İYİ GÜZEL DOĞRU (9)
✓ Osmanlı Devletimiz; 14.asrın başlarında kuruldu. Bu mübarek Devletimizin temelleri; Hâlis-Muhlis olarak, yâni kökleri; Orta Asya'da biz Türklerin Kayı boyuna ve islâm olarak da, Haremeyn-i şerifeyn'nimiz Mekke-Medineye, Asr-ı Saadetteki ehl-i sünnet Müslümanlığına uzanan, soylu/asil Türk Atamız Osman Gazi tarafından atıldı ve evlatları tarafından 6 asır yaşatıldı. Allahü teâlâ cümlesine rahmetler eylesin. Şükranla, minnetle yâd ediyoruz.
✓ Osmanlı devleti islâm şeriatı üzerine bina oldu. Bütün devlet kurumları/müesseseleri hep bu şeriat gözetilerek çalıştı, hizmet verdi. Temeller sağlam olunca da asırlar boyu hükümran olan devletimiz şanla, şerefle, huzurla ve adaletle yaşadı...
✓ Osmanlı Sultanlarının tamamı, islâmiyyetten kıl ucu kadar ayrılmadılar. Yavuz Sultan Selim han islâm halifesi oldu. Böylece, tâkip eden Sultanların hepsi islâm halifesi olarak da, islâmiyete çok büyük hizmetler yaptılar. Bütün Müslümanların gözbebeği oldular.
✓ Osmanlı Devletimiz, ehl-i sünnet itikat ve mezhebindeydi. Yani, sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın sünnet-i seniyyesine tam bağlıydı. Bu mezhebi kurmayı, Allahü teâlâ, İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe Numan bin Sâbit hazretlerine nasip etti. İmâm-ı Mâturîdi hazretleri de, bu mezhebin itikat esaslarını ortaya koydu. (Diğer üç mezhep de ehl-i sünnettir. İlmihal kitaplarında Mezhepler rahmettir buyruluyor. Tafsilat oradan okunabilir.)
✓ Osmanlı devletimizdeki, Mektep, Medrese, Tekke gibi müesseselerin hepsi islâmi kurallar, kâideler ve hassasiyetlerle kuruldu. Hepsi de, altı asır çok büyük hizmetler yaptılar.
✓ 19.yy.dan itibaren, Osmanlıya sızan içerden/dışardan hâin ve düşman eller, önce, yukarda adı geçen müesseseleri yıkmaya başladılar. Bu bozulan yerlerden çıkanlar da, Devleti yıkıma kadar götürdüler.
✓ Bize okullarda, tarih derslerinde "cumhuriyetin saltanatı boğduğu" okutulurdu. "Saltanat" kelimesini bilmediğim için, çok kötü birşey zannederdim. Sonra öğrendim ki, sultanlık/hükümdarlık/padişahlık demekmiş. Altı asır devleti/teb'ayı/milleti huzurla, dirayetle, saadetle, adaletle idare eden Osmanlı Sultanlarını karalamaya kalkmanın hiçbir izâhı olamaz. Nitekim, artık bütün gerçekler, Tarihî hakikatler bir bir gün yüzüne çıkıyor, yazılıyor, anlatılıyor.
✓ Medrese, Tekke, Şeriat kelimeleri de, yeni rejim tarafından istismar edilmiştir. Medreseler, tam bir ilim yuvası ve merkeziydi. Zamanımıza kadar gelen ehl-i sünnet fıkıh/ilmihal kitapları bu Medreselerde yetişen büyük islâm âlimleri tarafından yazıldı. Atalarımız, dedelerimiz bu kitapları okuyarak İslâmı yaşadılar ve güzel dinimiz islâmiyet böylece bozulmadan bizlere kadar geldi.
✓ Yıllar önce duymuştum; İmam Hatip okullarındaki bazı kendinden habersiz Müslüman evlatları ve hatta öğretmenleri bu büyük islâm âlimlerine "dil uzatma" cüretinde bulunabiliyorlarmış. Meselâ; "İmâm-ı Âzam da kim oluyormuş! Ben fen dersleri okuyorum!" diyenler bile varmış. Tabiî ki, Tarihten, dinden haberi olmayınca, böyle zavallılar ortaya çıkabiliyor.
✓ Şeriat demek, İslamiyet demektir. Sinsi diye, bu kelimeyi Müslüman evlatlarına yanlış anlatanlara denir. Câhilleri nasıl kandıracaklar.!? İslâmiyet dese, foyası hemen meydana çıkacak. Onun için, gizli ve derin yolları seçiyorlar, aldatmakla, yalanla uğraşıyorlar.
✓ Tekke'lere de çok saldırıyorlar. Osmanlı'da Tekkel'er; Ruhun, Kemal'e gelmesine, nefsin tezkiyesine, kalbin temizlenmesine ve böylece Müslümanın bütün ibadetlerini bu ruh olgunluğu ile seve seve, hiçbir zorlama olmadan yapması için tamamen şeriate/islâmiyete uygun yüksek ihtisas müesseseleriydi. Tekke şeyhleri/başkanları/reisleri Mürşid-i kâmil hoca efendilerdi. Tasavvuf erbabının güzide mekanları, Tarikat Ehlinin, Allahü teâlâ yolunda ilerlediği, zikrin zirve yaptığı gönül otağıydılar.
✓ "Cumhuriyet idaresi Tekkeleri kapattı" diye bizlere okullarda öğrettiler. Böylece zihinlerimizde kötü bir Tekke imajı oluşturdular. Gerçi, yukarda saydığımız Osmanlı müesseselerine, 19.yy.dan itibaren sızan İngiliz Muhibbi mason paşalar ve adamları buraları zaten bozmuşlar, fonksiyonlarını kaybettirmişlerdi. Dolayısıyla bu güzide kurumları bozanlar, yıkanlar ve kapısına kilit asıp kapatanlar aynı çevreler, aynı zihniyettir.
(Devam ederiz inşallah)
Saîd Yolaçan
Araştırmacı Yazar
.İYİ GÜZEL DOĞRU (4)
✓ "İyinin, güzelin ve doğrunun düşmanının çok olması" gerçeğini herkes biliyor ve görüyor. Halbuki, tam tersi olması lâzım, değil mi? Yani, dostunun çok olması gerekir... Hayır efendim! Bu imtihan dünyasında, hepimize musallat olan/olabilen içimizde taşıdığımız nefis denen azılı bir düşman ve en az bunun kadar tehlikeli şeytân-ı lâin var. Her ikisi de, Allahü teâlânın düşmanı olarak, bizleri yoldan çıkarmak ve kendileri gibi yapmak için, var güçleri ile çalışıyorlar. Allah şerlerinden korusun. Gene, zamanımızda sayıları bir hayli artmış olan kötü arkadaş şeytanları var ki, sakınmak, korunmak ve uzaklaşmak çok zorlaşmıştır. Eskiden, daha çok insandan olanları vardı ve tanımak, uzak durmak kolaydı. Şimdilerin dünyasında, her türlü neşriyatla saldırıyorlar. Kitap, gazete, dergi, TV, bilgisayar artık kötü arkadaşlıkta başı çekiyorlar. Onun için, güzel dinimizin iyiliklerini, doğrularını çok iyi öğrenip, öğretip, öğrendiklerimizi tam yaşamamız gerekiyor.
✓ Devletin idaresi laik batı kanunlarının elindedir. Memleketimizin durumu "dâr-ül islâmdır" Yani, İslâm devletimiz tarafından fethedilerek, Müslümanlara vatan edinilmiştir. Her karış toprağı şüheda kanlarıyla yoğrulmuştur. Kıyamete kadar bu vatan Müslüman memleketidir. İşte, haçlı dünyası bunu çok iyi bildiği için, güzel Vatanımı, Memleketim Türkiye'mi Müslümansızlaştırmaya çalışıyorlar.
✓ Bu hareketin başlangıcı, 1909 harekat ordusunun Sultan Abdülhamid Hanın elinden, tahtının alınması iledir. Yani, islâm devleti olan Osmanlının; sinsi Batılı haçlıların girişimi ve İttihat Terakki isimli ahmak, hâin maşaların kullanılmasıyla yıkılmasına start verilmiştir.
✓ 1923'te tamamen Batı kanunlarına adapte bir cumhuriyet kuruldu. Altı asırlık bir devleti huzurla, saadetle devam ettiren kanunlar kaldırıldı, insan kafasından çıkma kanunlar yürürlüğe kondu.
✓ Üstad Necip Fazıl'ın :"Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısrasında dile getirdiği durumlara düşürüldük.
✓ "Hâşâ, kuluna aslâ zulüm etmez Hüdası/Kulunun çektiği kendi işinin cezası" mısralarında da ifade edildiği gibi, kendimizi hesaba çekmemiz gerekiyor.
Abdülhamid Hanın kıymetini bilmedik demek ki, bu işler başımıza geldi...
✓ Batı Haçlı dünyası, Masonlar, Siyonistler, ateistler, laik batıcılar, putperestler, felsefeciler hepsi islâmı memleketimden atmak, yok etmek için el birliği, güç birliği yaptılar. Şu zaman olmuş, bu düşüncelerinden ve fiillerinden geri adım atmayı bırakın, daha çok hırslanmış ve kinlenmiş olarak saldırıyorlar, saldırı hazırlıkları yapıyorlar.
✓ Yüz senedir Müslümanlar aşağılandı, horlandı, dinini öğrenmesi yasaklandı, dinde reform adı altında din tahripçileri türedi, camilerimiz ortadan kaldırılmaya çalışıldı, mezhepsizlikler çoğaldı, ilahiyat ve din tedrisatı yapılan okullar laikliğe göre dizayn edildi. Hepinizin bildiği daha ne zulümlere maruz kalan bu mübarek Memleketimiz Türkiye'nin bir avuç ehl-i sünnet Müslümanlarıyız. Birbirimizin kıymetini daha çok bilelim, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olalım.
✓ Memleketimizi, devletimizi iyi tanımamız îcâbediyor. "Müslümana câhil denmez!" Buyruluyor. Neden? Çünkü, Müslüman câhil olmaz da ondan! Dinini iyi ve doğru öğrenir, tam ve eksiksiz yaşar. Onun-bunun câhilce laflarına kanmaz.
✓ Her geçen gün dünyanın ahvali biraz daha bozuluyor, kötüye gidiyor. Geçmiş senelerde bir "haşama" dedikleri kısa bir giysi çıktı. Diz altındaydı. Şimdi bakıyorum, diz üstünü de çoktan aştı. Hanefi mezhebinde diz avrettir. Yani, nâmahreme karşı kapalı olması gerekir. Onun için ehli-i sünnet Müslümanların çevreye aldanarak dinimizin bu hükmünü ihlal etmemeleri gerekir. Haram demek ateş demektir. Çok sakınılmalıdır. İmâm-ı Rabbanî hazretleri buyuruyorlar ki; "Günahın küçüğü de büyüktür. Çünkü, yüce Yaratanımız Allahü teâlâya karşı işleniyor, olmasıdır"
(Devam ederiz inşallah!)
Saîd Yolaçan
Araştırmacı Yazar
.Yİ, GÜZEL, DOĞRU (3)
✓ Zamanımızda, hac-umre ibâdeti için gidenler, dönüşlerinde, Vehhâbî Suûdi idâresinin, ehl-i sünnete uymayan işlerinden şikayet ediyorlar. Meselâ: Mescid-i Nebevide sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın mübarek kabr-i şeriflerinde dua eden müslümanları "şirk şirk" diyerek uzaklaştırmaya çalışan Suudi görevliler varmış. Medine-i münevveredeki Eshâb-ı kiram efendilerimizin medfun bulunduğu cennet-ül bâki kabristanını yerle bir etmişler. Bunları hepimiz hacı kardeşlerimizden, gözyaşlarımızı içimize akıtarak dinledik/dinliyoruz. İnşallah, bu mübarek beldelere bir sahip çıkan olur, mahzun Kâbemiz de kurtulur.
✓ Vehhabiliği benimsemiş Suûdi vatandaşlarının, saygı ve edep gösterilmesi gereken birçok şeyleri terk ettikleri de görülüyormuş. Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'i göbekten aşağı tutmak; başının altına yastık yaparak yatmak; Kâbe-i şerife karşı ayaklarını uzatmak gibi, güzel dinimiz islâmiyetin aslâ kabûl etmeyeceği çirkinlikleri rahatlıkla işliyorlarmış...
✓ Yıllarca önce, hacdan dönen mübârek bir amcayı ziyarete gitmiştim. Kendisi seyyid idi. Haremeynde bir Arapla karşılaşmış. Sohbet etmeye başlamışlar. Konuşmalarından Türkiye'ye , daha doğrusu Osmanlıya karşı olduğu anlaşılıyormuş. Bir ara: "Biz Necd'li Arablar Muhammed peygamberi sevmeyiz. Çünkü, o bizi sevmezdi!" deyivermiş. Hacı Amca diyor ki: "Bu hezeyan karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Beynimden vurulmuşa döndüm. Sükût edip, hemen oradan uzaklaştım!"
Allahü teâlâ bu sapkın bidatçıların şerrinden bütün Müslümanları korusun. Âmin!
✓ Bugünkü Suûdi devletinin kökü, Osmanlı sultanı 1.Mahmud Han zamanına kadar gider. Necd'li Suûdiler ilk isyan bayrağını o zaman açtılar. Nasihatla yola getirilmeye çalışılan bu iflah olmaz kavim, 2.Mahmud Han zamanında tam bela oldu. Mısır Hidivi Mehmed Ali paşaya, bunları yola getirme vazifesi verildi. Kısmen sükûnet sağlandı. Lâkin, fitne ateşi durmadı ve nihayet bu mübarek beldeleri ele geçirdiler. 1.Dünya savaşından sonra da İngilizlerle birlikte Suudi Vehhâbî Devletini resmen kurdular.
✓ Biliyorsunuz, İngiliz casusu Hempfer Muhammed bin Abdülvehhap ismindeki bir Arap gencini ele geçirerek, bunun ehl-i sünnet dışı düşüncelerini yaymaya başlamıştı.(Hakikat kitabevimizin İngiliz casusu Hempferin hatıraları kitabında geniş malumat vardır) İşte, bu düşüncelere Suûdi devleti sahip çıkarak, devletin anayasası yapmıştır.
✓ Şu hususu, açık ve net olarak söyleyebiliriz; bu Vehhabilik olsun, râfizî şialık olsun ve diğerleri hepsi ehli sünnet islâm devletlerinin zayıf zamanlarında ortaya çıkmıştır. Meselâ, mezhepsizliğin elebaşı İbn-i Teymiyye Selçuklunun son zamanlarında çıkmıştır.
✓ İslâma en büyük zararı bu bidat fırkaları vermiş ve vermeye devam etmektedirler. Bunların bir özelliği de, kendi aralarında bölüne bölüne, Hadîs-i şerifte buyrulduğu gibi; "yetmişiki fırka" olmuşlardır.
✓ İslâm Âlimleri: "Hakk yolda bölünme olmaz!" buyuruyorlar. Yani, hakiki ehl-i sünnet yolunda bölümme, parçalanma olmaz. Ehl-i sünnetim deyip de, kendi başına buyruk hareket edenler, yani, ehl-i sünnetin gün gibi âşikar buyruklarına uymayanlar, artık saf değiştirmiş oluyorlar. Dolayısıyla bu hareketler ehl-i sünneti bölme manasına alınamaz.
(Devam ederiz inşallah)
Saîd Yolaçan
Araştırmacı Yazar
.MÜSLÜMANIN İŞİ HEM ÇOK KOLAY VE HEM DE ÇOK ZOR...
Kolaylığı şu ki, bir kelime-i tevhidi, yâni, "Lâ ilâhe illallah Muhammeden-resûlullah" diyerek, îman edip herhangibir formaliteye, bir yere başvurmadan Müslüman olunmasıdır. Bundan daha kolay ne olabilir ki..!
Esas olan kalb ile, yani kalbden gelerek îman edip, bunu diliyle söyleyerek de belli etmektir.
Tabiî ki, îman edip İslâm'a giren her Müslüman artık bu mübarek dinini en iyi şekilde öğrenmek ve öğrendiklerinin gereğini yapmakla mükellef oluyor... Çünkü, "İslamiyet, ilim dinidir, ilmin olduğu yerde vardır, ilmin olmadığı yerde yoktur" hükmü vardır.
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselamı yarattığı zaman; akıl, îman ve hayâ'dan birini seçmesini istiyor. Âdem aleyhisselam aklı seçiyor. Arkasından îman "ben aklın yanındayım" diyerek, aklın yanına geliyor. Arkasından, hâyâ da aynı şekilde akıl ve îmanın yanında olmam gerekir, diyerek tercihini yapıyor.
Bütün bunları; büyük islâm âlimlerinin biz Müslümanlara merhameten, yani, "Aman, Müslüman kardeşlerimiz dinlerini iyi öğrensinler, iyi yaşasınlar ve ahirette de sıkıntıya düşmesinler" diye, istirahetlerini feda ederek, gece gündüz bıkmadan, usanmadan, hiçbir dünya menfeati düşünmeden büyük bir çalışma neticesinde ortaya koydukları ilmihâl kitaplarından öğreniyoruz.
İşte, Osmanlı devletimizin Müslümanları böyle idiler.
İlmihâl bilgisi olmazsa olmazlarıydı. Herkes, ilmihâlini, beşikten mezara kadar öğreniyor ve yaşıyordu. İslâmiyete(Şerîâte) uymamak diye birşey yoktu. Emr-i ma'ruf ve nehyi anil münker, Müslüman kardeşliğinin şiarıydı. İslâmın şartlarından Namazsız bir müslümanlık akıllara bile gelmezdi.
İslâm medeniyeti câmi, mektep, medrese, tekke ve vakıf gibi müessseleriyle bir bütünlük arzediyordu. Yerleşim yerleri, mahalleler camilerin etrafında teşekkül ediyor; eğitim-öğretim, yani maarif mektep ve medreselerden yayılıyor; kalplerin terbiyesi ve ruhun olgunlaşması tekke denen mübarek müesselerde hayat buluyor ve vakıflar eliyle de bütün bu müessselerin devamı sağlanıyordu.
İlay-ı kelimetullah, yani Allahü teâlânın ismini ve mübarek dini İslâmı bütün insanlara tebliğ etmek, duyurmak vazifesi de İslâm devletinin en başta gelen vazifesiydi...
İslâm cemiyeti, "almanın değil vermenin" derdindeydi. Yani, "kendi için istediğini başkası içinde istemek, istemediğini istememek" gibi büyük bir ahlâkî anlayışa sahipti.
Onun için, islâm devletinin cihad çağrısına, Allah rızasının dışında, zerre kadar bir menfeat düşünmeden koşan Müslümanlar, gerekirse canını dahî seve seve veriyordu. Çünkü, zerre kadar menfeatın ihlasını bozduğuna inanıyordu.
Bütün bu güzellik ve özellikler böyle devam ederken, 19'uncu yüzyılın başlarından itibaren, içimize sızan hâin eller, yukarda adı geçen ve toplumun temelini oluşturan müesseseleri yıkmaya ve ilmihâlleri ortadan kaldırmaya başladılar.
1923'den itibaren tamamen ortadan kaldırdılar. En sona camileri bıraktılar ama, ortadan kaldırmaya güçleri yetmedi. Lâkin, ehl-i sünnet dışı Müslümanları kullanarak, sinsi sinsi yıkmaya uğraşıyorlar. Meselâ, câmilere, kilise gibi sıra koymağa, tabure sokmaya, minareleri hoparlör direği gibi kullanmaya başladılar.
Bırakınız tarikatı, islâmiyyetten bile çok haberi olmayan ve kendilerine şeyh yakıştırması yapan, bulundukları yere Tekke süsü veren sözde din adamları da çıktı.
Fetö, Deaş gibi haçlı&siyonist ittifakının müslüman diye içimize soktuğu hainlerin İslâm'a verdikleri zararı hepimiz ibretle seyrediyoruz.
Ehl-i sünnet demek, elinde, sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın 1400 sene önce ortaya koyduğu ve müctehid islâm âlimleri olan selef-i sâlihin efendilerimiz tarafından bizlere kadar gelen ölçü, miyar ve mihenk taşı vardır. Güzel dinimiz çok şeffaftır. Açıklanmadık, izah edilmedik karanlık hiçbir husus yoktur. İlmihal kitablarımız bunları yazıyor...
Bu kitaplardan habersiz olunca, mezhepsizlik, modernistlik, mealcilik, reformculuk, bidatçilik belaları müslümanları günün birinde mutlaka yakalar.
Kalp, ruh, nefis, şeytan gibi mevzular o kadar ince ve hassas mevzular ki, bunları, bizim anlamaya çalışmamız hiç mümkün değildir.
Zamanımızdan hicrî 5 asır önce, 2 cilt Mektûbat isimli şeriat ve tarikat bilgilerini cem eden eseri ile gönüllerde taht kuran büyük islâm âlimi İmâm-ı Rabbani müceddid-i elfi sâni Ahmed Farûki hazretlerinin kitabını bereketlenmek için bile okumak bu zaman için en büyük nimet ve Allahü teâlânın ihsanıdır. Lâkin, gelin görün ki, ilahiyatçı diye ortaya çıkan bazıları bu mübarek esere bile dil uzatıyor.
Akıl, iyiyi doğrudan ayıran manevi bir varlıktır ve zeka gibi beyinde yer alır. Kalb denilen manevi güç yürekte yer alır. Ruh, elektriğin ampülde bulunması gibi hayatiyetimizi devam ettiren manevi bir varlıktır ve tamamen Allahü teâlânın elinde, tasarrufundadır. Bunları da İlmihalden öğreniyoruz. Şimdi, adam çıkıyor, bu manevi ilimlerden tamamen habersiz ve adına psikolog dedikleri Batılılardan bunları öğreniyor veya öğretiliyor. Bunların kendilerine faydası yok ki, başkalarına olsun.
Onun için, kıymetli arkadaşlarım, Hakikat Kitabevi Neşriyatı kitabları çok ve dikkatli okunmak lâzımdır.
Bu kitablar hem bilgi sahibi olmamızı ve hem de kalb, ruh ve beden sağlığımız için çok faideler sağlar. Hem de, zamanımızın küfr, fısk ve bidat salgınlarından, korkunç sellerinden korur, inşallah..!
Saîd Yolaçan
Araştırmacı Yazar
.
Yİ GÜZEL DOĞRU (7)
✓ Zamanımız Müslümanlarının ekserisi, mâlesef, ehl-i sünnet itikat ve ameli konusundan bîhaberdir. Sorsanız: "Sünniyim!" cevabını alabilirsiniz ama, gidişatının hiç de böyle olmadığı da pek aşikardır... Vatandaş ne yapsın.!? Koskoca Diyanet teşkilatı bile "sünnîyiz" diyor ama, çıkardığı kitaplarda, yaptığı uygulamalarda ne kadar sözünde durduğu ayan-beyan ortadadır. Bidatler ortalığı kaplamış, mezhepsizlik başını almış gitmiş, hiç umurlarında değildir. Câmi/mescit minberleri nutuk kürsüsü olmuş, sünnete uygun hutbe unutulmuştur. Halbuki, hutbede sadece emr-i mâruf ve nehy-i anıl münkerden bahsedilir ve Arabîdir. Minareler, hoparlör direğine döndürülmüş, sünnet olan ezandaki huşû, huzur, mânevi tesir ve mânâ kaybolmaya yüz tutmuştur...
✓ Onun için diyoruz ki, ehl-i sünnet Müslümanlarının yaşadığı mübarek, güzel Türkiye'mizde, ondört asırdan beri gelen islâm dinimizi iyi-doğru öğrenelim, öğretelim ve yaşayalım...
✓ Çevremize bakıyoruz; yolda-yolakta, belli ki, tesettüre uymak istediği anlaşılan genç kızlarımız vardır. Çok şükür "tesettüre" tam riâyet edenler çoğunlukta ama, bazıları var ki, sanki, sâdece örtünmüş olmak için giyinip kuşanıyorlar. İslâm tesettürünün, yanlarına hiç uğramadığı anlaşılıyor. O zaman, herkesin kendi kafasına göre takıldığı bir din/tesettür anlayışı ortaya çıkar ki, bunun adı da zaten İslâmiyet olmaz.
✓ Âhir zamanda Bidatlerin( Dinimizde olmayıp da, sonradan ortaya çıkarılan ve ibâdete karıştırılan/ibadet olarak yapılan bozukluklar) yayılacağı ilmihallerde yazıyor. Bidatlerin en kötüsü de, itikatta(iman edilecek hususlarda ehl-i sünnetten ayrılmak) olanıdır ki, çoğunun sonu dalaletten çıkıp küfre kadar gidiyor...
✓ Zamanımız ehl-i sünnet Müslümanlarını, mâlesef, bu bidatler kuşatmıştır. Bidatleri hiç farkında olmadan ibadet olarak yapıyorlar...
✓ Vehhabilik ve Şialık en yaygın kötü bidat fırkalarıdır. Mesela, hac-umre için Haremeyn'e giden Müslümanlar Vehhâbî Bidatlerini yakinen görüyorlar. Lâkin, bu bidat fırkaları hakkında bilgisi olmayıp da, vehhabiliğe karşı bir sempati duyanların îmanları tehlikededir...
✓ Zaman zaman okuyoruz, beyanat verenlere bakıyoruz, Şia İran devletinin ismindeki "islâm" kelimesine aldanıyorlar ve bidat fırkasına sevgi gösterisinde bulunuyorlar. Bu muhabbet insanı hem ehl-i sünnetten çıkarır ve hem de cehennemde yakar...
✓ İran'da Şah rejimini devirip, başa geçen Humeyni'nin ilk beyanatı: "Şah'ın zulmü, Ömeri'n zulmünü geçmişti!" olmuştu. Hazret-i Ömer "Radiyallahü anh" efendimizi, cümle âlem, birçok üstünlüklerinin yanında, "adâleti" ile de tanır. Eshâb-ı kiram efendilerimizden dört göz bebeği büyüğümüz, sevgililer sevgilisi sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın halîfesine böyle alçakça, kindarca saldıran, dil uzatan bir adamda Müslümanlık kalmış mıdır ve bunun neresi Müslümanlıktır..!?
(Devam ederiz inşallah)
Saîd Yolaçan
Araştırmacı Yazar
.xxxxxxxxxxxxxxxx
.Osmanlı İdaresinde
Musul (1523-1639)
(Genişletilmiş İkinci Baskı)
Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ
DOI: https://dx.doi.org/10.5281/zenodo.10407929
Copyright © 2023 by iksad publishing house
All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, distributed or transmitted in any form or by
any means, including photocopying, recording or other electronic or mechanical methods, without the prior written
permission of the publisher,
except in the case of
brief quotations embodied in critical reviews and certain other
noncommercial uses permitted by copyright law. Institution of Economic
Development and Social
Researches Publications®
(The Licence Number of Publicator: 2014/31220)
TÜRKİYE TR: +90 342 606 06 75
USA: +1 631 685 0 853
E mail: iksadyayinevi@gmail.com
www.iksadyayinevi.com
It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules.
Iksad Publications – 2023©
ISBN: 978-625-367-515-8
Cover Design: İbrahim KAYA
December / 2023
Ankara / Türkiye
Size= 21x29,7cm
ÖNSÖZ......................................................................................................................... XX
KISALTMALAR......................................................................................................... XXI
GİRİŞ........................................................................................................................ XXIII
1. KONU VE KAYNAKLAR.......................................................................... XXIII
1.1. Konu.............................................................................................................. XXIII
1.2. Kaynaklar...................................................................................................... XXIV
1.2.1. Arşiv Kaynakları..................................................................................... XXIV
1.2.1.1. Tahrir Defterleri.............................................................................. XXV
1.2.1.1.1. BA. TD. 998 (1523 / 929)......................................................... XXV
1.2.1.1.2. BA. TD. 195 (1540 / 946)........................................................ XXVI
1.2.1.1.3. BA. TD. 308 (1558 / 965)........................................................ XXVI
1.2.1.1.4. BA. TD. 660 (1575 / 983).......................................................XXVII
1.2.1.1.5. TKGM., TD., 282 (1575 / 983)...............................................XXVII
1.2.1.1.6. TKGM., TD., 120 (1575 / 983)............................................. XXVIII
1.2.2. Ruznamçe (Timar-Zeamet Tevcih) Defterleri ..................................... XXVIII
1.2.3. Sancak Tevcih Defterleri ..................................................................... XXVIII
1.2.4. Mühimme Defterleri ............................................................................ XXVIII
1.2.5. Ahkâm Defterleri .................................................................................... XXIX
1.2.6. Divân-ı Hümâyûn, Divan ve Ruûs Kalemi Defterleri ............................ XXIX
1.2.7. Mevâcib Defterleri.................................................................................. XXIX
1.2.8. Emir ve Fermanlar .................................................................................. XXIX
1.2.9. Evkaf Defterleri ...................................................................................... XXIX
1.3. Vekayinâmeler, Seyahatnâmeler ve Risâleler ............................................... XXX
1.3.1. Vekayinâmeler......................................................................................... XXX
1.3.2. Seyahatnâmeler........................................................................................ XXX
1.3.3. Risâleler .................................................................................................. XXXI
1.4. Arkeolojik Araştırmalar................................................................................ XXXI
1.5. Tetkik Eserler................................................................................................ XXXI
BİRİNCİ BÖLÜM 1
MUSUL'UN TARİHİ GELİŞİMİ1
1. MUSUL ADININ MENŞEİ ................................................................................. 1
İÇİNDEKİLER
II
2. TARİHTE MUSUL .............................................................................................. 2
2.1. Eskiçağlarda Musul............................................................................................... 2
2.2. İslâm Hakimiyeti Döneminde Musul.................................................................... 4
2.3. Emeviler Dönemi.................................................................................................. 5
2.4. Abbasiler Dönemi................................................................................................. 5
2.5. Hamdaniler Dönemi.............................................................................................. 6
2.6. Ukayliler Dönemi ................................................................................................. 7
2.7. Büyük Selçuklular Dönemi................................................................................... 8
2.8. Irak Selçukluları Dönemi.................................................................................... 12
2.9. Zengiler Dönemi ................................................................................................. 13
2.10. İlhanlılar Devri................................................................................................ 15
2.11. Celayirliler Devri ........................................................................................... 17
2.12. Karakoyunlular Dönemi ................................................................................. 19
2.13. Akkoyunlular Dönemi .................................................................................... 20
2.14. Safeviler Dönemi ............................................................................................ 22
2.15. Osmanlılar Döneminde Musul........................................................................ 23
İKİNCİ BÖLÜM
İDÂRÎ YAPI
1. OSMANLI İDÂRÎ TEŞKİLÂTI......................................................................... 28
2. MUSUL SANCAĞI............................................................................................ 30
2.1. Coğrafî Konumu ................................................................................................. 30
2.2. İdarî Durumu (1523-1586).................................................................................. 31
2.3. Musul Sancağının İdârî Taksimatı (1523-1575)................................................. 34
2.3.1. 1523 Tahririne Göre İdarî Taksimat ............................................................. 34
2.3.1.1. Musul Nahiyesi.................................................................................... 34
2.3.1.2. Ayn-Safna Nahiyesi............................................................................. 34
2.3.2. 1540, 1558 ve 1575 Tahrirlerine Göre İdari Taksimat ................................. 34
2.3.2.1. Musul Nahiyesi.................................................................................... 35
2.3.2.2. Ayn-Safna Nahiyesi............................................................................. 35
2.3.2.3. Deyr-Maklub Nahiyesi ........................................................................ 35
2.3.2.4. Acuz Nahiyesi...................................................................................... 35
3. MUSUL EYALETİ (1586-1639) (MUSUL EYALETİNİN İDÂRÎ
III
TAKSİMATI)................................................................................................................. 37
4. SANCAK VE EYALET YÖNETİMİ (GÖREVLİLER) ..................................... 5
4.1. Ümera (Ehl-i Örf) ................................................................................................. 5
4.1.1. Beylerbeyi....................................................................................................... 5
4.1.2. Musul Beylerbeyleri ....................................................................................... 7
4.1.3. Sancakbeyi.................................................................................................... 10
4.1.4. Musul Sancakbeyleri..................................................................................... 10
4.1.5. Alaybeyi (Mir-alây)...................................................................................... 14
4.1.6. Çeribaşı (Serasker)........................................................................................ 16
4.1.7. Çavuşlar ........................................................................................................ 16
4.1.8. Dizdâr............................................................................................................ 17
4.1.9. Kale Görevlileri (Mustahfızlar, Azebler ve Dergâh-ı Ali Yeniçerileri) ....... 18
4.1.9.1. Mustahfızlar......................................................................................... 18
4.1.9.2. Azebler................................................................................................. 18
4.1.9.3. Dergâh-ı Ali Yeniçerileri..................................................................... 19
4.1.10. Defterdar................................................................................................. 20
4.1.11. Şehir Kethüdası....................................................................................... 21
4.1.12. Sübaşı...................................................................................................... 22
4.1.13. Asesler .................................................................................................... 23
4.1.14. Muhtesib ................................................................................................. 23
4.1.15. Mahalle İmâmları.................................................................................... 24
4.1.16. Esnaf Yöneticileri ................................................................................... 25
4.1.17. Diğer Görevliler...................................................................................... 25
4.1.17.1. Mütesellim ........................................................................................... 25
4.1.17.2. Şahne.................................................................................................... 26
4.2. Ülemâ (Ehl-i İlm)................................................................................................ 26
4.2.1. Kadı............................................................................................................... 26
4.2.2. Toprak Kadısı ............................................................................................... 29
4.2.3. Müderrisler.................................................................................................... 29
4.2.4. Müftü ............................................................................................................ 30
4.2.5. Nakibü'l-Eşraf Kaymakamı .......................................................................... 30
4.2.6. Diğer Dinî ve Vakıf Görevlileri.................................................................... 31
4.2.7. Zimmî Din Adamları .................................................................................... 31
IV
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ŞEHRİN FİZİKİ DURUMU
1. ŞEHRİN KONUMU VE GENEL GÖRÜNÜŞÜ ............................................... 32
2. MUSUL KALELERİ.......................................................................................... 33
2.1. Batı veya Aburi Kalesi........................................................................................ 33
2.2. Baştabya Kalesi................................................................................................... 33
2.3. İç Kale................................................................................................................. 34
2.3.1. Surlar............................................................................................................. 35
2.3.2. Surun Kapıları............................................................................................... 37
2.3.2.1. Köprü Kapısı (Bâbü'l-Cisr).................................................................. 37
2.3.2.2. Gizli Kapı (Bâbü's-Sırr)....................................................................... 37
2.3.2.3. Kale Kapısı (Bâbü'l-Kal'a)................................................................... 37
2.3.2.4. Şat Kapısı (Bâbü'ş-Şat)........................................................................ 37
2.3.2.5. İmadi Kapısı (Bâbü'l-İmadi)................................................................ 38
2.3.2.6. Sincar Kapısı (Bâbü's-Sincar).............................................................. 38
2.3.2.7. Beyaz Kapı, Yumurta Kapı (Bâbü'l-Beyz) .......................................... 38
2.3.2.8. Yeni Kapı (Bâbü'l-Cedid).................................................................... 38
2.3.2.9. Likiş Kapısı (Bâbü'l-Likiş) .................................................................. 38
2.3.2.10. Saray Kapısı (Bâbü's-Saray)................................................................ 38
2.3.2.11. Küçük Kapı (Bâbü's-Sağir).................................................................. 38
2.3.2.12. Top Kapısı (Bâbü't-Tob)...................................................................... 39
2.4. Şehrin Mahalleleri............................................................................................... 91
2.4.1. Müslüman Mahalleleri.................................................................................. 92
2.4.1.1. Bâbü'l-Irak-I Mahallesi ....................................................................... 92
2.4.1.2. Bâbü'l-Irak-III Mahallesi ..................................................................... 92
2.4.1.3. Dâr-ı Hacı Ahmed Mahallesi .............................................................. 92
2.4.1.4. Çihâr-ı Suk Mahallesi ........................................................................ 93
2.4.1.5. Şeyh Hasan Bekri Mahallesi ............................................................... 93
2.4.1.6. Akabe Mahallesi ................................................................................. 94
2.4.1.7. Dâr-ı Hoş (Dâr-ı Hoşnâm) Mahallesi ................................................. 94
2.4.1.8. Şeyh Muhammed b. Hilal Mahallesi .................................................. 94
2.4.1.9. Nebi Mahallesi .................................................................................... 94
2.4.1.10. Mehâdin Mahallesi ............................................................................. 94
2.4.1.11. Minâre-i Mağcume Mahallesi ............................................................. 95
2.4.1.12. Bağdadi Mahallesi .............................................................................. 95
2.4.1.13. Şeyh Şerafeddin Mahallesi .................................................................. 95
2.4.1.14. İmâm Avneddin Mahallesi .................................................................. 95
2.4.1.15. Al-ı Heytim nâm-ı diğer Hâcı Hamdun Mahallesi ............................. 95
2.4.1.16. Eski Kala Mahallesi............................................................................. 96
2.4.1.17. İsa Dede Mahallesi .............................................................................. 96
2.4.1.18. İmâm Ömer Ebu'l-Kasım Mahallesi ................................................... 96
V
2.4.1.19. Şevârbe (Şuvârbe) Mahallesi .............................................................. 96
2.4.1.20. Cemmâs Mahallesi .............................................................................. 96
2.4.1.21. Kara Depe Mahallesi .......................................................................... 97
2.4.1.22. Heyti Mahallesi ................................................................................... 97
2.4.1.23. Mehmed Fakih ( ), İmâm Zeyd Veled-i Ali Mahallesi ................ 97
2.4.1.24. Herbavi Mahallesi ............................................................................... 97
2.4.1.25. Suku'l-Gazal nâm-ı diğer Şah Zenân Mahallesi ................................. 97
2.4.1.26. Sevil Burc maa Lasuni Mahallesi ....................................................... 98
2.4.1.27. Târık Mahallesi.................................................................................... 98
2.4.1.28. İmâm Mehmed Bâhir Mahallesi ......................................................... 98
2.4.2. Gayrimüslim Mahalleleri.............................................................................. 98
2.4.2.1. Hıristiyan Mahalleleri.......................................................................... 99
2.4.2.1.1. Dergâh Mahallesi........................................................................... 99
2.4.2.1.2. Kal'a (Nâsâra Kal'a) Mahallesi ...................................................... 99
2.4.2.1.3. Kerkugi, Nasârâ Kerkugi Mahallesi ............................................. 99
2.4.2.2. Yahudi Mahellesi (Yahuda, Yahudiyân) ............................................ 99
2.4.3. Karışık (Müslim-Gayri Müslim) Mahalleler (Bâbü’l-Irak-II Mahallesi) ... 100
2.5. Şehirdeki Sosyal ve İktisadi Hayat ................................................................... 103
2.5.1. Ticarî ve Sınaî Faaliyetler........................................................................... 103
2.5.2. Ticarî Mekânlar (Çarşı ve Pazarlar)............................................................ 105
2.5.3. Esnaf Gurupları........................................................................................... 106
3. DİNÎ VE SOSYAL YAPILAR......................................................................... 108
3.1. Camiler.............................................................................................................. 108
3.1.1. Ulu Câmi (Câmi-i Nuri).............................................................................. 108
3.1.2. Emevi Câmii ............................................................................................... 111
3.1.3. Mücahidi (Kaymazi) Câmii ........................................................................ 111
3.2. Mescitler ........................................................................................................... 113
3.2.1. Ebu'l-Ula Mescidi ....................................................................................... 114
3.2.2. Cemaleddin Vezir Mescidi ......................................................................... 114
3.2.3. Hâcı Şahkulu Mescidi................................................................................. 114
3.2.4. Şeyh Mehmed Belkısi Mescidi................................................................... 114
3.2.5. Çihâr-ı Suk Mescidi.................................................................................... 115
3.2.6. Şeyh Mehmed b. Celâl Mescidi.................................................................. 115
3.2.7. Ma'şuk Mescidi........................................................................................... 115
3.2.8. Zeyd b. Ali Mescidi .................................................................................... 116
3.2.9. Şeyh Muhammed Sitâr Mescidi.................................................................. 116
VI
3.2.10. A'rabi Mescidi....................................................................................... 116
3.2.11. Şeyh Ebubekir Sâmi Mescidi................................................................ 116
3.2.12. Şeyh Mehmed (Şeyh Ömer) Arabi Mescidi ......................................... 117
3.2.13. 'Abd-i Alim Mescidi ............................................................................. 117
3.2.14. Ferihşâd Bey Mescidi ........................................................................... 117
3.2.15. Hoca Burhan Mescidi ........................................................................... 117
3.2.16. Hâcı Ali Attar Mescidi.......................................................................... 117
3.2.17. Hâcı Yunus Mescidi.............................................................................. 117
3.2.18. Kadir Beg Mescidi................................................................................ 118
3.2.19. Hamâmü'l-Merâyi Mescidi ................................................................... 118
3.2.20. Ahmed Mescidi..................................................................................... 118
3.2.21. Hasan Bevvâbi Mescidi ........................................................................ 118
3.2.22. Hâcı Hasan Mescidi.............................................................................. 118
3.2.23. Hân Ahmed Acemi Mescidi ................................................................. 118
3.2.24. Hâcı İbrahim 'Avni Mescidi.................................................................. 119
3.2.25. Hâcı Ömer Mescidi............................................................................... 119
3.2.26. Mevlânâ Selâmullâh Mescidi................................................................ 119
3.2.27. Dârü's-Saade Mescidi ........................................................................... 119
3.2.28. Hâcı İsa Hammâk Mescidi.................................................................... 119
3.2.29. Hoca Şâh Mahmud Güşen Mescidi ...................................................... 120
3.2.30. Hoca İsa Mescidi .................................................................................. 120
3.2.31. Boz Ali Mescidi.................................................................................... 120
3.2.32. Hoca Hasan Torun Mescidi .................................................................. 120
3.2.33. Şeyh Hasan Bekri Mescidi.................................................................... 120
3.2.34. Pir Ahmed Mescidi ............................................................................... 120
3.2.35. Hoca Şahkulu Mescidi.......................................................................... 121
3.2.36. Mevlâna Kasım Mescidi ....................................................................... 121
3.2.37. Hâcı Hasan Fecr nâm-ı diğer Beytü'ş-Şems Mescidi ........................... 121
3.2.38. Şeyh Mehmed b. Nureddin Mescidi ..................................................... 121
3.2.39. Hâcı Cemaleddin Mescidi..................................................................... 121
3.2.40. Abdullah b. Seyf Mescidi ..................................................................... 121
3.2.41. Hâcı Kemaleddin Mescidi .................................................................... 121
VII
3.2.42. Haydar Mescidi..................................................................................... 122
3.2.43. Hâcı Kasım 'Attar Mescidi.................................................................... 122
3.2.44. Hâcı Hasan Halif Mescidi..................................................................... 122
3.2.45. Hâcı Receb Mescidi.............................................................................. 122
3.2.46. Vâsıt Mescidi ........................................................................................ 122
3.2.47. Hoca Hasan Cemcem Mescidi.............................................................. 122
3.2.48. Receb Uhuş Mescidi ............................................................................. 123
3.2.49. Mevlâna Abdülkadir Müderris Mescidi................................................ 123
3.2.50. 'İsa Mescidi ........................................................................................... 123
3.3. Medreseler ........................................................................................................ 123
3.3.1. Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi ......................................................... 123
3.3.2. Şeyhü’l-Beled Medresesi............................................................................ 124
3.4. Sıbyan Mektepleri (Muallimhâneler)................................................................ 124
3.5. Kilise ve Manastırlar......................................................................................... 124
3.6. Zâviyeler........................................................................................................... 125
3.6.1. İmâm Şemseddin Cemmâs b. İmâm Muhammed Zâviyesi ........................ 126
3.6.2. İmâm Abdullah b. Hz. Ömer Zâviyesi........................................................ 126
3.6.3. İmâm Musa Kâzım ve İmâm İsmail Zâviyesi............................................. 127
3.6.4. İmâm Muhammed b. Musa Kâzım Zâviyesi .............................................. 127
3.6.5. İmâm Ömer b. İmâm Hasan Zâviyesi......................................................... 127
3.6.6. İsa Dede Zâviyesi........................................................................................ 127
3.6.7. İmâm Yahya Ebu'l-Kasım zâviyesi............................................................. 128
3.6.8. Zeyd b. Ali Zâviyesi ................................................................................... 128
3.7. Külliyeler .......................................................................................................... 128
3.7.1. Nebi Yunus Külliyesi.................................................................................. 128
3.7.2. Nebi Cercis Külliyesi.................................................................................. 131
3.8. Hamamlar.......................................................................................................... 133
3.8.1. Hamam-ı Yunus.......................................................................................... 133
3.8.2. Hamam-ı Melik Mehmed Han ve Kâdı Darullah ....................................... 133
3.8.3. Hamam-ı Cedid........................................................................................... 133
3.8.4. Hamam-ı Hâcı Muhammed 'Alâ ................................................................. 133
3.9. İmâmzadegân Türbe ve Mezarları .................................................................... 134
VIII
3.9.1. Türbeler....................................................................................................... 134
3.9.1.1. İmâm Avneddin b. Hasan Türbesi ..................................................... 134
3.9.1.2. Şeyh Fethi el-Musli Türbesi .............................................................. 134
3.9.1.3. Nebi Şit Türbesi................................................................................. 134
3.9.1.4. Pençe-i Ali Türbesi ............................................................................ 135
3.9.1.5. İmâm Abdurrahman b. İmâm Hasan Seyyid Mehdi Türbesi............. 136
3.9.1.6. İmâm Yahya Ebu'l-Kasım Türbesi .................................................... 136
3.9.2. Mezarlar...................................................................................................... 137
3.9.2.1. İmâm Muhsin b. İmâm Hasan Mezarı ............................................... 137
3.9.2.2. İmâm Ali b. İmâm Ali el-Hadi Mezarı .............................................. 137
3.9.2.3. Şah Zenân Zevce-i İmâm Hüseyin Mezarı ........................................ 137
3.9.2.4. İmâm Zeyd b. Ali Mezarı .................................................................. 138
3.9.2.5. Fatıma-i Saferi bint-i İmâm Hüseyin Mezârı..................................... 138
3.9.2.6. Sitti Nefise bint-i İmâm Zeyd Makamı.............................................. 138
3.9.2.7. Ümmü Gülsüm bint-i İmâm Hasan Mezarı ....................................... 138
3.9.2.8. İmâm Abdülmahsen Mezarı............................................................... 138
3.9.2.9. Şeyh Kazibü'b-Bân Mezarı ................................................................ 138
3.9.2.10. Şeyh Hayrü'n-Nesac Mezarı .............................................................. 139
3.9.2.11. İmâm Muhammed el-Bâhir b. İmâm Hasan Mezarı.......................... 139
3.9.2.12. İmâm İbrahim b. Caferü's-Sâdık Mezarı............................................ 139
3.9.2.13. İmâm Ali b. Muhammed Hâlık Mezarı ............................................. 139
3.9.2.14. İmâm Şeyh Za'zi Mezarı.................................................................... 139
3.9.2.15. Sencârfiye bint-i İmâm Hasan Mezarı............................................... 139
3.9.2.16. Sultan Abdullah b. Hz. Ömer Mezarı ................................................ 140
3.9.2.17. Nokta Mezarı ..................................................................................... 140
3.9.2.18. İmâm Ali el-Hadi, Hasan el-Askeri Mezarları ve Muhmmed el-Mehdi
Makamı 140
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YERLEŞİM VE DEMOGRAFİK YAPI
1. YERLEŞİM YERLERİ .................................................................................... 142
2. MUSUL SANCAĞI KÖYLERİ....................................................................... 145
2.1. Karakuş ( ) ............................................................................................... 145
2.2. Geremlis ( ) ................................................................................................ 146
2.3. Tilskuf (Til Üsküf) ( ) ........................................................................... 147
2.4. Ayn-Safna ( ) ......................................................................................... 147
2.5. Sarâycık ( ) .............................................................................................. 148
2.6. Beytü'n-Nâr ( ) .................................................................................... 148
2.7. Nüfus ( ) .................................................................................................. 148
2.8. Pirân ( ) ....................................................................................................... 148
IX
2.9. Çifte ( ) ........................................................................................................ 149
2.10. Asikân ( ) ............................................................................................. 149
2.11. Asiki ( ) .................................................................................................. 149
2.12. İbrahimî ( ) ......................................................................................... 149
2.13. Mâmreşân ( ) ........................................................................................ 150
2.14. Sendânik ( ) ........................................................................................ 150
2.15. Zekâve ( ) .............................................................................................. 150
2.16. Bâristak ( )........................................................................................ 150
2.17. Ali Hamâre (Ali Hamâ) ( ) ................................................................ 151
2.18. Deyr-i Mihâyil ( ) ............................................................................ 151
2.19. Ork ( ) .............................................................................................. 151
2.20. Girmâve ( )............................................................................................ 152
2.21. 'Acuz ( ) ................................................................................................... 152
2.22. Merevan, Merâvil, Merâvül ( ) ............................................................ 152
2.23. Palâs, Belâsin ( , ) ......................................................................... 153
2.24. Kafirü'z-Zâman, Kafirzaman ( ) ...................................................... 153
2.25. Ağa İskender ( ) .............................................................................. 154
2.26. Alkuş ( ) ................................................................................................. 154
2.27. Bâhizân ( ) ...................................................................................... 155
2.28. Bozân ( ) ............................................................................................... 155
2.29. Kusayri, Kusayr ( ) .............................................................................. 156
2.30. Cerâhi ( )................................................................................................. 156
2.31. Boğur ( ) ............................................................................................... 157
2.32. Hatâre-i Küçük ( ) ........................................................................... 157
2.33. 'İzze, 'izzi ( ) ........................................................................................... 157
2.34. Bâvraşân ( ) ...................................................................................... 158
2.35. Tâşluca, Dâşluca ( ) ......................................................................... 158
2.36. Nasıri ( ) ............................................................................................ 158
2.37. Ayn-Bakra ( ) ....................................................................................... 158
2.38. Kara Bulâk ( ) ................................................................................... 159
2.39. Bâkufe ( ) ................................................................................................ 159
2.40. Göz ( ) ..................................................................................................... 160
X
2.41. Kara Gözcek ( ) .................................................................................. 160
2.42. Tercili ( ) ................................................................................................ 160
2.43. Bâsihre ( ) ............................................................................................... 161
2.44. Türkân ( ) .............................................................................................. 161
2.45. Bavcine ( ) ............................................................................................. 161
2.46. Hatâre-i Büzürg ( ) ........................................................................ 161
2.47. Tilkif ( ) .................................................................................................. 162
2.48. Kâim ( ) ..................................................................................................... 162
2.49. Bâzırvâne ( ) .................................................................................. 163
2.50. Hustâbâd, Histebâd ( , ) .................................................................. 163
2.51. Fazliye, İmâm Fazliye ( ) .................................................................. 163
2.52. Bâtna ( ) ................................................................................................... 164
2.53. Hizâne ( ) ............................................................................................. 164
2.54. Pitâre, Betkâre, Berkâre ( , , ) ......................................................... 164
2.55. Seymâne ( ) ............................................................................................. 165
2.56. Kantara ( ) ................................................................................................ 165
2.57. Bânbu, Bânbuhân ( , ) ................................................................. 165
2.58. Horuzân ( ) .................................................................................. 166
2.59. Deyr-i Bâ-Yusuf ( ) ....................................................................... 166
2.60. Şemseddin Depesi ( ) ................................................................. 166
2.61. Bâ'şika ( ) .......................................................................................... 167
2.62. Telmete ( ) ................................................................................................ 167
2.63. Mehlebi ( )................................................................................................ 168
2.64. Kabâk Çevlegi ( ) ................................................................................ 168
2.65. Bâğdere ( ) ......................................................................................... 168
2.66. Yârımca ( ).............................................................................................. 169
2.67. Kebirân ( ) ........................................................................................... 169
2.68. Bakâk ( ) ................................................................................................. 170
2.69. Eski Musul ( ) ................................................................................ 170
2.70. Bâşife ( ) ................................................................................................ 170
2.71. Bilbâr ( ) ............................................................................................ 171
2.72. Reşidiye ( ) ....................................................................................... 171
XI
2.73. Begüm Meşhedi ( ) ............................................................................... 171
2.74. Şirehânlu, Şirehân nam-ı diğer Akkend ( ) ...................................... 172
2.75. Koyuncak, Koyuncuk ( ) ......................................................................... 172
2.76. Selefiye ( ) ........................................................................................... 172
2.77. Ömerî ( ) ................................................................................................. 172
2.78. Meşrefi ( ) .............................................................................................. 173
2.79. Neferi, Nefiri ( , ) ............................................................................ 173
2.80. Çeken ( ) ................................................................................................. 174
2.81. Dârhâne, Dârbend ( , ) ................................................................ 174
2.82. Kabâklu, Kabâklı ( ) ............................................................................. 174
2.83. Kâdıkendi ( ) ................................................................................... 175
2.84. Çakâllu ( )............................................................................................ 175
2.85. Köpüklü ( , , ) ............................................................................. 175
2.86. Necmi ( ) .................................................................................................... 176
2.87. Kız Fahre ( ) ............................................................................................ 176
2.88. Sultân Abdullah ( ) ....................................................................... 176
2.89. Asiyân ( ) ........................................................................................... 177
2.90. Hilâlecük, Hillecük ( , , ) .......................................................... 177
2.91. Yikremlü ( ) ....................................................................................... 178
2.92. Şeyhkân ( ) .......................................................................................... 178
2.93. Sorik ( ) ........................................................................................... 178
2.94. Kaplânkendi ( ) ............................................................................... 179
2.95. Kalâylu, Kalâlu ( , ) ....................................................................... 179
2.96. Bârume, Bârme ( , ) ....................................................................... 179
2.97. Tariklu ( ) ............................................................................................. 180
2.98. Hâşimiye ( ) ............................................................................................ 180
2.99. Bâşbeyti ( ) ........................................................................................ 181
2.100. Bâzvâye (Bâzvi, Bâzivay) ( , , ) ........................... 182
2.101. Yakub ( ) .................................................................................... 183
2.102. İmâm Şemseddin ( ) .................................................................... 183
2.103. Bâğviren ( ) ..................................................................................... 183
2.104. Düvengâyib ( )........................................................................ 183
XII
2.105. Bârtala ( ) ............................................................................................. 184
2.106. Hüseyniyye ( ) ................................................................................. 184
2.107. Bâhinduva ( ) ..................................................................................... 185
2.108. Munsârî ( ) ..................................................................................... 185
2.109. Ahtebuk, Uhtebuk ( , ) .............................................................. 186
2.110. Ali Kuyusu ( ) .................................................................................. 186
2.111. Beysân ( ) ........................................................................................... 186
2.112. Bâbent ( ) ....................................................................................... 186
2.113. Demürci, Demürci virânı ( , ) .......................................... 187
2.114. Musayfine ( ) ...................................................................................... 187
2.115. Revâne nâm-ı diğer Vâne ( ) ............................................. 188
2.116. Cemâlkendi, Cemâl ( , ) ............................................................. 188
2.117. Bâğure ( ) ............................................................................................ 188
2.118. Şeyh Ali ( ) ........................................................................................ 189
2.119. Şeyh Mehmed ( ) ................................................................................ 189
2.120. Nevine, Nuniye (Ninova) ( ) ............................................................... 189
2.121. Şeyh Ülyâ ( ) ................................................................................... 190
2.122. Şeyh Süflâ ( ) .................................................................................... 191
2.123. Dûr ( ) .............................................................................................. 192
2.124. Til Bizüm, Til Bârid ( , ) ............................................................. 192
2.125. Cessânî ( , ) ................................................................................... 193
2.126. Bûrc ( ) ................................................................................................ 193
2.127. Selâl nâm-ı diğer Til-i Halil ( , , ) ......................... 194
2.128. Ümmu’t-Tûse ( ) ................................................................................ 194
2.129. Aktâş ( ) ............................................................................................. 195
2.130. Üç Kubbe ( ) ........................................................................................ 195
2.131. Şeyh Ömer Kabucu ( ) ................................................................... 195
2.132. Üsküb Meydân ( ) ........................................................................... 195
2.133. Batâte ( ) ............................................................................................ 196
2.134. Şirin, Serin ( ) .............................................................................. 196
2.135. Deyr-i Hâl ( ) ................................................................................. 196
2.136. Devâse ( ) ........................................................................................ 197
XIII
2.137. Şirfi ( ) ................................................................................................. 197
2.138. Bâbâveled ( ) ...................................................................................... 197
2.139. Til-i Mihyân ( , ) ..................................................................... 197
2.140. Şeyh Kara ( ) ...................................................................................... 198
2.141. Şuta (Ayn-Mâcid) ( ) .......................................................... 198
2.142. Minârebâşı ( ) .................................................................................. 198
2.143. Zara ( ) .................................................................................................. 198
2.144. Bâvcine (İmâm Amir) ( , ) ............................................... 199
2.145. Sofuyân ( ) .................................................................................. 199
2.146. Mâmis ( ) ......................................................................................... 199
2.147. Kersek (Silik, Selek) ( ) ........................................................ 200
2.148. Bedriyye ( ) ..................................................................................... 200
2.149. Derincik ( ) ........................................................................................ 200
2.150. ‘Alk ( ) ................................................................................................. 201
2.151. Deyr-i Salib ( ) ............................................................................... 201
2.152. Cânbur ( ) ........................................................................................... 201
2.153. Ketik ( ) ............................................................................................ 201
2.154. Tikrit ( ) .......................................................................................... 201
2.155. Kaziye ( ) ........................................................................................... 202
3. AŞİRETLER..................................................................................................... 203
3.1. Karakoyunlu Aşireti ( ).......................................................................... 203
3.2. Yâycılar, Yâycı Aşireti ( , ) .................................................................... 204
3.3. Al-ı 'Aziz Aşireti ( ) ................................................................................... 204
3.4. Bâcvânlu, Bâculân Aşireti ( , ) ..................................................... 205
3.5. Ucuşlu Aşireti ( )...................................................................................... 206
3.6. Dasni (Das) Aşireti ( ) ............................................................................... 206
3.7. Biravcılı Aşireti ( , ) .................................................................... 207
3.8. Şebek Aşireti ( )....................................................................................... 208
3.9. Karaboğa Aşireti ( )................................................................................ 208
3.10. Kara Ünâz (Karanâz) Taifesi ( , ) ....................................... 209
3.11. Dünbil, Dünbilli, Ulus-u Dünbil ( )......................................................... 210
XIV
3.12. Dâvudi Taifesi ( )................................................................................ 211
3.13. Ekrâd-ı Gelhuzi Taifesi ( , )...................................... 212
3.14. Evlâd-ı 'İlm Taifesi ( )............................................................................ 212
3.15. Gökçelü Taifesi ( ) ................................................................................. 213
3.16. Gelekây Taifesi ( )................................................................................... 213
3.17. Gömâr Taifesi ( ).................................................................................... 214
3.18. Siyâh Mansur Taifesi ( ) .............................................................. 214
3.19. Gülâbi Taifesi ( ).................................................................................... 215
3.20. Al-ı ‘İzze (Al-ı Azze) Taifesi ( ).......................................................... 215
3.21. Ekrâd-ı Ömer Beg Taifesi ( ).......................................................... 216
3.22. Sâlcı, Salâcı Taifesi ( , ).................................................................. 217
3.23. Yağmur Tâtlû Taifesi ( )................................................................. 217
3.24. Zübeyd Taifesi ( ).................................................................................... 217
3.25. Sûremi (Serâmû, Sûremû) Taifesi ( , ) .............................. 218
3.26. Al-ı 'Ûbeyd, Al-ı 'Ûtbe Taifesi ( , ) ............................................. 218
3.27. Zehiri Taifesi ( ) .................................................................................... 219
3.28. Zend Taifesi ( )........................................................................................ 219
3.29. Zindehûr Taifesi ( ) ............................................................................. 220
3.30. Gâzûr, Ekrâd-ı Girvi Taifesi ( , ) ......................................... 220
3.31. Lek Taifesi ( )........................................................................................... 220
3.32. Lâdâmiyye Taifesi ( ) ............................................................................ 221
3.33. Genc Taifesi ( )........................................................................................... 221
3.34. Vendâni Taifesi ( )................................................................................. 221
3.35. Besâki Taifesi ( ) ....................................................................................... 221
3.36. Şahvân ve Kârendi Taifeleri ( ) ...................................................... 222
3.37. Debune (Ben-i Debune) Taifesi ( )..................................................... 222
3.38. Ekrâd-ı Aşiret-i Sindî ve Süleymânî ve Manugi ve Duyân .......................... 222
3.39. Fed’i Aşireti ( )....................................................................................... 223
3.40. A'rab-ı Zerzûr Hâmûşi Aşireti ( )................................................... 223
3.41. Kürdi Taifesi ( ) .................................................................................... 223
3.42. Lor Taifesi ( ) ......................................................................................... 223
3.43. Mezric Taifesi ( ).................................................................................... 223
XV
3.44. Ulus Tâtâr Taifesi ( ) ....................................................................... 223
3.45. Re'âyâ-yı Sultan Sâfire? ( ) Taifesi................................................... 224
4. NÜFUS ............................................................................................................. 226
4.1. Şehir Nüfusu ..................................................................................................... 227
4.1.1. Müslim Nüfus (Vergiye Tâbi Hâne Sayıları İle Muaflar) .......................... 227
4.1.2. Gayrimüslim Nüfus..................................................................................... 230
4.1.2.1. Hıristiyanlar ....................................................................................... 231
4.1.2.2. Yahudiler ........................................................................................... 231
4.2. Şehrin Tahmini Nüfusu..................................................................................... 232
4.3. Köylerin Nüfusu ............................................................................................... 235
4.3.1. Müslüman Nüfus (Vergiye Tâbi Hâne Sayıları İle Muaflar)...................... 236
4.3.2. Gayrimüslim Nüfus..................................................................................... 237
4.3.2.1. Hıristiyanlar ....................................................................................... 237
4.3.2.2. Yahudiler ........................................................................................... 238
4.4. Aşiretlerin Nüfusu............................................................................................. 241
4.5. Dirlik Sahibi Askerilerin Nüfusu (Hâne).......................................................... 241
4.6. Toplam Sancak Nüfusu..................................................................................... 242
BEŞİNCİ BÖLÜM
İKTİSADİ DURUM
1. ZİRAÎ HAYAT VE ZİRAAT SAHALARI ..................................................... 245
1.1. Çiftlik................................................................................................................ 245
1.2. Hassa Çiftlikler ................................................................................................. 248
1.3. Mezralar............................................................................................................ 249
1.4. Hububat Üretimi ............................................................................................... 250
1.4.1. Hububat ve Bakliyat Üretimi...................................................................... 250
1.4.1.1. Buğday (Hınta) .................................................................................. 250
1.4.1.2. Arpa (Şair) ......................................................................................... 251
1.4.1.3. Darı (Dıhn)......................................................................................... 251
1.4.1.4. Susam (Küncid, Simsim)................................................................... 251
1.4.1.5. Mısır (Gâvers).................................................................................... 252
1.4.1.6. Mercimek ........................................................................................... 252
1.4.1.7. Çeltik.................................................................................................. 252
1.4.1.8. Keten Tohumu (Bezir-i Ketân, Zegrek)............................................. 253
1.4.1.9. Pamuk (Penbe)................................................................................... 253
1.4.1.10. Bağcılık (Bağat)................................................................................. 253
XVI
1.4.2. Meyve ve Sebze Üretimi (Zeytin, Bostan, Piyâz) ...................................... 254
1.4.2.1. Zeytin Üretimi.................................................................................... 254
1.4.2.2. Sebze (Bostan) Üretimi...................................................................... 254
1.4.2.3. Kuru Soğan (Piyâz) Üretimi .............................................................. 255
2. VERGİLER....................................................................................................... 255
2.1. Ziraî Vergiler .................................................................................................... 255
2.1.1. Öşür............................................................................................................. 255
2.1.1.1. Hububat Öşrü..................................................................................... 255
2.1.1.1.1. Buğday Öşrü ................................................................................ 267
2.1.1.1.2. Arpa Öşrü..................................................................................... 267
2.1.1.1.3. Darı Öşrü...................................................................................... 267
2.1.1.1.4. Susam Öşrü.................................................................................. 268
2.1.1.1.5. Mercimek Öşrü ............................................................................ 268
2.1.1.1.6. Çeltik Öşrü................................................................................... 268
2.1.1.1.7. Keten Tohumu Öşrü..................................................................... 268
2.1.1.1.8. Pamuk Öşrü.................................................................................. 268
2.1.1.2. Sebze ve Meyve (Bostan, Sebzevat, Meyve, Piyâz) Öşrü ................. 269
2.1.1.2.1. Bostan ve Sebze Öşrü .................................................................. 269
2.1.1.2.2. Piyâz (Kuru Soğan) Öşrü............................................................. 269
2.1.1.2.3. Zeytin Öşrü .................................................................................. 269
2.1.1.3. Bağ Öşrü (Resm-i Bağat)................................................................... 269
2.1.1.4. Bal Öşrü (Resm-i Küvvâre)............................................................... 270
2.2. Hayvancılıkla İlgili Vergiler............................................................................. 270
2.2.1. Adet-i Ağnam ............................................................................................. 270
2.2.2. Resm-i Câmus (Cevâmis)........................................................................... 271
2.2.3. Resm-i Kışlak (Kışlakçıyân)....................................................................... 271
2.3. Şahsa Bağlı Vergiler......................................................................................... 272
2.3.1. Çift Resmi................................................................................................... 272
2.3.2. Bennâk Resmi............................................................................................. 274
2.3.3. Mücerred Resmi.......................................................................................... 275
2.3.4. İspenç Resmi (Resm-i İspenç).................................................................... 275
2.3.5. Cizye ........................................................................................................... 275
2.3.6. Resm-i Marhasiye ....................................................................................... 277
2.3.7. Irgadlık Resmi............................................................................................. 277
XVII
2.4. Arızî Vergiler.................................................................................................... 278
2.4.1. Bâd-i Hevâ, Cürm-i Cinâyet ve Resm-i Arusâne ....................................... 278
2.4.1.1. Cürm-i Cinâyet .................................................................................. 278
2.4.1.2. Gelin Resmi ....................................................................................... 279
2.4.2. Tapu ve Deştbani Resimleri........................................................................ 280
2.4.2.1. Tapu Resmi........................................................................................ 280
2.4.2.2. Deştbâni Resmi.................................................................................. 280
2.4.3. Dönüm Resmi ............................................................................................. 281
2.5. Maktu' Vergiler ve Mukataalar......................................................................... 281
2.6. Tesisler ve Bunlardan Alınan Vergiler ............................................................. 282
2.6.1. Değirmenler ................................................................................................ 282
2.6.2. Boyahâneler ................................................................................................ 283
2.6.3. Darphâne..................................................................................................... 284
2.6.4. Tabakhâne................................................................................................... 284
2.6.5. Meyhâne...................................................................................................... 285
2.6.6. Ma'cunhâne ................................................................................................. 285
2.7. Şehre Mahsus Hizmetler ve Mukataa Gelirleri................................................. 285
2.7.1. İhtisâb.......................................................................................................... 285
2.7.2. Asesiye........................................................................................................ 286
2.8. Ticarî Faaliyetler ve Bunlardan Alınan Vergiler .............................................. 291
2.9. Tahrir Defterlerine Göre Mübâyaa Fiyatları..................................................... 295
3. SANCAK GELİRLERİNİN BÖLÜŞÜMÜ (HASLAR, ZEAMETLER,
TİMARLAR)................................................................................................................ 297
3.1. Haslar................................................................................................................ 297
3.1.1. Padişah Hasları ........................................................................................... 297
1.1. 302
1.1.1. 303
3.1.2. Musul Sancakbeyi Hasları .......................................................................... 306
3.1.3. Musul Beylerbeyi Hasları ........................................................................... 314
3.1.4. Diğer Haslar................................................................................................ 315
3.1.4.1. 1523 Tahririne Göre........................................................................... 316
3.1.4.1.1. Sincar Sancakbeyi Hasları ........................................................... 316
3.1.4.1.2. Ayn-Safna Beyi Bekir Bey'in Hasları.......................................... 316
XVIII
3.1.4.2. 1540 Tahririne Göre........................................................................... 317
3.1.4.2.1. Cezire Hâkimi Bedir Bey'in Hasları ............................................ 317
3.1.4.3. 1558 Tahririne Göre........................................................................... 317
3.1.4.3.1. Deyr-Rahbe Sancakbeyi Hasları.................................................. 317
3.1.4.3.2. Tikrit Sancakbeyi Hasları ............................................................ 318
3.1.4.3.3. Nusaybin Sancakbeyi Hasları ...................................................... 318
3.1.4.3.4. Şehrizul Sancakbeyi Hasları ........................................................ 319
3.1.4.3.5. Eski Musul Sancakbeyi Hasları ................................................... 319
3.1.4.3.6. Vilayet-i Cezire Hâkimi Bedir Bey'in Hasları ............................. 319
3.1.4.4. 1575 Tahririne Göre........................................................................... 319
3.1.4.4.1. Şehrizul Beylerbeyi Hasları ......................................................... 320
3.1.4.4.2. Keşaf Sancakbeyi Hasları ............................................................ 320
3.2. Zeametler .......................................................................................................... 320
3.3. Timarlar ............................................................................................................ 325
3.3.1. Musul Sancağındaki Timarlar ve Timar Beyleri ........................................ 326
3.3.2. Musul Eyaletindeki Timarlar ve Timar Beyleri.......................................... 329
ALTINCI BÖLÜM
VAKIFLAR
1. GENEL OLARAK VAKIF .............................................................................. 337
2. MUSUL ŞEHRİNDEKİ VAKIFLAR.............................................................. 338
2.1. Câmi Vakıfları .................................................................................................. 338
2.2. Mescit Vakıfları ................................................................................................ 340
2.3. Medrese Vakıfları ............................................................................................. 345
2.4. Zaviye Vakıfları................................................................................................ 345
2.5. İmâmzadegân Türbe ve Mezar Vakıfları .......................................................... 348
2.6. Diğer Vakıflar................................................................................................... 351
2.6.1. Haremeyni’ş-Şerifeyn Vakfı....................................................................... 351
2.6.2. Nebi Yunus Külliyesi Vakfı ....................................................................... 353
2.6.3. Nebi Cercis Külliyesi.................................................................................. 355
3. VAKIF GÖREVLİLERİ................................................................................... 356
4. MÜRTEZİKA SINIFI ...................................................................................... 360
XIX
SONUÇ......................................................................................................................... 366
BİBLİYOĞRAFYA...................................................................................................... 370
1. ARŞİV KAYNAKLARI....................................................................................... 370
EK-I .............................................................................................................................. 383
MUSUL SANCAĞI KÖYLERİNİN NÜFUS VE VERGİ HÂSILI (1523-1575)....... 383
EK-II............................................................................................................................. 395
MUSUL SANCAĞI MEZRALARI ............................................................................. 395
VE VERGİ HASILLARI (1523).................................................................................. 395
EK-III............................................................................................................................ 410
1523 TARİHLİ MUSUL KANUNNAMESİ................................................................ 410
EK-IV ........................................................................................................................... 418
1540 TARİHLİ MUSUL KANUNNAMESİ................................................................ 418
EK-V............................................................................................................................. 424
1558 TARİHLİ MUSUL KANUNNAMESİ................................................................ 424
EK-VI ........................................................................................................................... 439
1575 TARİHLİ MUSUL KANUNNAMESİ................................................................ 439
GENEL DİZİN ............................................................................................................. 452
ÖNSÖZ
Bu çalışmada, Musul’un 1523-1639 tarihleri arasındaki siyasî, idarî, fizikî, demografik
ve iktisadî tarihi incelenmeye çalışılmıştır.
