabilir hafızalardaki kayıt sistemi, özel şekillerle oluyor. Orada bütün veriler, harf veya ses şeklinde değil, 0-1 şeklinde kodlamalarla ifade ediliyor. Yani bunlar Kuran-ı kerim harflerini ifade etmiyorsa da, yine aşağıda bulundurmamalı, hürmet etmelidir.
Bilgisayar veya CD çalıştırıldığında ise, CD veya taşınabilir hafızalar aktif hâle getirildiğinde, yani Kur’an-ı kerim sesli veya görüntülü olarak, hoparlörden duyulduğunda veya monitörde göründüğünde, hoparlör veya monitörün yüksekte olması gerekir. Diz üstü bilgisayarlarda, hoparlör bilgisayarın kendisinde olduğu için, Kur’an-ı kerim dinlerken veya monitörde görünürken, yukarıda durması gerekir.
Kur’an-ı kerim CD’leri de, kutu veya zarf gibi bir muhafaza içindeyse, abdestsiz tutulabilir.
Bilgisayarların hard disklerinde veya taşınabilir belleklerde Kur’an-ı kerim varken, başka şeyler, özellikle dine aykırı olan yazı, ses ve görüntüler yüklememelidir.
İçinde Kur’an-ı kerim olan CD’lere ise, başka bir şey yüklememeli; kullanmayacağımız böyle olan CD’leri de, imha ettikten sonra gömmelidir.
Kur’an-ı kerime saygı
Sual: Kur’an-ı kerimi, İslam yazısından başka yazılar arasına koymanın caiz olmadığını biliyoruz. Acaba Kur’an-ı kerimle birkaç dilde tefsir ve meallerini, videolarını, seslerini ve yazılarını bilgisayarda diğer yazıların, resimlerin, videoların arasında aynı harddisk’te bulundurmak caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Kur’an-ı kerim ile çeşitli dillerdeki, tefsirine ve meallerine saygı göstermek gerekir. Böyle bilgiler, CD’de, DVD’de, harici harddisk’te veya flash bellek’te muhafaza edilmeli ve ihtiyaç halinde buradan kullanılmalıdır. S. Ebediyye’de deniyor ki:
Teyp bandına ve gramofon plâğına Kur’an-ı kerim almak, kâğıt üzerine yazmak gibidir. Teyp ve gramofon, müzik, şarkı, keyif, oyun ve eğlence için kullanılıyorsa da, kâğıt da, açık resim, eğlence ve fuhuş dergileri olmaktadır. Kur’an-ı kerim kâğıda yazılınca Mushaf olur. Mushaf, Kur'an-ı kerimi okumaya ve öğrenmeye ve ezberlemeye sebep ve vasıta olduğu için kıymetlidir. Mushaf yazmak ve hediye etmek, bunun için, çok sevabdır. Bant ve plak da, Kur’an-ı kerimin benzerini işiterek öğrenilmesine ve ezberlenmesine vasıta olmaktadır. Kur’an-ı kerimi, bu niyetle, teyp, plâk üzerine almak caiz olur. Bunlara da, Mushaf-ı şerife olduğu gibi hürmet etmek, bunlara başka şeyler doldurmamak, yükseğe koymak, üzerlerine bir şey koymamak, abdestsiz tutmamak, kâfirlere, fâsıklara vermemek, başka şeyler bulunan bantlar ve plâklar arasına koymamak, fısk, oyun, eğlence yerlerinde çalmamak lâzımdır. Kur’an-ı kerim dinlemek için kullanılan gramofon ve teyp hiçbir zaman fısk meclislerine götürülmemeli, bunlarda hiçbir zaman, haram olan çirkin şeyler çalınmamalı. Çalgı çalmakta kullanılan bir gramofonun ve teybin Kur’an-ı kerim dinlemek için de kullanılması, şarkı, gazel okuyan fâsık bir hâfızın okuduğu Kur’an-ı kerimi dinlemeye benzer ki, caiz değildir. Kısacası, Kur’an-ı kerim bulunan bantlar ve plâklar Mushaf-ı şerif gibi kıymetlidirler. Bunlara da saygısızlık yapmak, küfre sebep olur. Şu kadar var ki, bunlardan Kur’an-ı kerimi dinlemek, hâfız dinlemek olmaz. Tam benzerini dinlemek olur. Kur’an-ı kerimi dinlemek sevabı hâsıl olmaz; çünkü Kur’an-ı kerimi tilâvet etmek, yani okumak demek, şuurlu bir kimsenin, Kur’an-ı kerim okuduğunu bilen insanın okuması demek olduğu Redd-ül-muhtar’da yazılıdır; fakat benzerini de saygıyla dinlemek farzdır. Küçük çocuğun şuursuz olarak okuduğunu dinlemenin de lâzım olduğu yine Redd-ül-muhtar’da yazılıdır. Radyoda İslâmiyet’in yasak ettiği şeyler dinlenmez, hep faydalı ve sevab şeyler dinlenirse, bunlar arasında okunan Kur’an-ı kerimi ve evde teypte, müslümana yakışan şeylerin, nasihatlerin, derslerin arasında okunan Kur’an-ı kerimi, öğrenmek için dinlemek caiz olur; fakat bunun, Kur’an-ı kerimin aslını dinlemek olmadığı, Elmalılı Hamdi efendi tefsirinde yazılıdır. (c.3, s.2361)
Kur’an-ı kerim ve CD
Sual: Kur’an-ı kerimin bazı surelerini CD’ye almak ve dinlemek caiz midir?
CEVAP
Sevab olsun diye dinlemek caiz olmaz; çünkü aletten çıkan sesi dinlemekle Kur’an-ı kerim dinlenmiş olmaz. Ancak okumayı veya tecvidle okumayı öğrenmek için yahut bazı ayetleri ezberlemek için, Kur’an-ı kerim surelerini CD’ye almak ve dinlemek caizdir. Hoparlörden çıkan ses, aslı değil de benzeri ise de, yine de saygı göstermeli, dinlerken başka işle meşgul olmamalıdır.
.
Benzerine de saygı gerekir
|
Sual: Kur’an-ı kerimi teybe, kasete, VCD veya CD’ye almak caiz midir? Alınca saygı gerekir mi? Bunları dinlemek ibadet olur mu?
