PARALEL DİN
(1.YAZI)
İnsanlık tarihinde şeytanın ilhamlarıyla insanlar tarafından uydurulan ilahların ve evliyanın şirk dinine paralel din denir.
Allah'tan tüm Resüllere indirilen "İslam" haricinde kalan inançların hepsi paralel din sayılır.
Bu uydurma ve iftira din öyle iblisçe kurulur ki, insanların çoğu baştan sona kadar şirk olan bu dinin kurucularını "büyük alim, mutlak müçtehid, hata etmez din alimi" olarak kabul ederler.
Cahil ve menfaatçi çevrelerin verdiği destekle paralel din hak dini sarmalar, kuşatır, hak dini tamamen örter, anlaşılmasını imkansız kılarak onun yerini alır.
Bu zaman diliminde Allah'tan başka dayanakları olmayan Kur'an ehli muvahhidler sapık, dinsiz, "peygamber" düşmanı sayılarak onlara karşı iftiralar atılarak sindirilmeye çalışılır.
İşte insanlık tarihinde en kahpe organizasyon bu paralel din organizasyonudur.
En büyük rant ve sömürü bu paralel din sayesinde elde edilir.
Paralel dinin mensupları yollarının sapık olduğunu kabul etmediklerinden dolayı cehennemi görünceye kadar iman etmeyeceklerdir.
Onlara göre dinlerine, dinlerinin kaynaklarına, din âlimlerine ve mezhep müctehitlerine karşı gelen ve onları eleştiren herkes sapık ve dinsizdir.
"O, bir grubu(vahiy'le) doğru yola iletti, bir gruba da(vahiy'den yüz çevirdikleri için onlara) sapıklık müstahak oldu.
Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost (evliya) edindiler.
Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını zannediyorlar"
(Âraf, 30)
Allah'ın insanlardan ne istediğini anlamak için vahiy'den başka başvurulacak hiçbir kaynak gösterilemez
.
---------------
|
Âyet ve hadisten kaynak göstermek
|
Sual: Ehl-i sünnet bir hoca, (Günümüzde hiçbir ilahiyatçının, âyet ve hadisten kaynak göstermeye yetkisi yoktur) dedi. Niye yetkisi yok? Mesela günümüzdeki bir müftü, bir hadis kitabına bakarak, kaynak gösteremez mi?
CEVAP
Kur’an ve hadisi kaynak göstermek demek, Kur’an ve hadisten anladığına uymak demektir. Müctehid olmayan bir âlimin bile, kendi anladığına değil, mezhebinin bildirdiği hükme uyması lazımdır. Eğer kendi anladığı Kur’an ve sünnete uysa bile, yetkisi olmadığı için gösterdiği delil senet olamaz. Çünkü bugün dünyadaki hiçbir ilahiyatçının âyet ve hadisten kaynak gösterme yetkisi yoktur. (Yetkim var) demek, haddini bilmemek olur. Zaten dindeki anarşiler, her kafadan çıkan çatlak sesler de, bu yetkisizlikten kaynaklanmaktadır.
Niye kaynak gösterilemez? Önce âyetlerden birkaç örnek verelim:
1- Bir âyet-i kerime meali:
(Ey inananlar, namaza kalktığınızda yüzünüzü, ellerinizi yıkayın, başınızı mesh edin ve ayaklarınızı...) [Maide 6]
Günümüzdeki bir ilahiyatçı, (Bu âyete göre, başın bir kısmını veya tamamını mesh etmek farzdır) diyemez, buna yetkisi yoktur. Âyet-i kerime açık değildir. Meshin mahiyeti Peygamber efendimizin açıklaması, tatbikatı ve mezhep imamlarının açıklamasıyla anlaşılmıştır.
Peygamber efendimizin uygulamasını ve açıklamalarını da dikkate alan İmam-ı Mâlik ile İmam-ı Ahmed bin Hanbel, (Baş denince başın tamamı anlaşılır ve başın tamamını mesh etmek farzdır. Peygamber efendimiz de başın tamamını mesh ederdi) şeklinde ictihad ettiler.
İmam-ı a’zam, (Bir şeyin dörtte biri, tamamı yerine geçer. Başın dörtte birini mesh eden, tamamını mesh etmiş olur. Peygamber efendimiz başın tamamını mesh etmiştir. Bu ise sünnettir) buyurdu.
İmam-ı Şâfiî, (Mesh demek, yıkamak demek değildir, ıslak eli sürmektir. Başa bir parmakla sürülse de mesh edilmiş olur. Peygamber efendimiz başın tamamını mesh etmiştir. Bu ise sünnettir) diye ictihad etti.
İlahiyatçı, hangi mezhepte ise, mezhebinin hükmünü bildirmek zorundadır. Âyetten anladığına göre hüküm veremez. Verirse mezhepsiz olduğu anlaşılır.
2- Bir ilahiyatçı, yukarıdaki abdest âyetine bakarak, (Abdestte tertip farzdır veya değildir) diyemez. Mezhebinin hükmü ne ise onu bildirmesi gerekir. Kendi görüşünü söylerse, müctehid taslağı ve mezhepsiz olduğu anlaşılır. İmam-ı Şâfiî ile İmam-ı Ahmed bin Hanbel, (Abdest alırken âyette bildirilen sıraya göre yıkamak yani tertip farzdır. Peygamber efendimiz de, bu sırayla abdest almıştır) buyurdular. İmam-ı a'zam ile İmam-ı Mâlik, (Âyette bildirilen sıra ile abdest almak farz değildir. Peygamber efendimiz, bildirilen sıra ile abdest almıştır. Bu ise sünnettir) buyurdular. Bir ilahiyatçı, âyete bakarak kendi görüşünü değil, mezhebinin hükmünü söylemek zorundadır. Mezhebine uymazsa, mezhepsiz olduğu anlaşılır.
3- Yukarıdaki abdest âyetinde, abdestte ayakları yıkamak mı, mesh etmek mi gerektiği tam açık değil. Peygamber efendimizin ayaklarını yıkadığı görülünce, ayakları yıkamanın farz olduğu anlaşıldı. Ama Şiîler, Resulullah'ın tatbikatına rağmen, (Ayakları yıkamak değil, mesh etmek farzdır) diyorlar. Bir ilahiyatçı, âyete bakarak kendi görüşünü değil, mezhebinin hükmünü söylemek zorundadır. Mezhebine uymazsa mezhepsiz olduğu anlaşılır.
Yine aynı âyette mealen, (Kadınlara dokunduğunuz zaman gusledin) buyuruluyor. Bir ilahiyatçı, mezhebinin hükmüne göre değil de, anladığına göre, (Evet, kadınlara dokununca gusül gerekir) derse, mezhepsiz olduğu anlaşılır. Âyet-i kerimedeki dokunmaktan kastın, cima olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir.
Bir ilahiyatçı, âyetlerde olduğu gibi, hadislere de bakarak hüküm veremez. Mezhebinin hükmünü söylemesi gerekir. Hadis-i şeriflerden birkaç örnek verelim:
(Kan aldırmak abdesti bozmaz.) [Beyhekî] (Hanefî hariç, üç mezhepte bozmaz.)
(Abdestte ağzı ve burnu yıkamak sünnettir.) [Müslim] (Hanbelî mezhebinde farz, diğer üç mezhepte sünnettir.)
(Deve eti yemek abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî ] (Sadece Hanbelî mezhebinde bozar. Diğer mezheplerde bozmaz.)
(Besmelesiz abdest olmaz.) [Ebu Davud, Tirmizî, Beyhekî, Hâkim] (Hanbelî’de böyledir.)
(Ateşte ısınmış bir şeyi yiyip içmek abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, İbni Mace, Tirmizî, Nesaî] (Dört mezhebin hiç birinde abdesti bozmaz.)
(Denizin hayvanları helâldir.) [Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî] (Hanefî’de balık şeklinde olmayan deniz hayvanlarını, deniz haşeratını yemek caiz değildir. Diğer üç mezhepte ise caizdir.)
Bir ilahiyatçı, bu hadis-i şeriflere bakarak hüküm veremez. Sadece mezhebinin hükmünü söyleyebilir. (Mezhebimiz bu hadise göre hareket etmektedir) diyebilir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:
Hadislerle amel etmek bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı görünen hadis-i şerifler, delil ve senet olamaz. Mesela bir Hanefi'nin, (İmam arkasında Fâtiha okumak farzdır. Bu konuda sahih hadis var) diyerek imam arkasında Fatiha okuması ilhaddır. (1/312, Mebde ve Mead 31)
Kifâye kitabında, (Bir din adamı, bir hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Hadis tevil gerektirebilir veya nesh edilmiş olabilir. Mezhebinin hükmüyle amel etmesi lazımdır. Böyle yapmazsa, farzı terk etmiş olur) deniyor. (Tuhfe)
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete veya hadise uymuyor görünse de yanlış değildir. Çünkü âyet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir âyet veya hadisle değişmiş, nesh edilmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berîka s. 94)
İşte bu sebeplerden dolayı, kitap veya makale yazan bir ilahiyatçı, (Buhârî’de böyle yazıyor, Müslim’de şöyle yazıyor) diyerek, buna göre hüküm çıkarma yetkisi olmadığı için, kaynak olarak herhangi bir hadisi gösteremez. Mezhebinin hükmünü yazar. (Mezhebimiz, şu hadisi delil almıştır) diyebilir. Biz de, sitemizde dînî bilgilerde, Hanefî âlimlerinin bildirdiği hadis-i şerifleri aldık. Mesela, bu hadis-i şerif, Buhârî’de, Tirmizî’de diye, hadis kitabının adını bildirdik. Yoksa direkt hadis kitaplarından alma yetkimiz yoktur.
|
Kur’andan başka delil var mıdır?
|
Sual: (Kur’andan başka kaynak tanımam, benim için sadece Kur’an delildir. Meal okuyup onunla amel ederim) diyenler haklı değil midir? Allah’ın kitabı yetmiyor mu, başka kaynağa ne ihtiyaç var?
CEVAP
Bunu söyleyen kimsede, zerre kadar samimiyet yoktur. Böyle söyleyenler Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerime inansalar, onun bildirdiklerine de inanırlar.
Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. Resulüne ve âlimlere de uyulmasını emrediyor. Şu âyet-i kerimeleri, hangi mezhepsiz inkâr edebilir ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.)
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.)
(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78)
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail, Kur’anla beraber, onun açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.) [Buhari]
(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim]
(İhtilaflarda, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]
(Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah'a asi olmuş olur.) [Buhari]
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir postacıdır) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor.
Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana inanıyorum demeleri yalandır; çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez. Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]
Kur’an-ı kerimde, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü dışlayıp, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesiyle kâfir olur.
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun, âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için 72 sapık fırka meydana çıktı? Üç ayet-i kerime meali:
(Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere, âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre de uyulması gerekiyor.)
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz; çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır.
Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez.
.
|
----------------------
|
Bu konu Kur'an'da apaçık ortaya konmuştur.
Yüce Allah, kullarını göndermiş olduğu Kur'andan sorumlu tutmuştur.
"Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl.
Şüphesiz sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.
Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"
(Zuhruf, 43, 44)
"De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar"
( Enbiya, 45)
Bu konuda yüzlerce âyet mevcuttur.
Yani yüce Allah Kur'an'dan başka hiçbir kaynak ile insanları sorumlu tutmamıştır.*****
Bu yüzden din adına Kur'an'dan başka bütün kaynak eserler Allah ve Resulü'ne hakaret ve iftira olarak görülmelidir.
Fakat paralel dinin iblisleri, kendi inanç ve fikirlerini Allah'ın mutlak hidayet olan kitabının yerine geçirerek vahiy'den haberi olmayan ümmi insanlar nezdinde kendilerini birer Rab ve ilah konumuna sokmuşlardır.
Bu konuda Rahmân ve Rahim olan Allah şöyle buyuruyor.
"Heva ve hevesini kendine ilah edineni gördün mü?
Bilerek yaptığı için Allah onu sapık saymış, sanki kulağına ve kalbine mühür basmış, gözüne de perde çekmiştir.
Allah'tan(onun kitabından) sonra artık kim onu doğru yola iletebilir. Öğüt almaz mısınız?
(Casiye, 23)
Bu konu o kadar önemli ki, Alim ve hakim olan Allah Davud (Aleyhisselam) ı şu şekilde uyarmaktadır.
"Ey Davut!
Biz seni yeryüzünde halife tayin ettik. O halde insanlar arasında adaletle hükmet.
Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.
Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır"
(Sâd, 26)
Gaffar ve Mustean olan Allah, Nebi ( a.s ) a şöyle buyuruyor.
"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an'ı) gönderdik.
Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma..."(Mâide, 48)
.(2.YAZI)
Şia ve Ehli Sünnet din âlimlerinin inancı şöyle şekillenmiştir.
Allah'ın kitabından bazı konular hakkında onlara âyetler okunduğu zaman bu âyetler mezheplerinin ictihadlarına muhalif ise kesinlikle âyetleri kabul etmezler. (iftira ediyorlar)
halbuki
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
(Nass [yani âyet, hadis] olan yerde kıyas yapılmaz. Biz, zaruret olmadıkça kıyas yapmayız. Bir sual karşısında kalınca, önce Kur'an-ı kerimde ararız. Bulamazsak, hadis-i şeriflerde ararız. Yine bulamazsak, Eshab-ı kiramın herhangi birinin sözlerinde ararız. Bu sualin cevabını bunlarda da bulamazsak, kıyas yaparak cevabını buluruz.)
.Onlara bakmazlar, âyetleri ciddiye almazlar ve mezheplerine aykırı olan âyetlere hayret bakarlar.
*************
|
Kıyas ve ictihad ne demektir?
|
Sual: Âyet ve hadis varken ictihad yapılamayacağına göre, imam-ı a’zam niçin kıyas yaptı?
CEVAP
Önce kıyas ve ictihadın tarifini yapalım:
Kıyas; Bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılmayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Haşr suresinin, (Ey ilim sahipleri itibâr edin) manasındaki 2. âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. İtibâr, benzetmek demektir. (Menâr şerhi)
İctihad; Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. Kıyas, yani ictihad yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin “Mezheb”i denir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadda yanılmak da günah değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. âyet-i kerimesi ile Nisa suresinin, (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyet-i kerimesi ictihad etmeyi bildiriyor. Allahü teâlâ, müctehidin hükmünü kabul ediyor. Bir müctehide, kesin olarak hata etti diyen, hüküm olarak onu kabul eden Allah’a hata isnat etmiş gibi olur. İmam-ı a’zam hazretlerinin her sözü, her işi, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile idi. Bir kimse, dört mezhep imamının sözlerini, kıskanmadan ve inat etmeden, insaf ile incelerse, her birinin, gökteki yıldızlar gibi olduklarını görür.
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
(Nass [yani âyet, hadis] olan yerde kıyas yapılmaz. Biz, zaruret olmadıkça kıyas yapmayız. Bir sual karşısında kalınca, önce Kur'an-ı kerimde ararız. Bulamazsak, hadis-i şeriflerde ararız. Yine bulamazsak, Eshab-ı kiramın herhangi birinin sözlerinde ararız. Bu sualin cevabını bunlarda da bulamazsak, kıyas yaparak cevabını buluruz.)
Bir kere de buyurdu ki:
(Bir sualin cevabını, âyette ve hadis-i şeriflerde bulamazsak, Eshab-ı kiramın çeşitli cevaplarını bulursak, kıyas yaparak, bu cevaplardan birini seçeriz.)
Bir kere de buyurdu ki:
(Âyette ve hadislerde bulamadığımız bilgilerde, dört halifenin "radıyallahü anhüm" cevaplarını seçeriz. Resulullahtan gelen hadis-i şeriflerin başımız üstünde yeri vardır. Onlara uymayan bir şey söylemeyiz.)
İmam-ı a’zam hazretleri, hiçbir yerde bulamadığı bir bilgi için, kendi kıyas ettikten sonra, bir sahabinin sözünü işitirse, kendi re’yini bırakıp, o söze uygun cevap verirdi. Ebu Muti’ hazretleri diyor ki: Bir Cuma sabahı Ebu Hanife ile birlikte Kufe Camiinde idim. Süfyan-ı Sevri ve Mukâtil ve Hammâd bin Müslim ve daha başkaları içeri girip, Ebu Hanife’ye, (Senin, din işlerinde kıyasla cevap verdiğini işittik. Senin için korktuk) dediler. İmam-ı a’zam, onlarla yaptığı münazarada, Kur’an-ı kerimden, sonra hadis-i şeriflerden, daha sonra Eshab-ı kiramın ittifakla bildirdiklerinden cevap verdiğini anlattı. Hepsi kalkıp, “Sen âlimlerin seyyidisin, bizi affet, bilmeden seni üzdük” dediler. O da, “Allahü teâlâ, bizi ve sizi affeylesin” dedi.
Hanefi mezhebindeki bütün müctehidler de, diğer mezhep reisleri ve mezhepteki müctehidler gibi, zaruret olmadıkça, kıyas yapmamıştır. Nass olan yerde kıyas yapılmaz buyururlardı. İmam-ı a’zamın ictihadına itiraz eden, onun mezhebinin inceliğini anlayamayan veya sapık olandır.
Taceddin-i Sübki hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin vârisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır. Onlar gibi olmayanlar, bu delilleri anlayamaz. Müctehidlerin ayrılıkları, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıklar gibidir. Resulullah efendimiz ayrılıkları için Eshab-ı kirama dil uzatmayı yasak etti. Hepsini iyilikle anmayı emretti. (Mizan-ül-kübra)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (c.1, m.186)
İmam-ı a’zam ve kıyas
Sual: İmam-ı azamın hadislere önem vermeyip kıyas yaptığı söyleniyor. Bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Asla doğru değildir. İmam-ı a’zam hazretleri, (Mezhebim, hadis-i şeriflere yapışmaktır) buyururdu. İmam-ı Şafii, imam-ı a’zamın ictihadının inceliğinden, az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müctehidler, imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin çocukları gibidir. Fıkıh âlimi olmak isteyen, Ebu Hanife’nin kitaplarını okusun” demiştir. (Sîret-i Şâmî)
Evliyanın büyüğü, tasavvuf deryasının dalgıcı Muhammed Bahâeddin-i Buhari hazretlerinin yetiştirdiği evliyanın büyüklerinden olan hâce Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki: İsa aleyhisselam gökten indiği zaman, ictihad edecek, ictihadı imam-ı a’zam Ebu Hanife mezhebine uygun gelecektir. Onun helal dediğine helal, haram dediğine haram diyecektir. (Fusul-i sitte)
İlmi bir münazarası şöyledir:
Hazret-i Ali'nin torunu, Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı azam hazretlerine gelip dedi ki:
- Ceddimin hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ettiğinizi duydum. Onun için geldim.
- Bundan Allahü teâlâya sığınırım.
Sonra Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup edeple sordu :
- Efendim, erkek mi zayıftır, kadın mı?
- Kadın, daha zayıf yaratılışlıdır.
- Dinimize göre kadının hissesi ne kadardır?
- Erkeğin yarısı kadardır.
- Bakın, eğer kıyas ile söyleseydim, bu hükmün tersini söylerdim. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilmeli derdim. Sizin söylediğiniz gibi bildirdiğime göre, bu durum, hadis-i şeriflere sıkı sıkıya bağlı olduğumu göstermez mi?
- Evet hadis-i şerife aykırılık yok.
Hazret-i İmam tekrar sordu:
- Namaz mı efdaldir, oruç mu?
- Elbette namaz efdaldir.
- Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu değil, namazını kaza etmesini bildirirdim. Bu da hadis-i şeriflere bağlılığımı göstermez mi?
- Evet bunda da hadis-i şeriflere aykırılık yok.
- Size bir soru daha sorayım. İdrar mı necistir, meni mi?
- Elbette idrar necistir.
- Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmeyi söylerdim. Hadis-i şerife aykırı şey söylemekten Allahü teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın sözlerine kıymet veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum.
Bu konuşma üzerine Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin kendisine yanlış tanıtıldığını anlayarak kalkıp onun alnından öptü. Bu olayda gösteriyor ki, âlimi ancak âlim anlar.
Sual: Resulullahtan sonra Eshab-ı kiram, hakkında âyet ve hadis olmayan bir iş ile karşılaştıklarında nasıl hareket ederlerdi?
CEVAP
Resulullah efendimiz hayatta iken, vahiy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyordu. Ondan sonra vahiy kesildi. Fakat, Kur'an-ı kerim nice Eshabın ezberinde idi. Kur'an-ı kerimde açık bildirilmeyen şeyler de, sünnet-i seniyye ile, yani Resulullah ne demiş ve ne yapmış ise, yahut bir kimseyi bir iş yaparken görüp de men etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fakat, sünnet-i seniyye ve hadis-i şerifler de, bütün Eshabın ezberinde değildi. Çünkü, bir kısmı pazar yerlerinde alışveriş ile, kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her zaman gelemezlerdi. Bunun için, Resulullahın öğrettiklerini işitenler, işitmeyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadis-i şerifleri, birbirlerinden sorup öğrenirlerdi.
Eshab-ı kiram, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, rey ve kıyas ederek, yani bilinenlere benzeterek, o işi yaparlardı. Böylece, ictihad kapısı açıldı. Eshab-ı kiramın veya başka müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihadları birleşirse, şüphe kalmaz. İctihadların, böyle birbirine uygun olmasına İcma-ı ümmet denildi. İctihad yapabilmek için, derin âlim olmak gerekir. Böyle âlimlere Müctehid denir. Bir iş üzerinde, müctehidlerin ictihadları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihadına göre söylemesi ve yapması vaciptir. (Kısas-ı Enbiya)
Kıyas ve dindeki dört delil
Selefi görüşlü kimseler, kıyas yaparak ictihad etmenin caiz olmadığını bildirerek, kıyas yapan imam-ı a'zam, imam-ı Şafii gibi mezhep sahibi büyük müctehid âlimlere dil uzatıyorlar.