Musul, 1523-1586 tarihleri arasında sancak statüsünde iken, 1586-1639 yılları arasında
ise eyalet konumundadır. Dolayısıyla 1586 tarihine kadar sancak olarak, 1586- 1639 arasında
da eyalet olarak ele alınmıştır. Bu boyutuyla şimdiye kadar yapılan çalışmalardan farklı bir
özellik göstermektedir.
Araştırma konusunun seçilmesinde, planlanmasında, kaynak temininde ve büyük bir
çeşitlilik gösteren arşiv vesikaları ile diğer kaynakların ilmi bir disiplin içerisinde
değerlendirilmesinde saygıdeğer hocalarımın büyük yardımını gördüm. Özellikle doktora tez
yöneticim olan Yrd. Doç. Dr. Rifat ÖZDEMİR, kaynak temini, konunun planlanması ve
karşılaşılan problemleri çözmemde kıymetli vakitlerini ayırarak yardımlarını esirgemedi.
Ayrıca, hocam Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK de karşılaşılan birtakım zorlukları çözmemde
bana yol göstermiştir. Bu vesileyle kıymetli hocalarıma şükran borçluyum.
Haritaların güncellenmesinde yardımlarını esirgemeyen Dr. Mehmen Emin
SÖNMEZ’e teşekkürlerimi sunmadan geçemeyeceğim.
Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ
XXI
KISALTMALAR
age. : Adı Geçen Eser.
agm. : Adı Geçen Makale.
agt. : Adı Geçen Tez.
b. : Belge.
Bk., bk. : Bakınız.
C. : Cilt.
Çev. : Çeviren.
DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
DTCFD. : Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi.
EI 2
: Encyclopedia of Islam, 2. Baskı.
Haz. : Hazırlayan/lar.
İA. : Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Ansiklopedisi.
İÜİFM. : İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası.
KBY. : Kültür Bakanlığı Yayınları.
KTBY. : Kültür ve Turiz Bakanlığı Yayınları.
KTBY. : Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
MEB. : Millî Eğitim Basımı.
MM. : Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire
Başkanlığı, Maliyeden Müdevver Defter.
Mühimme : Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire
Başkanlığı, Mühimme Defteri.
s. : Sayfa.
S. : Sayı.
Sad. : Sadeleştiren
Sumer : A Journal of Archaeology in Iraq, SUMER, Published by the
Directorate of Antiquites, Bağdat (İlk sayısı 1945 yılında çıkan yıllık
süreli yayın).
TD. : Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire
XXII
Başkanlığı, Tapu Tahrir Defteri.
TDA. : Türk Dünyası Araştırmaları.
TDKY. : Türk Dil Kurumu Yayını.
Tigrisgebiet : F. Sarre, E. Herzfeld; Archäologische Reise im Euphrat-und TigrisGebiet, Berlin, 1919.
TKGMA. : Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi.
TM. : Türkiyat Mecmuası.
TTK. : Türk Tarih Kongresi.
TTKB. : Türk Tarih kurumu Basımı.
TVYY. : Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
TZTD. : Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire
Başkanlığı, Timar-Zeamet Tevcih Defteri.
VD. : Vakıflar Dergisi.
VGMA. : Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi.
Yay. : Yayımlayan.
YKY : Yapı Kredi Yayınları
XXIII
GİRİŞ
1. KONU VE KAYNAKLAR
1.1. Konu
Bu araştırmada, Musul’un 1523-1639 tarihleri arasındaki siyasî, idarî, demografik,
iktisadî ve fizikî durumu bir bütün halinde incelenmeye çalışılmıştır. Aslında, Nilüfer
Bayatlı’nın XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti adlı çalışmasından dolayı, başlangıçta
çalışmanın dönemini 1586-1695 olarak tasarlamıştık. Ancak, araştırmaya başladığımız
zaman, bazı konularda 1580 öncesine ait arşiv vesikalarına bakma ihtiyacı hasıl oldu.
Böylece hem Nilüfer Bayatlı’nın çalışmasını hem de arşiv vesikalarını incelediğimiz
vakit; Nilüfer Bayatlı’nın Musul’un mevcut dört tahrir defterinden birini (TD., 308) hiç
kullanmadığını, diğer tahrir defterlerinden verilen bilgilerden bir kısmını ise ya hiç
kullanmadığını ya da birçok yerleri geçtiğini, bazı kısımları ise hatalı ve yanlış
okuduğunu tespit ettik1
. Dolayısıyla, asıl incelemek istediğimiz 1586-1695 dönemini bu
zaruretten dolayı, Musul’un ilk tahrir tarihi olan 1523 tarihinden itibaren alarak 1695’e
kadar getirmek istedik. Ancak, bu durumda 1523’ten 1695 tarihine kadar 172 yıllık bir
zaman dilimini inceleme mecburiyeti ortaya çıktı. Bu tür çalışmalarda kronolojiyi geniş
tutarak konuyu daraltmak veya kronolojiyi daraltıp konuyu genişletmek zarureti ortaya
çıkmaktadır. Biz elimizdeki belge ve bilgilerin hacmine bakarak, 1523 tarihine kadar
geriye giderek eksik belgeleri okuma, hata ve yanlışları da düzeltme cihetine gittik.
Böylece, planladığımız 1523-1695 dönemini de tamamlamanın zorluğu ortaya çıktı. Bu
zorluktan ötürü inceleme tarihimizin sonunu, Osmanlı-İran münasebetlerinde önemli bir
tarih olan ve bölgeyi de doğrudan ilgilendiren Kasr-ı Şirin antlaşmasının tarihi olan
1639 tarihinde kesmeyi uygun bulduk.
1 Bk. Bu çalışmanın Tetkik Eserler kısmı.
XXIV
Böylece çalışmamızın başlangıç ve bitiş tarihleri 1523-1639 olarak tespit edilmiş
oldu. Bununla beraber, bazı konuların aydınlatılması, eksik bilgilerin tamamlanması
için araştırma 1639 tarihinde kesilmeyip zaman zaman 18., 19. ve 20. yüzyıla kadar
sürdürülmüştür.
Bu tür bir çalışmada Musul’u seçmemizin sebebine gelince; bilindiği üzere
Osmanlı teşkilâtının temel idari üniteleri olan sancaklar üzerindeki çalışmalar artarak
devam etmektedir. Fakat, bu çalışmalar daha çok şu anda sınırlarımız dahilinde olan
sancaklar üzerinde yoğunlaşmıştır. Osmanlı devletinin siyasî, iktisadî içtimaî ve
demografik yapısının bütün boyutlarıyla ve objektif olarak ortaya konulabilmesi için,
imparatorluğun hâkim olduğu bütün sancak ve eyaletlerin tarihlerinin enine boyuna
araştırılıp gün yüzüne çıkarılması gerekmektedir. Bu bakış açısından hareketle, aslında
misâk-ı millî sınırlarına dahil olmasına rağmen, bugünkü sınırlarımız dışında kalan
Musul’un Osmanlı dönemindeki idarî, iktisadî, demografik, fizikî yapısı ile siyasî
tarihini araştırmayı uygun bulduk.
1523-1575 tarihleri arasında Musul sancağı dört kez tahrire tâbi tutulmuştur.
Dolayısıyla, bahse konu tarihler arasında bu tahrirlerden azami ölçüde faydalanılmıştır.
1575-1639 tarihleri arasında tahrir defteri bulunmağından, bu döneme ait bilgiler ise
daha çok mühimme, mühimme zeyli, ruûs, ahkâm, timar-zeamet ve ruznâmçe, sancak
tevcih, yeniçeri mevacib defterleri, vekayinâmeler, seyahatnâmeler ve tetkik eserlerden
derlenme yoluna gidilmiştir.
1.2. Kaynaklar
1.2.1. Arşiv Kaynakları
Araştırmamızın temel kaynaklarını arşiv vesikaları oluşturmaktadır. İstanbul’da
bulunan Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi ve Ankara’da bulunan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime
Arşivi, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivlerindeki; Tapu-Tahrir Defterleri, Ruznâmçe
Defterleri, Timar ve Zeamet Tevcih Defterleri, Sancak Tevcih Defterleri, Ruûs
Defterleri, Ahkâm Defterleri, Mühimme Defterleri, Vakfiye Defterlerinin Musul ile
ilgili kısımlarından istifade edilmiştir.
XXV
Bunların tanıtımları aşağıda ele alınmıştır.
1.2.1.1. Tahrir Defterleri
Fetih veya ilhak yoluyla hâkimiyet altına alınan bölgelerin ekonomik, askerî ve
içtimaî yapısını belirlemek maksadıyla yapılan sayımlar sonucu tanzim edilen defterlere
Tapu-Tahrir defterleri denilirdi ki, bu defterler ilgili yerlerin ekonomik, sosyal, fizikî,
demografik vb. gibi hususlarının aydınlatılmasında büyük bir önemi haizdirler.
Bu tahrirler şartlara ve ihtiyaca göre çeşitli aralıklarla yenilenirdi. 16. Yüzyıl
boyunca imparatorluğun hemen bütün bölgeleri muntazam bir surette tahrire tabi
tutularak “Mufassal”, “İcmal” ve “evkaf tahrirleri” adı verilen çeşitli defterler tanzim
edilmiştir. Fakat, 17. Yüzyıla gelindiğinde tahrir geleneği terk edilerek, 16. Yüzyılda
yapılmış olan tahrirler sonucu tanzim edilen defterlerdeki kayıtlardan istifade edilme
cihetine gidilmiştir.
Musul 1517 tarihinde Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra; 1523, 1540, 1558
ve 1575 tarihlerinde dört kez tahrir edilmiştir.
1.2.1.1.1. BA. TD. 998 (1523 / 929)
İcmâl Tahrir Defteri olup, 682 sayfadan ibarettir. Defterde pek çok sancağın
tahrir kayıtları bulunmaktadır2
. 60-64. sayfalarında Musul Sancağı Kanunnâmesi, 72-
90. sayfaları arasında ise Musul Sancağı tahririni muhtevi kayıtlar bulunmaktadır.
Defterin tarihini gösteren herhangi bir kayıt olmadığı için, çeşitli araştırmacılar
tarafından farklı şekillerde tarihlendirilmiş, ancak son yıllardaki çalışmalarda defterin
1523 (929) tarihli olduğu kabul edilmiştir3
.
TD. 998’in mufassalı bugüne kadar bulunamamıştır. 998’deki bilgiler mufassalın
bir özeti niteliğindedir. Padişah, Sancakbeyi ve diğer has gelirleri sırasıyla verildikten
sonra zeamet ve timarlar “tımârhâ-i zü’ema ve erbâb-ı tımâr” başlığı altında verilmiştir.
Ancak zaimlerin ve tımarlı sipahilerin isimleri kaydedilmemiştir. Son derece kullanışlı
2 998 no’lu Tapu-Tahrir Defterinin tarihi, fiziki tanıtımı, yazı çeşidi ve tertip şekli için bk. Ahmet
Gündüz, 1523 m. (929 h.) Tarih ve 998 No’lu Tapu-Tahrir Defterine Göre Musul, Mardin, Çermik,
Harput ve Çemişgezek Sancaklarının Mukayeseli Tahlili, (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalında Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elâzığ, 1993, s.5-9.
3 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1516-1566), TTKB., Ankara, 1989, s.5; Ahmet
Nezihi Turan, XVI. Asırda Ruha (Urfa) Sancağı, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Bölümünde Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1993, s.7; Gündüz, agt., s.7-8.
XXVI
olan defterin son kısmında ise evkaf kayıtları mevcuttur.
1.2.1.1.2. BA. TD. 195 (1540 / 946)
Musul Sancağının ikinci tahrir defteridir. “Mufassal” tahrir defteri olup, toplam
147 sayfadan ibarettir.
Defterin Farsça mukaddimesinde, tahririn Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle
yaptırıldığını, bu işlemin defter emini Haydar b. Ali tarafından 1540 (14 Zilkade 946)
tarihinde bitirildiğini öğrenmekteyiz4
.
Defterin 1-3. Sayfaları arasında Musul ve Ana sancaklarının icmali verilmiştir.
7-9. Sayfaları arasında ise Musul Kanunnâmesi bulunmaktadır. 11. Sayfadan itibaren ise
Musul Sancağının mufassal kayıtları başlamaktadır. Bu kayıtlar arasında şehrin
mahalleleri, mahallelerde meskûn hâne ve mücerred sayısı ayrıntılı bir şekilde
verilmiştir.
Daha sonraki sayfalarda padişah, sancakbeyi ve diğer haslar ile bu haslara dahil
olan köy, mezra ve cemaat kayıtları verilmiştir. Has kayıtlarından sonra, zeamet, timar
ve evkaf kayıtları verilmiştir.
195 no’lu Tapu-Tahrir defteri mufassal olmasına rağmen zü’ema ve sipahi
isimleri kaydedilmemiştir. Sadece defterde verilen icmalde bunların sayıları verilmiştir.
1.2.1.1.3. BA. TD. 308 (1558 / 965)
Musul Sancağının üçüncü tahrir defteri olup, mufassaldır. 194 sayfadan ibarettir.
Defter Emini Kiğı Sancakbeyi Hayreddin tarafından tahrir yapılmıştır. Defterin başında
yer alan Farsça mukaddimeye göre tahrir işlemi 1558 (1 Receb 965) tarihinde
tamamlanmıştır5
.
5-14. sayfalar arasında Musul Sancağı kanunnâmesi yer almaktadır. 15.
Sayfadan itibaren defterin mufassal kısmı başlamaktadır. Sırasıyla şehrin mahalleleri ve
bu mahallelerde meskûn nüfus yazıldıktan sonra, padişah, sancakbeyi vs. hasları,
haslardan sonraki kısımlarda da zeamet ve timarlar kaydedilmiştir. Defterin en sonunda
ise evkaf kayıtları ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır.
4 BOA, TD., 195, s. 5.
5 BOA, TD., 308, s. 3.
XXVII
1.2.1.1.4. BA. TD. 660 (1575 / 983)
Musul Sancağının son tahrir defteri olup, mufassaldır. Toplam sayfa adedi
287’dir. Defterin 2-8. Sayfalarında Musul Sancağı kanunnâmesi, diğer sayfalarında ise
mufassal tahrir kayıtları mevcuttur.
Diğer tahrir defterlerindeki sıralamaya uygun bir biçimde, önce şehrin
mahalleleri ve nüfus kayıtları, daha sonra padişah, sancakbeyi ve diğer haslar
kaydedilmiştir. Haslardan sonra zeamet ve timarlar yazılmıştır. Fakat, zu’ema ve sipahi
isimleri kaydedilmemiştir. Defterin en sonunda ise evkaf kayıtları bulunmaktadır.
1.2.1.1.5. TKGM., TD., 282 (1575 / 983)
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi, Tapu-Tahrir 282
no’da kayıtlı olan bu defter 55 sayfadan ibarettir. Defterin çeşitli sayfalarında birtakım
tarihler mevcut ise de bunlar sonradan ilave edilmiş derkenarlardır. Defteri tanıtan
kataloğun bir yerinde tarihsiz olduğu yazılmışken, diğer bir yerinde ise 1583 (991)
tarihli olduğu belirtilmiştir.
Bu defter üzerinde yaptığımız incelemede 660 no’lu Tahrir defterinin icmali
olduğunu tespit ettik. Dolayısıyla defterin tarihini de 1575 olarak kabul ettik. Defterde
sadece padişah ve sancakbeyi hasları, zu’ema zeametleri ile sipahi timarları
kaydedilmiştir.
1-15. sayfaları arasında padişah hasları, 15. sayfada Musul sancakbeyi hasları,
16. sayfada Keşşaf sancakbeyi hasları, 19-22. sayfaları arasında Zu’ema ve zeamet
tutarları, 24-55. sayfalar arasında ise sipahiler ile timar tutarları kayıtlıdır. 660 no’lu
tahrirde zu’ema ve sipahi isimleri ile gelir tutarları ayrı ayrı kaydedilmediği için, TD.,
282 no’lu icmal defterden büyük ölçüde faydalanılmıştır.
XXVIII
1.2.1.1.6. TKGM., TD., 120 (1575 / 983)
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi, Tapu-Tahrir 120
no’da kayıtlıdır. Toplam 226 sayfadan ibarettir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıtlı
660 no’lu tahrir defterinin ikinci bir nüshası olup, mufassaldır. Özellikle, köy, mezra,
aşiret ve mahalle isimlerinin okunmasında bu defterden de yararlandık.
1.2.2. Ruznamçe (Timar-Zeamet Tevcih) Defterleri
Bu defterler tahrir defterleri kadar ayrıntılı olmamakla beraber, iki tahrir
arasındaki değişiklikleri takip etmek açısından önemlidir. Öte yandan Musul’un en son
tahriri 1575 yılında yapılmış olduğu için bu tarihten sonraki timar ve zeametler ile
hasların dağılımını ve zu’ema ile sipahi isimlerinin tespiti için bu defterler ayrıca
önemli bir yer tutmaktadır. 1575-1639 yılları arasındaki dönemde zu’ema ve sipahilerin
isimleri ile bunlara tevcih edilen gelir tutarlarını Timar ve Zeamet Tevcih
Defterlerindeki kayıtlardan tamamlama yoluna gittik.
1.2.3. Sancak Tevcih Defterleri
Bu defterler devletin idârî taksimatını muhtevi olup, eyalet ve sancakların
isimleri, bunları yöneten beylerbeyi ile sancakbeylerinin isimleri ve gelir tutarlarının
kaydedildiği defterlerdir.
Araştırma dönemimiz içinde üç sancak tevcih defterinden faydalandık.
Bunlardan biri Başbakanlık Arşivi Maliyeden Müdevver defterler tasnifinde 6
, ikisi ise
Kâmil Kepeci tasnifinde7
bulunmaktadır.
1.2.4. Mühimme Defterleri
Divân-ı Hümâyunda devletin her türlü meseleleriyle ilgili çıkan emir, ferman ve
hükümlerin kaydedildiği defterlere mühimme defterleri denilmektedir. Araştırma
dönemimizi ilgilendiren 89 mühimme defteri tek tek taranarak Musul Sancakbeyi,
Musul Beylerbeyi, Musul kadısı ve çevre sancak veya eyaletlere gönderilen hükümlerin
tamamı gözden geçirilerek azami ölçüde bunlardan faydalanma cihetine gidilmiştir.
6 Maliyeden Müdevver, No: 563.
7 Kepeci, No: 262; 266.
XXIX
1.2.5. Ahkâm Defterleri
Beylerbeyine, defterdara, kadıya vs. yazılan çeşitli hükümleri muhtevi
defterlerdir. Maliyeden Müdevver defterler tasnifinde bulunan bu defterlerden Musul
beylerbeyliği ile ilgili ahkâm kayıtlarından istifade edilmiştir.
1.2.6. Divân-ı Hümâyûn, Divan ve Ruûs Kalemi Defterleri
Bu defterlerin taranması sonucu beylerbeyi ve sancakbeylerine ait muhtelif
atamalara ait belgeler toplanmıştır.
Kâmil Kepeci tasnifindeki Divân-ı Hümâyûn Ruûs Kalemi Defterleri’nden
incelediğimiz dönemle ilgili 53 Ruûs Defteri taranarak Musul Sancağı ve Eyaleti ile
ilgili olanlardan istifade edilmiştir.
1.2.7. Mevâcib Defterleri
Kalelerde görevli olan askerlerin sayıları ile günlük (fi yevm) ve yıllık (fi sene )
yevmiyelerinin kayıtlı olduğu defterlerdir.
Bu defterler Maliyeden Müdevver Tasnifi’nde bulunmaktadır. Musul
kalesindeki askerlerin (mustahfız, topçu, azeban vs.) sayıları ve yevmiyelerini bu
defterlerdeki kayıtlardan elde ettik.
1.2.8. Emir ve Fermanlar
Başbakanlık Arşivi Ali Emiri, İbnü’l Emin ve Bâb-ı Asafi Divân-ı Hümâyûn
kalemi kataloglarında bulunan emir ve fermanlar tek tek taranarak Musul Beylerbeyliği
ile ilgili olanlardan istifade edilmiştir.
1.2.9. Evkaf Defterleri
Musul vakıfları hakkında tahrir defterlerinde mufassal bilgiler bulunmasına
rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan Vakfiye defterlerinin Musul’la
ilgili olanları taranarak faydalanılmaya çalışılmıştır. Ancak, tasnifi yapılan defterlerdeki
Musul vakıf kayıtları XVIII, XIX ve XX. yüzyıllara ait olduğundan dolayı bunlardan
faydalanılamamıştır8
.
8 Bk. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Esas no, 5/1, sıra, 17, 145, 177, 273, 367, 405, 426, 593, 596,
705, 768, 882, 994, 995, 1041, 1127.
XXX
1.3.Vekayinâmeler, Seyahatnâmeler ve Risâleler
1.3.1. Vekayinâmeler
Musul’un siyasi tarihi incelenirken araştırma dönemimizle ilgili olan
vekayinâmelere de müracaat edilmiştir. Bunlar; Tarih-i Naima, Tarih-i Selânikî, Peçevi
Tarihi, Solak-zâde Tarihi ve Şerfhân’ın Şerefnâme’sidir.
1.3.2. Seyahatnâmeler
Musul şehrinin fiziki yapısı, ticari ve demografik durumu hakkında istifade
ettiğimiz kaynaklar içerisinde seyahatnâmeler önemli bir yer tutmaktadır.
İstifade ettiğimiz seyahatnâmeler kronolojik sıra itibariyle şunlardır;
1- İbn-i Cübeyr (1184)9
2- İbn-i Batutâ (1328)10
3- Tavernier (1644)11
4- C. Niebuhr (1766)12
5- Buckingham (1816)13
6- William Heude (1817)14
7- Moltke (1838)15
8- Mehmed Hurşid Paşa (1848-1852)16
9- Yusuf Rıza (1911)17
Bu arada, XVII. yüzyılın ikinci yarısında Musul’u ziyaret eden ünlü
seyyahlardan birisi de Evliya Çelebi’dir. Evliya Çelebi bu ziyareti sırasında; Eski
Musul, Musul eyâleti hâkimleri, Musul câmileri, Musul’daki peygamber ziyaretgâhları
9
İbn-i Cübeyr, Rihlet-i İbn-i Cübeyr, Leiden 1907.
10 Muhammed et-Tanci, İbn-i Batûta Seyahatnâmesi, (Sadeleştiren: Mümin Çevik), C. I-II, İstanbul 1983.
11 Jean Baptiste Tavernier, Les Six Voyages de Jean Baptiste Tavernier, En Turquie, En Perse, Et Aux
İndes, Paris 1712.
12 Carsten Niebuhr, Voyage en Arabia, en d’autres Pays Circonvoisin, Amsterdam 1780.
13 J. S. Buckingham, Travels in Mesopotamia, Vol-II, London 1827.
14 Lieutenant William Heude, A Voyage up The Persian Gulf (And a Journey Overland From İndia To
England), London 1819.
15 H. Von Moltke, Türkiye Mektupları, (Çev: Hayrullah Örs), İstanbul 1969.
16 Mehmed Hurşid Paşa, Seyahatnâme-i Hudûd, (Çev: Alaattin Eser), İstanbul 1997.
17 Yusuf Rıza, Musul-Van, Musul-Haleb Seyahatleri, Matbaa-i Askeriyye, İstanbul 1331.
XXXI
ve Musul kaleleri hakkında bilgi vermiştir18. Ancak, ne yazık ki henüz tespit
edemediğimiz sebeplerden dolayı seyahatnâmenin Musul Eyâleti ile ilgili bölümleri
mevcut değildir. Zira, gerek Zuhuri Danışman’ın sadeleştirdiği nüsha19, gerek Milli
Kütüphanedeki nüshada20 gerekse Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan matbu
ciltlerde, maalesef Musul’la ilgili kısımlar mevcut değildir. Bununla birlikte, Seyit Ali
Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından hazırlanarak 2010 yılında Yapı Kredi Yayınları
arasında çıkan “Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi21” adlı çalışmanın
Musul’la ilgili kısımlardan istifade edilmiştir.
1.3.3. Risâleler
Devletin resmi görevlileri tarafından tertip edilen risaleler, idari yapıyı
göstermeleri bakımından önemli bilgileri muhtevi olup, Osmanlı tarihi araştırmalarında
vazgeçilmez temel kaynaklar arasında yer almaktadır.
Aynî Ali Efendi, Koçi Bey ve Sofyalı Ali Çavuş risalelerinden Musul eyâletinin
idari taksimatı ve görevlileri hakkındaki bilgilerden faydalanılmıştır.
1.4.Arkeolojik Araştırmalar
Tarih araştırmalarında arkeolojik araştırmaların önemli bir yer tuttuğu
malumdur.
Frıedrıch Sarre ve Ernst Herzfeld’in Musul ve çevresinde 1907-1908 yıllarında
yaptıkları arkeolojik araştırmalar22 sonucunda; Musul’un tarihçesi, topografyası, şehrin
surları, câmileri, ziyaretgâhları, kiliseleri hakkında kıymetli bilgiler elde edilmiştir.
Çalışmamızda bu araştırma sonucunda elde edilen bilgilerden büyük ölçüde
faydalanılmıştır.
1.5.Tetkik Eserler
18 Evliya Çelebi (Asıl adı Mehmet Zıllioğlu), Seyahatnâme, C. 3-4, Milli Kütüphane, Yazma Eserler
Bölümü, No: M.F.A./ 4448, s. 3.
19 Zuhuri Danışman İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan yazma nüshayı sadeleştirmiştir.
20 Milli Kütüphanenin Yazma Eserler Bölümü, M. F. A. / 4448 no’da kayıtlı seyahatnâmenin mikrofilmi
İstanbul Millet Kütüphanesindeki yazma nüshadan alınmıştır.
21 Evliya Çelebi, Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel
Dağlı), 4. Kitap, 2. Cilt, YKY, İstanbul 2010.
22 Friedrich Sarre und Ernst Herzfeld, Môsul Von Ernst Herzfeld, Archäologische Reise im Euphrat-Und
Tigris-Gebiet, Berlin 1919. Bu kaynak bundan sonraki sayfalarda, Herzfeld, Tigrisgebiet şeklinde
kullanılmıştır.
XXXII
Musul bölgesi tarihi ile ilgili yazılan muhtelif eserlerden mümkün mertebe
faydalanılmıştır. Bunun yanı sıra, günümüze kadar yapılmış olan sancak
çalışmalarından da hem metot açısından hem de mukayese yapmak bakımından büyük
ölçüde faydalanılmıştır.
Bunlar içerisinde bizi doğrudan ilgilendiren çalışma Nilüfer Bayatlı’nın XVI.
Yüzyılda Musul Eyaleti adlı doktora çalışmasıdır. Çalışma, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’nda 1974 yılında tamamlanmıştır. 1999 yılında
Türk Tarih Kurumu tarafından basılmıştır. Bu kitap incelendiği zaman; Osmanlıca
belgelerin pek çoğunun eksik veya yanlış okunduğu, büyük kronolojik hatalar yapıldığı,
mevcut tarihi bilgilerin zaman zaman yanlış değerlendirildiği ortaya çıkmaktadır23
burada bu konuyu tekrar etmek niyetinde değiliz. Ancak, şunu ifade etmekte yarar
görmekteyiz; Musul 1517 tarihinde Osmanlı hâkimiyetine alındıktan sonra sancak
statüsünde idare edilmiştir. Önce Diyarbekir eyaletine, sonraları şartlar ve devletin
sosyal ve ekonomik politikaları neticesinde Bağdat veya Şehrizul eyaletlerine
bağlanmıştır. 1586 tarihinde ise Musul eyalete tahvil edilmiştir. Nilüfer Bayatlı’nın XVI.
Yüzyılda Musul Eyaleti adlı kitabının iskeletini 1523, 1540 ve 1575 tarihli tapu tahrir
defterleri teşkil etmektedir. Dolayısıyla çalışmanın dönemi de, zaman zaman 1600’lü
yıllara atıflar yapılmışsa da, 1523-1575 yılları arasıdır. Durum bu olunca kitaba verilen
ismin yanlış olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu büyük yanlışlık, kitap
mündemicinde sürüp gitmiştir 24
.
Biz bu çalışmadan çok farklı olarak konuyu belli bir metod ve ilmi disiplinle ele
aldık. Özellikle tahrir defterlerindeki bütün bilgileri değerlendirmeye çalıştık. Her
mahalle veya köyde bulunan hâne, bennâk ve mücerredleri ayrıntılı bir şekilde
gösterdiğimiz gibi, köylerde üretilen hububat miktarlarını, sancağın toplam vergi
hâsılatını ve bunun dağılımını yüzdeleriyle birlikte ayrıntılı bir şekilde değerlendirmeye
çalıştık. Şehirdeki dini ve sosyal yapılar ile bunlara ayrılan evkaf gelirlerini de tek tek
gözler önüne sermeye çalıştık.
Nihayet konunun daha iyi anlaşılması için elde ettiğimiz bilgileri tablo, grafik,
harita ve krokiler üzerinde gösterme cihetine gittik.
23 Ahmet Gündüz, “Nilüfer Bayatlı, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti”, Belleten, C. LXV, S. 242, Ankara
2001, s. 387-410
24 Ayrıntılı bilgi için bk. Gündüz, a.g.m., s. 387-410.
BİRİNCİ BÖLÜM
MUSUL'UN TARİHİ GELİŞİMİ
1. MUSUL ADININ MENŞEİ
Tarihte değişik isimlerle zikredilen Musul adının çıkış kaynağı hakkında farklı fikirler
ileri sürülmüştür.
El-Cezire’de Diyar-ı Rabia’nın merkezi olan Musul, Dicle nehrinin sağ sahilinde eski
Ninova’nın karşısına düşmektedir. Müslümanların fethinden önce, hıristiyanlar tarafından
"Hısn Ebraya" denilirdi ki, "geçişli kale" manasına gelmekteydi 25
.
Farslar'ın hâkimiyeti döneminde Musul’un iranlı satrapına Buz-Azdaşiranşâh ünvânı
verildiği için, şehrin adı da "Bûz-Ardaşir" olarak zikredilmiştir 26. Başka bir iddiaya göre ise,
eski bir İran hükümdarı buraya "Bih-Hormez-Kovâz" ismini vermişti 27
.
Şehir, müslümanlar tarafından fethedildikten sonra el-Musul (el-Mavsıl) diye
isimlendirilmiş28 ve bu isim günümüze kadar kullanıla gelmiştir.
Şemseddin Sâmi ise; Mısır ve Şam ile Horasan, Basra ve Bağdat’tan gelen kervanların
buraya vusul edip toplanmasından dolayı “Musul” denildiğini ve bunun Arapça bir kelime
olduğunu ifade etmektedir29
.
Bir diğer iddiaya göre ise, şehir batı dicle kıyısındaki virajların kesiştiği yerde
kurulduğu için Musul diye isimlendirilmiştir30
.
25 Gorgis Avad, Medinetu'l-Musul, Bağdat 1959, s.8-9.
26 Avad, age, s. 9; Guy Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Mesopotamia, Persia and Central Asia
from the Moslem Conquest te the time of Timur, Cambridge 1930, s.87.
27 E. Honigmann, "Musul", İA., C. 8, İstanbul 1993, s. 739.
28 Avad, age., s. 9.
29 Şemseddin Sâmi, Kamusü’l-Alam, C. 6, İstanbul 1361, s. 4480.
30 Strange, age., s.87.
2
Öte yandan, Musul şehrine çeşitli lâkaplar da verilmiştir. Bunlar; Ummu'r-Râbi’ayn,
al-Hazra, ve al-Hedba’dır 31
.
Musul’a al-Râbi’ayn denilmesinin sebebi; şehrin ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde
senede iki defa yeşile bürünmesinden (otların yeşermesinden) kaynaklanmaktadır32
.
Al-Hazrâ denilmesinin sebebi ise; yağmur yağdığı zaman bölgenin parlak renkli,
çiçekli veya işlenmiş, ipekle dokunmuş nakışlı bir elbise gibi görünmesindendir33
.
Al-Hedba lâkabının veriliş nedeni hakkında iki görüş mevcuttur; Yakut, Mucemu'lBuldân adlı eserinde, dicle nehrinin süratli ve dalgalı bir şekilde akmasından dolayı bu ismin
verilmiş olduğunu ifade ederken; El-Ömerî ise Menheli'l-Evliya adlı eserinde, yer şekillerinin
dalgalı olmasından kaynaklandığını yazmıştır34
.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, Musul şehri hakkında gerek islâm
hâkimiyeti öncesinde gerekse İslâm hâkimiyetinden sonraki dönemlerde farklı farklı isimler
kullanılmıştır. Fakat “Musul” kelimesinin hangi dönemden itibaren kullanılmaya başlandığı
ve ne mâna ifade ettiği hususunda mevcut kaynaklarda tatmin edici bir kayıt
bulunmamaktadır.
2. TARİHTE MUSUL
Musul Orta Doğunun önemli bir noktasında yer almaktadır. Bu konumundan dolayı
çok çeşitli kültür ve medeniyetlerin buluştuğu bir yer olmuştur. İnsanlık tarihinin ilk yazılı
belgeleri bu bölgede ortaya çıkarıldığı gibi, insanların kalabalıktan teşkilâtlı topluma geçişte
oluşturdukları bilgiler de ilk olarak yine bu bölgede meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu
bölgenin çok eskilere giden bir tarihi bulunmaktadır.
2.1. Eskiçağlarda Musul
Musul’un da içinde bulunduğu Mezopotamya bölgesinin ilk sâkinleri olarak Sümerleri
görmekteyiz. Çivi yazısının mucidi olan Sümerler milattan 4000 sene önce bölgeye
yerleşmişler ve yüksek bir medeniyet meydana getirmişlerdir35
.
Sümerlerin kurdukları şehirler zamanla nüfus ve medeniyetçe kuvvetlenmiştir. Her
şehir dahilde müstakil bir görünüşe sahipti. Fakat bunlar dış tehlikelere karşı kendi aralarında
31 Avad, age., s. 9; Nilüfer Bayatlı, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti, TTKB, Ankara 1999, s. 3.
32 Avad, age., s. 4.
33 Bayatlı, age., s. 4.
34 Avad, age., s. 9.
35 Bülent İplikçioğlu, Eskiçağ Tarihinin Anahatları, I, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1990, s. 48.
3
bir federasyon meydana getirmişlerdi. Her şehrin başında yarı ilah kabul edilen bir kral
bulunurdu. Bunlardan biri, federasyona baş seçilirdi36
.
Uzun süre gayet iyi idare edilen bu federatif devletler arasında zamanla ihtilaflar çıktı.
Federasyona baş olmak isteyen şehirler arasında savaşlar meydana geldi. Bu karışıklıklardan
istifade eden “Akadlar” M.Ö. 2350’li yıllarda zengin Sümer şehirlerini ele geçirerek idâreleri
altına aldılar37
.
Akadlar, Mezopotamya’ya Sümerlerden sonra gelmiş ve dağlık kuzey bölgeye
yerleşmiş “Sami ırk”a mensup kimselerdi. Medeniyetçe Sümerlerden geri olmakla beraber
Sargon ayrı ayrı kabileler halinde yaşayan Akadları birleştirerek onları Sümerlere hâkim
kılmıştır. Sargon’un ölümünden sonra yeniden başlayan Sümer-Akad mücadelesi iki yüz sene
sürmüş ve Sümerler tekrar bağımsızlıklarını kazanmışlardır38. Ancak bu sıralarda yine Sami
ırka mensup olan Amurular’ın kurdukları Babil Devleti tarafından esaret altına alındılar.
Amurular M.Ö. 3000 yıllarında bu bölgede gözükmeye başladılar. Bir kısmı Suriye ve
Filistin’e, diğer bir kısmı ise Sümer ve Akadlar’a komşu topraklara yerleşerek kısa zamanda
kuvvetlenmişlerdir. Babil krallarından Hammurabi mezopotamya havalisini tek bir devlet
haline getirdikten sonra kendisini imâr işlerine vermiş, birçok tapınaklar, kaleler vücuda
getirmiştir. Ayrıca, o güne kadar geçerli olan hukuk kurallarını toplayıp tabletler üzerine
yazdırmıştır ki, bunlar tarihte ilk yazılı kanunlardır.
Babilliler, Hammurabi’nin ölümünden sonra kuzeyden gelen devamlı taarruzlar
sonucunda, önce Hititler’in daha sonra da Asurlular’ın esaretine girmişlerdir.
Asurlular, Mezopotamya’nın kuzey kısımlarına yerleşmiş olup, M.Ö. 2000 yıllarına
kadar bağımsız bir devlet haline gelememişlerdi. Bu tarihte reisleri Sargon onları birleştirip
müstakil bir devlet haline getirmiştir. Sargon zamanında başkent Asur şehri idi. Fakat, Asur
hükümdarlarından Ninova veya Ninos, Ninova şehrini kurduktan sonra burası başkent
olmuştur39
.
Önceleri dağınık kabileler halinde yaşayan Asurlular Güneydoğu Anadolu’da yaşayan
Mitanniler devletinin hâkimiyeti altında bulunuyorlardı. Mitanniler devletinin Hititler
tarafından yıkılmasından sonra, oldukça kuvvetlenen Asurlular civar sahalara yayılarak
Anadolu’da Kayseri’ye kadar uzanan geniş bir sahada birçok koloniler meydana getirdiler.
36 Kadir Mısıroğlu, Musul Meselesi ve Irak Türkleri, İstanbul 1985, s.38.
37 Mısıroğlu, age., s. 38.
38 İplikçioğlu, age., s.50; Mısıroğlu, age., s.38.
39 Mısıroğlu, age., s.39.
4
Irak, Filistin, Suriye, hatta Mısır ve İran’ı ele geçirerek büyük bir imparatorluk kurmayı
başardılar40
.
Fakat, Kafkasya üzerinden güneye sarkan İskitler’in bir kolu olan Kimmerler Asur
topraklarına hücum ederek onları zayıf düşürdüler. Bundan faydalanan Babilliler Medler’le
birleşerek Asurlular’a karşı harekete geçmiş ve uzun muharebelerden sonra onları mağlup
ederek M.Ö. 612 yılında bu devlete son vermişlerdir41
.
Asur devletinin yıkılışından sonra eski Babil Krallığı ikinci defa kurulmuş oldu.
Ancak, İkinci Babil devletinin ihtişamı Buhtunnasır’ın ölümünden sonra fazla devam
etmeyerek, M.Ö. 539 yılında Persler’in hücumuyla son bulmuştur. Bundan sonra bu bölge
İranlılar’ın bir vilâyeti haline geldi42
.
İran hükümdarı III. Dara M.Ö. 331 yılında Erbil civarında Büyük İskender’e yenilince
Mezopotamya’nın idaresi de Makedonyalılar’a geçti. Ne varki, İskender’in M.Ö. 321 yılında
Babil’de ölmesi üzerine istilâ ettiği geniş topraklar generalleri arasında paylaşıldı. Bu
taksimde Mezopotamya Selefkus’un hissesine düştü. Fakat İskender’in generalleri tarafından
kurulan devletler uzun ömürlü olmamıştır. Nitekim, Mezopotamya sırasıyla; Partlar (M.Ö.
141 / m.s. 226), kısa bir süre Romalılar (m.s. 115-117) ve nihayet Sasaniler’in (m.s. 226-
640) idaresi altına geçecektir43
.
2.2. İslâm Hakimiyeti Döneminde Musul
Hz. Ömer (r.a.) zamanında İslâm devletinin sınırları Arap yarımadasının dışına taşmış
ve Anadolu’ya kadar olan yerlere seferler düzenlemeye başlamıştır.
Musul’un islâm hâkimiyetine girmesi de Hz. Ömer döneminde olmuştur. Zira, Utba b.
Farkad komutasındaki Arap kuvvetleri Musul’a karşı harekata geçmiş ve burayı
fethetmişlerdir (m. 637, h. 16)44. Fethi müteakip Musul'un idâresi Utba b. Farkad’a verilmiş,
fakat daha sonra Hz. Ömer tarafından, yerine Harsama b. Arfaca el-Bariki tayin edilmiştir.
Harsama, Musul’a birçok Arap yerleştirerek kendilerine ev ve toprak vermiş ve burayı bir
askerî şehir haline getirmiştir. Harsama, ayrıca Musul’un hudutlarını tespit ederek, şehirde bir
câmi yaptıran ilk Arap kumandanı ve vâli olarak bilinmektedir 45
.
40 İplikçioğlu, age., s.40.
41 Mısıroğlu, age., s.40.
42 “Persler”, Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 8, İstanbul 1985, s. 3032.
43 İplikçioğlu, age., s. 56-57; Mısıroğlu, age., s. 41.
44 El-Belâzuri, Fütuhu'l-Büldân, (Çev.Mustafa Fayda), KTBY., s.476; Said Deveci, “Hıtat’ul-Musul fi-Ahdi’lEmevi”, Sumer, C. 7, Bağdat 1951, s. 223-224; Avad, age., s. 4; Honigmann, agm., s.739.
45 Belâzuri, age., s. 477; Honigmann, agm., s.739.
5
2.3. Emeviler Dönemi
Hülafa-i Raşidin döneminden sonra, İslâm devletinin idaresi, dolayısıyla Musul’un da
hâkimiyeti Emevî hânedanına geçmiştir.
Emevi halifelerinden Abdü’l-Melik (684-704 / 65-85) oğlu Said’i Musul’a ve kardeşi
Muhammed’i de el-Cezire ve Armineya’ya vâli tâyin etmiştir. Fakat, Muhammed daha sonra
Azerbaycan ve Musul vâliliklerinde de bulunacaktır. Muhammed, zaptiye müdürü İbni Talid’i
Musul şehrinin yollarını kaldırımlatıp, etrafını da sur ile çevirmeye memur etmiştir46
.
Nihayet son Emevi halifesi olan II. Mervan Musul şehrini genişletip, idâresini
teşkilatlandırdığı gibi şehirde yeni sokaklar da açmıştır. Ayrıca, yeni surlar inşa ettirip, Dicle
üzerinde de bir köprü yaptırmıştır47. Diğer yandan Musul’un el-Cezire eyâletine merkez
olması da II. Mervan zamanındadır.
2.4. Abbasiler Dönemi
Abbasi hanedanından olan Ebu’l-Abbas Abdullah’ın 749 (132)’da halifeliğini ilân
etmesi üzerine, Zap suyu kenarında, yapılan savaşta (750 / 132) II. Mervan yenilince Abbasi
devleti kurulmuş ve Musul da bu devletin hâkimiyeti altına girmiştir.
Ebu’l-Abbas Abdullah’ın Musul’a vâli olarak tâyin ettiği kardeşinin oğlu İbrahim b.
Yahya’nın şehirde büyük bir katliâm yaptırdığını görmekteyiz48
.
Musul, 868 (254)’de Haricîlerin işgaline uğramış, fakat kısa bir süre sonra halife elMutemed tarafından geri alınmıştır.
Önce hassa askerlerini, bilahare bütün ordularını Türklerden teşkil eden Abbasiler
muhtelif vilayetlere olduğu gibi Musul'a da Türk valiler tayin etmişlerdir49.Halife elMutemed, Türk kumandanı Asategin’i Musul vilâyetine vâli tâyin etmişse de Asategin
Musul’a kendisi gitmeyip, vekâleten oğlu Edgütegin’i göndermiştir. Fakat Musul halkı onu
istemeyince Edgütegin Musul’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu arada Musullular başlarına
Yahya b. Süleyman’ı getirmişlerdi. Asategin’in Musul’a gönderdiği Haysam b. Abdullah da
muvaffak olamayarak geri döndü. Nihayet; Asategin tarafından İshak b. Eyyüb kumandasında
Musul’a gönderilen 20000 kişilik bir kuvvet şehre girdi ise de burada tutunamayarak az sonra
46 Belâzuri, age., s.477.
47 Honigmann, agm., s.739.
48 Honigmann, agm., s. 739.
49 Mükrimin Halil, Musul ve El-Cezire'de Oğuz Türkleri, s.1-2. (Basım yeri ve basım tarihi belli olmayan bu
doküman Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde bulunmaktadır).
6
çıkarıldılar50
.
Bir süre sonra Musul’da yağmacı Kürt aşiretleri tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bunun
üzerine halife Muktefi Hamdanilerden Hüseyin’in kardeşi Ebu’l-Hayca Abdullah’ı bunları
itaat altına almakla görevlendirdi. Ebu’l-Hayca 905 (293) yılı muharrem ayı başlarında
Musul’a vararak ertesi yıl Kürtleri itaat altına aldı. Reisleri Muhammed b. Bilal de baş eğmek
zorunda kaldı51
.
2.5. Hamdaniler Dönemi
905 (293) tarihinden itibaren Musul’un idâresi Hamdaniler’in eline geçmiştir. Zira, bu
tarihte Ebu’l-Hayca Abdullah Musul vâliliğine atanmış ve Abbasilere tâbi olarak burayı idâre
etmiştir. Ebu’l-Hayca bu görevini, 920 (308) yılından itibaren oğlu Hasan’a bırakmışsa da
kısa aralıklarla vefatına kadar (929 / 317) vâliliğini sürdürmüştür52
.
Daha sonra Nasırü’d-Devle ünvanını alan Hasan devrinden itibaren ise, Hamdaniler
Musul’da bağımsız olarak hüküm sürmüşlerdir (929 / 317). Nasırü’d-Devle’nin 968 (358)’de
vefat etmesi üzerine yerine oğlu Ebu Tağlib Fazlullah (el-Gazanfer) geçmiştir. Fakat,
Büveyhliler’le yapılan muhtelif savaşlara katılan el-Gazanfer mağlup olunca Irak’ı terke
mecbur kalmış ve 979 (369)’da da Suriye’de vefat etmiştir. Böylece Hamdaniler’in
Musul’daki hâkimiyetleri bir süre son bulmuştur. Çünkü, el-Gazanfer’in ölümünden sonra
kardeşleri Ebu Tahir İbrahim ve Ebu Abdullah el-Hüseyin Büveyhiler’in hizmetine
girmişlerdi53
.
Bu arada Mervaniler hanedanının kurucusu olan reis Bâd (Ebu Abdullah el-Hüseyin b.
Dustek) Büveyhiler’den Amid, Meyafarikin ve Nusaybin şehirlerini aldığı gibi Musul’u da ele
geçirmiştir. Fakat Bâd Bağdat’ı almaya kalkışınca (Safer 374 m. Temmuz-Ağustos 984) ağır
bir mağlubiyete uğradı ve Musul’u da boşaltmaya mecbur kaldı54
.
Diğer yandan, 989 (379)’da Büveyhiler’in başına geçen Bahaü’d-Devle,
Hamdaniler’in Musul'a geri dönmelerine izin verince, Hamdaniler Bahaü’d-Devle’nin bu
hatasını iyi değerlendirip tekrar Musul’a hâkim oldular. Fakat bu hâkimiyetleri uzun
sürmeyecektir. Çünkü, Mervani hükümdarı Bâd Musul’a hâkim olmak için 990-991 (380)’de
50 Honigmann, agm., s.739.
51 Honigmann, agm., s.740.
52 M. Sobernheım, “Hamdaniler”, İA., C. 5/1, İstanbul 1993, s.179.
53 Sobernheım, agm., s.180.
54 K. V. Zetterstéen, “Mervaniler”, İA., C.7, İstanbul 1993, s.780.
7
tekrar harekete geçmişti55
.
