ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
ehlisunnnetde
Türk Yüzyılı’na merhaba
1 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
Cumhuriyetin birinci asrını tamamlayıp, ikinci yüzyılına geçeceğimiz 2023 geldi çattı.
Dünyada güç dengelerinin yeniden harmanlandığı şu son çeyrekte, Erdoğan gibi kabiliyetli, dirayetli ve millî bir lidere denk gelmek, milletimize lütfedilmiş en büyük ihsan oldu.
Asırlarca dünyaya hükmeden muhteşem imparatorluğu elinden alınmış, onlarca yıl Batı’nın gadrine uğramış bir millet olarak sadece biz değil, bütün İslam âlemi ve Türk dünyası da şimdi yeniden dirilişin heyecanını yaşamakta.
***
Geçtiğimiz asır, Türkler nizam sağlamazsa dünyanın nasıl bir zulme uğrayacağının da acı tecrübeleri ile doldu.
İşte Afrika, Orta Doğu, Asya, Balkanlar…
Şükürler olsun ki, Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş bir millet olarak, düştüğümüz yerden yeniden doğrulmak nasip oldu.
Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dívan-u Lügat-it-Türk’te bahsedilen “Türk dilini öğreniniz. Çünkü Türklerin saltanatı uzun sürecektir” mealindeki hadis-i şerifte işaret edilen sırrı, bugün bir defa daha bütün hücrelerimizde hissetmekteyiz.
Bakın; biraz toparlandık, biraz güçlendik, 2022’de dünyayı büyük bir tahıl kıtlığından kurtardık… Hatta eşiğine geldiğimiz 3. dünya savaşını durdurduk belki de.
Bir sene evvelinde dünya eve hapsolmuşken, Batılı zengin ülkeler birbirlerinin maskelerini çalarken, biz uçaklar dolusu maske, aşı, solunum cihazları yolladık yoksul ülkelere.
Bunu Çin yapmaz karşılıksız…Keza Ruslar da…Lakin biz yaparız, gücümüzü de buradan alırız.
Üstelik, ayaklarımızdaki prangaları söktürmemek için kendi içimizden bize meydan okuyan sırtlanlara rağmen yaptık!
İşte, yine doğrulttuk başımızı, bir daha eğmemek üzere…
Türk Devletleri Teşkilatı da bu büyük dirilişin dünyaya ilanı oldu âdeta.
Asırlık hayaller birer birer gerçeğe dönüşürken, çöküş döneminin kapıya dayandığını gören Batı, 2023 seçiminde, son bir çabayla bizi içimizden avlamaya uğraşmakta.
Bu son çıkış onlar için…Nitekim hepsi bir ağızdan “Bu defa da durduramazsak…” feryadıyla haykırmakta.
Değil son yüzyıl, iki asrın fırsatını yakalayan bir millet, hilelerine kanarak kendini yeniden onların eşkıya düzenine teslim edecek mi?
Türk Yüzyılı yeniden başladı, artık ne yapsalar nafile…
*********
Gerçeğe dönüşen hayaller
Emeklilikte yaşa takılan milyonlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müjdesiyle günlerdir bayram ediyor.
Sadece bu mu; ek göstergesi artırılan kamu görevlileri, kadroya alınan sözleşmeliler, KYK borç faizleri silinen ve burs ücreti artırılan öğrenciler, icra borcundan kurtulan milyonlar, büyük müjdelerin heyecanını yaşayan emekliler, elektrik ve doğalgaz giderleri düşürülen sanayiciler, hülasa hemen her kesim peş peşe açıklanan güzel haberlerle mutlu oluyor.
Büyük projeler de ardı ardına geliyor, sadece Karadeniz’de ulaştığımız rezervin büyüklüğü 1 trilyon dolar.
Adana, Gabar derken, özellikle terörden arındırılan bölgelerdeki petrol kuyularından çok sevindirici haberler ulaşıyor.
Başta savunma alanında olmak üzere, sanayide, teknolojide baş döndürücü gelişmeler oluyor.“Toplu iğne üretemiyoruz” derken uçak motoru yapar olduk, teknoloji devi Japonya bile bizden SİHA almayı planlıyor.
SİHA’dan çok ötesi, insansız jetlerimiz birer birer boy göstermeye başladı, verilmeyen F-35’in yerlisi MMU banttan çıktı, hatta motoru bile takıldı.
***
EYT gibi toplumu sevince boğan müjdelerle hükûmetin seçim öncesi popülizm yaptığını, geleceğimizi riske attığını iddia edenler ise Erdoğan’ın geçmişte attığı adımları unutuyor.
KEY ve nema diye bir derdimiz vardı, yıllar önce çözüldü.Profesyonel askerlik hayaldi, gerçek oldu.
Asgari ücretten vergi alınmaması da öyleydi, ama gerçeğe dönüştü.Hangi birini sayalım burada…
Sigortalıların ilacı eczaneden alabilmesi, üniversite harcının kaldırılması, fiş doldurmaya son verilmesi, TL’den sıfır atılması, okul kitaplarının bedava verilmesi, engelliye evde bakım, hatta bakana para verilmesi, kimsesiz çocukların eskisi gibi mezbelelik yurtlarda değil, ev ortamında büyümesi, her yere duble yol, her ile doğalgaz, hızlı tren, bedava sağlık hizmeti, ‘bıçak parası’ ödemeden yapılan ameliyat, Kürtçe konuşma serbestliği, IMF’siz Türkiye, CIA ve Mossad’dan kurtulmuş MİT…
Eski Türkiye’de bunların hepsi hayaldi; o gün bize sorsanız asla gerçekleşmezdi!
Ama kademe kademe hepsi oldu, olmaya da devam ediyor.
Geçmişte bunları yapan Erdoğan’dı, şimdikileri de Erdoğan yapıyor.
***
E elbet birileri de yaptırmamak, tökezletmek için elinden geleni ortaya koyuyor…
İpi dışarıdakilerin vazifesi o, milletin görev verdiği Erdoğan’ın da işi bu.Hülasa herkes kendine düşeni yapıyor.
***
Hatırlarsanız, bugün verilen EYT gibi müjdeleri, bundan yaklaşık bir buçuk sene evvel bu köşede, bu kardeşiniz yazmıştı.
Oysa o yazıda, EYT’den çok daha önemli olan, 2023 sonrası müjdeleri de aktarmıştım ama doğrudan cebi ilgilendirmediği için gölgede kaldı.
EYT çıktığına, diğer müjdeler de teker teker hayata geçtiğine göre, asıl güzel haberleri tekrarlayayım.2023 sonrası, Türkiye’nin prangalarından tamamen kurtulduğu ve bir daha asla geri döndüremeyecekleri bir dönem olacak.
Son 20 yıl sizi yanıltmasın; çünkü geçen bu süre, büyük altyapı eksiklerini tamamlama dönemiydi.
Kanal İstanbul dışında hemen hemen hepsi halloldu çok şükür.
Yani, yapılacak büyük projelerimiz kalmadı artık.
Bundan sonrası zenginleşme ve teknolojide, sanayide büyük ataklar yaparak, dünya sıralamasında ilk sıralara yerleşmek.
Karadeniz’de daha şimdiden bulduğumuz 1 trilyon dolarlık doğalgaz da olacakların müjdesi sadece.
Düşünün ki, cebimizdeki paranın yüzde 90’ı dışarıya, enerjiye gidiyor.Türkiye çok yakın zamanda kendi ihtiyacının tamamını karşılayacağı gibi, çok daha fazlasını dünyaya satacak.
Batılıların son asırda yaşadığı gibi refah istiyorsak, zenginlik istiyorsak, 2023’ü aşmaktan başka çaremiz yok.
Onlar da keyfi bizim gibi ülkelerin parasıyla sürüyordu zaten!
Sisteme bak, sisteme!
8 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
“Birlikte yöneteceğiz” dediklerinde, önce tabanlarının gazını almak için, laf olsun diye söylediklerini düşünmüştük oysa…
Sonra 300 sayfalık protokolden bahsetti içlerinden biri.Anladık ki ciddilerdi ama, kamuoyunun nabzını ölçüp, saçmaladıklarını fark edince vazgeçeceklerini zannediyorduk...
Meğer yine yanılmışız!“Altılı maşa”nın on saat süren onuncu toplantısına ev sahipliği yapan Ahmet Davutoğlu, ertesi sabah övünçle (!) anlattı yol haritalarını;
- Cumhurbaşkanı ister içeriden, ister dışarıdan olsun, genel başkanlar doğrudan karar süreçlerinin içinde cumhurbaşkanı kadar imza yetkisine sahip bulunacaklar.
Vay be!
Tarihte böyle bir sistemi niye şimdiye kadar kimse akıl edememiş ki!..
Şayet adayları kazanırsa, yüzde 50+1’den fazla oy alan cumhurbaşkanı kim olursa olsun, yüzde 1 oy alıp alamayacağı meçhul bu şahısların imzası olmadan adım atamayacakmış.
Niye?
Çünkü bunlar, ulu masanın yüce genel başkanları!İsmini bir-iki yıl öncesine kadar kimsenin bilmediği Gültekin Uysal gibi mesela…Kaset operasyonuyla CHP’nin başına geçirilen ama girdiği hiçbir seçimi kazanamayan Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan sayesinde bakanlık, başbakanlık koltuğuna oturan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığı macerasında partisinden daha düşük oy alabilen Meral Akşener, oyunu yüzde 2’lerden öteye taşıyamayan Temel Karamollaoğlu…
İşte Türkiye’nin yeni ulu önderler grubu!
***
Bugüne kadar Türkiye’nin istikbaline, milletimizin huzur ve refahına yönelik bir tek somut proje ortaya koyamayan…
Lakin yan yana yürürlerken bile adımını diğer liderlerin önüne atan olursa kriz çıkaran, masa düzeni dahi olay olan, ortak metinlerde kullanılacak yazı fontunu, puntosunu, satır aralığını belirleyebilmeyi marifet olarak anlatan, haşa neredeyse kendilerine kutsiyet atfetme derecesine gelmiş bomboş insanlar, yüzde 50’den fazla oy alan cumhurbaşkanı üzerinde tahakküm kuracakmış!
Sisteme bak, sisteme!
Tam da ABD ile Sovyetler arasındaki soğuk savaş yıllarından kalma fıkradaki gibi…
Bilmeyene anlatayım;
***
Zamanın birinde Rus heyeti Amerika’yı ziyaret eder.
Amerikalılar onlara Ford fabrikasını gezdirerek yürüyen bantlardaki seri otomobil üretimini gösterir ve hava atarlar.
Ertesi yıl bu defa Amerikalılar Sovyet Rusya’yı ziyaret ettiklerinde, Ruslar da karşılık olarak onlara Moskova yakınlarındaki bir ayakkabı fabrikasını gezdirmeyi uygun görür, “Gelin bir de bizim fabrikalarımızın nasıl sistemli çalıştığını görün” derler.
***
Amerikalılar “Eh! Hem gezeriz, hem de gelmişken birer çift Rus botu alırız” deyip daveti kabul ederler.
Hep birlikte fabrikaya girdikten sonra karşılarına iki ayrı kapı belirir.
Üstlerinde tabela vardır; Kadın ayakkabıları - Erkek ayakkabıları.
Heyet, erkek ayakkabısı kapısını seçer ve hep birlikte ilerlerler.
Yol yine ikiye ayrılır; Kışlık ayakkabılar - Yazlık ayakkabılar.
Kışlık bölümüne saparlar, yol yine ikiye ayrılır; Bağcıklı ayakkabılar – Bağcıksız ayakkabılar.
Bağcıklı ayakkabı bölümüne saparlar, yol yine ikiye ayrılır; Spor ayakkabılar - İskarpinler…
***
Böyle birkaç uzun koridor ve birkaç yol ayrımı daha geçtikten sonra Amerikalılar bir bakarlar ki fabrikanın arka kapısından dışarıya çıkmışlar.
Gezi bitmiştir. Şaşırırlar;
- İyi ama, biz gelmişken birer çift de ayakkabı alacağımız bir reyon görmeyi bekliyorduk.
Rus rehber cevap verir;
- Boş verin ayakkabıyı, siz sisteme bakın, sisteme!
***
İzahı olmayanın mizahı olur.Sisteminizi anladık!
Lakin Türkiye’nin önünde ciddi meseleler var.
PKK, FETÖ, Doğu Akdeniz, Ege, Libya, Suriye, Ukrayna problemlerinde ortak kararınız ne olacak mesela?
Ve bir de İstanbul Sözleşmesi, LGBT projesi gibi küresel baskılara karşı duruşunuz ne olacak?
Ayrıca Türkiye’nin başlattığı büyük projelerde nasıl bir tavır takınacaksınız?
Bağımsız ekonomi, bağımsız dış politika, bağımsız savunma sanayii, bağımsız kalkınma modelleri gibi…
Boş lafları bıraksanız da biraz da bunları anlatsanız.
************* “Düşük profilli Başbakan olmam” diyene bakın hele!
FETÖ’nün Bank Asya’sını devletin bankasına yamayarak kurtarmaya çalışan Ali Babacan belli boncuktu ama…
Bugün “maşalar” masasında kendilerine ‘kukla cumhurbaşkanı’ aradıklarını övünçle anlatan Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül’den sonra AK Parti tabanına en büyük hayal kırıklığını yaşatan isim oldu.
O Davutoğlu ki, Erdoğan ilk defa halkın verdiği oyla Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra, bizzat onun tarafından hem AK Parti Genel Başkanlığına, hem de Başbakanlık koltuğuna oturtulmuş kişiydi.
2014 yılında bir nevi atamayla çıktı o koltuğa.
Bileğinin gücüyle, yani seçimle gelmediği hâlde, daha ilk günden, halkın oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’na karşı “Başbakanlık yetkilerimi kimseyle paylaşmam” demeye başladı.
Herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uyumlu bir şekilde çalışacağını beklerken, o da Gül gibi tam aksine sürekli kriz çıkardı.
Bir yıl sonra, 7 Haziran 2015’te ilk defa AK Parti Genel Başkanı olarak seçime girdi.
AK Parti, kurulduğundan beri ilk defa o seçimde tek başına iktidar olacak oya ulaşamadı.
Hatırlarsınız; yine ilk defa Davutoğlu, AK Parti’ye CHP ve HDP ile koalisyon kurdurmaya kalkıştı.
Neyse ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu oyunu bozdu ve 1 Kasım 2015’te tekrar seçime gidildi, böylece Türkiye -Ahmet Davutoğlu’na rağmen- koalisyon belasından kurtularak, yeniden istikrara kavuştu.
***
Bunlar kamuoyu önünde yaşanmasına, perde arkasında döndürmeye çalıştıkları dolaplar apaçık bilinmesine rağmen, 1 Kasım’daki ikinci seçimi kendi kazanmış pozlarına bürünen Davutoğlu, içeride CHP, dışarıda Merkel’le iş birliği yapıp, Erdoğan’ı devre dışı bırakma oyunlarına devam edince, nihayetinde kendini kapı önünde buldu.
Ne diyordu; Düşük profilli Başbakan olmam.
Şimdi ne diyor; Yüzde 50+1’le kim seçilirse seçilsin, bizim dediğimizi yapacak!
***
Madem yeri geldi, size Davutoğlu ve ekibi ile ilgili birkaç hatıramı aktarayım.
Henüz Dışişleri Bakanı iken kendisini bir defa yazı işlerimizde ağırlamıştık.“Off the record” diyerek, AK Parti iktidarının ilk yıllarında ABD Büyükelçiliğinden gelen talimatları ve bunları reddedince maruz kaldıkları baskıyı anlatmıştı.
Ne ilginç değil mi, şimdi kendisi o elçilikten çıkmayan ekiple aynı masada.
***
Bir de, 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında şahit olduklarım var.
Kendisi CHP ile koalisyon kurmak için istikşafi görüşmeler yürütürken, yardımcısı bize ziyarete gelmişti.
“Sayın Bakan, ciddi ciddi CHP ile koalisyon kurmayı mı düşünüyorsunuz?” diye sorduğumda “Bıraksanız kuracağız ama bırakmıyorsunuz ki! Her gün manşetten sandığı gösteriyorsunuz” demişti.
CHP ve HDP ile kuracakları bir koalisyonun, AK Parti’nin sonu olacağını ve Türkiye’yi felakete götüreceğini söylediğimde ise “Ya seçime gittiğimizde koalisyon ortağı olacak oyu da bulamazsak o zaman ne yapacağız? Hepimiz ağır bedeller öderiz” dediğini asla unutmayacağım.
O gün bizzat şahit olmuştum ki, bu adamlar ne Erdoğan’ı anlamıştı, ne de Erdoğan’a umut bağlayan milyonları…
***
Yine o günlerden beni çok şaşırtan bir başka anekdot.
Star gazetesi yöneticileri ve yazarları ile birlikte, şimdi Davutoğlu’nun en yakınındaki kişilerden biri olan, o dönemin AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci’ye konuktuk.
Yıldız Parkındaki Malta Köşkünde ağırladı bizi.
Hem Temurci, hem de o dönem Star’da yazan Ahmet Taşgetiren ile karşı karşıya geldiğimiz tartışmamızın konusu “liderlik” meselesiydi.
Taşgetiren ve Temurci, Davutoğlu’nun Başbakan olarak AK Parti’ye liderlik yapması, Erdoğan’ın geride kalması ve hiçbir kararına müdahale etmemesi gerektiğini savunurken, ne tuhaftır ki, biz de halkın Erdoğan’a karşı yeni bir lider arayışında olmadığını, tam aksine Putin-Medvedev gibi uyumlu bir çalışma yürütmesi gerektiğini anlatmaya çabalıyorduk.
O gün bir kere daha şahit olmuştum ki, bu adamlar ne Erdoğan’ı anlamıştı, ne de Erdoğan’a umut bağlayan milyonları…
***
Sonrasında olanlar, bizi ve endişelerimizi haklı çıkardı, -ki Davutoğlu’nun Başbakan iken Cumhurbaşkanı ile görüşmeden çıkar çıkmaz Almanya Şansölyesi Merkel’i arayarak bilgi paylaştığı gibi birçok iddia kulislere yansıdı.
Almanya Şansölyesi’nin o dönem sık sık Türkiye’yi ziyaret etmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu’nu Başbakanlıktan uzaklaştırır uzaklaştırmaz Almanya’ya nasıl bir ders verdiğini hatırlarsanız, bu iddiaların altının çok da boş olmadığını anlarsınız.
Ucu dışarıya bağlı bu kavgadan bir yıl sonra FETÖ, Türkiye’de darbeye kalkıştı, Türkiye 2017’de “Başkanlık sistemi”ne geçti, 2018’den sonra da fiilî olarak yeni sisteme geçerek, saçma sapan liderlik kavgalarına son verdi.
O gün “Düşük profilli Başbakan olmam” diyenler, bugün güçlü profil olarak seçilecek cumhurbaşkanını “düşük profil” olarak kullanabilecekler mi?
Sizce var mıdır öyle bir enayi?
Olsa bile, millet oy verir mi?
Yer altı’ zenginliğimiz… Duayı da ihmal etmeyin
12 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
Düzgün itikat ve hâlis niyetle edilen dua, müminin silahıdır.
Dinle meselesi olduğu aşikâr siyasi figürlerin seçim zamanı türbe türbe, cami cami dolaşmasına bir şey söylemezler oysa.
Kim göstermelik, kim samimi el açar; o da bizim işimiz değil.
Bildiğimiz bir şey var ki, samimiyetle yapılan duanın sayısız faydası var.
En başta tövbeye vesile olur ve nefsi kırar…
Dinin temeli de nefse karşı gelmektir.
İslam büyükleri, bilinen bilinmeyen her bela ve sıkıntıya karşı dua tavsiye etmiştir...
Bu girizgâhı niye yaptım; şimdi oraya geleyim.
***
Her şey para-pul, makine, bina ve aletler değil…
Cenâb-ı Hak razı olsun, Cumhurbaşkanı Erdoğan son 20 yılda ülkemizi ve milletimizi büyük hizmetlere kavuşturdu.
Otomobil yapıyor, en ileri teknoloji…
Baraj yapıyor, en büyüğü…
Uçak yapıyor, en iyisi…
Hastane yapıyor, en özeli…
Havalimanı yapıyor, dünya gözdesi…
Köprü yapıyor, simgeler rekortmeni…
İyi bir Müslüman lider olmanın gereğini hakkıyla yerine getiriyor ve başta savaş aletleri olmak üzere, dünyaya parmak ısırtan muazzam başarılara imza atıyor.
Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salâh.
***
Düne kadar “askerimizin ayağında üşütmeyen bot yok” diye üzülürken, kısa sürede geldiğimiz şu noktaya bakın; havada, karada, denizde birbiri ile koordineli, yapay zekâ insansız ordu.
Savunmanın yanı sıra ekonomi ve enerji gibi diğer alanlarda da adım adım tam bağımsız bir ülke olma yolunda ilerliyoruz şükürler olsun.
Bunun da nişanesi; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, fethin sembolü Ayasofya’yı yeniden özgürlüğüne kavuşturması oldu.
Ne şanslı bir nesiliz…
Herkes son yüzyıla bakıyor ama, aslında milletçe asırlar sonra yeniden yükselişe geçtiğimiz bir döneme denk geldik.
Bu fırsat iyi değerlendirilmeli, kıymeti iyi bilinmeli.
İşte bu devrin kırılma noktası; 2023 geldi, çattı.
Birkaç ay sonra yapılacak seçim, sadece bizim değil, gelecek kuşakların da istikbalini belirleyecek.
Türkler yeniden zalim Batı’nın tahakkümü altına mı girecek, yoksa tekrar bir dev olarak mı yükselecek, hepsi önümüzdeki birkaç ay içinde belli olacak.
AK Parti danışmanları akıl etmişler midir bilmiyorum ama, yapılanlara ilave tavsiyelerim var.
Elbette yukarıda saymaya çalıştığım başarılara imza atmak, milletimizin refahını artıracak iyileştirmeler yapmak müspet neticeler getirecektir.
Lakin, bu toprağın üstü kadar, altı da kıymetlidir.
Hem maddi, hem manevi iklim olarak.
En başta bahsettiğim fasla geleyim…
Şehitlerimizin kanlarıyla sulanan Anadolu, aynı zamanda peygamberlerin, başta Ebu Eyyub el Ensari (Eyüp Sultan) hazretleri olmak üzere, Eshab-ı kiram efendilerimizin ve büyük İslam âlimlerinin ebedî istirahatgâhıdır.
Sancaktar bir milletiz, büyük emanetlere sahibiz.
Gönül arzu eder ki, bu seçim döneminde ayak basılan her şehirde, sadece toprağın üzerindekilerle hemhâl olunmasın…
Misal; Hakkâri’ye gidildiğinde Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretleri, Van’a varıldığında Seyyid Fehim Arvasî hazretleri, Bitlis’e geçildiğinde Seyyid Gavs-ı Hizanî (Sıbgatullah) hazretleri, Nevşehir’e ayak basıldığında Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri unutulmasın.
Daha nice büyükler var bu topraklarda…
Ankara Bağlum’da medfun Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri gibi, Anadolu’yu mayalayan o mübarek zâtlar da ziyaretlerde atlanmasın ki, cihanı titretecek bu kutlu yürüyüşte eksik kalmasın.
Onlar olmasa, 15 Temmuz işgal gecesi, Taksim’de şarap şişesini elinden atıp, tövbe getirdikten sonra abdestini alarak tankların önüne fırlayacak bir millet olur muyduk?
Bu damar, millî silahlarımızın en kıymetlisi.
Tam bağımsız ekonomi için; İzmir İktisat Kongresi
5 Şubat 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
Binlerce yıllık birikimin değeri…
Türk devlet aklı, hiçbir adımı boşuna atmıyor.
Bugün üretimdeki artışa bağlı olarak ihracatta ve büyümede dünyadan pozitif ayrışmamızı sağlayan Türkiye Ekonomi Modeli de, değerini ileride çok daha iyi anlayacağımız büyük bir hamle oldu.
Önceki krizleri hatırlayın…
Eski Türkiye’deekonomik kriz demek; başta dolar olmak üzere sıcak paranın katlanarak değerlenmesi, gecelik faizlerin yüzde 7.500’lere çıkması, buna bağlı olarak çarkların durması, fabrikaların boşalması, milyonların işsiz kalması, insanların ekmek parası bile bulamayacak hâle düşmesi demekti.
En iyi ihtimalle, işletmeler ayakta kalsa bile, aylarca çalışanlarına maaş ödeyemez duruma gelirdi.
Şimdi öyle mi?
Üstelik dünya, İkinci Cihan Harbi’nden bu yana en ağır ekonomik darboğaza girmiş ve zengin Avrupalı liderler “Bolluk devri sona erdi. Üzgünüz” açıklamaları yaparken…
Evet yine en büyük derdimiz enflasyon, bu özellikle en başta bizim gibi sabit gelirlilerin canını yakıyor ama onun da kademe kademe inişe geçtiğini görüyoruz.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “En kötü geride kaldı” dedi, nitekim bu rakamlara da yansıyor.
Ocak enflasyonu, asgari ücrete yapılan büyük artışın fiyatlara yansımasına rağmen son 11 ayın en düşüğü…
Bu bile enflasyondaki gevşemenin ve önümüzdeki sürecin çok daha iyi olacağının göstergesi.
***
Elbette her şey güllük gülistanlık değil, otomobil, konut gibi yatırımlara girmek şu dönem orta gelirli için zorlaştı, çünkü maliyetler çok arttı.
Çimento, demir gibi ana kalemlerde üreticiler harıl harıl yurt dışına çalışıyor...
Dünyanın eve kapandığı pandemi sonrası talep patlaması var, çip krizi gibi sebeplerle de birçok sektörde üretim yetişmiyor.
Bunun etkileri belki birkaç yıl daha sürecektir, çünkü problem sadece bizden kaynaklanmıyor.
Finans sahipleri için yeni bir fırsat kapısı oluşturan bu durum, ‘stokçuluk’ dediğimiz ek bir külfeti üzerimize yükleyerek, yurt içinde fiyatların daha da artmasına yol açıyor.
Bu olumsuzluklar bir yana, vatandaşın günlük hayatını sürdürmesinde bir sıkıntı olup olmadığını gözlemlemek içinse sokağa bakmak yeterli oluyor.
Eski krizler gibi kapanan AVM’ler, restoranlar, oteller, tatil köyleri yok, hepsi tıklım tıklım.
Zannetmeyin ki buraları dolduranlar yabancılar, tam aksine bizim vatandaşlarımız olduğunu görürsünüz zaten.
İşi duran yok gibi, aksine hiç olmadığı kadar işler yolunda çok şükür.
Türkiye, belki de ilk defa bir ekonomik krizi böyle bir tabloyla atlatıyor.
Hem de dünya küresel bir ekonomik krizden geçerken!
Nasıl oldu bu?
Sırrı Türkiye Ekonomi Modeli.
***
Geçenlerde fırsat oldu, Sayın Bakan Nebati’ye “Ya aksini yapsaydınız n’olurdu?” diye sordum.
Muhalefet, doları frenleyen Kur Korumalı Mevduatı (KKM) diline çok doluyor ya hani, oradan verdi örneği.
Hazine bugüne kadar KKM için 92,5 milyar lira para ödemiş vatandaşa.
Kurdaki 1 liralık artışın hazinenin brüt dış borçlanmasına getirdiği yük; yaklaşık 450 milyar lirayı buluyormuş.
Aradaki farka bakar mısınız?
Siz bir de dolar kuru neredeyse bir yıldır sabit kaldığı hâlde bugün yaşadıklarımıza bakarak, dolar da artsaydı hâlimiz ne olurdu, bunu düşünün.
***
Türkiye Ekonomi Modeli düşük faiz sebebiyle parayı üretime kanalize ettiği için ilk defa bir krizi öncekilerden çok daha rahat atlatıyoruz.
Bunun hazine açısından bir başka yararı var ki, o da kasadaki paranın faiz lobisine akmasının önüne geçmiş olması.
Misal; geçen sene bütçeden yüzde 13,7’lik payın faize gitmesi hesaplanırken, faiz indirimleri sayesinde bu rakam yüzde 10,6’ya düşürülmüş.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında bütçeden faize giden oran yüzde 43’tü, bir de buradan yapın mukayeseyi.
Eğer paranın bazı lobilere akmasının önü kesilmese, bir yandan çok büyük yatırımlara imza atarken, öbür taraftan vatandaşı rahatlatan ve üretimi-alım gücünü artıran vergi indirimleri, doğalgaz ve elektrik faturalarına yapılan sübvansiyonlar, teşvikler, hibeler, krediler, atamalar, EYT gibi ciddi maliyetleri karşılayacak gücü nereden bulabilirdi iktidar?
Kasada para olmadığını, dövizin patlayacağını iddia eden, Türkiye’ye IMF’nin yolunu gösteren, faizlerin artırılmasını salık veren muhalefete bir de bu açıdan bakmanızı tavsiye ederim.
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hem vatandaşın refahını artırmak, hem de ülkemizin başta savunma, enerji, güvenlik ve dış politika olmak üzere, birçok alanda tam bağımsızlığa ulaşması için büyük atılımlara imza attı.
Sıra ekonomide, cebimize uzanan pis elleri kırmaya geldi –ki, Türkiye Ekonomi Modeli bu vizyonun en önemli adımı oldu.
Bugünlerde “Türkiye Yüzyılı” ismiyle müsemma Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına yaraşır bir hazırlık yapılmakta.
İzmir’de, 17 Şubat 1923’te cumhuriyetin ilanına aylar kala Kazım Karabekir Paşa başkanlığında İzmir İktisat Kongresi’nin yapıldığı bina, tam yüzyıl sonra benzer bir kongreye ev sahipliği yapmaya hazırlanmakta.
Şu tuhaflığa bakın ki, CHP’li belediyeler tarafından 1979 yılında yıkılıp yerine otopark yapılan bina, AK Parti hükûmeti tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edildi, son rötuşları yapılıyor.
17 Şubat’ta burada yine İktisat Kongresi toplanacak, aynı gün binanın açılışını da Cumhurbaşkanı Erdoğan yapacak.
Buradan verilecek mesaj ise sadece binanın yeniden inşası gibi sembolik olmayacak.
Bir asır önceki kongrede alınan kararların içeriği ile bugünkü ekonomi modelinin örtüşmesi daha anlamlı…
Millî sanayiyi teşvik etmek, öncelikle millî kaynakları değerlendirmek.
Çiftçiye ve yatırımcıya kredi vererek özel teşebbüsü desteklemek.
Yabancı tekelleşmelere ve imtiyazlara son vermek, millî sanayiyi teşvik etmek.
Küçük zanaatkârlıktan büyük işletmelere geçmek, teknik eğitimi geliştirmek.
Gümrük tarifelerini millî sanayinin kalkınma ihtiyaçlarına göre düzenlemek…
Daha bunun gibi birçok başlık, bugün dünyanın ikinci cihan harbinden bu yana en derin küresel sarsıntı yaşadığı dönemde uygulamaya konulan Türkiye Ekonomi Modeli’nin taşıdığı önemi göstermekte.
Bu model sayesinde yatırım, istihdam, üretim ve ihracat rakamlarınıncumhuriyet tarihinin en iyi seviyesine çıktığı bir dönemde, İzmir’de düzenlenecek kongre çok anlamlı bir mesaj olacak.
17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında “Küresel Ekonomik Güç Olma Yolunda Türkiye” temasıyla yapılacak kongrede yüzü aşkın oturum düzenlenecek.
Elbette kendisine “İlk 10’da yer alma” hedefi koyan Türkiye’nin, değişen dünyaya iktisadi uyum ve öncülük etme vizyonu da bu oturumlarda tartışılacak.
Küresel salgın sonrası ekonomi paradigmasında yaşanan değişim, Asya’nın yükselişi, yapay zekâ, yenilik ekosistemi, sürdürülebilir finans, FinTech uygulamaları, Blockchain teknolojileri vs. vs.
Ülkemizden ve dünyadan 150’den fazla akademisyen, iş insanı, bürokrat, sivil toplum ve sektör temsilcileri kongrede konuşmacı olacak.
Elbette bunlar çok değerli…
Ama unutmayın ki, ülkemizin gelecek yüzyılda nerede, hangi statüde yer alacağına 14 Mayıs 2023’te milletimiz karar verecek.
İhanetleri aşa aşa…
30 Mart 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
Sayın Erdoğan, 2010’dan bu yana hemen her konuşmasında 2023’ü işaret edip “Aşacağız” diyordu.
Bu arada önüne çıkan badireleri de aşması gerekiyordu tabii.
Siyasete çekilen kaset operasyonları, görüşme kayıtları sızdırılarak, devleti sıkıştırma çabaları…
***
MİT’e yapılanlar mesela…
Artık kamuoyu hiç konuşmuyor, hatta unutulup gitti maalesef.
Ülkemizin ordusuna, yargısına sızmış hainler, kendi istihbarat kurumumuzun Suriye’deki Türkmenlere yolladığı silah dolu tıra, köpeği oldukları ABD ve öteki Batı ülkeleri adına operasyon yaptı, hem de kendi topraklarımızda.
Siz hiçbir ülkede böyle rezalet duydunuz mu?
Bizde oldu.
2010’da FETÖ’nün kaset operasyonuyla CHP koltuğuna oturan ve şu an muhalif masanın Cumhurbaşkanı adayı olan kişi de var gücüyle bu ihanetin savunucusu oldu.
Sonra öğrendik ki, basın yoluyla bu ihanetin devamı için de aracılık yaptığına dair önemli ipuçları var kendisinin(!)
Nitekim eski gazeteci vekili Enis Berberoğlu’nu yaktı, kendisi siyasi pozisyonunun avantajıyla yargılanmaktan kurtuldu.
Bu da maalesef, siyasetçiye dokunamayan Türk adaletinin eksikliği.
***
FETÖ’nün, ele geçirmeye çalıştığı MİT’e yaptıkları sadece bu kadar mıydı?
'Tır'dan önce, müsteşara operasyon yapmışlardı hatırlayın.
Önce Hakan Fidan’ı, ardından aynı saatlerde ameliyata girecek olan Başbakan Erdoğan’ı tutuklama planı için harekete geçen, en son 2019’da Yunanistan’a kaçarken yakalanan FETÖ’cü savcı Sadrettin Sarıkaya’yı bugün konuşan yok ne yazık ki!
Geçenlerde sosyal medyada bir hesap hatırlatmış, altındaki yorumlara baktım…
Operasyonu çeken FETÖ’cüler “Bu hikâyeleri nereden uyduruyorsunuz?” diyor, kendini akıllı sanan bilumum cahil muhalif de peşlerinden gidiyor!
Hoş, nesine şaşırıyoruz; Pensilvanya ve siyasetteki ayakları(!) 15 Temmuz’u bile Erdoğan’ın kendi kendine yaptığını iddia etti, bu akılsız güruh o gün de aynısını yapıp, FETÖ’cülerin çanağından beslendi.
Bir ortadaki gerçekler var, bir de inatla görmek istemeyen zombiler!
Sosyal medyayı yönetenlerin, aklını alıp köleleştirdiği ilk modeller bunlar olsa gerek…
Teknolojiyle gelecekteki kuşakları tahakküm altına alacaklarına inanmakta zorlanıyoruz ya, işte apaçık canlı örnek.
Neyse...
***
Erdoğan, 2012’de ameliyata girdiğinde MİT Müsteşarı tutuklanmış, sağlam kalan tek yer ele geçirilmiş, gözünü açtığında Adnan Menderes gibi elleri kelepçelenmiş olacaktı.
Nitekim, FETÖ’cü savcı “Dönemin Başbakanı” ibaresi ile iddianamesini bile hazırlamıştı!
2013’teki Gezi ve 17/25 Aralık darbe girişimlerini biliyorduk ama 2014’te Erdoğan tarafından Başbakanlık koltuğuna oturtulan Ahmet Davutoğlu’nun, siyasi darbe peşinde olduğuna çok sonra uyandık.
***
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası Davutoğlu-Kılıçdaroğlu ikilisini hatırlayın.
Önce konduramadık Davutoğlu’na…
Sonra baktık, ciddi ciddi iş tutuyor Kılıçdaroğlu’yla.
O Kılıçdaroğlu ki, MİT’e operasyonlar, Gezi, 17/25 darbe girişimleri ve ses kayıtları dâhil, FETÖ’nün siyasetteki sözcüsü hatta başaktörü olmuş, FETÖ’cülerle aynı cümleleri Meclis kürsüsünde okumuş, hatta yetmiyormuş gibi hazırladıkları ses kayıtlarını TBMM çatısı altında Türkiye’ye dinletmiş biriydi oysa!
Davutoğlu-Kılıçdaroğlu ikilisinin planını Erdoğan ve Bahçeli bozdu.
İktidar hesapları tutmayan CHP ve HDP ile ‘emir aldıkları odaklar’ misilleme yapıp, Türkiye’yi kan gölüne çevirdi.
***
Çukur-hendek olaylarını hatırlayın.
793 asker ve polisimiz şehit oldu.
Terör örgütünün bombalı tuzaklarında hayatını kaybeden sivillerle birlikte vefat sayısı 1200’ü aştı.
Bugünkü muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı, Türkiye’yi fiilen bölmeyi amaçlayan çukur hendek kalkışmasında da devletin tam karşısında yer aldı.
Terörle mücadelede askerin-polisin elini güçlendirecek yasanın çıkmaması için CHP elinden geleni yaptı.
Bunları unutmayın ki, yarın ne yaşayacağınızı bilesiniz.
***
15 Temmuz’u hiç demeyin zaten…
O gece tank ve zırhlılarla yolları kesen FETÖ’cülerin, bugünkü Altılı Masa Cumhurbaşkanı adayı dışında hiç kimseye yol açtığını duydunuz mu?
Rivayet o ki, kendisi Yeşilköy’deki havalimanına indiğinde darbenin başladığını duyup şaşırmış…
Bir ara medyada “Gece olmayacak mıydı?” diye tepki verdiği anlatıldı, yazılıp-çizildi ama sonra bu bilgi de kayboldu.
Bu doğru olmasa bile, tankların kendisine yol açması yetmez mi?
Haydi bunu da boşverin…
Darbe bastırılınca, kendilerini aklamaya çalışan bukalemun örgüt FETÖ’cülerle ağız birliği yapıp “Kontrollü darbe” yalanını yayması az şey mi?
***
Bakın daha sınır ötesi operasyonlara, Libya, KKTC gibi ülkelerle yaptığımız millî anlaşmalara karşı gösterdiği tavra değinmedim bile.
Bunlara karşı Türkiye’nin millî menfaatleri, hem içeride, hem dışarıda gelişip güçlenmesi adına bütün gücünü ortaya koyan Erdoğan, badireleri aşa aşa şimdi büyük finale geldi.
İki taraf da söylüyor, hatta dünya medyası ve küresel aktörler de açık açık ifade ediyor;
2023 bir kader seçimi…
Neticesi sadece Türkiye’yi değil, dünya siyasetinin, ekonomisinin, ülkeler arası münasebetlerin gidişatını etkileyecek.
Türk Devletleri Teşkilatı, şimdiden ayakları titretmeye başladı, baksanıza.
Bakın, bu umutla Afrika ülkeleri bile kafa tutmaya başladı sömürgeci Batı’ya.
Buna karşılık Yunan da umutlandı; “Muhalefet kazanırsa artık endişe etmemize gerek olmayacak” diye konuşuyorlar.
Muhalefetin adayından en çok umutlanan ve sevinen ise açıklamalarından anladığımız kadarıyla Kandil’deki elebaşları.
Pensilvanya bile onlar kadar hoplamıyor, belli ki fena sıkışmışlar!
***
Her neyse…
Sonuçları sadece Türkiye için değil, dünya için bu kadar önemli bir seçime artık bir buçuk ay gibi bir zaman kaldı.
Erdoğan’ın da, rakibinin de bugüne kadar ne yaptığı ve ne yapacağı ortada.
Türkiye intihar mı eder, yoksa Türk asrını başlatacak mührü mü vurur, kendi bilir.
Bi’ gelsin, hepsini çözecek!
9 Nisan 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:39
En son geçenlerde güzelim metrobüslerin vinçlerle parçalanışını izledik içimiz yanarak.
Gık çıktı mı? Yok tabii ki... Onu AK Partili birisi yapsaydı da görseydiniz, ses nasıl yükselirdi?
***
Mühim olan bunlardan ders çıkarmak.
Sökülen dikey bahçeler yeniden dikilir yerine, otobüsler de alınır...
Lakin bu defa parçalanacak hedef belli; vatan.
Allah korusun, bunun fırsatını ele geçirirlerse telafisi olmayacak.
Kaç kere yazdık, 7’li masa ta 2018’de hazırladığı anayasa
taslağına almış bunu…
Gizli ortak HDP hariç, hepsi de altını imzalamış.
“Yerel yönetimlere özerklik” sözünü yerine getireceğini açıkça ilan eden Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’ye, dolayısıyla Kandil’e verdiği sözlerde şunlar da var;
> Yurt içinde ve yurt dışında terör operasyonlarını durdurmak,
> Irak ve Suriye’de güvenli alan oluşturmak için girdiğimiz yerlerden çekilmek,
> Kandil’e çalışan belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına son vermek, kayyum atanan HDP’li başkanları göreve iade etmek.
***
İşte bu vaatler sebebiyle Kandil hop oturup hop kalkıyor, Kılıçdaroğlu’na destek, 7’li masaya taktik açıklamaları birbiri ardına geliyor.
Umut ve heyecanlı bekleyiş sadece Kandil’de değil elbet.
Türkiye’ye bela örgütlerin sahipleri de pek bir umutlu, pek bir mutlular adaylarından.
Neyse ki adayları, HDP kadar açık söylemese de, kendini açık etmeyi beceriyor!
Son katıldığı TV programında “Üç ay içinde vize sorununu bitireceğiz. Türkiye’de her vatandaş artık Avrupa Birliği’ne vizesiz girecek” demiş.
Böyle afili laflar etmek güzel (!)
Peki neyin karşılığında?
***
Yahu AB’ye üyeliği, Avrupa’ya vizesiz seyahati Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti istemedi mi sanki?
Çok uğraştı, çok da şey yaptı hatta.
Peki süreç nerede tıkandı?
PKK’ya ve FETÖ’ye dokunulduğunda.
Sonra Türkiye, bir ara göç meselesini vizesiz seyahati başlatmak için koz olarak kullanmıştı malum…
Buna karşın Avrupa Birliği, 2016’daki anlaşmada, vize serbestisi için neleri şart koşmuştu?
> Terörle mücadeleye son verilmesi,
> Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıması.
Türkiye bu iki şartı yerine getirmediği, hatta aksini yaptığı için açılmadı o yol…
Ülkemi parçalatarak, millî davamı ve menfaatlerimi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni satarak Avrupa’ya vizesiz gireceğime, hiç girmem daha iyi dedi, doğru da yaptı.
Ama belli ki Kemal Kılıçdaroğlu bu sözleri çoktan vermiş, kabul ettiği bu zelil şartları değil, karşılığında alacağı vizeyi övünerek anlatıyor bize yayında (!)
Bakın, sözü söz! Bay Kemal sözü! Bir yetki verin, bakın tek tek nasıl yapıyor hepsini
“Bu son seçim” diyorlar
16 Nisan 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:39
Sesli Dinle
A -
A +
Türkler oylarını kullanana kadar Batılı liderler gergin durumda kalacakmış...
Kendileri böyle yazıyor.
“ABD, Avrupa, Orta Doğu ve Asya’daki jeopolitik ve ekonomik hesaplar bu seçime bağlı” diyorlar.
E doğru, zaten bu yüzden Erdoğan’dan kurtulmaya çalışıyorlar.
Hem “Bu seçimde muhalifler kazanmalı ki Batı dünyasının istedikleri olsun” yazıyor, hem de indirmek için -darbe dâhil- her yolu denedikleri Erdoğan’a “diktatör” yaftası yapıştırıyorlar.
Diktatörleri seçimle indirebilirlermiş gibi!
***
Bunun da saçmalığını keşfetmiş olmalılar ki, Batılı analistler bu defa “14 Mayıs Türkiye’deki son demokratik seçim olabilir” demeye getiren yorumlara başladılar.
Hem kendilerinin, hem de PKK ve FETÖ’nün açık desteğini alan adayları Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa Türkiye demokratik seçim yapmış olacak, yoksa değil!
Bak hele!
“Türkiye üzerindeki zorbalık gücümüzü, etkimizi tamamen kaybedeceğiz” diyemedikleri için, bu cümleyi keşfetmişler.
Onlar bu işlerde mahirdir, PKK’ya YPG derler, YPG’yi SDG yaparlar, sonra da “SDG’nin PKK’yla ilgisi yok” derler, biliyorsunuz.
Bunun gibi bir şey, “son seçim” yorumları da…
20 senedir seçim kazanan Erdoğan hiçbir seçimde yapmadığı neyi yapacak, niye yapacak?
Oysa asıl tehlike, tam tersinde…
***
AK Parti’nin ilk defa tek başına hükûmet kuramayacak duruma düştüğü 7 Haziran 2015’i hatırlayın.
CHP-HDP ile koalisyona kalkışan Davutoğlu çapsızlığının faturasını, seçimin hemen ertesi gün ülkemizi fiilen bölme eylemine girişen PKK hainliğini, 1 Kasım’da sandığı tekrar milletin önüne getirterek Cumhurbaşkanı Erdoğan önlemişti.
Tekrar ediyorum; nasıl önlemişti?
Milletin önüne sandığı getirerek.
Yazın kenara, Allah korusun bunların adayı Kemal Kılıçdaroğlu kazanacak olsa, 14 Mayıs sonrası 7 Haziran’dan bin beter olacak.
Çünkü hem Batı, hem de kukla örgütleriyle yaptıkları belli, yapacakları belli, vadettikleri belli, bunların Türkiye’yi nereye götüreceği belli.
Türkiye’yi kesinlikle bölmeyi hedefleyen ve en iyi ihtimal parlamenter sisteme dönüşle karar verme gücünü milletin elinden almayı hedefleyen tehdit, bu defa çok daha güçlü gelecek, ancak bu sefer işler 7 Haziran’dan farklı olacak.
Zira Türkiye’yi yeniden rayına döndürecek, milletin önüne sandığı tekrar getirerek istikrara dönüşü sağlayacak bir üst makam, yani cumhurbaşkanı olmayacak.
***
Erdoğan en tepedeyken aşağıda yaşanan badireler bir şekilde halloluyordu…
Erdoğan yokken, kim “Madem olmadı, millet karar versin, Türkiye rahatlasın” diyecek?
Dediklerinde milletin ne yapacağı belli değil mi!
2015 seçimleri en bariz örnek.
7 Haziran’da tek başına hükûmet kuramazken, beş ay sonraki 1 Kasım seçimlerinde AK Parti yüzde 50 ile iktidardı.
Toplumun, yaşayacağı pişmanlıkla seçimden birkaç gün sonra bile ne yapacağını bilirken, hem Batılı ülkeler, hem de onun kurduğu ittifak ile adayları bir daha seçim sandığını halkın önüne getirir mi?
Erdoğan varken geliyordu, yokken zor bulursunuz.
Çünkü Erdoğan’ın milletten başka desteğine ihtiyaç duyduğu bir güç, bir makam yoktu ki oradan icazet alsın…
Milletten icazetliydi, her başı dara düştüğünde millete gidiyordu.
Başka yerlerden icazet alan kuklalar da bunu yapar mı zannediyorsunuz?
Siz gelin, Batılıların “2023 son demokratik seçim olacak” açıklamasını bu açıdan da okuyun da, en azından bütün risklerini bilerek sandığa gitmiş olursunuz.
****************
AK Parti İstanbul’dan aday çıkarmasa…
Bu fikir 14 Mayıs’a değil…
Bir sonraki yıl yapılacak belediye başkanlığı için.
Sebebini de anlatacağım.
İBB Meclisinde AK Parti Grup Başkan Vekilliğini yürüten Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, CHP yönetimini paçavraya çevirmiş durumda.
Hem de belgeleriyle, çatır çatır, gözlerinin içine baka baka anlatıyor üç buçuk yıldaki rezalet durumu.
Bir tarafa CHP’nin vaatlerini koyuyor, öbür tarafa yaptıklarını… Pardon, yapmadıklarını.
Göksu geçenlerde CHP’nin en yüksek oranda gerçekleştirdiği tek maddeyi detaylarıyla anlattı; o da kadrolaşma!
N’olacak! CHP’den başka şey beklemezdik de, millete laf anlatamadık.
***
Vaatlerini tutup tutmamaları bir yana, asıl felaket önümüzdeki dönemde.
Denetim komisyonu başkanı rakamlarını açıklamış...
Büyükşehir Belediyesinin 35 yılda yaptığı 28 milyar liralık borç, CHP’nin yönetimindeki son 3,5 yılda üçe katlanarak 82 milyar liraya çıkmış.
Daha kötüsü bu yıl sonu itibarıyla 150 milyar liraya çıkması bekleniyormuş.
Vay babam vay!
Sadece İETT’nin 2019’da 725 milyon lira olan borcunu geçen sene 7 milyarın üzerine çıkarmayı başarmışlar.
Daha büyüğüne ise İSKİ’de imza atmışlar ki, CHP öncesi hiç borcu olmayan kurum bugün 13,7 milyar eksiye düşmüş.
Sorsan bir kılıf bulurlar elbet.
***
Seçim kampanyası boyunca “israf, israf” diye bağıranların vardığı yere bakın.
Ortada şöyle büyük hizmetler, yatırımlar falan olsa ne gam, öyle bir şey de yok.
Şimdi 2019’a dönüp, o dönem CHP’lilerin söylediklerine ve inandıklarına bakın…
Bir de bugün söylediklerine... Benzer vaatlerin, aynı kandırmacanın birebir tekrarı. Tuhaf olan, yine sözlerin tutulmayacağını, seçim sonrası hepsinin yine yalan olacağını bile bile aynı kitlenin buna inanması.
Peki bu CHP sevgisi nereden gelmektedir ve ilacı nedir?
***
CHP’nin geçmişini bilip, sadece siyasi parti olarak görmeyenler için anlaşılmaz olan bu işte…
Kronik CHP hastalarını tedavi mümkün değil elbet ama, kurtulma ümidi olanlara yapılacak şey, bir doz daha CHP vermek olabilir.
İyice anlayıncaya, tastamam ikna oluncaya, “Abi vallahi billahi bir daha tövbe” deyinceye kadar CHP ile baş başa bırakmak düşünülemez mi?
AK Parti çok büyük yatırımlar yaptı bu şehre, o yüzden CHP ilk döneminde yeterince anlaşılmamış olabilir.
Açılmayan tesisler, yapılmayan metrolar, yanan otobüsler, sökülen yeşillikler, çalışmayan merdivenler-asansörler henüz yeterince hissedilmemiş ki, bugün Türkiye’de Erdoğan-Kılıçdaroğlu arasında “Acaba hangisi kazanır?” tartışması yapılabiliyor.
14 Mayıs gündemdeyken bunu konuşmak belki saçma ama ben AK Parti olsam, İstanbul seçiminde çıkarmam aday filan…
Sen değil misin ki Binali Yıldırım gibi özellikle ulaşım konularında muazzam hizmetleri, projeleri olan bir adamı bir ‘hiç’e harcadın…
“Sevdiğinle haşrol, bir daha İstanbul’a aday maday koymuyorum” derim.
Ta ki, bu milleti “dönün”, “Bizi CHP’den kurtarın” diye yalvartıncaya kadar.
Ben derim de, siyaset demez elbet.
Büyük utanç
23 Nisan 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:39
Sesli Dinle
A -
A +
Düşünün ki, Batı’da bir aday çıkacak ve DEAŞ’a, PKK’ya kendi toprakları üzerinde “özerk bölge” vadedecek.
Bu mümkün mü?
Üstelik bu örgütleri kendileri kurduğu ve himaye ettiği hâlde!
Bizde seçim yaklaşırken hemen her gün terör örgütleri Kemal Kılıçdaroğlu’na ve Millet İttifakı’na desteğini açıklayıp, oy istiyor.
İttifak’tan kimse bu örgüt elebaşlarına aksi yönde tek kelime cevap vermiyor, hatta partilerin üst yöneticilerinden aynı yönde açıklamalar geliyor.
Son örnek CHP’li Sezgin Tanrıkulu.
Her daim Kandil’in arkasında duran, buna rağmen CHP’de asla dokunulmayan Diyarbakır Milletvekili Tanrıkulu, HDP’nin ilan ettiği 11 maddelik “tutum belgesi” ile 30 Ocak’ta açıklanan ittifak masası ortak bildirisinin bire bir örtüştüğünü söylemiş.
Örtüştüğünü söylediği maddeler arasında terörle mücadelenin sona ermesi, özerklik, terör örgütüne destek verdikleri için HDP’li belediyelere atanan kayyumlara son verilmesi, ana dilde eğitim gibi maddeler yer alıyor.
Nitekim bunun teyidini CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayları Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel de yaptı.
Hem Kılıçdaroğlu, hem Özel, iktidara geldiklerinde terörle mücadele yasasının yumuşatılacağını söyledi.
Özerklik vaadini zaten defaatle dile getirmişlerdi.
***
Buna mukabil, terör örgütü elebaşlarının Kılıçdaroğlu’na destek beyanatları da birbirini izliyor.
Kandil’deki büyük başlardan Duran Kalkan, Kılıçdaroğlu’na destek istediği videosunda, “MİT bizi bitirecek. AK Parti’yi yıkın, bizi kurtarın” diyor.
PKK’nın Suriye’deki kolunun siyasi sözcülerinden Salih Müslim de “SİHA’lar sürekli tepemizde dolaşıyor. Erdoğan’dan kurtulursak iyi günler bizi bekliyor. Erdoğan giderse özgür olacağız”açıklamasıyla Kılıçdaroğlu’na destek istiyor.
Söyledikleri doğru, çünkü Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse Suriye’den çekileceğimizin, dolayısıyla o bölgeyi tamamen terör örgütüne bırakacağımızın garantisini verdi.
Yani, ABD, AB ve İsrail’e açık açık “Orada devletinizi rahat rahat kurun” demeye getirdi.
Bunları topluma açık açık izah etmeyip, sadece karşılığında kendisine vadedilen 300 milyar doları reklama taşıdı.
Tıpkı “Avrupa’ya vizeyi kaldıracağım” vaadinde olduğu gibi.
Neyin karşılığında?
Oraya gelince doğrudan izahat yok.
Böyle satır aralarından çıkıyor ne demek istedikleri.
***
Ha! Bu arada Batı basınında “Erdoğan kaybederse CHP her istenileni yapacak” analizleri de devam ediyor.
Sonuncusu Alman Frankfurter Rundschau gazetesinde yayımlanmış.
Kaynak olarak da Kılıçdaroğlu’nun dış politika danışmanı Ünal Çeviköz’ün, daha önce bizim de bu köşede sıkça yer verdiğimiz beyanatları gösterilmiş.
Bunların yanında, Erdoğan’a ve Erdoğan seçmenlerine yönelik tehditler de sürüyor.
Pek çok CHP’li gibi, bu defa Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyaset sahnesine taşıdığı TİP’li Sera Kadıgil Sütlü de “Sünni” vurgusuyla içindeki kin ve nefreti kusup “hesaplaşacağız” demiş.
Aynı tipler TRT Yargı kanalı kurup, AK Partilileri 27 Mayıs darbesinde olduğu gibi yargılamaktan bahsediyor.
Sadede gelelim.
***
Bunca şey ortadayken, bir de Erdoğan nefretiyle zombiye dönüştürdükleri kitleyi aldatmak için ekranlardan “Kemal Bey teröre prim vermez kardeşim” diyenler var!
Kandil, Pensilvanya ve bu örgütlerin sahipleri, hatta kendi partisinden isimler öyle demiyor oysa!
Ülkedeki bilumum terör örgütleri ve destekçileri Kemal Kılıçdaroğlu ile iktidara gelme hayali ile tutuşurken…
Bizim bugün “Acaba hangi aday kazanır?”ı tartışmamız, bu ülkeye utanç olarak yetmez mi?
**************
Jireskop
Jireskop, Türkçe adıyla düzdöner nedir, bilir misiniz?
Uzun uzun teknik detaylarını anlatmaya gerek yok; yön bulmaya, daha doğrusu yönü kaybetmemeye yarar.
Bağlı bulunduğu araç neye maruz kalırsa kalsın, o sabit kalır ve doğru yönden asla sapmaz.
Bu da gemi ve uçak gibi pek çok aracın doğru rotada bulunmasına ve menziline selametle ulaşmasını sağlar.
Şu an Türkiye de çok doğru bir rotada ve menziline ilerliyor.
Yapılanlar meydanda, varılacak yer ortada.
Toplum olarak jireskopumuz akl-ı selim olmalı.
Aklımızla dalga geçenlere verilecek en iyi cevapla…
***
Hatasız kul da olmaz, yönetici de, yönetim de.
Tayfanın, hatta kaptanın bazı hataları canınızı sıksa bile, önemli olan gemiyi doğru rotada götürüp götürmediği.
Türkiye’nin dış politika, enerji, savunma, sağlık gibi pek çok konuda geldiği nokta belli.
Türkiye Yüzyılı ile ortaya konan vizyon da ne kadar doğru yolda ilerlediğimizin tescili.
İşte Türk Devletler Teşkilatı.
Belki bir asırdır hayalini kurduğumuz birlik ve beraberlik yakalandı, kardeş ülkelerle kenetlenme yoluna girdik.
Öbür taraftan Akdeniz’de çok doğru bir yolda ilerliyoruz.
KKTC ve Libya, eli yüreğinde, 14 Mayıs’ı bekliyor.
Öbür tarafta Türk devletleri… Hatta Bosna, Afrika ve daha birçok mazlum coğrafya.
Enerji ve teknoloji, bir ülkenin zenginliğinde en önemli başlıklar, -ki biz bu yolda inanılmaz noktaya geldik, çok daha ilerisini göreceğiz.
Güçlenen savunmamızla dünya devlerine meydan okuyor, Rusya gibi stratejik iş birlikleriyle tarih sahnesine yeniden güçlü bir dönüş yapıyoruz.
Güçlü ve müreffeh bir ülke olmak istiyorsak, yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdiğimiz bu mücadeleyi asla bırakmamalıyız.
Tarih yeniden bizi çağırıyor, yeter ki sudan bahanelerle doğru yönden sapmayalım.
****************
Ülkücüleri Oğan’a yönlendirme taktiği
Bazı illerden kulağıma gelen bir duyum bu.
Cumhur İttifakı’na kan kaybettirmek için kripto FETÖ’cülerin taktiği de olabilir bu.
İyi Parti’den uzak duran ülkücüleri cumhurbaşkanlığı seçiminde Sinan Oğan’a yönlendirmek için gizli gizli çalışanlar varmış.
Doğruluk derecesi nedir bilmiyorum ama ben MHP Genel Merkezini uyarmış olayım ki buna tedbir alınsın.
Oğan seçilemeyeceğine göre, bunun neticesinin kime yarayacağı belli.
Çalanlar’ ve ‘liyakatsizler’ bunları yapıyorsa…
30 Nisan 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:39
Sesli Dinle
A -
A +
Yüzyılın seçimi için artık son düzlüğe girdik sayılır.
Erdoğan’ın önce Yunanistan’a savaş açarak, sonra depremi bahane ederek sandığı erteleyeceğini iddia edenler, aslında bunu yapmasını en çok isteyenlerdi!
Cumhurbaşkanı -hep olduğu gibi- yine bütün hesaplarını altüst etti.
Özellikle son 15 yıldır sıkı sıkıya çalıştığı 2023 projeleri, birbiri ardına sahneye çıkıyor.
Ortaya konan devasa projeler, AK Parti ve Erdoğan liderliğinin 20 yıllık karnesi âdeta…
Her biri aylarca üzerinde konuşulması gereken başarılar, her gün birbiri ardına kamuoyuna duyuruluyor.
Sadece şu son bir ayda olanlara bakın;
Yerli otomobilimiz Togg piyasaya sunuldu.
TCG Anadolu SİHA gemimiz Deniz Kuvvetlerine teslim edildi.
Devasa Kocaeli Şehir Hastanesi hizmete açıldı.
İstanbul Finans Merkezi açıldı.
Karadeniz gazı karaya çıktı.
Çam Sakura Şehir Hastanesi metrosu açıldı.
Millî uydumuz İMECE uzaya fırlatıldı.
Onlarca yıldır en büyük şikâyetimiz olan “bor madenini işlemiyoruz, parayı başkası kazanıyor” derdini bitirecek Nadir Toprak Elementi Tesisi hizmete açıldı.
Yerli tankımız Altay TSK’ya teslim edildi.
Ankara-Sivas arasını 12 saatten 2 saate indiren Yüksek Hızlı Tren hattı açıldı.
İlk nükleer enerji tesisimiz Akkuyu’ya törenle yakıt yüklendi, enerjide devler ligine yükselen Türkiye, resmî olarak nükleer tesise kavuştu.
Avrupa’nın en büyük sağlık tesisi İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi açıldı.
Türk Yıldızlarının da kullanacağı, pilotlarımızın eğitim alacağı savaş jetimiz Hürjet ilk kez uçtu.
Ağır Taarruz Helikopteri ATAK-2 ilk kez havalandı.
GÖKBEY helikopterimiz yerli motorumuzla havalandı.
Sırada Millî Muharip Uçak TFX ve insansız jet Kızılelma’nın hayalet uçak versiyonu Anka-3’ün sürprizleri var.
***
Görüldüğü üzere millî başarı bombardımanı altındayız…
Olanlar rüya gibi ve biz ne saymaya, ne yazmaya yetişebiliyoruz.
Geçmişte olsa, şunların her birini aylarca işlememiz, bütün detaylarıyla gururumuzu paylaşmamız gerekirken, daha birini anlatamadan ötekine geçmek zorunda kalıyoruz.
Üstelik bunca şeyi yaparken, bir yandan 11 şehrimizi yıkan deprem felaketinin hızla yaralarını sarıyor, sosyal konut ve devasa yatırımları da hız kesmeden devam ettiriyoruz.
Ha, bunun hemen öncesinde ekonomimize ağır darbe vuran pandemi felaketi ile boğuştuğumuzu, akabinde Rusya-Ukrayna savaşı ile sarsıldığımızı, buna rağmen piyasayı ve toplumu ekonomik yönden rahatlatmak için birçok kalemde vergi indirimleri yapıldığını, hazinenin EYT gibi ciddi maliyetleri göğüslediğini de hatırlatayım.
FETÖ aklıyla kumanda edilen muhalefete bakarsanız, iktidarda ‘hırsızlar’ ve ‘liyakatsizler’ var!
Peki hırsızlık varsa, bunca şey nasıl yapılıyor?
***
Madem ‘çalarak’ bunlar yapılabiliyorsa geçmişte siz neden yapmadınız?
Gelişmiş ülkelerin yüz senedir kullandığı yatırımları, otomobil, uçak gibi teknolojileri, otoyolları, köprüleri, hızlı trenleri, hastaneleri, savunma silahlarını neden AK Parti’ye bıraktınız?
“Liyakat” meselesine gelelim…
İktidar “liyakatli” kişilerle çalışmıyorsa bu teknoloji devrimini kiminle yapıyor?
Siz daha “liyakatli” iseniz yahut “liyakatli” kişilerle çalışıyorsanız, geçmişte siz neden yapmadınız?
***
Oysa “hırsız” ve “liyakat” FETÖ’nün propagandası.
Yani memleketin başına en büyük bela olan, sadece milletin parasını hortumlamakla kalmayıp, soruları bile çalan hırsız örgütün…
CHP iktidara gelir, sözü tutarsa bunlar işbaşına gelecek.
Peki “hain”in liyakatinden bahsedilebilir mi?
Görüyor musunuz şu absürt durumu?
FETÖ’yü kurtaracaksınız “hırsızlık” bitecek, PKK’ya isteklerini vereceksiniz “demokrasi” gelecek, Batı’nın ajanlarını serbest bırakacaksınız “özgürlüğe kavuşacağız” öyle mi?
İşin tuhafı, buna kanan ciddi bir kitlenin bulunması…
Akıl alası iş değil.
****************
“Yok canım, Kılıçdaroğlu yapmaz!” diyenlere…
Masanın adayına PKK ve FETÖ desteği daha görünür oldukça, muhalefetin borazanlığını yapan kalemşorların, sözde tarafsız yorumcuların sığındığı cümle bu…
Kemal Bey’i, Kemal Bey’den korumaya çalışıyorlar âdeta!
Neymiş, Kemal Kılıçdaroğlu gelirse teröre taviz vermezmiş…
***
Oysa görevde bulunduğu süreçte, aksini ispatlayan o kadar net bir duruşu var ki Kemal Bey’in!
Çukur hendek olaylarında HDP’nin arkasında duran, askerimizin-polisimizin elini güçlendiren terörle mücadele yasasına karşı çıkan, yıllardır açık açık YPG’yi terör örgütü olarak görmediğini, bölgesel özerk yönetimi getireceğini, ‘yargıya müdahale edip’ Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacağını, Suriye, Irak ve Libya’dan askeri çekeceğini, KHK’lıları kamuya geri döndüreceğini söyleyen Kılıçdaroğlu’na gösteriyorlar bu iyi niyeti!
FETÖ tankları 15 Temmuz gecesi Kemal Kılıçdaroğlu’na yol açmamış…
Öncesinde Kemal Bey FETÖ propagandasına siyasi
borazanlık yapmamış…
Kurmaylarını FETÖ’yü korumak için örgüt binalarının önünde yatırmamış...
15 Temmuz’un ardından FETÖ’yü aklamak için “kontrollü darbe” propagandası yapmamış gibi!..
***
Lafı şuraya getireceğim…
Kemal Bey’in kendisi bile bu kadar takiye yapma ihtiyacı duymayıp, Kandil’deki terör elebaşlarının ve FETÖ firarilerinin desteğine “Bir dakika” demezken ve sadece susarak süreci geçiştirirken…
Bunların canhıraş bir şekilde “Yok canım, Kemal Bey yapmaz” diye aklama çabasına girişmeleri ne tuhaf!
Yahu, size mi inanalım, Kemal Bey’e ve her şeyi ortaya döken en yakınındaki kurmaylarına mı?
***
Savunma sanayiine dokunmazmış!
Yeri gelmişken, aynı ağızların “Kemal Bey cumhurbaşkanı seçildiğinde millî savunma sanayiine dokunmaz, aksine teşvik eder” kandırmacasına da değinelim.
Ülkemiz, tam da Rus uçağını vurma hadisesi sonrası Suriye’de Rusya ile kriz yaşarken Patriot hava savunma sistemlerini söküp götüren NATO değil miydi?
Bizi açıkça hava savunmasız bir biçimde, Rusya ile karşı karşıya bıraktı NATO ve ABD.
Şayet Erdoğan ve Putin soğukkanlı davranmasa, tuzağı fark etmese bugün Ukrayna’nın yerinde biz vardık.
Şükürler olsun ki, iki lider Batı’nın oyununu gördü, bu tuzağı bozmakla kalmayıp, oyun kuranlara da ciddi bir ders verdi.
Bunların başında da Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almamız geliyordu.
Hatırlayın, bu hamle içeride en çok kimi çıldırtmıştı?
Elbette CHP’yi, HDP’yi, Kemal Bey’i ve iş birlikçilerini.
***
S-400 saldırı değil, savunma sistemi…
Batı vermiyor, madem öyle ‘kendi sistemimizi yapana kadar’ S-400 edindik diye Kemal Bey’in CHP’si çıldırıyor!
Yetmiyor aynı CHP, SİHA’ları, millî tankımız Altay’ı engellemek için demediğini bırakmıyor,
Sonra F-35 krizi yaşıyoruz ABD’yle, CHP yine S-400’ler üzerinden hükûmete yükleniyor, iktidara geldiklerinde depoya kilitleyeceklerini müjdeliyor (!)
Sadede gelelim…
ABD’ye rağmen Rusya’dan S-400 aldık diye çıldıran Kemal Bey’in CHP’sinden, bunların yerini dolduracak Hisar ve Siper millî füzelerimize yönelik bir tek cümle övgü duydunuz mu hiç?
S-400’den geri adım atmadık diye F-35 programından çıkarılmamıza kahrolan Kemal Bey’in CHP’sinden, hangardan çıkarılan ve motor çalıştıran 5. Nesil Millî Muharip Uçağımız TFX için minik bir kutlama ya da teşekkür işittiniz mi?
Gökbey helikopterimiz millî motorla havalanırken, ağır taarruz helikopterimiz Atak-2, Hürjet, Kızılelma havada süzülürken, bırakın tebrik etmeyi, CHP’lilerin yüzünde en ufak bir tebessüme şahit olanınız var mı?
Bu kadar anormal bir siyasi yapı karşımızda dururken, “Yok canım, yapmaz” demek ne kadar normal?
Neleri atlattık, bu da geçecek
14 Mayıs 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
14 Mayıs 2023.
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın kilitlendiği o gün geldi çattı.
Seçim ikinci tura kalmazsa tarih kitapları, gelecekte bugünü kalın harfle yazacak.
Cumhuriyetin ikinci yüzyıla yelken açacağı…
Devletimizin ‘Türkiye Yüzyılı’ iddiasıyla ortaya koyduğu iradenin selametini işte bugün sandıkta milletimiz belirleyecek.
Herkes eteğindeki taşı döktü…
Kim, neyi hedefliyorsa, neyi vadediyorsa ortaya koydu.
Bugün artık karar verme vakti.
Önümüzdeki yüzyılda çocuklarımızın geleceği, ülkemizin güvenliği, milletimizin esenliği, halkımızın refahı…
3. Dünya Savaşı’nın ciddi risk olarak dillendirildiği tarihin bu kritik kavşağından selametle çıkmamız için bugün sandıkta yapacağımız tercih hayati önemde olacak.
***
Türkiye, son on yıldır bu seçime hazırlanıyordu.
Elbette önünü kesmek isteyenler de…
Mayıs 2013’te Gezi, akabinde 17/25 Aralık darbe girişimleri ile başlatılan süreç, işte tam da bugünü hedefliyordu.
Dahası, bu kararı bize bırakmadan, kendileri kesip atmayı istiyordu…
Başaramadılar.
Sonraki yıllarda yine hiç hız kesmeden saldırdılarsa da, muvaffak olamadılar.
Karanlık yüzlerini şu geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde ayan beyan bir kere daha gördük.
Taşeron örgütlerin Kandil ve Pensilvanya’daki elebaşları ile yurt dışında pek çok ülkeye dağılan örgüt mensupları yine fütursuzca ülkemize-milletimize tehditler savurdu, hatta kaset operasyonları çekip, sandığı etkilemeye çalıştı.
Bu çirkin operasyon öyle noktaya ulaştı ki, bir cumhurbaşkanı adayı geri çekilmek durumunda kaldı.
Milletimiz haftalarca olan biteni takip etti…
Ve son sözü söyleyeceği vakit geldi.
***
Başkanlık sisteminde ikinci defa sandığa gidiyoruz.
Çıkan sonuç ne olursa olsun, milletimizin kararı olacaktır.
Elbette herkesin, o karara saygı duyma mecburiyeti vardır.
Bugün yapılan ilk turda yüzde 50+1 oyu alanın hiç tartışmasız seçileceği Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nde tartışmaya yer yoktur.
Kazananı tebrik eder, ülkemiz için faydalı her çalışmasına destek oluruz.
Şayet adaylardan hiçbiri oyların yarısından bir fazlasını alamazsa 28 Mayıs’ta ikinci defa sandığa gideceğiz.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu hassas süreçte dileriz buna gerek kalmaz…
Şayet böyle bir durumda karşılaşırsak, birkaç haftadır tekrar yüzleştiğimiz o kirli odaklar, krizi tırmandırma fırsatını kaçırmayacaktır.
Tahminimiz, bugün neticeye ulaşılacağı yönündedir.
Değilse 28 Mayıs’taki ikinci tura sadece en çok oyu alan iki aday katılabileceği için, tablo o tarihte netleşecektir.
***
Hayati önemine binaen, zor, sıkıntılı ve gerilimli bir süreçte Türkiye.
Lakin güçlü demokrasi kültürümüz bunu da selametle atlatmayı başaracaktır.
Neleri atlattık, bu da geçecek ve Türkiye gemisi, rotasında emin adımlarla ilerleyecek.
Umudumuz ve beklentimiz budur.
*****************
Bir sonraki seçimde 50+1’den vazgeçilebilir mi?
Önceki akşam TV’lerin ortak yayınında TGRT Haber Genel Yayın Yönetmeni Ercan Seki, Cumhurbaşkanı’mıza bu soruyu sordu.
Erdoğan “Böyle bir düzenlemeye siyasi partiler katılırsa ben de olmasından yanayım” dedi.
Sebebi şu;
Ufak partiler, büyük partilerin üzerinde tahakküm kurdu.
Aslında Başkanlık sistemine geçişte beklentimiz bu değildi.
Ufak partiler kendiliğinden kaybolur, ABD’deki gibi iki partili sisteme geçiş yaparız, diye bekliyorduk ama tam tersi oldu.
Bunun en çarpıcı örneği; Millet İttifakı.
Masanın en büyük ortağı, mevcut sandalye dağılımının yarısından fazlasını, kendi oyunun onda birini alamayan partilere tahsis etmek durumunda kaldı.
Vadettiği bakanlık ve cumhurbaşkanlığı yardımcılığı sayısı da cabası.
***
Şahsen yüzde 50+1’i alabilecek bir adayın Türkiye’yi yönetmesi gerektiğini savunanlardanım.
Bu, aynı zamanda kutuplaşmanın azalması, çoğulcu demokrasi için de önemli bir fayda sağladı.
Lakin Türkiye’de siyaset kazanı öyle tuhaf işliyor ki, millet nezdinde esamisi okunmayan partiler, halktan alabilecekleri oyun çok çok ötesinde, hatta ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak ölçüde bir role girişti.
Biz parlamenter sistemden bu yüzden kurtulmamış mıydık?
‘Sandıktan çıkmayan partiler, kirli pazarlıklarla milletvekili transferleri yaparak bizi yönetmesin’ değil miydi derdimiz?
Onlar ne yaptı etti, Başkanlık sisteminde de bir yolunu bulup, baş köşeye oturdu!
Başkanlık sisteminde, parlamenter sistemden farklı olan şu ki; bunların hepsi seçim sonrası değil, öncesinde ortaya döküldü.
Karşımıza çıkan bu tuhaf duruma çare bulmak lazım.
Saçma sapan partiler silinip gider derken, aksinin olmasına yeni dönemde çare bulunmalı ki, 2028’de de aynı saçmalıklarla uğraşmayalım.
PKK ve FETÖ destekçiliği yüzde 45 oyu nasıl aldı?
18 Mayıs 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
Jandarma Uzman Çavuş Bayram Doğan.
Henüz 26 yaşındaydı…
Evlilik hayalleri kuruyordu.
Pırıl pırıl, tertemiz yüzlü bir gençti.
Şırnak Bestler Dereler bölgesinde PKK’lı teröristlerin kahpe saldırısında şehit düştü.
Cenazesi dün, benim de memleketim olan Tokat’ın Turhal ilçesinde gözyaşlarıyla defnedildi...
Geriye, mutlu evliliğinden hüzne boğan kareler kaldı.
***
Uzman Çavuş Gafffar Mayik.
Çatışmada o da ağır yaralanmıştı.
Adıyamanlıydı ama, ailesi Şanlıurfa’da yaşıyordu.
Oğullarının yaralı olduğu haberini alan aile, acı haberi Şırnak’taki hastaneye giderken aldı.
Çocuklarının al bayrağa sarılı tabutuyla dönen aile, düşünün nasıl bir acı yaşadı!
***
Bir korucumuzla birlikte, beş şehidimizin acısı, annelerin, eşlerin, evlatların feryatları yüreklerimizi dağladı.
Şimdi, trajik soru şu?
Kaç kişinin gerçekten yüreği yandı, toplumun yüzde kaçı bu kahpeliği umursamadı?
Üzücü ama, çok çok acı bir soru bu…
Böyle meseleler siyasete alet edilmez, lakin ne hazindir ki siyaset bunu kendisine alet ettiği için sormak zorundayım.
Bu terör meselesini yekvücut olarak, asla taviz vermeden, verenlere göz açtırmadan, ne yapıp edip, kökünden kazımalıyız çünkü.
***
Şundan bir hafta öncesine gidelim…
Türkiye çok önemli bir seçimin arifesindeyken, Kandil’deki terör baronları apaçık, göstere göstere, hiç sakınmadan bir adaya desteklerini açıklıyor, ne yazık ki bu desteği alan aday da, kurduğu ittifak da bu desteği ‘sessiz teşekkür’ ile geçiştiriyordu.
Gizli pazarlıklar yapıldığı örgütün siyasi kolu tarafından alenen itiraf ediliyor, operasyonların duracağı, örgütün siyasi yüzlerinin serbest bırakılacağı, yerel özerklik şartı taleplerinin karşılanacağı kameralar önünde kararlılıkla vurgulanıyordu…
Yalan mı?
Hepsi video kayıtlarıyla gün gün ortada.
Hafta sonu sandıklar kuruldu, millet büyük çoğunlukla buna cevabını verdi.
Lakin acı olan şu ki, yüzde 45’lik bir kesim de bu çağrıları hiç umursamadan, işaret edilen adaya mührü bastı!
40 yıldır nice Bayram’ımızı, Serkan’ımızı, Özcan’ımızı, Gaffar’ımızı, Cevher’imizi şehit eden iğrenç bir örgütün apaçık desteği, onların umurunda olmadı!
Sadece bu örgüt de değil…
Devletimize gizli gizli sızmış CIA aparatı örgüt de yeni kaset operasyonları çekerek, aynı adayın arkasında durdu; bu da ayan beyan herkes tarafından görüldü.
Buna rağmen, o aday Türkiye’de yüzde 45 oy alabildi!
Yüzde 45 oy…
Bu tablo sizi ürkütmüyor mu?
***
Seçim gecesi yenildiklerini görünce üzülen yüzde 45’lik kesimin tepkilerine baktım, hayrete düştüm.
Yok efendim ekonomi kötüymüş de, depremde olanları görmüş de, buna rağmen halk neden Cumhurbaşkanımızın ve Cumhur İttifakı'nın yanında durmuş da!..
Almışlar ellerine kâğıtları-kalemleri, yok şuradan niye bu kadar oy gelmiş, buradan niye bu olmuş…
Bütün mesele terör örgütlerinin çanına ot tıkayan Erdoğan’ı devirip deviremedikleriymiş, onun ötesinde hiçbir tasaları yokmuş!
Yani ne PKK elebaşlarının mesajları, ne FETÖ’nün yeni kasetlerle tekrar başımıza musallat olma sevdası onlar için hiçbir anlam ifade etmiyormuş.
Gördüğümüz ürkütücü manzara aynen buydu.
***
Yüzde 45’lik dilimde yüzde 10 HDP/PKK desteğini anlayabiliyoruz…
Haydi bir o kadar da FETÖ destekçisi var sayalım…
Geriye kalan yüzde 25 neyin nesidir, bunu çözmek zor.
Belli ki, kırk senedir Çorum’a, Yozgat’a, Kahramanmaraş’a, Tokat’a, Adıyaman’a, Malatya’ya, Osmaniye’ye, Elâzığ’a, Amasya’ya…
Hemen her şehrimize düşen on binlerce ateş, belli ki bunların içine düşmemiş; varabildiğimiz netice budur.
Yüzde 45’in düştüğü tuzağa düşmeyen milleti Boğaz'daki yalısından aşağılayan tweetler atan ultra zengin güruhun, sosyete maymunlarının zaten böyle bir derdi yok, bunu biliyoruz…
Çünkü oralardan şehit cenazesinin kalktığını görmedik henüz!
Peki ya diğerleri!...
Demek ki onlar da sadece Antalya’da denize girmeyi, Bodrum’da güneşlenmeyi, Beyoğlu’nda kafa çekmeyi dert edinmiş, ötesinde hiçbir tasaları yokmuş.
Şikâyet ettikleri ekonomiyi de, depreme müdahaleyi de tartışırız ama, bunlar ‘ciddi tehditler’ söz konusu olmayınca konuşulacak mevzular.
Nitekim, deprem yalanlarının cevabını depremzede verdi işte, ona da çıldırıyor, hatta depremzede vatandaşlarımıza etmedikleri hakareti bırakmıyorlar…
Öyle öfkeliler ki, depremzede vatandaşlarımızı CHP’li belediyelerin konaklama tesislerinden bile kovuyorlar.
İkinci tur seçim olmasa, bakın daha neler yaparlardı.
Bu tavır, elbette insanlıklarının seviyesini, menfaatperestliklerini de ortaya koyuyor.
***
“Depremzedeye bunu yapandan teröre hassasiyet mi bekliyorsun?” diyecek olursanız, kusura bakmayın ama az-buz değil, yüzde 45’ten bahsediyoruz.
Depremzedeye hakareti yapan tabii ki bunların tamamı değil, yalnız “teröre karşı duruşa” gelince, durum farklı.
Bu insanların hepsi sandığa giderken Kandil’in desteğini de, oraya verilen vaatleri de biliyordu.
Aynı şekilde FETÖ’ye verilen vaatlerin ne olduğunu, kendi oylarıyla FETÖ’cü hainlerin yeniden devlet kadrolarına doldurulacağının bal gibi farkındaydı.
Buna rağmen, bile-isteye gidip, bu yönde oyunu kullandı.
Korkunç olan işte tam da bu.
***
Seçim öncesi çok yazdık, kafaları almıyorsa bir daha anlatalım.
PKK, “Niye iktidara oy verdi?” dediğiniz o insanların çocuklarını katlediyor, o insanların canını yakıyor.
Siz umursamayabilirsiniz fakat, onlar umursuyor.
Terörün ne olduğunu, neyi amaçladığını, kime hizmet ettiğini de gayet iyi biliyor.
Siz Boğaz'da kafa çekerken bunu dert edinmiyor olabilirsiniz ama, o insanlar teröre asla müsamaha göstermeyecek, sırf seçim kazanmak için teröre ‘güç’ vadedenlere de asla göz yummayacak.
Bunu 10 yıl önce bir defa denedi, o da teröristleri silah bırakmaşartıyla masaya oturtmaktı, olmadı.
Zaten o günden sonra da gereği yapıldı, örgüt tükenme noktasına geldi.
Kandil’deki terör baronlarının “Bitiyoruz, sandıkta birleşip bizi kurtarın” feryatları da bunun teyidi oldu.
Nitekim birleştiniz de…
Seçim sonucunda bu da açıkça ortada.
Peki, canı yananların buna göz yumacağını, patatesi-soğanı gündem yaparak bunu kamufle edebileceğinizi mi zannediyordunuz ki, şimdi hiç utanmadan bir de bu insanları suçluyorsunuz?
Bu size ders olsun...
Ettiğiniz hakaretleri de alıp defolun.
Bu ülkenin sessiz çoğunluğu, artık ne eli kanlı teröristlere ve destekçilerine geçit verir ne de çocuklarını elinden çalan, yahut sınav sorularını çalarak çocuklarının devlet kadrolarına girmesine mâni olan, kalleş örgüte itaat etmeyenlere binbir ayak oyunuyla zulmeden FETÖ’ye…
Bu millet, ülkeyi PKK’ya teslim ettirmeyecek.
FETÖ’cülere ve arkasındaki ağababalarına siyasi darbe yaptırmayacak.
Fransız-İngiliz gazetelerine “Son Osmanlı Durduruldu” manşetleri attırmayacak.
O kapı bir daha asla aralanmayacak, bu böyle biline.
Batı uşaklığıyla “Diktatör, diktatör” diye bağırıyordunuz, buyurun işte sonuç!..
Siz hiç ikinci tura kalan diktatör gördünüz mü?
Canı yanan o insanlara hakaret edeceğinize, oturup şapkayı önünüze koyun ve “Biz ne yaptık?” diye kendinizi sorgulayın.
Her yol mubâh’ siyaseti
25 Mayıs 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
A -
A +
Çok seçim gördük de, böylesini ilk defa yaşıyoruz.
Başkanlık sisteminde ikinci tur tecrübemiz zaten ilk…
Neyse ki 2017 referandumunda kabul etmişiz de, bu sisteme geçmişiz.
Yoksa muhalefetin bu fırıldak siyasetini, parlamenter sistemde nasıl çözebilir ve başımıza bir çorap örmeden atlatabilirdik, düşünmek dahi istemiyorum.
***
“HDP masada yok” yalanını aylarca, hatta yıllarca gözümüzün içine baka baka tekrarladılar, oysa hep vardı.
Nitekim seçim yaklaştıkça birer birer dökülmeye, hatta bakanlıklar verilebileceğini dillendirmeye başladılar açıkça.
Malumun ilamıydı…
Zaten HDP de (yeni adıyla YSP) bunun karşılığında aday çıkarmadı, “Adayımız Kılıçdaroğlu” diye ulu orta ilan etti.
Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs’taki ilk tur seçimlerinde HDP’nin güçlü olduğu illerden aldığı oy da bu ittifakı ispatladı.
Tek sıkıntıları şu ki, bu defa HDP’nin isteği, amaçlarına ulaşmalarına yetmedi.
Beklentileri, 2019 yerel seçimlerinde Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde amaçlarına ulaştıkları gibi, yine HDP desteğiyle ilk turda hedefe varmalarıydı…
Bu şehirlerde yine aynı birlikteliği sağladılar ancak Anadolu’nun ve yurt dışındaki vatandaşlarımızın sağlam duruşu, terör ittifakına bu defa geçit vermedi.
Elbette sadece PKK’ya değil, umut vadedilen ve Kılıçdaroğlu’na desteğini yeni montaj kasetleriyle ortaya koyan FETÖ’ye de…
Sandıkta asıl dizaynı millet yaptı, Meclis çoğunluğunu yine emperyalizme karşı millî duruş sergileyen Cumhur İttifakı aldı.
***
Cumhurbaşkanlığı seçimi milim farkla ikinci tura kalınca, Kılıçdaroğlu da çark etmek zorunda kaldı.
FETÖ’nün kaset operasyonuyla koltuğa oturduğu 2010 yılından bu tarafa bir defa bile devletin ve milletin yanında millî duruş göstermeyen Sayın Kılıçdaroğlu, yediği tokadın acısıyla TERÖRÜ Bİ-Tİ-RE-CE-ĞİZ demeye başladı.
Oysa terör zaten bitiyor, görmüyor muyuz?
Kandil ile FETÖ, bundan dolayıdır ki Kılıçdaroğlu’na destek veriyor.
FETÖ’nün yaptığı, Kılıçdaroğlu’nun savunmadığı bir tek operasyon, darbe girişimi oldu mu hiç?
Öyle davranmasa, 15 Temmuz’da FETÖ’cüler niye tankları çekip yol açsınlardı kendisine?
Keza PKK/YPG’ye yapılan operasyonları hatırlayın…
Afrin’e ve Suriye’deki diğer bölgelere yapılan operasyonlara karşı çıkan kimdi?
2015’te çukur hendek kalkışması yapan PKK’yla mücadelede askerimizin-polisimizin elini rahatlatmak için Meclis’e getirilen yeni Terörle Mücadele Kanunu’na HDP ile birlikte karşı duran Kemal Beyin CHP’si değil miydi?
Şimdi terörü bitirecekmiş, öyle mi?
***
‘Amaca ulaşmak için her yol mubâh’ siyasetiyle rotasının değiştiğini iddia eden, Ümit Özdağ’ın desteğiyle milliyetçi oylara ulaşmayı hedefleyen Kılıçdaroğlu bu sözünde samimi olsa, HDP’den ve FETÖ’cülerden oy alabilir mi peki?
Asla…
Meselenin özü sadece teröre karşıymış gibi bir duruş göstermek de değil ayrıca…
Bence asıl kandırma da burada.
Mühim olan, bu örgütler üzerinden yeniden Türkiye’yi hizaya getirmeye çalışan Batı’ya karşı ülkemizin millî menfaatlerini savunmak ve pozisyonunu korumak.
Ümit Özdağ’la yaptıkları göstermelik yedi madde içinde ne Karabağ var, ne Türk Devletleri Teşkilatı, ne S-400’ler, ne Suriye’de kurduğumuz güvenli bölge, ne Irak, ne Libya, ne Akdeniz, ne Kıbrıs…
Karadeniz’de bulduğumuz gazın, Gabar’da çıkarmaya başladığımız petrolün devamı gelecek mi mesela?
Kıbrıs için emperyalistlerle dişe diş mücadele sürecek mi?
Batı’nın, Yunanistan üzerinden Akdeniz’deki haklarımızı yutma planları suya düşürülecek mi?
Suriye’de terör devletinin önünü kesmek için kalan yerlerde yeni operasyonlar yapılacak mı?
Savunma sanayiimize yeni hedefler eklenecek mi?
Fransa, İran ve Ermenistan’a karşı Zengezur Koridoru açılacak mı?
Rusya-Ukrayna savaşında NATO’nun baskısına boyun eğilecek mi?
İstanbul Finans Merkezi, amaçlandığı doğrultuda doğu-batı arasında merkez konuma yükseltilecek mi?
Trakya, Avrupa’nın gaz merkezi olacak mı?
FETÖ’cülerin devlet kadrolarına dönüşü engellenecek mi?
Bunların hiçbirisi yok o yedi madde içerisinde.
Sadece göstermelik bir cümle; Kayyum ataması yargı kararıyla devam edecek.
Bir de varsa yoksa “Suriyeliler gönderilecek.”
Tek meselemiz bunlar mı?
Sadece kayyum atayıp, Suriyelileri de gönderince çözülüyor mu bütün mesele?
Batı on binlerce tır silah vermekle kalmayıp, teröristlere helikopter tahsis etmiş, açık açık terör devleti kuruyorlar sınırımızda ama mutabakatta buna tek kelime atıf yok.
Bir tek belediyelere kayyum atayınca terörü bitirmiş mi olacağız? Böyle mi terör Bİ-TE-CEK?
***
Ülkemize en büyük kötülük olacak ‘parlamenter sisteme dönüş’ten başlayıp, buradan PKK’ya, FETÖ’ye ve bunların asıl sahiplerine umut vadetmeye uzanıp, en son Rusya’yla karşı karşıya gelmeye kadar vardırdılar işi…
Ümit Özdağ sadece birkaç meselede kâğıt üzerinde geri adım attırmış görünüyor Kılıçdaroğlu’na; o da sözünü tutarsa!
Nelerden döndüler, amaçlarına ulaşsalar bundan çark etmekten mi çekinecekler?
***
Terörü tamamen bitirmek, emperyalistlerin planlarını çöpe atmaksa maksat; Cumhur İttifakı bunu bihakkın yerine getiriyor zaten.
Büyük oyunu gören, millî ve yerli politikaların sürmesini isteyen vatandaşlarımız zoru başardı, ilk turda Meclis çoğunluğunu sağladı.
İlk tur hezimeti sonrası milliyetçi postuna bürünenlere, ‘amaca ulaşmak için her yolu mubâh görenlere’ son sözü söyleme vakti yaklaştı.
Yurt dışındaki vatandaşlarımız sandıklara yine yoğun bir katılımla vazifesini yaptı.
Şimdi sıra bizde.
Aynı sağlam iradeyi ikinci turda da göstererek Cumhurbaşkanlığı meselesini de çözme, emperyalistlerin planlarına gerekli cevabı verme vaktidir.
***
Son sözümüz, milliyetçi geçinen İyi Parti’ye olsun.
Partinizin kurucularından eski üyeniz Ümit Özdağ, Kılıçdaroğlu’na hiç değilse terör örgütleri ile ilgili birkaç madde imzalatarak, size ne demiş oldu?
Onun yapmadığı, eksik bıraktığı şu yukarıda saydığım hassasiyetlerle alakalı buyurun siz de millî bir duruş gösterin, bakalım yapabilecek misiniz?