Edille-i şeriyye [din bilgilerinde, müctehid imamlara delil] dörttür: Bunlar, Kur'an-ı kerim, Sünnet [hadis-i şerifler], İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı fukaha’dır. Sünnet, icma ve kıyas, Kur'an-ı kerimde bulunmayan şeyleri eklemek değildir. Bunlar, Kur'an-ı kerimin içinde kapalı olarak bulunan bilgileri meydana çıkarmaktadır. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını, Kur'an-ı kerimde açık olarak bulamazsa, hadis-i şeriflere bakar. Bunlarda da açıkça bulamazsa, bu iş için, İcma var ise, öyle yapılmasını bildirir. İcma sözbirliği demektir. Yani, bu işi eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen tabiinin de icmaı delildir, senettir. Günümüzdeki dinde reformcuların ve din cahillerinin ittifak ettikleri sözlere, icma denmez.
Kıyası inkâr sapıklıktır
Kıyas, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Kıyas, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin, derin, örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapar, onların da ayrı mezhepleri var idi. Beydavi tefsirinde kıyas ve icmaın, Al-i İmran suresinin 108. âyetinde emredildiği yazılıdır. İbni Âbidin hazretleri, (Kıyas ile anlaşılan bilgileri kabul etmeyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme girer) buyuruyor. Kıyasın delil olduğu aklen ve naklen sabittir. (Fatebiru) âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. (Menar şerhi)
[Bu âyet-i kerimenin, kıyasın caiz ve gerektiğini bildirdiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.]
Araf suresinin, (Allahü teâlâ, rüzgarı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgarlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırır, o yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezarlarından böyle çıkaracağız) mealindeki 57. âyet-i kerimesi de kıyasın hak olduğunu ispat etmektedir. Bu âyette, ihtilaflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu, yeryüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine benzeterek ispat etmektedir.
[Kıyası inkâr nasıl olur?
İmam-ı a’zamın kıyası hak değil demek, kıyası inkâr etmek demektir. Kıyas dinimizde bir delildir. Bu delili inkâr etmek olur. Kıyas hakkında Kur'anda ve hadiste deliller vardır. Bu delilleri inkâr etmek küfür olur demektir. Yoksa imam-ı a’zamın kıyasla bulduğu bir hükmü inkâr eden ne kâfir olur, ne de fâsık olur. Mesela imam-ı a’zam kıyasla imam arkasında fatiha okunmaz diyor, okumak harama yakındır diyor. İmam-ı Şafii farz diyor. Biz hanefi olarak, imam-ı Şafii’ye hayır farz değil desek küfür olmaz. İctihada yanlış demek ayrı kitap, sünnet, icma ve kıyas dinde delil değildir demek ayrıdır. Yalnız Kur'an diyenler diğer üç delili inkâr ettikleri için kâfir oluyorlar.]
İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihaddan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer ahkâm-ı şeriyyeye kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak, çalışmaktır. Mesela ana-babaya itaati emreden âyet-i kerimede, (Onlara, öf sıkıldım demeyin) buyuruluyor. Dövmekten, sövmekten bahis buyurulmamıştır. Âyet-i kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir.
İctihadı emreden âyetler
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İctihadı emreden âyet-i kerime çoktur. Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. ve Nisa suresinin (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyeti ictihadı emrediyor.) [Mizan-ül kübra]
Şu âyet-i kerime de, birbirine benzemeyen olayların, hükmünün de farklı olduğunu bildirmektedir: (Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip salih amel işleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.) [Casiye 21]
İmam-ı Razi, kıyasın delil olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklit etmesinin vacip olduğunu, (Ülül-emre itaat edin) mealindeki âyet-i kerimeden çıkarmıştır. Mutlak müctehid olmayan âlimlerin de, mukallid olduklarını, usul âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden ayrılmak haramdır. Bu husus, Nisa suresinin 114. âyetinden anlaşılmaktadır. (Eşedd-ül-cihad)
İmam-ı Müzeni, (Asr-ı saadetten beri fakihler kıyası kullanmışlardır. Kıyası inkâr caiz olmaz) diyor. Kıyasın, şer’i bir delil olduğu hakkında, Eshab-ı kiramın ittifakı vardır. Hazret-i Ebu Bekir, miras konusunda, ölenin babası yoksa, babanın babasını, baba hükmünde saymıştır. (Usul-i fıkıh)
Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’e, biat ederken; namaz imamlığı ile devlet başkanlığını kıyas ederek, (Resulullah, Onu din işimizde imam tayin etti, biz de onu, dünya işimizde imam tanırız) diyerek ictihadda bulunmuşlardır. (Usul-i Serahsi)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (1/186)
İctihad delildir
Sual: İctihadın dinde delil olduğuna dair bir hadis var mıdır?
CEVAP
Delil olmasa müctehidler hiç ictihad eder miydi? Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
Resulullah efendimiz, Muaz bin Cebeli Yemen’e vali olarak gönderirken buyurdu ki:
- Orada ne ile hüküm edeceksin?
- Allah’ın kitabı ile...
- Allah’ın kitabında bulamazsan?
- Allah’ın Resulünün sünneti ile…
- Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?
- İctihad ederek, anladığımla hüküm veririm.
Resulullah efendimiz, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup, (Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi)
İstihsan nedir?
Sual: İbni Hazm, kıyasın, istihsanın ve taklidin câiz olmadığını bildiriyor. İstihsan nedir?
CEVAP
İbni Hazm’ın kendisi de sözü de senet değildir. Selef-i salihini beğenmeyip hak yoldan ayrılarak Zahiriye fırkasına girmiş felsefeci bir âlimdir. (Keşf-üz-zünun)
İstihsan, birçok müctehid tarafından dinde delil kabul edilmiştir. İstihsan, müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükmü vermesidir. Tâli olarak örf ve âdet de delil olarak kabul edilmiştir.
Hanefi müctehidleri gibi İmam Mâlik de, "İstihsan ilmin onda dokuzudur" diyerek istihsanı övmüştür. İmam Şafiî, istihsanı bir delil saymamıştır. Bazı kimseler, “Niye İmam-ı Şafii, istihsanı delil kabul etmemiştir” diyorlar. Doğru cevabı, müctehid olduğu içindir. Müctehid, kendi ictihadı ile hareket etmek zorundadır. Hanefi müctehidleri, İmam-ı Şafii’ye istihsan delildir sen de kabul et diyemeyecekleri gibi, İmam-ı Şafii de, istihsan delil değildir, siz de kabul etmeyin diyemez. Çünkü ictihad ictihadla nakzedilmez. Yani bir müctehidin ictihadı ile başka müctehidin ictihadı bâtıl sayılamaz.
Kıyas da ilimle olur
Sual: Aklımız olduğuna göre, biz de dinde kıyas yapabilir miyiz? Mesela, (Miras haktır, bir babanın iyi veya kötü, Müslüman veya kâfir, her çocuğu eşit hakka sahiptir) diye kıyas yapmak uygun olmaz mı?
CEVAP
Evet, çok yanlış olur. Sırf akılla, benzetmeyle kıyas olmaz. Kıyas yapabilmek için müctehid olmak lazımdır. Günümüzde de müctehid bulmak imkânsız denecek kadar zordur.
Müctehid olmayanın, başka hükümlere benzeterek yapacağı kıyasların yanlış olacağına dair, birkaç örnek verelim:
1- Her evlat miras hakkına sahiptir. Ancak kâfir evlat, miras alamaz. Kız evlat da erkeğe göre yarısını alır.
2- Yemek yerken unutan yemeğin sonunda hatırlarsa Besmele çekerse başında çekmiş gibi olur, fakat abdestte başında söylemezse, sonundaki söylemek başında çekmiş gibi olmaz.
3- Kan ve kanlı şeyler haramdır, ama dalak haram değildir.
4- Kesilmeden öldürülen hayvan leş olur, yenmez, ama balık öyle değildir.
5- Balık şeklinde olmayan deniz hayvanları yenmez, ama yılan şeklinde olan yılan balığı yenir.
6- Bütün mucizeler yaratılmıştır, ama Kur'an-ı kerim, mahlûk olmayan mucizedir.
7- Cehennemde kâfirlerin azapları hiç hafiflemez, fakat Ebu Leheb’in azabı, Peygamber efendimiz doğunca sevindiği için, yılda bir gün hafifler.
8- Müslüman kadın saç ve kollarını açamaz, ama Müslüman cariye açar.
9- Hayvanlar, âhirette toprak olur, fakat on hayvan toprak olmaz, Cennete girer.
10- Tabaklanan hayvan derileri temiz olur, fakat domuz derisi tabaklansa da temiz olmaz.
İctihad, bir yorum değildir
Sual: İctihad, bir kimsenin kendi yorumu, kendi anladığı, kendi düşüncesi midir ve herkes yapabilir mi?
Cevap: İctihad, kişinin kendi anladığı, düşündüğü bir yorum, bir görüş değildir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadtan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak, çalışmak demektir. Mesela anaya, babaya itaati emreden âyet-i kerimede mealen; (Onlara, öf sıkıldım demeyin!) buyuruluyor. Bu âyette, ana, babayı dövmekten onlara sövmekten bahsedilmiyor. Âyeti kerimede, yalnız bunların en hafîfi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehitler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir.
Yine mesela, Kur’ân-ı kerimde şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemiştir. Şarabın haram olmasının sebebi, hamr kelimesinden de anlaşılacağı üzere, aklı karıştırdığı, giderdiği içindir. Bundan dolayı müctehidler, şarabın haram olmasındaki sebep, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. Her sarhoş eden şeyin haram olduğunu emir buyurmuşlardır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, ictihad ediniz! diye emrediyor. Birçok âyet-i kerimelerden, ilimleri derin olan yüksek derecedeki âlimlerin ictihad ile emir olundukları anlaşılmaktadır. O hâlde, ehliyeti, liyakati ve ilimde ihtisası tam olanların, yani manaları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin içlerinde saklı bulunan hüküm ve meseleleri, anlayabilecek kuvvet ve kudrette olanların ictihad etmesi farzdır.
İctihad makamına layık olabilmek için
Sual: Birazcık din bilgisi olan her Müslüman, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkarabilir mi, ictihad yapabilir mi?
Cevap: İctihad makamına layık olabilmek için, birçok kayıt ve şartlar vardır. Öncelikle Arabi yüksek ilimleri bilmekle beraber, Kur’ân-ı kerimin hepsini ezberlemek, âyet-i kerimelerdeki incelikleri, indiği zamanları, sebepleri, ne hakkında geldiklerini, umumi, cüzi, nasih, mensuh olduklarını ve bunlar gibi diğer veçhelerini, hususlarını bilmek lazımdır. Ayrıca kütüb-i sitte ve diğer hadis kitaplarında bulunan hadis-i şeriflerin hepsini ezberden bilmek, her hadisin ne zaman ve ne için söylendiğini, hangi hadisin diğerinden evvel veya sonra olduğunu, hangi hadise, olay üzerine söylendiklerini, kimler tarafından rivayet edildiklerini, rivayet edenlerin her birinin hâl tercümelerini bilmek de lazımdır.
Yine fıkıh ilminin usul ve kaidelerine vâkıf olmak, oniki ilmi, âyet-i kerimelerin, hadis-i şeriflerin rumuz ve işaretlerini, açık ve kapalı tefsirlerini anlayıp kavrayabilecek ayrı bir irfana, imana ve nur dolu bir kalp ve vicdana sahip bulunmak lazımdır.
Bu yüksek vasıflar ictihad makamının lüzumlu şartlarıdır. Fakat, böyle faziletleri taşıyan, akılları kuvvetli kimseler, ancak Peygamber efendimizin, Sahabe-i kiramın zamanında, Tabiin ve Tebei tabiin devrinde bulunabiliyordu. Bunlar, sohbet bereketi ile yetişiyor, kemale geliyordu. Zaman ilerleyip, Asr-ı saadetten uzaklaşıldıkça, fikirler, reyler bozulmuş, dağılmış, bid'atler türemiş, böyle üstün, kıymetli kimseler yavaş yavaş azalmış, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara, özelliklere malik bir âlim ortada kalmamıştır. Böyle olduğu, Mîzân-ül-kübrâ, Redd-ül-muhtâr ve Hadîka kitaplarında, açıkça yazılıdır.
Her düşünen müctehid midir?
Sual: Din konusunda, düşüncesinde isabet eden sevap alır diye bir hüküm var mıdır?
Cevap: Misyonerlerin asırlar boyu devam eden çalışmaları, İngilizlerin iğrenç siyaseti ve her türlü maddi güçlerini kullanması ile, İslâm dininin bekçisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin hizmetçisi olan Osmanlı devleti parçalanınca, mezhepsizler meydanı boş buldular. Bilhassa, Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, mesela Suudi Arabistan’da, yalan ve hilelerle, Ehl-i sünnete saldırmaya, İslâmiyeti içeriden yıkmaya başladılar. Suudi Arabistan’dan dağıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlığın dünyanın her yerine yayılmasını sağladı. Pakistan’dan, Hindistan’dan ve Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmayan bazı din adamları, bu saldırganlara destek olarak mevkilere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhassa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmak için yaptıkları hıyanetleri, bu habis kazançlarına sebep olmakta imiş. Medreselerdeki talebeyi, Müslüman yavrularını aldatmak için yazılan kitaplardan birinde;
“Bu kitabı, mezhep taassubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım” deniyor. Bunlar, mezhep taassubunu kaldırmayı, Ehl-i sünnete saldırmakta gördüğünü söylemektedirler. İslam dinine hançer saplamakta, bunu Müslümanların kavgasız yaşaması için yaptığını söylemektedirler. Kitabın bir yerinde;
“Düşünen bir insan, düşüncesinde isabet ederse, on misli, hata ederse, bir ecir alır” deniyor. Buna göre her insan, yani ister Hristiyan, ister müşrik olsun, her düşüncesinde ecir alacak. Hem de doğru olanlarında on sevap! Peygamber efendimizin hadîs-i şerifini değiştiriyorlar, hile yapıyorlar. Halbuki hadîs-i şerifte;
(Bir müctehid, âyet-i kerimeden ve hadîs-i şeriften, amele ait bir hüküm çıkarırken, isabet ederse, buna on sevap verilir. Hata ederse, bir sevap verilir) buyuruluyor. Hadîs-i şerif, bu sevapların her düşünene değil, ictihad derecesine yükselmiş olan İslâm âlimine verileceğini, buna da, her düşünmesine değil, Nasslardan, amele ait hüküm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermektedir. Bu çalışması ibadettir. Her ibadete verildiği gibi, burada da sevap verilmektedir.
***************
.
|
"Selefimizden (din atalarımızdan- âlimlerimizden) bu âyetlere muhalif biçimde gelen rivayet ve ictihadlar varken bu âyetlerin zahiriyle nasıl amel edebiliriz?!" derler.
Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağın bulunmadığı ile ilgili yüzlerce ayet vardır.
***********
|
Kur’andan başka delil var mıdır?
|
Sual: (Kur’andan başka kaynak tanımam, benim için sadece Kur’an delildir. Meal okuyup onunla amel ederim) diyenler haklı değil midir? Allah’ın kitabı yetmiyor mu, başka kaynağa ne ihtiyaç var?
CEVAP
Bunu söyleyen kimsede, zerre kadar samimiyet yoktur. Böyle söyleyenler Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerime inansalar, onun bildirdiklerine de inanırlar.
Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. Resulüne ve âlimlere de uyulmasını emrediyor. Şu âyet-i kerimeleri, hangi mezhepsiz inkâr edebilir ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.)
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.)
(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78)
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail, Kur’anla beraber, onun açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.) [Buhari]
(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim]
(İhtilaflarda, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]
(Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah'a asi olmuş olur.) [Buhari]
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir postacıdır) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor.
Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana inanıyorum demeleri yalandır; çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez. Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]
Kur’an-ı kerimde, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü dışlayıp, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesiyle kâfir olur.
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun, âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için 72 sapık fırka meydana çıktı? Üç ayet-i kerime meali:
(Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere, âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre de uyulması gerekiyor.)
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz; çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır.
Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez.
**************
.
|
Fakat Şia ve Ehli Sünnet dininin fanatik dincileri ataların dinine aykırı düşeceği için Kur'an'ı arkaya atarak veya görmezlikten gelerek onunla ilgili bütün ilişkilerini keserler.
Bunu ilim süsü vererek yapan cahiller Allah ile kulları arasına girmiş ve şirkten sonra en büyük günah olan hakkı gizleme vebalini yüklenmiş oldular.
Allah bu gibileri için şöyle buyuruyor.
"Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler"
(İbrahim, 3)
Âyette geçen "ıvec"düşünerek ve tasarlayarak yapılan bir saptırma ve çarpıtmadır.
Gerçekte hakkı çarpıtmak ve ondan saptırmak yalan söylemekten daha ağır bir günah daha büyük bir alçaklıktır.
Çünkü insanlar zaman içerisinde yalanın farkına varabilirler, fakat çarpıtmanın ve değişimin farkına varamazlar.
Diğer bir ayet şöyledir.
"Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de, en kötüsünden elem verici bir azap vardır"
(Sebe, 5)..................bu ayetlerin tamamı kafirler için inmiştir
Bütün bu âyetler paralel dinin, dinci iblisleri, ileri gelen ilim adamları, ekran vaizleri, imamları, İlahiyatçıları ve müftüleri hakkındadır.
Çünkü ümmilerin böyle bir şey yapmaları söz konusu olamaz.....****zira zaten ümmi****
Mesela şu âyete dikkat edin,
"İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı (lehvel hadis) satın alır. İşte onlar için alçaltıcı bir azap vardır"
(Lokman, 6)
Ayette geçen "lehvel hadis " ibaresinin tam karşılığı "hadis külliyatları, hadis kaynakları ve mezheplerin dayandığı eserlerdir"
Paralel dinin kurucuları hakkında bulunan en korkunç âyetler şunlardır.(ayetler Allahü tealanın emridir korkunç ifadesi çok talihsiz)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değer ile değişenler yok mu, İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.
Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar. O azabın sebebi,
Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir"
( Bakara, 174, 175, 176)
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu,
İşte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet ederler(Bakara, 159)
(Bu ayeti kerimelerin tamamı kafirler içindir)
.(3.YAZI)
Dini rant edinen egemen efendiler yani mütrefin ile dünyayı ahirette tercih eden Kur'an cahili din baronları yani mele'ler bir araya gelince paralel din oluşmaya başlar. DİYOR İYİ KÖTÜ HERKESİ KATIYOR
Ümmet de gerçeklerden mahrum bırakıldığı için doğruyu dile getiren Kur'an ehl-i muvahhidler toplumdan dışlanır.
Halbuki yüzlerce âyette Rahmân ve Rahim olan Allah, din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka hiçbir kaynağı kabul etmeyeceğini haber vermiştir.
DAHA ÖNCE CEVAP VERİLDİ
.PEKİ BU AYETLER NECİ
Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. Resulüne ve âlimlere de uyulmasını emrediyor. Şu âyet-i kerimeleri, hangi mezhepsiz inkâr edebilir ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.)
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.)
(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
.
"Şüphesiz bu (Kur'an) benim dosdoğru yolumdur.
Buna uyun.
(Başka) yollara uymayın. (başka yollara uymayın derken hakiki ehli sünnet alimlerine uymayın denmek istemiyor kafirlere sapıklara uymayın denmek istiyor)
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti"
(En'am-135)
"İşte bu (kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin"
( En'am- 155)
"Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir kimsenin felakete uğramaması için Kur'an ile uyar..."
(En'am, 70)
"Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir"
(En'am- 159)
Allah'ın Resulü (a.s) dan kısa süre sonra uydurulan rivayetler ve bu rivayetlerin üzerine inşa edilen mezhepler ve içtihatlar kanalıyla Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünün bozulması, anlamının buharlaştıtılması,
Kur'an sisteminin "hikmet" adı altında hadislerle yerle yeksan edilmesi sebebiyle doğan boşluğu ulema olarak bilinen cahillerin doldurması neticesinde
paralel din ciddi bir şekilde topluma hakim kılınmıştır. NE KADAR ALİM VARSA TÖHMET ALTINA ALINMAK İSTENMİŞTİR
Halbuki hikmet kavramı, Kitab'ı bağlam ve bütünlüğü içinde anlama ve çözme kabiliyetidir. (sanki kuranı kerim ONA İNMİŞ)
.
Yani âyetlere göre "hikmet" Allah'ın kitabından doğru hüküm çıkarma yöntemidir. ( EEE KİM ÇIKARACAK EN LAYIK VE BİLGİLİ OLN PEYGAMBERİMİZ VE DAHA SONRA ESHABI KİRAM DAHA SONRDA MEZHEP ALİMLERİ DEĞİLMİ)
Hikmetin bütün malzemeleri Kur'an'ın içine yerleştirilmiş, ( nerelerine sana söyleyen bildiren kim)
Allah Resulü( a.s) da hayatı boyunca ümmetine bu yöntemi uygulamış ve bu yöntemi göstermiştir.
Bakara suresi 231. âyet "hikmet" kavramının, Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü anlamına geldiğini mükemmel bir sistem içerisinde ortaya koymaktadır.