CEVAP
Bunlara Kur'an-ı kerim almak, kağıt üzerine yazmak gibidir. Teyp, kaset ve cd, müzik, şarkı, keyif, oyun ve eğlence için kullanılıyor ise de, kağıt da, roman, açık resim, eğlence ve fuhuş dergileri olmaktadır. Kur'an-ı kerim kağıda yazılınca Mushaf olur. Mushaf, Kur'an-ı kerimi okumaya ve öğrenmeye ve ezberlemeye sebep ve vasıta olduğu için kıymetlidir. Kaset ve diğerleri, Kur'an-ı kerimin benzerini işiterek öğrenilmesine ve ezberlenmesine vasıta olmaktadır. Kur'an-ı kerimi, bu niyet ile, teyp, cd ve kaset üzerine almak caiz olur. Bunlara da, Mushaf-ı şerife olduğu gibi hürmet etmek, bunlara başka şeyler doldurmamak, yükseğe koymak, üzerlerine bir şey koymamak, abdestsiz tutmamak, kâfirlere, fâsıklara vermemek, başka şeyler bulunan bantlar ve plaklar arasına koymamak, fısk, oyun, eğlence yerlerinde çalmamak lazımdır.
Kur'an-ı kerim dinlemek için kullanılan teyp, hiçbir zaman fısk meclislerine [günah işlenen yerlere] götürülmemeli, bunlarda hiçbir zaman, haram olan çirkin şeyler çalınmamalı. Çalgı çalmakta kullanılan bir teybin Kur'an-ı kerim dinlemek için de kullanılması, şarkı, türkü okuyan fâsık bir hâfızın okuduğu Kur'anı dinlemeye benzer ki, bu da caiz değildir.
Kısacası, Kur'an-ı kerim bulunan bantlar ve kasetler Mushaf-ı şerif gibi kıymetlidir. Bunlara da saygısızlık yapmamalıdır. Şu kadar var ki, bunlardan Kur'an-ı kerimi dinlemek, hâfızdan dinlemek gibi olmaz. Tam benzerini dinlemek olur. Kur'an-ı kerimi dinlemek sevabı hasıl olmaz. Çünkü İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimi tilavet etmek [okumak] demek, şuurlu bir kimsenin, Kur'an-ı kerim okuduğunu bilen insanın okuması demektir. Benzerini de saygı ile dinlemek farzdır. Küçük çocuğun şuursuz olarak okuduğunu dinlemek de lazımdır. (Redd-ül-muhtar)
Benzeri ile ibadet olmaz ise de, okunan Allah kelamıdır, saygı duymak gerekir.
Teyp veya hoparlör ile okunan ezan ve kıldırılan namaz câiz olmadığına göre, telefonla yapılan akidlerin de sahih olmaması veya teypten müzik dinlemenin mahzuru olmaması gerekmez mi?
Verilen misallerin hiç biri diğerine benzememektedir. Her câmide ezanın müezzinin kendi sesiyle okunması şarttır. Merkezî ezan, sahih olmaz. İmama uymanın sahih olması için de imam ile aynı mekânda bulunmak şarttır. İmam bir odada bulunup, cemaat bu odayla bağlantısı olmayan başka bir odada olsa, arada hoparlör veya televizyon irtibatı olsa, bu odada imama uyanların namazı sahih olmaz. Çünki ezan ve namaz gibi ibâdetlerde vâsıta kullanmak câiz değildir. Akdin sıhhati için, birbirine uygun iradenin ortaya konulması kâfidir. İsbat şartı ayrıdır. Binaenaleyh telefonla akid yapmak, vekâlet vermek, zevcesini boşamak câizdir.
Telefonda, radyoda ve hoparlörde bir söyleyen adamın sesi; bir de elektrikle mıknatısın hâsıl ettiği metalik ses vardır. Yekdiğerine çok benzeyen bu iki ses, ayırd edilmese bile birbirinin aynı değildir. Birisi asıldır, ikincisi bunun benzeridir. Sinemada ve televizyonda hareket eden şekiller gibidir. Hiç kimse bu şekiller, kendilerini meydana getiren asıl kimselerin aynıdır diyemez. Akidlerde, boşanmakta, zekât vermekte yazışmak ve vekil tayin etmek, yani vâsıta kullanmak câiz olduğu malumdur. Telefon ve hoparlör de mektup gibi vasıta olduğu için caiz olmaktadır. Ezanda ve nemazda ise kendinin okuması şarttır. Onun için zekât vekâleti ve boşanma ile ezan ve nemaz bu bakımdan ayrılmaktadır.
Teyp, çalgı âletinin çıkardığı sesi kaydedip neşredince, çalgı âletini kendisi olmaktadır. Musikide esas olan, ahenkli ses çıkışıdır. Çalgı âleti zaman ve mekâna göre değişebilir.
Namazda sesin ulaşmadığı yerlere aracı vâsıtası ile ses ulaştırılır. Fakat günümüzdeki tatbikat şekliyle mikrofon vâsıtasıyla imamın sesinin aynı mekâna ya da alt ve üst katlara ulaştırmanın fıkhî hükmü nedir
İmamın sesini kalabalık cemaata tekrar eden münâdiler namazdadır. Namaz dışındaki birinin sesiyle intikal câiz değildir. İkisi birbirine benzemez. İmam ile aynı mekânda bulunmayan bir kimsenin mikrofondan gelen sese uyması sahih olmaz. Bu cihetle, birkaç katlı bir câminin namaz kılınan yerden müstakil alt katında veya üst katında yahud câmi bahçesindeki binaya, imamın sesi hoparlör vasıtasıyla ulaştırılsa, burada imama uymak sahih olmaz. Ama caminin balkonunda uymak sahihtir, çünki namaz kılanlar görülmektedir. Selimiye Câmii gibi yüzlerce saffın en arkasındaki kimsenin imama uyması sahihtir. Bu kimseye imamın sesi hoparlör vasıtasıyla gelse bile, imam ile aynı mekânda bulunduğundan, namazı sahihtir.
.
.
.
Vakit (çoğulu evkât) kelimesi sözlükte “zamanın belirli bir parçası” anlamına gelir. Kur’ân-ı kerîmde vakit ve bu kökten gelen kelimeler (mîkat, mevâkıt, mevkut gibi) on üç âyette yer almaktadır. Aynı şekilde hadis-i şeriflerde de kullanılır.
Namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslam’ın farz kıldığı temel ibadetler muayyen vakitlere bağlanarak emredilmiştir.
“Namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun.”, “Hac (ayları), bilinen aylardır.” vb. âyet-i kerimeler, mezkûr ibadetlerin belirli vakitlere bağlandığını genel olarak ifade etmiş̧ ancak bu vakitlerin ne zaman girdiği ne zaman çıktığı ya da namazda olduğu gibi efdal ya da mekruh olan vakitler ile alakalı teferruat Sevgili Peygamber Efendimizin beyanına ve uygulamasına bırakılmıştır…
Peygamber Efendimizin vefatının üzerinden henüz yarım asır geçmeden Müslümanlar Afrika içlerine, İspanya’ya, Konstantiniyye’ye ve Orta Asya’nın kuzeyine doğru ilerlemişlerdi. Ulaşılan yeni bölgelerin iklimi, coğrafi şartları, gündüz ve gece vakitleri, İslam’ın geldiği Hicaz bölgesinden oldukça farklı idi.
Bu durum Müslüman ülkelerde ibadetler için şer’i vakitlerin tayini meselesini en mühim husus hâline getirmiştir. Müslümanları, Güneş ve Ay’ın hareketlerine dair tetkikler yapmaya sevk etmiştir. Zira namaz vakitlerini hesaplamak, ilmî olmaktan öte, dinî bir meseledir. Bildirilmiş olan vakitleri hesap ile sağlama almak önemlidir. Ayrıca hesap ile bulunan bu vakitlerin din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bu hususu büyük âlim Taşköprülüzade “Mevdû’at-ul-ulûm” adlı eserinde şöyle izah etmiştir:
“Namaz vakitlerini hesap etmek farz-ı kifâyedir. Müslümanların namaz vakitlerinin başını ve sonunu güneşin hareketinden veya âlimlerin tasdik ettiği takvimlerden almaları farzdır. İbadetlerin vakitlerini tayin etmek astronomiden yardım almayı icap ettirirken, tayin edilen vakitlerin tasdiki âyet-i kerime, hadis-i şerif ve müctehitlerin içtihatlarının dairesinde olur. Bu daire de fıkıh âlimleri tarafından çizilir.”
İşte, ibadetlerde vaktin önemine bağlı olarak İslâm tarihinde güneş, ay ve yıldızlar vasıtasıyla zamanın, özellikle imsak ve namaz vakitlerinin belirlenmesini konu alan ilm-i mîkat çok gelişmiştir.
Zira namaz ve oruç gibi ibadetlerin kabulü için vakitlerin doğru bir şekilde tayini elzemdir. Bu durum temkin müddetini ortaya çıkarmıştır.
Temkin müddeti, hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, sema küresindeki alâmetlerin olduğu, şer’î vakitlere getiren müddettir.
Dolayısıyla herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesapla bulunan vaktinden), şer’î vaktini tespit etmek için “Temkin Müddeti” kullanılır.
Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zaruri olduğu bildirilen temkin müddetinin, aynen imsak, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zaruridir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zannederek, imsak vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve akşam vaktini 2-3 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fasit olacağı yani bozulacağı Dürr-i yektâ kitabında yazılıdır.
Vakitleri kim bozdu?
1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine ait olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün âlimler, şeyhülislâmlar, müftüler ve bütün Müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruçlarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün Müslümanların, bu icma-i müsliminden ayrılmayarak, namazlarını şer’î vakitlerinde kılmaları ve oruçlarına bu şer’î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
Öte yandan 19. asrın son dönemlerinden itibaren İngilizlerin İslam ülkelerine attıkları fitne tohumları yeşermeye başlamıştı. İngiliz ajanı mason ve Vehhabi din adamlarının tesiri ile pek çok meselede olduğu gibi vakit konusunda son derece hatalı adımlar atılmaya başlanmıştır.
Nitekim bunlardan Musa Bigiyef, uzun günlerde, meşakkatli durumlarda oruç meselesini ele aldığı “Uzun Günlerde Oruç” adlı kitabında farklı bir görüş öne sürerek Güneş’in batmadığı bölgelerde ramazan orucunun farz olmadığını iddia etmişti. Hâlbuki İslam âlimleri bunlara cevaplarını vermişlerdi.
Nitekim Dürer’de, “gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur”, diye yazılıdır.
Musa Bigiyef gibi reformistler meseleye Müslümanları aldatacak bir isim de koymuşlardı. “Kolaylaştırma İlkesi!..” Böylece kendi nefislerine uygun olanı veya kolayına geleni yapmanın yolu hâline getirmişlerdi. Bir anlamda dini bozmanın ibadetlerini ifsat etmenin yolu olmuştu. Hâlbuki, “kolaylaştırınız zorlaştırmayınız” (Buhari, 3:72) hadis-i şerifi işine geleni değil, İslam âlimlerinin dinde bildirdikleri kolaylıkları yapmak manasına gelmektedir. Yoksa herkese göre bir kolaylık yolu olurdu.
Bu arada FETÖ projelerinde görüldüğü üzere reformist din adamlarına zaman zaman dinin temel meselelerinde Diyanet’i de kullanılarak farklı kararlar aldırılmıştır. Nitekim 1983 yılında zamanın darbeci iktidarının zihniyeti ve baskısıyla vakitler üzerinde ciddi bir oynama yapılmış ve Müslümanların ibadetleri sıkıntılı bir duruma düşürülmüştür. Asırlardır yapılagelen hesaplama ve uygulama bir kararla rafa kaldırılmış, imsak vakti yirmi dakika ileriye kaydırılmıştır.
Diyanet’e düşen görev!
Şurası muhakkak ki, 1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsak ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu hususta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir” şeklinde bildirilmiştir.
Buna karşılık günümüz uygulamasının yanlışlığı 1958 yılında yapılan tartışmalarda zamanın Diyanet’i tarafından net bir şekilde ortaya konulmuştu.
O sene dini bozmak için pek gayretli büyük bir gazetenin köşe yazarı Diyanet İşleri Başkanlığınca neşredilen namaz vakitlerinin yanlış olduğu iddiasını dile getirmişti.
Diyanet tarafından buna verilen cevap aslında meseleyi bugün için de tamamen açıklığa çıkarmaktaydı. Şöyle ki:
“Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar imsak vakti için güneşin -18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsak vaktinde hangi ibadetleri var ki imsak vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, İslam astronomi mütehassısları tarafından imsak vakti İslami kaidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsak vakti doğu ufkunda beyazlığın bir nokta hâlinde görüldüğü zamandır. Bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız bu ânın ufkun altında -19 dereceye tekabül ettiğini bildirmişlerdir. Demek ki Müslüman astronomların imsak vakti için kabul ettikleri derece -18 derece değil, -19’dur. Namaz vakitlerinin de bu dereceye göre hesaplanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesaplar buna göredir…”
1958 yılında Diyanet heyetinin verdiği bu cevaba göre bütün mesele imsak vaktinde Güneş’in ufkun altındaki yükseklik derecesinden kaynaklanıyordu.