Bir daha Gezi ve 27 Mayıs’lar olmaması için; 28 Mayıs
27 Mayıs 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
A -
A +
Yüzyılın seçiminde yarın final için sandık başına gidiyoruz.
Kaderin cilvesi, ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimi öyle manidar bir tarihe denk geldi ki…
Bugün sosyal medyada, başta depremzedeler olmak üzere, kendilerinden olmayan herkesi en ağır hakaretlerle linç eden iç savaş kışkırtıcıları var ya!..
Onlar tam 10 yıl önce 28 Mayıs’ta sokağa inmişti.
HDP’li Sırrı Süreyya Önder, Gezi’de kepçelerin önüne yatarak ilk kıvılcımı yakmış, ardından FETÖ çadır yakma tahrikiyle olayları alevlendirmiş…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘mezhepçilik temelli’ bu kışkırtmaya öncülük etmiş…
Önce İstanbul, ardından Ankara gibi diğer şehirlerimiz haftalarca yakılıp yıkılmış…
Mısır’daki gibi sokak darbesiyle seçilmiş hükûmeti devirmeyi amaçlayan vandallar kepçelerle hükûmet binalarını yıkmaya yeltenmiş…
Bugün kalp işaretleriyle sevgi pıtırcığı rolüne bürünen Kılıçdaroğlu, olaylara müdahale eden polislerimizi “görevlerini yapmamaları için” günlerce tehdit etmiş…
Unutturmaya çalışsalar da, Burak Can Karamanoğlu gibi gençlerimiz sokağa inen teröristlerce şehit edilmiş,
En nihayetinde bunların, Batılı ajanlar tarafından İstanbul Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli gibi stratejik yatırımları engellemek için sokağa salınmış çapulcular olduğu, kendi talepleriyle ortaya serilmişti.
***
Taksim’de Esad bayrağı açan, duvarlara “Zulüm 1453’te başladı” yazan zihniyetin kalkışmasında başaktörlerden olan Kemal Kılıçdaroğlu, yarın Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci turda Erdoğan’a karşı yarışacak.
Şu ayıp bile bize yeter ya, neyse!
Mesele İslam’a, Türkiye’deki milliyetçi ve muhafazakâr çoğunluğa düşmanlık olunca, Erdoğan 5., hatta 6. nesil savaş uçağı yapmış; Türk Devletleri Teşkilatı kurup, Türk dünyasına karadan kesintisiz bağlantının yolunu açmış; terörü temizlediği dağlardan kaliteli petrol, denizlerimizden ilk defa büyük miktarda doğalgaz çıkarmış; sağlıkta, ulaşımda, sanayide, teknolojide büyük başarılara imza atıyormuş; bunların karşısında bütün terör örgütleri Kılıçdaroğlu’nu destekliyormuş falan, bunların hiç umurunda olmuyor demek ki!
Hassasiyeti olana sorarım;
O Kılıçdaroğlu ki, 2015’te PKK’nın çukur-hendek kalkışması, 2016’da FETÖ’nün 15 Temmuz işgal girişiminde de tavrını değiştirmemişti.
14 Mayıs’taki ilk turda tablo farklı mıydı sanki?
Aynısı, yarın yapacağımız ikinci turda da geçerli.
Bakın, 28 Mayıs seçiminin tarihsel bir önemi daha var…
CHP eliyle Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanımızı idama götüren 27 Mayıs darbesinin de 63. yıl dönümüne tekabül ediyor.
Haydi hafızamızı tazeleyelim de, bakalım o günden bu yana CHP’de ne değişmiş…
***
30 Nisan 1959...
Dönemin CHP lideri İsmet İnönü Uşak’a gidecekti.
Bu ziyareti CHP’liler “Büyük Taarruz” diye şişiriyordu.
Sebeb-i hikmeti ziyaretten bir gün önce anlaşıldı.
İktidardaki Demokrat Parti’nin Uşak İlçe Başkanı, bir CHP’li tarafından öldüresiye dövüldü.
Ziyaret günü ortalık karıştı.
İnönü ile beraber Ankara’dan Uşak’a giden CHP’liler, DP il binasını taşladı.
Taşlara karşılık binadan bir bardak atıldı.
CHP’nin borazanı gazeteler, ertesi gün İsmet İnönü’nün taşlandığını, hatta yaralandığını yazdı.
Görgü şahitleri bu iddiayı yalanlasa ne fayda!
Amaca ulaşılmış, CHP mağdur postuna bürünmüştü.
***
Eski Türkiye’de üniversiteler en kullanışlı aparattı.
İdeolojik körlüğe sürüklenen gençler, her darbe öncesi mutlaka ayaklandırılırdı.
Demokrasiye geçişle birlikte, Cumhuriyet döneminin ilk darbesi 27 Mayıs öncesi de böyle oldu.
Darbeden bir ay önce öğrenciler hükûmete karşı sokağa döküldü.
CHP gazeteleri yine vazifesini tastamam yaptı;
“Polis öğrencilere ateş açtı, yüzlerce öğrenci öldü. Cesetler kuyulara saklandı. Bazılarının cesetleri yakıldı, hatta kıyma yapıldı…”
Oysa olaylarda iki kişi ölmüştü... Gezi gibi korkunç sokak kalkışmalarını organize edenler, belli ki ortalığı kan gölüne dönüştürmeyi istemiş, ancak amaçlarına ulaşamayınca bu yalanları uydurmak zorunda kalmıştı.
Provokasyonu yıllar sonra CHP’li Orhan Birgit bir röportajında itiraf edecek, “28-29 Nisan gençlik olaylarını ben organize ettim. CHP Gençlik Kollarının başındaydım” diyecekti. (Sizde de Erzurum çağrışımı yaptı mı?)
***
Darbe hazırlığı “cep”siz olmazdı.
Hele ki CHP gazetelerinde “yolsuzluk” iddialarıyla süslenmeden, asla!
Seçimde yenemedikleri iktidara güveni yok etmek için aslı astarı olmayan haberler üretildi.
İnönü döneminde tarlasındaki buğdayına bile el konup, ürünleri zorla silolarda çürütülen vatandaşın cebi Menderes döneminde para görmeye başlamıştı ama olsun!
Propaganda önemliydi!
Ekonominin iflas ettiği propagandası işleniyordu her gün gazetelerde.
“Menderes’in kasası yolsuzluk evrakı ve vesikalarla dolu”,
“Polatkan’a ait yolsuzluklar açıklandı”,
“Polatkan’ın zimmetinde 4 milyon lira çıktı”,
“Polatkan’a ait yolsuzluklar açıklandı. Suçu 12 milyon 500 bin liralık hisseye karşılık menfaat temini” manşetleri atılıyordu her gün.
Bunların hiçbiri ispat edilemedi ama kimin umurundaydı!
Bu yalanların hepsi, Yassıada’daki utanç yargılamalarına da malzeme olmuştu.
Üstüne ekledikleri, “Menderes 12 uçak dolusu altınla kaçmak isterken yakalandı” yalanı gibi.
(Hatırlayın, aynısı 15 Temmuz’da Erdoğan’ın kaldığı otelin yanındaki bir başka otelde de hazırlanmıştı. Hem de sahte altınlarla. Amaçlarına ulaşsalar, bu altınları Erdoğan’ın uçağına taşıyacak ve aynı senaryoyu tekrarlayacaklardı.)
***
Bunlar sivil ayak…
Ya askerî kanat!
Onlar da boş durmuyordu elbet.
Hem de daha ilk günden…
Menderes’in seçim kazandığı 14 Mayıs günü dört üst rütbeli komutan, koltuğu kaybeden İsmet İnönü’yü Çankaya Köşkü’nde ziyaret ederek bir emri olup olmadığını soruyor, İnönü de sırtlarını sıvazlayıp yolcu ediyordu.
Rekor oyla iki seçim kazanan Demokrat Parti’nin iktidarda kaldığı 10 yılda 11 cunta kuruluyor, altı darbe girişiminde bulunuluyordu.
Darbeden önceki son işaret, tarihe “9 Subay Olayı” olarak geçen darbe bildirisiydi.
Gereği yapılmadığı (yahut yapılamadığı) için o dokuz cuntacı, 27 Mayıs’ta bizzat görev aldı.
Darbecilerden biri de bugün Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alan Ümit Özdağ’ın babası Kurmay Yüzbaşı Muzaffer Özdağ’dı.
Cuntanın başında emekliliğe sevk için zorunlu izne çıkarılan Cemal Gürsel, organizatörler arasında ise aynı zamanda CHP milletvekili olan emekli Albay Cemal Yıldırım vardı.
***
İçeride olanlar, dışarıdan bağımsız değildi tabii ki!
CHP medyası, nezaketi ve beyefendiliği ile nam salmış Menderes’e “diktatör” başlıkları atarken, yabancı basında “otoriterleşme” suçlamaları gırla gidiyor, 27 yıllık tek parti(!) iktidarının sahibi CHP ve lideri İsmet İnönü ise itinayla övülüyordu.
Darbeden dört gün önce ise okyanus ötesinden “Birlikte çalışmaya hazır ve istekliyiz” mesajı bile verilmişti.
İşte, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın alçakça idam edildiği 27 Mayıs darbesinin altyapısı böyle hazırlanmıştı.
Aylarca süren işkencelerin ardından hunharca gerçekleştirilen idamdan 9 gün sonra Menderes'in evine gidilerek evin kapısına idam hükmünün bir sureti asılmış, idam edilirken kullanılan ip, idam gömleği, cellat, imam ve son gün yiyip içtiklerinin parası eşi Berin Menderes'ten alınmıştı.
Sonrasında da iktidara gelen her Başbakan; Menderes’in akıbeti hatırlatılarak “çizilen sınırların içinde tutulmaya” çalışılmıştı.
Ya bugün?
63 sene öncesi olanlara bakın, kararı siz verin.
***
Demokrasimizin kara günü 27 Mayıs 1960 darbesinin 63. yılında, merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet diliyorum.
Yarın sandığa giderken 27 Mayıs darbesini, Menderes’i, Zorlu’yu, Polatkan’ı, hatta aynı yoldan ilerlediği için şüpheli biçimde zehirlenerek şehit olan merhum Turgut Özal’ı da unutmayın.
Onlara kurulan tuzakların tamamını tek tek savuşturan, canı pahasına girdiği mücadelede 21 yılda çok büyük badireler atlatarak, Türkiye Yüzyılının kapısını sonuna kadar açmak için kararı milletimizin önüne koyan Erdoğan’ın yanında olun.
Zira 28 Mayıs’ı selametle atlattığımızda, 29 Mayıs sabahı da çok manidar bir tarih olacak…
Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethedişinin 570. yıl dönümünü çok daha anlamlı bir mesajla kutlayacağız.
Büyük Sultan bu fetihle nasıl bir çağ kapatıp, çağ açmışsa milletimizin kararı da yepyeni ve çok güçlü bir Türkiye’nin yeni yüzyıla selamına kapı açacak.
Bu mesaj, 10 sene evvel CHP’nin başını çektiği Gezi’de “Zulüm 1453’te başladı” yazıp, milletimize meydan okuyanlara da okkalı bir cevap olacak.
.
Yüzyılın zaferi
29 Mayıs 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Tetikçileri, ekonomimizi vurmak için kesintisiz operasyon gerçekleştiriyordu.
Suriye harekâtları, aralıksız terör operasyonları, pandemi, savaş, deprem felaketlerinde gösterilen başarıyı gölgelemek, savunma ve enerji gibi birçok alanda kaydedilen atılımı karalamak için her gün bir başka algı operasyonu yürütülüyordu.
İngiliz, Fransız, Alman, ABD’li, bütün Batı medyası içimizdeki sömürgeci uzantılarıyla aynı dili kullanarak iktidarı devirmeyi amaçlıyordu.
Abdülhamid Han’a, Menderes’e, Özal’a yaptıkları gibi, Erdoğan’a karşı da büyük bir kin ve nefretle saldırıyorlardı.
Jön Türk masaları yaklaşık bir asır sonra yeniden kurulmuş, maşalar “istibdat, hürriyet” diye bağırıyordu.
Dış politikamızı 180 derece tersine döndürmekten, NATO’ya kul köle olmaktan bahsediliyor; Batı adına Rusya’ya cephe açma vaatleri veriliyordu.
Ak ile kara, verilen mesajlarla, yapılan pazarlıklarla gün gibi ortadaydı.
Muhalif adayla Amerika’da, Londra’da gizemli toplantılar yapılıyor, uçuk vaatlerle karanlık yüzler perdelenmeye çalışılıyor, terör baronlarından gelen övgülere çıt çıkmıyor, milletimizin patates-soğan karşılığında ülkemizi bölme planlarına onay vereceği zannediliyordu.
Dün son defa hepsinin cevabını aldılar…
Şükürler olsun.
***
11 ilimizi yıkan deprem felaketi sebebiyle çok sıkıntılı bir dönemde gidilen 2023 seçimlerinin ilk turunda zaten Meclis’in çoğunluğunu AK Parti ve Cumhur İttifakı kazanmıştı.
Çok az farklı ikinci tura kalan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de ipi, beklendiği şekilde yüzde 52 ile yine Cumhurbaşkanı Erdoğan göğüsledi.
Bu, 2002’den bu yana ülkemize çok büyük hizmetler yapan Cumhurbaşkanımızın, Anayasa gereği girdiği son seçimdi.
Erdoğan, 28 Şubat’ın karanlık günleri ve ülkemizi derinden sarsan 2001 ekonomik krizinden aldığı Türkiye’yi, 21 yılda bambaşka bir yere getirdi.
Şimdi Türkiye Yüzyılı vizyonuyla devasa projelerini hayata geçirmek için milletimizden 5 yıl daha yetki aldı.
Bir sonraki seçime gittiğimizde inşallah 5. nesil millî muharip uçağımız Kaan gökyüzünde uçuyor olacak.
İnsansız jetimiz Kızılelma, Anka-3, uzun menzilli füzelerimiz, Altay tankımız, SİHA gemisi TCG Anadolu’dan daha büyük gemimiz ordumuzun hizmetinde olacak.
Türkiye, teknolojide yakaladığı muazzam sıçrayışı uzaya da taşıyacak, kimsenin yan bakmaya cesaret dahi edemeyeceği bir ülke konumuna yükselecek.
Batı’nın, Türkiye’yi bölme, sınırımızda terör örgütüne devlet kurdurma hayalleri en az beş yıl daha suya düştü, -ki Türkiye bu süreçte daha da güçlenecek, hevesleri hepten kursaklarında kalacak inşallah.
Bugün sadece Türkiye’de değil, Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da, Orta Doğu’da kalbi bizimle çarpan, bizimle sevinen 1,5 milyar Müslüman var.
Onların dualarıyla, Batılıların “2023’te, dünyadaki en önemli seçim” dediği badireyi atlattık, Türkiye Yüzyılı’na yelken açtık.
Artık dünya buna göre şekillenecek.
Sadece Türkiye değil, Türk devletleri ile birlikte, kardeşlik bağlarımız da güçlenecek.
***
Milletimiz vazifesini yaptı, yeni yüzyıla mührünü vurdu.
Şimdi sıra yetki sahiplerinde.
Elbette önümüz dikensiz gül bahçesi değil…
Dünya yangın yeri...
Dev ekonomiler çöküşte.
Batı güç kaybederken, Doğu yeniden yükselişte.
Ancak bu bizim için büyük bir fırsat.
Üretim rakamlarımızdaki artış da, küresel bir aktör olarak yerimizin güçlenmesi de bunu göstermekte.
Dün, özellikle son 20 yıldaki bütün kazanımlarımızı kaybetme riskini bertaraf ettik.
Büyük Türkiye hedeflerimize ulaşmak için yolumuz dünden daha aydınlık artık.
Her ne kadar algı operasyonlarına kapılanların oranı bizleri üzse de, şu bilinmeli ki kazanan 85 milyondur.
Kaybeden ise Ayasofya’yı yeniden müzeye döndürme vaatleri verenler ile ülkemizi hizaya getirmek için kurulmuş terör örgütleri ve sahipleri oldu.
Bu zaferin, bugün İstanbul’un fethinin 570. yıl dönümüne denk gelmesi de tarihin cilvesi olsa gerek.
Şimdi yelkenleri şişirme zamanı.
Yeni yüzyıla yolculuğun hayırlı olsun Türkiye..
Türkiye çok değişecek
8 Haziran 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
Batı, “2023’teki dünyanın en önemli seçimi Türkiye’de olacak” diyordu.
Kartların yeniden karıldığı, yeni bölüşümlerin yapıldığı ‘değişen dünya’da,kendilerine ayak bağı olan Erdoğan’ı iktidardan indirmek için özellikle son 10 yıldır bütün yolları denemişler, son kozları bu seçim kalmıştı…
Onu da tükettiler!
Üstün feraset sahibi Anadolu insanı, üzerine tekrar giydirilmek istenen deli gömleğini yırtıp attı...
Hem Meclis’te çoğunluğu yeniden Cumhur İttifakı’na verdi, hem de 21 yıldır ayakları Türkiye dışında hiçbir yere basmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a anahtarı teslim etti.
Bundan sonrasını, yerli ve millî politikalarla Erdoğan’a daha güçlü bir alternatif oluşturmak yerine, terör örgütlerini yeniden diriltmeyi, millî politikalara sadık kalanları yargılamayı vadedip, başkalarına maşa olarak iktidara gelebileceklerini zannedenlerdüşünsün.
Büyük tehlikeyi atlattığımıza göre, şimdi önümüze bakma vaktidir.
***
Devletler, bireyler gibi hissî davranmaz.
Bize düşen ‘güvenilir’ insanları işbaşına getirmektir, onu da yaptık çok şükür.
Bundan sonrası, yetkilendirdiğimiz kişilerin işi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu an dünya liderleri arasındaki en tecrübeli isimlerden biri.
Avrupa, Merkel’in de gidişiyle bu konuda en büyük sıkıntıyı yaşayan bölge.
Yeni dünyada oyun kurucular ABD, Çin, Rusya ve Türkiye.
Neticeyi, önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde işte bu ülkeler arasındaki gizli-açık “bilek güreşi” ve strateji belirleyecek.
Elbette iş birlikleri de olacak, çatışmalar da…
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi tecrübeli bir liderin, kritik atamalarda bunu dikkate aldığı çok açık.
Erdoğan, birilerinin dediği gibi hiç umulmadık bir anda şapkadan tavşan çıkarabilen, kıvrak politika değişiklikleri yapabilen bir lider.
Hiçbirisi tesadüfi değil; zamanın ve günün şartları neyi gerektiriyorsa hiç çekinmeden bunu yapan ve gerektiğinde risk alabilen bir kişilik.
Öyle olmasa, 21 yıldır bunca badireyi atlatıp, Türkiye’yi pek çok alanda nasıl ileri taşıyabilirdi?
28 Mayıs seçimlerinden hemen sonra, Batı’daki ‘yumuşama ve birlikte çalışma’ sinyali veren tavır değişikliğine karşı, Erdoğan’ın da yeni bir pozisyon aldığı çok açık.
Bunu özellikle ekonomide görüyoruz.
Nitekim en büyük ihracatı Avrupa Birliği ülkelerine yapıyoruz ve -tıpkı Çin’in yaptığı gibi- Batı’dan daha fazla yatırım çekmek istiyoruz.
Sadece Doğu’ya yaslanarak yol yürüyemeyiz…
Bu hem riskli, hem de Türkiye gibi stratejik konuma ve iş birliklerine sahip ülke için akılcılıktan uzak bir tavır olur.
İki kanatla uçmak zorundayız, tam da bunu yapıyoruz.
***
Ancak, ekonomide yeni adımlar atılırken, son iki yıldır izlenen ve “üretimi artırmayı hedefleyen” politikaya ters düşülmeyeceğini de zaman içerisinde görmüş olacağız.
Aksi, çarkları durdurmak olur ki, buna Erdoğan asla izin vermez, nitekim açıklanan hedeflerden de bunu görüyoruz.
Sonuç olarak, yöntemde değişiklikler yapılsa da, ana hedefler belli;
Öncelikle pandemi ve deprem felaketinin sebep olduğu yüz milyarlarca dolarlık zararı hızlıca telafi etmek.
Dünyanın içinde bulunduğu savaş ve çatışma ortamından Türkiye’yi en az zararla çıkarmak.
Ekonomimizi, saldırıların başladığı 2013 öncesine döndürmek, üretimi ve ihracatı daha da artırmak.
EYT ve maaş artışları gibi vatandaşın refahını artıran çözümlerin ardından, millî geliri 14-15 bin dolara yükseltecek hamleler gerçekleştirmek.
Doğalgaz, petrol ve altın gibi yer altı zenginliklerimizin çoğaltılmasına yönelik çalışmalara daha da hız vermek.
Bugüne kadar doğalgazı ve teknolojiyi sadece ithal edip tüketen Türkiye’yi, doğalgaz ve daha fazla yüksek teknoloji ürünü ihraç eden ülke konumuna taşımak.
Kardeş Türk cumhuriyetleri, Orta Doğu ve Afrika ile stratejik ve ekonomik bağları daha da kuvvetlendirmek.
Terörü, Suriye ve Irak sınırımızdaki tehditleri tamamen bertaraf etmek ve Suriye savaşının sebep olduğu göç yükünü hafifletmek.
Türkiye’yi savunmada, teknolojide en ileri ülkeler düzeyine taşımak.
Eğitimde geri kaldığımız, gençliğimizi tehdit eden meseleleri çözmek.
Gerektiği kadar iş birliği yapan, ancak hiçbir ülke ya da güç merkezine hiçbir konuda bağımlı olmayan bir Türkiye inşa etmek.
***
Bunlar tastamam gerçekleştiğinde Türkiye çok değişecek.
En değerlisi de, -eğer başarabilirsek- sömürülmeyi ve başkalarına köle olmayı kabullenenleri tekrar kazanmamızı sağlayan ‘zihniyet devrimi’ olacak.
“Biz yapamayız” ön yargısı nasıl kırıldıysa bir gün bu da kırılır umudundayız.
Bunun için özellikle eğitim sistemimizin yeniden ele alınması lazım.
Özellikle de üniversitelerde.
“Önceliğimiz eğitim olacak” diyen Sayın Cumhurbaşkanımızın, göreve başlarken tekrarladığı ‘kucaklaşma’ mesajının temelinde de işte bu çaba vardır.
Ne yapıp edip, kendi ülkesine ve milletine hor bakan, özellikle de Batı’ya hayranlık besleyen kitleyi kazanmalıyız.
Erdoğan’ın çağrısına karşılık, inadına “düşmanlık” diyenlerin niyeti de bu normalleşmeyi önleme çabasıdır.
Siz düşünün, ya bunlar bir de iktidara gelseydi…
Şunların hangi birini, nasıl konuşacaktık!
Bu yazı “İyi ki…” diyen ve henüz diyemeyen CHP’li kitleye
11 Haziran 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:40
Sesli Dinle
A -
A +
İstanbul seçimlerinde yaptıkları gibi…
Bu defa da Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse Türkiye’nin büyük bir değişimle çağ atlayacağını iddia ediyorlardı.
Oysa buna aslında kendileri de inanmıyor, “Sonra köpek gibi pişman olacağımızı biliyoruz ama…” cümleleri kuruyor…
Yine de CHP’lilik inadından vazgeçmiyor, yalana gönüllü taşeronluktan geri durmuyorlardı.
***
Pek çoğu inanmasa bile, yaydıkları şuydu; Kılıçdaroğlu seçilecek, ertesi gün Türkiye mükemmel bir yer olacaktı…
İstanbul’da olduğu gibi (!)
PKK ve FETÖ’nün olanca desteğini, bu örgütlere verilmiş vaatleri asla görmüyor, görmek istemiyorlardı.
Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da yapılan karanlık görüşmelere izahat getirilmemesinin de hiçbir ehemmiyeti yoktu onlar için.
Tıpkı ‘terör devleti rahatça kurulsun’ diye Suriye’den ve Irak’tan çekilme, terör operasyonlarına son verme beyanatlarına…
“Akdeniz’de, Ege’de NATO ne isterse onu yapacağız. S-400’leri depoya kaldıracağız” vaatlerine…
Türk dünyası, Orta Doğu ve Afrika ile bağların yeniden koparılacağı sinyallerine sustukları gibi…
Apaçık‘ihanet’sayılabilecek bütün vaatleri, açıklamaları ve Batı’dan yapılan “Son umudumuz Kılıçdaroğlu. O gelirse bölge yeniden bizim istediğimiz gibi şekillenecek” yorumlarını görmezden geliyorlardı.
***
Onlar görmüyordu ama, bu ülkenin binlerce yıllık ‘irfan’ sahibi Anadolu halkı, olan biteni dikkatle takip ediyordu.
Nitekim, 14 ve 28 Mayıs’taki seçimlerde gereğini yaptı.
Ülke o kadar büyük bir badireden döndü ki…
Şimdi kendileri de uyanmaya, “İyi ki…” demeye başladılar.
Düne kadar özellikle ‘dış tehlikeyi’ anlattığımızda bizimle alay etmeye kalkışan zevat, koltuktan inmeyeceğini görünce Kılıçdaroğlu’nun dışarıyla bağlantılı bir proje olduğunu, kaç seçim kaybederse kaybetsin koltuğu asla terk etmeyeceğini, bunun sebebinin de hem mezhepsel, hem de dış bağlantıların yürüttüğü proje olduğunu dillendirmeye başladı.
Suriye örneğiyle ne çok anlatmıştık oysa!
Tabii yıllardır uyarısını yaptığımız ‘CHP’nin ellerinden gittiğini’ de görmeye başladılar ufak ufak.
“Demokrasi, sevgi, aşk dili, şudur, budur… Bunların yalan olduğunu görüyoruz. İyi oluyor aslında böyle tanımamız insanları. Böyle mi yönetecektiniz bizi? Ya safmışız ya aptal. Bu yüzünü nasıl görememişiz” diye dövünüyorlar.
“Diktatör” diye dil uzattıkları Erdoğan’ın, her seçimi kazanmasına rağmen partiyi nasıl bir değişime ve dönüşüme tabi tuttuğunu anlayıp; asıl diktatoryanın CHP’de kurulduğunu söylemeye başladılar nihayet!
***
O zaman şimdi soralım;
Ya aşağıladığınız, hor gördüğünüz, senelerdir hakaret ettiğiniz sessiz çoğunluk, partiyi teslim ettiğiniz için bin pişman olduğunuz kişiye sizin aklınıza uyup ülkeyi teslim etseydi ne olurdu?
PKK ve FETÖ, daha kötüsü bunların sahipleriyle bir olup yüzde 47 oy verdirttiğiniz kişi ülkenin Cumhurbaşkanı seçilse, biz bugün nasıl bir Türkiye tablosuyla karşılaşacaktık?
Daha da ötesi, o kişiyi seçip, gerçek yüzüyle karşılaştığımızda –arkasındaki uluslararası güce rağmen- ülkeyi elinden nasıl kurtaracaktık?
En basit soru; Ukrayna-Rusya savaşında, -itiraf ettiği şekilde- doğrudan Rusya’ya cephe aldığında ne duruma düşecektik, düşünebiliyor musunuz?
Bunun daha Suriye’den, Irak’tan çekilmesi ve teröre alan açması var…
Akdeniz’den çekilip KKTC ve Libya ile birlikte Mavi Vatan’ın bütün enerji kaynaklarını kurtlara teslim etmesi var…
Azerbaycan ve diğer Türk cumhuriyetleri ile köprüleri atıp, Karabağ’ı yeniden Ermenilerin ve Fransızların kucağına atması var.
Başta savunma olmak üzere bütün teknoloji yatırımlarını çöpe atmayı, ‘İstanbul Finans Merkezi’ iddiasından vazgeçip, ekonomiyi yeniden IMF’ye teslim etmeyi, özerklik vaadi gereği ülkemizin fiilen bölünmesini saymıyorum bile.
Neyse, bunlar geride kaldı çok şükür.
***
Peki şimdi ne oluyor?
Seçim öncesi ülkemizin kan gölüne döneceği imasında bulunan, ancak Anadolu insanının feraseti sebebiyle amacına ulaşamayan Foreign Policy şimdi ne yazmış biliyor musunuz;
“Şartları artık Erdoğan belirliyor.
Rusları bir tek Erdoğan durdurabilir.
Erdoğan için ABD değil, Türkiye’nin çıkarları önemli.
Erdoğan, Avrupa’dan üç şey istiyor; Türkiye’nin ‘demokratik olmadığı’ ithamlarına son verilmesi, Avrupa piyasalarına Türk sermayesinin girişi ve Schengen bölgesine Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat etmesi.
Avrupa bunları vermeye hazır”.
***
Gelin şimdi bir de ABD Genelkurmay Başkanı Milley’in ne dediğine bakalım.
O da isim vermeden Türkiye’yi işaret ediyor ve şunları söylüyor;
“Dünya artık tek kutuplu değil.
Bazı bölge ülkelerinin, kendi bölgelerinde oynadığı rolü artırmaya başlaması ve ön plana çıkması durumu daha karmaşık hâle getiriyor.
Üç süper gücün bulunduğu ortam, iki süper güçten çok daha zordur”.
Özetle demek istiyor ki; “Türkiye süper güç olacak”.
Ve belki başka ülkeler de aynı yola girecek, dolayısıyla dünyada kendi hâkimiyetleri azalacak.
***
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de seçim sonrası Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrine ilişkin bir makale yazmış.
“Küresel durum o kadar tehlikeli ve Türkiye o kadar önemli ki, Biden yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’la doğrudan ilişki kurmak zorunda” diyor.
Bunlar, kendi ülkeleri ve konumları açısından duydukları endişeye dair yorumlar.
O zaman şimdi tekrar soralım; ya Kılıçdaroğlu kazansaydı!
Bugün, Kılıçdaroğlu’nun koltuktaki inadını, partide kurduğu diktatoryayı görerek “İyi ki…” diyenler, maalesef hâlen bu tehlikeyi görüp de “İyi ki…” demiyor, diyemiyor.
Çünkü ya fonlandıkları için bu tarafı görmezden geliyorlar yahut birilerinin dediği gibi ‘aptal’a yatmaya devam ediyorlar.
Dileriz bir gün bunları da görür ve ülkemizin-milletimizin menfaatleri için millî çizgide saf tutarlar.
Bundan sonrası onların derdi.
***
İyi ki yıllardır dünyayı iyi okuyan ve yön veren, bunu da Türkiye’deki muhalifler dışında bütün dünyanın gördüğü Recep Tayyip Erdoğan seçildi.
Nasıl ‘kurt’ bir siyasetçi olduğunu, yeni kabine ve bürokrasideki atamalarda da gösterdi.
İcraatlarıyla “küresel bir aktör” olduğunu çokça ispatlayan Erdoğan, yeni A Takımı’na daha çok ABD ve Batı ile problemi olmayan isimleri tercih etti.
Belli ki önümüzdeki süreçte ‘endişeleri giderip gerilimi azaltacak ve iş birliğini artıracak’ bir yol izleyecek Türkiye.
ABD ile arayı olabildiğince iyi tutarken, ABD’nin hegemonyası altındaki Avrupa ile ilişkilerde yeni bir ivme yakalanacak.
Unutmamak lazım ki; Türkiye, gerek konumu, gerekse ekonomik ve siyasi bakımdan Doğu ile Batı arasında bir köprü… Gücünü de en çok buradan alıyor.
Sadece Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın değil, Batı’nın da bize ihtiyacı var… Bizim de Batı’ya…
Bir orta yol bulup, çalışmamız gerekiyor.
Tabii, şartlarımıza uyduğu kadarıyla…
Muhalefetin vadettiği şekilde, “Ne isterseniz” hazırız teslimiyetçiliğiyle değil yani!
Şartlarını Türkiye’nin belirlediği, ‘bölgesel güç’ olmaktan çıkıp, süper güç olma yoluna girdiğimiz Türkiye Yüzyılı başladı.
İyi ki…
Mazlumun ahı…
25 Haziran 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:38
Sesli Dinle
A -
A +
“Sizi Allah’a şikâyet edeceğim” diyen Suriyeli çocuğu hatırladınız mı?
Ya günlerdir ailesinin kursağından bir lokma geçmeyen babanın, “Biz kime ne yaptık ki?” sözleriyle döktüğü gözyaşını…
Rus bombaları altında katledilen mazlumları, kimyasal silahlarla çırpına çırpına can veren minik bedenleri, cesetleri kıyıya vuran Aylan bebek gibi yavruları.
Cesetlerin üst üste istiflendiği depoları, insanların diri diri gömüldüğü toplu mezarları…
Bu katliamın pek çoğunda -Esad’a kol kanat geren- Rusya’nın ve paralı askerleri Wagner’in merhametsiz parmağı vardı.
Batı ülkeleri ise İran’ın da mezhepçi saikle dâhil olduğu bu vahşeti görmezden gelerek, sadece ‘terör örgütleri’ üzerinden kendi planlarını uygulayarak, yıllardır süren katliama çanak tuttu.
Türkiye masada diplomatik çözüme uğraşmasa, gerektiğinde sahada gücünü ortaya koymasa daha kim bilir kaç milyon can yanacaktı.
Kader ağlarını ördü; şimdi Rusya, kendi paralı savaşçıları ile üstelik kendi topraklarında çarpışıyor.
Sebep her ne olursa olsun, ne ibretlik bir netice.
***
Dünyanın en karışık, en tehlikeli coğrafyasında, tam da merkezde oturuyoruz.
Bunu eski ABD Başkanı Obama, Beyaz Saray’da görüştüğü, o dönem Başbakan olan Erdoğan’ın yüzüne canlı yayında söylemişti.
Doğru; stratejik konumumuz, hep diri ve uyanık olmamızı gerektiriyor...
Ve elbette güçlü bir yönetimi ve liderliği de.
Önce Irak, peşinden Akdeniz’e kıyı ülkelerdeki Arap Baharı darbeleri ve Suriye derken, ateş en sonunda kuzeyimizdeki Ukrayna’ya sıçradı.
Suriye’deki iç savaştan mülteci yükü sebebiyle en fazla zararı gören, sınırında terör devleti tehdidiyle karşı karşıya kalan Türkiye, bir yandan bunlarla mücadele verirken, diğer taraftan kendi içinde de darbe girişimleri ve ihanetlerle boğuştu.
29 gün önceki seçimde yüzde 47 oy alabilen Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen HDP/PKK, daha sekiz yıl önce 22 şehir merkezimizi işgal edip, Suriye’de kurmaya çalıştıkları terör devletine katmak için askerimizle-polisimizle çatıştı.
Aynı adaya destek için yeni kaset kumpasları kuran FETÖ, yedi sene evvel ordudaki hainlerini devletimizin ve milletimizin üzerine saldı, ülkeyi işgale kalkıştı.
Başarsa, bugün İstanbul’un Batı yakasında başka bir devlet vardı; ülke kim bilir kaça bölünmüştü, güney sınırımıza yığınaklar bile yapılmıştı, Rabbim muhafaza etti.
Ve bu ihanet odaklarının desteklediği aday, daha bir ay kadar önce, maalesef yüzde 47 oy alabildi!
Kazansaydı, Türkiye bugün nasıl bir ülke olacaktı, neleri konuşuyor olacaktı?
***
Tesadüf müdür bilmem; Gezi olaylarında Erdoğan iktidarı devrilemeyince, benzer bir ayaklanmayla Mısır’da Mursi hedef alınmıştı.
Geçtiğimiz mayıs seçimlerinde yine Erdoğan kazanınca, bu defa Rusya karıştı, hedefe Putin oturdu!
Mursi, Erdoğan’la özellikle Akdeniz’deki kıta sahanlığı konusunda stratejik anlaşmalar imzalamıştı ve bölgeyi ilgilendiren hassas konularda derin iş birliği vardı.
Kıyı şeridinde büyük doğalgaz rezervleri keşfedilen Gazze ablukasının kırılması gibi mesela…
Aynı şekilde Putin de, girmeye mecbur bırakıldığı Ukrayna savaşı sonrası Türkiye ile iş birliği gücünü artırdı.
Bunlardan biri de Türkiye’yi doğalgaz merkezi yapma stratejisi oldu.
Ukrayna gibi güzelim ülke Batı ve küresel güçlerle hesaplaşmaya kurban giderken, eski şovmen lideri Zelensky’nin biat etmekten başka çaresi olmadığı görüldü.
Belli ki, Ukrayna’yı savaşa sürükleyenler, Rusya’nın hantal gücünün zaaflarını da iyi analiz etmişti.
Moskova yönetimi, bir haftada Kiev’i almayı planlarken, bataklığa düştü.
Anlaşma sağlayıp, ‘onurlu’ bir şekilde savaşı bitirmeyi istedi, ancak
Ukrayna’yı yem olarak kullananlar buna da müsaade etmedi.
Bu sebepledir ki, Türkiye’nin ara buluculuğundaki bütün görüşmeler neticesiz sona erdi.
Hem maddi, hem manevi yıpranan Rusya, son çare olarak kullanacağı nükleer silahları önceki haftalarda NATO sınırına yerleştirdi.
Polonya ile komşu Belarus’a sevk edilen nükleer silahlarla ilgili konuşan bir Rus yetkili, “1 Temmuz’dan itibaren silahları saklayacağımız depolar hazır. Bu, Avrupa’dan ve ABD’den çıkan seslere rağmen gerçekleşecek” diyordu…
1 Temmuz olmadan Rusya karıştı.
***
Putin, Ukrayna’daki ağır kayıpları gerekçe göstererek kendisine karşı darbeye girişen Wagner’in isyanını bastırabilecek mi, göreceğiz.
Nitekim, Wagner’e kısmi de olsa, halk desteği var.
Bir zamanlar Putin’in en yakın adamı olan Wagner’in kurucusu Prigojin’i ABD ve İngiliz istihbaratının desteklediği, hatta Wagner’in Ukrayna ile birlikte Rusya’ya karşı savaşacağı iddiaları bile dolaşıma girdi.
Bu kadarını bilmesek de, Rusya’da iç savaşın başladığı, Wagner’in ana hedefinin Putin’i devirmek olduğu aşikâr.
Kimi kaynaklara göre, Putin bu bahaneyle Wagner’i tasfiye ediyor.
"Onurlu çekilme" mümkün olmayınca, Putin başarısızlığın faturasını Wagner’e yıkma yoluna da gitmiş olabilir.
Bu tezlerin doğruluğunu önümüzdeki süreç gösterecek hepimize.
Denge merkezi Türkiye ise bu hadiseler karşısında her zamanki gibi temkinli bir şekilde gelişmeleri takip etmekte.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Rus mevkidaşı Putin’i arayarak, darbe girişimine karşı, meşru yönetime desteğini iletti.
Aslında ‘demokrasiden yana’ olduğunu iddia eden her ülke ve lideri aynı duruşu göstermeli ama, günümüz dünyasında hak getire!
Üçüncü Dünya Savaşı tehdidinin dozunu yükselten bütün bu gelişmeler, hassas bir politika gerektiriyor.
İşte bu yüzden Türkiye, yıllardır ne muhalefetin istediği gibi bütün gücüyle Batı’ya yaslanıp Rusya ile köprüleri atıyor, ne de birilerinin istediği şekilde bütünüyle Rusya’ya taraf olup Batı’ya düşman oluyor...
Biz Ukrayna’nın düşmesini de istemeyiz, Rusya’nın darbeyle küreselcilerin eline geçmesini de.
Dahlimiz olmayan güç savaşlarında ve enerji kavgalarında olan, milyonlarca mazluma oluyor, biz sadece buna üzülüyoruz; ülkemizi-milletimizi benzer tehlikelerden korumaya çalışıyoruz.
Wagner-Putin savaşına gelince…
Suriye’de, Ukrayna’da, Libya’da, Afrika’da, Kafkasya’da onca masumu katletmenin bir bedeli vardır.
Yanınıza kalacağını mı zannediyordunuz?
Türkiye Yüzyılı’nı mı soruyordunuz?
17 Eylül 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:36
Sesli Dinle
A -
A +
Seçimin ardından -pandemi, savaş ve deprem başta olmak üzere- ülkece uğradığımız ağır tahribatı gidermek için ekonomide kemer sıkma politikasına geçilmesi, bir süreliğine katlanmak zorunda kaldığımız acı reçete.
Biraz canımız yanacak ama, iyileşeceğiz.
Kontrolden çıkan piyasaları, doymak bilmeyen açgözlülüğü başka türlü dizginlemenin yolu kalmadı çünkü.
Buradan istismar çıkararak, sanki arkalarına aldıkları terör örgütleri ile birlikte iktidara gelseler üzerimize gökten para yağacakmış gibi poz kesenler “Bu muydu Türkiye Yüzyılı” propagandası yapmakta.
Madem öyle, iki önemli koridor üzerinden anlatalım Türkiye Yüzyılı’nın nasıl başladığını!
***
Son günlerde Ermenistan’da olanları görüyorsunuz.
44 gün süren 2. Karabağ Savaşında topraklarının büyük bir kısmını işgalden kurtaran Azerbaycan, Rusya ve Türkiye’nin öncülüğünde Ermenistan’la ateşkes anlaşması imzalamıştı.
Ermenistan’la varılan mutabakatın bir önemli ayağı da, Azerbaycan’ın Türkiye sınırında yer alan ancak Azerbaycan ana toprağı ile kopuk Nahçıvan bölgesine Zengezur Koridoru ile bağlantı kurulmasıydı.
Yapımı hızla devam eden bu koridorun açılması ile sadece Bakü’nün değil, Çin’e kadar bütün Türk dünyasının doğrudan Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya bağlanabilmesinin yolu açılmıştı.
Bu süreçte Türkiye, Rusya ve Azerbaycan arasındaki ılımlı politika etkili oldu.
Türkiye ve Azerbaycan, “kazan-kazan” formülüyle Ermenistan’ı da kalıcı barışı imzalama noktasına getirmişti ki, devreye İran ve Batılı dostları(!) girdi.
***
Ukrayna’da tökezleyen Rusya’nın zaafını fırsat bilerek Batı’nın güdümüne giren, hatta bugünlerde ABD ile ortak tatbikat bile yapan Paşinyan’ın ateşle oynadığını anlaması yakındır.
İran’ın ve Batılı ülkelerin silah yardımıyla gücünü dengeleyebileceğini düşünen Erivan’a, tıpkı Ukrayna’ya olduğu gibi, NATO üyeliğinin havuç olarak sunulacağı konuşulmakta ama, unutmasın ki Türkiye de bir NATO üyesi ve bizim onayımız olmadan bunun gerçekleşmesi rüya.
Gerek Azerbaycan, gerek Türkiye ve hatta Türk dünyası Zengezur’un
açılmasında kararlı.
Rusya da Paşinyan’ın attığı bu adıma en az bu kadar öfkeli.
Birileri Kafkaslarda savaşı yeniden kızıştırmak istiyorsa Türk devletleri buna çoktan hazırlıklı.
O koridor ya açılacak, ya açılacak…
Ve Türk dünyası ile Türkiye, bir asır sonra yeniden İran topraklarına girmeden doğrudan birbirine kavuşacak.
Bu hat, Türk ve Türkiye Yüzyılı’nın başlamasında en önemli ayaklardan biri olacak.
***
Şimdi gelelim, anlaşmalarını imzalayıp hazırlıklarını tamamladığımız, İran ile Batı’yı çıldırtan ikinci önemli ‘hat’a.
Basra Körfezi’nden başlayan ve adına Kalkınma Yolu dediğimiz hat, Irak’ı güneyden kuzeye geçerek Türkiye’ye ulaşmakta, buradan da elbette Avrupa’ya uzanmakta.
Birleşik Arap Emîrlikleri ve Katar başta olmak üzere, hem Orta Doğu’yu, hem de Pakistan ve Hindistan dâhil, Asya’yı Avrupa’ya ulaştıracak en kestirme yol, bu hat olacak.
Tıpkı Zengezur’da olduğu gibi, bu yolun açılmasından da rahatsız pek çok ülke var tabii.
İran kadar rahatsız bir ülke de Hindistan.
Pakistan’la Türkiye’nin kardeşliğine ve stratejik ortaklığına duyduğu öfke ile ev sahipliği yaptığı G20’de alternatif bir hat açıkladı.
Adına Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) dedikleri hat, hiç de ekonomik değil, tam bir ham hayal.
Denizleri, Arap yarımadasını aşıp İsrail’e ulaşacaklarmış, İsrail’den sonra Akdeniz üzerinden ver elini Avrupa!
O kadar kolay olsa İsrail çıkardığı gazı Akdeniz’den Avrupa’ya ulaştırır,
EASTMED projeleri çöpe atılmaz, Türkiye ile uzlaşmanın yolları aranmazdı oysa.
Nitekim Hindistan’daki zirve dönüşü konu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruldu, “Türkiyesiz koridor olmaz” dedi peşinen.
İşin varacağı yer ortada.
***
Birileri “Hani nerede Türkiye Yüzyılı?” diye sorarsa sadece bu iki koridoru anlatın, yeter.
Bütün tehditlere karşın Türkiye, hem Asya’yı, hem Orta Doğu’yu Batı ile buluşturan bir merkez olma yolunda ilerliyor, ki buna Rusya da dâhil.
İstanbul Finans Merkezinin, aynı zamanda dünya enerji fiyatlarının belirleneceği bir yer olacağı açıklanıyor.
Türkiye zayıf bir ülke ise onca tehdide rağmen, bunları nasıl yapabiliyor?
İçeride kurdukları ideolojiyi korumak için yalan üretmekten başka hiçbir becerileri olmayan vizyonsuz ittihatçılara bunları anlatmak zor elbet.
Muhalefetin ucuz gündemlerini boş verin, her şey daha yeni başlıyor
Güç her şeydir!
21 Eylül 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:36
Sesli Dinle
A -
A +
Pazar günkü yazıda, Bakü üzerinden Çin’e kadar uzanan, bütün Türk dünyasına doğrudan bağlanacağımız Zengezur Koridoru ile Basra Körfezi'ne kara ve demir yolu ile ulaşacağımız Kalkınma Yolu hattının önemine dikkat çekmiş, “Muhalefetin ucuz gündemlerini boş verin, her şey daha yeni başlıyor” demiştik.
İki gün sonra Azerbaycan ordusu, Karabağ’daki işgalci Ermeni çetelerine operasyon başlattı.
Nihayet 2. Karabağ Savaşında içimizde ukde kalan Hocalı gibi işgal altındaki toprakların da özgürlüğe kavuşmasının yolu açıldı.
Ve elbette Zengezur Koridoru'nun açılması konusunda, İran ve Batılı dostlarının(!) gazıyla sözünü tutmamakta direnen Ermeni lider Paşinyan da dersini aldı.
Güç ve kararlılık, oyunları böyle bozar.
***
Belli ki ABD ile yaptıkları tatbikattan, Fransa ile İran’ın kışkırtmasından cesaretle Azerbaycan mevzilerine yönelik terör saldırıları başlatan Ermeniler, New York’taki BM zirvesi öncesi uluslararası destek alacağını hesaplıyordu.
Fakat aynı gün, Azerbaycanlı gardaşlarımızdan okkalı bir ders aldılar.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da BM kürsüsünden Ermenistan’a ve arkasına saklandığı ülkelere hak ettikleri cevabı verdi.
Dünyadaki adaletsizliği bir kere daha BM’den haykıran Erdoğan’ın, “Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki görüşme sürecini başından beri destekledik. Ancak Ermenistan'ın bu tarihî fırsatı değerlendiremediğini görüyoruz. Ermenistan’ın başta Zengezur Koridoru’nun açılması olmak üzere, verdiği sözleri yerine getirmesini bekliyoruz. Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Bunun dışında bir statünün dayatılması asla kabul edilemez. Tek millet, iki devlet şartıyla hareket ettiğimiz Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü koruma yönünde attığı adımları destekliyoruz” sözleri geniş yankı buldu.
***
Karabağ’daki gelişmelerde gerek Türkiye’nin, gerek Azerbaycan’ın Rusya ile ilişkilerde dengeyi gözetmesinin yararını da göz ardı etmemek gerek.
Yeri gelmişken, Rusya-Ukrayna savaşı patladığında “Vakit çekimser kalma vakti değildir” diyerek, peşinen Batı’nın güdümünde hareket etmemizi salık veren sözde milliyetçi(!) genel başkanların bugün ağızlarını açıp tek kelime edemediklerine dikkat çekmek isterim.
“Geldiğimizde dış politikayı 180 derece tersine çevireceğiz” vaadinde bulunan kuklalar, mayıs seçimlerinde bir kere daha yenildi; hem Türkiye, hem Türk dünyası rahat bir nefes aldı.
Hatta Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar, on yıllardır baskı altında inim inim inleyen pek çok coğrafya da…
Şimdi dünya ticaretinden ve enerji paylaşımından hak ettiğimiz payı alma, dünya siyasetinde ise ‘küresel’ ölçekte söz sahibi olma zamanı.
Tamamen ABD’ye angaje olmuş, bağımlı, hareket alanı kısıtlı Avrupa’nın yeni dünya düzeninde işi zor; ayak seslerini Afrika’da yükselen tepkilerden duyuyoruz.
Yeniden ‘etkin’ güç olmalarının yolu Türkiye’den geçiyor ama, orada da bunu gerçekleştirebilecek liderliğin olmadığını görüyoruz.
Gerek Sayın Cumhurbaşkanımızın, gerek Cumhur İttifakı ortağı Sayın Devlet Bahçeli’nin verdiği mesajlara bakarsak, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda geri adım atabileceğinin de işaretlerini alıyoruz.
Yol yok ise yeni yollar açma konusunda kararlıyız…
Türk dünyasına uzanan Zengezur Koridoru ve Güney Asya’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyaya inen Kalkınma Yolu gibi mesela.
Güç var ise her şey olur…
Birileri nasıl ki yıllardır KKTC gibi meşru bir ülkeyi tanımazken, sınırımıza terör örgütlerini yığıp bir de devlet kurdurarak tanımaya hazırlanıyorsa…
Ve bu zorbalığı yaparken sadece elindeki güce güveniyorsa…
Bizim de güçlendikçe vereceğimiz hakkaniyetli cevaplar olacak.
Zamanı geldiğinde ve sırasıyla...
Eğitim dediğin…
24 Eylül 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:36
Sesli Dinle
A -
A +
İngilizlerin ‘üniversite şehri’ Oxford’a gittiğimizde şu cümleyle övündüklerini duymak ilginçti;
“Burası Avrupa’nın medrese eğitimi veren ilk üniversitesidir…”
12. yüzyılda Selçukludan kopyalamışlar.
Bütün şehre yayılmış, bire bir eğitimin esas alındığı bir üniversite.
Ama onlar bu sistemi devam ettirmekte ve dünyada parmakla gösterilmekte.
Türklerin Oxford’da çocuklarını okutma umudu ise sadece doğduklarında göbek bağlarını (ileride bu okulda okusunlar batıl inancıyla) Oxford şehrine gömmekten öteye gitmemekte!
***
Başkaları tarafından kopyalanan bir medeniyetin sahipleriyken, ne yazık ki eğitimden adalete, sağlıktan tarıma, imardan kültüre kadar hep başkalarını kopyalayan bir hâle düşmüşüz.
Bakın, eğitimin içinden çıkamıyoruz bir türlü!
2002’den bu tarafa kesintisiz devam eden AK Parti hükûmetlerinde bile sistem bir türlü dikiş tutmadı.
İmtihanlara isim koymaktan alfabede harf, öğrenci ve velilerde sürekli değişen sistemi takip etme yorgunluğundan mecal kalmadı.
Eğitim ve öğretim hayatına bir sistemle başlayıp, o sistemle bitirmek herhâlde henüz hiçbir gencimize nasip olmadı.
Şimdi yine bir sürü ‘yüzeysel’ değişiklik yapılıyor, sınıfta kalma gibi pek çok eski uygulamaya dönüş sağlanıyor, falan filan…
Peki, bu değişiklikler gençlerimizde gördüğümüz, geleceğimiz adına endişe duyduğumuz problemlere köklü çözüm getiriyor mu?
Geçenlerde buna temas eden güzel bir makale okudum.
Akademisyen Ahmet Yaşar Zengin, mahallî bir gazetede yer alan makalesinde eğitimin bam teline dokunmuş âdeta.
“Eğitim fakültelerinde adabımuaşeret” başlıklı yazıyla sizi baş başa bırakayım, gerisinin yorumunu kendiniz yaparsınız zaten.
***
“Eğitim, sadece günümüzün sorunu değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sorunu çözülemeyen iki konu vardır; Biri demokrasi, diğeri eğitimdir.
Anaokulundan üniversiteye kadar;
Okulların derslik sayıları artırıldı.
Her ile üniversite yapıldı.
Fiziki ihtiyaçlar karşılandı ama, öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinde sıkıntı devam ettiği için öğretmenlerin yetiştirilmesinde de sıkıntı var.
Eğitim fakültelerinde, öğretmen adaylarına ne veriliyor?
Lüzumlu veya lüzumsuz akademik bilgi veriliyor,
Bilgisayara bilgi yüklendiği gibi öğretmen adaylarına bilgi yükleniyor,
Öğretim görevlileri de öğretmen adaylarına bilgi yüklemekle övünüyor.
Eğitim fakültelerinde öğretmen adaylarına ne verilmiyor?
Bu sorunun cevabını bir anımla cevaplamak istiyorum:
***
Osmanlıdan kalan medrese kültürü, Trabzon’un Of ilçesinde de 90’lı yıllara kadar devam etti. Babam da Of ilçesinde medrese hocasıydı… Aynı zamanda Of Merkez Cami'nin fahri vaizliğini üstlenmişti…
Medresede yeni bir öğrenci grubu oluşmuştu. Beni de bu gruba dâhil etti. Eğitime başladık. 15 gün boyunca Kur’ân’dan, namazdan hiç bahsetmedi. Anlattığı konular:
1. Terbiye ile ilgili kurallar,
2. İnsan ve toplum ile iletişim adabı,
3. Büyüklerin yanında oturma adabı,
5. Dinleme adabı,
6. Konuşma adabı,
7. Helal ve haram ile ilgili bilgiler.
Kısacası adabımuaşeret kurallarını anlattı. 15 günün sonunda sınav yaptı. Sınavdan geçer not alanlar medresede öğrenci oldu. Sınavı geçemedim dolayısıyla öğrenciliğe kabul edilmedim.
İkinci 15 günlük adabımuaşeret sınavını geçtim medresede öğrenci olarak kabul edildim.
***
Ailenin verdiği eğitimi ve terbiyeyi devlet tamamlar.
Liyakat sahibi olmanın, helal ve haramı bilmenin, becerikli olmanın temeli ailede başlar... Ailede öğretilen adabımuaşeret kurallarını okullar uygular veya takip eder.
Bu demektir ki; ahlaksız, liyakatsiz ve beceriksiz bir toplum yetişiyorsa aileler kadar, devlet de sorumludur.
***
Aradan yıllar geçti üniversitede hoca oldum. Osmanlı eğitimini araştırdım. İlimden önce Osmanlı eğitiminde:
1. Dinlemeyi öğrenmek ve öğretmek,
2. Okumayı öğrenmek ve öğretmek,
3. Konuşmayı öğrenmek ve öğretmek,
4. İletişimi öğrenmek ve öğretmek,
5. Helal ve haramı öğretmek,
6. Adabımuaşeret kurallarını öğrenmek ve öğretmek…
Osmanlı eğitim sisteminin disiplin anlayışı cumhuriyetin ilk yıllarında da uygulanıyordu. Neyse konumuza dönelim…
***
Osmanlı eğitiminde ilim sahibi olmak isteyenlere yukarıdaki altı maddeyi ihtiva eden bilgiler ısrarla öğretilirdi, sonra ilim tahsil ettirilirdi.
Yıllar sonra babama sordum:
- Medresede öğrenci olmak isteyenlere 15 gün boyunca niye adabımuaşeret kurallarını anlattın? Öğrenmek istemeyenleri, öğrenciliğe niye kabul etmedin?
- Adabımuaşeret kurallarını bilmeyenlerin kendisine, hocasına, büyüklerine, arkadaşlarına ilme, vatanına, dinine saygısı olmaz. Helal ile haramı bilmez. Bu nedenle adabımuaşeret kurallarını anlattım. İlim tahsil etmek istiyorsan adabımuaşeret kurallarını bileceksin ve uygulayacaksın. Terbiye olmadan ilmin kimseye faydası olmaz.
İlköğretim okullarında ve liselerde öğretmenlerimizin; eğitim fakültelerinde öğretim görevlilerinin adabımuaşeret kurallarını anlatması, öğretmesi ve uygulaması zorunlu olmalıdır…
Sonuç:
İlköğretim, ortaöğretim ve eğitim fakültelerinde adabımuaşeret kuralları baraj ders olmalıdır.
Selam ve saygılarımla.
Türk Yüzyılı meydan okumaları
8 Ekim 2023 02:00 | Güncelleme: 8 Ekim 2023 01:17
Sesli Dinle
A -
A +
Karabağ, Suriye, Irak, Kıbrıs Türk Devleti…
Halkalar birleşiyor.
Azerbaycan’ın 30 yıl sonra Karabağ’ı işgalden kurtarması…
Ve yaklaşık bir asır sonra Zengezur Koridoru'nun yeniden açılması için Ermenistan’ın boyun eğmek zorunda kalması, hem İran’ı ve hem de Batı’yı çıldırttı.
Çin’i ve bütün Türk devletlerini Türkiye üzerinden kesintisiz Avrupa’ya bağlayacak güzergâhı engellemek için İran’ın bahanesi var.
Ermenistan üzerinden Gürcistan ve Avrupa’ya olan tek bağlantılarının, yeni Zengezur hattı ile bıçak gibi kesilecek olmasına öfkeliler.
***
Burada ortak bir formül arayışı olduğu, Cumhurbaşkanı’nın New York dönüşü yaptığı açıklamalardan rahatlıkla anlaşılıyor.
Dert sadece bu ise çözümünün mutlaka bulunacağı görülüyor, ancak bunu sadece bahane olarak öne sürdükleri, gerçekte daha büyük rahatsızlıkları olduğu muhakkak.
Kuzeyinde Türkiye öncülüğünde oluşan Turan Birliği, bunların başında geliyor.
Türk Devletleri Teşkilatı askerî, ekonomik, kültürel iş birliği geliştirerek, AB benzeri bir güç odağı hâline gelecek.
Bu ne İran’ın işine geliyor, ne de Batı ülkelerinin.
İşte bu yüzdendir ki, İran’ın Türkiye’ye karşı ittifak hâlinde olduğu ABD ve Fransa, Ermenistan’da yeni bir oyuna girişti.
Paşinyan’ı Zelenskiy gibi kullanıp, Erivan’ı silahlandırarak ve cesaretlendirerek, imzaladığı Zengezur sözünü bozmaya çabalıyorlar.
Ankara’da düzenledikleri saldırı da bunun parçasıydı.
***
Türkiye önce Irak’ın (İran sınırındaki terör yuvaları dâhil), ardından Suriye’nin kuzeyindeki terör hedeflerini vurarak, cevabını çok net verdi.
Vurulan her terörist -başta ABD olmak üzere- Batı’nın paralı askeridir.
Ayrıca vurulan her terör yuvası, bu ülkelerin üssü... Meseleye böyle bakmak lazım.
Türkiye, ilk defa Suriye’de ABD’nin PKK/YPG’li teröristler üzerinden işlettiği petrol tesislerini de imha etti ki, öfkesinin ve kararlılığının en çarpıcı göstergesi budur.
“Önüme durursanız, bizi hedef alırsanız sizi burada yaşatmam” mesajıdır bu.
Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz çünkü.
Sınırımıza terör devleti kurmaya çalışanlar, bu terör koridorunu Kuzey Irak’la birleştirerek yolumuzu kesme hayali kuranlar, cevaplarını aldılar, gerektiğinde daha da alacaklar.
Bir tek insansız hava aracımızı düşürmüş olmaları ise bizim onlara verdirdiğimiz zayiatın yanında devede kulak misali.
***
Geçen hafta da yazmıştık, mevzu sadece Zengezur Koridoru değil.
Ayrıca, Basra’ya kadar uzanan Kalkınma Yolu projesinin de startı verildi.
Güney Asya ve Orta Doğu için can damarı olacak bu proje, yine Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak.
G-20’de ABD’nin baskısıyla alelacele açıklanan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Koridoru ise coğrafi engeller göz önüne alındığında hayal olarak kalacağı besbelli bir proje.
Bunlarla önümüzü kesemezler, terörle de kesemeyecekler.
Hava kuvvetlerimizin 140-150 kilometre derine inerek yaptıkları operasyonlar da bunun mesajıydı.
Nitekim Irak’la anlaştığımız Kalkınma Yolu’nun güvenliğini de birlikte sağlayacağız.
İşte biz bunları yaptıkça, birilerinin bu coğrafyada at oynatma imkânı zayıflayacak.
Bugün Fransa’nın Afrika’da yaşadıklarını, gün gelecek Arap Yarımadası'nda da yaşatacağız onlara.
Her şey sırasıyla…
Sıra demişken; KKTC için artık Kıbrıs Türk Devleti demenin sırasının da geldiğini hem Sayın Devlet Bahçeli, hem de KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın açıklamalarından anlamış bulunuyoruz.
Batılı ülkelerin, “Siz KKTC’yi tanırsanız, biz de Karabağ’ı Ermeni toprağı olarak tanırız” tehdidi son buldu nitekim.
Türk Yüzyılı başlamıştır, Rabbim muvaffak eylesin.
***************
İstanbul’dan göç
EYT kanunlaştığında, İstanbul gibi deprem tehdidi yüksek ve ekonomik olarak yaşaması zor büyük şehirlerden geriye göçü teşvik etmek için “Memlekete dönüş kredisi” tavsiyesinde bulunmuştum.
O günlerde ses çıkmadı ama, arkadaşımız Yücel Kayaoğlu’nun aldığı kulis bilgilerine dayandırdığı “AK Parti’nin 4 maddelik İstanbul planı” haberinde bu konu da vardı.
16 milyondan fazla insanın yaşadığı İstanbul’dan özellikle emeklilerin memleketlerine dönüşü için uygun şartlarla ‘ev’ kredisi verilmesi, böylece emeklilerimizin kendi topraklarında daha düzgün şartlarda yaşaması önerisi masaya yatırılmış.
Dileriz bir an önce hayata geçirilir, zira kentsel dönüşümü bekleyecek olursak, korktuğumuzun başımıza gelmesi an meselesi.
İstanbul’u nüfus açısından rahatlatmak sadece deprem değil, pek çok açıdan çok elzem, çok çok mühim.
Harita nasıl değişecek?
12 Ekim 2023 02:00 | Güncelleme: 12 Ekim 2023 01:06
A -
A +
Yaklaşık bir yıl önceydi…
Gazetemizde Yılmaz Bilgen imzalı önemli bir dosya haber yayınlandı.
Konu, Suriye ve Irak’ta yaşanan süreç ile İsrail’in genişleme planlarının nasıl örtüştüğüydü.
Ha! Bir de İran’ın, -başta Suriye olmak üzere- bölgede yaptığı kıyımın, İsrail’in işini nasıl kolaylaştırdığı!
Acaba, Suriye’de olanların, İsrail istihbaratı ve Savunma Bakanlığı’na yakın internet sitelerinin yayınladığı Holly David Coridor (Davut Koridoru) projesi ile ilgisi var mıydı?
Suriye’den işgal ettiği Golan Tepelerine ‘iç savaş’ bahanesiyle temelli çöken Tel Aviv’in (ve elbette arkasındaki güçlerin) bundan sonraki adımlarının neler olabileceğine dair İsrail uzmanı araştırmacı Dr. Abdullah Manaz önemli bilgiler veriyordu.
Söylediği şuydu;
“Kürdistan ifadesi, Siyonistlerin Arz-ı Mevud emellerinin perdesidir. Buna bazen ‘Kürt koridoru’ bile dediler. Siyonistler, bu hayallerine ulaşmak için Ermeni ve Kürtleri kullanmayı temel strateji olarak benimsedi. Hatta İsrail, bu kapsamda Ermeni ve Kürtleri ‘kayıp 12. Yahudi Kabile sizsiniz’ yalanı ile farklı boyutlara taşıdı. İşte bu sebeple ASALA ve PKK aynı hedef için çalıştı. Buna Irak, İran ve Suriye’deki Kürtçü yapıları da dâhil etmek lazım. Şu an şartların olgunlaştığını düşündükleri için harekete geçtiler. Tel Aviv’den Golan, Suveyda, Tenef, Humus, Deyr ez-Zor hattından Haseke’ye ve oradan da Irak’a inecek Yahudi şeridini hayata geçirmeyi planlıyorlar. Amerika’nın Suriye’deki askerî yapılanması tam olarak bu koridor planına göre hazırlandı ve uygulanıyor."
***
Türkiye’nin eski Suriye Askerî Ataşesi, emekli Tümgeneral Esat Arslan da “Güneyden Türkiye sınırına inme ve daha sonra Bağdat’a genleşme hesapları yapıyorlar. Suriye’nin mevcut durumunu askerî açıdan fırsat olarak görüyorlar. Hatta şu an bu şeride yerleştirilecek Yahudilerin listesini çıkarıyorlar. Dera, Tenef, El Suhne Çölü, Deyr ez-Zor, Haseke ve Fırat-Dicle nehir boyu onlar için hayati önem taşıyor. Bu hat ünlü İngiliz ajanı Lawrence’in de çok ciddi mesai harcadığı bir proje” diyor ve Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi önlenmese, projenin çok daha hızlı ilerleyeceğine dikkat çekiyordu.
Nitekim devletimizin, cevabını 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Suriye operasyonlarına başlayarak verdiğini hatırlatmak isterim.
Peki, İsrail, ABD eş güdümü ile tatbik etmeye çalıştığı koridordan vazgeçti mi?
Hayır, nitekim PKK terör örgütüne bir orduya yetecek kadar silah yardımı yapmaya devam ediyor. Hatta iş insansız hava araçları, helikopter vermeye kadar geldi.
Şu tesadüfe bakın ki, 1 Ekim’de Ankara’ya düzenlenen bombalı saldırının ardından Türkiye yine Suriye’deki teröristleri, yani yukarıdaki amaç için kullanılan paralı askerleri, sahiplerine ait petrol tesislerini vurdu…
Tam bir hafta sonra, 7 Ekim’de ise Hamas İsrail’i vurdu!
Üstelik en fazla saldırı beklentisi olunması gereken sembolik bir tarihte, yani Yom Kippur’un 50. yıl dönümünde.
Sonra öğrendik ki, meğer Mısır istihbaratı, öncesinde İsrail’i ‘büyük bir saldırı olabilir’ diye uyarmış ama kulak asmamışlar!
Hem ‘dünyanın en iyisi’ diye övülen MOSSAD uyumuş, hem de CIA gibi müttefikleri!
Hamas iki yıl boyunca bu saldırıya hazırlanmış, ne hikmetse uyanmamışlar!
Bu kadarı tesadüf olduğuna göre, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun kısa süre önce New York’taki BM Genel Kurulu’nda gösterdiği Filistinsiz İsrail haritası da tesadüftür herhâlde!
***
Bu kadar tesadüf birleşince, İsrail’in 11 Eylül’ü oldu.
ABD’nin 11 Eylül’ü ile çokça benzeşir biçimde!
Demir Kubbe ile örülü, ‘kuş geçirmez’ denilen sınırı 7 Ekim sabahı baktık ki paramotorlu paraşütlerle onlarca Hamaslı geçiyor.
365 kilometrekarelik Gazze’yi avuç içine alan anlı-şanlı İsrail ise ortada yok!
Sonrası, dünyaya yayılan ‘sivillerin katledildiği’ dehşet görüntüleri.
***
Büyük planlar, haklı görülen ‘mucip sebep’lerle başlar.
Öyle olacak ki, “Durun, bu tuzak!” diyenlerin sayısı azalsın.
Hamas’ın ‘yüksek güvenlikli’ sınırı paramotorlarla, duvarları motosikletlerle aşması, sonrasında dünyaya yayılan sivil katliamı görüntüleri de öyle oldu.
Bunca yıldır İsrail tarafından çocuk-kadın demeden katledilen, insanlık tarihinin belki de en ağır zulmünü gören, evlerine, köylerine keyfî olarak el konulan, hapsedilen, insanlık dışı muamelelerle katledilen mazlum Filistinli siviller, bir günde ‘meşru hedef’ yapıldı dünya kamuoyunda.
Şimdi 2,5 milyon insanın elektriksiz, susuz, gıdasız ve ilaçsız sıkışıp kaldığı Gazze’ye her gün yüzlerce füze yağıyor, dünya sesini yükseltemiyor.
Peşinden kara harekâtı gelecek, belki Gazze de İsrail tarafından tamamen işgal edilecek.
Hatta İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yaptığı açıklamalara bakılırsa bununla da kalınmayacak, ABD’nin desteğiyle Orta Doğu’nun haritası değişecek!
Muhtemeldir ki, Suriye ve Lübnan ilk etapta yutulacak iki ülke.
Nitekim vurmaya başladılar bile.
Ne oldu şimdi?
İsrail “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” derken ne demek istiyormuş, belli oldu mu?
1967 yılının şartlarında, Mısır, Ürdün ve Suriye’nin doğrudan katıldığı, Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’in asker desteği verdiği savaşı sadece altı günde kazanan, hatta ilk yarım saatte doğrudan savaştığı üç ülkenin hava gücünü tamamen imha eden İsrail, Hamas’la mücadele edebilmek için mi ABD’yi desteğe çağırdı?
ABD’nin uçak gemilerini ve milyarlarca dolarlık mühimmatı sadece İran’ın saldırısını engellemek için mi yolladığını düşünüyorsunuz?
Dilerim yanılmazsınız.
Tarihinde sadece Müslümanlarla savaşan, iç karışıklığın çıktığı son dönemde Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan’da 1,5 milyon Sünni Müslümanı katleden İran’dan bahsediyoruz üstelik.
Daha beş gün önce İsrail Gazze’yi vururken, onlar da İdlib’de Müslüman sivillerin üzerine bomba yağdırıyordu.
Siz İsrail olsanız, İran’ı ortadan kaldırır mısınız?
***
Ortada aklın ve mantığın almadığı bir durum varsa orada durup düşünmek lazım.
Bugün Filistinlilere yapılan zulmü ve soykırımı umursamayan alçaklar, yarın aynı zulmün kapısına dayanacağını idrak edemeyen ahmaklardır.
Ancak yukarıda bahsettiğimiz soruların cevabından emin olmadığı için uyaranları ‘İsrail yanlısı’ diye yaftalamak ise ancak bu amaca hizmet edenlerin işi olur.
Müslümanlar uyanık olmak zorunda.
Bakın, olan yine Gazzeli Müslüman kardeşlerimize, yıllardır görmediği zulüm, eziyet kalmayan insanlara oldu.
Hamas’ın bir yetkilisi açıklama yapmış; “İsrail saldıracaktı, ilk yumruğu biz attık” diyor.
Peki sonuç ne oldu?
Birileri bekliyor ki, Hamas uyduruk füzeleriyle İsrail’e diz çöktürsün!
Dilerim yanılan biz oluruz.
.
Beka tehlikesi var mıymış?
22 Ekim 2023 01:28 | Güncelleme: 22 Ekim 2023 01:28
A -
A +
Dünya ne korkunç bir yer…
Zayıfa yaşama hakkı olmayan; yalanın, ihanetin, kötülüğün kol gezdiği bir zaman dilimine düştük.
Ve bu kızılca kıyamette, kötülerle daha kötüler arasında bir yol bulmak için mazlumların gösterdiği çaba…
***
Senelerdir Akdeniz’de huzura ulaşmak için verilen canlar…
Acımasızca işlenen, hesabı bile sorulmayan toplu katliamlar, açlığa mahkûm edilen, evlerinden-yurtlarından sürülen milyonlar…
Bunların hepsi, sözde ‘medeni’ çağda yaşananlar!
Şu gördüklerimiz; küresel bir proje olarak dinsizleştirilmeye çalışılan toplumlara, gerçeklerle bağı koparılan gençlere ibret olmalı.
Dava bilincini kaybeden, medeniyeti, tarihi ve kültürüyle bağını koparan, üzerine gelen felaketi göremez…
Sadece kendisine gösterilenumuda bel bağlar, risk ve tuzaklara tedbir alamaz, er ya da geç imha olur.
***
Biz Müslümanlar, biliyoruz ki ahir zamandayız.
Her gün, bir öncekinden beter olacak.
Ve bir gün kıyamet kopacak…
Dünya yok olacak.
Mahşer gününde mizan kurulacak…
Mazlumun hakkı, zalimden sorulacak.
O gün şehitlerden hesap sorulmayacak, hakiki iman sahibi müminler dışında kimse kurtulmayacak.
Yüce kitabımız Kur’ân-ı kerimde bunu bildiriyor âlemlerin sahibi Allahü teala.
Mescid-i Aksa’dan Mirac’a yükselen, kıyamete kadar olacak her şey kendisine gösterilen sevgililer sevgilisi Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem) de olacakları haber verdi; öteler ötesinden.
Bilene sürpriz yok; bunlar yaşanacak.
İşte Allahü tealanın emirlerine düşman tapınakçıların, evangelist Hristiyanların, siyonist Yahudilerin zulmü altındaki Kudüs, işte insanlığın bittiği Gazze.
Bize ‘Batı değerleri’ diye insanlık satmaya kalkışanların vahşi yüzleri de bir kere daha ortada.
Öldürdükleri binlerce minik yavruya “hayvan” diyerek alçalan aşağılık bir zihniyettir yüzümüze çarpan.
Zannetmeyin ki, bunlar Gazze’de kalacak.
7 Ekim’den bu tarafa her yazımda üstüne basıyorum…
‘Hamas’mış, ‘Hizbullah’mış, bunlar sadece oyuncak!
2010’dan bu tarafa etrafımızda oluk oluk Müslüman kanı akıtarak siyonistlere, evangelistlere alan açan –kimi Müslüman- ülkelere, bu sapkın zihniyete hizmet eden sözde Müslüman idarecilere bakın asıl…
Ne farkı vardı Halep’in, İdlib’in, Bağdat’ın, Musul’un Gazze’den?
Ya bölgede sağlam kalan tek ülke Türkiye’de olanlara ne demeli yıllardır?
Gezi olayları, dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beyaz Saray’daki kırmızı oda görüşmesinde yapılan tehditlere rağmen ısrarla “Gazze’ye gideceğim” dediği için başlatılmamış mıydı?
Emri siyonist Yahudi’den alıp, lideri “Haçlı işgali çok da kötü bir şey değildir” diyen terör örgütünün peşinde gidenler…
İhanet örgütleriyle apaçık iş birliği yapan siyasiler ve maalesef bu ittifakı göre göre, Türkiye’yi yönetmeleri için oy vermekte beis görmeyen milyonlar…
Şuursuzluğun getireceği tehlikeyi daha net görebiliyor musunuz şimdi?
Hoş, “İyi ki” diyorsunuz ama, ya seçilselerdi?
Haydi söyleyin; Siyonistlere alan açmak için yıllardır açık ya da gizli çalışan ülkeler ve güneyimizdeki örgütler ile Suriye tezkeresine “Hayır” diyebilen partilerin ne farkı var?
Hele ki, “Türkiye ile İran savaşırsa, İran’ın yanında savaşırım” diyebilenlerin bu partilerin yönetiminde yer almasını…
Gazze’ye bugün bomba yağdıran el ile Suriye sınırımızda –ileride İsrail’e devredilmek üzere- terör devleti kurdurmaya çalışan elin aynı olduğunu görmeyen kaldı mı?
Şimdi daha iyi anlıyor muyuz “Seçilirsek askerimizi Suriye’den, Akdeniz’den çekeceğiz” açıklamalarını niye yaptıklarını?
Neyse ki Türkiye bu badireyi atlattı.
Lakin tehlike geçmedi, hatta daha büyüğü başladı.
Yüzyıl öncesinin planları, Akdeniz çevresinde el yükseltilerek tekrar sahaya sürüldü.
Bu iş burada bitmeyecek.
Gazze sadece ilk adım; erken davranmamız için kurulmuş bir tuzak.
***
Hamas’ın saldırısında İran’ın verdiği pası laf osun diye işaret etmedik.
“Şia’yı kuran Yahudi Abdullah ibn-i Sebe’dir, hedef şaşırtma sizi aldatmasın” diye boşuna demedik.
Nitekim, milattan evvel 570 senesinde bile Yahudilerin, ana vatanları Irak olan Keldaniler tarafından Filistin’den Mezopotamya’ya sürüldüklerini, şu tarihî bağa bakın ki, İranlılar tarafından kurtarılıp yeniden Filistin’e döndürüldüklerini de unutmamak lazım.
-Ki, Romalılar tarafından yeniden sürgün edilinceye kadar bu topraklarda kalmış ve Keldaniler tarafından yıkılan Süleyman Mabedi’nin enkazında ağlaşmışlardır.
Şimdi yine yapmaya çalıştıkları Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’yı yıkarak, kalan duvarında ağladıkları Süleyman Mabedi’ni oraya tekrar dikmek.
Amaçları bu kadar da değil…
Kısmen bizim topraklarımızı da içine alan Arz-ı Mevud’u hâkim kılmak, kendileri dışında “hayvan” gördükleri diğer bütün ırkları, inançları yok etmek ve dünyaya hükmetmek.
Vaziyet bu!
Bize düşen ise şu;
Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah.
Patras vakası ve ihanet mektubu
26 Ekim 2023 02:00 | Güncelleme: 26 Ekim 2023 01:10
A -
A +
Bir yerde Müslümanlar sıkıntı çekiyorsa orada mutlaka ‘ihanet’ vardır.
İşte Gazze…
7 Ekim’den bu tarafa sergilenen vahşeti, arka planda kimlerin, hangi hesaplarının yattığını aklımız ve bilgimiz yettiğince anlatmaya çalıştık.
Benzer tabloyu Irak’ta da gördük, Suriye’de de, Lübnan’da da, Arakan’da da, Yemen’de de…
Şimdi Gazze’de oluk oluk Müslüman kanı akmakta ve dünya sadece seyretmekte...
Hatta ‘medeni’ geçinen Batı ülkeleri, tam saha bu vahşete destek vermekte!
Bu ne ilk, ne de son…
Biz Müslümanlar, dinimizin emrettiği şekilde birlik ve beraberlik içinde bulunsak, üzerimize farz kılındığı biçimde -bize düşmanlık besleyenlere mukabele edecek- silah gücüne sahip olsak, bunları yapmaya kimse cesaret edemez… Ama nerdeee!
***
Tarihte buna benzer hadiselerle pek çok defa karşılaştık.
Ders alsaydık, gaflet tuzağına düşmeseydik, bu çaresizliği yaşamazdık.
Bugün içinde bulunduğumuz şu duruma bakın…
Gazze’de çocukların bir tonluk bombalarla katledildiği bu vahşetin hemen öncesinde, ülkemizde ‘Arap’ kamuflajıyla -bilinçli- olarak körüklenen Müslüman düşmanlığının, toplumumuzun bir kesimini, İsrail’in gönüllü askerlerine çevirmesine ne demeli!
Şimdi daha iyi anlayabiliyor muyuz; hem İsrail gizli servisi Mossad’la -deşifre olan- gizli toplantılar yapıp, hem de Türkiye’de Türkçülük taslayanların asıl hedefini!
Bakın, haftalardır İsrail’e ve arkasındaki güçlere karşı tek laf etmedikleri gibi, bir de üzerlerine bomba yağan masum Filistinlilere demediklerini bırakmıyorlar!
Yok "toprak satmışlar", yok "Osmanlı’yı satmışlar"…
Daha neler neler…
Zannedersiniz kendileri Osmanlı’ya sahip çıkmışlar!
Topraklarımızı parçalayıp yutan, milyonlarca soydaşımızı katleden ve sürgüne gönderen İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus değildi sanki…
Kimi Batılı, kimi komünist katillerine âşık bir güruh türemiş ki, akıllara zarar.
Yeri geldi, bir okuyucumuzun paylaştığı “Patras vakası ve ihanet mektubu” başlıklı yazıya yer vermek istedim.
Görün, bakın ne hâldeyiz ve bu noktaya nasıl gelmişiz…
Bundan sonrası alıntıdır, "ibret alma" ümidiyle iyi okumalar…
***
Osmanlı Devleti'nin hoşgörüsünden faydalanıp, 400 yıl huzur içinde yaşayan, ticaretle zenginleşen Rumlar, Avrupa’nın da kışkırtması ile Etniki Eterya adında gizli bir teşkilat kurarlar.
Rumlar arasında isyan fikrini yayan Etniki Eterya'nın beyni, İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesi’dir.
Gaye, İstanbul'u ele geçirip, Fatih Sultan Mehmet Han'ın yıktığı Doğu Roma’yı yeniden kurmaktır.
Bu maksatla Rumlar teşkilatlandırılıp silahlandırılır.
Yıl 1821…
Mora Yarımadası'nda bulunan Patras Başpiskoposu Germanos, "Ey Yunan milleti! Artık uyanın, Türkleri öldürün" diyerek 25 Mart'ta isyan başlatır.
Rumlar, bölgedeki 50 bin Müslüman Türk'ü hunharca katleder, bebekler ana karnında süngülenir, kadınlar-kızlar dağa kaldırılır.
Bu hadiseler karşısında Avrupa basını Rumlara tam destek verir.
Osmanlı Sultanı II. Mahmud Han, tahkikat yaptırır.
Patriğin evine yapılan baskında ihanet delilleri ele geçirilir.
Patrik V. Gregorius'un isyanın baş planlayıcısı, patrikhanenin de ‘gerilla merkezi’ olarak çalıştığı tespit edilir.
Patrik Gregorius, halkı isyana teşvik etmek ve Devlet-i Âli Osmana ihanet suçundan idama mahkûm edilir.
Patriğin boynuna idam fermanı asılır; “...böyle bir devlete ihanetin cezası, elbette idam olmak lazım gelir...”
"Patrik Gregorius'un idam sehpasındaki son sözü şu olur: "Vazifemi yaptım!"
***
Papazlar, Gregorius'un idamından sonra "Türk büyüklerinden biri aynı yerde asılmadıkça yahut İstanbul tekrar Rumların eline geçmedikçe bu kapı asla açılmayacaktır" diye yemin ederler.
Patrik Gregorius'un asılması üzerine Avrupa basını âdeta kudurur.
Osmanlı Devleti ve Türkler aleyhine çok şiddetli bir propagandaya başlar.
Lord Byron, Victor Hugo, Beethoven ve daha nice yazar, şair, bestekâr, ressam, gazeteci Osmanlı aleyhine eserler yayımlayarak dünya kamuoyunda Türk düşmanlığı yaparlar.
Osmanlı payitahtında Rus sefiri olarak uzun yıllar görev yapan General Ignatiyef, hatıralarında Patrik Gregorius'un asılmadan önce amansız Osmanlı düşmanı Rus Çarı II. Aleksander'a ulaştırmak üzere kendisine verdiği mektubu açıklar.
Bu "İhanet Mektubu" Patrik Gregorius'un bizi çok iyi analiz ederek yaptığı direktifler istikametinde Batı'nın 200 yıldır bizim aleyhimizde nasıl sistematik ve kararlı bir şekilde çalışıp neticeye ulaştıklarını göstermesi açısından oldukça dikkate şayan, bir o kadar da ibret vericidir.
Patrik V. Gregorius'un Rus Çarı II. Aleksander'a yazdığı "İhanet Mektubu"nda özetle şu tespitler yer alır:
"Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı, mukavemetli, gayet mağrur ve izzet-i nefis sahibidir. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, devlet başkanlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek liderlere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, ahlaklarının sağlamlığından gelmektedir.
Osmanlı Devleti'ni tasfiye için harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.
Bu sebeple; bir yolunu bulup Türklerin dinî inançlarını zaafa uğratın. Manevi bağlarını yok edin... Devlet başkanlarına karşı itaat duygusunu kırın... Âlimlere bağlılığı ortadan kaldırın... Aile bağlarını yok edin... Bunun da en kısa yolu, millî ve manevi ananelerine uymayan haricî fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Yapılacak olan, Türklere hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamaktır."
***
Patrikhane'nin orta kapısı Gregorius’un idamından bu yana kapalıdır ve işte bu yüzden "İntikam Kapısı" denmektedir.
Rumların 25 Mart 1821 yılında Mora Yarımadası'nda başlattıkları isyan, 1829 yılında Yunanistan'ın bağımsızlık kazanması ile neticelenir.
Mora, Yunan Devleti'nin kurulduğu yerdir. Bu sebeple isyanın başladığı gün olan 25 Mart, Yunanistan'da resmî tatil olup, millî bağımsızlık günü olarak kutlanır.
27 Mayıs 1996'da bir televizyon kanalına çıkan Patrik Bartholomeos'a sorulur;
-"Önünde bir Türk büyüğü asılmadıkça asla açılmayacağı söylenen bu kapıyı, Türk halkına karşı bir jest olması ve bu tür iddiaların gerçeği yansıtmadığını gösterme adına sembolik de olsa birkaç dakikalığına şöyle bir aralamaz mısınız?"
Patriğin cevabı çok kesin ve keskin olur:
-"Bunu benden önceki patrikler yapmadıkları gibi, ben dahi yapamam. Böyle bir şey asla söz konusu olamaz."
Birileri kinini de, dinini de olduğu gibi yaşıyor.
Biz ise Batı'nın istediği surette din, dil, tarih ve kültürümüzden uzaklaşıp/uzaklaştırılıp Batı'nın kültür, dil, örf, âdet ve ahlaksızlıklarını taklit ettik ve ediyoruz.
Bir ağaç, kökünden sökülünce ölür...
Biz de köklerimizden sökülünce manevi anlamda öldük.
Neticede kendi değerlerine yabancı, vatanını, milletini kötülemeyi, aşağılamayı, düşmanlık yapmayı vazife edinen insanlar türedi.
Batı, aleyhimizdeki bu faaliyetlerinde yalnız değildi.
İçimizdekilerden bazıları, bilerek ve isteyerek, birçoğu da gaflet ve dalaletinden dolayı bunlara taşeronluk yaparak 200 yıldır Patrik Gregorius'un talimatları doğrultusunda Batı ile paralel şekilde hareket etti ve neticeye ulaştılar. Bu iş birlikleri hâlen devam etmektedir.
Batı, son günlerde kendi derdine düşmüş, bizimle uğraşacak hâli pek kalmamış olsa da içimizdeki "İş birlikçileri" vazifelerini hiç aksatmadan eksiksiz yerine getiriyorlar.
Vesselam.
“Hamas ne yapsaydı?” diyenlere anlatamadığımız…
2 Kasım 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Kasım 2023 09:37
Sesli Dinle
A -
A +
Azıcık aklı ve vicdanı olan, onlarca yıldır İsrailli haydutlar tarafından evleri-toprakları gasbedilen, ana yurtlarını terk etmeleri için pervasızca katledilen Filistinlilerin kendini savunma hakkını teslim eder.
Tarihin gördüğü göreceği en büyük vahşetin kurbanıdır Filistinliler.
Hem de 75 senedir…
Dünyanın gözleri önünde, çocuk-kadın demeden, görmedikleri zulüm kalmayan mazlum Filistin halkının elbette bu zulmü yapanlara karşı koyma hakkı vardır.
BM Genel Sekreteri Guterres’in dediği gibi; 7 Ekim saldırısı durduk yere yapılmadı.
Hamas’ın silahlı gücünün, İsrail’e saldırırken, yıllarca biriktirdikleri intikam duygusuyla hareket etmeleri, Filistinliler için ‘anlaşılabilir’ bir öfke.
Ayrıca…
İsrail’in aşılmaz denilen duvarlarının aşılması, ‘demir kubbe’ efsanesinin hiç beklenmedik bir anda etkisiz kalması, parmakla gösterilen İsrail istihbaratının Filistinli direnişçiler tarafından atlatılmış olması…
Bunların da yıllardır işkence altında yaşayan Filistinlilerin gururunu okşaması, “Hiç değilse bir tokat da biz attık” memnuniyetine yol açması mağdur halk açısından bakınca normal.
Lakin İsrail tarafından hiç beklenmeyecek bu ‘salıvermişlik’ görüntüsü, Hamas tarafında ise şimdiye kadar hiç görülmemiş ‘sivil katliamını tetikleyen taraf’ algısı hadiseye dışarıdan bakan birisi açısından epey garip bir hâl…
Hele hele Hamas açısından ‘sivillere saldıran taraf’ görüntüsüyle birlikte, -sonrasında olacakların hesap edilememesi- gibi bir ihtimal, hiçbir akıl terazisinde ağır basmaz.
***
İsrail, daha ilk günden “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” dedi, ABD Başkanı Biden bunu ‘11 Eylül’ün 15 katı’ ile çarptı!
O gün bugündür aralıksız Gazze’deki masum sivilleri bombalıyorlar, hatta özellikle kadın ve çocukları hedef alıyorlar.
Gazze’de gerçek ölü sayısını kimse bilmiyor.
2,3 milyon insan haftalardır aç, susuz, elektriksiz, ilaçsız… Hatta internet ve uydu yayını bile kesildi ki, vahşetin gerçek yüzünü dünya göremesin.
İlk tokadı atmakla övünenlere sormalı; ne oldu şimdi?
***
7 Ekim’deki ‘sivillere saldırı’ görüntüsü olmasa, İsrail bu denli büyük bir vahşeti fütursuzca işleyebilir miydi?
Gazze’deki 2,3 milyon insanın tamamını Sina Çölü’ne sürme hedefini bu denli destekle gerçekleştirebilir miydi?
Onlarca yıldır sivilleri katledenlerin eline öyle bir koz verildi ki, Hamas’ın yönetiminde olmayan Batı Şeria’da bile 120’den fazla Filistinli yine İsrailli polisler ve silahlı Yahudi siviller tarafından katledildi, kimse bunun bile hesabını soramadı.
BM Genel Sekreteri dahi İsrail tarafından sınırdan sokulmadı, adamcağızın tepkisini ve feryadını kâle bile alan olmadı.
Günden güne anladık ki, burada pis bir oyun vardı.
Sadece İsrail’e değil, Batılı güçlere de tam istedikleri fırsatı verdi maalesef 7 Ekim saldırısı.
Akdeniz’e, uçak gemilerinden sonra şimdi de amfibi çıkarma gemisi yolladı ABD… Üzerinde 3 bin askerle.
Birileri ABD yığınağına gerekçe olarak “İran için” diyordu değil mi?
Akdeniz’e kıyısı olmayan İran’a mı gönderildi şimdi bu gemi?
***
İran ve güdümündeki Hizbullah, Gazze’ye kara saldırısı başladığında güya toplu saldırıya geçeceklerdi… Hani neredeler şimdi!
Tahran yönetimi açık açık “Başkası için savaşmayız” derken, Hamas yetkilisi Ebu Merzuk “İhanete uğradık” diye isyan etti.
Gazze tünellerinde gerçek direnişçiler İsrail’i püskürtürse, yine o zaman çıkarlar ortaya, kahraman edasıyla!
Peki, önce ABD’den, sonra İsrail Başbakanı Netanyahu’dan gelen “İran Hamas’ı destekliyor, ancak saldırı planlarının arkasında olduğu söylenemez” açıklamalarına ne demeli?
İran’ın Hamas’a etkisi var ise -ki var- 7 Ekim’de Hamas’ı ‘kendi bölgesel çıkarları’ için kullanmış olabilir mi?
Hem de nasıl…
En nihayetinde, bu saldırının hemen öncesinde Tahran yönetiminin Karabağ operasyonundan ne denli rahatsız olduğunu, hatta Azerbaycan’ı savaşla tehdit ettiğini gördük.
Aynı şekilde, Türkiye ve Azerbaycan’ın kararlılıkla açmaya yöneldiği Zengezur Koridorunu kendileri için stratejik tehdit olarak değerlendirdiklerini de unutmamak gerek.