İlgili cümle şöyledir.
"...Ve mé enzele aleyküm minel kitébi velhikmeti yeizüküm "bihi" "..."Onunla" size nasihat etmesi için indirdiği kitab ve hikmet gereğince...
"
Yukarıdaki cümlede "kitap" ve " "hikmet" kelimeleri geçtiği halde Allah "onunla" buyurmuştur.
Aslında "bihime" "ikisi ile" olması gerekirdi.
Fakat kitaptan maksat Kur'an, hikmetten maksat Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğü olunca "bihime" "ikisi" değil, "bihi" "onunla" buyrumuştur.
Müntesipleri tarafından Fetö liderine biçilen Kur'an'ı ve islamı tamamlama yetkisi, Ehl-i Sünnet ve Şia mezhebinin bütün ekollerinde var olan bir inançtır . (KİMSEYE KURANI TAMAMLAMA YETKİSİ VERİLMEMİŞTİR KURANI KERİM TAMAMDIR ZİRA PEYGAMBERİMİZİN DİNİNİZİ TAMAMLADIM DİN OLARAK İSLAMI SEÇTİM BUYRUĞU VARDIR)
Zaten bunu da binlerce eserle göstermişlerdir.
Bu mezheplere göre önce Allah Resulü ( a.s )
adına uydurulan binlerce hadis yoluyla DENİLEREK İFTİRA EDİLİYOR
|
Hadis uydurmanın cezası büyüktür
|
Resulullah efendimiz, hadis uyduran ve uydurma hadisi nakleden için ağır tehditlerde bulunmuştur. Mesela (Hadis uyduran Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifi din kitaplarında var. Böyle bir hadis-i şerif olmasa bile, hangi İslam âlimi kitabına uydurma hadis alır? Mezhepsizler, (Uydurma hadisi kitabına almak, ya ihmallik, ya gafillik ya cahillik veya hainlikten ileri gelir) diyorlar. Gayet doğrudur. Peki Kütüb-i sittede, diğer hadis ve tefsir kitaplarında veya İhya’da uydurma hadis var denirse, bu büyük zatlar ihmallik, gafillik, cahillik veya hainlikle suçlanmış olmuyor mu? O mübarek zatlara bunlar nasıl yakıştırılabilir? Bir İslam âlimi uydurma hadisi kitabına alır mı hiç? Cahillik denirse hâşâ İslam âlimi cahil olursa kim âlim olur ki? Gafillik de öyle. Onlar gafil ise biz nasıl müteyakkız [uyanık] oluruz?
Müctehid, bir hadis için uydurma diyebilir, bu da ancak kendisi için geçerlidir. Bir muhaddis, İhya’da uydurma hadis var dedi diye bizim de var dememiz caiz olmaz, bu haddini bilmemekten, cahillikten, hatta hainlikten ileri gelen bir söz olur. Kur'an-ı kerimde mealen, (Âlimlere sorun) buyuruluyor. Hadis-i şerifte ise, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir), (Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir) buyuruluyor.
Allahü teâlânın güvendiği ve kendilerine sorun dediği âlimler kimdir? Kütüb-i sitte sahipleri veya Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali hazretleri bu âlimlere dahil değil mi? Resulullah efendimizin (Vârislerim) dediği âlimler bunlar değil ise kimlerdir? Abduh mu? Şevkani mi? Sehavi mi, Kardavi mi? Acluni mi? Mezhep imamları veya bir imam-ı Gazali, bir imam-ı Rabbani eğer Resulullahın vârisi değil ise, başka bir tane vâris gösterilemez.
Mısırlı Suriyeli mezhepsizler çıkıp, (Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis çoktur) diyorlar.
Mezhepsizlerin sözleri delil oluyor da, mezhep imamlarının, imam-ı Gazalinin, imam-ı Rabbaninin sözü neden delil olmuyor? Mezhepsizlerin anladığı din oluyor da, bu büyüklerin anladığı neden din olmuyor? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorgu suale çekeceğiz?
Bu nasıl mantık, bu nasıl ilim, bu nasıl edep böyle? Din düşmanlarına alet olanlara, onların tuzaklarına düşenlere yazıklar olsun.
Allah’ın güvendiği, Peygamberin vârisi olan âlimlere güvenmeyen, hâşâ onların yalan söyleyeceğini veya Kur'an-ı kerime aykırı uydurma hadis nakledebileceğini sanmak ne kadar yanlıştır.
Biz, imam-ı Gazali hazretlerinin kitabından bir hadis-i şerif alıyoruz. Mezhepsizler, (Bunun Kur'ana uygun olup olmadığına bak) diyorlar. Hâşâ imam-ı Gazali hazretleri bir hadisin Kur'an-ı kerime aykırı olduğunu bilemiyorsa, o kadar cahil ise, biz nasıl bilelim? Yahut O, (Bu hadis Kur'an-ı kerime uygundur) diyorsa, biz nasıl o hadisin zıt olabileceğini düşünelim? İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olabileceğini düşünen cahillere ve sapıklara yazıklar olsun!
Acluni veya benzeri biri, bir hadise uydurma demişse, mezhepsizlere göre artık o hadis uydurmadır. Bir yazar da, İbni Mace’deki bir hadis-i şerif için, (Hintli Muhammed Abdürreşid en-Numâni, hadis imamlarının görüşünü bildiriyor, bu hadisin uydurma olduğunu söylüyor) diyor. (İlim Çin’de ise de alınız) hadis-i şerifi için, istisnasız bütün mezhepsizler uydurma diyor. Halbuki hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani, imam-ı Beyheki, imam-ı ibni Adiy, imam-ı ibni Abdilber gibi hadis âlimleri ve Hüccet-ül islam ünvanı ile meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların naklettiği bu hadis-i şerife uydurma diyenin dili kurur. Peki imam-ı Süyuti, imam-ı Buhari gibi bir âlim bir hadise uydurma dese, bu hadis uydurma olur mu? Ancak o muhaddise göre uydurma olur, fakat öteki âlimlere göre yine sahihtir.
Uydurma hadisi nakletmenin vebali
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında niçin uydurma hadis yoktur?
CEVAP
Çünkü, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, Allahü teâlâdan çok korktukları için, tek kelime ile salih âlim oldukları için kitaplarına uydurma hadis almazlar. (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir müslümanın bile hayalinden dahi geçiremiyeceği bu iftirayı, bir ehl-i sünnet âlimi hiç yapabilir mi? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Benden sonra gelecek kavim, size hadislerimi soracaklar. Kim kasten bana yalan isnat ederse, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Ebu Nuaym]
(Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin! Beni İsrail’den bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Buhari]
(Benden bir şey nakleden hakkı, doğruyu söylesin! Söylemediğim şeyi, bana isnat eden gireceği ateşe hazırlansın!) [İbni Mace, Hakim]
(İftiracıların en büyüğü, söylemediğim bir sözü, bana isnat edip nakledendir.) [Beyheki]
(Yalan bir sözü, hadis diye rivayet eden de yalancıdır.) [Müslim]
(Uydurma olduğunu bilerek, hadis diye rivayet eden, onu uyduran gibi Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Bezzar]
(Söylemediğimi hadis diye bildiren Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Ukayli]
(Söylemediğim sözü, hadis olarak bildiren veya Kur’anı kendi reyi [görüşü] ile tefsir eden, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizi]
Bu hadis-i şerifleri bilen bir âlimin kitabına uydurma hadis alması mümkün mü? Bırakın âlimi, herhangi bir müslüman, uydurma bir sözü hadis diye nakledebilir mi, Allah Resulüne bu iftirayı yapması, söylemesi mümkün mü? Mezhepsizlere, misyonerlere aldanmamalı, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var zannetmemeli. Allahü teâlânın, dinini, soysuzlara karşı bu mübarek zatlar vasıtasıyla koruduğunu, yaydığını unutmamalı.
.
|
Hadislere düşmanlık
|
Sual: Hadis düşmanlarından biri, (Cuma namazı, ezanı işiten herkese farzdır) ve (Cuma namazı, köle, kadın, çocuk ve hasta hariç, her Müslümana farzdır) hadislerini yazarak, (Birinci hadiste cuma namazı herkese farz denirken, ikincisinde istisna getiriliyor. İşte hadisler böyle çelişkilidir, onun için hiçbir hadise itibar edilmez) diyor. Bu iki hadis çelişkili mi?
CEVAP
Hayır, hiçbir çelişki yoktur. Âyetlerde de aynı durum çoktur. Bir âyeti başka âyet açıkladığı gibi, bir hadisi de, başka hadis açıklar. Şartsız bildirilen bir hükmün bazı şartları olur. Birinci hadiste cuma namazının farz olduğu bildiriliyor. İkinci hadiste, bunların istisnası açıklanıyor. (Cömert Cennete girer, Cehenneme girmez) hadis-i şerifi de şartsız bildirilmiştir. Şartsız bildirilen bir ifadenin bazı şartları olur. Birinci şart imanlı olmak, imansız olmamaktır. İkinci şart, imanı doğru olmak yani Ehl-i sünnet itikadında olmaktır. Haramlardan ve kul hakkından sakınmak, namazı kılmak gibi şartları da vardır. Hadis-i şerife bakarak (Her cömert Cennete gider) denilemez.
Cuma namazıyla ilgili iki hadis birbirini açıklamaktadır. Birinci hadiste ezanı duyanın cumaya gelmesinin farz olduğu bildiriliyor. Bu genel bir ifadedir, bunun elbette istisnaları olur. Mesela Müslüman olmayanların, Yahudilerin, Hristiyanların veya Budistlerin cumaya gelmesi farz değildir. (Herkes) ifadesinin içine onlar girmez. İkinci hadis-i şerifte, bunun açıklaması yapılıyor. Köle, kadın, çocuk ve hasta olanlara farz olmadığı bildiriliyor. Daha başka istisnaları da vardır. Mesela kör olmamak, yürüyebilmek gibi. Felçliye, ayaksıza farz değildir. Hapishanede mahkûm olmamak, çok yağmur, kar, fırtına, çamur, çok soğuk olmamaktır. İmamı olmayan köyde kılınmayacağı da hadis-i şerifle bildiriliyor.
Çelişkili gibi görünen, ateistlerin çelişkili diye iddia ettiği âyet-i kerimelerden birkaç örnek verelim:
Zariyat sûresinin 56. âyetinde mealen, (Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yarattım) denirken, Araf sûresinin 179. âyetinde mealen, (Biz cin ve insanların çoğunu Cehennem için yarattık) deniyor. İnsan kulluk için mi, yoksa Cehennem için mi yaratıldı?
Bunun cevabını sitemizde verdik, çelişki olmadığını ispatladık. Şu linkte bilgi var:
https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3041
Ateistler, şu mealdeki âyetlerde de çelişki vardır, diyorlar:
(Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.) [Ahzab 62, Fetih 23, Fatır 43]
(Benim katımda söz değişmez.) [Kaf 29]
(Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz.) [Bekara 106]
(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez.) [Ra’d 39]
Bunun cevabını da sitemizde verdik, çelişki olmadığını ispatladık. Şu linkte bilgi var:
https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3044
Ateistler, şu mealdeki âyetlerde de çelişki vardır, diyorlar:
(Sizden, sabırlı 20 kişi, 200 kişiye; yüz kişiniz de, bin kâfire galip gelir.) [Enfal 65]
(Sabırlı 100 kişiniz, 200 düşmana; bin kişiniz de, iki bin düşmana galip gelir.) [Enfal 66]
Bunun cevabını da sitemizde verdik. Bu linkte çelişki olmadığı açıklanıyor:
https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3133
Bazı âyetlerde, (Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır dilediğini hidayete kavuşturur) buyrulurken, başka âyetlere göre ise, insan kendi isteğiyle iman ediyor veya sapıklıkta kalıyor. (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin) buyuruluyor. Yani inanma işinin insanın kendi elinde olduğunu bildiriyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin, birinci âyet-i kerimeyi, (Allah, dilediğini [iradesini doğru yolda kullananı] hidayete kavuşturur, dilediğini de, [iradesini kötü yolda kullananı da] sapıklıkta bırakır) şeklinde açıkladığını bildirmiştik. Âyet-i kerimelerde çelişki olmadığını, olamayacağını açıklamıştık. Hâşâ, Allahü teâlâ, çelişkili âyet göndermediği gibi, çelişkili söz söyleyen peygamber de göndermez. Onun için hadis-i şeriflerde çelişki olmaz. Bir hadis-i şerif diğerini açıklar. Allahü teâlâ, peygamberlerine farklı hükümler gönderdiği gibi, Resulullah efendimiz de, rahmet olması için farklı hadisler bildirmiştir. Dinlerin hükmünde farklılıklar olduğu gibi, mezheplerin hükmündeki farklılıklar bu rahmetten dolayıdır
|
|
.kendisine biçilen dinin eksiklerini tamamlama, daha sonra onun adına dini bir yetki verdikleri kişiler
vasıtasıyla Allah Resulü'nün eksik bıraktığı yerleri tamamlama (içtihatlar, mezhepler,firkalar) adı altında orijinal din tanınmaz hale getirilmiştir.
Şu anda Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan din ile Kur'an'daki hanif din doğu ile batı kadar birbirinden uzaktır............SANA ÖYLE GELMİŞ FIKIH KİTAPLARINI YANLIŞ ANLADIĞIN İÇİN
Allah Resulü'nün vefatından sonra kendisine verilen dini tamamlama yetkisinden kendisinin haberi yoktur.
Bu olay aynen İsa (a.s)ı ilah, Rab ve Allah'ın oğlu ilan eden Hıristiyanların yaptıklarına benzemektedir.
"(Hani bir zamanlar) Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara,
"Beni ve anamı, Allah ile beraber iki ilâh edinin" diye sen mi söyledin, buyurduğu zaman o, "Hâşâ!" Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz.
Ben böyle bir şey söyleseydim şüphesiz onu bilirdin.
Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin"
(Maide- 116)
"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim.
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim.
İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin"
(Maide, 117)
Yukarıdaki ayette geçen "Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim.
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim"
bölümü çok önemlidir.
1-) Allah'ın Elçileri sadece Allah'a tarafından indirilen vahyi tebliğ ederler.
2) Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilen vahyi aşmak şirk kabul edilmiştir.
.(4.YAZI)
Müntesipleri tarafından Fetö liderine biçilen Kur'an'ı ve islamı tamamlama yetkisi, Ehl-i Sünnet ve Şia mezhebinin bütün ekollerinde var olan bir inançtır .
Zaten bunu da binlerce eserle göstermişlerdir.
Bu mezheplere göre önce Muhammed ( a.s )
adına uydurulan binlerce hadis (YALAN) yoluyla kendisine biçilen dinin eksiklerini tamamlama, daha sonra Allah Resulü adına dini bir yetki verdikleri kişiler
vasıtasıyla Muhammed (a.s)ın eksik bıraktığı yerleri tamamlama (içtihatlar, mezhepler, firkalar, cemaatlar, tarikatlar) adı altında orijinal din tanınmaz hale getirilmiştir.
Şu anda Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında bulunan din ile Allah'ın Kur'an'daki dini doğu ile batı kadar birbirinden uzaktır.
Allah Resulü'nün vefatından sonra yalancılar tarafından kendisine verilen dini tamamlama yetkisinden kendisinin haberi yoktur.
Bu olay aynen İsa (a.s ) ı ilah, Rab ve Allah'ın oğlu ilan eden Hıristiyanların yaptıklarına benzemektedir.
"(Hani bir zamanlar) Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara,
"Beni ve anamı, Allah ile beraber iki ilâh edinin" diye sen mi söyledin, buyurduğu zaman o, "Hâşâ!" Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz.
Ben böyle bir şey söyleseydim şüphesiz onu bilirdin.
Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin"
(Maide, 116)
"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim.
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim.
İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahit idim. Beni vefat ettirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin"
(Maide, 117)
Yukarıdaki ayette geçen "Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim.
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim"
bölümü çok önemlidir.
1-) Allah'ın elçileri sadece Allah'a tarafından indirilen vahyi tebliğ ederler.
2) Din ve hüküm olarak Allah tarafından indirilen vahyi aşmak şirk kabul edilmiştir.
Dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarındaki yalan ve uydurma rivayetlerle oluşturulan din paralel bir dindir.
Tevhid akidesini bozmak,
emperyalist batıya sömürge yapmak amacıyla Hindistan'dan getirilen tasavvuf dini de Kur'an, ilim, akıl ve tefekkür düşmanı paralel bir dindir....YALAN
Özellikle Ehli Sünnet dininde bulunan "sünnet kitaba egemendir" (essünnetü kâdiyetün alel kitébi)
"sünnet kitap üzerinde söz sahibidir"
"sünnet (hadis) olmadan Kur'an anlaşılmaz"
şeklindeki ifadelerin kime ait olduğuna dair tartışmalar yapıladursun, ............. (İSLAMİYET TARTIŞMA DİNİ DEĞİLDİR NAKİL DİNİDİR SELİM OLAN AKLA UYGUNDUR BUDA PEYGAMBERLERDE BULUNUR)
bu ahmakça sözler erken zamanlardan itibaren paralel Ehl-i Sünnet dininin temel inancı haline gelmiştir.
Herhangi dini bir konuda son sözü söyleyecek olanın Sünnet (hadis) olduğu ve
"Kur'anın sünnete ihtiyacının sünnetin Kur'an'a ihtiyacından daha fazla olduğu inancı ümmetin içinde öylesine kök salmış ki,
Kur'an'ı tek kaynak olarak kabul eden muvahhidler sapıklık ve cehaletle itham edilmişlerdir.
.PARALEL DİN
(5.YAZI
Allah Resulü'nden asırlar sonra Şia ve Ehl-i Sünnet'in muhaddisleri uydurdukları binlerce rivayet ile Nebi (a.s )ı dinde hüküm koyucu makamına yerleştirdiler.
Gerçi Kur'an'ın metnine bir şey yapamadılar.
Fakat neredeyse bütün kavramlar üzerinde bir operasyon yaparak Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü bozmuşlardır.
Mesela: Kur'an'da geçen Nebi ve Resul kelimelerinin içeriği boşaltılmış,
Resul (a.s ) a itaati emreden âyetler hiç anlaşılmamış veya anlam,
hedef ve etkisi
.
|
Resule tâbi olmak (Resule uyun emri)
|
Sual: (Resulullah'ın emirleri değişmeyeceği için, Allahü teâlâ, “Resulüme tâbi olun” buyuruyor) deniyor. Peki, Hristiyanlık dininin insanlar tarafından değiştirileceğini Allah bilmiyor muydu? Niye gönderdi öyleyse?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ, Hristiyanlığın değişeceğini biliyordu. Bilmeyen ilah olur mu? Hristiyanlık değişince, değişmeyecek olan yeni bir din gönderdi. Eğer İslamiyet de değişecek olsaydı, insanların bozulmuş dinle amel etmesine razı olmaz, yeni bir din gönderirdi. Bunun için İslamiyet’in emirleri arasında dine aykırı bir değişiklik aramak çok yanlış olur. Kur’an-ı kerimin açıklaması olan Resulullah'ın emirlerinde bir değişiklik yoktur. Hadis uyduranlar olmuşsa da, bunları Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı dinin temel kitaplarına sokamamışlardır. Allahü teâlâ, (Kur’anı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz) buyurarak, Kur’an-ı kerimin değişmeyeceğini bildirmiştir. (Hicr 9)
Allahü teâlâ, İslamiyet’i koruyacağına söz verdi. Diğer dinleri koruyacağına söz vermedi. Söz verdiğini elbette korur. Allah verdiği sözden dönmez. O hâlde İslamiyet değişmez ve değiştirilemez. Resulullah'ın mübarek sözleri İslamiyet’tir. Resulullah yok sayılırsa, İslamiyet yıkılmış olur. Yani Resulullah'ı yok sayanların veya bid’at ehli olanların uydurdukları din yıkılmış demektir. Yoksa İslâmiyet Kıyamete kadar devam edecektir. Dinine bid’at sokturmayan Ehl-i sünnet vel cemaat itikadındaki bir taife, Kıyamete kadar bulunacaktır. Bir hadis-i şerif şu mealdedir:
(Ümmetimden bir taife, Allah’ın emriyle, Kıyamete kadar hak üzere hareket eder.) [Buhari]
Meşhur hadis kitabı Mişkat’ta, (Ümmetimden doğru yolda olanlar, her zaman bulunur) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, bid'at ehli, dinimizi, Kıyamete kadar asla bozamaz. Piyasada bozuk kitaplar pek çoksa da, doğru olanları da vardır. Bunları hiçbir kimse yok edemez. Bunların koruyucusu da Allahü teâlâdır. (Faideli Bilgiler)
Demek ki Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimi koruduğu gibi, hadis-i şerifleri ve doğru yazılmış din kitaplarını da koruyacaktır. Böylece İslamiyet bozulmadan bir taife tarafından Kıyamete kadar devam ettirilecektir.
.
|
Allah'ın mesajından Muhammed'in şahsına devşirilmiş,
vefatından sonra da uydurma âlim ve muctehitlere miras olarak bırakılmıştır.
Kur'an'ın kendi içinde bulunan sistemi öyle tahrip edilmiştir ki,
Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğünü hükümsüz bırakan,
Kur'an'ın ne demek istediğini bildiren (tebyin) kavramına bile iftira bir sünnet anlayışı hâkim kılınmıştır.