Dolayısıyla temkinsiz ve Güneş’in ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesap edilen imsak vakitleri yanlış oluyordu.
Hâl böyle iken günümüzde Diyanet’in, 1983 yılında alınan dayatmalı karardan vazgeçerek Müslümanların oruç ve namazlarını tehlikeye düşüren uygulamalardan vazgeçmesi yerinde olur.
“Sonsuz dertten sakınmalı hatta olsa da bir güman” (şüphe) denildiği üzere orucu ve namazı birkaç dakika için ifsat etmeye gerek var mıdır?
Diyanet’in bu yanlış uygulamadan vazgeçeceği ümidini taşımaktayım.
Diğer taraftan, “gemisini kurtaran kaptan” fehvasınca da herkesin namaz ve imsak vakitleri hususunda titizlik göstermesi temennisiyle yaklaşmakta olan Ramazan-ı şerifin Müslümanlar ve İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum…
TEFEKKÜR
Şehr-i mahsus oldu çün şehr-i sıyam
Farzdır anda oruç tutmak tamam
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
02.04.2021
Türkiye Gazetesi
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
.
|
XXXXXXXXXXXXXX
İHVANLAR.COM
İsmailağa Cami’nde yıllardır uygulanan sünnet ile müezzinler imamın arkasından tekbirleri tekrar ederler. Eskiden camilerimizde bu sünnet uygulanırdı.
Hoparlör bid’ati çıktı, bu sünnet kalktı ve namazlar tehlikeye girmeye başladı.
Ne yazık ki kıyâmete yakın insanlar ölümü unutup dünya zevklerine dalacak, dinin direği olan namazı kılanlar azalacak ve kılanlar da baştan savma alelacele kılınca, kalplerindeki huşû kalkacak.
Baştan savma alelacele kılınan namazdan ruhsal zevk ve mânevî feyiz alamayanlar maddeye yönelecek ve huzuru camilerin süsünde ve imamların sesinde arayacak. O dönemin imamları da yakalarına mikrofonu takıp ve hoparlörün sesini sonuna kadar açıp mihraba geçecek ve ibâdetler farklı bir şekle dönüşecek.
Mikrofonla namaz kıldırmanın bir sakıncası var mı?
Camilerde beş vakit namazı kıldıran görevlilere imam, beş vakit namazın dışında cuma ve bayram hutbelerini de okuyanlara imam-hatib ve ezan okuyup kâmet getirenlere de müezzin denir.
Müezzinlerin ezan ve kâmetin dışında bir ek görevleri daha vardır. Cuma, cenaze, terâvih ve bayram namazı gibi cemaatin yoğun olduğu zamanlarda, müezzinler de imamla birlikte “Allahu Ekber” diye seslice tekbir alırlar ve imam rükû’dan kalkerken “SemiAllahü limen hamideh” derken müezzinler de “Rabbena ve leke’l-hamd” der ve namaz bitince imamla birlikte selâm verirler.
Ancak!
Görevli müezzin ya da cemaatten biri imamla birlikte seslice “Allahu Ekber” diye iftitah tekbirini (ilk tekbiri) alırken, kalbinden namaz kılmaya niyet etmesi şarttır. Eğer iftitah tekbirini alırken sadece cemaate duyurmayı kalbinden geçirirse, kendisi namaza başlamış olmadığı gibi onun tekbiri ile namaza başlayanların namazı da olmaz, iade etmeleri (tekrar kılmaları) gerekir.
Aynı imama uymayan ve aynı cemaate dahil olmayan bir kimsenin tekbir
sesi ile namaza başlamak kesinlikle geçerli olmadığı gibi namazla mükellef olmayan bir çocuğun, âdetli kadının, beyinsel özürlünün (delinin) ve gayr-i müslimin tekbir sesi ile de namaza girilmiş olmaz.
Mikrofona gelince
İslâm, her çeşit bilim, teknoloji ve yeniliklere açıktır. Tabii ki bunların İslâmî kurallara uyumlu bir şekilde ve hayırlı işlerde kullanılması şarttır. Kâğıdın icadı ile üzerine Allah’ın (c.c.) kelâmı yazıldığı, matbaanın icadı ile Kur’an-ı Kerim ve dînî kitaplar basıldığı ve televizyonun icadı ile özel kanallarda dînî sohbetler yapıldığı gibi,
Mikrofonun ve hoparlörün icadı ile de yaklaşık yüz yıla yakın bir zamandan
beri camilerde, evlerde ve özel salonlarda daha geniş kitlelere hitab edilmekte ve daha kapsamlı bir şekilde dînî sohbetler yapılmakta ve yararlı konferanslar verilmektedir.
Ancak namaza gelince durum farklıdır
Mikrofondan gelen ve hoparlörde duyulan ses, aks-i sada (yankı) mı? Nakli sada (sesin nakli) mi? Ya da ikisinin dışında başka bir şey mi? Nakli sada (sesin nakli) ise sorun yok! Aksi sada (yankı) ise kesinlikle câiz değil yani olmaz. Ya ikisinin dışında başka bir şeyse, işte sorun burada!
Mikrofon, ses dalgalarını elektrik titreşimlerine çevrirerek hoparlöre gönderir. Mikrofondan gelen titreşim sinyallerini alan bobin elektromanyetik güçlerin etkisi ile hareket etmeye ve hareket ederken diyaframı da hareket ettirmeye başlar. Diyafram, kendine gelen değişik elektrik sinyallerine uyum sağlayarak hareket eder ve havaya ses dalgaları yayar.
Televizyon ekranlarındaki görüntüler kişinin kendisi olmadığı gibi hoparlördeki diyaframların havaya yaydığı ses dalgaları da kişinin (imamın) kendi sesi değildir ve sorun buradadır.
İftitah tekbirini alırken namaz kılmaya değil de sadece cemaate duyurmayı niyet eden bir müezzinin sesi ile namaza başlayanların namazı olmadığı gibi ne namaz kılmaya ve ne de cemaata duyurmaya niyet etmeyen cansız ve bilinçsiz bir cihazın sesi ile de namaza başlanmış olmaz!
Günümüzde imamların pek çoğu yaka mikrofonu kullandığına göre, namazlarımızın sahih (geçerli) olması için üç seçeneğimiz var:
1- Ön saflara yakın bir yerde duralım ve imam “Allahu Ekber” diye tekbir alırken, doğrudan onun kendi sesini duyalım.
2- Safların ortasında ve imamın arkasına yakın bir yerde duralım, imamın elini kaldırıp iftitah tekbirini aldığını, rükû ve secdeye gittiğini görelim.