Buna ilave olarak, Türkiye ve Irak’ın, Basra Körfezi'ni Avrupa’ya bağlayacak Kalkınma Yolu için anlaştığını, bunun hem İran, hem de Batı’yı epey rahatsız ettiğini de hatırlatayım.
Bu öyle bir rahatsızlıktı ki, Yeni Delhi’de eylül başında toplanan G-20 zirvesinde Hindistan-Orta Doğu-Avrupa koridorunun mutabakat zaptı imzalandı.
Hindistan’dan başlayan koridoru, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail rotasını izleyerek, Akdeniz’den Avrupa’ya bağlamayı hayal ediyorlar.
Tesadüfe bakın ki, tam da bu anlaşmanın akabinde Gazze işgaline kapı aralayan 7 Ekim saldırısı oluyor!
Bu arada, İsrail’in, Gazze işgalini tamamlar tamamlamaz, Süveyş’e alternatif Ben Gurion Kanalının inşasına başlayacağı bilgisini de ekleyeyim.
***
Başa dönecek olursak…
Filistinli mazlumlar, hatta Filistinli direnişçiler 7 Ekim’deki saldırıda ‘yıllar yılı gördükleri zulmün karşılığı olarak’ elbette haklılık görebilir, onlara sözüm yok.
“Neden siviller hedef alındı?” tepkimize “Onlar da yıllardır sivil ayırt etmeksizin bizi öldürüyor” savunması yapıyorlar, onları anlayabilmemiz elbette zor ama mümkün.
Keşke ihanetlerle yıkılan Osmanlı hayatta kalsaydı yahut o gücümüzü muhafaza edebilseydik, onlara kimse dokunamazdı…
Bizden koparılan bütün topluluklar gibi, onlar da çok zulüm gördü ve biz onların imdadına yıllarca gerektiği şekilde yetişemedik.
Fakat, yeniden toparlanıp, coğrafyamızda kan kusturan vahşilerin elini kolunu yavaş yavaş bölgemizden kestiğimiz bu süreçte 7 Ekim saldırılarıyla birlikte kurulan büyük tuzağı fark etmemek de mümkün değil.
Cumhurbaşkanımızın dediği gibi; İsrail sadece piyon, arkada ABD ve Batılı paydaşları var.
Hatta İslam dünyasındaki kuklaları da tastamam vazifelerini yerine getiriyor!
***
7 Ekim’le ilgili soru işaretlerini komplo teorisi görüyorsanız; İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 22 Eylül’de BM’de gösterdiği Filistinsiz İsrail haritasını dikkate almanızı öneririm.
Mısır istihbaratının “Üç gün önce Mossad’ı uyarmıştık” açıklamasını…
Netanyahu’nun önce yazıp, sonra sildiği ‘İsrail istihbaratının Hamas’ın saldırı hazırlığından bilgisi olduğu, ancak kendisini uyarmadığı’ paylaşımını…
En son New York Times’ın yayınladığı “Şin Bet’in Başkanı Ronen Bar, olağanüstü hareketliliği ve Hamas’ın saldırı amaçlı hazırlık yaptığının tespit edildiğini İsrailli üst düzey generallerle paylaştı’ haberini…
Bunca uyarı alarmına rağmen, İsrail sadece “ihmalkâr” davrandı, öyle mi?
Tıpkı ABD’nin 11 Eylül’ünde gördüğümüz gibi!
***
Bunca bilginin bize gösterdiği şudur;
Birileri Gazze’yi, hatta bütün Filistin’i İsrail’e peşkeş çekti, kurban etti.
Nasıl ki sınırımızda DEAŞ ve YPG terör örgütleri bir kurgu olarak sahneye sürülüp, akabinde büyük bir plan hayata geçirildiyse…
İsrail’e düşman kisvesi altında bazı ülkeler ve onların elinin uzandığı yapılar da piyon olarak kullanıldı.
Ülkesini, milletini savunmak için canını ortaya koyanlar, bu defa ihanetle yüzleşti.
“Peki ne olacak?” derseniz…
Bu oyun bozulacaksa, yine Türkiye bozacak.
Tıpkı Suriye’de, Irak’ta olduğu gibi!
Asıl hedef de, hakikat de er ya da geç görülür nasılsa.
Yargı değil, adalet yükselmeli
12 Kasım 2023 01:13 | Güncelleme: 12 Kasım 2023 01:15
A -
A +
Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi…
Yargımız yüksele yüksele öyle bir noktaya geldi ki, iş “Hangimiz daha yükseğiz” kavgasına dönüştü.
Ya adalet!
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay’ın 150. Yılı Sempozyumu’nda çok önemli bir cümle sarf etmişti.
Dediği şuydu;
“Eğer bir ülkede halk bunalmış ve ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hâle gelmişse oradaki yargı sisteminde sorun var demektir.”
Nitekim var…
Mesela ‘en yüksek yargı organı’ denilen Anayasa Mahkemesi’nin toplum vicdanını yaralayan kararları.
Hangi birini sayalım?
AYM’nin, MİT tırları ihanetine imza atan, kaçtığı Almanya’dan Türkiye düşmanlığını sürdüren Can Dündar’ı, henüz mahkeme süreci tamamlanmadığı hâlde ‘hak ihlali’ gerekçesiyle serbest bıraktırdığını ve kaçmasına sebep olduğunu hatırlıyor muyuz?
Ya bu karar görüşülürken bir AYM üyesinin “Kendimizi mahkeme yerine koyarak karar veremeyiz. Yargılama devam ediyor. Henüz iddianame bile okunmadı” dediği hâlde, Başkan Zühtü Aslan’ın “Bu işi bugün bitirmeliyiz, bugün karar vermeliyiz” dediğini!
Hepsi yedi yıl önceki o duruşmanın hemen akabinde yazıldı çizildi, yalanlayan da olmadı.
Hatta Zühtü Aslan’ın, daha sonra Can Dündar’ın tahliyesi için rapor yazan hâkimi AYM Genel Sekreterliği ile ödüllendirdiği ortaya çıktı, bu da gündemin gürültüsünde kayboldu gitti.
Sonra n’oldu?
Can Dündar kaçtı, üç yıl sonra ‘silahlı terör örgütüne üye olma, siyasi ve askerî casusluk’ suçlarından toplam 27 yıl, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı ama artık ne fayda!
***
Hafızamızı tazelemeye devam edelim.
‘Barış Bildirisi’ adı altında terör örgütü PKK’ya destek veren akademisyenler vardı malum…
Başkan Aslan’ın ‘ağır basan’ oyuyla onlara da ‘hak ihlali’ kararı verildi.
Yetmedi, üstüne bir de tazminat ödenmesine hükmedildi!
Bitti mi?
Elbette hayır.
-FETÖ’den 26 yıl hapis cezası alan bir mahrem imam, cezaevinde işkence gördüğü gerekçesiyle AYM’ye başvurdu. Anayasa Mahkemesi, hiçbir delil olmamasına rağmen, FETÖ üyesine 50 bin lira tazminat ödenmesine karar verdi.
-Aynı şekilde eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın başvurularında da ‘hak ihlali’ kararı alıp, tazminata hükmetti.
-İnönü Üniversitesi’nde terör örgütü PKK’nın İmralı’da tutuklu elebaşı için ‘önderimiz’ sloganı atan kişiye verilen cezayı ‘ifade özgürlüğünün ihlali’ sayıp tazminat kararı aldı.
-Ortaklık veya yönetim kurulunda terör örgütleriyle iltisaklı kişilerin bulunduğu medya kuruluşlarının lisans başvurularının reddedilmesi kuralını iptal etti.
-Kamuya personel alımında güvenlik soruşturulmasının kaldırılmasına karar verdi...
Görüyor musunuz yüce mahkememizin aldığı kararları.
2007 cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 garabeti uydurmalarını, o güne kadar olmayan bir şartı ortaya koyarak, vesayetin odağında nasıl bir görev ifa ettiklerini hatırlatmıyorum bile.
Sırf bu yüzden 2010 Anayasa değişikliği reformu yapıldı güya ama, AYM yine aynı AYM.
Anayasa Mahkememiz şimdi de Gezi darbe girişimi hükümlüsü Can Atalay için aldığı ‘hak ihlali’ kararı ve Yargıtay 3. Dairesi’nin, buna karşı yaptığı sert çıkışla gündemle.
VE SABIR TAŞTI!
Mevzuyu takip etmeyene anlatayım; Can Atalay’ın, Osman Kavala ve üç sanıkla birlikte yargılandığı Gezi davasında aldığı 18 yıl hapis cezası 28 Eylül’de Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce onanmıştı.
Problem şu ki; Nisan 2022’den bu yana cezaevinde tutuklu bulunan Atalay, bazı partilerin her seçimde bazı isimleri ‘dokunulmazlık’ zırhıyla kurtarmaya çalıştığı gibi, onamadan dört ay önceki 14 Mayıs seçimlerinde TİP’ten aday gösterilmiş ve hakkındaki karar henüz kesinleşmediği için, seçimde Hatay’dan milletvekili seçilmişti.
Başta CHP, TİP ve HEDEP gibi partiler Atalay’ın serbest bırakılmasını, yemin ederek TBMM’de göreve başlamasını savunurken, öte taraftan da AYM’ye ‘hak ihlali’ başvurusu yapıldı.
Ve AYM, her zamanki gibi tartışmalı bir karara imza atarak, Atalay için de ‘hak ihlali var, bırakılmalı’ dedi.
***
Bu kararın ardından, ilk defa Yargıtay’dan hiç beklenmedik bir hamle geldi.
Cezaları onayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi, TBMM’ye gönderdiği yazıyla Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesini talep ederken, yetkisini aştığı gerekçesiyle ihlal kararı alan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
14. maddede “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” deniyor.
Can Atalay’ın hüküm giydiği suç neydi;
-Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs.
***
Bu durumu hiç dikkate almadan sadece ‘dokunulmazlıktan yararlanma hakkı ihlal ediliyor’ diyen Anayasa Mahkemesi, elbette tartışma konusu olur.
AYM üyelerinin yargılanması ise Yüce Divan’la mümkün olacağından, Yüce Divan’ı da yine AYM üyeleri oluşturduğundan bu mümkün değil elbet.
Önemli olan, burada Yargıtay’ın yaptığı çıkış.
YETKİ KARMAŞASI BİTMELİ, YÜKSEK YARGI SADELEŞMELİ
Hazır yeri gelmişken, yeni Anayasa çalışmaları da gündemdeyken, gelin şu işi sil baştan yeniden ele alalım.
Gazetemizin Geniş Açı sayfasında aylar önce Ahmet Fehim ismiyle yayınlanan, hukukçu bir dostumuzun hazırladığı makalede, buna ilişkin önemli teklifler vardı.
Sadece problemleri anlatmayıp, yargı için ortaya konulan o çok önemli tespitlerle bitireyim yazıyı.
Şunları tavsiye ediyordu;
“Yargının birinci problemi, ikili yargı yapılanmasıdır; adli yargı ve idari yargı.
Bu ayrım derhâl ortadan kaldırılmalıdır.
İdare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri kaldırılmalıdır. Tek bir yargı olmalı; adli yargı.
***
İkinci problem; mahkemeler kargaşasıdır. Vatandaş dava açarken, hangi mahkemede dava açacağını şaşırmakta. Bu ise görev, iş bölümü, yetki uyuşmazlıklarına ve davaların uzamasına sebep olmakta. Üçüncüsü; beşli yargı basamağı. Yerel mahkemeler, İstinaf, Yargıtay/Danıştay/, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Bu beşli yapı, davaların uzamasında ana sebep.
Yedincisi; ara buluculuk ve uzlaşma alanlarının dar tutulmasıdır.
***
Yüksek mahkemelerde de tam bir kargaşa hâkim…
Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ayrımı kaldırılmalıdır. Temyiz mercii tek yer olmalıdır. Bu da Yargıtay olmalıdır.
Yargıtay’da yeterince daire sayısı olmalı ve bilgisayar teknolojisi ile aynı tür davaların temyizi, aynı daireye gitmelidir.
Ayrıca, Yargıtay’da tetkik hâkimliği sistemi kaldırılmalıdır.
Yargıtay daireleri üç kişiden oluşmalıdır. Yerelde bir kişinin verdiği kararı, Yargıtay’da üç kişi incelemeli ve verdikleri kararlar kesin olmalıdır. Tashihikarar sistemi olmamalıdır.
***
YÜCE DİVAN VE KANUNLAR NE OLACAK?
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kaldırılmalıdır.
Yargıtay CEZA GENEL KURULU aynı zamanda Yüce Divan sıfatını görmelidir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU ise, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, tüzüklerin, yönetmeliklerin, Anayasa’ya aykırılıklarını aynı zamanda diğer görevleri ile birlikte değerlendirmelidir.
Bireysel müracaat alanı netleştirilmeli, her şey, bireysel müracaat konusu olmamalı, bireysel müracaat konuları yeniden yargılama yapılmasına sonuç doğurmamalı ve sadece tazminata konu olabilmelidir.
Bireysel müracaatları, Yargıtay’da, daireler takip etmelidir. Böylece, yargı, yerel mahkeme ve temyiz merci olan Yargıtay ve bireysel müracaat ile sadeleştirilmelidir.”
16 Kasım 2023 02:00 | Güncelleme: 16 Kasım 2023 01:15
Sesli Dinle
A -
A +
Olaf Scholz…
Almanya Başbakanı…
Hani şu bize karşı hep terör örgütlerinin, darbecilerin ve vesayetçilerin yanında durup, bir de utanmadan ‘demokrasi, insan hakkı, ifade özgürlüğü’ gibi süslü ‘laf’larla karşımıza dikilen Almanya’nın!..
FETÖ’cü hainleri bağrına basıp, terör örgütü PKK’ya karşı kullanacağız diye bize silah satmayan Almanya’nın o janjanlı lafları, 5 bine yakın çocuğu kasıtlı olarak katleden Siyonist İsrail’in Gazze vahşetinde pul pul döküldü.
Tıpkı diğer Batılı devletlerde olduğu gibi.
Alman Şansölye, kasıtlı olarak haftalardır Gazzeli sivilleri bombalayan, haftalarca aç bırakıp, susuzluğa mahkûm eden İsrail yerine, insanlık dışı katliama karşı sesini yükselten Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef almış.
Olaf’a göre, Erdoğan’ın İsrail’e yönelik suçlamaları ‘saçma’ymış, İsrail bir demokrasi ülkesiymiş, hatta insan haklarına ve uluslararası hukuka bağlı, bu doğrultuda hareket eden bir ülkeymiş(!)
Bu sebeple İsrail’e yöneltilen suçlamalar absürtmüş, bu konuda da hiçbir şüpheye yer yokmuş(!)
‘O-laf’a ne denir şimdi!
İşte Batı’nın en net şekliyle insan hakları samimiyeti!
İnkârcılıkta, yalancılıkta, ahlaksızlıkta, ikiyüzlülükte son nokta.
Gerçekleri çarpıtmakta nereye kadar inebileceklerini Olaf Scholz’un ettiği laftan anlayabilir, bundan sonra da her ağızlarını açtıklarında yüzlerine çarpabiliriz böylece.
***
Biz de bu adamlardan bekliyoruz ki, yıllardır binlerce insanımızın hayatına kasteden terör örgütleriyle mücadelemizde bizi anlasın ve destek olsunlar!
İçimizdeki sömürge zihinliler zannediyor ki, bunların Türkiye karşıtlığında haklılık payı var(!)
“Dertleri dinimizle, milliyetimizle, bayrağımızla” dediğimizde alaya almaya kalkışan morfinliler, Batı’nın bugün Gazze’deki masumlara uygulanan vahşete karşı sergilediği ikiyüzlülüğe ne düşünüyor acaba?
Hoş, satılmış zihinlerden merhamet beklenmezmiş, giderek bundan da emin olmaya başladık.
Dün Alman istihbaratından, vakıflarından aldıkları fonlarla terör örgütlerine arka çıkanlar…
Bunların kışkırtmasıyla çevrecilik taslayıp, kendi devletlerine etmediklerini bırakmayanlar…
Casusların körüklediği İslamofobiye kapılmakta hiçbir beis görmeyip, kendi ülkesinde Müslüman düşmanlığı yapanlar...
Şimdi Gazze’deki Haçlı-Siyonist katliamına suspus, Batılı efendileri ne işaret ederse orada durmaktalar!
***
Bir ayı geçti, Gazze’ye ateş yağıyor…
Yan yana dizilmiş cansız çocuk ve kadınların görüntüleri her gün içimizi dağlıyor.
Gazze’de ne insan hakkı kaldı, ne çevre, ne de herhangi bir başka canlı…
Sokaklardan toplanamayan cenazeleri hayvanlar parçalıyor, sahipsiz kalan on binlerce çocuğun akıbeti belirsiz, feryatlar göğü deliyor.
Ama Türkiye’de bugüne kadar insan haklarını, çevreciliği, hayvan hakları savunuculuğunu kimseye bırakmayan güruhtan çıt çıkmıyor.
Nerede Gezi’ye dökülen tayfa, seslerini duyan var mı?
Hiç değilse bir duruş, bir sosyal medya paylaşımı…
Aralarından tek-tük ses edenleri kenara koyarsak, kahir ekseriyetin ortaya koyduğu bir duruş var mı?
Olmaz, çünkü Batı’nın ahlaksızlığı -tavır gösterenleri tenzih ederim- bunların da genine işlemiş.
Oysa, Batı da dâhil, pek çok ülkede ‘yönetimlerinin yasaklarına ve baskılarına rağmen’ sokaklara akan vicdanlı halklara baksalar, anlayacaklar içine düştükleri zilleti.
***
Bizim şimdi asıl şunu sorgulamamız lazım; sırf Müslüman oldukları için bebeklerin, çocukların ölümünü bile umursamayan bir kesim toplumumuzda nasıl türedi?
Zannetmeyin ki tavırları sadece Gazzeli yahut Suriyeli çocuklara; PKK’nın katlettiği kendi çocuklarımıza da kayıtsız kalan, katillerine sahip çıkan yine bu zihniyetti.
Diyarbakır Analarına olan tavırlarına bakın, oradan bile anlarsınız çürümüşlüklerini…
Kendi ülkesine en çok düşmanlık edeni, parçası olduğu milletine en çok hakaret edeni de alkışlayan, el üstünde güruh bu.
Sahi bunlar nerede, nasıl yetişti?
Olaf Scholz’un ikiyüzlülüğü ile bunlarınkini yan yana koyunca; aklıma Birinci Cihan Harbi geldi.
Düşünün; İttihatçıların yüzünden bu Almanlarla Dünya Savaşı’nda ittifak yapmışız, yetmemiş bir de ordumuzu teslim etmişiz!
Sonra da koskoca imparatorluğumuzu paramparça edip, Anadolu’yu zor kurtarmışız.
Yukarıda saydığım kitle de o günlerden miras kalmış olabilir mi?..
28 Şubatçılar ve İsrail benzerliği
26 Kasım 2023 01:08 | Güncelleme: 26 Kasım 2023 01:09
Sesli Dinle
A -
A +
İsrail’e 7 Ekim saldırısı Filistin’i yutmak için tezgâh mıydı?
Bence öyle.
Adında "İslam" geçen ülkelerin parmağıyla hem de…
Nitekim İran "ödülünü" aldı; üç ülkede bloke edilmiş olan 23 milyar doları serbest bırakıldı!
Şahsî fikrim bu yönde.
Lakin asıl mevzumuz bu değil…
7 Ekim sonrası hem İsrail’in, hem Batı’nın, hem de bunlara zihnini esir etmiş mankurtların tavrı.
***
Türkiye’deki darbe girişimlerinde de çokça karşılaştığımız üzere, büyük müdahalelere zemin hazırlamak için önce bir bahane gerekir.
7 Ekim gibi…
-Ki, Hamas’a yıkılan sivil katliamının büyük kısmını İsrailli helikopter pilotlarının yaptığı ortaya çıktı, hatta bunu İsrail basını bile yazdı ama bu saatten sonra ne fayda!
Ba’de harab’ül Gazze…
Bahane üretildikten sonraki süreç ise daha iğrenç.
İslam düşmanlarının, Siyonistlerin amaçlarına ulaşmak için fırsat bulduklarında neler yapabileceklerini Gazze gösterdi hepimize.
Daha önce Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Balkanlar’da yaptıkları gibi.
Hedef Müslümanlar olduğunda sınır tanımayacaklarının son örneğidir Gazze.
Dahası, ortada en ağır insanlık vahşeti dururken, İslam düşmanlarının nasıl ikiyüzlülük gösterdiğine bir kere daha şahit olduk gözlerimizle.
İsrail’in çocuk-kadın demeden sergilediği vahşet, buna karşın İslam düşmanlarının kör-sağır tavrı ve hatta gerçekleri aksi yönde çarpıtma gayreti, Türkiye’de Gezi’den bu yana izlediğimiz filmin de izahı gibiydi.
Hatta daha geriye gidersek, bir asırdan fazladır yaşadıklarımızın özeti.
27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta ülkemize ayar çeken elin de sahibini izah eder gibiydi Gazze’de gördüklerimiz.
Bir örnekle somutlaştırayım;
28 Şubat postmodern darbesini yapan paşalardan Çevik Bir’in “Türkiye’de nüfusun 5 milyonu olmasa ne olur?” sözünü hatırlayın ve alın bunu Gazze örneğiyle Türkiye’ye uyarlayın.
Aynı paşaların tank modernizasyonunu İsrail’e yaptırtmak için dönemin hükûmetine yaptıkları baskıyı…
Darbenin mimarlarından Çevik Bir’in yıllar sonra Middle East Quarterly isimli ABD dergisine yazdığı “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı makalede hükûmeti İsrail’le ilişkiler için yıktıkları, itirafını…
***
Bugün artık şunu çok daha net görüyoruz ki, Türkiye’de din düşmanı azınlık, öylesine kendiliğinden gelişmiş bir yapı değil.
Bunların devlet içinde belirli yerlere getirilmeleri de asla tesadüfen olmamış.
Yeşil sermaye adı altında kendilerinden olmayanı silindir gibi ezerken, FETÖ’cüleri Genelkurmay Karargâhı’nda ağırlamaları da asla tesadüf değilmiş.
Tuhaf olan, bizim onlardan PKK gibi terör örgütlerini bitirmelerini beklememizmiş.
Bir de onların çeşitli sloganlarla mankurtlaştırdığı kitlelerden insaf ve doğruları görmelerini beklemek!
Bugün Gazze’de yarısından fazlasını çocuklar ve kadınların oluşturduğu en az 16 bin kişi katledilmişken, Türkiye’de bu vahşeti umursamayan, hatta destekleyen yüzlerin kimler olduğuna iyi bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Hoş, onlara 40 yıldır başımıza bela olan PKK terör örgütü ile ittifak yapılmaması gerektiğini, bu terör örgütüne karşı hiç değilse Diyarbakır Anaları’nın yanında durmaları gerektiğini bile anlatamadık ki, Gazze’de durmaları gereken yeri anlatalım.
Algı, yalan, dezenformasyon en büyük becerileri…
Türkiye aleyhine her faaliyette başı çeken, tıpkı sahiplerinin yaptığı gibi gerçekleri çarpıtmakta usta karanlık yüzlerin, kimin ya da kimlerin elindeki kuklalar olduğu Gazze’deki kıyımın sonrasında artık daha net şekilde ortada.
Siyasetçi, sanatçı, gazeteci, bürokrat, diplomat fark etmez.
Bugün Gazze’deki insanlık kıyımına çıt çıkarmayanlar, yarın Türkiye karşıtlığı ve İslam düşmanlığı için bahane bulduklarında yine demokrasi, özgürlük, insan hakları falan diye ortaya çıkarsa o zaman onlara ne söyleyeceğimizi artık gayet iyi biliyoruz.
Bunlar mı milliyetçi?
31 Aralık 2023 02:00 | Güncelleme: 31 Aralık 2023 01:07
A -
A +
Bugün Türk-İslam ülküsünün fikir babası Seyyid Ahmet Arvasi Hoca'nın vefatının 35. sene-i devriyesi.
Merhum Alparslan Türkeş’in yakın dava arkadaşı, 12 Eylül darbecilerinin tutuklayıp işkence ettiği büyük fikir adamı Arvasi Hoca'nın, ülkücülüğün kodlarında derin izleri var.
Her şey zıddıyla kaimdir.
Şu tuhaflığa bakın ki, bir de kendisine ülkücü, milliyetçi diyen, lakin Arvasi Hoca'ya alabildiğine düşman bir güruh var.
Onlar sadece Arvasi Hoca'ya değil, İslam’a, yüce Peygamberimize, hatta bu yüce dinin bayraktarlığını yaptıkları için Selçukluya ve bilhassa Osmanlıya da düşmanlar ve bunu hiç gizlemiyorlar.
Dinsiz-imansız bu güruhun şu günlerdeki sosyal medya paylaşımlarına bakın; Hristiyanlar gibi yılbaşı kutlamayı, Noel ağacı süslemeyi Türklük geleneği diye yutturmaya, gençlerimizin imanını ifsat etmeye çalışıyorlar.
***
Bu çabalar yeni değil, asırlık mazisi bulunuyor.
Kimi Osmanlı döneminde topraklarımıza kabul edilen Yahudi kökenli azınlık kalıntıları, kimi sanayi devriminde Avrupa’ya gönderdiğimiz, lakin İngiliz’in, İskoç masonlarına teslim edip başımıza musallat ettiği belalar.
Vatanın gerçek evlatları savaşlarda şehit düşüp “Çanakkale geçilmez” dedirtirken, Çanakkale zaferinin üzerinden iki yıl geçmeden İngiliz’i İstanbul’a buyur edenlerdi bunlar.
Hayranlık duydukları İngiliz ve Yunan gibi yaşayan, lakin lafa gelince bu çamuru başkalarına atıp ‘Türklüğü, milliyetçiliği’ de kimseye bırakmayan ‘İslam düşmanı Türkçüler’ tekrar boy verdi son yıllarda…
Dinsizliğin kılıfı, özenle biledikleri Arap düşmanlığı oldu yine.
Mesela Suriyeliler geldi diye kızdılar ama, Suriyelileri kendi topraklarında ölmekle göç etmek arasında sıkıştıran İngiliz’e, ABD’ye, taşeronu PKK ve DEAŞ köpeklerine, Rusya’ya, Müslüman kasabı Esad’a, İran’a tek laf etmediler.
Onların düşmanı; sadece Sünni Müslümanlardı.
Türkiye’deki iktidara da temelde öfke ve nefretleri bundandı.
***
İşte bu sebepledir ki, kukla örgüt DEAŞ’la silahlı mücadele eden tek ülke Türkiye olduğu hâlde, ABD, İngiltere ve İsrail’le ağız birliği yapıp, kendi ülkelerini Suriye’de DEAŞ’a silah vermekle itham edecek ve ABD’nin sınırımıza devlet kurdurmaya çalıştığı terör örgütü PKK/YPG’yi açıktan destekleyecek kadar şirazeden çıktılar.
Hoş, bunu sadece ‘şirazeden çıkmakla’ tarif hafif kalır, düpedüz ihanetti yaptıkları.
Hem tarihte, hem de son dönemde Gezi’den bu tarafa göstere göstere sergiledikleri, hiçbir surette de geri adım atmadıkları gibi…
FETÖ’nün bütün darbe girişimlerini, 15 Temmuz gecesi müezzinleri dövecek kadar destekleyen yine bu azgın azınlıktı.
Sene oldu 2023, hiçbir şey değişmedi.
***
Sanki mayıs seçimlerinde yenilmemişler, milletten ağızlarının ortasına şamar yememişler gibi, var güçleriyle 31 Mart yerel seçimleri öncesi yeni provokasyonlara giriştiler.
Tabii işin tek ayağı seçimler değil, bir de bunların ağababalarının Gazze’de yürüttüğü soykırım var…
Gazze’de sürdürülen vahşetin Türkiye’de konuşulmasından, Türkiye’de tavır alınmasından son derece rahatsızlar.
İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert’in, “Türkiye’deki Yahudi lobisi İsrail’deki lobiden daha güçlüdür” sözünü şimdi daha iyi anlayabiliyoruz sanki!
Ve bu pencereden bakınca, taşlar yerine daha iyi oturuyor gibi.
“One minute” dedikten sonra sıralı darbe girişimlerinin geldiğini defalarca anlattı Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Partilere kaset operasyonları da aynı yıl, 2009’dan itibaren başladı zaten.
Peki, Gezi darbe girişimi ne zaman başlamıştı, onu hatırlayın…
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, “Gazze’ye gideceğim” diye ısrar ettiği ABD ziyaretinin hemen ardından.
***
Bakın, aradan 10 sene geçti, Gazze’de olanları görüyorsunuz.
Tarihin gördüğü göreceği en büyük vahşetlerden birine gözlerimizle şahitlik ediyoruz.
Bombayla, mermiyle öleni şanslı görüyor artık Gazzeli…
Tekerlekli sandalyede köpeklere yedirilen hastalar, öldürülüp organları çalınan insanlar, kuvözde çürümeye terk edilen bebekler, mezarlarından çıkarılıp buldozerle ezilen cenazeler…
Bu zulmü yapanlar, bir de “Kız çocuk öldürmek artık beni kesmiyor. Bebek arıyorum, bulamıyorum” diye yakınırken, onların iş birlikçileri de ülkemizde bize futbol gibi abuk sabuk mevzuları konuşturmaya çabalıyor.
Tel Aviv’de Mossad’la görüştüğünü kabul eden, ancak görüşmenin içeriğini açıklayamayacağını söyleyenlerin başını çektiği güruh, “Bize ne Filistin’den”, “Filistin bizim davamız değil” propagandası ile Türklük ve milliyetçilik taslıyor.
İhanetlerine Atatürkçülüğü kılıf yapanların gözlerden kaçırdığı şey; Atatürk’ün Filistin’de bulunan 7. Ordu Komutanlığı yaptığı.
İşte, samimiyetsizliklerini ve ikiyüzlülüklerini şuradan anlayın ki, bunların, Filistin’i elimizden alan İngiliz’le ve orada devlet kurmaları sağlanan Yahudilerle iş birliği bugün de sadece Gazze’de, Kudüs’te değil, hemen yanı başımızda kurulmaya çalışılan taşeron İsrail devleti için de sürüyor.
Türklüğü, milliyetçiliği dilinden düşürmeyenlerin hiç PKK terör örgütüne karşı 5 senedir HDP önünde nöbet tutan Diyarbakır Analarına desteğe gittiğini gördünüz mü mesela?
Bunlar iş birlikçi olmasalar neden ABD’ye, İsrail’e borazanlık yapıp, kendi devletlerine karşı propaganda yürütsünler?
Neden YPG’yi terör örgütü görmediğini söyleyenlere seçim kazandırmaya çabalasınlar, neden Kandil’in partisi ile aynı sandığa oy versinler?
Ve en az Yahudiler, Evangelistler kadar neden İslamiyet’e ve Müslümanlara düşman olsunlar!
Ve bunlar Türk milliyetçisiymişler, öyle mi!
Ağababalarla bilek güreşi
1 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme: 1 Şubat 2024 11:40
A -
A +
Yahudilerin, -ihanetler neticesinde- Osmanlı’dan koparılan Filistin’e taşınmaları ve Filistinlilerin topraklarını işgal etmeleri Birinci Dünya Savaşı sayesinde gerçekleşti.
İhanet edenler, bugün Osmanlı’ya kim düşman ise o gün de onlardı.
Çeyrek asır sonra…
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte resmî Yahudi devleti İsrail’in kuruluşu gerçekleşti.
Osmanlı’nın iç ve dış düşmanları yine birlikteydi.
Şimdi Üçüncü Dünya Savaşı başladı yahut başlamak üzere…
Bu seferki hedef, İsrail’i, "vadedilmiş topraklar"ına genişletmek.
Ve Osmanlı’nın iç-dış düşmanları, yine ittifak hâlinde.
***
Türkiye içinde birileri, cüretkâr biçimde Türkiye Cumhuriyeti devletine meydan okuyorsa arkasında güvendiği birileri vardır.
Can düşmanımız FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle seçim kazanmayı düşünebilecek kadar şirazeden çıkanlar…
PKK’nın sahiplerini memnun etmek için Irak ve Suriye’den çekilmeyi vadedenler…
Hatta ve hatta, PKK-HDP 800’e yakın şehit verdiğimiz çukur olaylarıyla özerkliğe kalkıştığında destek vermeye gidenler…
Suriye, Libya tezkerelerine “Hayır” deyip, FETÖ’yü devlet kadrolarına geri döndürme taahhüdünde bulunanlar işte onlardı.
Bu yüzden 15 Temmuz’da tanklar kendilerine yol açtı.
Her sandıkta terör örgütleriyle içli-dışlı hemhâl olmaları da aynı sahiplikten kaynaklıydı.
Bunlar, Siyonist Yahudiler, Filistin’in asli unsuru Filistinlilere nasıl bakıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Müslüman Türk milletine aynı gözle bakanlardı.
Şer ittifakına karşı Türkiye’yi ve Türk milletini müdafaa eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, püskürtülen her saldırı sonrası “Ağababalarınız gelsin” diye meydan okuması da bu yönde apaçık verilen bir mesajdı.
İşte şimdi o ağababalarla doğrudan bilek güreşi günleri yaklaştı.
***
Eminim şimdi pek çoğunuz son günlerde okyanus ötesi ile yakalanan olumlu havayı düşünüyorsunuzdur.
Evet, Türkiye’nin İsveç onayı ve buna karşılık ABD’nin F-16 taleplerimizi karşılama adımları gayet ılımlı bir süreç başlattı.
Özellikle de ABD’nin Suriye’den çekileceğini açıklaması…
Bunu biraz diplomasideki başarımıza sayalım, biraz da ABD’de yaklaşan ve Trump’ın kazanacağı öngörülen seçimlere.
Trump, “Üçüncü Dünya Savaşı’nı sadece ben engelleyebilirim” iddiasındaki bir aday.
Haklı da olabilir, göreceğiz gücü nereye kadar.
Şunu unutmamak lazım ki, bir değil, birkaç ayrı ABD var.
Ayrıca, İngiltere gibi, küreselciler gibi başka derin unsurlar…
Başta İsrail olmak üzere, kimse emelinden vazgeçmemişken, tatlı hülyalara dalmak akıllara zarar.
O sebeple, beni asıl ilgilendiren, devlet aklımızın zaman kazanma becerisi.
Ve giderek yükselen savaş tamtamları sesi.
***
Bakın, güney hattımız boyunca, hem de onlarca yıldır İsrail’in geleceği sınırların altyapısı hazırlanıyor.
Önce Irak’taki Kürt bölgesi ile bir bölümü yutmaya elverişli hâle getirildi.
Sonra Suriye’de, puzzle’ın Akdeniz’e uzanan bölümüyle birleştirilmeye çalışıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği, projenin önünü kesti.
Şimdilik…
“One minute”la Siyonistlere meydan okuyan, bu sebeple de 13-14 yıldır başına gelmedik kalmayan Erdoğan, bir taraftan bu küresel güçle mücadele ederken, öbür taraftan Türkiye’yi güçlendirmeye gayret ediyor.
Acı olan, tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’nın çökmesi için yapmadığını bırakmayan içerideki ihanet kollarının, bir asır sonra tastamam aynı vazifeyi ifa etmeleri.
En büyük becerileri de kendi ihanetlerini konuşturmayıp, bugün dünyayı etkileyen krizden aldığımız payın üzerinde tepinmeleri.
Bunların başında da ekonomi geliyor.
Yok İngiltere’de hayat şöyleymiş, yok ABD’de böyleymiş…
Osmanlı’yı parçaladıktan sonra kendilerine patron, efendi olarak belirledikleri ülkelerle onlarca yıl onların sömürgesine dönüştürdükleri Türkiye’yi mukayese ediyorlar, farkında değiller.
Ayrıca, ekonominin cumhuriyet tarihin en iyi seviyesine çıktığı dönemde Gezi olaylarını başlatan ve ekonomi çöksün diye sokak olaylarını körükleyen, bu niyetlerini de açık açık itiraf eden hainler, bugün bize ekonomiden dert şikâyet ediyor!
Elbette icra makamının kararları da eleştirilebilir ama bunu da insaf dairesinde yapmak gerekmez mi?
***
2020 yılının Şubat ayında Türkiye önce İdlib’de Esad hükûmeti ve arkasındaki ülkelerle savaştı, unuttunuz mu?
Bir ay sonra ne patladı?
Pandemi.
Bir seneyi aşkın süre, ufak esnafından devasa fabrikalara kadar iş yerlerimizi kapatıp evlerimize kapandığımızda işletmelerimizi kim ayakta tuttu, hayatta kalmamızı kim sağladı?
Devlet.
Aynı zamanda yeni yeni hastaneler yaptı ve bütün sağlık giderlerimizi de bedava karşıladı değil mi?
Yetmedi, muhalefetin yüzünden ülke ihanet çetesinin eline düşmesin diye EYT çıkarıldı, borçlar silindi, her kesime para yağdırıldı.
Doğru mu?
Tam bunun altından nasıl kalkacağız diye düşünürken, bir de 11 ilimizi vuran 6 Şubat depremleri oldu.
11 ilden bahsediyoruz yahu, bunların büyük kısmı neredeyse yerle yeksan oldu.
Hatay gibi, Malatya gibi koca şehirlerden söz ediyoruz.
Avrupa’da, Amerika’da olsa, devlet sigortasız bir tek evi yapmaz. Oysa bizim devletimiz vatandaşı mağdur etmemek için bunu da üstlendi.
***
Etrafımız ateş çemberine dönüşmüş, Dünya Savaşı çıkmasına ramak kalmış…
Hükûmet bir yandan ateş bize sıçramasın diye uğraşıyor, öbür taraftan bu tehlikeye geceli-gündüzlü hazırlık yapıyor, diğer yandan vatandaş ekonomik sıkıntı yaşayıp da götürüp ülkeyi hainlere teslim etmesin, düşmanı umutlandırmasın diye her kesimi memnun etmeye çalışıyor.
Rabbim Cumhurbaşkanımızın yardımcısı olsun, milletimizin ferasetini artırsın.
Şöyle bir dönemde Cenab-ı Hakkın ülkemize ve milletimize en büyük lütfu bu olsa gerek.
Şu süreçte, Ukraynalı kadıncağız gibi “Bir palyaçoyu seçtik, şimdi eğleniyoruz” demek de vardı.
Allah korusun!
Yeniden büyük Türk medeniyeti
4 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme: 4 Şubat 2024 01:36
A -
A +
Önceki gün kaybettiğimiz Türk düşünce hayatımızın ve edebiyatımızın önemli ismi, mütefekkir Alev Alatlı şöyle diyordu bir konuşmasında;
“Ömrümün büyük kısmı yurt dışında geçti. Gördüm ki, biz iyi insanlarız.
Şunu hiç unutmayın; bu memlekette bir kilometrelik yol yoktur ki köleler yapmış olsun.
Bir cami yoktur ki köleler inşa etmiş olsun.
Bir saray yoktur ki kölelere yaptırmış olalım. Yok böyle bir şey.
Ne yaptıysak tırnaklarımızla kaza kaza yaptık. Cumhuriyetten sonra da böyleydi.
Herkesin petrolü, altını, gümüşü vardı, bizde yoktu.
Biz tırnaklarımızla kazarak yaptık. Bir yandan nüfuzumuzu artırdık, bir yandan bunları yaptık.
Aha da şimdi dönüp bakın, hiç olmaz zannettiğimiz bir sürü şeyi yapıyoruz.”
***
Alatlı, gönüllere dokunan “Her yasal hak helal değildir. Aslolan helalleşmek olmalıdır” dediği bir konuşmasında da, Türklerin bugün üstlendiği tarihî misyona şu cümlelerle dikkat çekiyordu;
“Kadım değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin şerden yana bükülmelerini önlemenin yollarını bulmak durumundayız.
Tarihin bize öğrettiği bir şey var…
İster en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun, bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler tüzüğü, ne Helsinki beyannamesi, ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mevzuatı, ne de en üstün silahlar kurtarabilir.
Sayın Cumhurbaşkanı’m, siz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ dersiniz.
Galile etkisi derler, böyle bir kavram vardır.
Oligarşi hükümdar olduğunda umuma hitap eden, fakat umumun henüz üstünde düşünemediği, zihniyetini yansıtmayan sözlerin husumet çekmesi, bastırılmaya çalışılması usuldendir.
Siz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ dediğinizde; biliyor musunuz, ‘Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda gerçeği söylemek devrimciliktir’ diyen George Orwell ayağa kalkar, bu sefer de o alkışlardı.”
***
Türklerin dünya medeniyeti üzerindeki önemini, içimizdeki sömürgecilerin anlamamakta ısrar ettiği Batı’nın çirkin yüzünü Alev Alatlı gibi, ‘Türk Einstein’ olarak ünlenen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da anlatmıştı yıllarca.
“Dünyada en berbat şey, sömürge ruhlu olmaktır. Gönüller ve zihinler sömürgeleştiyse bir ülke için en büyük facia budur. Sömürge sisteminden kurtulursak Türkiye’nin bütün meseleleri çok kısa sürede düzelir” diyordu merhum Sinanoğlu.
2018 yılında kaybettiğimiz dünya ünlü bilim adamımız Prof. Dr. Fuat Sezgin de aynı noktaya işaret ediyor ve şunları söylüyordu;
“Türk aydınları, dini, ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak kabul ettiler ve bu suretle din düşmanlığı yaptılar.
Yıllarca yaptığım çalışmalarla dinin, ilerlemenin önünde bir engel olmadığını görüyorum.
Müslümanlar, kendilerinden evvelki bilimleri geliştirdiler ve yeni bilimler kurdular.
Bugün Avrupa’da gelişmiş olan yeni bilimlerin kısmen temellerini attılar.
Müslümanlar dünyaya açılmasaydı Avrupa’nın bilimsel ve jeopolitik kaderi başka olurdu.
Bir Müslüman iyi şartlar içerisinde çok iyi çalışabilirse, çok büyük neticelere varabileceği inancı var bende.
Onun için milletimden, Türk milletinden, Müslümanlardan böylesi bir davranışa sahip olmalarını isterim.
Artık Türkler korkak ve taklitçi bir millet olmaktan kurtulmalıdır.
İşin ilginç tarafı, Müslümanların tarihte ne kadar büyük yerleri olduğuna önce Müslümanları inandıracaksın.
Bu da işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor.”
***
Benzer cümleleri, bugün hayatta olan Nobel ödüllü bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar da sıkça dile getirmekte.
İşte bu sebepledir ki, Türkiye’de kendini sözde ‘aydın, ilerici’ olarak pazarlayan sömürgeciler bu kıymetli isimleri ağzına dahi almamakta.
Atatürkçülüğün arkasına saklanarak ‘sömürgeci kuklalığını’ gizlemeye çalışan güruh, son dönemde gerçek yüzlerini görünür kılmakta…
Gerek Türkiye içinde, gerek Suriye, Irak, Libya ve Azerbaycan’da Batılı efendilerine biatlarını ikrar eden…
Terör örgütleri ile seçim kazanıp ülke yönetmeyi düşünebilecek kadar şirazeden çıkanlar, bugün de Müslüman’a ve İslamiyet’e olan düşmanlıklarını, İsrail’in Gazze vahşetinde ayan beyan açık etmekte.
Kimi Türk milliyetçisi görünümlü Yahudi siyonist artıklarının da ‘Arap düşmanlığı’ kılıfı altında nereye hizmet ettiklerini gördük böylece.
Şimdi sadede gelebiliriz.
***
Gazze’deki vahşet ve soykırım, sadece içimizdeki sömürgeci uzantılarını değil, Batı medeniyetinin koca bir yalan olduğunu da bütün dünyaya apaçık gösterdi.
Cumhurbaşkanı’mızın “Dünya 5’ten büyüktür” dediği BM çatırdamaya başladı.
Diğer kurumlar da aynı akıbete uğrayacak.
Artık görülüyor ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurdukları düzen, daha fazla ayakta kalamayacak.
Batı’nın hızlı çöküşü başlamıştır.
Buna karşın, Çin gibi pek çok ülke ekonomik olarak güçlense de, dünyada yeni bir medeniyet kurabilmesi mümkün değil.
İngiliz’in desteğiyle ayakta durabilen İslam ülkelerindeki krallıkların hâli zaten ortada.
İnsanlığın zifiri karanlığa saplandığı şu dönemde tarih bir kere daha bizlere ağır bir sorumluluk yüklüyor.
Zira bugün insanlığa umut olabilecek tek ve yegâne medeniyet var; mazlumların yeryüzündeki tek umudu Türkler.
***
Türkiye Yüzyılı derken, pek çok alanda koyduğumuz hedeflerin en tepesinde, insanlığı düştüğü çukurdan kurtaracak Türk medeniyetinin yeniden inşası olsa gerek.
Nitekim, Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu iradede bunun açık beyanını görüyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, son grup toplantısı konuşmasında şu vurguyu yaptı;
“Dünyaya istikamet verecek bir Türkiye’nin mimarisi ancak ve ancak Türk-İslam kültüründen feyzini alan ahlaki kucaklaşmayla mümkün. Bu kucaklaşmanın adı, Cumhur İttifakı’dır.”
Cumhurbaşkanı’mız Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet Akademisindeki konuşmasında da bu farkındalığı daha açık cümlelerle anlattı;
-Biz, asırlar boyunca İ'la-yi Kelimetullah'ın sancaktarlığını yapma şerefine nail olmuş bir milletin mensuplarıyız.
Yaklaşık bin yıldır Türkler İslam'ı, İslam da Türkleri muhafaza etmiş, Türkler İslam'ın, İslam da Türklerin kılıcı olmuştur.
Tarih kitaplarına şöyle bir göz attığınızda karşınıza çıkacak hakikat şudur, Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir.
İslam'ı Türk'ten, Türk'ü de dini mübini İslam'dan koparan, ayrıştıran, arasına sahte duvarlar ören anlayışın bu topraklarla hiçbir illiyeti yoktur.
Çok açık ve net söylüyorum, İslam'ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge hâline getirme teşebbüsleridir.
Burada gaye milletin mayasını bozmak, dışarıdan sarsamadıkları kaleyi içeriden çökertmek, mümkünse teslim almaktır. Kampanyanın ikinci kulvarında ise farklı maskeler altında sahnelenen şeriat düşmanlığı vardır.
Ülkemizde özellikle tek parti dönemiyle başlayan, daha sonra vesayet dönemlerinde artan kimliksizleştirme politikaları, bu toprakların nasıl vatan kılındığını bilmeyen, milletimizi millet yapan hasletlere bigâne olan, Türkiye'ye dair hiçbir tasavvuru, hiçbir hayali, hiçbir endişesi olmayan zihni ve kalbi sömürgeleştirilmiş bir güruh ortaya çıkarmıştır.
Bunlar bir kez olsun içinde yaşadığı toplumu, tarihi, inancı, kültürü ve kutsallarıyla anlamaya hiç uğraşmadılar. Bunun yerine Anadolu insanına başkalarının penceresinden bakarak aşağılamayı tercih ettiler. Hatta çoğu zaman özendikleri ve özendirildikleri Batı kadar bile kendi insanını tanıma gayreti göstermediler. Millete ait tüm kadim değerleri, gerilik emaresi olarak gördüler. Giydiği kılık kıyafetine göre insanımızı ayırdılar, ötekileştirdiler. Modernliği ilerlemeyi bir gardırobun iki kapağı arasına hapsettiler. Bu kadar basitler.
- Filistinli kardeşlerimize bu zalim İsrail'in neler yaptığını görüyorsunuz. Öyle bir nesil yetiştirmeliyiz ki işte Filistin'in düştüğü duruma biz düşmeyelim. Sizlerin gayretine, ülkemizin ve milletimizin olduğu kadar kardeş halkların da ihtiyacı var. Kaderini Türkiye'nin kaderiyle eş tutan, geleceğini milletimizin istikbaline bağlayan kardeşlerimizin sizlere ihtiyacı var. Avrupa ve Amerika'da habis bir ur gibi büyüyen İslam düşmanlığı, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele eden vatandaşlarımızın sizlere ihtiyacı var. Daha adil ve yaşanılabilir bir dünyanın özlemiyle yaşayan tüm mahzun ve mazlum gönüllerin, sizlere sizlerin mücadelesine, çabasına ihtiyacı var.
***
İşte tarih, işte medeniyet, işte tarihimizin bizi çağırdığı görev…
Bu çağrıya ihanet eden, kendini karanlığa sürükler.
.
Hatay’ı kim kurtardı, kim kaybettirmeye çalıştı?
8 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme: 8 Şubat 2024 00:54
A -
A +
Dünyada, yer sarsıntılarının ölçülebildiği tarihten bu yana, karada meydana gelmiş en büyük deprem felaketini bir yıl önce biz yaşadık.
Dokuz saat arayla önce 7,7, sonra 7,6 büyüklüğündeki iki çok şiddetli depremde yedi farklı fay kırıldı, -ki, bu depremlerin büyüklüğünü 7,9 ve 8,0 olarak veren de var.
Öyle dehşetli bir afetti ki bu, Türkiye yüzölçümününyüzde 20’si, Türkiye nüfusunun da 20 milyonu etkilendi depremlerden.
26 bin enkaz vardı hemen müdahale edilmesi gereken?
Peki mümkün müydü?
***
Dünya standartlarına göre, bir bina için gereken arama kurtarma ekibi 25 kişiden oluşuyor.
Bu ekip aralıksız 24 saat çalışamayacağına göre, bunun üç katı personele ihtiyaç var… Yani her enkaz için 75 kişiye.
26 bin binaya aynı anda müdahale edilebilmesi için kaç arama kurtarma personeline ihtiyaç var bu durumda?
1 milyon 950 bin.
Resmî verilere göre tespit edilebilen dünyadaki toplam arama kurtarma personel sayısı ne biliyor musunuz?
750 bin.
Değil Türkiye, dünyadaki bütün ekipleri buraya yığsak bile, ihtiyaç duyulanın üçte birini ancak karşılayabiliyorduk.
Bitmedi…
Diyelim ki bütün ülkeler “Tamam” dedi ve harekete geçildi.
750 bin kişinin dünyanın dört bir yanından hemen afet bölgesine ulaşması mümkün müydü?
Türkiye bir sene önce tam da bugünlerde işte böylesine bir yıkım yaşadı.
Devlet daha ilk saatlerde uluslararası yardım çağrısı yaptı ve toplam 35 bin arama-kurtarma personeli, ilk gün enkaz başındaydı.
Gecikme yoktu ama yıkım çok fazlaydı, sayı yetmedi.
“Ordu neredeydi?” diyorlar ya hani…
Malatya’yı örnek vereyim; 2. Ordu, saat 05.45’te kurtarma çalışmasındaydı.
Yani depremden sadece bir buçuk saat sonra.
***
Kimileri 6 Şubat depremlerini, 1999’da Marmara’da meydana gelen 7,4’lük depremle mukayese ediyor ya hani!
Kahramanmaraş’taki depremler, uzmanların açıkladığına göre Kocaeli merkezli felaketin altı katı şiddetindeydi.
Dolayısıyla değil Türkiye’deki, sarsıntıların ölçülebildiği son bir asırda dünyada meydana gelen hiçbir depremle mukayese edilmesi mümkün değildi.
Ancak bizim muhalif kesim bunu da yaptı.
Kimi iktidar karşıtlığından, kimi Türkiye ile ilgili karanlık planların parçası olduğundan.
Şimdi burayı biraz açayım.
***
Dikkatinizi çekmiştir, deprem felaketinde muhalif kesimin sesi, en çok Hatay’da çıktı.
Zannetmeyin ki onca kara propaganda sadece CHP’li belediye yönetiminde olduğundandı.
Halkımız ve devletimiz, canhıraş biçimde canlarımızı kurtarmaya çabalarken, az önce altını çizdiğim azgın bir güruh (bütün muhalifleri tenzih ederim, onlar kendini bilir) depremin daha ilk saatlerinden itibaren Suriye tarafından gelen talimatla hareketlenmiş, depremden fırsatla Hatay’da bir başka plan için uğraşmaktaydı.
GEZİ BENZERİ BÖLÜCÜLÜK PLANI
Ne yapmaya çalıştıklarının ipucu, 2020’deki İdlib geriliminde Esad yönetiminin dile getirdiği “Hatay’ı geri alacağız” tehdidiydi.
O karanlık günlerde olan bitenin bir kısmını, arkadaşımız Yılmaz Bilgen, bölgeden topladığı bilgilerle gazetemizde haberleştirdi.
Şu kadarını biliyorduk ki, güvenlik kuvvetlerimiz sadece yıkılan şehirlerimizde değil, sınırımızda da teyakkuzdaydı.
Çünkü Hatay Samandağ’dan, mezhepçi saikle katliam için Esad’a desteğe giden Mihraç Ural gibi teröristler, depremi fırsata dönüştürüp Hatay’a başka bir emelle dönme peşindeydi.
Unuttukları şey, Türkiye’nin zayıf bir ülke olmadığıydı.
Nitekim daha ilk günden bölgeye gidip sahayı bizzat yöneten dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Millî Savunma Bakanı Hulûsi Akar’ın öncülüğünde, yardım bahanesi ile alana sızmak ve silah sokmak isteyen terörist gruplara karşı hızlıca tedbir alındı.
Kürt ve Alevi vatandaşları kışkırtarak Gezi benzeri isyan çıkarmaya çalışan ajanlar ve sahadaki uzantıları anlık müdahalelerle etkisiz kılındı.
Özellikle depremin ilk beş günü içerisinde yoğunlaşan sızma ve provokasyon girişimlerinin yanı sıra başta İsrail ekibi olmak üzere, yabancı arama-kurtarma ekiplerinin arasına gizlenmiş casusların tarihî eserleri çalma gibi pek çok faaliyetinin önüne geçildi.
Biliyorsunuz, bunca tedbire rağmen İsraillilerin çaldığı bir Tevrat’ın iadesi sağlandı.
***
Yine o acı günlerde, güvenlik uzmanlarının sıkça tekrarladığı “Topraklarınızı terk etmeyin” çağrılarını gündeme getirmiştik.
Aynı şekilde, toprak satışını engellemeye yönelik tedbirler de alındı, -ki, bu çok önemli bir müdahaleydi.
Bir taraftan ardı arkası kesilmeyen yalanlarla kara propaganda yürüterek halkı kışkırtmaya çalışanlar, öbür taraftan kilise, cemevi, karakol, cami gibi hassas noktalara sabotajlar düzenlemeye uğraşıyor, koordineli yağma hadiseleri ile toplumun sinir uçlarını tahrik ediyordu.
Varmayı istedikleri yer; önce bölgenin ıssızlaştırılması, ardından Hatay’ı terör koridoruna dâhil edecek bir kaos ve çatışmanın körüklenmesiydi ama ne yaptılarsa olmadı.
Deprem bahanesiyle Antakya açıklarına yollanan uçak gemisi, şüpheli faaliyet yürüten helikopterler, daha neler neler…
Bugün belki unuttuk, belki o günlerde çok önemsemedik, lakin arama-kurtarma ekiplerimiz enkaz başında mücadele verirken, istihbarat ve güvenlik güçlerimiz de bunlarla uğraşmaktaydı.
Türkiye’yi terör örgütünün partisi ile birlikte yönetmek için seçim ittifakı yapanların, o gün kimin tarafında yer aldığını söylemeye gerek yok herhâlde.
Üzücü olan, içinde terörün olduğu bir ittifaka oy vermekten rahatsız olmayanların, Hatay’da dönen dolapları da fark etmemesi yahut umursamamasıydı.
Amaçlarına ulaşamadılar, ancak yine de propagandadan vazgeçmediler.
Şimdi Erdoğan’ı, kesip kırptıkları bir cümlesinden yola çıkarak Hatay’a yardım etmemekle suçluyorlar.
Neymiş, “Merkezî yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma hâlinde olmazsa o şehre bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi?” demiş.
Peki, bunun hemen öncesindeki cümlesi ne Erdoğan’ın?
Aynen şöyle; “Hatay kamu yatırımlarını noksansız alsa da, maalesef yereldeki vizyon eksikliği nedeniyle potansiyelini açığa çıkarmakta zorlanan bir şehrimiz.”
Cumhurbaşkanı’nın bu cümlesini es geçip, devamının üzerinde tepinerek, sanki Hatay’a devlet hiçbir şey yapmamış gibi algı yürütüyorlar.
Devlet Hatay’a çok şey yaptı…
Hem de onlara rağmen yaptı.
Millî değerlerden taviz vermeden…
22 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme: 22 Şubat 2024 02:00
A -
A +
Enver Ağabey'i 11 sene evvel kaybettiğimizde, bir eski devlet adamının taziye mesajında şu yazıyordu;
“Millî değerlerinden taviz vermeden küresel bir vizyoner olmayı başaran Enver Ören Hakk’a yürüdü. Mekânı cennet olsun.”
Âmin.
***
Kısa ve öz, merhum Enver Ağabey'i en net özetleyen tespitlerden biriydi bu.
Tıpkı bugün Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi; bir ayağını kendi topraklarında tutup, diğer ayağıyla cihanı tarayan bir vizyonerdi Enver Ağabey.
O sabit ayakta Türkiye aşkı vardı…
Türk milletine duyulan sevda vardı...
Her ne olursa olsun, devletine bağlılık vardı……
Dine itaat, doğru İslamiyet’in öğrenilmesine gayret vardı…
Tarihe hürmet, doğruların anlatılmasında cesaret vardı.
***
Gazete, radyo, televizyon, haber ajansı, reklam ajansları, film şirketleri…
28 Şubat’çı hainler, FETÖ’cülerle iş birliği yapıp, Anadolu sermayesi ile birlikte Enver Ağabey'i de hedeflerine koysa da, O ‘millî duruşundan’ asla taviz vermiyordu.
***
Türkiye’de İngiliz’in, emperyalistlerin, komünistlerin ve masonların başımıza bela ettiği bozuk akımlara, terör örgütlerine kapılanlar hariç, hemen her kesim, millî değerlerine sımsıkı sahip çıkar.
Hem inancına, hem de ülkesine ve milletine bağlı olan Enver Ağabey de bu akımların tehdidi altındaki milletimizi köklerine daha sıkı bağlamak için mücadele verdi bir ömür.
Ama bu, dünyaya kayıtsız kalmak anlamına gelmezdi.
Aksine, bütün yenilikleri takip etmek, mümkün olanı en kısa sürede Türkiye’ye getirmek de Enver Ağabey'in şiarıydı.
İlkleri böyle başardı.
Elden dağıtılan ilk gazete, en ücra yerlere kadar ulaşan ilk dağıtım ağı, ilk devre mülk kaplıcalar gibi, daha neler neler!
Üstelik bunca şeyi, ayağına çelme takmak için yapmadığını bırakmayan vesayetçilere, bugün bile devletimizin başına bela olan karanlık yapılara rağmen başardı.
Yayınladığı eserlerle dinini, kültürünü ve tarihini doğru biçimde öğrenip seven sayısız insan yetişmesine vesile oldu.
Ezilen, hor görülen nice Anadolu evladının meslek öğrenmesini, başta medya olmak üzere, birçok sektörde güç kazanmasını sağladı.
Attığı tohumlar öyle yeşerdi ki, vatan hainlerinin onca çabasına rağmen, diktiği devasa çınar sapasağlam ayakta kaldı.
Enver Ağabey, zor zamanlarda büyük engeller aştı.
Ve çok şükür ki, Türkiye bugün, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gayret ve dirayetiyle bu badirelerin çoğunu geride bıraktı.
Enver Ağabey'in tâ 80’li yıllarda hem kitap, hem sesli yayınlattığı Fezada İki Türk’ü Cumhurbaşkanımız gerçeğe dönüştürdü; ilk astronotumuz uzaya çıktı, ikincisi yolda.
İlk yerli millî muharip uçağımızKAAN dün ilk defa havalandı, göğsümüz kabardı.
Öncesinde insansız savaş jetimiz Kızılelma, insansız hayalet uçağımız Anka-3, pilotlu ilk uçağımız Hürkuş ve Hürjet, ilk helikopterimiz Gökbey, dünya savaş literatürünü değiştiren İHA ve SİHA’larımız gibi göklere tırmandı.
Merhum Enver Ağabey'in yıllarca işaret ettiği, yoluna ömrünü ve bütün imkânlarını feda ettiği Türkiye Yüzyılı başladı.
Dün havalanan beşinci nesilden daha üstün özelliklere sahip KAAN uçağımız da bunun müjdecisiydi.
***
Enver Ağabey belki bugünü göremedi ama, biliyordu bunun geleceğini.
Bütün mesele; ‘millî değerlerinden taviz vermeden küresel bir vizyoner’ olmaktı.
Cumhurbaşkanımıza da uzun ömürler versin, daha çok hayırlı hizmetler yapmasını nasip etsin
Hamas’ı bir gün İsrail’le kol kola görseniz ne dersiniz?
3 Mart 2024 02:00 | Güncelleme: 3 Mart 2024 12:25
A -
A +
“Durduk yere bu saçma fikir nereden çıktı?” diye düşünüyorsunuz değil mi!...
Anlatacağım.
***
28 Şubat zulmünü ve siyasi ayağında CHP’nin başı çektiği darbeci şebekenin yeni fırsat kolladığını analiz ettiğim önceki yazıda “Sanki onlar İsrail’di, millet Filistinliler” demiştim.
Darbecilerin İsrail adına hareket ettiklerini ‘tank modernizasyonu’ gibi baskılardan, hatta “Darbeyi İsrail’le iyi ilişkiler için yaptık” beyanatlarından zaten biliyorduk ama, sadece buna dikkat çekmek, bir ayağı eksik bırakıyordu.
Ona da şu cümleyle dikkat çekmiştim;
“Ankara Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesinin ardından aynı yerde yürütülen tanklar, milleti ‘birbirini besleyen göstermelik düşmanlar’ İran ile İsrail’in istihbarat oyunlarının tam ortasında, kendi ordusuyla karşı karşıya getirmişti.”
Şimdi burayı biraz daha açalım.
***
Söyleyeceklerimizin daha kolay anlaşılması için önce bugünGazze’de olanları ve Gazze üzerinden Türkiye’de kimlerin, ne yapmaya çalıştığını doğru tahlil edersek, 28 Şubat’ta Filistinli muamelesi gören mütedeyyin Anadolu insanının ne büyük badireden geçtiğini daha kolay çözeriz.
İsrail’e bu vahşetin yolunu açan 7 Ekim karanlık saldırısının ardından Gazze’nin geldiği durumu görüyorsunuz.
İki milyondan fazla mazlum kardeşimiz bombaların, silahların altında aylardır aç, perişan.
Batı, 7 Ekim bahanesiyle, onlar için bir şey yapmamanın ötesinde, aksine İsrail’e her türlü yardımda bulunuyor.
Peki, İsrail’in bu hunharca soykırımına ve Filistin’in tamamını işgaline kılıf olan 7 Ekim’in üzerindeki perdeyi kaldırıp, cevapsız kalan soruları aydınlatabildik mi?
Hayır.
***
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, saldırıdan iki hafta önce, 22 Eylül’de BM’de gösterdiği Filistinsiz İsrail haritası…
Mısır istihbaratının “Üç gün önce Mossad’ı uyardık” açıklaması…
İsrail iç istihbarat birimi Şin Bet’in Başkanı Ronen Bar’ın, olağanüstü hareketliliği ve Hamas’ın saldırı amaçlı hazırlık yaptığını İsrailli üst düzey generallerle paylaştığı, ancak buna rağmen tedbir alınmadığı haberi…
İsrail’in saldırıdan iki gün önce, yani 5 Ekim’de sınırdaki komandoları çektiğini kabul etmesi, borsada günler öncesinden dikkat çekici satışlar yapıldığının ortaya çıkması…
İsrail tarafında asıl katliamı Hamas’ın değil, İsrailli pilotların yaptığı tespit edilmesine rağmen, dünya kamuoyunda oynanan tiyatro ve asıl tezgâhın, kurulan tuzağın görmezden gelinmesi…
Yıllardır zulüm altındaki Filistinli saf, temiz kardeşlerimizin 7 Ekim’de yaşadıkları ‘bir yumruk da biz attık’ hazzını anlamak elbet mümkün; lakin önemli olan netice değil mi?
Bakın, şimdi bunların hepsini unuttuk, sadece Gazze’deki vahşeti konuşur olduk.
***
Ya Gazze’de en çok efelenen İran’a ve ülkemizde hem İsrail, hem İran adına propaganda yapanlara, bunların Türk hükûmetine karşı siyasi ittifaklarına ne demeli?
Hamas’ın iki yıl önce filmini çektiği ve neredeyse birebir uyguladığı 7 Ekim saldırısı sonrası “Gazze’ye girerse İsrail’i vururuz” diye efelenen İran’ı çok sorguladık. Ne yaptı İran?
ABD ve İsrail önce Tahran’ın 7 Ekim’deki sorumluluğuna işaret etti, sonra ‘parmağı yok’ diye tevil etti.
O süreçte ne oldu da fikirleri 180 derece değişti?
Ve İran’ın, senelerdir bloke edilen 23 milyar dolarının tam da bu süreçte serbest bırakılması tesadüf müydü?
***
Siyonistlerin arzımevut olarak gördüğü coğrafyada yıllardır yüz binlerce Müslümanı katleden İran’ın, gerçekte kiminle ittifak hâlinde olduğunu Irak’ta Saddam sonrası aldığı paydan da görmüştük zaten.
Akabinde Suriye’de ve daha bölgedeki pek çok ülkede.
Türkiye’de üzerinde pek durulmayan mesele, içimizdeki İsrailciler kadar faal olan İrancılar.
Misal; 7 Ekim’le birlikte Gazze’de izlediğimiz filmi, 28 Şubat’ta biz yaşadık.
O gün İslam dinarı gösterip, Kudüs Gecesi organize edip, İsrail hizmetkârı darbecilere bahane oluşturanlar, bugün de Gazze için içi yanan vatandaşı kışkırtarak kendi ülkesini, yani Türkiye’yi İsrail’e mal satma gibi bahanelerle köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Bugün Gazze’deki mazlumları İsrail’in namlusuna hedef yapan derin akıl, 27 yıl önce de mazlum Anadolu insanını İsrail uşaklarının namlusuna sürüyordu özetle.
Belki o günlerde pek çoğumuz anlayamıyorduk olan biteni…
Ama şimdi 28 Şubatçılarla aynı tarafta, hele hele 28 Şubat’ın ve 27 Mayıs’ın mimarı CHP ile kol kola yürüdüklerini görünce açılıyor gözümüzün önündeki perdeler.
Misal; düşünün ki aradan yıllar geçecek ve bir gün Hamas, İsrail’le kol kola girecek, siyonistlere karşı mücadele edenlere cephe alacak!
Bugün böyle bir şeyin olacağını tahayyül edebilir miyiz?
27 yıl önce biz de etmezdik.
Lakin, son birkaç yıldır şahit olduğumuz üzere, 28 Şubat’ın hedefindeki Refah Partisinin devamı olduğunu söyleyenlerin, 28 Şubat zihniyetiyle mücadele eden AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında CHP ve 28 Şubatçılarla ile birlikte saf tutması nasıl ve ne ile izah edilebilir?
Hele hele bunların, merhum Necmettin Erbakan’ın hapse atılmasını Erdoğan’ın engellediğini cümle âlem bilirken “Erdoğan hocamızı hapse attırmaya çalıştı” yalanını hiç utanmadan söyleyebilecek kadar ileri gitmesi sadece ‘siyasi hırs’ ile izah edilebilecek bir şey midir?
Üzülerek gördüğümüz şu ki, bunların meğer CHP ve 28 Şubatçılarla gerçek anlamda bir kavgaları yokmuş!
İzahı mümkün olmayan bu tablodan ibret alınacak yer; Gazze.
Acı söylüyorum, ağır söylüyorum, ama her şey ortada.
İran’dan aldıkları işaretle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni savaşa sokmaya, Gazze üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışanların, aynı cümleleri bir kere bile İran aleyhine kurduklarını görmezsiniz.
Öyle bir samimiyetleri olsa, hiç değilse “Bize ne Gazze’den?” diyen içimizdeki İsrailcilerle seçim ittifakı yapmazlardı zaten.
Anlayana bu kadarı yeter deyip, sözü Necip Fazıl’ın dizeleri ile bitirelim.
Ne diyordu üstat;
Zindan iki hece, Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta.
Bir de geri adam, boynunda yafta…
Hâlimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Zenginlik mi istiyorsunuz?
21 Mart 2024 02:00 | Güncelleme: 21 Mart 2024 00:35
A -
A +
“İngiltere’de hayat şöyle, Amerika’da böyle… Biz niye onlar gibi zengin bir hayat yaşamıyoruz?” diyenlere kulak asmayın…
Koskoca cihan devletimizi parçalayıp, önce İngiliz’e, ardından ABD’ye sömürge yapanlar, utanmadan bir de ‘efendi’ belirledikleri ile aynı hayatı niye yaşamadıklarını sorguluyor!
Ben patronumla aynı refahı niye yaşamıyorsam sen de o sebeple yaşamıyorsun, ne var bunda anlamayacak?
Bakın, 18 Mart Çanakkale Zaferimizin 109. yıl dönümünü geride bıraktık.
İçimizdeki Batı kuklaları var ya…
Bunların dedeleri, 300 bin şehit verip, dünyaya “Çanakkale Geçilmez” dedirttikten iki yıl sonra sinsice bütün yolları açtı, İngiliz bırakın Çanakkale’yi geçmeyi, İstanbul’u bile işgal etti.
Sonra da bunlar kahraman edalarıyla ortalıkta dolaştı; bugün olmuş hâlen yüzleri kızarmıyor.
Diyeceğim o ki, bir imparatorluğun üç kıtaya yayılan onca toprağıyla birlikte bütün zenginliklerinin elinden alınmasına ve Batı’ya peşkeş çekilmesine aracılık et, sonra da “Ben niye çok zengin değilim?” diye sorgula…
Oh ne âlâ!
***
Şundan 11 sene evveline gidin…
Bunlar, ekonomimiz Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iyi rakamlarındayken, Batı başkentlerinden aldıkları bir emirle Gezi olaylarını başlatıp, ekmeğimize kan doğrayanlardır…
Bunlar, o dönem alışveriş yapmayın ki, ekonomi dursun diyenlerdir…
Bunlar, döviz alın ki TL değer kaybetsin, ekonomi bozulsun, bu hükûmet gitsin diyenlerdir.
Batı köpekliği ruhlarına işlemiş bir güruhun, sermayesini milletin en zor yıllarında ülke kaynaklarını hortumlayarak (hortumlatılarak) oluşturmuş para babalarının derdinin sadece hükümet olmadığını, asıl gayelerinin ‘milletin eline geçen yetkileri’ geri almak olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Mason localarının avucunun içindeki bu cenah, yıllardır deviremedikleri ‘Erdoğan’lı AK Parti iktidarı ve Cumhur İttifakına karşı bazı isimleri ‘Tanrının lütfu’ olarak görüyor ve istikbali o kişide arıyor olabilir.
Önemli olan milletin bu aldatmacaya kapılmaması…
İşte, beş sene önce ‘Her şey çok güzel olacak’ rüzgârıyla gerçekten kendi hayatı için iyi şeyler olacağına inananların, bugün düştüğü duruma bakın…
Para sayan onlar değil, kandıranlar… Üst üste istifledikleri balya balya paraları izliyorlar günlerdir.
-Ki bu değil devede kulak, tüy bile sayılmaz. Delege başına milyonlar dağıtıp kurultay kazanacak kadar kaynak nereden, nasıl sağlandı zannediyorsunuz?
***
Lafı uzatmayayım, milletçe ekonomik gidişattan endişeliyiz, üzüntülüyüz, daha fazlasını istiyoruz, bu normal.
Ama şunu da aklımızın ve vicdanımızın bir kenarında tutalım;
Pandemide 1,5 yıl hepimiz evimize kapandık, fabrikalar dâhil olmak üzere, hepimize devlet baktı, bizi ayakta ve hayatta tuttu, tedavimizi ücretsiz karşıladı…
İşler açılınca, Çin örneğindeki gibi üretimi ve ihracatı artırarak, ülkemize dışarıdan faiz geliri için gelecek sıcak parayı çekmek yerine, ticaretten elde edilmiş daha fazla döviz kazandırmayı hedefleyen Türkiye Ekonomi Modeli’ni uygulamaya koydu.
Niyet doğruydu ama, piyasa doğru değildi.
Bu süreç, 20 yıllık AK Parti iktidarının, Osmanlı’yı yıkıma götüren en az 200 senelik sistemin piyasa gücüyle belki en çetin yüzleşmesi oldu.
Hatırlar mısınız, o dönem Cumhurbaşkanımız ‘ekonomik özgürlüğümüzü de kazanmaktan’ söz ediyordu.
Yaptırdılar mı?
Cevap belli.
***
En nihayetinde bu işler cebe dokununca, vatandaş senin özgürlük mücadeleni falan dinlemez, çıktığın yerden indirir geri.
İşte bu yüzden hükûmet, vatandaşı memnun edecek ne varsa yapmaya çalıştı.
2023 seçimleri hayati önemdeydi…
Vatandaşın 2 bin liranın altındaki borçları mı silinmedi, sıralı aflar mı çıkarılmadı, her kesime yüksek zamlar mı dağıtılmadı…
Hatta 2,5 milyon kişiyi emekli edecek EYT meselesi bile 24 sene sonra çözüldü -ki, maliyeti akıllara zarar.
Memleketin bekasını tehlikeye atmamak için -Fransa’da Macron'un yaptığı gibi yapmayıp- olmayacak çözüm yollarına gidilse de bunun bedelinin ağır olacağı biliniyordu.
Bilinmeyen bir şey vardı ki, aynı gün gerçekleşecek 7,7 ve 7,6’lık iki büyük depremdi.
Bundan ötesini anlatmam gerekmiyor zahir...
***
Yazının başına dönecek olursak…
Evet, daha fazla zenginlik istiyoruz.
Ama bunun yolu Batı’ya kölelikten yahut onların kuklalarını işbaşına getirmekten geçmiyor.
Tam aksine…
Onlara rağmen terörü bitiren…
Onlara rağmen petrol kuyuları açabilen…
Onlara rağmen Akdeniz’deki haklarımızdan geri adım atmayan…
Onlara rağmen teknolojimizi geliştiren…
Onlara rağmen ihracatımızı büyüten…
Onlara rağmen yeni ticaret yolları kuran…
Onlara rağmen uçaklar üreten…
Onlara rağmen nükleer santraller kuran…
Onlara rağmen Afrika’ya, Asya’ya genişleyen…
Onlara rağmen savaş tuzaklarına düşmeyen…
Onlara rağmen havada, karada, denizde haklarını muhafaza eden ve kendi gücüyle büyümeye odaklanan idarecilere sımsıkı sarılmaktan geçiyor.
Gücünü sadece sizden alanlardan korkmayın…
Onların, aşamadıkları duvara bir sonraki hamlede daha kolay tırmanmak için bazen geri adım atmalarını da anlayışla karşılayın.
Zenginlik istiyorsanız, dönün geçmiş tecrübelerinize, o da olmadı etrafınızdaki ülkelerin hâline bakın.
Yoksa birileri balya sayar, siz sadece bakakalırsınız!..
O köprü ve tüp geçitler olmasaydı…
25 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme: 24 Nisan 2024 23:54
A -
A +
20 milyar dolarlık ticaret hacmine sahip olacak bir proje...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Basra Körfezi ve Umman Denizi çevresinde, Malezya, Endonezya ve Çin’in güney sınırlarından başlayarak, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan gibi devasa ülkeleri de Avrupa’ya en kısa yoldan ulaştıracak Kalkınma Yolu’nun imzası için Bağdat’taydı.
Irak ve Türkiye’nin yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar da proje ortağı olarak imza attı.
***
Nüfusun ve üretimin en yoğun olduğu bölgeden Batı’ya uzanan en kısa ve en verimli bu yolda, ticari mal yüklü konteynerler Basra limanından başlayarak Irak’ı boydan boya geçip Türkiye’ye varacak, hiçbir aktarmaya ihtiyaç duyulmadan Avrupa’ya ulaşacak.
Kalkınma Yolu’nun avantajı, süre tasarrufunun yanı sıra denizle kesişen tek engel olan İstanbul Boğazı'nda da trenle taşımacılığın mümkün olması.
Marmaray tüp geçişi bu imkânı hâlihazırda sağlıyor, ancak bundan sonraki süreçte asıl yoğunluk, Yavuz Sultan Selim Köprüsü üzerine inşa edilen raylı geçişte olacak.
Tek hat burası değil elbet.
İnşası devam eden Zengezur Koridoru sayesinde, doğrudan Bakü’ye ve oradan bütün Türk cumhuriyetlerinin yanı sıra Çin’in kuzeyine ve Rusya’ya uzanan ticaret yolu da artık daha aktif hâle gelecek.
Kuzey ve güneyden ülkemize bağlanacak bu hatların adı, doğrudan ‘kalkınma’dır.
Bu projelerin önündeki en büyük engel ise güvenlik.
***
Cumhurbaşkanımız, işte bu yüzden Irak’la güvenlik anlaşması imzaladı.
40 yıldan fazladır başımıza bela edilen terör örgütünün Irak’tan temelli sökülüp atılması için hazırlıklar yapıldı.
Kazan-kazan formülüyle yapılacak iş birliğine Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimi de dâhil edildi.
Kuzeyde önümüze engel teşkil eden Ermenistan, Karabağ savaşı sonrası hizaya gelmek zorunda kaldı.
Gelişmelerden en büyük rahatsızlığı duyan İran, Fransa gibi Avrupalı dostlarıyla engelleme çabasına girişse de, Türkiye’nin kararlı duruşu ve Bakü ile uluslararası hukuka uygun duruşu karşısında sinirden tırnaklarını kemirmekte.
Şimdilik tek yapabildiği, Gazze bahanesiyle içerideki siyasi maşalarını kullanarak, Türkiye’yi iç politikada köşeye sıkıştırma çabası… Lakin devletimiz de, milletimiz de büyük çoğunlukla bu oyunu görmekte.
“Birileri nasıl oluyor da CHP ile aynı safta hükûmete karşı yer alıyor?” diye soruyorsanız, cevabı işte burada.
***
Bütün bu tuzaklara karşı Türkiye’nin cevabı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat’ta yaptığı meydan okuma oldu.
Bu yorumu biz değil, Batı medyası yapıyor.
Unutmamak lazım ki, Gazze’de yapılan soykırım ve işgalin temelinde de ülkelerin ticaret yolları ve enerji kaynaklarına ulaşma hırsı var.
ABD, Gazze’ye limanı şimdiden kurdu bile…
Dünya medyası uzunca bir süredir, Kızıldeniz’de Mısır’ın Süveyş tekelini kıracak Gorion kanalını işlemekte, -ki, projesi hazırlanan kanal, tam da Gazze’yi ortadan bölmekte.
Siyonistler, Batı ülkelerini enerji ve ticaret yollarından elde edecekleri kazançla aşağılık soykırım planlarına razı etmekte.
Hindistan’daki G-20 zirvesinde ABD’nin desteğiyle açıklanan yeni ticaret yolu Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Koridoru projesi 2023 Eylül’ünde ilan edilmişti.
7 Ekim’deki Hamas saldırısının ardından Gazze işgali başladı; gerisini artık siz yorumlayın.
***
Ticaret yollarının bizim açımızdan önemine ve Türkiye’nin bu konuda yaptığı stratejik hamlelere dönecek olursak…
Misal; Hindistan’ın G-20’de açıkladığı proje, önce Umman Denizi, sonra Orta Doğu çöllerini karadan geçiş, ardından Akdeniz’de yeniden gemilere sevk gibi aktarma zorlukları sebebiyle kimsenin aklına yatmamakta ve uygulanabilirliği haklı olarak sorgulanmakta.
Hatta şimdiden bu projenin çöp olduğunu yorumlayanların sayısı hayli fazla.
Hele ki, Türkiye ve Irak ‘Kalkınma Yolu’ projesini hayata geçirdiğinde, neredeyse hiç şansı olmayan bir proje.
Bütün mesele, başta PKK olmak üzere, kimi İran’ın, kimi siyonistlerin kontrolündeki terör örgütlerine karşı güvenliğini sağlamak.
Burada elde edilecek başarı, gerek bölge ülkeleri, gerek Türkiye için yepyeni bir dönemin kapısını aralayacak.
Ne yapıp edip bunu başarmak zorundayız.
Dikkat edeceğimiz bir başka husus da içimizdeki uzantılar!
Yüzlerini son 10 senedir net biçimde açık ettiler.
***
Şimdi en büyük avantajımız olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü, Marmaray’ı, İstanbul Havalimanı’nı yaptırmamak için ne kadar uğraşmışlardı, hatırlıyor musunuz?
Gezi olaylarıyla günlerce Taksim’i yakıp yıkan, kepçelerle Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi'ne yürüyüp, Erdoğan’ı devirmeye çalışanların taleplerinin en başında bu projelerin durdurulması geliyordu, biliyorsunuz.
11 sene sonra imza attığımız projelere bir de bu gözle bakın.
Ve o dönem, üçüncü köprü, Marmaray ve İstanbul Havalimanı’na en çok karşı çıkanın Almanya olduğunu, hatta Gezi’de fink atan Alman ajanlarının olayları nasıl organize ettiklerini hatırlayın.
Tesadüfe bakın ki, tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan Bağdat’taKalkınma Yolu’na imza atarken, aynı gün Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier İstanbul’daydı ve Erdoğan sonrası Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak gördükleri İBB Başkanı ile dünyaya poz veriyordu!
Devletlerin birbirleriyle konuşma, mesaj verme biçimine artık alıştık.
Ülkelerin başına getirdikleri 'Zelensky’lerin ne yaptıklarını da acı örnekleriyle gördük.
Şunca şey ortadayken daha ne söyleyeyim!
Erdoğan olmasa, o köprü ve tüp geçitler yapılır mıydı?
O yatırımlar yapılmasa, bu ticaret yolları kurulur muydu
Müslümanlar paramparça
2 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme: 2 Mayıs 2024 00:45
A -
A +
En üzüldüğüm hadiselerin başında gelir...
Zaten yetmiş iki fırkaya ayrılmışız…
Bir de Ehl-i sünnet Müslümanların arasında fitne çoğalıyor.
Hoş, şeytanın başka yerde işi ne!
FETÖ örneğinde de gördüğümüz dini tahrif eden reformistler, Selefî, Şia, Vehhabi akımlar yetmezmiş gibi, üzerine bir de Ehl-i sünnet cemaatlerin içine ayrılık tohumları ekiliyor.
Zaten çoktan ektiler de, şimdi hasat toplanıyor!
***
Ehl-i sünnet cemaatlerde üst üste yaşanan parçalanma ve bölünmelerin sonuncusu İsmailağa’da patlak verdi.
Merhum büyük âlim Mahmut Ustaosmanoğlu hocaefendinin 2022 senesinde vefatının ardından yerine, en yakınındaki isimlerden Hasan Kılıç hocaefendi getirilmişti.
94 yaşındaki Hasan Kılıç hocaefendinin de geçtiğimiz hafta vefat etmesi sonrası, İsmailağa ile cemaatin vitrini olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü Hoca (Cübbeli Ahmet) arasında şeyh tayini ihtilafı yaşandı.
Cübbeli Ahmet Hoca, cemaate mensup bazı isimlerle birlikte, Denizli’de yaşayan İbrahim Uslu Hocaya biat açıklarken, İsmailağa cemaati ise Fikri Doğan’ın yeni şeyhleri olduğunu duyurdu.
Cübbeli Ahmet Hocanın “FETÖ, İsmailağa cemaatini ele geçirmeye çalışıyor” suçlaması ve İsmailağa istişare heyetinin, Cübbeli Ahmet Hoca için “Tekkemiz ve cemaatimizle hiçbir ünsiyeti kalmadı” açıklaması, yakın zamanda başka cemaatlerde de görülen üzücü hadiselere yeni bir halka olarak eklendi.
***
Dün, bir grup basın mensubu ile İsmailağa’nın İstanbul Fatih’teki külliyesine davetliydik.
Merhum Hasan Kılıç hocaefendinin oğlu Abdullah Kılıç, son iki şeyhin de torunu olan Muhammed Fatih Ustaosmanoğlu ile cemaatin önde gelen isimlerinden İsmailağa Camii İmamı Salih Topçu, üç saate yakın soruları cevapladı.
Çıkışta İsmailağa’nın yeni şeyhi Fikri Doğan hoca ile de selamlaşma kabilinden kısa bir görüşme oldu.
Bu, bir cemaatin doğrudan yaptığı ilk ve tek basın toplantısı organizasyonuydu.
***
Fitne ateşine odun taşımamak için beyanatların detayına girmeyeceğim; yazılı açıklamalarından, ana hatlarıyla az-çok ne dedikleri belli zaten.
Sadece şu kadarını söylemeliyim; İsmailağa gibi, 15 Temmuz gecesi FETÖ’ye karşı canını ortaya koyan Ehl-i sünnet cemaatlerden FETÖ çıkmaz, bu doğru…
Yalnız bir yerde fitne çıkmışsa, orada mutlaka FETÖ vardır, bunu da göz ardı etmemek gerek.
Nitekim firari FETÖ’cülerin, kavgayı alevlendirmek için yayınladıkları videolardan da bu amaç gayet açık anlaşılıyor zaten.
FETÖ öyle habis bir ur ki, sirayet ettiği bünyeyi mahvediyor.
Daha öncekilerde olduğu gibi, İsmailağa’da da şeyh tayininden çıkan münakaşa, olsa olsa FETÖ gibi karanlık örgütlere yahut vatandaşı dinden soğutma gayretinde olan İslam düşmanlarına yarar.
Dünkü basın toplantısında cemaat temsilcilerinin açıkladığı şekilde Mahmut Ustaosmanoğlu hocaefendi de, Hasan Kılıç hocaefendi de kendinden sonra gelecek halifesini hayattayken tayin etmiş ve cemaat mensuplarının şahitliğinde kayıt altına aldırmış ise o zaman bu ayrılığın önüne neden geçilemedi?
Dilerim tez zamanda aklıselim galip gelir ve İsmailağa’yı saran bu fitne bir an önce son bulur.
***
Ezcümle…
Bu cemaatler dini öğretme ve doğru biçimde yaşatma kapısı, -ki İsmailağa da kendini ‘tekke’ olarak tarif ediyor zaten.
Öyleyse başa kim seçilirse seçilsin, şayet amaçtan sapmıyorsa, cemaat mensupları için dine hizmet etmeye ve dini yaşamaya mâni bir durum oluşturmuyorsa, o zaman ortada büyük bir mesele de yok demektir.
Gazze’de son örneğini gördüğümüz İslam dünyasının hâline bakıp ibret almamız lazım.
Bakın, Müslümanlar paramparça.
Peygamber Efendimiz “Ayrılıkta azap, birlikte rahmet vardır” buyuruyorlar.
Bu bölünmeler bitmeyecek mi hâlâ!
.
CHP “Belediyeleri kazanırsak yükü hazineye yıkacağız” vaadi mi vermişti?
26 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme: 26 Mayıs 2024 10:56
A -
A +
Siyasette doğrular değil, popülizm prim yaparsa olacağı budur!
Seçim öncesi bol keseden vaat dağıtan belediyeler, şimdi “Maaş bile ödeyemiyoruz” diye zırlayarak, yükü hazineye yıkmaya çalışıyor.
Olan ne?
Çoğu belediye, zaten oy için ihtiyacından çok fazla personel istihdam ediyordu.
Seçim yanaşınca yine oy için daha da artırdılar sayıyı…
Şimdi bu yük, yeni seçilenlerin üzerine kaldı.
Peki onlar ne yapacak, derseniz…
Eski belediye başkanının aldıklarını atıp, yerine kendi yandaşlarını dolduracaklar!
Seçim öncesi söz verdiler çünkü!
***
Oysa belediyelere hiç ihtiyaç olmadığı hâlde alınan personel kadar, işten atılan personelin de bir maliyeti var.
En başta da tazminat yükü.
İddia ediyorum, bugün belediyelerin yüzde 90’ı hizmet derdinde değil, gece-gündüz akıllarında tek konu var, personel alımı ve giderlerini karşılama meselesi.
Atılacaklar var, alınacaklar var…
Problem şu ki, kasalar boş.
Çoğu, maaşı zor denkleştiriyor; sigorta ve vergileri zaten ödeyemiyor.
Bunu da devlete yüklemeye çabalıyorlar.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesinde de en önemli başlık bu değil miydi?
***
Etme-bulma dünyası; muhalefet bu defa ettiğini çekecek…
Her seçim öncesi bol keseden vaat dağıtarak iktidarı köşeye sıkıştırdılar; en sonunda AK Parti de daha önce hiç yapmadığını yaptı ve 2023 seçimleri öncesi muhalefete karşı kesenin ağzını sonuna kadar açtı.
Vatandaşın devlete olan borçları mı kapatılmadı, EYT mi çıkarılmadı… Açıklanan maaş artış oranlarıyla sendikaların yüzlerinde güller açtı.
Hem de pandemi ve Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin yol açtığı çok büyük felakete rağmen.
Ya uzun vadede ekonomik zararı telafi etmek yahut Türkiye’yi Kemal Kılıçdaroğlu’nun altılı maşasına teslim etmek gibi iki kötü seçenek arasından, ülkenin daha az zararlı çıkacağı ekonomik kaybı tercih etmekten başka seçeneği yoktu iktidarın.
Öyle de yaptı, şimdi bedelini ödüyoruz.
***
Geçen senedeki Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimini, ‘vatandaşın, muhalefetin vaatlerine teveccühüne’ uygun olarak bol keseden para dağıtıp atlatan hükûmet, 31 Mart Mahallî Seçimlerinde ise doğru noktada durup bunu yapmadı ve büyük oranda CHP’ye kaybetti.
Türkiye’yi yıllardır uçuk vaatlerle büyük bir felakete sürükleyen CHP, bu defa kazanmış olmanın şokuyla ne yapacağını bilmez hâlde.
Büyük laflarla seçim kazananlar, çözüm olarak bula bula üstlerindeki yükü hazineye yıkmayı bulmuş!
“Seçim kazanırsak borçlarımızı bitirmek, maaşlarımızı ödemek, yandaşlarımızı belediyelerimize doldurmak için hükûmeti hazineden daha çok para vermesi için ikna edeceğiz” diye bir vaadiniz var mıydı?
Elbette yoktu… Hepsi allameydi, göreve gelir gelmez uçuracaklardı belediyeleri. Ya şimdi!
Sizin yandaşlarınıza vaatlerinizi yerine getirebilmeniz için hükûmet niye size fazladan para versin?
Bunu isterken hiç mi utanmıyorsunuz?
Daha şimdiden akrabalarını belediye makamlarına yığanlar bir de tasarruftan, liyakatten bahsetmiyor mu, insanın ortadan yarılası geliyor.
Madem tasarruf istiyordunuz, işte tasarruf…
Cevabı, gazetemize yaptığı açıklamada Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki verdi.
“Seçimi kaybedeceğini anlayan, personel aldı. Gelenler de maaşları ödeyemiyor ama aynısını kendi yapıyor. Zaten içerisi personel dolu. Devlet bu yükü niye çeksin?” dedi.
Tasarruf tedbirleri kapsamında, parti ayrımı gözetmeksizin hiçbir belediyeye ek kaynak verilmeyecek.
İşte o kadar!
Vatandaşa vaatte bulunurken neye dayanarak söz verdiyseniz, gidin öyle çözün meselenizi.
*******************
Maaş ödeyemeyen belediyeler köpeklere barınağı nasıl yapacak?
Özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirler…
Yılların kanayan yarası sokak köpekleri meselesini hiç dikkate almadılar, hatta köpeklerin metrobüslere kadar girmesini marifet saydılar!