Bunun üzerine iki Hamdani kardeş olan Ebu Tahir İbrahim ile Ebu Abdullah elHüseyin, Ben-i Ukayl emiri Ebu’l-Zevvâd (Muhammed b. el-Musayyib)’dan yardım istediler.
Ebu’l Zevvâd yardım yapmayı kabul edip karşılığında Ceziret-i b. Ömer, Nusaybin ve Balad
şehirlerini aldı. Bâd, Musul hâkimi bulunan Hamdaniler’e mağlub olduğu gibi, kendisi de bu
savaşta ölmüştür. Bâd’ın yerine yeğeni Ebu Ali el-Hasan geçip, Hamdanilerle mücadeleyi
sürdürmüştür. Bu mücadele sonunda, Hamdanî Ebu Abdullah esir edilmiştir. Ebu Tahir ise
Nusaybin’de bulunan Ukayli Hükümdarı Ebu Zevvâd’ın himayesine sığınmak için yanına
gidince yakalanıp, oğlu ve bütün taraftarlarıyla beraber öldürüldü. Böylece, Ebu Zevvâd
Musul'u ele geçirmiş ve bundan sonra Musul’da Ukayliler idaresi başlamıştır (996 / 386)56
.
2.6. Ukayliler Dönemi
Ukayli hükümdarı Ebu Zevvâd 996 veya 997 (386-387)’de öldü. Yerine kardeşi elMukallad geçti. Bu zat da 1000-1001 (391)’de bir suikast sonucu öldürülünce yerine büyük
oğlu Karvaş Musul emiri olarak tanındı. Karvaş, Musul’da 50 yıl emirlik yapmış, ancak 1050-
1051 (442) yılında kardeşi Ebu-Kâmil Baraka ile yaptığı savaşı kaybedince, Musul’a EbuKâmil emir olmuştur. Fakat, Kâmil 1052 (443)’de ölünce yerine Kureyş, bunun da 1061
(453)'de ölmesi üzerine yerine oğlu Müslim Musul emiri olmuştur57
.
Müslim zamanında Ukayliler devleti en büyük genişleme imkânını bulacak, fakat bu
uzun sürmeyecektir. Zira Müslim’in ölümünden sonra, daha önce hapiste bulunan kardeşi
İbrahim kurtulup kendini Musul emiri ilân etmiştir. Ancak, 1089-1090 (h. 482)’da Selçuklu
sultanı Melikşah, onu yakalatıp hapse atacak ve yerine Fahrü’d-Devle b. Cahir’i Musul’a vâli
olarak gönderecektir58. Öte yandan, Melikşah’ın ölümünden (1092 / 485) sonra, İbrahim
tekrar hürriyetine kavuşup Musul’a dönecektir.
Bu arada Melikşah’ın teyzesi olup, Müslim’den dul kaldıktan sonra İbrahim’le
evlenmiş bulunan Safiye, Melikşah’ın ölümü üzerine Müslim’den olan oğlu Ali ile Musul’a
geldi. Fakat Müslim'in diğer oğlu olan Muhammed de aynı şekilde Musul’u istediği için, şehir
halkı ikiye ayrıldı ve yapılan savaşta Muhammed kaçmak zorunda kalmış, Ali ise Musul’u
elde etmiştir59. İbrahim bunu öğrenince Safiye ile müzakerelere girişti. Bu sırada Selçuklu
55 Ali Sevim, “Tarihî Meyyâfarikin ve Amid’in Mervanlılar Bölümünün Yayını Münasebetiyle”, VI. Türk Tarih
Kongresi, TTKB., Ankara 1967, s.173.
56 Zetterstéen, agm., C.13, s.18.
57 M. Sobernheım, “Müslim”, İA., C.8; İstanbul 1993, s.822; Zetterstéen, agm., s. 781.
58 Zetterstéen, agm., s. 781.
59 Zetterstéen, agm., s. 781.
8
prensi Tutuş, İbrahim’den kendisini sultan tanımasını istedi. İbrahim, Tutuş’un emrine girmek
istemeyince iki taraf silaha başvuracaklardır. Musul yakınlarındaki Muzayyi mevkiinde
yapılan savaşta İbrahim esir edilip öldürüldü. Musul’u alan Tutuş buraya Ali b. Müslim’i vâli
olarak tâyin edecektir60
.
Fakat, kısa bir süre sonra Muhammed b. Müslim Musul’a hâkim olmak için kardeşi
Ali b. Müslim ile mücadeleye girişecek ve bunun için Selçuklu kumadanı Kür-Boğa’dan
yardım alacaktır. Ukayliler’den bu iki kardeşin mücadelesi sonucunda Muhammed b. Müslim
öldürülmüş ve Ali b. Müslim de Musul’u terk etmek mecburiyetinde kalmıştır (1096 / 489)61
.
Böylece Musul’daki 100 yıllık Ukayliler idaresi son bulmuş, yerine Selçuklu
hakimiyeti teessüs edilmiştir.
2.7. Büyük Selçuklular Dönemi
Selçuklu devleti kurulduktan sonra, Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melikşah zamanlarında
Türkistan’dan Horasan, İran ve Azerbaycan istikametlerine planlı bir şekilde Türkmenler
(Oğuzlar) sevk edilmiştir.
Bu Oğuzlardan bir kısmı Göktaş, Mansur ve Oğuzoğlu kumandasında, Ukayloğulları
ailesinin elinde bulunan musul üzerine yürüdüler. Şehrin işgal ve yağmalanmasından korkan
emir kırvaş (kureyş) kendine yardıma gelen Diyarbekir Mervanlı emiri Nasru’d-Devle Ahmed
ile birlikte onları karşıladı ise de bozguna uğrayıp yenildi (1042) 62. Bu zaferden bir yıl sonra
(1043 / 435) Musul üzerine yürüyen Türkmenler şehir hâkimi Kırvaş’ı yenip şehre bir süre
hâkim oldular ve hutbeyi Tuğrul Bey adına okuttular63. Az sonra Musulluların bir hareketini
Oğuzlar sert bir şekilde cezalandırdılar. Bu durum karşısında Bağdat’ta oturan Büveyhi
hükümdarı Celalu’d-Devle ve Diyarbekir hükümdarı Nasru’d-Devle Tuğrul Bey’e bu
Oğuzları şikâyet ettiler. Bunun üzerine Tuğrul Bey Mervanlı emirine gönderdiği mektupta:
“Türkmenler’e ulaklarla buyruk gönderip onların memleketlerinden çıkmalarını bildireceği”
vaadinde bulundu. Fakat bu sırada Musul emiri Kırvaş etraf emirlerden aldığı yardımlar ile
Türkmenleri büyük bir bozguna uğrattı. Kadın ve çocukları ile birlikte çoğunu öldürdü (1044 /
435)64
.
60 Ali Sevim, “Tutuş”, İA., C. 12/2, İstanbul 1993, s.136; Zetterstéen, agm., s. 781.
61 İbrahim Kafesoğlu, “Kür-Boğa”, İA. C. 6, İstanbul 1993, s.1085; Zettersteen, agm., s.781.
62 Ali Sevim, Suriye ve Filstin Selçukluları Tarihi, TTKB, Ankara 1989. s.16.
63 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler ), İstanbul, 1980, s.95; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk- İslam
Medeniyeti, İstanbul 1994, s.16.
64 Urfalı Mateos Vekayi-namesi (952-1136) ve Papaz Grigorun Zeyli (1136-1162), (Çeviren: Hrant D.
Andreasyon), TTKB., Ankara 1987, s. 82; Turan, Selçuklular Tarihi…, s.120; Sümer, age.,1980, s. 95; Sevim,
9
Bu arada Abbasi halifesi Kaim bi-Emrillah Bağdat’ta Büveyhiler ve Türk askerleri
kumandanı Arslan Besasiri’nin baskısına maruz kalmıştır. Besasiri ayrıca Mısır’daki Fatimi
devleti ile de temasta idi. Bu durum karşısında halife ısrarla Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’i
Bağdat’a davet etmiştir. Tuğrul Bey harekete geçip Aralık 1055 (Ramazan 447)’de Bağdat’a
girdi. Arslan Besasiri Sultanın geldiğini haber alınca Hille’ye sonra da Rahbe’ye çekilmiştir65
.
Selçuklular’ın Bağdat’a hâkim olmaları Mısır Fatımileri’ni ve aşırı şiiler’i harekete
geçirdi. Besasiri Rahbe’de bir ordu meydana getirdi. Bir kısım Arap emirleri de siyasi
menfaat veya şii temayüller ile onunla iş birliği yaptılar. Kurulan bu şii cephesine karşı Tuğrul
Bey Kutalmış ile Musul emiri Kureyş’i sefer için görevlendirdi. Sincar civarında 1057
başında (448) Arslan Besasiri ile yapılan savaşta Kutalmış bozguna uğradı. Şii temayüllü
Sincar halkı bozulan Oğuzlar’a ve hatta yaralılara büyük işkenceler yaptılar. Musul emiri
Kureyş de onlara katıldı. Kutalmış Musul istikametinde uzaklaşırken Şiiler Musul’a girip
Fatımî halifesi adına hutbe okuttular66
.
Bu bozgun haberi üzerine Tuğrul Bey büyük bir ordu ile Arslan Besasiri üzerine sefere
çıktı (1057). Besasiri tekrar Rahbe’ye kaçtı. Tuğrul Bey Sincar ve Cizre’yi aldıktan sonra
İbrahim Yınal’ı Musul Valiliğine tayin ederek Bağdat’a döndü (23 Aralık 1057)67
.
Diğer yandan, Tuğrul Bey’in merkeziyetçi siyasetine karşı Selçuklu Şehzadeleri isyan
etmişlerdir. Nitekim Tuğrul Bey Musul seferinde iken amcazadesi Kutalmış’ın kardeşi ResulTekin merkeziyetçi idareye karşı ayaklanmış fakat üzerine gönderilen Hezaresb’e yenilerek
Bağdat’a sevk edilmiştir. Bu isyanın bastırılmasından kısa bir süre sonra, İbrahim Yınal da
Musul’dan ayrılarak isyan etmeye hazırlanmış, fakat halifenin ve Tuğrul Bey’in elçileri onu
harekete geçmeden Bağdat’a dönmeye ikna etmişlerdir68
.
İbrahim Yınal’ın Musul’dan ayrılmasından sonra Kuzey Irak’ın idaresi ve
kumandanlığına tayin edilen Erdem ve Aytekin’in emrinde az bir kuvvet kaldığı için Arslan
Besasiri ve Kureyş Musul’u kuşattılar. Dört ay süren muhasara ve beliren açlığa dayanamayan
Erdem ve Aytekin Bağdat’a kaçmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine Tuğrul Bey ikinci
Musul seferini yapmağa mecbur kaldı. Besasiri ve Kureyş Musul’u tahrip ederek kaçtılar 69
.
Şehir tekrar sultanın eline geçti. Tuğrul Bey buradan Nusaybin üzerine yürüdü. Ancak,
age., s.16.
65 Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTKB., Ankara 1991, s. 50.
66 Turan, Selçuklular Tarihi..., s.134; Mehmet Altay Köymen, “Tuğrul Bey”, İA., C.12/2, İstanbul 1993, s. 34.
67 Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 135; Merçil, age., s. 50; Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk
Varlığı, İstanbul 1996, s. 48.
68 Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 136.
69 Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 136.
10
İbrahim Yınal’ın isyan etmesi üzerine Hemedan’a hareket etmek zorunda kaldı. Bundan
faydalanan Besasiri Bağdat’a girerek, hutbeyi Fatımi hükümdarı el-Mustansır adına okuttu.
Böylece Irak’taki Selçuklu hakimiyeti çöküntüye uğramışsa da İbrahim Yınal isyanını
bastıran Tuğrul Bey, tekrar 1059’da Bağdat’a girmiş ve halifeyi tahtına oturtarak buradaki
hakimiyetini de tekrar sağlamış ve 1060 yılında Besasiri’yi de öldürmüştür70
.
Ukayli emiri Kureyş 1061’de ölünce yerine oğlu Müslim Musul valisi olmuştur. Öte
yandan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey de 1063 yılında ölmüş ve yerine Alparslan Sultan
olmuştur.
Sultan Alparslan zamanında, Müslim b. Kureyş Selçuklulara tabi olarak Musul ve
havalisindeki idaresini sürdürmüştür. Ancak, bir ara Sultan Alparslan’la Kureyş’in arasının
açılması üzerine Musul ve havalisinin idaresi elinden alınmış fakat, Müslim’in Hemedan’a
gidip sultandan af dilemesi üzerine tekrar eski yerlerin idaresi kendisine verilmiştir71
.
1072 yılında ölen Alparslan’ın yerine Melikşah geçmiştir. Melikşah’ın lütfuyla
Musul’dan başka Haleb’in de idaresini alan ve Selçukluların da damadı olan Müslim
(Şerefü’d Devle)’nin gerek Mısırlılarla münasebet kurması gerekse Selçukluların 1084’te
Mervaniler üzerine yaptıkları sefer sırasında Mervanilere yardım etmesi Melikşah’ı
kızdırmıştır. Bunun üzerine, Müslim’in yerine Amidü’d-Devle’yi Musul’a tayin etmiştir.
Amimdü’d- Devle 1084-1085 (477)’de Ak-Sungur ve diğer Türk beyleri ile birlikte Musul’a
gelerek, şehri mücadelesiz aldı72. Arkasından Melikşah da Musul’a girmiştir. Ancak bu sırada
kardeşi Tökeş (Tekiş)’in Horasan'da isyan etmesi üzerine dönmek zorunda kalan Melikşah,
Müslim’in huzura gelip yer öpmesi ve af dilemesi neticesinde, Halep de dahil, eski
memleketleri bir tevki ile tekrar kendisine verildi73
.
Sultan Melikşah 1086’da Porsuk, Bozan ve Aksungur ile birlikte Musul’a ve oradan
Halep’e hareket etti. Haleb’i Aksungur’a, Antakya’yı Yağısıyan’a, Urfa’yı Bozan’a ve Musul
havalisini de Çökermiş’e ikta etti74
.
Sultan Melikşah’ın 1092’de ölmesi üzerine başlayan taht kavgaları sonucu hakimiyeti
eline geçiren Berkyaruk 1093 yılında Musul valiliğine Kür-Boğa’yı tayin etti75
.
Bu arada Selçuklu prenslerinden Tutuş Ukayloğulları’ndan İbrahim ile Musul
70
Köymen, agm., s. 34; Saatçi, age., s. 50.
71
Mehmet Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, C. 1, Ankara 1983, s. 120.
72
İbrahim Kafesoğlu, “Melikşah”, İA., C.7, İstanbul 1993, s. 669.
73
Turan, Selçuklular Tarihi..., s. 204; Merçil, age., s. 50; Kafesoğlu, “Melikşah”, s. 669.
74
Turan, Selçuklular Tarihi..., s.207.
75
Turan, Selçuklular Tarihi..., s.229.
11
civarında yaptığı savaşı kazanarak (1093 / 486) yine Ukayloğulları’ndan olan Ali b. Müslim’i
Musul'a vali olarak tayin etmiştir. Ancak kısa bir süre sonra Ali b. Müslim'in kardeşi olan
Muhammed b. Müslim Musul’a hâkim olmak için Ali ile mücadeleye girerek Kür-Boğa’dan
yardım isteyecektir. Kür-Boğa Muhammed b. Müslim’e yardım vaad edecek fakat sonra onu
tevkif ederek Musul’u kuşatacaktır. Ancak, bunda başarılı olamayacaktır. Nihayet, Kür-Boğa
kendi hakimiyeti için engel olarak gördüğü Muhammed’i öldürterek tekrar Musul’u
kuşatacaktır. 9 ay süren muhasaradan sonra, Musul açlık yüzünden teslim olacak (1096 / 489),
Ali b. Müslim de şehri terk etmek mecburiyetinde kalacaktır76. Böylece Musul’daki
Ukayloğulları’nın idaresi temelli bitmiş ve Selçuklular buraya tamamen hâkim olmuşlardır.
Kürboğa’nın 1102 (495)’de ölmesi üzerine yerine Çökürmüş Musul hâkimi
olmuştur77
.
Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk öldükten sona çıkan taht kavgaları sonunda
Muhammed Tapar 1105 yılında Sultanlığı el geçirdi.
Fars ve Huzistan bölgesinde bağımsız bir şekilde hüküm süren Emir Çavlı Sakavu da
Sultan Muhammed Tapar’a biat etmişti. Sultan bu davranışından memnun kalarak Musul
bölgesinin idaresini ona verdi (Eylül-Ekim 1106 / Muharrem 500). Fakat Musul hâkimi
Çökürmüş bu tayinden memnun olmayarak karşı koymaya çalıştı. Ancak Çavlı tarafından
öldürüldü. Musul ileri gelenleri Çökürmüş’ün 11 yaşındaki oğlu Zengi’ye vali olarak itaat
ettiler. Ayrıca Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’a haber göndererek Musul’u teslim
edeceklerini bildirdiler. Bu sırada fetihleri dolayısıyla Malatya’da bulunan Kılıçarslan bu
çağrıya uyarak süratle Musul’a yöneldi. Nusaybin’de bir süre kalan Kılıçarslan burada
kendisini karşılayan ve itaatlerini arz eden Musul ileri gelenleriyle birlikte şehre gelip Sultan
Muhammed Tapar adına okunan hutbeyi kendi adına değiştirdi. Ayrıca, oğlu Melikşah’ı
Musul’a vali ve Şehrizor’lu Muhammed b. Kasım’ı da kadı tayin etti78 . Böylece, Musul
Büyük Selçuklu yönetiminden çıkıp Anadolu Selçuklu hakimiyetine geçmiş oldu (19 Nisan
1107 / Recep 500)79
.
Anadolu Selçukluları’nın Musul’daki hakimiyetleri çok kısa sürecektir. Zira, Çavlı
Halep meliki Rıdvan ile iş birliği yaparak Kılıçarslan’a karşı harekete geçecektir. Habur
ırmağı kıyısında yapılan savaşta Kılıçarslan yenilmiş ve habur ırmağında boğulmuştur. Bu
76 Kafesoğlu, “Kür-Boğa”, s.1084-1085; Zettersteen, agm., s.18.
77 Urfalı Mateos, age., s. 223.
78 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s.88.
79 Sevim, age., s.205; Merçil, age., s.64; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, (çeviren: Fikret Işıltan), C. II,
TTKB., Ankara 1989, s.91.
12
zaferden sonra Çavlı Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına yeniden Musul’a hâkim oldu. Kısa
bir süre sonra Çavlının itaatsizlik göstermesi üzerine, Muhammed Tapar onun yerine
kumandanlarından Altuntiginoğlu Mevdud’u Musul’a tayin etti (1108-1109 / 502)80. Emir
Mevdud aynı zamanda Haçlılarla mücadele ile de görevlendirilmiştir.
Emir Mevdud Şam ulu Camii’nde kılınan cuma namazından çıkarken bir batini fedaisi
tarafından öldürüldü (10 Ekim 1113). Sultan Muhammed Tapar bundan sonra Musul’un
idaresini ve Haçlılar’la mücadele görevini Aksungur el-Porsuki’ye vermiştir. Ancak
Aksungur, Türk emirleri arasındaki anlaşmazlık yüzünden Haçlılar karşısında başarısızlığa
uğrayınca, Sultan Muhammed Tapar Hemedan emiri Porsuk oğlu Porsuk’u 1115 (408)’de
Musul ve el-Cezire kumandanlığına tayin etti 81. Aksungur el-Porsuki de Rahbe’ye
çekilmiştir.
2.8. Irak Selçukluları Dönemi
Büyük Selçuklu Sultan’ı Muhammed Tapar öldüğü zaman (1118 / 511), küçük yaştaki
oğlu Mahmud devlet büyükleri tarafından Selçuklu tahtına oturtuldu. Diğer taraftan Sencer de
Horasan’da Sultanlığını ilan etmiştir (14 Haziran 1118). Böylece, Büyük Selçuklu Sultanlığını
ele geçirmek isteyen Sencer ve Mahmud birbirleriyle mücadeleye girişmişlerdir. Bu taht
mücadelesi neticesinde yapılan Save savaşından sonra (11 Ağustos 1119), Büyük Selçuklu
Devleti’nin başına Sencer geçmiş, yeğeni Mahmud b. Muhammed'e ise devletin batı
ülkelerini bırakmıştı. Bu suretle Selçuklu hanedanının yeni bir kolu, Irak Selçukluları Devleti
ortaya çıkmış oldu82
.
Mahmud, Irak Selçuklu Devleti’nin Sultanı olduğu zaman daha 13-14 yaşlarında idi.
Kardeşi Mesut ise, Musul, el-Cezire meliki olup, Ay-aba Cüyüş Bey de atabeyi idi. Ay-aba
Cüyüş Bey efendisi Mesud Bey’i hükümdar ilan etmek düşüncesinde idi. Nihayet, 1120
(514)’de Mesud ile Cüyüş Bey isyan etmişler fakat, Mahmud’un kumandanı Aksungur
Porsuki onları Esedabad civarında bozguna uğrattı. Ancak kendilerine dokunulmadı83
.
Musul’un idaresi 1121 (515) senesinde Cüyüş Bey’den alınarak tekrar Aksungur elPorsuki’ye verildi. Porsuki 1126 (520) yılında Batıniler tarafından şehit edilmesine kadar bu
görevini sürdürmüştür84
.
80 Sevim, age., s. 207-208; Runciman, age., s. 91-92.
81 O. Turan, age., s.143; Merçil, age., s. 65.
82
Merçil, age., s.66-67,72.
83
Merçil, age., s. 72.
84 A. Z. Velidi Togan, “Aksungur”, İA., C. 1, İstanbul 1993, s. 276-278; O. Turan, age., s. 154; Urfalı Mateos,
age., s. 354.
13
Sultan Mahmud, Aksungur el-Porsuki’nin yerine, onun oğlu İmadeddin Zengi’yi 1127
Eylül’ünde (521) Bağdat valiliğinden Musul Valiliği ve kumandanlığına tayin etti85
.
Irak Selçuklu devletinde Sultan Mahmud’dan sonra gelen Muhammed (öl. 1131), II.
Tuğrul (öl. 1134) ve Mesud (öl. 1152) zamanları iç karışıklılar ve Bağdat halifeleri ile
mücadeleler içinde geçti. Nihayet son hükümdar Sultan III. Tuğrul zamanında fiili iktidar
Musul, Azerbaycan ve Fars atabeylerinde idi86
.
2.9. Zengiler Dönemi
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın Halep vâlisi Ak-Sungur (öl. 1094)’un oğlu
İmadüd’d-din Zengi Irak Selçuklu hükümdarı Mahmut tarafından 1127 (521) yılında Musul
vâlisi ve aynı zamanda iki oğluna atabey olarak tayin edilmişti87
.
Zengi kısa zamanda Cizre kalesini, Nusaybin’i, Sincar ve Harran’ı aldıktan sonra,
Haçlılara karşı müdafaa ettiği Haleb’i de kendisine bağlayarak Kuzey Irak’tan Akdenize
kadar uzanan bir devlet kurdu ki, bu devletin idare merkezi Musul idi. 1144’te Urfa’yı ele
geçirerek Frank Kontluğu’nu ortadan kaldırdı. Ancak, Zengi 1146 (541) yılında Caber
kalesini kuşatırken, muhafızlarından biri tarafından öldürülmüş ve ülkesi oğulları Nureddin
Mahmud ve I. Seyfeddin Gazi arasında bölünmüştür. Mahmud, merkezi Halep olmak üzere
Suriye’yi, Seyfeddin Gazi ise merkezi Musul olmak üzere el-Cezire’nin idaresini ele aldılar88
.
I. Seyfeddin Gazi Kasım 1149 (544)’da Musul’da öldü. Yerine büyük kardeşi
Kutbeddin Mevdûd geçti. Ancak bazı emirler Nureddin Mahmud’un atabey olmasını
istiyorlardı. Nitekim bu emirlerden Sincar vâlisi Şemseddin Muhammed, Nureddin’i davet
ederek şehri ona teslim etti. Mevdûd de ordusu ile harekete geçmişti. Neticede iki taraf
arasındaki anlaşmazlık barış yolu ile çözüldü. Nureddin Sincar’ı kardeşi Mevdûd’a terk
ederken, buna karşılık Humus ile Rakka’yı alıyordu89
.
Kutbeddin Mevdûd 6 Eylül 1170 (22 Zilhicce 565/566)'de öldü. Ölmeden önce yerine
büyük oğlu II. İmadeddin Zengi’nin geçmesini vasiyet etmişti. Fakat, naibi Fahreddin
Abdulmesih ve Mevdûd’un eşinin tesiriyle atabeylik küçük oğlu II. Gazi’ye verildi. Bunun
üzerine, II. İmadeddin Zengi Nureddin Mahmud’u yardıma çağırmış ve Nureddin 14 Eylül
1170 (566)’de Musul’a yürüyerek şehri kuşatarak almıştır. Neticede bir anlaşmaya varılmış ve
85
O. Turan, age., s. 154; Runciman, age., s. 149; Mateos, age., s. 286.
86
İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, Türk Dünyası El Kitabı I, Ankara 1992, s. 283.
87 İbrahim Kafesoğlu, “Atabeylikler”, Türk Dünyası El Kitabı I, s. 296; Merçil, age., s.215.
88 Kafesoğlu, “Atabeylikler”, s. 297; Merçil, age., s. 217.
89 Merçil, age., s. 217.
14
buna göre; Seyfeddin Gazi’ye Musul, II. İmadeddin Zengi’ye de Sincar bırakılmıştır90
.
1174 (570)’de Suriye emirlerinin Selahaddin Eyyubî’yi Şam’a davet etmeleri üzerine
Selahaddin gelip Şam’a hâkim olmuştur. Selahaddin’in bu havalide daha başka yerleri ele
geçirmesi, Musul hâkimi Seyfeddin II. Gazi’yi telaşlandırmış ve Eyyubî ile mücadale etmek
için kuvvet toplamıştır. Nihayet iki taraf orduları Halep’in güneyindeki Cibâl el-Türkman’da
karşılaştılar (22 Nisan 1176 / 10 Şevval 571). Bu savaşta Seyfeddin II. Gazi mağlup olup
Musul’a geri çekilmek zorunda kalmış91 ve kısa bir süre sonra da ölmüştür.
Atabey Seyfeddin II. Gazi, Selahaddin Eyyubi tehlikesinden endişe duyduğu için
Atabeyliği kardeşi İzzeddin Mesud’a vâsiyet etmiş, ölünce bu vasiyeti yerine getirilmiştir.
1182 yılında Zengiler ülkesi üzerine sefer düzenleyen Selahaddin Eyyubi, Hıms,
Rakka, Suruc ve Nusaybin’i zaptettikten sonra, Musul’u da kuşatmış ancak bir aylık
kuşatmadan sonuç alamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır92
.
Selahaddin Eyyubi 1185 (581)’de Musul’u ikinci kez kuşatmışsa da yine başarılı
olmamıştır. Ancak, Selahaddin yılmayıp Ekim/ Kasım 1185 (Şaban 581)’de Musul’u üçüncü
defa kuşattı. Fakat hastalanması yine sonuç almasına engel oldu. Musul hâkimi İzzeddin
Mesud uzun süre Selahaddin’e karşı koyamayacağını anladığında anlaşma yolunu tercih
ederek, Şubat 1186’da bir elçilik heyeti gönderdi. Neticede iki taraf anlaştılar. Buna göre;
İzzeddin Mesut, Selahaddin'in tâbiiyetine girerek bölgesindeki hâkimiyetini sürdürecek, ancak
Musul’un güneyinde aralarında Şehrizor ve Erbil’in de bulunduğu şehirler Selahaddin
tarafından tâyin olunan emirlerle idare edilecekti93. Böylece Musul atabeyleri olan Zengiler
1185 senesinden itibaren Eyyubilerin metbuû olarak hâkimiyetlerini sürdüreceklerdir.
İzzeddin Mesud, Selahaddin’in 1193’te ölümünden sonra kaybettiği toprakları geri
almaya teşebbüs ettiyse de hastalanarak Musul’a döndü ve 28 Ağustos 1193 (27 Şaban
589)’de öldü. Yerine oğlu Nureddin Arslanşah Musul Atabeyi oldu.
Nureddin Arslanşah'ın Musul’daki hâkimiyeti 18 yıl sürmüş, Ocak 1211 (Recep
607)’de ölünce yerine oğlu el-Melik el-Kahir İzzettin Mesut atabey olmuştur. Devlet işlerini
de Bedreddin Lu’lu yürütecekti. Melik el-Kahir 1218 Temmuz’unda (615) öldü. Ölmeden
önce yerine oğlu Nureddin II. Arslanşah’ın geçmesini vâsiyet ve naip olarak da Lu’lu’yu tâyin
90 Merçil, age., s. 218.
91 Merçil, age., s. 218-219; Runciman, age., s. 342; Sobernheim, “Salahaddin Eyyubi”, İA., C.10, İstanbul 1993,
s.106.
92 Runciman, age., s. 363; Merçil, age., s.219.
93 Merçil, age., s. 220; Runciman, age., s. 373.
15
etmişti94
.
Nureddin II. Arslanşah’ın Musul’daki hükümranlığı bir yıl sürmüş ve 1219 yılında
ölmüştür. Yerine Lu’lu tarafından üç yaşındaki kardeşi Nasıreddin Mahmud geçirildi.
Nasıreddin Mahmud’un 1221-1222 (veya 1233-1234)'de ölmesi üzerine Zengiler’in
Musul’daki hakimiyetleri de sona erecek ve Zengiler Devletini yıllarca fiili olarak idare eden
Lu’lu 1233 (631)’den itibaren Musul’da müstakil olarak hüküm sürmeye başlayacaktır.
Lulu’nun Musul’daki hakimiyeti 1259 yılına kadar sürmüştür. Bu arada Hülagu
1258’de Bağdat’ı alıp Abbasiler devletine son verdikten sonra bu havalide fetihlerini devam
ettirmiştir. Bu büyük Moğol tehlikesi karşısında Lu’lu 1259’da Hülagu’nun metbuiyetine
geçerek Musul’u muhtemel bir tahripten kurtarmıştır95. Ancak Lu’lu'nun 1260’ta ölmesi
üzerine yerine oğlu Melik Salih İsmail geçecek ve bunun zamanında Moğollar 1261-62’de
Musul’u fethederek buradaki Lu’lu hanedanı hakimiyetine son vereceklerdir.
Öte taraftan, Zengiler döneminde Musul’un önemli bir gelişme gösterdiğini ve büyük
imara tabi tutulduğunu görmekteyiz. Gerçekten Zengiler’in sağladığı emniyet ve huzur ortamı
sayesinde ticari faaliyetler artmış ve Musul Orta-Doğu ile Yakın-Doğu arasında büyük bir
ticaret merkezi olmuştur96
.
Ayrıca Zengiler döneminde Musul şehrinin birçok yapılarla süslendiğini görmekteyiz.
Nitekim İmadeddin Zengi şehirde saraylar yaptırmış, surlara yeni bir kapı açarak buna elİmadiye adını vermiştir. Zengiler’in yaptıkları bu yapılar arasında çok sayıda medresenin de
olduğu dikkatleri çekmektedir. Seyfeddin I. Gazi Musul'da el-Atika adı ile anılan medreseyi
yaptırmıştır. Diğer tanınmış bir medrese de Zeyneddin Ali Küçük’ün Musul’daki el- Medreset
el-Zeyniyye’ sidir97
.
2.10. İlhanlılar Devri
1206 yılında toplanan Moğol kurultayında Cengiz Han İmparator seçilmiştir. Cengiz
Han kısa bir zamanda Orta Asya’da hakimiyetini kurmuş, istila alanlarını genişletmiş ve
çeşitli bölgelere kuvvetler sevk etmiştir. Bu fetih çalışmaları kendisinden sonra da devam
etmiştir.
Eski geleneğe göre devlet sülalenin ortak malı sayıldığından, Cengiz daha hayatta iken
94 K. V. Zetterstéen, “Lü’lü”, İA., C.7, İstanbul 1993, s. 108; Merçil, age., s. 220-222; Saatçi, age., s. 65.
95 Honigmann, agm., s.740.
96 Merçil, age., s. 224; Hüseyin Ali al-Dakuki, Kuzey Irak’ta Atabekler Hakimiyeti, (İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1975, s. 198-201.
97 Merçil, age., s.235.
16
türlü bölgeleri oğulları arasında taksim etmiştir. Kağanlık kuvvetli olduğu yıllarda Cengiz’in
oğulları merkeze bağlı kalmış, fakat merkez zayıflayınca imparatorluk dört kısma ayrılmıştır
ki, bunlardan biri de Hülagu ailesinin kurduğu İlhanlılar Devletidir98
.
Cengiz İmparatorluğunun büyük kağanlarından Mengü Kağan (hükümdarlığı:
1251/52-1259) 1253’te kardeşi Hülagu kumandasında büyük bir orduyu İran’a göndermiştir.
Hülagu 1256’da Amu Deryayı geçti ve İran ile Kafkasya’daki küçük yerli beyler onun
hakimiyetini tanıdılar. Böylece merkezi Azerbaycan’da (Tebriz’de) olmak üzere bu tarihte
İlhanlı Devleti kuruldu99
.
Hülagu 1258’de Bağdat’ı fethedip Abbasi devletine son verdiği sırada Musul emiri
Melik Salih (Lu’lu’nun oğlu) Moğol tehlikesine karşı Baybars’la ittifak kurmuştur. Bunun
üzerine Moğollar 1260 yılında Sundagu Noyan kumandasındaki bir orduyu Musul üzerine
göndermişlerdir. Melik Salih müdafaa için kuvvet toplamaya koyulmuş, ayrıca bizzat
Baybars’a giderek yardım istemiştir. Moğollar Musul’u uzun ve şiddetli bir muhasaraya tabi
tuttukları zaman Baybars, Fahreddin el-Baranlu kumandasında bir yardım kuvveti gönderdi.
Fakat, bunu haber alan Moğollar Sincar’a bir tümen asker gönderip Baranlu’yu bozguna
uğrattılar. Moğolların muhasarası on iki ay gibi uzun bir süre devam edince, Musul’da açlık
çekilmez bir hal aldı. Bunun üzerine Melik Salih bir çıkış hareketi yaptı. Fakat yakalanarak
öldürüldü. Moğollar Musul’a girip büyük bir katliam yaptılar ve şehrin surlarını yıktılar100
.
Hülagu Han’dan itibaren Doğu-Anadolu bölgesi başlıca iki askeri eyalete ayrılmıştı.
Bunlardan biri Diyarbekir eyaleti idi ki, merkezi Musul olan bu eyalet, Musul, Mardin ve
Diyarbekir bölgelerini ihtiva ediyordu. Diğeri ise merkezi Ahlat olan Van bölgesi eyaleti
idi101
.
1296 yılında Diyarbekir valisi Mulay idi. Mulay 1312 yılında ölünce Diyarbekir
eyaleti Sutay Noyan’a verildi. Sutay Noyan iyi idaresi ile kısa zamanda büyük şöhret kazandı.
1332 yılında Musul’da ölünce yerine uyrat beylerinden Ali padişah vali olmuştur. Bununla
beraber Sutay’ın Barımbay, Hacı Tugay ve Fulad adlı üç oğlu Diyarbekir eyaletinin bir kısmı
(Musul da dahil) ile Ahlat bölgesinde hâkim olmaya devam etmişlerdir102
.
Ali padişah Hülagu neslinden Musa’yı Han ilan etmiştir. Fakat kendisinin can düşmanı
98 Ahmet Temir, “Türk Moğol İmparatorluğu ve Devamı”, Türk Dünyası El Kitabı I, s. 389.
99 Temir, agm., s. 390-391; O. Turan, age., s. 98.
100 Bertold Spuler, İran Moğolları, (çev.: Kemal Köprülü), TTKB., Ankara 1978., s.74; O. Turan, age., s.186-
187.
101
Faruk Sümer, Karakoyunlular, C. I, TTKB., Ankara 1984, s. 33.
102
Sümer, age., 1984, s. 33-34.
17
olan Sutay’ın oğulları Barımbey ve Hacı-Tugay, Memalik-i Rum valisi olan Celayir emir
Şeyh Hasan ile ittifak ederek Musa Han’ı ve beylerbeyi Ali Padişahı devirdiler. Şeyh Hasan
Azerbaycan, Arran ve Irak-ı Acem’e hâkim olduğu sıralarda Barımbey ve Hacı Tugay da Ali
padişahın Diyarbekir’de yerine vekil bıraktığı kardeşi Seyffüddin Hafız’ı mağlup ederek bu
eyaleti ve Van-Erzurum bölgelerini ellerine geçirmiş ve buraları müstakilen idare etmeye
başlamışlardır. Böylece başlayan Sutaylılar’ın hakimiyeti Musul’dan Erzurum’a kadar
uzanmıştır103
.
Fakat çok geçmeden Sutaylılar arasında şiddetli bir iç mücadele başlamıştır. Bu
mücadele Sutay’ın oğlu Hacı-Tugay ile yeğeni Barımbay’ın oğlu İbrahim-Şah arasında
cereyan ediyordu. Hacı-Tugay Musul, Ahlat ve Erzurum taraflarını, yeğeni İbrahim-Şah da
Diyarbekir bölgesini ellerinde tutuyorlardı. Bu mücadele neticesinde İbrahim-Şah amcasını
1343 (744) yılında öldürmüş ve Musul’a hâkim olmuştur104
.
İbrahim-Şah 1350 (752) yılında vefat etti. Yerine Hacı-Tugay’ın oğlu Pir Muhammed
emir olmuştur. Fakat Pir Muhammed maiyetindeki beylerin ileri gelenlerinden Hüseyin Bey
tarafından öldürüldü ve Hüseyin Bey emir oldu. Hüseyin bey 1351 (752) yılı güz mevsiminde
Karakoyunlular’dan Bayram Hoca tarafından öldürüldü. Bunu müteakip Bayram Hoca
Musul’u ele geçirmek istediyse de Hüseyin bey’in yeğeni Ordu-Buğa daha önce davranarak
Musul’a hâkim oldu105
.
Nihayet Celayirliler 1366 (767)’da Musul’a hâkim olup buradaki İlhaniler
hakimiyetini sona erdirmişlerdir.
2.11. Celayirliler Devri
Celayirliler Moğollar’ın büyük bir şubesi olup, Şeyh Hasan tarafından 1339-1340
(740)’da Bağdat’ta kurulmuştur. Şeyh Hasan Bağdat’a hâkim olduktan sonra 1356 (757)’da
vefatına kadar müstakil olarak hüküm sürdü106
.
1356’da babası Şehy Hasan’ın yerine geçen Şeyh Üveys 1357-1358 (759)’de
Azerbaycan ile Tebriz’i Altın-Ordu’dan aldı. Sultan Üveys 1366 (767) baharında Bağdat’tan
hareketle Tikrit’i aldıktan sonra Musul önüne geldi. Şehirde Karakoyunlu Bayram Hoca’nın
kardeşi Berdi Hoca bulunuyordu. Celayir hükümdarı şehri fazla bir mukavemete maruz
103
Sümer, age., 1984, s.34
104
Sümer, age., 1984, s. 34.
105
Sümer, age., 1984, s.38-39.
106 Mükrimin Halil Yinanç, “Celayir”, İA., C. 3, İstanbul 1993, s. 64.
18
kalmadan ele geçirdi107. Bu esnada Bayram Hoca Muş yazısına yaylaya gitmişti. Üveys
Musul’dan Mardin’e geldi. Ramazan’ı burada geçirdikten sonra Mardin hükümdarını da
yanına alarak Beşiri’ye gitti. Sonra Muş yazısına geçti. Sultan Üveys, Muş yazısında bayram
sonrasında Mardin hükümdarını da yanına alarak Beşiri’ye gitti. Sonra Muş yazısına geçti.
Sultan Üveys, Muş yazısında Bayram Hoca ile yaptığı savaştan sonra onu vergi vermek
suretiyle tâbiiyetine almıştır108
.
Fakat Bayram Hoca Musul’a hâkim olmak için Sultan Üveys'le mücadelesini
sürdürecektir. Nitekim 1369 (771) yılında Musul Bayram Hoca’nın eline geçmiştir. Ancak
burası tekrar elinde çıkmış ve Bayram Hoca 1371 (773)’de yeniden Musul’u kuşatmıştır. Bu
kuşatma 1372 (774) yılına kadar sürmüştür. Bu sırada Memluk ordusunun Caber kalesi
hakiminin Döger Salim Bey’i Hısn-ı Keyfa yöresine kadar kovalaması Bayram Hoca’yı
ürkütmüş, bunun üzerine Musul kuşatmasını kaldırmıştır. Celayir hükümdarı Üveys ise bu
yıllarda Azerbaycan’da bulunuyordu109
.
Ekim 1374 (776)’de Celayir hükümdarı Sultan Üveys vefat etti. Yerine geçen Hüseyin
zayıf bir şahsiyet olup, iktidar emirlerden Adil Ağanın (Saru Adil) eline geçti. Hüseyin b.
Üveys’in Doğu İran’daki komşuları olan Muzzaferiler’le mücadele etmesini fırsat bilen
Bayram Hoca Musul’dan başka, Batı İran’daki bazı yerleri de eline geçirmiş ve her yıl sultan
Üveys’e vermeyi taahhüt ettiği vergiyi kesmiştir110
.
Bu arada 1375-1376 (777)’da Musul’un Pir Baba adlı bir emirin eline geçtiğini
görmekteyiz. Fakat Pir Baba’nın kim olduğu hakkında bilgi yoktur. Bayram Hoca 1376 (778)
senesinde tekrar Musul’u kuşatmıştır. Dört ay süren kuşatmanın neticesinde Pir Baba ile bir
uzlaşma yoluna gidilmiştir. Buna göre; Sincar, Musul karşılığında Pir Baba’ya verilmiştir.
Musul’u alan Bayram Hoca buraya kardeşi Berdi Hoca’yı tayin etti. Böylece Musul bu
tarihten itibaren (1376 / 778) devletlerinin yıkılışına kadar Karakoyunlu hanedanının elinde
kalacaktır 111
.
Öte yandan Celayirliler vergisini vermeyen Karakoyunlular ile mücadeleye başlamış
neticede 1377 (779)’ de Karakoyunlular Celayirliler’in müttefikleri olmayı kabul etmiş ve bu
mücadele son bulmuştur112. Karakoyunlular’ın Musul’daki hakimiyetleri 1377 (779) yılından
107 Sümer, age., 1984, s. 40-41; V. Minorsky, “Üveys”, İA., C.13, İstanbul 1993, s. 134.
108 Sümer, age., 1984, s. 42.
109 Sümer, age., 1984, s. 42-43.
110 Sümer, age., 1984, s. 42-43.
111 Sümer, age., 1984, s.44.
112 Yinanç, agm., s. 64; Sümer, age., 1984, s. 44.
19
1410 (813) yılına kadar Celayirliler’in metbuiyetinde olacak, 1410 (813) yılından itibaren ise
müstakil olacaktır.
Celayirliler idaresi zamanında Musul ve havalisi biri 1393 diğeri 1401 yılında olmak
üzere iki defa Timur’un istila ve yağmasına maruz kalmıştır 113
.
2.12. Karakoyunlular Dönemi
Karakoyunlular veya Baraniler Oğuz boyundan olup, Moğol istilası sırasında
Maveraünnehir ve Horasan taraflarından göçüp İlhanlılar devrinde Fırat ve Dicle nehirlerinin
yukarı vadilerine yerleşmişlerdir114
.
Karakoyunlu Devleti’nin kurucusu, aynı aşiretin en büyük ve nüfuzlu kollarından olan
Baharlı kolu reisi Bayram Hoca dır. Bayram Hoca ilk dönemlerde İlhanlılar’a tâbi olarak
yaşamış ve 1365-1366 (767)’ dan önce Musul’u ele geçirerek buranın idaresini kardeşi Berdi
Hoca’ya vermiştir115
.
Celayirliler 1366 yılında Musul’u İlhanlılar’dan aldıkları zaman şehrin idaresi Berdi
Hoca’nın elinde idi. Bayram Hoca Celayir Sultanı Üveys’in ölümünden sonra Celayirliler’e
bağlı kalmak şartı ile Musul, Erciş ve Sincar’ın idaresini ele geçirmiştir. (1376 / 778) Bayram
Hoca’nın ölümünü müteakip (1380 / 782) yerine oğlu veya yeğeni Kara Mehmed geçmiştir.
Fakat, Bayram Hoca’nın kardeşi Berdi Hoca yine Musul emiri olarak kalmış ve oğlu Yar Ali
kendisine halef olmuştur 116
.
Kara Mehmed Timur tehlikesine karşı Memluk Sultanı Berkuk adına hutbe okutmak
suretiyle Memluklular ile yakınlaşmıştır. Kara Mehmed’in 1390’da öldürülmesi üzerine
yerine oğlu Mısır Hoca geçmiş, fakat bu muvaffak olamayınca Kara Yusuf Bey başa
geçmiştir117
.
Kara Yusuf’un işbaşına geçtiği zamanlar, Timur’un Azerbaycan Irak, Suriye ve
Anadolu’yu işgal etmek üzere olduğu tarihe tesadüf etmektedir. Gerçekten, Timur 1393
yılında Irak-ı Arab’a ilk seferini düzenlemiş ve Bağdat’ı Celayir hükümdar’ı Sultan Ahmed’in
elinden alarak Tikrit’e gelmişti. Bu sırada Musul hâkimi Yar Ali (Berdi Hoca’nın oğlu) ve
113
İsmail Aka, Timur ve Devleti, TTKB., Ankara 1991, s. 19-20; Yaşar Yücel, Timur’un Ortadoğu-Anadolu
Seferleri ve Sonuçları (1393-1402), TTKB., Ankara 1989, s. 12.
114 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTKB., Ankara 1988; s.
180; Sümer, age., 1984, s. 35-36.
115 Sümer, age., 1984, s. 40.
116 Sümer, age., 1984, s. 45.
117 Uzunçarşılı, age., s.180-181; Sümer, age., 1984, s. 53-54.
20
Erbil emiri Şeyh Ali hediyeler ile Timur’un huzuruna çıkmışlardır118. Tikrit’ten hareket eden
Timur Musul’a girmiş ve oradan hareketle Mardin ve Diyarbekir yörelerinde fetih
hareketlerinde bulunmuştur.
Timur Irak-ı Arab’daki fetihlerini tamamlayıp Gürcistan’a dönünce Karakoyunlu
hükümdarı Kara Yusuf topraklarını geri almak için harekete geçmiş ve 1396 (798) yılında
Musul’u alarak kardeşi Yar Ali’ye vermiştir. Şehir daha önce Karakoyunlu Berdi Hoca’ nın
oğlu Yar Ali’nin elinde olup, bu bey Timur’a itaat etmişti119
.
Timur’un 1401 Temmuz’unda tekrar Musul’a girdiğini ve şehrin yönetimini Hüseyin
Bey’e verdiğini görmekteyiz.
Kara Yusuf 1407 ve 1408 (810-811)’de Timurlularla yaptığı iki savaşı da kazanarak
Tebriz ve Azerbaycan’ı istila etmiş ayrıca Timur’un taraftarlarından olup Diyarbekir’i merkez
yapmış olan Akkoyunlu Beyi Kara Osman’ı da yenmiş ve mevkiini kuvvetlendirmiştir120
.
1410 (813) yılında bir yaylak ihtilafı dolayısıyla Kara Yusuf Celayir hükümdarı Sultan
Ahmed’le yaptığı savaşı kazanmış ve sultan Ahmed’i evlatları ile birlikte öldürmüştür. Sultan
Ahmed’in ölümüyle birlikte Celayirliler Devleti dağılmıştır. Bundan sonra Kara Yusuf bütün
Irak-ı Arab’a hâkim olmuştur.
Bu suretle 1376 (778) yılından beri Celayirliler’in metbuu olarak Musul’u idare eden
Karakoyunlular 1410 yılından itibaren ise bu bölgeyi müstakil olarak idare etmeye
başlamışlardır. Kara Yusuf 1420 yılında vefat etmiş ve yerine oğlu İskender Mirza hükümdar
olmuştur. İskender’in 1437 yılında öldürülmesi üzerine yerine kardeşi Cihanşah geçmiştir.
Cihanşah devrinde Karakoyunlu devleti bir imparatorluk mahiyetini alarak en parlak devrini
yaşamıştır121
.
Cihanşah 1467 (872) yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile yaptığı savaşta
yenilip kendisi de öldürülünce Karakoyunlu devleti parçalanmıştır. Cihanşah’ın yerine oğlu
Hasan Ali geçmişse de Uzun Hasan bunu da 1463 (873) yılında yenerek Karakoyunlular’ın
bütün topraklarını hakimiyeti altına almıştır122. Musul da bu tarihten sonra Akkoyunlular’ın
hakimiyetine geçmiştir.
2.13. Akkoyunlular Dönemi
118 Sümer, age., 1984, s. 57.
119 Sümer, age., 1984, s. 59-60.
120 Uzunçarşılı, age., s. 181.
121 Uzunçarşılı, age., s.184; F. Sümer, “Karakoyunlular”, İA. C. 6, İstanbul 1993, s. 302.
122 Uzunçarşılı, age., s. 185; Sümer, agm., s. 304.
21
Akkoyunlular Oğuzlar’ın Bayındır boyuna mensup olup, kurdukları devlete
Bayındıriye devleti de denilmiştir.
Akkoyunlu Türkmenleri 13. asrın sonlarına doğru Horasan'dan Azerbaycan’a gelmiş
bir aşiret olup 14. asrın sonlarında Azerbaycan, Harput ve Diyarbekir arasındaki yerlerde
bulunuyorlardı123
.
Devletin kurucusu Karayülük Osman Bey’dir. Karayülük Osman, Irak ve Suriye
seferlerini düzenleyen Timur’un hizmetinde bulunmuş, Timur da bu hizmetine karşılık
Diyarbekir ile havalisini ona ikta vermiştir (1403 / 806). Bu tarihten itibaren Karayülük
Osman 1453 (838) tarihindeki ölümüne kadar Timur’un veya Timur oğullarının himayesinde
beylik etmiştir124
.
Karayülük Osman'dan sonra sırasıyla Ali Bey, Hamza Bey, Cihangir Mirza ve Uzun
Hasan Bey Akkoyunlu hükümdarlığında bulunmuşlardır. Uzun Hasan hükümdarlığının ilk
dönemlerinde hanedan üyeleriyle mücadele etmek zorunda kalmış ve bu mücadelelerden
Musul ve havalisi büyük zarar görmüştür125
.
Akkoyunlular Uzun Hasan döneminde geniş ve teşkilatlı bir devlet haline gelmişlerdir.
Gerçekten Uzun Hasan 1457-1458 (862) ve 1461-1462 (866)'da Gürcistan’a seferler yaptı.
Fakat 1461’de Fatih’in Trabzon’u fethedip Komnenler’in saltanatına son vermesine engel
olamadı. 1462’de Eyyubiler’den Hısn-ı Keyfa’yı aldı. Bayburt’u ülkesine kattı. 1465’te
Dulkadirliler’den Harput’u aldı. Böylece İspir’den Urfa’ya, Şebinkarahisar’dan Siird’e kadar
uzanan bölgeyi Akkoyunlu ülkesine kattı. 1468’de Karakoyunlu devletine son verdi.
Ardından Kirman (1469) ve Bağdat’ı (1470) aldığı gibi Ahlat ve Cezire yöreleri ile Muş ve
Bitlis’i de ele geçirdi. Öte taraftan Osmanlılara karşı ittifak teşebbüslerinde bulundu. Ancak
Fatih Sultan Mehmed ile 1473’te Otlukbeli’de yaptığı savaşta bozguna uğradı. Bu mağlubiyet
Akkoyunlu Devleti’ne büyük darbe oldu. Uzun Hasan Bey 1478’de ölümüne kadar sadece
Gürcistan üzerine sefere çıktı ve bu süre zarfında, Osmanlılar tarafından “Hasan Padişah
Kanunları” adıyla tanınan vergi kanunnamesini vücuda getirdi126
.
Uzun Hasan’dan sonra yerine Halil Sultan geçmiş, fakat altı aylık sultanlığı sonucunda
öldürülünce onun da yerine Sultan Yakup geçmiştir. Yakup, Uzun Hasan’dan sonra
123 Uzunçarşılı, age., s. 188.
124
Mükrimin Halil Yinanç, “Akkoyunlular”, İA., C. 1., İstanbul 1993, s. 258; Uzunçarşılı, age., s. 188-189.
125 Besim Darkot, “Musul”, İA., C. 8, İstanbul 1993, s.741.
126 Faruk Sümer, “Akkoyunlular”, DİA., C.1, İstanbul 1989, s. 272.
22
Akkoyunlular’ın en kıymetli hükümdarıdır127. Sultan Yakub’un 1490 (896)’da vefat etmesi
üzerine Akkoyunlu henadanı arasında taht mücadeleleri başlamıştır. Bu mücadeleler sonunda
Akkoyunlu şehzadelerden her biri ayrı bir bölgede hükümdarlıklarını ilan etmişlerdir.
Bunlardan Murad Şirvan’da, Elvend Mirza Azerbaycan’da ve Muhammedî Mirza da Yezd’de
hükümran olmuşlardır128
.
Bu hükümdarlardan Muhammedî Mirza, Elvend ve Murad ile yaptığı savaşta 1499
(905)’de ölünce Irak ve Fars bölgeleri Murad’ın eline geçmiştir. Murad Bey 1500 (906)’de
Elvend’le bir anlaşma yapmış ve buna göre; Azerbaycan ve Diyarbekir Elvend’e ve Fars ile
Irak da Murad’a bırakılmış, böylece Akkoyunlu devleti ikiye ayrılmıştır129
.
Bu tarihlerde Safevi Devletini kuran Şah İsmail hakimiyet alanlarını genişletmek için
fetihlere başlamış ve 1502-1503 (907)’de Irak üzerine yürümüştür. Irak’da hâkim olan
Akkoyunlu Sultanı Murad 1503 (908) yılında Şah İsmail’le yaptığı savaşı kaybederek
Bağdat’a çekilmiştir. Bu savaştan sonra Irak-ı Acem bölgesine sahip olan Şah İsmail daha
sonraları hâkimiyet sahasını genişletmiş ve 1508-1509 (914)'da Irak-ı Arab'a yönelmiştir.
1508’de Bağdat’ı alan Şah İsmail bütün Irak-ı Arab bölgesine de hâkim olmuş ve 1508
yılından itibaren Musul da Safevi devletinin eline geçmiştir130
.
2.14. Safeviler Dönemi
Safeviler Devletini kuran Şah İsmail (1501-1524 / 907-930) Erdebil süfileri neslinden
gelen Şeyh Haydarın oğludur.
Şah İsmail, XVI. Yüzyılın başlarında menşe itibariyle Anadolu boy ve uluslarından
olan Ustacalu, Rumlu, Musullu, Tekelü, Karamanlu, Bayburdlu, Çapanlû, Dulkadirlu, Varsak,
Kaçar ve Karacadağ oymaklarını etrafına toplayarak; Azerbaycan, Diyarbekir ve nihayet
Bağdat’ı fethederek Akkoyunlu Türkmen devletine son vermiştir131
.
Şah İsmail İran’da büyük siyasi bir birlik kurduktan sonra kendi tarikatını yaymak için
Anadolu’da telkin ve tahriklerde bulunduğu gibi, Sünnilere de çok kötü muameleler
yapmıştır. Bu da Yavuz Sultan Selimin İran üzerine bir sefer düzenlemesine yol açmış ve
1514’te Çaldıranda yapılan savaşta Safeviler büyük bir hezimete uğratılmışlardır132
.
127 Uzunçarşılı, age., s. 195.
128 Uzunçarşılı, age. s. 196-197.
129 Sümer, agm, s. 273; Uzunçarşılı, age., s. 197.
130 Tahsin Yazıcı, “Şah İsmail”, İA, C.11, İstanbul 1993, s. 276.
131 Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü, Ankara 1976, s.15-16;
Tahsin Yazıcı, "Safeviler”, İA., C.10, İstanbul 1993, s. 54.
132 Yazıcı, agm., s. 54.
23
Fakat Osmanlı-İran mücadelesi sonraları da devam edecek ve İran nüfuzunda bulunan
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki birçok yerleşim yerleri tedricen Osmanlı hakimiyetine
alınacaktır.
Musul da 1517 yılında ele geçirilip buradaki Safevi hakimiyetine son verilmiştir.
2.15. Osmanlılar Döneminde Musul
Safeviler’in İran’da büyük bir siyasi teşekkül teessüs edip, Osmanlıların
hakimiyetindeki Anadolu topraklarında dini ve siyasi telkin ve tahriklerde bulunmaları
Osmanlılar aleyhine tecelli etmesi kaçınılmaz bir buhranın doğmasına yol açmıştı.
Bu tehlikeyi çok erken gören Yavuz Sultan Selim, İran üzerine düzenlendiği sefer
neticesinde 23 Ağustos 1514’te Şah İsmail’i Çaldıranda kesin bir yenilgiye uğratmıştır. Bu
zaferden sonra Doğu Anadolu bölgesi tedricen Osmanlı hakimiyetine bağlanmıştır. Bunda
İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşanın büyük rolleri olmuştur.
Yavuz Sultan Selim 6 Eylül 1514’te Tebriz’i fethettikten sonra kışlamak üzere
Amasya’ya dönerken mahiyetinde bulunan İdris-i Bitlisî’yi Doğu Anadolu’ya göndererek bu
bölge ümerasını ayaklandırarak Osmanlı Devleti hizmetine girmelerini temin görevini
vermişti. İdris-i Bitlisi’nin çalışmaları neticesinde burada bulunan birçok emir Yavuz Sultan
Selime biatlerini bildirdiler133. Osmanlı ve Safevi taraftarı kürt kabileleri arasında başlayan
mücadeleler birinciler lehine neticelendi. Cizre ile Musul arasındaki bölge bu mücadeleler
sonunda tahrip oldu134
.
Bu arada Diyarbekir ahalisi de ayaklanarak şehirdeki Safevi kuvvetlerinden bir
kısmını öldürerek, geri kalanlarını da surların dışına kovdular ve Osmanlı hükümdarına
biatlarını bildirerek kendisinden yardım talep ettiler135. Fakat, kısa bir süre sonra Şah
İsmail’in kumandanlarından olan Karahan Diyarbekir şehrini muhasara altına alacak 136 ve bu
muhasara yaklaşık bir yıl sürecektir.
Bunun üzerine Diyarbekir’in muhasaradan kurtarılması için Bıyıklı Mehmed Paşa
görevlendirildi. Sivas beylerbeyi Şadi Paşa da Mehmed paşaya yardım için görevlendirilmişse
de Şadi Paşa Mehmed Paşa ile anlaşamayarak ayrılmıştır. Bu defa Karaman beylerbeyi
Hüsrev Paşa gönderildi. Ayrıca İdris-i Bitlisî de kürt beyleri ve on bin gönüllü ile bunlara
katıldı. Osmanlı birlikleri 1515 Eylül’ünde Diyarbekir civarına gelince Karahan muhasarayı
133 Hoca Sadeddin, Tacü’t-Tevarih, (Yay. Haz: İsmet Parmaksızoğlu), KBY., Ankara 1992, s.246-250.
134 Nejat Göyünç, “Diyerbekir Beylerbeyliğinin İlk İdari Taksimatı”, İÜEFTD., S. 23 (Mart, 1969), s. 24.
135 H. Sadeddin, age., s. 251.
136 H. Sadeddin, age., s. 252-253; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. II, TTKB., Ankara 1983, s. 274.
24
kaldırarak Mardin taraflarına çekildi. Osmanlı kuvvetleri şehre girerek hakimiyetleri altına
aldılar ve 4 Kasım 1515 (27 Ramazan 921)’de de Bıyıklı Mehmed Paşa Diyarbekir
beylerbeyliğine tayin oldu.