Böylece bir çok âyette apaçık olarak tarif edilen Allah'ın kitabı hakkında
"yetersiz, kontrolsüz, bağımlı ve kapalı, anlaşılması mümkün olmayan, sistemsiz bir kitap" algısı oluşturulmuş,
bu kahrolası algı ve anlayış, sonraları şuurlu ve kasıtlı bir usul kaidesine dönüştürülmüştur.
Açıkça yalan ve iftira olan şu rivayet geleneksel fıkıh usulünün temelini oluşturmuştur.
Güya Resulullah (a.s )
ile Muaz bin Cebel arasında geçen bir konuşmaya göre Allah'ın Resulü ( a.s ) Yemen'e vali olarak gönderdiği Muaz bin Cebel'e sorar.
"Yemen'e gittiğinde sana gelecek olan sorunlara ne ile çözüm bulacaksın"
Muaz" ilk önce Allah'ın kitabına, onda yoksa sünnete müracaat edeceğim, onda da bulamazsam kendi ictihadımla sorunları çözeceğim" cevabını verir.
Mu'âz bin Cebel, Yemen'de vâlilik yapmak, halka İslâmiyeti anlatmak, Kur'ân-ı kerîmi öğretmek ve Yemen ülkesinde toplanan zekât mallarını vazîfelilerden teslim almak ve onların arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen'e gitmek için hazırlandı. Yola çıkmadan önce Peygamberimiz ona şöyle buyurdu:
- Sen ehl-i kitaptan ya'nî Yahûdîlerden ve Hristiyanlardan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına varınca, onları önce, Allahtan başka ilâh olmadığına ve benim Allahın Resûlü olduğumu tasdîke da'vet et.
Eğer bunu kabûl ederlerse, onlara, Allahü teâlânın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allahü teâlânın, zenginlerin fakirlere zekât vermesini emrettiğini bildir.
Bunu da kabûl ederlerse, zekât alırken sakın mallarının sadece en iyilerini seçme! Mazlumun âhını almaktan çekin. Çünkü Allahü teâlâ mazlumun duâsını hemen kabûl eder.
.
Bütün fıkıh kitaplarında İslam'ın delilleri bağlamında kendisine hayli yer ayrılan bu uydurma rivayete göre bir âlim herhangi bir sorunun cevabı için önce kitaba bakacak, onda bulamazsa sünnete,
onda da bulamaz ise çözümünü aradığı konu hakkında icma bulunup bulunmadığını araştıracak, en nihayet kendi kararına başvuracaktır.
Akla ve nefse hoş gelen bu çözüm basamakları, ne göründüğü kadar masum ne de kitaplarda yazıldığı gibi gerçekçidir.
Masum değildir, çünkü Allah'ın kitabı daha Resul ( a.s) hayatta iken indirilen vahiy'le din Allah tarafından tamamlandığı, (Mâide-3) din ve hüküm olarak yeterli olduğu halde
(Ankebut-50,51)
Bunun gibi rivayetler, insanların bilinçaltına Kur'an'ın yetersiz ve kapalı, anlaşılmaz bir metin olduğu inancını yerleştirmiştir.
Gerçekçi değildir, çünkü fıkıh eserleri bunun tam tersi ictihatlarla doludur. ANLAMAYANA SİVRİ SİNEK SAZ
Ali Aydın
.(6.YAZI
PARALEL DİNDE ESAS KAYNAK!
"İcma'ın (mezhep âlimlerinin bir konudaki genel görüşleri- ittifak ettikleri konular) dini deliler (kitap- sünnet-( hadisler) icma- kıyas'ı fükaha) hiyerarşisindedeki yeri:
İcmâ, deliler hiyerarşisinde genel olarak kitap ve Sünnet'ten (hadislerden) sonra üçüncü sırada yer alsa da üsülcüler bu sıralamanın şeref sıralaması olduğunu, dinde kuvvet açısından yapılacak sıralamada icmâ'ın birinci sırada yer alacağını açıkça ifade etmişlerdir. İcmâ'ın kuvvet açısından birinci sırada yer alması kitap(Kur'an) ve sünnetin (hadislerin) aksine onun nesih ve tahsise, yorum ve ihtimâle açık olmamasıyla izah edilir.
Üsülcülerin, icmâa aykırı âyet veya hadisin mensuh veya muevvel sayılması gerektiği yönündeki ifadeleri bu anlayışı yansıtır.
İcmâ'ın, esas itibarıyle ya bir nassa (âyet-hadis) ya da nasdan elde edilen bir anlam üzerine kurulduğu göz alınınca icmâ'ın kuvvet açısından birinci sıraya yerleştirilmesi, onun Kur'an ve Sünnet'in önüne geçirildiği, onlardan daha önemli kılındığı gibi bir yoruma imkan vermeyecektir.
İcmâ'ın bu denli kuvvetli bir delil olarak kabul edilmesinin gerisinde İcmâ'a atfedilen işlev yatmaktadır. (Bakınız, İcmâ'ın doğuşu ve işlev konusu)
Yani Şia ve Ehl-i Sünnet dininin özeti şudur:
"Kul sözü Allah'ın sözünü susturabilir, beşer sözü Allah'ın sözünü kesebilir, insan sözü Allah'ın irade ve ilmini sınırlayabilir.
Hadisler ve onlardan çıkan ictihadlar olmadan Kur'an anlaşılmaz dolayısıyla Allah'ın kitab'ı bir ihtimaller yumağıdır.
Bu durumda Allah'ın iradesi ve ilmi olan Kur'an, beşer'in söz ve fikirlerine muhtaç oluyor.
Yani Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'a din öğretiliyor"
(Hucurat-16)
Dolayısıyla onların inancına göre alimlerin söz (hadis) ve içtihatları (mezhep) olmadan direk olarak Kur'an'a gitmenin bir faydası bulunmamaktadır.
Esas din mezhep imamlarının görüş ve fikirleridir.
Yani dinde Allah'tan başka herkesin konuşma ve hüküm koyma hakkı vardır.
Sadece Allah'ın hüküm koyma ve konuşma hakkı yoktur.
Çünkü Allah o kadar yüce ki, onun ne dediği belli olmuyor.
.Resülüllah'ın vefatından sonra sanki Allah Kur'anda eksik bir din göndermiş gibi,
Kur'an'dan haberi olmayan sözde âlimlere boşluğu
|
Kur’anda her şey açık değildir
|
Sual: Hadisler olmadan Kur’anla amel edebilir miyiz?
CEVAP
Hadis-i şerifler olmadan Kur’an-ı kerimle amel etmek mümkün olmadığı gibi, mezhepler olmadan da hadis-i şeriflerle amel etmemiz mümkün olmaz. İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Beyheki Delail kitabında şöyle rivayet eder:
Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki:
— Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’anda bir şey bulamıyoruz.
İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki:
— Sen Kur’anı okudun mu?
— Evet.
— Kur’anda sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?
— Hayır.
— Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’anda kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekât düştüğüne rastladın mı?
— Hayır.
— Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Hac sûresinde (Eski evi [Kâbe’yi] tavaf etsinler) âyetini okumadınız mı? Peki orada Kâbe’yi yedi defa tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?
— Hayır.
— Allahü teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı?
(Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.) [Haşr 7]
Hazret-i İmran daha sonra buyurur ki:
Sizin bilmediğiniz bizim Resulullahtan öğrendiğimiz daha çok şey vardır. (Mizan-ül-kübra)
Kur’ana göre ibadet
Sual: (Namaz, zekât ve oruç gibi ibadetleri, “uyduruk din”e yani hadislere veya mezheplere göre değil Kur’ana göre yerine getirmelidir) diyenler oluyor. Hadisler ve mezhepler Kur’ana aykırı mıdır?
CEVAP
Mezhepsizler, (İslam’a göre ibadet edelim) diyorlardı. Bunlar da, (Kur’ana göre ibadet edelim) dediklerine göre, mezhepsizlerin başka kolu oluyor. Bu kasıtlı bir reform ve çok cahilce bir tekliftir. (Ülkeyi kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere göre değil, sadece Anayasaya göre idare etmeli) demekten daha yanlıştır. Her şey Anayasa’da olmaz, Anayasa kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerimde namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazın rekâtlarını bile bulamayız. Zekâtın farzını, kaçta kaç verileceğini, uşrun ne oranda verileceğini, Kur’an-ı kerimde bulamayız. Namazın, zekâtın, orucun farzlarını, orucu bozanları Kur’an-ı kerimde bulamayız. Bunları Peygamber efendimiz bildirmiştir. Peygamber efendimizin bildirdiklerini de, mezhep imamlarımız açıklamıştır. Onun için namaz, oruç ve zekât gibi ibadetler ancak mezheplere göre uygulanır. Kur’an-ı kerime hatta hadis-i şeriflerden kendi anladığımıza göre bile uygulayamayız.
Resulullah efendimizin bildirdiklerine ve mezheplere uyduruk din denmesi de, çok çirkin bir iftiradır. Kur’an-ı kerimde, (Resulüme uyun) buyuruluyor. Resulullah’a uymamak Kur’an-ı kerime yani Allahü teâlâya uymamak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler de vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek bana inanmayanlar çıkacaktır.) [Ebu Ya’la]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul ederim diyenler çıkacaktır. İyi bilin ki, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Cebrail aleyhisselam, Kur’an gibi, açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Mesela Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) buyurdu. Hazret-i Ömer de, (Farzların seferde kaç rekât kılındığını Kur’anda bulamadık) diyene, (Allahü teâlâ bize Resulullah’ı gönderdi. Kur’anda bulamadığımızı Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde 4 rekâtlı farzları 2 kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
.
|
doldurma yetkisi tanınca, Kur'an ehli muvahhidlerin, bir sorunun cevabını bulmak için uydurma rivayetleri atlayarak direk olarak Kur'an'a başvurması
paralel din mensupları tarafından kabul edilemez bulunmuştur.
Bu cehalet, belli bir süre sonra vahiy kaynaklı olduğu iddia edilen sünnetin (hadislerin) de ümmetin sözde muctehitlerini kesmediğini göstermektedir.
Durum böyle olunca aşağıdaki şu tespitler, Şia ve Ehli Sünnet âlimlerinin Kur'an'a karşı duruşlarının kimlere benzediği net olarak ortaya çıkmıştır.
"Rabbani Yahudiliğe göre Musa (a.s) a Sina'da yazılı Tora'nın yanı sıra sözlü Tora'da verilmiştir"
(Yazılı Tora (Torah şebihtav)
kitabı mukaddesi (Ahdi Atik), Sözlü Tora (Torah Şebealpeh) da yazılı
Tora'nın yorumu olan Mişna'yı, daha geniş anlamda Talmud'u ifade eder.
Sözlü Tora'nın kesintisiz bir isnad zinciriyle nesilden nesile aktarıldığı kabul edilir)
Aslında Kur'an'a baktığımızda Şia ve Ehli Sünnet'in aynen Yahudi ve Hristiyanlar gibi Tevhid dinini nasıl bozduklarını apaçık bir sekilde görmekteyiz.
Şu ayetler bu sebeple nazil olmuşlardır.
"Ey iman edenler!
( Biliniz ki), hahamlardanve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını batıl yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan saptırırlar.
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, İşte onlara elem verici bir azabı müjdele!"
(Tevbe, 34)
Yukarıdaki ayette geçen "Ey iman edenler!" hitabı çok önemlidir,
Yani "Ey iman edenler! sizin din büyükleriniz de hahamların ve rahiplerin yaptığı alçaklığı yapacaktır"
"Dini dünyaya alet edeceklerdir, dinin sırtından rant devşireceklerdir. Sizi Allah ile aldatmasınlar"
"Dininizi asıl kaynaktan almaya bakın,
|
Kur’andan başka delil var mıdır?
|
Sual: (Kur’andan başka kaynak tanımam, benim için sadece Kur’an delildir. Meal okuyup onunla amel ederim) diyenler haklı değil midir? Allah’ın kitabı yetmiyor mu, başka kaynağa ne ihtiyaç var?
CEVAP
Bunu söyleyen kimsede, zerre kadar samimiyet yoktur. Böyle söyleyenler Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerime inansalar, onun bildirdiklerine de inanırlar.
Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. Resulüne ve âlimlere de uyulmasını emrediyor. Şu âyet-i kerimeleri, hangi mezhepsiz inkâr edebilir ki:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.)
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]
(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.)
(De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78)
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail, Kur’anla beraber, onun açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.) [Buhari]
(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim]
(İhtilaflarda, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]
(Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah'a asi olmuş olur.) [Buhari]
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir postacıdır) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor.
Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana inanıyorum demeleri yalandır; çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez. Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]
Kur’an-ı kerimde, (yalnız Kur’ana uyun) denmiyor, (Allah’a ve resulüne uyun) deniyor. Resulünü dışlayıp, Kur’anın açıklaması olan hadisleri delil saymayan, Kur’anın ifadesiyle kâfir olur.
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun, âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için 72 sapık fırka meydana çıktı? Üç ayet-i kerime meali:
(Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere, âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre de uyulması gerekiyor.)
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz; çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır.
Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez.
.
|
Sadece Allah tarafından gelene itibar edin" demek istenmiştir.
Bu konuda en güzel örnek olarak şu ayeti gösterebiliriz.
"Allah, kendilerine kitap verilenlerden (Yahudi ve Hristiyanlardan)
"Onu (vahyi, kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı.
Onlar ise bu emri kulak ardı ettiler, onu az bir dünya menfaatine değiştirdiler.
Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü olmuştur"
(Âli İmran, 187)
Ehli Sünnet ve Şia'nın kaynaklarından meydana getirilen paralel dine baktığımızda ibadet konuları dahil olmak üzere nikah, şefaat, salavat, kabir azabı,
boşanma, miras,
faiz, cariyelik gibi bir çok konunun ele alınış tarzında, Kur'an'ın eksiklerinin tamamlanmasından!!! daha çok
Kur'an'ı tamamen
devre dışı bırakma faaliyeti olduğu rahatlıkla görülecektir.
Allah'ın kitabına karşı öyle büyük bir ihanet ve nefretle yaklaşılmış ki,
yani bu dinin ileri gelen ağababaları o kadar Kur'an'dan yan çizmişler ki, bugün bile ortaya konan inanç,
ilke, kavram ve fikirler Allah'ın indirdiği din zannedilerek en şiddetli bir şekilde sahiplenilmekte,
en ufak bir eleştiri kabul edilmemekte, devletin bütün resmi kurumlarında
bu din ögretilmekte,
Karşılarına Allah'ın kitab-ı çıkarıldığında kılları kıpırdamamaktadır.
Allah'ın dini yerine egemen kıldıkları uydurma paralel din tartışılmaz kesin bir delil olarak ümmi insanlara dayatılmaktadır.
Şia ve Ehli- Sünnet'in din adamları, Allah'ın ilmini ve kudretini hakkıyla takdir edemediklerinden dolayı böyle ölümcül hatalar yapabiliyorlar.
Eğer Allah'ı hakkıyla takdir etseydiler hakim olan Allah'ın hikmetsiz bir şey yaratmadığını ve eksiksiz bir din göndermeyeceğini anlarlardı.
.FETHULLAH'I HANGİ İNANÇ FETÖ YAPTI?
Sözün hemen baçında belirtmeliyim ki FETÖ nün bu hale gelmesinin başlıca sebebi, onun ve şakirtlerinin takip edip devamlı okudukları eserlerdir.
Bu eserlerde mehdi inancı önemli yer tutar.
Mehdi konusunu ayrı bir yazıda ele almak isterim ama burada biraz olsun üzerinde durayım.
Mehdi inancının islamla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. TAM TERSİ
.
|
Hazret-i Mehdi gelecektir
|
Sual: Mehdi hurafedir diyenler oluyor. Nasıl cevap verilebilir?
CEVAP
İbni Hacer-i Mekki, (Alamat-i Mehdi), imam-ı Süyuti, (El-bürhan) ve imam-ı Şarani (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi) kitabında iki yüze yakın, Hazret-i Mehdi’nin alameti bildirilmektedir. Hazret-i Mehdi için hurafe demek, ilme ihanettir, kıyamet alametidir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Eshab-ı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa bunun zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken, Mehdi, onunla beraber olacaktır.) [İ.Süyuti]
(Yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin Zülkarneyn ile Süleyman idi. İkisi kâfir, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, benim evladımdan biri yeryüzüne malik olacaktır.) [İ.Süyuti]
(Horasan tarafından gelen siyah sancaklılara katılın. Onların içinde Allah'ın halifesi Mehdi vardır.) [Hakim, İ.Ahmed, Deylemi]
(Nasıl helak olur bir ümmet ki, başında ben, sonunda Meryem oğlu İsa ve ortasında da ehl-i beytimden Mehdi vardır.) [Hâkim, İ.Asakir]
(Şarktan çıkan bir grup, Mehdi’ye yardım ederler.) [İbni Mace, Taberani]
(Mehdi çıkınca, Allahü teâlâ ona rahmetini indirir.) [İ.Ahmed, Hakim]
(Mehdi bendendir, yeryüzünü hak ve adaletle doldurur.) [Ebu Davud]
(Dünyayı küfür kaplamadıkça Mehdi gelmez.) [Mekt.Rabbani 2/68]
(Mehdi gelince, bir bereket olacak, ümmetim rahat edecektir.) [İbni Ebi Şeybe]
(Mehdi ehl-i beyttendir. Allahü teâlâ onu bir gecede olgunlaştırır.) [İbni Mace, İ.Ahmed]
(Deccal’ın veya Mehdi’nin geleceğine inanmayan kâfir olur.) [Favaid-il Ehbar - Şerh’is-Siyer]
(Mehdi, Kureyşten ve ehl-i beytimdendir.) [İ.Ahmed, Baverdi]
(Mehdi benim soyumdandır.) [İbni Mace]
(Mehdi evladı Fatıma’dandır.) [Ebu Davud, Hakim]
(Mehdi, amcam Abbas’ın soyundandır.) [İ.Asakir, Dare Kutni]
(Ya Abbas, senin soyundan bir genç dünyayı adaletle doldurur, İsa ile namaz kılar.) [Hatib, İbni Asakir, Dare Kutni]
[Burada tenakuz [çelişki] yoktur. Abdülkadir-i Geylani hazretleri anne tarafından seyyid, baba tarafından şerif idi. Hazret-i Mehdi de, Hazret-i Fatıma’nın soyundan bir genç, Hazret-i Abbas’ın soyundan biri ile evlenince, her iki soydan da gelmiş olur.]
Hazret-i Ali, oğlu Hasanı gösterip, "Bu oğlumun neslinden biri çıkacak, dünyayı adaletle dolduracaktır" buyurdu. (Ebu Davud)
Kütüb-i sitteden Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Mace, Tirmizi ve diğer hadis âlimlerinin bildirdikleri bu hadis-i şerifleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını akıl ve iman sahibi hiç kimse inkâr edemez. Tevil etmek de dinimize aykırıdır. Herkes dinin hükümlerini tevil etmeye kalkarsa ortada din diye bir şey kalmaz.
Hazret-i Mehdi gelince
Sual: Tam İlmihal’deki, (Hazret-i Mehdi, ahir zamanda dünyaya gelecektir. İsa aleyhisselamla buluşacak, mezhepleri kaldıracak, yalnız onun mezhebi kalacaktır) ifadesinden kasıt nedir?
CEVAP
Hazret-i Mehdi geldiğinde, hak mezheplerin hükmü unutulmuş olacak, bid'at mezhepleri ortalığı kaplayacak, ortada hak bir mezhep kalmayacaktır. Yani mezheplerin doğru bilgileri kalmayacak, sadece isimleri kalıp, din düşmanları veya sapıklar tarafından bu isimler suistimal edilecektir.
Hazret-i Mehdi, ictihad edecek, ictihadı Hanefi mezhebine uygun olacaktır. Zaten İsa aleyhisselamın Hristiyanlığı yasak ettiği gibi, Hazret-i Mehdi de diğer bozuk fırkaları, bozuk mezhepleri yasak edecektir. Bozuk mezhepleri kaldıracağı için mezhepleri kaldıracak ifadesi kullanılmıştır.
Hazret-i Mehdi’nin üstünlüğü
Sual: Hazret-i Mehdi, dört halifeden daha üstün müdür?
CEVAP
Kesinlikle değildir. Bu hususta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullahın vefatından bin sene geçtikten sonra, ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı azsa da, İslamiyet’i tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır. Resulullah efendimiz, hazret-i Mehdi’nin geleceğini haber vermiştir. Bin sene sonra gelecektir. İsa aleyhisselam da, bin sene sonra, gökten inecektir. Bin sene sonra gelen Evliyanın yükseklikleri, Eshab-ı kiramın yüksekliklerine benzemektedir. Her ne kadar, Peygamberlerden sonra, en üstün insanlar Eshab-ı kiram ise de, sonra gelenler, bunlara çok benzedikleri için, hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılamaz gibi olmuştur. Belki de bunun içindir ki, Resulullah efendimiz, (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi? Bilinemez) buyurdu. Yoksa (Öncekiler mi daha üstündür, yoksa sonrakiler mi, bilmem) buyurmadı, çünkü hangilerinin daha üstün olduğunu elbette biliyordu. Bunun için, (En üstün olanlar, benim zamanımda bulunan Müslümanlardır) buyurmuştu, fakat çok benzedikleri için, şüphe hâsıl olduğundan (Bilinemez) buyurdu.