3- Arka saflarda kaldığımız zaman hoparlördeki tekbir sesine değil, imama yakın olan cemaatin el kaldırıp tekbir almasına bakalım ve onları izleyelim.
Ayrıca namazın dışındaki bir kimsenin duasına Âmin dememiz sakıncalı olduğu gibi imamın hoparlörden gelen “Gayri’l-mağdûbi aleyhim vele’ddâllîn” sesine de Âmin demeyelim.
“Her şeyin beteri vardır” derler ya, doğrudur. Örneğin, kadınların camilerin
alt katlarında ya da cami yanındaki Kur’an kurslarında imamın hoparlördeki sesine uyarak terâvih namazını kılmaları geçerli değildir.
Ahmet Tomor Hocaefendi
www.ihvanlar.net
.
HALİSECECOM
İmamın haline vukûf ve namazda hoparlör
Halis ECE tarafından yazıldı.
Cemaatle kılınan namazlarda imamın haline vâkıf olmak şarttır. İmamın haline de dört şekilde vukuf mümkün olabilir.
1. İmamın kendi sesini işiterek... Böylece hangi durumda olduğu anlaşılmış olur.
2. İmamdan başka birinin namazdaki intikallerde getirmiş olduğu tekbiri duyarak... Mesela büyük cami ve namazgâhlarda yapılan uygulama ki; imamın sesinin duyulamaması sebebiyle müezzinin tekbirleri tekrarlaması gibi… Bu tatbikat, imamın hangi halde / rükünde olduğunu aksettirdiğinden dolayı imama uyma meselesinde geçerli bir âmil olmuş olur.
3. İmamın kendisini görerek... Bu vaziyette sesini duymaya ihtiyaç kalmadan bizzat kendisi görülmüş olur.
4. Cemaatten birini görerek... Bu halde de imamın durumuna muttali olan cemaatten biri görülerek, imama, doğru bir şekilde tâbi olma sağlanmış oluyor. İşitme engelliler imamın sesine göre değil, imamı görmeye veya göreni görmeye tâbi olarak namaz kılarlar.
Görüldüğü gibi dört maddenin tamamında da asıl maksat, imamın hangi halde (rukûda mı, secdede mi, kıyamda mı veya hangi rukünde)olduğunu bilebilmek ve cemaat olarak dosdoğru bir şekilde onu takip edebilmektir. Bu da, ya bizzat imamı görerek veya duyarak yahut cemaatten birinin görerek ya da duyarak olur... Camilerin alt ve üst katlarında ise, katlar arasında intikal tekbirlerinin duyulacağı şekilde tedbirler almak (boşluk, pencere, ızgara koymak) gerekir. Ömer Nasuhi Bilmen merhum, imamın haline vakıf olma ile ilgili olarak şöyle der:
“İmam ile muktedinin (imama uyanın) yerleri hükmen bir olmalıdır. Aralarında yüksek boylu bir duvar olup imamın görülmesini veya sesinin iştilmesini engellese, o imama uymak sahih olmaz. Yine, imam ile muktedi arasında veya bir muktedi ile öndeki saf arasında uzaklık bulunsa bakılır: Eğer namaz mescid dışında kılınıyorsa ve aradaki mesafe bir saf bağlanacak mikdardan az ise, imama uymak sahih olur. Fakat mesafe bundan daha çok ise uymak sahih olmaz. Amma namaz mescid içinde kılınmakta ise, aradaki uzaklık ne olursa olsun imama uymaya engel olmaz. Bununla beraber bazı âlimlere göre, Beytü’l-Makdis gibi pek geniş olan mescidlerde, saflar arasında ittisâl / bağlantı olmaksızın mescidin en uzak bir yerinde durup imama uyulması caiz olmaz.
“İmam hayvan üzerinde, imama uyan yaya bulunsa veya başka başka hayvanlara veya gemilere binmiş olsalar, yer değişikliği olduğundan imama uymak sahih olmaz. Yine, camide veya başka bir yerde imam ile muktedi arasında kayık geçecek büyüklükle bir ırmak veya araba yürüyecek genişlikle saflardan boş bir yol bulunsa, imama uymaya mâni olur.
"İmamın sesi kâfi gelmezse, cemaatten biri tarafından iftitah ve intikal tekbirleri yüksek sesle alınır ve rukûdan kalkarken de, 'Rabbena ve leke’l-hamd' denilir, yüksek sesle yine selâm verilir. Bu bir tebliğ, bir bildirimdir. Ancak tekbirler alınırken iftitah ve intikal tekbirleri olarak alınmalıdır, yalnız bildirme için alınmamalıdır. Eğer ilk tekbir ile namaza başlamaya niyet edilmez ise, bunu alan namaza başlamış olmaz. Diğerleri de tesbih, tahmid ve intikal tekbirleri olarak alınmazsa, sevaptan mahrum olmayı gerektirir, imamın sesi yettiği takdirde bu tebliğe gerek kalmayacağından, bu tebliğ işi mekruh olur. Buna müezzin olanlar dikkat etmelidirler." [A.g.m., Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yay. İst., 1966, 146-147; Daha geniş bilgi için aynı eserin ilgili bahsine müracaat oluna.]
Hoparlör kullanmanma meselesine gelince…
Camilerde vaaz ve hutbelerde ve ayrıca -maalesef- cemaatle namaz kılarken ihtiyaç olmadığı hallerde dahi mikrofon kullanılması iyice yaygınlaşmış durumdadır. Vaazlarda, hutbelerde, mukabelelerde mikrofon kullanılmasında bir mahzur olmamakla beraber, özellikle cemaat halinde namaz kılarken sesi yeterli olan bir imamın mikrofon kullanması hiç de münasip olmamakta ve huzû ve huşûa mâni olmaktadır. Keza, mikrofondan çıkan sesin, kişinin aynı sesi olmadığı da bir vakıadır, bunu ifade edenler âlimlerimiz vardır. Bunu da dikkate aldığımızda, sesi yeten bir imamın mikrofon kullanması âdap bakımından muvafık değildir.
Ayrıca cemaat halinde namaz kılarken elektriklerin kesilmesi gibi durumları da göz önünde bulundurmak ve cemaatle namazda imama vâkıf olma şartlarına uymak gerekir. Mesela bir caminin bodrum katında namaz kılınırken hoparlörden gelen sesle imamın haline vâkıf olmak maksadıyla mikrofon kullanılıyorsa, elektriklerin kesilmesi veya mikrofonun yakadan düşmesi veya bozulması durumunda imama uyma hâli ve imama vâkıf olma durumu ortadan kalkar.