Ne var ki, Osmanlı Devleti ile Safeviler arasındaki, bölgenin mutlak hakimiyetini ele
geçirmeği hedef tutan mücadeleler daha bir süre devam edecektir. Fakat Diyarbekir’i geri
almak için Karahan tarafından yapılan hücumlar neticesiz kaldı. Nihayet, Mayıs 1516
(Rebbiülahir 922)’da Bıyıklı Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri Mardin’in
Koçhisar (Kızıltepe) kasabası yakınlarında Dede-Kargın mevkiinde İranlılarla yaptıkları
savaşta kesin bir zafer kazandılar. İran ordusunun kumandanı Karahan bu savaşta öldürüldü.
Böylece Diyarbekir bölgesinin birçok yerleri Osmanlı hakimiyetine alındı137
.
Ancak, bu bölgede Osmanlı hakimiyetinin tam manasıyla tesis edilebilmesi için,
Mardin, Musul, Kerkük, Hısn-keyf (Hasankeyf) ve Rakka gibi bazı kalelerin ve birtakım
aşiretlerin itaat altına alınması gerekiyordu.
O havalinin en müstahkem kalesi olan Mardin kalesi Karahan’ın kardeşi Süleyman
Bey'in idaresinde idi. Süleyman Bey kaleyi Osmanlılara karşı tam bir yıl müdafaa etmiş,
ancak 7 Nisan 1517 (15 Rebbiülevvel 923)’de Bıyıklı Mehmed Paşa kaleyi feth etmiş ve
Süleyman Bey de bu savaşta öldürülmüştür138
.
Mardin kalesinin alınmasından sonra bu bölgede bulunan daha birçok yerler kolaylıkla
feth edilmiştir ki, bunlardan biri de Musul’dur.
Musul bu sırada Safevi beylerinden Ahmed Bey Afşar’ın elinde idi. Bıyıklı Mehmed
Paşa, Cizre hâkimi Bedir Bey’in de desteğiyle Musul’u 1517 Nisan ayı içerisinde, Ahmed
Bey Afşar’ın elinden alarak Osmanlı topraklarına katmıştır139
.
Öte taraftan, Kuzey Irak’ta bir kısım yerlerin idaresi ve muhafazası için
görevlendirilen bazı Türk ve Kürt beylerinin isyanı, ayrıca İran’la olan münasebetlerin bir
türlü istikrara kavuşmaması yüzünden Kanuni Sultan Süleyman “Irakeyn Seferi” ni
düzenlemiştir.
Vezir-i azam İbrahim Paşa İran üzerine serdar tayin edilerek bu bölgeye gönderildi.
Bu ordu 1534 yılı mayıs ayı ortalarında Halep’ten Diyarbekir’e hareket etmiştir. Maksadı
137 H. Sadeddin, age., s. 265-268; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. II İstanbul
1948, s. 23; Darkot, agm., s.741.
138 H. Sadeddin, age., s. 268-269; Danişmend, age., s. 41; Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, TTKB.,
Ankara 1991, s. 32-34.
139 H. Sadeddin, age., s.270.
25
Musul ve Bağdat’a sarkıp oraları yeniden fethederek Safevi nüfuzuna geçen beyleri yola
getirmekti140. Fakat baş defterdar İskender Çelebinin teşvikiyle ordu Tebriz’e yönelerek ikinci
kez burayı zaptetmiştir (13 Temmuz 1534).
Tebriz’in fethini müteakip Osmanlı ordusu güneye inmiş, arkasından bizzat Kanuninin
kumandasındaki diğer kuvvetlerle birleşerek ileri harekata devam etmiştir. Bağdat muhafızı
Tekeli Han Osmanlı kuvvetleri gelmeden evvel Bağdat’ı terk etmiş olduğundan şehir zapt
edilerek Bağdat kalesi de mukavemetsiz elde edilmiştir (Aralık 1534) 141
.
Osmanlılardan önce uzun süre siyasi istikrarsızlıklar yüzünden sarsılmış bulunan
Musul ve havalisi Osmanlı fethini müteakip yeniden ve sağlam bir şekilde tesis edilen bir
idare sayesinde ticari ve zirai bakımlardan gelişmeğe başladı. Bununla beraber, zaman zaman
mahalli valilerin baş kaldırmaları ve aşiretlerin ayaklanmaları huzur bozucu hadiseler olarak
sık sık ortaya çıkmıştır142 . Osmanlı hükümdarları bu durumu düzeltmek için yumuşak
davranmak, kan dökmemek, şiddet kullanmamak ve korkutmamak yolunu tuttular. Şehir
halkını bazı nüfuzlu eşrafı kullanmakla kontrol altına almayı en uygun yol olarak seçen
Osmanlıların bu politikaları sonucu durum düzelmiş oldu. Ayrıca İranlıların Musul’daki kötü
izlerini yok etmek için bölgeye büyük alimler ve ehl-i vukuf devlet adamlarının
gönderilmesine itina edilmiştir143
.
Diğer yandan, zaman zaman meydana gelen tabii afetlerin yanı sıra, İranlıların eksik
olmayan taarruzları bu havalinin huzurunu bozmada geri kalmıyordu.
Bağdat ümerasından olan Bekir Subaşı 1623 yılında isyan ederek Bağdat valisi Yusuf
Paşa’yı öldürtmüş ve padişaha bir ariza yazarak Bağdat valiliğini istemiştir. Bunun üzerine
vezir-i azam Mere Hüseyin Paşa, bu mühim valiliği Diyarbekir’den azledilmiş olan Süleyman
Paşa’ya verdi. Süleyman Paşa Ali adında bir adamını Bağdat valiliğini almak üzere
mütesellim ünvânı ile göndermişse de Ali Ağa Bağdat’a giremeyecektir144. O sırada
Diyarbekir valisi olan Hafız Ahmed Paşa asinin üzerine yürümek emriyle serdar tayin oldu.
Bekir subaşı Osmanlı ordusunun geldiğini haber alınca Şah Abbas’a haber göndererek
kendisini Osmanlıların elinden kurtarması halinde Bağdat’ı Şah’a teslim edeceğini vaat
etmiştir. Ancak Bekir Subaşı diğer taraftan Hafiz Ahmet Paşa’ya bir adamını göndererek
140 Uzunçarşılı, age., s. 350; Hammer, Osmanlı Tarihi, (Yay. Haz.: Mümin Çevik, Erol Kılıç) C. 5, İstanbul
1984, s.1402; Mısıroğlu, age., s.51.
141 Uzunçaşılı, age., s. 352.
142 Mısıroğlu, age., s.52.
143 Abdulhakim, age., s.43.
144 Hammer, age., C. 9, s. 18.
26
Bağdat beylerbeyliğinin kendisine verilmesi şartıyla, şehri İranlılara karşı müştereken
müdafaaya hazır olduğunu bildirince, bu isteği kabul edilerek Bağdat beylerbeyliğinin
kendisine verildiğine dair irade çıktı145. Bu durum karşısında Şah Abbas Bağdat’ı muhasara
etmiştir. Bekir Paşa (Önce subaşı) çetin bir mukavemet göstermiş fakat oğlu Derviş
Mehmet’in ihaneti üzerine Bağdat 1623 (1033)’de İranlıların eline geçmiştir146
.
Şah Abbas Bağdat’ı aldıktan sonra, kumandanlarından Karçakay Han’ı bir kısım
kuvvetlerle Musul ve Kerkük üzerine gönderdi. Kerkük Valisi Bostan Paşa şehri müdafaa
edemeyeceğini görüp Diyarbekir’e çekilmiş, Musul valisi Çerkez Ahmet Paşa ise elindeki
mahdut kuvvetlerle birkaç gün müdafaada bulunmuş, fakat Kerkük gibi Musul da İran
hâkimiyetine geçmiştir147
.
İranlılar Musul valiliğine Kasım Han’ı tayin etmişlerdir. Ancak, İran’ın Musul’daki
hakimiyeti uzun sürmeyecektir. Zira, Diyarbekir’den Bağdat üzerine yürüyen Hafız Ahmed
Paşa’nın ordusundaki 500 kişilik öncü kuvvetine kumanda eden Sipahi Küçük Ahmed, Musul
önünde görülünce, Kasım han şehri terk edip Bağdat’a çekildi148. Bilahare Şah Abbas’ın karşı
mukavelesi üzerine burası tekrar İranlıların eline geçmiştir (1624). Üstelik bu suretle başlayan
Safevi ileri harekâtı daha kuzeye doğru genişletilerek, İran’ın hudutları Mardin yakınlarına
kadar ulaşacaktır149
.
Bununla beraber İranlılar Musul’u hâkimiyetlerinde uzun süre tutamamışlardır. Zira,
IV. Murad 1625 yılında vezir-i azam ve serdar-ı ekrem Hafız Ahmed Paşa kumandasında bir
kısım Osmanlı kuvvetlerini Musul üzerine sevk etti. Bu ordu Diyarbekir civarında iken, altın
köprü denilen mevkide 10000 kadar Şii’nin toplandığı haberi geldi. Karaman Beylerbeyi
Çerkes Hasan kumandasında 4000 kişilik öncü kuvvet bunları Kerkük’e kadar kovalayarak,
Kerkük’te dahil bu bölgeyi İranlılardan temizlediler150. Kerkük’ün Safevilerden alınmasından
sonra, Bağdat da muhasara edilmiş fakat yedi aylık bir bekleme sonucunda erzak
kıyafetsizliği sebebiyle muhasara kaldırılmıştır.
Bağdat civarı tamamen Osmanlı hakimiyetine alındığı halde, Bağdat hakimiyeti için
Osmanlı-İran mücadelesi 1638 yılına kadar devam edecektir.
145 Hammer, age., C. 9, s. 19-23.
146 Danişmend, age., C. III, s. 328; Hammer, age., C. 9, s.25.
147 Nâima Mustafa Eefendi, Nâima Tarihi, (Yay. Haz: Zuhuri Danışman), C. II, İstanbul 1968, s. 851-852;
Danişmend, age., C. III, s. 328; Darkot, agm., s. 742.
148 Nâima Tarihi, C. II, s. 852; Sümer, age., 1976, s. 192; Danişmend, age., C. II, s. 56.
149 Mısıroğlu, age., s. 55.
150 Mısıroğlu, age., s. 56.
27
1629 (1039) yılında İran seferine memur edilen serdar-ı ekrem Hüsrev Paşa önce
Diyarbekir ve sonra Musul’a vardı. Bu sırada başlayan şiddetli yağışlar Şattülarap ve diğer
nehirlerin taşmasına yol açmış ve Bağdat sahrasını baştan başa sular kaplamıştır. Bu durumda
sular çekilinceye kadar Musul’da beklemek zorunluluğu doğduğundan, yaklaşık 70 gün
Musul’da kalınmıştır151. Bu süre zarfında Musul’da kuvvetli bir kale yaptırılmış ve Bağdat’ın
kuşatılması için getirilen toplar ve öteki malzemeler bu kaleye yerleştirilmiştir152
.
28 Ocak 1630’da havaların açılması üzerine Osmanlı kuvvetleri Bağdat’a doğru
ilerlemelerine devam etmişlerdir. 9 Kasım 1630 (3 Rebbiülahir 1040)’da Bağdat muhasara
altına alınmış, fakat yapılan hücumlardan bir netice alınamayarak 16 Kasım 1630’da
muhasara kaldırılmıştır. Hüsrev Paşa emrindeki kuvvetlerle 1630 (1040)’da Musul’a ulaşmış
ve burada istirahata çekilmiştir. Hüsrev Paşa Musul’da bulunduğu esnada kaleleri tahkim
ettirmiştir153
.
IV. Murad Osmanlı-İran arasındaki, Bağdat etrafındaki mücadeleyi bitirmek için 1638
yılında Bağdat seferini düzenlemiştir. İstanbul’dan hareket eden Osmanlı ordusu 8 Ekim 1638
(29 Cemaziyelevvel 1048)'de Musul’a varmıştır154
.
Musul’da on gün kalındıktan sonra, tekrar Bağdat üzerine yürünmüş ve 25 Aralık
1638 (18 Şaban 1048) cumartesi günü Bağdat alınmıştır.
Ocak ayı ortalarına doğru Bağdat’tan Diyarbekir’e doğru hareket eden IV. Murad 27
Ocak 1639 (22 Ramazan 1048)’da Musul’a varmış155
ve burada bir gün kalındıktan sonra
İstanbul’a hareket edilmiştir. Bağdat seferinden sonra İran'la 1639’da Kasr-ı Şirin antlaşması
yapılmış ve bu havalide genel bir istikrar sağlanmıştır.
151 Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Haz.: Bekir Sıtkı Baykal), C. II, KBY., Ankara 1992, s.358; Hammer,
age., C. IX, s. 108-109.
152 Peçevi İbrahim Efendi, age., s. 386.
153 Hammer, age., C. IX, s.121.
154 Halil Sahillioğlu, "IV. Murad'ın Bağdad Seferi Menzilnâmesi (Bağdad Seferi Harp Jurnali)", Belgeler, C. 2,
1965, s.11-24.
155 Hammer, age., C. IX, s. 254.
28
İKİNCİ BÖLÜM
İDÂRÎ YAPI
1. OSMANLI İDÂRÎ TEŞKİLÂTI
Osmanlı devletinde kuruluş yıllarından itibaren, merkezî idâre dışında hizmetleri
yaygınlaştırmanın ilk kademesi beylerbeyleri vasıtasıyla eyaletlerde (beylerbeylik) olurdu156
.
Beylerbeylik, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde, özel timarlarda vilayetlerin başkomutanlığı
idi157
.
İlk dönemlerde fethedilen şehirler, birer sancak halinde, gazilere veya hanedan
üyelerine tevcih edilirdi. Bunlar görevlendirildikleri sancakta Sancakbeyi olarak görev
yapıyorlardı. 1302 tarihinde Osmanlı devletinin 5 sancağının mevcut olduğu görülmektedir158
.
Sancakbeylerinin sayısının arması neticesinde, bu beylerin üzerine bir Beyler-Beyi’nin
görevlendirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır ki, Osman Bey döneminde oğlu Orhan Bey’in
Beylerbeyi (ordu komutanı) olarak görevlendirildiğini görmekteyiz159. Böylece Rumeli
Beylerbeyliği ortaya çıkmıştır ki, kuruluş tarihi 1363 olarak kabul edilmektedir160
.
Osmanlı devleti 1363’ten 1393 tarihine kadar tek bir beylerbeylik halinde idare
edilmiştir. 1393’te I. Bayezid Kara Timurtaş Paşa’yı Ankara’da Anadolu Beylerbeyi olarak
atayınca161
, Anadolu Beylerbeyliği kurulmuş ve bundan sonra bu iki beylerbeylik (Rumeli ve
Anadolu) devletin bel kemiğini oluşturmuştur.
Çelebi Mehmet zamanında, Anadolu Beylerbeyliğinin en doğusundaki topraklar
ayrılarak, Amasya-Sivas bölgesinde Rûm Beylerbeyliği (Rumiye-i Suğra) kurulunca
156 Süleyman Oğuz, Osmanlı Vilâyet İdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti (1878-1885), Ankara 1986, s. 7.
157 Halil İnalcık, “Eyalet”, EI 2
, C.II, 1965, s. 722; Mustafa Akdağ, “Osmanlı Müesseseleri Hakkında Notlar”,
DTCFD., C. XIII, S. 1-2, s. 32-33.
158 Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara 1988, s. 84.
159 Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat, (Sadeleştiren: Neşet Çağatay), C. I-II, TTKB., Ankara 1979, s. 15;
Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi I, İstanbul 1979, s.172; İnalcık, agm., s.722.
160 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Türkiye, (1074-1990), C. 2, KBY., Ankara 1990, s.1066.
161 İnalcık, agm., s.722.
29
(1413)162, Osmanlı ülkesindeki beylerbeylik sayısı üçe çıkmıştır. 1468’de Karaman’ın alınıp,
aynı adla beylerbeyliğe tahvil edilmesiyle beraber beylerbeylik sayısı 4’e yükselmiştir.
1512’de Yavuz Sultan Selim tahta geçtiği vakit Osmanlı devleti; Rumeli, Anadolu,
Rum ve Karaman beylerbeyliklerinden müteşekkildi.
XVI. yüzyıl boyunca Osmanlı fetihlerinin artarak devam etmesi sonucu
beylerbeyliklerin sayısı da hızla artmıştır. Nitekim, Doğu ve Güney-Anadolu ile Suriye,
Mısır, Irak ve Avrupa’da Macaristan bölgelerinin fethi yeni ve önemli beylerbeyliklerin
ortaya çıkmasını sağlamış ve yüzyılın sonlarına doğru bunların sayısı 30’un üzerine
çıkmıştır163
.
Beylerbeyliğin (eyâlet)
164 başında beylerbeyi (mir-i mirân, devletlû, vali)
bulunmaktadır. Beylerbeyi, XIV. Yüzyıl boyunca Osmanlı devletinde taşra kuvvetlerinin
kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış bulunan beylerin (sancakbeyi) âmiri konumunda
olup, belli bir bölge ile doğrudan ilişkisi yoktu165. Ancak, yüzyılın sonlarına doğru Anadolu
beylerbeyliğinin, XV. Yüzyıl boyunca da Rum ve Karaman beylerbeyliklerinin ihdası ile
beylerbeylik terimi bölgesel bir mana kazanmıştır. Nitekim, XV. Yüzyılın ortalarına doğru
beylerbeyi uhdesindeki bölgede bütün konularda (umur-ı siyaset) padişahın temsilcisi
hüviyetiyle; Beylerbeyi Divanı'nda askerî zümrenin çeşitli meselelerini halletmek, güvenliği
sağlamak, timarlı sipahilerin atama ve terakkileri ile belli bir miktara kadar timarların tevcihi
işlemlerini yürütmek gibi geniş yetkilere sahiptir166. Fakat, eyaletlerdeki kadı ve defterdarlar
beylerbeyine değil, doğrudan merkezî yönetime karşı sorumlu idiler.
Osmanlı idarî sisteminin üst birimi olan eyaletler sancaklardan müteşekkildi.
Sancaklar ise Osmanlı idarî teşkilatının temel birimi olarak kabul edilmektedir167. Zira, vergi
hasılatını tespit etmek maksadıyla yapılan tahrirlerde sancak birimi esas alındığı gibi, Divân-ı
Hümâyûndan imparatorluğun idaresiyle ilgili çıkan hükümlerin de genelde sancakbeylerine
hitaben yazdırılmış olması da idarî açıdan sancağın temel birim olarak alındığını
162 Tayyib Gökbilgin, “15 ve 16. Asırlarda Eyalet-i Rum”, VD., S. 6, 1965, s. 51; Baykara, age., s.87.
163 Tafsilat için bk. İnalcık, agm., s. 721-724.
164 Beylerbeylik terimi yerine 16. yüzyılın sonlarına doğru eyâlet tâbiri kullanılmaya başlanmıştır. Bk. İnalcık,
agm., s.723.
165 İ. Metin Kunt, Sancaktan Eyalete, 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul 1978, s. 26-
27.
166 İnalcık, agm., s.223.
167 Bayram Kodaman, "Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu'nun İdarî Durumu", 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, S. 1, Samsun 1986, s. 12; Kunt, age., s. 26; Yaşar Yücel, "Osmanlı İmparatorluğunda
Desantralizasyona (Âdem-i Merkeziyet) Dair Genel Gözlemler", Belleten, S.152, 1988, s.665; Yusuf Oğuzoğlu,
"XVII. Yüzyılda Türkiye Şehirlerindeki Başlıca Yöneticiler", 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
S.1, Samsun, 1986, s. 140.
30
göstermektedir.
Aslında sancak tâbiri, tuğ ve davul ile beraber hükümdarın hâkimiyet sembolü olup,
zamanla hükümdarın temsilcisi olan beylerbeyi ve sancakbeylerinin de sembolü haline
gelmiştir. Daha sonraları ise üzerinde dalgalandığı araziyi ifade eder olmuştur168. Bu manayı
kazandığı tarih kesin olarak bilinmemekle beraber XVI. Yüzyıl olarak tahmin edilmektedir169
.
Coğrafi ve tarihi şartların etkisiyle teşekkül eden sancakların büyüklük veya
küçüklüğü de bulunduğu bölgenin coğrafi, tarihi ve etnik durumuna göre değişmektedir.
2. MUSUL SANCAĞI
2.1. Coğrafî Konumu
Musul Sancağı Cezire (Mezopotamya)'nin kuzey-doğu bölümünde, dicle nehrinin her
iki yakasında yer almaktadır.
Hudutları, doğuda Şehr-i Zur eyaleti; kuzey-doğuda Van eyaleti; kuzey-batıda
Diyarbekir eyaleti; batıda Sincar Sancağı, güney-batıda Zur Sancağı ve güneyde Bağdat
eyaleti ile mahduttur.
Sancak dahilindeki arazinin büyük ekseriyeti engebelidir. Özellikle, kuzey ve doğu
cihetleri dağlıktır. Dicle'nin batısında, Sincar ile Musul arasındaki arazi ise düzdür. Sadece
Sincar dağı ile Afrin tepesi mevcuttur170. Kuzeyde Van eyaleti hududu ve doğuda İran hududu
boyunca birtakım dağlar mevcut olup, bir kısmının kolları dicle nehrinin yakınlarına kadar
uzanır. Bu dağların belli başlıları; Maklub, Ba'şika171, Zaho, Butma, Zilvâr, Birman, Kandil,
Karakoç, Cebel-i Hamrin, Cebel-i Ali ve Köşk dağlarıdır172. Zikredilen dağların çoğunluğu
taşlık ve çıplaktır. Eteklerinde ve yaylalarında mer'alar mevcut ise de buralarda da pek orman
mevcut olmayıp173, yalnızca meşe vb. gibi ağaçlara tesadüf edilmektedir174
.
Musul Sancağındaki yerleşim ve ziraat alanları dicle nehri boyunca ve diclenin
doğusundaki arazide yoğunlaşmıştır. Her ne kadar diclenin kuzey ve doğu kesimleri dağlık ise
de münbit ve mahsuldar araziler de gene bu bölgelerde bulunmaktadır175. Dicle'nin batı ve
168 J. Deny, "Sancak", İA., C. X, s. 188.
169 Kunt, age., s.16.
170 Şemseddin Sami, age., s. 4481.
171 H. 1308 (1890) Tarihli Musul Vilayeti Salnâmesi, s. 94. (Bundan sonraki dipnotlarda Salnâme şeklinde
gösterilecektir).
172 Ş. Sami, age., s. 4481.
173 Ş. Sami, age., s. 4481.
174 Yusuf Rıza, age., s. 3.
175 Ali Cevad, Memâlik-i Osmaniye'nin Tarih ve Coğrafya Lügati, C. II, İstanbul 1313, s.791.
31
güney-batısındaki araziler ise kıraç olduğu için iskân ve ziraata pek elverişli değildir176
.
Sancağın en önemli suyu dicle nehridir. Kuzey-batıdan güney-doğuya doğru akan
nehir boyunca birçok yerleşim alanları ve ziraat sahaları mevcuttur. Diğer önemli akarsular
ise; Büyük Zap, Küçük Zap, Husur ve Gazar nehirleridir177(Bk. Harita-I).
2.2. İdarî Durumu (1523-1586)
Musul, 1517'de Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından Osmanlı hâkimiyetine katıldıktan
sonra Diyarbekir eyâletine bağlanmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu'nun
Güneydoğusunda bulunan yerler Osmanlı hâkimiyetine alındıktan sonra, merkezi Amid
olmak üzere Diyarbekir eyaleti kurulmuş ve bölgede 1518 (924) tarihinde bir tahrir
yapılmıştır. Bu tahrire göre Diyarbekir vilayeti 12 sancaktan müteşekkildir178. Ancak, 1518
tahririnde Musul ile ilgili kayıtlar veya kısımlar mevcut değildir. Fakat, Topkapı Sarayı
Müzesi Arşivi'nde 9772 numarada kayıtlı ve 1522 (926) tarihli defterdeki bilgilere nazaran,
Musul, Diyarbekir eyaletine bağlı bir sancak statüsündedir179. 1522180, 1523181 ve 1526-27182
tarihli kayıtlardan Musul sancağının Diyarbekir eyaletine bağlı olduğu görülmektedir. Öyle
anlaşılıyor ki, fethedildikten sonra sancak olarak Diyarbekir eyaletine bağlanan Musul'un bu
statüsü 1534 yılına kadar devam etmiştir. 1534 yılında Bağdat fethedilip aynı isimle eyalete
tahvil edildikten sonra ise Bağdat eyaletine bağlanmıştır183. 1558184, 1559-60185 ve 1563186
yılları arasında halen Bağdat eyaletine bağlı olan Musul sancağı, 1563-1566 yılları arasında
Şehrizul eyaletine bağlanmışsa da yine 1566'da tekrar Bağdat eyaletine bağlanmıştır187
.
1534 yılında Diyarbekir eyaletinden ayrılıp Bağdat eyaletine bağlanan Musul
176 Mühimme, 30, s. 348, "Bağdad Beylerbeyine hüküm; Musul-Tikrit arası çöl olup...", 15/R/985 (3 Temmuz
1577).
177 Kâtib Çelebi, Cihânnüma, Bayezid Kütüphanesi, No: 4678, İbrahim Müteferrika Matbaası, İstanbul 1145,
s.435; Salnâme, s. 92.
178 Göyünç, age., s. 35.
179 Ömer Lütfi Barkan, "H. 933-934 (M.1527-1528) Malî Yılına Ait Bir Bütçe Örneği", İÜEFTD., XV/1-4,
İstanbul, (1953-54), s.133; Göyünç, agm.,1969, s. 29.
180 Bayezid Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Kitaplığı, 1969 No'lu Kanunnâme, Varak 121-b.
181 BOA, TD., 998, s.60, 72, 85, 89.
182 Topkapı Sarayı Arşivi 5246 No'lu Defterden naklen Kunt, age., s.33-34, 130; Göyünç, agm., 1969, s.29-30.
183 Halil Sahillioğlu, "Osmanlı Döneminde Irak'ın İdarî Taksimatı", (Arapçadan tercüme eden: Mustafa Öztürk),
Belleten, C.LIV, S. 211, TTKB., Ankara 1991, s. 1239-1240.
184 MM., 18011, s.34.
185 MM., 29, s.282-a.
186 MM., 563, s.105.
187 Mühimme, 5, hüküm:1083. Önce Bağdat beylerbeyliğine bağlanıp, daha sonra Şehrizul beylerbeyliğine
bağlanan Musul sancağının tekrar Bağdat beylerbeyliğine bağlandığına dair Bağdat beylerbeyine hüküm. Aynı
Defter, hüküm: 1452. Musul sancağının Bağdat'a tâbi olmasına karar verildiğinden, Şehrizul'da bulunan Musul
sancağı ile ilgili defterlerin mühürlenip, Bağdat beylerbeyliğine gönderilmesi için Şehrizul beylerbeyliğine
hüküm.
32
Sancağının bu statüsü, 1563-1566 dönemi dışında devam etmiş ve 1571'de tekrar Şehrizul
eyaletine bağlanmıştır188. Ancak, kısa bir süre sonra tekrar Bağdad eyaletine bağlandığını
görmekteyiz. Zira 1573'te Musul Sancağı Bağdat eyaletine bağlıdır189. Musul'un bu statüsü
1586'da eyalete dönüştürülünceye kadar devam etmiştir.
188 Mühimme, 14, s.950. "Bağdad Beylerbeyine hüküm; Musul sancağı Şehrizul Beylerbeyliğine ilhak olunmak
emrim olmağın, icmal ve mufassal defterlerin bir keseye koyup, mühürleyip, Şehrizul Beylerbeyine gönderesin"
"Şehrizul Beylerbeyine hüküm; Hala Musul sancağı Şehrizul'a ilhak olunub... icmal ve mufassal defterlerin taleb
eyleyüb, sair defterler ile hıfz eyleyesin", 25 Zilhicce 978 (19 Mayıs 1571). Ayrıca, Mühimme, 10, s.325,
"Bağdad Beylerbeyine hüküm; Musul Sancağı Şehrizul beylerbeyliğine ilhak olunmağın...", "Şehrizul
Beylerbeyine hüküm; halen Musul sancağı Şehrizul'a ilhak olunub...", 3 Muharrem 979 (28 Mayıs 1571).
189 MM., 563, s.104-105.
33
HARİTA-I
MUSUL’UN YERLEŞİM HARİTASI
Harita G. Avad’ın “Tahkikat-ı Buldaniyet-i Eseriye fi Şark’ul-Musul” adlı makalesi ile arşiv
vesikalarındaki verilerden faydalanılarak hazırlanmıştır.
34
2.3. Musul Sancağının İdârî Taksimatı (1523-1575)
Osmanlı idarî düzeninde en üst birim olan eyaletler birkaç sancaktan müteşekkil iken,
sancaklar da birden fazla nahiyeden oluşmakta idi. Nahiye kavramı ise cihet, yön, taraf, bölge
ve vilâyet manalarında kullanılmasının yanı sıra; bir sancağa bağlı bulunan köylerin idarî ve
coğrafî sınırlarla muayyen bölgelere taksim edilmesi sonucu oluşan en küçük idarî ünite
manasında da kullanılmaktadır 190
.
Musul sancağında da nahiye, coğrafî farklılıkların belirlediği muayyen bir bölgeyi
ifade için kullanıldığı gibi; idarî manada ise söz konusu bölgelerdeki köy ve mezralar grubunu
ifade etmektedir. Nitekim, Musul sancağı nahiyelerinden Musul ve Ayn-Sayna nahiyelerinin
belli bir merkezinin (nefs) bulunmasına karşılık, Acuz ve Deyr-Maklub nahiyelerinin ise belli
bir merkezi bulunmayıp, muayyen bir coğrafî bölgeyi ihtiva ediyordu.
Tahrir defterlerinde veya Timar-Zeamet Tevcih defterlerinde sipahilerin tasarruf
ettikleri köy ve mezralar kaydedilirken mutlaka hangi nahiyeye bağlı oldukları
açıklanmaktadır. Bu yüzden vergi birimi olarak itibar edildikleri ve timar-zeamet
tevcihlerinde esas alındıkları görülmektedir.
2.3.1. 1523 Tahririne Göre İdarî Taksimat
1523 tarihli tahrire nazaran Musul sancağı iki nahiyeden müteşekkil olup, bunlar
Musul ve Ayn-Safna nahiyeleredir.
2.3.1.1. Musul Nahiyesi
Sancağın merkez nahiyesidir. 1523'te mevcut 108 köyün 91'i Musul nahiyesine
bağlıdır. Dolayısıyla geniş bir alanı muhtevidir.
2.3.1.2. Ayn-Safna Nahiyesi
Merkez nahiyesinin doğusunda yer almakta olup, küçük bir nahiyedir. Sancağın
toplam 108 köyünden 17'si bu nahiyenin sınırları dahilindedir.
2.3.2. 1540, 1558 ve 1575 Tahrirlerine Göre İdari Taksimat
1540 tarihinde Musul sancağı, 1523 tahririne kıyasla bazı değişikliklere tabi
tutulmuştur. Zira, 1540’ta Musul Sancağına iki yeni nahiye daha ilave edilerek nahiye sayısı
dörde yükseltilmiştir. 1558 ve 1575 tarihlerinde de nahiye sayısı dörttür. İhdas edilen yeni
nahiyeler; Deyr-Maklub ve Acuz'dur. Böylece Musul Sancağı 1540-1575 tarihleri arasında;
190 Tayyip Gökbilgin, “Nahiye”, İA., C. IX, İstanbul 1993, s. 36-37; Göyünç, age., s. 38, not: 12.
35
Musul, Ayn-Safna, Deyr-Maklub ve Acuz nahiyelerinden oluşmakta idi (Bk. Harita-II).
2.3.2.1. Musul Nahiyesi
Musul sancağının en geniş nahiyesidir. 1540'ta 89, 1558'de 101 ve 1575 tarihinde 106
köyden müteşekkildir.
2.3.2.2. Ayn-Safna Nahiyesi
Bu nahiye 1523 tarihinde 17 köyden müteşekkil iken, daha sonraki tarihlerde bağlı
köy sayısının düştüğünü görmekteyiz. Nitekim, 1540'ta 7, 1558'de 13 ve 1575'te ise 9 köyden
oluşan bir nahiyedir.
2.3.2.3. Deyr-Maklub Nahiyesi
Nahiyenin kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Belli bir merkezi (nefsi)
yoktur. Deyr-Maklub nahiyesi 1540’ta 29, 1558'de 25 ve 1575’te 17 köyden oluşmaktadır.
Nahiyeye bağlı köylerin tasarrufu İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey'e verilmiş ve
daha sonraki tarihlerde Hüseyin Bey'in oğulları tarafından tasarruf edilmiştir191
.
2.3.2.4. Acuz Nahiyesi
Acuz, 1523 tarihinde "karye" olarak kaydedilmiştir. Fakat, Acuz karyesinde meskûn
nüfus yoktur. 1540 tarihinde 8 ve 1558'de 7 köyden müteşekkil bir nahiye konumundadır. Bu
tarihlerde de Nefs-i Acuz'da meskûn nüfus bulunmamaktadır. 1575 tarihinde Acuz nahiyesi,
Eski Musul sancağına, Eski Musul Sancağı ise Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır192
.
191 BOA, TD., 195, s.140.
192 BOA, TD., 660, s.1.
36
HARİTA-II
MUSUL SANCAĞI’NIN İDARİ TAKSİMAT HARİTASI (1540-1558)
(Harita, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sıra no:415-a, Kod; OD1: 2 / ba ve Sıra no; 445, Kod; Od1: 4 / 12’de
bulunan haritalardan faydalanılarak çizilmiştir)
37
3. MUSUL EYALETİ (1586-1639) (Musul Eyaletinin İdârî Taksimatı)
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, Musul 1517 tarihinde Osmanlılar tarafından
fethedildikten sonra sancağa tahvil edilerek Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır. Zamanla,
şartlar gerektirdikçe bazen Bağdat, bazen de Şehrizul eyaletlerine bağlı bir sancak haline
getirilmiştir. Musul'un sancak statüsü ile idaresi 1586 tarihine kadar devam etmiştir. 1586
tarihinde ise Musul Sancağının eyalete tahvil edildiği görülmektedir. Zira, 1586 tarihli
mühimme kayıtlarında "Kızılbaş üzerine Bağdad Beylerbeyisi Süleyman Serdar tayin edilmiş
olmağla, Şehrizul Beylerbeyisi aşiretleri, Musul Beylerbeyisi... kuvvetleriyle serdar emrine
verilmiş olmağla..." ifadesi ile "Bağdad Beylerbeyisi Süleyman Kızılbaş üzerine serdar tayin
edilmiş olmağla, kendi kuvvetleriyle ve hemen iltihak etmesine dair Musul Beylerbeyisi
Ahmed'e hüküm", şeklinde geçen ifadelere bakılırsa, 1586 (994) tarihinde Musul’un eyalet
olduğu hükmüne varmamız gerekmektedir 193
.
Musul'un 1586 yılında, sancaktan eyalete dönüştürüldüğünü gösteren bir diğer
kaynağımız da Kepeci, 262 no'da kayıtlı Atama Defteri'dir. Bu deftere göre Musul, eyalet
olmadan önce Bağdat'ın bir sancağıdır. Ancak, Bağdat eyaleti sancakları listesinde
kaydedilmişken, müstakil eyalete dönüştürüldüğü şerhi düşülmüştür194. Aynı defterin diğer
kısımlarında "Eyalet-i Musul" başlığı altında kaydedilmiştir. Eyaletin beylerbeyliğine ise
Canpuladoğlu Hüseyin Bey getirilmiştir (30 Ağustos 1587 /26 Ramazan 995)195. Defterdeki
bir şerhde, Canpulatoğlu Hüseyin Bey'den önceki beylerbeyi'nin Melek Ahmed olduğunun196
tasrih edilmesi, aynı bilginin Tarih-i Selânikî’de mevcut olması197
ve bu bilgilerin 1586
tarihli Mühimme kaydı ile örtüşmesi198, Musul Sancağının 1586 yılında eyalete
dönüştürülmüş olduğunu açıkça göstermektedir.
Osmanlı idarî düzeninin en üst birimi olan eyaletlerin bir nevi sancak konfederasyonu
olduğunu ve sancakların da alt birim olarak nahiyelerden müteşekkil olduğunu yukarıda ifade
etmiştik. Musul, 1586'da eyalete dönüştürüldükten sonra acaba kaç sancağı ve bu sancaklara
bağlı kaç nahiyesi mevcuttu? Her nahiyeyi oluşturan köylerin sayısı ne idi?
Elimizdeki kaynak ve belgelerden bu soruların tamamına cevap bulamıyoruz. Daha
193 Mühimme, 60, s.283, (1586 / 994); Mühimme, 61, s.68-69, 103, (1586 / 994).
194 Kepeci Ruus, 262, s.131.
195 Kepeci Ruus, 262, s.265.
196 Kepeci Ruus, 262, s.265, "... hala Musul Beylerbeyisi olan Melek Ahmed... 76000 flori ber-vech-i peşin
teslim-i hazine idüb şol şartla ki Musul Beylerbeyliği Canpuladbeyoğlu Hüseyin'e verilmesi...".
197 Selânikî Mustafa Efendi, Tarihi Selânikî, (Hazırlayan: Mehmet İpşirli), C. I, İstanbul 1989, s.192.
198 Mühimme, 60, s.286.
38
doğrusu, Musul eyaletinin değişik tarihlerdeki sancak sayısını ve bu sancakların isimlerini
tespit etmekle beraber, bahse konu sancakların kaç nahiyesinin bulunduğu ve bu nahiyelerin
bünyesindeki köyleri tespit etmek mümkün olmadı.
Musul eyaletinin ilk idarî taksimatını gösteren kaynağımız 1587 tarihlidir. Buna göre
Musul Eyaleti şu sancaklardan müteşekkildir199:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Erbil Sancağı
3- Nusaybin Sancağı
4- Sincar Sancağı
5- Bacvân Sancağı
6- Ağca Kal'a Sancağı
7- Zaho Sancağı
8- Eski Musul Sancağı
199 Kepeci Ruus, 262, s.247-248,265.
HARTİTA-III MUSUL EYALET HARİTASI (1587)
Harita, Arşiv vesikaları ve Tüccârzâde İbrahim Hilmi’nin Memâlik-i Osmaniye Cep Atlası adlı eserinden faydalanılarak hazırlanmıştır.
Görüldüğü gibi 1587 yılında Musul eyaleti Paşa sancağı ile beraber sekiz sancaktan
oluşmuştur. Aslında, Musul eyaleti sancak listesine Tikrit sancağını da ilave etmemiz
gerekmektedir. Zira, 262 no'lu defterde Tikrit sancağının da Bağdat eyaletinden ayrıldığı şerhi
düşülmüş olmasına rağmen200 hangi eyalete bağlandığı belirtilmemiştir. Fakat, Nisan 1592
tarihli bir mühimme kaydından Tikrit Sancağının da Musul eyaletine bağlanmış olduğunu
görmekteyiz201. Keza, daha sonraki sancak listelerinde de Tikrit sancağı Musul eyaletine
merbuttur (Bk. Harita-III).
Öte yandan 1587-1588 tarihli bir mühimme kaydında Diyarbekir Beylerbeyliğine
yazılan bir hükümde şu bilgiler bulunmaktadır; "Diyarbekir Beylerbeyine hüküm; Musul
Beylerbeyisi mektub gönderub, elyevm Sincar, Eski Musul, Ağca Kal'a, Nusaybin, Zaho
Sancakları Musul Beylerbeyliğine ilhak olunmuşsa da mezkur sancakların icmal ve mufassal
defterleri Musul'a gönderilmediği bildirilmekte, mezkur sancakların icmal ve mufassal
defterlerinin bir keseye konup, üzeri mühürlenüp... gönderilmesi..."
202. Bu mühimme
kaydında, yukarıda verdiğimiz listede mevcut olan Erbil ve Bacvân sancakları
geçmemektedir. Çünkü, Erbil sancağı 1588'de Şehrizul eyaletine bağlanmış203 ve 1590 yılına
kadar bu statüsü devam etmiştir. 1590'da ise tekrar Musul eyaletine bağlanmıştır
204
. Bacvân
(Bacvânlu) sancağının ise bu tarihteki idari durumu hakkında bir kayda rastlamadık. Daha
sonraki yıllarda musul eyaletinin bir sancağı konumunda olduğu dikkate alınırsa, 1588 tarihli
mühimme kaydında yer almamasının, icmal veya mufassal defterlerinin Musul'a gönderilmiş
olmasından kaynaklandığını tahmin ediyoruz.
XVII. yüzyılın başlarında Musul eyaleti 6 sancaktan müteşekkildir. Aynî Ali
Efendi'nin I. Ahmed'in veziri Murad Paşa'ya 1609 (1018-1019)'da sunduğu risalesine205 göre
Musul eyaleti şu sancaklardan oluşuyordu206:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Bacvânlı Sancağı
200 Kepeci Ruus, 262, s.124.
201 Mühimme, 69, s.95.
202 Mühimme, 64, s.107.
203 MM., 17670, s.470.
204 Mühimme, 68, s.1, "Şehrizul Beylerbeyine hüküm; Erbil sancağı Musul caniblerinde olan havass-ı hümâyun
iltizamına dahil olduğu cihetle, Musul Beylerbeyliğine ilhak olunduğundan icmal ve mufassal defterlerini
Şehrizul defterlerinden ayırıb, Musul'a göndermesi ve badehu Erbil işlerine Şehrizul ve Bağdad taraflarından ise
müdahale edilmemesi".
205 Sahillioğlu, agm., s.1246.
206 Aynî Ali Efendi, Kavânin-i Al-i Osman Der Hülasa-i Mezâmin-i Defter-i Divân, İstanbul, 1280, s.32.
2
3- Tikrit Sancağı
4- Eski Musul Sancağı
5- Horun (Hârun) Sancağı
6- Bâne Sancağı
1587 listesi ile 1609 listesini mukayese ettiğimiz vakit, XVII. yüzyıl başlarında Musul
eyaletini oluşturan sancakların önemli bir değişikliğe tabi tutulduğu görülmektedir. Zira,
1587'de Musul eyaletine bağlı olan Erbil, Nusaybin, Sincar, Ağca Kal'a ve Zaho
Sancaklarının 1609'da Musul eyaletinden ifraz edildiğini, buna mukabil, 1587 listesinde
bulunmayan Bâne ve Hârun (Horun) adlı iki yeni sancak eyalete dahil edilmiştir.
Musul eyaletinin 1631-1632 (1041) tarihlerindeki idarî taksimatını Koçi Bey
risalesinden öğrenmekteyiz207. Buna göre Musul eyaletini teşkil eden sancaklar aşağıdaki
gibidir:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Bacvânlı Sancağı
3- Tikrit Sancağı
4- Eski Musul Sancağı
5- Horun (Hârun) Sancağı
6- Bâne Sancağı
Musul eyaletinin idarî taksimatını gösteren bir diğer kaynağımız da Başbakanlık
Kâmil Kepeci Tasnifinde bulunan ve 1632-1641 tarihleri arasındaki idarî yapıyı gösteren
Sancak Tevcih Defteri' dir208. Buna göre Musul eyaletinin idarî taksimatı şöyledir:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Bâcvânlû Sancağı
3- Eski Musul Sancağı
4- Keşşâf Sancağı
5- Tikrit Sancağı
207 Koçi Bey Risalesi, (Sadeleştiren: Zuhuri Danışman), KTBY., Ankara 1985, s.138. Koçi Bey Musul eyaletinin
7 sancak olduğunu zikretmiş, fakat verdiği listede 6 sancak ismi kayıtlıdır.
208 Kepeci Ruus, 266, s.107-108.
3
6- Hârun Sancağı
7- Zâho Sancağı
Bu defterlerdeki bilgiler ile Koçi Bey risalesindeki bilgileri mukayese ettiğimizde,
eyalete bağlı sancaklarda bazı değişikliklerin olduğunu görmekteyiz. Zira, 266 no'lu Sancak
Tevcih Defteri'ndeki kayıtlara göre Musul eyaletine Keşşâf ve Zâho sancakları dahil edilmiş,
Koçi Bey risalesinde yer alan Horun (Hârun) ve Bâne sancakları ise eyaletten ayrılmıştır.
Tarih olarak araştırmamızın sınırını aşmasına rağmen, Musul eyaletindeki idarî
değişiklikleri mukayese etmek gayesi ile 1648 ve 1653 yıllarındaki idarî taksimatı gösteren iki
kaynaktaki bilgileri de burada vermeyi uygun gördük. Cihânnümâ adlı eserini 1648 (1058)'de
yazan 209 Kâtib Çelebi, Musul eyaletinin 6 sancaktan müteşekkil olduğunu yazar210. Buna
göre Musul eyaleti sancakları şunlardır:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Eski Musul Sancağı
3- Bâcvânlu Sancağı
4- Tikrit Sancağı
5- Hârubâne Sancağı
6- Kara Dasni Sancağı
Kâtib Çelebi'nin verdiği sancak listesi ile 266 no'lu Sancak Tevcih Defterindeki listeyi
mukayese ettiğimiz vakit, Keşşaf ve Zaho sancaklarının Musul eyaletinden ifraz edildiğini ve
Kara Dasni adiyle yeni bir sancak teşkil edildiğini görmekteyiz. Aslında, Kara Dasni Sancağı,
Dasni taifesini ifade için kullanılan bir tâbirdir. Daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi,
Sancak tâbiri başlangıçta belli bir coğrafî bölgeyi ifade etmiyordu. Ancak, XVI. Yüzyıldan
itibaren belli bir coğrafî ve idarî bölgeyi ifade eder bir mana kazanmıştır. Bununla birlikte,
XVI. Yüzyılda da Liva-i Müsellem, Liva-i Piyade, Liva-i Çingane ve Liva-i Voynuğan gibi
belirli zümreleri ifade için kullanılmaya devam etmiştir211. Burada dikkate değer husus, XVII.
Yüzyılın ortalarında bile sancak tâbiri 'nin halen belli zümreleri ifade etmek için kullanılmaya
devam etmiş olmasıdır.
1653 tarihinde Musul eyaletinin idarî taksimatını gösteren kaynağımız ise Sofyalı Ali
209 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, Kısım 2, TTKB., Ankara 1982, s. 543.
210 Kâtib Çelebi, age., s. 433.
211 Kunt, age., s.16; Ünal, age., s.30.
4
Çavuş kanunnâmesidir212. Bu kanunnâmeye göre Musul eyaleti şu 5 sancaktan müteşekkildir:
1- Musul (Paşa) Sancağı
2- Kerkük Sancağı
3- Tikrit Sancağı
4- Bâcvânlık (Bâcvânlû)
5- Huden (Hârun)-Bâne
Bu sancaklar ile Kâtib Çelebi'nin verdiği listedeki sancaklar mukayese edildiği zaman,
XVII. Yüzyılın ortalarında Musul eyaletini oluşturan sancakların pek değişmediği görülür.
Ancak, 1648 listesinde yer alan Kara Dasni sancağı 1653 listesinde yer almamakta, buna
mukabil 1653'te Kerkük, yeni bir sancak olarak Musul eyaletine dahil edilmiştir.
Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığımız Musul eyaletinin 1586-1653 tarihleri
arasındaki idarî taksimatında sancak sayısı 5 ile 8 arasında değişmiştir. İlk idarî taksimatta
(1587) yer alan Erbil, Nusaybin, Sincar ve Ağca Kal'a sancakları, daha sonraki taksimatların
hiçbirinde bulunmamaktadır. Zâho sancağı sadece 1587 ve 1631-1632 idarî taksimatlarında
mevcuttur. Keşşâf sancağı ise yalnızca 1632-1641 tarihleri arasındaki taksimatı gösteren
listede yer almaktadır. Nihayet, 1653 idarî taksimatında Kerkük sancağının da bulunması,
Musul eyaletinin XVII. Yüzyılın ikinci yarısından sonra İran sınırına doğru genişletildiğini
göstermektedir.
Öyle görünüyor ki, 1578-1590 yılları arasında vuku bulan Osmanlı-İran harpleri, bu
bölgede bulunan eyaletlerin idarî taksimatlarının belirlenmesinde etkili olmuştur. Nitekim,
1587 tarihinde Musul eyaletine merbut 4 sancağın, 1609-1653 yılları arasındaki taksimatları
gösteren listelerin hiçbirinde yer almaması, ayrıca 1609, 1631-32, 1632-1641 ve 1653
tarihlerinde Musul eyaletine bağlı sancakların pek fazla değişmemiş olması da bu fikrimizi
teyit eder mahiyettedir. Bahse konu tarihler arasındaki Osmanlı-İran harpleri serhadlerdeki
eyaletlerin idarî taksimatlarında daha büyük değişimlere yol açmıştır. Mesela, Van eyaletine
bağlı sancak sayısı 1558-1585 yılları arasında 13 ile 32 arasında değişmişken, 1609-1653
tarihleri arasında ise 14 ile 18 arasında değişmiştir213. Bu da İran'la yapılan harplerin
durulması ile bölgede bulunan eyaletlerin idarî taksimatlarının da belli bir istikrara
kavuştuğunu göstermektedir.
212 Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, (Haz: Mithat Sertoğlu), Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1992,
Faksimile Metin, s.12.
213 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van 1997, s. 120-129.
5
Nihayet, Van-Basra serhaddinde bulunan aşiret reisi ümeranın daimî rekabetleri ve
kararsızlıkları (bazen Osmanlı'yı bazen İran'ı metbu tanımaları) da214 bölgedeki idarî
taksimatın değişmesinde rol oynamıştır denilebilir.
4. SANCAK VE EYALET YÖNETİMİ (Görevliler)
4.1. Ümera (Ehl-i Örf)
Osmanlı eyalet ve sancaklarında görev yapan idareciler (Ümera, ehl-i örf) hiyerarşik
sıra itibariyle şunlardır;
1- Beylerbeyi
2- Sancakbeyi
3- Alaybeyi (Miralay)
4- Çeribaşı (serasker)
5- Çavuşlar
6- Dizdar
7- Kale görevlileri
a- Mustahfızlar
b- Azebler
c- Dergâh-ı Ali Yeniçerileri
8- Defterdar
9- Şehir Kethüdası
10- Sübaşı
11- Muhtesib
12- Asesler
13- Şahne
4.1.1. Beylerbeyi
Osmanlı idarî teşkilâtında eyaletlerin idaresi için askerî ve sivil yetkileri bulunan
beyler tayin edilirdi ki, bunlara Türkçe Beylerbeyi, Farsça Mir-i Miran ve Arapça Emirü'l-
214 Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İstanbul 1993, s. 242.
6
Ümera denilirdi215
.
Beylerbeyi, hükümdarın taşradaki en yetkili temsilcisi olup, doğrudan padişah beratı
ile atanırdı216. Beylerbeyi atanacak kişilerin bazı vasıfları haiz olmaları gerekirdi. Şöyle ki,
"yarar, emekdar ve her veçhile müstehakk-ı inayet" olmaları gerektiği gibi, reayaperver,
dürüst, namuslu, tecrübe sahibi ve devlete bağlı olmaları da gerekiyordu.
Padişah beratıyla atanan beylerbeyi görevlendirildiği eyaletin sancaklarından uygun
gördüğü birinde yerleşir ve burada otururdu. Beylerbeyinin oturduğu bu sancağa "Paşa
Sancağı" denilirdi. Burada ayrıca sancakbeyi bulunmadığı için, bu merkez sancağının
sancakbeyi sayılırdı217. Fakat XVII. Yüzyıl sonlarında ve yaygın olarak da XVIII. yüzyılda
beylerbeyleri ve sancakbeyleri bizzat görev yerlerine gitmeyip, yetki ve selahiyetlerini kendi
nâm ve hesaplarına kullanmak için bir kişi tayin ederlerdi ki, bunlara "mütesellim" denilirdi218
Beylerbeyi görev yaptığı eyalette emri altındaki görevlilerle birlikte Eyalet Divânı'nda
idarî işleri yürütürdü. Bu divânda bir Tımar Defterdarı, bir Defter Kethüdası ve bir Tezkireci
bulunuyordu219. Beylerbeyinin eyaletteki divânı, Divân-ı Hümâyûn'un bir nevi küçük bir
kopyası görünümündedir.
Beylerbeylerinin görevlerine gelince; bunların temel vazifeleri beratlarda özetlenmiş
olup, bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür220
.
a- Bölgesinde bütün meselelerde (umur-ı siyasette) padişahın temsilcisi olmak,
b- Divanında çeşitli işleri karara bağlamak,
c- İdarî ve en önemli görevlerinden biri olarak, halkın güvenliğini sağlamak,
d- Sultanın emirlerine karşı çıkan ve hukuki müeyyideleri çiğneyen kişileri takip
etmek
e- Timarlıların atama ve özlük işlerini yürütmek,
f- Bölgesi dahilinde kale varsa onları gözetmek, göçebeleri itaat altında bulundurmak
g- Seferlerde görevlendirildiği takdirde, yönettiği bölgedeki dirlik sahiplerini (timar ve
215 Sahillioğlu, agm., s.1233.
216 Yusuf Oğuzoğlu, “XVIII. Yüzyılda Türkiye Şehirlerindeki Başlıca Yöneticiler”, 19 Mayıs Üniversitesi FenEd. Fak. Dergisi, S. 1, (1978), s.143; Yücel, agm., s. 665.
217 Akdağ, agm., s. 51.
218 Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı, KTBY., Ankara 1985, s.
96.
219 Yücel, agm., s. 665.
220 İnalcık, agm., s. 723; M. Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat, C. I-II, TTKB., Ankara 1979, s. 294; Oğuzoğlu, agm.,
s. 143; Kunt, age., s. 27; Akdağ, agm., s. 50.
7
zeamet sahipleri) toplayarak gitmeleri gereken yerlere götürmek.
Beylerbeyleri maaşları ise, birtakım gelir kalemlerinden ayrılan "has"'lardan ibarettir.
4.1.2. Musul Beylerbeyleri
Musul beylerbeyi olarak atanacak kişinin liyakatli, ehl-i vukuf, devlete sadık olması
vs. gibi meziyetlerinin bulunmasına özen gösterildiği gibi, Bağdat beylerbeyinin de “oluru”
dikkate alınırdı221. Padişahın Musul eyaletindeki temsilcisi hüviyetiyle, eyaletin paşa sancağı
olan Musul Sancağında oturmaktadır. İdârî ve askerî işlerini Divân-ı Musul'da karara
bağlamaktadır. Kısaca ifade edecek olursak, bölgesindeki bütün meseleleri çözmekle görevli
olduğu gibi, çağrıldığı vakit harp zamanlarında da emrindeki kuvvetlerle sefere katılmak
mecburiyetinde idi.
Musul beylerbeyi has gelirleri muhtelif vergilerden ayrılmış olup, tespit edebildiğimiz
kadarıyla 449450 akça ile 713452 akça arasında değişmektedir222
. Bu arada, Evliya Çelebi
Musul Eyâleti Beylerbeyi’nin 681000 akçalık hassı olduğunu yazar223
.
Diğer yandan bazı beylerbeylerinin çeşitli şekillerde halka zulm ve teaddi
eylediklerini, hatta bazı reayayı katl edip emval ve erzakına el koydukları müşahede
edilmektedir. Nitekim, 1610-1611 tarihinde Musul beylerbeyi olan Ahmed Paşa, Musul
fukarasının 15.000 koyununu zorla aldığı gibi, reayaya da fazlaca zulm etmiştir. Yine aynı
Ahmed Paşa bir köyü basıp 40 nefer insanı katlederek, köy halkının bütün mal ve erzakına el
koymuştur. Ahmed Paşa'nın zulümleri bunlarla da bitmemiştir. Zira Dergâh-ı Muallam
Çavuşlarından Ferhad Çavuş'un oğlu olup, Şehrizul'da zeamet tasarruf eden Ali, bazı emtia,
kumaş ve ehl-i iyali ile Amid tarafına giderken Musul'a geldiğinde Ahmed Paşa tarafından
bütün emval, erzak ve ehl-i iyaline el konulmuştur224
.
Ahmed Paşa'nın bu zulümlerinin merkeze şikâyet edilmesi üzerine, merkez idaresi
Musul kadısına yazdığı hükümlerde, derhal konunun ihtimamla teftiş edilmesini ve fukaranın
hakkının korunmasını istemiştir. Ayrıca, bizzat Ahmed Paşa'ya da bir hüküm yazılarak, el
koyduğu bütün emval ve erzakın derhal iadesi istenmiştir225. Ahmed Paşa'nın bu
cürümlerinden dolayı nasıl cezalandırıldığı hakkında herhangi bir belge mevcut değildir.
Ancak, reayanın şikâyeti üzerine, merkez idaresinin hemen meseleye el koyup gerekli
221 Ahmed Vâsıf Efendi, Mehânisü’l-Asar ve Hakâikü’l-Ahbar, (Yay: Mücteba İlgüler), İstanbul 1978, s. 281,
334-335.
222 Bk. İktisadi Durum Bölümü.
223 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 785.
224 Mühimme, 79, s.463, b-1184, 487, b-1250, 491, b-1261.
225 Mühimme, 79, s.463, b-1184, 487, b-1250, 491, b-1261.
8
soruşturmaları başlatması dikkate şayandır.
1586-1641 yılları arasındaki dönemde Musul eyaletinde görev yapan 38 beylerbeyinin
ismini tespit etmiş bulunmaktayız ki, bunların dökümü tablo-1'de verildiği gibidir.
Tablo-1: Musul Eyaleti Beylerbeyleri (1586-1641)
No Beylerbeyi Adı Önceki Görevi Görevde Olduğu Yıllar
Hicri Miladi
1 Ahmed Paşa 226 (Melek Ahmed Paşa) - 994-995 17 Haziran 1586/ 15 Ağustos 1587
2 Canbulat Beyoğlu Hüseyin Bey 227
- 995-997 30 Ağustos 1587/ Kasım 1588
3 Melek Ahmed Paşa 228
- 999-1000 27 Nisan 1591/ Ekim 1591
4 Mustafa Paşa 229
- 1000-1001 4 Nisan 1592/ 4 Haziran 1593
5 Piyâle Bey 230 Eskişehir Sancakbeyi Receb 1002 Mart ortaları 1594
6 Sinan Paşa 231
- 1003 Eylül 1594
7 Hasan Paşa 232
- 1003 1594-1595
8 Mahmud Paşa 233
- 1005 1596-1597
9 Abdullah Paşa 234
- 1006 1597-1598
10 Ali Paşa 235
- 1008 1599-1600
11 Hasan Paşa 236 İmadiye Hâkimi 1009 1600-1601
12 Mehmed Paşa 237
- 1013 1604-1605
13 Ahmed Paşa 238
- 1015-1016 1606 19 Temmuz 1607
14 Diğer Ahmed Paşa 239
- 1018/1019 10 Eylül 1609/ 1611
15 Mehmed Paşa 240
- 1021-1022 1612-1613
16 Ali Paşa
241
- 1022 1613
17 Diğer Ali Paşa 242
- 1023 1614
18 Mehmed Paşa
243
- 1023 1614-1615
19 El-Hac Ahmed Paşa 244
- 1024 1615-1616
20 Ahmed Paşa 245
- 1025 1616
21 Mehmed Paşa 246
- 1025 1617
Tablo-1’in devamı
No Beylerbeyi Adı Önceki Görevi Görevde Olduğu Yıllar
Hicri Miladi
226 Mühimme, 60, s.286; Kepeci Ruus, 249, s.52, 140; Selânikî Mustafa Efendi, age., s.192.
227 Kepeci Ruus, 262, s.265; Kepeci Ruus, 249, s.167, 208; Mühimme, 64, s. 207.
228 TZTD., 169, s.532, 544; Mühimme, 67, s.220.
229 Mühimme, 69, s.95; TZTD., 169, s.544; S. Mustafa Efendi, age., C. I, s. 275.
230 S. Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, C. I, s. 361.
231 TZTD., 169, s.550.
232 TZTD., 169, s.522; S. Mustafa Efendi, age., C. I, s. 477; H. 1308 Tarihli Musul Vilâyeti Salnâmesi
(=Salnâme), s.38. Salnâmede hicri 1000-1305 tarihleri arasında Musul eyaletinde görev yapmış olan
beylerbeylerinin isimleri kronolojik olarak verilmiştir. Fakat, bunları kullanırken biraz ihtiyatlı davranmak gereği
vardır. Zira, burda verilen isimler Mühimme, Timar-Zeamet Tevcih, Ruûs ve Maliyeden Müdevver Defterleri
'ndeki bazı kayıtlarla denk düşmemektedir.