Resulullah, Eshab-ı kiramın zamanından sonra, Tabiinin zamanının yüksek olduğunu bildirdi. Bundan sonra da Tebe-i tabiinin zamanının üstün olduğunu bildirdi. Bunların da, bin sene sonra gelenlerden daha üstün oldukları anlaşıldı. Sonra gelenlerin, Eshab-ı kirama çok benzemesi nasıl olur denilirse, şöyle cevap veririz ki, o iki asrın, bu son gelenlerden daha üstün olması, belki onlarda Evliya sayısının çok ve bid’at sahiplerinin az olduğu için olabilir. Bunun için, sonra gelenler arasında birkaç Evliyanın, o iki asırda bulunan Evliyadan daha yüksek olduğunu söylemek, yanlış olmaz. Mesela, hazret-i Mehdi böyledir, fakat Eshab-ı kiramın zamanı, her bakımdan, daha yüksektir. Bunun üzerinde konuşmak bile lüzumsuzdur. Önce gelenler, onlardır. Naim Cennetinde yakîn olanlar onlardır. Başkalarının dağ kadar altın sadaka vermesi, onların bir avuç arpa vermesinin sevabına kavuşturamaz. Allahü teâlâ, dilediğini rahmetine kavuşturur. (1/209
.
|
Hazret-i Mehdi’nin alametleri
|
Sual: Mehdi’nin alametleri çeşitli şekillerde tevil edilerek deniyor ki:
1- Medine, şehir demektir. (Mehdi, Medine’de doğacak) demek, köyde değil, şehirde doğacak demektir. Ben şehirde doğduğuma göre, ne demek istediğimi anlarsınız.
2- (Mehdi, İsa ile birlikte Deccal’ı öldürecek) demek, ateizmi yok edecekler demektir.
3- (Mehdi gelince semadan bir melek haber verecek) demek, insanlar birbirine telefon, radyo veya TV ile haber verecek demektir.
4- (Mehdi bid’atleri temizleyecek) demek, fıkıhçıların ictihad diyerek uydurduğu şeyleri ve dört mezhebi ortadan kaldıracak demektir.
5- (Mehdi’nin adı benim adımla, babasının adı da benim babamın adıyla aynı olacak) hadisinden maksat, adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacak demek değildir. Mehdi’nin adı Peygamberin dedelerinden birinin adı da olabilir. Mesela Haşim olabilir, İlyas olabilir, Adnan da olabilir.
6- Bilen pek yoksa da, Mehdi gelmiştir, 93 sene sonra, Güneş’in Batıdan doğmasından sonra da İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacak. Bundan 15 saat sonra da kıyamet kopacak.
7- Mehdi kararmış olan dünyayı aydınlatan bir güneştir ve aydınlatmaya da başlamıştır. Mehdi güneş olduğuna göre, Güneş’in Batıdan doğması, Mehdi’nin çıkışı demek de olabilir.
Herkes aklına göre böyle bir tevil yaparsa, dinin bildirdiklerine kim inanır ki?
CEVAP
Zırva tevil götürmez. Bu tevillerin hepsi yersizdir. Peygamber efendimizin hadis-i şerifleri, bulmaca, bilmece gibi değildir. Yani (Ben Medine dersem, siz Ankara, İzmir gibi bir şehir anlayın, ben Muhammed dersem siz Haşim anlayın) cinsinden değildir. Hâşâ Resulullah efendimiz, bilmece gibi söz söylemez. Bu zırvalara kısaca cevap verelim:
1- Bir hadis-i şerif meali:
(Medine halkından olan Mehdi, Mekke’ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve istemediği halde onu evinden çıkarıp ona biat edecekler.) [Ebu Davud] (Burada açıkça, Medine halkından deniyor. Devamında da, Mekke’ye gidecek deniyor. Ne diye “Şehir halkından” denilip de, sonra Mekke’ye gidecek densin?)
Hazret-i Ali’nin rivayeti de şöyledir:
(Mehdi, Medine’de doğacaktır.) [İ. Münavi] (Medine şehrinde doğmayacak olsa, ne diye Medine’de doğacak densin? Köyde ve şehirde doğmasının ne önemi var? Yukarıdaki hadis-i şerifte de, Medine’de doğup sonra Mekke’ye gideceği açıkça bildiriliyor.)
2- Bir hadis-i şerifte, Deccal’ın nasıl çıkacağı da açıkça bildiriliyor. Hazret-i Mehdi Kudüs’e intikal ettiğinde, Deccal’ın çıktığını haber alacaklar deniyor. (Kitab-ul-Burhan fi alamat-i Mehdiyyi ahir-iz-zaman)
Bunun ateizmle ne ilgisi olabilir? Kudüs’e gittiğinde, ateizmin çıktığını mı haber alacak? Atalarımız boşuna, (Zırva tevil götürmez) dememişler.
3- Peygamber efendimiz, (Melek seslenecek) buyururken, tevilciler, telefon, radyo veya TV diyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Buluttan bir melek, “Bu Mehdi’dir, sözünü dinleyiniz” diyecektir.) [M. Rabbani]
4- Bu, fıkıh âlimlerine, müctehidlere yapılmış çok çirkin bir iftiradır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kıyas ve ictihad, bid’at değildirler, çünkü bunlar, âyet-i kerimelerin mânâlarını meydana çıkarırlar. Bu mânâlara başka bir şey eklemezler. (1/186)
Hazret-i Mehdi geldiği zaman, dört hak mezhebi kaldırmayacaktır. (Kaldıracaktır) demek, dört hak mezhebin bâtıl olduğunu iddia etmek olur. O zaman, dört hak mezhebin hükümleri unutulmuş, bâtıl mezhepler ve bid’atler yayılmış olacak. Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa, hak mezhepleri ve dinin hükümlerini değil, bu bid’atleri ve bâtıl mezhepleri kaldıracak ve ictihad edecektir. Hatta ictihad ederek bildireceği hükümler, Hanefî mezhebine uygun olacaktır. Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
İsa aleyhisselamın ictihad ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefi mezhebindeki hükümlere uygun olacaktır. (Füsul-i sitte)
5- Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, kıyamet kopmadan önce, ehl-i beytimden birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle doluyken, onun zamanında adaletle dolar.) [Ebu Davud, İ. Ahmed, Tirmizi, Taberani, Ebu Nuaym, İbni Ebi Şeybe]
Peygamber efendimiz açıkça isminin ve babasının isminin ne olacağını bildirirken, nasıl olur da, Mehdi’nin ismi, Haşim, İlyas, Adnan veya diğer dedelerinden birinin ismi olacak denebilir? Bu, açıkça hadis-i şerifi inkâr etmek değil midir?
6- Hem Mehdi geldi diyor, hem de 100 sene sonra, güneş batıdan doğduktan sonra, Hazret-i İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacak diyor. Mehdi, 40 yaşında zuhur edeceğine göre, tevilcilere göre, şimdi gelmiş olan Mehdi, 100 sene sonra yani 150 yaşındayken mi Hazret-i İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacak?
7- Hani Güneş 93 sene sonra Batıdan doğacaktı? Bu alametlerin peş peşe olacağını yeni mi okudular ki, Dabbe çıktı dediklerine göre, Güneş’in Batıdan doğması için, acilen bir tevil bulmak zorunda mı kaldılar?
Görüldüğü gibi, bu iddia edilenlerin tamamı, dinimize aykırıdır. İmam-ı a’zam hazretleri de, bütün Ehl-i sünnet âlimleri gibi, bunları tevil etmemiş, (Yecüc ve Mecüc’ün ortaya çıkması, Güneş’in Batıdan doğması, Hazret-i İsa’nın gökten inmesi, Deccal’ın gelmesi ve diğer kıyamet alametlerinin hepsinin, hadis-i şerifte bildirildiği gibi, zamanı gelince aynen gerçekleşeceğine inanırız) buyurmuştur. (Fıkh-ı ekber)
Mehdi’nin ayak sesleri
Sual: Sünnî bir yazar, (Mehdi’nin ayak seslerini işitiyorum) diye bir yazı yazmış. Gelecek hakkında indî tahminlerde bulunmuş. İslâmiyet'in gümbür gümbür geleceğini söylemiş. Tarihte bu Mehdi meselesi, çok istismar edilmiştir. Her devirde Mehdi’nin geldiği, bugün yarın Kıyametin kopacağı söylenmiştir. Çok kimse de, kendinin Mehdi olduğunu açıklamıştır. Günümüzde de, her köşe başında mehdilik satan çok kimse vardır. Sünnî yazar da, söylenenlerden etkilenmişe benziyor. Acaba bu yazarın işittiği ayak sesleri kime ait? Mezhepsizlerin, dinsizlerin ayak sesleri olmasın? Bu yazar, acaba sesleri ayırmakta güçlük mü çekiyor? Çünkü âhir zamanda gün günü aratacak, dinsizlik çoğalacaktır. Nitekim (Her asır, öncekinden daha kötü olur, böylece Kıyamete kadar bozulur) hadis-i şerifi, kötülüğün ve küfrün gümbür gümbür yayılacağını göstermektedir. İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbânî hazretleridir. Üçüncü bin yılın müceddidi de Hazret-i Mehdi olacağına göre, İmam-ı Rabbânî hazretlerinden bin yıl sonra Mehdi gelmeyecek mi?
CEVAP
Evet, Hazret-i Mehdi’nin gelişine en az 600 yıl daha vardır. Gelinceye kadar dinsizlikler, cinayetler, her çeşit kötülük yayılmaya devam edecektir. İstisna olarak bazı bölgelerde İslamiyet’e sarılanların olması hadis-i şerife aykırı değildir. Yukarıdaki hadis-i şerif, dünyada genel bozulmayı bildirmektedir. Mehdi’yim diyenlerin hiçbirine inanmamalı. Mehdi’nin alametleri sitemizde vesikalarıyla birlikte vardır.
Hazret-i Mehdi gelince
Sual: Şeyh denilen biri, (Hazret-i Mehdi geldiğinde elektrik ve elektronikle çalışan hiçbir şey olmayacak, teknolojiyi tamamen kaldıracaktır) diyormuş. Öyle bir şey var mı?
CEVAP
Ateistler ve yabancılar, özellikle böyle şeyhler yüzünden İslâmiyet'e ters bakıyorlar. Teknoloji İslâmiyet'e aykırı değildir, İslamiyet’in emrettiği bir ilimdir. Hazret-i Mehdi, İslâmiyet'e aykırı bir iş yapmayacaktır. Onun zamanında inecek olan Hazret-i İsa da, onunla beraber İslâmiyet'i yayacaktır. İki hadis-i şerif:
(Eshab-ı Kehf, hazret-i Mehdi’nin yardımcıları olacak, İsa “aleyhisselam” da, bunun zamanında gökten inip Hazret-i Mehdi ile birlikte, Deccal ile savaşacaktır.) [İ. Süyûtî]
(İsa “aleyhisselam”, âdil bir hakem olarak gökten inecek, İslam’dan başka her şeyi yasaklayacaktır.) [Buhârî]
Zamane şeyhleri, nakli esas almıyorlar, akıllarına geleni söylüyorlar. Belki de teknolojiyi İslam dışı bir şey sandıkları için, (Mehdi, İslam’a aykırı olan şeyleri kaldıracaktır) diyorlar. Nakli esas almayanların sözlerine itibar edilmez.
Hazret-i Mehdî'nin alametleri
Sual: Önceki zamanlarda olduğu gibi, zamanımızda da kendini "Mehdi" ilan edenler oluyor. Geleceği bildirilen hazret-i Mehdi'nin bunlarla bir alakası var mıdır?
Cevap: Hazret-i Mehdi, ahir zamanda dünyaya gelecektir. Adı, Muhammed, babasının adı Abdullah’tır. Resûlullah efendimizin soyundan olacaktır. İsa aleyhisselâmla buluşacak, mezhepleri kaldıracak, yalnız onun mezhebi kalacak, her yeri alacak, her yerde adalet olacak, Eshâb-ı Kehf, uyanıp mağaradan çıkarak, hazret-i Mehdi'nin askeri olacaktır. Bazı kimseler, büyük zannettikleri kimselere Mehdi demektedir. Hazret-i Mehdi'nin alametlerini Resûlullah efendimiz bildirmiştir. İbni Hacer-i Mekkî hazretlerinin Alâmet-ül-Mehdî kitabında ve İmâm-ı Süyûtî hazretlerinin Cüz'ün minel ehâdîs velâsâril vârideti fî alâmetil mehdî kitabında bunlardan iki yüze yakın alâmet yazılıdır. El-fütûhât-ül-islâmiyye kitabında diyor ki:
“Beklenilen Mehdi, hazret-i Fatıma'nın soyundan olacaktır. Mekke’de zuhur edecektir. O zaman, Müslümanlar halifesiz olacaktır. İstemediği hâlde, zorla halife yapılacaktır. Zuhur edeceği zaman, yaşı ve ömrü kesin belli değildir.”
Hazret-i Mehdi çıkacağı zaman yeryüzünde halife bulunmayacağı ve Mehdiliklerini ilan edenlerin Mehdi olmadıkları, buradan anlaşılmaktadır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hazret-i Mehdi'nin Medine’deki sapık din adamlarını öldüreceğini yazmaktadır
.
|
İmam-ı Rabbani ve Hazret-i Mehdi
|
Sual: İmam-ı Rabbani, Mehdi’nin Peygamberimizden bin sene geçtikten sonra mı, yoksa kendisinden bin sene sonra mı geleceğini bildirmiştir?
CEVAP
Kendisinden bin sene sonra geleceğini bildirmiştir. Peygamber efendimizden bin sene sonrası zaten, İmam-ı Rabbani hazretlerinin kendi zamanı oluyor. Peygamber efendimizden bin sene sonra gelecek olsaydı, 400 sene önce gelmiş olması gerekirdi. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hazret-i Mehdi çıkmadan önce doğu cihetinde, parlak bir kuyruklu yıldız doğacaktır. Bir yıldız doğmuştur, ama şunu bilmelidir ki, bu doğuşlar, Mehdi’nin zuhuru zamanında meydana gelecek olanlardan farklıdır, çünkü Mehdi’nin zuhuru ortaya çıkması, yüz yılın başlangıcında olacaktır. Şu an ise yüz yılın başını 18 sene geçmiştir. (2/68) [Görüldüğü gibi, hicri yüzyıl başını 18 sene geçtiği için, bir yıldız da görüldüğü halde, kendi zamanında gelmesinin mümkün olmadığını açıkça bildiriyor. Günümüzde ise, yüzyıl başını 30 sene geçmiştir.]
Resulullahın vefatından bin sene geçtikten sonra, ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı az ise de, İslamiyet’i tam kuvvetlendirmeleri için, çok yüksek olacaklardır. Resulullah efendimiz, hazret-i Mehdi’nin teşrif edeceğini haber vermiştir. Bin sene sonra gelecektir. İsa aleyhisselam da, bin sene sonra, gökten inecektir. (1/209) [Burada açıkça, (Bin sene sonra gelecektir) deniyor, yani kendisinden bin sene sonra geleceği bildiriliyor. Şimdi gelecek olsaydı, İmam-ı Rabbani hazretleri, (Peygamberimizden 1500 sene sonra gelecek) diyemez miydi?]
Bu ümmetin sonu, Peygamberimizin vefatından bin sene sonra, yani ikinci bin ile başlamıştır, çünkü bin sene geçmesiyle, insanlarda ve eşyada büyük değişiklik olur. Allahü teâlâ, bu dini kıyamete kadar değiştirmeyeceği için, ilk zamanda gelenlerin tazelikleri, kuvvetleri sondakilerde de görülmekte ve böylece ikinci bin başında İslamiyet’i kuvvetlendirmektedir. Bu sözümüzü ispat etmek için, kuvvetli şahit olarak, hazret-i İsa ile hazret-i Mehdi’yi gösteririz. (1/261) [Burada da, bin sene geçtikçe İslamiyet’in kuvvetlendirileceği bildiriliyor. İkinci bin başında İslamiyet’i kuvvetlendiren, ikinci binin müceddidi olan, müceddid-i elf-i sani İmam-ı Rabbani hazretleridir. Kendisinden bin sene sonra, bu kuvvetlendirme işini ise hazret-i İsa ve hazret-i Mehdi yapacaktır.]
Ahmed Said Faruki hazretlerinin oğlu Muhammed Mazhar hazretleri de, İmam-ı Rabbani hazretlerinin hayatını anlattığı kitabında buyuruyor ki:
Her yüz sene başında bir müceddid yani dini kuvvetlendirici gelir, ama yüz senede gelen müceddid ile, bin senede bir gelen müceddid arasında çok fark vardır. Yüzle bin arasında ne kadar fark var ise, bu iki müceddid arasında da o kadar, hatta daha çok fark vardır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin vakti şöyledir ki, eski ümmetler zamanında dünyanın zulmetle dolduğu yıllarda, ülülazm bir Peygamber gelir ve yeni bir din getirirdi. Ümmetlerin en hayırlısı, Muhammed aleyhisselamın ümmetidir. Bu ümmetin Peygamberi de, Peygamberlerin sonuncusudur. Bu ümmetin âlimleri, Benî İsrail’in Peygamberleri gibidir. Hadis-i şerifte, böyle olduğu bildiriliyor. Bu ümmette âlimlerin varlığı kâfi görüldü. Böyle bir vakitte, yani Peygamber efendimizden bin sene sonra, marifeti tam, âlim ve ârif bir zat lazımdır ki, eski ümmetlerdeki ülülazm bir Peygamberin yerini tutsun. Zira bu ümmetin sonu, Peygamber efendimizin vefatından bin sene sonradır, çünkü bin sene geçmesinde büyük bir özellik ve işlerin değişmesinde kuvvetli tesirler vardır. Bu ümmette ve bu dinde değişiklik olmayacağına göre, şüphesiz geçmişlerdeki nispetin ve o sağlam yolun, sonra gelenlerde yeniden kuvvetlenmesi zorunludur. Böylece, İmam-ı Rabbani hazretlerinin mübarek zatında, nübüvvet ve risaletin bütün üstünlüklerini toplayıp, bu yüksek makamla diğerlerinden ayırdılar. (Menakıb ve Makamat-i Ahmediyye-i Saidiyye)
Hazret-i Mehdi, İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiğine göre, kendisinden bin sene sonra gelecek ve üçüncü binin müceddidi olacaktır. (Faideli Bilgiler)
Görüldüğü gibi, hiçbir âlim, (İmam-ı Rabbani hazretleri, hazret-i Mehdi’nin Peygamberimizden bin sene sonra geleceğini bildiriyor) diye bir şey anlamamış; hepsi, Peygamber efendimizden bin sene sonra gelecek olan müceddidin, İmam-ı Rabbani hazretleri olduğunu bildirmiştir.
.
|
|
|
Buna rağmen sokaktaki her bir kişiye sorsanız, mehdiyi inkârın küfür olduğunu söyleyecektir.
KÜFR DEĞİL BİDAT EHLİ OLUR
Kuran da mehdi kavramı geçmez, bazı rivayetlerde geçer.
Şiiler, mehdiyyi muntazarı 12.imam olarak bilirler.
İmam kaybolmuştur, dönüp dünyayı kurtaracağına inanırlar.
İmam Humeyni gelmiş bu iş bitmiştir.
Ehli sünnet inancına mehdi kavramı sonradan girmiştir.
Çeşitli görüşlerin yanında her çağda kim doğru yolu gösterirse o mehdidir görüşü ağır basar.
Bazı tarikat liderleri var olan bu kavram sayesinde örgütlenmiştir.
Kadim dinlerde kurtarıcı inancı vardır, bu da onların uydurmasıdır.
İslamda tek kurtarıcı Allahtır, Kurandır.
Mehdi-Mesih inancı Yahudi, Hristiyan hatta Mecusi (zerdüş) inancında vardır.
Sizde var da bizde olmaz mı der gibi onlardan esinlenen bizdeki bazı alimler bu inancı içselleştirmişlerdir.
Mehdilik kavramı daha çok Şia da vardır ama maalesef bu inanç ehli sünnet denen akımın içine de monte edilmiştir.
Mehdi inancı öyle yerleşmiş ki adeta iman esaslarından biri olmuştur.
Saidi Nursi kendisinin mehdi (Mesih) olduğunu iddia etmez, eserinin ve şakirtlerinin mehdi olduğunu iddia eder.
Bu şakirtler içinde yer alan FETÖ lideri kendisinin mehdi olduğuna inanır.
Latif Doğan diyor ki Nurettin Veren ile bir kişiye giderek, mesih geldi mi diye sorduk, bize hayır gelmedi dedi. F. Gülen bize: geldi deseydiniz demişti. Bu, kendisinin mesih olduğunun iması idi. (Latif Erdoğan CNN Türk, Didem Arslan Yılmaz, 08.08.2016)
Dünyayı kurtarması için hem madden hem manen dünyaya hâkim olmasının gerekli olduğu inancını taşır.
Şöyle baktığımızda görürüz ki bunların ve benzerlerinin hiçbiri kamu yararına çalışmaz.
Kendilerinin kuvvetlenmesini, kendi yollarının tek çıkar yol olduğunu, fırka-i naciye (kurtulacak taraf) nin kendi mensupları olduğuna inanırlar.
150 yıl önce ne iseler şimdi de aynıdır, bir arpa boyu ilerleme olmamıştır.
Akıllarını bir başkasına bağlarlar, birey olma gayretleri yoktur.
Şeyh, gavs, hazret, kutub, kutbul aktab, kâinat imamı gibi sıfatları veren belli değildir.
Bu sıfatların hiç birini Allahın Elçisi kullanmamıştır.
Sonradan tasavvufçular tarafından türetilmiştir.
Hangi mevki veya makam bu sıfatları vermeğe yetkilidir belli değil.
Tarikatın ileri geleni bu sıfatı söyler, alt tabaka bunu yayar o kadar.