İlçe belediyeleri de köpekleri toplayıp komşu ilçeye bırakarak güya vazifelerini yaptılar!
Şimdi gün geçmiyor ki köpeklerin parçaladığı bir insanın haberini yapmayalım.
***
Bitlis’te sokak köpekleri tarafından ısırılan 10 yaşındaki bir çocuk, iğneden korktuğu için olayı ailesine söylemedi ve tedavisinde geç kalındığı için kuduzdan hayatını kaybetti.
Aynı şekilde geçen sene Şanlıurfa Siverek’te bir mimar, kuduz aşısı yaptırmasına rağmen, köpeği tarafından veterinerde ısırıldıktan sonra aynı akıbeti paylaştı.
Sokak köpeklerinin doğrudan saldırarak öldürdüğü yahut köpekten kaçarken araçların altında kalarak ölen çocukları, yaşlıları; sayıları arttıkça vahşileşen köpek sürülerinin ağıllara bile saldırarak, diğer canlılara verdikleri zararı saymıyorum bile.
Uzunca bir süredir yayınlarımızda dile getirdiğimiz bu feryadı nihayet hükûmet duyma zahmetinde bulundu.
Alttan topladılar, üstten çarptılar, baktılar ki iş çoktan çığırından çıkmış.
İt lobilerinden tırstıkları için parmağını kıpırdatmayan belediyelerin çözmediği mesele de hükûmetin üzerine kaldı.
Cumhurbaşkanı’mızın talimatıyla AK Parti yeni bir kanuni düzenleme için çalışma başlattı.
Bunun içinde elbette Avrupa’daki gibi ‘uyutma’ formülü de masaya yatırıldı.
Ne var ki zamanında yeterli barınak inşa etmeyip, hayvanları kısırlaştırmayan belediyeler (Özellikle de CHP’li belediyeler) iktidarın gündeme getirdiği yasal düzenlemeye karşı da kendilerince popülizm üretiyor.
Uyutma formülüne karşılarmış!
***
Peki o zaman, -zaten yerelde iktidar sizsiniz ve bu iş temelde sizin meseleniz- şehrinizdeki bütün köpekleri alacak kapasitede barınaklar inşa edin, görelim samimiyetinizi.
Türkiye’de sokaklarda en az 5 milyon başıboş köpek olduğu tahmin ediliyor –ki, bu rakamın 10 milyonu bulduğunu söyleyenler de var.
İzmir’de 1.500 köpek kapasiteli bir barınak yaptılar, maliyeti 38 milyon lira.
Sokaklarımızın Avrupa’daki gibi güvenli hâle gelmesi için bütün köpeklerin toplanması gerekiyor.
Çünkü köpeklerin saldırganlığı kısırlaştırarak çözülmüyor, dolayısıyla kısırlaştırıp barınaklarda tutmaları gerekiyor.
Yapın kardeşim 5 milyon köpeğin sığacağı barınakları, biz de sizi alkışlayalım.
1.500 köpeğin sadece barınağı 38 milyon liraya mal olmuşsa demek ki 5 milyon köpek için yaklaşık 127 milyar liraya ihtiyaç var.
Buyurun!
-Ki bu sadece barınak inşası için gereken rakam, bunun bir de kısırlaştırma ve o hayvanların günlük beslenme, bakım maliyeti var.
Burayı fazla rakama boğmamak için detaylarına girmeyeceğim ama geçenlerde bazı verilere göre hesaplamasını yaptık, 4 milyon köpeğin yıllık yaklaşık maliyeti 600 milyar lira.
Devletin belini çökertti dediğimiz EYT’nin senelik maliyetini geçenlerde Çalışma Bakanı açıkladı, yıllık 580 milyar lira.
Bu meseleler lafla, popülizmle çözülmüyor… Madem köpek problemini halletmek belediyelerin işi, buyurun, elinizi tutan mı var!
Amaaaa!
Biliyoruz ki her zamanki gibi sadece lafla geçiştirip, köpekleri yine sokaklara salacaklar.
O köpekler de sürüler hâlinde çoluğumuza çoğumuza saldırmaya, sokaklarda terör estirmeye devam edecekler.
Hiçbir gelişmiş ülkede görülmeyecek bu rezalete imza atanlar da her lafa çağdaşlıkla başlayıp, riyakâr siyasetle arsızlık yapmayı sürdürecek.
Savaş kapımıza dayandı!
30 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme: 30 Mayıs 2024 00:19
A -
A +
Beka meselemiz falan yoktu, bunları iktidar ve yandaşları uyduruyordu!
Siyonizmin operasyon çocukları bu algı çalışmasını yürütürken, elbette ana gayeleri karşı karşıya olduğumuz büyük risklere karşı toplumun gözüne perde çekmekti.
Çok şükür, geçen seneki ‘sandık’ badiresini Anadolu’nun ferasetiyle atlattık.
Şimdi olanlara bakın.
***
Türkiye’deki genel seçimden dört ay sonra İsrail canisi Netanyahu BM’de Filistinsiz İsrail haritası gösterdi, bundan 15 gün sonra da İsrail’e tuhaf bir saldırıyla(!) harita uygulamaya geçti.
7 Ekim tuzağı ile ilgili daha önce -İran’ın karanlık pozisyonuna da dikkat çekerek- fikrimi çokça beyan ettim, tekrarlamayayım.
Yıllardır ‘açık hapishane’ iken, 7 Ekim sonrası katliam gölüne dönüşen Gazze’de, 2 milyon 300 bin kişiden bugün kaç kişi kaldı, net sayıyı bilen yok.
Resmî rakamlara göre 10 bin kayıpla birlikte -çoğu kadın ve çocuk- yaklaşık 50 bin kişi vahşi bir hazla öldürüldü, ne Batı’dan, ne de içimizdeki operasyon çocuklarından çıt çıkıyor.
Siyonizme köpeklik işte böyle bir şey!..
***
Katliamın hemen ardından “Bize ne Arap’tan, bize ne Gazze’den” algısıyla görevlerini ifa etmeye devam eden operasyon çocukları, senelerdir sınırımızda kurulmaya çalışılan ‘terör’ makyajlı yeni İsrail’e de su taşımakta.
Çukur-hendek kalkışması ve 6-8 Ekim olaylarıyla Türkiye’yi bölmeye çalıştılar…
“Buralar vadedilmiş topraklar. Musa’nın ömrü bu toprakları aramakla geçti” diyerek niyetlerini de açıkça söylediler.
Buna rağmen, CHP başta olmak üzere, birileri bu amacın gerçekleşmesi için Türkiye Cumhuriyeti devletine meydan okumaya devam etti.
"MİT Tırı" üzerinden Türkiye’ye kumpasa mı kalkışmadılar, “DEAŞ’ı destekliyor” yalanıyla geri adım attırmaya mı çalışmadılar, hiçbirini beceremeyince 15 Temmuz darbesiyle işgale mi yeltenmediler, işgalcileri aklamak için ‘kontrollü darbeydi’ mi demediler… Neler oldu, neler!
Acı olan şu ki, toplumun da önemli bir kesimi bu ihanet politikasını sandıkta destekledi!
Çünkü gözlerine perde çekilenlere düşman olarak Erdoğan filmi izletilmekteydi!
Böylece perde arkasını görmeleri, görseler bile umursamaları profesyonelce engellenmişti.
***
Oysa, 40 yıldır var olan terörle mücadele, devleti içeriden işgal eden FETÖ’nün temizlenmesi aslında siyonizmle savaş değil miydi?
Biz bunlarla uğraşırken, ABD’si, İngiltere’si, Fransa’sı, Almanya’sı niye ‘terör devleti’ kursunlar diye PKK/YPG’ye milyarlarca dolarlık silah taşıyordu?
PKK teröristlerinin de İsrail’e destek için götürüldüğü Gazze soykırımı, diğer toplumlar için ‘turnusol’ oldu.
Dünyaya insan hakkı, demokrasi, özgürlük raconu kesen Batılı küresel gücün gerçek yüzü, bütün hakikatiyle ortaya serildi.
Bakın, Beyaz Saray Sözcüsü Refah’ta sıkışıp kalmış yüz binlerce sivilin yakılarak katledilmesine yine “İsrail henüz sınırı aşmadı” diyor.
Bir ara Başkan adaylığına yeltenen ABD’nin eski BM temsilcileri Nikki Halley İsrail bombalarının üzerine “Bitirin onları” yazıyor.
Donald Trump tekrar başkan seçilirse katliama daha fazla destek vermeyi vadediyor.
Ve bunlar, hemen sınırımızda ‘Teröristan’ kurmaya çalışıyor.
***
Beka meselemiz olduğuna ister inanın, ister inanmayın, keyfiniz bilir ama, hakikat şu ki düşman durmuyor…
Amerika, Suriye-Türkiye hattında sınırlarını çizdiği terör devleti için 11 Haziran’da bölgesel seçim sandığı kurduracak.
Batı bloku el mecbur arkasında zaten.
15 Temmuz işgal girişiminin ardından yaptığı üç ayrı operasyonla bu projenin önünü kesen, şimdi de Irak ve Suriye’de büyük terör temizliğine hazırlanan Türkiye, MGK bildirisinde geri adım atmayacağını ilan etti.
Onlar nasıl ki kendi projelerini yürütüyorsa Türkiye olarak bizim de hedeflerimiz var.
Yeni ticaret yolları açmak, başta Akdeniz olmak üzere, enerjide hem büyük üretici, hem merkez olmak ve Türk dünyası ile birlikte yeni bir güç merkezi oluşturmak gibi...
Birinci Dünya Savaşı sonrası Türklerin sadece Anadolu topraklarında geçici olarak yaşamasına müsaade edenlerin planı ise tam aksine…
Onlar, bir an evvel önümüzü kesmek, hatta bizi bölüp parçalayıp, tehdit oluşturmamızı büsbütün engellemek istiyor.
İşte bunun için sınırımızda ikinci İsrail projesine hız verildi.
“Kürtler, bizim kayıp kardeşlerimiz” diyen Yahudi aklın günü geldiğinde burada da ne yapacağının örneği ise Gazze.
***
Eski Millî Savunma Bakanımız Hulûsi Akar’ın dikkat çektiği gibi, 3. Dünya Savaşı başladı, ama mücadele vekaletler üzerine.
Mısır, Lübnan, Irak, Suriye ve en nihayetinde Türkiye ateş hattında.
İran da bizimle birlikte hedefte gibi görünse de, o kadar emin olmayın…
Hatta Türkiye’ye ve kardeş ülkelere karşı bu güçlerle ‘gizli’ iş birliği yürüteceğinden emin olabilirsiniz!
Bu politikayı yürütmeleri siyonizm için o kadar önemli ki, bakın, İran Cumhurbaşkanı Reisi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’le baraj açılışı için buluştuğu, “Birileri bir araya gelmemizi istemiyor” dediği gün helikopter kazasında öldü.
Aynı şekilde bir hafta sonra Azerbaycan ve Türkiye’ye sıcak mesajlar veren Ermenistan Başbakanı’nın helikopteri düşmekten kıl payı kurtuldu.
Reisi’den bir hafta önce de Azerbaycan’a giden Slovakya Başbakanı vurulmuştu.
Bunlar tesadüf olamaz!
Yani bölgemizde yürütülen yeni dizayn çalışmasında Ukrayna savaşı ile Gazze birbirinden bağımsız değil.
Önlerinde en büyük engel olarak sadece Rusya ve Çin durmuyor, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dirayetli liderliği de onlar için rahatsız edici.
Çok yol denediler, yıkamadılar…
Başarsalar, "ikinci İsrail" çoktan kurulmuş olacaktı sınırımızda…
Hatta Türkiye 2015’te bölünmüş, o topraklar da katılmış olacaktı 'Teröristan’a.
Fakat henüz hiçbir şey bitmedi, ‘onlara göre’ er ya da geç milyarlar akıttıkları bu proje o-la-cak...
Mesela geçen sene Kemal Kılıçdaroğlu seçilse Suriye’den askeri çekeceğini vadetmişti.
Yerine seçilen Özgür Özel, sürekli “Kavala”, “Demirtaş” diyerek selam çakıyor aynı noktaya.
Göreve hazırlanan Türk Zelensky modeli ise işbaşına getirileceği günü bekliyor sabırla!
Sonra da diyorlar ki; Beka problemi yok(!)
Oysa her şey ortada.
***
Yıllardır ‘terör’ kisvesi altında yüzleştiğimiz, Gazze örneğinde gördüğümüz üzere, karşılaşmamız muhtemel olan gerçek, bir gün bütün şiddetiyle karşımıza çıkacak.
Ama bugün, ama yarın…
PKK-YPG’yi meşrulaştırmak için yapacakları bölgesel seçim hamlesiyle de niyeti açık açık ortaya koyuyorlar.
Zayıf noktamız, CHP gibi siyasi partilerin bu projeye dayanak olması ve maalesef bu partilerin arkasına takılan kitlelerin böylesine büyük bir tehdidi umursamaması.
Savaş kapıya dayandı, bunlar ne zaman uyanacak?
Yapay zekâ meselesi millî güvenlik tehlikesi
2 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme: 2 Haziran 2024 00:14
A -
A +
Son Millî Güvenlik Kurulu bildirisinde ilk defa yapay zekâya yer verildi.
Sadece askerî alanda değil, ekonomide, ilimde ve toplumlar üzerinde büyük etkiler oluşturacağına, insanlık tarihinde yeni bir merhaleye geçilebileceğine dikkat çekildi.
Bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz robotlar çağına giriyoruz.
Şimdiden pek çok mesleğin sonu göründü.
Mesela yazılımcılık çağın mesleği zannediliyor ama, yapay zekâ, ne istiyorsanız çok kısa sürede kodlayıp, işinizi halledecek.
Muayeneyi, ameliyatı robotlar yapacak; hem de dünyanın her yerinde aynı seviyede!
Böylece doktor iyi miydi, kötü müydü; yanlış teşhis mi koydu diye bir dert olmayacak, insan hatası sona erecek.
Mühendislerin işini sıfır hatayla yapay zekâ yapacak, hem de çok kısa sürede.
Borsa, muhasebe gibi yine pek çok alanda işlerin büyük kısmını yapay zekâ üstlenecek.
Kısaca, yapay zekâdan en fazla etkilenenler, ‘beyaz yakalılar’ olacak.
***
Otomobil teknolojisindeki değişim de gelecekte olacakların işaretlerini veriyor.
Otonom araçlar, insanı sadece yolcu koltuğunda oturtacak. Hata yapma riski olan insanoğlunun araç kullanması mümkün olmayacak.
Askerî teknolojiler de hızla değişiyor… Lazer silahlar, insansız hava, kara, deniz araçları, robot askerler.
Gelecekte ‘Terminatör’ler savaşacak.
Toplumlar da dönüşecek elbet… Hem de hızla… Hatta başladı bile bu değişim.
Daha şimdiden sosyal medya üzerinden yapay zekânın kullanıldığı bot hesaplarla toplumların nasıl angaje edildiğini, oluşturulan akımlarla insanların nasıl dejenere edildiklerini izliyoruz.
Bunlar henüz fragman!
***
Teknoloji iyi bir şey midir?
Ha-vet!
Kimin yönettiğine ve kullandığına göre değişir bunun cevabı.
Bilgisayar, internet, akıllı telefonlar kimin için, ne sonuç doğurduysa, önümüzdeki süreçte bu etki muazzam seviyede katlanarak artacak!
Bu süreçten kaçış yok…
Milletler, devletler, toplumlar, aileler, bireyler bu teknolojinin getireceği olumsuzluklara karşı ne kadar tedbir alabilir, aynı zamanda bu teknolojiyi ne kadar faydalı kullanabilirse o ölçüde netice alacak.
Şahsi fikrimi merak ediyorsanız; gelecek adına çok ümitli değilim.
Sebebi, bu gücü elinde tutanlar.
İşte Gazze.
At arabasında yaralı taşıyan masum insanların, çadıra sığınan kadınların, bebeklerin üzerine son teknoloji silahlarla bomba yağdıranların dünyaya hâkim olduğu ‘kapkaranlık’ bir çağdayız işte.
“Benim teknolojik gücüm var; istediğimi yaparım, istediğim medeniyeti, toplumları yok ederim” zihniyetinin hâkim olduğu, bu güçten çekinenlerin sesinin çıkmadığı bir dünya karanlık bir tünele girmiştir aslında.
***
Yapay zekâ muazzam bir nimet gibi görünse de, bu teknolojiye hâkim olanların yarın neler yapabileceğini kestirmek mümkün mü?
Basit bir örnek; artık suikastlarda tetikçiye gerek kalmayacak, sinek kadar küçük silahlı robot, gösterdiğiniz hedefi yok edecek.
Böylece, ‘silah icat oldu, mertlik bozuldu’ lafı da tarihe karışacak, hedefler ‘kimvurdu’ya gidecek.
Tespitlerimi karamsar bulduysanız biraz daha içinizi karartayım…
***
Dünyada neler değişecek?
18 Şubat 2018 tarihli makalemde yazmıştım…
Bugünlerde yeniden hatırlamakta yarar var.
***
Antonio Garcia Martinez…
Gözümüzü ayıramadığımız Facebook’un üretim müdürüydü...
Kuzey Kaliforniya’daki Silikon Vadisi’nin dâhi çocuklarındandı…
Yıllarca teknolojinin kalbinde çalıştı…
2017’de ani bir kararla Silikon Vadisi’ni terk etti...
Seattle açıklarındaki Orcas adasında aldığı küçük bir arazide inzivaya çekildi.
Arsasını, kendi kendisine yetebilecek şekilde tasarladı.
Barınaklar, temiz su, tarımsal ürünler, hatta mühimmat stokladı...
Ve dünyanın başına gelecekleri beklemeye başladı.
***
‘Medeniyetin çöküşü’ riskine karşı kendince tedbir alan eski Facebook yöneticisi ile BBC röportaj yaptı.
Soru şuydu: “Bizim farkında olmadığımız bir şey mi biliyorsun? Söyle de biz de başımızın çaresine bakalım…”
Dedi ki: “Dünyanın çok kısa bir süre içerisinde neye benzeyeceğini gördüm ve bu bana yetti.”
Sonra devam etti;
Gelecek 30 yıl içerisinde dünya nüfusunun yarısı işsiz olacak. İşler çirkinleşebilir. Medeniyet tamamen çökebilir. O yüzden ben buradayım.
***
Martinez, işler kötü giderse yüzerek bile Kanada’ya kaçabileceği bir ada seçmişti.
Silikon Vadisi’nde geliştirilen yapay zekâ ve robot teknolojilerinin sanılandan çok daha kısa bir sürede küresel ekonomik dengeleri altüst edeceğini düşünüyordu.
Ve dünyayı şöyle uyarıyordu;
Ben gelecekten geliyorum. Daha yeni San Francisco adlı zaman makinesinden çıktım. Dünyanın gelecek 5-10 yıl içinde neye benzeyeceğini gördüm. Şu an size inanılmaz gibi gelen şeyler çok yakında gerçek olacak. Siyaset ve teknoloji arasında ciddi bir yarış söz konusu. Teknoloji şu an açık ara önde gidiyor. Çok sayıda insan gelecekte işini kaybedecek. Bu durumun önüne geçecek sosyal politikalara dair hiçbir çalışma yok.
***
Martinez, Silikon Vadisi’nden inzivaya çekilen tek yönetici değil.
Gelecekten korkan pek çok teknoloji uzmanı, medeniyetten uzak bir hayatı seçti.
Fakat teknolojiyi elinde tutanlar durmuyor.
İşin nereye vardığını, 2018’de Davos’tan, Cumhurbaşkanı’mızın eski danışmanlarından iş adamı Cüneyd Zapsu paylaştı.
O sene Davos’ta konuşulanları ise ‘ürkütücü’ olarak ifade etti Zapsu…
Homo Sapiens’in yazarı İsrailli Profesör Yuval Harari’nin anlattıklarını aktardı.
Söyledikleri özetle şöyleydi;
Çok değil, 15-20 sene sonra insanlar bambaşka bir cins hâline gelecek. Yani şu an yaşayanlar son normal insan nesli… Bizden sonraki insanlar bağımsız olarak yaşayamayacak. Ülkeleri değil, ‘insanlığı’ küçük bir elit grup idare edecek. Bağımsız düşüncelerini kaybetmiş bir insanlıktan bahsediyoruz. Yeni çağ başlıyor. Datanın, verinin sahibi çok küçük bir grup dünyayı yönetecek, geri kalan ise idare edilen olacak.
Bizler hâlâ cep telefonumuzun ‘hack’lenmesinden, kişisel verilerimizin başkalarının eline geçmesinden korkuyoruz. Artık bu geride kaldı. Artık beyinlerimiz ‘hack’lenmeye başladı. Beyin dalgaları, biyometrik sensörlerle elektrik akımına çevrilerek analiz ediliyor. Sizin ne düşüneceğinizi, birini gördüğünüzde ne tepki vereceğinizi, ne düşündüğünüzü anlamaya başladılar. Daha korkunç olan, bundan kurtulma şansınız yok. Siz teknoloji kullanmasanız bile etrafınızdaki insanlar kullanacak ve oradan da takip edilebileceksiniz. Veriler ışık hızıyla gidiyor.
İnsanlar bundan sonra da yaşayacak ama, tabii hayat olmayacak. Ne yapacağımıza, ne yiyip ne içeceğimize bile bu teknolojinin sahipleri yön verecek.
Şu an yaşayan insanlar, son bağımsız insan topluluğu olacak. Bundan sonra bizim çocuklarımız bağımsız olmayacak. Onları, bu yeni insan çağına yetiştirmemiz, dinî telkinler vermemiz lazım.
***
Ve İsrailli Profesör Harari’den bir başka önemli bilgi…
Şu anda İsrail hükûmeti Batı Şeria’da her canlıyı (sadece insan değil) dünya tarihinde görülmedik şekilde 24 saat kontrol altında tutuyor. İsrail dışında bu işin önemini anlayıp kontrolüne çalışan bir tek Çin var. Batı hâlâ kafasını insan haklarına yoruyor ama şirketlerin ne yaptığına kimse bakmıyor.
***
İşte altı sene önceki Davos’ta Harari’nin anlattıkları, Martinez’in uyarıları ve bugün dünyanın geldiği nokta.
Yapay zekâ, MGK bildirisindeki gibi insanlık tarihinde yeni bir eşik olacak, hayat yeniden şekillenecek; buna ayak uydurmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok.
Lakin, bu yeni merhalenin yol açacağı tehditlere tedbir almak, hayati mecburiyet.
Devletimiz olacakların farkında, bütün mesele ivedilikle aksiyon almakta.
Tedbir dediysek, bu sadece teknolojide onları yakalamak değil… Çin’in yaptığı gibi, iç işgale kapıları kapatmak da en az bunun kadar mühim.
Çağın gerisinde kalanların, teknolojiye hâkim güçlerin boyunduruğu altında yaşayanların sonunu görmek istiyorsanız işte Irak, işte Suriye, işte Gazze.
Hâlen 10. yıl marşı okutarak memleket kurtaracağını zannedenlere…
Ülkemizi küresel güçlerin hegemonyasından kurtaracak yeni bir anayasaya ‘ne gerek var’ diyenlere de ders olması dileğiyle.
Kıskaçtaki Türkiye
13 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme: 13 Haziran 2024 00:13
A -
A +
İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen küresel mekanizma, içinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde karanlık bir dehlize girmiş durumda.
NATO, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği… Bugün hepsi tartışmalı hâle geldi.
Özellikle Gazze’deki soykırımın ardından Birleşmiş Milletler anlamını kaybetti.
İngiltere’nin Brexit kararıyla AB’den kopması da, Avrupa’daki birliğin ve dünyanın geleceğine yönelik önemli bir işaretti.
ABD’nin askerî tahakkümünden kurtulmak için ‘Avrupa ordusu’ hayali kuran ve “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Fransız lider Macron’un bütün hesapları Ukrayna savaşı ile suya düştü.
Şimdi de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı yenilginin ardından seçime gidiyor.
Benzer tartışmaların sürdüğü Almanya ise 100 milyar avroluk bütçe ile kendi ordusunu kurmaya çalışıyor.
90 bin ABD askerinin himayesindeki Almanya da artık açık açık büyük savaşa hazırlandıklarını gizlemiyor.
Avrupa halkı, AP seçimlerinde faşist partilere yönelirken, bu tavır ABD ve küresel güçlere meydan okuma olarak yorumlanıyor.
***
Savaş korkusuyla genişleyen NATO’nun nereye varacağı ise belirsiz…
Özellikle Türkiye açısından.
Ukrayna-Rusya savaşında yürüttüğümüz denge politikasından tutun, S-400 alımına kadar pek çok noktada Türkiye’den rahatsızlar.
Türkiye, ‘Tak diye emredileni, şak diye yapan’ ülke değil artık.
Suriye’de karşı karşıya bırakıldığı tehditlerden ders aldı çünkü.
Bizi koruması gereken NATO’nun, Rusya ile uçak krizi yaşarken Patriot hava savunma sistemlerini söküp götürmesine cevabı, Rusya ile ilişkileri düzeltip S-400 alarak vermişti.
15 Temmuz’a varana dek üst üste yaptıkları darbe girişimleri, sınırımıza 'teröristan' kurma çabaları, KKTC, Akdeniz, Ege ve Kafkaslarda Türkiye’nin karşısında tavır takınmaları, NATO ile Türkiye arasındaki bağları sarsan önemli başlıklardı.
Bunlara karşın Türkiye, bir taraftan kendi gücüyle ayakta kalma mücadelesi verirken, öbür taraftan dengeli politika yürüterek, NATO ve Batı ülkeleri ile köprüleri tamamen atmadı.
ABD, İngiltere ve Avrupa ülkeleri ise ekonomik tetikçileri üzerinden Türkiye’ye kıskacı sürdürdü.
Mayıs 2023 seçimlerinden bu tarafa, Türk hükûmetinin, ekonomiyi toparlamak için Batı’ya gösterdiği sabrı izliyoruz.
İşte bu da Rusya’yı rahatsız ediyor.
***
Rus lider Putin, geçen hafta St. Petersburg’daki Uluslararası Ekonomik Forumu’nda gazetecilere konuşurken, “Bana öyle geliyor ki Türkiye'de hükûmetin ekonomik bloku son zamanlarda kredi almaya, yatırım yapmaya, Batılı finans kuruluşlarından hibe almaya ağırlık veriyor. Bu muhtemelen kötü bir şey değil ama eğer Rusya ile ticari ve ekonomik ilişkilerin kısıtlanmasıyla bağlantılı olursa, o zaman Türk ekonomisinin kazancından çok kaybı olur. Bana göre böyle bir tehdit var” değerlendirmesinde bulundu.
Putin’in sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Ukrayna savaşı bahanesiyle Türkiye’ye NATO blokunun bu yönde baskı yaptığını biliyor.
Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın önceki gün Rus liderle yaptığı görüşme, işte bu endişeyi gidermeye yönelikti.
Avrupa Birliği ve Rusya’nın karşılıklı ambargo mesajları ile Türkiye’yi kıskaca aldığı süreçte, BRICS toplantısına katılan Fidan, önce Rus mevkidaşı Lavrov ile görüştü, ardından Rus lider Kremlin’de kabul etti.
Bakan Fidan’ın, Rusya’daki zirvede, daha önce Türkiye’nin yaptığı BRICS üyeliği talebine atıfla “BRICS ile iş birliğimize değer veriyoruz. Topluluk içindeki çeşitlilik, kalkınma ve istikrarı artırır” ifadesi Moskova’yı memnun ederken, Avrupa ve ABD’yi rahatsız ettiği aşikâr.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temmuzun ilk haftası Astana’da Rus lider Putin’le, bir hafta sonra da NATO toplantısı için gideceği Washington’da ABD Başkanı Biden’le görüşmesi planlanıyor.
Kıldan ince, kılıçtan keskin bir süreçteyiz.
En büyük şansımız, başımızda Zelensky gibi bir kuklanın değil, dirayetli ve tecrübeli bir liderin bulunması.
Batı bloku; Kıbrıs, Akdeniz ve Suriye başta olmak üzere, isteklerine boyun eğmemizi istiyor. Hatta zaman zaman işi NATO’dan atma tehdidine kadar vardırıyor. Bugün yaşadığımız vize problemi bile bu baskının parçası.
Dünyada savaş büyür ve kapımıza dayanırsa NATO desteğine ne kadar ihtiyaç duyacağız, bu en önemli soru işareti. Bildiğimiz şu ki, zamana ihtiyacımız var… Bir de içeride birlik ve beraberliğe. İşte siyasette normalleşme süreci bu sebeple çok ama çok değerli. Bizi de bölerek İsrail’i sınırımıza kadar genişletmek isteyen küresel aklın, Rusya-Çin bloku ile savaşının tam merkezindeki ülke olarak önümüzdeki riskleri görmek, içeride birliği sağlamak ve artık lüzumsuz siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmak zorundayız.
Tabii iç çekişmelerin de bu kavgadan azade olmadığının farkına vararak
Avrupa’nın ‘Bozkurt’ korkusu
7 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme: 7 Temmuz 2024 01:26
Senelerdir Türk milliyetçilerini suç örgütü, hatta terörist sınıfına sokmaya çalışıyor.
Almanya’nın arka bahçesi Avusturya, 2019’da yaptı bu ikiyüzlülüğü.
Bunlar sözde özgürlükler ülkeleri ya!...
İslam’ı çağrıştıran flama ve işaretlerle birlikte, Türk’ün sembolü ‘bozkurt’ işaretini de yasakladı, yapanlara 1 ay hapis ve para cezasını kanunlaştırdı.
Abisi Almanya ve diğer birkaç ülke daha benzer girişimleri defaatle gündemine taşıdı, ancak henüz resmîleştiremedi.
İşte bu Avusturya’ya iki gol atarak Avrupa Şampiyonası’ndan eleyen millî futbolcumuz Merih, gol sevincini Türk’ün sembolü Bozkurt işareti ile gösterince Avrupa zehir yemiş köpek hâllerine büründü.
Şampiyonaya ev sahipliği yapan Almanya’nın İçişleri Bakanı UEFA’ya şikâyette bulundu, Ceza Kurulu Başkanı Avusturyalı (ve büyük ihtimalle Yahudi) Thomas Partl olan UEFA, örneği görülmemiş biçimde Merih’e iki maç cezayı yapıştırdı.
Bu kişi, Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) eski Başkanı Sepp Blatter ve UEFA eski Başkanı Michel Platini rüşvet ve yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle İsviçre'de dava edildiğinde bile, ne hikmetse hep soruşturma dışında bırakılmış.
Batı’da bütün kritik noktalarda olduğu gibi, futbolun da kimin kontrolünde olduğunu, bu karar bir kere daha gözler önüne serdi.
Hollanda millî takım oyuncusu Wout Weghorst ülkesinin simgesi aslan pençesi işareti yaptığında, Yahudi futbolcu sahaya İsrail’in soykırımını destekleyen bantla çıktığında kılını kıpırdatmayan; Sırp futbolcular çetnik selamı verdiğinde, Kosovalı oyuncular İsviçre’de çift başlıkartal selamı yaptığında sadece para cezası ile geçiştiren, taraftara münasebetsiz yerini gösteren İngiliz’e bile sadece bir maç ceza veren UEFA, ne hikmetse Türk’ün selamı ‘Bozkurt’ işaretinden çok rahatsız oldu ve Merih Demiral’a iki maç men cezası verdi.
Üstelik bunu öyle ayarlamışlar ki, itiraz hakkı da bulunmuyor.
Hazımsızlıkta başı çeken Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser “Türk aşırı sağcıların işaretlerinin bizim statlarımızda yeri yok. Avrupa futbol şampiyonasının ırkçılık için platform olarak kullanılması kabul edilemez” diyor.
Kim diyor bunu?
Gazze’de on binlerce çocuğu, kadını vahşice katleden İsrail’in soykırımını meşru göstermeye çalışan, tarihin en büyük katliamlarından birine uğrayan Filistinlilere desteği yasaklayan Almanya’nın İçişleri Bakanı.
Ya UEFA’ya ne demeli?
Bugüne kadar onlarca futbolcu, satanistlerin şeytanı sembolize eden işaretlerini, masonluğun tek göz işaretini yaptı, herhangi bir yasaklama iması bile duyduk mu?
Tam aksine Avrupa takım kaptanları bu sapkınlığa desteğe mecbur bırakıldı, Fransa’da LGBT bandı takmayan Muhammed Camara’ya dört maç ceza verildi.
Katar, 2022’deki Dünya Kupası maçları öncesinde takım kaptanlarının LGBT’ye destek için bant takmasını yasakladığında en çok hoplayan kişi de Alman Bakan Faeser olmuş, FIFA Başkanı’nın yanında kol bandı takarak kararı protesto etmiş ve LGBT’ye destek olmuştu.
Bunlar bu işte!
Sömürdüğü ülkelerden elde ettiği kanlı parayla hak etmediği bir zenginlik yaşayan Batı, özünde işte böyle bir pisliğin, sapkınlığın, kokuşmuşluğun, ikiyüzlülüğün yuvasıdır.
Bozkurt ise dünyada adaleti, din özgürlüğünü ve mazlumların hakkını korumayı ilke edinen Türk’ün sembolüdür.
Bundan korkmasınlar da ne yapsınlar!
***************
Öğretmen hakkı savunan CHP’ye bak!
Dün Gaziantep’ten ibretlik bir haber düştü önümüze.
CHP’li Şehitkâmil Belediyesi, seçimi kazandığı 31 Mart’tan bu yana 60 temizlik işçisini çıkarıp, yerlerine kimi görevlendirmiş biliyor musunuz?
Kütüphane birimindeki 40 öğretmeni.
Aralarında doktora dâhil beş diploması olan, TEKNOFEST’e dört projeyle katılanlar var.
Şimdi hepsi çöpçü olmuş; çünkü CHP böyle uygun görmüş!
Öğretmeni, emekliyi, memuru, işçiyi dilinden düşürmeyen; lafta istismar etmediği kesim bırakmayıp, icraatta tam aksini yapan CHP’nin gerçek yüzünü unutan varsa işte Şehitkâmil örneği.
CHP hep buydu ve hep öyle olacak.
Onlar kandırmaktan bıkmaz da, millet ne zaman bıkacak?
Masonları, sömürgecileri hoplatan Millî Eğitim Bakanı
25 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme: 25 Temmuz 2024 00:47
A -
A +
Müsteşarlığı döneminde, dershanelerin kapatılmasından başlayarak, FETÖ ile mücadelede önemli bir rol üstlenen Yusuf Tekin, Millî Eğitim Bakanlığı görevine getirildiğinden bu yana eğitimle ilgili hep şikâyet ettiğimiz köklü meselelere el atmakta.
Gençlerimizin zihnini yoran lüzumsuz konuların müfredattan ayıklanması onlardan biriydi mesela.
Uluslararası raporlarda bile eleştirilen, pek çok Batı ülkesi ile kıyaslandığında, çocuklarımıza onların iki katı kadar bilgi yüklediğimiz müfredatı çocukların pozisyonlarına ve algı düzeylerine uygun biçimde sadeleştirmek Bakan Tekin’e kısmet oldu.
Birçok ülkede üniversitede okutulan konuların bizde lise, hatta ortaokul düzeyinde öğrencilere dayatılmasının önüne geçtiği için -başta CHP olmak üzere- malum kesim çokça hoplayıp zıpladı ama sonuç değişmedi.
***
Ayrıca, gençlerimizi dünyada yaygınlaşan bir sürü sapkın ideolojiden korumak, hem çağımızın ihtiyaçlarına, hem de millî ve manevi değerlere sahip -şuurlu nesiller- olarak yetişmeleri adına, adabımuaşeret gibi dersler de Bakan Tekin’in gayreti ve azmiyle müfredatımıza girdi.
Bakan Beyin yaptığı kritik hamlelerin sonuncusu ise Osmanlı’nın yıkılış döneminde kurulan ve o tarihlerden bu yana Müslüman Türk çocuklarını devşirme merkezi gibi çalışmakla eleştirilen yabancı okullar oldu.
***
Kendi ifadesine göre, Bakan Tekin iki Fransız okuluna resmî yazı yazmış ve Lozan Anlaşması’na göre sadece kendi vatandaşlarını okutmaları gerekirken, çoğunlukla Türk çocuklarını okutmaları ile ilgili izahat istemiş.
Ülkemizde ihanetin merkezi mason localarının güdümündeki kalemlerin ve onların sömürgeci zihniyetli akademisyenlerinin günlerdir hedefe koyduğu Bakan Tekin, onlara göre işte bu izahatı istemekle büyük suç işlemiş(!)
Oysa Bakan Bey, mevzuyu her Türk vatandaşınınsavunması gerektiği biçimde günlerdir tane tane anlatmakta.
Şu açıklamanın neresinden, kim rahatsız olur, buyurun;
Biz Cumhuriyetle beraber Lozan Anlaşması'nı imzaladık. Lozan Anlaşması'nda Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarımızın altına imza attığı Türkiye'de yabancı okullarımız var. Taahhüt doğrultusunda okullara saygı duyuyoruz ve hiçbir sıkıntı çıkarmıyoruz. Tam tersine o okulların da ihtiyaçlarını gidermek için biz kendileriyle iletişim hâlindeyiz. Kim bunlar? Türk vatandaşı olan azınlık mensupları ve Lozan'daki mektup teatileriyle kendilerine söz verdiğimiz yabancı okullar...
12 tane yabancı okul var; Fransız, Alman, İtalyan okulu var. Onlarla ilgili hiçbir sıkıntımız yok fakat enteresan bir biçimde Fransa bu mektuplarda da olmayan, sadece müstemleke ülkelerine yakışan şekilde davranarak, Türkiye'de iki tane daha okul açmış. Bu okulu açarken de 'biz buraya Fransızları alacağız sadece' demiş olmalarına rağmen şu an öğrenci sayısı yüzde doksan oranında Türk vatandaşı.
Şimdi bu çocuklar bizim sistemimizde legal ya! Ben 12 yıllık zorunlu eğitimi uygulamakla mükellef bir bakanım. Dolayısıyla o okula giden bir Türk vatandaşının eğer bende kaydı yoksa, ben o çocuğu okullaştırmadığım için görevimi yapmıyorum demektir. Ben şimdi diyorum, çocuklar nerede? Okulda. Hangi okulda? Bizim kaydımızda yok, nereye gidiyorlar? O iki Fransız okuluna. O benim literatürümde resmî olmadığı için bu çocuklar okullaşmamış gözüküyorlar.
Fransız Büyükelçisi ile görüştüm. Ya bu yaptığınız doğru değil. Ben müsteşarken yazmıştım yazıyı. Oyaladılar bizi, 'ya evet haklısınız, işte düzeltelim', okula müfettiş gönderiyoruz, okula almıyorlar. 'Türk öğrenci var mı' bakalım diye… Almıyorlar müfettişi. Şimdi 'siz bizi denetleyemezsiniz' diyorlar. Sonra çocuklar mezun oluyorlar. Oradan mezun çocuk diplomasının denkliğini bize getiriyor, diyor ki ‘diplomamın denkliğini ver’. Yani vatandaşla beni karşı karşıya getiriyor. Yetmedi bu çocuklar ayrıcalıklı bir pozisyonda yüksek öğretim sınavlarına giriyorlar. Yani yabancı öğrenciler için yaptığımız yüksek öğretim kurumu sınavlarına giriyorlar. Yani bir kere de adaletsizlik var orada.
"Şimdi diyoruz ki bunlara, 'gelin konuşalım'. 'Yarın geleceğiz, öbür gün geleceğiz, işte şöyle oldu' deniliyor. Büyükelçiyi davet ettik, geldi, 'ilk fırsatta çözeceğiz' dedi. Ne zaman konuştuk bunu, aralık ayında. İlk fırsatta çözeceğiz demesinin üzerinden 7-8 ay geçti, hâlâ lütfedip bizi muhatap almıyorlar. Ben de diyorum ki ya kardeşim bak biz sizin müstemleke sömürge, sömürdüğünüz ülkeler gibi değiliz. Biz bağımsız ve millî bir devletiz. Dolayısıyla bizim literatürümüze göre burada eğitim vermek istiyorsanız, bizim şartlarımıza göre hareket edeceksiniz. Gelin bu okulları meşru hâle getirelim. Bunun karşılığında da sizden biz de Fransa'daki Türk vatandaşları için bazı taleplerimiz olacak.
Sen benim oradaki vatandaşlarımızın taleplerini reddet, Türkçe, Türk kültürü derslerini engelle, burada kafana göre hareket et. Ondan sonra da biz resmî yazı gönderdik, 'okullara Türk öğrenci alamazsınız' diye.
***
İşte ülkemizdeki sömürge kuklalarının rahatsız olduğu mesele.
Fransız kendi ülkesinde Türklere hiçbir hak tanımazken, biz burada onlara Lozan Anlaşması gereği azınlıklar ve kendi vatandaşları için kendi müfredatları kapsamında bu hakkı vermişiz…
Onlar bununla yetinmeyip bizim çocuklarımızı yine kendi müfredatına göre gayrimeşru şekilde eğitime almış, üstüne bir de ‘ayrıcalıklı’ kontenjanla üniversitelere taşımış…
“Sen ne yapıyorsun, bir inceleyeyim” dediğinde de devletimize rest çekip, müfettişleri içeri almamış.
Konunun vahim tarafı; Fransız’ın bu küstahlığı eleştirilmesi gerekirken, günlerdir Bakan Yusuf Tekin’in muhalif basında hedef yapılması.
Kendi pisliğini yemekle övünen bir jeolog, bu millî duruşu sergileyen Bakanımıza, “Ülkemizin geleceği için tehdit” demiş, dün de onu manşetlerine taşımışlar.
Şu zavallılığa bakar mısınız?
Bakan Bey, dünkü AK Parti Grubu öncesi konuyu gündeme getiren medya mensuplarına "Ben bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal ve uluslararası hukukunu korumak adına sorumlu davranan bir Millî Eğitim Bakanı olarak bu okullara gerekli adımları attım. Bizim şartlarımıza gelirlerse hayatlarına devam ederler. Gelmezlerse de gerekli hukuki prosedürü takip ederiz" dedi.
İşte yıllardır arzu ettiğimiz duruş budur.
Bunları söyleyen ve kurduğu cümlelerle meseleye hâkimiyetini gösteren bir Bakan hedef olmuşsa, arkasında sapasağlam durmak vazifemiz.
Masonik tiplerin, sömürge zihniyetlilerin kendi vazifelerini ifa etmeleri gibi!
Nitekim aynı yüzlerin, dershaneler meselesinde de FETÖ’den yana durup, Millî Eğitim Bakanlığı ve hükûmeti hedef aldığını unutmamak; bunların kime ve nereye hizmet ettiklerini gözden kaçırmamak gerek.
İhanet şebekelerinin, hain üretim tezgâhına çomak sokulmasına ciyaklamasından daha doğal ne var!
Kılıçlı mesajda 28 Şubat ve FETÖ izi
8 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme: 8 Eylül 2024 09:15
A -
A +
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde bir grup yeni teğmenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayrılmasından hemen sonra kılıçlarını havaya kaldırarak, 15 Temmuz kalleş darbe girişiminin ardından resmî yeminden kaldırılan metni okumaları, günlerdir tartışma konusu.
300’e yakın teğmen “Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene!” dedikten sonra, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları atmıştı.
Bu görüntülerin sosyal medyaya düşmesinin –yahut kasıtlı olarak düşürülmesinin- ardından büyük tartışma çıktı.
AK Parti içerisinde dahi birileri, tıpkı CHP gibi “Ne var bunda? Hepimiz Atatürkçü değil miyiz? Her Türk askeri Atatürk’ün askeridir, bunu söylemeleri de gayet doğal” diyerek, resmî teamülün dışına çıkılmasını normal karşıladı.
Tepki gösterenler ise resmî metnin dışında ikinci bir yemin edilmesini ‘başkaldırı mesajı’ olarak görüp, atılan sloganların siyasi mesaj içerdiğini ve bütüne bakıldığında 28 Şubat’ı çağrıştıran bir durum olduğuna dikkat çekti.
Haklılık payları yok muydu?
Birazdan bu metnin 28 Şubat ve FETÖ ile çarpıcı bağlantısına dikkati çekeceğim ama önce şunları hatırlamak lazım;
Başbakan Adnan Menderes’i ve bakanları asanlar, 1960’dan bu yana bütün darbe ve muhtıralara imza atanlar, hatta 15 Temmuz işgal girişimine kalkışan FETÖ’cü hainler bile “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının ardına saklanarak kirli amaçlarını gizlememiş miydi?
***
Metne bakınca problem görmeyebilirsiniz…
Türk askerisin; elbette ülkenin toprağını, bağımsızlığını, bütünlüğünü, milletin namus ve şerefini koruyacaksın.
Ayrıca bu sadece senin görevin değil, hükûmet de, Meclis de, istihbarat teşkilatı da, polis de, yargı da, hatta gerektiğinde vatandaş da bu uğurda üzerine düşeni yapacak.
Tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi.
Vatan toprağına el uzatanın karşısında elbette kılıcın keskin olacak.
Yalnız, o kılıcı bugüne kadar ordunun içindeki zıpçıktıların yaptığı darbelerdeki gibi, kendi hükûmetine ve milletine karşı değil, toprağına göz diken, seni bölmeye çalışan düşmana karşı kullanacaksın.
İnancı, etnik kökeni, mezhebi, dünya görüşü senin gibi değil diye milletin verdiği o kılıçla, kendi vatandaşını tehdit etmeyeceksin; asli işini yapacaksın.
***
Peki bizde bu sloganın ardına gizlenen vesayetçiler ne yaptı?
Tam aksini!
CIA, MOSSAD, BND gibi yabancı istihbarat güçlerinin Türkiye şubesi gibi çalışan, âdeta düşmana aparatlık yapan darbeci hainler, amaçlarına ulaştıktan sonra da hiç utanmadan “Biz bunu İsrail adına yaptık” itiraflarında bulundu, binlerce kilometre öteden “Bizim çocuklar başardı” övgüleri aldı!
***
Böylesi acı tecrübelerden sonra, vesayet döneminin mesajını çağrıştıran sloganlar atan teğmenlere gereğinin yapılacağını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü konuşmasında dikkat çeken bir cümle daha vardı.
Erdoğan “Türk Silahlı Kuvvetlerinin göğsünden imanı alırsanız geriye bir şey kalmaz” dedi.
Sahi, teamüllere aykırı yeminde siyasi mesaj olmadığını savunanlara sormak lazım; savaşta “Allah Allah” nidalarıyla düşmanın üzerine yürüyen, terörden temizledikleri dağları tekbirlerle inleten ordunun yeni neferlerinden bir kısmı da o törende kılıçlarını havaya kaldırıp tekbir getirse aynı zevat o zaman ne diyecekti?
Cevabını vereyim; kıyameti koparacaklardı.
***
Bu kadar ‘mantık’ değerlendirmesinden sonra, tartışmanın somut detaylarına geçelim.
Yıldıray Oğur, Karar’daki dünkü köşesinde kıymetli bilgiler derlemişti.
Müyesser Yıldız’ın yazısından da alıntılar yaptığı makalede, korsan yeminle ilgili çarpıcı bilgiler alıyordu.
Oğur’un derlediği bilgilere göre, teğmenlerin kılıç çekerek ettiği o yeminin başlangıcı, tam da 28 Şubat dönemine dayanıyor.
Emekli bir orgeneral, tartışılan yemini ilk 1995 yılındaki Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde, -geçen yıl emekli olan ve her nedense ismi gizlenen- okul birincisinin okuduğunu aktarıyor.
Dönemin okul komutanı Yaşar Büyükanıt metni çok beğeniyor ve her dönem birincisinin okumasını, diğer teğmenlerin de bunu tekrar etmesini istiyor.
Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı, bunun müteakip törenlerde okunması için tamim yayınlıyor.
Bakın, ne zaman oluyor bunlar?
Refahyol hükûmetini tehditle iktidardan indiren, ülkeye tahminî 400 milyar dolarlık bedel ödeten, başını çekenlerin de “Biz bunu İsrail adına yaptık” itirafında bulunduğu 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde.
***
Vesayet, darbe, ihanet olur da FETÖ orada olmaz mı?
“Atatürk’ün askerleriyiz” diyenlerin güya irticayla mücadele ettiği, gerçekte ise İsrail itirafında olduğu gibi düşmanın amacına hizmet ettiği ve yabancı istihbarat örgütlerinin aparatı FETÖ’yü palazlandırdığı 28 Şubat sürecinde, ordu içindeki FETÖ’cülerin rolüne de dikkati çekmiş Yıldıray Oğur.
Bu yemini 1995’te ilk kez okuyan, yemin metnine girmesini sağlayan ve geçen sene emekli edilen askerin isminin gizli tutulması başlı başına soru işareti.
Kim olduğunu umarım yakında öğreniriz.
Tartışmaların ardından sosyal medyada dolaşıma sokulan, 1993 yılında okunduğu iddia edilen, ancak 1997’ye ait olduğu anlaşılan yemin törenindeki metni okuyan dönem birincisi teğmen Adnan Uygun ise bilindik bir isim.
Uygun, Refahyol hükûmetinin devrilmesine denk gelen süreçte, tankın üzerinden okuduğu o laiklik ve Atatürkçülük vurgulu yeminle, darbe şakşakçısı gazetelere haber olmuş.
Lakin aynı Adnan Uygun’u, 19 sene sonra yarbay rütbesiyle 15 Temmuz hain darbe girişiminde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde gördük.
‘FETÖ üyeliği ve darbe’den şimdi “müebbet” cezasıyla hapiste.
***
28 Şubat döneminin yemin törenlerinde “Atatürk’ün askerleriyiz” sloganıyla bolca alkış alıp, 15 Temmuz ihanetinde gerçek yüzü ortaya çıkan bir başka isim; Eşref Mert.
1996 Kara Harp Okulu birincisi.
Henüz iktidardan düşürülmeden önce, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın katıldığı törende okuduğu yemin ve yine tankın üzerine çıkarak vurguladığı laiklik mesajlarıyla en çok Cumhurbaşkanı Demirel’in olduğu protokol sıralarından alkış aldığını yazmış o dönem malum medya.
O da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yargılandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı davasında, kurmay albay olarak aldığı müebbet hapisle cezaevinde.
1998’in birincisi olarak bu yemini yapan teğmen Ali Çakan ise 15 Temmuz ihanetinin ardından Yunanistan’a kaçan hainler arasında.
Sonraki yıllarda da elbet benzer örnekler bulmak şaşırtıcı olmaz.
Zira Oğur’un dikkat çektiği şekilde, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu raporunda, Kara Harp Okulunun 1993 devrelerinin yüzde 22,5’i, 1994 devrelilerin yüzde 32,4’ü FETÖ’den ihraç edildi.
Ve ettikleri yemin de 15 Temmuz ihanetinin ardından değişti.
Biz şimdi, metinde bir problem olmasa dahi, -darbecileri hatırlatan- o yemini teamüllere aykırı olarak ısrarla okuyanlara ne diyelim?
İşte bu yüzden; önce güvenlik
19 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme: 19 Eylül 2024 11:56
A -
A +
Türk halkı içeride sosyal medya trolleri ve muhalefetin ürettiği saçma sapan suni gündemlerle oyalanırken, etrafımızda bakın neler oluyor!
Gazze’de bir yıldır çocuk, bebek demeden soykırım yapan İsrail, şimdi şok saldırılarla Lübnan’ı hedef alıyor.
Ülkede yönetimi elinde tutan İran’a yakın Hizbullah, kendince güya güvenlik tedbiri almış, cep telefonu yerine, bizim tâ 90’ların başında kısa süreliğine hayatımıza giren çağrı cihazlarını kullanmaya başlamış.
Bunlar eski teknoloji, sadece mesaj yollanabilen cihazlar.
Örgütün iç haberleşmeyi sağlamak için kullandığı çağrı cihazları, -her nedense- hâlen üretiliyormuş!
İddia o ki; İran, Avrupa’daki bir firmadan 5 bin adet Tayvan menşeli Gold marka, Apollo Rugged Pager AR924 cihaz talep etmiş.
Sonra bu cihazlar Hizbullah mensuplarına yollanmış.
Önceki gün bu cihazlar aynı anda gönderilen mesajla patladı.
Çok ince düşünülmüş bir saldırıydı…
Sadece Lübnan’da ikisi çocuk 12 kişi öldü, 2.800’e yakın kişi de yaralandı.
Suriye’den de yaralananlar olduğu bilgisi aktarıldı.
Muhtemelen İran’da da olmuştur.
Patlamayan cihazlar ise ya kapalıydı yahut henüz dağıtımı yapılmadığı için depodaydı.
Örgüt “Acilen bu cihazlardan kurtulun” çağrısı yaptı.
Lübnan’da hastaneler yaralılarla doldu.
Dünya, bu şeytani zekâyla hazırlanmış saldırıyı dehşetle izledi.
***
Önce bu saldırının, cihazlardaki bataryaların ısıtılarak patlatılması neticesinde olduğu düşünüldü, ancak ilerleyen saatlerde, cihazlara -büyük ihtimalle- üretim sırasında enjekte edilen patlayıcının yol açtığı ortaya çıktı.
Yani bu, bir derin istihbarat operasyonuydu.
Üstelik saldırı sadece bu cihazlarla sınırlı kalmadı…
Dün de aynı şekilde alındığı belirtilen telsizler patladı, en az üç kişi öldü, binlerce kişi yaralandı.
İsrail, bir kere daha İran’ı ve Hizbullah’ı gafil avladı.
Tıpkı 2020 yılında, Lübnan’ın başkenti Beyrut limanında 2 bin 750 ton amonyum nitratın patlatılması gibi.
Atom bombasına benzeyen patlama ile koca liman yerle yeksan, şehrin büyük bölümü harap olurken, İsrail tarafında ise sevinç çığlıkları ile kutlamalar yapılıyordu.
Yine benzer bir dehşeti yaşadı Beyrut.
Dün ülkenin her tarafında patlamalar olduğu, hatta evlerdeki internete bağlı akıllı cihazların, cep telefonlarının da patladığı yolundaki bilgiler, dünyada büyük korku ve endişe dalgasının artmasına sebep oldu.
İlk defa şahit olduğumuz bu saldırı türü, bütün ülkelere kendini sorgulattı.
Lübnan kaosu yaşarken, teknolojide bağımsızlığın ne denli önemli olduğu da bir anda gündemimize oturdu.
Pandeminin ansızın hayatımızın merkezine yerleşmesi gibi...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, henüz başını izlediğimiz bu korkunç günlerin hazırlığını yapıyordu işte 20 senedir.
İsrail Heron’larından kurtulup kendi İHA’larımızı, SİHA’larımızı, füzelerimizi üretmek için 24 saat hiç durmamacasına binlerce mühendisimizi bu bilinçle çalıştırıyordu.
Şükürler olsun ki, Türkiye teknolojide bugün dünyada sadece 4 ülkenin sahip olduğu 5. nesil savaş uçağı, insansız jetler, uydular ve kendi Çelik Kubbe’sini üretebilecek noktaya geldi.
Peki geldiğimiz seviye yeterli mi?
Bugün hâlen başkalarının telefonlarını, uydularını, akıllı cihazlarını kullanıyorsak, elbette değil.
Ama artık hiç değilse yapabileceğimizi biliyoruz.
Yeter ki iç cepheden önümüzü kesmesinler.
Ha!
Yok biz rakı 140 lira olsun, bunu yapmayı vadedenler işbaşına gelsin diyorsak, o başka…
‘İşlevini yitirmiş’ BM, merkezdeki ülke Türkiye
22 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme: 21 Eylül 2024 22:55
A -
A +
İkinci Dünya Savaşı sürecinde kurulan Birleşmiş Milletler, dünya liderlerinin katılımıyla 79. Genel Kurulunu yapacak.
New York’ta, Türkevi’nin hemen karşısındaki BM binasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan 14. kez kürsüden seslenecek ve bir kere daha “Dünya 5’ten büyüktür” diyecek.
Önceki yıl aynı kürsüden İsrail’in adım adım Filistin’i nasıl yuttuğunu harita üzerindeki değişimi göstererek anlatmıştı.
Geçen yılki zirvede ise dünya meselelerine tek tek vurgu yaparken, ağırlıklı gündeminde yine Filistin vardı.
İsrail Başbakanı Netanyahu da BM’de ‘Filistinsiz İsrail haritası’ göstererek âdeta misilleme yaptı.
Tuhaf olan, Netanyahu bu haritayı gösterdikten hemen sonra, 7 Ekim’de İsrail’e yönelik gerçekleşen -soru işaretleri ile dolu- saldırı oldu.
Bunlara dikkat çektiğimizde bazı dostlar İsrail’e güzelleme yaptığımızı ima edecek kadar ileri gitti ama sonrasında olanları gördünüz.
Nitekim 7 Ekim’deki katliamı da asıl İsrail helikopterlerinin gerçekleştirdiği ve bunun da Hamas’a yıkıldığı görüntüleriyle ortaya çıktı… Buna rağmen İsrail’in müttefikleri tam destek arkasında durmaya devam etti.
*
Bir tuzak ve istihbarat oyunları ile mağdur İsrail algısını oluşturmuş, BM’de ilan ettikleri siyonist haritaya bu bahaneyle start vermişlerdi.
Bir yıldır Gazze’de dünyanın gözü önünde yaşanan vahşeti, BM ve Dünya Sağlık Örgütünün “Burada insanlık öldü, soykırım var” feryadına rağmen sözde insan hakkını dilinden düşürmeyen Batılı ülkelerin “İsrail’in sivil öldürdüğüne dair bulgu yok” şeklindeki alçak açıklamalarını, Filistin’e destek gösterisi yapanların tutuklanıp ayrımcılığa uğratılmasını, Uluslararası Ceza Mahkemesinde soykırımla suçlanan katil Netanyahu’nun ABD kongresinde ayakta alkışlanmasını, sıra henüz kendisine gelmediği için çıtını çıkarmayan İslam İşbirliği Teşkilatı ülkelerinin durumunu ibretle izledik.
İşte böyle bir senenin sonunda, -birçok uluslararası kuruluş gibi- hiçbir işlevi olmadığı tescillenen BM yeniden toplanıyor.
Netanyahu’nun bu sene gelmeye gerek bile duymadığı bu lüzumsuz kuruluşun genel kurulunda sağlanacak tek fayda, herhâlde dünyaya aynı anda derli toplu bir mesaj ulaştırmak olacak.
Bunun yanında dünya liderlerinin ikili görüşmelerinde alacakları kararlar da önemli elbet.
*
Lakin görünen şu ki, dünya 5 bile değil, bir-iki ülkenin tahakkümü altında…
Türkiye, bölgesel ittifakı sağlayarak İsrail ittifakının önünü almaya, 3. Dünya Savaşı’na evrilmesi muhtemel süreçte birlik oluşturmaya çabalıyor.
Nitekim Mısır bunu gördü, Kaan uçağımıza ve Çelik Kubbe’mize talip oldu.
Adım adım diğer ülkeler de bu sürece girmek zorunda.
Zayıf ülkelere ne yapacakları, Gazze’den, Batı Şeria’dan sonra Lübnan örneği ile de ortada.
En büyük düşmanları gösterilen İran’la nasıl oynadıklarını da gördük ayrıca!
Üstlerine birkaç drone yolladı diye İran Cumhurbaşkanı’nı, Dışişleri Bakanı ile birlikte havada öldürdüler.
Hamas liderini, Tahran’ın en güvenli bölgesinde katlettiler.
*
Tarihe ve bugüne bakınca, İsrail için tek gerçek risk var bölgede…
Türkiye.
O da ‘ittihatçı’ bir hükûmet işbaşında olmadığı için…
Siyonistler Birinci Dünya Savaşı’nda içimizdeki hainleri kullanarak Osmanlıyı parçaladılar ve Yahudileri Filistin’e yerleştirdiler.
İkinci Dünya Savaşı’nda İsrail’i kurdular, ilk Türkiye’ye tanıttılar!
Üçüncüsünde hedef Büyük İsrail Projesi (Arzımevut).
Bu defa önlerinde Erdoğan gibi bir engel var.
Geçen sene -büyük planın parçası olarak- onu devirmek için çok umutlanmışlardı, olmadı.
Yine de “Suriye’den Mehmetçiği çekeceğim” diyen adama yüzde 48 oy aldırtmaları ne büyük tehlikeydi…
Düşünün, kazansalardı bugün neyi konuşuyorduk, direkten döndük belli ki!
*
Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin bölgede duruşu da, dünyaya verdiği mesaj da önemli…
Yeni bir dünya kuruluyor…
İçinde BM olur mu, olursa nasıl olur, yaşayıp görürüz.
Dünyayı kurtaramayız belki ama hiç değilse bölgede güç oluşturabilirsek bazı hesaplar tersine dönebilir, en azından daha fazla hazırlık için zaman kazanılır.
Tabii bu esnada içimizdeki hainleri iyi görüp, bunlara fırsat vermemek, ülkemize, geleceğimize sahip çıkmak kaydıyla…
"Dünya 5’ten büyük" demeye gelmedik
26 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme: 25 Eylül 2024 22:30
A -
A +
Cumhurbaşkanımız bunu yıllarca BM kürsüsünden haykırdı zaten…
Lakin geçen seneden bu tarafa dünya da değişti, dünyanın rotası da değişti, dünyada bakış açıları da değişti…
Güven, inanç, değerler sistemi yerinden koptu, bambaşka yerlere savruldu.
Sadece bir senede oldu bunlar.
Günümüzün Hitler’i Netanyahu, geçen sene BM kürsüsünden Filistinsiz İsrail haritası gösterdikten sonra, dünyanın ekseni kaydı âdeta.
Masum çocukları, Filistinli anneleri, genç kızları, toplama kamplarındaki Filistinlileri vahşice katleden İsrail kasabı, ABD gibi dünyanın merkezine oturmuş bir ülkenin kongresinde ayakta alkışlanırsa nasıl kaymasın ki!
Batılılar!..
Ağızlarına sakız ettikleri insan hakkı, inanç ve ifade özgürlüğü…
Güya savundukları bütün değerleri ayaklar altına aldılar.
“Siviller öldürülmüyor” diyen Almanya Başbakanının zavallılığı neyle izah edilebilir mesela?
Ya Alman polisinin Filistinli çocuklar öldürülmesin diye Filistin bayrağı sallayan çocuğu gözaltına alması…
Kendi toplumları bile karşılaştıkları acı gerçeklerin şaşkınlığında.
Videolar çekip ülkeleri adına utançlarını ifade ediyor vicdanlı insanlar.
Bir senede oldu bunlar ve dünya çok değişti…
Bir tek sistem değişmedi.
Şimdi de belki sıra ona geldi.
***
Türkiye, daha önce “Dünya 5’ten büyüktür” dediği gibi, bu değişim ihtiyacını da bu yılki zirvede seslendiren ilk ülke oldu.
BM’deki Geleceğin Zirvesi oturumunda Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan “Yeni bir mekanizmaya ihtiyaç var” mesajı verdi.
Ardından, Genel Kurulda dünyaya seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan “BM artık kuruluş misyonunu yerine getiremiyor” dedi.
Bunun ispatı için de soykırımcı Netanyahu’ya karşı, Hitler gibi kuvvet kullanılması çağrısı yaptı.
Peki bu BM’de karşılık bulur mu?
Cevabı çok belli…
***
İşte bu yüzdendir ki, Türkiye bu yıl BM’ye aslında “Ya değişeceksin ya da çökeceksin” demeye geldi.
Hakikat de bu zaten.
Gidişat, ikincisi olacak gibi…
Yalnız bu süreç sadece BM’nin çöküşüne gitmiyor.
Kötünün kötüsü yaklaşıyor.
BM Genel Sekreteri Guterres, Genel Kurul açılışında şu ikazları yaptı;
“Dünya büyük bir dönüşüm çağında.
Dünyamız bir kasırga içerisinde.
Daha önce hiç görmediğimiz -küresel çözümler gerektiren- zorluklarla karşı karşıyayız.
Bu şekilde devam edemez.
Dünya barut fıçısı. Hayal bile edilemeyecek bir noktaya doğru ilerliyoruz.”
***
ABD’nin “Siyonistim” diyen ve artık koltukta sayılı günleri kalan Başkanı Biden da BM konuşmasında dünyanın bir dönüm noktasından geçtiğine dikkat çekti, “Birçok tehlike var” dedi.
Yaklaşan bu tehlikeyi seneler evvel söylediğimizde komplo teorisi değerlendirmesi yapanlar, dileriz bugün BM’de kurulan cümlelerle uyanmıştır.
Dünyanın gidişatı belli, BM’nin durumu belli…
Şimdi asıl soru şu; Mevcut mekanizmanın yerine ne koyacağız ki sapkın soykırımcıları durdursun?..
Dışarıdan bakınca…
Etrafımızda olanları görüyorsunuz, -ki daha da kötüleşecek.
Ateşin ortasındayız, bir tek hata yapma lüksümüz yok.
1. Dünya Savaşı’nda Sultan Abdülhamid Han'ı devirenler, on yılı bulmadan koskoca Osmanlı’yı nasıl paramparça etmişse…
Şimdi aynı tuzak elimizde kalan Anadolu parçası için kurulmakta.
Terör kalkışmasıydı, darbe denemeleriydi, sınırımıza terör devleti kurma girişimleriydi, pandemiydi, deprem felaketiydi derken zaten yorulduk ve yıprandık…
Ama onlar yılmadılar.
***
Avını önce güçsüzleştiren ve istikrarsızlaştıran, böylece kolay lokma hâline getiren sırtlanlar sürüsünün Gezi kalkışması denemesinden bu tarafa en güçlü aparatı sosyal medya.
Çok yazdık, engellenemiyor da…
Dünyanın gidişatına dair şu kadar önemli hadise olurken, ara ara sosyal medyanın gündemine, orada köpürtülen paylaşımlara ve yorumlara baktım.
Çok çok özür dileyerek yazıyorum ama sümük, kusmuk kıvamında iğrenç tipler, her gün yeni yeni yalanlar üretmeye devam etmiş. Gözümüzün önündeki, bütün dünyaya canlı yayınlanan Cumhurbaşkanının BM konuşması esnasında bile salonun boş olduğu yalanını yaymışlar.
Ne kadar casus FETÖ’cüsü, PKK’lısı ve Osmanlı’yı parçalayan hainlerin uzantısı varsa hepsi iş birliği hâlinde Erdoğan’a saldırıyor.
Amaçlarına ulaştıklarında ne yapacaklarının cevabı, Abdülhamid Han sonrası yaptıklarında.
Bu coğrafyanın kaderi de bu ihanetlerle mücadele etmek demek!..
Bunlar bize acırlar mı?
29 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme: 29 Eylül 2024 02:19
A -
A +
“İsrail bize dokunmaz” algısına başlamışlar şimdi de…
Müslüman Türkleri bu kadar aptal yerine koydukları, bizim bunu yiyeceğimizi düşündükleri, bizim de onlara bunu düşünebilme cesareti verdiğimiz için çok canım sıkıldı.
İsrail bize dokunmazmış…
***
İsrail’e varana kadar önce kendilerine soralım; ellerine fırsat geçince ne yapacaklarmış?
Şu gün olmuş hâlen ordu evinde başı kapalı bir kadın görünce gazetelerinin manşetine İRTİCA başlığı atanlar, sokaktaki kadınların başörtüsünü çekip almaya yeltenenler, camide namaz kılan insanlara en ağır ifadelerle hakaret edenler bu topraklarda, aramızda yaşıyor!
Koyu Türkçü kılıfına bürünüp Mossad’la gizli gizli Tel Aviv’de görüştükleri ortaya çıkanların aşırı Suriyeli düşmanlığı, sizce göçe mi, yoksa buradan gelen göçmenlerin ait oldukları dine, mezhebe mi?
Suriyeli göçmen meselesinin de insanca hal yoluna konulması, özellikle aralarına sızmış tehlikeli tiplerin ivedilikle yollanması gerektiğini bir kenara koyarak yazıyorum bunu, ki devletimiz zaten elinden geleni yapıyor.
Benim anlatmaya çalıştığım şey başka…
Mesela;
Rakamlar açıklandı, son dönemde en çok konut İranlılara satılmış… Suriyelileri dilinden düşürmeyen bu kişilerden niye benzer bir tepki duymadık?
Arap turist en çok para harcayan olduğu hâlde, yaptıkları saldırılarla onları kaçırtanlar da bunlardı… Pinti Almanlara, İngilizlere niye ağızlarını bıçak açmadı?
***
Bunları yedirdiklerini düşünmüş olmalılar ki işi “İsrail bize bir şey yapmaz” kampanyasına getirdiler.
Bu kadar göstere göstere siyonist uşaklığı yapan sırtlanlar, 40 yıldır kundaktaki bebeklerimize kadar katleden Suriye’deki teröristler için de “Bize mi dokunacaklar?” diyordu yahut bu kafadakilerle seçim kazanmaya çalışıyordu.
S-400 hava savunma sistemi almamıza karşı çıkarken “Yunan mı bize saldıracak?” dedikleri gibi!
Hangi birini sayayım yaptıklarının…
Cumhurbaşkanı Erdoğan bunlara “Ağa babalarınız gelsin” diyordu ya hani… İşte şimdi onlar geliyor, bunlara da altyapıyı hazırlamak düşüyor.
Özellikle şuurlu Müslüman Türk’ten nefret ediyorlar.
İslamsız Türkçülük bu yüzden pompalanıyor.
Bu zokayı yutanlar, kullanışlı aparat hâline geliyor.
***
Mısırlı gazeteci Sabır Meşhur, bir videosunda Türkiye’deki tabloyu değerlendirirken bu işin evveliyatına gitmiş.
500 sene önce İspanya’dan kaçan Yahudilerin Selanik’e yerleştirilmesi, bunların 400 sene sonra Sultan II. Abdülhamid ile birlikte İstanbul hükûmetini de devirme ve Osmanlıyı parçalamaları mevzusu…
Sabır Meşhur, o zamandan beridir Selanik hükûmeti-İstanbul hükûmeti kavgası olduğunu, geçmişte darbelerin de bu yüzden yapıldığını, Erdoğan hükûmetinin ‘İstanbul Hükûmeti’ olarak görüldüğü için sürekli hedefte olduğunu söylüyor. Ve elbette bugün de CHP’nin başında bir Selanikli olduğuna işaret ediyor.
Dikkat çekici bir tespit.
Hele hele 28 Şubat’ın mimarı Çevik Bir’in “Biz 28 Şubat’ı İsrail için yaptık” itirafını, dönemin Genelkurmay Başkanı’nın ağlama duvarı önündeki fotoğrafını düşününce…
***
Bunlar başbakan mı asmadı, cumhurbaşkanı mı zehirlemedi bu ülkede!
Düşünün ki “25 milyon olmasa n’olur?” diye gözünü karartanlardı bunlar ve hâlen aramızdalar.
Kılıç çekip nefret kusan yüzleriyle “Biz buradayız” mesajı veriyorlar.
İşte biz Erdoğan’ı, bu Müslüman Türk düşmanlarına “Kes lan sesini” dediği için sevdik…
Ağababalarına “One minute” diyebildiği, Türkiye gibi koskoca bir ülkeyi onların oyuncağı olmaktan çıkardığı, sadece milletin arzusu ve yararı istikametinde ilerlediği, bunun için de gözünü budaktan esirgemediği için destekledik.
“Kefenimi giyip de geldim” dedi adamcağız, daha ne yapsın.
15 Temmuz gecesi buradaki samimiyetine de ayan beyan şahit olduk.
Kimse hatasız değil; elbette kusurlar, hata yaptıranlar olur.
Kimi liderler vardır ki, varlığı yeter.
Sultan Abdülhamid Han’dan, Menderes’ten, Özal’dan sonra neler olduğuna bakıp ibret almalı.
“Bir kere de CHP yönetsin” diyenlere, “PKK/YPG bize mi saldıracak?” , “İsrail bize dokunmaz” diyenlere aldanmamalı…
Bir kereden çok şey olur.
PKK fırsatını bulursa yine bebeklerimize kadar vurur, FETÖ kapı bulursa yeniden devlete doluşur, ABD punduna getirirse bizi de bölüp sınırımızda terör devletini oluşturur, Yunan fırsat bulursa İstanbul’u alma, Ayasofya’yı kiliseye dönüştürme umudunu korur…
Hele aynı soydan olduğu Araplara bunu yapan İsrail, güçsüz yakalarsa Türk’e ne yapmaz!
Türk görünene değil, Müslüman Türk’e!
Bu felaketlerin hepsi bir seferlik kararla gelir başımıza.
Ütopik bulduysanız, 2018’den beri “3. Dünya Savaşı geliyor” uyarılarımızla kafa bulmaya çalışanların bugün neyi konuştuğunu hatırlatırım…
Ha!
Siz de ‘İsrail bize saldırmaz’cılardansanız o başka!
Büyük savaşa giderken iç cephede durumumuz
3 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme: 3 Ekim 2024 12:28
A -
A +
Hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hem MHP lideri Devlet Bahçeli yıllardır ‘beka meselesi’ üzerinden karşı karşıya olduğumuz büyük tehlikeyi anlatıyordu.
Suriye’nin kuzeyine kurulmaya çalışılan terör devleti bunun en somut örneğiydi.
PKK-HDP, bu projeye Türkiye’den toprak dâhil etmek için (İsrail’in vadedilmiş bölge olarak gördüğü bölge)özerklikkalkışmasına bile girişti.
DHKP-C gibi sol örgütler de PKK’ya gönüllü katıldı.
Ne acıdır ki, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si de, bir ucu Kuzey Irak, öbür ucu Hatay sınırındaki İdlib olarak planlanan terör devleti projesinin başarıya ulaşması için elinden geleni yaptı ve koskoca bir parti tabanını kirli plana teşne etti.
***
Casus örgüt FETÖ’yü zaten anlatmaya gerek yok…
MİT’e operasyonlar, Gezi, 17/25 Aralık, 15 Temmuz gözlerimizin önünde oldu.
CIA-Mossad casusu örgüt, 2012’de dönemin Başbakanı Erdoğan ameliyata gireceği gün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı almaya kalkıştı.
Erdoğan tesadüfen ameliyatı geciktirmese, MİT, müsteşarını almaya kalkışan FETÖ’cü hainlere silahla karşılık koymasa, Fidan’la birlikte Erdoğan da hastaneden çıkamadan derdest edilecekti.
Başaramadılar; diğer darbe girişimleri peşi sıra geldi.
Ne yazık ki, CHP bu süreçte de tam tekmil ihanet girişimlerine destek verdi.
***
Hep söyledik, hep uyardık…
“Asıl mesele Doğu Akdeniz’deki zenginlik. Arap Baharı ile dizayn edilen ülkelerin tamamının Akdeniz’e kıyısı olması tesadüf değil. Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa da bu yüzden çıkacak. Erdoğan nezdinde Türkiye’ye çektikleri operasyonlar da bunun parçası” diye yıllardır yazdık.
Libya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye’yi Antalya kıyılarına hapsetmeyi amaçlayan planların bozulması için stratejik önemdeydi…
CHP, yine DEM’le birlikte TBMM’ye getirilen Libya tezkerelerine onay vermemekle birlikte, Türkiye’nin Akdeniz, Libya ve Ege politikalarına apaçık karşı koydu.
KKTC’yi felaketten döndürense, Batı’nın temsilciliğine soyunan Mustafa Akıncı’nın yerine Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi oldu.
***
Suriye’de, Ukrayna’da, Libya’da, Akdeniz’de, Ege’de, hatta Karabağ’da Türkiye Cumhuriyeti’nin direnişine karşı konumlanan Kılıçdaroğlu CHP’si ve ittifak ortakları, bugün değerini çok daha iyi anlayabileceğimiz savunma sanayiindeki gelişmelerin de tam karşısında durdu.
Şimdi İsrail’in açık açık söylediği "arzımevut" hayalinin en kuzeydeki parçası olarak, sınırımıza kurmaya çalıştıkları terör devleti tekrar gündemimizde.
2015’ten bu tarafa DEAŞ’ın bir kukla olduğunu, hiçbir zaman İsrail’e saldırmamış bu terör örgütü ile mücadele bahanesiyle ‘ileride İsrail’e hazır sunulacak bir terör devletinin’ kurulmaya çalışıldığını sıkça yazan birisi olarak bugün şu sitemi dile getirmek de hakkımız olsa gerek;
Vaatleri arasında Suriye’den Mehmetçiği çekmek olan Kemal Kılıçdaroğlu, 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanlığını az farkla kaybedecek kadar oyu nasıl alabildi?
Seçilse, bugün hâlimiz ne olurdu?
***
Özgür Özel’in genel başkanlığı ile birlikte, CHP’nin hiç değilse millî politikalarda gösterdiği değişimin devamını ümit ediyoruz.
Lakin, tek derdimiz bu mu?
Mason localarının ve İsrail’in güdümündeki 28 Şubat zihniyeti hâlen ayakta.
Medyada da varlar, siyasette de, iş dünyasında da, bürokraside de…
Bunlarla birlikte, doğrudan İsrail-ABD casusu olan FETÖ de hâlen kitleleri etkilemekte.
Hatta belki ekonomiyi ve bürokrasiyi de.
Bir de İsrail’in sadece Araplara düşman olduğuna, Türklere dokunmayacağına inandırılmış sözde milliyetçi zümre var.
Açık açık İsrail’e aşklarını ilan ediyorlar!
Ayrıca bunların peşine takılmış, bir zamanların "Altılı Masa"sında oturan sözde muhafazakârlar!
Bitti mi?
Elbette hayır.
Sadece Suriye’de 650 bin Müslümanı Sünni oldukları için gözünü kırpmadan katletmiş, İsrail için oluşturulan terör devletine stratejik destek vermiş İran’ın Türkiye şubesi gibi görev ifa eden siyasi yapılar ve örgütler…
Karabağ’da, Irak’ta, Suriye’de önümüzü kesen; girdiği her ülkede İsrail’e, ABD’ye ve müttefiklerine alan açan, göstermelik birkaç füze atıp İsrail’in yaptığı katliamların dünya nezdinde meşru görülmesine kapı aralayan İran’ı sorgulamaya çalıştığımızda bile hop oturup hop kalkanların, doğrudan İsrail ve ABD güdümündekilerden ne farkı var?
Mezhepçi saikle Türkiye düşmanlarının yanında konumlananları da buna ilave edelim.
Hülasa, iç cephede sorgulamamız gereken çok şey var.
Ve zaman giderek daralıyor.
.
Özgür Özel’e de ‘Baykal’ operasyonu!
6 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme: 6 Ekim 2024 00:17
A -
A +
FETÖ denilen illet örgüt, 2010’da MHP ve CHP’ye kaset operasyonları çekmişti.
MHP’de 8 ismin istifasıyla başlatılan süreç, Genel Başkan Devlet Bahçeli’yi olağanüstü kurultay yoluyla yemeye kadar götürülmeye çalışıldıysa da, Bahçeli ve FETÖ oyununu gören yargı buna müsaade etmedi.
İçerideki aparatlara daha sonra başka isimlerle partiler kurduruldu biliyorsunuz.
MHP bu operasyonu kısmi zararla atlatsa da, CHP için netice böyle olmadı.
Çünkü orada hedef, doğrudan Genel Başkan Deniz Baykal’dı.
Gizlice kaydedilip yayınlanan görüntülerin siyasi, ahlaki ve etik olarak tutulacak tarafı yoktu.
Baykal mecburen istifa etti.
Yerine de, koltuğa zaten epeydir hazırlanan, ‘talip değilmiş’ gibi yapıp söylediğinin tam aksine aday olan Kemal Kılıçdaroğlu geldi.
Hızlıca partide tasfiyeye girişen ve görevde kaldığı 13 yıl boyunca koskoca CHP’yi, HDP (DEM) ve FETÖ aparatına dönüştüren Kılıçdaroğlu, kendisi için hazırlanan ikinci Jön Türkler masasının desteğiyle 2023’te Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacağını zannetti ama, netice Anadolu insanının derin ferasetiyle hüsrana dönüştü.
***
Baykal’a kaset operasyonunu çok konuştuk, çok yazdık.
Merhum Deniz Baykal, 2010’da kendisine çekilen operasyonun ardından istifasını açıklarken ‘okyanus ötesine’ selam yollayarak “Sizin yaptığınızı biliyorum” mesajı vermişti.
2010 henüz FETÖ’nün kendisini açığa çıkarmadığı, dershanelerinin kapatılması üzerinden iktidara karşı açıktan savaşa başlamadığı yıldı.
Ama 2007’den itibaren Erdoğan’ın kendilerinden kurtulmak için alttan alta tasfiyeye giriştiğinin farkındaydı… MHP ve CHP’den sonra zaten sıra O’na gelecek, Erdoğansız AK Parti projesi 2012’den itibaren MİT operasyonuyla fiiliyata sokulacaktı.
Öyle de oldu.
Lakin, CHP’nin kötü huyu şuydu ki, operasyonu çekenin FETÖ olduğunu bildikleri hâlde, onlar FETÖ’yü değil, hep bir ağızdan Erdoğan’ı suçlayarak bir anlamda FETÖ’yü aklamaya, Erdoğan’ı devirmelerine yardımcı olmaya çalışıyordu!
İstifa konuşmasında okyanus ötesine selam yollayan Deniz Baykal bile bu hakikati bir defa olsun açık açık haykırmadı, en fazla ‘öyle anlaşılıyor’ gibi ifadelerle hep top çevirdi.
Çünkü hakikati açıkça dile getirse, bu defa CHP içinden “AKP’yi aklıyorsun” eleştirilerine maruz kalacaktı.
Halefi Kemal Kılıçdaroğlu ise tam komediydi.
MİT tırı fotoğraflarında olduğu gibi, muhtemelen yine FETÖ’cülerin kendisine ulaştırdığı, güya Erdoğan’ın Baykal videosunu izlediği kareyi anlatırken, “Bunu size kim verdi?” sorusuna “Yüzü maskeli kişiler getirdi” diye tuhaf sözler sarf ediyordu.
Bu esnada devlet kurumları ve yargı ‘kaset kumpasını aydınlatmak için’ görevini yapıyor, bu kirli siyaset dizaynını gerçekleştiren FETÖ’cüleri açığa çıkarıyordu.
Baykal ve MHP’li yöneticilere yönelik kumpas davasını gören Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 2022 yılında FETÖ elebaşı Gülen’in baş sanık olduğu karar duruşmasında, dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Şube Müdürü Gürsel Aktepe ile gizli kayıt cihazlarını yerleştiren İlker Usta ve Sedat Zavar başta olmak üzere, 50 sanığa 6 yıldan 92 yıla kadar hapis cezası verdi.
FETÖ elebaşı Gülen’le birlikte firari 46 sanığın dosyası ayrıldı.
***
Geçmiş mevzuyu bu kadar tafsilatlı anlatmamın sebebi şu;
Bugünlerde tıpkı Baykal’a olduğu gibi, CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel’e de benzer bir şekilde operasyon çekiliyor.
İddia, evli olan CHP’li bir kadın ilçe belediye başkanı ile ilişki yaşadığı...
Kirli dedikodunun merkezindeki kadın belediye başkanı “Kanser sebebiyle kemoterapi görüyorum. Hepsi iftira” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ulaş Karasu da “İthamlar namussuzca ve ahlaksızca. Koltuk hırsları, parti kimliklerinin önüne geçenler yapıyor bunu” şeklinde bir paylaşım yaptı.
Şaşırdık mı?
Elbette hayır.
CHP’de bu tür bel altı vuruşlar ata sporu âdeta!
Hatırlarsanız, geçen sene Cumhurbaşkanı adaylığında Muharrem İnce’ye de iğrenç bir videoyla kumpas kurulmuş ve adaylıktan çekilmek zorunda kalmıştı.
CHP’li Mustafa Sarıgül de yakın zamanda benzer şekilde operasyon yedi ve itibarı sıfırlandı.
Yani FETÖ ve CHP içindeki klikler işbaşında!
Belli ki birileri ‘yargı yoluyla mağdur gösterilmeye çalışılan’ kişiyi genel başkanlığa ve cumhurbaşkanlığına taşımak niyetinde.
Bunun için de önlerindeki son engeli, yani Özgür Özel’i ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Siyasette ‘normalleşme’, dış politikada ‘millîleşme’, milletin meclisinde saygıyı inşa etme üzerine politika gütmesi kliklerin canını fena sıkmış.
Bu tavır, Meclis’te Cumhurbaşkanı’nı ayakta karşılama esnasında da bariz ortaya çıkmıştı zaten.
Dikkat çekeceğim bir başka husus, bu operasyona sırf CHP’ye vurma hevesiyle hükûmete yakın medya kuruluşlarını alet etme gayreti.
Tam da CHP’de yıllardır arzu ettiğimiz ‘millî duruş’ için Özgür Özel çaba harcarken, başta Cumhurbaşkanı’mız ve Bahçeli ‘iç cephede birlik-beraberlik’ çağrıları yaparken…
Üstelik gözle görmediğin şeye suizan ve iftira etmenin günahını bilirken…
Şunca yıllık tecrübeden sonra bu tür tuzaklara karşı çok daha dikkatli olmalıyız.
**************
Tecavüzcüden ahlak dersi!
Beyoğlu’nda sokak ortasında bir kızı, beraber alkol aldıkları arkadaşı ile birlikte taciz eden, çevredekiler yetişmese ulu orta tecavüze yeltenen sabıkalı sapığın sosyal medya paylaşımları ortaya çıkmış.
Semir T. isimli sapık, 11 Ağustos’ta “Çocuklarımıza ibadetten önce ahlaklı olmayı öğretelim. Çünkü çocuklarımız namaz kılan bir hırsız, oruç tutan bir sapık, hacca giden bir yalancı, kurban kesen bir tefeci olabilir” paylaşımı yapmış.
Hem de kendi fotoğrafını koyup, üzerine yazmış bunu.
Bunun üzerine daha bir şey söylemeye gerek var mı?
Türkiye’yi birileri işte böyle tenakuzlar (çelişki) toplumu hâline getirdi.
Çocuklarımızı kime kaptırıyoruz?
10 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme: 10 Ekim 2024 02:00
A -
A +
Osmanlı’nın çökertilmesinde de, Osmanlı’nın sonrasında da en büyük projeydi; dinden uzak nesiller yetiştirmek.
Adnan Menderes’e kadarki dönemde yasaklarla cebren yürütülen projeye rağmen Anadolu’da din ayakta kalmışsa, bunu evvela olacakları önceden görüp, köy köy Mızraklı İlmihal dağıttıran Sultan Abdülhamid Han’a borçluyduk.
Ezan-ı Muhammedi’yi camilerde yeniden aslına uygun okutturan Menderes’in başına gelenleri biliyorsunuz.
Çok küçük bir din düşmanı azınlığın Türk İslam medeniyeti kurmuş, asırlarca dünyaya bu medeniyetle hükmetmiş bir halka çektirdiği eza-cefa; 28 Şubat zulmünün ardından iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle büyük oranda son buldu, ancak hiçbir zaman bitmedi.
Çünkü bu, lokal değil, küresel bir projeydi.
Ve ellerinde kullanacakları çok fazla araç vardı.
***
Bir zamanlar filmlerle, basılı mecmualarla yaptıkları din karşıtı tezviratı televizyonlarla daha da büyütmüşler, internetin hayatımıza girmesiyle birlikte başka bir boyuta taşımışlardı.
Hele hele sosyal medya, dijital yayınlar ve interaktif oyunların yaygınlaşmasıyla bugün bambaşka meselelerle konuştuğumuz tehdit ortaya çıktı.
Bunlar öyle hızlı bir sosyal çöküntüye sebep oldu ki…
Bugün Avrupa’da nüfusu en hızlı düşen, AIDS gibi hastalıkların İngiltere’den bile fazla olduğu ülke olmamız bir yana her gün kadınlara, çocuklara yönelik korkunç cinayetlerin şokuyla sarsılıyoruz.
Küçücük bebeklerin, gencecik kızlarımızın, birilerinin pis arzularının kurbanı olduğunu görünce ruhsal bir bunalıma giriyor, geleceğimizle ilgili endişeye sürükleniyoruz.
Acı ama, gerçek bu.
Ve ne yazık ki, epeyce bir zamandır bu tehlike bağıra bağıra geliyordu.
***
Biz de defaatle buna dikkat çekmeye çalışmış, üç yıl önce “Sonumuz ne olacak?” başlıklı makalede şunu aktarmıştık;
Özel bir üniversitede ders veren meslektaşım geçenlerde şu endişesini anlattı;
"Gençliği hızla kaybettiğimizi görüyorum.
Temel problem, inanç sisteminden uzaklaşmaları.
Biz aynı yaşlardayken etrafımızda uyuşturucu kullananı bilmezdik mesela...
Şimdi yarısından fazlası hiç değilse bir kere denemiş.
Alkol tüketmeyen ise yok denecek kadar az.
Bizden çok ama çok farklılar...
*
Aramızda büyük yaş farkı olmamasına rağmen onları anlayıp, aynı dili konuşarak iletişim kurmam bile çok zamanımı aldı.
Kesinlikle bizim gibi değiller.
Aynı şeylere gülüp, aynı şeylere üzülmüyoruz sanki...
Kimliğinden uzaklaşmış, bireysel yaşamayı seven, sadece kendisini mutlu edecek şeylere odaklanan ve ötesini umursamayan bir nesil yetişiyor.
Hayatının hep eğlence ile geçmesini arzu eden, bir başkasının yükünü, sıkıntısını almaya asla yanaşmayan bir kuşak bu.
Elbette hepsi değil ama çoğunluk böyle.
Dindar kimliğe tahammülleri yok.
Buradan anlıyoruz ki, bu nesli sosyal medyada hâkim olan muhalif akıl yetiştiriyor.
Ve bu öyle bir salgın ki, onlar gibi düşünmeyen, onlar gibi davranmayan gençler dışlanacağı için ister istemez aynı kulvara girmek zorunda kalıyor.
Siyasi kimlikleri bir yana, millî hassasiyetlerinin de azaldığını açıkça görebiliyoruz.
Sanki bu gençler, geleceğin tek tip 'dünya vatandaşı' olmaya hazırlanıyor."
*
Gençliğe bu kadar yatırım yapmış AK Parti döneminde böyle bir geri dönüş, iktidarın sorgulaması gereken bir mesele.
Şimdi cinsiyetsizliğe alıştırmaya başladılar ki, bu uyuşturucu ve alkolden çok daha ötesi.
Bu işlerin başını da kimlerin çektiği ortada.
Siyasi kutuplaştırma ile zihnini esir aldıkları gençleri bu felakete sırtlarını sıvazlaya sıvazlaya sürükleyenler kendilerini ayan beyan gösteriyor zaten.
Terör örgütü PKK'nın sözcülüğünü yapan HDP'nin (Bugünkü DEM), LGBT sapkınlığına bu denli sahip çıkmasının amacı anlaşılmıyor mu?
Peki ya HDP'nin durduğu yeri meşrulaştırmaya çalışan başta CHP ve diğer ortaklarının bu felakete arka çıkmasına ne demeli?
Evet, HDP ne kadar proje ise bugün bu ihanetlerle karşımızda duran CHP de öyle bir projedir.
Bunların ağına düşen yeni kuşakları hem dünyada, hem de ahirette bedbaht bir son beklemektedir.
*
Burada İstanbul Sözleşmesi ile iktidarın da tuzağa düşürüldüğünü belirtmek gerek. (Neyse ki sonra bu hatadan döndüler ve sözleşmeden çekildiler.)
Ayrıca CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet'in birlikte hazırladıkları anayasa taslağında bu sapkınlığa kucak açmaları tesadüf değil elbette.
Mevzuyu şöyle kapatalım;
Ahir zamanda yaşıyoruz.