233 Salnâme, s.38.
234 Salnâme, s.38.
235 Salnâme, s.38.
236 Salnâme, s.38.
237 Salnâme, s.38.
238 Salnâme, s.38; Mühimme Zeyli, 8, s.65; TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış).
239 Mühimme, 78, s.658; MM., 3260, s.41; s.38.
240 MM., 6718, s.120, 125.
241 Salnâme, s.38.
242 Salnâme, s.38.
243 Salnâme, s.38.
244 Salnâme, s.38.
245 Salnâme, s.38.
246 Salnâme, s.38.
9
22 Mehmed Paşa 247 Basra Beylerbeyi 1026 1617
23 Mu'min Paşa 248
- 1027 1617-1617
24 Bostân Paşa 249
- 1029 1619-1620
25 Bekir Paşa 250
- 1030 1620-1621
26 Yunus Paşa 251
- 1031 1621-1622
27 Defterdar Mustafa Paşa 252
- 1032 1622-1623
28 Hasan Paşa 253
- 1032 1623
29 Ahmed Paşa 254
- 1032 1623
30 Sipahi Ahmed Paşa 255
- 1034 1624-1625
31 Süleyman Paşa 256
- 1035 1625-1626
32 Bekir Paşa 257
- 1037 Ekim başları 1627
33 Süleyman Paşa 258
- 1041 1631
34 Ebubekir Paşa
259
- 1041-1042 17 Eylül 1631/ 15 Aralık 1632
35 Bekir Paşa 260
- 1042-1045 27 Ocak 1633/ 25 Aralık 1635
36 Muhafız Ahmed Paşa 261
- 1046 1637
37 Süleyman Paşa 262 Rumili Beylerbeyi 1049 7 Kasım 1639
38 Vezir Mehmed Paşa 263 Rakka Mutasarrıfı 1051 8 Aralık 1641
1586-1641 tarihleri arasında ismini tespit edebildiğimiz 38 beylerbeyi görev yapmıştır.
Bunlardan çoğunun göreve başladığı ve görevden ayrıldığı gün ve ayı tespit etme imkânına
sahip olamadığımız için, görev süreleri hakkında bir değerlendirme yapma şansını
bulamıyoruz. Ancak, 55 yıllık sürede 38 beylerbeyi görev yaptığına göre, ortalama görev
süresi 1 yıl 3 ay olarak çıkmaktadır. Şunu da dikkatten uzak tutmamak gerekir ki, bu 1 yıl 3
ay olarak tespit edilen süre ortalama bir süredir. Halbuki, bazı beylerbeyleri birkaç ay
görevleri başında kalabilmişken, bazıları ise 1, 2 hatta 3 yıldan fazla görev yapmışlardır. Her
halükârda, Musul eyaletinde görev yapan beylerbeylerinin görev sürelerinin ortalama 1 yıl 3
247 Salnâme, s.39.
248 Salnâme, s.39.
249 Salnâme, s. 39.
250 TZTD., 412, (Defter sayfalandırılmamış); Salnâme, s. 39.
251 Kepeci Ruus, 257, s.109; TZTD., 412, (Defter sayfalandırılmamış); Salnâme, s. 39.
252 Salnâme, s. 39.
253 Salnâme, s. 39.
254 Salnâme, s. 39; Naima Mustafa Efendi, Nâima Tarihi, C. II, s. 851-852.
255 Salnâme, s. 39.
256 Salnâme, s. 39.
257 TZTD., 477, (Defter sayfalandırılmamış).
258 Salnâme, s.39. H. 1308 Tarihli Salnâmede Süleyman Paşa'nın 1625-1635 (1035-1045) tarihleri arasında
Musul eyaletinin beylerbeyi olduğu kaydedilmiştir. Halbuki, 477 no'lu Timar Zeamet Tevcih Defteri'nden Bekir
Paşa'nın 1627 (h.1037)'de; 504 no'lu Timar Zeamet Tevcih Defteri'nden 17 Eylül 1631 (h. 20 Safer 1041)'de ve
Ali Emiri Tasnifi, IV. Murad Devri, 120 no'lu belgeden Ağustos 1632 (Safer 1042) tarihlerinde Ebubekir
Paşa’nın; 552 no'lu Timar Zeamet Tevcih Defteri ile Maliyeden Müdevver, 3458 no'lu defterlerden de 27 Ocak
1633 (17 Şaban 1042)-6 Eylül 1635 (Rebbiül-evvel 1045) tarihleri arasında yine Bekir Paşa'nın Musul
Beylerbeyi olduğunu görmekteyiz. Diğer yandan, hazırladığı risaleyi 1631-32'de IV. Murad'a sunan Koçi Bey de
bu tarihte Musul Beylerbeyi olarak Süleyman Paşa'nın ismini zikretmiştir. Bu kayıtlardan şu sonucu
çıkartıyoruz; 1625-1627 tarihleri arasında Süleyman Paşa, 1627'de Bekir Paşa, 1627-1631 tarihleri arasında
tekrar Süleyman Paşa Beylerbeyi olarak görev yapmışlardır.
259TZTD., 504, (Defter sayfalandırılmamış); Ali Emiri Tasnifi, IV. Murad Devri, No:120, s.1; MM., 9829, s.74-
75, 119; İbnül-Emin Tasnifi, Maliye, 902, varak,1.
260 TZTD., 552, (Defter sayfalandırılmamış); MM., 17040, s. 1; MM., 3458, s. 18,49.
261 Salnâme, s.39.
262 Kepeci Ruus, 266, s.107; MM., 551, s.97.
263 Kepeci Ruus, 266, s.107; MM., 551, s.97.
10
ay civarında olması; herhangi bir beylerbeyinin bu yörede fazla kök salmasını, bölgenin siyasî
ve ekonomik güçleriyle özdeşleşmesini önlemek düşüncesinden ileri gelmiş olmalıdır.
Nitekim, imparatorluğun diğer pek çok bölgesinde de durum bundan farklı
gözükmemektedir264
.
Musul eyaletine atanan beylerbeylerin önceki görevlerine baktığımızda ise, tıpkı
sancakbeylerinde olduğu gibi, daha çok Musul eyaletinin bulunduğu bölgeye yakın
eyaletlerde görevli kimseler olduğunu görmekteyiz. Gerçi 38 beylerbeyinden ancak 4' nün
önceki görev yerini tespit edebildik. Bu sayı az olmakla beraber, bir fikir yürütme imkânı
sağladığı için kayda değer. Mesela, 1600 tarihinde Musul beylerbeyi olan Hasan Paşa'nın
daha önceki görev yeri İmadiye'dir. 1617'de beylerbeyi olan Murad Paşa Basra
beylerbeyliğinden atanmıştır. 1639 tarihinde görev başında bulunan Süleyman Paşa'nın daha
önceki görev yeri Rumili beylerbeyliğidir. Nihayet, 1641'de Musul beylerbeyi olan vezir
Mehmed Paşa'nın önceki görev yeri ise Rakka'dır. Görüldüğü gibi, Musul'a atanmadan önceki
görev yerlerini tespit ettiğimiz dört kişiden üçü civar eyaletlerden atanmışken, sadece birisi
(Süleyman Paşa) Rumili bölgesinden tayin edilmiştir.
4.1.3. Sancakbeyi
Sancağın en yetkili yöneticisi sancakbeyi olup, doğrudan merkezden atanırdı. Askerî
ve idarî olmak üzere başlıca iki görevi bulunmaktadır. Kapı halkı ve emrindeki zaim, sipahi
ve cebelülerle daima hazır bir askerdir. Çağrıldığı vakit hemen sefere katılıp, tespit edilen
yerde beylerbeyinin emrine girmesi askerî görevlerindendir.
Sancağın ve şehrin düzenini sağlamak, reayanın dirlik ve düzenini temin etmek, şer'e
ve örfe aykırı durumları önlemek de idarî görevleri arasında yer almaktadır265. Sancakbeyi bu
idarî görevlerini kadı ile beraber hareket ederek yerine getirirdi.
Sancakbeyi ayrıca, özel görevler için sancağına gelen devlet memurlarına yardımcı
olmak ve bunların görevlerini kolaylıkla yerine getirmelerini temin etmekle de
yükümlüdür266
. Sancakbeylerine maaş olarak ise birtakım vergi gelirleri "has" tarikiyle
ayrılırdı.
4.1.4. Musul Sancakbeyleri
Musul sancakbeyi, idarî ve askerî bakımlardan hiyerarşik olarak sancağı hangi eyalete
264 Kunt, age., s.78.
265 Yücel, agm., s.666.
266 Kunt, age., s.25.
11
merbut ise o eyaletin beylerbeyine bağlıdır. Dolayısıyla, hiyerarşik olarak 1517-1534 tarihleri
arasında Diyarbekir beylerbeyine; 1534-1563, 1566-1571 ile 1573-1586 tarihlerinde Bağdat
beylerbeyine ve 1571-1573 ile 1563-1566 tarihleri arasında ise Şehrizul beylerbeyine bağlıdır.
Ancak, tayin, terfi, sefere çağrılma gibi hususlarda, diğer sancakbeyleri gibi doğrudan Divân-ı
Hümâyun'a tâbidir. Bununla birlikte, merkez yönetimi bazı dönemlerde Musul
sancakbeylerinin Bağdat beylerbeyinin vereceği emre göre hareket etmelerini istemiştir.
Mesela, 5 Ekim 1559 (3 Muharrem 967) tarihli bir mühimme kaydında267 Musul Sancakbeyi
Ahmed Bey'e gönderilen hükümde; "...Bağdad caniblerinde hizmet vaki olub, Bağdad
Beylerbeyisi seni taleb itdükde varmak emr idüb buyurdum ki, vusul buldukda yat û yerağla
hâzır u müheyyâ olub, ol cânibe nâzır" olması istenerek "anun gibi bir hizmet vâki oldukda
asla vû kat'a te'hir ü terâki itmeyüb sancağın askeri ile müretteb ü mükemmel... mu'accelen
varub vech-i münâsib gördüğü üzere hizmetde..." bulunması ve asla ihmalkâr davranmaması
emredilmiştir.
Diğer yandan, harp dönemlerinde Musul sancakbeylerine Bağdat kalesinin
muhafazası, Bağdat'ın "hıfz u hirasetine" nezaret edip, göz kulak olması ve Basra'nın
muhafazası gibi vazifeler de verilmiştir. Nitekim, 16 Eylül 1559 (15 Zilhicce 966)'da Musul
Sancakbeyi Murad Bey'e Bağdat kalesinin muhafazası görevi268, 8 Eylül 1565 (12 Safer
973)'de Sancakbeyi Sinan'a Basra'nın muhafazası269 ve 8 Ekim 1567 (4 Rebbiü'l-ahir 975)'de
de dönemin sancakbeyine, Bağdat beylerbeyi sefere memur edildiğinden, Bağdat'ın
korunması270 vazifesi verilmiştir.
Musul sancakbeyi sefere iştirak ettiği vakit, sancağın muhafazası için yeterince sipahi
görevlendirmekte idi ki, 1579 tarihinde sefer hizmetine çıkan Sinan Bey sancağın muhafazası
için 15 nefer sipahi görevlendirmiştir271
.
Musul sancağına atanan sancakbeyleri, beylerbeylerinde olduğu gibi, genelde bölge
hakkında bilgi ve tecrübe sahibi veya çevre sancaklarda görev yapmış kimseler arasında
seçilmiştir ki, bu durum merkez yönetiminin sancakbeyi atamalarında dikkate aldığı şartlara
uygunluk göstermektedir.
267 Mühimme, 3, hüküm:394.
268 Mühimme, 3, hüküm:333, "Musul Beyi Murad Bey'e hüküm ki; Haliya Bağdad'ın hıfzı içün dergâh-ı muallam
ulufecileri ağaları ile beşyüz nefer yeniçeri kullarım irsal olunub, anun gibi lâzım olub, beylerbeyi harice çıkmalı
olur ise zikr olunan beşyüz nefer kullarum ile seni kal'ada muhafazası içün ta'yin etmek emr olunub... buyurdum
ki; Vûsul buldukda, anun gibi lâzım gelüb seni kal'a muhafazası içün alıkodukda tamâm bâsiret üzere olub...”.
269 Mühimme, 5, hüküm:213.
270 Mühimme, 7, s.124.
271 Mühimme, 36, s.220.
12
Bu arada, halk sancakbeylerinin icraatlarından memnun kalmazsa doğrudan Divân-ı
Hümâyûn’a şikâyet etme hakkına sahip bulunuyordu. Bu gibi durumlarda devletin idarî ve
adlî teşkilâtı derhal harekete geçerek, meselenin gerçek boyutlarını araştırıp, suçlu olanların
tespiti ve gerekenin yapılması için gerekli titizliği gösterirdi. Nitekim, 30 Ocak 1577 (21
Zilkade 985)'de Musul sancakbeyi olan Mehmed Bey'in icraatlarından memnun olmayan
reaya böyle bir şikâyette bulunmuştur. Konu merkeze intikal edince, merkez idaresi hemen
harekete geçerek, Bağdat beylerbeyine (Musul sancağı bu tarihte Bağdat eyaletine bağlıdır) ve
Musul kadısına gönderdiği hükümlerde konunun gerçek boyutlarının ortaya konulması ve
suçlu varsa cezalandırılması için derhal tahkikat başlatmıştır272. Bu tahkikatın sonuçlarının ne
olduğu hakkında bir belgeye ulaşamadık. Ancak bu gibi durumlarda Osmanlı yönetiminin
gösterdiği titizlik ve derhal idarî ve adlî soruşturmanın başlatılmış olması dikkate şayandır.
Musul sancakbeylerinin "has" gelirleri, atanan kişilerin kıdem ve istihkak durumuna
göre 200.000 akça ile 561.664 akça arasında değişmektedir273
.
Muhtelif belge ve kaynaklardan 1520-1586 tarihleri arasındaki dönemde Musul
sancağında görev yapan 30 sancakbeyinin ismini tespit etmiş bulunmaktayız. Bunların
isimleri ve görev tarihleri tablo 2'de verildiği gibidir.
Tablo 2'de görüleceği gibi, Musul sancakbeyliğine atanan beyler genelde o bölgedeki
diğer sancaklarda görev yapmış kişilerdir. Nitekim, Çemişgezek, Bitlis, Rakka, Deyr-Rahbe,
Ruha, Çapakçur, Atak, Safed, Sincar vb. sancakbeylerinin Musul sancakbeyi olarak
atanmaları bunu göstermektedir. Öte yandan, Musul sancakbeyleri yeni bir sancağa tayin
edildiklerinde de yine çevre sancaklara atanmışlardır. Mesela, Musul sancakbeyliği yapıp
sonraki görevini tespit ettiğimiz Alaüddevle Bey Ruha, Veli Bey Harput, Hacı Şahkulu Bey
Ruha ve Mehmed Bey Sincar sancakbeyi olarak atanmışlardır. Bu da merkezi yönetimin,
atanacak beylerin belli bir genel bölgenin idaresi hakkında kâfi derecede tecrübe kazanmış
kişileri tercih ettiğini gösterdiği gibi, ayrıca beyin bir görev yerinden diğerine giderken fazla
zaman kaybetmemesi ve sancakların mümkün olan en kısa süreden fazla beysiz
bırakılmamasını da gözettiğini göstermektedir274
.
Tablo-2: Musul Sancakbeyleri (1520-1586)
No Sancakbeyi Adı Önceki Görevi Görevde Olduğu Yıllar Sonraki Görevi Hicri Miladi
272 Mühimme, 33, s.266.
273 Bk. İktisadî Durum Bölümü.
274 Kunt, age., s.78-79.
13
1 Seydî Ahmed Bey Bohti 275
- 926 1520 -
2 Hacı Bey 276
- 928 1522 -
3 İskender Bey b. Aranid 277
- 932-33 1526 -
4 Hüseyin Bey 278
- 940 Nisan-Mayıs 1534 -
5 Ali Bey 279
- 955 28 Aralık 1548 -
6 Alaüddevle Bey 280
- 957 20 Eylül 1550 öncesi Ruha S. beyliği
7 Veli Bey 281 Çemişgezek S. beyi 957 20 Eylül 1550 Harput
Sancakbeyliği
8
Gazi Murad Oğlu Mehmed
Şah Bey 282 - 957-960 16 Ekim 1550
-
9 Mustafa Paşa 283
- 960 2 Şubat 1553 -
10 Ali Bey 284
- 961 10 Kasım 1554 öncesi Kayseri
Sancakbeyliği
11 Veli Bey 285 Bitlis Beyi 961 10 Kasım 1554 Baban
Sancakbeyliği
12 Çavuş Bey 286 Rakka S. beyi 963 11 Ağustos 1556 -
13 Murad Bey 287
- 966 25 Ekim 1558
29 Ağustos 1559 -
14 Ahmed Bey 288
(Ayas Paşa Oğlu) - 967 15 Ekim 1559
17 Mart 1560
Menteşe
Sancakbeyliği
15 Hacı Şahkulu Bey 289 Deyr-Rahbe S. beyi 967 16-17 Mart 1560
25 Ağustos 1560 Ruha
Sancakbeyliği
16 Süleyman Bey 290
- 967 28 Ağustos 1560 Gazze
Sancakbeyliği
17
Şems Beyoğlu
Mahmut Bey
291
Çapakçur'dan
Mazul 968 16 Mart 1561 -
18 Sinan Bey 292 Atak S. beyi 971-973 26 Haziran 1564/8 Eylül 1565 -
19 Yusuf Bey 293
- 978-979 18 Mayıs 1571/19 Temmuz 1571 -
Tablo-2’nin devamı
No Sancakbeyi Adı Önceki Görevi Görevde Olduğu Yıllar Sonraki
275 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, Defter No: 9772, 5-a, (Bu defterden nakleden; Barkan, agm., s. 307; Göyünç,
agm., 1969, s. 29.
276 Bâyezid Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi Kitaplığı, 1969 No'lu Kanunnâme, Varak:121-b.
277 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, Defter No:5246, (Bu defterden naklen; Göyünç, agm., 1969, s.29-30).
278 Teşrifat Ruznamçesi, Kepeci Ruus, 1764 No'lu Defter'den nakleden; Halil Sahillioğlu, agm., s.1240.
279 Nasuhü's-Silahi Matrakçı, Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Hân, (Hazırlayan: Hüseyin G.
Yurdaydın), TTKB., Ankara 1976, s.109.
280 Kepeci Ruus, no, 209, s.101.
281 Kepeci Ruus no, 209, s.101.
282 Kepeci Ruus no, 209, s.109.
283 Kepeci Ruus no, 210, s.80.
284 Mühimme, 1, s.165.
285 Mühimme, 1, s.165; Mühimme, 2, s.123.
286 Mühimme, 2, s.125.
287 Kepeci Ruus, 216, s.12; MM., 18011, s.36; Mühimme, 3, hüküm:333.
288 Mühimme, 4, s.36.
289 Mühimme, 3, hüküm: 859; Mühimme, 4, s.36; MM., 29, s. 282-a.
290 Mühimme, 4, s.120.
291 Mühimme, 4, s.191.
292 MM., 563, s.105; Mühimme, 6, s.653; Mühimme, 5, hüküm: 213.
293 Mühimme, 10, s.316; Mühimme, 12, s.65, 134.
14
Hicri Miladi Görevi
20 Sinan Bey 294
- 979 27 Ağustos 1571 -
21 Yusuf Bey 295
- 980 21 Haziran 1572 -
22 Sinan Bey 296
- 980 2 Eylül 1572/23 Ocak 1573 -
23 Mahmud Bey 297 Safed S. beyi 981 11 Ağustos 1573 -
24 Yusuf Bey 298
- 981 27 Ağustos 1573 -
25 Ahmed Paşa 299 Habeş'den mazul 982 29 Haziran 1574 Feragat etmiş
26 Mehmed Bey 300 Sincar S. beyi 982-985 27 Eylül 1574/30 Ocak 1578 Sincar
Sancakbeyliği
27 Ali Bey 301
- 986-988 20 Ekim 1578/29 Ekim 1580
-
28 Mustafa Bey 302
- 989-991 3 Eylül 1581/11 Aralık 1583 -
29 İbrahim Bey 303
- 992 9 Nisan 1584 -
30 Mustafa Bey 304
- 28 R. evvel 994 19 Mart 1586 -
Yine tablo'da dikkatimizi çeken bir diğer husus da bazı beylerin Musul sancağında bir
dönemden fazla sancakbeyliği yapmış olmalarıdır. Keza, Veli Bey 1540 ve 1554’te olmak
üzere iki dönem; Sinan Bey 1564-65’te ve 1571, 1572 tarihlerinde üç dönem; Mehmed Bey
1573 ve 1574-1578 tarihlerinde iki dönem ve nihayet Mustafa Bey 1581-1583 tarihleri ile
1586 tarihinde olmak üzere iki dönem Musul sancakbeyliği görevlerinde bulunmuşlardır.
4.1.5. Alaybeyi (Mir-alây)
Alaybeyi, hiyerarşik olarak sancakbeyinden sonra gelen askerî yöneticidir. Bulunduğu
sancaktaki timarlı sipahilerin en yüksek âmiridir. Kendisine bağlı sipahilerin yoklama ve
müfredat defterlerini tanzim ve tasdik edip, ilgili birimlere teslim etmek vazifelerindendir305
.
Kendilerine bazen cizye toplamak görevi de tevcih edilmiştir306
.
Alaybeyleri, sancak sipahilerinin arzuları doğrultusunda, beylerbeyi veya sancakbeyi
294 Mühimme, 15, s.93.
295 TZTD., 36, (Defter sayfalandırılmamış).
296 Mühimme Zeyli, 1, s.38; TZTD., 36, (Defter sayfalandırılmamış).
297 MM., 563, s.105.
298 Mühimme, 22, s.279.
299 Mühimme, 25, s.184.
300 Mühimme, 25, s.274; MM., 563, s.105; Kepeci Ruus, 262, s.112,131; Kepeci Ruus, 229, s.94; TKGM, TD.,
282, s.15; Mühimme, 33, s.266.
301 Kepeci Ruus, 233, s.140; Mühimme, 37, s.14,80; Mühimme, 40, s.219; TZTD., 169, s.531; Kepeci Ruus, 237,
s.12, 47, 77, 81, 101, 138.
302 Mühimme, 45, s.187, 232; TZTD., 101, s.403; Mühimme, 52, s.160.
303 Kepeci Ruus, 262, s.131.
304 TZTD., 88, (Defter sayfalandırılmamış).
305 Kılıç, age., s.172.
306 Göyünç, age., s.50.
15
arzı üzerine tayin edilirlerdi307. Görevden alınmaları ise beylerbeyi veya kadı'nın arzı üzerine
olurdu308. Bunlar serbest timar veya zeamet tasarruf ederlerdi309. Musul sancağında görev
yapan alaybeylerinden 17'sinin ismini tespit edebildik. Bunların tasarruf ettikleri zeamet
miktarları ise 20.000 akça ile 51.191 akça arasında değişmektedir.
Tablo-3: Musul Alaybeyleri ve Gelir Miktarları (1550-1639)
No Alaybeyi'nin Adı Görevde Olduğu Tarih Gelir Mikatrı (Akça)
1 Kadir Kulu 310 23 Haziran 1550 -
2 Ahmed 311 26 Ekim 1554 -
3 Cafer 312 6 Mayıs 1557 30.881
4 Ahmed 313 1558 -
5 Hızır 314 1560 öncesi -
6 Abdurrahman 315 Nisan Başları 1560/ 31 Aralık 1560 30.881
7 Cafer 316 17 Mart 1562 30.881
8 Mahmud 317 Ağustos başları 1570/ 22 Ekim 1572 -
9 Hacı Yunus 318 15 Nisan 1575 31.000
10 Derviş b. Hacı Yunus 319 3 Eylül 1588 30.602
11 Hüseyin b. Ahmed Paşa 320 13 Haziran 1607 51.191
12 Üveys 321 27 Mart 1622 -
13 Ahmed 322 1625 -
14 Mehmed 323 Aralık 1630 20.000
15 Danyal 324 Temmuz başları 1633 -
16 Mahmud 325 1635-1636 27.139
17 Veli 326 1639 -
Tablo'da da görüleceği gibi, 1558'de alaybeyi olan Cafer, 1562'de tekrar bu görevi
deruhte etmiştir. Yine 1588 tarihinde alaybeyi olan Derviş Ali, 1575’te bu görevde bulunan
307 TZTD., 101, s.403. "Musul sancağında zikr olunan... akça timara mutasarrıf olan Musul Alaybeyisi mezkûr
Derviş Ali b. Hacı Yunus için mukaddema Musul beyi Mustafa dame izzehu yarardır deyu arz itdükde 991
muharreminin evailinde...".
308 Göyünç, age., s. 50.
309 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, C. 4, İstanbul 1979, s.316.
310 Kepeci Ruus, 209, s.68.
311 Mühimme, 1, s.140, 142.
312 MM., 18011, s.34.
313 BOA, TD., 308, s.84.
314 Mühimme, 4, s.101.
315 MM., 29, s.283-a; MM., 18011, s.38; Mühimme, 4, s.101.
316 MM., 18011, s.38.
317 TZTD., 33, s.1041; Mühimme, 16, s.4.
318 Kepeci Ruus, 229, s.8; Kepeci Ruus, 313, s.23.
319 TZTD., 101, s.403.
320 TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış).
321 TZTD., 412, (Defter sayfalandırılmamış).
322 TZTD., 448, (Defter sayfalandırılmamış).
323 TZTD., 494, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 501, (Defter sayfalandırılmamış).
324 TZTD., 552, (Defter sayfalandırılmamış).
325 TZTD., 552, (Defter sayfalandırılmamış).
326 TZTD., 571, (Defter sayfalandırılmamış).
16
Hacı Yunus'un oğludur. Nihayet, 1607'de Musul alaybeyliği görevini deruhte eden Hüseyin
ise aynı tarihte beylerbeyi olan Ahmed Paşa'nın oğludur.
4.1.6. Çeribaşı (Serasker)
Çeribaşı veya serasker, Alaybeyi'nden sonra en yüksek rütbeli sipahi subayıdır327
.
Serbest dirlik tasarruf ederdi328. Çeribaşının vazifesi, görevli olduğu yerlerin asayişini
sağlamak, sefer zamanlarında gerekli olan eşkincileri sağlamaktı329
.
Araştırma dönemimiz olan 1523-1639 tarihleri arasında, Musul sancağı çeribaşıları
hakkında fazla bir bilgi sahibi değiliz. Yalnızca, 101 ve 206 no'lu Timar-Zeamet Tevcih
defterlerinde Musul çeribaşısına rastlamaktayız. Birinci defterdeki kayda göre 25 Şubat 1588
(26 R. evvel 996)'de Musul sancağı çeribaşısı Üveys olup, 8000 akçalık timar tasarruf
etmektedir330. İkinci defterimize göre de 1598 (1006) tarihinde Kemal adlı bir kişi Musul
sancağı çeribaşısıdır. Bunun tasarrufundaki timar tutarı ise 7999 akçadır331
.
4.1.7. Çavuşlar
Kâtiplerle eşit mertebede olan çavuşlar, elçilik ve muhaberat gibi işlerden başka
merkez veya taşradaki divânlarda da görev yaparlardı332
.
Elimizdeki belgelerden Musul eyaletinde görev yapan çavuşlardan birkaçının ismini
tespit etmekle birlikte, toplam sayıları hakkında bir bilgi edinmek imkânı olmadı. Ancak,
Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk dönemlerinde hazırlandığı tahmin edilen Timar Resimleri
Kanunnâmesi'nden öğrendiğimize göre eyaletlerde görev yapan çavuşların sayısı 60 ile
sınırlandırılmıştır333. Dolayısıyla, Musul eyaletinde görevli çavuş sayısının da 60 civarında
olması gerektiğini tahmin ediyoruz.
Çavuşların; çavuşbaşı, çavuşlar kethüdası ve çavuşlar emini gibi idarî ve malî amirleri
bulunmaktaydı. Tımar-Zeamet Tevcih defterlerinden üç adet çavuşlar kethüdası ismini tespit
edebildik. Bunlar, 5000 ile 10019 akça arasında değişen timar tasarruf etmektedirler. 25
Aralık 1595 (23 Rebbiülahir 1004)'te çavuşlar kethüdası olan Bayram'ın timarı 10.019
327 Ünal, age., s.47.
328 Halil İnalcık, H. 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, TTKB, Ankara 1987, Giriş, XXVIII,
dipnot:162; Akgündüz, age., s.316.
329 Mahmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I, MEB., İstanbul 1983, s.353.
330 TZTD., 101, s.373.
331 TZTD., 206, s.141.
332 Akdağ, age., C. II, s.116; Akgündüz, age., s.266.
333 Akgündüz, age., s.588.
17
akçadır334. 19 Temmuz 1607’de (24 Rebbiülevvel 1016) görevli olan Hamza b. Allahvirdi'nin
tasarruf ettiği timar yekûnu ise 5.999 akçadan ibarettir335. Nihayet, 24 Ağustos 1631 (26
Muharrem 1041)'de Musul eyaleti çavuşlar kethüdası olan Zülfikâr b. Ahmed de 5.000
akçalık timara mutasarrıftır336
.
Diğer yandan, Musul Divânı Çavuşlarından da ancak 4'nün ismini tespit edebildik.
Bunlardan Ahmed çavuş 1620 (1030)'de görevli olup, 19.660 akça timar geliri vardır337. 1621
(1031)'de görev başında olan Allahvirdi'nin timar tutarı 7.999 akçadır338. Kasım 1622 (Gurre-i
Muharrem 1032)'de Musul Divânı çavuşu olarak görev yapan Hüseyin 6.000, Veli b. Ahmed
Çavuş ise 9.000 akça timar tasarruf etmektedir339
.
4.1.8. Dizdâr
Dizdâr, kale komutanı olup, sorumluluğu altında bulunan kalenin her türlü işlerinden
mesuldür340. Beylerbeyinin arzı üzerine veya doğrudan padişah beratı ile atanır ve herhangi
bir kusuru olmadıkça da görevine devam ederdi. Fakat, iki yılda bir beratının yenilendiği
(tecdid-i berat) müşahade edilmektedir341
.
Musul kalesi dizdarları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. 1601 (1010) tarihinde
Musul kalesi dizdarı Derviş b. Hacı'dır342. 1611 Nisan ayından önce ise İbrahim adlı bir kişi
dizdar olarak görev yapmıştır343. 16 Ekim 1638 (5 Cemaziyelahir 1048) tarihli Maliyeden
Müdevver Defteri'nde ise, bahse konu tarihte Fahreddin adlı birinin Musul kalesi dizdarı
olduğunu öğreniyoruz344
.
Öte yandan, Musul'a tabi Ayn-Safna ve Tikrit nahiyelerinde de birer kale
bulunmaktadır. Dolayısıyla Musul sancağı dahilinde üç dizdarın bulunması gerekir. Nitekim,
1523 tarihli tahrirde Musul, Ayn-Safna ve Tikrit kalelerinde görevli birer dizdar mevcuttur345
.
Bu arada, bazı kale dizdarları birtakım ehl-i fesat ile iş birliği yaparak Musul kalesini
delme girişiminde bulunabilmişlerdir. Zira, 27 Temmuz 1585 (29 Receb 993) tarihli bir
334 TZTD., 174, (Defter sayfalandırılmamış).
335 TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış).
336 TZTD., 504, (Defter sayfalandırılmamış).
337 TZTD., 403, (Defter sayfalandırılmamış).
338 TZTD., 412, (Defter sayfalandırılmamış).
339 TZTD., 424, (Defter sayfalandırılmamış).
340 Pakalın, age., C. I, s. 469.
341 Kılıç, age., s. 334.
342 MM., 20260, s.49.
343 MM., 3260, s.78, b-2, "Musul kalesinin sabıka dizdârı olan İbrahim zimmetinde...", (9 Nisan 1611 / 25
Muharrem 1020).
344 MM., 2337, s.71.
345 BOA, TD., 998, s. 90.
18
mühimme kaydından öğrendiğimize göre, Musul kalesi dizdarı birkaç ehl-i fesad ile
müttefikan kaleyi delmişlerdir. Bunların amaçlarının ne olduğu ve olayın boyutlarının neler
olduğunun teftişi için Musul beyi ve kadısı görevlendirilmişlerdir346
.
4.1.9. Kale Görevlileri (Mustahfızlar, Azebler ve Dergâh-ı Ali Yeniçerileri)
4.1.9.1. Mustahfızlar
Kale ve hisarların muhafazası hizmetinde bulunan askerlere mustahfız denilmektedir.
Bunlar ulufeli askerlerdir. Kanunnâmelerden anlaşıldığı kadarıyla timar tasarruf edenler de
vardır347
.
Mustahfızların kale muhafızlığından başka, lüzumlu hallerde kalenin onarım ve
bakımı işlerinde de bizzat hizmet verdikleri olmuştur348
.
1523 tarihinde Musul kalesinde 69 mustahfız görevli olup, ulufe miktarları günlük
hesabiyle (fi yevm) 395, yıllık hesabiyle (fi sene) 139.808 akçadan ibarettir349. Aynı tarihte,
Ayn-Safna nahiyesi kalesinde görevli mustahfız sayısı 83 kişi iken, Tikrit kalesinde ise 46
kişidir. Ulufe tutarları ise, Ayn-Safna mustahfızları için günlük 213, yıllık 75.400 akça, Tikrit
mustahfızları için de günlük 245 yıllık 86.728 akçadır350
.
4.1.9.2. Azebler
Azeb, kelime olarak bekâr manasına gelmektedir. İlk dönemlerde Anadolu'dan
toplanmış muharebeye yarar, kuvvetli, dinç, bekâr Türk gençleri, Osmanlı ordusunun hafif
yaya askerlerini oluşturur ve yeniçerilerin önünde bulunarak savaşırlardı351. Azeb teşkilatı
daha sonraları genişletilerek kale ve deniz azebleri diye iki kısma ayrılmıştır. Midilli'nin
muhafazası için 1501'de azeb kuvvetleri gönderilmiş ve bu tarihten itibaren de kale
hizmetlerinde bulunmaları uygun görülerek kalelere maaşlı (ulufeli) azeb kuvvetleri
konmuştur352
.
Azebler, beylerbeyinin arzı ve padişahın beratı ile mahallinde seçiliyordu.
Beylerbeyleri, tayini yapılan azeblerle ilgili defterleri tanzim eder ve İstanbul'a
gönderirlerdi353
.
346 Mühimme, 53, s.313.
347 Akgündüz, age., s.480-481.
348 Kılıç, age., s. 349.
349 BOA, TD., 998, s.83.
350 BOA, TD., 998, s.83.
351 Uzunçarşılı, age., C. I, s.517.
352 Uzunçarşılı, age., C. II, s.574.
353 Kılıç, age., s. 344-345.
19
Musul kalesinde görev yapan azebler, defterlere azebân-ı dergâh-ı ali başlığı altında
kaydedilmişlerdir. 1613 (1022)'te Musul kalesinde görevli azebân-ı dergâh-ı ali sayısı 715'tir.
Ulufeleri ise günlük 4987, yıllık hesabiyle 1.786.846 akçadır354. Daha sonraki yıllarda azeb
sayısının bir hayli artmış olduğu müşahade edilmektedir. Zira, 7244 no'lu Maliyeden
Müdevver defterindeki kayıtlara nazaran 1634 (1044) tarihinde Musul kalesinde görevli
azebân-ı dergâh-ı ali sayısı 1870 neferdir. Bunların ulufeleri ise günlük hesabiyle 13544,
yıllık hesabiyle 4.794.576 akçadır355
.
4.1.9.3. Dergâh-ı Ali Yeniçerileri
Bilindiği gibi, Yeniçeriler başkent (İstanbul) dışında şehir ve kale hizmetleri olmak
üzere iki hizmet ifa ediyorlardı. Taşra şehirlerindeki yeniçerilerin vazifeleri yasakçılık ve
kasabanın inzibatını sağlamaktan ibarettir356
.
Yeniçerilerin taşra görevlerinden en önemlisi kale muhafızlığı idi. Devlet, merkeze
uzak büyük eyalet merkezlerinin kalelerinde yeniçeri bölükleri bulundurmakta idi357
.
Musul kalesinde görevli dergâh-ı ali yeniçerileri'nin 1613 tarihindeki sayısı 726
neferden ibarettir. 726 neferin ulufe tutarı günlük hesabiyle 4.638, yıllık hesabiyle 1.641.852
akçadır358. Kalelerde görevli olan dergâh-ı ali yeniçerileri'nin mevcudu harp veya sulh
dönemlerinde değişiyordu. 1613 yılında 726 olan dergâh-ı ali yeniçerileri sayısının, IV.
Murad zamanında İran’la yapılan uzun savaşlar dolayısıyla bir hayli arttırılmış olduğunu
görmekteyiz. Zira, 6992 no'lu Maliyeden Müdevver defterindeki kayıtlara göre, 1638
(1048)'de Musul kalesinde görevli dergâh-ı ali yeniçerileri'nin sayısı 5.175 neferden ibarettir.
Bunların ulufeleri de büyük yekûn tutmaktır. Şöyle ki, günlük 38.945,5 akça, yıllık hesabiyle
de 13.786.707 akça 5.175 neferin ulufesi olarak ödeniyordu359
.
Bu arada, taşrada görevli dergâh-ı ali yeniçerileri'nin ulufeleri, geliri müsait olmayan
yerler için İstanbul'dan gönderilirken, bir kısmının ise mahallinde veya yakın bir yerin
gelirinden temin ediliyordu360. Musul kalesinde görevli dergâh-ı ali yeniçerileri'nin
ulufelerinin bir kısmı Diyarbekir hazinesinden ve bir kısmı da Mardin ve Nusaybin malından
354 MM., 6833, s.52-66.
355 MM., 7244, s.106-163.
356 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları I, TTKB., Ankara 1988, s.324.
357 Akdağ, age., C. II, s.108.
358 MM., 6718, s.104-147.
359 MM., 6992, s.3-150.
360 Uzunçarşılı, age., C. I, s. 325-326.
20
temin ediliyordu361
.
Öte taraftan, taşrada görevli dergâh-ı ali yeniçerileri içerisinde bir de ulufesiz gönüllü
yeniçeriler bulunuyordu. Bunlar, şehir ve kasaba halkından olup, yeniçerilerin
imtiyazlarından ve yeniçerilik şerefinden istifade etmek için yeniçeri yazılırlardı362. Ancak,
ulufesiz yeniçeriler savaş zamanlarında muharebeye girip yararlılık gösterdikleri zaman,
tashih bedergâh tâbiriyle yeniçerilerin ulufe defterine kaydedilir ve ulufeli yeniçeri
olurlardı363. Ulufeli yeniçeri bölüğüne geçeceklerin sayıları önceden belirlenir ve bunlara
gönüllü gedikleri adı verilirdi364
.
Musul kalesinde görev yapan gönüllüler, gönüllüyân-ı hisâr-ı Musul adı altında
kaydedilmiş olup, ulufeli idiler. 17040 no'lu Maliyeden Müdevver defterine göre 1633 (1043)
tarihinde Musul kalesinde 498 nefer gönüllüyân bulunmaktadır. Ulufe miktarları ise günlük
7.586 akça hesabiyle yıllık 2.685.444 akça idi365
.
4.1.10. Defterdar
Defterdar, Osmanlı devlet teşkilatında malî işleri yürüten en üst görevli olup, padişah
malının vekilidir. Para hazinesi ile defter hazinesinin açılması gerektikçe defterdarın
huzurunda açılır ve kapanırdı366. Fatih döneminde kurulan Anadolu ve Rumeli
defterdarlıklarına Yavuz Sultan Selim döneminde Şıkk-ı Sani defterdarlığının da ilâve
edilmesiyle sayıları üçe çıkmıştır367
.
Yavuz Sultan Selim'in geniş fetihlerinden sonra, hâkimiyet altına alınan yeni bölgelere
de defterdarlar yollanmış, hatta her eyalete bir defterdar tayin edilmiştir368. Bunlar, görev
yaptıkları eyaletin adı ile anıldıkları gibi, kenar defterdarı adiyle de zikredilmişlerdir369
.
Eyalet defterdarlarının ataması ise padişah beratı ile olurdu370
.
Elimizdeki belgelerden, Musul defterdarının görevleri hakkında bir bilgi elde
edemedik. Ancak, eyalet hazinesinin idaresi, eyalet dahilindeki devlet gelirlerinin toplanması,
361 MM., 9829, s. 74; MM., 6718, s.120.
362 Uzunçarşılı, age., C. I, s.330.
363 Uzunçarşılı, age., C. I, s.331.
364 Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1986, s.124-125.
365 MM., 17040, s.1-34.
366 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTKB., Ankara 1988, s.326.
367 Uzunçarşılı, age., s.328.
368 Akdağ, age., C. II, s.343, dipnot:3.
369 Akdağ, age., C. II, s. 434; Uzunçarşılı, age., s. 328.
370 Kılıç, age., s.171.
21
hesapların tanzim ve kontrolünün yapılması eyalet defterdarlarının asli vazifelerindendir371
.
Diğer yandan, Musul eyaletinin 1588, 1625 ve 1638 tarihlerindeki defterdarlarının
isimlerini tespit etmiş bulunmaktayız. 25 Şubat 1588 (26 Rebbiülevvel 996)'de Musul
defterdarı Ömer adlı bir kişidir. Tasarruf ettiği zeamet tutarı 60.000 akçadan ibarettir372. 28
Ocak 1625 (18 Rebbiülahir 1034) tarihindeki defterdar Mustafa'dır373. Nihayet, 14 Ekim 1638
(5 Cemaziyelahir 1048) tarihindeki defterdar da Abbas Efendi'dir374. Son iki defterdarın
tasarruf ettikleri gelir miktarı hakkında bilgi sahibi değiliz.
4.1.11. Şehir Kethüdası
Osmanlı şehirlerinde, devletle halk arasındaki ilişkileri sağlayan bir şehir kethüdası
veya şehir emini bulunuyordu. Şehir kethüdası bütün mahalle kethüdalarının da başı olup375
,
halkın seçimi ile göreve gelirdi376
.
Devletle halk arasında idarî ve malî konularda aracılık etmek, şehre gelen mübaşir,
ulak vb. resmî görevlilere hizmet etmek, barınma ve beslenme problemlerini çözmek, bir
şehirden diğer bir şehre giden üst düzey yöneticilerin yol boyunca masraflarını temin etmek
ve askerî birliklere lazım olan zâhireyi tedarik etmek şehir kethüdasının başlıca
görevlerindendir377
.
1523'te Musul sancağı dahilinde üç şehir kethüdasının mevcut olduğunu
görmekteyiz378. Bunlardan biri nefs-i Musul, biri Ayn-Safna ve biri de Tikrit'te görevlidir.
1540 tarihinde Musul şehir kethüdası olan Abdülhalık'a, ayende ve revendeye hizmetinden
dolayı, muafiyet üzere bir çiftlik tevcih edilmiş ve bu görevde kaldığı süre zarfında da
muafiyetinin devamı sağlanmıştır379
.
Bu arada, şehir kethüdasının dışında, her mahallenin de bir kethüdası bulunmaktadır.
Bunlar başında bulundukları mahallenin dirlik ve düzenliğini sağlamakla görevli olup, şehir
kethüdasına bağlıdırlar. Dirlik ve düzenliğin sağlanmasında mahalle bekçileri ile iş birliği
371 Kılıç, age., 171.
372 TZTD., 101, s.374.
373 TZTD., 437, (Defter sayfalandırılmamış).
374 MM., 2337, s.41.
375 Akdağ, age., C. II, s.41.
376 Rifat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, KTBY., Ankara 1986, s.157.
377 Özdemir, age., s.158.
378 BOA, TD., 998, s.90.
379 BOA, TD., 195, s.35. "Zemin-i bir çiftlik. Der yed-i Abdülhalık. Mezbur şehir kethüdası olub, ayende ve
revendeye hizmet idüb ol mukabelede bir çiftlik zemin ile muaf olagelmeğin, gerü hizmeti mukabelesinde bir
çiftlik zemin ile defter-i cedide muaf kayd olundu. Kethüdalıkdan mazul olursa veyahud fevt olursa, zikr olan
çiftliğin hukuk-ı şer'iyyesi ve rüsum-ı örfiyesi alına".
22
yaparlardı380
. Tahrir defterlerindeki kayıtlardan Musul’daki bazı mahallelerin kethüdalarını
tesbit edebiliyoruz (tablo:4).
Tablo-4: Musul’da Bazı Mahalle Kethüdaları (1540-1575)
Mahalle Adı Yıllar
1540 1558 1575
Bâbül-Irak-I Şehabeddin Şehabeddin -
Bâbül-Irak-II İbrahim İbrahim -
Bâbül-Irak-III Maksud Maksud -
Dâr-ı Hâcı Ahmed Yunus - -
Çihâr-ı Suk İlmeddin Hüseyin Hüseyin Davud
Şeyh Hasan Bekri İbrahim Abdülimâm Abdülimâm
Akabe Musa Musa Musa
Dâr-ı Hoş (Dâr-ı Hoşnâm) Mehmed - -
Bağdadi - - Musa
Al-ı Heytim nd. Hamdun - Abil -
Eski Kal'a Emir Kulu - -
Şevârbe Hüseyin Ali - Derviş Abdullah
Cemmâs Şeker? Ramazan Mehmed
Kara Depe Musa Musa -
Heyti Derviş Ali - -
Suku'l-Gazal nd. Şah Zenân - Ali
Sevil Burc ma'a Lâsuni - - Cuma
Dergâh - Hürmüz -
Kal'a Yakub - Şemun
4.1.12. Sübaşı
Ehl-i örf yani devlet tarafından tayin edilmiş hizmetliler grubuna dahil olan
sübaşılar381 kadıların emrinde idiler. Kendilerine bağlı asesbaşı ve asesler ile birlikte asayişi
korudukları gibi, rüsum-ı serbesti veya bâd-ı heva resimlerini de toplarlardı 382
.
Merkez hükümeti tarafından kadıların emrine büyük şehirlerin asayiş amiri olarak
verilen sübaşıların yetkileri, kazanın merkezi olan şehir ile o şehrin nahiyesini teşkil eden
köylerden ibaretti383
. Ancak, serbest timar statüsündeki köylerin asayişini timar sahiplerinin
kendileri sağlıyordu. Serbest timar sahibinin kendisi dirliğinin başında bulunmadığı vakit,
vergi alacaklarını naib veya voyvoda adı verilen kişiler vasıtasıyla toplatıyordu. Serbest
olmayan timarların asayiş ve düzeni ise sancakbeyleri tarafından sağlanıyordu ki, sancaklarına
birer sancak sübaşısı ve her kazaya da birer toprak sübaşısı atamakta idiler. Bu kişiler kadı’nın
emri ve kontrolü altında asayiş ve düzeni korumakta idiler384. Başlarındaki görevliye sancak
380 Ünal, age., s.50.
381 Mücteba İlgüler, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer’iyye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesi”, VIII. TTK., s. 1276.
382 Akdağ, age., C. II, s. 87.
383 Akdağ, age., C. II, s. 89.
384 Akdağ, age., C. II, s. 89.
23
sübaşısı denilmektedir.
Gerek doğrudan merkez hükümeti tarafından görevlendirilmiş olsun, gerek serbest
timar sahibinin voyvodası veya sancakbeyinin sübaşısı olsun, bu görevlinin emrinde asesbaşı,
asesler kethüdası ile aseslerden oluşan önemli bir yürütücü kuvvet mevcut idi ki, sübaşılar
işlerini bu sayede yürütebilmekte idiler385
.
Elimizdeki belgelerden Musul sancağında görev yapmış sübaşıların isimlerini tespit
etmek mümkün olmadı.
4.1.13. Asesler
Osmanlı şehirlerinin asayişinden kadılar ve sübaşılar mesuldür. Sübaşılar kadıların
emrinde bulunurken, kendi emirlerinde de asesbaşı, ases kethüdası ve ases denilen bir
yürütücü güç bulunuyordu386
.
Asesbaşı ve aseslerin en önemli görevleri nöbetleşe olarak çarşı ve pazarlarda,
mahallelerde, bilhassa şüpheli yerlerde gece dolaşmaktı. Bu sırada zanlılar yakalanır, suçu
sabit olanlar ya yeniçeri kulluklarında cezalandırılır veya ilgili makama gönderilirdi387
.
Aseslerin gelirleri, akşamları bekledikleri her dükkân başına aldıkları muayyen
miktardaki akça ile yakaladıkları suçlulardan sübaşıların aldıkları cerimelerin öşründen
ibarettir. Bu husus Musul Sancağı kanunnâmelerinde belirtilmiştir. Buna göre aseslerin
alacakları resimler şöyle açıklanmıştır;"şol dükkân ki demür kilid ile kilidlenüb, asesler
bekliye her dükkândan ayda birer akça alına ve mahallâtda olan dükkânlardan ve
dezgâhlardan ki ases beklemiye, anlardan resm-i asesiye alınmaz ve gece ile dutulan
sarhoşdan ve hırsuzdan ki asesler dutmuş ola subaşılar ne mikdar cerime alursa öşr-i asesiye
vireler. Gündüzün vâki olan cera'imden asesin medhâli yokdur"
388
.
Öte yandan 1523 tarihli Musul Sancağı kanunnâmesinden öğrendiğimize göre, asesler
bâkire kızlardan ve akşam vakti yakaladıkları suçsuz kimselerden "resm-i asesiye" diye 5'er
akça alıyorlarmış. Ancak bu uygulama, Osmanlı kanunlarına uygun olmadığı için ref'
edilmiştir389
.
4.1.14. Muhtesib
Çarşı ve pazarlardaki alışverişin ve fiyatların kontrol işine ihtisab, bu vazifeyi yerine
385 Akdağ, age., C. II, s. 91.
386 Akdağ, age., C. II, s.91.
387 Abdukadir Özcan “Asesbaşı”, DİA., C. 3, İstanbul 1991, s.464.
388 BOA, TD., 195, s.7.
389 BOA, TD., 908, s.61. Bk. Ek-III.
24
getiren görevliye de muhtesib denilmektedir. Muhtesib, narhlara bakmak, ölçü ve tartı
aletlerini kontrol etmek, ölçü ve tartıları düzgün kullanmayan ve alışverişlerde hile yapanları
cezalandırmakla vazifeliydi390
.
Devlet, muhtesiblik vazifesini iltizam yoluyla bir âmil'e verebildiği gibi bu iş için bir
emin de tayin edebiliyordu. Her iki durumda da kadıya bağlı olan muhtesib, her sene devlete
defterde kayıtlı olan muayyen bir meblağı iltizam bedeli olarak ödemek zorundaydı. Devletin
bu yolla elde ettiği gelire ise ihtisab mukataası denilmekteydi391
.
Çarşı ve pazarlarda satılan mallardan alınan muhtelif resimler, hileli veya eksik mâl
imâl edenler ile ölçü, tartı ve temizliğe dikkat etmeyenlerden alınan cürümler muhtesibin
gelirini oluşturuyordu. Bu husus 1540 tarihli Musul sancağı kanunnâmesinde şu şekilde
belirtilmiştir; "dirhem ile satılan meta'dan eksük satandan dirhem başına bir akçe cerime
alına ve her mâla ma'rifet-i kâdı ile nice def'a narh virülürse bir mikdar narhçelik alınub
ziyâde nesne alınmaya ve dirhem ile satılmayub az kıymetlüden hâline göre bir mikdar cerime
alına ve ekmekcilerün ve aşçıların kabın ve kacağın temiz dutmayanlardan hâllerine göre
birer mikdâr cerimeleri alınur"
392
.
Diğer yandan "Nefs-i Musul'da muhtesib olan nice dürlü bid'atler eyleyüb fevka'l-had
zülm ve te'addi" eylediğinden, 1540 tarihli kanunnâmede bütün bu bid'atler yasaklanmıştır393
.
Musul’da görev yapmış olan muhtesiblerin isimlerini tespit etme imkânı olmadı.
4.1.15. Mahalle İmâmları
Osmanlı şehirlerinin en küçük örgütlenme üniteleri olan mahallelerde genellikle bir
cami, mescit ve mektep bulunurdu. Câmi ve mescitlerde görev yapan imâmlar nâibin ilâmı ile
merkeze teklif edilmekte ve padişah beratiyle atanmaktadır394
.
Mahalle imâmları, imâmlık görevlerinin yanı sıra muhtarlık teşkilatının kurulmasına
kadar, mahallede doğan, ölen, evlenen, boşanan kişilerin işleriyle ilgilenir, mahallede genel
ahlaka aykırı davrananların engellenmesi ve bazı resimlerin toplanmasında görevlilere
yardımcı olurlardı395. Ayrıca, mahalle halkının birlik ve beraberliğini sağlamak ve devlete
karşı olan yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeleri için birbirlerine kefil edilmeleri
390 Pakalın, age., C. II, s.572. İhtisab müessesesinin ortaya çıkması ve Osmanlı devletindeki uygulaması için bk.
Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987.
391 Ünal, age., s.146.
392 BOA, TD., 195, s.9, Bk. Ek-IV.
393 BOA, TD., 195, s.9.
394 Özdemir, age., s. 173.
395 Özdemir, age., s. 173.
25
durumunda, itimat edilen biri olarak, bütün mahalle halkına imâmlar kefil edilmekteydi396
.
Musul şehrindeki mahalle imâmlarının sayısı, tahrir defterlerindeki kayıtlara geçtiği
kadarıyla 1523’te 15; 1540’ta 12; 1558’de 18 ve 1575 tarihinde 5 kişidir397
.
.4.1.16. Esnaf Yöneticileri
Osmanlı şehirlerinde, çeşitli iş kollarında faaliyette bulunan esnaf gruplarının
geleneksel kurallara göre kendi aralarında ahî veya lonca teşkilâtlarına bağlandıkları
bilinmektedir. İncelediğimiz dönemde Musul şehrinde attar, debbağ, hallac, kasap, bakkal vb.
değişik iş kollarında faaliyet gösteren esnaf grupları mevcuttur (Bk. Şehrin Fizikî Durumu).
Her esnaf teşkilatının başında, devlet yöneticileri ile esnaf arasında veya esnafın kendisi
arasındaki ilişkileri sağlayan, esnafın ihtiyacı olan hammaddeyi temin eden ve eşit ölçülerde
esnafa dağıtan, esnafın ürettiği malın kalitesini kontrol eden, resmî narha esnafın uyup
uymadığını gözetleyen, esnafın mesleki eğitiminde önderlik eden, meslekten olmayan
kişilerin mesleğe girmesini engelleyen, devletin esnaftan istediği zahire ve teçhizatın
toplanmasına yardım eden ve esnafla ilgili birçok görevi yerine getiren bir yönetici
bulunmakta idi398
.
Bu yöneticiler esnafın kendi arasında yapmış olduğu seçimler sonucu işbaşına
gelmekte ve temsil ettikleri esnafın yaptığı işe göre ahi baba, şeyh ve kethüda gibi ünvanlar
alırlardı399
.
Musul’da değişik iş kollarında faaliyet gösteren esnaf gruplarını tespit etmemize
rağmen, bunların temsilcilerini belirleyebilme imkânı olmadı.
4.1.17. Diğer Görevliler
4.1.17.1. Mütesellim
XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren beylerbeyleri veya sancakbeyleri görevleri
başına gelinceye kadar, kendi adamlarından birisini vekâleten görev yerlerine gönderirlerdi ki,
bunlara mütesellim denilirdi. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı eyalet ve
sancaklarının mütesellimler vasıtasıyla yönetilmesi yaygınlaşmıştır400
.
Elimizdeki belgelerde Musul eyalet ve sancağında görev yapan herhangi bir
396 Özdemir, age., s.173-174; İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), s.217-
218.
397 BOA, TD., 998, s. 72; BOA, TD., 195, s. 11-34; BOA, TD., 308, s. 15-37; BOA, TD., 660, s. 20-52.
398 Özdemir, age., s. 175.
399 Özdemir, age., s. 175; Rifat Özdemir, “Antakya Esnaf Teşkilatı (1709-1860)”, 21-22 Mayıs 1992’de II. Hatay
Tarih ve Folklor Sempozyumu’na Sunulan Tebliğ, s. 22; Yılmazçelik, age., s. 219.
400 Özdemir, age., s. 147-148; Yılmazçelik, age., s. 192.
26
mütesellim kaydına tesadüf etmememize rağmen, değişik tarihlerde bu görevi deruhte etmiş
olduklarını tahmin ediyoruz.
4.1.17.2. Şahne
Şahne tâbiri, Moğolca daruga ıstılahına eşdeğer bir kelimedir. Moğol idarî
teşkilatında idarî, malî ve siyasî yetkilere sahip olan üst düzey memurlar daruga ünvanı ile
anılıyorlardı. Celayirliler, Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular’da daruga veya şahne
tâbiri; “bir şehrin veya idarî birimin idare ve inzibat işlerine bakan büyük memur” anlamında
kullanılmıştır401
.
Şahne’nin Osmanlı idarî teşkilatı içerisindeki görev ve yetkileri hakkında fazla bir
bilgiye sahip değiliz. Ancak, XIX. yüzyıla ait bazı vesikalarda şahne tâbiri; “herhangi bir
köyün hasılatını bir başkası adına tahsil eden kişiler” için kullanılmıştır402
.
İncelediğimiz dönemde, sancak kanunnâmelerinde ticarî mallardan alınan vergiler
içerisinde şahnedarlık resminin bulunması (Bk. Ek-III, IV, V, VI), Musul’da şahne’nin
bulunduğunu göstermektedir. Ancak, elimizdeki vesikalardan şahne’nin görev ve yetkileri ile
atanması, görev süresi ve aldığı toplam ücret hakkında bilgi bulmak mümkün olmamaktadır.
4.2. Ülemâ (Ehl-i İlm)
Osmanlı eyalet ve sancaklarında görev yapan ilmiye mensupları (ulemâ, ehl-i İlm)’nı
hiyerarşik sıra itibariyle şu şekilde ele alacağız;
1- Kadı
2- Nâib
3- Toprak Kadısı
4- Müderris
5- Müftü
6- Nakibü’-Eşraf Kaymakamı
7-Diğer Dinî Görevliler ile Vakıf Görevlileri
8-Zimmî Din Adamları
4.2.1. Kadı
Osmanlı toprakları, idarî-askerî olarak eyalet ve sancaklara ayrılmışken, şer'î-idarî
olarak da kazalara bölünmüştür403
.