Efendilerinin dedikleri mutlak doğrudur.
Haram işlendiği görülse bile vardır bir hikmeti, hikmetinden sual edilmez derler.
Mürid (talebe-yoldaş) ğassalın ( yıkayıcının) elindeki meyyit (ölü) gibidir, şeyhine karşı koyamaz.
Sorgulama, itiraz etme hakkı yoktur.
Yani başka bir deyişle beyni alınmış güvercindir o.
Şeyhten gelecek emir baş üstüne,
Şeyhin emrini yerine getirmek ibadettir.
Hatta CD de izlemişsinizdir, adam kalkıp:
Şeyhin karşısında bir dakika durmak 100 rekât namaz kılmaktan daha evladır” diyebiliyorsa burada daha söze hacet kalır mı?
Cemaat veya tarikat mensuplarının dört temel sorunu vardır:
1- Kendi inançları doğrultusunda insan devşirme çabaları.
2- Dünya malı, şirketleşme peşinde olmaları.
3- Devlet kadroları içinde yer alma gayreti.
4- Allah cc müminlerin kardeş (ihvan) olduğunu söylediği halde (Tevbe 11, Hucurat 10) bunlar yalnız kendi mensuplarına ihvan derler.
Devletin büyük zaafı, oy kaygusu başta olmak üzere çeşitli saiklerle bu kurumlara fazla tolerans göstermesidir.
Kendilerine tolerans göstermezsek bize oy vermezler düşünce ve kanaati zurnanın zırt dediği yerdir.
Bu kanaat, devleti felakete götürür.
Hamdolsun ki bir felaketin eşiğinden döndük.
Bu akımının en tehlikelisi FETÖ gibi gizlenerek devlete sızma olayıdır.
Diğerleri munis, uslu görünse de ellerine fırsat geçtiğinde ne yapıp yapmayacaklarını kimse tahmin edemez.
Şu kadar farkla ki, birinin elinde uçak, helikopter var onunla saldırır, öbürü ise elindeki kılıçla kelle keser.
İmkânları neye elverirse onu kullanırlar, fark budur.
Camide cemaat olmak günde 5 kez kongre yapmaktır.
O kongrede insanların dertleri ve çareleri konuşulur.
Hastalar, borçlular, garip gureba ele alınır, çareler üretilir.
Var mı şimdi böyle bir cemaat?
Öyle afedersiniz patates çuvalı misali etliye sütlüye karışmadan, sağa sola bakmadan camiye gidip işte şu kadar derece daha fazla cemaat sevabı beklemek boşuna bir umuttan ileri gidemez.
Cemaat, cemadat olmak değildir.
Cemaatlerin devletin içine sızma gayretinde ne işi var?
Cemaat olacaksanız, bu millete, bu dine yardım etmek istiyorsanız, vatanını, bayrağını, milletini seven nesiller yetiştireceksiniz.
Dine hizmet etmek mi istiyorsunuz, rivayet dinini değil, ayet dinini insanlara öğretmeğe gayret edeceksiniz!
Hikayelerle, masallarla ilgilenecek durumumuz yoktur.
Kaldı ki hikaye masal ile bu güzelim din anlatılmaz.
Anlatanlara kulak vermeyin, dinlemeyin, inanmayın!
Din, Kurandan anlatılmadı, insanlar mahvedildi.
Din yıkıldı viraneye çevrildi.
Böyle olunca din teröristleri türedi.
Bu yanlış, uydurma inançlarını dini eğitimlerinden alıyorlar.
Dini eğitimleri ise yanlıştır, yanlıdır.
Yarım usta ev yıkar, yarım doktor can yakar, yarım hoca din yıkar ifadesi burada manidardır.
Yıllardan beri bunlarla mücadele halindeyiz.
İşine gelmeyenler, menfaatine dokunulanlar, istismarları olumsuz etkilendiğinden bize mezhepsiz, hadis inkarcılığı suçlamasının yanında demediğini bırakmıyorlar.
Bu akıl almaz CD leri halkımızın inancı sarsılmasın diye ikaz mahiyetinde paylaştığımızda söyleyene laf edilmiyor, neden paylaştığımız sorgulanıyor.
Yine yıllardan beri diyanet mensuplarını elimden geldiğince uyarmaya çalıştım.
İnsan, sevdiğinin daha iyi olmasını istemesi kadar tabii bir şey olamaz.
Diyanet, benim şerefle 30 yıl İmam-Hatiplik, 2 yıl vaizlik görevinde bulunduğum kurum.
İstedik ki Diyanetimiz yanlışları düzeltsin.
Bunca Yüksek Din Kurulu üyesi ve her üyenin mahiyetinde çalışan 4 uzman var.
Diyanet, bu yanlış gidişata cevap niteliğinde bir duruş sergilemesi gerekirdi ama olmadı.
Yüksek Din Kurulu dinimize aykırı olanları ayıklayıp halkın karşısında sergilesin” demesine kadar diyanet bu işe el atmadı.
Halbu ki Diyanetin kuruluş amacı bildiğim kadarıyla:
1-Dini eğitim ve öğretimde öncü rol üstlenmek.
2- Toplumun dini görevlerini yerine getirmede görev almak.
3- Dini müesseseleri idare etmek.
Bunca menfi gidişat karşısında Diyanet nerede?
Diyanet, Allah rizası için her şeyi göze alıp tavrını ortaya koymalıdır.
Diyanet Yüksek Din Kurulu üyeleri de geleneksel din anlayışı ile yetişmişlerdir. Şahsen onlardan fazla bir şey beklemiyorum.
Gelen-ek-ten kurtulup GELENe bakmak zorundayız.
Bu, Allahın Kurandaki emridir.
Tv oturumlarına bakıyorum, hiçbir proğramda bu menfi olaylara karşı tek çare Kuranı iyi anlamak denmiyor.
FETÖ nün bu hale gelmesi, yanlış inancına sebep olan uyduruk rivayetlerdir “ denilerek neden teşhis konulmaz, aklım almıyor.
Bu çıkmaz ve sonu uçurum olan yoldan dönmek zorundayız.
Tek çare Kurana dönüştür, tek çare Kuranı merkeze koymaktır.
Tek çare Kuran ve Kurana ters düşmeyen hadislerdir.
Aksi takdirde Kurana ters rivayetler (söylentiler) bizi yuvarlandığımız çukurdan kurtarmayacak, orada bocalayıp duracağız.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamız mukadder olacağını buradan içim yanarak haykırıyorum.
Böyle gidersek daha nice felaketlerin başımıza gelmesi mukadder olacaktır.
FETÖ ve Fetögiller, sebep değil sonuçtur.
Sebep ise, İslami öğretide olmayanları güzelim dinimize monte etmektir.
“O halde, (Kur'an'ı bırakıp da) nereye gidiyorsunuz? / Tekvir 26
hasan karagüzel
.Kadermiş öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;
Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.
“çalış” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına bir çok HURAFE uydurdun!
Sonunda bir de “TEVEKKüL” sokuşturup araya,
Zavallı DİNİ çevirdin onunla MASKARAYA!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla Ecir-İ Hâsır iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini;
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür, vazifesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hüda Vekil-İ Umurun değil mi? Keyfine bak!
Onun Hazine-İ İn’amı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa... Verir!
Silahı kullanan Allah, Hududu bekleyen O;
Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altına ordu ordu melek,
Senin hesabına küffarı Hak-Sar edecek!
Başın Sıkıldı Mı, Kafi Senin O Nazlı Sesin:
“Yetiş” de, Kendisi Gelsin, Ya Hızr’ı Göndersin!
Evinde Hastalanan Varsa, Borcudur: Bakacak;
Şifa Hazinesi Derhal Oluk Oluk Akacak.
Demek Ki : Her Şeyin Allah... Yanaşman, Irgadın O:
çoluk çocuk Ona Ait: Lalan, Bacın, Dadın O;
Vekil-İ Harcın O; Kahyan, Müdür-İ Veznen O;
Alış Seninse De, Mesul Olan Verişten O;
Denizde Cenk Olacakmış.... Gemin O, Kaptanın O;
Ya Ordu Lazım İmiş... Askerin, Kumandanın O;
Köyün Yasakçısı; Şehrin De Baş Muhassılı O;
Tabib-İ Aile, Eczacı... Hepsi Hasılı O.
Ya Sen Nesin?
MüTEVEKKİL!
Yutulmaz Artık Bu!
Biraz Da Saygı Gerektir...
Ne Saygısızlık Bu!
HUDA’YI KENDİNE KUL YAPTI,
KENDİ OLDU HüDA;
Utanmadan Da “TEVEKKüL” diyor bu Cür’ete, Ha?!..
Mehmet Akif Ersoy
.ŞİRK SAPKINLIĞI KENDİLERİNE ATALARINDAN MİRAS KALDI:
(10. YAZI)
Kur'an'ın ilmi ve hikmeti olmayınca ahmaklıkta sınır kalmıyor.
Yani Kur'an'ın üzerinde tefekkür etme nimetinden mahrum olan bir kişi, Prof da olsa sırtında kitap taşıyan eşeğin durumundan daha düşük bir seviyeye sahip oluyor.
(Cuma-5)
Çünkü bu kişi Allah'ın kendisine ihsan ettiği akıl nimetini şeytanın yolunda israf etmiştir.
Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.
"Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar"
(Furkan- 44)
Kur'an cahilleri kadar yalan ve boş konuşan kimse yoktur.
Mesela:
Kur'an cahili Nihat Hatipoğlu bakın ne diyor.
"Şöyle bir kelime yaygınlaşıyor Türkiye'de.
Bir şerdir bu, bir şer.
Altını çiziyorum.
Hanımefendi kardeşlerimiz içinde, beyefendiler için de söylüyorum.
Bu çağımızın en büyük mikrop ve bid'atlerinden biridir.
"Tek bir kuralımız var, kitap, Kur'an diyorlar"
Böyle çok cafcaflı bir söz, öyle hoş, öyle ışık saçan bir söz gibi..."
Evet Nihat Hatipoğlu aynen böyle söylüyor.
Yani dinin Allah'a özel kılınması gerektiğini kabul etmiyor.
Halbuki dinin indirilen vahiy ile daha Allah Resulü hayatta iken tamamlandığını,
( Enam- 115 ; Maide-3)
Kur'an'ın yüzlerce âyetine baktığımızda "Allah elçilerinin sadece indirilen vahyi tebliğ ettiklerini ve sadece vahye tabi olduklarını, (Enbiya- 45; Kaf- 45; Yunus-109; Ahkaf- 9 )
çok açık olarak görüyoruz.
Şirk, hurafe ve dini rant yapmada, aynı zamanda konuşma ve anlatım
tarzında DNA testine ihtiyaç bırakmadan babasının oğlu olan MUHAMMED SAİT HATİPOĞLU bakın ne diyor.
"Anladım ki, senin o şerefli isminin yanına yazılabilecek kimse, anladım ki, senin katında en sevgili odur ya Rabbi!
Öyle diyordu yüce Allah, "sadakte- doğru söyledin Adem!"
Hakikaten "aynen öyledir" diyordu.
Şayet diyordu "la şekke" "şüphesiz ki" eğer ki Muhammed olmasaydı, ne sen olacaktın (Adem) ne İbrahim olacaktı, ne Musa olacaktı, ne Nuh olacaktı.
Ne de İsa (a.s) olacaktı.
Ne de bu gördüğün kainat olacaktı.
Şayet Muhammed olmasaydı hiçbiriniz olmayacaktınız"
Yukarıdaki konuşmanın Kur'an açısından hiçbir değeri yoktur çünkü hepsi yalandır.
OSMAN ÜNLÜ'NÜN ŞİRK SAPKINLIĞI:
TGRT nin fetva makamı olan Osman Ünlü diyor ki:
"İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehli Sünnet alimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir.
Ehl-i Sünnet alimlerinin bildirdiği iman ve islam bilgileri arasında, manaları açık olan naslardan yani âyeti kerimelerden, hadisi şeriflerden birine inanmayan kafir olur.
İnanmadığını gizlerse buna münafık denir. Hem gizler, hem de müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa buna zındık denir
Manası açık olmayan nasları (âyet ve hadisleri) yanlış te'vil ederek, yanlış inanırsa kafir olmaz.
Fakat Ehl-i Sünnet'in doğru yolundan ayrıldığı için cehenneme girecektir"
Aslında sabah akşam, böyle ahmakça bir imana sahip olmadığımıza şükretmeliyiz.
Halbuki din ve hüküm olarak Kur'an'dan başka bir kaynağa iman etmek küfürdür.
(Casiye- 6; Mürselat-50)
Osman Ünlü "Adem'in yaratıldığı çamurdan yaratıldığı için Hurma'nın halamız olduğunu" söyleyen bir Kur'an cahilidir.
CÜBBELİ AHMED'İN ŞİA VERSİYONU:
Uydurulmuş dinin Şia versiyonu bir kişi televizyonda yaptığı konuşmada hiç utanmadan aynen şunları anlatıyor.
"Hz Musa (a.s) dedi: Ya Rabbi!
Dünya ve ahirette kendime fayda sağlayacak bir zikir bana öğret.
Hz.Musa'nın Allah'tan istediği söz, "bana bir zikir öğret"
Allah (azze ve celle)
Hz.Musa'ya buyurdu ki:
"Musa! Yarın falan sahraya çık, orada küçük inci gibi bir taş göreceksin.
O taşı kaldırmaya çalış.
O taşı kaldırmaya çalışırken o zikri de öğreneceksin.
"Benden istediğin zikri öğreneceksin"
Hz.Musa ertesi sabah sahraya geldi.
O inci tanesi büyüklüğünde olan taşı gördü. Elini attı, kaldıramadı.
İnci büyüklüğünde bir taş, küçücük bir taşı kaldıramadı.
İki eliyle tuttu kaldıramadı.
Hz. Musa çok uğraştı, o taşı kaldıramadı.
Taş Hz. Musa'ya seslendi,
Dedi: "Musa!
"Sen ve seninle beraber bütün insanlar yan yana gelip tutsanız, yine beni kaldıramazsınız! yine kaldıramazsınız!
Eğer beni kaldırmak istiyorsan.
Dün Allah'tan istediğin bir zikir vardı.
O zikri söylersen bu taşı kaldırırsın.
Dedi nedir o zikir?
Dedi o zikir şudur.
"Ya Ali medet!"
Kur'an cahili ahmağın verdiği kaynak,
"Kerameti Salih'in"
Yine bir televizyonda konuşan iki Kur'an düşmanı tasavvufçu, şirk sapıklıklarını şu şekilde ortaya koyuyorlar.
MUHİTTİN'İ ARABİ MARS'TA OLAN BİR MİLLETİ AFRİKA'YA YERLEŞTİRMİŞ!!!
"Şimdi hocam bakın mübareğin yazısı gene elime geldi, bunu kitap'ta yazdım.
Muhittin Arabi'nin Mars'taki "Selam" yazısı, o kutup muydu! kutbul- Aktap mıydı?
(karşısındaki müşrik cevap veriyor)
"O kutbul- Aktaptı.
Yani Hızır makamındadır.
Orada küçük bir bilgi daha vereyim,
beyinler karışsın artık, beyin jimnastik yapmakla, bilgileri hatırlar.
Muhittin'i Arabi hazretleri o dönemde orada çok az kalmış bir kavmi, yetmiş veya üç yüz kişilik bir kavmi getirip Mars'a bırakmış.
Evet onların yardımına koştu.
Kutbul- Aktab'ın görevlerinden biri de odur.
Mesela:
"Hocamdan bir örnek vereyim.
Bir gece bir yerde sohbet ediyorlar : Diyorlar ki, işte keşke seydamız yanımızda olsaydı, kar böyle bellere kadar gelmiş.
Dağ köyleri, biraz sonra kapı çalınıyor, hocam ayakları çırılçıplak, paçaları ve kolları sıvamış, abdest alacak vaziyette, o halde ayakkabı ve çorap da ayağında yok.
Kapı çalıyor, beni mi çağırdınız?
Falan mahalde, bir elma fidanının köklerini buzlar sıkıştırmıştı, bizden yardım istedi.
Ona yardım ettik de geliyoruz.
İşte kutbul- aktap budur.
Şimdi Muhittin Arabi hazretleri o dönemde orada Mars'ta bir yardım sinyali alıyor.
Orada 270 veya 300 kişilik bir grubu Kuzey Afrika'ya yerleştirdi kendisi"
Geri zekalı ahmaklar aynen bunları anlatıyorlar.
Güler misin ağlar mısın, bilmiyorum.
Bu alçak müşriklere
"Elma fidanını buzlardan kurtaran, Mars'ta olan bir kavmi Afrika'ya getirip yerleştiren bu şeyhleriniz! ve gavslarınız!
İslam aleminin içinde bulunduğu kaos, anarşi, esaret, zulüm, katliam,
kargaşa, terör ve düşman istilalarından niye kurtarmıyorlar?
Diye soracak olsak, acaba bize ne cevap verecekler?
Aldatılmış, vahiy yolundan engellenmiş, din duygusu ile sömürülmüş,
Allah ile aldatılmış ümmi halk, baştan aşağı sapıklık ve küfür,
şirk ve yalan olan Şiilik, Sünnilik ve en kahpe islam düşmanı olan kahrolası tasavvuftan yakasını kurtarmak zorundadır
.Sırf KUR'AN YETER dediğimiz için bizi tekfir edenlerin sorduğu en klasik soru istisnasız:
' Siz namaz kılmayı nereden öğrendiniz.
Hadi Kur'anda gösterin bakalım namaz nasıl kılınır'' sorusudur.
Bu soru sorunludur.
Kur'anda namaz yoksa siz farzlarını nereden belirlediniz?
Bir eylemin farz olması için ayetle sabit olması gerekmez mi?
GEREKMEZ.....
|
Resulullah'ın hüküm koyma yetkisi ve vahyin mahiyeti
|
Sual: Bazıları, Yalnız Kur’an sloganı ile, “Peygambere Kur’an harici başka bilgi verilmedi. Vahiy haricindeki sözleri senet olamaz” diyerek peygambersiz bir din meydana çıkarmak istiyorlar. Kur’anda Peygamber efendimize Kur’an harici bilgi verildiğine dair âyet yok mudur?
CEVAP
Çok âyet var. Kur’anda, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor, Resulüne itaati de şart koşuyor:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Al-i İmran 32]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]
Allahü teâlâ, Resulünü kendi ile beraber bildirirken şu âyetlerde de sadece Resulünü bildiriyor:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(İhtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz.) [Nisa 65]
Peygamber efendimizin Kur’an dışındaki, dini hükümlere ait bütün emir ve yasaklardaki sözleri de, vahye dayanır. Bir âyet meali şöyledir:
(Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [dini hükümlere ait her] sözü vahiydir.) [Necm 3, 4]
Demek ki dini emir ve yasaklarda hüküm bildiren her sözü vahiyledir. Birkaç örnek verelim:
Birinci örnek:
Bir âyet meali:
(Hani, Allah size, iki taifeden [Kervan veya Kureyş ordusundan] birinin sizin olacağını vaat etmişti. Siz de kuvvetsiz olanın [kervanın] sizin olmasını istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna gitmese de, hakkı ortaya çıkarmak ve batılı yıkmak için, Allah hakkı ortaya koymak ve [Kureyş ordusunu yok edip] kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.) [Enfal 7]
Kervan kaçarak kurtuldu. Fakat Kureyş ordusu birkaç misli çok olmasına rağmen Bedir’de yenildi. Allahü teâlâ daha önce bunu bildirdiğini söylüyor. Halbuki daha önce böyle bir şey söylediği Kur’an-ı kerimde yok. Demek ki, Peygamber efendimize vahiy ile bildirdi.
İkinci örnek:
Bir âyet meali de şöyle:
(Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz de, O da, “Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim” diyerek bu duanızı kabul etmişti.) [Enfal 9]
Allahü teâlâ, (Bin melekle size yardım edeceğim) dediğini bildiriyor. Bunu Kur’an-ı kerimde daha önce bildirmediğine göre, Kur’andan ayrı olarak Resulullaha vahiy ile bildirdiği ortaya çıkıyor.
Üçüncü örnek:
Peygamber efendimiz Hazret-i Hafsa’ya gizlice bir söz söylemişti. Tefsirlerde bu gizli sözün Hazret-i Ebu Bekir’in halife olacağına dair olduğu bildiriliyor. O da, bunu, mahzur yok diye Hazret-i Âişe’ye anlattı. Allahü teâlâ da bunu Resulüne bildirdi. İşte âyet-i kerime meali:
(Peygamber, hanımlarından birine [Hazret-i Hafsa’ya] gizlice bir söz söylemişti. O, bunu [Hazret-i Âişe’ye] haber verince, Allah da Resulüne durumu bildirdi, o da bir kısmını açıkladı, bir kısmını da söylemedi. Hanımı [Hafsa], “Bunu sana kim haber verdi?” dedi, o da, “Bana, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah haber verdi” dedi.) [Tahrim 3]
Allahü teâlâ, Hazret-i Hafsa’nın sözünü Resulüne bildirdiğini söylüyor. Ama bu Kur’anda yok. Demek ki, Allahü teâlâ, Kur’andan başka da, Resulüne vahiy ile bildiriyor.