Binaenaleyh, büyük mekânlarda namaz kılarken imamın sesinin yetmediği hallerde, hoparlör kullanılmadan intikal tekbirlerinin yüksek sesle müezzin veya cemaatten birisi tarafından tekrarlanması gerekir. Ön önemlisi de, camilerin alt ve üst katlarında hoparlör kullanmadan intikal tekbirlerinin duyulabileceği şekilde bünyevî /strükttürel yani yapıyla ilgili tedbirlerin alınmasının iktiza ettiği aşikârdır!
Ayrca bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2756-buyuk-camilerde-alt-veya-ust-kattakilerin-imamin-sesini-duymasi-gerekir-mi.html
http://www.bolugundem.com/camilerimizdeki-hoparlor-rezaleti-14677yy.ht
Büyük camilerde, alt veya üst kattakilerin imamın sesini duyması gerekir mi?
Halis ECE tarafından yazıldı.
S.a. Hocam 2 katlı bir camide cuma namazı kılınıyor imam 2. Katta bir an imamın sesi kesilince 1. Kattaki cemmat imamdan irtibatı kopraıyor. Sonra 1. Katdaki cemaatin içerisinden bir kişi çıkıp namaza kaldıkları yerden devam ediyor. Namaz sahih olur mu?Emrullah Polat - İstanbul
Sorunuz biraz muğlak. İmamın sesi gidip irtibat kesildikten sonra, 1. kattaki cemaatin içerisinden biri intikal tekbirlerini tekrarlayarak mı devam ettiriyor namazı, yani imama uymayı..? Eğer böyle ise, namazları tamamdır. Yok eğer kendisi bir nevi müstakil imamlık yapmaya kalkışıyorsa, namazları sahih olmaz. Şöyle ki:
Cemaatle namaz kılınırken imamla cemaatin yerlerinin hakikaten veya hükmen bir olması gerekir. Bu birlik, safların bitişik olmasıyla sağlanır. Eğer namaz aynı bina içinde kılınıyorsa, içerdekilerin mekânları bir sayılır.
Bu itibarla, cami iki katlı veya çok katlı binalarda, mesela yurtlarda mescit olarak kullanılan bir katta cemaatle namaz kılınırken, bu kat cemaati almadığı takdirde, alt veya üstten bu kata bitişik katlarda duran cemaatin, müezzinin tebliği ile imamın intikallerinden (ara tekbirlerden) haberdar olmaları / duymaları halinde, imama uymaları sahihtir. İmamı veya imamı görenleri görmeleri, âdap bakımından güzel olmakla beraber, şart değildir.
Ses bağlantısının kesilmesi durumunda ise, imamın hareketlerinin takip edilememesi sebebiyle imama uyanların namazları bozulur. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1, 369-370, 394; Abdurrahman el-Cezîrî, Kitâbu’l-Fıkhi ale’l-Mezâhibi’l-Erbea, 1, 415]
Hâsılı; imamın sesinin cemaate ya müezzin ya da başka bir kimse tarafından ulaşması gerekir. İmamın sesi ulaşmazsa cemaat neye göre imama uyacak..? Öyle değil mi? Binaenaleyh herhangi bir sebeple imamın sesi kesilip, cemaat de imamı takip edemiyorsa, imama uyma özelliği kaybolmuş demektir. Dolayısiyle iktida da namaz da sahih olmaz.
Meseleyle ilgili detaylı bilgi için ayrıca bkz. http://halisece.com/namaz/2757-imamin-haline-vukuf-ve-namazda-hoparlor.html
İmamın haline vukûf ve namazda hoparlör
Halis ECE tarafından yazıldı.
Cemaatle kılınan namazlarda imamın haline vâkıf olmak şarttır. İmamın haline de dört şekilde vukuf mümkün olabilir.
1. İmamın kendi sesini işiterek... Böylece hangi durumda olduğu anlaşılmış olur.
2. İmamdan başka birinin namazdaki intikallerde getirmiş olduğu tekbiri duyarak... Mesela büyük cami ve namazgâhlarda yapılan uygulama ki; imamın sesinin duyulamaması sebebiyle müezzinin tekbirleri tekrarlaması gibi… Bu tatbikat, imamın hangi halde / rükünde olduğunu aksettirdiğinden dolayı imama uyma meselesinde geçerli bir âmil olmuş olur.
3. İmamın kendisini görerek... Bu vaziyette sesini duymaya ihtiyaç kalmadan bizzat kendisi görülmüş olur.
4. Cemaatten birini görerek... Bu halde de imamın durumuna muttali olan cemaatten biri görülerek, imama, doğru bir şekilde tâbi olma sağlanmış oluyor. İşitme engelliler imamın sesine göre değil, imamı görmeye veya göreni görmeye tâbi olarak namaz kılarlar.
Görüldüğü gibi dört maddenin tamamında da asıl maksat, imamın hangi halde (rukûda mı, secdede mi, kıyamda mı veya hangi rukünde)olduğunu bilebilmek ve cemaat olarak dosdoğru bir şekilde onu takip edebilmektir. Bu da, ya bizzat imamı görerek veya duyarak yahut cemaatten birinin görerek ya da duyarak olur... Camilerin alt ve üst katlarında ise, katlar arasında intikal tekbirlerinin duyulacağı şekilde tedbirler almak (boşluk, pencere, ızgara koymak) gerekir. Ömer Nasuhi Bilmen merhum, imamın haline vakıf olma ile ilgili olarak şöyle der:
“İmam ile muktedinin (imama uyanın) yerleri hükmen bir olmalıdır. Aralarında yüksek boylu bir duvar olup imamın görülmesini veya sesinin iştilmesini engellese, o imama uymak sahih olmaz. Yine, imam ile muktedi arasında veya bir muktedi ile öndeki saf arasında uzaklık bulunsa bakılır: Eğer namaz mescid dışında kılınıyorsa ve aradaki mesafe bir saf bağlanacak mikdardan az ise, imama uymak sahih olur. Fakat mesafe bundan daha çok ise uymak sahih olmaz. Amma namaz mescid içinde kılınmakta ise, aradaki uzaklık ne olursa olsun imama uymaya engel olmaz. Bununla beraber bazı âlimlere göre, Beytü’l-Makdis gibi pek geniş olan mescidlerde, saflar arasında ittisâl / bağlantı olmaksızın mescidin en uzak bir yerinde durup imama uyulması caiz olmaz.
“İmam hayvan üzerinde, imama uyan yaya bulunsa veya başka başka hayvanlara veya gemilere binmiş olsalar, yer değişikliği olduğundan imama uymak sahih olmaz. Yine, camide veya başka bir yerde imam ile muktedi arasında kayık geçecek büyüklükle bir ırmak veya araba yürüyecek genişlikle saflardan boş bir yol bulunsa, imama uymaya mâni olur.