401 Abdülkadir Yuvalı, “Daruga”, DİA., C. 8, Istanbul, 1990, s. 505-506.
402 Yılmazçelik, age., s. 222.
403 Özdemir, age., s.136.
27
Her kaza, ticarî ve kültürel bakımlardan çevresinin merkezi olmuş bir kasaba veya
şehir ile, onu çevrelemiş köylerin teşkil ettiği idarî bir birliği ifade etmektedir404. Ancak, az da
olsa hiçbir şehir veya kasaba olmaksızın, sadece köyler grubu halinde teşkil edilmiş kazalar
da bulunmaktadır.
Sancağa tâbi bütün köyler idarî-askerî bakımdan sancakbeyine, kazaî (şer'i-idarî)
bakımdan ise kadıya bağlıdır405
.
Kadı olabilmek için medrese tahsili görüp icazet aldıktan sonra, İstanbul, Bağdat,
Konya, Kahire ve Basra gibi yerlerin kadılarının yanında danişment (stajyer) olarak çalışmak
mecburiyeti vardı406. Stajını bitiren kadı adayı İstanbul'a gelip bir yıla yakın mülazemet
(bekleme) süresi geçirdikten sonra, küçük dereceli bir kadılığa atanırdı.
Padişah beratı ile atanan kadıların, özlük hakları merkezde bulunan kadıaskerler
tarafından yürütülürdü. Anadolu yakasında bulunan kadıların işlemleri Anadolu
kadıaskerinin, Rumeli yakasındaki kadıların işlemleri ise Rumeli kadıaskerinin yetkisi
dahilindeydi407
.
Kadılar, yetki ve salahiyet bakımından birbirlerine eşit ve yalnızca divâna bağlı
bağımsız kimselerdi. Fakat, mansıpları itibariyle kendilerine takdir olunan maaş (cihet, vazife)
bakımından farklıydılar. Şöyle ki, kadılıklar kazalarla sancak ve eyalet kadılıkları olmak üzere
iki sınıftı. Kaza kadılıkları; Rumeli, Anadolu ve Mısır'daki kazaların kadılıkları olmak üzere
üç gruptan oluşuyordu. Bunlar da ayrıca sınıflara bölünmüştü; Rumeli'deki kaza kadılıkları
dokuz, Anadolu'dakiler on ve Mısır'dakiler ise altı sınıfa ayrılmıştı408
.
Sancak ve eyalet kadılıkları ise mevleviyet suretiyle tevcih edilirdi. Mevleviyet
kadılıkları, kadıların aldıkları yevmiyelere göre 300 ve 500 akçalık mevleviyet şeklinde ikiye
ayrılmaktaydı409. Mevleviyet kadılıkların atamaları ilgili kadıaskerlerin sadrazama inhaları
üzerine yapılırken, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren şeyhülislamların sadrazama yazdıkları
inhalarla yapılmaya başlanmıştır410
.
Kadıların geniş görev ve yetkileri bulunmaktaydı. Şüphesiz en başta gelen görevleri
haklaştırma işlemini yapmaktı. Zira, bütün davalar ve adlî işler kadılar tarafından yürütülürdü.
Kadı bu görevini ifa ederken geniş bir görevli grubu kendisine yardımcı oluyordu. Nitekim,
404 Akdağ, age., C. II, s.83.
405 Ünal, age., s.51.
406 Akdağ, agm., s.48.
407 Özdemir, age., s.178.
408 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nde İlmiye Teşkilatı, TTKB., Ankara 1984, s.91.
409 Uzunçarşılı, age., s. 95.
410 Uzunçarşılı, age., s.95-96.
28
kadının yanısıra başkâtip ve kâtipler, mukayyid, kethüda, çukadar, muhzırbaşı ve muhzırlar
ile şuhudu'l-hâl denilen topluluktan oluşan mahkemelerde her türlü anlaşmazlıklar
çözümlenirdi411
.
Merkez hükümeti tarafından halktan istenen bütün vergilerin (tekâlif-i divâniye)
hanelere tevzi ve taksimi kadı tarafından yapılırdı. Ayrıca avarız vergilerinin toplanması,
bunların merkeze veya gerektiğinde seferdeki orduya ulaştırılması da kadının önemli
vazifelerindendir412
.
Kadı'nın diğer önemli bir görevi de bulunduğu şehrin belediye hizmetleridir. Bu
görevini yerine getirmesinde muhtesip, pazarbaşı, esnaf yiğitbaşları, çöp-subaşısı ve
mimarbaşı gibi görevliler kendisine yardımcı oluyorlardı413
.
Araştırma dönemimizde, Musul'da görev yapan kadıların isimlerini, görev sürelerini
ve yevmiyelerini muhtevi ayrıntılı listeler çıkarmak mümkün olmamaktadır. Ancak,
elimizdeki belgelere göre muhtelif tarihlerde Musul'da görev yapan bazı kadıların isimlerini
tespit etmiş bulunmaktayız. Bunların isimleri ve görevde oldukları tarihler tablo 5'teki gibidir.
Tablo-5: Musul'da Görev Yapmış Olan Bazı Kadılar (1540-1611)
No İsmi Görevde Olduğu Tarih
1 Mehmed 414 1540
2 Seyyid Musa 415 28 Şubat 1558
3 Mevlâna Seyyid Mahmud 416 1 Mart 1571
4 Mevlâna Mehmed 417 2 Haziran 1575
5 Muslihiddin 418 23 Haziran 1578 öncesi
6 Mevlâna Veli 419 20 Mart 1579
7 Mevlâna Hanifi 420 19 Mart 1592
8 Yakub 421 1609-1610
9 Mevlâna Seyyid Ali 422 9 Nisan 1611
Bu arada, Osmanlı adlî teşkilatında kadılara yardım eden birkaç nâibin olduğu,
özellikle XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ise bazı Osmanlı mahkemelerinin nâibler tarafından
411 Özdemir, age., s.186.
412 Yücel, agm., s.667.
413 Özdemir, age., s.202; Akdağ, agm., s.49.
414 BOA, TD., 195, s.35.
415 Kepeci Ruus, 211, s.94.
416 Mühimme, 14, s. 967.
417 Kepeci Ruus, 229, s.227.
418 Mühimme, 35, s.28.
419 Mühimme, 37, s.80.
420 Mühimme, 69, s.229.
421 Mühimme, 78, s.99, b-337.
422 MM., 3260, s.78, b-2.
29
idâre edildiği bilinmektedir423
.
Musul eyâleti sancaklarında bulunan kazalarda kadılara yardım eden nâibler var
mıydı? Varsa bunların sayıları ne kadardı? Bu noktada arşiv vesikalarını taramamıza rağmen
bir ipucu bulamadık.
4.2.2. Toprak Kadısı
Toprak kadısının mahiyeti hakkında iki görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre toprak
kadısı bir nevi seyyar kadı olup, XVI. yüzyılın sonlarına kadar varlığını sürdürmüş ve reaya
ile ehl-i örf arasındaki anlaşmazlıkları çözmekle vazifeli idi424
.
Diğer görüşe göre ise, toprak kadısı o kazanın (bölgenin) kadısıdır425. İncelediğimiz
dönemdeki vesikalarda, Musul’da da toprak kadısı tâbirinin geçtiğini görmekteyiz. Zira, 20
Mayıs 1595 (11 Ramazan 1003) tarihinde Şemseddin Depesi köyünde 6371 akçalık timar
tasarruf eden Kara Ali’nin ölmesi üzerine, mahlul kalan timarı Sincar Sancakbeyi Satılmış’ın
oğlu Osman’a tevcih edilmiştir. Ancak, aynı timar İdris Beyoğlu Mehmed’e de tevcih
edilince, Sincar Sancakbeyi’nin oğlu Osman durumu merkeze bildirmiş ve bunun üzerine
tahkikat başlatılmıştır. Toprak kadısı marifetiyle yapılan tahkikat sonucunda, 6371 akçalık
timarın Osman’ın hakkı olduğuna hükm edilerek durum merkeze bildirilmiş ve bu hüküm
doğrultusunda bahsedilen timarın Osman’da kalmasına karar verilmiştir426. Ancak, burdaki
toprak kadısı tâbiriyle Musul kazası kadısının mı, yoksa seyyar bir kadının mı kastedilmiş
olduğu hususu sarih değildir.
4.2.3. Müderrisler
İlmiye sınıfına mensup olan müderrisler, belirli bir öğretimden sonra icâzet,
mülâzemet ve beratla medreselerde ders verirlerdi427
.
Müderrislerin atanması, ilk dönemlerde kadıasker mektubu ile yapılırken, 1859
tarihinden itibaren ise şeyhülislamın işaretiyle yapılmaya başlanmıştır428. Bunların görev
süreleri kesin bir kurala bağlı olmayıp durum ve şartlara göre değişiklik göstermektedir.
Aldıkları ücretler ise medrese vakfının belirlediği ücret tutarına göre değişmektedir429
.
İnceleme dönemimiz içinde Musul’da 2 medresenin varlığını tespit etmiş
423 Özdemir, age., s. 179.
424 Uzunçarşılı, age., s. 126.
425 Akdağ, age., C. II, s. 373, dipnot:1, 456.
426 TZTD., 169, s. 543-544.
427 Cahit Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 26.
428 Özdemir, age., s. 203.
429 Özdemir, age., s. 204.
30
bulunmaktayız. Bu medreselerde en az 2’şer müderrisin görev yaptığını kabul edecek olursak,
4 müderrisin mevcut olması gerekir. Bunların görev süreleri ile ücret tutarları hakkında ise bir
bilgi edinme imkânı olmadı.
4.2.4. Müftü
İlmiye sınıfındandır. Medreseden icâzet alıp mezun olan kimse öğretim (tedris), fetva
(ifta) ve yargı (kaza) görevlerinden birini tercih ederek atamasını yaptırırdı.
Sosyal hayatta ortaya çıkan çok değişik meselelerin, ayet, hadis, kıyas ve içtihat
hükümlerine göre çözülmesi, günün şartlarına göre islama uydurulması, toplumun önündeki
engellerin İslam kurallarına göre kaldırılması işini müftüler yerine getirmekteydi. Bu
meselelerin çözümü ile ilgili olarak müftülerin almış oldukları karara ise fetva denilirdi. Bu
kurum ilmiye sınıfının en yüksek makamı sayılıp, XVII. yüzyılın sonlarına kadar müftü veya
şeyhülislam olarak anılırken, XVIII. yüzyıldan sonra şeyhülislam tâbiri umumileşmiştir430
.
Osmanlı eyâlet, sancak ve kazalarında şeyhülislamların temsilcileri müftülerdir. Atama
veya azilleri şeyhülislamın mektubu ile olmaktadır431
. Arşiv belgelerinde Musul’da görev
yapan herhangibir müftü kaydı tespit etmemiz mümkün olmadı. Ancak, Evliya Çelebi, Musul
şehrinde Hanefî mezhebinde bir şeyhülislâmın olduğunu ve ona tabi Şâfii, Mâlikî ve Hanbelî
mezhebi müftülerinin bulunduğunu yazmaktadır432
.
4.2.5. Nakibü'l-Eşraf Kaymakamı
Bilindiği üzere Hz. Peygamber'in (A.S.) soyundan gelenlere Seyyid denilmektedir.
Bunlara müslüman halk tarafından büyük itibar gösterildiği gibi, Osmanlı yönetimince de
birtakım imtiyazlar tanınarak bazı vergilerden muaf tutulmuşlardı. Seyyidlerin beratlarını
almak ve kontrol etmek, vergiden muaflık ve benzeri haklarının korunması veya elde edilmesi
gibi işlerini İstanbul'da oturan Nakibü'l-Eşraf yürütürdü433
.
Nakibü'l-Eşraf'ın kazalarda Nakibü'l-Eşraf Kaymakamı adlı bir temsilcisi
bulunuyordu434. Nakibü'l-Eşraf Kaymakamları bulundukları bölgelerdeki bütün seyyidlerin
defterlerini tutarak, onların kanunsuz işlerde bulunmamaları için teftiş ederlerdi435
.
İncelediğimiz dönemde, Musul'da yaşayan seyyidler için de Nakibü'l-Eşraf
430 Uzunçarşılı, age., s.174-175.
431 Özdemir, age., s. 205.
432 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 785.
433 Akdağ, age., C. II, s.81.
434 Özdemir, age., s.208.
435 Uzunçarşılı, age., s.167.
31
Kaymakamı görevlendirilmiştir. Zira, 1558 tarihinde Seyyid Abdülkahhar Musul Nakibü'lEşraf Kaymakamı olup, tasarrufunda ber-vech-i muafiyet üzere bir çiftlik bulunmaktadır436
.
4.2.6. Diğer Dinî ve Vakıf Görevlileri
Musul’da bulunan câmi, mescit, zaviye ve türbelerde görev yapan; imâm, müezzin,
hatip, vaiz, ferraş, cüzhân, türbedâr, zaviyedâr, şeyh ve duagu gibi görevliler şehirde mevcut
olan dinî görevlileri oluşturmaktaydı. Tamamen dinî, sosyal ve ekonomik niteliğe sahip olan
vakıf kurumlarını yöneten mütevelli, nâzır, kâtip, câbi vb. gibi görevliler de vakıf görevlilerini
teşkil etmekteydi.
Câmi ve mescitlerde görev yapan imâm, müezzin, hâtib vb. gibi görevliler,
mü’minlerin ibadetlerini yerine getirmelerinde yardımcı olmalarının yanısıra, itikadî ve amelî
konularda da halkı bilgilendiriyorlardı437
.
Vakıf görevlileri ise, başında bulundukları vakıfları idare etmek, gelir ve giderleri en
verimli şekilde değerlendirmek gibi işlerin yanısıra, vakfa ait yapıların bakım ve onarımlarını
yapmak, vakfa bağlı yerlerde görev yapanların ücretlerini vakıf gelirlerinden ödemek gibi
görevlere de bakarlardı438
.
Dinî görevliler ile vakıf görevlileri kadı’nın ilâmı ve padişahın beratı ile atanırlardı.
Bu görevlilerin hizmet süreleri belirli bir kurala bağlı olmayıp, durum ve şartlara göre
değişmekteydi. Ücretleri ise, bağlı oldukları vakfın tayin ettiği miktarla sınırlıdır439
.
4.2.7. Zimmî Din Adamları
Musul şehri ve çevresinde müslümanların yanı sıra, gayrimüslim (Hıristiyan ve
Yahudi) toplulukların da varlığı bilinmektedir. Bunların dinî ibadetlerini yaptıkları kiliseler ve
havraların bulunduğuna dair bazı araştırmalarda bilgi bulunmaktadır440
.
İnceleme dönemimizde demografik olarak 1523’te 10.678 kişi, 1540’ta 14.870 kişi,
1558’de 18.458 kişi ve 1575 tarihinde 24.702 kişi gayrimüslim nüfus tespit etmiş
bulunmaktayız (Bk. Yerleşim ve Demografik Yapı Bölümü). Ancak, vesikalardaki
araştırmalarımızda, kilise ve havraların sayısını, buralarda kaçar ehl-i zimmet din adamının
(Hıristiyan, Yahudi) görev yaptığını ve toplam sayılarını tespit etme imkânımız olmadı.
436 BOA, TD., 308, s.155.
437 Özdemir, age., s.207; Yılmazçelik, age., s.243.
438 Özdemir, age., s.207; Yılmazçelik, age., s.243.
439 Özdemir, age., s.208; Yılmazçelik, age., s.243-244.
440 Avad, age., s. 14; Aynı Yazar, “Riyâzetü’l-Kenâisü’l-Kadimet-i fi’l-Irak”, Sumer, III, Bağdat, 1947, s. 100-
116; Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 289-304; Buckingham, age., s. 34.
32
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ŞEHRİN FİZİKİ DURUMU
1. ŞEHRİN KONUMU VE GENEL GÖRÜNÜŞÜ
Musul şehri, Asurlular'ın başkenti Ninova'nın hemen karşısında, dicle nehrinin batı
yakasında kurulmuştur. Şehrin alanı 2916 km2
yüzeyi kaplamakta olup, biraz engebelidir. Bu
engebelerin bir kısmı tabii iken, diğer kısmı ise tarihî süreç içerisinde yıkılan bina
harabelerinden oluşmuştur441
. Musul şehrinin canlı ve bakımlı olduğu seyyahların verdiği
bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim, 1656 tarihinde şehre uğrayan Evliya Çelebi, Musul’u
“şenlikli ve bakımlı bir şehir” olarak tasvif eder442
.
Şehrin etrafı boydan boya surlarla çevrilmiş ve 10.000 metre civarında bir muhiti
kaplamıştır443. Surların kapladığı alan çok geniş olduğu için, içindeki alan ancak kısmen
dolmuştur. Şehrin kuzeybatısında, İmadi kapısı ile Sincar kapısı arasındaki bölgenin doğu
kısımları tamamen boş kalmıştır. Hatta, Herzfeld'in 1907-1908'de Musul'da araştırma yaptığı
tarihte bile şehrin bahsettiğimiz kısmı henüz dolmamıştı444. Aslında, XVIII. yüzyıl sonuna
dek sürekli İran tehdidinin var olması, şehir sakinlerini surların dışına çıkmaktan caydıran
önemli bir faktör olmuştur. Musul şehrinde nüfusun yoğunlaştığı alan, güneydoğuda başlıca
ticaret akışının hareket noktaları olan Bâbü't-Top ve Bâbü's-Saray kapılarının bulunduğu
bölgeler olmuştur. Bu bölgede surların dışına doğru az da olsa bir gelişmenin olduğunu
görmekteyiz445 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
441 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.204.
442 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 778.
443 Avad, age., s.1.
444 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.204.
445 André Raymond, Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, TVYY., İstanbul 1995, s.141.
33
2. MUSUL KALELERİ
Kaleler, şehirlerin ilk nüvesini oluşturduğu gibi, gelişip büyümelerinde de önemli rol
oynamışlardır. Musul şehrinin ilk nüvesini de Asurlular döneminde M.Ö. 1080'li yıllarda
yapılan kale meydana getirmektedir. Fakat, Musul şehrinde yapılan kale sadece bu olmayıp,
tarihi süreç içerisinde Musul'un değişik bölgelerinde üç kale yapılmıştır.
2.1. Batı veya Aburi Kalesi
Musul şehrinin ilk nüvesini oluşturan kaledir. Dicle nehrinin batı kenarında kuleyât
tepesi üzerinde Asurlular tarafından inşa edilmiştir. Asurlular M.Ö. 1080 tarihinde Ninova
şehrini başkent yaptıktan sonra, şehri ve çevresini korumak için kaleler inşa etmişlerdir. Bu
kalelerden biri de Ninova şehrinin karşısında, dicle nehrinin batı cihetinde, kuleyât tepesi
üzerinde inşa edilmiştir ki, Musul şehrinin ilk nüvesi bu kaledir446. Ninova kalesi ile Musul
kalesini tefrik için, birincisine doğu kalesi, diğerine ise batı kalesi denilmiştir447. Batı kalesine
Aburi Kalesi ismi de verilmiştir448
.
Korunaklı mevkii, dicle nehrinin hemen kenarında yer alması ve verimli hilal
yönündeki yollara yakın olması gibi olumlu unsurlar, zamanla bu kale etrafında iskânlaşmayı
sağlamıştır.
Ninova şehri M.Ö. 612'de istila edilince449, büyük bir tahribata maruz kalmış ve doğu
kalesi yıkılmıştır. Bu istilada, batı kalesi de yıkılmış450, ancak daha sonraki tarihlerde tekrar
tamir edilmiştir.
Hz. Ömer döneminde Musul fethedildiği zaman, bir kalesi ile Hıristiyan ve Yahudi
mahalleleri bulunuyordu451
.
Miladi 6. yüzyılda Romalılar'la Sasaniler arasındaki mücadeleler bölgenin tahrip
olmasına yol açmış, fakat Sasani hükümdarlarından Ebruviz (579-590) batı kalesini tamir
ettirip genişletmiştir452
.
Daha sonraki dönemlerde batı kalesi ile ilgili kayıtlara rastlanmamaktadır.
2.2. Baştabya Kalesi
446 Said Deveci, "Kal'atü'l-Musul fi Muhtelifu'l 'Usur", Sumer, X, Bağdad 1959, s.95-96.
447 Deveci, "Hıtatu'l-Musul…”, s.223.
448 Said Deveci, "Cisru'l-Musul fi Muhtelifu’l ‘Usur", Sumer, XII, Bağdad 1957, s.110.
449 Ekrem Memişoğlu, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya 1989, s.107.
450 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s. 96.
451 Belâzuri, Fütûhu'l-Büldân, (çev. Mustafa Fayda), KTBY., Ankara 1987, s. 477.
452 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s.96.
34
Musul şehrinin kuzeyinde, ayn-ı kibrit denilen Dicle’ye hâkim yüksek bir yerde
kurulmuş olup453, yapıldığı tarih bilinmemektedir.
Türk komutanlarından Çökermiş 1104 (498)'de kalenin surlarını onararak, etrafına
hendek kazdırmıştır. Seyfeddin Gazi'nin veziri Fahreddin Abdülmesih de 1169-1170 (565-
566)'da surları ve burçları tamir ettirmiştir454
.
1184 (580) tarihinde Musul'u ziyaret eden seyyah İbn-i Cübeyr kaleyi şu şekilde tavsif
eder; "Şehrin en yüksek yerinde büyük bir kale var. Gayet iyi bina etmişler. Eski suru
intizamlı ve sağlam burçlu yapmışlar"
455
.
1328 (728)'de Musul'a uğrayan İbn-i Batûta ise, Musul kalesinin hadbâ diye
isimlendirildiğini, sağlamlığı ile meşhur olduğunu ve burçlarının yüksek, surlarının sağlam
olduğunu yazar456. Ancak, Musul 1393 (h.796)'de Timur'un istilasına uğrayınca457, halkın
çoğu öldürüldüğü gibi, kalesi de tahrip edilmiştir.
Osmanlılar döneminde 1625 (1035)'de Musul şehrinin surları ve burçları tamir
edildiğinde baştabya'nın burçları da yenilenmiştir458. Ayrıca, 1630 tarihinde yeniden tahkim
edilmiştir459
.
Şah Tahmasb 1742 (1155) tarihinde Musul şehrini kuşattığı vakit, Musul valisi
Hüseyin Celili Paşa baştabya'yı komutanlık merkezi yaptı. Şah Tahmasb'ın çekilmesinden
sonra da kalenin surlarını ve burçlarını yenilemiştir. 1820 (1236)'de ise Ahmet Celili Paşa
tarafından onarımdan geçirilmiştir460
.
2.3. İç Kale
Osmanlılar döneminde 1625 (1035) tarihinde inşa edilmiştir461. Dicle nehrinin
batısında, köprü kapısının kuzeyinde yer almaktadır (Bk. Kroki-II). İç kalenin 2,5 hektarlık
bir alanı kapladığı, genişliğinin 170 metre ve eninin ise 60 metreden ibaret olduğu 1907-1908
tarihlerinde yapılan araştırmalar neticesinde tespit edilmiştir462
.
1644 (1054)'de Musul'u ziyaret eden Fransız seyyah Tavernier kale hakkında şunları
453 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s. 100.
454 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s. 100.
455 İbn-i Cübeyr, Rıhlet-i İbn-i Cübeyr, Leiden 1907, s. 234-236.
456 Muhammed et-Tanci, age., s. 160.
457 Aka, age., s.20-21.
458 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s.103.
459 Hammer, age., C. V, s. 121.
460 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s. 103.
461 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s.108.
462 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.215.
35
anlatıyor; "Dicleye doğru uzanan kalede paşa oturmakta olup, küçük bir pazarı vardır"
463
.
Evliya Çelebi’nin 1656 tarihinde; “…Kefirzaman Nusaybin ve Mardin toprağmda
Dicle ve Fırat Nehri arasında Şatt’ın kenarında eğimsiz bir vadi içinde bir düz boşlukta
dörtgen şeklinden uzunlamasına tamamı kesme harekan taşı ile yapılmış sağlam muhtasar bir
kaledir. Zira eski zamanlarda top ve tüfeng savaşları olmadığından bu kale hemen yalın kat
bir büyük burctur, ama oldukça büyük ibretlik bir hisardır”
464 şeklinde tasvir ettiği kale iç kale
olmalıdır.
1744’te Hüseyin Celili Paşa İç Kaleyi tamir ettirmiştir. Bu tarihten sonra Musul
valileri kalenin dışındaki saraylarında şehri idare etmeye başlamışlar, kale ise askerlerin iskân
yeri olmuştur465
.
Danimarkalı seyyah Niebuhr, İç Kalenin 1766 (1180) tarihindeki durumu hakkında şu
bilgileri verir; "iç kale diclede uzun görünümlü bir kaledir. Şimdi erzak deposu olarak
kullanılıyor. Orayı ziyaretimde bir kapıcı dışında kimseyi bulamadım. Kaleyi gezdim. Çok
ilginç şeyler yoktu"
466
.
H. Von Moltke 1838'de iç kale hakkında şunları yazar; "iç kale dar ve önemsizdir.
Şehrin kuzeybatı köşesinde vadi kenarı yüksek ve dik bir şekilde nehre iner. Tepesinde de
büyük bir burç var"
467
.
İç kale ile Musul şehri bir hendek ile birbirinden ayrılmıştı. 1908'de tamamen harap
olmuştur468
.
2.3.1. Surlar
Musul şehrinin etrafını çevreleyen, kireç ve taştan yapılmış, sağlam ve yüksek surlar
bulunmaktaydı. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber M.Ö. 2000 yıllarına kadar
gitmektedir469
.
Surların etrafında geniş hendekler açılmış ve bir taarruz esnasında dicle nehrinin suları
buraya akıtılarak savunma yapılmaktaydı470. Bu, Musul şehri için o dönemin en önemli
savunma yöntemlerinden birisi olup, bu sayede düşman taarruzları genellikle etkisiz hale
463 Tavernier, age., s.192.
464 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 786.
465 Deveci, “Kal'atü'l-Musul ...", s.108.
466 C. Niebuhr, Voyage en Arabia, en d'autres Pays Circonvoisin, Amsterdam 1780, s.291.
467 Moltke, age., s.171.
468 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 215.
469 Avad, age., s.1.
470 Avad, age., s.1.
36
getirilebilmekteydi.
Emevi halifelerinden Abdülmelik b. Mervan (684-705 / 65-89) oğlu Said b. Mervan'ı
Musul'a tayin etti. Said valiliği sırasında Musul'a sur yaptırmıştır471
.
1104 (468)'de Çökermiş surları yenilediği gibi, yeni surlar da ilave etmiş ve surun
etrafında da hendekler kazdırmıştır. 1108 (502)'de de Çavlı surları yenilemiştir472
.
İmadeddin Zengi Musul'u kendine başkent yapınca, surlarını yükseltip, hendeklerini
yenilemiştir473
.
Osmanlı hâkimiyetinde de Musul surları muhtelif tarihlerde tamir edilip, yenilenmiştir.
Zira, 1620, 1743, 1801 ve 1806 tarihlerinde surlar tamir edilmiştir474
.
Musul'a uğrayan bütün seyyahların ilk dikkatini çeken şehri çevreleyen surlar
olmuştur. İbn-i Cübeyr, 1184'te surların yüksekliğinden, burçların sağlamlığından bahisle, bu
sayede şehrin çok iyi korunabildiğinden bahseder475
.
1328'de Musul'u gezen İbn-i Batuta da surların yüksek ve sağlamlığını ve burçların
birbirine yakın olduğunu ifade ettikten sonra; "surun dahilinde çepeçevre duvarla yek diğeri
üzerine inşa edilmiş odalar mevcuttur. Bu odalar, sur geniş olduğu için bina edilmiştir"
cümleleri ile surların sağlamlığını ve çok geniş yapıldığını bildirir. Ayrıca, gezmiş olduğu
memleketler içerisinde Hindistan'ın Delhi şehrinde buna benzer bir surun olduğunu, bundan
başka hiçbir yerde bunun örneğini görmediğini de ilave eder476
.
Tavernier 1644’te Musul'un surları hakkında şunları yazar; "Musul şehrinin çevresi
düzgünce kesilen taşlarla yapılmış olan yüksek duvarlarla çevrilmiştir"
477
.
Surun etrafında kazılmış olan hendekler zaman içerisinde toprakla dolmuştur. Evliya
Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, Hüsrev Paşa hendeği temizlettirip içinde su akıttırmıştır.
Ancak, kendisi Musul’a uğradığı tarihte (1656) hendeğin bazı kısımlarının toprakla dolmuş
olduğunu belirtmiştir478
. 19. yüzyıla gelindiği vakit surlar tahrip olup, etrafındaki hendekler
de zaman içerisinde dolmuştur. Ancak, yine de herhangi bir kuşatmada şehri koruyacak bir
durumdadır. Nitekim, 1816'da Musul'a uğrayan seyyah Buckingham bunu açıkça ifade
471 Belâzuri, age., s. 477.
472 Said Deveci, "Sur'ul-Musul", Sumer, III, Bağdad 1947, s.118.
473 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.118.
474 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.118.
475 İbn-i Cübeyr, Rıhlet-i İbn-i Cübeyr, s. 234-236.
476 Muhammed et-Tanci, age., s.160.
477 Tavernier, age, s.192.
478 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 787.
37
etmiştir; "kuzeybatıda şehre girişte, şu anda içi dolu olan hendeklerle çevrildiği
anlaşılmaktadır. Surlar harap bir vaziyettedir. Fakat herhangi bir kuşatmaya karşı gene de
şehri koruyacak durumdadır"
479
.
2.3.2. Surun Kapıları
Musul şehrinin etrafını çevreleyen surlardan şehre giriş-çıkışı sağlayan kapılar
bulunmaktaydı. Evliya Çelebi, surlardan şehre giriş-çıkışı sağlayan 27 kapının bulunduğunu,
Can İsmail, Cisr, Bağdad ve Yumurta kapı dışındakilerin kapatılmış olduğunu belirtir480
.
Evliya Çelebi’den yaklaşık 90 yıl sonra 1744'te Musul'a uğrayan seyyah Niebuhr ise
yedi kapı ismi zikretmiştir481
. Şemseddin Sami’nin Kamusu’l-Alam adlı eserinde ve Hicri
1308 tarihli Musul Vilayeti Salnâmesi’nde de 12 kapı ismi kaydedilmiştir482
. Öyle anlaşılıyor
ki, XVII. yüzyılda şehre giriş-çıkışı sağlayan dört kapı mevcut iken, XVIII. yüzyılın ortalarına
doğru yediye ve XIX. yüzyılda ise 12’ye yükselmiştir.
2.3.2.1. Köprü Kapısı (Bâbü'l-Cisr)
İç kalenin hemen güneyinde, dicle nehri kenarındadır. Kapının bulunduğu yer, 1940'lı
tarihlerde park yeri olarak kullanılmaktaydı483
(Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.2. Gizli Kapı (Bâbü's-Sırr)
1170 (566)'de Nureddin Zengi tarafında yapılmıştır484. Köprü kapısı ile iç kale
arasındadır. Musul halkı bu kapıya Bâbü's-Suğ ismini vermişlerdir485
.
2.3.2.3. Kale Kapısı (Bâbü'l-Kal'a)
Dicle nehri kıyısındaki kapılardandır. Kitâbesindeki kayda göre 1801 (1216) tarihinde
yapıldığı anlaşılmaktadır486 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.4. Şat Kapısı (Bâbü'ş-Şat)
Bu kapı da dicle kıyısında, şehrin kuzeyindeki surlarda bulunmaktadır. Kitâbesine
göre 1801 (1216) tarihinde yapılmıştır487
.
479 J. S. Buckıngham, Travels ın Mesopotamia, Vol, II, London 1827, s.36.
480 Gününmüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 786-787.
481 C. Niebuhr, Voyage en Arabie en d'autres Pays Circonvoisins, 1780, s.290-291.
482 Ş. Sami, Kamusu'l-Alam, C. 6, s. 448; Salnâme, s.98.
483 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.122.
484 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.123.
485 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.123.
486 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.123.
487 Deveci, "Sur'ul-Musul", s.124.
38
2.3.2.5. İmadi Kapısı (Bâbü'l-İmadi)
Şehrin kuzey batısında bulunmaktadır. İmadeddin Zengi tarafından yapıldığı için
İmadi diye isimlendirilmiştir488 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
Nadir Şah Musul'u kuşattığı vakit (1742) bu kapı örülerek kapatılmıştır. 1907-1908
tarihlerinde, örülen kapının doğusundaki bir gedikten yol geçiyordu489
.
2.3.2.6. Sincar Kapısı (Bâbü's-Sincar)
Musul'un en eski kapılarından olup, şehrin batısında, Sincar istikametinde yer
almaktadır. Sincar-Rakka veya Nusaybin-Halep yolu buradan başlıyordu490
.
1243, 1640 ve 1821 yıllarında tamir edildiği tespit edilmiştir491. Kapı, 1907-1908
tarihlerinde sağlam duruyordu492 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.7. Beyaz Kapı, Yumurta Kapı (Bâbü'l-Beyz)
Yumurta Kapı olaraka da bilinir. Şehrin güney batısındadır. Beyaz çarşıya açıldığı için
bu ismi almıştır. 1631 ve 1802 tarihlerinde tamir edilmiştir493
.
2.3.2.8. Yeni Kapı (Bâbü'l-Cedid)
Beyaz kapının güneyindedir. Musul halkı bu kapıya Irak Kapısı (Bâbü'l-Irak) da
demektedir494. 1725 ve 1821 tarihlerinde tamir edilmiştir495 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.9. Likiş Kapısı (Bâbü'l-Likiş)
Surun güneydoğusundadır. Sade bir kapı olup, kulesi yoktur. Kitâbesine göre 1618
tarihinde yapılmış olduğu anlaşılmaktadır496 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.10. Saray Kapısı (Bâbü's-Saray)
Likiş kapısının devamında yer alır. Yeni kapılardandır. Hüseyin Celili Paşa tarafından
1776 (1190)'da açılmıştır497 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
2.3.2.11. Küçük Kapı (Bâbü's-Sağir)
488 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.212.
489 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.212.
490 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 212.
491 Deveci, "Sur'ul-Musul", s. 125; Herzfeld, Tigrisgebiet, s.213.
492 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.212.
493 Deveci, "Sur'ul-Musul", s. 126.
494 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.214.
495 Deveci, "Sur'ul-Musul", s. 126.
496 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 214.
497 Deveci, "Sur'ul-Musul", s. 125.
39
Şat kapısının güneyindedir. Kitâbesi olmadığı için yapım tarihi tespit edilememiştir.
2.3.2.12. Top Kapısı (Bâbü't-Tob)
Köprü kapısı ile saray kapısı arasındadır. Kitâbesindeki kayıtlardan Bedreddin Lulu
döneminde kalma olduğu anlaşılmaktadır498. Hüseyin Celili Paşa tarafından onarımdan
geçirilmiştir499 (Bk. Musul Şehri Krokisi).
498 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 214.
499 Deveci, "Sur'ul-Musul", s. 125.
40
41
80
91
2.4. Şehrin Mahalleleri
Şehirlerin mahallelere bölünmesi eski bir örgütlenme şeklidir. Osmanlı şehirleri de
mahalleler halinde gelişmiştir. Osmanlıda mahalle; aynı mescitte ibadet eden cemaatin aileleri
ile birlikte ikâmet ettikleri şehir kesimidir. Aynı mahallede oturan fertler birbirlerini tanıyan,
bir ölçüde birbirlerinin davranışlarından sorumlu ve sosyal dayanışma içinde olan
kişilerdir500
.
Mahalleler aynı zamanda şehrin temel idarî birimleridir. Zira, vergilerin intizamlı ve
adil bir şekilde toplanması, düzenin ve güvenliğin korunması mahalleler bazında daha kolay
sağlanıyordu501
.
Osmanlı şehirlerinin mahalle sayısı kentin büyüklüğüne göre değişirdi. XVI. yüzyılda
Musul şehrinin mahalle sayısı 20 ile 27 arasında değişmektedir. Nitekim, 1523 tarihinde 20
olan mahalle sayısı 1540 tarihinde 27'ye yükselmiştir. 1558-1575 tahrirlerinde ise 25 mahalle
kaydı zikredilmiştir. Bu durum ise, 1540'ta kayıtlı olan mahallelerden dördünün iki mahalle
halinde birleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Zira, 1523-1540 tahrirlerinde müstakil birer
mahalle olan "Dâr-ı Hacı Ahmed" ve "Çihar-ı Suk" mahalleleri 1558-1575 tahrirlerinde
"Çihar-ı Suk nâm-ı diğer Hâcı Ahmed" ismi altında tek bir mahalle olarak kaydedilmiştir.
Yine 1540 tahririnde kayıtlı "Sevil Burc" ve "Lasuni" mahalleleri, 1558-1575 tahrirlerinde
"Sevil Burc maa Lasuni" adı ile tek bir mahalle olarak kaydedilmiştir. Dolayısıyla, 1540’ta 27
olan mahallelerden dördünün iki ayrı mahalle olarak birleştirilmesinden dolayı, 1558-1575
tahrirlerinde Musul şehrinin mahalle sayısı 25'e düşmüştür.
Bu mahallelerin dinî bakımdan dağılımı ise şu şekilde idi; 1523 tarihinde mevcut 20
mahallenin 17'si müslim, 3'ü ise gayrimüslimdir. Gayrimüslim mahallelerden 2'si
Hıristiyanlara, 1'i de Yahudilere aittir.
1540’ta Müslüman mahalle sayısı 6 adet artarak 23'e yükselmiştir. Bu 6 mahalleden
4'ü yeni kurulan mahalle olup, 2'si ise daha önce mevcut olan Bâbü'l-Irak mahallesinin
müstakil üç mahalleye ayrılmış olmasından meydana gelmiştir. Bu tarihte Hristiyan
mahallelerinin sayısı 3'e yükselmiş, Yahudi mahalle sayısında ise herhangi bir değişiklik
olmamıştır.
1558-1575 tarihlerinde Müslüman mahalle sayısı 21'e düşmüştür. Bu ise 4 mahallenin
500 Özer Ergenç, "Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerinde Bazı Düşünceler", VIII. TTK.,
Ankara 1981, s.1270; Aynı yazar, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara, 1995, s.50.
501 Raymond, age., s.214-215; Ergenç, agm., s.1270-1271.
92
birleştirilip 2 mahalleye dönüştürülmesinden kaynaklanmaktadır. 1558-1575 tarihlerinde
Hristiyan ve Yahudi mahalle sayısında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Yalnız, 1575
tahririnde Bâbü'i-Irak-2 mahallesine 6 Hristiyan hânenin yerleşmiş olduğunu görmekteyiz.
1523 tarihli tahrirde kayıtlı mahallelerin 9'u ismini şahıs adlarından almıştır. 1540’ta
mahalle sayısının 27'ye yükselmiş olmasına karşılık, ismini şahıs adlarından alanların sayısı
6'ya inmiştir. 1558-1575 tahrirlerinde de şahıs ismi kökenli mahalle sayısı 6 adettir. Bazı
mahalleler ise yakın bulundukları kapıların adıyla anılmıştır.
Diğer yandan, 1523 tahririnde ismi geçen 7 mahallenin diğer tahrirlerde kaydı mevcut
değildir. Bu durum büyük ihtimalle isim değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat, bu 7
mahalleden hangisinin ne isim aldığını tespit etmemiz mümkün olmadı.
2.4.1. Müslüman Mahalleleri
2.4.1.1. Bâbü'l-Irak-I Mahallesi 502
Musul şehrinin güneyinde yer almakta olup, sur kapılarından birinin ismini
taşımaktadır. Müslüman mahalleleri içinde en kalabalık ve en çok gelişenidir. Zira, 1523
tarihinde 314 nefer nüfusu bulunan bu mahalle, nüfusunun yoğunluğu ve hızlı artışı nedeniyle
daha sonraki tarihlerde 3 müstakil mahalleye bölünmüştür.
Mahallede 1523'te 252 hâne, 42 mücerred, 4 imam, 4 müezzin, 12 pir-i fani ve 'âmil
nüfus mevcutken, 1540’ta bu mahallenin 3 ayrı mahalleye bölünmüş olmasından dolayı
Bâbü'l-Irak-I mahallesine 82 hâne ve 23 mücerred nüfus kaydedilmiştir. Müteakip yıllarda
mahalle nüfusunun hızla arttığına şahit olmaktayız. Nitekim, bir önceki tahrirde 82 olan hâne
sayısı 1558'de 126'ya yükselmiştir. Bu tarihte 17 de mücerred'i mevcuttur. 1575'te ise hâne
sayısı 154, mücerred sayısı da 13'dür.
2.4.1.2. Bâbü'l-Irak-III Mahallesi 503
Bâbü'l-Irak-I mahallesinin üçe bölünmesi sonucu oluşan üçüncü mahalledir.
Mahallede 1540’ta 103 hâne, 35 mücerred; 1558'de 143 hâne, 23 mücerred, 3 imam-müezzin;
1575'te 152 hâne, 34 mücerred nüfus vardır.
2.4.1.3. Dâr-ı Hacı Ahmed Mahallesi 504
Musul şehrinin güney doğusunda bir mahalle olduğunu tahmin ediyoruz. Zira, İmâm
502 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.20-21; BOA, TD., 308, s.23-24; BOA, TD., 660, s.32-33.
503 BOA, TD., 195, s.23-24; BOA, TD., 308, s.26-27; BOA, TD., 660, s.35-37.
504 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.20; BOA, TD., 308, s.17; BOA, TD., 660, s.22.
93
Zeyd b. Ali türbesinin yerini tespit etmeye çalışırken, tahrir defterlerinde "Dâr-ı Hacı Ahmed"
mahallesinde505, Hicri 1308 tarihli Musul Vilayeti Salnâmesinde de "Bâb-ı Cedid" adlı
mahalde 506 olduğunu tespit ettik. Bâb-ı Cedid Musul şehri kapılarından biri olup, şehrin
güney doğusuna düştüğüne göre, Dâr-ı Hacı Ahmed mahallesinin de burada olması kuvvetle
muhtemeldir.
1523'te 93 hâne, 6 mücerred nüfusu mevcuttur. Bir sonraki tahrirde nüfusun düşmüş
olduğu görülmektedir. Zira, hâne sayısı 1540’ta 60'a düşmüştür. Mücerred sayısı ise 16 olarak
kayıtlıdır.
2.4.1.4. Çihâr-ı Suk Mahallesi 507
Musul'un iç kesimlerinde yer almaktadır508. 1523'te 49 hâne, 2 imam-müezzin, 2 pir-i
fani, 3 muaf; 1540’ta 62 hâne ve 18 mücerred nüfusu vardır.
Öte yandan, Dâr-ı Hacı Ahmed ve Çihar-ı Suk mahallelerinin 1558-1575 tarihli
tahrirlerde; "Çihar-ı Suk nâm-ı diğer Hâcı Ahmed" adı altında birleştirilerek tek bir mahalleye
dönüştürüldüğünü müşahade etmekteyiz509. İki mahallenin tek bir mahalleye
dönüştürülmesiyle nüfusunun da normalde artması gerekirken, tam tersine azaldığı
görülmektedir. Nitekim, 1540’ta Dâr-ı Hacı Ahmed mahallesinin 60, Çihar-ı Suk
mahallesinin 49 hanesi mevcut olduğuna göre, 1558'de iki mahallenin hane sayısının, hiç artış
göstermediğini kabul ettiğimiz taktirde bile, en az 122 olması gerekirken bu sayının 108'e
düştüğü, hatta bu gerilemenin devam ederek 1575'te 97 haneye gerilediği görülmektedir.
Çihar-ı Suk (Hacı Ahmed) mahallesindeki hâne sayısının azalma nedenleri hakkında herhangi
bir kayda rastlayamadık.
Mahallenin mücerred sayısı ise 1558'de 16, 1575’te 35'tir.
2.4.1.5. Şeyh Hasan Bekri Mahallesi 510
Mahallenin adının izafe edildiği Şeyh Hasan el-Bekri; Musul'un önde gelen şeyh ve
evliyasından olup, nesebi Hz. Ebubekir'e dayanmaktadır511. Mahalle Cercis Peygamber
merkadinin yakınındadır512
.
505 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
506 Salnâme, s.80.
507 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.13; BOA, TD., 308, s.17; BOA, TD., 660, s.22.
508 Bayatlı, age., s.111.
509 BOA, TD., 308, s.17; BOA, TD., 660, s.22.
510 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.24-25; BOA, TD., 308, s.27-29; BOA, TD., 660, s.37-39.
511 Salnâme, s.83.
512 Bayatlı, age., s.114.
94
1523'te 112 hâne, 6 mücerred, 1 imam, 2 müezzin, 6 pir-i fani ve amil; 1540’ta 110
hâne, 12 mücerred, 5 imam-müezzin; 1558'de 172 hâne, 22 mücerred, 2 imam-müezzin ve
1575'te 190 hâne ile 49 mücerred nüfusu vardır.
2.4.1.6. Akabe Mahallesi 513
1523 tarihli tahrirde 75 hâne, 7 mücerred, 1 imam, 3 hâtip, 2 pir-i fani ve ama; 1540’ta
104 hâne, 13 mücerred, 2 imam-müezzin ve 1575'te ise 157 hâne, 26 mücerred ile 3 imammüezzin nüfusu mevcuttur.
2.4.1.7. Dâr-ı Hoş (Dâr-ı Hoşnâm) Mahallesi 514
Mahallede 1523 tarihli tahrire göre 68 hâne, 9 mücerred, 1 imam, 6 'amil ve ma'lul
nüfus mevcutken, 1540’ta hâne sayısı 88, mücerred sayısı ise 13'e yükselmiştir. 1540-1575
tarihleri arasındaki dönemde ise mahalle nüfusunun azaldığını müşahade etmekteyiz. Zira,
hâne sayısı 1558'de 57'ye, 1575'te ise 43'e düşmüştür. 1558 tarihinde 1 mücerred kaydı
mevcutken, 1575'te bu sayı 17'ye yükselmiştir.
2.4.1.8. Şeyh Muhammed b. Hilal Mahallesi 515
Bu mahallenin adı, tanınmış şeyh Muhammed b. Hilal b. Hasan'ın ismine izafeten
doğmuştur ki, bu şeyhin nesebi Hz. Ebubekir'e dayanmaktadır516
.
Sadece 1523 tarihli defterde zikredilmiş olup, sonraki tahrirlerde yer almamıştır. Bu da
isminin değişmiş olabileceğini akla getirmektedir. Mahallede 119 hâne, 10 mücerred, 11 pir-i
fâni ve ama nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.9. Nebi Mahallesi 517
Bunun da kaydı sadece 1523 tarihli tahrirde geçmektedir. İsmi daha sonraki tahrirlerde
değişmiş olmalıdır. 50 hânesi, 1pir-i fanisi ve 1 de 'ama'sı olmak üzere toplam 59 nefer nüfusu
muhtevidir.
2.4.1.10. Mehâdin Mahallesi 518
Yalnızca 1523 tarihli defterde ismi bulunan bir mahalle olup, diğer tahrirlerde ismi
değişmiş olmalıdır. Mahallede 63 hâne, 11 mücerred ve 4 pir-i fâni ve 'ama kayıtlıdır.
513 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.15; BOA, TD., 308, s. 19; BOA, TD., 660, s.25-27.
514 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.12-13; BOA, TD., 308, s.16; BOA, TD., 660, s.22-23.
515 BOA, TD., 998, s.72.
516 Salnâme, s.84.
517 BOA, TD., 998, s.72.
518 BOA, TD., 998, s.72.
95
2.4.1.11. Minâre-i Mağcume Mahallesi 519
Hâne dağılımı şöyledir; 1523'te 55; 1540’ta 48; 1558'de 34 ve 1575’te 41. Mücerred
sayısı ise yukarıdaki yıllar itibariyle, 6, 5, 4, 4 şeklinde kaydedilmiştir. Ayrıca, 1523'te 2
imam-müezzin, 2 pir-i fâni ve 1558'de bir imam nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.12. Bağdadi Mahallesi 520
Mahallede, 1523 tarihli tahrire göre 50 hâne, 5 mücerred, 1 imam, 1 pir-i fâni; 1540’ta
84 hâne; 1540’ta 84 hâne, 12 mücerred; 1558'de 121 hâne, 5 mücerred; 1575'te ise 136 hâne,
19 mücerred kaydı mevcuttur.
2.4.1.13. Şeyh Şerafeddin Mahallesi 521
Mahallenin adı, önde gelen Şeyh ve Ulemadan Şeyh Şerafeddin Ebu Fezail'in ismine
nispetle verilmiştir522. Bu mahalle yalnızca 1523 tarihli tahrir defterinde kayıtlı olup, diğer
tahrirlerde mevcut değildir. Bu da bize 1523-1540 tarihleri arasında isminin değişmiş
olduğunu göstermektedir.
1523'te 74 hâne, 8 mücerred, 9 pir-i fâni ve 6 sadat nüfus yaşamaktadır.
2.4.1.14. İmâm Avneddin Mahallesi 523
Musul şehrinin güney doğusunda yer alan bir mahalledir. İsminin izafe edildiği İmam
Avneddin Hz. Ali'nin torunudur. Bedreddin Lulu'nun bina ettiği türbede medfundur524
.
Mahalle kaydı da sadece 1523 tarihli tahrirde mevcuttur. Daha sonraki tahrirlerde
kaydının olmaması adının değişmiş olabileceğini göstermektedir. Mahallede 23 hâne ve 3
mücerred nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.15. Al-ı Heytim nâm-ı diğer Hâcı Hamdun Mahallesi 525
Yeri ve isminin kökeni hakkında bir bilgiye ulaşamadık. Tahrirler itibariyle nüfus
dağılımı şu şekildedir; 1523'te 37 hâne, 2 mücerred; 1540’ta 34 hâne, 2 mücerred; 1558'de 46
hâne, bir imam ve 1575'te 47 hâne ile 11 mücerred'dir.
Mahallenin ismi 1523 tarihi tahrirde "Hâcı Hamdun", diğer tahrirlerde ise "Al-ı Heytim
nâm-ı diğer Hamdun" şeklinde kayıtlıdır.
519 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.17-18; BOA, TD., 308, s.21-22; BOA, TD., 660, s.29-30.
520 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.16; BOA, TD., 308, s.20; BOA, TD., 660, s.27-28.
521 BOA, TD., 998, s.72.
522 Salnâme, s.88.
523 BOA, TD., 998, s.72.
524 Salnâme, s.78.
525 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.27; BOA, TD., 308, s.30-31; BOA, TD., 660, s.42.
96
2.4.1.16. Eski Kala Mahallesi 526
Mahalle Musul şehrinin kuzeyinde yer almaktadır527. 1523 tarihli tahrirde 5 hâne, 1
mücerred, 1 pir-i fâni, 1 'ama; 1540’ta 35 hâne, 5 mücerred, 1 imam; 1558'de 33 hâne, 1
mücerred ve 1575'te 35 hâne, 2 mücerred nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.17. İsa Dede Mahallesi 528
Şeyh İsa Dede büyük evliyadan olup, meşhedi surun haricindedir529.1540-1575
tahrirlerinde ismi geçmediğine göre, başka bir adla anılmış olmalıdır. 1523'te sadece 8 hâne
kaydı mevcuttur.
2.4.1.18. İmâm Ömer Ebu'l-Kasım Mahallesi 530
Mahalle isminin izafe edildiği İmam Ömer Ebu'l-Kasım'ın kimliği hakkında bilği
sahibi değiliz.
Muhtemelen ismi değişmiş olduğundan 1540-1575 tahrirlerinde kaydı yoktur.
1523'teki nüfusu 15 hâneden ibarettir.
2.4.1.19. Şevârbe (Şuvârbe) Mahallesi 531
Musul şehrinin kuzeyinde iç kale yanında olup, Meydan mahallesi de denilmektedir532
.
1523'te kaydının olmaması, bu tarihte başka bir isimle anıldığını göstermektedir. Hâne
sayılarını mukayese ettiğimiz zaman, 1523 tarihli tahrirde kaydı olup, diğer tahrirlerde
bulunmayan Şeyh Muhammed b. Hilal mahallesi hâne sayısının 1523 tahririnde bulunmayan
Şevârbe mahallesi hâne sayısına yakın olduğu görülmektedir. Bu da Şeyh Muhammed b. Hilal
adiyle kayıtlı mahallenin daha sonraki tahrirlerde Şevârbe olarak kaydedilmiş olabileceğini
akla getirmektedir.
Mahallenin 1540’ta 104 hâne, 7 mücerred; 1558'de 125 hâne, 20 mücerred; 1575'te ise
113 hâne, 49 mücerred nüfusu mevcuttur.
2.4.1.20. Cemmâs Mahallesi 533
526 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.18; BOA, TD., 308, s.22; BOA, TD., 660, s.30.
527 Bayatlı, age., s.113.
528 BOA, TD., 998, s.72.
529 Salnâme, s.82.
530 BOA, TD., 998, s.72.
531 BOA, TD., 195, s.11-12; BOA, TD., 308, s.15-16; BOA, TD., 660, s.20-21.
532 Bayatlı, age., s.111.
533 BOA, TD., 195, s.14; BOA, TD., 308, s.18; BOA, TD., 660, s.24-25.
97
İlk defa 1540 tarihli tahrirde kaydı geçmektedir. Muhtemelen 1523'te farklı bir isimle
anılıyordu. 1540 tarihli tahrirde 89 hâne, 3 imam-müezzin; 1558'de 110 hâne, 4 mücerred, 4
imam, 1 müezzin; 1575'te 102 hâne, 42 mücerred, 2 imam, 2 müezzin nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.21. Kara Depe Mahallesi 534
Kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Muhtemelen 1523'te değişik isimle
zikrediliyordu. 1540 tarihli tahrir defterinde 71 hâne, dokuz mücerred, bir imam; 1558 tarihli
defterde 61 hâne, yedi mücerred, bir imam ve 1575 tarihli defterde ise 65 hâne, 15 mücerred,
bir imam ve bir müezzin nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.22. Heyti Mahallesi 535
1523 tarihli tahrir defterinde kaydı yoktur. Sonradan isim değişikliğine uğramış
mahallelerden biri olmalıdır. 1540 tarihli tahrirde 47 hâne, 15 mücerred, 1 imam; 1558'de 77
hâne, 4 mücerred, 1 imam, 1 müezzin ve 1575’te 69 hâne ile 16 mücerred nüfus kaydı vardır.
2.4.1.23. Mehmed Fakih ( ), İmâm Zeyd Veled-i Ali Mahallesi 536
1540 tarihli defterde "Mahalle-i Mehmed Fakih”, 1558-1575 tarihli defterlerde ise
"Mahalle-i İmâm Zeyd veled-i Ali" olarak kaydedilmiştir. İmâm Zeyd'in nesebi Hz. Ali
(r.a)'ye dayanmakta olup, Musul'da Bâb-ı Cedid (yeni kapı) yakınında merkadi vardır537
.
Mahallede 1540’ta 16 hâne, 10 mücerred; 1558'de 16 hâne, 3 mücerred, 1 imam, 1
müezzin ve 1575’te 23 hâne, 5 mücerred nüfus kayıtlıdır.
2.4.1.24. Herbavi Mahallesi 538
Kaydı ilk defa 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Bu tarihte 59 hâne, 12 mücerred;
1558'de 42 hâne, 6 mücerred ve 1575 tarihinde ise 56 hâne, 17 mücerred nüfus kaydı vardır.
2.4.1.25. Suku'l-Gazal nâm-ı diğer Şah Zenân Mahallesi 539
Mahalle isminin izafe edildiği Şah Zenân, İmam Muhammed el-Hacce b. İmâm Hasan
el-Askeri'nin validesidir540. 1523 tarihli tahrirde kaydı yoktur. 1540’ta 9 hânesi, 1 mücerredi;
1558'de 27 hânesi; 1575’te 35 hânesi ve 4 mücerredi mevcuttur.
534 BOA, TD., 195, s.17; BOA, TD., 308, s.21; BOA, TD., 660, s.28-29.
535 BOA, TD., 195, s.19; BOA, TD., 308, s.22-23; BOA, TD., 660, s.30-31.
536 BOA, TD., 195, s.19; BOA, TD., 308, s. 23; BOA, TD., 660, s.31.
537 Salnâme, s.80.
538 BOA, TD., 195, s.25; BOA, TD., 308, s.29; BOA, TD., 660, s.39-40.
539 BOA, TD., 195, s.26; BOA, TD., 308, s.29; BOA, TD., 660, s.40-41.
540 Salnâme, s.79.
98
2.4.1.26. Sevil Burc maa Lasuni Mahallesi 541
1540 tarihli tahrirde "Sevil Burc" ve "Lasuni" ayrı iki mahalle iken; 1558 tarihli
tahrirde "Sevil Burc maa Lasuni" ismi altında birleştirilmiş olduğunu, 1575 tarihli tahrirde ise
"Sevil Burc" isminin telaffuzdan düşerek sadece "Lasuni" şeklinde kaydedildiğini
görmekteyiz.
Tahrirlerdeki kayıtlara nazaran 1540’ta "Sevil Burc“ mahallesinin 25 hâne, 2 mücerred
nüfusuna karşılık, "Lasuni" mahallesinin ise sadece 9 hânesi mevcuttur.
"Sevil Burc" maa "Lasuni" mahallesinin 1558 tahririnde 34 hâne, 5 mücerred; 1558'de
17 hâne; 1575'te ise 22 hâne, 2 mücerred nüfus kaydı vardır.
2.4.1.27. Târık Mahallesi 542
1523 tahririnde kaydı bulunmayan mahallenin 1540’ta 27 hâne, 5 mücerred; 1558'de
17 hâne; 1575'te ise 22 hâne, 2 mücerred nüfusu vardır.
2.4.1.28. İmâm Mehmed Bâhir Mahallesi 543
Şeyh Fethi ismiyle de bilinir544. Musul şehrinin batısında Sincar kapısına yakın bir
yerdedir.
1523 tarihli tahrirde kaydının olmaması, bu tarihte başka bir isimle zikredildiğini
göstermektedir. Mahallenin hâne ve mücerred dağılımı şöyledir; 1540’ta 32 hâne, 2 mücerred;
1558'de 34 hâne, 2 mücerred; 1575’te ise 43 hâne ve 6 mücerred'i vardır.
2.4.2. Gayrimüslim Mahalleleri
Birçok Osmanlı kentinde olduğu gibi, Musul'da da gayrimüslimlerin birkaç mahallede
yoğunlaşmış olduklarını görmekteyiz. 1523'de üç, 1540-1575 arasındaki dönemde de dört
mahallede gayrimüslim nüfusun ikâmet ettiği ve müslüman mahallelere oranla hayli fazla
hâne barındırdıkları görülmektedir. Zira, 1523'te müslüman mahallelerinin ortalama hâne
sayısı 68 iken, gayrimüslim mahallelerde bu oran 184'tür. Bu oran 1540’ta müslim mahalleleri
için 61 iken, gayrimüslim mahalleleri için 195'dir. Yine 1558'de müslim mahallelerdeki hâne
ortalaması 76, gayrimüslimlerde 199'dur. Nihayet, 1575'te müslim mahallelerdeki hâne
ortalaması 86'ya yükselmişken, bu oran gayrimüslim mahallelerde 239'a yükselmiştir.