Dördüncü örnek:
Bir âyet meali de şöyle:
(Siz [Hayber’den gelen] ganimetleri almak için giderken, [Hudeybiye seferinden] geri bırakılanlar, «Biz de sizin arkanızdan gelelim» diyecekler. Onlar [böyle söylemekle] Allah’ın [Hudeybiye seferine katılmayan bedevileri, bundan böyle başka bir sefere çıkarma] emrini değiştirmelerini isterler. De ki: «Bizim arkamıza asla gelemezsiniz. Allah, daha önce böyle buyurdu.» Bunun üzerine de «Hayır, siz bizi çekemiyorsunuz» diyeceklerdir. Halbuki onlar pek az söz anlayan kimselerdir.) [Fetih 15]
Burada Bedevilerin Hayber savaşına katılmalarının yasaklandığı, bu savaşa sadece Hudeybiye’de bulunanların katılacağı, bunun da, Resulullaha daha önce bildirildiği belirtiliyor. Kur’anda bunu bildiren bir âyet yoktur. Bu da gösteriyor ki, Resulullaha Kur’an harici vahiy de gelmektedir.
Kur’an-ı kerimde hikmet ile ilgili bir çok âyet vardır. Bir tanesinin meali şöyledir:
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151]
İmam-ı Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmet, Sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyurdu. (Risale s.78)
Sünnetler de, Kur’an-ı kerim gibi vahiy iledir. Dinimizdeki dört delilin ikincisidir.
Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.) [Taberani]
Kur’an dışı gelen üç vahiy de şöyledir:
Bir gün Resulullah efendimizin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullaha ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. (Mevahib-i ledünniyye)
(Üzeyrin ve Zülkarneynin Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Hazret-i Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara "bilmiyorum" dedim. Cebrail de, "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud]
Peygamber efendimiz, mestleri üzerine mesh edince, (Ya Resulallah, [ayakları yıkamayı] unuttunuz galiba dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Hayır, ben unutmadım, Rabbim böyle yapmamı emretti.) [Ebu Davud]
Resulullah efendimiz, bütün emir ve yasakları mesela namazın ve diğer ibadetlerin farzlarını, sünnetlerini, müfsitlerini vahye uygun olarak ümmetine bildirmiştir. Hiçbir şeyi gizli bırakmamıştır. İşte iki âyet-i kerime meali:
(Eğer O [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]
(O gayb hakkında cimri değildir.) [Tekvir 24]
Müfessirler bu âyeti şöyle açıklıyorlar:
(Gaybdan yani kimsenin bilmediği vahiyle bildirilen bilgileri ümmetine açıklamak hususunda cimrilik yapmaz, hepsini bildirir. Allah’ın bildirdiklerini niye gizledin diye töhmet altında bırakılamaz, itham edilemez.)
Bu gayb bilgilerini de Resulullah ümmetine tebliğ etmiştir. Namazın farzları, nasıl kılınacağı, diğer ibadet bilgileri hep bu gayb bilgilerdendir. Bunları hâşâ bildirmemesi mümkün mü? İşte bir âyet-i kerime meali:
(Ey Resulüm, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Onun elçiliğini [Peygamberlik görevini] yapmamış olursun.) [Maide 67]
Netice:
Allah Resulüne düşmanlık, Peygambersiz din meydana çıkarma gayreti, İslamiyet’i içeriden yıkmanın başka yoludur. Bu niyette olup, Yalnız Kur’an diyenler kesinlikle Kur’an-ı kerime de inanmıyorlar. Halbuki, Resulüne karşı gelenlerin yapmak istediklerinin çirkinliğini ve akıbetlerini de Allahü teâlâ Kur’an-ı keriminde mealen şöyle bildiriyor:
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Kimi, Resule iman etti, kimi de, yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem kâfi gelir.) [Nisa 55]
Vahiysiz dine ait hüküm yoktur
Sual: Yukarıdaki yazıda (Peygamber efendimizin Kur’an dışındaki sözleri de, vahye dayanır) deniyor. Az da olsa, ictihada dayanan sözleri yok mudur?
CEVAP
Evet vardır. Bazı sözlerine, Allahü teâlâ, yanlış demiş ve affettiğini bildirmiştir. Tevbe suresi, 43. âyetinde mealen, (Hay Allah seni affetsin [iyiliğini versin]; [mazeretinde] doğru olanlar ile, yalancı olanlar belli olmadan, niçin onlara izin verdin?) buyuruldu. Demek ki ictihadla söyledikleri de var. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamber efendimiz de, vahiyse vahiy, değilse kendi ictihadı olduğunu bildirirdi.
İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tâbi olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi.
Peygamber efendimiz tarafından böyle ictihadla söylenenler, dini emir ve yasaklara ait hüküm ise, düzeltildiği için, neticede Peygamber efendimizin söyledikleri vahiy oluyor, yani son söylediği vahiy oluyor. Âyet âyeti nesh edebiliyor, hadis hadisi nesh edebiliyor, hadis âyeti nesh edebiliyor. Bunlar da vahiy ile oluyor, yani dine ait bir hüküm vahiy ile oluyor. Vahiysiz dine ait hüküm yoktur.
İctihadda Eshab-ı kiramdan biri, Peygamber efendimize uymayabilirdi. Fakat bu ahkam, Peygamber efendimiz zamanında hatalı ve şüpheli olamazdı. Çünkü, Cebrail aleyhisselam gelerek, yanlış olan ictihadlar, Allahü teâlâ tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Peygamber efendimizin vefatından sonra meydana çıkarılan ahkam ise, böyle değildir. Bunun için, vahiy zamanında ictihad olunan ahkamı, hem yapmak, hem de inanmak lazımdır. (c.2, m.36)
Düzeltildiği için Resulullahın yanlış olan, vahye dayanmayan bir ictihadı yoktur. Hepsi vahye dayanır.
Peygamber efendimizin zamanında eshab-ı kiramın ictihadı bile hatalı olmuyor, hemen vahiy gelip düzeltiliyor, düzeltilmiş hâli vahiy oluyordu. [Buradan, (Her birine Cenneti vaad ettim, Hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) mealindeki âyet-i kerimelerle ve, sekiz muhaddis âlimin naklettiği (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir) mealindeki hadis-i şerifle methedilen Eshab-ı kiramın derecesini de anlamalıdır. Bu yüzden mezhep imamlarımız da onlardan gelen her haberi senet kabul etmiş, bunlara uymayan ictihadlarını bile hemen terk etmişlerdir.] Önemli olan neticedir. Bunun için Peygamber efendimiz, (Yemin ederim ki, ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum) buyuruyor. (Taberani)
Bu hadis-i şerif de gösteriyor ki, dine ait, hüküm koyan sözler vahiyledir, yanlış olma ihtimali asla yoktur.
Bir başka misal:
Kisra’nın gönderdiği iki elçi sakalsız ve uzun bıyıklı idi. Resulullah, bu elçilere, (Size bunu kim emretti?) diye sordu. Elçiler de, (Rabbimiz Kisra emretti) dediler. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Benim Rabbim de, bana sakalımı uzatmamı ve bıyığımı kısaltmamı emretti.) [Ebu Nuaym]
Böyle açık bir emir, Kur'an-ı kerimde yoktur, Kur'an-ı kerim haricinde de vahiy geldiğini bu olay göstermektedir. Demek ki, bu hadis-i şerif de, Peygamber efendimizin dine ait sözlerinin vahye dayandığını gösteriyor.
Resulullah'ın yetkisi
Sual: Bir hadis şöyledir:
(Koltuğuna kurulup, “Allah, Kur’an’dakilerden başka hiçbir şeyi yasaklamadı” diyen bilsin ki, Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, ben de bazı şeyleri emrettim, bazı şeyleri de yasakladım. Bunların miktarı, Kur’an kadar veya sayıca daha fazladır.) [Ebu Davud, Tirmizî]
Peygamberimizin dînî bir hüküm koyma veya bir şeyi yasaklama yetkisi var mı?
CEVAP
Bu hadis-i şerifi bilip de, böyle bir sual sormak çok çirkindir. Bu Ondokuzcu zındıkların sorusuna benziyor. Sağlam kaynaklı yukarıdaki hadis-i şerifte Peygamber efendimiz, (Emrettim, yasakladım) diyor. (Yetkisi var mı?) diye onu yalanlamak çok yanlıştır, insanı küfre de sokar. Bu sahih hadis-i şerife uydurma demek de, mümkün değildir. Bu hususta, sayısız başka kaynaklar da vardır.
.
|
Peygambersiz din olmaz
|
Sual: Kur’anda olmadığı halde, namazlarda Sübhaneke, Ettehiyyatü, salli-barik duaları neden okunur? Eğer hadislerde var derseniz, ben hadislere inanmam, çünkü onlar Emevi uydurmasıdır. Salli barik okumakla Resule tapılmış olmuyor mu?
CEVAP
Kur’an-ı kerim Resulullaha inmedi mi? Resulullah namaz kılmadı mı? Ömür boyu kıldığı namaz tevatürle yani icma ile bildirilmedi mi? Onun kıldığı namaz gibi kılmak niye yanlış olsun? Namazın nasıl kılınacağı, kaç rekat olduğu, hangi vakitlerde kılınacağı, namazı nelerin bozacağı, nelerin bozmayacağı hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
Hadis-i şeriflere inanmayan Müslüman, Kur’ana da asla inanmaz. Çünkü Kur’anı toplayıp Mushaf haline getiren Eshab-ı kiramdır. Onların bildirdiği âyetlere inananın, onların bildirdiği hadis-i şeriflere de inanması gerekmez mi?
Hadis-i şeriflere nasıl uydurma denir? Peygamber efendimiz, 23 sene hiç mi konuşmadı, hiç mi bir söz söylemedi, namaz şöyle kılınır demedi mi? Rüku nasıl yapılır, secde nasıl yapılır hiç mi göstermedi, hep evinde gizli mi kıldı? Camiye hiç mi gelmedi? Son hastalığı hariç, bütün namazlarda Allah Resulü cemaate namaz kıldırmadı mı?
Eshab-ı kiram, Resulullahtan görerek Sübhanekeyi okudu, Ettehiyyatüyü okudu, salli barikleri okudu. Rabbena’yı okudu. Bunları Emevilerin uydurduğu nasıl söylenebilir?
Peki Emevi diye kimselerin bulunduğunu nereden öğrendiniz? Kitaplar mı yazıyor? O kitaplar hadis-i şerifleri de yazıyor. Emevilerin yaşadığına kitap yazdığı için inanıyorsunuz da, kitap yazdığı için hadislere niye inanmıyorsunuz? Bu tezat değil mi?
Kur’anda baştan sona kadar (Resulüme itaat edin, Ona uyun) buyuruluyor. Resule uymak ona tapmak ise Allahü teâlâ niye (Resulüme uyan bana uymuş olur) dedi? Hâşâ, (Benimle beraber Resulüme de tapın) mı buyuruyor?
Peygambersiz din olur mu hiç? Peygamberi lüzumsuz yere mi gönderdi hâşâ? Öyle olsa idi, Allah hiç Peygamber göndermez, sadece kitap gönderir, alın bununla amel edin derdi. Her asırda Peygamberler gönderdi. 124 binden fazla Peygamber gönderildiği bildirilmektedir. Hâşâ bunlar boş yere mi gönderildi? (Yalnız Kur’an) diyerek sünnetleri kabul etmeyenler din düşmanlarıdır.
Resule itaat ne demektir?
Sual: (Resule itaat, Allah’a itaat demektir) mealindeki âyetler için, (Peygamberin bize getirdiği Kur’ana itaattir, yoksa onun kendisine itaat değildir, Peygamberin tanrısal niteliği yok, ona niye itaat edilsin. Buradaki itaat getirdiklerine itaat demektir) diye tevil ediliyor. Bu teville de peygambere postacı denmek istenmiyor mu?
CEVAP
Hâşâ, Peygamber efendimize tanrısal nitelik veren kimdir? Bu nasıl iftira öyle? Bu, misyonerlerin maşası 19’cuların iftirasıdır. Nitekim, Reşat Halife’ye peygamber diyen 19’cu bir kâfir, aynı iddiada bulununca, Sadreddin Hoca demişti ki:
(Eğer, Allah’a itaat, Allah’ın âyetlerine itaat, Resule itaat de, onun Allah’tan getirdiği âyetlere itaat ise, hâşâ o zaman âyetin anlamı, (Allah’ın âyetlerine ve Allah’ın âyetlerine itaat edin) demek olur ki, çok abestir. Hâşâ Allah abes iş yapmaz.)
Hâşâ onların dediği gibi olsa idi, Allahü teâlâ niye bu işe Resulünü defalarca karıştırsın ki? (Allah’a itaat edin) veya (Allah’ın gönderdiği Kur’ana itaat edin) der, Resulüne de itaat ifadesini hiç kullanmazdı. Ahzab suresinin, (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince…) mealindeki 36. âyet-i kerimesi de böyledir. Resulüne yetki vermeseydi, Resulünü hiç söylemezdi. Resulü bir şeye haram veya helal demişse, vahyin yetkisine dayanmaktadır. Köpeği, aslanı, ayıyı haram etmesi, namazın rekatlarını, namazı bozanları, orucu bozanları, zekât nisabını ve buna benzer çok şeyi bu yetkiye dayanarak bildirmektedir.
.
|
|
Elbette ki Kur'anda kıyam, kıraat, rükü, secde, oturuş ve namaz vakitleri dahil hepsi mevcuttur.
Lakin benim işaret etmek isteyip de bu zümrenin farkında olmadığı mevzu, sanki namazın insanlığa Nebimiz Muhammed as. döneminde farz olduğudur.
|
Kur’anda her şey açık değildir
|
Sual: Hadisler olmadan Kur’anla amel edebilir miyiz?
CEVAP
Hadis-i şerifler olmadan Kur’an-ı kerimle amel etmek mümkün olmadığı gibi, mezhepler olmadan da hadis-i şeriflerle amel etmemiz mümkün olmaz. İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Beyheki Delail kitabında şöyle rivayet eder:
Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki:
— Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’anda bir şey bulamıyoruz.
İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki:
— Sen Kur’anı okudun mu?
— Evet.
— Kur’anda sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?
— Hayır.
— Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’anda kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekât düştüğüne rastladın mı?
— Hayır.
— Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan öğrenmedik mi? Hac sûresinde (Eski evi [Kâbe’yi] tavaf etsinler) âyetini okumadınız mı? Peki orada Kâbe’yi yedi defa tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?
— Hayır.
— Allahü teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı?
(Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.) [Haşr 7]
Hazret-i İmran daha sonra buyurur ki:
Sizin bilmediğiniz bizim Resulullahtan öğrendiğimiz daha çok şey vardır. (Mizan-ül-kübra)
Kur’ana göre ibadet
Sual: (Namaz, zekât ve oruç gibi ibadetleri, “uyduruk din”e yani hadislere veya mezheplere göre değil Kur’ana göre yerine getirmelidir) diyenler oluyor. Hadisler ve mezhepler Kur’ana aykırı mıdır?
CEVAP
Mezhepsizler, (İslam’a göre ibadet edelim) diyorlardı. Bunlar da, (Kur’ana göre ibadet edelim) dediklerine göre, mezhepsizlerin başka kolu oluyor. Bu kasıtlı bir reform ve çok cahilce bir tekliftir. (Ülkeyi kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere göre değil, sadece Anayasaya göre idare etmeli) demekten daha yanlıştır. Her şey Anayasa’da olmaz, Anayasa kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerimde namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazın rekâtlarını bile bulamayız. Zekâtın farzını, kaçta kaç verileceğini, uşrun ne oranda verileceğini, Kur’an-ı kerimde bulamayız. Namazın, zekâtın, orucun farzlarını, orucu bozanları Kur’an-ı kerimde bulamayız. Bunları Peygamber efendimiz bildirmiştir. Peygamber efendimizin bildirdiklerini de, mezhep imamlarımız açıklamıştır. Onun için namaz, oruç ve zekât gibi ibadetler ancak mezheplere göre uygulanır. Kur’an-ı kerime hatta hadis-i şeriflerden kendi anladığımıza göre bile uygulayamayız.
Resulullah efendimizin bildirdiklerine ve mezheplere uyduruk din denmesi de, çok çirkin bir iftiradır. Kur’an-ı kerimde, (Resulüme uyun) buyuruluyor. Resulullah’a uymamak Kur’an-ı kerime yani Allahü teâlâya uymamak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler de vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek bana inanmayanlar çıkacaktır.) [Ebu Ya’la]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul ederim diyenler çıkacaktır. İyi bilin ki, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]
(Cebrail aleyhisselam, Kur’an gibi, açıklaması olan sünneti de getirdi.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Mesela Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) buyurdu. Hazret-i Ömer de, (Farzların seferde kaç rekât kılındığını Kur’anda bulamadık) diyene, (Allahü teâlâ bize Resulullah’ı gönderdi. Kur’anda bulamadığımızı Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde 4 rekâtlı farzları 2 kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
.
|
Oysa namaz önceki Nebiler döneminden itibaren süre gelen bir ibadettir.
İşte İbrahim Nebi'nin duası:
Rabbim! Beni namazı tam kılanlardan eyle. Soyumdan gelenleri de.
Rabbimiz! Duamı kabul eyle İbrahim  
Üstelik bu zümre namazın mirac'ta farz olduğu gibi aslı astarı olmayan, Kur'anla ve siyerle çelişen komik bir iddia ortaya atmaktadır.
Halbuki; aslında bize göre hiç olmayan, zerdüşlükten kopyalanan mirac, onlara göre risaletin ~10. yılında gerçekleşiyor.
Oysa daha risaletin ilk yılında/yıllarında inen ayetlerde namaz emrediliyor.
Namazı emreden, tarif eden ve vakitlerini bildiren Taha, İsra, Müzzemmil sureleri risaletin ilk yıllarında inmiştir.
Kur'anda namaz "Essalat" olarak geçer.
Salatın başındaki eliflam bilinirlik takısıdır.
Yani Essalat o bilinen salat(namaz)'dır.
Kur'an malumu ilan etmiş, yeni bir ibadet icad etmemiştir. "Eqimissalat" emri ile o bilinen salatı ikame edin, ayağa kaldırın, dosdoğru kılın demiştir.
Bu emir ilk geldiği zaman hiçbir sahabe;
Ya Resulullah, bu salat nasıl bir şey, nasıl kılınır dememiştir.
Çünkü o salat risaletten önce mekke toplumunda icra edilen bir ibadettir.
Kaldı ki sevgili Nebimize isnad edilen hadis rivayetlerinde de tek tip bir namaz yoktur.
Bunu mezheblerdeki farklı uygulamalardan görebilirsiniz. Oturuşta okudukları tahiyyat duasının metni, namazın vakitleri farklılık göstermektedir.
Hiçbir hadiste kıyam şudur, rükû şudur, secde şöyle yapılır gibi tariflere rastlayamazsınız.
Dediğim gibi bunlar zaten bilinen şeylerdi.
Ve nesilden nesile uygulanıp geldi.
Kuranda; rivayetlerdeki gibi değişken değil, tek tip bir namaz vardır.
Bu zümre Kur'anı açıp baksa, anlayarak okusa hadislerden daha fazla Kuranda namazın nasıl ikame edilmesi gerektiğinin anlatıldığını bilir.
Ayrıca bu zümre namazı rivayetlerden değil Kur'an'dan öğrenseydi ; namazın yalnız Allah'a has kılınması gerektiğini bilir, sevgili Nebimizin bazen kılıp bazen terkettiği nafile namazlara sünnet adını vererek, üstelik "kılmazsanız size şefaat etmez" diyerek ve Nebi'nin rızasına, Nebi'ye has namaz kılarak Allah'a ortak koşmazdı.
Kur'ansızlık böyle bir şey işte...
Bütün bunlara rağmen hala siz namaz nasıl kılınır nereden öğrendiniz diyen olursa onlara yahudi bir haham olan Ben Abrahamson'un namaz hocası kitabını önerin.
Orada yahudilerle bizim kıldığımız namazın okuduğumuz sureler dışında neredeyse aynı olduğunu görecekler.
Sonra da sorun :
Yahudiler de namaz kılmayı Hadisler'den mi öğrenmiş
.FETÖ NEDİR?
Fetö şirktir, hurafedir, uydurma dindir, dini maddi çıkarlara alet etmektir, cehalettir, ihanettir ahmaklıktır.
Fetö "Haçlılar sizin kızınıza karınıza ilişmezler" diyecek kadar alçak bir cehalettir.
Fetö, uydurma dinin ve Risale-i Nur'un bir aynasıdır.
Fetö, Kur'an'da ne kadar yasaklanan batıl bir inanç ve kötü bir ahlak varsa, çıkarı için onu mubah kılan bir haramidir.
Fetö'nün Hristiyan ve Yahudi sevgisi, onlarla işbirliği ve dostluğu, onun cehenneme girmesine delil olarak yeten bir haindir.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.
" Ey iman edenler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin bunu yaparak Allah'a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"
(Nisa,144)
Fetö, Kur'an'sız cemaatin ve akılsız dinin en fanatik bir taraftarıdır.
Fetö, Şia ve Ehli Sünnetin bütün hurafelerini eserinde toplayan Said Nursi'nin nursuz bir talebesidir.
Fetö, tarihin karanlıklarını kendisinde toplayan kapkaranlık bir zihniyettir.
Fetö'nun Kur'an'daki tarifi şöyledir.
"Bunlar iman ile küfür arasında zikzakçı, mütereddit= kararsız, mütehayyir= şaşkın bir haldedir, ne onlara ne de bunlara yani ne müminlere yarayışlı olurlar nede kâfirlere, ikisi arasında bocalar dururlar.
Çünkü küfür ve şirkleri sebebiyle Allah onları şaşırtmıştır.