"İmamın sesi kâfi gelmezse, cemaatten biri tarafından iftitah ve intikal tekbirleri yüksek sesle alınır ve rukûdan kalkarken de, 'Rabbena ve leke’l-hamd' denilir, yüksek sesle yine selâm verilir. Bu bir tebliğ, bir bildirimdir. Ancak tekbirler alınırken iftitah ve intikal tekbirleri olarak alınmalıdır, yalnız bildirme için alınmamalıdır. Eğer ilk tekbir ile namaza başlamaya niyet edilmez ise, bunu alan namaza başlamış olmaz. Diğerleri de tesbih, tahmid ve intikal tekbirleri olarak alınmazsa, sevaptan mahrum olmayı gerektirir, imamın sesi yettiği takdirde bu tebliğe gerek kalmayacağından, bu tebliğ işi mekruh olur. Buna müezzin olanlar dikkat etmelidirler." [A.g.m., Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yay. İst., 1966, 146-147; Daha geniş bilgi için aynı eserin ilgili bahsine müracaat oluna.]
Hoparlör kullanmanma meselesine gelince…
Camilerde vaaz ve hutbelerde ve ayrıca -maalesef- cemaatle namaz kılarken ihtiyaç olmadığı hallerde dahi mikrofon kullanılması iyice yaygınlaşmış durumdadır. Vaazlarda, hutbelerde, mukabelelerde mikrofon kullanılmasında bir mahzur olmamakla beraber, özellikle cemaat halinde namaz kılarken sesi yeterli olan bir imamın mikrofon kullanması hiç de münasip olmamakta ve huzû ve huşûa mâni olmaktadır. Keza, mikrofondan çıkan sesin, kişinin aynı sesi olmadığı da bir vakıadır, bunu ifade edenler âlimlerimiz vardır. Bunu da dikkate aldığımızda, sesi yeten bir imamın mikrofon kullanması
âdap bakımından muvafık değildir.
Ayrıca cemaat halinde namaz kılarken elektriklerin kesilmesi gibi durumları da göz önünde bulundurmak ve cemaatle namazda imama vâkıf olma şartlarına uymak gerekir. Mesela bir caminin bodrum katında namaz kılınırken hoparlörden gelen sesle imamın haline vâkıf olmak maksadıyla mikrofon kullanılıyorsa, elektriklerin kesilmesi veya mikrofonun yakadan düşmesi veya bozulması durumunda imama uyma hâli ve imama vâkıf olma durumu ortadan kalkar.
Binaenaleyh, büyük mekânlarda namaz kılarken imamın sesinin yetmediği hallerde, hoparlör kullanılmadan intikal tekbirlerinin yüksek sesle müezzin veya cemaatten birisi tarafından tekrarlanması gerekir. Ön önemlisi de, camilerin alt ve üst katlarında hoparlör kullanmadan intikal tekbirlerinin duyulabileceği şekilde bünyevî /strükttürel yani yapıyla ilgili tedbirlerin alınmasının iktiza ettiği aşikârdır!
Ayrca bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2756-buyuk-camilerde-alt-veya-ust-kattakilerin-imamin-sesini-duymasi-gerekir-mi.html
http://www.bolugundem.com/camilerimizdeki-hoparlor-rezaleti-14677yy.htm
Camilerimizdeki hoparlör rezaleti
Ana Sayfa» Yazarlar» Cevat Özsoy 09.07.2015 14:52
Cevat Özsoy / Bolu'nun Nabzı
Bir ay boyunca ruhen, kalben, vicdanen ve zihnen arınmamıza imkân veren Ramazan ayının sonuna doğru geliyoruz.
İftar sofrasının haz ve lezzetinden sonra, kılınan teravih coşkusunun gönüllere verdiği mutluluğu ancak yaşayan bilir.
Teravih coşkusunun, ta çocukluğumuzdan beri zihnimizde bıraktığı iz hep hatırlanır ve güzel bir anı olarak anlatılır.
Geçmişte, genelde, teravih cemaati arasında jet imam muhabbeti olurdu. Bugün artık, biraz da Diyanet’in meseleye mudahil olmasıyla, bu duruma çeki düzen verildi
Günümüzde ise, duyduğum muhabbet, camilerdeki yüksek sesli hoparlör. Nedense, cami görevlilerimiz camiye ne kadar cemaat gelirse, hoparlörleri bir o kadar açmak gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Eh, Ramazanda cemaat fazla olduğuna göre hoparlör sesini de fazlalaştırmak…
Güzel okunan ezan ve Kur’an, dinleyenlere bir zindelik, bir huzur, bir ferahlık verir. Rabbimizin kelamını dinlerken bir huşu hasıl olması gerekirken, yüksek volümlü ses ve uğultunun, cızırtının insana huzur vermesi mümkün mü?
Yıllardır camilerdeki cızırtıdan şikayet eden gazeteci yazar M. Şevket Eygi, birkaç ay önce Diyanet işleri Başkanı ile karşılaştığında, Başkan Görmez “şikayet ettiğin bu konuyu halledeceğim.” Diye söz verir; ama Eygi, bugüne dek ortada hiçbir hal, hiçbir düzenleme göremiyorum, diye yakınır.
Oturduğum mekân, Borazanlar mahallesinde yeni yapılan Bilal Habeşi Camisine yakın…
Teravihe müteakip bir dostun yanıma gelerek “Bu hoparlörün yüksek açılması müftülüğün emri mi?” diye sorunca “Yok, müftülüğün böyle bir emri olmaz ama görevlilerin duyarsızlığı, kendilerine bizzat söyle” dedim.
Söyledi ama değişen bir şey yok.
Arkasındaki safta on kişiyle namaz kılıyor ;ama imam efendinin önünde sabit mikrofon, yakasında seyyarı… ne oluyoruz arkadaş! Kitleleri coşturmak için cenge mi gidiyoruz.
Müftülüğümüzün bu hoparlör fetişizmine bir çözüm bulması lazım. Herhalde, görevlilere akustik dersleri verilmesi gerekiyor.
Mikrofon kullanımı, desibel, akustik konusunda tatbiki olarak bilgilendirme mi yapılacak, ne yapılacaksa yapılsın, Müftülüğümüzün bu konuya el atmasında yararı vardır.