541 BOA, TD., 195, s.26, 28; BOA, TD., 308, s.30; BOA, TD., 660, s.41.
542 BOA, TD., 195, s.26; BOA, TD., 308, s.30; BOA, TD., 660, s. 41.
543 BOA, TD., 195, s.27; BOA, TD., 308, s.31; BOA, TD., 660, s.42-43.
544 Bayatlı, age., s.115.
99
Görüldüğü gibi Musul'da yaşayan gayrimüslim nüfus dört mahallede yoğunlaşmıştır.
Buna etki eden unsurlar arasında korunma ve rahat yaşama düşüncesinin doğurduğu toplu
yaşama eğilimlerinin yanısıra, Osmanlılar'ın daha iyi idare ve denetleme düşüncesinin de
etkili olduğu545 söylenebilir.
2.4.2.1. Hıristiyan Mahalleleri
2.4.2.1.1. Dergâh Mahallesi 546
Mahalle Musul'un kuzey batısındadır547. 1523 tahririnde 236 hâne, 60 mücerred;
1540’ta 385 hâne; 1558'de 390 hâne ve 1575'te de 510 hâne kaydedilmiştir. 1523-1575
arasındaki 52 yıllık dönemde Dergâh mahallesinin nüfusu % 116 oranında yükselmiştir.
2.4.2.1.2. Kal'a (Nâsâra Kal'a) Mahallesi 548
1523-1540 tarihli tahrirlerde "Kal'a", 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise "Nâsâra Kal'a"
olarak kaydedilmiştir. Dergâh mahallesinin yakınında bulunmaktadır549
.
1523'te 285 hâne, 1 mücerred; 1540’ta 291 hâne; 1558'de 282 ve 1575'te 279 hâne
nüfusu kayıtlıdır.
2.4.2.1.3. Kerkugi, Nasârâ Kerkugi Mahallesi 550
1523 tarihli tahrirde böyle bir mahalle kaydı mevcut değildir. Mahallenin 1523 tahriri
yapıldıktan sonraki bir tarihte kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Zira, 1540 tarihli tahrirde
kaydı mevcut olup, 22 hânesi bulunmaktadır. 1558-1575 tarihli tahrirlerde "Nasârâ Kerkugi"
olarak kaydedilmiştir. 1558'de hâne sayısı 20'ye düşmüş, 1575'te ise 23'e yükselmiştir.
2.4.2.2. Yahudi Mahellesi (Yahuda, Yahudiyân) 551
İncelediğimiz dönemde Musul şehrinde yalnızca bir Yahudi mahallesinin mevcut
olduğu müşahade edilmektedir. Bu mahalle 1523-1540 tarihli tahrirlerde "Yahuda", 1558-
1575 tarihli tahrirlerde ise "Yahudiyan" olarak kaydedilmiştir.
Musul şehrinin kuzey batısında yer alan552 mahalle, 1523-1575 tarihleri arasında hızlı
bir nüfus artışına sahne olmuştur. Zira, 1523'te 31 hâne, 4 mücerred'i mevcut iken; 1540’ta 82
545 Raymond, age., s.209.
546 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.29-31; BOA, TD., 308, s.32-35; BOA, TD., 660, s.43-47.
547 Bayatlı, age., s.116.
548 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.32-34; BOA, TD., 308, s.35-37; BOA, TD., 660, s.48-50.
549 Bayatlı, age., s.116.
550 BOA, TD., 195, s.34; BOA, TD., 308, s.37; BOA, TD., 660, s.51-52.
551 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s.28; BOA, TD., 308, s.31-32; BOA, TD., 660, s.51.
552 Raymond, age., s.72. Ayrıca bk. Musul şehri krokisi.
100
hâneye; 1558'de 105 hâneye ve 1575'te ise 145 hâneye yükselmiştir. 1523-1575 tarihleri
arasındaki artış oranı % 368'dir.
2.4.3. Karışık (Müslim-Gayri Müslim) Mahalleler (Bâbü’l-Irak-II Mahallesi)
Osmanlı şehirlerinin birçoğunda, çeşitli etnik ve dinî unsurlar bir arada yaşamaktadır.
Bu unsurlardan bir kısmının müstakil mahallelerde yaşadıklarını yukarıda gördük. Pek çok
Osmanlı şehirlerinde farklı etnik yapı ve dinî inanışlara sahip insanların bir kısmı ise aynı
mahallede karışık oturuyorlardı553
.
Musul şehrinde bulunan mahallelerin ekseriyeti, farklı etnik ve dinî unsurların ayrı
ayrı yaşadıkları mahallelerdir. Ancak, 1575 tarihli tahrirdeki kayıtlardan anlaşıldığına göre,
Bâbü’l-Irak-II mahallesinde müslüman nüfusun yanısıra gayrimüslim nüfus da yaşamaktadır.
Bu mahalle Bâbü’l-Irak-I mahallesinin 1540 yılına gelindiği vakit üç müstakil mahalleye
bölünmesinden sonra oluşturulan bir mahalledir.
1540-1558 tarihleri arasında sadece müslüman nüfus meskûndur. Zira, 1540’ta 129
hâne, 23 mücerred; 1558’de 168 hâne, 16 mücerred, 3 imâm-müezzin nüfusun tamamı
müslümandır.
1575 tarihinde ise hâne sayısı 170’e ve mücerred sayısı ise 49’a yükselmiştir ki, 170
hânelik nüfus içerisinde 6 hânesi hıristiyan (eramine)’dır. 1558 tarihinden sonra bu mahalleye
gelip yerleştikleri anlaşılan bu 6 hânelik hıristiyan nüfusun nereden geldiklerine dair herhangi
bir kayıt mevcut değildir (Bk. Tablo-6).
553 Rifat Özdemir, “Osmanlı Döneminde Antalya’nın Fizikî ve Demografik Yapısı (1800-1867)”, XI. Türk Tarih
Kongresinden Ayrı Basım, TTKB., Ankara, 1994, s. 1393.
101
Tablo-6: Musul'un Mahalleleri (1523-1575)
No Mahalle Adı
Hâne Mücerred İmam-Müezzin Diğer
1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575
1
Müslüman Mahalleleri
Bâbül-Irak-I
252 82 126 154 42 18 17 13 8 - - - 12 - - -
2 Bâbül-Irak-III - 103 143 152 - 35 23 34 - - 6 - - - - -
3 Dâr-ı Hâcı Ahmed 93 60 - - 6 16 - - - - - - - - - -
4 Çihâr-ı Suk 49 62 - - 7 18 - - 2 - - - 5 - - -
5 Çihâr-ı Suk n. diğer Hâcı Ahmed - - 108 106 - - 16 35 - - - - - - - -
6 İmâm Avneddin 23 - - - 3 - - - - - - - - - - -
7 Şeyh Hasan Bekri (Sekri?) 112 110 172 190 6 12 22 49 3 5 2 - 6 - - -
8 Akabe 75 79 104 157 7 13 13 26 1 - 2 3 3 - - -
9 Dâr-ı Hoş (Dâr-ı Hoşnâm) 68 88 57 43 9 13 1 17 1 - - - 6 - - -
10 Şeyh Muhammed b. Hilal 119 - - - 10 - - - 7 - - - 11 - - -
11 Nebi 50 - - - 6 - - - - - - - 3 - - -
12 Mehâdin 63 - - - 11 - - - - - - - 4 - - -
13 Şeyh Şerafeddin 74 - - - 8 - - - - - - - 15 - - -
14 Minâre-i Mağcume 55 48 34 41 6 5 4 4 2 - 1 - 2 - - -
15 Bağdadi 50 84 121 136 5 12 5 19 1 - - - 1 - - -
16 Al-ı Heytim nd. Hamdun 37 34 46 47 2 2 - 11 - - 1 - - - - -
17 Eski Kal'a 5 35 33 35 1 5 1 2 - 1 - - 2 - - -
18 Dede İsa 8 - - - - - - - - - - - - - - -
19 İmâm Ömer Ebu'l-Kasım 15 - - - - - - - - - - - - - - -
102
tablo-6’nın devamı
No Mahalle Adı
Hâne Mücerred İmam-Müezzin Diğer
1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575 1523 1540 1558 1575
20 Şevârbe - 104 125 113 - 7 20 49 - - - - - - - -
21 Cemmâs - 89 110 102 - 35 4 42 - 3 5 4 - - - -
22 Kara Depe - 71 61 65 - 9 7 15 - 1 1 2 - - - -
23 Heyti - 47 77 69 - 15 4 6 - 1 2 - - - - -
24 İmâm Zeyd b. Ali - 16 16 23 - 10 3 5 - - 2 - - - - -
25 Herbâvi - 59 42 56 - 12 6 17 - - - - - - - -
26 Suku'l-Gazal nd. Şah Zenân - 9 27 35 - 1 - 4 - - - - - - - -
27 Sevil Burc - 25 - - - 2 - - - - - - - - - -
28 Lâsuni - 9 - 41 - - - 2 - - - - - - - -
29 Sevil Burc ma'a Lâsuni - - 34 - - - 3 - - - 1 - - - - -
30 Târık - 32 34 43 - 2 2 6 - - - - - - - -
31 İmâm Mehmed Bâhir - 32 34 43 - 2 2 6 - - - - - - - -
32
Hıristiyan Mahalleleri
Dergâh 236 385 390 510 60 - - - - - - - - - - -
33 Kal'a 285 291 282 279 1 - - - - - - - - - - -
34 Kerkugi - 22 20 23 - - - - - - - - - - - -
35
Yahudi Mahallesi
Yahuda 31 82 105 145 4 - - - - - - - - - - -
36 Karışık Mahalleler
Bâbül-Irak-II - 129 168 170 - 23 16 49 - - 3 - - - - -
Toplam 1700 2187 2469 2778 194 270 162 407 25 11 26 9 70 - - -
103
2.5. Şehirdeki Sosyal ve İktisadi Hayat
Şehir, belli bir iş bölümüne tâbi olarak tarım dışı mal ve hizmetlerin üretildiği
yerleşme birimi olarak tanımlanmaktadır. Osmanlıdaki tanımı ise, "Cum'a kılunur ve bâzârı
durur" yer şeklindedir554. Musul şehrinde de halkın büyük ekseriyeti tarım dışı faaliyetlerle
uğraşmakla beraber, şehrin çevresindeki alanlarda tarımsal üretimle de uğraşmaktadır.
Dolayısıyla, Osmanlı şehri için; "üretimde tarımın yanında, tarım dışı faaliyetlerin ağır
bastığı yerleşim merkezleri"
555
şeklindeki tanım daha uygun düşmektedir.
Elimizdeki verilere göre, Musul şehri halkının ekonomik hayatında, tarımsal üretimin
küçümsenmeyecek bir yer tuttuğunu görmekteyiz. Zira, tahrir defterlerindeki kayıtlardan şehir
halkının ürettiği hububat miktarı 1540’ta 12000 kile buğday, 6000 kile arpa, 3360 kile darı;
1558'de 7470 kile buğday, 16032 kile arpa, 3360 kile darı ve 1575'te 6000 kile buğday, 16032
kile arpa, 3000 kile darıdan ibarettir556
.
2.5.1. Ticarî ve Sınaî Faaliyetler
Musul şehri coğrafi konumundan dolayı eski çağlardan beri önemli ticarî ve sınaî
faaliyetlere sahne olmuştur. Doğu-batı yolları arasında merkezi bir konumda bulunması
ticaretini olumlu yönde etkilemiş, bu da birçok sınai tesisin kurulmasını intac ettirmiştir.
Özellikle Atabekler döneminde sosyal ve ekonomik alanda sağlanan güven ortamı
ticaret ve sanayinin gelişmesinde etkili olmuştur. Doğu-batı istikametinde gidip-gelen
kervanlar Musul'da konakladıktan sonra, doğuda İran ve Hindistan'a, kuzeyde Anadolu,
Ermenistan ve Azerbaycan'a, batıda ise Suriye ve Mısır'a kadar gidiyorlardı557
.
Musul'un bu ticari canlılığı Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Nitekim, sancak
kanunnâmelerindeki kayıtlara nazaran, Musul'da transit olarak geçen her türlü emtia ile
şehirde satılan her türlü mal ve emtia bac ve tamga olarak gelir kaydedilmiştir558. Aynı durum
diğer Osmanlı şehirlerinde de görülmektedir. Osmanlı ekonomisindeki liberal uygulama ve
serbest ticaret anlayışı şehirlerin birbiri arasında ticaret yapmalarını sağlamıştır. Bu ekonomik
anlayış, Osmanlı şehirleri veya Osmanlı coğrafyasındaki bölgeler arasında aktif bir ticaret
uygulamasının yanısıra, başka ülkelerle de sıkı ticarî akitlerin yapılmasına ve gümrük tarife
554 Ergenç, agm., s.1265.
555 Ünal, age., s.223.
556 Bk. Beşinci Bölüm.
557 Said Deveci, "Sanaiyetu'l-Musul ve Ticâretihâ fi'l Karuni'l Vasati", Sumer, 7, Bağdad 1951, s.88-98.
558 Bk. Beşinci Bölüm, Tablo-29.
104
defterlerinin tanzim edilmesine yol açmıştır559
Tahrir defterlerindeki bilgiler XVI. yüzyıldaki durumu yansıtmaktadır. XVII. yüzyılda
tahrir yapılmadığı için, ticaret hacmi hakkında teferruatlı bilgiye sahip değiliz. Bununla
birlikte, Musul'a uğrayan bazı seyyahların verdikleri bilgilerden XVIII. ve XIX. yüzyıllarda
da Musul'daki ticari canlılığın devam ettiğini görmekteyiz. Zira, 1766'da Musul'a uğrayan
Niebuhr, Musul-Mardin-Urfa-Halep kervan yolunun canlılığını koruduğuna ve gidip gelen
kervanların büyük meblağlar tutan emtiayı taşıdığına bizzat şahit olmuştur560
.
Yine, 1816'da Musul'u ziyaret eden Buckingham, Musul'daki bazı tüccarların
Hindistan'dan getirdikleri malları Basra üzerinden Suriye'ye götürüp, burada Avrupa malları
ile mübadele ettiklerini, bir kısım malların ise Anadolu ve Tokat'a sevk edildiğini, buralardan
alınan bakırın ise Bağdat'a gönderildiğini yazmaktadır561
.
Seyyahların verdikleri bu bilgiler, Musul'daki ticari canlılığın XIX. yüzyıla kadar
devam ettiğini göstermektedir.
Diğer yandan, devrine göre sanayi tesisleri addedebileceğimiz boyahane, darphane,
debbağhane, macunhane vb. gibi tesisler, diğer pek çok Osmanlı şehrinde olduğu gibi, Musul
şehrinde de yoğunlaşmıştır.
Öteden beri Musul tekstil sanayii ileri bir düzeydedir. Özellikle Atabekler döneminde
dünyanın önemli tekstil merkezi olmuştur. Musul'da üretilen kumaşlar dünyada "Muslin
(Moslin)" olarak ün yapmıştır562. Musul'daki dokuma iş koluna bağlı olarak tesis edilen
boyahanelerde iplikler renklendirilip, kumaşlar boyanmakta idi. Tahrir defterlerine göre 1523-
1575 tarihleri arasında sancak dahilindeki boyahane sayılarında sürekli bir artış meydana
gelmiştir. Nitekim, 1523'te sancak dahilindeki boyahane sayısı 2 iken; 1540’ta 7'ye; 1558'de
8'e ve 1575'te 9'a yükselmiştir563. Boyahane sayısındaki bu artış, Osmanlı döneminde
Musul'daki dokuma sanayii hacminin de artarak devam ettiğinin bir göstergesidir.
Diğer yandan, Avrupa kumaşlarının XIX. yüzyılda Musul pazarlarında satılması ile
beraber, meşhur Musul kumaşları eski itibarını kaybederek revaçtan düşmüştür. Nitekim,
559 Mustafa Öztürk, “Osmanlı İktisadında Fiyatları Etkiliyen Unsurlar”, Şerafettin Turan Armağanı, Antakya
1996, s. 230-231; Rifat Özdemir, “Ankara ve Antakya Sancaklarına Ait Bazı Gelir ve Giderlerin Mukayeseli
Tahlili (1790, 1806)”, Şerafettin Turan Armağanı, s. 210-212.
560 Niebuhr, age., s.374.
561 Buckingham, age., s.37-39.
562 Deveci, "Sanaiyetü'l Musul...", s. 93; Muhammad Rashid Al-Feel; The Historical Geography Of Iraq,
Between Mongolian And Ottoman Conquests, 1258-1534, C. I, Nejef 1965, s.267.
563 Bk. Üçüncü Bölüm, Tablo-27.
105
1852'de Musul'u ziyaret eden Mehmet Hurşid Paşa'nın ifadesine göre, Musul kumaşı Avrupa
kumaşlarından daha sağlam ve dayanıklı olmasına rağmen, Avrupa kumaşları daha ucuz
olduğu için fazla revaç bulmuş, bu da Musul dokuma sanayiine büyük bir sekte vurmuştur564
.
2.5.2. Ticarî Mekânlar (Çarşı ve Pazarlar)
Osmanlı şehirlerindeki ticarî mekânlar, bedestenler, hanlar, dükkânlar ve pazar
yerleridir565. Yukarda temas ettiğimiz gibi, doğu-batı arasındaki ticaret yolunun muhtelif
bölgelere ayrıldığı bir güzergâhta bulunması, Musul ticaretinin canlılığını arttırmıştı. Bu ticarî
canlılığın tabii bir sonucu olarak, Musul şehrinde pek çok ticarî mekânlar tesis edilmiştir.
Omari'nin verdiği rakamlara itibar edecek olursak, XIII. yüzyılda Musul şehrinde; 980 giyim
hanı, 99 adet susam atölyesi, 75000 el tezgâhı, 120 adet kapalı çarşı (Kayseriyye), 36 adet suk
(Pazar) ve 548000 dükkân bulunmaktadır566. İlhanlı ve Celayirli dönemlerindeki tahribata
rağmen, Osmanlı döneminde de önemli ticari mekânların varlığına şahit olmaktayız.
Musul şehrinin ekonomik merkezi, Osmanlılar döneminde şehrin doğusunda Saray
kapısı, Top kapısı ve İç kale arasındaki bölgede yoğunlaşmıştır567
.
Tahrir defterlerindeki kayıtlara geçtiği kadarıyla 1523-1575 tarihleri arasındaki ticari
mekânlar ve bunların adetleri tablo-7'de verildiği gibidir.
Tablo-7: Musul Şehrindeki Ticarî Mekânlar ve Sayıları (1523-1575)
No Ticari Mekânın Adı Adedi
1523 1540 1558 1575
1 Kayserriyye (kapalı çarşı) 2 16 16 16
2 Kervansaray 1 - - -
3 Boyahane 1 1 1 1
4 Ma'cunhane 1 1 1 1
5 Meyhane 1 1 1 1
6 Debbağhane 1 1 1 1
7 Dükkân 68 173 248 248
8 Han - 3 35 33
9 Darphane - - 1 1
10 Kasaphane - - 1 -
Toplam 75 196 305 302
Şüphesiz bu rakamlar, Musul şehrinde mevcut ticarî mekânların tamamını
yansıtmayıp, evkaf kayıtları arasında geçen sayılardır.
Tahrir defterlerinden öğrendiğimiz kadarıyla Musul şehrinde bir adet “Küçük Çarşı”
564 Mehmed Hurşid Paşa, age., s.224.
565 Gönül Tankut, "Osmanlı Şehrinde Ticarî Fonksiyonların Mekânsal Dağılımı", VII. TTK., 25-29 Eylül, 1970,
Ankara 1973, s.776.
566 M. Rashid Al-Feel, age., s.266.
567 Raymond, age., s.148.
106
(Sukk-ı Sağir), bir adet "Esb ve Ester Pazarı" ve bir adet te "Rişte Pazarı" mevcuttur568
.
GRAVÜR
Musul Pazarının Bir Gravürü (Seyyah J. S. Buckınham’dan, 1816)
2.5.3. Esnaf Gurupları
Bilindiği gibi, Osmanlı şehirlerinde yaygın bir esnaf teşkilatı bulunmaktaydı.
Şehirdeki üretim faaliyetlerine katılan insanlar, bağlı bulundukları iş kolunda, ekonomik,
malî, idarî ve sosyal yönleri bulunan esnaf teşkilatına üye idiler569. Bu uygulamanın bir
sonucu olarak dinî-sosyal bir kurum olan ahilik teşkilatı ilk dönemlerden itibaren Osmanlı
şehirlerinde büyük bir önem kazanmıştır. Çeşitli iş kollarındaki meslek sahiplerinin yetişmesi,
iş-güç sahibi olması, mesleğe geçmesi birtakım kurallara bağlanmış ve ahilik teşkilatı
tarafından yürütülmüştür570. Fakat, bu teşkilat zamanla sultanların takip ettikleri merkeziyetçi
politika ve başka sebeplerden dolayı zayıflayarak lonca teşkilatına dönüşmüştür. XVI.
yüzyılın başlarından itibaren varlığını iyice hissettiren “Lonca Esnaf Teşkilatı”, şehirdeki
herhangi bir esnaf gurubu mensuplarının belli sayıda bir gurup teşkil etmelerinden ortaya
çıkan iktisadî dayanışmayı teşkil etmektedir571
.
568 BOA, TD., 998, s. 60-61; BOA, TD., 195, s. 7-8; BOA, TD., 308, s.10, 12, 191; BOA, TD., 660, s. 7, 268.
569 Özdemir, age., s.226.
570 Ahilik Teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, TTKB., Ankara
1989.
571 Özdemir, age., s. 226.
107
Lonca Esnaf Teşkilatı’nın başında sultanın berât-ı şerifi ile atanan yöneticiler
bulunmaktaydı572. Bu yöneticiler devletle esnaf arasında aracı görevi yürütürlerdi. Şehir
idarecilerine karşı esnafı temsil eden bu idarecilere, “Kethüda”, “Şeyh”, “Ahi” ve “Baba” gibi
adlar verilmekteydi. Bu esnaf yöneticilerinin yardımcısı olarak bir de “Yiğitbaşı”
bulunmaktaydı.
Esnafın kendi aralarında seçtiği yöneticiler kadı (naib)’nın ilâmı ile merkeze bildirilir
ve berat gönderilmesi ile atama işlemi tamamlanmış olurdu.
İnceleme dönemimiz içerisinde Musul şehrindeki bazı esnaf ve mesleki guruplar
hakkında tahrir defterlerinde birtakım kayıtlar mevcutsa da bu esnafın üye olduğu teşkilatları
hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir.
1540, 1558 ve 1575 tarihli tahrir defterlerinde, şehrin mahalleleri ve buralarda meskûn
kişilerin isimlerinin altına, yer yer mesleklerini gösteren kayıtlar da bulunmaktadır. Her ne
kadar bu kayıtlar şehirdeki mesleki grupları ve esnaf saysını tam olarak yansıtmıyorsa da
genel bir fikir edinmek açısından kayda değer.
Bahsedilen tahrir defterlerinin incelenmesi sonucu, muhtelif iş kollarında çalışan 35
esnaf grubu tesbit edilmiş olup, teferruatı tablo-8'de verildiği gibidir.
Tablo-8: Musul'daki Esnaf Grupları (1540-1575)
No Mesleğin Adı 1540 1558 1575
1 Abayi (Abacı) 2 - -
2 Attâr 2 2 1
3 Bakkâl 1 2 4
4 Baytâr - 2 -
5 Bennâ (İnşaat ustası) 2 - 2
6 Börekçi 2 - 3
7 Hamami 5 8 10
8 Çukacı (yüncü, kumaşçı) 1 - -
9 Dâşçı - - 1
10 Debbâğ - 4 8
11 Dellâk (hamamda müşterileri
keseleyip yıkayan)
3 1 -
12 Dellâl (Alıcı-satıcı arasında
vasıta olan kimse) - - 3
13 Demirci - - 1
14 Habbâz (Ekmekçi) 9 2 7
15 Hallâc (Pamuk, yatak, yorgan
atan kimse) 9 10 7
16 Hallâk (Berber) 7 5 2
17 Harrât (Çıkrıkçı) - - 2
572 Özdemir, “Antakya Esnaf”, s. 13.
108
18 Hattâb (Oduncu - - 1
19 Haymeci (Çadırcı) - 1 -
20 Hayyât (Terzi) 15 6 11
21 Helvâcı 2 - -
22 Kassâb 16 8 20
23 Kavâs (Okçu) 1 1 4
24 Keçeci - - 1
25 Kelekçi 1 - -
26 Ketâni 3 4 3
27 Kevreci (Sarıkçı) - - 5
28 Kürkçü 1 - 1
29 Neccâr (Dülger) 13 6 3
30 Sağarcı (Bardakçı) - 1 -
31 Sakâ 3 7 2
32 Sarrâç 8 2 2
33 Sarraf 3 - -
34 Sinici - 1 -
35 Tabbah (Aşçı) 3 2 2
Toplam 112 75 106
Tabloda görüleceği üzere, tahrir kayıtlarına yansıdığı kadarıyla, 1540 tarihinde 112
olan esnaf sayısı 1558 tarihinde 75’e gerilemiştir. 1575 tarihinde bu sayı tekrar yükselerek
106’ya ulaşmıştır. Ayrıca, meslekî gruplar içerisinde en yaygın olanın dokuma iş kolu olduğu
görülmektedir.
3. DİNÎ VE SOSYAL YAPILAR
3.1. Camiler
3.1.1. Ulu Câmi (Câmi-i Nuri)
Nureddin Mahmud b. İmaduddin Zengi tarafından 1170-1172 (566-568) tarihleri
arasında yapılmıştır573. Aslında bu tarihlerde II. Seyfeddin Gazi b. Kutbeddin Mevdud Musul
hükümdarıdır. Ancak, bu hükümdar devlet işlerini vezir Fahreddin Abdülmesih'e bırakmış,
fakat halk Fahreddin’in idaresinden memnun kalmamıştır. II. Seyfeddin, Musul halkının
vezirin idaresinden şikayetçi olması üzerine Nureddin Mahmud Zengi'yi yardıma çağırmıştır.
Bunun üzerine Nureddin Zengi 1170 (566)'de Musul'a gelerek yeğeni II. Seyfeddin'in
devlet işlerindeki aksaklıklarını gidermeye çalıştı. Musul'da kaldığı 24 gün zarfında halkın
çeşitli ihtiyaçlarını tespit etti. O sırada Musul'un tek camisi olan Emeviye camisinin halkın
ihtiyacına cevap vermediğini görünce Musul'da bir cami yaptırmaya karar verdi574. Eski bir
573 Said Deveci, "Câmi-i'n-Nuri fi'l-Musul", Sumer, V, Bağdad, 1949, s.276; Avad, age., s.10; Abdüsselam
Uluçam, "Musul Ulu Câmisi Üzerine", Türk Dünyası Tarih Dergisi, S.2, 1987, s.57.
574 Deveci, "Câmi-i'n-Nuri”, s.279; Uluçam, agm., s.57.
109
harabe ile etrafındaki pazar yerini satın alarak, Şeyhi Müinü'd-Devle Ömer b. Müle'yi inşaatı
yapmakla görevlendirdi575
.
İki yıllık bir çalışmadan sonra 1172 (568)'de cami ve bitişiğindeki medresenin yapımı
tamamlandı. Hatip ve müderrisliğine İmâdeddin Ebubekir Eş-Şafi tayin edilerek, ayrıca
zengin vakıflar tahsis edildi576
.
Cami Osmanlı öncesinde ve Osmanlı döneminde zaman zaman tadilat görmüştür.
Mesela; Bedreddin Lulu döneminde ve 1476 (881)'da da Uzun Hasan tarafından tamir
edilmiştir577. Osmanlı döneminde ise 1640 (1050)578, 1738 ve 1854’te tadilat görmüştür579
.
1942'de Câminin yıkılması üzerine 1944 tarihinde bütün kalıntıları yıkılarak üzerine
dört minareli bir câmi yapılmıştır580
.
Öte taraftan Musul Ulu Câmii'nin Osmanlı döneminde de zengin vakıf gelirlerine
sahip olduğunu görmekteyiz. Bu vakıf gelirleri arasında dükkân, han ve arsa kiraları ile Kabak
Çevliği köyü vergi gelirlerinin 1/4'ü ve iki bahçe geliri bulunmaktadır. Câminin 1523'te
15624; 1540’ta 25375; 1558'de 32511 ve 1575'te 38220 akçalık evkaf geliri mevcuttur581. Bu
gelirler günlük (fi yevm) hesabiyle muhtelif görev ve görevliler için harcanmakta idi (Bk.
Vakıflar Bölümü).
Diğer yandan, Ulu Câminin en önemli özelliği çok yüksek bir minaresinin
bulunmasıdır. Gerçekte 5,70 m. genişliğinde 15,80 m. Yüksekliğindeki bir kare kaide üzerine
55 m. Yüksekliğindeki silindir gövdeli minare oturtulmuştur582. Bu minarenin bir diğer
özelliği ise, şerefeye çıkarken birbirinden bağımsız iki ayrı çıkış merdiveninin
bulunmasıdır583
.
575 Salnâme, s.89; Uluçam, agm., s.56.
576 Deveci, "Câmi-i'n-Nuri”, s.279; Uluçam, agm., s.57.
577 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı I, İstanbul, 1972, s.101; Mustafa Cezar, Anadolu Öncesinde Türklerde Şehir ve
Mimarlık, İstanbul, 1977, s.404; Herzfeld, Tigrisgebiet, s.227.
578 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.227.
579 Abdüsselam Uluçam, Iraktaki Türk Mimari Eserleri, KBY., Ankara 1989, s.175.
580 Uluçam, age., s. 175.
581 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.142; BOA, TD., 308, s.177; BOA, TD., 660, s.257.
582 Uluçam, agm., s.59.
583 Deveci, "Câmi-i'n-Nuri”, s.289.
110
111
3.1.2. Emevi Câmii
Musul'da kurulan en eski câmidir. Muhtelif devirlerde "Mescid-i Câmi", "Emevi
Câmii", "Eski Câmi (Câmi-i Atik)" ve "Musaffi (Musaffa) Câmii" gibi isimlerle zikredilmiş
olup, en yaygın olarak "Emevi Câmii" şeklinde kullanılmıştır584
.
Emevilerden önce Mescid-i Câmi diye zikredilirdi. Emevi Câmisi ismiyle meşhur
olması câminin Emeviler döneminde yapılmış olmasından değil, fakat Musul'da iki kez valilik
yapan Mervan b. Muhammed (720-722/ 102-104; 743-744/126-127) tarafından yenilenip
genişletilmiş olmasından kaynaklanmaktadır585
. Zira, Emevi Câmii Musul'un müslümanlar
tarafından fethedilmesinden hemen sonra Utbe b. Ferkad Es-Sulemi tarafından yapılmıştır586
.
Abbasi halifesi Mehdi 783 (167)'te câminin genişletilmesini istemiş ve yapılan
çalışmalardan sonra, Emeviler dönemindeki durumundan daha fazla genişletilmiştir587
.
Ayrıca, Atabekler döneminde de 1061 (453)'de tadilat görmüştür. Atabekler devrinde
Eski Câmi (Câmi-i Atik) diye isimlendirilmiştir. Keza, Atabekler h. 566-568 tarihlerinde Nuri
Câmii'ni inşa edince buna Yeni Câmi (Câmi-i Cedid), Emeviler Câmiine de Eski (Atik) Câmi
ismini vermişlerdir588
.
Musul'un Moğollar tarafından işgal edilmesinden sonra şehirde birçok tahribat
yapılmış, bu tahribattan Emevi Câmii büyük ölçüde zarar görmüş ve namaz kılınmayan,
metruk bir câmi olarak kaderine terk edilmiştir589
. Elimizdeki dört tahrir defterinde
Musul'daki dinî ve sosyal yapılar hakkında ayrıntılı bilgi verilmesine rağmen Emevi câmii
hakkında herhangi bir kaydın bulunmaması, Moğol istilasından sonra uzun yıllar
kullanılmadığına işaret etmektedir.
Câmi ancak XIX. yüzyılda yeniden ibadete açılmıştır. Zira, 1839 (1255)'te El-Hac
Muhammed Musaffi câmii yıkarak yerine yenisini inşa etmiştir. Bu tarihten itibaren de
Musaffi (Musaffa) diye adlandırılmıştır590
.
3.1.3. Mücahidi (Kaymazi) Câmii
Diclenin kıyısında, Musul şehrinin güney-doğusunda yer almaktadır. Musul Atabegi
584 Said Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi Fi'l-Musul", Sumer, VI, Bağdad, 1950, s.211; Avad, age., s.9.
585 Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi…”, s.212; Avad, age., s.10.
586 Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi…”, s.211; Avad, age., s.9.
587 Avad, age., s.10.
588 Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi…”, s.211; Avad, age., s.10.
589 Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi…”, s.217; Uluçam, age., s.88.
590 Deveci, "El-Câmiü'l-Emevi…”, s.211; Avad, age., s.10.
112
Mücahideddin Kaymaz tarafından 1176-1180 (572-576) tarihlerinde yapılmıştır591
.
591 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.235; al-Dakuki, agt., s.208; Uluçam, age., s.85.
113
Moğol istilası sırasında şehirle birlikte harap olmuştur. 1726 (1139)'da Musul valisi
olan Ali Paşa câmii tamir ettirerek Hızır aleyhisselama ithaf etmiştir. 1847 (1264)'de vali
Tayyar Paşa tarafından tekrar elden geçirilmiştir592
.
Mücahideddin Kaymaz tarafından yapıldığı için Mücahidi, ilk yapısında tamamen
kırmızı tuğlalar kullanıldığı için Câmiü'l-Ahmer, Hızır İlyas'a ithaf edildiğinden Hızır İlyas,
şehrin dışında kaldığı için Câmii Rabz gibi isimler verilmiştir593. Ayrıca, 1523-1540 tarihli
tahrir defterlerinde de Kaymazi Câmii olarak kaydedilmiştir594
Câmiye 1523'te bir zemin kirası olan 200 akça595, 1540’ta ise bir bahçenin geliri olan
200 akça596 ayrılmıştır. Bu gelirler imâm ve müezzin cihetlerine sarf olunmaktadır. 1558-1575
tarihli tahrirlerde câminin kaydı yoktur (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2. Mescitler
Osmanlılarda mescid tâbiri, genellikle mahalle aralarında ahşap olarak inşa edilmiş
küçük câmiler için kullanılmıştır597
.
Musul'da 1523-1575 tarihleri arasındaki dönemde 50 mescit ismi tespit ettik. 1523'te
dört, 1540’ta beş, 1558'de 48 ve 1575'te 47 mescit kaydı müşahade edilmektedir. Dikkat
edilecek olursa 1558-1575 arasında mescit sayısının büyük bir artış kaydettiği görülmektedir.
Aslında, 1540 tarihinde yapılan tahrirden sonra ilk tahrir 1558'de yapıldığı için, 1540’tan
sonra yapılan mescitler de ancak 1558 tahririnde kaydedilebilmiştir. Dolayısıyla, Musul
şehrindeki mescit sayısının artış gösterdiği dönemin 1540-1575 tarihleri arası olduğunu
söylememiz mümkündür.
Bu mescitlere muhtelif dükkân, han, çiftlik zemini, hamam, bahçe vs. vakfedilerek
bütün ihtiyaçları karşılanmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü). Birçok mescidin en az imâm ve
müezzin kadrosunun olduğu görülmektedir.
Dikkat çeken diğer bir husus ise, mescidlerin tamamına yakınının şahıs ismi
taşımasıdır. Birkaçı hariç (Zeyd b. Ali mescidi gibi) tutulacak olursa, diğerlerinin bânilerinin
ismiyle anıldığını söylememiz mümkündür. Mescid bânileri arasında 14 hacı, 8 şeyh ve 6
592 Uluçam, age., s.85.
593 Uluçam, age., s.85, 3 no'lu dipnot.
594 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 195, s.144.
595 BOA, TD., 998, s.88.
596 BOA, TD., 195, s.144.
597 C. Esad Arseven, "Mescid", Sanat Ansiklopedisi, İstanbul 1966, III/15, s.1308'den nakleden; Feridun M.
Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, TTKB., Ankara 1989, s.87; Pakalın, age., C. II, s.488.
114
hoca ünvanının bulunması, ilmiye ve tarikat kökenli kimselerin mescit yapımına önem
verdiklerine delalet eder.
3.2.1. Ebu'l-Ula Mescidi
Cemmâse mahallesindedir598
. 1523 ve 1540’ta evkafı iki dükkân kirasından ibaret
iken, 1558-1575 tarihlerinde buna bir de hân icâresi ilave edilmiştir. Vakfın 1523'te 720,
1540’ta 900 ve 1558-1575 tarihlerinde 948'er akça varidatı mevcuttur 599 (Bk. Vakıflar
Bölümü).
Bu gelirler günlük hesabiyle imam, müezzin cihetleri ile ruğbaha ve hasır masrafları
için harcanmaktadır.
3.2.2. Cemaleddin Vezir Mescidi
1523 tarihli tahrirde kaydının bulunmamamsı bu tarihten sonra yapılmış olabileceğini
düşündürmektedir.
Musul'un Sukku'l-Gazal mahallesindedir600. 1540’ta dört dükkân, 1558-1575
tarihlerinde ise altı dükkânın kirasından ibaret olan evkafının her üç tarihte de 2580 akçalık
geliri mevcuttur601 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu meblağ, imamet, tevliyet, ferraş cihetleri ile ruğbaha ve hasır masraflarına
harcanmaktaydı.
3.2.3. Hâcı Şahkulu Mescidi
İmâm Avneddin mahallesinde602 bulunan mescidin bânisi Hâcı Şâhkulu'dur603 1558'de
imâmı Monla Mehmed'dir. Bu tarihte vakıf gelirleri içerisinde bir dükkân kirası bulunmakta
iki dükkân ise henüz bina olunmaktadır. 1575 yılına gelindiği vakit bu iki dükkânın
bitirildiğini, fakat henüz bir gelirinin mevcut olmadığını görmekteyiz.
Vakfın gelir toplamı 360 akça olup, imâmet cihetine sarf olunmaktadır (Bk. Vakıflar
Bölümü).
3.2.4. Şeyh Mehmed Belkısi Mescidi
598 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
599 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 195, s.145; BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
600 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
601 BOA, TD., 195, s.145; BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
602 BOA, TD., 308, s.185; BOA, TD., 660, s.262.
603 BOA, TD., 308, s.185.
115
Şeyh Mehmed el-Belkısi, Musul'un önde gelen arif ve şeyhlerindendir. Nefs-i
Musul'da sur dahilinde bir câmide medfundur604
. Mescid, Bâbü'l-Irak mahallesindedir605
.
1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde kaydı yoktur.
Bir dükkân kirası ve üç hân icâresinden ibaret olan evkafının toplam hasılı 360 akçadır
(Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.5. Çihâr-ı Suk Mescidi
Tahrir defterlerinde "nefs-i Musul'da" olduğu kaydedilmiş, fakat hangi mahallede
bulunduğu belirtilmemiştir. Belgelerde belirtilmemekle beraber "Çihâr-ı Suk“ mahallesinde
olduğunu tahmin ediyoruz.
Evkafı, 1523 ve 1540 tarihlerinde üç hassa dükkânın zemin kirasından müteşekkil
iken, 1558'de bu dükkân sayılarının yediye çıktığını görmekteyiz. 1575 tahririnde ise kaydı
mevcut değildir.
1523'te 900; 1540’ta 720 ve 1558'de 2160 akça geliri mevcuttur606 (Bk. Vakıflar
Bölümü). Bu meblağ günlük hesabiyle imam ve müezzin cihetleri ile ruğbaha için
harcanmaktadır.
3.2.6. Şeyh Mehmed b. Celâl Mescidi
Bu mescid Şevârbe mahallesinde bulunuyordu607. Evkafı beş dükkân gelirinden ibaret
olup, 1523'te 1440, diğer tarihlerde ise 1800 akçadır608 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu meblağ nezâret, imâmet, müezzin cihetleri ile ruğbâha ve hasır masraflarına
harcanmaktadır.
3.2.7. Ma'şuk Mescidi
Musul'un Dâr-ı Sinâm mahallesindedir609. 1540 tarihli tahrir defterinde kaydı yoktur.
Mescidin evkafı 1523 tarihinde beş dükkân, 1558-1575 tarihlerinde ise dört dükkân
(bunlardan birinin 1/3 hissesi vakfa ait iken, biri ise hâli ve hârabedir) gelirinden ibarettir.
Gelir toplamı 1523'te 540 ve 1558-1575 tarihlerinde 1020 akçadır. Bu meblağ imâmet
ve müezzin cihetlerine harcanmaktaydı610 (Bk. Vakıflar Bölümü).
604 Salnâme, s.85-86.
605 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.264.
606 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.144; BOA, TD., 308, s.176.
607 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.267.
608 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 195, s.145; BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.267.
609 BOA, TD., 308, s.185; BOA, TD., 660, s.262.
116
3.2.8. Zeyd b. Ali Mescidi
İmâm Zeyd, Hz. Hüseyin'in torunu ve Ali Zeynelabidin'in oğludur611. Musul'da aynı
isimle mezar ve zaviyesi de bulunmaktadır612. Ayrıca Musul'un mahalle adlarından biri de
Zeyd b. Ali'dir.
Zeyd b. Ali mescidi Dâr-ı Hâcı Ahmed mahallesinde bulunmaktaydı613. Evkafı bir
dükkân kirasından ibarettir. Yıllık geliri 360 akçadan oluşmaktadır. Bu gelir yağ ve hasır
masraflarına harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.9. Şeyh Muhammed Sitâr Mescidi
Kara Depe mahallesindedir614. Evkafı arasında yedi dükkân, bir hamam ve bir hân
bulunmaktadır. Bu dükkânlardan üçünün 308, ikisinin (1/4 hisse) 204, birinin (1/2 hisse) 60
akçalık geliri mevcutken, biri ise hâli ve hârabedir. Hacı Mehmed hamamının 180 akça ve bir
hân kirasının 36 akçalık geliri ile beraber, yıllık gelir toplamı 788 akçadır.
Gelir tutarından imâm ve müezzin cihetlerine gerekli harcamalar yapıldıktan sonra,
ziyadesi yağ ve hasır masraflarına harcanıyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.10. A'rabi Mescidi
Nefs-i Musul'da "Küçük Çarşı" 'da (Sukk-ı sağir) bulunuyordu615
.
Evkafı dört dükkân ve bir kasaphâne kirasından ibarettir. Bunlardan birinin yarım
hissesi (1/2), birinin üçte bir (1/3) hissesi, diğer ikisinin ise kiralarının tamamı bu mescide
vakfedilmiş olup, yıllık gelir toplamı 1620 akçadır616 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir imâm ve müezzin cihetlerine harcanmakta, kalanı da yağ ve hasır
masraflarına ayrılmakta idi.
3.2.11. Şeyh Ebubekir Sâmi Mescidi
Mescid Çihar-ı Suk mahallesindedir. Evkaf gelirleri arsında bir kıta' zemin ile bir hân
kirası bulunmaktadır. Toplam geliri 350 akçadan ibarettir617
.
Bu gelir mescidin yağına ve hasırına harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
610 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 308, s.185; BOA, TD., 660, s.262.
611 Muhammed Ebu Zehra, İslâmda İtikadi-Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (Çev: Sıbğatullah Kaya), İstanbul
1993, s.623.
612 BOA, TD., 998, s.87-88; BOA, TD., 195, s.143-144; BOA, TD., 308, s.184, 190; BOA, TD., 660, s.267.
613 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
614 BOA, TD., 308, s.190; BOA, TD., 660, s.267.
615 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
616 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
617 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
117
3.2.12. Şeyh Mehmed (Şeyh Ömer) Arabi Mescidi
1558 tarihli tahrir defterinde Mescid-i Şeyh Mehmed Arabi, 1575 tarihli tahrir
defterinde ise Mescid-i Şeyh Ömer Arabi olarak kaydedilmiştir. Cemmâs mahallesindedir618
.
Vakıf gelirleri üç dükkân, bir hân ve kıta' zemin kirasından müteşekkildir. Bu
dükkânlardan birinin üçte bir (1/3) hissesi vakfa aittir.
Yıllık gelir toplamı 790 akça olup, imâm ve müezzin cihetlerine sarf edildikten sonra
ziyadesi vakfın yağı ve hasırı için ayrılırdı (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.13. 'Abd-i Alim Mescidi
Zeyd b. Ali mahallesinde olup, evkafı iki dükkândan ibarettir619
.
Yıllık hasılatı 360 akçadır. Mescidin yağ ve hasır masraflarına sarf olunmaktadır (Bk.
Vakıflar Bölümü).
3.2.14. Ferihşâd Bey Mescidi
Doğan medresesinin yakınında bulunuyordu. Evkaf gelir toplamı 2520 akçadan
ibarettir. Bu gelirin 720 akçası iki dükkândan, 1800 akçası ise sayısı belli olmayan bazı
dükkânlardan sağlanıyordu620
.
Vakfın gelirleri imâmet, tevliyet, müezzin cihetleri ile ruğbaha ve hasır masraflarına
harcanıyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.15. Hoca Burhan Mescidi
Hâcı Ahmed mahallesindedir. Evkafı bir dükkândan ibaret olup, 540 akça geliri
mevcuttur621 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir imâmet ciheti ile ruğbaha ve hasır masraflarına sarf edilmektedir.
3.2.16. Hâcı Ali Attar Mescidi
Zeyd b. Ali mahallesinde bulunan mescidin evkafı bir hân gelirinden ibaret olup, yıllık
120 akça geliri vardır622 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir yağ ve hasır için harcanmaktadır.
3.2.17. Hâcı Yunus Mescidi
618 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.262.
619 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
620 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
621 BOA, TD., 308, s.192; BOA, TD., 660, s.268.
622 BOA, TD., 308, s.192; BOA, TD., 660, s.269.
118
Mescid, Bâbü'l-Irak mahallesindedir. Evkafı bir hânın gelirinden ibarettir. Yıllık 120
akça hasılatı yağ ve hasır masraflarına harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.18. Kadir Beg Mescidi
Tahrir defterlerinde nefs-i Musul'da olduğu kaydedilmiş, fakat hangi mahallede
bulunduğu belirtilmemiştir. Evkafı iki dükkândan ibarettir. Geliri 1558'de 360, 1575'te 540
akçadır623. 1575 tarihinde evkaf gelirlerine bir kıta' zemin de ilave edilmiş olmasına rağmen
henüz varidatı yoktur (Bk. Vakıflar Bölümü).
Vakfın geliri 1558'de yağ ve hasır masraflarına harcanırken, 1575 tarihinde imâm ve
müezzin cihetlerine sarf olunmaktadır.
3.2.19. Hamâmü'l-Merâyi Mescidi
Sadece 1540 tarihli tahrir defterinde kaydı bulunmaktadır. Evkafı üç dükkândan
ibarettir. Toplam hasılı 1080 akçadır624 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir imâm, müezzin cihetleri ile yağ ve hasır için harcanmaktadır.
3.2.20. Ahmed Mescidi
Yalnızca 1575 tarihli tahrir defterinde kaydı bulunmaktadır. Evkafı bir bahçeden
ibarettir. Yıllık 600 akça geliri mevcuttur625 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Geliri imâm ve müezzin cihetlerine harcanmaktadır.
3.2.21. Hasan Bevvâbi Mescidi
Kaydı yalnızca 1558 tarihli tahrir defterinde geçmektedir. Bâbü'l-Irak mahallesindedir.
Evkafı yoktur (bi vakıf)626
.
3.2.22. Hâcı Hasan Mescidi
Bu mescid de sadece 1558 tarihli tahrirde olup, diğerlerinde kaydı yoktur. Evkafı
yoktur627
.
3.2.23. Hân Ahmed Acemi Mescidi
623 BOA, TD., 308, s.192; BOA, TD., 660, s.269.
624 BOA, TD., 195, s.145.
625 BOA, TD., 660, s.269.
626 BOA, TD., 308, s.192.
627 BOA, TD., 308, s.192.
119
Tahrir defterlerinde Râniye mahallesinde olduğu kaydedilmiş olmakla beraber628
,
Musul'un mahalleleri arasında bu isimde bir mahalle mevcut değildir (Bk. Şehrin Fiziki
Durumu Bölümü).
Evkafı bir dükkân ve üç hândan ibaret olup, toplam 192 akça geliri mevcuttur. Bu
meblağ yağ ve hasır masraflarına harcanıyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.24. Hâcı İbrahim 'Avni Mescidi
Bâbü'l-Irak mahallesindedir. Evkafı bir dükkân kirasının yarısı (1/2) ile bir hân
kirasından ibarettir. Toplam 120 akça geliri mevcuttur629 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Geliri yağ ve hasır masraflarına harcanmaktadır.
3.2.25. Hâcı Ömer Mescidi
Kara Depe mahallesinde bulunmaktadır630. Evkafı dört dükkândan ibarettir. Bu
dükkânlardan ikisinin 1/3 hissesi mescid vakfına ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
Toplam geliri 540 akçadır. Bu meblağ imâmet ve müezzin cihetlerine harcanıyordu.
3.2.26. Mevlânâ Selâmullâh Mescidi
Cercis Peygamber merkadinin yakınındadır. Evkafı altı dükkândan ibarettir. Yıllık
geliri 1558'de 540, 1575’te 800 akçadır631
.
Bu meblağ imâmet, tevliyet, müezzin cihetleri ile hasır vs. masraflarına
harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.27. Dârü's-Saade Mescidi
Bâbü'l-Irak mahallesindedir. Mescidin evkafını iki dükkân kirası oluşturmaktadır.
Yıllık 540 akça geliri mevcuttur632
.
Bu meblağ ruğ ve hasır için harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.28. Hâcı İsa Hammâk Mescidi
Nefs-i Musul'da bulunmaktadır. Evkafı iki dükkân ile bir zeminden ibarettir. Bu
dükkânlardan birinin dörtte bir (1/4), diğerinin üçte bir (1/3) hissesi vakıf için ayrılmıştır.
Gelir toplamı ise 480 akçadır633 (Bk. Vakıflar Bölümü).
628 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.263.
629 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.263.
630 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.263.
631 BOA, TD., 308, s.186; BOA, TD., 660, s.263.
632 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
120
Bu meblağ imâm ciheti ile ruğ ve hasır için sarf edilmektedir.
3.2.29. Hoca Şâh Mahmud Güşen Mescidi
Musul'un Heyti mahallesindedir. Evkafı, yıllık 360 akça hasılatı olan bir dükkândan
ibarettir. Bu gelir günlük bir akça hesabiyle imâm cihetine ayrılmıştır 634 (Bk. Vakıflar
Bölümü).
3.2.30. Hoca İsa Mescidi
Cemmâs mahallesindedir. Evkafı, mescidin yanında yer alan bir kıta' zeminden ibaret
olup, yıllık 180 akça geliri mevcuttur635 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu meblağ yağ ve hasırına harcanmaktadır.
3.2.31. Boz Ali Mescidi
Akabe mahallesinde bulunan mescidin evkafı bir dükkândan ibarettir636. Yıllık hasılatı
180 akça olup, yağ ve hasır için ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.32. Hoca Hasan Torun Mescidi
Tahrir defterlerindeki kayıtlardan Halil adlı mahallede olduğu kaydedilmiştir637. Fakat,
Musul'un mahalle kayıtları arasında bu isimde bir mahalle mevcut değildir.
Evkafı, mescidin yanında bulunan bir kıta' zeminden ibaret olup, 180 akçadır. Bu gelir
mescidin yağına ve hasırına harcanmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.33. Şeyh Hasan Bekri Mescidi
Aynı isimli mahallededir. Evkafı bir hânın kirasından ibarettir. Yıllık 180 akça geliri
mevcut olup, yağ ve hasırına harcanmaktadır638 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.34. Pir Ahmed Mescidi
Şeyh Hasan Bekri mahallesinde bulunan mescidin evkafı iki dükkândan ibarettir.
Yıllık 720 akça hasılı vardır639 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir imâm ve müezzin cihetleri ile ruğ ve hasır masraflarına harcanmaktadır.
633 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
634 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
635 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.264.
636 BOA, TD., 308, s.187; BOA, TD., 660, s.265.
637 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
638 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
639 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
121
3.2.35. Hoca Şahkulu Mescidi
Kal'a mahallesindedir. Evkafı bir dükkândan ibaret olup, 1558'de 360, 1575'te ise 180
akça geliri mevcuttur640
.
Bu gelir yağ ve hasır için ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.36. Mevlâna Kasım Mescidi
Musul'un Şevârbe mahallesindedir. Vakfı bir dükkândan ibarettir641 (Bk. Vakıflar
Bölümü). Yıllık 360 akça geliri yağ ve hasırına harcanmaktadır.
3.2.37. Hâcı Hasan Fecr nâm-ı diğer Beytü'ş-Şems Mescidi
Tahrir defterlerinde nefs-i Musul'da olduğu kaydedilmekle beraber, bulunduğu
mahalle kaydedilmemiştir642
.
Evkafı bir dükkândan ibarettir. Yıllık 360 akçalık hasılatı imâm cihetine sarf
olunmaktadır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.38. Şeyh Mehmed b. Nureddin Mescidi
Zeyd b. Ali mahallesindedir. İki hân kirasının yıllık 240 akçalık geliri mescidin evkafı
için ayrılmıştır643
. Bu gelir yağ ve hasır için ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.39. Hâcı Cemaleddin Mescidi
Musul'un Bâbü'l-Irak mahallesindedir. Evkafı iki dükkândan ibarettir. Yıllık varidatı
360 akçadır. Bu tutar mescidin yağ, hasır ve meremmeti için harcanmaktadır644 (Bk. Vakıflar
Bölümü).
3.2.40. Abdullah b. Seyf Mescidi
Bâbü'l-Irak mahallesindedir. Bir hân kirası mescide vakfedilmiş olup, geliri 120
akçadır. Bu yekûn yağ, hasır ve meremmetine harcanmaktadır645 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.41. Hâcı Kemaleddin Mescidi
Bâbü'l-Irak mahallesinde bulunan mescidlerden biridir. Evkafı bir adet dükkânın nısfı
(1/2) ile bir hân kirasından ibaret olup, toplam 156 akçadır646 (Bk. Vakıflar Bölümü).
640 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
641 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
642 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
643 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
644 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
645 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
646 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
122
Geliri yağ, hasır ve meremmetine harcanmaktadır.
3.2.42. Haydar Mescidi
Tahrir defterlerinde Râniye adlı mahallede olduğu kaydedilmiştir647. Ancak, daha önce
de belirttiğimiz üzere Musul'un mahalleleri içerisinde bu isimde bir mahalle mevcut değildir.
Evkafı dört hân kirası ile iki dükkândan ibarettir. Yıllık hasılatı 360 akça olup, yağ ve
hasırı için ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.43. Hâcı Kasım 'Attar Mescidi
Bulunduğu yer Zeyd b. Ali mahallesidir. Vakfı bir hân kirasından ibarettir. Hasılatı 84
akça olup, ruğbaha için sarf edilmektedir648 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.44. Hâcı Hasan Halif Mescidi
Bâbü'l-Irak mahallesinde bulunan mescidin evkafı üç hân kirasından ibarettir. Bu üç
hândan birisi hâli ve hârabe durumdadır. Diğer ikisinin yıllık 240 akçalık geliri yağ ve hasır
için ayrılmıştır649 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.45. Hâcı Receb Mescidi
Evkafı iki dükkân, bir hân kirası ve mescidin yakınında bulunan bir kıta' zeminden
ibarettir. Bâbü'l-Irak mahallesindedir.
Yıllık hasılat toplamı 300 akçadır. Bu meblağ mescidin yağ ve hasırına
harcanmaktadır650 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.46. Vâsıt Mescidi
Bu mescid de Bâbü'l-Irak mahallesinde bulunmaktadır. Evkafı bir dükkân ile bir hân
kirasından ibarettir. Toplam 120 akça geliri mevcut olup, yağ ve hasırına harcanmaktadır 651
(Bk. Vakıflar Bölümü).
3.2.47. Hoca Hasan Cemcem Mescidi
Mescidin yakınındaki bir kıta' zemin kirası evkafını oluşturuyordu. Yıllık 60 akça
hasılatı mevcuttur. Hasılatı yağ ve hasır masraflarına ayrılmıştır (Bk. Vakıflar Bölümü).
Mescid Bâbü'l-Irak mahallesinde bulunuyordu652
.
647 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.265.
648 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.266.
649 BOA, TD., 308, s.188; BOA, TD., 660, s.266.
650 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
651 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
123
3.2.48. Receb Uhuş Mescidi
Mescid Bâbü'l-Irak mahallesindedir. İki adet hân kirası mescidin evkafını
oluşturmaktadır. 120 akça geliri mevcuttur. Bu gelir yağ ve hasır için harcanmaktadır653 (Bk.
Vakıflar Bölümü).
3.2.49. Mevlâna Abdülkadir Müderris Mescidi
İmâm Avneddin mahallesindedir. Bir adet hânın kirası mescidin evkafını oluşturmakta
olup, yıllık 120 akça hasılı vardır (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir mescidin yağ, hasır ve meremmetine harcanmaktadır654
.
3.2.50. 'İsa Mescidi
İmam Avneddin mahallesinde bulunan mescidin evkafı bir dükkân ile bir hânın
kirasından ibarettir (Bk. Vakıflar Bölümü).
Yıllık hasılatı 216 akça olup, yağ ve hasırına harcanmaktadır655
.
3.3. Medreseler
Bilindiği gibi Osmanlı döneminde eğitim ve öğretim medrese ve sıbyan mekteplerinde
yapılmaktaydı. Arapça’da derase kökünden gelen medrese kelimesi, öğrencinin kendisinde
ilim öğrendiği yer manasında olup, genel olarak Sıbyan Mekteplerinin üstünde eğitim ve
öğretim yapılan orta ve yüksek tahsil müesseseleri için kullanılmaktadır656. Medreseler,
genellikle bir dershâne ve etrafında yeteri kadar talebe hücrelerinden meydana gelmektedir.
Kurucusunun anlayış ve malî gücüne göre bunların dışında imâret, kütüphâne, hamam vs.
ilâve edilirdi657
.
Atabekler döneminde Musul'da 17 medresenin mevcut olduğunu görmekteyiz658
.
Osmanlı dönemindeki medreseler hakkında ise belgelerde fazla bir bilgi mevcut
değildir. Elimizdeki tahrir defterlerine nazaran, iki medrese kaydı mevcuttur659
.
3.3.1. Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi
652 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
653 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
654 BOA, TD., 308, s.189; BOA, TD., 660, s.266.
655 BOA, TD., 308, s.191; BOA, TD., 660, s.268.
656 Baltacı, age., s. 25.
657 Ayrıntılı bilgi için bk. Baltacı, age., s. 25-50.
658 Said Deveci, "Medârisü'l-Musul fi'l-ahdi'l-Atabeki", Sumer, XIII, Bağdat 1957, s.101-118.
659 BOA, TD., 998, s.90.
124
Nureddin Şehid Câmii yanındadır660. Medresenin harap olması üzerine yerine 1558
yılında şat nehri kenarında Doğan Medresesi ismi ile yenisi inşa olunmuştur661
. Medresenin
evkafı, Musul boyahânesinden günlük olarak ayrılan gelirlerden ibarettir. Boyahâneden
ayrılan meblağ ise 1523’te 25; 1540, 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 30 akçadır. 1558 tarihinde
30 akçalık gelirin yedi akçası mütevelli Seyyid Asker'e, üç akçası ferrâş Monla Hüseyin'e,
yedi akçası talebeye ve üç akçası da kitâbet cihetleri için sarf olunmaktadır.
1575 tarihinde de Musul boyahânesi gelirinden 30 akçanın yukarıda bahsedilen
medrese cihetleri için ayrıldığı görülmektedir662
.