"Kim Allah'tan sapıklığının devamını isterse artık onun için bir yol bulamazsın"
( Nisa- 143)
Fetö, yukarıdaki âyette anlatılan münafıklardan daha aşağılık çıkmıştır.
Çünkü münafıklar müminlere yaramadıkları gibi kafirlere de yaramazlar.
Fakat Feto İslam dininin en büyük düşmanlarına köpeklik etmekten kaçınmamıştır.
Fetö'de Kur'an ahlakı olmadığı için, daha doğrusu fetö Kur'an, ilim,
akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı bir mukallid olduğu için Allah'ın hidayet, rahmet ve mağfiretinden uzak kalmıştır.
Feto Kur'an'sızlığın nasıl dehşetli bir hastalık olduğunu gösteren apaçık bir delildir.
Fetö'de iman, güven, merhamet, kanaat, ahde vefa, eman ve emniyet, sevgi ve adalet, kardeşlik ve istikamet yoktur.
Fetö, 1400 yıllık bir sorundur.
Fetö, hâlâ Allah'ın elçisini istismar ederek Resülüllahın hapiste olan teröristlerle beraber yemek yediğini anlatıyor.
Fetö'de hainlik, casusluk, mal toplama ve yığma, düşmanlara uşaklık, Müslümana ve Tevhid'e kin ve düşmanlık vardır.
Fetö, hoşgörü, dostluk ve muhabbeti İslam düşmanlarına karşı gösterirken, ümmete karşı kalleşlik, casusluk ve ihanet göstermiştir.
Fetö musibeti Diyanet'in ve ilahiyatçıların cehalet ve rezilliğini gösteren en güzel bir delildir.
Fetö'de iman edenlere karşı ihanet, Kur'an düşmanlarına karşı köpek gibi bir sadakat mevcuttur.
Fetö'de hiçbir ahlaki ilke mevcut değildir.
Allah'ın belası Fetö örgütünün üzerine lanet üzerine lanet yağmıştır.
Hangi şartla olursa olsun fetö'nün başarılı olmasını isteyen alçaktır, fetö'ye karşı sessiz kalan de alçaktır.
Fetö'nün kitabında mertlik ve cömertlik diye bir şey yazmaz.
Eğer fetö'de zerre kadar Kur'an bilgisi, az tefekkür, biraz aklı kullanma, asgari bir sorgulama ve minimum bir özgürlük sevgisi olsaydı kısaca Kur'an'a iman olsaydı bunların üzerine bela üstüne bela lanet üzerine lanet yağmazdı.
Devlet adamları Kur'ansız ve akılsız fetö'den ibret almazlarsa aynı akıbetin kendilerini de yakalayacağından hiç şüpheleri olmasın.
Ya Kur'an başa ya kuzgun leşe...
.9. YAZI)
Eğer son Nebi ve nübüvvete bağlı son Resul olan Muhammed (a.s) dan sonra başka Resul gönderilmiş olsaydı, Mekke müşrikleri gibi, bu müşriklerin de ona iman etmeleri mümkün değildi.
Çünkü bunlar Allah Resulü'nün, hatta bütün Allah elçilerinin en kapsamlı tevhid kitab-ı olan Kur'an'ı kabul etmemekle son derece kararlı hareket etmekte ve muvahhidleri aynen müşrik ataları gibi sapık ilan etmektedirler.
Ayrıca Kur'an, ilim, hikmet, tevhid, adalet, merhamet, güzel ahlak gibi üstün meziyetler ve erdemler,
bu müşriklerin sahip oldukları sapık inanç ve çirkin ahlakla bir araya gelemezler, bu erdemler müşriklerin akıl ve zihinlerinde barınamazlar.
İnanç ve küfür, tevhid ve şirk açısından geçmiş ile bugün veya gelecek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
İSMAİLAĞA TARİKATININ ŞİRK SAPKINLIĞI:
İsmailağa tarikatının şeyhi olan Mahmut Ustaosmanoğlu diyor ki:
"Şeyhin görüntü ve şeklini hayal etmek, Allah'ın zikrinden daha faziletlidir"
( Mahmut Ustaosmanoğlu İrşadül Müridin 3. Baskı sayfa- 124)
Şeyhleri Mahmut Ustaosmanoğlunun karşılarına çıkmasını bekleyen büyük kalabalığın dikkatini çekmek için konuşan müşrik aynen şunları söylüyor.
"Bir Allah dostunun huzurunda, hele kâmil mükemmil bir dostunun huzurunda bir an durmak bin sene ibadetten efdaldir"
Bunu söyleyen sakallı müşrik Celaleddin Rumi'yi kaynak olarak gösterdi.
Yine Kur'an ve tevhid cahili Mahmut Ustaosmanoğlu Lalegül TV'deki konuşmasında diyor ki:
"Kızlar katiyyen orta, lise ve üniversiteye gidemezler.
Bunu tekrar tekrar söylüyoruz, avanaklık etmeyin.
Yüz yirmi dört bin "peygambere" gidip tanışsanız, yüz dört kitaba!! gidip arasanız, bunun fetvası yoktur.
Siz nur gibi melek gibi kızlarınızı nasıl öyle yerlere teslim edersiniz.
Bunu benden tekrar duymuş olasınız.
Kızlarının gideceği tek yer kız medreseleridir"...................KADIN ERKEK KARIŞIK OKUL DİNEN CAİZ DEĞİL
CÜBBELİ AHMED'İN HEZEYANLARI:
"Gavs! gavsı Geylani, denizin ortasında kurtarır, havada kurtarır.
Ya gavs dedin mi, hemen gelir.
----------
|
Kutb-i irşad ve kutb-i medar
|
Sual: Kutb-i irşad ve kutb-i medar kime denir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kutb-i ebdal [kutb-i medar], âlemde, dünyada her şeyin var olmasına ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vasıta olan zattır. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, kutb-i ebdalin feyzleriyle olur.
Kutb-i irşad ise, âlemin irşadı ve hidayeti için, feyzlerin gelmesine vasıta olur. İman etmek, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmek, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Kutb-i irşadla, bütün insanlara iman ve hidayet gelmektedir. Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalalet, kötülük hâline döner. Şeker hastasına verilen tatlıların, onun kanında zehir hâline dönmesine benzer. Yahut safrası bozuk olana, tatlının acı gelmesine benzer.
Her zaman, kutb-i ebdal bulunur, çünkü âlem, onunla nizam bulur. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası tayin edilir. Kutb-i irşad ise, çok az bulunur. Asırlar sonra, böyle bir cevher gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesiyle aydınlanır. Onun irşadının nurları, bütün dünyaya yayılır. Yerden Arş’a kadar, herkese rüşd, hidayet, iman ve marifet, onun yoluyla gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu nimete kavuşamaz. O büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse yahut o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Sevgisi ve ihlâsına göre, o deryadan kalbi feyz alır.
Bunun gibi, bir kimse, Allahü teâlâyı zikrederse ve bu zatı hiç düşünmezse, mesela onu tanımazsa, yine ondan feyz alır, fakat birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zatı inkâr eder, beğenmezse yahut o büyük zat, bu kimseye incinmişse, bu kimse Allahü teâlâyı zikretse de, rüşd ve hidayete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. O zat bu kimsenin zararını istemese de, hidayete kavuşamaz. Rüşd ve hidayet, var görünürse de yoktur. Faydası çok azdır. O zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de, yalnız sevdikleri için rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar. (1/260)
Kutb-i irşad denilen Ehl-i sünnet âlimi, her zaman ve her yerde bulunmaz. Her köşedeki cahil tarikatçıları, şeyh sanmamalı, tuzaklarına düşerek sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.
Gavs ve kutub
Sual: Gavs ve kutub ne demektir?
CEVAP
Gavs, kelime olarak yardım eden demektir. Evliya arasında, kullara yardımla görevli olan zattır. Allahü teâlânın izniyle insanların imdadına yetişmesi sebebiyle gavs denmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Gavs, kutb-i medardan üstündür. Kutb-i medar, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. Ebdal denilen makamlara getirilecek evliyayı seçmekte bunun rolü vardır. (1/256)
Kutub, işlerin görülmesine veya insanların doğru yolu bulmasına vasıta kılınan büyük zattır. Dünya işleri ve madde âlemindeki olaylarla alâkalı olana, kutb-i medar veya kutb-i aktab [kutublar kutbu], din ve irşad işiyle görevli olana kutb-i irşad denir. Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Kutb-i ebdal yani kutb-i medar, âlemde, dünyada her şeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vasıta olur. Kutb-i irşad, âlemin irşadı ve hidayeti için feyzlerin gelmesine vasıta olur. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, kutb-i medarın feyzleriyle olur.
İman sahibi olmak, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmekse, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Her zamanda, her asırda kutb-i ebdalin bulunması lazımdır. Hiçbir zaman, bunsuz olamaz; çünkü âlem bununla nizam bulur. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası tayin edilir, fakat kutb-i irşadın her zaman bulunması lazım değildir. Öyle zamanlar olur ki, âlem imandan ve hidayetten büsbütün mahrum kalır.
Resulullah efendimiz, o zamanın kutb-i irşadı idi. O zamanın kutb-i ebdali de, Hazret-i Ömer ve Veysel-i Karani hazretleriydi. Kutb-i irşadla, bütün insanlara iman ve hidayet gelir. Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalalet, kötülük haline döner. Şeker hastasına verilen kıymetli gıdaların, onun kanında zehir haline dönmesine veya safrası bozuk olana, şekerin acı gelmesine benzer. (Mearif-i ledünniye)
Günümüzde, hocasına gavs, kutup diyenler veya başka rütbe verenler çoktur. Böyle kimselere itibar etmemelidir.
Bir devirde iki mürşid-i kâmil
Sual: (Günümüzde mürşid-i kâmil yoktur) diyenler olduğu gibi, (Bir devirde iki mürşid-i kâmil olmaz) diyenler de var. Silsile-i aliyye büyüklerinin hepsi mürşid-i kâmil değil miydi?
CEVAP
Bir devirde iki değil, daha çok mürşid-i kâmil olabilir. Silsile-i aliyye büyüklerinin hepsi mürşid-i kâmildi. Çoğu aynı devirde yaşadı. Mesela Şah-ı Nakşibend Seyyid Muhammed Bahaeddin hazretleri ile Alaüddin-i Attar ve Yakub-ı Çerhî hazretleri aynı devirde yaşamışlardır. Bir de her tarikatın ayrı mürşid-i kâmili vardı. Kâdirîlerin mürşid-i kâmilleri olurdu, Nakşîlerin olurdu.
Muhammed Bâkîbillah ile İmam-ı Rabbânî hazretleri yaşıttı. Hoca, talebe aynı yaştaydı.
Muhammed Mâsum Fârûkî hazretleri, babası İmam-ı Rabbânî hazretleriyle aynı devirde yaşadığı gibi, Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretleri, Seyyid Abdullah Şemdinî hazretleriyle, Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri ise, Seyyid Muhammed Sâlih hazretleriyle aynı devirde yaşamıştır. Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretleri hayatta iken Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri mürşid-i kâmildi.
Her asırda gelen müceddid âlimlerin bile çok olduğu devirler olmuştur. Bazısı, hocaları ölünce (Artık mürşid-i kâmil bitmiştir) diyor. Hâlbuki (Hak Sözün Vesikaları) kitabında, Kıyamete kadar, her zaman hakiki mürşidin mevcut olacağı bildirilmekte, gerçek mürşid için, (Halis olan taliplere kendisini tanıtır. Düşmanlardan, ahmaklardan saklanır) buyurulmaktadır. Demek ki, (Günümüzde mürşid-i kâmil yoktur) demek, düşmanlıktan veya ahmaklıktan ileri gelmektedir
.
|
Kaç kere denemişim, havada düştük düşeceğiz.
Hayatımız uçaklarda geçti.
Oku, oku, oku, (Yani Allah'a yalvar bir şey yok uçak) durmuyor.
Ya Gavs-ı Geylani dedim mi hemen geliyor! İmam Rabbani de onun büyüklüğünü söylüyor. Uçağı havada tutarlar.
CÜBBELİ'YE GÖRE
"İzmir'i Yunan işgalinden Mustafa Kemal değil, tefriciye salavat duası kurtardı"
CÜBBELİ = KONUŞAN EŞEK
Cübbeli Ahmed'in kelimesi kelimesine anlattığı hikayeye bakar mısınız?
"Hayber fethinde Rasulullah (s.a.v) e ganimetten bir merkep düştü.
Resulullah (a.s) merkebe diyor ki, "mesmük?" "adın ne?"
Sizde zannediyorsunuz eşeklerin adı yok, babası yok, yani eşek babasını tanımaz zannediyorsunuz.
İnsanlar anasını- babasını tanımaz.
Eşekler tanır.
Şimdi öyle eşekten beter insanlar var.
(Cübbeli'nin bu sözü isabetli olmuştur)
Bak eşek şeceresini (soy kütüğünü) saydı.
"Heşebe oğlu, Şihab oğlu, Yezid oğlu Ufeyr " diyor.
Sen dördüncü dedeni sayabiliyor musun?
Eee işte gör vaziyetini!
Resulullah (a.s) eşeğe soruyor.
"Lime künte?" "Sen kimin eşeğiydin?"
Eşek aynen Arapça konuşuyor.
"Liyehüdiyyin" eşeğin fasih (açık-anlaşılır) Arapça lisanına bak.
"Benim sahibim bir yahudiydi" diyor.
Hayber yahudiydi.
"Ara sıra diyor kasden tökezlerdim onu düşürürdüm sırtımdan o yahudiyi"
diyor.
"Bana çok kötü davranıyordu, karnımı aç bırakıyordu, sırtıma sopa vuruyordu!
"Hel leke min rab?" (Resulullah) "şimdi sahibin var mı? dedi.
(Eşek) "yok" dedi.
Eşek ne diyor bak!
"Babam bana babalarından, atalarından nakletti"
Hadis rivayeti gibi!"
"Neslimize(eşek) yetmiş "peygamber" bindi" "Muhammed adında bir "peygamber" son kalan Nebi binecek!"
"Peygamberlerden" senden başka kalmadı, bizim neslimizen de benden başka kimse kalmadı!" dedi.
Resulullah (s.a.v) "Ey Ya'fur" dedi.
"Sana "Ya'fur" ismini taktım!"
Eşek "lebbeyk ya Resulullah! "Buyur ey Allah'ın Resulü" dedi.
İşte ondan sonra kainatın efendisi Resulullah (a.s) ona binerdi.
Kimi çağıracağı zaman onu (eşeği) evine gönderirdi.
Eşek giderdi kafasıyla kapıya vururdu.
Hz. Ömer açardı bakardı Ya'fur kapıda, eşek başını böyle aşağıya doğru eğerdi.
"Resulullah seni çağırıyor" derdi, hemen giderdi.
Bütün sahabeye efendimiz onu gönderirdi. "Osman'ı bana çağır, Ali'yi bana çağır"
Resulullah vefat etti.
O merkeb (Ya'fur) Resulullah'ın acısına dayanamadı.
Üç gün sonra kendisini bir kuyuya attı intihar etti.
Vallahi merkep ayrılığına dayanamadı. Resulullah'ın bir devesi vardı vefat ettiğinde yemedi- içmedi intihar etti"
Benim Cübbeli'ye söyleyecek sözüm kalmadı, bittim tükendim.
Madem eşek Allah Resulünün ayrılığına ve acısına dayanamadı, intihar etti.
Sende bunlara inanıyor ve anlatıyorsun, sende bir eşek kadar olamıyor musun?
Sende intihar etsene.
Cübbeli'nin anlattıklarına din diye inanan, onu dinleyen, onu müdafaa eden, ona değer veren,
ona bir âlim gözüyle bakan, onun şirk sapıklığına ses çıkarmayan, onu tv lerinde ağırlayan,
Allah Resulü'ne ve islam dinine yaptığı hakaret ve iftiraları görmezden gelen sessiz şeytanları Allah kahreder.
MENZİL NAKŞİBENDİ TARİKATININ ŞİRK SAPKINLIĞI:
Semerkand tv'de etrafına şirk sapıklığı ile sarhoş olmuş bir kaç genci toplayan Kur'an cahili müşrik aynen şu ahmaklıkları anlatıyor.
"Sonra daha neler oldu.
Hayatından birkaç misal verelim.
Orada iki belde arasında bir zelzele oldu.
Halk telaşa düştü, korktular! zelzele hakikaten adamı korkutuyor.
O arz bildiğin sağlam toprak, binalar üzerine konulduğu, sağlam o toprak deniz dalgası gibi sallanıyor.
Bizde birkaç defa depreme, o Gölcük depremine İstanbul'da hissettik onu.
On katlı bina kayık gibi sallanıyor.
Toprak sanki sıvı deniz olmuş.
Halk korktu, telaş etti, sokağa çıktı.
Gavs'tan yardım istediler!
O da zelzeleye doğru hitap etti!
"Ey zelzele! dedi.
Sen Allah'ın bir mahlukusun! dedi.
Allah'tan seni sakinleştirmesini dilerim! dedi. Sakinleş! dedi.
Zelzele kendi lisan-ı haliyle (kendi özel diliyle) ona cevap verdi.
Dedi ki: Sana itaat olunmakla emrolundum! dedi.
Ve zelzele bitti.
Hadi bakalım şimdi kerameti- evliyayı inkar edenlere anlatacak bir hadise daha"
Halbuki İbrahim (a.s) gibi bir Nebi
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek"
(Saffat- 99)
Yine İbrahim (a. s)
"İnsanların dirilecekleri gün, beni mahcup etme"
(Şuara- 87) diyorsa,
Nuh (a.s)
"Bunun üzerine, Rabb'ine: Ben mağlup oldum, bana yardım et"
(Kamer-10) diye yalvarıyorsa,
biz bu Kur'an cahili müşrik tağutlara ne diyelim?
İsa (a.s) a "Allah" ve "Rab" olarak iman eden Hristiyanlara Kur'an şöyle seslenir.
"Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür.
Ondan önce de birçok Resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi.
Bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl haktan yüz çeviriyorlar.
De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır"
(Mâide-75, 76)
Yukarıdaki ayette bulunan "Her ikisi de yemek yerlerdi" cümlesi önemlidir. Yani yemeğe ihtiyaç hissedenden ilah ve Rab olur mu?
Bile bile insanları aldatmak, ilahlık taslamak, kurtarıcı rab rolüne soyunmak nasıl bir alçaklıktır?
. SÖZ DİNLEYEN KAZANIR
Bir kâfilede bulunan insanlar, Ebü’l-Hasan Harkânî hazretlerinin huzûruna gelip; “Yollar korkuludur. Bize bir duâ öğretiniz.” diye istirhâm edince; buyurdu ki: “O zaman, Ebü’l-Hasan’ı hatırınıza getiriniz!” Bu söz, gelenlerin hoşlarına gitmedi. Yolda eşkıyâ, önlerine çıktı. Hepsinin mal ve metâlarını aldı. Yalnız, Ebü’l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini hatırlayan bir kimsenin malına zarar gelmedi. Bu hâle arkadaşları şaşıp, sebebini sorduklarında; “Ebü’l-Hasan-ı Harkânî’yi hatırladım ve kurtuldum.” cevâbını aldılar. Gelip durumu Ebü’l-Hasan hazretlerine anlattılar. Ve; “Biz Allah’tan yardım istedik, eşkıyâlar bizi soydu. Fakat seni hatırlayıp, senden yardım isteyen şu arkadaş kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?” diye sordular. “O arkadaşınızı kurtaran, Allahü teâlâdır. Günahkâr ağızdan çıkan duâyı cenâb-ı Hak kabûl etmez. Bunun için siz Allah’a yalvardığınız zaman duânız kabûl olmadı. Bu arkadaşınız beni hatırlayıp imdât isteyince, ben de Rabbime duâ ettim; “Yâ Rabbî! Şu kulunu içinde bulunduğu belâdan kurtar.” dedim. Rabbim benim duâmı kabûl ettiği için, o arkadaşınız kurtuldu. Mesele bundan ibârettir.” buyurdu.
..
FETÖ'NÜN ŞİRK SAPKINLIĞI:
Vahiy ehli muvahhidleri "Kur'an sapığı" olarak ilan eden fetö lideri F Gülen, Kur'an cahili şakirtlerine yaptığı bir konuşmasında aynen şunları söyledi.
"Senelerce evvel birisi (aslında kendisini söylüyor)
Bazı şeyler arz edeceğim size, bana dedi ki, önemli bir zat, (kendisi)
Huzuru Risalet penahideydim (Allah Resulü'nün huzurunda) ümmeti Muhammed'in ve hususuyle Türk insanının derdiyle iki büklümdüm.
Bir inledim, bir inledim, birde sonra murakabe yaptım.
Sonra ya Resulullah! dedim.
Halimiz ne olacak bizim?
Birdenbire Resulü Ekrem temessül buyurdu. (canlı olarak göründü) rüya değil, buyurdular ki, "Türkiye'nin meselesini falanlara (Fetö'ye) bıraktık biz"
Bakış bu, şimdi hakkınızda Nebi'nin hüsnü zannı (güzel düşüncesi) bu.
Hâşâ o doğru söyler, doğru görür.
Bilmem bu hüsnü zannı nereye koymayı düşünürsünüz?
Bence Ramazanlar'da öpüp başınıza koyduğunuz lihye'i şerifelerden (güya Allah Resulü'nün sakalından) çok mukaddestir. Bırakın onu da, bunu öpün, başınıza koyun ve kemerbeste'i ubudiyet içinde bu işe(Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin işgal edilmesine) sahip çıkın.
.
|