Bütün alametleri görülen bu zamanda bunların olacağını Peygamber efendimiz açıkça bildirmiş.
Nitekim yeryüzünde bir tek Müslüman dahi kalmadığında kıyametin kopacağı haber verilmiş.
Bize düşen, bu karanlık süreçte çoluk çocuğumuza sahip çıkmak, onları dünyada ve ahirette felakete sürüklenmekten kurtarmak.
Ötesine dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince doğruları anlatmak ve kurtulmalarını sağlamak.
Olur, olmaz; biz bilemeyiz...
Fakat en azından "Elimizden geleni yaptık" diyebilmeliyiz.
***
Üç sene önce yazdıklarımızın üzerine bugün yeni bir şey eklemeye gerek var mı?
Acı olan, değişen bir şey olmadığı gibi, kötülüğün giderek daha da yaygınlaşması.
Gençleri dinden uzaklaştırmadan kendilerine taraftar yapamayacaklarını bildikleri için hep bu yönde politikalar belirleyen, bunun da ötesinde LGBT, alkol, uyuşturucu bataklığı gibi küresel projelere çanak tutan DEM ve CHP gibi partilere, mason localarında yetiştirilen sahte din adamları da önemli destek sağladı.
(Buraya ‘uyuşturucuyu’ ekledim diye şimdi birileri çıkar, muhalefet ne zaman uyuşturucu kullanımına özendirdi diye sorgular…
Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Emniyet güçlerine “Zehir tacirlerini yakaladığınızda ayağını kırın” dediği için kimin lincine uğramıştı, hatırlayın.)
Kötülük işte böyle mesafe alırken, bunlarla mücadele etmesi gereken yetkili kurumlar ise maalesef yetersiz kaldı.
Diyanet, asli vazifesi olan dinî hakikatleri dile getirdiğinde dahi azgın azınlığın hücumuna uğradı, linç edildi.
Pisliğin oluk oluk aktığı sosyal medya mecralarına her dokunulduğunda da aynı cenah topyekûn saldırıya geçti.
Linç edenler, gençliği ‘özgürlük’ kılıfıyla küresel kötülüğün çukuruna yuvarlayan yine o azgın azınlıktı.
Şu tuhaflığa bakın ki, inanç boşluğunu satanizm gibi sapkın akımlara sürüklenerek dolduran kişilerin her yaptığını da kendilerine değil, iktidara yıkma peşindeler.
Demek ki neymiş?
İktidarın tıpkı Rusya’da, Çin’de olduğu gibi, gençliğini korumak için atması gereken bütün adımları ‘şu ne der, bu ne der’ diye bakmadan atması gerekiyormuş.
Bu iş artık soft mücadele ile baş edilebilecek bir problem olmaktan çıkmıştır ve beka meselesi listemizde giderek üst sıralara tırmanmaktadır.
Daha sert, daha etkili mücadeleye ihtiyacımız olduğu açık.
Bugün biraz gençleri kurtarma ümidimiz var ise yarın bu da elimizden gidebilir.
Sınırlarımızın ötesindeki sapkınların "arzımevud" hayalleri bizim için nasıl bir tehditse, bu da ondan aşağı değil, hatta daha beter.
İçeride toplum çöktükten sonra, dışarıdan gelecek düşmanı püskürtsen ne fayda!
Savaşın kıyısından dönmüş olabiliriz
7 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme: 7 Kasım 2024 15:09
A -
A +
“Savaşları bitireceğim, 3. Dünya Savaşı’nın çıkmasını önleyeceğim” diyen Donald Trump, ABD’nin 47. Başkanı seçildi.
Şimdi gözler Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail’in Lübnan-Suriye hattına taşıdığı işgal sürecinin nereye evrileceğinde.
ABD’de henüz oylar kullanılırken İsrail kasabı Netanyahu’nun, Savunma Bakanı Gallant’ı görevden alması dikkat çekiciydi.
Katiller ordusunun neye hazırlandığını, Netanyahu’nun böyle bir günde işgal ordusunun başındaki ismi neden değiştirme ihtiyacı duyduğunu bekleyip göreceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM açılışında işaret ettiği “Lübnan’dan sonraki hedef biziz” uyarısı, ardından savunma sanayiimizin acil desteklenmesi için getirileceği duyurulan vergiler, ciddi bir tehdit altında olduğumuzun ve hazırlıklarımızı buna göre yaptığımızın işaretlerini vermekteydi.
***
Cumhur İttifakı ortağı Sayın Devlet Bahçeli’nin, Kürt kökenli vatandaşlarımızla kucaklaşmak için yaptığı Öcalan çıkışının da, Suriye sınırımızda İsrail için hazırlanan ‘teröristan’ projesine yönelik atacağımız adımlarla ilişkili olduğuna defaatle dikkat çekmiştik.
Türkiye, bu tehdidi İsrail’in Suriye işgaline girişmesinden önce bertaraf etme konusunda kararlıydı ve gerek Irak’ın kuzeyi, gerekse Suriye sınırımızda kalan PKK/YPG alanlarını da ABD’ye rağmen temizlemek için harekete geçeceği beklenmekteydi.
İç cepheyi tahkim etmek işte bu sebeple önemliydi.
***
Yakın dönem için öngörülen tehdit ve buna karşı ‘savaşı göze alan’ hazırlıklar, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle şimdilik savuşturulmuş olabilir mi?
ABD’de yapılan seçimin, Türkiye olarak bizim açımızdan getireceği en önemli sonuç bu olacak.
Washington ile ilişkilerde, belki de en kötü dönemi, geçtiğimiz son dört yılda Joe Biden’la geçirdik.
Türkiye-ABD ilişkileri öyle dibe vurdu ki, Biden’ın koltukta oturduğu dört yıl boyunca ne Cumhurbaşkanı Erdoğan Beyaz Saray’da ağırlandı ne de Biden’ı Ankara’da ağırladı.
Geçtiğimiz mayıs ayında Beyaz Saray’da görüşme olacağı konuşulmuştu ama o da ‘programlar uyuşmadı’ gibi komik bir bahaneyle olmadı.
Zaten göreve gelmeden önce katıldığı bir programda -Türkiye’de hükûmete karşı artık darbeye kalkışmayacaklarını, onun yerine ‘dostlarımız’ dediği muhaliflerle iktidarı devireceklerini- söyleyerek Erdoğan nefretini açık eden bir başkanla bundan daha fazlası olmazdı.
Peki, Trump’ın seçilmesi neyi değiştirir?
Öncelikle bu isim ilk defa o koltuğa oturmuyor.
Trump, 2017 ve 2019 yıllarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Beyaz Saray’da iki defa ağırlamıştı.
Yani ilişkilerimiz Biden dönemi kadar kopuk değildi.
Ayrıca, Suriye sınırımız boyunca PKK/YPG’ye yönelik Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarını Trump döneminde yapmıştık.
Biden döneminde de elbette terör hedeflerini yüzlerce kez vurduk ancak alan kapatma ve terörü bütünüyle süpürme biçiminde bir harekât olmadı.
Hatta sınırımızdaki terörü himaye eden ABD ile zaman zaman savaş tehdidine varan restleşmeler ve insansız hava araçlarımızın vurulması gibi derin krizler yaşadık.
Biden gitti Trump geri geldi diye ortalık güllük gülistanlık olmayacak elbet…
Nitekim 45. Başkanlığı döneminde Trump yönetimi de terör örgütüne silah yardımı yaptı.
Erdoğan’la yakın ilişkisine rağmen Türkiye’ye ağır yaptırımlar uygulayarak, bugün hâlen mücadele ettiğimiz ekonomik sıkıntıların derinleşmesine sebep oldu.
Rahip Brunson, S-400, Halkbank krizleri yine onun döneminde yaşandı.
Sonrasında göreve gelen Biden ise kötüleşen ilişkilerin tuzu-biberi oldu.
Yine de Trump, hiç değilse ilişkileri onarma bağlamında müzakere edilebilen bir başkandı.
Şimdi 47. Başkan olarak yeniden koltuğa oturdu.
“Savaşları bitireceğim” vaadi, yakın tehdit olarak üzerimize gelen bir bölgesel savaş yahut 3. Dünya Savaşı riskini en azından dört yıllığına savuşturur mu?
Göreceğiz…
Hiç değilse daha kötü günlere hazırlık yapmak için bölge ülkelerine zaman kazandırsa bu da kâr görülebilir.
Başkalarının ‘kendi ülkelerine hizmet etmesi için’ seçtiği Başkan’dan bize büyük iyilikler yapmasını bekleyecek hâlimiz yok.
Ülkemize musallat olmasınlar yeter.
Bu yapıyla Türkiye Yüzyılı nasıl olacak?
10 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme: 10 Kasım 2024 07:26
A -
A +
Son bir asırdır yurtta sulh, cihanda sulh istedik; öyle mi oldu?
Birinci Dünya Savaşı sonrası İngilizlerle, İkinci Dünya Savaşı sonrası (savaşa dâhil olmadığımız hâlde) ABD ile yaptığımız anlaşmalar, -lafa değil, icraata baktığımızda- açıkça gösteriyor ki bizi bu ülkelerin tahakkümü altına soktu.
Asırlar boyu dünyaya hükmetmiş bir millet, darbelerle, iç çatışmalarla, terörle, ekonomik ve sosyal krizlerle boğuştu durdu.
Ne sanayi ve teknolojide ilerleyebildik, ne madencilikte, ne enerjide, ne şehirleşmede, ne sağlıkta, ne sanatta, ne de eğitimde…
Toplum, ahlaken bile günden güne dibe çöktü.
Sadece yeni rejimin kaymak tabakasını mutlu eden sistem, Batılı efendilerine sınırsız hizmet sunarken, içeride büyük halk kitlesine ise zulüm ve baskıyı reva gördü.
Türk, Kürt, Laz, Çerkez ayrımı olmaksızın, toplumun Müslüman kimliğe sahip her ferdinden nefret ettiler.
En büyük mücadele alanları da ‘laiklik’ kisvesi altında bu oldu.
İslam’a ve aslında gerçek Türk kimliğine düşmanlıktan öteye gitmedikleri gibi, sadece heykel yapmayı, Batılılar gibi giyinmeyi, onlar gibi İslamiyet’ten uzak yaşamayı modernleşme diye yutturuyorlardı.
Oysa, yukarıda saydığım -Batılıların sahip olduğu- sanayi, bilim, teknoloji gibi hiçbir alanda ülkeye fayda sağlayacak iş yapmıyor, yapmaya kalkışana da çelme atıyorlardı.
Vesayetin kaymak tabasındaki bu küçük kitle için ülkenin geri kalması çok da mühim değildi.
Onlar zaten çocuklarını Batı ülkelerinde okutuyor, Türkiye’nin en güzel yerlerinde onlar yaşıyor, toplumun geri kalanı umurlarında olmuyordu.
Halk bu adaletsizliğe ve baskıya karşı koyacak, ülkenin gelişimine hizmet edecek bir hükûmet seçerse, ‘laiklik’ falan diyerek alaşağı ediyorlardı.
Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan örneklerinde olduğu gibi…
Bu liderlerin sağladığı vizyonla Anadolu’nun gariban evlatlarından yurt dışına gidip yabancı okullarda başarılı olan az sayıda bilim adamımız gururumuzu okşadı, o kadar.
ABD’de Türk Einstein olarak ünlenen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu gibi kimi bilim adamlarımız Türkiye’deki bu çarpıklığı, bu ikiyüzlülüğü, bu sahtekârlığı haykırsa da, vesayetçiler ellerindeki medya, sanat ve ekonomi gücünü, hatta terör dâhil, birçok karanlık örgütü kullanarak toplumu baskılamayı sürdürdü.
Bunca tecrübeye rağmen, bugün vesayetin siyasetteki ana aktörü CHP’nin, Kandil’in partisi DEM’le iş birliğine hâlen şaşıran varsa, kendine şaşsın.
***
2002’de iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, işte bu sistemi bozdu.
Eğitim, tarım gibi kimi başlıklarda yetersiz kalmakla eleştirilse de, birçok alanda vesayetin tüm engelleme çabalarına rağmen Türkiye’yi kalkındırdı.
Özal’ın başlattığı teknoloji atağını, Erdoğan 5. Nesil savaş uçağı yapabildiğimiz kapasiteye ulaştırdı.
Bir zamanlar askerimizin termal botunu yapamazken, şimdi savunmada yerli ve millîlik oranımız yüzde 80’e ulaştı.
Millî hava, kara, deniz sistemlerimiz; nükleer, petrol ve doğalgaz çalışmalarıyla dışa bağımlılığı azaltma faaliyetlerimiz muazzam seviyede.
Etkin dış politikanın yanı sıra ordumuz, istihbaratımız artık sınırlarımızın ötesinde ülke güvenliğimizi sağlamakta.
İşte sağlanan bu güçle devletimiz 2023 sonrası için TÜRKİYE YÜZYILI vizyonunu ortaya koydu.
***
Yukarıda anlattığım; içine kapanmış, sadece terörle, yoksullukla, darbelerle, vesayetin baskısıyla boğuşan bir Türkiye’yi aşıp, yeniden dünyada söz sahibi olan kodlarımıza dönmenin ilanıydı Türkiye Yüzyılı.
Bunu ilan ettiğimiz 2023’te eş zamanlı olarak İsrail’in de güneyimizden hareketlenmesi ve sınırımıza ilerlemek için işgale başlaması asla tesadüf değildir.
Bu esnada iç siyasetimizde ve bunu etkileyen ekonomi gibi başlıklardaki gelişmelerin, güneyimizde bir yıldır süregelen insan kıyımı ile alakasını da asla göz ardı etmemek gerekir.
Son 20 yılda –ülkemizi geri bırakan- 80 yıllık açığı kapatmak için geceli gündüzlü çalışan iktidara, bundan sonra atacağı adımlarda milletçe tam destek vermek boynumuzun borcu.
Ayinesi iştir kişinin; herkesin yaptığı ortada.
Ülkemizi ve milletimizi tekrar ayağa kaldıran hükûmetimiz anayasa diyorsa anayasa, açılım diyorsa açılım, operasyon diyorsa operasyon…
Bugün dünyaya hükmeden ülkelerin yönetim sistemlerine, anayasalarına, yönetim yapılarına ve geçmişte bizim de hangi yönetim sistemiyle üç kıtada hâkim olduğumuza bakın; anlarsınız nereye hapsedildiğimizi.
Cihan imparatorluğundan ve dünyaya hükmeden millet olma iddiamızdan feragat edip, bizi birilerinin güdümüne sokan sisteme ‘kutsal’ muamelesi yapmak nereye kadar?
Bitmeyen uçak yalanları
17 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme: 17 Kasım 2024 07:57
Onlar gibi, memlekette onca dert ve bela varken, bunları bir kenara bırakıp, toplumu çok da ilgilendirmeyen bir mevzuyu deşeceğim.
Bağlayın kemerleri, başlıyoruz.
***
Cumhurbaşkanı’mızın seyahatlerine eşlik eden gazetecilerin sadece Cumhurbaşkanlığı uçağına koltuk parası ödemediğini (–ki tarifeli uçak olmadığı için bunun dünyada örneği yok)…
Uçağa binme dışında otel, yemek gibi bütün masraflarını kendi ceplerinden, daha doğrusu bu gazetecilerin çalıştıkları kurumların karşıladığını bilmeyen kaldı mı?
Hâlâ bu tezvirata inanan varsa Emin Çölaşan gibi yalanı ağzında sakız eden fütursuzlar yüzünden.
Cumhurbaşkanı’nın seyahatlerini, İBB’nin İstanbul halkının cebinden harcadığı 12 milyon liralık Paris sefasıyla karıştıran bu sözüm ona ‘büyük’ gazeteci, bu seyahatlerin bizim için nasıl bir külfete sebep olduğunu görmezden gelip, bir de ‘piyango vuran gazeteciler’ iftirasını atıyor.
Herkesi, CHP’nin fonladığı gazetecilerden zannediyor olsa gerek…
Bu kadarla kalsa iyi!
Neymiş; bize sorular önceden İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanıp veriliyormuş, biz de uçakta sadece bunları sorabiliyormuşuz.
Ahlaksızlığa bakın!
28 Şubat paşalarının gazetecisi olduğu için bizi kendisiyle karıştırıyor herhâlde.
Sorular da önceden hazırlanıyormuş, cevaplar da, biz önümüze konulan soruları sorup kenara çekiliyormuşuz.
Böyle bir yalan, iftira nasıl akla gelebilir?
Herhâlde yapmışlığı var ki, böylesine iğrenç bir yalanı düşünebiliyor.
***
Daha önce de yazdım…
Sorup da cevap alamadığımız, röportajda yer almayan bir konu yok mu?
Elbette var.
Bizim her sorumuza ‘devlet sorumluluğundaki kişi’ cevap vermek istemeyebilir, “Şu konu hassas, oraya girmek istemiyoruz” denilebilir.
Gazetecinin zorla cevap almak gibi bir görevi yok.
-Ki, bu konularda da biz izlenimlerimizi, kanaatlerimizi yazdık, yazıyoruz. Böyle olduğunu da belirtiyoruz zaten.
Devlet Bahçeli’nin İmralı çıkışında olduğu gibi, yanılmadığımızı da görüyorsunuz.
Fakat kendimize ait olmayan bir soruyu sorduğumuz iftirasına vereceğimiz cevap, bunun ancak 28 Şubat paşalarının gazetecisine yakıştığıdır.
Kimse bizi kendisiyle karıştırmasın.
***
Uçağı dilinden düşürmeyen bir başka isim de yine 28 Şubat döneminin gediklilerinden Ertuğrul Özkök.
Uçaktaki lüzumsuz detayları güya biz yazmadığımız (yazamadığımız) için, seyahatte bulunan meslektaşlarımızdan aldığı bilgilerle bu yazıyormuş.
Sanırsınız ‘çok önemli’ şeyler yazıyor!
Mesela Hadi Özışık niye gülmüş?
Biz niye ciddi duruyormuşuz?
Böyle ipe sapa gelmez çıkarımlarla kendince eğleniyor bu gevşek arkadaş.
Karın ağrısı başka tabii, aklınca bizi itibarsızlaştıracak.
Röportajın yapıldığı toplantı salonunu öyle bir anlatıyor ki, sanırsınız politbüro ofisi.
Yıllarca paşaların gazeteciliğini yaptığı için böyle okuması normal karşılanabilir elbet!
Aklı o kadarına yettiğinden olsa gerek, röportajı yapan gazetecilere bir de mürettebat diye hakaret etmiş.
Kirli geçmişleri, adam yerine konulup uçağa alınmadıkları için ne diyeceğini bilmeyecek kadar kuduran bu arkadaşlar, bir gün ağızlarının payını vereceğimizi düşünmedi herhâlde.
Uçaktaki detayları biz yazamıyormuşuz da o yazıyormuş… Hey Allah’ım!
Sen önce uçağı doğru yaz da, ötesini sonra konuşalım.
Yazı boyunca A330 diye üzerinde tepindiğin röportaj, A340 CAN uçağında yapıldı canım benim; kulağına bir şeyler üfleyen arkadaştan önce bunun doğrusunu öğrenseydin keşke.
Çok mu önemli bir detay?
Bence değil ama eften püften detayları büyük iş yapıyormuş gibi kibirli cümleler kurarak yazıyorsa birisi, öyle.
***
Bir başka detayı daha yazmış büyük büyük yüce gazeteci!
Riyad’daki zirvede Esad’la aynı kareye girmesi sorulduğunda “Hayır girmedim” demiş, bunun üzerine gazeteci arkadaşımız Banu El iki parmağıyla ekran büyütme işareti yapıp “Ama kadrajı genişletince Esad da görünüyor” demiş.
Doğru.
Ertuğrul Özkök, Banu El’in bu hareketi ‘yapabiliyor’ olmasına hayret etmiş, uçaktaki mürettebat gazetecilerin bu cesareti hayret dolu bakışlarla izlediğini düşünüyormuş!
La havle!
Bu gevşeğe bilgileri kim aktardıysa eksik anlatmış.
Ya da anlattı da o bilgiyi özellikle saklamış ki, kurduğu senaryo çökmesin!
***
Evet, Erdoğan “Hayır girmedim” dedi, sonrasında geniş karede en uçlarda Esad’ın da olduğu söylenince “O kadar genişletirseniz kimler girmez ki” esprisini de yaptı...
Hatta konu Esad’ın konuşmasını beklemeden salondan ayrılmasına kadar gitti. Nitekim röportajda bunlar da var zaten.
Bunların akabinde ben söz alıp, aynı kadraja girme konusunun havada kaldığını düşünerek “Efendim, Esad’ın sizinle aynı kareye girmesi çok da önemli değil olarak mı algılayalım?” sorusunu yönelttim.
Cumhurbaşkanı’mız da “Hayır öyle de demeyelim. Ben Esad’dan hâlâ umutluyum” cümlesini sarf etti ve ertesi gün pek çok gazetenin manşeti bu soru üzerine çıktı.
Yani demek ki neymiş?
Sorular önceden elimize veriliyor, biz de papağan gibi bunu tekrar etmiyormuşuz.
Bir konu iyice anlaşılmadıysa araya giriyor, cevabını almak için sorular yöneltebiliyormuşuz.
Bunları 28 Şubat’ın kalemşorlarına anlatmak zor tabii, kafaları basmaz.
Cevap verdik diye onlar yarın doğrusunu yazmaya çalışır mı?
Çalışmaz.
Peki biz bunca şeyi niye yazıyor, bunlara niye laf yetiştirmeye çabalıyoruz?
Belki yalanlarına inanan vardır, en azından doğrusunu öğrensinler.
***
Bakın, bunlar karşı mahallenin sözde ‘büyük’ kalemleri.
Ucuz, vasat, fütursuz yalancılar…
Bir uçağın toplantı masasına bu kadar yalanı sığdırabilen, düşünün 783 bin kilometrekarelik Türkiye’ye neler sığdırmaz!
O teğmenler yedi defa reddedildi, yine de kılıcı çekti!
21 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme: 21 Kasım 2024 01:34
A -
A +
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde bir grup yeni teğmenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayrılmasından hemen sonra kılıçlarını havaya kaldırarak, 15 Temmuz kalleş darbe girişiminin ardından resmî yeminden kaldırılan metni okumaları ile ilgili Millî Savunma Bakanlığı’nca başlatılan incelemede; 5 teğmen, alay komutan vekili, tabur ve bölüm komutanı ihraç talebiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edildi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel her zamanki gibi “Mustafa Kemal’in askeriyiz demelerinde ne mahzur var?” tarzı yaklaşımla bu girişimi masumlaştırmaya çalıştı.
Peki gerçek öyle mi?
Millî Savunma Bakanlığı kaynakları, durumun hiç de öyle olmadığına dair çarpıcı bilgiler verdi.
***
Hadisede başı çeken bazı öğrenciler, bu törenin hemen öncesinde, 28 Şubat postmodern darbesinin ardından 29 Ocak 1999’da yönergeye eklenen, ancak 15 Temmuz ihaneti sonrası 29 Mart 2023’te yönergeden çıkarılan metni okumak istediklerini defalarca ve ısrarla amirlerine iletmiş.
Komutanları, bunun mümkün olmadığını defaatle kendilerine tebliğ etmiş.
Önce dört defa bu izni istedikleri söylenmişti ama son açıklamalara bakılırsa yedi defa bu teşebbüste bulunmuşlar ve her defasında ret cevabı almışlar.
Buna rağmen, resmî yemini ettikten ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tören alanından ayrıldıktan hemen sonra yine bildiklerini okumuşlar!
***
Bakanlık kaynakları, işte bu yüzden asıl mevzunun okunan metnin içeriğinden ziyade, yedi defa reddedilmesine rağmen, yönetmelikten çıkarılan subay andının okunmuş olmasına dikkat çekiyor.
Bu apaçık disiplinsizlik, emre itaatsizlik… Hatta talebi reddeden komutanlara karşı başkaldırı olarak bile görülebilir.
Bunun bal gibi planlı ve organize bir eylem olduğunu anlamak için bu kadarı bile yeterli.
Mide bulandıran başka detaylar da var.
***
Bakanlık kaynaklarının açıklamasında, ‘yönlendirilen kişilerin daha önce planlanmış bir eylemi’ ifadesi dikkat çekiyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayrılması sonrası, dönem birincisi, mezun oldukları taburun ismini zikrederek toplanma anonsu yapıyor, töreni takip etmek için gelen basın mensuplarını olay yerine davet ediyor.
Kılıç çatma esnasında okunacak metinden sadece eylemi organize eden teğmenlerin bilgisinin olduğu, diğerlerinin büyük çoğunluğunun sadece kılıç çatılacağı düşüncesi ile anonsa riayet ettikleri belirtiliyor.
Misafir askerî personelin de anonsa uyarak olay yerine gelmesi, bu durumu teyit ediyor.
Yapılan eylemin, mezun olmanın sevinciyle anlık gelişen bir durum olmadığı, bazı öğrencilerin yönlendirmesiyle daha önceden planlanarak organize edildiği sonradan anlaşılıyor.
Tabii bu esnada, bahse konu disiplinsizliğe karşı amirlerin tören öncesinde gerekli tedbirleri almadıkları ve eylem esnasında müdahalede bulunmadıkları tespit ediliyor.
Düşünün, yedi defa kendilerinden talepte bulunan öğrencileri reddeden kişiler, gözleri önünde emirleri çiğnenirken sadece izlemekle yetiniyor!
***
Bir başka çarpıcı detay…
Bu itaatsizliği yapan teğmenler, korsan yeminden önceki resmî törende, Başkomutan Erdoğan’ın da huzurunda şu yemini okumuş;
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.”
Peki hemen sonrasında ne yaptılar?
Yeminlerinin tam aksini.
İşte şimdi bunun hesabı soruluyor.
CHP Genel Başkanı da işte bu disiplinsizliği savunuyor.
***
Meselenin bir başka yönü, korsan olarak okunan kılıçlı yeminin mazisi.
Daha önce kaynaklarıyla tafsilatlı yazmıştım, tekrar hatırlatayım.
Yönetmelikten kaldırılan metin şu;
“Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Bu metni, emekli bir orgeneral, ilk 1995 yılındaki Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde, -geçen yıl emekli olan ve her nedense ismi gizlenen- okul birincisinin okuduğunu aktarıyor.
Dönemin okul komutanı Yaşar Büyükanıt metni çok beğeniyor ve her dönem birincisinin okumasını, diğer teğmenlerin de bunu tekrar etmesini istiyor.
Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı, bunun müteakip törenlerde okunması için tamim yayınlıyor.
Ne zaman oluyor bunlar?
Refahyol hükûmetini tehditle iktidardan indiren, ülkeye tahminî 400 milyar dolarlık bedel ödeten, başını çekenlerin de “Biz bunu İsrail adına yaptık” itirafında bulunduğu 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde.
Sonra ne oldu?
1996 Kara Harp Okulu birincisi olarak aynı yemini eden Eşref Mert, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yargılandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı davasında, kurmay albay olarak aldığı müebbet hapisle cezaevinde.
1997’deki yemin töreninde bu metni okuyan dönem birincisi teğmen Adnan Uygun’u ise 19 sene sonra yarbay rütbesiyle 15 Temmuz hain darbe girişiminde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde gördük.
‘FETÖ üyeliği ve darbe’den şimdi “müebbet” cezasıyla hapiste.
1998’in birincisi olarak bu yemini yapan teğmen Ali Çakan ise 15 Temmuz ihanetinin ardından Yunanistan’a kaçan hainler arasında.
İşte bunların ettikleri yemin değişti, “…doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime…” yazılı yemin geldi.
Bunu bırakıp, -darbecileri hatırlatan- o yemini teamüllere aykırı olarak ısrarla okuyanlara ve bunu savunanlara ne diyelim şimdi?
Dünya savaşına giderken CHP…
24 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme: 24 Kasım 2024 02:00
A -
A +
“Dünya savaşı kapımıza dayandı, biz neleri konuşuyoruz” yazısını 22 Kasım 2018’de yazmıştım.
Bugün 24 Kasım 2024.
Aradan tam altı sene, iki gün geçmiş.
O gün dünyada çok az kişi dünya savaşından bahsediyordu.
Bugün herkes.
O gün Türkiye’de çok az kişi bu tehlikenin farkındaydı…
Bugün çok daha büyük bir kesim.
Değişmeyen tek şey var;
CHP o gün de asıl gündemimiz olması gereken bu tehdidi topluma konuşturmuyordu… Bugün de!
CHP o gün de “Dış minnaklar” alaycılığıyla asıl tehlikeyi kamufle etmeye, toplumun bilinçlenmesini önlemeye çalışıyordu… Bugün de!
Peki, bunu sadece muhalefet olma görevlerini yerine getirmek için mi yapıyorlardı… Asla.
Bunun en bariz göstergesi, İngiliz ve Yahudi kuklası terör örgütleriyle ağız birlikleri.
Ülkenin can düşmanlarıyla iş birliği yapmak, ne zamandır muhalefet görevi?
Aksine, normal ülkelerdeki gibi ‘bu terör örgütleriyle ben daha güçlü mücadele ederim’ duruşu göstermek değil midir olması gereken?
ABD’de El Kaide ile birlikte ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışan bir parti tahayyül edilebilir mi?
Bizde oldu ve hâlâ da geri adım atmış değiller.
İsmi dün HDP, bugün DEM olan Kandil’in partisiyle 10 senedir yürüttükleri sıkı ittifaka bakın mesela…
Bugüne kadar hiçbir CHP’linin ağzından DEM’le birlikte ‘terör örgütüne silah bıraktırma, terörü bitirme’ cümlesini işittiniz mi?
Duymazsınız…
Onlar sadece iktidarı birlikte iyi sallamaktan, birlikte seçim kazanmaktan, kent ittifakları kurmaktan bahsettiler.
PKK’ya silah bıraktırma şartını ağızlarına dahi almadan…
Şayet böyle bir şart koşsalar, Kandil’deki terör elebaşları CHP’ye ve ittifak üyelerine çağrıda bulunup, “AKP-MHP faşizmini birlikte yıkalım”çağrıları yapar mıydı?
Terörü bitirmek gibi bir derdi olsa, CHP bir kere olsun çıkıp da terör baronlarının bu aleni çağrılarına karşı tek cümle kurmaz mıydı?
***
3. Dünya Savaşı gibi büyük bir tehlike adım adım üzerimize yaklaşırken ve durumun farkında olan devletimiz var gücüyle bu kötü günlere hazırlık yaparken CHP ne yaptı?
Türkiye’nin savaşa sokulacağı gerilim hatlarında ne yaptıklarına bakalım.
Suriye sınırımız boyunca kurulmak istenen ‘teröristan’ projesini HDP (DEM) ile birlikte destekleyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı âdeta içeride cephe açtı.
ABD, İngiliz ve Yahudi aklının sadece ismini değiştirerek kamufle etmeye çalıştığı PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD/YPG’ye yapmadıkları güzellemeler kalmadı.
Buna karşı, okyanus ötesi ile ağız birliği yaparak, kendi devletlerini DEAŞ’la iş birliği yapmakla suçladılar.
DEAŞ’a silah yardımı iftirasını attılar.
PKK, FETÖ, CHP, HDP bir olup, MİT tırından tutun da, Dışişleri ses kaydına kadar birçok ihanete imza attılar.
Oysa Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınırımızdan DEAŞ’ı ve PKK/PYD’yi temizlemek için başlattığı her harekâtın da tam karşısında durdular.
Kimin ne dediği, ne yaptığı ortada; yıllardır yazdık, hepsinin detaylarını tek tek yeniden yazmama gerek yok.
Sınır güvenliğimizi sağlayan bu operasyonlara ABD ile birlikte aynı cümlelerle karşı çıkan da bunlardı, Akdeniz’deki haklarımızı korumak için çıkardığımız Libya tezkerelerine ‘hayır’ diyen de…
CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı boyunca bir kere bile devletinin yanında yer almadı.
Onun yerine gelen Özgür Özel’den biraz umudumuz vardı ama, son dönemde DEM’lilerle birlikte çıktığı CHP otobüslerinden verdiği mesajlara bakarsak, o da eski tas, eski hamam devam etmekte.
Parti yönetiminde çoğunluğu ele geçiren, Özgür Özel’in geçici olarak Genel Başkanlık koltuğuna oturmasını sineye çeken ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı yolunda Türkiye’nin Guadio’su, Zelensky’si olmaya heveslenen Ekrem İmamoğlu’nun DEM’le iş birliğinde Kılıçdaroğlu’ndan da, Özgür Özel’den de geri kalır tarafı zaten yok.
Sadece DEM ve Kandil mi?
FETÖ’yü de, elebaşları ölmüş olmasına rağmen, atlamamalı.
***
Kafalarına kadar pisliğe battıkları hâlde, bunların bir de kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi pazarlama arsızlıklarına ne demeli?
Eski Genel Başkan Kılıçdaroğlu, FETÖ’nün darbe girişimleri sırasında bu terör örgütü ile ağız birliği yaparak Erdoğan’a ettiği hakaretlerden dolayı çıktığı mahkemede, DEM’lilerle birlikte şov yapmaya kalktı.
Oysa Cumhurbaşkanı, geçmişteki bütün hakaret davalarını geri çekmişti ama hadisenin bir de kamu davası yönü vardı.
Kılıçdaroğlu bugüne kadar kasıtlı olarak ifade vermeye gitmediği için ucuz ‘mağdur’ pozlarıyla mahkemeye çıktı.
Şu komediye bakın ki, ifadesinde ‘Büyük Orta Doğu Projesinin ikinci fazına geçildiğini, Erdoğan’ın Kıbrıs ve Ege’de taviz vereceğini’ iddia etti.
Ege’yi, burnumuzun dibindeki adalara varana kadar, tek parti döneminde eski CHP Genel Başkanı İnönü’nün Yunan’a peşkeş çektiğini unutmuş olma ihtimali var mıdır?
Üstelik, suçladığı Erdoğan, Türkiye’nin ve KKTC’nin Akdeniz’deki haklarını korumak, Ege’de olduğu gibi kıyılarına hapsolmamak için dünyaya meydan okurken, kasetle getirildiği CHP Genel Başkanlığında 13 yıl boyunca bir kere bile Mavi Vatan’ı korumak için çıkarılan Libya tezkerelerine destek vermemiş…
“Efendim, Yunanistan bize mi saldıracak?” diye S-400 hava savunma sistemi almamıza karşı çıkmış…
Dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, “İktidara geldiğimizde Akdeniz’de de, Ege’de de, Kıbrıs’ta da NATO müttefiklerimizin dediğini yapacağız” sözleri ile gayrimillî çizgilerini itiraf etmiş…
Türkiye’yi, Libya’da ‘emperyalist emeller gütmekle’ suçlamış partinin başındaki kişi söylüyor bunu!
Anlaşılan o ki, bu BOP vurgusu da planlı.
***
Tutturacakları bir şey kalmadığı için Erdoğan’ı yirmi sene önceki bir cümlesinden karalamaya kalkışıyorlar.
Geçenlerde TGRT Haber’de bizimle yayına katılan eski bir CHP milletvekili de aynı iftiraya sarıldı.
“One Minute”, Gazze ziyareti girişimi, akabinde gelişen MİT operasyonu, Gezi olayları, 17/25 Aralık, 15 Temmuz, Suriye harekâtları, Akdeniz, Libya, Katar, örnekleriyle üslubunca cevabını verdik ama ne fayda!
CHP yalan ustasıdır ve yalanında ısrarlıdır.
Buna gelene kadar, tarihinde neler var daha!
O kanalda ev sahibi sayıldığımız ve yönetici pozisyonunda bulunduğumuz için kişisel polemiğe girmemiz doğru olmayacaktı, şimdi isim vermeden buradan yazabilirim…
Aynı kişi 2018’de Afrin’e yapılan Zeytin Dalı Harekâtı öncesi “Ben Türkiye’nin Suriye’de üstlendiği rolden Amerika’nın, Rusya’nın, İran’ın ve Suriye’nin, yani orada olan bütün yapıların, PYD’nin, diğer unsurların (!) hepsinin rahatsız olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’nin Astana’da kendine biçtiği rol İdlib’dir, Afrin değildir. Afrin’e yöneldiğimiz için büyük rahatsızlık var. Afrin’e yaklaşım yanlıştır. Afrin’in işgali, Afrin’in kuşatılması yanlıştır” diyordu.
Dediğim gibi, evimize konuk olmuş bir kişiyle kişisel münakaşaya girmemek için bu cümlesini açıktan yüzüne vurmadım ama en azından geçmişte söylediklerini unutmadığımızı hatırlasın diye “Suçladığınız kişi Afrin operasyonunu yaptığında kimin lehine, kimin aleyhine bu harekâtı yapmış oluyordu?” diye sordum.
Bununla ne demek istediğimi anladığını düşünüyordum.
Ne cevap verdi biliyor musunuz?
“Afrin harekâtı başka bir şeydir. Orada bizim millî bir mücadelemiz vardır, terör sorununa karşı biz sınırlarımızı koruyoruz.”
İşte CHP’nin özeti.
Dün Amerika’nın, PKK/PYD’nin, -İsrail gibi- diğer unsurların rahatsızlığını dile getirip, Afrin operasyonunun talimatını veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ‘işgalci’ olarak suçlayanlar da bunlar…
Bugün sütten çıkmış ak kaşık gibi davranıp, Erdoğan’ı ABD ile iş birliği yapmakla itham etme tutarsızlığına girişen de!
Biz ne anlatıyorduk?
3. Dünya Savaşı geliyordu değil mi!
Bu CHP varken Türkiye ne kadar güvende?
Halep’te İran tuzağı
1 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme: 1 Aralık 2024 08:11
A -
A +
İsrail’in Gazze’de Müslüman sivilleri, bebekleri, kadınları nasıl bir vahşi zevkle katlettiğini düşünün…
Aynısını Suriye’de İran ve Esad rejimi yaptı.
***
Sadece İranlı asker ve farklı isimlerdeki milislerinin 600 binden fazla Sünni Müslüman’ı, çok büyük kısmını da işkenceden geçirerek öldürdüğünü anlatıyor Suriyeliler.
Öldürülen toplam Suriyeli sayısı kimi kaynaklara göre 2,6 milyon.
Suriye’de iç karışıklığın çıktığı 2011’den bu tarafa öyle bir katliam yaptılar ki, 10 milyondan fazla insan yalın ayak Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı.
Kimyasal silahla çırpına çırpına can verenler, açlıktan bir deri bir kemik bırakılıp ölüme terk edilenler…
Yaşayanların, bombayla yahut mermiyle ölenleri şanslı gördüğü ülkeydi Suriye.
Hiç değilse işkenceye maruz kalmadıkları için!
Milyonlarca çocuk, yetim ve öksüz kaldı.
İran’ın kontrolündeki Lübnan’a sığınan kadınlar parayla satıldı.
Kaybolduktan sonra bir daha izine rastlanmayan çocuklar, organları alınıp satılan insanlar, zindanlarda akıl durduran işkence ve tecavüzler…
Bunların hepsi Suriye’de oldu; faili de Nusayri Esad rejimi ve Şii mezhepçiliğiyle gözü dönen İranlılardı.
Rusya da bu katliama hava desteği sağladı.
Önce bu bilgileri bir kenara koyalım.
***
Bir anda 5 milyona yakın mülteci yüküyle karşılaşan Türkiye, Suriye’de iç savaşı durdurmak için çok çabaladı.
Gazze’de olduğu gibi, Suriye’de yapılan sivil katliamının durması için de olanca gayreti sergiledi.
Başta BM olmak üzere, uluslararası kuruluşları harekete geçirmeye çalıştı, ancak netice alamadı.
Sonra anlaşıldı ki, hem Batı’nın, hem İran’ın, hem de Rusya’nın planları farklıydı.
ABD, İngiltere ve müttefikleri, sınırımızda -ileride İsrail’e teslim etmek üzere- terör devleti kurmaya çalışırken, ne gariptir ki, İran devrim muhafızlarının da, Kasım Süleymani’nin Kandil’deki terör örgütü elebaşları ile yaptığı görüşmede, PKK’ya üç ayrı kanton (Afrin ve Kobani dâhil) vadettiği ortaya çıkıyordu!
Buna karşı çıkan Kürtler ise ya katlediliyor yahut Suriye’yi terk etmek zorunda kalıyordu.
***
Kobani ile eş zamanlı olarak 21 yerleşim merkezimizde çıkarılan çukur hendek olaylarıyla Türkiye’nin de bölünmek istendiğini hatırlatmama herhâlde gerek yoktur.
Kendi göbeğini kesmekten başka çaresi kalmayan Türkiye, önce çukur hendek olaylarıyla girişilen özerklik kalkışmasını püskürttü.
Sonra hem kendi sınırlarında, hem de Suriye ve Irak’ta kendisine tehdit oluşturan teröristleri temizlemek için kesintisiz mücadeleye girişti.
Peki karşısında sadece terör örgütü mü vardı?
Elbette hayır.
ABD ve Batılı müttefiklerinin yanı sıra Rusya ve İran’a rağmen atıldı bu adımların pek çoğu.
***
2016’daki Fırat Kalkanı ile Cerablus ve El-Bab DEAŞ’tan temizlendi. DEAŞ’ın gizli müttefiği PKK/YPG’nin Menbiç ile Afrin’i bağlaması da böylece önlenmiş oldu.
2017’de Bahar Kalkanı operasyonu ile Hatay sınırımızı çevreleyen İdlib’de kontrol sağlandı ve buradaki yaklaşık 4 milyon Suriyelinin Esad ve İran tarafından Türkiye’ye sürülmesinin önü alındı.
2018’de Zeytin Dalı Harekâtı ile PKK/YPG’nin Akdeniz’e en yakın kalesi olarak gördüğü, Hatay, Kilis ve Gaziantep sınırımızdaki Afrin teröristlerden temizlendi.
2019’da Barış Pınarı Harekâtı ile Tel Abyad ve Resülayn’da PKK-YPG tehdidine son verildi.
***
Türkiye bu operasyonlardan sadece ilkini doğrudan Mehmetçik’le yaptı.
Sonrakilerde ABD, İran ve Rusya’nın yaptığına benzer, kendini geride tutarak, yerel güçlerden oluşan ÖSO’yu (Şimdiki adıyla SMO) ön cephede tuttu.
Halep’ten kaçan yaklaşık 2,5 milyon Suriyeli ile birlikte, toplam 4 milyon insanın sığındığı İdlib, Astana’da Rusya, Suriye, İran ve Türkiye’nin vardığı anlaşmayla büyük oranda HTŞ’nin kontrolündeydi.
Bugün Halep’in alınmasında öncü olan HTŞ’den bahsediyoruz.
***
Ancak Suriye, İran ve Rusya, 2019’daki “Gerilimi azaltma” anlaşmasına rağmen İdlib’i vurmaktan geri durmadı.
2020 Şubat’ındaki Bahar Kalkanı Harekâtı, 34 askerimizin şehit edildiği menfur saldırı sonrası başladı.
Türkiye, sözünü tutmayıp askerlerimize bile saldırmayı göze alanlara, birkaç gün içerisinde çok ağır bir bedel ödetti.
Bu harekâtla birlikte İdlib’den Türkiye’ye sürmek istedikleri milyonlarca mülteci göçü de engellendi.
***
Bakınız, İran’ın Suriye’ye sınırı yok, orada katliamcı.
Rusya’nın da sınırı yok ama o da güç budalası bir kabadayı.
ABD öyle, İngiltere öyle, İsrail öyle…
Uğradığı göç dalgasıyla bölgenin en büyük mağduru Türkiye, sürekli sabır sınavı verdi.
Rusya, Halep’in hemen üzerindeki Tel Rifat ve Menbiç’ten terör örgütünü çıkarma sözü verdi, aksine korumaya aldı.
ABD’nin tutumu zaten malum…
Bunun üzerine bir de İsrail’in, Hatay sınırımıza sadece 125 kilometre uzaklıktaki Lübnan’ı, hatta hemen yakınlarımıza kadar Suriye hedeflerini bombalamasıyla yeni bir tehdit süreci başladı.
***
Burada bir hususa dikkatinizi çekmek isterim;
İsrail hemen her gün Suriye’ye en az 10 hava operasyonu düzenlediği hâlde, ne İran, ne Rusya, ne de Esad rejimi hiçbir karşılıkta bulunmadı.
İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri’nin karşısında, İran’ın kontrolündeki şehirlerden de bugüne dek İsrail güçlerine tek bir roket bile atılmadı.
***
Peki, geçtiğimiz aylarda asıl tehdit güneyde İsrail olduğu hâlde, İran, Esad rejimi ve Rusya ne yaptı?
Yine kuzeye yığınak yapıp, hemen sınırımız olan İdlib’e saldırdı.
Üstelik yine Astana anlaşmasını ihlal ederek, sayısız bombardımanla sivilleri katledip, milyonları Türkiye’ye sürmeye çalıştı.
Gazetemizde ocak ayından beri defalarca haber yaptık.
Bölgeyi çok yakından takip eden arkadaşımız Yılmaz Bilgen, başta HTŞ ve Suriyeli muhaliflerin Halep’i geri almak ve Suriye’nin kuzeyinde hayatı normalleştirmek için adım atma isteğinde olduğunu defaatle yazdı.
Sabrı zorlayan saldırılara karşı Türkiye, Astana anlaşması gereği muhalifleri olabildiğince tuttu.
Ancak son haftalarda İdlib’e yönelen saldırıların şiddetlenmesi bardağı taşırdı…
Muhalifler, HTŞ öncülüğünde, aşiretlerin de desteğiyle şok bir saldırıya geçip, Halep’i Şii işgalinden kurtardı.
***
Bunca tafsilatı anlattıktan sonra şimdi başlığa dönebiliriz.
İran, aylardır kendi pisliğini örtmek için, Halep’e yürümek isteyen Suriyeli muhaliflere “İsrail ajanı” propagandası yapmaktaydı.
Halep operasyonu başlar başlamaz, maalesef içimizdeki pek çok kişi İran’ın bu tuzağına düştü.
Suriye’de yıllardır gizli-açık İsrail’in emellerine hizmet eden, ABD ve İsrail’in aparatlarına ön açan, İsrail’in saldırılarına bir tek karşılık vermeyen Esad rejimi ve İran, Türkiye’nin direniş hattında desteklediği yerel güçler için bu algıyı başlattı ve Türkiye’de iktidara yakın isimler bile bu tuzağa balıklama atladı.
Burada içimizdeki İrancıların da payını atlamamak gerek!
Oysa Halep kurtarıldıktan sonra bölgede halkın yaşadığı sevinci gördünüz.
Hâlen ülkemizdeki yaklaşık 3 milyon Suriyelinin çok büyük bir kısmı Halep ve civarından kaçıp gelenler…
Bunlar için de şimdi dönüş umudu doğdu.
Gelin görün ki, Türkiye’de kaç kişi bu tabloyu doğru okudu?
Endişe etmek başka, elde hiçbir bilgi, veri yokken ezbere peşin hükümle şöyle olacak, böyle olacak diye korku pompalamak başka…
Risk yok mu peki?
Ne zaman yoktu ki!
Halep oradaysa arşın burada.
Çubuklu gazetecilik
5 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme: 5 Aralık 2024 09:04
A -
A +
Muhaliflerin Halep operasyonu, Türk medyası için turnusol kâğıdı oldu.
Günlerdir ekranlarda yapılan çoğu hatalı ‘çubuklu’ yorumlar…
Sahanın arka planı ile ilgili hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, çok biliyormuşçasına İran-Şam propagandasına hizmet eden analiz kasmalar…
Suriye’de yaşayan gazeteciler zaten olan biteni görüntüleri ve pek çok detayı ile aktarmışken, sonradan sahaya ‘iltimasla’ ulaştırılan arkadaşlarımızın yaptığı şovlar, operasyonu bizzat içinden takip eden ve yıllardır bölgedeki bütün gelişmelere en ufak ayrıntısına kadar hâkim olan meslektaşlarımıza saç baş yoldurttu.
***
Medya olarak, nasıl oldu da bu kadar hazırlıksız yakalandık?
Suriye’deki kaos, öncesi ve sonrasıyla yaklaşık 15 senedir en başlıca gündemimiz, değil mi?
Özellikle de Halep, İdlib…
İran, Rusya ve Esad’ın bombalarla harap ettiği Halep’i, mezhepçi taassupla orada yaptıkları vahşi katliamı ve milyonların çaresizce göçünü içimiz burkularak izlememiş miydik?
Nasıl oldu da, mevzi kaybettiler diye bunların tuzağına düşebildik?
Ülkemizde nasıl bir güce sahipler ki, bütün ekranlarımız onların sözcüleri gibi -SMO’yu görmeden- sadece HTŞ konuşanlara kaldı?
***
Türkiye’de, hassas noktamız olarak, sıkça gündemimize gelen bir başka bölge İdlib değil miydi?
PKK/YPG’den temizlediğimiz Afrin’le birlikte Hatay’ı kuşatan İdlib, 27 Şubat 2020 gecesi, 34 askerimizin şehit edilmesiyle (Hastanede şehit olanlarla 36 oldu) Türkiye’yi, Esad rejimi, hatta neredeyse Rusya ve İran ile savaş noktasına getirmemiş miydi?
Türkiye gereğini yapıp hadlerini bildirmese, en az 3 milyon mülteci yükü daha üstlenmeyecek miydik?
Peki, sözde çatışmasızlık anlaşması yapmamıza rağmen, İran, Rusya ve Esad, Türkiye’nin sabrını zorlayarak burayı vurmaya, taciz atışlarına devam etmiyor muydu?
***
Ayrıca, Cumhurbaşkanımızın “125 kilometre uzakta” diyerek dikkat çektiği işgalci İsrail, Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırıları yoğunlaştırmışken, Esad ve İran güneyde tedbir almak yerine kuzeye, yani İdlib tarafına yığınak yapıyor, Rusya’nın desteğiyle İdlib’e saldırıları artırmıyor muydu?
Oysa biz, ısrarla bu tuhaflığı gazetemizde dile getiriyorduk.
Yıllarca Suriye’de yaşamış muhabir arkadaşımız Yılmaz Bilgen’in saha bilgisi ve bölgedeki güçler üzerinden yaptığı okumalarla âdeta bugüne fener tutuyorduk.
Bundan 11 ay kadar önce, 22 Ocak 2024’te İKİ LİDERE HALEP DOSYASI başlıklı manşetimiz vardı mesela.
O zaman henüz hayatta olan İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Rusya lideri Putin’e verilecek mesajları içeren haberde, “Ankara; PKK’nın, Halep’in bazı mahallelerinde üslendiğini, Tahran’ın da 50 bin İranlıyı Halep’e getirdiğini vurgulayacak. Halep’e özel bir statü verilmesi gerektiğini ve 3 milyon Haleplinin evlerine dönüşünün yolunun açılması gerektiğini iletecek” diyorduk.
Nitekim denildi de…
Peki Rusya ve İran ne yaptı?
Hiçbir şey.
Aksine, Esad’a İdlib’e saldırmasında yine destek sağladı.
***
11 Ekim 2024 tarihli TEHDİDİN ÖNÜ SURİYE’DE KESİLECEK manşetimizde ise “İsrail sizi de işgal edecek” ikazına kulak tıkayan Şam rejiminin sabrı taşırdığını, HTŞ’nin, Suriye Millî Ordusunun desteğiyle Halep’i almaya hazırlandığını, Türkiye’deki sığınmacıların, bu operasyon sonrası Halep’e gönderilmesinin kolaylaşacağını, ayrıca Lübnan’dan gelebilecek göçün bu bölgede karşılanacağını yazıyorduk.
İki gün sonra, 13 Ekim 2024 tarihli manşetimizde ise ESAD SURİYE’Yİ TESLİM EDECEK başlığı altında, rejimin kirli planını, Suriyeli eski bir generalin ifadeleri ile kamuoyunun gündemine taşıyorduk.
Bu iddianın altı da boş değildi.
İsrail’in yoğunlaşan saldırılarına bir tek karşılık vermeyen Esad’ın dışında, ABD ve Rusya’nın dörde bölünmüş Suriye üzerinde anlaştıklarına, İran’ın da kendi payını alma karşılığında İsrail işgaline göz yumacağına dikkat çekiyorduk.
Bugün anlıyoruz ki, bu gelişmeleri Halep operasyonu başladığında elinde çubukla ekrana koşanlar hiç takip etmemiş.
Suriye Millî Ordusu’nun desteğini göz ardı edip, İran’ın ve Şam rejiminin sadece HTŞ üzerinden yürüttüğü algı operasyonuna kapılmaları gösterdi ki, Astana’da varılan anlaşmada, İdlib’deki HTŞ varlığının zaten dolaylı olarak kabul gördüğünden de haberleri yokmuş.
Bırakın bu kadar detayı, Halep’e operasyon başladığında medyamızın verdiği haberlere bakın, hâlimiz anlaşılıyor zaten.
Halep operasyonu ne zaman başladı?
27 Kasım’da.
Bugün bütün yayınlarını Suriye’ye yıkan TV kanallarımız, o gün tek kelime ettiler mi bu çok önemli gelişmeyle ilgili?
Ya ertesi gün?
28 Kasım’da sadece üç gazetede muhaliflerin Halep’e yürüdüğü haberi vardı birinci sayfada.
Muhaliflerin Halep’i kuşattığını birinci sayfadan en büyük veren, yine bizim gazetemizdi.
Hem de güvenlik kaynaklarının bütün medya kuruluşlarına sonraki gün ulaştırdığı bütün bilgileri, bir gün öncesinden aktararak okuyucularına...
Buna rağmen, mevzuya girmekte epey direndi medya kuruluşlarımız.
29’u, 30’u…
Türkiye gazetesi dışında, Halep düşmeden manşet yapan yoktu basında.
Ne zaman ki Halep düştü, bir anda ekranlar çubuklularla, günler sonra bölgeye gittiği hâlde ilk defa kendileri kamuoyunu aydınlatıyormuş gibi şov yapanlarla doldu.
Ben bölgeyi Yılmaz Bilgen kadar bilmem ama en azından haddimi bilirim… Sorup öğrenirim, yaptığı haberi sorgular, öyle yayınlarım.
Peki sahadan hiçbir bilgi almadığı, operasyonun geri planı ile ilgili sağlam bir kaynağa dayanmadığı hâlde iddialı cümleler kurarak yorum yapanlara, üstüne üstlük bir de bölgeyi çok iyi bilen gazeteci arkadaşlarımızla tartışmaya girenlere ne demeli?
Benim bile içim şişti, Allah bilenlere sabır versin.
*************
İran bunun intikamını nasıl alır?
Muhaliflerin Halep operasyonu, İran istihbaratının içimizde ne kadar güçlü ve etkili bir propaganda gücüne sahip olduğunu gösterdi.
Her ne kadar Türk devleti doğrudan bu operasyonda müdahil olmasa da; Türkiye’nin mülteci yükünü azaltması, ABD ve İsrail’in taşeronu PKK-YPG tehdidinin en azından şimdilik Fırat’ın batısından temizlenmesi ve İsrail tehdidine karşı savunma hattımızı epey derinlere taşımasını umut ettiğimiz bu operasyon en çok onları rahatsız etti ve açıkça devletimizi suçluyorlar.
İran Dışişleri Bakanı’nın Ankara ziyaretinde kurduğu cümleleri, kendisinden çok önce, Atatürkçüsü, dindarı, milliyetçisi, epey bir kesimden zaten bire bir dinlemiştik!
Onlar bize HTŞ’yi konuşturmaya çalışadursun, bizim asıl tehlikeye dikkat etmemiz lazım.
O da sahada büyük darbe yiyen İran’ın, içimizdeki aparatlarını harekete geçirerek, intikamını ‘iç cephe’den almak isteyebileceği…
Başımızdaki bela sadece İsrail, ABD ya da İngiliz değil.
Dikkat etmek, işte tam da bu yüzden ‘iç cephe’yi iyi tahkim etmek lazım.
PKK/YPG’nin sonu Esad’dan farklı olmayacak
8 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme: 7 Aralık 2024 22:48
A -
A +
Muhalifler Şam’a ilerliyor, Esad rejimi gidiyor.
Şimdi soru şu; yeni Suriye nasıl şekillenecek?
Türkiye’nin amacı belli; kesinlikle terörsüz olacak.
***
Birileri şaşkınlıkla ellerini ağızlarına tutadursun, bunun işaretleri epeydir çok açık cümlelerle verilmekteydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “İç cepheyi tahkim” çağrısı sonrası, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan-DEM çıkışı ile verdiği TERÖRSÜZ TÜRKİYE mesajı, durduk yere söylenmemişti.
Kendi sınırlarımız içerisinde silahlı terör tehdidi kalmadığına göre Cumhur İttifakı ortağı Bahçeli, -büyük siyasi risk alarak- niye böyle bir adım atma ihtiyacı duyuyordu?
O günlerde hem ekranlarda, hem yazılarda bunun Suriye’de atılacak adımlarla alakalı olduğunu anlattık.
Hatta, muhaliflerin operasyonu başlamadan bir buçuk ay önce, 13 Ekim’deki makalemizde doğrudan HALEP merkezli yeni bir yapılanmaya işaret ettik.
Aşağıya linkini(*) bırakayım, merak eden tamamını okur, sadece şu kısma dikkat çekmek isterim;
***
(Esad başkalarıyla anlaştıysa…
Cumhurbaşkanı’mızın TBMM açılışında açıkça ifade ettiği ‘savaşın kapımıza yaklaştığı’ uyarısı kimilerinde şok etkisi yapsa da, sürpriz değildi.
Şimdi önemli olan sahayı doğru okumak ve doğru adımları, zamanında atmak.
İsrail adım adım Suriye’ye ilerlerken, koltuğunu Sykes-Picot’çulara borçlu Esad’ın uzattığımız eli havada bırakması düşündürücü!
Lübnan’ı, Yemen’i, Suriye’yi yutulmaya hazır lokma hâline getiren İran’a ne kadar güvenilir, orası da muamma…
Elbette biz Filistin’in de, Lübnan’ın da, Suriye’nin de, İran’ın da, Irak’ın da toprak bütünlüğünün korunmasını isteriz.
Lakin birileri ‘satışta’ anlaşmışsa bizim kendi güvenliğimiz için ne yapmamız gerektiğine odaklanmamız şart.
Bizim hem iç, hem dış tahkimatı ivedilikle yapmamız gerek.
Özellikle de sınırımızdaki İsrail projesi ‘teröristan’ tehdidini bir an önce bertaraf etmemiz…
Orada illaki bir yapı kurulacaksa, bunu silah zoruyla sağlamaya çalışan azınlık terör örgütü değil, asırlardır bölgede yaşayan Müslüman Kürtler, Araplar ve Türkmenler kurmalı, bu yönetimin merkezi de Halep olmalı.
PKK/YPG’nin yıllardır zulmettiği Müslüman Kürtler de bir gün Filistinlilerin akıbetini yaşamak istemiyorsa, elbette bu çözüme sıcak bakacaktır.
Başka çare kalmadıysa, Türkiye buna öncülük edebilir.
Zira artık bıçak kemiğe dayandı.)
ESAD SON ŞANSI KAÇIRDI
Bu yazıdan tam bir ay sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı –Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi’ne katıldı.
Esad da oradaydı ama herhangi bir görüşme-temas olmamıştı.
Hatta çekilen zirve fotoğrafında, yıllar sonra aynı kareye girmeleri, Riyad’dan geçtiği Bakü’deki İklim Zirvesi dönüşü uçakta kendisine yönelttiğimiz sorular arasındaydı.
Cumhurbaşkanı’mıza, o kareyi çok dikkate almadığı fikrine kapılarak “Çok da önemli değil mi diyorsunuz?” diye sorduğumda, “Öyle de demeyelim. Ben hâlâ Esad’dan umudu kesmedim” cevabını veriyordu.
Şu kadarını biliyorduk ki, Irak uzunca bir zamandır Türkiye’yi Esad’la masaya oturtmak için çok istekli olduğunu defalarca beyan etmesine rağmen, Rusya bu konuda baş aktör rolü oynuyordu.
Lakin mutabakat imzalamasına rağmen Menbiç ve Tel Rifat’tan PKK-YPG’yi çıkarmayan Rusya, uzunca bir zamandır Esad konusunda da olumlu bir gelişme sağlamıyordu.
***
Bugün anlıyoruz ki, Erdoğan’ın “Umudumu kesmedim” cümlesi, Esad için de, diğer taraflar için de son şans anlamını taşıyordu.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bundan günler sonra, 20 Kasım’da Brezilya dönüşü yaptığı açıklama, Suriye’de bir hafta sonra yaşanacakların işaret fişeği niteliğindeydi.
Erdoğan, uçakta ülkemizi 40 yıllık terör kamburundan kurtarma konusunda Bahçeli ile aynı hassasiyeti paylaştıklarını belirtirken, “Bölgemizdeki gelişmelere göre terörle mücadele stratejimizi yeniliyoruz. TERÖRSÜZ TÜRKİYE hedefimize ulaşmamıza az kaldı” diyordu.
27 Kasım’da muhalifler HALEP’e yürüdü.
Şimdi Şam’ı sardılar.
Tel Rifat PKK/YPG’den temizlendi, Menbiç’in eli kulağında.
Sonra sıra Fırat’ın doğusuna gelecek.
Yani ABD’nin PKK/YPG ile birlikte Türkiye’ye karşı tehdit oluşturduğu Ayn el-Arab’a (Kobani) ve Kamışlı’ya.
***
Birileri diyor ki, ‘Rusya’nın kontrolündeki Tel Rifat ve Menbiç kolaydı. Fırat’ın doğusuna dokunmak bu kadar kolay olmayacak.’
Acaba!
Suriye’den ABD askerini çekme vaadinde bulunan Trump, yönetimi 20 Ocak’ta görevi devraldıktan sonra yan çizer mi, zamanı geldiğinde görürüz.
Fakat Türkiye’nin, daha önce Suriye’deki teröristan koridorunu parçaladığı Fırat Kalkanı, Bahar Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarını, yine Trump’ın önceki başkanlığı döneminde yaptığını unutmamalı.
20 Ocak’a kadar muhalifler nerelere ilerleyecek bu da önemli…
Ancak bundan daha önemlisi şu ki; Esad gibi bir zalimin devrilmesinden sonra, bütün halkı kucaklayan bir yönetimin oluşması, ülkenin geleceğini tayin edecek.
Herkesin eşit temsil edildiği, huzur ve güven ortamında yaşadığı bir iklim oluşursa, PKK/YPG’nin zulmü altında yaşamayı kim ister?
Esad bile bunca zulümle ayakta kalamamışken, halka rağmen –ABD desteklese bile- terör örgütü orada barınabilir mi?
Osmanlıdan koptuğundan bu yana huzur yüzü görmeyen; Arap’ıyla, Kürt’üyle, Türkmen’iyle nüfusun yüzde 80’ine tekabül eden Suriye halkı, bunca tecrübeden sonra baskı ve zulüm altında yaşamaya boyun eğer mi?
Bence eğmeyecek.
Er ya da geç, Esad zulmü gibi, halka büyük acılar çektiren PKK/YPG’nin zulmü de bir gün bitecek.
12 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme: 12 Aralık 2024 00:45
A -
A +
Irak’tan sonra Suriye’de de Baas rejimi devrildi.
İngilizlerin başını çektiği Batılı çetenin Osmanlı’dan kopardığı Bağdat’ın yönetimi darbelerle Sünni azınlık Baas’çılara, Şam ise Nusayri Baas’çılara geçmişti.
Her ikisi de, çoğunluğu idare edebilmek için akılalmaz katliamlar yaptı.
Irak Baas’ının lideri Saddam Hüseyin, 2003’teki ikinci Körfez Savaşı’nda, ABD işgaliyle devrildi ve asılarak idam edildi.
***
Babası Hafız Esad’ın yolundan giden Suriye Baas’ının lideri Beşar Esad ise 2013’te Guta’da kimyasal silahlarla katliam yaptığında, dönemin ABD Başkanı Obama “Kırmızı çizgimiz aşıldı. 24 saat içinde müdahale edeceğiz” demişti ama, İngiliz Lordlar “Biz yokuz” deyince O da geri adım attı.
İran ve Rusya’nın desteğiyle kendini ‘yıkılmaz’ gören Esad’ın ve Baas rejiminin sonunu 61 yıl sonra Suriyeli muhalifler getirdi.
Pazar gününden bu yana katil rejimin mezbahaya çevirdiği cezaevlerinden yansıyan dehşet görüntülerine, yıllardır işkenceyle ezilenlerin anlattıklarına şahit oluyoruz.
***
2013 yılında Türkiye’yi de Suriye yapmak için başlatılan ‘mezhep’ temelli Gezi olaylarında, Taksim’de Esad bayrağının sallandığını hatırlarsınız.
Ve o gün bugündür bütün darbecilerin, Suriyeli mülteciler başta olmak üzere, hükûmeti devirmek için yürüttükleri kirli propagandayı da burada tekrar etmeme gerek yok herhâlde.
En son bunların tamamını geçen seneki seçimler öncesi aynı masanın etrafında görmüştük.
Eksiği var, fazlası yoktu.
Bunlar ne hikmetse hem Esad’a ziyaretler yaparak katil rejimi aklamaya çalışıyor, hem de darbelerin mimarı NATO’nun Türkiye’deki emellerine hizmet etmek için Batılı başkentlere yârenlik ediyordu.
Bugüne dek vahşetten kaçıp ülkemize sığınmış Suriyelilere kucak açan hükûmete söylemediklerini bırakmazken, sadece son 13 yılda 1 milyondan fazla insanı katletmiş Esad rejimine, ‘mezhepçi’ saikle bu katliama ortak olan İran’a, menfaati icabı bu suça ortak olan Rusya’ya, Suriye’de 'teröristan' kurmaya çalışan ABD’ye tek laf etmeyenler bize ne demeye çalışıyordu?
***
Coğrafyamıza hançer gibi saplanan Baas Irak’ta dağıldı… Ve nihayet Suriye’de de sonu geldi.
Peki Türkiye’de açıktan ismi olmasa da, Baas zihniyeti var mıydı?
Bunun cevabını bulmak basit…
Ne demekti Baas?
Azınlık bir kitlenin, darbe ve silah zoruyla hâkimiyet kurup, baskı ve zulümle çoğunluğu yönetmesi.
Tam da darbesever kitlenin, yakın zamana kadar Kürt vatandaşlarımızın üzerinde kurduğu baskıyla terör örgütü PKK’nın ve onun siyasi uzantısının üzerine oturan ifade…
Demek ki isminin ne olduğu değil ne yaptığı ya da ne yapmaya çalıştığı önemli.
Türkiye’de bu zihniyette kim var; bunun da cevabı belli.
***
Hafızamı yokladım, geçmişte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benzer bir ifadesi olmuştu.
Ülkemizin bıçak sırtı süreçten geçtiği 2014 yılında kurmuştu bu cümleyi.
“Türkiye IŞİD’i destekledi” yalanıyla ABD ve İngiliz’in kampanyasına çanak tutan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu ‘vatana ihanetle’ suçlayan Erdoğan, Kobani bahanesiyle 34 kişinin katledildiği olaylar için de “Türk Baas’ı, Kürt Baas’ı ve ‘paralel yapı’nın işi” demişti.
Cumhurbaşkanı’nın bu tanımla kimleri işaret ettiği belliydi.
Nitekim bugün oldu, hâlâ bunlarla uğraşıyoruz.
Düşünsenize, 2023’te seçimleri kazanıp hükûmetin başına geçseler, Türkiye şimdi kim bilir ne hâldeydi?
En basiti; vaatleri vardı, Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan askerimizi çekeceklerdi.
Şimdi gönül rızasıyla koşarak ülkelerine dönen Suriyeliler, o gün bir kasabın eline teslim edilecekti.
Ya Türkiye neleri yaşardı?
Esad Baas’ı bir gün Suriye’ye geri dönecek olsa, onun yapacaklarından farklı mı olurdu?
***
Buraya bir parantez açayım…
Şimdi çıkar birileri, yine aklımızla alay edercesine “CHP kime ne yaptı?” der.
O zaman ben de sorarım;
Sırf şapka devrimine muhalefet etti diye kaç Müslümanı astınız?
Kur’ân-ı kerim okumayı kaç defa yasakladınız?
Ezanı niye Türkçe okuma mecburiyeti getirdiniz?
Bunu aslına çeviren Menderes’i neden ipe çektiniz?
Kız öğrencilere niye başörtü yasağı uyguladınız?
Haydi uzağa gitmeyelim…
28 Şubat daha dünkü mesele…
Askerlerin brifinglerinde, siyasetçilerin dilinde, gazetelerin manşetlerinde o gün dindarlara öfke ve nefretten başka ne vardı?
28 Şubat’ın kudretli paşası, “Bu toplumun 20 milyonu olmasa n’olur?” derken neyi kastediyordu?
AK Parti döneminde bile “411 El Kaosa Kalktı” manşeti neden atıldı?
Filmlerinizde, gazetelerinizde neden hep Müslümanlar aşağılandı?
Daha sayayım mı?
***
Dindarlar bu ülkede Kemalistlerden çok baskı gördü…
CHP’nin geçmişte yaptıkları Baas’ınkinden çok mu farklıydı?
Madem CHP demokrattı, her seçim öncesi o parmak sallamalar, tehditler neyin nesiydi?
Belki gençler bilmez ama millet CHP’nin yaptıklarını unutmadığı için Recep Tayyip Erdoğan’a sımsıkı sarıldı.
Erdoğan da bu millete hiçbir zaman hayal kırıklığı yaşatmadı.
Allah’ın yardımı, milletin desteğiyle bugünlere geldi.
Bugün doğum sancılarını yaşadığımız Yeni Türkiye’de rejimin sahibi millet oldu.
Bedel ödeye ödeye gelindi bu noktaya… Kıymet bilmek lazım.
Rejimin mezbahasından değil, namazdan rahatsızlar
15 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme: 15 Aralık 2024 13:52
A -
A +
Hama Hapishanesinden kurtulan Muhammed Hamavi gazetemize anlattı:
“Biz bu rejimden en çok çeken bölgeyiz. Burası tarihin en vahşi soykırımının yaşandığı yer.
Baba Esad ve kardeşi Rıfat Esad, (1982’de) Sünni düşmanlığı ile 27 gün kesintisiz katliam yaptı.
Kadınlarımızı camilere doldurup tecavüz ettiler. Küçük çocuklara bile tecavüz ettiler. Yüzlerce kadının ellerini kesti bu katiller.
Baltalarla parçalanan Hamalılar açılan dev çukurlarda yakıldı.
Kadınlar çırılçıplak sokaklara atıldı.
Erkeklerin gözleri önünde, hatta kocasının, çocuklarının önünde tecavüz ettiler.
Rıfat Esad, cuma namazına gitmek için evinden çıkan birkaç erkeği görüp “Hama’da hâlâ erkek mi var?” demişti.
Aynısını 2011 iç savaşından sonra oğul Esad da yaptı.
Hama'nın yiğitlerini yok edemediler, şimdi evlerine dönüyorlar.
O gün (1982) Hama yerle bir edilmişti, yeniden imar ettik. Şimdi bir kez daha ederiz.
Biz o günleri unutmadık ama, onların yaptıklarını yapamayız. Sadece suça karışanları bulup yargılayacağız.”
***
Dünyanın en vahşi rejimini kuran Esad ailesinin, Suriye’de sadece yüzde 11’lik nüfusa sahip Nusayrilerin 54 yıl boyunca iktidarda kalması için yaptıklarının özeti buydu.
Sadece Hama mı?
Halep, Humus, İdlib, Şam ve daha pek çok şehirde milyonlarca insana, İran’ın mezhep temelli desteğiyle tarihin en vahşi katliamlarını yaşattı bu aşağılık rejim.
Ne zaman iktidarı sarsılacak olsa, sadece İran’dan değil, Türkiye, Irak, Lübnan gibi çevre ülkelerdeki ‘mezhepçi katil gruplarından’ da destek aldı Esad.
2011’den bu tarafa, yine insanlığın öldüğü yerdi Suriye…
10 milyondan fazla insan, işte bu vahşi katillerden kaçtı başka ülkelere.
Orada da bunları aynı zihniyetin uzantıları rahat bırakmadı.
Hizbullah’ın elindeki Lübnan’da Suriyeli Müslüman kadınlara yapılmadık iğrençlik bırakılmadı.
Suriye’de yarım kalan aşağılık rezilliklerini, âdeta bu ülkelerde tamamlıyorlardı.
Türkiye’deki Suriyeli düşmanlığı da bu ‘mezhep’ temelli politikanın devamıydı.
***
Her sakallıyı hacı baba bildiğimizden, içimizdeki İrancılar toplumun dikkatinden kaçtı.
Yıllarca anlatmaya çalıştık, yeterli karşılığı bulmadı.
Çünkü, milyonlarca göçmen yükünün halkta oluşturduğu reaksiyonu istismar ederek, türlü yalanlarla çok katmanlı bir perdeleme yapmışlardı.
(Üniversiteye sınavsız giriyorlar, asgari ücretten daha fazla maaş alıyorlar, araç vergisi ödemiyorlar, TOKİ bunlara bedava ev veriyor, sınavsız memur olarak atanıyorlar gibi) ipe sapa gelmez yalanlarıyla uğraştık yıllardır.
İşte sürekli bunları öne çıkararak, Esad’ın ve arkasındaki mezhepçi katillerin yaptığı vahşeti karartmaya çalışıyorlardı.
Aşağılık Esad rejimi düştükten sonra başta Sednaya olmak üzere, insan mezbahasına dönüştürülen cezaevlerinin durumunu görüyorsunuz.
Şunca görüntüyü izledikten sonra bile hâlâ muhaliflere ve orada zalim rejimin yıkıldığına sevinenlere hakaretler eden geniş bir kitle var ülkemizde.
HTŞ bahanesiyle iğrenç rejimi meşrulaştırmaya çalıştılar ama, o planları da suya düştü.
İçimizdeki Esad’çılar, İrancılar, Baasçılar bugün olmuş hâlen Suriyelileri vahşetin pençesinden kurtaran muhaliflere kin ve nefret kusuyor.
CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı EMEVİ CAMİİ’NDE ŞÜKÜR SECDESİ manşetimizden rahatsızlığını ekranlarda açık açık ifade ederken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın Emevi Camii’nde namaz kılmasına demediğini bırakmıyor.
Aynı partinin Hatay Milletvekili ise bunca yıldır Suriyeli göçmenler üzerinden yaptıkları tevziratta asıl dertlerinin ne olduğunu itiraf edercesine “Koridor açıp, Alevi Suriyelileri Türkiye’ye getirelim” açıklaması yapıyor.
Peki, bugün muhaliflerin kontrolündeki Suriye’de Alevilere kötü muamele mi var?
Hayır.
Öyle bir şey olsa, onlardan önce yine biz tepki göstermez miyiz?
Elbette.
Peki bu insanlık dışı zihniyete şunu sormak hakkımız değil mi;
Suriyeli milyonlarca Sünni rejim tarafından katledilirken niye sesiniz çıkmadı?
O katliamlara sesiniz çıkmazken neden tam tersine Şam’a Esad’ı ziyarete gittiniz?
Neden katliamdan kaçan milyonlarca insanı mezhepçi katillerin eline teslim ettirmek için bunca sene uğraştınız?
***
İşte yıllardır anlatmaya çalışıp da bir türlü zihinleri uyandıramadığımız tablo budur.
Bu ikiyüzlülüğü gösteren zihniyette insanlığın kırıntısı var mıdır?
Senelerce Suriyelileri katillere teslim etmemiz için uğraşan Türk Baas’ı, Kürt Baas’ı, İran borazanı ve İsrail ajanlarının ya din düşmanlığı, ya mezhepçilik yahut başka ülkelerin hesabına hizmet etmek amacıyla hareket ettiklerini artık daha açık şekilde görebiliyor muyuz?
***
Bunlar bir de Türkiye’de en ufak bir hadisede kadın haklarından, çocuk haklarından en çok dem vuran bukalemunlar…
Sözde taciz ve tecavüzlere karşılar…
Peki Suriyeli kadınlar kadın değil miydi?
Suriyeli çocuklar, küçücük kızlar çocuk değil miydi?
Katil rejim bu taciz ve tecavüzleri dünyanın gözü önünde yapmışken, bunlar Şam’a rejimi ziyarete giden CHP’ye, Saadet’e tek kelime ettiler mi?
***
Rejimin zulmüne arka çıktılar, peki aynı iğrenç zulmü yapan PKK/YPG terör örgütüne karşı ne yaptılar?
Ona da rezilce “YPG laik” güzellemelerine kalkıştılar.
Bahane de DEAŞ’tı; sanki DEAŞ’ın da PKK/YPG’ye hizmet ettiğini bilmiyorlarmış gibi!
İşte bunlar, Suriye’deki zulüm sona erene dek, böylesine iğrençliklere imza attılar.
Hâlen de geri adım atmış görünmüyorlar.
***
Halk ayaklanmasıyla defolup giden rejimin zulmünü biliyorduk ve sadece bu sebeple mazlumun yanında duruyorduk, bütün algı çalışmalarına karşı hakkı söylemekten imtina etmiyorduk.
Geçmişte belki de farkında olmadığımız tek şey vardı; içimizdeki Baas’çılar… Artık onlar da deşifre oldu.
Bunlar şimdi utanmasalar İsrail’den imdat dileyecekler ki, Suriye huzura kavuşmasın!
Bunca şeyi gördükten sonra artık daha açık konuşmamız gereken asıl mesele şu;
Her türlü yalanı, her türlü ahlaksızlığı SİYASİ MENFAATTEN DE ÖTE, KENDİ KUTSAL AMACINA ULAŞMAK İÇİN MEŞRU GÖREN hastalıklı bir kafa yapısı sadece FETÖ’de, PKK’da yok demek ki…
Ülkemizde sırf mezhebinden dolayı Suriyelilerin yaşadıkları zulmü umursamayan, hatta rejimi haklı gören hastalıklı bir zihniyetin bulunması tehlike değil mi?
BUNLARIN ANA GAYESİ NEDİR?
SADECE HÜKÛMETİ DEVİRİP İKTİDAR OLMAK MIDIR SİZCE?
Yoksa kendi BAAS rejimlerini işbaşına getirmek midir?
SURİYELİLERİN ÜLKELERİNDE İNSAN GİBİ, HUZUR İÇİNDE YAŞAMALARINDAN RAHATSIZLIK DUYANLAR, TÜRKLERİN DE KENDİ TOPRAKLARINDA HUZUR İÇİNDE YAŞAMALARINI İSTİYORLAR MIDIR?
Sanki daha açık konuşmamız gereken çok meselemiz var!
Türk Yüzyılı’na merhaba
1 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
Cumhuriyetin birinci asrını tamamlayıp, ikinci yüzyılına geçeceğimiz 2023 geldi çattı.
Dünyada güç dengelerinin yeniden harmanlandığı şu son çeyrekte, Erdoğan gibi kabiliyetli, dirayetli ve millî bir lidere denk gelmek, milletimize lütfedilmiş en büyük ihsan oldu.
Asırlarca dünyaya hükmeden muhteşem imparatorluğu elinden alınmış, onlarca yıl Batı’nın gadrine uğramış bir millet olarak sadece biz değil, bütün İslam âlemi ve Türk dünyası da şimdi yeniden dirilişin heyecanını yaşamakta.
***
Geçtiğimiz asır, Türkler nizam sağlamazsa dünyanın nasıl bir zulme uğrayacağının da acı tecrübeleri ile doldu.
İşte Afrika, Orta Doğu, Asya, Balkanlar…
Şükürler olsun ki, Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş bir millet olarak, düştüğümüz yerden yeniden doğrulmak nasip oldu.
Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dívan-u Lügat-it-Türk’te bahsedilen “Türk dilini öğreniniz. Çünkü Türklerin saltanatı uzun sürecektir” mealindeki hadis-i şerifte işaret edilen sırrı, bugün bir defa daha bütün hücrelerimizde hissetmekteyiz.
Bakın; biraz toparlandık, biraz güçlendik, 2022’de dünyayı büyük bir tahıl kıtlığından kurtardık… Hatta eşiğine geldiğimiz 3. dünya savaşını durdurduk belki de.
Bir sene evvelinde dünya eve hapsolmuşken, Batılı zengin ülkeler birbirlerinin maskelerini çalarken, biz uçaklar dolusu maske, aşı, solunum cihazları yolladık yoksul ülkelere.
Bunu Çin yapmaz karşılıksız…Keza Ruslar da…Lakin biz yaparız, gücümüzü de buradan alırız.
Üstelik, ayaklarımızdaki prangaları söktürmemek için kendi içimizden bize meydan okuyan sırtlanlara rağmen yaptık!
İşte, yine doğrulttuk başımızı, bir daha eğmemek üzere…
Türk Devletleri Teşkilatı da bu büyük dirilişin dünyaya ilanı oldu âdeta.
Asırlık hayaller birer birer gerçeğe dönüşürken, çöküş döneminin kapıya dayandığını gören Batı, 2023 seçiminde, son bir çabayla bizi içimizden avlamaya uğraşmakta.
Bu son çıkış onlar için…Nitekim hepsi bir ağızdan “Bu defa da durduramazsak…” feryadıyla haykırmakta.
Değil son yüzyıl, iki asrın fırsatını yakalayan bir millet, hilelerine kanarak kendini yeniden onların eşkıya düzenine teslim edecek mi?
Türk Yüzyılı yeniden başladı, artık ne yapsalar nafile…
*********
Gerçeğe dönüşen hayaller
Emeklilikte yaşa takılan milyonlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müjdesiyle günlerdir bayram ediyor.
Sadece bu mu; ek göstergesi artırılan kamu görevlileri, kadroya alınan sözleşmeliler, KYK borç faizleri silinen ve burs ücreti artırılan öğrenciler, icra borcundan kurtulan milyonlar, büyük müjdelerin heyecanını yaşayan emekliler, elektrik ve doğalgaz giderleri düşürülen sanayiciler, hülasa hemen her kesim peş peşe açıklanan güzel haberlerle mutlu oluyor.
Büyük projeler de ardı ardına geliyor, sadece Karadeniz’de ulaştığımız rezervin büyüklüğü 1 trilyon dolar.
Adana, Gabar derken, özellikle terörden arındırılan bölgelerdeki petrol kuyularından çok sevindirici haberler ulaşıyor.
Başta savunma alanında olmak üzere, sanayide, teknolojide baş döndürücü gelişmeler oluyor.“Toplu iğne üretemiyoruz” derken uçak motoru yapar olduk, teknoloji devi Japonya bile bizden SİHA almayı planlıyor.
SİHA’dan çok ötesi, insansız jetlerimiz birer birer boy göstermeye başladı, verilmeyen F-35’in yerlisi MMU banttan çıktı, hatta motoru bile takıldı.
***
EYT gibi toplumu sevince boğan müjdelerle hükûmetin seçim öncesi popülizm yaptığını, geleceğimizi riske attığını iddia edenler ise Erdoğan’ın geçmişte attığı adımları unutuyor.
KEY ve nema diye bir derdimiz vardı, yıllar önce çözüldü.Profesyonel askerlik hayaldi, gerçek oldu.
Asgari ücretten vergi alınmaması da öyleydi, ama gerçeğe dönüştü.Hangi birini sayalım burada…
Sigortalıların ilacı eczaneden alabilmesi, üniversite harcının kaldırılması, fiş doldurmaya son verilmesi, TL’den sıfır atılması, okul kitaplarının bedava verilmesi, engelliye evde bakım, hatta bakana para verilmesi, kimsesiz çocukların eskisi gibi mezbelelik yurtlarda değil, ev ortamında büyümesi, her yere duble yol, her ile doğalgaz, hızlı tren, bedava sağlık hizmeti, ‘bıçak parası’ ödemeden yapılan ameliyat, Kürtçe konuşma serbestliği, IMF’siz Türkiye, CIA ve Mossad’dan kurtulmuş MİT…
Eski Türkiye’de bunların hepsi hayaldi; o gün bize sorsanız asla gerçekleşmezdi!
Ama kademe kademe hepsi oldu, olmaya da devam ediyor.
Geçmişte bunları yapan Erdoğan’dı, şimdikileri de Erdoğan yapıyor.
***
E elbet birileri de yaptırmamak, tökezletmek için elinden geleni ortaya koyuyor…
İpi dışarıdakilerin vazifesi o, milletin görev verdiği Erdoğan’ın da işi bu.Hülasa herkes kendine düşeni yapıyor.
***
Hatırlarsanız, bugün verilen EYT gibi müjdeleri, bundan yaklaşık bir buçuk sene evvel bu köşede, bu kardeşiniz yazmıştı.
Oysa o yazıda, EYT’den çok daha önemli olan, 2023 sonrası müjdeleri de aktarmıştım ama doğrudan cebi ilgilendirmediği için gölgede kaldı.
EYT çıktığına, diğer müjdeler de teker teker hayata geçtiğine göre, asıl güzel haberleri tekrarlayayım.2023 sonrası, Türkiye’nin prangalarından tamamen kurtulduğu ve bir daha asla geri döndüremeyecekleri bir dönem olacak.
Son 20 yıl sizi yanıltmasın; çünkü geçen bu süre, büyük altyapı eksiklerini tamamlama dönemiydi.
Kanal İstanbul dışında hemen hemen hepsi halloldu çok şükür.
Yani, yapılacak büyük projelerimiz kalmadı artık.
Bundan sonrası zenginleşme ve teknolojide, sanayide büyük ataklar yaparak, dünya sıralamasında ilk sıralara yerleşmek.
Karadeniz’de daha şimdiden bulduğumuz 1 trilyon dolarlık doğalgaz da olacakların müjdesi sadece.
Düşünün ki, cebimizdeki paranın yüzde 90’ı dışarıya, enerjiye gidiyor.Türkiye çok yakın zamanda kendi ihtiyacının tamamını karşılayacağı gibi, çok daha fazlasını dünyaya satacak.
Batılıların son asırda yaşadığı gibi refah istiyorsak, zenginlik istiyorsak, 2023’ü aşmaktan başka çaremiz yok.
Onlar da keyfi bizim gibi ülkelerin parasıyla sürüyordu zaten!
.
Sisteme bak, sisteme!
8 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
“Birlikte yöneteceğiz” dediklerinde, önce tabanlarının gazını almak için, laf olsun diye söylediklerini düşünmüştük oysa…
Sonra 300 sayfalık protokolden bahsetti içlerinden biri.Anladık ki ciddilerdi ama, kamuoyunun nabzını ölçüp, saçmaladıklarını fark edince vazgeçeceklerini zannediyorduk...
Meğer yine yanılmışız!“Altılı maşa”nın on saat süren onuncu toplantısına ev sahipliği yapan Ahmet Davutoğlu, ertesi sabah övünçle (!) anlattı yol haritalarını;
- Cumhurbaşkanı ister içeriden, ister dışarıdan olsun, genel başkanlar doğrudan karar süreçlerinin içinde cumhurbaşkanı kadar imza yetkisine sahip bulunacaklar.
Vay be!
Tarihte böyle bir sistemi niye şimdiye kadar kimse akıl edememiş ki!..
Şayet adayları kazanırsa, yüzde 50+1’den fazla oy alan cumhurbaşkanı kim olursa olsun, yüzde 1 oy alıp alamayacağı meçhul bu şahısların imzası olmadan adım atamayacakmış.
Niye?
Çünkü bunlar, ulu masanın yüce genel başkanları!İsmini bir-iki yıl öncesine kadar kimsenin bilmediği Gültekin Uysal gibi mesela…Kaset operasyonuyla CHP’nin başına geçirilen ama girdiği hiçbir seçimi kazanamayan Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan sayesinde bakanlık, başbakanlık koltuğuna oturan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığı macerasında partisinden daha düşük oy alabilen Meral Akşener, oyunu yüzde 2’lerden öteye taşıyamayan Temel Karamollaoğlu…
İşte Türkiye’nin yeni ulu önderler grubu!
***
Bugüne kadar Türkiye’nin istikbaline, milletimizin huzur ve refahına yönelik bir tek somut proje ortaya koyamayan…
Lakin yan yana yürürlerken bile adımını diğer liderlerin önüne atan olursa kriz çıkaran, masa düzeni dahi olay olan, ortak metinlerde kullanılacak yazı fontunu, puntosunu, satır aralığını belirleyebilmeyi marifet olarak anlatan, haşa neredeyse kendilerine kutsiyet atfetme derecesine gelmiş bomboş insanlar, yüzde 50’den fazla oy alan cumhurbaşkanı üzerinde tahakküm kuracakmış!
Sisteme bak, sisteme!
Tam da ABD ile Sovyetler arasındaki soğuk savaş yıllarından kalma fıkradaki gibi…
Bilmeyene anlatayım;
***
Zamanın birinde Rus heyeti Amerika’yı ziyaret eder.
Amerikalılar onlara Ford fabrikasını gezdirerek yürüyen bantlardaki seri otomobil üretimini gösterir ve hava atarlar.
Ertesi yıl bu defa Amerikalılar Sovyet Rusya’yı ziyaret ettiklerinde, Ruslar da karşılık olarak onlara Moskova yakınlarındaki bir ayakkabı fabrikasını gezdirmeyi uygun görür, “Gelin bir de bizim fabrikalarımızın nasıl sistemli çalıştığını görün” derler.
***
Amerikalılar “Eh! Hem gezeriz, hem de gelmişken birer çift Rus botu alırız” deyip daveti kabul ederler.
Hep birlikte fabrikaya girdikten sonra karşılarına iki ayrı kapı belirir.
Üstlerinde tabela vardır; Kadın ayakkabıları - Erkek ayakkabıları.
Heyet, erkek ayakkabısı kapısını seçer ve hep birlikte ilerlerler.
Yol yine ikiye ayrılır; Kışlık ayakkabılar - Yazlık ayakkabılar.
Kışlık bölümüne saparlar, yol yine ikiye ayrılır; Bağcıklı ayakkabılar – Bağcıksız ayakkabılar.
Bağcıklı ayakkabı bölümüne saparlar, yol yine ikiye ayrılır; Spor ayakkabılar - İskarpinler…
***
Böyle birkaç uzun koridor ve birkaç yol ayrımı daha geçtikten sonra Amerikalılar bir bakarlar ki fabrikanın arka kapısından dışarıya çıkmışlar.
Gezi bitmiştir. Şaşırırlar;
- İyi ama, biz gelmişken birer çift de ayakkabı alacağımız bir reyon görmeyi bekliyorduk.
Rus rehber cevap verir;
- Boş verin ayakkabıyı, siz sisteme bakın, sisteme!
***
İzahı olmayanın mizahı olur.Sisteminizi anladık!
Lakin Türkiye’nin önünde ciddi meseleler var.
PKK, FETÖ, Doğu Akdeniz, Ege, Libya, Suriye, Ukrayna problemlerinde ortak kararınız ne olacak mesela?
Ve bir de İstanbul Sözleşmesi, LGBT projesi gibi küresel baskılara karşı duruşunuz ne olacak?
Ayrıca Türkiye’nin başlattığı büyük projelerde nasıl bir tavır takınacaksınız?
Bağımsız ekonomi, bağımsız dış politika, bağımsız savunma sanayii, bağımsız kalkınma modelleri gibi…
Boş lafları bıraksanız da biraz da bunları anlatsanız.
************* “Düşük profilli Başbakan olmam” diyene bakın hele!
FETÖ’nün Bank Asya’sını devletin bankasına yamayarak kurtarmaya çalışan Ali Babacan belli boncuktu ama…
Bugün “maşalar” masasında kendilerine ‘kukla cumhurbaşkanı’ aradıklarını övünçle anlatan Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül’den sonra AK Parti tabanına en büyük hayal kırıklığını yaşatan isim oldu.
O Davutoğlu ki, Erdoğan ilk defa halkın verdiği oyla Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra, bizzat onun tarafından hem AK Parti Genel Başkanlığına, hem de Başbakanlık koltuğuna oturtulmuş kişiydi.