Konu önemsiz gibi görünse de, kulağıma gelen bu tür yakınmaları duydukça, meseleyi sütuna taşımayı uygun gördüm ve konunun takipçisi olacağım. ,
Zannediyorum değerli okuyucular da aynı düşüncededir
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
xxxxxxxxxxxxx
Ehli sünnet bilinen bir hoca hoparlör sesi ile namaz caizdir diyor? | Osman Ünlü hoca. 2.3K views · 4 years ago ...more ...
Hoparlörle namaz olur mu? | Osman Ünlü hoca. 640 views · 3 years ago ...more. İsmet Büyükbulut. 34.6K. Subscribe.
Eksik: bidatı | Şu terimi ara: bidatı
Bayram namazında hoparlör kullanılıyor dışarıda kılarsak ne yapacağız?
Eksik: bidatı | Şu terimi ara: bidatı
İslam ve Toplum İman ve itikat bilgilerinin anlatıldığı, Osman Ünlü hocanın canlı yayında sorularınıza cevap verdiği İslam ve Toplum ...
Eksik: bidatı | Şu terimi ara: bidatı
İslâm alimlerinin kitaplarında bid'atin çok kötü olduğu bildiriliyor. Bid'at nedir ve neden çok kötüdür? İlahiyatçı Osman Ünlü Hoca ...
Eksik: hoparlör | Şu terimi ara: hoparlör
Hoparlör yok iken binlerce kisinin önünde dua , ezan okunurdu. Yeter ki cemaat sessiz olsun herkes isitir,gerekirse bir iki ekstra muezin ...
Bid'at sahipleriyle görüşmemelidir -www.osman-unlu.com web sitemizden Osman ÜNLÜ Hocamızı takip edebilirsiniz.
... Bidat işliyorlar diye gitmiyor. Eee hocam da diyor ... Hoparlör konusunda eee kitabında çok geniş ... Osman Ünlü Hoca ile Dini Bilgiler was live.
6 Nis 2016 — Bu fetvayı nerden okudun kardeşim bilmiyorum ama, hoparlör bidat değildir, genelde sofi kaynaklı siteler ve kişiler(osman ünlü..gibi) bidat ...
Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, ...
Filtrelenmiş Sonuçlarla İlgili Bildirimler
Hoparlör ile namaz kılmak ezan okumak bidat ya biz hiç hoparlörsüz cami göremedik Osman Ünlü Hoca. 65 views · 2 years ago ...more ...
1950'de Konya'da dünyaya geldi. İlk temel dini eğitimini ailesinden aldı. İlkokulu bitirinceye kadar birlikte oldukları dedesi ihlâslı bir mümindir.
www.osman-unlu.com web sitemizden Osman ÜNLÜ Hocamızı takip edebilirsiniz.
Eksik: hoparlör | Şu terimi ara: hoparlör
... osman-unlu.com web sitemizden Osman ÜNLÜ Hocamızı takip edebilirsiniz ... Hoparlör meselesi ile ilgili 25 Soru-Cevap ( OSMAN ÜNLÜ HOCA ). 172 ...
Eksik: bidatı | Şu terimi ara: bidatı
Dinde bid'at ne demektir?! Osman Ünlü Hoca.
Bid'at sahiplerinin dereceleri var mıdır? | Osman Ünlü hoca. 156 views · 3 years ago ...more. İsmet Büyükbulut. 34.5K.
... Bid'ati sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, ibadet diye uydurmak veya dinin önem verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din ...
Eksik: hoparlör | Şu terimi ara: hoparlör
yazan: M TEKİN · Alıntılanma sayısı: 4 — Zaten Osman Ünlü de yakın zamanlardaki konuşmasında camide hopar- lörü eleştirmektedir. Bu konuşmada Enver Ören'in bir cami yaptırdığını, içine ...
İslâm cemiyeti reisleri umumiyetle popüler şahıslardan seçilir. ... Hazret-i Osman böyleydi. 28 Ocak 2024 Pazar · Sual ... Hoparlör bidattır. Çirkin mekanik sesi ...
Osman Ünlü Hoca, hem belli konularda detaylı bilgiler veriyor, hem ... Dua etmesini bilmeyen, kavuşamaz( OSMAN ÜNLÜ HOCA ). OSMAN ÜNLÜ'DEN ...
Filtrelenmiş Sonuçlarla İlgili Bildirimler
Örnek vermek gerekirse; ezanda hoparlör ... Osman'ın cuma günü İkinci bir ezan okutması, „kim ... ünlü eserinde „bid'atın hasenesi olmaz, hepsi mezmumdur“ buyuruyor ...
302 YouTube, En Ünlü Bilim Adamları ATEİST! ... Çınaraltı YouTube kanalı konuşmacılarından Osman Sungur Yelken,467 Hayalhanem ... gerçekleştirilen karma eğitim ...
Meselâ, ezanda ve topluca kılınan namazlarda, hacıların organizasyonunda hoparlör ... Bid'ati dar kapsamlı olarak anlayanlar ise onu, “Hz. ... Osman (r.a) seferi ...
26 May 2013 — ... hoparlör ile kıldırmak. (Mezahibi erbea ... İbadetle bidatı,helalla haramı,küfürle imanı, doğruyla eğriyi ... Osman Ünlü Hoca ile Dini Bilgiler.
Ekrem Buğra Ekinci'nin resmi web sayfasıdır. Osmanlı Hukuku, İslam Hukuku ve Hukuk Tarihi hakkında bilgiler ihtiva etmektedir.
... Osman Nuri Ergin, Türkiye'de Şehirciliğin Tarihî ... ünlü gece kulübü ise. Reina. Yüksek sınıf bir ... hoparlör, bir ölçü olarak işlev görecek. Maalesef ...
9 Bidat'a "bidatı hasene" demek, kötülük getirir. ... Bazıları Osman Bin Affan r.a.'ın Cuma günü şer'i ... Ünlü zındıktır. Hafız Lisanu'lMizan'da şunları.
Resmî ziyafetlerle ünlü günlerde gerek merkezde gerek şube ve vasrtalarımrzda yapılack tenvi rat ve kutlulama masrafları da dahil olmak üzere bütçede aynca ...
Osman Ünlü, aynı söylemleri yine klasik kaynaklardaki görüşleri iktibas ederek tekrar etmektedir. Işıkçılığın mezheplerle ilgili yaklaşımı gelenek- sel halk ...
... Osman b. Cum”a Damiriyye). 2. bs. Taif: Dârü”l ... kulaklık takarak. - şarkıları Kürt milli bilincinde ve ... ünlü. Mem û Zîn adlı mesnevisi Newroz'un 17 ...
Filtrelenmiş Sonuçlarla İlgili Bildirimler
|
Bugün 878 ziyaretçi (1666 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|