2014 yılında bir nevi atamayla çıktı o koltuğa.
Bileğinin gücüyle, yani seçimle gelmediği hâlde, daha ilk günden, halkın oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’na karşı “Başbakanlık yetkilerimi kimseyle paylaşmam” demeye başladı.
Herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uyumlu bir şekilde çalışacağını beklerken, o da Gül gibi tam aksine sürekli kriz çıkardı.
Bir yıl sonra, 7 Haziran 2015’te ilk defa AK Parti Genel Başkanı olarak seçime girdi.
AK Parti, kurulduğundan beri ilk defa o seçimde tek başına iktidar olacak oya ulaşamadı.
Hatırlarsınız; yine ilk defa Davutoğlu, AK Parti’ye CHP ve HDP ile koalisyon kurdurmaya kalkıştı.
Neyse ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu oyunu bozdu ve 1 Kasım 2015’te tekrar seçime gidildi, böylece Türkiye -Ahmet Davutoğlu’na rağmen- koalisyon belasından kurtularak, yeniden istikrara kavuştu.
***
Bunlar kamuoyu önünde yaşanmasına, perde arkasında döndürmeye çalıştıkları dolaplar apaçık bilinmesine rağmen, 1 Kasım’daki ikinci seçimi kendi kazanmış pozlarına bürünen Davutoğlu, içeride CHP, dışarıda Merkel’le iş birliği yapıp, Erdoğan’ı devre dışı bırakma oyunlarına devam edince, nihayetinde kendini kapı önünde buldu.
Ne diyordu; Düşük profilli Başbakan olmam.
Şimdi ne diyor; Yüzde 50+1’le kim seçilirse seçilsin, bizim dediğimizi yapacak!
***
Madem yeri geldi, size Davutoğlu ve ekibi ile ilgili birkaç hatıramı aktarayım.
Henüz Dışişleri Bakanı iken kendisini bir defa yazı işlerimizde ağırlamıştık.“Off the record” diyerek, AK Parti iktidarının ilk yıllarında ABD Büyükelçiliğinden gelen talimatları ve bunları reddedince maruz kaldıkları baskıyı anlatmıştı.
Ne ilginç değil mi, şimdi kendisi o elçilikten çıkmayan ekiple aynı masada.
***
Bir de, 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında şahit olduklarım var.
Kendisi CHP ile koalisyon kurmak için istikşafi görüşmeler yürütürken, yardımcısı bize ziyarete gelmişti.
“Sayın Bakan, ciddi ciddi CHP ile koalisyon kurmayı mı düşünüyorsunuz?” diye sorduğumda “Bıraksanız kuracağız ama bırakmıyorsunuz ki! Her gün manşetten sandığı gösteriyorsunuz” demişti.
CHP ve HDP ile kuracakları bir koalisyonun, AK Parti’nin sonu olacağını ve Türkiye’yi felakete götüreceğini söylediğimde ise “Ya seçime gittiğimizde koalisyon ortağı olacak oyu da bulamazsak o zaman ne yapacağız? Hepimiz ağır bedeller öderiz” dediğini asla unutmayacağım.
O gün bizzat şahit olmuştum ki, bu adamlar ne Erdoğan’ı anlamıştı, ne de Erdoğan’a umut bağlayan milyonları…
***
Yine o günlerden beni çok şaşırtan bir başka anekdot.
Star gazetesi yöneticileri ve yazarları ile birlikte, şimdi Davutoğlu’nun en yakınındaki kişilerden biri olan, o dönemin AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci’ye konuktuk.
Yıldız Parkındaki Malta Köşkünde ağırladı bizi.
Hem Temurci, hem de o dönem Star’da yazan Ahmet Taşgetiren ile karşı karşıya geldiğimiz tartışmamızın konusu “liderlik” meselesiydi.
Taşgetiren ve Temurci, Davutoğlu’nun Başbakan olarak AK Parti’ye liderlik yapması, Erdoğan’ın geride kalması ve hiçbir kararına müdahale etmemesi gerektiğini savunurken, ne tuhaftır ki, biz de halkın Erdoğan’a karşı yeni bir lider arayışında olmadığını, tam aksine Putin-Medvedev gibi uyumlu bir çalışma yürütmesi gerektiğini anlatmaya çabalıyorduk.
O gün bir kere daha şahit olmuştum ki, bu adamlar ne Erdoğan’ı anlamıştı, ne de Erdoğan’a umut bağlayan milyonları…
***
Sonrasında olanlar, bizi ve endişelerimizi haklı çıkardı, -ki Davutoğlu’nun Başbakan iken Cumhurbaşkanı ile görüşmeden çıkar çıkmaz Almanya Şansölyesi Merkel’i arayarak bilgi paylaştığı gibi birçok iddia kulislere yansıdı.
Almanya Şansölyesi’nin o dönem sık sık Türkiye’yi ziyaret etmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu’nu Başbakanlıktan uzaklaştırır uzaklaştırmaz Almanya’ya nasıl bir ders verdiğini hatırlarsanız, bu iddiaların altının çok da boş olmadığını anlarsınız.
Ucu dışarıya bağlı bu kavgadan bir yıl sonra FETÖ, Türkiye’de darbeye kalkıştı, Türkiye 2017’de “Başkanlık sistemi”ne geçti, 2018’den sonra da fiilî olarak yeni sisteme geçerek, saçma sapan liderlik kavgalarına son verdi.
O gün “Düşük profilli Başbakan olmam” diyenler, bugün güçlü profil olarak seçilecek cumhurbaşkanını “düşük profil” olarak kullanabilecekler mi?
Sizce var mıdır öyle bir enayi?
Olsa bile, millet oy verir mi?
.
Yer altı’ zenginliğimiz… Duayı da ihmal etmeyin
12 Ocak 2023 02:00 | Güncelleme: 2 Ekim 2023 19:44
Sesli Dinle
A -
A +
Düzgün itikat ve hâlis niyetle edilen dua, müminin silahıdır.
Dinle meselesi olduğu aşikâr siyasi figürlerin seçim zamanı türbe türbe, cami cami dolaşmasına bir şey söylemezler oysa.
Kim göstermelik, kim samimi el açar; o da bizim işimiz değil.
Bildiğimiz bir şey var ki, samimiyetle yapılan duanın sayısız faydası var.
En başta tövbeye vesile olur ve nefsi kırar…
Dinin temeli de nefse karşı gelmektir.
İslam büyükleri, bilinen bilinmeyen her bela ve sıkıntıya karşı dua tavsiye etmiştir...
Bu girizgâhı niye yaptım; şimdi oraya geleyim.
***
Her şey para-pul, makine, bina ve aletler değil…
Cenâb-ı Hak razı olsun, Cumhurbaşkanı Erdoğan son 20 yılda ülkemizi ve milletimizi büyük hizmetlere kavuşturdu.
Otomobil yapıyor, en ileri teknoloji…
Baraj yapıyor, en büyüğü…
Uçak yapıyor, en iyisi…
Hastane yapıyor, en özeli…
Havalimanı yapıyor, dünya gözdesi…
Köprü yapıyor, simgeler rekortmeni…
İyi bir Müslüman lider olmanın gereğini hakkıyla yerine getiriyor ve başta savaş aletleri olmak üzere, dünyaya parmak ısırtan muazzam başarılara imza atıyor.
Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salâh.
***
Düne kadar “askerimizin ayağında üşütmeyen bot yok” diye üzülürken, kısa sürede geldiğimiz şu noktaya bakın; havada, karada, denizde birbiri ile koordineli, yapay zekâ insansız ordu.
Savunmanın yanı sıra ekonomi ve enerji gibi diğer alanlarda da adım adım tam bağımsız bir ülke olma yolunda ilerliyoruz şükürler olsun.
Bunun da nişanesi; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, fethin sembolü Ayasofya’yı yeniden özgürlüğüne kavuşturması oldu.
Ne şanslı bir nesiliz…
Herkes son yüzyıla bakıyor ama, aslında milletçe asırlar sonra yeniden yükselişe geçtiğimiz bir döneme denk geldik.
Bu fırsat iyi değerlendirilmeli, kıymeti iyi bilinmeli.
İşte bu devrin kırılma noktası; 2023 geldi, çattı.
Birkaç ay sonra yapılacak seçim, sadece bizim değil, gelecek kuşakların da istikbalini belirleyecek.
Türkler yeniden zalim Batı’nın tahakkümü altına mı girecek, yoksa tekrar bir dev olarak mı yükselecek, hepsi önümüzdeki birkaç ay içinde belli olacak.
AK Parti danışmanları akıl etmişler midir bilmiyorum ama, yapılanlara ilave tavsiyelerim var.
Elbette yukarıda saymaya çalıştığım başarılara imza atmak, milletimizin refahını artıracak iyileştirmeler yapmak müspet neticeler getirecektir.
Lakin, bu toprağın üstü kadar, altı da kıymetlidir.
Hem maddi, hem manevi iklim olarak.
En başta bahsettiğim fasla geleyim…
Şehitlerimizin kanlarıyla sulanan Anadolu, aynı zamanda peygamberlerin, başta Ebu Eyyub el Ensari (Eyüp Sultan) hazretleri olmak üzere, Eshab-ı kiram efendilerimizin ve büyük İslam âlimlerinin ebedî istirahatgâhıdır.
Sancaktar bir milletiz, büyük emanetlere sahibiz.
Gönül arzu eder ki, bu seçim döneminde ayak basılan her şehirde, sadece toprağın üzerindekilerle hemhâl olunmasın…
Misal; Hakkâri’ye gidildiğinde Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretleri, Van’a varıldığında Seyyid Fehim Arvasî hazretleri, Bitlis’e geçildiğinde Seyyid Gavs-ı Hizanî (Sıbgatullah) hazretleri, Nevşehir’e ayak basıldığında Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri unutulmasın.
Daha nice büyükler var bu topraklarda…
Ankara Bağlum’da medfun Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri gibi, Anadolu’yu mayalayan o mübarek zâtlar da ziyaretlerde atlanmasın ki, cihanı titretecek bu kutlu yürüyüşte eksik kalmasın.
Onlar olmasa, 15 Temmuz işgal gecesi, Taksim’de şarap şişesini elinden atıp, tövbe getirdikten sonra abdestini alarak tankların önüne fırlayacak bir millet olur muyduk?
Bu damar, millî silahlarımızın en kıymetlisi.
.
Gezi’nin hesabı kapanmadan…
6 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme: 6 Şubat 2025 00:34
A -
A +
Sosyal medyada üretilen yalanların etkisi ile ilk yüzleşmemizdi Gezi provokasyonu…
Sözde amiral gemisi bir gazetenin internet sitesi de âdeta bu operasyonun merkezi gibiydi.
Yağmur gibi yalan pompalanıyordu mobil cihaz ekranlarına…
Güya paletlerin altında ezilmiş insan fotoğrafları, Çevik Kuvvet TOMA’larından kimyasal gaz sıkıldığı yalanları, apaçık darbe kışkırtmaları…
Hiç çekinmeden, “Ya bir gün hesabı sorulursa…” korkusu yaşamadan, sözde gazetecilik kisvesi altında yaptılar bunları.
Hem de günlerce, haftalarca manşetlerinden indirmeden.
Gerçek gazeteciler olarak, bizler bir yalanı ortaya çıkarıp gerçeği anlatana dek onlar yeni yüzlerce yalanı sürdüler kirli ekranlarından.
Bu kadarla da kalmadılar…
O kadar fütursuz ve o kadar zıvanadan çıkmışlardı ki…
Vatandaşların evlerini-iş yerlerini yağmalayan, kamuya ait otobüsleri, polis araçlarını yakan Vandallara, sol örgüt militanı teröristlere açıkça ‘kahraman’ güzellemeleri yaptılar…
Öyle bir korku ve baskı iklimi oluşturdular ki, iktidara yakın gazeteler, televizyon kanalları bile günlerce bunlara karşı ne diyeceğini bilemedi.
Bu Vandal darbeciler, olabildiğince uzak durmaya çalışan gazetecileri ve yayıncı kuruluşları da hedef gösterip, linç ettirdi.
Başı çeken de elbette yine sözde gazeteci, sokak darbesinin aparatı operasyon çocuklarıydı.
28 Şubat’ta yarım kalan hesaplarını, güya Gezi’de tamamlayacaklardı.
Bunu da gizlemiyor, açık açık “28 Şubat bin yıl sürecek demiyor muyduk?” diye atarlanıyorlardı.
***
Sadece “Zulüm 1453’te başladı” yazan değil, aynı zamanda bunu günlerce ekranlarda, makalelerde, videolarında savunan karanlık tipler vardı Gezi’de…
Gayrimüslimlerden öte bir de Sünni Türk düşmanı azgın azınlık kitleydi başı çeken…
Yoksa Nusayri Esad’ın Suriye bayrağının ne işi vardı Taksim’de?
Ayrıca Almanya, ABD, İsrail, İngiltere, İran ve daha niceleri…
Alayının istihbarat elemanları, aparatlarıyla birlikte çıkmıştı Gezi’ye.
Hükûmeti devireceklerine çok emin oldukları için bu kadar pervasızlaşmışlar ve “TOMA’dan kimyasal silah sıkılıyor” yalanlarını üretecek kadar aleni ortaya dökmüşlerdi kendilerini, hiç çekinmeden.
Burak Can Karamanoğlu isimli Karadenizli bir gencimizi zevk ve intikam hisleriyle sol örgütlere öldürtürken, bunlar da vahşice alkış tutuyorlardı teröristlerin ardından.
Tıpkı Berkin Elvan cinayetini çözmeye çok yaklaşan Savcı Selim Kiraz’ı makamında şehit eden teröristlerini savundukları gibi!
Katillerin, teröristlerin, eşkıyanın, Vandalların alkışlandığı, endişeyle evinde olan biteni izleyen milyonlarca Müslüman muhafazakâr-milliyetçi Türk evladının alenen tehdit edildiği, bu kalkışmaya en ufak laf edenlerin acımasızca linç edildiği Gezi darbe girişiminin ana aktörleri arasında, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi, operasyoncu medya aparatları vardı.
Çok eleştirdim, “Bunlara niye dokunulmadı?” diye…
Çünkü aynı operasyon çocukları şimdi başka kanallardan çatal dillerini millî medyaya uzatmaya ve kirli hedeflerine ulaşmaya dönük zehir akıtmaya devam etmekte.
Umudumuz artık tükenmeye yaklaşmıştı ki, menajer Ayşe Barım’ın piyasada tekel oluşturduğu sanatçıları Gezi olaylarında nasıl kullandığının 12 sene sonra ortaya dökülmesi ve tutuklanması, rüzgârı tersine çevirdi.
Sonrasında RTÜK’ten, tıpkı sanatçılar gibi, Gezi darbe girişiminde sözde medya mensubu operasyon çocuklarının kaydının istenmesi “Devlet imhâl eder ama ihmal etmez” sözünün doğruluğunu tescilledi.
***
Türkiye ekonomisinin cumhuriyet tarihin en iyi rakamlarına ulaştığı…
Onlarca yıl sonra IMF’nin borcunun kapatılıp ülkemizden kovulduğu…
İstanbul Havalimanı, Avrasya, Üçüncü Köprü gibi devasa projelerin hayata geçirilmeye çalışıldığı…
Terör örgütünün 30 yıl sonra ilk defa silah bırakmak için zorlandığı bir dönemde başlatılmıştı Gezi darbe girişimi.
Dahası, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, Gazze’ye yapmayı planladığı ziyaret sebebiyle hayli gergin geçen ABD ziyaretinin hemen akabinde patlamıştı.
Tıpkı Mısır’da olduğu gibi, eş zamanlı olarak Türkiye de karıştırılmıştı.
Güya bahane, Gezi’deki birkaç ağaçtı…
“Tamam, kesilmeyecek” denildi, olaylar daha da tırmandı, asıl mevzu anlaşıldı.
CHP ve sol örgütlerin desteklediği, 12 Eylül sonrasının en büyük sokak olayları bir aya yakın sürdü…
4 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı, yüz milyarlarca dolara mal oldu.
Türkiye’nin, Mısır gibi olmanın kıyısından döndüğü, akabinde Brezilya’daki gibi 17-25 Aralık yargı darbe girişimi ve sonrasında 15 Temmuz ihanetinin geldiği Gezi darbe girişimi, terörle mücadelede ülkemizin yeni bir safhaya geçmesine sebep olurken, ekonomimize de ciddi darbe vurdu.
Ve bu büyük ihanetin medyadaki aparatlığını yapan operasyon çocuklarına hiç dokunulmadı.
Tıpkı 28 Şubat gibi, Gezi’nin de hesabı kapanmazsa buna benzer darbe girişimleri umudu hep var olur ve illa ki bir gün yenileri gelir.
“Çoğunluğa karşı sandıkla mücadele edilemeyeceğini artık öğrenmeliyiz” diyenler hâlen ekranlarda olduğu müddetçe ağzınızla kuş tutsanız ne fayda!
.
Bunlar neden rahatsız?
9 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme: 8 Şubat 2025 23:12
A -
A +
Suriye devrimi, ‘takke düştü, kel göründü’ misali, adını koymaya çekindiğimiz çok önemli bir yaranın deşilmesine vesile oldu.
Eskiden bunları ‘Alisiz Aleviler’ diye ayırırdık ki, ‘cemaat, tarikat’ bahanesiyle bütün Sünni kesimi hedefe koyanlara cevap verirken biz de aynı hataya düşüp işinde gücünde Alevi vatandaşımızı sırf inancından, mezhebi yaklaşımından ötürü aynı kefeye koyuyormuşuz gibi anlaşılmayalım ve onları incitmeyelim.
Suriye’de muhaliflerin Esad’ı devirme sürecinde içeride yükselen sesler, ‘siyasal Alevicilik’ diye bir tanımı doğurdu.
28 Şubat’tan bu tarafa mütedeyyin kesimi ‘siyasal İslam’ kılıfıyla baskılayanlara, ilk kez anladıkları dilden bir cevapla karşılık verilmiş oldu.
***
Yüz binlerin katili Esad’ın yasını tutan bu güruh, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Şara’nın Türkiye ziyaretinden en az İran kadar rahatsızlık duydu. Hatta o ziyaret bunları çıldırttı.
Alevi Bektaşi Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi KültürDernekleri zehir zemberek bir açıklama yaptı.
Kafalarının içindeki bütün karanlık hesapları, kini ve öfkeyi açık edercesine ifadeler barındıran yazılı açıklamada şöyle dediler;
"Uluslararası çete liderini devlet başkanı statüsü ile karşılamak başta Orta Doğu halkları olmak üzere biz Alevilere de parmak sallamaktır. 22 yıllık iktidarları döneminde birçok antidemokratik uygulamalarla karşı karşıya bırakıldık fakat bu durum hepsini de aşan bir hâldir.
…
Yargılanması gerekirken onu protokolde karşılamak, işlediği suçları aklamaktır.
…
O, Suriye’de on binlerce Ezidi, Kürt, Hristiyan ve Alevi’nin katilidir. Colani, Suriye halklarının katliamından sorumludur. Milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesinden sorumludur. Katil Colani ülkemizden ve Suriye’den defol."
***
Suriye’de iç karışıklığın yaşandığı 13 yıl boyunca 1 milyondan fazla Sünni Müslümanı katleden, on binlerce sivili diri diri toplu mezarlara gömen, kendi halkına karşı çoluk çocuk demeden vahşetin her türlüsünü uygulamaktan çekinmeyen, fırınları, hastaneleri dahi bombalayarak en ağır insanlık suçunu işleyen, İsrail kasabı Netanyahu’dan farksız Nusayri Esad rejimine ve onun destekçisi İran’a 13 yıl boyunca her türlü desteği verenler, Esad katilinin devrilmesinden rahatsız, yukarıdaki açıklamayı yapıyordu.
Milyonlarca Sünni Suriyeli, Nusayri Esad rejimi ve İran’ın soykırımından kaçmak için ülkesini terk edip başta Türkiye olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerine göç etmek zorunda kalırken bunlar kördü galiba!
Yüzde 12’lik nüfusa sahip olmasına rağmen, 60 yıl baskı ve diktatörlükle iktidarda kalan katil rejimi deviren Şara’nın Ankara’da devlet başkanı statüsü ile karşılanması, onlara parmak sallamakmış!
Bu dernekler Suriye’de mi faaliyet gösteriyor, Türkiye’de mi, anlamak zor!
Şara’nın Ankara’da ağırlanması neden bunlara parmak sallamak oluyor?
Suriye meselesini bu kadar içselleştirdiklerine göre o zaman soralım; Siz kimsiniz ve Suriye’deki devrik rejimi neden bu kadar sahiplenmektesiniz?
Madem katil rejimi bu kadar sahipleniyorsunuz, 13 yıl boyunca işlediği insanlık suçu ve yüz binlerce Sünni sivilin katledilmesinde de iş birlikçi misiniz?
***
Açıklamalarındaki cürete bakar mısınız; Suriye’de zulmü ve terörü bitirme umudunun doğduğu yeni döneme ilişkin Türkiye’nin rolünü bütün dünya kabul ederken, bunlar bu dönemi “22 yıllık iktidarları döneminde birçok antidemokratik uygulamalarla karşı karşıya bırakıldık fakat bu durum hepsini de aşan bir hâldir” diyorlar.
22 yıl vurgusundan, AK Parti hükûmetini hedef aldıklarını anlıyoruz.
Peki, bu süreçte ‘hangi antidemokratik uygulamayla karşı karşıya kaldıklarını ve Suriye’deki iktidar değişikliğinin, nasıl hepsini aşan bir hâl olduğunu’ sorsak, verecekleri cevap nedir acaba?
Bunlara göre, ölümüne savundukları katil Esad kimyasal silahlarla çocukları bile katlederken, cezaevlerinde işkenceyle öldürdüklerini preslerken antidemokratik bir uygulama yapmıyormuş demek ki…
Ya Türkiye’de şikâyet ettikleri hükûmet, Esad’ın vahşetinden daha kötü ne yapmış olabilir ki bunlara, Esad’ı savunup Türk hükûmetine veryansın ediyorlar?
Hem de Orta Doğu halklarını da lafın arasına sıkıştırarak!
***
‘Orta Doğu halkları’ vurgusundan anladığımız, destekledikleri PKK-YPG terör örgütünün tasfiye sürecine girmesi olsa gerek…
Bu ağız, PKK ağzı çünkü.
Türkiye’den ‘sol’ görünümlü, aslında siyasal Aleviciliğin kolu birçok örgütün PKK-YPG ile (Kobani sürecinde) anlaştıklarını biliyoruz zira.
Birçoğu da yine bu amaçla doğrudan katil Esad’ın katliamlarına desteğe gitti, bu da sır değil.
Tuhaf olan şu ki, yüz binlerin katliamında, milyonların Suriye’yi terk etmesinde parmağı olanlar, bugün çıkmış yeni Suriye yönetimini katliam ve sürgünle suçluyor!
Söylediklerinde gerçeklik payı var mı?
Şu dediklerinin milyonda biri yapılmış olsa, dünyada kıyamet koparırlardı.
Suriye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan, herkesin temsil edildiği yeni ve demokratik bir yönetimin oluştuğunu dünya kabullendi, bir tek bunlar kabullenemedi.
Gezi ve 28 Şubat tehlikesi neydi derseniz, cevabı işte bugün daha net gördüğümüz bu tablodur.
Katil Esad rejimi gibi Türkiye’de iktidara gelmek ve fırsatını bulurlarsa Esad’ın yaptıklarını yapmak istediler, başaramadılar.
2023’te sandıkta umutlandılar, çok yaklaştılar ama o da olmadı.
Güçlenen Türkiye’nin, katil Esad rejimini devirmesi, İran’ın bölgedeki etkisinin zayıflaması belli ki siyasal Alevicilerde büyük rahatsızlık oluşturdu.
Suriye ile birlikte Türkiye’nin kazanmasını kayıp olarak görenlere ne demeli?
Çok şey söyleriz ama, şimdilik bu kadarı kâfi.
.
Ya ‘darbe’ye karşı darbe vuruluyorsa!..
20 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme: 20 Şubat 2025 01:39
A -
A +
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz’a "kontrollü darbe" demekle kalmamış, darbeci terör örgütünü devletten söküp atmak için çıkarılan KHK’ları “Sivil darbe” diye nitelemişti.
Bazı CHP’lilerin başvurusuyla yargıya taşınan şaibeli kurultayda koltuğu devralan Özgür Özel de son dönemdeki soruşturma ve tutuklamaları hedef alarak, “Sivil darbe süreci içindeyiz” dedi.
Hatta bu darbenin bir sonraki Cumhurbaşkanını hedef aldığını iddia ederek, adaylarının İBB Başkanı İmamoğlu olacağını şimdiden ilan etti.
Kimi aday gösterecekleri kendi meseleleri, ancak bu darbe iddiasını iyi irdelemek lazım.
***
Hatırlarsınız… ABD eski Başkanı Biden, 2023 seçimlerini işaret ederek, Erdoğan’ı darbeyle değil, Türkiye’deki dostlarına destek olarak, sandıkta devireceklerini söylemişti.
Bunun için "Altılı Masa" bile kurdular…
Olmadı.
Peki pes ettiler mi?
“Bu Erdoğan için Pirus zaferidir” diyen kimlerdi?
FETÖ’cüler ve bunu ağzına sakız yapan CHP’liler.
Bir de işi gücü sürekli Türk hükûmetini karalamak olan ABD’li casuslar.
Yani diyorlardı ki: “Aslında kaybetti ama o kazandığını zannediyor.”
Sonra vakit kaybetmeden bir işaret fişeği daha yaktılar.
Neydi o?
“2026’da erken seçim olacak.”
***
O zamanlar bunu sorgulama ihtiyacı duymuştuk elbet.
Öyle ya, eskisi gibi ucube parlamenter sistemle yönetilmiyoruz.
Yüzde 50’nin üzerinde oy almış bir Cumhurbaşkanını devirmek Başkanlık sisteminde kolay değil.
Nitekim Meclis çoğunluğu da Cumhur İttifakı’nda.
Bu kadar önemli bir badireyi atlattıktan hemen sonra, deprem felaketinin yaralarını sarmak ve ekonomik sıkıntıları hafifletmek dururken, Cumhurbaşkanı yahut Cumhur İttifakı ne diye seçime gitsin?
“Yok” diyorlardı…
“Göreceksiniz 2026’da seçime gitmek zorunda kalacak”(!)
4 Temmuz 2024’te bu köşede yayınlanan “Erken seçim hedefi” başlıklı makalede, şöyle bir not düşmüştüm o güne;
***
Dikkatimi çeken iki önemli notum var;
İlki, Sinan Ateş cinayeti üzerinden yürütülen siyasi operasyon.
Kritik Mayıs 2023 seçimleri öncesi, 30 Aralık 2022’de işlenen bu cinayetin, bir yıl öncesinde eski CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği “Siyasi cinayetler olabilir” ifadesi ile ilgisi var mıydı?
Malum, Kılıçdaroğlu bu lafı etti, sonra kulağının üstüne yattı.
Kafama takılan ikinci husus, 31 Mart seçimlerinden hemen sonra muhalif isimlerin dillendirdiği ‘2026’da erken seçim’ kampanyası.
Hitap ettiği kesim bunu söylerken “Erken seçim talebimiz yok” diyen yeni CHP Genel Başkanı Özgür Özel, n’oldu da geçen hafta fikir değiştirip “2026’da erken seçim” dedi.
Ve bu açıklamanın akabinde, FETÖ’nün güçlü kalelerinden Kayseri’de patlak veren yeni Gezi provası, önümüzdeki süreçte olacakların işareti miydi?
İç siyasette olan biten hiçbir hadiseyi, etrafımızda olanlardan ayrı tutamayız.
Kayseri’de Suriyeliler bahanesiyle yapılan kalkışma bunun çarpıcı bir örneğiydi…
Eş zamanlı olarak Suriye’de, hem de aynı gün askerlerimize yönelen saldırılar elbette tesadüf değildi.
PKK/PYD’ye devlet statüsü kazandırmak için geçtiğimiz ay sandık kuracaklardı, engelledik.
2015’ten bu tarafa fiilen bir büyük projeye engel oluyoruz.
Engelledikçe de hem içeriden, hem dışarıdan saldırıya uğradık.
Şu gün oldu, ihanet cephesinde değişen bir şey yok.
Hatta sonradan eklemlenenler var…
Kimi sözde milliyetçi, kimi muhafazakâr…
Avucumuzdaki en acı soru şu;
Proje sahiplerinin, ‘Teröristan’ı Büyük İsrail için istedikleri de artık sır olmadığına göre…
İçeriden nasıl oluyor da bu kadar kolay destek alabiliyorlar?
Belli ki, birileri nasıl İran’la İsrail’i birlikte yönetiyorsa, aynı şekilde içimizdeki farklı kulvarda görünen kuklaları da tek elden idare ediyor.
Ve bu öyle bir akıl ki, aynı gün Kayseri’de güya milliyetçileri Suriyelilere karşı sokağa döküyor, Suriye’de ise PKK’lıları ve kışkırttığı Suriyelileri Türk askerinin üzerine sürüyor.
Anlaşılan; İsrail, Gazze’den sonra Lübnan üzerinden sınırımıza kadar ilerlemeye çalışırken, bunlar da içeride hem Suriyeliler bahanesiyle yeni sokak kalkışmalarına kalkışacaklar, hem de -duruşma salonuna doluştukları- Sinan Ateş davası gibi karanlık olaylar ve ekonomik bahaneler üzerinden Cumhur İttifakı’nı parçalamaya ve bahsettikleri biçimde 2026’da erken seçimle iktidarı ele geçirmeye zorlayacaklar.
Bu durum, Ankara’daki hareketlilikten de belli…
Önümüzde seçimsiz dört yıl var derken, siyasette tuhaf bir telaş var.
Seçimden yeni çıkmışız ama, Ankara kaynayan kazan!
Kimi başkent gazetecilerine göre, burnumuzun dibinde ama bizim göremediğimiz şeyler oluyor!
Ve yine onların ifadelerine göre, üzerimize bir şey yaklaşıyor!
***
Üzerimize bir cismin yaklaştığını ifade eden sadece başkent duyumlarını yazan muhalif gazeteciler de değildi üstelik.
Müstafi Amiral Cihat Yaycı, gazetemize verdiği röportajda yeni bir kalkışma tehlikesine dikkat çekiyor, bunları çıktığı ekranlarda da bangır bangır dile getiriyordu.
O günlerde hiçbir siyasinin “Olur mu hiç öyle şey!” demediği cümleleri şuydu;
İsrail-FETÖ ittifakı, diğer terör örgütleriyle birlikte kaos çıkarmak için harekete geçti. Hedef en geç 2026’da darbe yapmak.
İstanbul’daki kilise saldırısı ve artan terör eylemleri, ekonomik gelişmeler, MOSSAD imzalı provokasyonlar, FETÖ ve hükûmet karşıtları için yargıdan çıkan lehte kararlar doğru okunmalı.
15 Temmuz ve Gezi kalkışması dâhil son 20-30 yıllık ayaklanma ve darbeleri inceleyip yeni eylem planını buna göre yaptılar.
Bir önceki ihaneti TSK’ya sızan hainler eliyle gerçekleştirmek istediler. Ancak bu sefer çok daha farklı bir hazırlık içindeler. Askerî yöntemle değil, Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve bölgesel dengeler üzerinden vurma planı yapıyorlar.
En geç 2026 yılında büyük çaplı toplumsal karmaşa üretmek için FETÖ’nün maliye, güvenlik ve yargıdaki uyuyan hücreleri ile birlikte PKK, DEAŞ, DHKP-C de kullanılacak.
Ayrıca muhalif medya ve sivil toplum örgütleri gibi araçları da algı operasyonları için devreye sokmayı hedefliyorlar.
Öncelikli amaçları, Erdoğan’ın ve hükûmetin, ülkeyi yönetemediği izlenimini vermek. Ardından geniş katılımlı bir hükûmet benzeri söylemle ülkeyi teknokrat kadrolara mahkûm etmek.
Bu anlattıklarımız çıkarım değil. Çok ciddi bilgi akışımız var. FETÖ, ekonomiyi ve millî bütünlüğü felç edecek her ihtimali değerlendiriyor. Her türden iç ve dış odakla ittifak hâlindeler.
***
Bu bilgileri cebimize koyduktan sonra bugüne gelelim…
Yalan bir bilgiyle Kayseri’deki provokasyonu yapan kimdi?
Ümit Özdağ.
Şimdi nerede?
“Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek" suçundan tutuklandı.
12 yıl önce Gezi darbe girişimi kışkırtmasında rol aldığı iddiasıyla yeni isimlere de dokunulmaya başlandı. TÜSİAD’ın hop oturup hop kalkmasına biraz da buradan bakmalı.
Keza, yedi defa reddedilmelerine rağmen kılıçlı provokasyondan vazgeçmeyen teğmenlerin ihracı…
Meydan okumaya göz yumulmayacağını, devletin imhal (tehir) etse de ihmal etmeyeceğini gösteren bir başka unsur, terör iltisaklı başkanların yerine kayyım atamaları ile beraber, CHP’nin ‘kent uzlaşısı’ adı altında belediyelerde DEM’e açtığı kontenjanlara Kandil’den sızdırılan terör aparatlarıydı.
Çok yazıldığı için İstanbul’daki CHP’li belediyelerde tutuklanan 10 ismin terör bağlantısına ilişkin iddialara girmiyorum…
50’nin üzerinde şüphelinin de sorgusu devam ediyor.
Mehmet Ağar’ın 90’ların başında Emniyet Müdürü olduğu İstanbul’daki durumu anlatırken “İstanbul kâbus gibiydi. Günümüzün yarısı CHP’nin belediye şirketlerine yerleştirdiği militanları temizlemekle geçiyordu” dediği günlere geri döndük!
Bu operasyonlar CHP adına utanç vesikası olması gerekirken, CHP’nin Genel Başkanı ve müstakbel genel başkanı bir de üste çıkıp, yargıyı hedef alıyor.
Neymiş, sivil darbe yapılıyormuş.
Yapmayı planladığınız ‘sivil darbe’ye darbe vuruluyor olmasın sakın!
Sahi, siz 2026’yı işaret ederken ne demeye çalışıyordunuz?
Dünyayı yöneten liderler
2 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 1 Mart 2025 22:43
A -
A +
Dünya nasıl vahşi bir sistemin elinde; örneği Gazze…
Bu vahşilerin arasında zayıf liderler ne yaparlar; örneği Ukrayna ve Zelenskiy.
***
Bunlar bir yana, koskoca Avrupa Birliği’nin düştüğü hâle bakın.
İsrail-ABD baskısı ile karşılaşınca savundukları bütün insani ve demokratik değerleri unutan rezil bir Avrupa.
Avrupa medyası, kendi mücadelesini, çöküş sürecini görünce uyanmaya başladı.
Düne kadar Erdoğan’a ‘diktatör’ diye hakaret edenler, şimdi dergi kapaklarının en üstüne Erdoğan fotoğrafı koyup “Dünyayı yöneten dört liderden biri” diyor.
Yıllardır yazıyoruz, doğru…
Çünkü Avrupa’da lider yok, adamlar yeni yeni görüyor.
***
Fransız Le Point dergisinin "2025 - Yeni Dünya Düzeni" özel sayısında Cumhurbaşkanı’mız Recep Tayyip Erdoğan'ı, ABD Başkanı Donald Trump, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte yeni dünya düzenine yön verecek dört liderden biri olarak tanıtması çok mu önemli derseniz…
Aslında bunu ABD Başkanı Trump yıllar evvel söylemişti.
Biden’a seçimi kaybettiği 2020 yılında…
Şöyle demişti;
"Başkanlık için fiziksel ve mental dayanıklılığa ihtiyacınız var.
Keskin zekâlı olmamız gerek.
Putin, Şi ve Erdoğan keskin zekâlı.
Uğraştığınız kişiler arasında keskin zekâlı olmayan biri yok."
***
Nitekim Trump’ın, dört yıl sonra başkanlığa tekrar döndüğünde verdiği ilk beyanatlar da yine Erdoğan, Putin ve Cinping’le ilgili oldu.
Yıllardır büyük miktarda silah yığdıkları PKK’lı teröristlerin nasıl kıskaca alındığını gördü.
Dahası, İsrail’in arzımevut hayallerinin parçası Suriye’de olanları…
İşte bu yüzden “Suriye’de yaşananlara bakarsanız, Rusya ve İran zayıfladı. Erdoğan çok zeki bir adam; adamlarını oraya farklı biçim ve isimler altında gönderdi. Onlar da gidip orada kontrolü ele geçirdiler” diyordu.
Şimdi, önceki gün Oval Ofis’te olanları tekrar gözünüzün önüne getirin.
Orada Zelenskiy özelinde, aslında bir ülkeye, millete söylenenleri…
Asya’dan Avrupa’ya, Orta Doğu’dan Amerika’ya kadar parmakla gösterilen ve övülen bir lidere sahip olmak, hem de tarihin böyle kritik bir kırılma döneminde güçlü hamleler yaparak yeniden hızlıca toparlanma sürecine girmek, Cenab-ı Hakkın milletimize bir lütfu olsa gerek.
Sadece ülkemizde değil, dünyada kaht-ı rical(devlet yönetiminde ve liyakat isteyen diğer alanlarda, kalifiye eleman bulunamaması) dönemi yaşanıyor.
İşte bu sebeple MHP lideri Devlet Bahçeli, hazır bulmuşken, böyle bir değeri niye iki dönemle sınırlandırdığımızı sorguladı.
Hatta Cumhurbaşkanı’mızın üçüncü defa seçilebilmesinin önünün açılması gerektiğini açık açık söyleme ihtiyacı duydu.
Siyaseten hedeflenen, 2027 sonbaharında erken seçime giderek, Erdoğan’ı 2032’ye taşımak.
Trump’ı saymazsak, dünyada en etkili gösterilen diğer liderler ise bu engeli çoktan aştı.
***
Mesela Rusya lideri Putin'in 2024'te görev süresi dolacak ve tekrar aday olamayacaktı.
2020’de referandum yaptılar, halk, 2036'ya kadar görevinin başında kalmasını onayladı.
Çünkü, göreve geldiği 2000 yılında çökmüş bir Rusya vardı.
Ülkeyi yeniden ayağa kaldırdı ve ABD'nin karşısına dikti.
Eskiyi unutmayan Rus halkı, gelecekte zaafa düşmeyi böyle önledi.
***
Rusya'da bu kadarla da kalınmadı…
Komünist SSCB'nin devamı Rusya Federasyonu'nun anayasasına "Tanrı'ya inanç" ifadesi girdi, tarihin yeniden ele alınması benimsendi.
Onlara büyüklere saygı duymanın öğretilmesi, geleneksel aile değerlerinin korunması...
Çocuklara manevi, ahlaki, fiziki, entelektüel alanlarda eğitim verilmesi, diğer bir deyişle yeni neslin kendi tarihini ve dinini bilerek yetişmesi."
Hükûmetin gelecekteki en önemli görevi işte bu olacak.
***
Şimdi Şi Cinping'in ülkesi Çin'e gelelim.
Şangay da Rusya gibi radikal bir adımı 2018’de atmıştı.
Başkan Şi'den önce uyuyan ve yoksullukla boğuşan bir dev vardı.
Şi 2003'te göreve geldikten sonra her alanda öyle büyük hamleler yaptı ki, ABD'nin dünya liderliğine son verdi, ekonomik büyüklükte ilk sıraya oturdu.
Fakat 2023'te görev süresi dolacaktı.
Ülkenin en üst yasama organı Çin Ulusal Halk Kongresi, hem Başkan'ın, hem de yardımcılarının görev süresi sınırını kaldırdı.
Böylece Şi Cinping'in 2023'ten sonra da göreve devam edebilmesinin yolu açıldı.
***
Çin de bu kadarla kalmadı.
Eğitimde büyük reformlar yapıldı.
Anayasaya "Yeni dönem Çin için (Çin özellikleri taşıyan sosyalizm üzerine) Şi Cinping düşüncesi" şeklinde bir ifade eklendi.
Yani, tarihle bağı koruyarak, ülkeyi her alanda yeniden tasarlamanın önü açıldı.
Şi, Çin'in kurucu lideri Mao Zıdong'dan sonra, sadece icraat adamı değil, ülkenin yeni fikir babası rolünü de üstlendi.
***
Görüldüğü üzere, dünya yeniden kurulurken, yeni liderler isimlerini tarihe yazdırıyor.
Dünyadaki bütün Türkler ve asırlardır bizimle yan yana, gönül gönüle yol yürüyen farklı etnik kökenlerden kardeşlerimizle birlikte, Türkiye Yüzyılı vizyonuyla yeni ve güçlü bir konumda olmak varken, niye maceraya girelim, bunun mantığı var mı?
Ukraynalı yaşlı kadıncağızın dediği gibi, “Bir palyaçoyu seçtik, şimdi eğleniyoruz” demek mi istiyoruz?
Allah korusun.
.
Durduk yere PKK’yı niye bitiriyoruz!
6 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 5 Mart 2025 23:40
A -
A +
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan Terörsüz Türkiye sürecine itiraz etmek, işte bu anlama gelir.
Hele hele İmralı’daki teröristbaşının ‘Artık yolun sonuna gelindi. Silah bırakın, kendinizi feshedin, federasyonu falan da unutun’ minvalinde, terör örgütüne çağrılarda bulunduğu mektubundan sonra…
Dün bu sürece en çok sesini yükselten İyi Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu’nun Meclis konuşmasını dinledim.
Önce ekonomiyle başladı söze…
Ülkemizde yedi senedir ekonomik kriz varmış…
Allah Allah…
Hani faiz kararının alındığı iki buçuk sene öncesinden beri dese, biraz anlarım.
Bunun öncesinde vatandaşın ne şikâyeti vardı ki!
Ayrıca bundan evveli zaten pandemi değil miydi?
Sonrasından bugüne yansıyan bir başka sıkıntı sebebi EYT olarak gösteriliyor, -ki buna da kendi partisi öncülük etti, iktidar çıkarmaya mecbur kaldı.
O günün bol keseden sallayanları Kılıçdaroğlu ve Akşener’di, şimdi köşelerine çekildiler, keyiflerine bakıyorlar.
Peki onların uçuk vaatlerinin neticesi kimin kucağına kaldı?
Dervişoğlu’nun ‘sözünü tutmamakla’ suçladığı iktidar, o EYT’yi sırf vaadini yerine getirmek için 6 Şubat deprem felaketlerine rağmen kanunlaştırdı.
E zaten sırtımızın bitmeyen bir kamburu var, o da terör…
Şehitlerimizin, sivil can kayıplarımızın yanı sıra bugüne kadar ülkemizi 2 trilyon dolardan fazla ekonomik kayba uğratmış bir beladan söz ediyoruz.
Cumhur İttifakı şimdi bu 40 yıllık belayı bitirmeye çalışıyor, beyefendiler buna da karşı.
***
“Terör sınırlarımız içinde zaten bitmişti. Buna ne gerek var?” diyenlere şaşmamak elde değil.
İyi ya işte; terörü bitirdik, eline silah alanı temizledik, şimdi karargâhlarını dağıtıyoruz, kaynaklarını kurutuyoruz, beslendikleri ideoloji çukurunu kapatıyoruz ve aramıza giren kan davasını sulhe bağlıyoruz…
Böylece ülkemizin gençlerinin kandırılıp bize düşman olarak kullanılmalarını önlemenin, toplumsal barışı sağlamaya çalışmanın, düşmanların hevesini kursağına dizmenin nesi kötü kardeşim?
Güçlüymüşüz, niye yapıyormuşuz…
E bu işler zaten güçlüyken yapılır, zayıf olsan seni kim tınlar?
***
Kendi partisi bir zamanlar bu terör örgütünün partisi ile aynı masaya oturmuş ve içinde özerkliğin, bölünmenin yolunu açacak anayasa taslağına imza atmış…
Şimdi çıkmış, İmralı’ya, sadece terörün silahlı kolunun değil, federasyon gibi ana amaçlarını da çöpe attıran sürece karşı çıkıyor.
"Altılı Masa"nın etrafında otururken, CHP’ye bir kere bile “PKK silah bırakmadan HDP (DEM) ile seçim ittifakına girişme” diyemeyenler, terörü bitirmek için, hem de Devlet Bahçeli gibi bir ismin kararlılıkla yürüttüğü bir sürece bakın nasıl dil uzatıyor!
Şehitlerimizi ve gazilerimizi istismar eden İyi Parti Genel Başkanına sormak isterim; Saraçhane önünde HDP’lilerle, FETÖ’cülerle kutlama yaparken neden aynı hassasiyeti gütmediniz?
İBB’de DEM’le birlikte kontenjan paylaşmaya niye itiraz etmediniz?
Demirtaş’la kahvaltı hayalleri kuran sizin genel başkanınız değil de başkası mıydı peki?
***
Dün terör örgütünün siyasi kolu DEM’le şartsız şurtsuz sırf iktidarı devirme, seçim kazanma hırsı uğruna ittifak yapanlar, iş terör örgütüne silah bıraktırmaya, kendini feshettirmeye gelince demediğini bırakmıyor.
Neymiş, terör örgütü şimdiye kadar silahla yapamadığını Terörsüz Türkiye ambalajıyla gerçekleştirecekmiş. Onlar da buna izin vermeyecekmiş.
Buna izin vermeme konusunda İran da elinden geleni sinsice yapma gayretinde.
Ayrıca, aynen bu cümleyi, farklı gerekçelerle İsrail de söylüyor.
Buna da bir cevabınız var mı acaba?
Dindar çocuğun suçu ne?
Ramazan geldi, hoş geldi.
Her ramazan yazdığım bir sitemi tekrarlamanın da vakti geldi.
Her sene olduğu gibi, bu ramazanda da -İmam Hatiplerde bile- ders saatine yönelik hiçbir ayarlama yok.
Güya bizi CHP yönetmiyor!
Çocuklar yine karanlıkta, sahur vakti okul yoluna düşüyor, aynı tempoyla ders görüp, akşam üstü evlerine dönmeleri gerekiyor.
Bizim gibi pek çok şirket, ramazanda çalışanlarının işlerini kolaylaştırmak için esneklik sağlarken, Millî Eğitim milyonlarca öğrenci için hiçbir şey yapmıyor.
Çok ama çok yazık bu çocuklara.
Sizlere rağmen orucunu aksatmadan tutabilen yavrularımızın gözlerinden öpüyorum.
Allah sabırlarını ve şükürlerini artırsın.
.
Özgür Özel ne dedi, Avrupalı ne dedi?
9 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 9 Mart 2025 02:00
A -
A +
Kendisi söylememiş miydi; “İçeride muhalefet olabiliriz ama, sınırlarımızın dışına çıkınca Türkiye partisiyiz” diye.
Hatta, “Başka ülkelere gitmeden önce bize devletin ihtiyaç duyduğu noktalarda bilgi verilirse üstümüze düşeni yaparız” tavrını takdir etmemiş miydik?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, CHP’ye bilgilendirme yapılması için talimat vermemiş miydi, bakanlarla toplantılar yapmamışlar mıydı?
Ne oldu şimdi?
CHP yine eski tas, eski hamam.
***
“Normalleşme” sürecine, parti içinden gelen baskı ve kumpaslar sonucu veda eden CHP’nin geçici Genel Başkanı Özgür Özel, Avrupa Parlamentosundaki Sosyalistler ve Demokratlar toplantısında halef ve selefleri gibi yargı üzerinden Türkiye’yi şikâyet etti.
Biliyorsunuz, başta Beykoz ve CHP kongresi olmak üzere, mevcut soruşturmaların bir çoğu CHP’lilerin şikâyetleri üzerine başlatıldı ama Özgür Özel bunu hususi olarak gizleyip, aslında yargının işini yapmasının önüne geçmeye çalıştı.
Türkiye’deki çabaları yetmedi, bir de Avrupa Parlamentosundan yardım istedi.
Şu bölüme özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
Diyor ki Özgür Bey;
İktidara geldikten sonra, ışık hızıyla Kopenhag kriterlerini hayata geçirip Avrupa Birliği üyeliğini elde etme stratejimiz var. Ama o güne kadar; Erdoğan ile ilkesiz bir al-ver pazarlığı ilişkisi kurmak yerine, Türkiye ile müzakereleri; demokrasi ve özgürlükler hassasiyeti zemininde sürdürmenin önemini vurgulamak istiyorum.
Özgür Özel, konuşmasında ABD, Rusya ve Ukrayna üzerinden Avrupa’nın sıkışmışlığına da dikkat çektiğine göre, bu cümlenin izahı “Biz gelene kadar sabredin. İstediğiniz her şeyi yapacağız. Ama o güne kadar dişinizi sıkın, Erdoğan’a istediğini vermeyin, direnin” olsa gerek.
***
İsrail’in Gazze’de 1,5 senedir yaptığı soykırıma arka çıkarak, sözde savunduğu bütün değerleri çöpe atmış ikiyüzlü Avrupa’da hâlâ ‘demokratik, barışçı, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı…” cümleleri kurabilen CHP Genel Başkanı, dikkat ettim İsrail’in katliamına tek cümle laf etmemiş.
Avrupa’ya “Artık şu PKK’nın üzerinden desteğinizi çekin” de dememiş.
Ne yapmış?
Terörle mücadeleyi durdurmamızı istedikleri için rest çektiğimiz, ancak terör örgütü ‘silahları bırakıp, kendilerini feshettikten sonra’ müzakerelerine devam edebileceğimiz maddeleri ışık hızıyla hayata geçireceklerini söylemiş…
Ayrıca, terör destekçiliği, yolsuzluk, ihalelerde usulsüzlük, rüşvet gibi suçlardan partisine ve partililerine soruşturma açılıyor diye de şikâyet etmiş.
***
Peki o esnada Avrupalılar ne yapmış derseniz; işin güzel tarafı bu…
Onlar dergilerinin kapaklarında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını en başa koyup, “Dünyanın geleceğini şekillendiren dört liderden biri” diye bahsetmiş...
Birçoğunun ordusu bile bulunmayan Avrupa Birliği ülkeleri ABD’siz dımdızlak ortada kalmanın şokuyla kara kara ne yapacağını düşünürken, Erdoğan’ın yıllardır savunmaya yaptığı yatırımlar Avrupa medyasında sayfalar dolusu övgü konusu olmuş…
Hatta Yunan bile “ABD’nin Avrupa’daki boşluğunu Türkiye doldurabilir. Hiçbir dünya lideri Erdoğan kadar kartını iyi oynayamadı. Yunanistan, Türkiye ile iyi geçinmeli” demiş…
Fransız gazeteleri “Türkiye, zayıflayan AB için artık vazgeçilmez ortak” analizlerine imza atmış…
Türk şirketi Baykar’ın üst üste yabancı havacılık şirketlerini satın alması şaşkınlıkla izlenirken, ABD medyası Baykar’ın Akıncı’sı için “Osmanlıyı diriltme hayallerine güç veriyor” endişesini dile getirmiş…
Bizim ana muhalefet lideri de gitmiş Avrupa’da Türkiye’yi şikâyet ederek, yanağının okşanmasını bekliyor.
Hey Allah’ım! Hoş, Şam’ın düştüğü gün “Esad’la görüşülmeli” diyenden ne bekleyeceksin!
CHP bu… Avrupa aşkı malum…
Kendileri Avrupa’nın ülkemizdeki uydusudur, hatta bekçisidir desek abartmış olmayız… Bunu da gizlemezler zaten.
Dolayısıyla -Türkiye’de atarlanmalarına, efelenmelerine, ağızlarını doldurup konuşmalarına bakmayın- bunlar, efendilerinin yanına gidince mutlaka yamulur.
Özgür Özel de aynı yolun yolcusudur…
**********
Gördün mü kaosu?
Beşinci kol faaliyetlerinin en yoğun olduğu ülkelerden biriyiz.
Gördük işte özellikle 2012’den bu tarafa ülkemizde ve etrafımızda neler yaptıklarını…
Bir tarafta birileri bin türlü tuzak hazırlarken, öbür tarafta birilerinin vazifesi de buna örtü olmak.
Onların işi buysa, bizimki de o tuzaklarını ortaya döküp, hesaplarını bozmak.
18 ARALIK 2024
TÜRKİYE GAZETESİ MANŞETİ
Gezi’den bu tarafa böyle pek çok hizmetimiz olmuştur ülkemize ve milletimize.
Gene Sharp’ın teorilerinin Gezi’de madde madde nasıl uygulandığını manşetlere taşıyınca toplum uyanmıştı aslında meseleye.
Bunun gibi daha neler, neler…
Bu süreçte elbette KKTC, Suriye, Irak gibi komşularımızda, bizi doğrudan ilgilendiren konularda neler olup bittiğiyle ilgili de pek çok habere imza atıyoruz.
Her haberde de açık kaynağı belirtmek mümkün olmuyor.
Bilen bilir, kendini ‘ombudsman’ ilan eden bir gazeteci-yazar var...
Geçenlerde muhabirimiz Yılmaz Bilgen’in yaptığı haberleri sıralamış, “Türkiye gazetesinin kaos avcısı muhabiri” başlıklı bir analiz çıkarmış.
Niye bilginin kimden alındığı yazılmıyormuş gibi laf salatası ile süslemiş yazısını.
Karın ağrısı nedir bilmem ama, bu yazıyı da öyle kötü bir zamanda yayınladı ki, bizim cevap vermemize bile gerek kalmadı.
Zira eleştirdiği ‘kaos’ haberlerinden biri Suriye’de, Lazkiye-Tartus bölgesinde Baasçı Esad artıklarının,
İran’ın desteğiyle yeni bir Sünni katliamına ve kaosa hazırlandığıydı.
Yılmaz Bilgen tıpkı Halep operasyonunun başlayacağını iki hafta öncesinden gazetemizde yazdığı gibi,
Suriye’de Esadçıların katliama hazırlandıklarını da çok önceden manşetimize taşımıştı.
Ah be ombudsman! Gördün mü kaosu?
.
Türkiye’deki Sünniler şimdi uyanmış mıdır?
13 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 13 Mart 2025 12:58
A -
A +
Biz bunu Gezi ile anlattık…
Aylan bebeklerle anlattık…
Suriyeli çocukları öldürmekten, kadınlara tecavüz etmekten, gençleri diri diri toplu mezara gömmekten zevk alan İran ve Esad teröristleriyle anlattık…
Mezhepçi katliama destek için Hatay Samandağ’dan giden Mihraç Ural gibi teröristlerle anlattık.
İran istihbaratının içimizdeki aparatlarına dikkat çekerek anlattık…
İsrail casuslarının sinir uçlarımızla nasıl oynadığını göstererek anlattık...
Siviller bombalanırken Esad’a desteğe koşan CHP ve ‘Saadet’çilerle anlattık…
Çok yazdık, çok söyledik ama, bu kadarını anlatamamıştık…
Sağ olsun CHP’de kümelenen siyasal Alevicilik ‘bizim diyemeyeceğimiz’ netlikte maskeyi indiriverdi bir anda.
***
Şunca sene “Bunların asıl karın ağrısı, gelen Suriyelilerin Sünni olmasıdır. Nusayri olsalardı gıkları çıkmazdı. Değil üç, 10 milyon Suriyeli Nusayri gelseydi (nüfusları bu kadar yok ama farzımuhal) tam aksine memnun olurlardı. Hatta Türk vatandaşlığına alınmaları için en çok bunlar hükûmete baskı yapardı" diyebildik mi mesela?
Demedik…
“Bunların asıl amacı, Suriyeli Sünnileri, kurtuldukları katillerin eline tekrar yollamak. Burada İran ve Esad’ın uç gücü gibi davranıyorlar. İstiyorlar ki Esad ve İran tarafından katledilsinler. Ne kadar Sünni ölürse bunlar o kadar memnun olurlar. Çocukmuş, kadınmış, umurlarında olmaz… Hatta bu sapkınlar bundan zevk alır, ‘oh’ çekerler. Fırsat bulsalar aynısını Türkiye’de de yapmak isterler mi” gibi bir cümleyi hiç kurduk mu?
Onu da söylemedik.
Kafalarının arkasını bilmediğimizden değil…
Birlik ve beraberliğimiz için bu kadar hassas bir konuda; bu kadar açık, bu kadar net, bu kadar uç cümleler kurmayı toplum adına tehlikeli gördüğümüz için bağıra çağıra “İşte bunlar budur” demeyi mahzurlu gördük.
Peki onlar ne yaptı?
Fütursuz bir şekilde, binbir yalanla propagandalar üreterek dört koldan Suriyelilere saldırmaya devam ettiler.
***
Geçmişte güvenli bölge için sınır ötesi harekât düzenleyen Türk askerini dahi hedef alanlar…
Hatta Mehmetçiğimize destek veren sanatçılara bile ağza alınmayacak hakaretler yağdıranlar…
Şimdi “Suriye’de Nusayriler katlediliyor. TSK desteğiyle koridor açılsın, bütün Nusayriler Türkiye’ye gelsin” diyor.
Demek ki neymiş…
CHP’nin asıl derdi Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesi değil, hangi mezhepten olduklarıyla ilgiliymiş…
“Halep Sünni İslam kentidir. Esad’ın, Rusya’nın himayesine teslim edilemez” diyen merhum Deniz Baykal’ın CHP’si, bir kaset operasyonuyla bakın nerelere gelmiş!
***
Şunu belirteyim, zannedilmesin ki Suriyeli Alevi, Nusayri ya da Dürzi sivillerin öldürülmesine, zulmedilmesine rıza gösteririz.
“Onlar bunu yaptı, şimdi onlara da aynısı yapılsın” asla ama asla demeyiz.
Öyle bir şeyin olmasına ne milletimiz, ne devletimiz müsaade eder.
Suriye’deki yeni yönetimde de bu hassasiyet açıkça görülüyor zaten.
Ama fitnenin başını çekenler yine aynı tipler…
Gazete olarak Tarsus ve Lazkiye’de silahlı Esad artıklarının katliama hazırlandıklarını tâ 12 Aralık 2024’ten bu yana aralıklarla gündeme getirmiştik.
Nitekim Lazkiye’de o silahlar üç ay sonra ortaya çıktı, isyancı Nusayri grupların kendilerine destek vermeyen sivilleri katlettiğini bölge halkı anlattı.
***
Biz bu işin etnik ve mezhep farklılıkları üzerinden Türkiye’ye taşınmak isteneceğine, bu sebeple Hatay’a dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekmiştik.
Bunun da CHP’nin öncülüğünde nasıl sahneye konulduğunu gördünüz.
ABD ve Rusya fırsattan istifade konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’na getirip uluslararası müdahalenin yolunu açmaya çalıştı.
Beklemediğimiz tek şey; Hatay’a provokasyona giden CHP’li milletvekillerinin ‘Suriye’ye uluslararası müdahale çağrısı’ oldu.
Vay be!
“Nusayriler katlediliyor”, “Nusayri Suriyeliler Türkiye’ye gelsin”den sonra, bu defa da “Suriye’ye uluslararası müdahale edilsin” çağrısı, öyle mi?
‘İş birlikçilik’ nedir derseniz, işte tam da budur.
CHP’ye de bu tarif tam oturur.
Suriye’de daha önce de hatırlarsanız Türkiye’ye yönelik küresel çetenin El-Kaide ve DEAŞ destekçiliğiiftirası kampanyasının aparatı olmuşlardı.
MİT tırı ihaneti de o işin parçasıydı.
Yıllarca FETÖ ve HDP (DEM) ile birlikte bunun taşeronluğunu yaptı CHP.
Suriye’nin yeni döneminde de vazifeleri bu belli ki…
İran dinî lideri Hamaney, Suriye’yi karıştıran ayaklanma çağrısına yarın öbür gün CHP’yi de katsa yeridir…
Verdikleri hizmetle Hamaney’in övgüsünü hak ediyorlar çünkü.
İsrail’den ne alacaklarını ise bilemem…
Suç ve ceza
20 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 20 Mart 2025 08:45
A -
A +
Rus yazar Dostoyevski’nin psikolojik-dram türündeki dünyaca ünlü “Suç ve Ceza” romanı, parası için tefeci kadını öldüren yoksul bir öğrencinin manevi ıstırabını, pişmanlığını ve ahlaki ikilemlerini anlatır.
Oysa öldürmeden önce parayla kendini yoksulluktan kurtarabileceğine ve büyük işler yapmaya devam edeceğine inanmıştır.
Yoksul ve çaresiz hayatlarda işlenen suçların psikolojisini derinden yaşatan bu romanda olduğu gibi, gerçek hayatta da zannediyoruz ki suçu sadece muhtaçlar işler.
Hiç öyle değil, belki tam aksi…
***
Ekrem İmamoğlu’nu düşünün…
Müteahhit bir babanın oğlu.
80’lerde, 90’larda da varlıklıymış ki, üniversiteyi kazanamayan oğlunu Kuzey Kıbrıs’ta özel üniversitelerde okutmuş.
Belli ki o dönem Kıbrıs’tan İstanbul Üniversitesi’ne parayla sahte geçiş sağlayan bir çete varmış…
İmamoğlu’nun babası da bedelini ödemiş, Girne Amerikan Üniversitesi’nde kimi ifadelere göre iki yıllık İşletme Yönetimi bölümü, kimi ifadelere göre dört yıllık işletme fakültesinde okuyan oğlunu, hiç hak etmediği İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’ne geçirtivermiş.
Dememiş ki: “Yahu bizim oğlan bileğinin hakkıyla, alnının teriyle kazanmayı öğrensin. Başka çocukların hakkını yiyip de vebale girmeyelim… Bu çeteye para yedirip bu kaydı yaptırmak suç. Yarın öbür gün önümüze çıkar, ne gerek var, uzak duralım böyle pis işlerden...”
Hiç böyle bir derdi olmamış belli ki, yıllar sonra bu diplomayı sorgulayan gazetecileri (İlk yazan2016 yılında Telat Çabuk. Şüpheli şekilde öldüğü iddia ediliyor) bir de tehdit etmiş.
***
Parayla her şeyi çözeceğini düşünen baba bunu yaparsa oğlu ne yapmaz!
En ufak bir pişmanlık, suçluluk belirtisi gördünüz mü yüzünde?
Suç ortaklığına girişen CHP’liler de, “E ne yapalım! O zaman öyleydi” deyip işin içinden İmamoğlu’nu sıyırma peşinde.
Oysa özel üniversiteden İstanbul Üniversitesi’ne geçişin mümkün olmadığını o zamanın üniversite ortakları bile anlatıyor.
Aynı yıl Trakya ve Marmara Üniversiteleri YÖK’e KKTC’deki Girne Amerikan Üniversitesi’nden gelen başvuruları sormuş, YÖK “Denkliği yok, olmaz” demiş.
Ekrem İmamoğlu ise “Kazanılmış hakkımı gasbediyorlar. Bugün bunu yapan yarın sizin tarlanızı alır” gibi saçma sapan tezlerle üste çıkmaya çalışıyor.
Peşinden giden avaneleri de “İstanbul Üniversitesi onaylamışsa Ekrem’in suçu ne? Diploması niye iptal ediliyor?” diye suçu ve suçluyu aklamaya girişiyor.
***
Diploma iptalinin ardından dün sabah ‘terör’ ve ‘yolsuzluk’ başlıklı iki soruşturmadan gözaltına alındı Ekrem İmamoğlu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın önemli tespitleri var. Özeti şöyle;
-'Kent uzlaşısı' faaliyetine bilerek iştirak etmek suretiyle PKK/KCK terör örgütüne yardım etmek.
-31 Mart 2024 tarihli yerel seçimden yalnızca birkaç gün önce CHP'ye üye kaydı yaptıkları terör örgütü sorumlularını meclis üyesi seçtirmek.
-İş adamlarını para vermeye zorlamak. Bazı iş adamları ile hareket ederek haksız kazanç sağlamak.
-Birçok belediye iştirakinde usulsüz ihalelerle fesat karıştırmak.
-Kendi üzerlerine ve SGK'lı çalışanlarının üzerlerine kurdukları şirketlerle Medya AŞ, Kültür AŞ'nin hizmet alımı nitelikli işlerine yüksek fiyatlı teklifler vererek ihale almak.
-Medya AŞ, Kültür AŞ, KİPTAŞ, İSFALT firmalarından ihale alan örgüt üyelerinin belediyeden aldıkları ilk avans ödemeleriyle İmamoğlu'na ait inşaatlara para aktarmalarının ya da şirketlerine mal devri yaptıklarının anlaşılması.
-Hâlihazırda aktif olan birçok iş yerinden rüşvet talep etmeleri, kabul etmeyen mağdurlar hakkında belediye encümenlerinden aldırılan kararla zorla para almaya çalışmaları.
***
Suçlamaları görüyorsunuz.
İmamoğlu’nun şirketlerinde toplanan para kulelerini görmüştük değil mi?
En az 2 milyar dolar olduğunu anlatmıştı bir itirafçı iş adamı.
Belgelerini de savcılığa verdiğini söylemişti.
Görüntüleri sızdıranlar da yine CHP’lilerdi.
Sonra bunun gibi kirli paraların CHP kurultayında, delege satın almakta nasıl kullanıldığını gördük.
Beşiktaş ve Beykoz belediyelerindeki yolsuzluk ifşalarında olduğu gibi, yine CHP içinden gelen itiraflarla başlatılan soruşturmada ana aktör kimdi; İmamoğlu.
***
İşin bir de terör boyutu var.
Seçim kazanmak için her yolun mubah olamayacağını çok yazdık bu köşede.
Kent Uzlaşısı adı altında terör örgütünün partisine kontenjan açıldığını, bunların İmamoğlu’nun başına iş açacağını vatansever CHP’li dostlar bile kaç defa dile getirdi.
Dinledi mi?
Dinlemedi.
Kandil’in baskısıyla İmamoğlu’nun CHP’ye Esenyurt’ta seçtirttiği Belediye Başkanı, terör örgütü liderleriyle doğrudan görüşmeleri takibe takılarak görevden alındı.
Daha sonra 9 CHP’li belediyeye sızdırılmış terör iltisaklı 10 başkan yardımcısı ve meclis üyesi operasyonla alındı.
Bunlar PKK’lılardı.
Bunun dışında bir de DHKP-C terör örgütüne ihale ve finansman sağlandığı gerekçesiyle 17 kişi gözaltına alındı. Tutuklananlar arasında CHP’li eski Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç ile İBB’ye ait Medya AŞ’nin Yönetim Kurulu Üyesi Kalender Özdemir de vardı. Bu isim, geçmiş dönemde Ataşehir Belediye Başkan Yardımcılığı da yapmıştı.
Eski başkan Battal İlgezdi’nin CHP milletvekili olan eşi Gamze Akkuş İlgezdi de terörist tabutu omuzlamıştı, hatırlamışsınızdır.
İşte Kent Uzlaşısı adı altında terör örgütlerinin İstanbul’daki belediyelere yerleşmesini sağladığı gerekçesiyle şimdi Ekrem İmamoğlu da gözaltında.
Onunla birlikte terörden 7, yolsuzluk soruşturmasından 100 kişi daha ifade veriyor.
***
Yargı süreci nereye varır bilmem ama yıllardır gördüğümüz köy kılavuz istemiyor…
Böylesine fütursuz, böylesine göstere göstere SUÇ işleyip, sonra “Asla bana dokunamazsınız” pozlarına girerek CEZA almayacağı ayrıcalığını düşünmek sadece CHP’lilere yahut paranın azdırdığı zenginlere has bir meziyet olsa gerek.
En azından hafif bir mahcubiyet, birazcık vicdan huzursuzluğu, azıcık üzüntü ya da pişmanlık…
Bunlarda zerresi yok.
Yaptıkları yetmedi, bir de mağduru oynuyorlar iyi mi!
Bu kadarını ne yoksullar becerebildi bugüne kadar ne de Dostoyevski gibi romancılar hayal edebildi.
Türk yargısı ve adalet sistemi ne yapacak, toplum vicdanı suçu ve suçluyu nasıl tartacak…
Bekleyip, göreceğiz.
.
CHP’lilere her yol mubah mı?
23 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 23 Mart 2025 04:07
A -
A +
‘CHP’nin göreceği zarar umurumuzda değil ama ülkeye, şehirlerimize yazık; yapmayın, etmeyin. Partiniz elinizden gidiyor ey CHP’liler, uyanın!’ dedik...
Hem de ta CIA-FETÖ kaset operasyonundan bu yana…
Umursadılar mı? Asla.
***
Yıllarca hükûmeti “F tipi” diye FETÖ üzerinden eleştirip…
Tam da FETÖ bütün gövdesiyle devleti ele geçirmek için saldırılara başlamışken…
Aklı başında, iradesi elinde bir siyasi parti ne yapardı?
Bunu alabildiğine avantaja çevirirdi.
CHP ne yaptı?
Tam aksini.
Genel başkanına kaset operasyonu çekerek partisini dizayn eden, yıllarca “F tipi” diye işaret ettiği FETÖ’yle sarmaş dolaş olup, hükûmeti devirmeye, devleti birlikte ele geçirmeye uğraştı (!)
Bugün İBB önündeki kızgın kalabalığın o gün bu tuhaflığa çıtı çıktı mı?
Hayır.
***
Ülkemizin baş belası bir başka terör örgütü…
PKK’nın çözüm sürecini bitirip askerimize-polisimize ve sivil vatandaşlarımıza saldırılara tekrar başladığı Temmuz 2015’in hemen öncesinde ne vardı?
HDP (DEM) ve CHP’nin “Birlikte iyi salladık” diye mutluluktan havaya uçtukları 7 Haziran 2015 seçimleri.
Dikkat edin, bir ay öncesi…
O tarihten bu yana, üstelik PKK terör örgütü ve siyasi uzantısı HDP’nin çukur hendek olayları ile ülkemizi fiilen bölmeye teşebbüs edecek kadar ileri gittiği bir dönemi de içine katarak, CHP’nin bunları desteklemediği ve bunların desteğini almadan girdiği bir tek seçim vaki midir?
“Bir oy CHP’ye, bir oy HDP’ye” kampanyası yürütecek kadar ete kemiğe bürünen iş birlikleri ortadayken, bugün Saraçhane önünde toplanan zevat, ne yapmaktaydı?
Gözlerini kör eden Erdoğan düşmanlığından dolayı, bu kanlı, iğrenç, aşağılık iş birliğini de mazur karşılamaktaydı (!)
***
Gelelim yerel seçimlere…
2019’da da, 2024’te de Ekrem İmamoğlu’nun HDP’lilerin oyunu almak için onlara her türlü kontenjanı açtığını, HDP’ye açılan kontenjanın aslında Kandil’e açılmış kontenjan olduğunu bilmeyen var mı?
Varsa bile o onun aptallığı!
Birileri aptal olabilir yahut aptala yatıyor olabilir de, bu devletin terörle mücadeleden sorumlu kurumları var…
Onlar da aptal olmak, seçim kazanmak için terörle kucak kucağa oturanların pisliğine göz yummak zorunda mı?
***
‘Kent Uzlaşısı’ kılıfına saklanan terör ittifakı ve yolsuzluk soruşturmalarından CHP’li Belediye Başkanı gözaltına alındı diye İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde toplanan CHP’liler, oy verdikleri sandıkta HDP ile aynı adayı desteklediklerini bilmiyorlar mıydı?
Sıfır ihtimal, sıfır…
Sadece umursamıyorlardı!
‘Erdoğan gitsin de, ülke ne olursa olsun’du onlar için…
Hizmet yokmuş, devlet batmış, ülke bitmiş, çok da umurlarındaydı.
Böyle bir hassasiyetleri olsaydı, biri de çıkıp “PKK silah bırakmadan HDP ile seçim iş birliği yapmak ne demek? Böyle bir şey hem ülkeye, hem CHP’ye ihanettir” demez miydi?
Dün bunu söylemeyenlerin bugün terörle iş birliğinin hesabını soran yargıya karşı çıkma hakkı var mı?
***
İstanbul’da CHP’lilere terör operasyonu nereden başladı?
Esenyurt’tan…
Önceki başkan da CHP’liydi, üstelik o da HDP’lilerin desteğiyle seçilmişti.
CHP’li Kemal Deniz Bozkurt'a 5 yıl dokunmayan yargı, Ahmet Özer’i niye tutuklayıp, yerine kayyım atadı?
Çünkü Ekrem İmamoğlu’nun baskısıyla Esenyurt’a Kandil’in adayı CHP kadrolarından aday yapılmış, onun da kırmızı kategoride aranan teröristbaşı Remzi Kartal başta olmak üzere, 690 terör örgütü mensubuyla telefon trafiği yakalanmıştı.
Çorap ilmek ilmek söküldü, nihai zanlıya ulaştı.
Kim o?
Seçim kazanmak için her yolu mubah gören…
Siyasetten ürettiği para kuleleri gibi gayrimeşru kazanç ile CHP gibi bir partiyi bile delege delege satın alabilen…
“Bu siyasi gücümle bana kimse dokunamaz” pervasızlığı ve kibrine kapılıp, her türlü herzeyi rahat rahat yiyebileceğini zanneden…
Önüne ne konulursa konulsun, inkâr edince kitlesini kandırabileceğini düşünen…
İngiliz Büyükelçisi ile yediği yemeğin, o gece milyonların karda mahsur kalmasından daha önemli olduğunu söyleyebilen…
Oralardan aldığı güce güvenip “Haydi bana gelin de görelim” diye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kafa tutabileceğine inanan…
Hırsı ve fütursuzluğuyla kendisini o koltuğa taşımış herkesi bin pişman eden…
Bundan dolayı da CHP içinden bir kesim tarafından devletin ilgili kurumlarına tüm pislikleri belgeleriyle ihbar edilen bir figür.
Ekrem İmamoğlu.
***
Yaptığı her şeyin çok iyi takip edildiğini, dosyalandığını gayet iyi biliyordu, ama umursamıyordu.
Koskoca İstanbul’u kent lokantaları ve kreşlerle kandırıp oy alabildiği için var gücüyle İstanbul’dan ürettiği bütün parayı siyasi ikbaline kullanıyordu.
Bunun yolu PKK’ysa PKK, delegeyse delege, İngiliz’se İngiliz…
Dosyadan, PKK’ya para vermekten tutun da, İngiliz merkezli bir firmaya 16 milyonun bütün verilerinin açılmasına varana kadar her gün bir skandal patlıyor.
Ekrem Bey ise sadece “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek geçiştiriyor.
Onu anladık…
Haydi kurultayda suç ortaklığı yaptığı için Özgür Özel’in tavrını da anlarız.
Ya sokağa dökülenler!
Kaset operasyonundan bu tarafa nereye savrulduğunuzu sorgulamadığınız gibi, şimdi de o dosyanın içinde nelerin olduğunu sorgulamayacak mısınız?
Öyle olduğu anlaşılıyor.
Peki, siz sorgulamasanız bile, görevi bu olan yargı mensupları ve kurumlar da sorgulamasın mı?
Siz CHP’liler, dokunulmaz mısınız?
İngilizler niye CHP’yi kurtarmıyor?
30 Mart 2025 02:00 | Güncelleme: 30 Mart 2025 00:16
A -
A +
İstanbul haraca bağlandı, toplanan ‘nimet’lerle -delegeler dâhil- bütün CHP satın alındı.
Şaibeli kurultayda -suç ortağı- olarak Genel Başkanlığa oturan Özgür Özel, hemen AK Parti seçmenine yanladı!
Ne demişti o günlerde;
“İçeride muhalefet olabiliriz ama dışarıda Türkiye partisiyiz.”
Biz de ‘Olur ya, hiç değilse oy uğruna bu defa bizi yanıltırlar’ diye umutlanmıştık ama…
Çok sürmedi.
Şimdi ne diyor?
“Bize sahip çıkmadınız, İngiltere’ye kırgınız.”
***
Bir siyasi partinin başındaki adam, bunu neden bu kadar rahat söyleyebiliyor derseniz…
Normal görüyor da ondan.
Nitekim “DEM’le ittifak yaptık. Bunda utanılacak bir şey yok” da diyor.
Söylemediği şu; DEM seninle neyin karşılığında ittifak yaptı ve sen neleri verdin?
Görüyoruz işte belediye başkan yardımcılıklarını, meclis üyeliklerini…
Onlar üzerinden de Muş’taki bir bakkala İstanbul’dan “ACİL” diye ihale edilen 95 milyon liralık baklava siparişini!
Yol kenarına araba park ettirip para toplayan koskoca İSPARK da CHP döneminde böyle zarar ettirildi.
Şaka gibi değil mi?
O paralar kimlere gitti, nerelere aktı, şimdi yargı bunların altını araştırıyor.
Ama Özgür Bey hiç oralara girmiyor.
***
Bunların Batı ile ilişkileri de böyle.
Almanya’nın, İngiltere’nin, ABD’nin Türkiye’de CHP’ye sahip çıkması, çıkıyor olması, onlar için çok normal; hatta sıradan…
“Biz onlar için buradayız, niye bize sahip çıkmıyorlar?” sitemi Özgür Özel’inki!
Ekrem İmamoğlu da oradan aldığı gücün rahatlığıyla bu denli pervasız hareket ediyordu…
Cukkaladığı paraları doğrudan kendi şirketine havale ettirecek kadar pervasız davranabiliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve yargısının kendisine dokunabileceğine asla ama asla ihtimal vermiyordu ki, CHP’yi, içindekilerle birlikte satın alacak kadar para kuleleri yığarken, bu kadar aleni, bu denli rahat davranıyordu.
Milyonlarca İstanbullu kar esareti yaşarken İngiliz Büyükelçisi’yle yemeğe gittiği ortaya çıkınca ne demişti;
“Benim İngiliz elçisiyle yediğim yemek, karla mücadeleden daha önemsiz değildi.”
Şimdi anlayabiliyor muyuz, ne demek istemişti?
***
Gelin görün ki, o dünyada konjonktürün bir gün Türkiye lehine değişebileceğini…
Trump’ın kral tacı takıp, “Kanada’yı senden alacağım” diye İngiliz kraliyetine kafa tutabileceğini…
İngiliz’in adamlarına dokunma konusunda bütün ülkeleri rahat bırakabileceğini…
ABD ile köprüleri atınca dımdızlak ortada kalan Avrupa’nın el mecbur Türkiye’ye yanaşabileceğini…
Aleni meydan okudukları devlet otoritesinin, yıllardır biriktirdiği dosyaları (hem de CHP içinden isimlerin şikâyetleri ve ihbarlarıyla) doğru zaman ve haklı noktada işleme koyarak, kendini dev aynasında görenlere haddini bildireceğini kestirememişler…
Afrika’dan, Orta Doğu’dan Fransa ve İngiltere gibi sömürgeciler birer birer kovulurken, Türkiye’nin dünyada artan etkisinden de habersizlermiş demek ki…
Gün geldi, vakit oldu…
Şimdi sömürgeci Batı’nın Türkiye’deki kapısında zil çaldı!
***
Lafta millete, hakikatte Batı’ya yaslanan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel, bu büyük yolsuzluk ve terör operasyonu öncesi Brüksel’deydi malum…
Olacakları biliyordu ki, Avrupa Parlamentosunda, “Erdoğan’a yanaşmayın, bizi bekleyin. İktidara geldiğimizde bütün isteklerinizi ışık hızıyla yapacağız” diye yalvardı âdeta.
Oysa üç yıl sonraki seçime kadar Avrupa’nın vakti var mı, orasını pas geçiyordu!
Büyük yolsuzluk operasyonu patladığında ise ABD kanalı CNN’e konuştu…
“ABD ile Türkiye diyalog hâlinde olmalı, görüşmeler Türkiye’yi demokrasi yoluna yeniden sokmayı sağlamalı” dedi.
“Türkiye NATO’ya güçlü şekilde bağlı olmalı” yalakalığı yapmayı da ihmal etmedi.
Lafın özü; Brüksel’de olduğu gibi, ABD’den de açık açık Türkiye’ye doğrudan müdahale istedi.
‘Biz NATO’ya bağlı uşaklarınız olarak…’ minvalindeki mesajını da peşine ekledi.
***
İngiliz BBC’ye konuşması bunlardan daha açık, daha net oldu Özgür Özel’in.
Sadece bir mandacının kurabileceği cümleleri, “Gerçekten kırgınız” sitemiyle bitirdi.
Dedi de n’oldu?
Eski dünya, eski Türkiye olsa, Batılılar kıyameti koparırdı, Özgür Özel’in böyle cümleler kurmasına da ihtiyaç kalmazdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunlara yıllardır boşuna “Ağababalarınız gelsin” demiyordu.
Gelen cevapları, satır aralarında görüyorsunuz.
Kuklaların ömrü doldu.
***
Şu çaresizliğine bakın ki çeşitli sol örgütleri devreye sokup, Gezi gibi ülkenin sokaklarını yeniden karıştırarak bir yere varabileceklerini zannettiler, o da ters tepti.
Bütün faşist yüzünü ortaya döken CHP, son çare, mandacılıklarına, yolsuzluklarına, hırsızlıklarına arka çıkmayan yerli ve millî kurumları hedefe koydu.
“Yeşil sermaye” bahanesiyle, başrolünü oynadıkları 28 Şubat postmodern darbesi dönemini hatırlatan boykot baskısı da ellerinde patladı.
Sıradaki turplar gelsin, bakalım daha neler patlayacak!
************
Cinnet hâli partisi
Ötesine gerek yok…
Sırf şu dönemin çıkardığı CHP özetine bakın;
Suriyeliler gitsin demiyorlar mıydı?
Şimdi diyorlar ki “Kapıları açın. Nusayri Suriyeliler gelsin”.
‘İsrafı bitirmekten’ bahsetmiyorlar mıydı?
Şimdi görüyoruz ki tek seferde 95 milyonluk ‘acil’ baklava ihalesi yapmış, satın alsalar değeri 800 bin lira olan otomobilleri İGDAŞ’a aylık 1 milyon 280 bin liraya kiralamışlar. Aylık!
Güya yolsuzluğu bitireceklerdi, başkanın adamlarının saydığı para kulelerini gördük. Yetmemiş, milyonlarca lira rüşveti kendi inşaat şirketinin hesabına bile yatırtmış.
Sancaktepe’de AK Parti’den devraldıkları başkanlık makamındaki duşu jakuzi diye yutturmaya çalışanlar, kendileri boğazda nasıl malikânelerde yaşıyor; sıralı villaları rüşvet için hileli yolla nasıl üstüne geçiriyormuş, gördük.
Görmediğimiz tek şey kalmıştı; bunca yıldır iktidarı suçladıkları yolsuzluklara sahip çıkmaları.
“Belgesi varsa var, bizim adamımıza dokunmayacaksınız” diye sokağa çıktı CHP’liler.
Dün Gazzeli bebekleri katleden İsrail’i desteklediği için boykot çağrısı yapılan kahve zincirine inadına giden CHP’liler, ona alternatif olan dâhil, yerli markalarımıza boykot uyguluyor!
Güya bunlar memleketi İngiliz’den de kurtarmıştı değil mi!
Şimdi İngiliz’e kırgınlık belirtiyorlar.
Bu esnada da, 16 milyon İstanbullunun bilgilerini İngilizlere satmakla (Bir nevi casusluk) yargılanıyorlar.
Aslında bunlar hep böyleydiler de, neyse!..
************
İyi bayramlar
Bütün İslam âleminin, yüce milletimizin, devlet büyüklerimizin ve siz kıymetli okuyucularımızın Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, çok daha güzel günlerde, nice bayramlara kavuşmamızı Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Asırlarca cihana adaletle hükmeden Türk’ün eli ile dünyada zulmün yeniden bittiğine şahit olacağımız günler yine gelir inşallah.
Mevla’m bu uğurda insanlığa ve Müslümanlara hizmet edenlerin yâr ve yardımcısı olsun.
Hayırlı bayramlar diliyorum.
Oyları çalabilen parayı niye çalmasın?
3 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 3 Nisan 2025 10:52
A -
A +
İktidar partisinden bir başkanın, kendi inşaat şirketinde toplanan para kuleleri ortaya çıksaydı n’olurdu, bir düşünün!
O firmada sıvacının, elektrikçinin hesaplarına bile onlarca milyonun aktarıldığını…
Yahut, o başkanın, büyük ihaleler verdiği firma üzerinden Boğaz'a nazır 1,5 milyar liralık üç villayı 15 milyon liraya (yani yüzde 1’lik bedelle) üzerine geçirdiğini, bunu da mal beyanında göstermediğini, o villalardan sadece birini yıllık 5 milyon liraya kiraya verdiğini…
Reklam ihaleleri kazandırılan firmaların doğrudan kendisine ait inşaat şirketine para yolladığını…
Terör örgütüne Avrupa’daki kolu üzerinden siyasi destek karşılığında milyonlarca dolar akıttığını…
Türkiye’deki terör uzantılarına ‘bakkala verilen(!) acil baklava siparişi’ gibi uyduruk ihalelerle tek kalemde yüz milyon liraya yakın para transferi yaptığını…
16 milyon İstanbullunun tüm kişisel verilerini -gizlice- İngiliz firmasına vermek için anlaştığını…
***
Şunlardan herhangi birini AK Partili yahut MHP’li yapsa; bugün CHP, medyası ve kitlesi ile bunun üzerinde nasıl tepinirdi, tahayyül etmeye çalışın.
Oysa bunları yapan bir CHP’li, hele hele İstanbul gibi bir belediyenin başkanı olunca, nasıl bir yüzsüzlük sergilediklerini ibretle izliyoruz günlerdir.
Bunların cevabını vermek yerine sokak terörü, boykot gibi gündemlerle kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalışıyorlar ama, toplumun büyük çoğunluğu olan biteni dikkatle takip etmekte.
Kafalardaki en önemli sorulardan biri şu;
Bunca zaman göstere göstere bu kadar soygun nasıl yapılabildi?
Teröre kaynak akıtan DEM’li başkanlar hemen görevden alınıp yerlerine kayyım atanırken, Ekrem İmamoğlu gözlerin üzerinde olduğunu bile bile neye güvenip de bu kadar rahat davranabildi?
***
Güvendiği yerler konusunda, İngiltere örneğini bir önceki yazıda işlemiştik.
Rahatlığın ve pervasızlığın cevabını ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için ilk defa yarışa girdiği 31 Mart 2019 seçimlerinde arayabiliriz.
Ne olmuştu, hatırlayalım…
***
31 Mart 2019 gecesi, sandık sonuç tutanaklarında anormal bir durum olduğu anlaşıldı.
Belgeli olarak yayınlanan hırsızlığa göre bazı sandıklarda satır kaydırılıp, Binali Yıldırım’ın oyları İmamoğlu’na yazılmıştı.
O gece CHP veya bu işin arkasında hangi güç var ise onlar devreye girmese ve oylar yeniden sayılsa, bugün gündemimizde belki de Ekrem İmamoğlu diye birisi olmayacaktı.
Ertesi gün, yani 1 Nisan’da vahamet daha belirgin hâle geldi.
YSK sistemine girilen verilerin bir kısmı, AK Partili müşahitlere verilenlerle uyuşmuyordu.
Tuhaflığı fark eder etmez hemen harekete geçen AK Parti, 39 ilçede ilçe seçim kurullarına başvurarak sandıkların yeniden sayılmasını istedi.
Çünkü satır kaydırma gibi hilelerle sonucun değiştirildiği tespit edilmişti.
19 ilçe seçim kurulu, onca belgeye rağmen, AK Parti’nin başvurusunu anlaşılmaz biçimde reddetti.
Geri kalanı sadece geçersiz oyların (Bazı ilçelerde kısmi olarak) sayılmasını kabul etti.
Bu, ilk defa karşılaşılan bir durumdu ve CHP yöneticileri, AK Parti’nin itirazlarına karşılık hemen sayıma itiraz dilekçesi vererek, kurulları baskı altında tutuyordu.
***
Büyük bir tezgâhla karşı karşıya olduğu iyice ortaya çıkan AK Parti, ilçe seçim kurullarından sonuç alamayınca İl Seçim Kuruluna başvurdu.
Bazı ilçelerde tespit ettikleri usulsüzlüklerin belgelerini İl Seçim Kuruluna sunarak, sandıkların yeniden sayılmasını talep etti.
2 Nisan’da, yani seçimden iki gün sonra Çağlayan Adliyesi’nde akıllara durgunluk veren bir gelişme yaşandı.
İl Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal ve iki üye hâkim, mesai bitimi sonrası evlerine gitmişti.
Fakat n’olduysa oldu, saat 20.10’da üç hâkim tekrar Çağlayan Adliyesi'ne geldi.
Onlardan beş dakika sonra adliye kapısında sürpriz isimler belirdi.
Çakarlı lüks araçlarla gelenler CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve CHP Genel Başkan Yardımcılarıydı.
***
CHP heyeti, oyların yeniden sayımının durdurulmasına yönelik dilekçeyi verip saat 20.45’te adliyeden ayrıldı.
İl Seçim Kurulu, aynı gece yedi ilçedeki yeniden sayımı durdurma kararı aldı.
Mesai saatleri dışında apar topar adliyeye gelerek hukuk katliamı yapan Müberra Gürdal, bu karardan bir hafta sonra emekliliğini isteyerek görevi bıraktı!
***
Oysa 298 sayılı Seçim Kanunu’nun 100. Maddesi “Yapılacak şikâyet ve itirazlar işi durdurmaz” hükmü içeriyordu.
Belli ki birileri akşam vakti Müberra Gürdal’ı yeniden adliyeye getirterek, âdeta ‘kamikaze dalışı’ yaptırmıştı.
Sonra da zaten emekli olup kenara çekildi.
Ekrem İmamoğlu ve CHP yönetimi “Oyların yeniden sayımına itiraz etmedik” dese de, ortaya çıkan adliye görüntüleri her şeyin deliliydi.
***
O gece CHP veya bu işin arkasında hangi bir güç var ise onlar devreye girmese ve oylar yeniden sayılsa, bugün gündemimizde belki de Ekrem İmamoğlu diye birisi olmayacaktı.
Çünkü oyların sadece yüzde 10’u sayıldığında Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu arasındaki fark 29 binden 13 bine inmişti.
Geri kalan yüzde 90’ı sayılsa durumun n’olacağı zaten malumdu…
Ama gece yarısı hâkimleri adliyeye getirten güç, bunu engellemişti.
Buradan çıkarılan acayip mağduriyete, AK Parti’nin algı bozmadaki beceriksizliği ve yeniden seçime gitme öngörüsüzlüğü eklenince, siyaset sahnesinde daha da güçlenmiş bir Ekrem İmamoğlu figürü oluştu.
Şimdi onun, işte buralardan aldığı cesaretle İstanbul’da yaptıklarını konuşuyoruz.
Diploma meselesinde olduğu gibi…
Tek suçlu Ekrem İmamoğlu mu derseniz…
Elbette değil.
Asıl zorluk, arkasındaki gücü çözebilmekte...
Kim bilir, belki bu bilindiği için 6 sene sabredildi ve doğru zamanda harekete geçildi.
Olamaz mı?
“Çalanın yüzüne tükürülür”
6 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 6 Nisan 2025 07:33
A -
A +
Yolsuzluk soruşturmasını engellemek için sokağa dökülenlere bu cümle ders olsun.
Çünkü biz demiyoruz, Kasım 2023’teki şaibeli kurultayda “Sırtımdan hançerlendim” diyen CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu söylüyor bunu.
Tutuklu CHP’li Başkan Ekrem İmamoğlu’nun ekibi tarafından delegelere dağıtıldığı söylenen 1,2 milyar lira ve 70 konut iddiasıyla panikleyen yeni CHP yönetimi hem bugün yapılacak yeni kurultayda kendini aklamaya ve boykot eylemleriyle İmamoğlu hakkındaki iddiaların üzerini kapatmaya çalışadursun…
O kurultayın kurbanı olan ve bugünkü kurultayda aday olmayacağını açıklayan Kılıçdaroğlu, hayli dikkat çekici bir çıkış yaptı.
Aday olmama sebebinin “Yüzüne tükürürler”, “Seni taşlarlar” gibi tehditler ve linç kampanyaları olmadığını söyledi.
“Çalanların yüzüne tükürülür. Ben çalmadım” cümlesi, sözün gittiği adresin en net tarifiydi.
***
Kılıçdaroğlu’nun mesajında, İBB’den beslenen Saraçhane medyasına da gönderme vardı.
“Aday olmama kararımın nedeni; ‘Hangi yüzle aday olacaksın?’ diyen, sözüm ona muhalif sanılan, müesses nizamın askerleri ve paranın tetikçileri olmuş medya mensuplarının iftiraları değildir” diye de ekledi Kemal Kılıçdaroğlu.
Parti içindeki ahlaksız, kuralsız savaşı daha fazla gün yüzüne çıkarmamak için bugünkü kurultayda geri durduğu anlaşılan Kılıçdaroğlu, şu kadarcık sitemle bile aslında söyleyeceğini söylemiş oldu.
CHP, ciddi suçlamalar sebebiyle partiye kayyım atanmasının önüne bugün yenileyeceği kurultayla geçmeye çalışıyor ama, bakalım bu iddialarla ilgili soruşturmayı yürüten yargı ne diyecek?
Gırtlağına kadar pisliğe bulaşmış bir partiden bahsediyoruz…
Üstelik gerek kurultayda ve il kongrelerinde delegeleri satın almak için dağıtılan rüşveti, gerek İBB’deki yolsuzluk belgelerini yargıya taşıyan yine CHP içinden isimler…
Para ile siyaseti satın alma hırsı nasıl gözlerini bürümüş ki, bu kadar pervasız davranabilmişler.
Hatırlayalım; Ekrem İmamoğlu 2019 yılında seçilir seçilmez ilk kiminle kavga etmişti?
CHP’nin o dönemki İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile…
Üstelik kendisinin o koltuğa seçilmesinde Kaftancıoğlu’nun çok büyük payı olduğu hâlde.
Nitekim, Kaftancıoğlu “Aptal, hırslı, müteahhit kafalı” dediği için İmamoğlu ile aralarında epey sert rüzgârlar esmişti.
***
Sonra, İmamoğlu için bir zamanlar “Yüzünde Rabbi yessir” görüyorum diyen İyi Parti eski Genel Başkanı Meral Akşener yaşadı aynı hayal kırıklığını…
Pişmanlığını “Seçilmesine vesile olduklarımızın hırsız olduklarını anladığımızda çektiğimiz acıyı anlatmam mümkün değil” sözleriyle meydanlara aktarmıştı.
2023 kurultayında “Geçmişi temiz birini bulursam koltuğu hemen devrederim. Benim görevim gemiyi karaya sağ salim ulaştırmak” diyen, muvaffak olamayacağını görünce masayı yumruklayıp “Ben buradayım” sözleriyle meydan okuyan Kemal Kılıçdaroğlu da aynı akıbeti yaşamaktan kurtulamadı.
Düşünün ki, şimdi o Kılıçdaroğlu alelacele toplanan kurultayda bile aday olamıyor.
Üstelik bir önceki kurultayda kendisine karşı para ve rüşvet çarkı döndüğünü, bu kadar aleni ayak oyunlarıyla devrildiğini bildiği hâlde!
CHP’de bu gelenek demek ki!
Bir önceki genel başkan merhum Deniz Baykal da kendisine kaset kumpasını FETÖ’nün yaptığını çok açık bildiği hâlde, ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ mantığıyla güya partisini korumak adına epeyce vakit iktidarı suçlamaya devam etmişti.
Sonuç n’oldu?
Bugün CHP’nin geldiği hâle bakın.
Buradan yolsuzluk soruşturmasını siyasi zemine çekerek, CHP içindeki küskünlerin ihbarları neticesinde toplanan dosyaların üzerini kapattırmak için aparat olarak kullanılan CHP tabanına çıkan çok önemli bir ders var.
Kemal Bey’in dediği gibi;
Çalanın yüzüne tükürülür…
Onu kurtarmak için boykot yapılmaz, sokaklara çıkılmaz.
********
Muş’tan baklava, Hakkâri’den börek!
CHP’liler İstanbul’daki büyük yolsuzluğun üzerini kapatmak için “Gizli tanık ifadeleri dışında bir şey yok” yalanına sarılıyor ancak dosyadan sızan bilgiler hiç de öyle demiyor.
1,6 milyarlık villaların 15 milyona İmamoğlu’nun şirketine devri, 800 bin liralık otomobillerin aylık 1 milyon 200 bin liraya kiralanması, açık hava reklamlarında dönen milyarlar, İmamoğlu’nun inşaat şirketine doğrudan havale edilen milyonlar…
Bugüne kadar gördüklerimizin içinde en komiği, Muş’taki bir bakkala İBB’den ihale edilen 94,8 milyon liralık ACİL BAKLAVA siparişiydi.
Dün buna bir başkası eklendi.
İBB Hakkâri’den de 141,9 milyon liralık pasta ve börek almış ihaleyle!
Düşünün, koca İstanbul’da pasta ve börek alacak yer bulamamışlar, kendi imkânları varken yaptırmamışlar, gitmişler Hakkâri’den ihaleyle 142 milyonluk börek almışlar!
Üstelik bu ihaleyi ne zaman yapmışlar biliyor musunuz?
Gözaltına alınmadan 8 gün önce…
Bu paralar kime gitmiştir sizce?
Ve ey siz soruşturmayı sulandırmaya çalışan CHP’liler!
Şu baklava ve börek ihaleleri bile her şeyi yeterince anlatmıyor mu sizce?
.
Trump müdahale etmeyince Erdoğan cuntacı oldu!
10 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 10 Nisan 2025 00:40
A -
A +
‘Normalleşme’ politikasıyla başladığı CHP Genel Başkanlığını ‘anormalleşerek’ sürdürmeye çalışan Özgür Özel, ne gelişen Türkiye’nin, ne de değişen dünyanın farkında…
Tam da devrildiği gün “Esad’la görüşülmeli” diyerek muhteşem Suriye vizyonunu ortaya koyan Özgür Bey, yaptığı yeni çıkışlarla parmak ısırtmakta(!)
Brüksel’de ‘Biz iktidara gelene kadar Erdoğan’la yakınlaşmayın. Gelince söz, Kopenhag Kriterlerini ışık hızıyla geçireceğiz’ yalvarışları işe yaramadı; çünkü Avrupa’nın, Trump kriziyle yaşadığı sıkışmışlığı hesaba katmamıştı.
Sonra ABD’ye seslenip “Türkiye’yi yeniden demokrasi yoluna sokmayı sağlamalısınız” dedi.
Yani, yürütülen yolsuzluk soruşturmalarına karşı doğrudan Türk yargısına müdahale talep etti ama o da olmadı.
Geriye kalan tek umudu Birleşik Krallıktı…
İngiltere’nin kraliyetle yönetildiğini görmezden gelip, “Demokrasinin beşiği” güzellemeleri bile yaptı.
Batı’nın kapısında bu kadar ağlaşıp, ‘mandacı’ zihniyete sahip olduklarını bu denli gözler önüne serip, sonuç alamayınca bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘cuntacı’ yapmaya kalkıştı(!)
Hatta “Seni elimizden ne ABD, ne Trump kurtarır” diyerek üste çıkmaya çalıştı.
***
Özgür Özel’in paniğini anlamak mümkün tabii…
Batı’nın çöküş sürecine girmesi ile birlikte, içeride ve dışarıda eski güçlerini kaybetmelerinden kaynaklı bir panik bu.
Artık TSK’da, “Biz 28 Şubat’ı İsrail için yaptık” diyen cuntacı paşaları yok…
Başbakan ve iki bakanı astıkları 27 Mayıs darbesini ‘Hürriyet Bayramı’ diye kutladıkları dönem de geride kaldı.
Okyanus ötesinden planlanan, Avrupa’dan desteklenen yeni darbe umutları tükendi.
“Üç bin yargıç daha aldık. Kendi örgütümüzden almayıp da MHP’li mi alacaktık?” diye övündükleri günler yok yargıda.
Artık Müberra Gürdal gibi hâkimleri gece vakti adliyeye getirtip istedikleri kararları aldırtamıyorlar belli ki…
İstanbul’a ayak basan İngiliz Büyükelçisini, arabasını taşıyacak atları söküp, kendilerini arabaya koşan Jön Türk dedelerinin yaşadığı ‘sahiplenilmişlik’ konforunu da değişen dünya ile birlikte yavaş yavaş kaybettikleri anlaşılıyor.
Kırgınlıkları, sitemleri buradan geliyor.
Orduda, yargıda, akademide, STK’larda ‘cunta’ güçlerini yitirmelerinden kaynaklı bir öfke ile ‘anormal’ çıkışlar yapıyorlar.
Suriye meselesinde yıllarca Esad’dan yana tavır almaları…
“İsrafı ve yolsuzluğu bitireceğiz” iddiasıyla yerel yönetimleri ele geçirdikten sonra israfın ve yolsuzluğun zirvesine çıktıklarını gösteren soruşturmaları sokak çatışmaları, boykotlarla engellemeye çabalamaları…
Para kuleleri, konut rüşvetleri ile kazanılan CHP kurultayına ilişkin iddiaları, apar topar bir başka kurultay yaparak unutturma ve güya temize çıkarma hileleri…
Bu paniği anlamak mümkün elbette…
“Çiğ yemedik ki karnımız ağrısın. İşin doğrusu bu” diye ortaya koyacakları bir şey yok…
Çünkü heybe dolu, panik de buradan geliyor.
Cuntaları da yok ki, demokrasiyi askıya alıp CHP’yi kurtarsın!
Cunta içindeki cunta…
Delegelere dağıtıldığı öne sürülen rüşvetle devrildiğini, bunun soruşturulması gerektiğini söyleyen CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, şaibelerin üzerini kapatmak için yenilenen kurultayda aday olmayacağını açıklarken, dikkat çekici cümleler kullanmıştı.
“Çalanların yüzüne tükürülür. Ben çalmadım” cümlesinin adresi belliydi…
Bir başka göndermesi daha vardı Kılıçdaroğlu’nun…
“Aday olmama kararımın nedeni; ‘Hangi yüzle aday olacaksın?’ diyen, sözüm ona muhalif sanılan, müesses nizamın askerleri ve paranın tetikçileri olmuş medya mensuplarının iftiraları değildir” demişti.
CHP içine yönelik olarak kullanılan ‘müesses nizamın askerleri’ göndermesi…
Kılıçdaroğlu burada ne demiş, anlamaya çalışırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan dünkü grup konuşmasında bu cümlenin içini dolduran şu sözleri sarf etti;
“O hakaret ettikleri bağımsız yargı olmasaydı CHP kendi içinden çıkan cunta yönetiminin esiri olacaktı. Yatın kalkın yargıya dua edin ki kendi içinizden çıkan cuntadan sizi onlar kurtardı.”
***
İki açıklamayı yan yana getirince anladığım şudur;
“İngiliz Büyükelçisi ile yediğim yemek, karla mücadeleden daha önemsiz değildi” diyen, 16 milyon İstanbullunun kişisel bilgilerini İngiliz firmasına açtığı soruşturulan Ekrem İmamoğlu, para kulelerinin gücüyle satın aldığı CHP’de ‘cunta’laşmış…
Kılıçdaroğlu’nun sözleri de, Erdoğan’ın cümlesi de burayı işaret ediyor.
Peki, İmamoğlu’nun Genel Başkanlık koltuğuna taşıdığı Özgür Özel yeniden seçilmişken, partideki kadroları daha da güçlenmişken CHP içindeki cunta temizlenmiş mi oldu?
Daha da önemlisi; CHP bütünüyle cunta zihniyetinden kurtulur, gücünü sadece halktan alan bir parti olur mu?
İşte burası muamma…
Küresel fırtına…
Biz içeride CHP ile uğraşırken, dünya bambaşka konuları konuşuyor.
Küresel sistem çatırdıyor…
ABD ile Avrupa ve Çin arasındaki ticaret savaşı kızıştı…
Karşılıklı vergi artışlarının nereye evrileceğine ve bu durumdan ülkemizin nasıl etkileneceğine ilişkin Cumhurbaşkanı Erdoğan önemli tespitlerde bulundu.
İçimize su serpen şu cümleleri aktardı;
Hemen her yerde devletler toplumu ve ekonomiyi güçlendirmeyi amaçlayan politikalar üretiyor. Yeni mücadele dönemine hazırlık yapılıyor.
Uluslararası siyasetin tüm aktörleri yeni arayışlara girdi. Herkesi etkileyecek bir kasırganın geldiğini söylemek abartılı olmayacak.
Dünyada ciddi belirsizlik ortamı var ama Türkiye’nin de güçlü bir ekonomi programı var.
Ticaret, üretim ve ihracat tarafında menfi durum beklemiyoruz. Düşük tarife uygulanan ülkeler olmamızla bu dönemi daha kolay atlatacağız.
İş dünyamız müsterih olsun, vatandaşımız gönlünü ferah tutsun.
Gel de şöyle netameli bir dönemde ülkeyi Erdoğan gibi tecrübeli bir liderin yönettiğine şükretme…
“Niye sadece CHP’lilere dokunuluyor?”
17 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 16 Nisan 2025 23:47
A -
A +
Minareyi çalan, kılıfı uydururmuş…
CHP’liler de bula bula bunu buldu.
Defalarca cevap verilmesine rağmen “Tek çalan CHP’liler mi? AK Partililere niye dokunulmuyor?” algısı oluşturarak, İstanbul’dan Muş’taki bakkala kadar uzanan yolsuzluk soruşturmasını sulandırmaya çalışıyorlar.
Özgür Özel’e göre; Erdoğan onlara savaş açmış…
Hem de bütün ihbarlar, deliller yargıya CHP’liler tarafından taşındığı hâlde!
Çaldın mı, çalmadın mı; bunun cevabını veren var mı? Yok.
Ortaya saçılan para kulesi görüntülerine, MASAK’ın tespitlerine, ses kayıtlarına, mağdurların ve şahitlerin ifadelerine karşı tek cümle edebilen var mı? O da yok.
***
Belediyelerden pervasızca yürüttükleri…
Kurultayda delegeleri, yerel seçimlerde terör uzantılarını, medyada kiralık kalemleri satın almak için kullandıkları paraların hesabını veremeyen CHP’liler, sokak olayları, boykotlar ve imza kampanyaları ile yargıyı etkileyebileceğini düşünüyor!
İzahı olmayanın mizahı olurmuş… CHP de sevimsiz bir komedi sergiliyor.
“Niye sadece CHP’lilere operasyon yapılıyor?” sorusu, “Sadece ben mi çaldım?” demektir ki, bu da başlı başına bir arsızlık ve yüzsüzlük örneği…
Peki gerçekten sadece CHP’lilere mi dokunuluyor?
Bu sakızı çiğnemeye devam ettikleri için bir kere daha şu bilgileri kayda geçirelim;
2014 SEÇİMLERİ SONRASI NE OLDU?
2014 yerel seçimlerinin ardından İçişleri Bakanlığı tarafından hakkında soruşturma açılan 107 belediye başkanı görevden alındı.
2014-2019 döneminde uzaklaştırılan belediye başkanlarından 93’ü HDP ve DBP’li, 9’u AKP’li, 3’ü MHP’li, 2’si ise CHP’liydi.
Dikkatinizi çekerim; AK Partinin yerel yönetimlerde ağırlığı varken uzaklaştırılan CHP’li sayısı 2, AK Partili sayısı 9.
-Ki buna, damadına yönelik suçlamalardan dolayı istifa ettirilen AK Partili eski İBB Başkanı Kadir Topbaş gibi belediye başkanları dâhil değil.
2019 YEREL SEÇİM SONRASI
2019-2024 yılları arasında ise 48 belediyeye kayyım atandı.
2024 yılında 176 belediye başkanı hakkında soruşturma izni verildi.
Bu başkanlardan 59'u AK Parti, 58'i CHP, 21'i MHP, 7'si İyi Parti, 10'u HDP’liydi.
TUTUKLANAN AK PARTİLİ BAŞKANLAR
2019-2024 seçimleri arasında Ekrem İmamoğlu gibi isimlere hiç dokunulmazken, bakın AK Partili başkanlara ne olmuş?
-Burdur’un Bucak ilçesi Kızılkaya Belediyesi eski Başkanı AK Partili Canan Atasoy, zimmet suçundan 12 yıl, 6 ay hapis cezası almış.
-Yine AK Partili bir isim olan Bursa’nın Mudanya ilçesi eski Belediye Başkanı Selçuk Mutlu ve eşi, 18 Aralık 2019’da açıklanan kararla görevi kötüye kullanmaktan 5’er yıl hapis cezasına çarptırılmış.
31 Mart 2024 seçimlerinin ardından tutuklanan bir AK Partili belediye başkanı daha var.
Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi eski Belediye Başkanı Hüseyin Beyoğlu, tıpkı bugün İmamoğlu’nun dosyasında da olduğu şekilde ‘irtikap’ yani rüşvet ve görevi kötüye kullanma gibi suçlarla yargılandığı davada, 25 Ekim 2024’te 3 yıl, 9 ay hapis cezası almış.
Bunların pek çoğunun inşaat ve ihalelerdeki yolsuzluklardan cezaevinde bulunduğunu hatırlatırım.
Terör destekçiliğinden alınanları da eklediğimizde, geçen seneki seçimin ardından 17 belediye başkanı görevden uzaklaştırılmış durumda.
Mevcut durumda CHP’lilerin çoğunlukta olması normal, çünkü belediyelerin zaten büyük çoğunluğu onlarda.
2014 seçimleri sonrası 2 CHP’liye karşılık 9 AK Partili belediye başkanının görevden alınmış olması o günün denkleminde nasıl normal ise bugün de CHP’li sayısının çoğunlukta olması anlaşılır bir durum.
***
Şimdi…
Biliyorum yine okumayacak, dinlemeyecek, anlamak istemeyeceksiniz ama durum bu.
Siz ne istiyorsunuz; ne kadar çalarsanız çalın, size dokunulmasın mı?
CHP’li olunca, yahut bu soruşturmalardan yırtmak için Cumhurbaşkanı adayı yapılınca dokunulmazlık zırhı mı giymiş oluyorsunuz?
.
“Sen de çal AK Parti” mi diyelim?
20 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 20 Nisan 2025 17:47
A -
A +
Sadece şu son iki-üç günün haberlerine bakalım…
Avrupa’nın en büyüğü İstanbul Havalimanı, üç uçağın aynı anda iniş-kalkış yapabileceği imkâna kavuştu.
ABD’den sonra -dünyada- buna sahip ikinci ülke olduk… Başka yok.
***
Silvan projesinde sulama tüneli için kazı başlattık…
Silvan Barajı’ndan alınacak su, Silvan ve Babakaya Tünelleri ile 98 kilometre uzunluğundaki Cazibe Ana Kanalı’na aktarılacak.
255 milyar liraya mal olacak…
Bu sayede 2 milyon 350 bin dekar arazi suya kavuşacak.
Tesisler hayata geçirildiğinde 350 bin kişiye iş imkânı sağlamakla birlikte, ekonomiye de yıllık 30 milyar lira katkı yapacak.
Bu arada, Silvan Projesi boru değil… 8’i baraj, 23’ü sulama tesisi olmak üzere, toplam 31 dev eserin birleşiminden oluşuyor, onu da aktarmış olayım.
***
İstanbul Tuzla'da ise acayip bir yatırımın startı verildi. Teknoloji üssüne dönüşen ilçeye şimdi de Biyoteknoloji Vadisi kuruyoruz...
4,5 milyar dolara mal olacak proje 2,7 milyon metrekarelik alana yapılacak.
Burada 160 firma, 20 bin istihdam sağlayacak.
Ne işe yarayacak biliyor musunuz?
Sağlık, gıda, tarım, hayvancılık, çevre, tekstil, metalürji gibi çok geniş bir alanda yerli ve millî projeler geliştirmemizi sağlayacak.
Kendi ilaçlarımızı, aşılarımızı daha rahat üretebileceğiz.
Hâlihazırda Türkiye biyoteknolojide 47. sıradaki bir ülke.
Proje tamamlandığında ilk 10’a gireceğiz.
Yıllık en az 15 milyar dolarlık ihracat imkânına daha kavuşacağız.
***
Van, ikinci Gabar olabilir.
Muradiye ilçesinde 200 tonluk dev sondaj kulesi kurduk, petrol arıyoruz.
Beklenti yüksek. Üç aya kadar müjde bekliyoruz hayırlısıyla…
***
Bu arada, Şırnak’ın bir zamanlar terör olayları ile adını duyuran dağı Gabar’da artık günlük üretim 80 bin varile çıktı biliyorsunuz.
Şimdilik günlük tüketimimizin ancak yüzde 10’unu karşılayabiliyoruz ama olsun… Dün bu da yoktu ya!
Tıpkı Karadeniz’de bulduğumuz doğalgaz gibi…
Bakın bugün 3 milyon evde kullanıyoruz kendi gazımızı.
İGDAŞ’tan gelen faturama baktım.
Geçen ay normalde 2 bin 425 liralık doğalgaz tüketmişim, 1.403,30 lirasını devletimiz karşılamış.
Bana düşen 1.022 lira…
Bak Avrupalı kışın enerji faturalarından kıvranıyor, Allah devletimize zeval vermesin.
***
İçeride böyle şeyler olurken, dışarıda da gündem Türkiye.
Beyaz Saray’a Türkiye’yi şikâyete giden Netanyahu, Trump’tan ağzının payını almışken, Rusya Lideri Putin de basınla buluşmasında dikkat çekici şeyler söylemiş.
Rus meslektaşların anlattıklarına göre “Türk Devleti artık bağımsız, kendi silahlarını üreten, dışarıdan yönetilemeyen, Çin, Rusya ve ABD ile birlikte dünyanın en güçlü ülkeleri arasına girdi. Daha da güçlenecek” demiş.
Amaaan! Ben ne anlatıyorum ki?
***
Bunların iktidara, AK Parti’ye kazandırdığı oy nedir?
Koca bir SIFIR.
Anketler yayınlanıyor peş peşe… İstanbul’daki büyük yolsuzluk operasyonlarına rağmen CHP’nin oyu ne çıkıyor biliyor musunuz; yüzde 35.
AK Parti ise kiminde altında, kiminde çok az farkla üstünde.
Dönüp bakıyorsun bu adamlar 6 yıldır yönettikleri İstanbul’da ne yapmışlar diye…
Kent Lokantası diye bir komedinin ötesinde söyleyebildikleri bir şey yok. Götürdüklerinin ise haddi hesabı yok.
İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluğun boyutunun 560 milyar lira gibi bir meblağ olduğu söyleniyor.
İddianame çıksın, göreceğiz gerçek tabloyu.
***
Son günlerde CHP gündemine dair çıkan haberler, asıl problemimizin ne olduğunu anlatan tabloyu zaten ortaya koyuyor.
CHP’lilerin mahkemede verdikleri ifadelerle ortaya çıkan, pavyonda delegelere dağıtılan deste deste dolarlar…
İmamoğlu İnşaat Genel Müdürü’nün bizzat saydığı para kuleleri gibi, İmamoğlu’nun kasası Fatih Keleş’in ofisinden çıkan milyonlar da rahatsız etmemiş belli ki bu yüzde 35’lik kitleyi.
***
Tutuklu Ekrem İmamoğlu’nun babasının bayramda yaptığı bedduayı hatırlarsınız…
“Bizi bu perişanlığa sürükleyenler çoluk çoğunun ciğerinden et yiyerek iyileşmeye uğraşsın ve iyileşemesin” diyen Hasan İmamoğlu’nun, Balıkesir’in Edremit ilçesinde, Vakıflar’ın sanat etkinlikleri için belediyeye tahsis ettiği 75 yıllık tarihî sabun fabrikası binasını CHP’li belediyeden aylık sadece 250 liracık sembolik bedelle kiraladığı, sonra da burayı 60 bin liraya, İmamoğlu İnşaat’ın hafriyat işlerini yapan Tarhanlar İnşaat’a kiraladığı ortaya çıktı.
Peki o inşaat firması burayı amaca uygun sanatsal etkinlikler için mi kullanmış?
Elbette hayır.
Lüks restorana dönüştürmüşler, her uyanık müteşebbisin yapacağı gibi!
Sağladıkları kazanç için 60 bin lira kira ne ki?
Baba Hasan İmamoğlu’nun ödediği 250 liracık kiranın ne ifade ettiğini ise zaten konuşmaya lüzum yok.
Buna karşın CHP’lilerden çıt var mı?
O da yok.
***
Olanlar ortada, ama CHP yine de yüzde 35…
Ne CHP Genel Başkanı’nın Türkiye’yi ABD’ye, AB’ye, İngiltere’ye şikâyetini umursayan olmuş…
Ne Ekrem İmamoğlu’nun 15 milyon liraya kapattığı 1,6 milyar liralık villaları…
Ne Muş’taki bakkala verilen 95 milyonluk baklava, Hakkâri’ye sipariş edilen 142 milyonluk börek ihalesini…
Ne de müteahhitlerden toplanan milyonlarca dolarlık rüşveti…
“Helal-i hoş olsun” diyorlar demek ki!
***
İBB’de 6 yıl önce 27 milyar olan borç 265 milyara çıkmış, kimin umurunda?
İstanbul’un en borçsuz ilçe belediyesi Üsküdar bile CHP’ye geçtikten bir yıl sonra işçilerine maaş ödeyemez noktaya gelmiş, ne gam!
Bir de Hazine ve Maliye Bakanlığına ağlıyorlar, bekliyorlar ki hükûmet İller Bankasından bunlara para yollasın da maaş ödesinler.
Güya israf ve yolsuzluğu bitirecek, uçuracaklardı yerel yönetimleri…
Hükûmetin yolladığı para olmasa, hiç maaş ödeyemeyecekler demek ki…
***
Bu kadar yolsuzluk yapılırken, İstanbul’a ne yapmışlar diye soruyoruz; onun da cevabı koca bir sıfır.
Zaten CHP’li kitleye para harcamasına, hizmet yapmasına ne gerek var! İzmir örneği ortada.
CHP’li bir kadının sokak röportajında söylediği “Atatürkçüyüz biz, cumhuriyetçiyiz. Onun için İmamoğlu. İmamoğlu halka çalışıyor, diğerleri üçüncü köprü, havalimanları yapıyor. Bizim havalimanına, üçüncü köprüye ihtiyacımız yok. Bizim modern, yüzü Batı’ya dönük belediye başkanına ihtiyacımız var. Anladınız mı? Okey” cümlesini kuracak milyonlar var bu ülkede.
Eee! O zaman AK Parti şu yukarıda saydığım hizmetleri yaparak, verdiği bağımsızlık mücadelesi ile bizi dünya devleri arasına sokarak doğru mu yapıyor, yanlış mı?
Madem hırsızlık, Batı mandacılığı bu kadar değerli, o zaman biz de şunu mu söyleyelim;
“Bırak bu işleri, sen de çal, keyfine bak AK Parti…”
.
Umursamasak da hakikat bir gün bizi bulur!
24 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 24 Nisan 2025 02:00
A -
A +
Bugünkü yazı konum, müteahhitlerin ruhsat alabilmek için CHP’li İBB Başkanı’na vermek zorunda kaldıkları rüşvet villaları, iskan için Bay Başkan’ın babasının üzerine yaptıklarını anlattıkları daireler falan olacaktı.
Lakin Silivri merkezli 6,2’lik deprem, afeti yaşayan herkes gibi, bizim de gündemimizi birkaç saniyede değiştiriverdi.
Aslında hiç değişmeyen gündemimiz olması gereken bir meseleyi, sadece böyle sarsıldığımızda hatırlamamız ne acı…
***
Geçtiğimiz yılki 31 Mart seçimlerinde AK Parti adayı Murat Kurum’un ana vaadi neydi?
Beş yılda 650 bin konutluk dönüşüm.
Gelin görün ki bu vaatler toplumda neredeyse hiç karşılık bulmadı.
Neticede sandığa da bu yansıdı…
Seçmenin bu tercihini gören bir başkanın, kentsel dönüşüme falan para harcamasına gerek var mıydı?
O da öyle yaptı.
Kentsel dönüşüm gibi hizmetlere harcayacağı parayla yeri geldi HDP’nin, yeri geldi CHP’li delegelerin oylarını satın aldı.
***
Oysa o günlerde tabloyu vatandaşın önüne serdik, çok dil döktük…
CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi ilk beş yılda sadece 2019’da AK Parti’den devraldıkları konut projelerini tamamlamıştı.
5 yılda 100 bin konut sözü de vermişti biliyorsunuz...
Geçen seneki seçime kadar, kendilerinin başlayıp bitirdikleri konut sayısı ‘SIFIR’dı.
Bununla da kalınmadı…
AK Parti döneminde İBB bütçesinin yüzde 5,5’i kentsel dönüşüme ayrılırken, CHP döneminde bu oran yüzde 1,59’a düşmüştü.
KİPTAŞ, AK Parti döneminde yıllık 3 bin 200 konut üretirken, CHP döneminde yıllık ortalama 349 adede inmişti.
Gecekondu dönüşüm alanlarında geçmişte yıllık 680 konut üretilirken, CHP’li İBB döneminde üretilen konut sayısı da yine 'SIFIR’dı.
İBB’nin 2022 faaliyet raporunda yer alan, “İstanbul’un afete dayanıklılığını artırmak” için bir yılda harcanan para 63 milyon 569 bin liracık iken, sırf göz boyamak için reklama harcadıkları meblağ aynı sene 908 milyon liraydı!
***
İstanbullular, 2024 seçiminde, kendilerine vadedilen 100 bin konutun hesabını sordu mu?
Cevabı belli.
Kentsel dönüşüme zaten yanaşmadı ki, vatandaşın uçuk istekleriyle uğraşıp, oy kaybetmesin…
Ölen ölür, kalan kalır; niye durduk yere oy kaybına sebep olabilecek adım atsınlardı!
Zaten bunu talep eden, “Yapmazsan oy vermem” diyen mi vardı?
CHP hiç bu riske girmediği gibi, bir de hükûmetin ve AK Partili belediyelerin yaptığı kentsel dönüşümleri karaladı…
Kentsel dönüşüm kanununun iptali için Anayasa Mahkemesine mi başvurmadılar…
Dönüşüm yapılacak bölgelere gidip, güya vatandaşı savunuyormuş ayağıyla kentsel dönüşümü engellemeye, bölge halkını kışkırtmaya mı çalışmadılar...
En çarpıcı örneği, binlerce insanın ölümüne sebep oldukları Hatay’daki deprem öncesi yaptıkları kışkırtmaydı.
Hülasa, sırf vatandaş güvenli evlerde otursun diye “Yarısı bizden”, “İki yıl geri ödemesiz sıfır faizle dönüşüm” gibi kampanyalar hükûmete oy kaybettirirken, CHP hizmet yapmamak ve yaptırmamakla nemalandı!
***
CHP toplumun gündemini mahallî seçimlerle hiç alakası olmayan emekli maaşı gibi konularla meşgul ederken, İstanbul’un durumu şuydu;
1,5 milyon riskli bina…
ACİL dönüşmesi gereken 600 bin yapı.
Yine geçen seneki rakamlara göre, İstanbul’da 170 bin dönüşüm konutu inşa ediliyor, bunun 140 binini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapıyordu.
30 binini ise başta ilçeler olmak üzere, belediyeler.
Yeterli miydi?
Asla.
Acil yıkılması gereken 600 bin binada düşünün hâlen kaç milyon insan yaşıyor?
Ve bu binaların en az 100 bini şehrin ana damarlarını tıkayacak güzergâhlarda.
CHP’lilerin sözüne çok itibar ettiği Prof. Celal Şengör bile İstanbul’u terk etme sebebini anlatırken, “Kurtarma çalışmaları için sokaklara girilemeyecek.
Kente giren-çıkan yolların önemli bir bölümü kullanılamaz hâle gelecek.
Ortaya çıkacak kaos ortamında sağ kalanlar da günlerce, belki haftalarca bloke olacak.
Elektrik, su, doğalgaz, kanalizasyon altyapısı bitecek.
İlk gün her yerde yangınlar olacak. İtfaiye enkaz altında kalacağı için bu yangınlara müdahale edilemeyecek.
Şehir dışından yardım gelemeyecek. Bugün deprem bölgelerine giden yardım ve kurtarma ekiplerinin yüzde 60’ı İstanbul’dan gidiyor.
İstanbul yıkılınca zaten çok az ekip gelebilecek, gelenler de şehre giremeyecek.
Birkaç gün içinde kentte açlık başlayacak, yağmalar başlayacak.
Bunu salgın hastalıklar takip edecek.
Enkazlar uzun süre kaldırılamayacak.
Kenti ağır bir koku saracak, nefes alınmaz hâle gelecek.
Bu yüzden İstanbul’u terk ediyorum” diyordu.
Bu felaketin önüne geçmek için 650 bin konutu dönüştürme sözü veren Murat Kurum kaybetti, kazanan CHP’li müteahhit Başkan şimdi özellikle de İstanbul’dainşaat nimetleri üzerinden yapıldığı söylenen yolsuzluk iddialarıyla tutuklu.
***
Geçen sene umurumuzda değildi, dün 6,2 ile sallanır sallanmaz her şeyi unuttuk, gündemimiz yine deprem oldu.
İki gün sonra yine unutacağız.
Böyle bir tehlike sanki yokmuşçasına yaşamaya devam edeceğiz.
İşte birilerine kentsel dönüşüm yerine para kuleleri yapma cesareti veren durum budur…
Fakat, unutmayalım ki, biz gözlerimizi yumsak bile, acı gerçek bir gün gelip bizi bulur.
**************
Teşekkür
Her daim hakkı ve hakikati dillendiren gazetemizin 22 Nisan’da 55. yaşını kutladık.
Bu vesile ile arayan, mesaj yollayarak gazetemizin doğum gününü tebrik eden bütün okuyucularımıza ve kıymetli dostlarımıza teşekkürü borç bilirim.
Gazetemizin gerçek sahibi elbette okuyucularımızdır.
Sizin desteğiniz olduğu sürece, gazetemiz bu yolda hiç sapmadan yoluna devam edecektir.
Hep birlikte nice senelere inşallah.
.
Türkiye’yi bu dertten nasıl kurtarabiliriz Grok?
27 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme: 27 Nisan 2025 14:21
A -
A +
Yapay zekâya şöyle sorular sorduk;
Türkiye’de müstakil ev oranı nedir?
Türkiye’de müstakil evlerde yaşayan hane halkı oranına dair doğrudan bir istatistik bulunmamakla birlikte, bazı veriler bu konuda fikir verebilir.
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2021 yılı Bina ve Konut Nitelikleri Araştırması’na göre, hane halklarının %11,7’si tek katlı binalarda ikamet etmektedir.
Bu oran, müstakil evlerde yaşayanların oranını tam olarak yansıtmasa da, bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca, 2021 yılında tüm yapı tipleri içinde müstakil evlerin yapı ruhsatı alma oranı %7-8 arasında gerçekleşmiştir. Bu oran, 2020 yılında %4-5 seviyelerindeydi. (Pandemiden sonra biraz artış göstermiş.) Bu veriler, Türkiye’deki müstakil ev oranının düşük olduğunu ortaya koymaktadır.
ABD'de müstakil evlerin oranı nedir?
ABD'de müstakil evler, konut türleri arasında baskın bir konumdadır:
2013 verilerine göre ABD nüfusunun yaklaşık %88'i müstakil evlerde yaşamaktadır.
ABD'nin geniş coğrafi alanı, düşük nüfus yoğunluğu, banliyö kültürünün yaygınlığı ve araba odaklı hayat tarzı, müstakil evlerin popülerliğini artırıyor. Ayrıca, müstakil evler genellikle bahçeli, garajlı ve geniş alanlı olup, Amerikan rüyasının bir parçası olarak görülüyor.
Avrupa'da müstakil evlerin oranı nedir?
Avrupa'da müstakil evlerin oranı ülkeye göre büyük farklılıklar gösterir, ancak genel olarak %70-90 arasında değiştiği belirtilmektedir.
Yüksek nüfus yoğunluğuna rağmen, apartman dairelerine kıyasla oldukça yüksektir.
Avrupa'nın birçok ülkesinde, özellikle Almanya, İngiltere, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde, müstakil veya yarı müstakil evler (tek aile evleri veya dubleksler) şehir merkezleri dışında yaygındır.
Kırsal alanlar ve banliyölerde müstakil evler baskındır. Örneğin, Amsterdam veya Köln gibi şehirlerde yüksek katlı binalar nadirdir; düşük katlı, müstakil veya sıralı evler tercih edilir.
İskandinav ülkeleri ve Doğu Avrupa'da (ör. Romanya, Macaristan) müstakil evler, hem kırsal hem de banliyölerde yüksek oranda bulunur.
Ülkeye göre örnekler:
İngiltere: 2011 verilerine göre nüfusun yaklaşık %79'u müstakil evlerde yaşıyor.
Almanya: Nüfusun önemli bir kısmı (%50'nin üzerinde) müstakil veya yarı müstakil evlerde yaşıyor.
Hollanda: Yüksek nüfus yoğunluğuna rağmen müstakil evler yaygındır, ancak oran Almanya'ya göre daha düşüktür.
Romanya: Ev sahipliği oranı %96 ile Avrupa'da en yüksek ülkedir. Bu evlerin çoğu müstakil veya kırsal evlerdir.
Yüksek katlı binalar (gökdelenler veya 10+ katlı apartmanlar), büyük metropollerde (ör. Londra, Paris, Berlin, Lizbon) ve özellikle şehir merkezlerinde daha yaygındır. Ancak, Avrupa şehirleri genellikle tarihî dokuyu koruma eğiliminde olduğu için gökdelenler sınırlıdır.
Güney Avrupa'da (ör. İspanya, İtalya) ve bazı doğu Avrupa ülkelerinde (ör. Polonya) şehir merkezlerinde orta-yüksek katlı apartmanlar (4-8 kat) daha sık görülür.
Türkiye ile mukayese eder misin?
Almanya'nın nüfus yoğunluğu Türkiye'den 2 kat, Hollanda'nın 4 kat fazladır, ancak bu ülkelerde müstakil evler, yüksek katlı binalardan daha yaygındır.
"Türkiye'de herkes müstakil evde yaşasaydı Muş kadar bir alanda evler olurdu" sözü doğru mu?
Evet, bu söz büyük ölçüde doğrudur ve çeşitli kaynaklarda yapılan matematiksel hesaplamalarla desteklenmektedir. Türkiye'de herkesin müstakil evde yaşadığı bir senaryo için yapılan hesaplamalar şu şekilde özetlenebilir:
Türkiye'nin nüfusu: Yaklaşık 84,78 milyon (2023 itibarıyla).
Ortalama hane halkı büyüklüğü: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yaklaşık 3 kişi.
Hesaplama: 84,78 milyon ÷ 3 ≈ 28,26 milyon hane. Her haneye 250 m² ev ve 50 m² bahçe olmak üzere toplam 300 m² alan tahsis edilirse:
Toplam alan: 28,26 milyon × 300 m² = 8,478 milyar m² = 8,478 km².
Muş'un yüz ölçümü: Yaklaşık 8,650 km².
Bu hesaplamaya göre, Türkiye'nin tüm nüfusu müstakil evlerde yaşasaydı, bu evler Muş ilinin yüz ölçümüne yakın bir alanı kaplardı (8,478 km², Muş'un 8,650 km²'sine oldukça yakın).
Bu hesaplama, yollar, altyapı, kamusal alanlar gibi ek alan ihtiyaçlarını hariç tutar, ancak temel olarak nüfusun müstakil evlere yerleşmesi için gereken alanın Türkiye'nin toplam yüz ölçümünün (769,632 km²) sadece %1'inden biraz fazla olduğunu gösterir. Bu da sözün doğru olduğunu destekler.
İstanbul'un yüz ölçümüne karşın nüfus oranını karşılaştırır mısın?
İstanbul, Türkiye'nin yüz ölçümünün yalnızca binde 7’sini kaplamasına rağmen, ülke nüfusunun neredeyse beşte biri bu şehirde yaşıyor.
Türkiye geneli ortalama nüfus yoğunluğu: 1 kilometrekarelik alanda yaklaşık 110 kişi.
İstanbul ortalama nüfus yoğunluğu: 1 kilometrekarelik alanda yaklaşık 2.900 kişi.
İstanbul'da toplam kaç bin bina var?
Sürekli değişen ve büyüyen bir şehir olduğu için net bir sayı vermek zor olsa da, İstanbul’un inşaat sektörü ve nüfus yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık olarak 2 milyon bina olduğu tahmin ediliyor.
***
Eveet! İşte böyle.
Yapay zekâya bu soruları niye sorduğumuzu anlamışsınızdır.
Yetkililerimizin açıklamalarına bakarsak, İstanbul’daki 2 milyon binadan 1,5 milyonu riskli, -ki bunun 600 bininin acil yıkılması gerekiyor.
6,2’lik depremle yüreği ağzına gelen İstanbul’da, daracık alana bu kadar nüfusu sıkıştırınca, yüksek katlı bina dışında seçenek olmadığını düşünebiliriz.
Peki ya diğer şehirler?
Sakin Anadolu şehirlerinde bile apartmanda yaşama ısrarımız niye?
Bütün Türkiye müstakil evlerde yaşasa sadece Muş kadar alanı kaplayacak ise niye her şehre, her ilçeye, hatta kasabalara-köylere bile koca koca binalar dikiyoruz?
Üstelik ülkemizin büyük kısmı birinci derece deprem kuşağında bulunduğu hâlde…
***
Orta hâlli bir Anadolu şehri olan Tokat’ta büyüdüm, çocukluğumdan bağ evlerini, eski köşkleri, konakları hatırlarım…
Çoğunun yüzme havuzları bile vardı bahçelerinde.
Şimdi çoğu yıkıldı, yerleri apartman doldu.
Anadolu’da hangi şehre gitsem, benzer hikâye...
Kendi elimizle müstakil hayatı terk etmişiz, şimdi Amerikalıya, Avrupalıya imreniyoruz, ne güzel evlerde yaşıyorlar diye…
Bunun cevabını ben bulamadım Grok, sen söyler misin; niye?
***********
İmamoğlu tutuksuz yargılansa ne olurdu?
Yolsuzluk, rüşvet ve para dağıtma ihbarlarını yapan CHP’lileri tehdit ettiler…
CHP içinden dava açanları tehdit ettiler…
İhbarları değerlendirip soruşturma açan savcıyı tehdit ettiler…
Suskun kalan CHP’lileri, hatta sanatçıları tehdit ettiler…
“Yargıyı rahat bırakın, işini yapsın” diyen gazetecileri tehdit ettiler…
Yolsuzluğun üstünü kapatmak için yargıya baskı yapmayan hükûmeti tehdit ettiler...
Hükûmete oy veren seçmeni tehdit ettiler…
Borazanlıklarını yapmayan medya kurumlarını tehdit ettiler…
Şirketlerle yetinmeyip, esnafı tehdit ettiler…
En son, itirafçı olup serbest kalan İBB üst düzey yöneticilerini de tehdit ettiler…
Sonra diyorlar ki; “İmamoğlu niye tutuklu? Bırakın tutuksuz yargılansın”.
***
Doğrudan soruşturmanın parçası olmadıkları için serbest dolaşanlar bu kadar parmak sallarken…
Bir de suçlamanın göbeğindeki isimlerin serbest olduklarını ve soruşturmanın bu ortamda yürütüldüğünü düşünün…
Hele ki ‘örgütlü’ bir suçtan bahsedilirken…
İçerideki tutukluları bile ‘konuşmayın’ diye baskı altında tutanlar aslında yargıyı haklı çıkarıyor, haberleri yok.
.
SHP’den CHP’ye, Göknel’den İmamoğlu’na…
1 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 1 Mayıs 2025 12:48
A -
A +
Sol, Ekrem İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı koltuğuna oturduğu 2019 öncesi, bu fırsatı en son 1989 seçimlerinde yakalamıştı…
Seçmen, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Türkiye’yi ayağa kaldıran Turgut Özal’ın ANAP’ına ders vermek istemiş, faturayı önce yine mahallî seçimlerde kesmişti.
Darbede CHP kapatıldığı için, yerine kurdukları SHP, Ankara ve İstanbul dâhil, birçok yerde ipi göğüslemişti.
Tesadüfe bakın ki, o seçimde de Kürtler büyük oranda SHP’ye destek vermiş, bunun ödülünü de iki yıl sonraki genel seçimlerde, SHP-HEP ittifakıyla ilk defa Meclis’e girerek almışlardı.
Zira seçmen, sadece 1989 mahallî seçimleriyle kalmamış, 1991 genel seçimlerinde de SHP’ye -sonradan büyük pişmanlık duyacağı- bir şans tanımıştı.
***
Sonra ne mi oldu?
Neredeyse bugünün kopyası…
SHP’li belediyeler, özellikle de büyükşehirler terör yandaşlarıyla doldu.
Sadece PKK değil, DHKP-C’liler de SHP belediyelerinden semiriyordu.
İstanbul eski Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, o günleri “Günümüzün yarısı İstanbul belediye şirketlerine yerleştirdikleri militanları temizlemekle geçiyordu. Milletin, devletin kaynakları bankamatiklere, hiçbir iş güç yapmayan örgütlere kaynak aktarımıyla geçiyordu. Allah bize bir daha, bu tür bir CHP belediyesi dönemi yaşamayı nasip etmesin. Kâbus gibi bir şeydi” sözleriyle anlatıyordu.
***
1993 yılına gelindiğinde, İstanbul’da bir büyük skandal, eski eşin itirafları ile patlak veriyordu.
Dönemin İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel, kendisinden 29 yaş küçük sekreteri ile gizli aşk yaşıyor, bu sebeple eşi Nurdan Erbuğ’la boşanmak istiyordu.
Bunun için de eşine 1 milyon dolar teklif ediyor, “Bu para karşılığında sessiz sedasız boşanalım” şartı koşuyordu.
Göknel’in bu parayı genel müdürlükten aldığı maaşla karşılaması mümkün değildi…
Nurdan Hanım teklifi kabul etmeyip, bu paranın kaynağını kurcalayınca gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Dönemin Belediye Başkanı Nurettin Sözen de iddiaların araştırılması için Ergun Göknel'i İçişleri Bakanlığı'na şikâyet etti.
Susuzluktan kırılan İstanbul’un su problemiyle uğraşması gereken Göknel’in, kurumun ihalelerini paravan olarak kurduğu şirketlere verdiği ve bu ihalelerde büyük yolsuzluklar yaptığı ortaya çıktı.
Türkiye’nin aylarca konuştuğu, neticede Göknel’in 5 yıl cezaevinde yatmasına, SHP’nin değil İstanbul’u kaybetmek, partinin kapısına kilit vurmasına bile sebep olan o skandalda yargının tespit edebildiği yolsuzluk rakamı neydi biliyor musunuz?
İsviçre'de bulunan Amerikan Discon Bank'ta 30 bin Amerikan doları ve 670 bin Alman Markı…
Bugünkü rakamla 500 bin dolarcık…
***
Bu skandalın ardından 1994’te Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmiş, kendi partisi iktidarda olmadığı hâlde şehrin neredeyse bütün problemlerini kısa sürede çözüme kavuşturmuş, ne var ki vesayetçiler okuduğu bir şiiri bahane ederek önünü kesmiş, hatta cezaevine yollamışlardı biliyorsunuz.
Lakin, 1989-1994 arası yaşanan SHP tecrübesi, Türkiye’de sola 25 sene boyunca İstanbul ve Ankara’da başarı yüzü göstermemişti.
Tâ ki 2019 yılında, CHP adayı Ekrem İmamoğlu seçilene dek.
İstanbul’da yenilenen 2019 seçimlerinin ilk turunda dönen satır kaydırma, sandıkların tekrar sayımının engellenmesi gibi fırıldakları bir kenara bırakarak, bugünkü tabloya gelelim.
1993’teki Türkiye’yi sarsan İSKİ skandalında rakamın bugünkü kurla karşılığı 18 MİLYON LİRA iken, İmamoğlu Suç Örgütü soruşturmasında bahsi geçen rakam, milyar milyar…
Sadece İmamoğlu İnşaat şirketine aktarılan üç villanın bedeli 1,6 milyar lira.
İhalelerden, reklam panolarından, inşaat ruhsatlarından, iskan başvurularından toplandığı ifade edilen paralar, akıllara zarar.
Soruşturmanın bir de terör örgütüne mali kaynak aktarma boyutu var ki, inanılır gibi değil…
Geçen seneki seçimlerde HDP’nin aday çıkarmaması ve İstanbul’da destek vermesi için terör örgütüne Avrupa’daki kolu üzerinden en az 100 milyon dolar aktarıldığı iddia ediliyor ki, varın İSKİ ile mukayesesini siz yapın.
***
İSKİ skandalı ile aradaki bir başka dikkat çekici fark da, Nurettin Sözen, Ergun Göknel’e hiçbir şekilde sahip çıkmayıp suç duyurusunda bulunurken, bugünkü CHP yönetiminin tam aksine skandalın üzerini örtmeye, yargıyı engellemeye çabalaması.
Geçmişte SHP seçmeninin gösterdiği tavır ile bugünkü CHP seçmeninin tavrı arasında da tuhaf bir terslik var…
Suçlanan Başkan’ın en yakın adamlarını, hatta kendi özel şirketinin genel müdürünü para balyaları dizerken izliyorlar, yine de zerre toz kondurmuyorlar.
Üstelik yolsuzluk ve usulsüzlüklerle ilgili suç duyuruları, delil niteliğindeki kayıtlar ve itiraflar çoğunlukla CHP içinden geldiği hâlde!
Kendi partilerine dönüp “25 sene sonra İstanbul’u kazanmışız; bunu mu yapacaktınız?” diye hesap soracakları yerde, kurşun asker gibi yargının önüne set çekmeye çalışıyorlar.
Ergun Göknel yaşasaydı şu tabloya ne derdi acaba?
.
Yolsuzluktan paralel devlete…
4 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 3 Mayıs 2025 23:31
A -
A +
Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, 2013’te sızan İmralı tutanaklarında“Türkiye’de üç koldan paralel devlet çalışması var. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her üçü de Anadolu çıkışlıdır. Sözde bir hükûmet var, sözde bir parlamento var. CHP ve MHP paralel devletin iz düşümleridir. AKP’ye de, medya ve iş adamlarına da sızmışlar, sadece MİT kalmış. Arkalarında devasa bir güç var” diyordu.
Bahsettiği MHP içindeki paralel yapı, 2016’da çözüldü.
FETÖ’nün yargıdaki kollarından aldıkları destekle partiyi olağanüstü kurultaya götürüp Devlet Bahçeli’yi devirme girişimleri sonuçsuz kalınca, ayrılıp başka parti kurdular.
2010’da Deniz Baykal’a kaset operasyonuyla başlayan siyaseti dizayn sürecinde, AK Parti ve MHP direndi, içlerindeki uru ayıkladı…
Lakin, CHP’de durum tam tersi oldu.
***
Kasetle koltuğa oturan Kılıçdaroğlu, görevde kaldığı 13 yıl boyunca hem FETÖ, hem de çözüm sürecinin dağılmasından sonra PKK terör örgütünün siyasi koluyla “Erdoğan’ı devirme” konusunda tam ittifak yaptı.
İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kazandıkları 2019 mahallî seçimlerinde elde ettikleri başarı ise dillerinin altındaki baklayı da çıkardıkları bir süreci başlattı.
“Merkezî idare” yerine, federasyonla yönetilen devletlerde kullanılan ‘Merkezî hükûmet’, ‘yerel hükûmet’ kavramını ilk dillendiren isim CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olmuştu.
Ardından CHP’li eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve dönemin İzmir İl Başkanı Deniz Yücel benzer ifadeyle toplumu bu söylemlere alıştırmaya çalıştı.
Keza o dönem CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da açık açık “CHP iktidarında yerel yönetim özerklik şartını mutlaka getireceğiz” diyerek, varmak istedikleri yeri işaret ediyordu.
***
Bunca şeyi neden anlattım; şimdi oraya gelelim…
İçişleri Bakanlığı müfettiş raporları, MASAK analizleri, belediye iç denetim raporları, açık ve gizli şahitlerin ifadeleri, ihbar dosyaları ve etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların itirafları ile yürütülen İmamoğlu Suç Örgütü soruşturmasının çapı genişledi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma dosyasına, devlet içi kripto ağ, yolsuzluk şebekesine devletten bilgi sızdıran köstebekler ve jammer korumalı gizli otel katlarındaki gizli toplantılar da girdi.
Yargı çevresinden kulis haberleriyle bilinen Son TV haber sitesine göre, Başsavcılık, İmamoğlu örgütüne bilgi sızdıran devlet içindeki kripto görevlilerin izini takip etti.
İsim isim açığa çıkarılan ‘köstebekler’ hakkında üst mercilere resmî bilgi notları ile rapor yazıldı.
Bu köstebekler FETÖ artığı kriptolar mıdır, suç örgütünün parayla satın aldığı uzantılar mıdır, yargı elbet bunları ortaya çıkaracaktır.
Kararlılıkla hadisenin tüm boyutlarını aydınlatmaya çalışan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in basında yer alan "Kim devletin içinden dışarı bilgi taşıdıysa, hesabını mutlaka verecek" sözü, örgütün sadece İBB içinde yuvalanmadığını işaret etmekte.
***
Bu soruşturma, İstanbul merkezli yeni bir ‘paralel yapılanma’ ağının yahut FETÖ gibi mevcut paralel yapılanmaların desteğinin ortaya çıkarılmasına uzanırsa çok mu şaşırtıcı olur?
Şahsen şaşırmam.
Kameraların bantlandığı, jammer cihazlarıyla dinlemelerin engellendiği oteldeki gizli görüşmeler sadece para teslimatı için yapılmış olamaz.
Mevzu para olsa, önceki kayıtlarda izlediğimiz gibi, adamları gider teslim alırdı zaten…
Bir elinde güneşi, diğer elinde ayı tuttuğunu söyleyen İBB Başkanı, son altı ayda o otele bizzat 46 defa giderek gizemli görüşmeler yapmışsa, orada başka bir şey olmalı.
Nitekim kendi koruması, İngiliz Büyükelçi ile yapılan görüşme kayıtları ortaya çıkınca güvenlik kameralarını bantla kapatmaya başladıklarını söylüyor zaten.
İmamoğlu, -Allah şaşırtacak ya- İstanbullu kar esareti yaşarken Büyükelçi ile yaptığı görüşmeyi önce inkar etmiş, görüntüleri ortaya çıkınca “Bu görüşme, karla mücadeleden daha önemsiz değildi” itirafında bulunmuştu.
Bir belediye başkanının İngiliz sefiri ile ne işi olabilirdi ve o görüşme, aynı saatlerde milyonlarca İstanbullunun kar esareti yaşamasından nasıl daha önemli olabilirdi?
‘Merkezî hükûmet’ söylemini kullanan İmamoğlu, Büyükelçi ile ‘yerel hükûmet’ başkanı olarak mı görüşüyordu; bu yeterince sorgulanmadı.
Ortaya çıkan bir başka bilgi, gizli görüşmeler için sadece Le Meridien Otel’in değil, Beşiktaş’taki bir başka otelin de kullanıldığı…
Belli ki hepsi takip altına alınmış, ancak görüşmelerin ‘çok özel’ konuklarının kim ya da kimler olduğu ve içeriğine dair henüz dışarıya sızan bilgi yok.
İlerleyen dönemlerde bu iş nereye varacak, hepimiz göreceğiz.
Unutulmamalı ki, güç zehirlenmesi FETÖ’nün sonunu getirmişti…
Kurdukları paralel devletle hâkim güç olduklarını zannedenler, devletin tokadını yiyince gerçekle yüzleşti.
Bu karanlık hesapları en iyi bilecek kişilerden biri olarak, İmralı canisi Öcalan’ın açık ettiği başka paralel örgütler var mıdır, onların İstanbul’u kazanma umuduyla giriştikleri yeni tezgâhlar olmuş mudur, bu soruşturmanın neticesinde görürüz diye umut ediyorum.
Zaten bir yerde İngiliz varsa, orada durup düşünmek gerekmez mi?
.
Adım adım Türkiye Yüzyılı’na…
11 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 11 Mayıs 2025 10:34
A -
A +
Türkiye gibi gündem bombardımanı altındaki bir ülkede insan ne yazacağını, ne konuşacağını seçmekte zorlanıyor.
Olan-bitenler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son grup konuşmasında dikkat çektiği “Dünya gömlek değiştirirken birçok hadiselerin yaşanması kaçınılmazdır” sözüne de tam oturuyor.
Örnekler üzerinden ilerleyelim…
***
Türk Devletleri Teşkilatı üyesi bazı ülkeler Batılılarca tuzağa düşürülerek, asrın hayali olan Türk birliği dinamitlenmek istendi.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sabırlı davrandı, tuzağa düşmedi.
Cevabı, geçen hafta Teknofest’in yapıldığı KKTC’den ‘aksakallar’ın birlik pozu verdi.
***
Bu etkinlik öncesi adada hortlatılan 28 Şubat zihniyetliprovokatörler hem KKTC halkını, hem de Türkiye’deki vatandaşları kışkırtmaya çalıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da, sokağa salınan piyonların arkasındaki güçlere mesajlarını Teknofest’ten yaptıkları açıklamalarla gayet açık ve net biçimde aktardı.
Ayrıca, KKTC’ye hiç yakışmayan küçücük Cumhurbaşkanlığı ofisi yerine, inşaatı tamamlanan Lefkoşa’daki dev külliyenin açılışını yapmaları, varılacak menzilin ne olduğunu da âdeta gözlerine soktu.
Rum çıldırdı, İsrail kudurdu, içerideki piyonları krizler geçirdi…
Ama Türk devlet aklı hedefinden geri adım atmadı.
***
Aynı süreçte, ‘Bu kadarı tesadüf olamaz’ dedirten bir kardeş ülke daha hedefteydi… Pakistan.
Üstelik tam da Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif Ankara’da, Külliye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilirken geldi saldırı.
Neredeyse İsrail’in Gazze’yi yutmak için kullandığı 7 Ekim bahanesinin kopyasıydı.
Erdoğan ve Şerif’in Ankara’da buluştuğu saatlerde, Hindistan ve Pakistan arasındaki kriz bölgesi Keşmir’de tuhaf bir terör saldırısı yapıldı.
İlk hedef aldıkları yerler de camiler ve sivillerin yaşadığı evler oldu!
Günümüz dünyasında sahada gücü olmayanın başına neler geleceğinin son örneğini gösteren Keşmir gerilimi, siyonist İsrail’in oyuncağı olan Hindistan’a ağır bir ders verdi.
Çok güvendiği Fransız Rafale’ler başta olmak üzere, yüksek teknolojili savaş uçakları patır patır düşen Hindistan, kardeş ülkemiz Pakistan’ın askerî gücü karşısında hiç beklemediği bir şok yaşadı.
Üst düzey Hint askerî yetkililer, yaptıkları açıklamalarla Türkiye’yi suçlamaya kalkıştı!
***
Pakistan ve Hindistan, dünyanın en büyük nükleer gücü olan ülkelerinden biliyorsunuz.
Şükürler olsun ki, oraya gelmeden dün ateşkes açıklandı.
Öncesinde kardeş Pakistan, sivillerin ve camilerin hedef alındığı Hindistan askerî üslerini vurarak zaten gerekeni yapmıştı.
Bu esnada, siber saldırılarla Hindistan’ın yüzde 70’i de elektriksiz kalmıştı!
Ateşkes dileriz kalıcı olur ve Hindistan, İsrail’in aparatlığı uğruna kendini yakmaya yeltenmez.
Zira birileri için kendini kullandıran Ukrayna’nın durumu bütün ülkelere ibret olmalı.
Türkiye kendisine dostça uzatılan hiçbir eli geri çevirmez.
Ama ne kendisine, ne de bir dostuna yapılan zorbalığa da boyun eğmez, bigâne kalmaz.
İşte Libya, işte KKTC, işte Karabağ, işte Şam ve işte Bağdat.
***
Bağdat demişken…
Irak Başbakanı Sudani üç gün önce Ankara’daydı…
Hem de PKK terör örgütünün fesih kararı aldığını açıklayacağının duyurulduğu günde.
Sadece Türkiye değil, Suriye ve Irak da neredeyse yarım asırlık terör belasından kurtuluyor.
Elbette Türkiye sayesinde.
Bölgesinde hâkim güç konumunu pekiştiren ve prangaları teker teker kıran Türkiye, Suriye’den sonra Irak’ın da umudu oldu.
Terörle mücadelede ortak kararlılığın vurgulandığı Erdoğan-Sudani görüşmesinde, Basra’dan başlayarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanacak Kalkınma Yolu da ele alındı.
Bu gelişmeler, elbette en çok İsrail’i (Ve büyük ihtimalle arkasındaki İngiltere’yi) rahatsız ediyor.
Bunun içindir ki bazı Türk devletleri, KKTC’deki aparatları ve Hindistan üzerinden Türkiye’ye karşı hamleler yapıyorlar.
Lakin, ne yaparlarsa yapsınlar, güçlenen Türkiye her adımda önlerini kesiyor.
İsrail, artık açıkça dile getirdikleri Türkiye’yle savaş hazırlıklarını, bize yardım edecek dost ve kardeş ülkeleri zayıflatarak, aramızdaki bağları bozarak dizayn etmeye çalışsa da muvaffak olamıyor.
Bu başarısız hamleler, belki de çok yakında zamanda katil Netanyahu’nun sonunu hazırlayacak…
Nitekim, son günlerde Washington’dan sızan, ABD yönetimi ile Netanyahu’nun arasının bozulduğu yolundaki bilgiler, bunun habercisi…
Türkiye’ye rağmen sınırımızda teröristan kurma planı ve arzımevut hayaliyle giriştikleri işgal hareketinin sonu göründü…
Suriye’de Şam rejiminin devrilmesi, en büyük kırılma noktası oldu.
Yenileri de gelecek.
Bunlar, Türkiye Yüzyılı’nın doğum sancıları.
Finali Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın şu cümlesi ile yapalım;
“Türkiye artık her türlü oyunu görebilecek durumda. Sadece görmekle kalmayıp, bozacak da güçtedir”…
Hele bir de dışarıdan aldıkları talimatlarla içeride devletimize meydan okuyan, operasyon çeken, kargaşa çıkarmaya ve kamu otoritesini delmeye çalışan aparatlar temizlensin.
Siz asıl ondan sonra görün Türkiye’yi.
.
Destekleri kesildi, PKK feshetti
15 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 15 Mayıs 2025 00:37
A -
A +
Geçen sene bu zamanlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı, İsrail’in adım adım üzerimize yaklaştığını, nihai hedefin Türkiye olduğunu konuşuyorduk.
Onlar da inkâr etmiyor, bizim topraklarımızı da içine alan haritalarla arzımevut hayallerini söylüyorlardı!
Terör devleti İsrail, ‘kayıp kardeşlerimiz’ yalanıyla Kürtleri yanına çekmeye çalışırken, PKK terör örgütünü Türkiye’ye karşı kullandıklarını da apaçık ortaya döküyordu.
Azgın terör destekçilerinin ise bu süreçte Kürt milliyetçiliği üzerinden yaptıkları İsrail propagandasına ve Türkiye düşmanlıklarına şahitlik ettik.
Ancak istedikleri neticeyi alamadılar…
Çünkü, başta Kuzey Irak yönetimi olmak üzere, Müslüman Kürtler tuzağı gördü ve kışkırtmalara mesafeli durdu.
Türkiye ise gerek Irak’ta, gerek Suriye’de ortaya koyduğu askerî güç ve stratejik akılla buna zaten meydan vermeyeceğini hem bölge ülkelerine, hem de tüm dünyaya gösterdi.
Lübnan’ın ardından Suriye’ye girerek sınırımıza dayanma hesapları yapan İsrail, Türk devlet aklının Şam rejimini deviren hamlesiyle hiç beklemediği bir bozguna uğradı.
Üstelik bunun hemen öncesinde, Pençe-Kilit Operasyonuyla Irak’ta kilit kapanmış, terör örgütü kıskaca alınarak, Kandil âdeta kıpırdayamaz hâle getirilmişti.
***
Türkiye düşmanlığında anlaştıkları Esad rejiminin devrilmesi, İsrail için en büyük şok oldu.
Onlarla birlikte, PKK’nın Suriye’deki en büyük destekçilerinden İran da gücünü kaybetti!
Planları altüst olan Gazze kasabı Netanyahu, Golan’dan Şam’a doğru işgali genişletmeye çalışıp, Dürzileri kışkırtarak Türkiye destekli yeni Şam yönetimini devirmeye çalışırken, İran ise son bir hamle yaparak, Avrupalı dostlarının desteğiyle eski rejim artıklarına darbe yaptırmayı denedi.
Ancak ne yaptılarsa olmadı.
Hesaplaşmayı Rum kesimine yaptığı yığınakla Kıbrıs’a taşımak isteyen İsrail ve Batılı destekçileri, orada da meydanın boş olmadığını er ya da geç anlayacaktır.
Bu sebeple öncelikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok önemli olduğunu hatırlatmak isterim.
Türkiye’nin desteğinin ne denli mühim olduğunun en bariz örneği, az ötelerindeki Libya’dır…
Ve son örneğiyse Pakistan...
Türkiye’ye diş bileyen Siyonistler, -muhtemeldir ki İngiliz aklıyla- Pakistan-Hindistan arasındaki problemli bölge Keşmir’de savaş çıkardı.
Üç gün içinde neticenin ne olduğunu gördünüz.
Hindistan ordu sözcüsü, ateşkesten bir gün önce yaptığı açıklamada, üzerlerinde uçan Türk drone’larından bahsediyordu.
Bu, PKK terör örgütünün kendini feshettiğini ve silahları teslim edeceğini duyurmasından hemen önce, Türkiye’nin dostlarıyla birlikte sınandığı son güç mücadelesi oldu.
***
Bunları anlatmamın sebebi, tahmin ettiğiniz üzere, taşeron terör örgütü PKK’nın sahiplerine önce sahada verdiğimiz cevaptır.
Hep “Ağababalarınız gelsin” diyorduk ya… Belki doğrudan değil ama, geldiler ve cevaplarını aldılar.
Burada, başta İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkelerinin yeni ABD yönetimi ile ters düşmesinin avantajından yararlandığımızı da göz ardı etmemek gerek…
Aynı şekilde İsrail’in de Trump yönetimi ile köprüleri attığı dikkatlerden kaçmamalı.
Bu vurguyu, hatırlarsanız yolsuzluktan yargılandıkları için İngiltere’ye sitem edenler için de yapmıştık.
Aynısı PKK terör örgütü için de geçerli.
Dünyada konjonktür değişikliği ve Türkiye’nin saha gücü ile önce destekleri kesildi, sonra PKK kendini feshetti.
Cumhurbaşkanımızın dünkü “Uçup kaçmadan, iyimser, ümitvar ama itidalli bir şekilde takip ediyoruz” açıklaması ise bu mücadelenin henüz nihayete ermediğini, sadece çözüm yoluna sokulduğunu gösterdi.
Terör örgütünün pazartesi günü yaptığı fesih açıklamasında da dikkat çeken noktalar vardı.
İmralı’nın kontrolünden geçirilerek yapılan duyuruda “Uluslararası güçleri engel olmamaya davet ediyoruz” diyen örgütün “3. Dünya Savaşı kapsamındaki gelişmeler, Türk Kürt ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” vurgusu, atılan adımın önemini ortaya koymakla beraber, sürecin üzerindeki tehditleri de göstermekteydi.
Nitekim aynı açıklamada, zehirlendiği Adli Tıp tarafından tespit edilen 8. Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal’ın terör meselesini çözme isteği sebebiyle derin devlet tarafından öldürüldüğü belirtiliyordu -ki, bu zaten sır değil.
Eksik bıraktıkları, Özal’la birlikte aynı sene, yani 1993 yılında olan başka karanlık saldırılar…
Mesela;
* Kürt meselesi ile yakından ilgilenen Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’ya bombalı suikast,
* Yine Kürt meselesi ile alakalı rapor hazırlayan ANAP’ın gözde bakanlarından Adnan Kahveci’nin şüpheli bir kazada ölümü,
* Aynı meselenin çözümü ile uğraşan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi sonucu şehit oluşu,
* HEP’in kurucularından Mehmet Sincar’ın öldürülmesi,
* Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın, emekli binbaşı Cem Ersever’in suikast sonucu şehit edilmesi...
O sene terör maşasını kullananlar öyle azmıştı ki, 68 canı yitirdiğimiz Madımak ve Başbağlar katliamları, tezkere alan 33 askerimizin şehit edilmesi, Van’da yakılan otelde 11 vatandaşımızın katledilmesi, Şırnak Çelik Karakolu baskınında 16 erin şehit edilmesi, Siirt Şirvan’da çoğu çocuk ve kadın 23, Baykan’da 22, Erzurum Yavi’de köy baskınıyla 35 masumun katledilmesi, Tunceli Pertek’te 4 öğretmenin şehit edilmesi peş peşe gerçekleşti.
***
Görüyor musunuz sadece bir yılda olanları?
Türkiye, PKK’ya fesih açıklatacak noktaya kolay gelmedi, böyle kapkaranlık günlerden geçti.
Sürecin mimarları Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli gibi, sürecin öteki tarafında rol alanlar da canlarını ortaya koymasa, bu açıklama yine olmazdı.
Dileriz silahları problemsiz teslim ederler ve Türkiye ile birlikte Irak ve Suriye’ye de bela olan 40 yıllık emperyalist oyun sona erer.
Başımızda PKK’dan daha büyük bir bela var!
18 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 19 Mayıs 2025 01:04
A -
A +
Onlarca yıldır kamuya sızıp devletimizi ele geçirmeye çalışan FETÖ gibi, silahla ülkemizi bölmeye çalışan PKK terör örgütünden de kurtuluyoruz inşallah.
Bunu 2023 seçimleri neticesine borçluyuz.
Batı, 2023 için “Son umudumuz” diyordu…
“ABD, Avrupa, Orta Doğu ve Asya’daki jeopolitik ve ekonomik hesaplar bu seçime bağlı” makaleleri yazılıyordu.
Çok şükür, korktukları oldu.
Şimdi ülkemizin yükselişini konuşuyoruz.
***
FETÖ, PKK onların 1980 NATO darbesiyle ayağımıza bağladıkları ‘maşa’lardı.
Devletimiz güçlendikçe bu örgütlerle mücadelede büyük mesafe aldı.
Lakin, bunlar zayıflatıldıkça, daha büyük bir bela su yüzüne çıktı.
Şimdi onları, terör örgütünün kayıtsız-şartsız fesih kararı açıklamasından duydukları rahatsızlıkla görüyoruz.
***
Oysa daha düne kadar PKK ve Pensilvanya destekli Altılı Masa etrafında buluşanlar, bunlardı.
Kritik 2023 seçimleri öncesi kendilerini iyice açığa çıkaran bu yüzlerin, günümüzün ittihatçıları olduğunu çok yazdım.
Kimi dindar, kimi milliyetçi maskesi takmıştı…
Tarihçi Murat Bardakçı da tam isabetle “İkinci Jön Türk masası” demişti onlar için.
Bugün PKK’nın fesih ve silahları terk etme kararı almasından çıldırırcasına rahatsız olanlar, 2023 seçimleri öncesi ne yapmıştı, gelin tekrar yüzlerine vuralım.
***
Mesela 2018’de hazırladıkları, İyi Parti’nin de HDP ile birlikte altına imza attığı, Ümit Özdağ ve Engin Özkoç’un açık ettiği anayasa taslağını hatırlayalım…
* Türkiye’nin 20-25 eyalete bölünmesi, bunların kendi kendini yönetmesi.
* 25 eyalet başkanlarının TBMM’ye gelmesi.
* Her eyaletin yer altı zenginliklerinin kendisine ait olması.
* Türk ve Kürt kurucu unsuru olarak; iki kurucu unsurun kabul edilmesi.
Görüyor musunuz bugün hop oturup hop kalkanların o gün neye imza attıklarını?
Devam edelim…
***
Bunlar o günlerde şaşılacak şeyler değildi, zira Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu açık açık “Yerel özerklik şartını mutlaka getireceğim” diyordu!
Tepede uzlaşma sağlanmış olmasa, zaten CHP-HDP destekli ortak mitingde Öcalan ve Atatürk posterleri birlikte sallanır mıydı?
Bitmedi…
***
Devlet, 2013’te HDP ile “terör örgütü PKK’ya silah bıraktırma ve bir daha çıkarılmamak üzere çukura gömme süreci” yürütürken, buna destek vermek bir yana, akamete uğratmak için elinden geleni yapan CHP, “Birlikte iyi salladık” dedikleri 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren, terör örgütünün partisi ile her seçimde “Bir oy CHP’ye, bir oy HDP’ye” kampanyaları yapmış, şimdi PKK’nın kendisini feshetme açıklamasından hazımsızlık duyanlar, her sandıkta tıpış tıpış Kandil’in isteklerine oy vermişti!
O süreçte, CHP’nin ve ittifak ortaklarının ağzından bir defa olsun “PKK silah bıraksın, ondan sonra birlikte siyaset yapmanın yollarını arayalım” cümlesini duyan olmuş muydu?
Elbette hayır.
Böyle bir dertleri zaten yoktu, olamazdı…
Onlara ‘yıkmak için’ verilmiş tek hedef vardı; Erdoğan ve Cumhur İttifakı.
Bu yüzdendir ki, ne Suriye operasyonları için Meclis’e getirilen tezkerelere onay verdiler, ne de devletin ateş çemberini yarmak için verdiği mücadeleye destek oldular.
Bunlar bir yana, Mehmetçiğimize destek için sınıra giden sanatçılara bile etmedik hakaret bırakmadılar.
Bununla da yetinmediler, -türlü güzellemelerle- İsrail adına sınırımızda teröristan kurmaya çalışan PKK/YPG’nin Türkiye’ye tehdit olmadığına toplumu ikna etmeye çalıştılar!
Hepimizin gözleri önünde olmadı mı bunlar?
***
Savunma sanayiimizi aşağılamalarını, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Ege’de, Kıbrıs’ta, Karabağ’da gayrımillî ahlaksız politikalarını da şuraya not düşüyorum.
Bunların, senelerce Suriyeli mülteciler üzerinden yaptıkları kara propagandanın ardından Şam rejimi devrildikten sonra takındıkları tavra da şahit oldunuz.
Sadece İran’ın 600 binden fazla Sünni Müslüman’ı vahşice katlettiği Suriye’de, toplam kaybın 1 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor.
Öldürülenler Sünni Suriyeliler olunca katil Esad rejimini destekleyip, kaçanlara kucak açtığı için kendi devletini suçlayan CHP ve müttefiklerinin, yeni Şam yönetimine darbe yapmaya kalkışan Esad artıklarına operasyon yapılınca nasıl sınıra koştuklarını ve “Açın kapıları, Suriyeli Nusayrileri koridor oluşturup Türkiye’ye alın” dediklerini hep birlikte ibretle izledik.
Oysa ortaya çıkan şuydu ki, Suriyeli Nusayrileri katleden de yine -bunların iş birlikçisi- Esad artıklarıydı!
Ve o rejim, terörün başımıza bela edildiği yegâne kuluçka yuvasıydı.
***
İttihatçılar… Yani Jön Türkler.
Bir asır öncesine gitmeye gerek yok, yakın zamanda yaptıklarının bile hangi birini sayalım…
“Bizler Jön Türkleriz” diyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, “Terörsüz Türkiye” sürecini başlatan Devlet Bahçeli’nin çıkışını duyar duymaz “El yükseltiyorum, Kürtlere devlet vadediyorum” dediğini hatırlıyor musunuz?
Peki, bugün PKK silah teslimine razı olduğu için kirli kampanya başlatanlar, Özel’in bu cümlesini ağzına alıyor mu?
PKK biteceği için rahatsız olduklarını gizleyip, ‘gizli şartlar’ olduğu üfürmesiyle kafa bulandırmaya çalışanların düne kadar HDP’ye “Vatansever” diyecek kadar zıvanadan çıktıklarını unuttuğumuzu mu zannediyorlar?
Bugün sahte milliyetçilik taslayanlar, büyükşehirleri önceki adıyla HDP, şimdiki ismiyle DEM’in siyasi desteğiyle kazanmadı mı?
Terör örgütünün partisi ile seçim kazanmak içiniş birliği yapmak, örgüte belediye başkan yardımcılıkları ve meclis üyelikleri dâhil, kadro açmak bunlara göre doğru…
Ama PKK’yı bitirmek için DEM’le iş birliği yapmak yanlış, öyle mi?
PKK da bir gün biter ama bunları ne yapacağız, asıl onu düşünmek gerek.
Çünkü bunların derdi ne ülke, ne ekonomi, ne toplumun refah ve huzuru ne de terör gibi ayağımıza takılan prangalardan bu ülke evlatlarının kurtulması!
İstedikleri tek şey var; vesayeti yeniden güçlü kılmak, hatta bu defa öncesinden çok daha ağır biçimde millete bela etmek, zulmü bu topraklara tekrar hâkim kılmak!
Türkiye için asıl kurtuluş, bu zihniyeti bitirmek olacak.
Fırtına öncesi sessizlik
22 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 22 Mayıs 2025 09:50
A -
A +
Terörsüz Türkiye hedefinde en temel mesele; samimiyet…
Çözüm sürecinde de böyle oldu.
Devlet samimiyetini gösterdi, terör örgütü 6-7 Ekim Kobani olaylarında, sözde özerklik kalkışmasında sivilleri hedef aldı, canlı kalkan olarak kullandı.
Canına kimin kastettiğini yaşayarak öğrenen vatandaş, örgütle böyle ayrıştı.
Neticesi, sınırlarımızın içerisinde teröristlerin tamamen temizlenmesi oldu.
***
Şimdi aynı imtihan, sınırlarımızın hemen ötesinde, Irak ve Suriye’de terör örgütünün önünde.
Fesih kararını duyuran örgüt, bakalım bu defa silahları teslim edecek mi?
Irak’ta Pençe-Kilit Harekâtıyla terör yuvalarını kıskaca alan Türkiye, gerek Bağdat yönetimi, gerek Kuzey Irak yönetimi ile eş güdüm hâlinde, silah teslim sürecini güzellikle tamamlatmaya çalışıyor.
Suriye tarafında ise Şara yönetimi üzerinden PKK/YPG’nin kendini feshedip, silahları teslim etmesi için baskı yapılıyor.
Ancak, teröristbaşı Öcalan’ın açık çağrısına rağmen örgütün direnmeye çalıştığı muhakkak…
Türkiye gibi bir gücün karşısında silah bırakmamakta ısrar ediyorlarsa güvendikleri bir şey olsa gerek…
Bunu da tahmin etmek zor değil; zira Suriye meselesini Gazze’den ayrı düşünmek saflık olur.
Şimdi Gazze ile ilgili gelişmelere bakarak, Suriye’de olan biteni ve etrafımızda kimin ne yapmayı hedeflediğini anlamaya çalışalım.
***
ABD Başkanı Trump’ın, Riyad’da Suriye lideri Şara ile yaptığı görüşmeye Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılmış ve zirveden Suriye’ye uygulanan yaptırımların kaldırılması kararı çıkmıştı.
Bu görüşmenin hemen akabinde, Erdoğan “Dostum Trump’ın desteğine güveniyorum. Gazze için müjdeli haberler almayı umut ediyorum” demişti.
Zaten Riyad zirvesi öncesi Türkiye’nin girişimleriyle ABD yönetimi ve Hamas görüştürülmüş, Gazze’nin bağımsız bir komitenin yönetimine bırakılması konusunda uzlaşma sağlanmıştı.
Gazze’deki vahşi soykırımı sona erdirecek yeni yol haritasını içeren “Mega Barış Planı”nı Riyad’da liderlerle paylaşan Trump, bölgemizin bir başka kanayan yarası Rusya-Ukrayna savaşının çözümü için de İstanbul’u işaret etmişti biliyorsunuz.
Bu gelişmeler katil Netanyahu hükûmetini çıldırtırken, Türkiye’nin etkili diplomasisi, -belki biraz da bu durumdan rahatsızlık duydukları için- Avrupa ülkelerini nihayet harekete geçirdi.
Avrupa Birliği, İsrail’le ortaklık anlaşmasını gözden geçirme kararı alırken, İngiltere, Fransa ve Kanada; Gazze'ye yönelik saldırıların derhâl durdurulması çağrısı yaptı.
Bu üç ülke, "İsrail yeni askerî operasyonlarını durdurmaz ve insani yardıma koyduğu engelleri kaldırmazsa bunlara karşı daha somut adımlar atacağız" açıklaması yaptı.
Nitekim İngiltere, bir gün sonra İsrail ile serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı.
Yapsınlar elbet, biz bundan memnuniyet duyarız.
Avrupa Birliği ayrıca Suriye’ye yaptırımları kaldırma kararını da açıkladı.
Bölgemizde bu gelişmeler olurken, MİT Başkanı İbrahim Kalın Şam’da, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığındaki heyet ise ABD’de Suriye’nin istikrarını masaya yatırdı.
Elbette bu istikrarı sağlamak için en önemli başlık, ülkede terör örgütlerinin temizlenmesi ve İsrail tehdidine tedbir almaktı.
Detaylarına çok hâkim olmasak da müzakerelerde az çok nelerin konuşulduğunu öngörmek mümkün.
Washington'daki Suriye Çalışma Grubu toplantısı sonrası yapılan ortak açıklamada, “Türkiye ve ABD, kendisiyle ve komşu coğrafyasıyla barışık bir Suriye vizyonunu paylaşmaktadır” denildi, üstüne basa basa ‘Suriye'nin toprak bütünlüğünün’ öneminin altı çizildi.
***
Bölgemizin en büyük baş belası olan PKK terör örgütünün feshi, Gazze ve Suriye’nin huzura kavuşması için bu önemli hamleler peş peşe cereyan ederken, İran’ın sessizliği dikkat çekici.
İran acaba sahada da sessiz mi?
Ayrıca…
Türkiye ve ABD çözüm yolunda hamle geliştirince Gazze için harekete geçen İngiltere ve Fransa, Suriye’de terör örgütünün silah bırakması konusunda acaba hangi tarafta?
Bu ülkelere Almanya’yı da eklemek mümkün elbet.
ABD Dışişleri Bakanı Rubio, belki de bu yüzden Türkiye’de kısmen yanlış anlaşılan uyarıyı yapma ihtiyacı duydu.
Marco Rubio, Suriye'deki mevcut hükûmetin başarılı olmasını istediklerini, Şara hükûmetinin başarısız olması durumunda tüm bölgeyi istikrarsızlaştırma riski taşıdığını vurguladı. Ayrıca “Kendilerini bir fırlatma rampası olarak görmüyorlar" sözleri ile başta İsrail olmak üzere diğer bölge müttefiklerinin endişelerini gidermeye çalıştı.
***
Görüldüğü üzere, Suriye’nin bölünmemesi ve terörün bitmesi konusunda ABD ile bir problem yok…
Gazze’deki soykırımın sonlanması konusunda ABD ve AB’nin ne yapacağını göreceğiz.
İngiltere ve Avrupa Birliği ülkelerinin, terör örgütünün kendini feshetmesi ve silahları teslim etmesi konusunda istekli olduğunu düşünmek hayalcilik olur.
Gazze’de rol kapmaya çalışırken, İsrail’in Suriye’yi bölmesine çanak tutup, terör örgütünün feshini engellemek için çaba harcayabilirler mi?
Neden olmasın?
Lakin şu kadarını bilmeleri gerekir ki, Türkiye eski Türkiye değil, bütün seçeneklere hazır… Sadece sabırla sürecin nereye varacağını gözlüyor. Tıpkı çözüm sürecinde yaptığı gibi.
Yine istismar edilirse yapacaklarına kimsenin diyecek sözü olmayacak.
Belki fırtına öncesi sessizliktir, kimseyi aldatmasın.
CHP ve 27 Mayıs
25 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 24 Mayıs 2025 23:36
A -
A +
30 Nisan 1959.
Dönemin CHP lideri İsmet İnönü Uşak’a gidecekti.
Bu ziyareti CHP’liler “Büyük taarruz” diye şişiriyordu.
Sebeb-i hikmeti ziyaretten bir gün önce anlaşıldı.
İktidardaki Demokrat Parti’nin Uşak İlçe Başkanı, bir CHP’li tarafından öldüresiye dövüldü.
Ziyaret günü ortalık karıştı.
İnönü ile beraber Ankara’dan Uşak’a giden CHP’liler, DP il binasını taşladı.
Taşlara karşılık binadan bir bardak atıldı.
CHP’nin borazanı gazeteler, ertesi gün İsmet İnönü’nün taşlandığını, hatta yaralandığını yazdı.
Görgü şahitleri bu iddiayı yalanlasa ne fayda!
Amaca ulaşılmış, CHP mağdur postuna bürünmüştü.
***
Eski Türkiye’de üniversiteler en kullanışlı aparattı.
İdeolojik körlüğe sürüklenen gençler, her darbe öncesi mutlaka ayaklandırıldı.
Demokrasiye geçişle birlikte, Cumhuriyet döneminin ilk darbesi 27 Mayıs öncesi de böyle oldu.
Darbeden bir ay önce öğrenciler hükûmete karşı sokağa döküldü.
CHP gazeteleri yine vazifesini tastamam yaptı;
Polis öğrencilere ateş açtı, yüzlerce öğrenci öldü. Cesetler kuyulara saklandı. Bazılarının cesetleri yakıldı, hatta kıyma yapıldı…
Oysa olaylarda iki kişi ölmüştü. Gezi gibi korkunç sokak kalkışmalarını organize edenler, belli ki ortalığı kan gölüne dönüştürmeyi istemiş, ancak amaçlarına ulaşamayınca bu yalanları uydurmak zorunda kalmıştı.
Provokasyonu yıllar sonra CHP’li Organ Birgit bir röportajında itiraf edecek, “28-29 Nisan gençlik olaylarını ben organize ettim. CHP Gençlik Kollarının başındaydım” diyecekti.
***
Darbe hazırlığı “cep”siz olmazdı.
Hele ki CHP gazetelerinde “yolsuzluk” iddialarıyla süslenmeden, asla!
Seçimde yenemedikleri iktidara güveni yok etmek için aslı astarı olmayan haberler üretildi.
İnönü döneminde tarlasındaki buğdayına bile el konup, ürünleri zorla silolarda çürütülen vatandaşın cebi Menderes döneminde para görmeye başlamıştı ama olsun!
Propaganda önemliydi!
Ekonominin iflas ettiği propagandası işleniyordu her gün gazetelerde.
“Menderes’in kasası yolsuzluk evrakı ve vesikalarla dolu”,
“Polatkan’a ait yolsuzluklar açıklandı”,
“Polatkan’ın zimmetinde 4 milyon lira çıktı”,
“Polatkan’a ait yolsuzluklar açıklandı. Suçu 12 milyon 500 bin liralık hisseye karşılık menfaat temini” manşetleri atılıyordu her gün.
Bunların hiçbiri ispat edilemedi ama kimin umurundaydı!
Bu yalanların hepsi, Yassıada’daki utanç yargılamalarına da malzeme olmuştu.
Üstüne ekledikleri, “Menderes 12 uçak dolusu altınla kaçmak isterken yakalandı” yalanı gibi.
***
Bunlar sivil ayak…
Ya askerî kanat!
Onlar da boş durmuyordu elbet.
Hem de daha ilk günden…
Menderes’in seçim kazandığı 14 Mayıs günü dört üst rütbeli komutan, koltuğu kaybeden İsmet İnönü’yü Çankaya Köşkü’nde ziyaret ederek bir emri olup olmadığını soruyor, İnönü de sırtlarını sıvazlayıp yolcu ediyordu.
Rekor oyla iki seçim kazanan Demokrat Parti’nin iktidarda kaldığı 10 yılda 11 cunta kuruluyor, altı darbe girişiminde bulunuluyordu.
Darbeden önceki son işaret, tarihe “9 Subay Olayı” olarak geçen darbe bildirisiydi.
Gereği yapılmadığı (yahut yapılamadığı) için o dokuz cuntacı, 27 Mayıs’ta bizzat görev aldı.
Cuntanın başında emekliliğe sevk için zorunlu izne çıkarılan Cemal Gürsel, organizatörler arasında ise aynı zamanda CHP milletvekili olan emekli Albay Cemal Yıldırım vardı.
***
İçeride olanlar, dışarıdan bağımsız değildi tabii ki!
CHP medyası Menderes’e “diktatör” başlıkları atarken, yabancı basında “otoriterleşme” suçlamaları gırla gidiyor, 27 yıllık tek parti(!) iktidarının sahibi CHP ve lideri İsmet İnönü ise itinayla övülüyordu.
Darbeden dört gün önce ise okyanus ötesinden “Birlikte çalışmaya hazır ve istekliyiz” mesajı bile verilmişti.
İşte, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın alçakça idam edildiği 27 Mayıs darbesinin altyapısı böyle hazırlanmıştı. Aylarca süren işkencelerin ardından hunharca gerçekleştirilen idamdan 9 gün sonra Menderes'in evine gidilerek evin kapısına idam hükmünün bir suretinin asıldığı, idam edilirken kullanılan ip, idam gömleği, cellat, imam ve son gün yiyip içtiklerinin parasının, eşi Berin Menderes'ten alındığı çok sefer dile getirilmiştir.
Sonrasında da iktidara gelen her Başbakan, Menderes’in akıbeti hatırlatılarak “çizilen sınırların içinde tutulmaya” çalışılmıştır.
İşte bugün birileri o günleri çok özlemiştir.
(27 Mayıs 2021 tarihli makalemizden derlenmiştir.)
**************
Yalan söyleme rahatlığı
Üsküdar, daha bir yıl öncesine kadar İstanbul’un en borçsuz belediyelerindendi.
30 Mart 2024 seçiminde CHP’ye geçtikten kısa süre sonra maaş ödeyememe, çöp toplamama gibi problemler baş gösterdi.
Dillere destan Nevmekân’ın bakımsızlığını, yeni başkan hanımefendinin ramazan ayında düzenlediği twerk dansı eğitimini saymıyorum bile…
Eski Başkan Hilmi Türkmen, borçsuz bıraktığı belediyeye geçtiğimiz günlerde 5 milyon 400 bin liralık haciz geldiğini paylaşınca mevcut başkan Sinem Dedetaş da bir açıklama yaparak borcun eski dönemden kaldığını söyledi.
Sonra olayın aslı anlaşıldı.
Meğer Üsküdar Belediyesi, AK Parti döneminde 800 milyon lira değerinde konutlar inşa etmiş ve bunların hiçbirisini satmadan seçimden sonra CHP'li yönetime teslim etmiş. CHP'li yönetim de konutları hemen satarak 800 milyon lirayı tahsil etmiş, ama müteahhide vermesi gereken 5 milyon 400 bin lirayı ödememiş.
CHP medyasının "AKP döneminden kalan borca haciz geldi” diye haberler yaptığı borç, işte buymuş.
Şu yalancılığa, şu pervasızlığa, şu pişkinliğe bakar mısınız?
Al Üsküdar’ı vur İBB’ye…
Hiç mi yüzünüz kızarmaz be kardeşim!
.
Yeni anayasa niye lazım?
29 Mayıs 2025 02:00 | Güncelleme: 29 Mayıs 2025 00:34
A -
A +
Dünya değişiyor, Türkiye de değişiyor.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack bile “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı müdahalesi dönemi bitti" diyerek yeni döneme işaret ediyor.
O Sykes-Picot ne için imzalanmıştı?
İngiliz ve Fransızların anlaştığı, İtalyan ve Rusların onayladığı Osmanlı’dan koparılacak toprakların paylaşımı için.
Koca imparatorluğumuz çökertildi, CHP’ye yeni devlet kurduruldu, içine sıkıştığımız coğrafyada onların tahakkümü altında yaşamamıza izin verildi.
Önceki gün 65. yılını dolduran, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanımızın asılarak şehit edildiği darbeyi yapanlar millete mi hizmet etmişti, sahiplerine mi?
Her darbe dönemi, yeni bir anayasa ile -söz dinlemeyen- millete balans ayarı yapmak değil miydi?
Hâlihazırda yürürlükte olan 1982 anayasası da öyle.
***
Sykes-Picot’la -kendi menfaatlerine göre- hayalî sınırlar çizip yeni devletçikler üretenlerin, tahakkümleri altına aldıkları ülkelerde yönetimi ellerinde tutmak için bir mekanizma kurmamaları mümkün olabilir miydi?
Barrack’ın işaret ettiği ‘yabancı yönetimler’ ifadesi işte tam da bunu işaret etmekte.
O ülkenin gibi, ama aslında yabancı!
Suriye’den başlayın, inin Orta Doğu’ya, oradan uzanın Asya’ya, Afrika’ya…
Batı, gizli-açık sömürgesi yaptığı ülkeleri bir asırdan fazladır işte bu ellerle yönetti.
Fakat, ABD elçisinin de itiraf ettiği üzere, artık zulmün sonu geldi.
Elde ettiği gücü hoyratça kullanan Batı, çöküşe geçti.
Afrika’da somut örneklerini gördüğümüz üzere, halklar özgürlüklerini geri kazanmaya başladı.
İmparatorluk bakiyesi Türkiye de bu süreçte tarihî bir fırsat yakaladı.
Zulmün karşısındaki güç olarak yeniden etki alanını genişletmeye başladı.
Tom Barrack’a Sykes-Picot’u söyleten Suriye örneğinde olduğu gibi…
***
Yeniden yükseliş döneminin adını Türkiye Yüzyılı olarak koyan Cumhur İttifakı, şimdi vesayetçilerin kaleminden çıkmış 1982 anayasasını çöpe atıp, yepyeni bir anayasa yazmanın hazırlığını yapıyor.
Ve burada istiyor ki, CHP dâhil, toplumun bütün kesimleri sürece destek versin, önerilerini getirsin; temel hak ve özgürlüklerin her kesimi kapsadığı, herkesin üzerinde uzlaştığı ortak bir anayasa metni ortaya konulsun.
Lakin, birileri 100 yıl önceye takılıp kalmış durumda… İstiyorlar ki o günkü şartlar hiç değişmesin.
“Bu devleti biz kurduk, sahibi biziz, kimseye vermeyiz” diyenler, yüzde 20-25’lik bir kesim.
Peki geriye kalan yüzde 75 ne olacak?
Onlar, eski itiraflarıyla ikinci sınıf vatandaş…
-Hâşâ- kendilerine kıble seçtikleri Batı gibi, Batıcılık da çöküyor, farkında değiller.
Pili bitmiş saat gibi, bir yerde takılıp kalmışlar, milim değişmiyorlar.
Ancak ne dünya eski dünya, ne de Türkiye artık o noktayı kaldırabilecek durumda.
Zamanı yakalamak için yapılması gereken çok şey var… Eskisi gibi lüzumsuz tartışmalarla vakit kaybetmek, yeni yüzyılı da ıskalamak olacak.
Örnek; eski Türkiye’nin sürekli ezdiği inançlı kesim, Erdoğan ve Bahçeli sayesinde şimdilik başörtülü okullara girebiliyor, memur olabiliyor… Ama şimdilik.
Kişi hak ve hürriyetleri konusunda, anayasal güvenceye alınması gereken bunun gibi pek çok mesele var.
Toplumda uzlaşının sağlanması, kavga ve gerilimlerin bitmesinin önündeki tehlikeler ise yerli yerinde duruyor.
Zaten fırsatını bulur iktidara gelirlerse ne yapacaklarını da açık açık söylüyorlar; AK Parti döneminde ne yapılmışsa hepsini eski hâline getirecekler.
Eski Türkiye’ye yaptıkları güzellemelerle gençlerin zihnini bulandırmaya çalışmaları da bu yüzden.
Bir sene zor ayakta kalabilen koalisyon hükûmetleri ile hiç hatırlamak istemediğimiz parlamenter sistemi geri getirme çabaları da cabası.
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kan dökmeden getiremezsiniz” dediği başkanlık sistemi, dediği gibi oldu, casus örgüt FETÖ’nün 15 Temmuz işgal girişimi sonrası yapılan anayasa değişikliği ile hayata geçirilebildi biliyorsunuz.
Bakın, bu sayede şimdi Türkiye Yüzyılı’nı konuşabiliyoruz.
AK Parti, rejimin bekçisi olarak hükûmetlerin başına bela edilen mekanizmayı epey değiştirdi… Ancak bu mekanizmanın eskiye dönmeyeceğinin garantisi yok.
Hem bu kazanımları ve aile kültürümüz gibi değerlerimizi muhafaza etmek…
Hem de gençlerimizi kendi değerlerimize göre eğitmek gibi pek çok başlıkta yeni anayasaya ihtiyacımız var.
Herkes eteğindeki taşı döksün, kim neyi istiyorsa ortaya koysun, neticeyi görelim.
Meclis’te yeterli çoğunluk sağlanmazsa illa ki bu metin milletin önüne gelecek, kararı halk verecek.
Her şeyi elimizin tersiyle itip, Sykes-Picot’çuların çizdiği çerçevede yaşamaya mecbur muyuz?
************
Ağzına sağlık Özgür Özel
Biz ne söylesek anlamazlardı.
Zaten dinlemezlerdi de…
Sağolsun CHP Genel Başkanı şu son dönem epey işe yaradı.
Brüksel’de Avrupa Birliği ülkelerine “Biz iktidara gelene kadar Erdoğan’la yakınlaşmayın. Gelince söz, Kopenhag Kriterlerini ışık hızıyla geçireceğiz” dedi.
Sonra CNN üzerinden ABD’ye, ‘Türkiye’ye müdahale’ çağrısı yaptı.
Asıl umudu İngiltere’ymiş ki, Londra’ya sitemini, “Terk edilmişlik duygusu yaşıyoruz. Kırgınız” sözleriyle aktardı.
Son bombası Sosyalist Enternasyonal toplantısında kürsüden sarf ettiği “İngiltere’nin menfaatini Erdoğan’da görmek doğru bir şey değil” sözleri oldu.
İngiltere’nin menfaati CHP’deymiş.
Ağzına sağlık Özgür Özel!
Amaca ulaştıran yol…
1 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme: 31 Mayıs 2025 23:43
A -
A +
Hedefi için her yolu mubah gören kişiler de, topluluklar da tehlikelidir.
FETÖ, PKK örneğinde gördüğümüz gibi; yalanı, aldatmayı, hırsızlığı, hak yemeyi, hatta öldürmeyi, -aklınıza ne gelirse- her şeyi amaçlarına ulaşmak için meşru görürler ve hiç çekinmeden yaparlar.
Bu, devletler arası mücadelede de böyledir… Nitekim, yukarıda zikrettiğimiz örgütler de aslında o devletlerin aparatları olarak, o amaçlara hizmet etmektedirler.
Lakin, şuraya dikkatinizi çekmek isterim; bunlar herkesin yapabileceği işler değil, özel eğitim gerekir.
Sizin tek başınıza hareketiniz bir şey ifade etmez, kitleleri etkilemeniz ve olabildiğince fazla sayıda kişiyi aynı sürece dâhil etmeniz gerekir.
Bunun uluslararası arenada örneklerine de şahit oluyoruz…
İsrail’in yaptığı gibi...
Gazzeli masum sivilleri yıllardır katledip, bir de kendini haklı, yaptıklarını meşru göstermeye çalışan İsrail gibi terörist devletlerin şeytani aklı, onların kontrolü altındaki yapılarda da mevcut.
Bunlara hizmet edenlerse sadece örgütler değil…
Siyaset, medya, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları…
Senelerdir CHP’yi yazıyorum bu köşede.
2010’da kaset operasyonuyla koltuğa oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, görevde kaldığı süre boyunca FETÖ ve PKK’ya siyasi sözcülük yapmasına, onlarla birlikte seçim kazanıp, bu örgütleri devletin içine taşıma çabasına hep tepki gösterdim.
Suriye, Akdeniz ve Ege’deki millî politikamıza karşı duruşu başta olmak üzere, koltuğunu borçlu olduğu okyanus ötesinin çıkarlarına uygun siyaset yapmasına çok ağır eleştirilerde bulundum.
Amaç sadece iktidar koltuğuna oturmak ise ‘amaca ulaştıran her yol mubah’ zihniyetiyle Türkiye düşmanlığının göze alınması fütursuzluğuna veryansın ettim.
Allah’a şükür ki, milletimizin feraseti, bu hesabı her defasında bozdu.
2023 Mayıs seçimleri ise Kılıçdaroğlu’nun finali oldu.
Şimdi, ‘yerine getirilenlerle’ uğraşıyoruz.
***
Bu köşeyi takip edenler, Özgür Özel’in göreve gelir gelmez başlattığı normalleşme sürecini takdir ettiğimi bilir.
“Türkiye dışında ülkemizin menfaatini savunuruz” dediği için, kendi cenahımızdan eleştirilme pahasına yaptığımız övgüleri boğazımıza dizdi Özgür Özel.
Onu koltuğa Ekrem İmamoğlu’nun parayla oturttuğunu, bütün ekibini, hatta belediye başkan adaylarını bile İmamoğlu’nun belirlediğini, bu sebeple kıpırdayacak yerinin olmadığını bilmiyor muyduk?
Biliyorduk, hatta bunları da yazıyorduk elbet.
Bizim uğraşmamıza gerek yoktu, kendi içlerinden birileri anlatıyordu 38. kurultayda dönen dolapları.
Zaten iddianame de CHP’lilerin suç duyuruları ve itiraflarıyla oluşturuldu.
Yine de ‘belki CHP’yi millî çizgide tutar’ umuduyla cesaretlendirmeye çalışıyorduk Özgür Beyi ama olmadı…
Çünkü ‘amaca giden her yol mubahtır’ ahlaksızlığına bulaşanlardan asla hayır gelmezdi, gene öyle oldu.
Patronu tutuklanınca takke düştü, kel göründü…
***
Türkiye dışında ülkemizin millî menfaatlerini savunmak için bakanlardan brifingler alan Özgür Özel gitti, İngiltere’ye “Menfaatleriniz Erdoğan’da değil, bizde” diyen CHP geri geldi.
Çaresizlikten mi dersiniz, yoksa “Milletin tutmadığı CHP, Batı olmasa zaten bunca sene ayakta kalabilir miydi?” mi dersiniz, orasını bilemem…
Bildiğim tek şey, Özgür Özel’in patronu İmamoğlu’nun İngiltere ile sıkı bağları!
Milyonlarca İstanbullu kar esareti yaşarken İngiliz Büyükelçi ile yediği yemeği “Karla mücadeleden daha önemsiz değildi” itirafıyla savunan İmamoğlu hakkında, 16 milyon İstanbullunun kişisel verilerini hukuka aykırı şekilde İngiliz firmasına vermekten de dosya bulunuyor.
Yolsuzluk suçlamaları ve itiraflar öne çıktığı için kamuoyunun gündeminde genellikle bavullar ve para desteleri var ama, aslında bu iddia, hepsinden daha vahim.
Ayrıca, gayrimeşru para yolunda da tuhaf biçimde İngiltere bulunuyor.
Bunu, İmamoğlu’ndan sonraki ikinci adam Ertan Yıldız ifşa etti, savcıya şunu anlattı:
“İBB üzerinden dolgu alanı izni Murat Gülibrahimoğlu’nun şirketlerine verilmiştir. Buraya giden hafriyat yaklaşık İstanbul’un tüm hafriyatının yüzde 70’idir. Buranın yıllık cirosu 150-200 milyon dolar civarındadır. İmamoğlu döküm sahası alanındaki işlerin gayriresmî eşit ortağıdır. 2024 yılı sonlarında operasyon iddiaları çıkmaya başlayınca Murat Gülibrahimoğlu’ndan, elde ettikleri paraları kendi uhdesine geçirerek kaçacağı endişesiyle bu paraların istendiğini duydum. Fakat Murat Gülibrahimoğlu’nun paraların büyük bir kısmını vermediğini duydum. Zaten 2025 yılı mart ayı gibi de kendisi yurt dışına kaçtı. Londra’da olduğunu duydum. Londra’da ciddi bir parası olduğunu, bu paraların da yarısının Ekrem İmamoğlu’nun olduğunu tahmin ediyorum. Bu para tahminimce birkaç yüz milyon dolardır. Bu operasyonlar neticesinde belediye dolayısıyla kamu çok ciddi zarara uğramıştır.”
***
CHP’lilerin “İçi boş” yalanıyla kitleleri aldatmaya çalıştığı dosyada nelerin olduğunu görüyorsunuz değil mi?
AK Parti hükûmeti, geçmişte Londra’ya götürülen Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün altınlarını geri Türkiye’ye getirmekle övünürken, CHP’li İBB Başkanı ve örgüt üyelerinin, çaldıkları milyonlarca doları İngiltere’ye taşıdığını itiraf ediyor İmamoğlu’nun sağ kolu Ertan Yıldız.
Büyük soyulmuşuz… Hem de çok büyük.
Sadece ‘Her yol mubah’ diyen CHP’lileri ikna edemiyoruz.
************
Örgüt lideri size sesleniyor!
Erdemli insan, bir suçlamaya muhatap olduğunda ne yapar?
“Haklılığımı ispatlayıp, daha güçlü geleceğim” der.
Süreç sona erene kadar bekler… Belge ister.
Savcının, hâkimin karşısına çıktığında suçlamalara susmaz, çatır çatır cevabını verir.
Peki, örgütlü yolsuzluk soruşturması yürürken İmamoğlu ve CHP ne yapıyor?
“Hepsi yalan” diyor sadece… Ötesi yok.
En tepede itirafçı olanları tehdit ediyor, suçlamaları çürütmek yerine ‘bize siyasi operasyon çekiliyor’ yaygarası yapıyor, yolsuzluk iddialarına ilişkin en ufak söz edeni hedefe koyuyor, algı operasyonlarına hizmet etmeyen kim varsa düşman ilan ediyor.
Bu esnada CHP’li İBB belediyesi de, milyarlarca dolar yolsuzlukla ve suç örgütü liderliğiyle suçlanan başkanının resimlerini vatandaşın göreceği yerlere asıp, metrolarda ‘halka sesleniş’ gibi sesini dinletiyor.
Çalındığı söylenen para, milletin parası… Yurt dışına kaçırıldığı, örgütlere aktarıldığı; villalar, rezidanslar alındığı anlatılan paralar, millete harcanması gereken kaynaklar.
Bunlardan aklandıktan sonra yapılacak şeyleri, hiçbirine cevap vermeden, en ufak bir utanç, mahcubiyet duymadan yapmak da CHP’ye yakışırdı...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına helal olsun, hem fotoğrafları toplattı, hem de anons rezilliğine son verdi.
Böylece, başka örgüt liderlerinin “Madem öyle, biz de halka toplu alanlarda afişlerle, anonslarla sesimizi duyuralım” deme hakkını da ellerinden almış oldu.
.
Netanyahu’nun sonu göründü
22 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme: 22 Haziran 2025 10:25
A -
A +
Suriye’ye yaptırımların kaldırılması müjdesinin verildiği Riyad’daki üçlü zirveye telefonla bağlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump’tan Gazze için de müjde umudunu dile getirmişti.
Zaten, öncesinde Hamas, Gazze’nin yönetimini bölge ülkelerinden teşekkül edecek bir konsorsiyuma bırakma konusunda ABD ile anlaşmaya vardıklarını açıklamıştı.
Bu gelişmeler katil İsrail yönetiminin değişeceğine işaret ediyordu ama nasıl olacaktı?
Trump yönetimi ile yaşadığı gerilimden koltuğunu kaybedeceğini anlayan soykırım hükümlüsü İsrail Başbakanı Netanyahu, hem Gazze’nin tamamını işgal için ağır bir saldırı başlattı, hem de iktidarını uzatmak için İran’la savaş başlattı.
Ancak, işlerin çok da istediği gibi gittiğini söylemek mümkün değil.
İkinci haftasına giren savaşta, başta başkent Tel Aviv olmak üzere, İsrail’i vuran İran füzeleri, aslında katil Netanyahu hükûmetinin üstüne düşmekte.
Hamas ve Hizbullah’ın cılız saldırılarının aksine, çok güvendikleri Demir Kubbe’yi aşan hipersonik İran füzeleri, İsrail halkının ‘güvenlikli alan’ konforunu bozmuş durumda.
Sığınaktan başını çıkaramayan halkın korku ve paniği, soykırımcı Netanyahu’nun sonunun geldiğini göstermekte.
ABD desteği olmadan bir hiç olduğu tescillenen İsrail ve başındaki soykırımcı katil, acil destek talep ettiği Trump’ın ‘iki hafta bekleme’ kararından hiç hoşnut olmasa gerek.
ABD Başkanı’nın, İsrail’in yanında, İran’a karşı operasyona onay verip vermeyeceğine iki hafta içerisinde karar vereceğini söylemesi, sadece İran’a değil, her gün füzelerle vurulan İsrail’in soykırımcı yönetimine de tanınmış bir mühlet olsa gerek.
ABD bu süreçte İsrail’den yana savaşa dâhil olur mu? Olabilir.
Lakin kanaatim o ki, ABD bunu İsrail için yapsa bile, neticesi Netanyahu için sonu değiştirmeyecektir.
************
Ah İran ah!
Irak’ı, Yemen’i, Lübnan’ı, Suriye’yi onlarca yıl kana buladı.
Sadece Suriye’de öldürdüğü sivil sayısının 600 bine yakın olduğu söyleniyor.
Toplamında milyonlarca Müslüman’ın canına kıyan zalim İran rejimi, Suriye’de, Yemen’de yüzlerce çocuğun açlıktan ve kimyasal gazlarla öldürülmesinden sorumlu.
İran’ın ‘milis güç’ denilen katillerinin sergilediği vahşetin, İsrail’in Gazze’de yaptıklarından en ufak farkı yoktu.
Terör örgütlerini de kullanıp, bölgeyi istikrarsızlaştırarak âdeta İsrail’e alan açan İran, şimdi zulmüne yardım ettiği zalimlerin hedefinde.
Halkına elbette sözümüz yok, onlar baş-göz üstüne ama, İran yönetimine, Kur’ân-ı kerimde de bahsedildiği üzere şu söylenebilir; Cenab-ı Allah zalime yardım edeni, onun zulmüne musallat eder.
Elbette her zulme uğrayan zalime yardım eden değildir ve yöneticilerin yaptıklarının vebalini masumların çekmesi acı vericidir, lakin yüce kitabımızda yapılan bu uyarıya da dikkat etmek gerekir.
Bazen şer gibi görünenlerden hayır çıkar…
Bu olanlardan, İran dâhil, bütün ülke yönetimleri ders çıkarmalıdır.
*************
Etrafımızda olanlar ve CHP’nin gündemi
Bir dünya gerçekleri ve bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gündemi var…
Bir de Türkiye’nin baş belası bir CHP gündemi.
Ne Gazze’de bebeklerin katledilmesi umurlarında, ne İran’la savaşın yıkıcı riskleri, ne ateşin Türkiye’ye yaklaşması, ne de en son Rusya lideri Putin’in dikkat çektiği III. Dünya Savaşı tehlikesi…
Varsa yoksa bütün meseleleri belediyelerdeki hortumlarının kesilmesi!
“İBB’de İmamoğlu’ndan sonra ikinci adam dâhil, bütün yöneticileriniz başkanınızın yönetiminde yolsuzluk şebekesi kurulduğunu ve fütursuzca para götürdüğünü itiraf etti. Yalansa doğrusunu anlatın” diyorsunuz, buna cevap yok.
Tek söyledikleri; Cumhurbaşkanı adayımızı bırakın!
Ortada fol yok yumurta yokken, henüz Cumhurbaşkanı adayı ilan edecek bir seçim takvimi bile bulunmuyorken, ‘yolsuzluk operasyonundan alınabilir’ diye apar topar belediye başkanını Cumhurbaşkanı adayı ilan et ve şimdiden ona dokunulmazlık iste!
Oh ne âlâ memleket!
Düşünün ki, bunlar bir de memleket yönetecek!
**************
Hız limitlerini Ulaştırma Bakanı’mıza sordum
Önceki gün Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’mız Abdulkadir Uraloğlu’nun İstanbul’da gazetecilerle buluşmasına davetliydim.
Elbette pek çok alanda sorular soruldu ama benim asıl merakım, Kurban Bayramı’nda radar tartışmasıyla bizim de yazılarımıza konu olan duble yollardaki hız sınırı meselesine bir çözüm getirilip getirilmeyeceğiydi.
İçişleri Bakanı’mız Ali Yerlikaya’nın, Ulaştırma Bakanlığı ile birlikte ortak bir komisyon kurularak, hız sınırı tabelalarının gözden geçirileceği açıklaması olmuştu malum…
Bakan Uraloğlu’na, bu komisyonun çalışmalara başlayıp başlamadığını sordum.
Anlattığı özetle şu oldu;
Yaya geçitlerinin bulunduğu yerlerde hızın 50 kilometreye düşürülmesi, uluslararası bir standart. Oradan biz 50 yerine 70’le geçin, diyemeyiz.
Ancak yol güzergâhında, çok sık yaya geçitlerinin olup olmadığı gözden geçirilecek. Birbirine yakın yaya geçitleri var ise bunların azaltılması yahut alt geçit ya da üst geçitlerle yaya geçişleri sağlanarak, trafik akışının yavaşlamaması için çaba gösterilecek.
Madem her yere otobanımız yok, bizim de istediğimiz hiç değilse bunun yapılmasıydı. Gördüğüm o ki, teşhis doğru konulmuş. İnşallah problemin asgariye düşürüldüğünü de görürüz.
.
NATO’dan verilen büyük mesaj
26 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme: 26 Haziran 2025 02:10
A -
A +
Pazar yazımda soykırımcı İsrail Başbakanı Netanyahu için yolun sonunun yaklaştığını belirtmiştim.
Ertesi sabah ABD'nin B-2 uçakları İran’da nükleer tesisleri bombalayınca bazı İsrailliler sosyal medya üzerinden bu yazıyı alaya almaya kalkıştı. Oysa bu saldırıdan dolayı katil Netanyahu’nun, ABD Başkanına yaptığı abartılı övgü ve billboardlara yansıttıkları acizlikleri bile bizi haklı çıkarıyordu.
İran’ın göstermelik misillemesiyle ateşkese giden hadiselerin seyri, sıranın önce Netanyahu’ya, ardından Gazze meselesinin çözümüne geldiğini göstermekte.
En bariz örneği, ABD Başkanı Trump’ın NATO zirvesine giderken İsrail’e yönelik sarf ettiği “Hiç memnun değilim” cümlesi.
Bu cümlenin hedefi elbette ülke olarak İsrail değil, mevcut katil yönetim.
ABD desteği olmadan ayakta kalması mümkün olmayan İsrail yönetimi, İngiltere gibi bazı Avrupa ülkelerinin Trump’la hesaplaşma aparatı olma pozisyonunu ne kadar sürdürebilecek, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Ancak göreve geldiğinden bu yana Trump’ın kararlılığı net. Birçok konuda ‘gel-git’li açıklamalarıyla kafa karışıklığına yol açan ve ‘öngörülemez kişi’ olarak görülen Trump’ın, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la yakın çalışma konusunda hiç ikircikli davranmadığına dikkatinizi çekmek isterim.
Göreve başladığından bu tarafa Erdoğan’dan hep övgüyle bahsetti, Türkiye’yi şikâyete giden Netanyahu’ya Beyaz Saray’da kameralar önünde ayar çekti, Suriye’ye yaptırımların kalkması ve ülkenin normalleşmesi konusunda Cumhurbaşkanımızla iş birliğine gitti ve Lahey’deki NATO Zirvesindeki ilk yüz yüze temasta samimiyetini göstermekten çekinmedi.
İki liderin iyi ilişkilerini ortaya koyan karelerin sadece İsrail’i değil, pek çok Avrupa başkentini rahatsız ettiği muhakkak.
Özellikle Londra’yı…
Peki İngiltere ve ABD iyi müttefik değil mi?
Öyle ama Trump’ın ilk görev döneminin ardından ikinci dönem seçilmesine engel olan ve kongre baskınına, kendisinin de yargılanmasına kadar giden süreçte edindiği tecrübe ile büyük bir hesaplaşma içinde olduğunu da görmek lazım.
Benzer süreci Erdoğan da yaşamadı mı?
Türkiye’de sadece şiir okuduğu için Erdoğan’ı görevden alıp hapse atan yerleşik vesayetin arkasında hangi ülkeler ve güçler var ise Trump’ı her yola başvurarak seçtirmeyen, hatta hapse tıkmaya çalışanlar da aynıydı.
Ve Erdoğan’ın görünürde vesayetçilerle, gerçekte orayı destekleyen çeteyle verdiği ve darbe girişimlerine rağmen başarılı olduğu mücadeleyi şimdi Trump ABD’de vermekte.
Buradan bakınca, Erdoğan ve Trump’ın hem de NATO zirvesinde verdiği mesaj fevkalade önemlidir.
Bu büyük meydan okumanın neticesi; Trump’ın yerine kukla olarak kullandıkları Biden’ı göreve getirenlerin 7 Ekim tezgâhıyla Gazze’den başlattıkları işgal girişimi ve Üçüncü Dünya Savaşı sürecinin tersine döndürülmesi, hiç değilse şimdilik ertelenmesi olacaktır.
Büyük oyunların sahaya sürüldüğü dönemde Erdoğan-Trump liderliği kıymetli bir şans.
Buna karşın Londra ve Tel Aviv başta olmak üzere birileri de savaşlarla hâkimiyetini sürdürmek isteyecek.
Trump’a suikast tehditleri, Erdoğan’ı İngiltere destekli kuklalarla devirme hesapları, CHP Genel Başkanının Londra’ya sitemleri… Hepsini üst üste koyunca zaten kimin nerede, kimlerin üzerinden hesaplaşma yürüttüğü net biçimde anlaşılıyor.
Siz buna Batı destekli kukla yönetimin Ukrayna’yı ne hâle getirdiğini ve Trump’ın çok bastırmasına rağmen Rusya ile savaşın sona ermesi konusunda neden yol alınamadığını… Trump’ın kavgalı olduğu Çin’e İngiltere’nin tam desteğini de ekleyin.
Birileri de bekliyor ki Londra finansının güçlendirdiği Çin, İngiltere’nin desteklediği Netanyahu’nun İran’a açtığı savaşta Tahran’a destek olup İsrail’i vursun!
Böyle bir tabloda NATO Genel Sekreterine söylettirilen cümleye de dikkatinizi çekmek isterim; Türk savunma sanayi tabanının İngiltere, Norveç ve AB ile mümkün olduğunca yakın bir şekilde bağlantılı olmasını sağlamalılarmış… NATO'da bariyer konulmasına izin verilmemeliymiş.
Bunu kim söyletmiştir sizce?
.....
NOT: (Bu yazı kaleme alındıktan kısa süre sonra ABD Başkanı Trump, Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un kendisine Gazze'de ateşkesin çok yakın olduğunu söylediğini bildirerek, "Gazze'de büyük bir ilerleme var. Yaptığımız bu saldırı sayesinde çok iyi haberler alacağımızı düşünüyorum" dedi.)
.
7 Ekim’den kim, ne kazandı?
29 Haziran 2025 02:00 | Güncelleme: 29 Haziran 2025 01:13
A -
A +
Epey zamandır Gazze’deki zulmün biteceği umudumuzu dile getiriyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın NATO’da yaptığı görüşme sonrası yaşanan gelişmeler, bu beklentimizi teyit etmekte.
Trump “Haftaya ateşkes olabilir” derken, daha önce Hamas ile ABD arasında uzlaşılan Gazze’yi bölge ülkelerinden teşekkül eden bir konsorsiyumun yönetmesi fikri, İsrail medyasında da dillendirilmeye başladı.
Plana göre, Gazze’ye saldırılar iki hafta içinde bitecek, Hamas liderleri başka ülkelere gönderilecek, rehineler serbest bırakılacak ve İsrail, gelecekte iki devletli çözümü kabul edecek.
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, NATO dönüşü “Çözüm önerilerimizi Trump’a aktardık, olumlu yaklaştı. Gazze özgür olacak ve özgürce yaşayacak” sözleri sonrası aylardır aç ve susuz milyonlarca Gazzeliye gıda yardımları da ulaşmaya başladı.
***
Daha geçen hafta bile “Netanyahu gidici” dediğimiz için üzerimize çemkirenleri, Trump’ın ikircikli politikasını gerekçe göstererek, hayal gördüğümüzü zannedenleri bir kenara koyuyorum…
Zira onlar, El Kassam’ın İsrail’e planörlerle girerek (!) yapmalarına izin verilen 7 Ekim saldırılarının yanlış olduğunu, İran tarafından (İngiliz parmağını da göz ardı etmeyelim) tuzağa düşürüldüklerini, bunun Gazze için kıyım ve felaket getireceğini söylediğimizde de aynısını yapıyorlardı.
İran’a toz kondurmuyorlardı…
Hatta İran’ı kahramanlaştırıp, tuzağa düşmeyen kendi ülkelerini, kendi devletlerini, yani Türkiye’mizi hedef alıyorlardı (!)
Nitekim aynısını Suriye devriminde de yaptılar. Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların zaferini, İran’a alan kaybettirdiği için çıldırırcasına eleştirdiler.
Hep söylerim, Türkiye’de problem sadece Batı’nın mankurtlaştırdığı mandacılar değil, bunlar da ayrı vakıa…
Kendileri, hep bir ağızdan, İsrail’in, Gazze’ye adım atar atmaz tünellerde boğulacağını savunuyorlardı.
Gönül elbet öyle isterdi ama, sonuç ne oldu?
Dost acı söyler; keşke yanılsaydık…
630 gündür dünyanın en acımasız, en vahşi, en kirli soykırımına içimiz kanayarak şahitlik ettik.
Sayabildikleri cenaze sayılarına bakarsanız Gazze’de 56 bin kişi katledildi ama bu sayıların da gerçekçi olmadığına her zaman dikkat çektik.
Nitekim Harvard Üniversitesinden İsrailli profesör Yaakov Garb’ın hazırladığı rapora göre, Gazze’de 377 bin kişi kayıpmış, bunların 185 bini çocukmuş.
Düşünün, 7 Ekim 2023 öncesi Gazze’de 2,3 milyon insanın yaşadığı söyleniyordu, doğruysa şimdi bu nüfus 1 milyon 800 binlere düşmüş; -ki, bazı BM raportörlerine göre kayıp sayısı 400 binin de üzerinde.
Yüzde 90’ına yakını, insan kemiklerini bile buharlaştırabilecek çapta ağır bombalarla yok edilen binalarda kaç kişi ölmüştür, gerçek sayıda kim tespit edebilir ki zaten!
İşte böylesine ağır bir soykırıma kapı aralayanlar, ABD’ye göstermelik füze fırlatanlardı.
Hamas lideri İsmail Heniyye de Tahran’da en güvenli bölgede şehit edildi.
Hamas içinde özellikle 2014 yılından itibaren İran'cı kanadın etkin olduğunu, Heniyye’nin, helikopter kazasında hayatını kaybeden İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin cenazesine katılmak için ‘Türkiye’nin risk uyarılarına rağmen’ Tahran’a gittiğini belirtmek isterim.
Buna rağmen, İran’ın içimizdeki kuklaları ise “Türkiye niye İsrail’e savaş açmıyor?” diyerek, bizi de ateşe atmanın aparatına dönüşmüştü.
Neyse ki bu defa ülkemizi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıyı paramparça eden ittihatçılar değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi gücünü sadece milletten alan, dünyayı ve hadiseleri doğru okuyarak karar alabilen bir lider yönetiyordu.
Bakın, doğru zaman geldi, Gazze’de vahşetin son bulmasında en kritik rolü üstlendi.
Peki, 7 Ekim’i yaptıranlar, hem kendilerine hem de Gazze’ye ne kazandırdı, ne kaybettirdi?
Bunun bir benzerini Suriye’de de görmedik mi?
Gazze’dekinden daha fazla Müslümanı Suriye’de kıyıma uğratan kimdi?
Suriye’de, Yemen’de bebeklere kıyanların, Gazze’de katledilen bebeklere bizim kadar yüreğinin yanması mümkün müydü?
Meseleye bir de şuradan bakmanızı öneririm;
Şayet -Allah korusun- CIA ve MOSSAD 15 Temmuz işgal girişiminde başarılı olsalardı ve FETÖ elebaşı, İran’daki mevcut rejimin baş aktörü Humeyni gibi Türkiye’ye gelseydi, biz kararlarımızda ne kadar özgür olabilirdik?
Böyle bakınca, daha rahat anlayabiliyor muyuz İran üzerinden olan bitenleri?
CHP pişkinliği
Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ikilisinin, Kemal Kılıçdaroğlu’nu devirmek için delegelere balya balya dolar ve konutlar dağıttığının ortaya çıkması sonrası görülen dava, ilginç bir hâl aldı.
Delegelere verilen rüşvetle koltuğundan indirilen Kılıçdaroğlu, bu sefer de kendisini rüşvetle devirenlerin pişkince baskısı altında.
Suçlamalar ispatlanır ve mahkeme bu yönde karar alırsa, Genel Başkanlık koltuğunu zaten utanıp bırakması gereken Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’nu “İki milyon üyemiz, seçim olmadan gelecek adamın alnını karışlar” diye tehdit etti.
İBB’de yaptığı vurgunla partiyi satın almakla suçlanan Ekrem İmamoğlu ise yolsuzluktan hapis yattığı Silivri’den, ibret vesikası çıkışlar yaptı.
Siyasi hayatını Kemal Kılıçdaroğlu’na borçlu olan Özel gibi, İmamoğlu da Kemal Bey’e parmak sallayıp “Utançla hatırlanırsınız, lanetlenirsiniz. Tenezzül etmeyin. Ailenize, çocuklarınıza temiz bir isim bırakmak istiyorsanız bu yoldan geri dönün” dedi.
Aslında söyledikleri şu;
Delegeleri parayla satın aldıysak aldık, seni de bu yolla devirdiysek devirdik…
Mahkeme -CHP’li delegeler tarafından itiraf edilen- bu tespitle kurultayı iptal etse dahi sana yaptığımız ayak oyununun peşine düşme, hakkını savunmaya kalkma, bizden intikam almaya çalışma!
Söyledikleri işte tam da budur… Böylesi de ancak ve ancak CHP’de olur.
.
Yarım kalan hesap…
3 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 3 Temmuz 2025 02:00
A -
A +
CHP’li belediyelerde “içeriden” yapılan ihbar ya da itiraflarla yürütülen yolsuzluk soruşturmalarına İzmir de eklendi.
İzmir eski Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de dâhil olmak üzere, 158 gözaltı kararı var.
Zanlıların bir kısmı yine yurt dışına kaçmış.
Soruşturmanın en dikkat çeken dayanağı, CHP’li yeni İzmir Büyükşehir Belediyesinin ‘iç denetim’ raporu.
Elbette İçişleri müfettişlerinin ve Sayıştay’ın da tespitleri var ama belediye de -eski yönetim döneminde- kentsel dönüşüm bahanesiyle kurulan kooperatifteki usulsüzlüklerin 469 vatandaşı mağdur etmesi başta olmak üzere, 10 bin araç kiralamasından en az yarısının kaydının bulunmaması gibi fütursuzca yapılmış 20 milyar lirayı aşkın kamu zararını tespit etmiş ve bunu adli makamlara ulaştırmış.
Şayet yapmasalar, kendileri de suç işlemiş olacaklardı.
***
Bunun gibi operasyonlar peş peşe geldikçe, CHP’liler “Yolsuzluk, usulsüzlük sadece CHP’li belediyelerde mi var ki sadece bunlara operasyon yapılıyor?” diyerek, kendi belediyelerindeki vurgunun üstünün kapatılmasını istiyor.
Nitekim CHP Genel Başkanı Özgür Özel dün İzmir’deydi…
20 milyar liranın üzerindeki zararı tespit eden belediyenin önünde, vurguna dair müfettişlerin raporunu yargıya sunan belediye başkanı ile birlikte ‘mağdur’ edebiyatı yaptı.
İlginç değil mi?
Size daha ilginç olan bir başka boyutu aktarayım.
İzmir, Beykoz gibi ‘içeriden gelen ihbarlar ve raporlar’ neticesinde birçok belediyede yürütülen soruşturmalarla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında çok büyük bir fark var.
Diğerleri usulsüzlük, yolsuzluk gibi suçlamalarla soruşturulurken, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik operasyonların temelinde “suç örgütü” var.
Ekrem İmamoğlu, suç örgütünün yöneticisi olarak yargılanıyor.
“Rüşvet, irtikâp, ihaleye fesat karıştırmak, nitelikli dolandırıcılık, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek, PKK/KCK terör örgütüne yardım etmek” gibi ciddi suçlamalardan teşekkül dosya, İmamoğlu’na en yakın isimlerden gelen itiraflarla günden güne kabarmakta.
Söylenen rakamlar, akıllara zarar.
Mesela ikinci adam Ertan Yıldız…
Sadece hafriyat işinden yurt dışına götürülen paranın yüz milyonlarca dolar olduğunu anlattı.
İmamoğlu’nun ultra zengin yaptığı eski sıvacısı Adem Soytekin, İstanbul’da inşaat yapmak isteyenlerin illa ki önünden geçmek zorunda kaldığı isimdi…
O da itirafçı oldu, örgütün para çarkının nasıl döndüğünü anlattı.
Bahsedilen rakamlar, milyar milyar…
Korkunç rüşvet ve vurgun ağına sadece İstanbul değil, ‘adam atadıkları’ başka CHP’li belediyeler de dâhil edilmiş.
Kurdukları tezgâhın para trafiği, bugüne kadar ortaya atılan tahminlerin çok ama çok üzerinde çıkacak görünüyor.
Üstelik öyle fütursuz davranmışlar ki, ‘Ümraniye-Göztepe metrosunu yapacağız’ diye Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından (EBRD) aldıkları 60 milyon avro krediyi bile ne yaptıkları belli değil.
Geçenlerde Ulaştırma Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, benim de katıldığım toplantıda, yaşadığı şaşkınlığı şöyle anlattı:
“Alınan büyük miktardaki kredisinin işe kullanılmadığını okumuş, şaşırmıştım. Ya bunda abartı var, çok doğru olduğunu düşünmüyorum, demiştim. O firmaların yetkilileri beni ziyaret ettiler. Ve tam da sizin söylediğiniz gibi 'Burada iş durdu, bunu lütfen siz teslim alın' dediler. Ben de anlattım hani nasıl devralabileceğimizi. 'Kredisi var zaten ve Mehmet Şimşek Bakan’ımız da 110 milyon avroluk son paketini de onayladı, devam edin niye durdunuz' dedim. 'Öncesinde gelen 60 milyon avro bizim işe kullanılmadı' dediler. Benim aklım durdu onu söyleyeyim..."
***
İşte böyle insanın aklını durduran bir vurgunla karşı karşıyayız…
Henüz, seçimde karşısına aday çıkarılmaması için İmamoğlu ekibinin, Avrupa’daki kolu üzerinden terör örgütüne aktardığı söylenen 100 milyon dolar iddiasına, 16 milyon İstanbullunun kişisel bilgilerinin İngiliz firmasınaaçılması gibi dosyalara gelemedik bile...
Yargı işte bunun için çalışıyor ve belki de Türkiye’nin geleceğini karartacak bir suç örgütü deşifre oluyor.
Bunun önemli bir dayanağı, örgütün 38. CHP Kongresi’nde delegelere dağıttığı para ve konut gibi rüşvetle partiyi satın almaya kalkışması olabilir.
Nitekim İBB yolsuzluk davasında verdiği ifadede, kurultaya ilişkin önemli bilgiler aktaran itirafçıların da dinlenilmesine karar verildi.
Yargı işini yapıyor, biz sürece bakalım…
***
Merhum Deniz Baykal’ın 2010’da kaset operasyonuyla Genel Başkanlıktan indirilmesinden bu yana partide yaşanan anormallikleri hep birlikte izliyoruz.
Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ne yazık ki FETÖ’nün siyasi ayağına dönüşen parti, aynı zamanda Kandil’in partisi ile de Erdoğan’ı devirmek için kol kola girdi.
2012’deki MİT krizi, 2013 yılındaki Gezi, 17/25 Aralık gibi silsile hâlinde gelen darbe girişimleri sürecinde siyaset sahnesine sürülen bir isim daha vardı; Ekrem İmamoğlu.
2014’deki mahallî seçimlerde AK Parti’nin siyasi hatalarından ustaca istifade ederek Beylikdüzü Belediye Başkanlığı ile başladığı siyasi hayatında, Makarios heykeli dikmek gibi tartışmalı birçok icraata imza attı.
2019’da ise yine AK Parti’nin müthiş beceriksizlikleri neticesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamına ‘oturtuldu’.
Hakkını yemeyelim, öyle ya da böyle İmamoğlu iyi bir siyasetçi seçmeninin gözünde…
AK Parti’ye duyulan kızgınlıktan da nasıl yararlanacağını çok iyi bilen bir isim.
Buna bir de arkasındaki büyük gücü eklemek lazım, ki bunun için ‘oturtuldu’ ifadesini kullandım.
İBB başkanlığına aday olduğu ilk seçimde ‘satır kaydırma’ gibi hilelerin tespit edildiğini, sandıkların yüzde 10’u sayıldığında bile AK Parti adayı Binali Yıldırım ile arasındaki farkın 29 binden 13 bine indiğini, şayet AK Parti sandıkların tamamını saydırabilse bugün Ekrem İmamoğlu gibi bir figürün olmayacağını çokça yazdım...
Ama bir el devreye girdi, gece yarısı hâkimleri adliyeye getirtti, CHP’nin “sandıkların yeniden sayılmaması” talebi kabul edildi, bu kararı veren hâkime Müberra Gürdal birkaç gün sonra emeklilik dilekçesini verip, vazifesini yapma huzuruyla evine gitti.
YSK’nın ‘sözde mağdur’ edilen İmamoğlu’na karşı yeniden seçim kararı alması ise zaten felaketin habercisiydi.
İşte böyle böyle parlatılarak bugünlere getirilen, milyonlarca İstanbullu kar esareti yaşarken İngiliz Büyükelçisi ile yediği yemeği “Karla mücadeleden daha önemsiz değildi” diye savunan İmamoğlu için Özgür Özel’in kurduğu cümleler de manidar…
Oturduğu koltuğu İmamoğlu’na borçlu olan Özel ne diyor; İngiltere’ye kırgınız… İngiltere’nin menfaati AK Parti’de değil.
Siz buna bir de eski ABD Başkanı Biden’ın “Erdoğan’ı artık darbelerle değil, dostlarımızla birlikte devireceğiz” cümlesini ekleyin.
Kime güveniyorlardı?
Önce Kılıçdaroğlu’na…
O olmazsa Ekrem İmamoğlu’na.
Zaten o da bu merkezlerden aldığı güçle bu denli fütursuz davranıp, önce partiyi, sonra ülkenin yönetimini alabileceğini hesaplamış belli ki.
Benim gördüğüm bu…
15 Temmuz’da yarım kalan hesabı, birileri ‘dostlarıyla’ görmeye çalıştıysa da 2023’ü kaybetmiş olmaları, artık avuçlarını yalayacaklarının habercisiydi.
Nitekim ABD’nin yeni Başkanı Trump da bunu gördüğü için şimdi dünya başka türlü şekillenmekte.
CHP için de öyle.
FETÖ’cülerin İmamoğlu maskesiyle Avrupa başkentlerinde yaptıkları gösteriler ise boşuna!
Onların yarım kalan hesapları varsa Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı var.
Koalisyon belediyeleri
6 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 6 Temmuz 2025 01:09
A -
A +
Art arda yolsuzluk operasyonları patlayan CHP’li belediyeler ile AK Parti veya MHP belediyeleri arasındaki fark nedir?
Olmadan olacakları ta 2019 yerel seçimleri öncesi bu köşede çok yazdık…
İki temel farktan birincisi şu idi; AK Parti belediyelerini AK Parti, MHP belediyelerini MHP, CHP belediyelerini Altılı Masa kazanmıştı…
CHP belediyelerini doğal olarak bütün partiler ‘payları oranında’ yönetiyor, -milletvekilliği pazarlığında olduğu gibi- buradan da hissesini alıyordu(!)
Siz buna bir de o zamanki adıyla HDP’nin (DEM) verdiği desteği ekleyin, etti mi yedi parti.
Bunların hepsi kendini ‘kazandıran’ parti olarak gördüğüne göre, payını istemesi normal değil miydi?
Sabırsızlıkla bekleyen kadrolar işe alınacak, siyasete girmek için para harcamış birileri partideki yerine göre nimetten faydalanacak…
Bunlar olmayacaksa bir sürü insan işini gücünü bırakıp niye siyasete girsin, niye genel başkanların, belediye başkan adaylarının etrafında pervane olsun, niye ceplerinden para harcasındı (!)
Türkiye’yi güç bela kurtardığımız parlamenter sistemde ‘koalisyonların yönettiği hükûmetlerden’ ders almadık, adamlar parlamenter sistemi yerel yönetimlere taşıdı, netice bu oldu. Bu kadar basit.
***
CHP’nin içine düştüğü durumun ikinci temel sebebi; gücü yerel yönetimlerin ele geçirmesi… “Yerelde iktidar olduk” lafı buradan geliyor zaten.
Yani, belediye başkanları (özellikle büyükşehirler) genel başkandan daha güçlü konuma ulaştı.
Bu sebepledir ki, -CHP içinden yapılan itiraflarda da geçtiği üzere- Ekrem İmamoğlu kurultayda delege satın alıp, genel başkan değiştirecek fütursuzluğa girişti.
Keza, kurultay davasından kurtulmak için yapılan son olağanüstü CHP kongresini hatırlayın…
Koskoca (!) CHP Genel Başkanı, kendisine bağlı, hesap sorması gereken iki belediye başkanının (Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş) kollarına girip, sahnede gönüllerini almaya, ikisini barıştırmaya çalıştı.
Bir partinin genel başkanını böyle zavallı bir duruma düşüren neydi?
Milyonların gözü önünde verilen o kare, gücü yönetmesi, hesap sorabilir olması gereken merkezin, yerelde biriken gücün altında ezildiğini anlatan en çarpıcı fotoğraftı.
İşte bu yüzden yabancı ülkelerin büyükelçileri bile CHP Genel Başkanı’nı değil, İmamoğlu’nu muhatap aldı.
***
Peki, CHP’deki bu acınası tabloya karşın, AK Parti ve MHP’nin başını çektiği, Cumhur İttifakı’nda durum neydi?
Onlar İstanbul, Ankara, İzmir gibi bazı büyükşehirler hariç, yerelde birbiriyle rakip oldu.
Hatta bu sebeple Kilis, Amasya, Kastamonu, Kütahya, Yozgat gibi illeri kaybettiler.
Önemli büyükşehirleri CHP’nin kazanması da zaten yapılan ittifakı anlamsız kıldı.
Bu, Altılı Masa ittifakından birinci önemli farktı…
***
İkincisi, Cumhur İttifakı’nda hiçbir zaman -HDP destekli- Altılı Masa’daki gibi deyim yerindeyse at pazarlığı olmadı.
Aksine, MHP Lideri Devlet Bahçeli hem iktidarda, hem yerel seçimlerde çok katı bir çizgi çizdi…
Değil iktidarda-yerelde kadrolaşma talebi, bugüne dek bir rektör ataması ricası dahi iletilmedi AK Parti’ye.
Sayın Bahçeli’nin, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleme ve Cumhur İttifakı’nı ayakta tutma’ stratejisi, sadece ülkenin bekası ile sınırlıydı.
Hiçbir zaman iktidarın ortağı gibi davranmadı, durdukları yerin Türkiye’nin millî menfaatlerini korumak olduğunu sıkça hatırlattı.
Bunun neticesinde iktidarı her daim AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetti.
Yerelde ise AK Partili belediyeleri AK Parti, MHP’nin kazandığı belediyeleri MHP Genel Merkezi yönetti.
Bu partiler yerelde çoğunlukla rakip olarak kaldı, kazandıkları belediyelerde de birbirlerinden ricacı olduklarına, ihaleler pasladıklarına dair kamuoyuna hiçbir şey yansımadı.
***
Ve üçüncüsü, belki de CHP ile aralarındaki farkı gösteren en önemlisi…
İstanbul ve Ankara’yı yönettikleri dönemler de dâhil, AK Partili belediye başkanları, hiçbir zaman Genel Başkan’ın gücünün üzerinde davranmadı, davranamadı.
Aksine Erdoğan, gece yarısı bile bu belediye başkanlarını arayıp, yapılan yahut yapılmayan hizmetlerin hesabını soran, dolayısıyla belediye başkanları kafasına göre rahat davranabilen vasat bir lider olmadı.
Görev veren hesap da sorar, sormalı...
CHP’de bu mekanizma hiçbir zaman çalışmadı.
Hâkim olamadıkları, hesap soramadıkları, ne yapmış ne etmişler açıp içine bakamadıkları belediyelerdeki pislikler ortaya saçıldıkça şimdi diyorlar ki “Siyasi operasyon çekiliyor”.
Peki iddialar, suçlamalar doğru mu, değil mi, buna cevapları var mı?
Görüyoruz ki, maalesef yok.
Zaten ortaya saçılan pisliklerin birçoğu ya CHP içinden ihbar edilmiş veya sorguda itiraf edilmiş.
Çünkü kurultay davasında şahit olduğumuz üzere, kimi delegeye oyu karşılığında daire hediye edilmiş, kiminin cebine pavyonda bin dolar, 1.500 dolar sıkıştırılmış.
Ötekine daire verildiğini duyduğunda o delege ne yaparsa, neticesi o olmuş!
Bunları devletin ilgili kurumları görevini yapıp denetlemiş, incelemiş, raporlarını tutmuş, yargıya sunmuş…
Buna karşın CHP Genel Merkezi ne yapmış yahut yapabilmiş?
Hiçbir şey.
Özgür Özel’in Genel Başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günleri hatırlayın…
Ne diyordu?
“Hısım-akrabaların belediyelere doldurulmasına engel olacağız. Bunu yapan belediye başkanlarımızı uyardım, gerekeni yapmalarını istedim.”
Peki o başkanlar genel başkanlarını dinledi mi?
Hak getire.
İşte CHP Genel Merkezinin içine düştüğü aczi gösteren en çarpıcı örneklerden biridir bu…
Şimdi istiyorlar ki devletin iç denetim mekanizmaları da işini yapmasın, yargı bu mekanizmaların tuttuğu raporları görmezden gelsin, üstüne yatsın.
Milletten de bir ricaları var…
Onlara anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olacakları kadar oy vermeleri ve kendilerini yerelde iktidar yapan koalisyonu, Başkanlık Sistemini ortadan kaldırarak, geri getirmeleri.
Yerelde koalisyon, o kadar partiye yetmiyor belli ki!
.
Arka kapı siyaseti
10 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 10 Temmuz 2025 01:37
A -
A +
Ankara kulislerinde yaklaşık bir aydır CHP’nin, AK Parti ile arka kapıdan pazarlık yaptığı fısıldanmakta…
İddia o ki, Özgür Özel’in CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturduğu şaibeli kurultay davasında mutlak butlan(yok hükmünde) kararı çıkmaması için AK Parti Genel Merkezi’nden bazı isimlerle temasa geçilmiş.
30 Haziran’daki duruşmada kararın çıkmayacağına dair kendisinden çok emin konuşmasının sebebi de bu imiş…
Eski milletvekili olması hasebiyle CHP kulislerini çok yakından bilen gazeteci arkadaşımız Barış Yarkadaş, önceki gün TGRT Haber’de katıldığımız Taksim Meydanı programında çarpıcı bilgiler aktardı.
Pazartesi günü milletvekilleriyle 4,5 saatlik kapalı grup toplantısı yapan Özel, aynı iddiasını 8 Eylül’de görülecek duruşma için de dile getirmiş, hatta “Mutlak butlan kararı çıkarsa bileklerimi keserim” demiş.
Bazı milletvekilleri nasıl bu kadar emin olduğunu sorunca da “Biz arka kapı diplomasisi yürütüyoruz. Süreci de bizzat ben yürütüyorum. Endişe etmeyin, Erdoğan’ın aldığı nefesten bile haberimiz var. Erdoğan’a yakın isimlerle bu kurultay davasını konuştuğumuzda bize hak veriyorlar ve Erdoğan’la konuşacaklarını söylüyorlar” diyerek, rahatlığının sebeb-i hikmetini anlatmış...
***
Yine Barış Yarkadaş’ın aktardığı bilgiye göre, İmamoğlu’na yakın bir milletvekili “Kurultay davasında aleyhimize bir karar çıkmaması karşılığında AK Parti’ye yeni Anayasa konusunda desteği masaya yatırmalıyız” gibi bir laf etmiş, bunun üzerine bazı vekiller de “Hani birlikte menemen bile yapmayacaktık” diye itirazda bulunmuş.
Yayında söylediğimi burada da tekrarlayayım, bunlar sadece CHP’nin konuştuğu, yaydığı, tek taraflı iddialar…
***
Peki, CHP yönetimi AK Parti yönetiminden bazı isimlerle temas kurmuş mudur?
Sevgili Fuat Uğur bu konuda bazı isimleri de açık yazarak, konuyu detaylı anlattı.
Belli ki parti içinden birileri, Özgür Özel’le ‘normalleşme’ sürecinden bu tarafa temas hâlinde…
Bu isimler, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha ılımlı ve ‘uzlaşılabilir’ buldukları Özel’in, kurultay davası sıkışmışlığından kurtulma karşılığı yeni Anayasa çalışmalarına olumlu bakacağını düşünüyor ve bu görüşlerini parti yönetiminde hâkim kılmaya çalışıyor olabilir.
Oysa ‘normalleşme’ sürecindeki tavrından çok uzaklara savrulan Özgür Özel’in, giderek dozajı artan tehdit ve şantajları, perde arkasında konuşulanları boşa düşürüyor.
Bu söylentiler doğru ise yargıya müdahaleyi en çok diline dolayan CHP’nin, iktidar kanadından yargıya müdahale istemesi zaten ironik bir durum…
***
Meselenin bir başka boyutu, yapıldığı söylenen arka kapı diplomasinin merkezinde, Özgür Özel’in çokça dillendirdiği Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanması değil, kurultay davasında kendi genel başkanlığını düşürecek bir kararın çıkmaması…
İmamoğlu konusunda parti tabanını bu kadar kışkırtan bir genel başkan, yarın Meclis’te AK Parti ile yeni anayasa yaptığında bunu konsolide ettiği kitleye neyle izah edecek?
Dediğim gibi, bunlar, çiğ yediği için karın ağrısından kıvranan, kendi iç siyasi çekişmelerinin hararetiyle fokurdayan CHP’nin konuştuğu uçuk kaçık senaryolar…
AK Parti cenahından henüz bu söylentilere yönelik bir açıklama yapılmadı veya kulislere bilgi sızdırılmadı.
Kendi kaynaklarımızı yokladığımızda vardığımız sonuç ise CHP’nin ve ortaya attıkları bu iddiaların kale bile alınmadığı yönünde.
***
Öncelikle şunu biliyoruz; Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasetini açık yürütür… Nitekim Özgür Özel ‘normalleşme’ istediğinde elini uzattı, açık biçimde CHP Genel Merkezi’ni bile ziyaret etti, bakanlarına CHP’yi istedikleri bilgilendirmeleri yapmaları yönünde talimat verdi.
Bunun karşılığında Özgür Özel ne yaptı?
Koltuğunu borçlu olduğu Ekrem İmamoğlu ne söylediyse onu.
Alttan birileri CHP ile görüşmüş, umut vermiş olabilir…
Lakin, AK Parti’nin Cumhur İttifakı ortakları ve özellikle Terörsüz Türkiye konusunda DEM’le alınan mesafeden sonra yeni Anayasa çalışmalarında CHP’ye ihtiyacı var mı?
Sadece AK Parti, MHP ve DEM’in milletvekili sayısı 376’yı buluyor zaten… En azından yeni anayasayı referanduma götürmek için yeterli oluyor.
İşte AK Parti’nin bu iddiaları dikkate almaması, biraz da bu tablodan kaynaklanıyor.
CHP ise son vagonu kaçırmamak için türlü türlü senaryolarla içine düştüğü çukurdan kurtulmaya çalışıyor.
***
Kim kiminle konuşmuş, neyi konuşmuş, burası mühim değil…
Önemli olan Cumhurbaşkanı’nın ne dediği…
O da dünkü grup konuşmasında şunları söyledi;
“Biz, AK Parti olarak, CHP ile 2002 Kasım ayından beri, geneliyle, yereliyle, halk oylamasıyla tam 18 defa sandıkta kozlarımızı paylaştık.
Şimdi bu partinin başında, şaibeyle anılan Kasım 2023 Kurultayının ardından getirilen bir şahıs var.
Oturduğu koltuğu bir türlü dolduramayan bu zat, her fırsatta kürsüye çıkıyor, affedersiniz 'meyhane ağzıyla' bağırıyor, çağırıyor, höykürüyor, tuhaf el-kol hareketleri yapıyor, sonra da dönüp arkasını gidiyor.
***
Biliyorsunuz yargı, Cumhuriyet tarihinin en büyük hırsızlık çetesine, gelmiş geçmiş en pervasız organize suç örgütüne yönelik bir soruşturma açtı.
İstanbul’dan başlayan bu hırsızlık, haraç, rüşvet düzeni, dalga dalga pek çok ile, ilçeye uzandı.
Yani 'ahtapotun' farklı il ve ilçelerdeki kolları birer birer deşifre olmaya başladı.
Gözaltılar olunca hemen 'siyasi operasyon' dediler; rüşvet görüntüleri ortaya çıkınca, yerlerine kös kös oturdular.
***
CHP yönetimi hırsıza, yolsuza, sahtekâra, sırf kendi partilerinden diye hoşgörülü davranabilir; fakat devletin hiçbir kurumu böyle yapmaz, yapamaz.
Çalınan her kuruşun, alınan her rüşvetin, çökülen her kamu malının hesabını hukuk önünde sormak, yargı ve emniyet birimlerinin asli vazifesidir.
Biz de, Anayasa ve yasaların verdiği yetkiler çerçevesinde, gerekenin yapılması için üzerimize ne düşüyorsa, yerine getirmeyi kararlılıkla sürdüreceğiz.
***
Dünyada iktidarı şarlatanlara, hırsızlara, şaklabanlara teslim eden ülkelerin akıbetlerini görüyorsunuz.
Hepsi de, hem geçmişin birikimlerinden oldular, hem geleceklerini belirsizliğe sürüklediler, hem de çok ağır bedeller ödeyip acılar çektiler.
Açık konuşmak gerekirse bu, küresel bir projedir.
Türkiye’nin son 10-12 yılda başına gelenlerin gerisindeki amaç, hep buydu.
Hamdolsun milletimizle birlikte, gerektiğinde canımızı ortaya koyma pahasına mücadele ettik ve ülkemizin de aynı duruma düşürülmesine rıza göstermedik, bundan sonra da göstermeyeceğiz.
CHP üzerinden yürütülmeye çalışılan bu son meşum projeyi de sahiplerinin başına çalacağız.
***
Yargının hesap sorarken parti ayrımı yapmadığından da emin olabilirsiniz.
Milletin emanetini devraldığımız 1994’ten beri bu konuda daima tavizsiz bir duruş sergiledik.
Bugün de aynı yerde sapasağlam duruyoruz."
***
Şimdi, arka kapı diplomasisi ile düştüğü durumdan sıyrılmayı planlayan CHP’ye soralım;
Size cevap olarak bu kadarı yetmez mi?
.
Esas ateş zihinlerde yanacak
13 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 13 Temmuz 2025 14:54
A -
A +
Terör örgütü PKK, 41 yıl sonra Irak’ın Süleymaniye şehrinde silah yakarak kendini feshetme sürecini fiilen başlattı.
O Süleymaniye ki, Osmanlının son yüzyılında, ilk Kürt isyanının başladığı yerdi.
1806 yılında Süleymaniye valisi olan Baban aşiretinden Babanzade İbrahim Paşa vefat etmiş, Osmanlı Devleti aynı aşiretten Babanzade Halit Paşa'yı vali tayin etmişti.
Bunun üzerine İbrahim Paşa'nın yeğeni Babanzade Abdurrahman Paşa, hakkının yendiğini ileri sürerek Osmanlı yönetimine karşı isyan başlatmış, bölgedeki Kürt aşiretlerin de destek verdiği ayaklanma iki yıl sonra, yani 1808 yılında bastırılabilmişti.
***
Osmanlıdan ayrılarak ayrı bir Kürt devleti kurma hayaliyle ilk isyanı başlatan ise 1833’te Mir Muhammed olmuştu.
Zayıflayan Osmanlı otoritesinden yararlanarak bağımsız bir yönetim kurmayı amaçlayan, hatta çevresindeki aşiretleri kendi denetimine alan Mir Muhammed 1835’te Osmanlı ordusu tarafından teslim alındıysa da, bölgedeki kalkışma 1838’e kadar sürdü.
Cumhuriyet döneminde de Dersim isyanı dâhil, PKK’nın 2015 yılında başlattığı son kalkışma olan çukur-hendek olaylarına kadar, 200 yılı aşkın bir zamanda 50 kalkışma hadisesi yaşadık.
İşte bu yüzden 219 sene evvel Osmanlıya karşı ilk isyanın çıktığı Süleymaniye’de PKK’nın silah yakıp kendini feshetmesi çok anlamlıydı.
Bu, belki de 41 yıllık bir terör örgütünün kendini feshi değil, iki asrı aşkın devam eden bir meselenin hâl yoluna girdiğinin ilanıydı.
Nitekim bu tavır, açıklamalara da yansıdı.
Temel hedefi Türkiye’den toprak koparıp, Irak’ın kuzeyinde oluşan, Suriye’nin kuzeyinde de oluşturulmak istenen federatif yapılarla birleştirmek olan terör örgütünün elebaşı, hem 27 Şubat’ta yaptığı yazılı çağrıda, hem de 9 Temmuz’daki görüntülü açıklamasında üstüne basa basa kurduğu örgütün ulus devletçi bir amaçtan vazgeçtiğini şöyle vurguladı;
“Varlık inkârına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir.
Tarihî nitelikte bir süreçten bahsediyoruz.”
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dün partisinin Kızılcahamam toplantısında yaptığı tarihî konuşmada çok önemli mesajlar verdi.
Bölücü terör örgütünün ilk kalleş saldırılarını yaptığı 1984 yılından bu tarafa şehit düşen güvenlik güçlerimizi ve katledilen vatandaşlarımızı rahmetle anarak söze başlayan Erdoğan, geçmiş hükûmetler döneminde terörle mücadele adı altında yapılan, ancak terörü beslemekten öteye gitmeyen uygulamaları eleştirdi.
2015 çukur-hendek olaylarından başlayarak, terör örgütüne karşı yürütülen amansız mücadelenin, güvenlik kurumlarımıza sızan FETÖ ihanet örgütünün temizlenmesiyle başarıya ulaştığına dikkat çekti ve “Bugün yeni bir gündür, tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bugün büyük, güçlü Türkiye'nin, Türkiye Yüzyılı'nın kapıları ardına kadar aralanmıştır” dedi.
Erdoğan’ın özellikle ‘devlet aklı’ vurgusu yapması, yepyeni bir dönemin başladığına işaret etmesi önemliydi.
Nitekim, bugün gelinen noktanın önemini anlamak için 9 ay geriye gitmek bile yeterli.
Geçen sene neyi konuşuyorduk?
Giderek üzerimize yaklaşan İsrail tehdidini…
Gazze’de bebekleri bile gözünü kırpmadan öldüren ve bundan zevk alan katiller sürüsünün Lübnan’dan sonraki hedefinin Türkiye olduğunu…
Sınırımızda "teröristan" kurmaya çalışanların asıl amacının, ülkemizi de bölerek, İsrail’in arzımevut hayalini gerçekleştirmeye çalıştığını…
PKK terör örgütünün içerisindeki bazı isimlerin “Türkiye’ye karşı İsrail’le iş birliği” çağrılarını…
Ama bakın, güçlenen Türkiye dokuz ay gibi kısa bir sürede neleri başardı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Ağustos’ta yaptığı “iç cepheyi tahkim etmeliyiz” çağrısının ardından, MHP lideri Devlet Bahçeli 22 Ekim’de işaret fişeğini yaktı.
İsrail’le aramızda tampon görevi gören Suriye’de Türkiye’nin desteklediği muhalifler önce Halep’i, sonra 8 Aralık’ta Şam’ı alarak, iş birlikçi Esad rejimini devirdi ve ülkeyi Türkiye için güvenli hâle getirdi.
Sırada, direnmeye çalışan Suriye’deki terör örgütü YPG’nin tasfiyesi var, o da olacak.
Ve böylece, birilerinin 200 yıllık hayalleri ebediyen son bulacak.
En önemlisi de, yanan silahlar gibi, zihinlerdeki bölücü hayallerin silinmesi olacak.
.
Masonik örgüt; FETÖ
17 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 17 Temmuz 2025 00:11
A -
A +
Türkiye’nin, fiilen işgal ve bölünme tehdidiyle yüzleştiği 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin üzerinden 9 yıl geçti…
Ne var ki, ekranlarda yapılan sığ tartışmalardan FETÖ’nün hâlen hakkıyla anlatılamadığını görmek üzücü.
Oysa bu karanlık örgütün tarihini, içyüzünü anlatan çok sayıda makale yayınlandı geçmişte.
Mesela Gerçek Hayat dergisi, cenazesinde bile İslamiyet’ten ne kadar uzak olduğu ortaya çıkan FETÖ elebaşının, örgütleşmeden çok önce nasıl palazlandırıldığını anlatan bir araştırmaya imza atmıştı.
2021 yılında yayınlanan makalede satır başlarıyla şöyle deniliyordu;
“Fetullahçı Terör Örgütü, yalnızca teröristbaşı Fetullah Gülen değil, çok sayıda farklı isimle kurulup ihanet faaliyetleri gerçekleştirdi.
Baş terörist Fetullah Gülen kimdir?
Anne tarafından Edirneli Sabetayist bir aileye, babası tarafından ise Ermeni bir aileye mensuptur.
1942’de Erzurum’da doğar. Çocuk yaşta hocasını şikâyet eder ve İsmet İnönü ile görüşüp elini öper.
Amcası, CHP Erzurum yönetiminde görevlidir.
Genç yaşta Özel Harp’e dâhil edilir. Yaşı tutmadığı ve ilkokul diploması bile olmadığı hâlde Diyanet’in imtihanlarına girer. İlkinde kazanamaz, ikincisinde kazandırılır. Ardından ilkokul diploması verilir.
***
CHP’ye üyedir ve CHP’nin 1958’de Divan Otel’de yapılan CHP Gençlik Kolları toplantısına iştirak eder. Burada CHP’nin genç milletvekillerinden mason Bülent Ecevit ile tanışır. Edirne’ye tayini çıkarılır. Çünkü burası Erzurum’a gelmezden evvelki yerleştikleri bir yerdir. Ondan önce İspanya’dan göç etmişlerdir. Akrabası Hüseyin Top, Edirne Müftülüğünde çalışmaktadır.
Çocuk yaşta olmasına rağmen Edirne’nin en büyük camilerinden biri olan ‘Üç Şerefeli Cami’ye tayin edilir. Bu süreçte ilginç isimlerle tanışır. Bunlardan biri yolları hiç ayrılmayacak olan Aydın Bolak, biri Yaşar Tunagür, diğeri ise Suat Yıldırım’dır.
***
Tunagür, bunu (teröristbaşı Gülen’i) bir mektupla Ankara’ya askere gönderir. Mektup Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı Reşat Taylan’a hitaben yazılmıştır.
Burada bir müddet kaldıktan sonra, ileride Genelkurmay başkanlığı yapacak olan Orgeneral Cemal Tural’ın yanına, İskenderun’a yollanır.
O dönemim şartlarında asker içinde ve sivillere vaazlar verdirilir. Askerliğini bitirip İzmir’e, ardından Erzurum’a gider. Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum Şubesi’ni kurar.
CHP’nin Halk Evleri Divan Başkanlığını yapar. Edirne’ye dönünce, terfi ettirilir. Tayini İzmir’e çıkarılır. Burada Mesih ve Mehdiliği’ni ilan eder. Sabetay Sevi’nin evinin yanına karargâhını kurar. Masonluğa intisap eder. Devşirerek örgütüne dâhil ettiği kişileri devlete sızdırır. Tüm darbeleri destekler. Darbelerden güçlenerek çıkar. Devletin her alanına nüfuz etmeye çalışır.
***
NATO Gladyosu adına sarsıcı cinayetlere imza atar. Tümünü adlî ve güvenlik makamlarındaki adamları sayesinde kapattırır. Vatikan’a, Papa’ya intisap eder. CIA, MOSSAD ve diğer istihbarat teşkilatlarının yanı sıra Cizvit, Moon, Opus Dei, Sayntoloji gibi örgütlerle güçlü bağlar kurdurulur. Dünyaya açılır ve 1999’da Amerika’ya firar eder.
***
Peki, FETÖ elebaşının hayatındaki önemli isimlerden Yaşar Tunagür kimdir?
Edirne ve İzmir müftülüğü yapar…
Lise mezunu olmasına rağmen, Süleyman Demirel Başbakan olduğunda Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirilir.
Diyanet’i hallaç pamuğu gibi atar, Gülen’i İzmir’e tayin ederek Kestanepazarı’nda terör örgütünün teşkilatlanması başlatılır. Devrinin 'en karanlık adamı' adını alan Tunagür, MİT Müsteşarı General Fuat Doğu’nun en yakın adamlarındandır. Masonik Manevi Cihazlanmacılar ile yakın teması vardır. Tunagür, Cumhurbaşkanı Turgut Özal katledilmeden önce Gülen’e 'Turgut kâfir oldu' der. Gülen ise bunu 4-5 kez tekrarlar. Latif Erdoğan bu durumu şu şekilde anlatıyor: Bu karanlık dünyanın jargonunda 'kâfir oldu' demek, ‘ölümü hak etti’ demekti. Fetullah adamlarına gereken emri tebliğ etti ve bunların eliyle Turgut Özal katledildi.
***
Bir başka isim, Ahmet Aydın Bolak.
Meclis-i Mebusan üyesi Mehmet Vehbi Bolak’ın oğlu. FETÖ elebaşı ile Diyanet’te göreve başlamasından kısa bir süre sonra tanışır ve ölümüne dek bu irtibat kopmaz. 1961-1965 yılları arasında tıpkı babası gibi CHP’den Balıkesir milletvekili olur. Onu 27 Mayıs’ın ardından CHP’den milletvekili yapan kişi mason İsmet İnönü’dür.
***
Ve FETÖ elebaşının hayatındaki esas kişi; Kasım Gülek.
ABD’den gelen bir mektupla Mustafa Kemal Atatürk’ün milletvekili yapılması talimatını verdiği Kasım Gülek, CHP’nin genel sekterliğini yapmıştır. İttihat ve Terakki’nin Çukurova Bölge Sorumlusu Mustafa Rıfat’ın (Nebioğlu) oğlu olan Kasım Gülek, Robert Kolejinde okuyanlardan. Ardından Rockefeller bursu ile Colombia ve Cambridge’de devam eder eğitimine. Pentagon ve CIA’in o meşhur Aylin’inin kız kardeşi Nilüfer Devrimel ile evlenir. Gülek, Türk ziraatını bitiren adam olarak geçer kayıtlara.”
***
CHP’li Kasım Gülek’in, 1960’larda tanıştığı FETÖ elebaşının CIA ile ilişkisini sağlayan kişi olduğu artık sır değil.
Başbakan Menderes ve iki bakanımızın idamla şehit edildiği o kanlı darbeden bu tarafa uluslararası lobiler, istihbarat servisleri, masonlarla iç içe olan teröristbaşını hayatı boyunca koruyan ve destekleyen CHP’li Gülek’in, 1996 yılında Ankara Kocatepe’deki cenaze namazını kıldıran da yine FETÖ elebaşı Gülen’di.
Bu yakın ilişkinin sebebine gelince…
***
Osmanlı’nın çöküşüyle yaşanan zorluklara rağmen, dininden ve millî değerlerinden vazgeçmeyen halkın, Menderes iktidarında tekrar yeşeren ‘bağımsızlık’ arzusu Siyonizm için tehlikeydi.
Müslümanlık, onların izin verdiği çerçevede yaşanmalıydı.
Tek parti döneminin baskısı çözüm olmamış, bu defa farklı bir yol benimsenmişti. Bunun adı da; 'Ilımlı İslam’dı.
Milleti manevi esaret altına alabilmek için içeriden kuşatma görevi ise Kasım Gülek’in referansıyla Üçgen Mason Locası’na ve Moon Tarikatı'na kabul edilen Gülen’e verilmişti.
12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından dönemin sıkıyönetim komutanlığınca hazırlanan istihbarat raporunda, Gülen’i CIA ve MOSSAD’ın palazlandırıldığı anlatılıyor, Moon Tarikatı'nın dinler arası diyalog ve hoşgörü adı altında Siyonizm'e nasıl hizmet ettiği şu sözlerle aktarılıyordu;
“Moon Tarikatı'nın ortağı CIA'in kurduğu Kore'deki CIA temsilcisi ise Albay Bo Hi Pak'tır. Bo Hi Pak da Moon Tarikatı'nın en güçlü üyesidir. Onun vasıtasıyla Güney Kore Amerikan vesayetine girmiştir. Dinler arası diyalog ve hoşgörü adı altında Siyonizm'in amaçlarına hizmet etmektedir. Bu tarikat NED, CSİS ve CIA gibi istihbarat örgütleriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. OPUSDEİ gizli bir Yahudi örgütüdür. Moon Tarikatı, Fetullah Gülen Tarikatı bunların üçünü de CIA kurdurmuş ve maddi olarak güçlenmelerine vesile olmuştur. Bunların üçünün de programları aynı, taktik aynı, yapılanma ve kullandıkları kelimeler bakımından bile aynıdır. Çünkü üçünü de CIA kurdurmuş amaçları doğrultusunda alabildiğince kullanmaktadır."
***
İşte, 1960’tan başlayarak, darbelerle büyütüle büyütüle getirilen ve tıpkı PKK gibi, 1980 darbesinden sonra devlete karşı kuşatmaya girişen FETÖ terör örgütünün ve elebaşının geçmişi…
Nitekim 15 Temmuz ihanetini yöneten 5 general 1982 girişliydi…
O tarihte bırakın AK Parti’yi, henüz ANAP bile ortada yoktu.
Fakat bu tarih de bizi aldatmasın, çünkü her iki terör örgütünün de ‘misyon olarak’ kökleri mazide 200 yıla dayanır…
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli bu kadar köklü bir problemi topraklarımızdan atma mücadelesi verirken, bugün ekranlarda PKK ve FETÖ meselesini günlük siyasi polemiklerle tartışmanın faydası var mı?
.
Gazze” ve “beka” dediğimizde alaya alanlara…
20 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 20 Temmuz 2025 11:15
A -
A +
Noktasına, virgülüne dokunmadan, Gazze’deki soykırımın başlamasına sebep gösterilen 7 Ekim saldırılarından beş gün sonra, yani 12 Ekim 2023 tarihinde yazdığımız “Harita nasıl değişecek?” başlıklı makalemizi hatırlatacağım.
Amacım -kimsenin söyleyemediği hakikati en zor zamanda yazabilen- gazetemizin yayınlarının kıymetini göstermek ve bugün karşılaştığımız hazin tabloyu, iki yıl öncesinden önümüze koyan arkadaşlarımızın hakkını teslim etmek.
Bakın, Gazze’deki kirli tuzağı fark etmedikleri için kendi mahallemizden bile sert eleştirilere maruz kaldığımız o günlerde ne demişiz;
***
“Yaklaşık bir yıl önceydi (21 Aralık 2022)…
Gazetemizde Yılmaz Bilgen imzalı önemli bir haber yayınlandı.
Konu, Suriye ve Irak’ta yaşanan süreç ile İsrail’in genişleme planlarının nasıl örtüştüğüydü.
Ha! Bir de İran’ın, -başta Suriye olmak üzere- bölgede yaptığı kıyımın, İsrail’in işini nasıl kolaylaştırdığı!
Acaba, Suriye’de olanların, İsrail istihbaratı ve Savunma Bakanlığına yakın internet sitelerinin yayınladığı Holly David Coridor (Davut Koridoru) projesi ile ilgisi var mıydı?
Suriye’den işgal ettiği Golan Tepelerine ‘iç savaş’ bahanesiyle temelli çöken Tel Aviv’in (ve elbette arkasındaki güçlerin) bundan sonraki adımlarının neler olabileceğine dair İsrail uzmanı araştırmacı Dr. Abdullah Manaz önemli bilgiler veriyordu.
Söylediği şuydu;
“Kürdistan ifadesi, siyonistlerin arzımevut emellerinin perdesidir. Buna bazen ‘Kürt koridoru’ bile dediler. Siyonistler, bu hayallerine ulaşmak için Ermeni ve Kürtleri kullanmayı temel strateji olarak benimsedi. Hatta İsrail, bu kapsamda Ermeni ve Kürtleri ‘kayıp 12. Yahudi Kabile sizsiniz’ yalanı ile farklı boyutlara taşıdı. İşte bu sebeple ASALA ve PKK aynı hedef için çalıştı. Buna Irak, İran ve Suriye’deki Kürtçü yapıları da dâhil etmek lazım. Şu an şartların olgunlaştığını düşündükleri için harekete geçtiler. Tel Aviv’den Golan, Süveyda, Tenef, Humus, Deyr ez-Zor hattından Haseke’ye ve oradan da Irak’a inecek Yahudi şeridini hayata geçirmeyi planlıyorlar. Amerika’nın Suriye’deki askerî yapılanması tam olarak bu koridor planına göre hazırlandı ve uygulanıyor."
***
Türkiye’nin eski Suriye Askerî Ataşesi, emekli Tümgeneral Esat Arslan da “Güneyden Türkiye sınırına inme ve daha sonra Bağdat’a genleşme hesapları yapıyorlar. Suriye’nin mevcut durumunu askerî açıdan fırsat olarak görüyorlar. Hatta şu an bu şeride yerleştirilecek Yahudilerin listesini çıkarıyorlar. Dera, Tenef, El Suhne Çölü, Deyr ez-Zor, Haseke ve Fırat-Dicle nehir boyu onlar için hayati önem taşıyor. Bu hat ünlü İngiliz ajanı Lawrence’in de çok ciddi mesai harcadığı bir proje” diyor ve Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi önlenmese, projenin çok daha hızlı ilerleyeceğine dikkat çekiyordu.
Nitekim devletimizin, cevabını 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Suriye operasyonlarına başlayarak verdiğini hatırlatmak isterim.
***
Peki, İsrail, ABD eş güdümü ile tatbik etmeye çalıştığı koridordan vazgeçti mi?
Hayır, nitekim PKK terör örgütüne bir orduya yetecek kadar silah yardımı yapmaya devam ediyor. Hatta iş insansız hava araçları, helikopter vermeye kadar geldi.
Şu tesadüfe bakın ki, 1 Ekim’de Ankara’ya düzenlenen bombalı saldırının ardından Türkiye yine Suriye’deki teröristleri, yani yukarıdaki amaç için kullanılan paralı askerleri, sahiplerine ait petrol tesislerini vurdu…
Tam bir hafta sonra, 7 Ekim’de ise Hamas İsrail’i vurdu!
Üstelik en fazla saldırı beklentisi olunması gereken sembolik bir tarihte, yani Yom Kippur’un 50. yıl dönümünde.
***
Sonra öğrendik ki, meğer Mısır istihbaratı, öncesinde İsrail’i ‘büyük bir saldırı olabilir’ diye uyarmış ama kulak asmamışlar!
Hem ‘dünyanın en iyisi’ diye övülen MOSSAD uyumuş, hem de CIA gibi müttefikleri!
Hamas iki yıl boyunca bu saldırıya hazırlanmış, ne hikmetse uyanmamışlar!
Bu kadarı tesadüf olduğuna göre, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun kısa süre önce New York’taki BM Genel Kurulunda gösterdiği Filistinsiz İsrail haritası da tesadüftür herhâlde!
***
Bu kadar tesadüf birleşince, İsrail’in 11 Eylül’ü oldu.
ABD’nin 11 Eylül’ü ile çokça benzeşir biçimde!
Demir Kubbe ile örülü, ‘kuş geçirmez’ denilen sınırı 7 Ekim sabahı baktık ki paramotorlu paraşütlerle onlarca Hamaslı geçiyor.
365 kilometrekarelik Gazze’yi avuç içine alan anlı-şanlı İsrail ise ortada yok!
Sonrası, dünyaya yayılan ‘sivillerin katledildiği’ dehşet görüntüleri.
***
Büyük planlar, haklı görülen ‘mucip sebep’lerle başlar.
Öyle olacak ki, “Durun, bu tuzak!” diyenlerin sayısı azalsın.
Hamas’ın ‘yüksek güvenlikli’ sınırı paramotorlarla, duvarları motosikletlerle aşması, sonrasında dünyaya yayılan sivil katliamı görüntüleri de öyle oldu.
Bunca yıldır İsrail tarafından çocuk-kadın demeden katledilen, insanlık tarihinin belki de en ağır zulmünü gören, evlerine, köylerine keyfî olarak el konulan, hapsedilen, insanlık dışı muamelelerle katledilen mazlum Filistinli siviller, bir günde ‘meşru hedef’ yapıldı dünya kamuoyunda.
Şimdi 2,5 milyon insanın elektriksiz, susuz, gıdasız ve ilaçsız sıkışıp kaldığı Gazze’ye her gün yüzlerce füze yağıyor, dünya sesini yükseltemiyor.
Peşinden kara harekâtı gelecek, belki Gazze de İsrail tarafından tamamen işgal edilecek.
Hatta İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yaptığı açıklamalara bakılırsa bununla da kalınmayacak, ABD’nin desteğiyle Orta Doğu’nun haritası değişecek!
Muhtemeldir ki, Suriye ve Lübnan ilk etapta yutulacak iki ülke.
Nitekim vurmaya başladılar bile.
İsrail “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” derken ne demek istiyormuş, belli oldu mu?
***
Ortada aklın ve mantığın almadığı bir durum varsa orada durup düşünmek lazım.
Bugün Filistinlilere yapılan zulmü ve soykırımı umursamayan alçaklar, yarın aynı zulmün kapısına dayanacağını idrak edemeyen ahmaklardır.
Ancak yukarıda bahsettiğimiz soruların cevabından emin olmadığı için uyaranları ‘İsrail yanlısı’ diye yaftalamak ise ancak bu amaca hizmet edenlerin işi olur.
Müslümanlar uyanık olmak zorunda.
Bakın, olan yine Gazzeli Müslüman kardeşlerimize, yıllardır görmediği zulüm, eziyet kalmayan insanlara oldu.
Hamas’ın bir yetkilisi açıklama yapmış; “İsrail saldıracaktı, ilk yumruğu biz attık” diyor.
Peki sonuç ne oldu?
Birileri bekliyor ki, Hamas uyduruk füzeleriyle İsrail’e diz çöktürsün!
Dilerim yanılan biz oluruz.”
************
Gelelim bugüne…
Üzücü ama maalesef yanılan biz olmadık.
O günden bu yana iyi olan tek şey var ki, Türkiye’nin müttefikleri kukla Şam rejimini devirdi, Türkiye’nin ‘gerektiğinde, en son çare olarak’ İsrail’in yayılmasını ve sınırlarına ulaşmasını Suriye topraklarında kesebileceği dost bir yönetim işbaşına geldi.
Nitekim, katil İsrail yönetiminin, güneyde Dürzileri kışkırtarak, bu bölgeyi terör örgütü PKK/YPG’nin çıkmamakta direttiği bölge ile birleştirme planı, Türkiye’nin kararlı operasyon hazırlığı ve diplomasi kanallarını etkin kullanması sayesinde şimdilik akamete uğradı.
Burada, (İsrail ve İngiltere’nin bütün kurgusunu etkileyen) ABD’deki yönetim değişikliğinin de ciddi etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Şayet Trump seçimi kazanmasaydı, bugün çok daha ciddi bir çatışma riskinden söz edebilirdik.
Ukrayna savaşını başlattığında Rusya Lideri Putin ne demişti; “Bize başka çare bırakmadılar”.
Belki bugün aynı şey bizim için geçerli olacaktı, şükür ki badire şimdilik atlatıldı.
Yarın ne olacağını kimse bilemez elbet, ancak şunu da unutmamak lazım ki Türkiye son 20 yılını savaşa hazırlıkla geçirdi.
İsrail’in (ve elbet ortada görünmemeye çabalayan İngilizlerin) Kürtleri kanlı planlarına alet etme hesabını bozan Terörsüz Türkiye çabaları da bunun bir aşaması…
Rusya-Ukrayna savaşı patladığında “Kayıtsız şartsız NATO’dan yana olmalıyız” diyen sözde milliyetçi Jön Türkler, şimdi terör örgütü PKK’ya silah bıraktırılmasından da rahatsız, her gün yeni bir fitne üreterek düşmanın çanağına su taşıma peşinde!
Biz bu tehditleri dile getirdiğimizde “dıj güçler”, “dış minnaklar” diye alaya alanlar da bunlar değil miydi zaten?
Şimdi milletimize söylesinler bakalım, beka tehlikesi var mıymış?
Hipersonik Türkiye, daha çok sürpriz yapacak!
24 Temmuz 2025 02:00 | Güncelleme: 24 Temmuz 2025 00:23
A -
A +
Aslında Cumhurbaşkanı’mız geçen ay vermişti işareti…
Malum, İsrail saldırıya geçtiğinde hava sahasında hâkimiyeti sağlayamayan Tahran yönetimi büyük zarar görürken, elindeki tek caydırıcı güç misilleme amaçlı fırlattığı hipersonik füzelerdi.
Nitekim uzun menzilli bu füzeler Demir Kubbe’yi çaresiz bırakmış, İsrail’de birçok nokta isabet almıştı.
O günlerde hepimizin aklında, Türkiye’nin bu güce sahip olup olmadığıyla ilgili sorular dolaşırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Haziran’daki kabine toplantısının ardından yüreklerimize su serpen şu tarihî açıklamayı yapıyordu;
“İsrail’in, İran’ın nükleer tesislerini hedef alma bahanesiyle başlattığı saldırıda sinsi planlarının olduğu anlaşılıyor.
Şayet siyasi, sosyal, ekonomik, askerî olarak güçlü değilseniz, kendinize yeterli değilseniz, caydırıcılık seviyesine ulaşamamışsanız işiniz çok zor.
Her an kendini sizden daha güçlü gören birisi tepenize yumruğu indirebilir, haraca bağlayabilir, zelil bir duruma düşürebilir.
Çok uzun olmayan bir süreçte, hiç ama hiç kimsenin bize efelenemeyeceği bir savunma kapasitesine ulaşacağız.
Elbette bu duruma düşmemek, kimilerinin yaptığı gibi lafla, edebiyatla olmuyor”.
***
Cumhurbaşkanı’mız bu kadarını söylemekle iktifa etti, ancak ‘çok uzun olmayan’ süreçte, kimseninbize efelenmeye cesaret edemeyeceği savunma teknolojisinin ne olduğu sorusu cevapsız kaldı.
Muhabir arkadaşımız Yeşim Eraslan, 18 Haziran’da gazetemizin manşetinde yer alan haberinde, iki bin kilometre ve üzeri menzilli füze geliştirme programının hızlandığını, Tayfun’un hipersonik hıza ulaştığını yazdı.
Ve önceki gün İstanbul’da başlayan Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’mızda Roketsan büyük sürprizini dünyaya duyurdu.
IDEF’te örtüsü açılan Türkiye’nin ilk balistik hipersonik füzesi Tayfun Block-4’ün menzilinin bin kilometrenin üzerinde olduğunu kestirmek mümkün, ancak bu konudaki bilgiler sır olduğu için net menzil açıklanmadı.
Yetkililerimizin verdiği bilgiye göre, Tayfun Block-4’ü durdurabilecek bir sistem henüz dünyada yok.
Gururla söyleyebileceğimiz bir şey var ki, bunları İran füzeleri ile de kıyaslamamak lazım, çünkü bizim teknolojimiz çok daha yüksekte.
***
Peki, Cumhurbaşkanı’mızın işaret ettiği ‘savunma kapasitemizin’ tamamı bu mudur? Elbette değil.
Yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki, Cenk isminde, daha ileri bir füze var sırada…
Ayrıca, Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, Çelik Kubbe sistemimizin de aktif hâle getirildiğini, sistem entegrasyonunun sürdüğünü söyledi.
Yani, İran gibi çaresiz durumda değiliz çok şükür, hava savunma sistemimiz aktif durumda, kademe kademe de kapasitesi artırılıyor.
Her şey kamuoyuna açıklanmadığı için, kapasitemizin hangi noktada olduğunu doğal olarak düşman da bilmiyor.
Öğrenmeye çabaladıklarını ise yakalanan hainlerden anlıyoruz.
Nitekim daha geçen ay Roketsan’a sızarak emrindeki örgüt üyelerini Aselsan gibi kurumlara yerleştiren ve yedi yıldır sahte isimlerle kaçmayı başaran FETÖ’cü İshak Uysal yakalandı.
İstihbaratımız köstebek hainlere göz açtırmıyor.
Dikkatinizi çekmiştir, İstanbul’daki savunma fuarında bu sürprizler açıklanırken, Suriye’de Millî İstihbarat Teşkilatı’mızın, Mossad’ın öldürmeye çalıştığı Cumhurbaşkanı Şara’ya yönelik üç suikast planını bozduğunu İsrail medyası yazdı.
Aynı gün Dışişleri Bakanı’mız Hakan Fidan da İsrail’e “Suriye’yi bölmeye kalkışırsanız, bunu millî güvenliğimize doğrudan tehdit algılar ve müdahale ederiz” restini çekti.
Şu olanlar, bize neyi gösteriyor?
Etrafımızda artan tehlikeyi ve buna karşın Türkiye’nin ulaştığı kapasiteyi…
Dahası da olacak mı? Elbette.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Çok uzun olmayan bir süreçte, hiç ama hiç kimsenin bize efelenemeyeceği bir savunma kapasitesine ulaşacağız” derken, yaptığı çok ama çok önemli bir uyarı da vardı… Şöyle diyordu;
“İsrail her zulmüyle kendi varlığını ve toplumunun geleceğini riske atmaktadır.
Bölgemizin hakikatleri gözetilmeden atılan her adım, ileride yaşanacak başka felaketlere davetiye çıkartır.
Bu felaketler de genellikle zalimlerin bertaraf olmasıyla sonuçlanır.
İsrail yaptığı her zulümle kendi varlığını ve toplumunu riske atıyor.
Zulmün sonu derin pişmanlıktır.
İsrail ileride ne yaptığının farkına varacak ama iş işten geçmiş olacak.”
***
Bilen bilir…
Recep Tayyip Erdoğan boşa konuşmaz.
Bugüne kadar söylediklerini dikkate almayanlar çok yanıldı.
Dinlemezse, İsrail de elbet dersini alacak.
İsrail’in şımartmasıyla Türkiye’nin gösterdiği sabrı istismar eden YPG gibi terör örgütleri ise şayet akıllarını başlarına almazlarsa er ya da geç bu yaptıklarının neticesini görecek.