3.3.2. Şeyhü’l-Beled Medresesi
Bu medresenin kaydı sadece 1523 tarihli tahrir defterinde mevcuttur. Medresenin
evkafı arasında bir çiftlik zemini bulunmakla beraber, herhangi bir gelir kaydı yoktur663
.
3.4. Sıbyan Mektepleri (Muallimhâneler)
Sıbyan mektepleri (Mekteb-i Şerif, Muallimhâne) küçük çocukların eğitildiği yerlerdir.
Genellikle hayır sahiplerinin kurduğu vakıflar tarafından, ihtiyacı olan mahallelerde yaptırılır
ve vâkıfın şartlarına göre sevk ve idare edilirdi664. Bu mektepler çoğunlukla bir câminin
bünyesinde bulunmasına rağmen, müstakil olanları da vardır.
İnceleme dönemimizde, Musul’da sadece 1523 tarihli tahrirde iki adet Muallimhâne
kaydı geçmektedir. Bunların müstakil mi yoksa bir câminin bünyesinde hizmet veren
mektepler mi olduğu konusunda aydınlatıcı bilgiye sahip değiliz.
Bu arada şunu ilave etmek zarureti vardır ki, her ne kadar tahrir defterlerimizde sadece
iki medrese ve iki sıbyan mektebi ismi geçmekte ise de eğitim-öğretim hizmetlerinin verildiği
kurumların bunlardan ibaret olmadığını tahmin ediyoruz. Nitekim, Yunus Peygamber
külliyesi, Nureddin Şehid Câmii ve Cercis Peygamber Câmilerinin bir bölümünde eğitim
hizmetlerinin verildiği bilinmektedir665
.
3.5. Kilise ve Manastırlar
660 BOA, TD., 998, s. 87; BOA, TD., 195, s. 142; BOA, TD., 308, s. 183.
661 BOA, TD., 308, s.183. "Medrese-i mezkûr harab olub, ana bedel Şat kenarında boyahâne mahsulünden
medrese-i cedid binâ olunub, haliya medrese-i Doğan dimekle marufdur".
662 BOA, TD., 660, s.258.
663 BOA, TD., 998, s. 90.
664 Özdemir, age., s. 64.
665 Said Deveci, "Medârisü'l-Musul fi'l-Ahdi'l-Osmanî", Sumer, XVIII, Bağdad 1962, s.72-80. XVIII-XIX.
Yüzyıllarda Musul'da yapılan medreseler için bk. Deveci, "Medârisü'l-Musul fi'l-Ahdi'l- Osmanî ", Sumer, XIX,
Bağdad 1963, s.48-62.
125
Musul şehri ve çevresinde Müslümanların yanı sıra, gayrimüslim unsurlar da
yaşamaktadır. Bu gayrimüslim ise Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Yakubiler ve
Nasturilerdir (Bk. Yerleşim ve Demografik Yapı Bölümü).
Elimizdeki belgelerde Musul’daki kilise ve manastırlar hakkında herhangi bir kayıt
yoktur. Ancak gerek Musul’a uğrayan seyyahlar gerekse tetkik eserlerde bazı kilise ve
manastır isimleri geçmektedir. Meselâ; 1816 tarihinde Musul’a uğrayan seyyah Buckingham,
Musul’da 14 kilise bulunduğunu, bunlardan beşinin Keldani, üçünün Süryani, birinin Yakubi
ve birinin ise Katolik kilisesi olduğunu yazmıştır666
.
Tetkik eserlerde geçen bazı kilise isimleri şunlardır: 667
1- Mar Şemun
2- Mar Gorgis
3- Mar Pythion
4- Tahrat Meryem al-adhra
5- Mar Ahudemmeh
6- Yuhanâ Barkesr
Manastırlar da şunlardır:
1- Deyrü’l-Ala
2- Deyr Mar İlya
3- Deyr Mar Mihâil
4- Deyr Said
5- Deyr Mar Behnam
3.6. Zâviyeler
Belli bir tarikata mensup dervişlerin, bir şeyhin idaresinde topluca yaşadıkları ve gelip
geçen yolculara (ayande ve revende) bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer sağlayan,
yerleşme merkezlerinde veya yol üzerindeki bina ya da binalar topluluğuna zâviye
denilmektedir668
.
Osmanlı döneminde yapılan arazi tahrirleri ile birlikte, tahriri yapılan bölgenin
vakıfları ve bunların gelir kaynakları da ayrıntılı bir şekilde gösterilirdi. Bu tahrir
defterlerinde zâviyelerin isimleri ile birlikte, gelir kaynakları, burada görevli olan personelin
666 Buckıngham, Travels in Mesopotamia, Vol, II, London 1827, s. 32.
667 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 289-303; Deveci, “Hıtatü’l-Musul…”, s. 232; Avad, age., s. 14. Ayrıca Musul’daki
kiliselerin tarihçesi ve bazı kilise krokileri içn bk. Avad, agm., 1947, s. 100-116.
668 Ahmet Yaşar Ocak, “Zâviye”, İA., C. 13, İstanbul 1988, s. 468.
126
isimleri ve günlük hesabiyle aldıkları ücretleri (cihet) de kaydedilirdi (Bk. Vakıflar bölümü).
Osmanlı dönemi zâviyelerinde genellikle şu yapılar bulunmaktadır:669
1- Mescid
2- Tevhidhâne: Büyük zâviyelerde âyin için kullanılan kısım
3- Türbe ve Mezarlık: Zâviyelerde çoğunlukla, ilk kurucusu olan şeyhin türbesi
bulunmaktadır. Bunun yanısıra, zâviyenin çevresinde, vaktiyle zâviyede bulunan dervişlerin
mezarları da bulunmaktadır.
4- Derviş ve misafir odaları
5- Kütüphâne
6- Mutfak ve erzak anbarları
7- Hamam
8- Ahırlar
İncelediğimiz dönemde Musul şehri ve çevresinde bulunan zâviyeler aşağıda
verilmiştir.
3.6.1. İmâm Şemseddin Cemmâs b. İmâm Muhammed Zâviyesi
Evkâfı 1523'te bir köy, beş mezra; 1540-1575 tarihlerinde ise üç köy ve dört mezradan
ibarettir. 1575'te ayrıca 300 akçalık gelir daha ilâve edilmiştir.
Bu evkafın geliri 1523'te 5427; 1540'ta 11165; 1558'de 13693 ve 1575'te 14714
akçadır670 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Mescidin yıllık geliri tevliyet, imâmet, müezzin, nezaret, meşihat, tabbâh cihetleri ile
ruğ, hasır, güşt (et), ruğ-ı sade (taze yağ), nân (ekmek), hınta (buğday) ve nemek (tuz)
masraflarına harcanıyordu.
3.6.2. İmâm Abdullah b. Hz. Ömer Zâviyesi
Zâviyenin evkafına Sultan Abdullah köyü gelirleri tahsis edilmiş olup, 1523'te 7326;
1540'ta 7749; 1558'de 10664 ve 1575 tarihinde 12862 akça varidatı mevcuttur671
.
Geliri günlük hesabiyle tevliyet, nezaret, imâmet, müezzin, tabbâh, ferraş, saka
669 Ocak, agm., s. 473-474.
670 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 195, s.147; BOA, TD., 308, s.176; BOA, TD., 660, s.253-254.
671 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.146; BOA, TD., 308, s.177; BOA, TD., 660, s.255-257.
127
cihetleri ile güşt, ruğ, gendüm (buğday), hasır, ekmek ve tuz masraflarına harcanırdı (Bk.
Vakıflar Bölümü).
3.6.3. İmâm Musa Kâzım ve İmâm İsmail Zâviyesi
Bu zâviyenin kaydı yalnızca 1523 tarihli tahrir defterinde mevcut olup, diğer
tahrirlerde yoktur.
Kır İlyas serhaddinde meskûn 12 hâne zâviyenin ruğ-ı çerağ ve hasır masraflarını
karşılamakla vazifelendirilmişlerdir672 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.6.4. İmâm Muhammed b. Musa Kâzım Zâviyesi
Tikrit nahiyesindedir. Evkafı iki mezreanın gelirinden ibaret olup, toplam 700
akçadır673 (Bk. Vakıflar Bölümü). Bu meblağın nerelere harcandığı belirtilmemiştir.
Zâviyenin kaydı sadece 1523 tarihli tahrir defterinde mevcuttur.
3.6.5. İmâm Ömer b. İmâm Hasan Zâviyesi
İmâm Ömer zâviyesinin kaydı 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde mevcut olup,
diğer tahrirlerde yoktur.
Zâviyenin evkafı Dayıkendi köyündeki bir çiftlik zemini ile Bâvcine köyü
gelirlerinden ibaret olup, 1523'te 2600, 1540’ta ise 2250 akçadan ibarettir674
.
Zâviyenin geliri tevliyet, meşihat, imâmet cihetleri ile taam masraflarına harcanıyordu
(Bk. Vakıflar Bölümü).
3.6.6. İsa Dede Zâviyesi
Şeyh İsa Dede büyük evliyadan olup, meşhedi Musul surlarının dışında
bulunmaktadır675
.
Evkafı Sihrebâd (1523 tarihli tahrir defterinde Ahur Sakal) köyündeki bir çiftlik
zemininden ibarettir. 1523'te herhangi bir gelir kaydı yoktur. 1540-1558 ve 1575 tarihlerinde
500 akça geliri mevcuttur676 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu gelir hademesine, yağına ve hasırına sarf olunmaktaydı.
672 BOA, TD., 998, s.87. "An cemaat-ı vakf-ı m., Nefer:12. Zikr olunan 12 nefer hâne-i mezkûr... Kır İlyas
serhaddinde mezkûr hâneler mütemekkin olub, mezar-ı mezkurun ruğ-ı çerağ ve hasır bahası içün hasılları sarf
olunurmuş".
673 BOA, TD., 998, s.88.
674 BOA, TD., 998, s.85; BOA, TD., 195, s.146.
675 Salnâme, s.82.
676 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.144; BOA, TD., 308, s.179; BOA, TD., 660, s.269.
128
3.6.7. İmâm Yahya Ebu'l-Kasım zâviyesi
İmâm Yahya'nın nesebi Hz. Ali'ye dayanmaktadır677. 1575 tarihli tahrir defterinde
Eski Kal'a mahallesinde olduğu kaydedilmişse de678 bu mümkün görünmemektedir. Zira,
İmâm Yahya zâviye ve türbesi dicle kenarında Baştabya ile Karasaray arasında bulunuyordu
ki, Musul şehri buraya kadar genişlememiştir679
.
Evkafı 1523, 1540 ve 1558 tarihlerinde Hillecük köyünün mâlikâne hissesinin rubu'
(1/4)'ndan ibaret iken, 1575'te bu köyün yanı sıra nefs-i Musul’da nim çiftlik hasılı da ilave
edilmiştir.
Geliri 1523'te 850; 1540’ta 1694; 1558'de 1894 ve 1575'te 1793 akçadan ibarettir680
.
Bu meblağ tevliyet, cüzhân, türbedar cihetleri ile revğan ve hasır masraflarına, ziyadesi ise
meremmet için sarf olunuyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.6.8. Zeyd b. Ali Zâviyesi
Zâviyenin evkafı 1523-1540 tarihlerinde iki mezra; 1558-1575 tarihlerinde ise iki
mezra ve bir çiftlik zemininden ibaret olup, ilk iki tarihte 1000, diğer tarihlerde 1200
akçadır681 (Bk. Vakıflar Bölümü).
Bu meblağ, Cüzhân, türbedar cihetleri ile ruğbaha ve hasır masraflarına
harcanmaktadır.
3.7. Külliyeler
3.7.1. Nebi Yunus Külliyesi
Dicle nehrinin doğu yakasında, Musul şehrinin tam karşısında bulunan Ninova'da
bugün Nebi Yunus ismiyle bilinen, Tell Tevbe'nin üzeride bulunmaktadır682
. Yunus
Peygamber, putperest Ninova halkını tevhide davet etmekle vazifelendirilmişti683
.
VIII. yüzyılda Yeşu-denah tarafından yazılan eserde Yonan (Süryanice Yona:
Yunus'un değişik şekli) isimli bir keşiş, şimdi Nebi Yunus ismi verilen tepe üzerinde bir
manastır tesis etti ve kendisi de sonradan bunun kilisesine gömüldü684. Halife Mu'tezid
677 Salnâme, s.80.
678 BOA, TD., 660, s.267.
679 Bk. Baştabya Kalesi.
680 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.145; BOA, TD., 308, s.190; BOA, TD., 660, s.267.
681 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.144; BOA, TD., 308, s.192; BOA, TD., 660, s.267.
682 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 206; Salnâme, s.75-76; T. H., "Koyuncuk", İA., C.6, İstanbul 1988, s. 882.
683 Ahmet Lutfi Kazancı, Peygamberler Tarihi, C. 3, İstanbul 1997, s.166.
684 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.206; T. H., agm., s.882.
129
Billah'ın emri ile (892-901) bu manastır Nebi Yunus makberesi olarak düzenlendi685
.
XII. yüzyıl başlarında Selçuklu emirlerinden biri tarafından makberenin yanına bir
mescidle bir ribat ilave edilmiştir. Tuğtekin ribatı türbeye dönüştürmüş (1108-1113), 1365
(767)'te Celâleddin el-Haetni kubbeli bir mekân ekleyerek Cuma mescidi olarak ibadete
açmıştır. Bu tarihten sonra Nebi Yunus adiyle anılan yapı, Timur'un Musul valisi Hüseyin
Bey tarafından 1418 (821)'de tamir ettirilerek kubbeleri yenilenmiştir. 1588 (997)'de
Canbulad oğullarından Hüseyin Paşa, harimin batısına Şafiiler bölümünü ilâve etmiştir686
.
1667'de Musul'da ağır hasara yol açan deprem sonucunda, Timur döneminde inşa edilen Nebi
Yunus kubbesi çökmüştür687
.
Diğer yandan, Osmanlı döneminde Nebi Yunus külliyesine önemli miktarda gelirlerin
vakfedildiğini görmekteyiz. 1523 tarihli tahrirde üç köyün toplam 16186 akçalık geliri;
1540’ta iki köy, iki mezra ve bir bağın toplam 30964 akçalık geliri; 1558'de üç köy (biri
Erbil'de), dört mezra, iki bağ, üç dükkân ve bir cemaatin toplam 45361 akçalık geliri ve
1575'te dört köy, beş cemaat, dört mezra, iki bağ ile üç dükkânın toplam 53010 akçalı geliri
Nebi Yunus külliyesine vakfedilmiştir688
.
Vakfın bu gelirleri muhtelif görev ve hizmetlere günlük hesabiyle ayrılmıştır (Bk.
Vakıflar Bölümü).
685 T. H., agm., s.882.
686 Uluçam, age., s. 46.
687 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.206; T. H., agm., s.882.
688 BOA, TD., 998, s.85-86; BOA, TD., 195, s.145-146; BOA, TD., 308, s.179; BOA, TD., 660, s.237-245.
130
131
3.7.2. Nebi Cercis Külliyesi
Yeni Câmi (Câmii Nuri) ile köprü kapısı arasında bulunmaktadır689
. H. III. yüzyıldan
beri Nebi Cercis câmii ve meşhedi olarak vakıf kayıtları mevcuttur690
.
Timur döneminde 1393 (796)'de külliye haline getirilmiştir691. 1475 (880) yılı
civarında onarımdan geçirilmiştir692. 1716 (1129)'da Celili İsmail Ağa darü'l kur'a ve
medreseyi, 1834 (1147) yılında Celili Hüseyin Paşa doğudaki Hanefiler kısmını yaptırmıştır.
1867 (1284)'de türbe eski temelleri üzerinde yeniden yapılmıştır. 1910-1919 (1328-1338)
yıllarında büyük bir tamir görmüştür693
.
Tahrir defterlerindeki kayıtlardan Nebi Cercis vakfına önemli gelir kaynaklarının
ayrıldığını görmekteyiz. 1523'te Tilkif köyünün 25312 akçalık geliri ile bir hân kirasının 12
akçalık geliri olmak üzere toplam 35324 akça; 1540’ta aynı köy ve hânın 35282 akçalık geliri;
1558'de bu köy ve hân'a ilave olarak iki mezreanın geliri ile birlikte toplam 51457 akçalık
gelir ve 1575 tarihinde Tilkif köyü ile iki mezra geliri ve iki hân kirasının toplamı olan 59837
akçalık gelir, Nebi Cercis külliyesinin ihtiyaçları için ayrılmıştır694 (Bk. Vakıflar Bölümü).
689 Muhammed et-Tanci, age., s.161; Herzfeld, Tigrisgebiet, s.236-237.
690Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 237; Avad, age., s.11; Uluçam, age., s.51. Herzfeld'in Davud Çelebi'den naklettiğine
göre; aslında burası Cercis Nebi'nin kabri değil, Emeviler'in Musul valisi Habr el-Emevi'nin kabridir. Abbasiler
Musul'a hâkim olunca, halk buranın tahrip edilmesinden endişelendiği için Cercis Nebi merkadi olarak tanıtmış
ve sonraki dönemlerde bu isimle kalmıştır. Bk. Herzfeld, Tigrisgebiet, s.237.
691 Uluçam, age., s.51.
692 Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 238.
693 Uluçam, age., s.51.
694 BOA, TD., 998, s.85; BOA, TD., 195, s.144; BOA, TD., 308, s.181; BOA, TD., 660, s.248.
132
Nebi Cercis Külliyesi (Herzfeld’den)
133
3.8. Hamamlar
Atabekler döneminde Musul şehrinde erkeklere mahsus 200 ve kadınlara mahsus 200
olmak üzere toplam 400 hamam olduğu rivayet edilmiştir695
.
1816 tarihinde Musul'da bulunan seyyah Buckingham ise Musul'da 30 hamamın
olduğunu kaydetmiştir696
.
Ancak, inceleme dönemimizde Musul'da mevcut dört hamam tespit edebildik. Bular;
hamam-ı Yunus, hamam-ı Melik Mehmed Han veya Kâdı Dârullah, hamam-ı Cedid ile
hamam-ı Mehmed Alâ'dır.
3.8.1. Hamam-ı Yunus
1523-1540 tarihli tahrir defterlerinde mevcut olup, diğer tahrirlerde kaydı yoktur.
Vergi geliri padişah hassı olarak ayrılmıştır. Her iki tarihte de 2520 akçalık vergisi
mevcuttur697
.
3.8.2. Hamam-ı Melik Mehmed Han ve Kâdı Darullah
İsminden de anlaşıldığı gibi, Melik Mehmed Han ile Kâdı Darullah ortak olarak
işletiyorlardı. Bu hamamın kaydı sadece 1523 tarihli tahrir defterinde geçmektedir. Yıllık
4680 akçalık vergi geliri olup, padişah hassı olarak ayrılmıştır698
.
3.8.3. Hamam-ı Cedid
1523 tarihinden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira, ilk kez kaydı 1540 tarihli
tahrirde zikredilmektedir. Hamamın yıllık geliri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
1540 ve 1558 tarihlerinde yıllık geliri 3600 akça, 1575'te ise 4000 akçadır699
.
3.8.4. Hamam-ı Hâcı Muhammed 'Alâ
Kaydı ilk defa 1558 tarihli tahrirde geçtiğine göre 1540-1558 tarihleri arasında
yapılmış olmalıdır.
Hamamın geliri Şeyh Muhammed Sitâr mescidi vakfına ayrılmış olup, 1558-1575
tarihlerinde 180 akçadır700
.
695 al-Dakuki, agt., s.204
696 Buckingham, age., s.30.
697 BOA, TD., 998, s.73; BOA, TD., 195, s.36.
698 BOA, TD., 998, s.73.
699 BOA, TD., 195, s.36; BOA, TD., 308, s.48; BOA, TD., 660, s.53.
700 BOA, TD., 308, s.190; BOA, TD., 660, s.267.
134
3.9. İmâmzadegân Türbe ve Mezarları
3.9.1. Türbeler
3.9.1.1. İmâm Avneddin b. Hasan Türbesi
İmâm Avneddin b. İmâm Hasan b. İmâm Ali'nin mezarı kendi ismi ile anılan
Avneddin mahallesindeki Likiş kapısının yaklaşık 200 m. İçerisinde bulunmaktadır701
.
Türbesi 1248 (646) yılında Bedreddin Lulu tarafından yaptırılmıştır702. Müslümanların
ziyaretgâhıdır703. 1744 (1187) ve 1777 (1191) yıllarında tamir edilmiştir704
.
Musul boyahâne mukataasından, 1523'te 1260, 1540, 1558 ve 1575'te 1080 akça gelir
ayrılmıştır705
.
3.9.1.2. Şeyh Fethi el-Musli Türbesi
Şeyh Fethi ulemadan bir zat olup, türbesi müslümanların ziyaretgâhıdır706
.
Sincar kapısının 350 m. kuzey-doğusunda Yahudi mahallesinin batısında olup, XIII.
yüzyılda yapılmıştır707. 1834 (1250)'de Seyyid İdris tarafından tamir edilerek yanına küçük bir
mescid ilave edilmiştir708
.
1523'te 900, 1540, 1558 ve 1575 tarihlerinde 720 akçalık boyahâne geliri evkafı için
ayrılmıştır709. Bu gelir türbenin muhtelif giderlerine harcanıyordu.
3.9.1.3. Nebi Şit Türbesi
Musul şehrinin güney doğusunda olup, şehrin dışındadır710. Türbesi 1647 (1057)
yılında vezir Nişancı Mustafa Paşa tarafından yapılmıştır711
.
701 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.263.
702 Uluçam, age., s.137.
703 Salnâme, s.78.
704 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.263; Uluçam, age., s.137.
705 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
706 Salnâme, s.87.
707 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.279.
708 Uluçam, age., s.144.
709 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
710 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.207.
711 Uluçam, age., s.171.
135
1523 tarihli tahrir defterinde kaydı yoktur. 1540, 1558 ve 1575 yıllarında 360 akçalık
vakıf geliri mevcuttur712 (Bk. Vakıflar Bölümü). Geliri meremmet, ruğbaha ve hasır
masraflarına harcanıyordu.
3.9.1.4. Pençe-i Ali Türbesi
Türbe sahibi hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Mihrab kubbesinin
kemerindeki taşta Hz. Ali'nin ismi el pençesi şeklinde işlendiğinden dolayı pençe-i Ali olarak
tanınmıştır713
.
Türbe şehrin batı surlarının dışında Sincar kapısının 750 m. kuzeyindedir714. XI.
yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. 1802-1803 (1217)'de restore edilmiştir 715
.
1523’te 900; 1540, 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 360 akça vakıf geliri mevcuttur716
.
Evkaf geliri hademe, ruğbaha ve hasır giderlerine sarf ediliyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
712 BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
713 Salnâme, s.77.
714 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.271; Salnâme, s.77.
715 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.271.
716 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
136
3.9.1.5. İmâm Abdurrahman b. İmâm Hasan Seyyid Mehdi Türbesi
Musul şehrinin kuzeyinde, dicle kenarında kara sarayın yaklaşık 350 m. güneyinde
İmâm Abdülmahsen türbesi civarındadır717
.
İzzeddin Mesud tarafından yaptırılmış olan İzziye medresesinin zamanla yıkılması
üzerine, içindeki türbe Abdurrahman b. Hasan'a ithaf edilmiştir718
.
Evkaf geliri 540 akça olup, ruğ-ı çerağ, hasır ve cüzhân için harcanırdı719 (Bk. Vakıflar
Bölümü).
3.9.1.6. İmâm Yahya Ebu'l-Kasım Türbesi720
İmâm Yahya'nın türbesi 1239 (637)'da Bedreddin Lulu tarafından yaptırılmıştır721
.
Yapı 1903 depreminde zarar görmüş, 1916 yılında esaslı bir tamirattan geçirilmiştir722
.
Bu türbe için Musul boyahânesinden 1523'te 900 akça; 1540, 1558 ve 1575
tarihlerinde de 720 akça vakfedilmiştir723 (Bk. Vakıflar Bölümü).
717 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.282; Salnâme, s.78.
718 Uluçam, age., s.132.
719 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.142; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
720 Kaynaklarda genellikle Ebu'l-Kasım şeklinde kaydedilmekle beraber, doğrusu Yahya b. Kasım'dır. Yani,
İmâm Yahya Kasım'ın babası değil oğludur. Zira, sanduka üzerinde mevcut olan 1239 (h.637) tarihli kitâbesi de
bunu göstermektedir; "Bu Ebu Talib oğlu Ali oğlu Hasan oğlu Kasım oğlu Yahya'nın kabridir. Allah'ın rahmeti
hepsinin üzerine olsun. Bu (türbeyi) Rabbinin merhametini ümid ederek, kendi hür arzusu ile zavallı köle (Hz.)
Muhammedd'in ailesinin kâhyası Abdullah’ın oğlu 637'de yaptı". Bk. Herzfeld, Tigrisgebiet, s.250-251; Uluçam,
age., s.134.
721 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.250-251; Yusuf Zinnun, “Dirâsetû Cedidetü’l-Kitâbatü’l Musul el-Eseriye”, Sumer,
23, Bağdat 1965, s. 227.
722 Herzfeld, Tigrisgebiet, s.249; Uluçam, age., s.134.
723 BOA, TD., 998, s. 87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
137
İmam Yahya Ebul-Kasım Türbesi (Abdüsselam Uluçam’dan)
3.9.2. Mezarlar
3.9.2.1. İmâm Muhsin b. İmâm Hasan Mezarı
Musul boyahânesinden bu mezar için 1523-1575 tarihlerinde 360 akça ayrılmıştır724
.
Bu gelir hademe ciheti ile ruğbaha ve hasır masrafları için harcanırdı (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.2. İmâm Ali b. İmâm Ali el-Hadi Mezarı
Nefs-i musul'dadır. Evkafına ayrılan yıllık gelir 1523'te 900, 1540, 1558 ve 1575'te ise
720 akçadır725. Bu gelir türbedar ve cüzhân cihetleri ile ruğbâha ve hasır masraflarına sarf
ediliyordu (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.3. Şah Zenân Zevce-i İmâm Hüseyin Mezarı
Hz. Hüseyin'in zevcesi olan Şah Zenân'ın mezarı nefs-i Musul'da olup, müslümanların
ziyaretgâhıdır726
.
Geliri 1523'te 900, 1540’ta 720 ve 1558-1575 tarihlerinde 1.080 akçadan ibaret olup,
724 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
725 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
726 Salnâme, s.79.
138
türbedar, cüzhân, ruğbaha ve hasır giderlerine harcanıyordu727 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.4. İmâm Zeyd b. Ali Mezarı
Dâr-ı Hâcı Ahmed mahallesindedir (Bk. Zeyd b. Ali Türbesi). Boyahâne gelirinden
1523'te 900, 1540, 1558 ve 1575 tarihlerinde 720 akça ayrılmış olup, türbedar, cüzhân
cihetleri ve ruğbaha ile hasır için harcanmaktadır728
.
3.9.2.5. Fatıma-i Saferi bint-i İmâm Hüseyin Mezârı
İmâm Hüseyin'in kızı olup, nefs-i Musul'da medfundur729
. Evkafı 1523-1575 tarihleri
arasında 720 akçadan ibarettir. Bu meblağ cüzhân, türbedar cihetleri ile ruğbâha ve hasır için
harcanıyordu730 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.6. Sitti Nefise bint-i İmâm Zeyd Makamı
Asıl mezarı Mısır'da olup, vaktiyle Musul'da oturduğu ve bir süre ibadetle uğraştığı
için kendisine bir makam yapılmıştır731
.
Evkaf geliri 1540’ta 720, 1523, 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 540 akçadır. Bu meblağ
muhtelif giderlere harcanıyordu732 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.7. Ümmü Gülsüm bint-i İmâm Hasan Mezarı
Sur dahilinde, nefs-i Musul'dadır733
. 1523-1575 tarihleri arasında Musul boyahânesi
mukataasından 360 akçalık gelir vakfedilmiştir734 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.8. İmâm Abdülmahsen Mezarı
İmâm Hasan'ın oğlu olup, merkadi nefs-i Musul'da dicle nehri yakınlarındadır735
.
Evkaf geliri 1523'te 900, diğer tarihlerde 720 akçadır. Bu meblağ cüzhân ciheti ile ruğı çerağ ve hasır masraflarına ayrılmıştır736 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.9. Şeyh Kazibü'b-Bân Mezarı
Nesebi Hz. Ali'ye dayanır. Kabri Musul şehrinin batısındadır737
.
727 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.259.
728 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
729 Salnâme, s.80.
730 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
731 Salnâme, s, 81.
732 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
733 Salnâme, s.81.
734 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
735 Salnâme, s.78.
736 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.142; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
139
Musul boyahânesinden vakfedilen gelir, yıllık 360 akça olup, türbedar, ruğbaha ve
hasırına harcanıyordu738 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.10. Şeyh Hayrü'n-Nesac Mezarı
Aslen Sammara ahalisinden olan Şeyh Hayrü'n-Nesac bir müddet Mısır'da
bulunmuştur. Kabri nefs-i Musul'dadır739
.
1523 tarihli tahrir defterinde kaydı yoktur. Diğer tarihlerde yıllık 720 akça vakıf geliri
mevcuttur740 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.11. İmâm Muhammed el-Bâhir b. İmâm Hasan Mezarı
1523'te 720, diğer tarihlerde 1.080 akça geliri mevcut olup, cüzhân, türbedar, ruğbaha
ve hasır giderlerine ayrılmıştır741
.
Diğer yandan 1523 tarihli tahrir defterinde "Mezar-ı İmâm Muhammed Bâkır veled-i
Hasan" adlı bir mezar kaydı daha var ki, Musul boyahâne mukataası gelirinden yıllık 1620
akça vakfedilmiştir742 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.12. İmâm İbrahim b. Caferü's-Sâdık Mezarı
Evkaf geliri 1523'te 2700, diğer üç tarihte 1080 akçadır. Bu gelir muhtelif masraflar
için harcanıyordu743 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.13. İmâm Ali b. Muhammed Hâlık Mezarı
Evkafına 1523'te 900 akça ayrılmışken, bu miktar diğer tarihlerde 720 akçadır744 (Bk.
Vakıflar Bölümü).
3.9.2.14. İmâm Şeyh Za'zi Mezarı
Evkaf geliri yıllık 720 akçadır745
.
3.9.2.15. Sencârfiye bint-i İmâm Hasan Mezarı
Kaydı sadece 1523 tarihli tahrir defterinde mevcuttur. Musul boyahânesinden yıllık
360 akça gelir vakfedilmiştir746 (Bk. Vakıflar Bölümü).
737 Salnâme, s.82-83.
738 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
739 Salnâme, s.84.
740 BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
741 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
742 BOA, TD., 998, s.86.
743 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.142; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
744 BOA, TD., 998, s.86; BOA, TD., 195, s.142; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
745 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.260.
140
3.9.2.16. Sultan Abdullah b. Hz. Ömer Mezarı
Bu mezarın da kaydı sadece 1523 tarihli tahrirde mevcuttur. Yıllık 900 akça geliri
hademeleri için harcanmaktadır747 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.17. Nokta Mezarı
Tahrir defterlerinde kaydı olan bu şahıs hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.
Evkafı 1523'te 900, diğer tarihlerde 720 akçadan ibarettir748 (Bk. Vakıflar Bölümü).
3.9.2.18. İmâm Ali el-Hadi, Hasan el-Askeri Mezarları ve Muhmmed el-Mehdi
Makamı
Sadece 1523 tarihli tahrirde mevcuttur. 2586 akçalık vakıf geliri vardır749 (Bk.
Vakıflar Bölümü).
746 BOA, TD., 998, s.86.
747 BOA, TD., 998, s.87.
748 BOA, TD., 998, s.87; BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.183; BOA, TD., 660, s.259.
749 BOA, TD., 998, s.88.
141
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YERLEŞİM VE DEMOGRAFİK YAPI
Kuruluş tarihi çok eskilere dayanan Musul, gerek doğu-batı istikametinde veya batıdoğu istikametinde gidip gelen kervanların750 buluşma noktasında bulunmasından dolayı,
gerekse tarım ve hayvancılığa müsait coğrafî imkânlarından dolayı, her çağda önemli bir
iskân alanı olmuştur. Ayrıca, Anadolu ile İran sınırında yer alması Musul'un stratejik önemini
arttırmış ve bölge devletlerinin sürekli cazibe merkezi olagelmiştir. Bundan dolayı
müstahkem kale ve surlarla çevrilmiş, bu da şehirde iskânın artmasına yol açmıştır (Bk.
Harita-I, II).
Musul, müslümanlar tarafından 637 (16)'de fethedildiği vakit751
, bir hıristiyan, bir
yahudi ve bir mecusi mahallesi bulunuyordu752. İslam fethinden sonra, bir kısım müslüman
kabileleri Musul'a yerleştiler. Müslüman kabilelerin Musul'a yerleşmeleri Hz. Osman
zamanında ve özellikle de Emeviler döneminde artarak devam etmiştir753
.
Musul ve çevresine Türk nüfusunun yerleşme tarihini 1042'ye kadar götürmemiz
mümkündür. Zira, Büyük Selçuklu devletinin kurulmasından sonra, Tuğrul Bey, Alparslan ve
Melikşah dönemlerinde Türkistan'dan Horasan, İran ve Azerbaycan istikametlerine planlı bir
şekilde Türkmenler (Oğuzlar)'in sevkedildikleri bilinmektedir. Bu Oğuzlardan bir kısmı
Göktaş, Mansur ve Oğuzoğlu kumandasında, Ukayloğulları idaresinde bulunan Musul üzerine
yürüyerek emir Kırvaş'ı bozguna uğratmışlardır754. Bu zaferden bir yıl sonra 1043 (435)'te
Musul üzerine yürüyen Türkmenler şehre tamamen hâkim olup, hutbeyi Tuğrul Bey adına
okutmuşlardır755. 1043 tarihinden 1096 tarihine kadar Musul'un idaresi zaman zaman
Ukayloğulları ve Türkler arasında el değiştirmişse de, Ukayliler Selçuklular'a tâbi olarak
750 Basra-Bağdat istikametinde süregelen kervan yolunun bir kolu Musul-Mardin-Diyarbekir üzerinden
Trabzon'a, diğer bir kolu da Musul-Urfa üzerinden Halep'e kadar uzanıyordu.
751 Deveci, "Hıtatu'l-Musul…”, s.223-224; Avad, age., s.4.
752 Deveci, "Hıtatu'l-Musul…”, s.223.
753 Deveci, "Hıtatu'l-Musul…”, s.224-225.
754 Sevim, age., s.16.
755 Sümer, age., 1980, s.95; O. Turan, Selçuklular Tarihi…, s.16.
142
Musul'u idare etmişlerdir. Nihayet, 1096 tarihinde Ukayloğullarının Musul'daki idaresine
Emir Kürboğa tarafından tamamen son verilmiştir756. Bu tarihten sonra bölgede istikrarlı bir
Türk iskânının sağlandığı muhakkaktır. Zira, Kürboğa, Musul ve çevresine kendisine bağlı
olan Türkmen aşiret beylerini emaretle göndermiş ve bu beyler maiyetlerindeki boy ve
oymaklarla gelip bu havaliye yerleşmişlerdir757
. Özellikle Zengiler döneminde (1127-1260)
sosyal ve ekonomik alanda sağlanan güven ortamı, bölgenin zenginliğini arttırmış bu da
sosyal ve kültürel alanda büyük bir gelişmenin meydana gelmesine yol açarak, Musul şehri ve
çevresinin Türkleşmesinde önemli rol oynamıştır.
İlhanlılar (1260-1366) ve Celayirliler (1366-1410) dönemlerindeki tahribattan sonra,
Karakoyunlular (1410-1468) ve Akkoyunlular (1468-1508) Musul ve çevresinin Türkleşmesi
vetiresini devam ettirmişlerdir. Nitekim, bölgenin Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden (1517)
sonra, 1523 tarihinde yapılan ilk tahrirdeki Karakuş, Saraycık, Pirân, Çifte, Alkuş, Bozân,
Kara Bulâk, Göz (Kara Gözcek), Türkân, Horuzân, Şemseddin Depesi, Kabak Çevliği,
Yarımca, Bağdere, Şirehanlu, Çeken, Darhâne (Darbend), Kabaklu, Çakallu, Köpüklü,
Bağviren vs. gibi köy isimlerinin Türkçe olması bunun bir göstergesidir. İlğinç olan husus ise
Karakuş ve Alkuş gibi gayrimüslim köy isimlerinin de Türkçeleşmiş olmasıdır.
1. YERLEŞİM YERLERİ
Elimizde mevcut olan tahrir defterlerindeki bilgiler ışığında, 1523-1575 tarihleri
arasında Musul sancağındaki iskân yerlerinin (köy) sayısı, hâne miktarları, dinî durumları,
yetiştirilen ürünleri, vergi tutarları ve bu vergilerin nereye harcandığı hakkında ayrıntılı bilgi
verilmeye çalışılacaktır.
1523 tarihli tahrir defterindeki kayıtlara nazaran Musul sancağındaki meskûn alanlar;
Musul ve Ayn-Safna nahiyeleri ile 108 köyden ibarettir758. Bu köylerden 91'i Musul
nahiyesine, 17'si ise Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. Ayrıca bu tarihte Musul sancağına bağlı
90’ın üzerinde mezra mevcuttur (Bk. Tablo-9, Ek-II).
1540 tarihli tahrirde Musul Sancağına iki yeni nahiyenin ilave edildiğini
756 Mükrimin Halil Yinanç, Musul ve Elcezirede Oğuz Türkleri, (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde Bulunan,
Basım Yeri ve Tarihi Olmayan Doküman) s. 6; Kafesoğlu, "Kür-Boğa", s.1084-1085; K. V. Zetterstêen,
"Mervaniler", İA., C.6, s.780.
757 Mükrimin Halil, agm., s.7.
758 BOA, TD., 998, s.73-90. 998 no'lu tahririn icmalinda Musul Sancağının köy toplamı 120 olarak verilmiştir.
Bizim tek tek yaptığımız toplamlarda köy sayısı 108 olarak çıkmaktadır. Aradaki 12 köy farkı şundan
kaynaklanmaktadır; Evkâf kayıtları içerisinde yazılan 12 köyden 11'i daha önceki sayfalarda da kayıtlıdır.
Ayrıca, 77. Sayfadaki Nasıri karyesi de sehven 2 kez yazılmıştır. Dolayısıyla, defterin sonunda köylerin toplamı
alınırken bu köyler mükerrer toplanmıştır. Bu mükerrer yazılan köyleri çıkardığımızda, geriye 108 köy
kalmaktaıdr.
143
görmekteyiz759. Bunlar; 'Acuz ve Deyr-Maklub nahiyeleridir. Bu tarihte Musul Sancağına
bağlı köy sayısı % 23'lük bir artışla 133'e yükselmiştir760. Bu köylerden 7'si Ayn-Safna
nahiyesine761, 8'i 'Acuz nahiyesine762, 29'u Deyr-Maklub nahiyesine763 ve 89'u da Musul
nahiyesine bağlıdır764. Bir önceki tahrirde mezra olarak kayıtlı olan 11 ziraat alanı 1540
tarihinde meskûn hale gelmiş ve karye olarak kaydedilmiştir. Yine 1523 tarihli tahrirde karye
olarak kayıtlı olan 22 yerleşim birimi 1540 tarihli tahrirde mezra olarak kaydedilmiştir.
Ayrıca, bu tarihte Musul sanacağına bağlı 200'ün üzerinde mezra bulunmaktadır (Bk. Tablo-8,
Ek-II).
1558 tarihinde Musul Sancağı; Musul nahiyesi, Ayn-Safna nahiyesi, 'Acuz nahiyesi ve
Deyr-Maklub nahiyelerinden oluşmaktadır765. Bu tarihte Musul Sancağının toplam 146 köyü
bulunmaktadır766. Bunlardan 101'i Musul nahiyesine, 25'i Deyr-Maklub nahiyesine, 13'ü AynSafna nahiyesine ve 7'si 'Acuz nahiyesine bağlı bulunmaktadır767 (Bk. Tablo-8).
1540 tarihli tahrirde mezra olarak kayıtlı olan 18 ziraat alanı 1558'de köy konumuna
geçmiştir. Yine, bir önceki tahrirde karye olan 13 yerleşim birimi 1558 tarihli tahrirde mezra
olarak kaydedilmiştir.
1558 tarihinde Musul sancağına merbut 300'ün üzerinde de mezra bulunmaktadır (Bk.
Ek-II).
1575 tarihinde Musul Sancağı; Musul nahiyesi, Ayn-Safna nahiyesi ve Deyr-Maklub
nahiyesi olmak üzere üç nahiyeden müteşekkildir768. Daha önceki tarihlerde Musul sancağına
bağlı olan 'Acuz nahiyesi 1575 tarihinde Eski Musul Sancağı ile birlikte Diyarbekir eyaletine
bağlanmıştır769
.
1575 tarihli tahrirdeki kayıtlara göre Musul sancağı toplam 132 köyden müteşekkildir
(Bk. Tablo-9). Bu köylerin 106'sı Musul nahiyesine, 17'si Deyr-Maklub nahiyesine ve 9'u da
759 BOA, TD., 195, s.135-140.
760 BOA, TD., 195, s.38-140.
761 BOA, TD., 195, s.132-133.
762 BOA, TD., 195, s.135-139.
763 BOA, TD., 195, s. 140.
764 BOA, TD., 195, s.38-140.
765 BOA, TD., 308, s.40-181.
766 BOA, TD., 308, s.1'de Musul Sancağının köy toplamı 143 olarak verilmiştir. Bizim tek tek yaptığımız
toplamlarda ise 146 köy çıkmıştır.
767 BOA, TD., 308, s.40-181.
768 BOA, TD., 660, s.54-279.
769 BOA, TD., 660, s.1.
144
Ayn-Safna nahiyesine merbuttur770. Bir önceki tahrirde Musul sancağına bağlı olan 12 adet
köy Eski Musul Sancağı ile beraber Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır771. Ayrıca, bu tarihte
350’den fazla mezreası bulunmaktadır (Bk. Ek-II).
Tablo-9: Musul Sancağı Nahiyeleri ve Bağlı Köy Sayısı (1523-1575)
No Köyün Bağlı Olduğu Nahiye
Köy Sayısı
1523 1540 1558 1575
1 Musul Nahiyesi 91 89 101 106
2 Ayn-Safna Nahiyesi 17 7 13 9
3 Deyr-Maklub Nahiyesi - 29 25 17
4 ‘Acuz Nahiyesi - 8 7 -
Toplam 108 133 146 132
Tablo’da görüldüğü gibi, Musul sancağında iskân yerleri 1523-1540 tarihleri arasında
iki nahiyede yoğunlaşmış ve 91’i Musul nahiyesine, 17’si de Ayn-Safna nahiyesine bağlı
olmak üzere toplam 108 köyü bulunmaktadır. 1540-1575 döneminde nahiye sayısı dörde
çıkmış, bu yeni düzenlemenin tabii bir sonucu olarak köy sayısı da 133’e yükselmiştir.
Sancağa yeni bağlanan nahiyelerden Deyr-Maklub nahiyesinin 29, ‘Acuz nahiyesinin ise
sekiz köyü bulunmaktadır. Bu arada Musul nahiyesine bağlı köy sayısı bir önceki tahrire göre
iki adet azalarak 89’a, Ayn-Safna nahiyesine bağlı köy sayısı da 10 adet azalarak yediye
düşmüştür. Bu ise, Musul ve Ayn-Safna nahiyelerine bağlı bazı köylerin yeni kurulan DeyrMaklub ve ‘Acuz nahiyelerine bağlanmalarından kaynaklanmıştır. 1558 tarihinde ise
nahiyelere bağlı köy saysında yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. Zira, bir önceki tahrire göre
Musul sancağına bağlı köy sayısı 13 adet artarak 146’ya yükselmiştir. Bu yeni düzenlemeye
göre Musul nahiyesine bağlı köy sayısı 12 adet arttırılarak 101’e, Ayn-Safna nahiyesine bağlı
köy sayısı ise altı adet arttırılarak 13’e yükseltilmişken, Deyr-Maklub nahiyesine bağlı köy
sayısı 4, ‘Acuz nahiyesine bağlı köy sayısı ise 1 adet azaltılmıştır.
1575 tarihindeki düzenlemeye göre ise; ‘Acuz nahiyesi Eski Musul sancağı ile beraber
Diyarbekir eyaletine bağlandığı için, Musul sancağına bağlı köy sayısı 132’ye inmiştir. Bu
tarihte Musul nahiyesine merbut köy sayısı beş adet daha arttırılarak 106’ya yükseltilmişken,
Ayn-Safna nahiyesine bağlı köy sayısı dört adet azalarak dokuza ve Deyr-Maklub nahiyesine
bağlı köy sayısı da sekiz adet azalarak 17’ye gerilemiştir.
770 BOA, TD., 660, s.40-181.
771 BOA, TD., 660, s.1. " Zikr olan kura (12 köy) ... Diyârbekir eyâleti tecdid-i tahrir olundukda, Eski Musul
sancağı ol cânibe ilhâk olunmağla Eski Musul'a kayd olunmuştur".
145
Yine tablo-9’da görüleceği gibi, Musul sancağına bağlı nahiye sayısı 1523-1575
tarihleri arasında iki ile dört arasında değişmektedir. Bu nahiyelere bağlı köy sayısı da sabit
bir rakamda kalmayarak bazen azaltılmışken, bazen de arttırılmıştır. Diğer dikkat çekici bir
husus da 1523-1575 tarihleri arasındaki dönemde Musul sancağına bağlı köy sayısının
yaklaşık % 75’inin Musul nahiyesine bağlı olmasıdır.
2. MUSUL SANCAĞI KÖYLERİ
2.1. Karakuş ( )
772
Musul'un doğusundadır773. Nüfusu Süryani hıristiyanlarındandır. Dilleri Sursça'dır774
.
Eski ismi Bâhdidâ'dır. "bâ" Aramice’de “ev", "hadida" Farsça'da "ilah" anlamına gelmektedir
ki, bu durumda "ilah evi" manasına gelir. Yeni ismi karakuş'a gelince Türkçe'dir. Türkmen
Akkoyunlular buraya hâkim olunca bu ismi kullanmışlardır775
.
Nüfusunun tamamına yakını hıristiyandır. 1540’tan sonra birkaç nefer de müslüman
varlığı mevcuttur. 1523 tarihinde 204 hâne ve 66 mücerred hıristiyan nüfusu vardır. Daha
sonraki tarihlerde nüfus miktarı büyük bir artış göstermiştir. Zira, 1540'ta hâne sayısı 276,
mücerred sayısı ise 137'ye yükselmiştir. Bu tarihte iki bennâk da müslüman nüfus kayıtlıdır.
Köyün nüfusu 1558'de 387 hâne ve 195 mücerred'i hıristiyan; üç bennâk ile bir mücerred'i
müslüman olmak üzere toplam 586 nefere çıkmıştır. Bu hızlı büyümenin neticesinde 1575
yılına gelindiğinde Karakuş köyünün Dört büyük mahalleye ayrıldığını görmekteyiz.
1- İcmâye mahallesi; 119 hâne, 50 mücerred,
2- Huşabe mahallesi; 100 hâne, 38 mücerred,
3- Buhâ hermez mahallesi; 111 hâne, 46 mücerred,
4- Mesih Kethüda Mahallesi; 105 hâne ve 38 mücerred.
Bu rakamları nüfusa çevirdiğimiz vakit köyün tahmini nüfusu tarihler itibariyle şu
şekilde çıkmaktadır776; 1523’te 1494 kişi; 1540’ta 2069 gayrimüslim, 14 müslim; 1558’de
2904 gayrimüslim, 50 müslim ve 1575 tarihinde de 4044 gayrimüslim ile 15 müslim.
Karakuş köyünde, buğday, arpa, keten tohumu ve bostan ziraatının yanı sıra bağcılık
ve arıcılık da yapılmaktaydı (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
772 BOA, TD.,998, s.74; BOA, TD.,195, s.58-61; BOA, TD.,308, s.107-112; BOA, TD.,660, s.114-121.
773 Bk. Musul Sancağı haritası.
774 Gorgis Avad, "Tahkikât-i Buldâniyet-i Târihiyeti Eseriye fi Şarku'l-Musul", Sumer, XVII, Bağdad 1961, s.90.
775 Avad, agm., 1961, s. 90.
776 Tahmini nüfusun bulunmasında şu metod uygulanmıştır; Hâne ve bennâk sayılarının toplamı alınarak bulunan
rakam 7 katsayısı ile çarpılarak çıkan rakama mücerred sayısı ilâve edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bu bölümün
Nüfus kısmına bakınız.
146
Bu köyde tekstil alanında önemli bir gelişmenin olduğunu, yüksek vergi hasılatı olan
boyahânesinden öğrenmekteyiz. Gerçekten 1540’ta boyahânenin 10800 akçalık vergi hasılatı
mevcut iken, bu rakam 1558'de 50400 akçaya ve 1575'te ise 60000 akçaya yükselmiştir. 1575
tarihinde Karakuş köyü boyahânesi mukataa usulü işletiliyordu.
Karakuş'un vergi hasılatı 1523'te padişah haslarına dahil iken 1540’tan sonra
sancakbeyi has gelirlerine ilâve edilmiş ve bu statüsü daha sonraki yıllarda aynı şekilde
devam etmiştir. Köyün vergi geliri 1523'te 32763 akça, 1540’ta 73822 akça, 1558 tarihinde
125379 akça ve 1575'te ise 150000 akçadır (Bk. Ek-I). Bu rakamlara boyahânenin vergi
miktarı da dahildir. Boyahânede elde edilen vergi miktarının bütün vergi gelirleri içindeki
yüzdesini aldığımızda; 1540’ta tüm vergi miktarının %15'i ve 1558-1575 tarihlerinde ise
köyün vergi gelirinin % 40'nın boyahâneden elde edildiğini görmekteyiz ki, bu rakamlar da
bize boyahânenin Karakuş köyünün ekonomik hayatında oynadığı önemli rolü net olarak
açıklamaktadır.
2.2. Geremlis ( )
777
Musul'un 16 mil doğusundadır778. Müslüman ve hıristiyanların birlikte yaşadıkları bir
köydür. Gayrimüslim halkı Keldani hıristiyanı olup, dilleri Sursçadır779
.
1523'te 18 çift ve bir mücerred müslüman nüfusuna karşılık, 182 hâne ve 45 mücerred
de hıristiyan nüfus mevcuttur. Daha sonraki yıllarda müslüman ve hıristiyan nüfusları şu
şekilde idi; 1540'ta üç buçuk çift, 38 bennâk ve dokuz mücerred olmak üzere 55 nefer
müslüman, 252 hâne hıristiyan; 1558'de beş buçuk çift, 53 bennâk, 13 mücerred müslüman,
313 hâne ve 144 mücerred hıristiyan ve 1575'te ise 6 çift, 51 bennâk, 12 mücerred müslim
nüfusa karşılık 418 hâne ve 74 mücerred hıristiyan nüfus yaşamaktadır. Hâne, çift, bennâk ve
mücerred sayılarından hareketle tespit ettiğimiz tahmini nüfus 1523 tarihinde 1319
gayrimüslim, 127 müslim; 1540’ta 1764 gayrimüslim, 331 müslim; 1558’de 2335
gayrimüslim, 426 müslim ve 1575 tarihinde de 3000 gayrimüslime karşılık 432 müslim nüfus.
Bu rakamlara nazaran Geremlis köyündeki hıristiyan nüfusun müslüman nüfusa oranla daha
yüksek bir artış gösterdiği ortaya çıkmaktadır.
Köy, 1523'te padişah haslarına ayrılmış iken daha sonraki yıllarda sancakbeyi
haslarına dahil edilmiştir. Ziraat mahsulleri arpa, buğday, pamuk, soğan, bostan ve keten
tohumundan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Köyün boyahânesinde 1540 yılında 7400
777 BOA, TD.,998, s.74; BOA, TD.,195, s.62-65; BOA, TD.,308, s.38-42; BOA, TD.,660, s.121-126.
778 Bk. Musul Sancağı haritası.
779 Avad, agm., 1961, s.92.
147
akça, 1558'de 10800 akça ve 1575’te 12000 akça vergi tahsil edilmekte idi. Vergi hasılatının
toplamı 1523'te 50361 akça, 1540'ta 92215 akça, 1558'de 116685 akça ve 1575'te de 123000
akçadan ibarettir (Bk. Ek-I).
2.3. Tilskuf (Til Üsküf) ( )
780
Telıskuf da denir. Musul'un 20 mil doğusundadır (Bk. Musul Sancağı haritası). Halkı
Keldani hıristiyanlarındandır. Dilleri Sursça'dır. İsmi Aramice olup, manası "Yüksek tepe"
demektir781
.
Köyün vergi geliri padişah hassı olarak ayrılmış olup, sakinlerinin tamamı
hıristiyandır. 1523 yılında köyde 112 hâne ve 29 mücerred meskûndur. 1540'ta 140 hâne, 46
mücerred, 1558'de 139 hâne, 114 mücerred, 1575'te ise 298 hâne ve 14 mücerred kayıtlıdır
(Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu ise 1523’te 813, 1540’ta 1026, 1558’de 1087 ve 1575’te 2100
kişidir. Köyün zirai ürünleri buğday, arpa ve keten tohumudur. Ayrıca arıcılık yapılmaktadır.
Mevcut boyahânesinin 1540'ta vergi hasılatı 3600 akça, 1558 ve 1575 yıllarında ise 9000
akçadır. Boyahâne 1575'te mukataa usulü ile işletiliyordu (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık toplam vergi hasılatı 1523'te 38763 akça, 1540'ta 42185 akça, 1558'de 95687
akça ve 1575 tarihinde 98713 akçadır.
2.4. Ayn-Safna ( ) 782
Musulun 50 km kuzeydoğusundadır
783. Müslüman ve yahudiler meskûn olduğu bir
yerleşim birimidir. 1523'te 32 çift ve iki mücerred müslüman, 24 hâne de Yahudi nüfusu
vardı. 1540'ta, 19 çift ve beş mücerred olmak üzere toplam 26 nefer müslüman, 17 nefer
Yahudi, 1558’de 16,5 çift, 10 bennâk ve beş mücerred müslüman ile 23 nefer yahudi, 1575'te
ise 19,5 çift, 11 bennâk ve beş mücerred müslüman nüfusa karşılık, 23’ü hâne, ikisi mücerred
toplam 25 nefer yahudi nüfus mevcuttur (Bk. Ek-I).
Bu hâne, çift, bennâk ve mücerredleri kişi sayısına çevirdiğimizde, tahmini olarak
1523 tarihinde 168 yahudi, 226 müslüman; 1540’ta 119 yahudi, 138 müslüman; 1558’de 161
yahudi, 194 müslüman ve 1575’te 163 yahudi ile 250 müslüman nüfus tespit edilmektedir
(Bk. Ek-I).
Ayn-Safna'nın vergi gelirleri 1540 tarihine kadar Musul sancakbeyi haslarına
ayrılmışken, bu tarihten itibaren padişah haslarına dahil edilmiştir. Köyde buğday, arpa,
780 BOA, TD.,998, s.74; BOA, TD.,195, s.53-54; BOA, TD.,308, s.48-50; BOA, TD.,660, s.54-57.
781 Avad, agm., 1961, s.64.
782 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.132; BOA, TD.,308, s. 57; BOA, TD.,660, s.78-79.
783 Bk. Musul Sancağı haritası.
148
pamuk, susam ve darı üretimi yapılmaktadır. 1540 tarihinde, bütün yıl boyunca (tam sal)
çalışan üç değirmen mevcut iken, 1558'de bu sayı altıya çıkmıştır.
Ayn-Safna’daki boyahânenin yıllık vergi tutarı yıllar itibariyle şöyledir; 1523’te 660
akça; 1540’ta 360 akça; 1558’de 1440 akça ve 1575 tarihinde ise 2000 akça. Yıllık vergi
hasılatı ise 1523'te 3234 akça; 1540'ta 10398 akça; 1558'de 25470 akça ve 1575 tarihinde
32024 akçadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.5. Sarâycık ( ) 784
Köyün kaydına sadece 1523 tarihli tahrirde rastlıyoruz. İki çift müslüman nüfusu
vardır. Daha sonraki tarihlerde bu köyle ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir. Köyün vergi
hasılatı Musul sancakbeyi haslarına ayrılmış olup, yekûnu 532 akçadır.
2.6. Beytü'n-Nâr ( ) 785
1523 tarihinde 11 çift ve bir bennâk müslüman nüfusa sahip bir köy iken, daha sonraki
tarihlerde sadece ziraat yapılan bir mezra konumuna düştüğünü görmekteyiz. Köyün neden
mezreaya tahvil edildiği ve buradaki nüfusun ne olduğu veya nereye, niçin göçtüğü hakkında
belgelerde herhangi bir kayda rastlanmadı.
Ayn-Safna nahiyesine bağlı olan Beytü'n-nâr'ın vergi gelirleri Musul sancakbeyi
haslarına ayrılmıştır. 1523'te 1650 akçalık vergi hasılatı mevcutken, 1540'ta mezreaya
dönüştükten sonra hasılatı 800 akçaya düşmüştür. Daha sonraki yıllarda hasılatı tekrar artarak
1558'de 2800 akçaya ve 1575 tarihinde ise 4000 akçaya yükselmiştir.
2.7. Nüfus ( ) 786
Ayn-Safna nahiyesine bağlı olup, 1523'te dört çift ve bir mücerred müslüman nüfusu
mevcuttur. 1540 tahririnde mezra olarak kaydedilmiştir. Mezra olduktan sonraki dönemlerde
Ayn-Safna ahalisinin burada ziraat yaptıklarını görmekteyiz787
.
Köyün vergi hasılatı, 1540 tarihine kadar Musul Sancakbeyi haslarına, bu tarihten
sonra da padişah haslarına ayrılmıştır. 1523'te 914 akça; 1540'ta 300 akça; 1558'de 2200 akça
ve 1575'te 2000 akçalık yıllık vergisi mevcuttur (Bk. Ek-I).
2.8. Pirân ( ) 788
784 BOA, TD.,998, s.75.
785 BOA, TD., 998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD., 308, s.59; BOA, TD., 660, s.81.
786 BOA, TD., 998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD., 308, s.60; BOA, TD., 660, s.81.
787 BOA, TD., 195, s.133.
788 BOA, TD., 998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD.,308, s.60; BOA, TD.,660, s.83.
149
Ayn Safna nahiyesine bağlıdır. 1523'te üç çift, bir mücerred müslüman nüfusu
mevcuttur. Yıllık vergi hasılatı 1098 akçadır. Pirân Köyü de 1540'tan sonra mezreaya
dönüşmüş ve bu tarihte hasılatı da 400 akçaya düşmüştür. Yıllık vergi geliri 1540'a kadar
Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmışken, bu tarihten sonra padişah haslarına dahil edilmiştir.
1558 ve 1575 tarihlerinde mezra statüsü devam etmekte olup, hâsılatı "Çifte ve Reşikân"
mezreaları ile birlikte verilmiştir. 1558'deki hasılatı, bu iki mezra ile birlikte 1500 akça,
1575’te ise 1650 akçadır.
2.9. Çifte ( ) 789
1523 tahririnde köy, 1540 tahririnde mezra olarak kaydedilen yerleşim birimlerinden
biri de Çifte'dir. Ayn-Safna nahiyesine bağlı olup, 1540'tan önce Musul Sancakbeyi hassı, bu
tarihten sonra padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1523'te 10 çift ve iki mücerred müslüman
nüfusun devlete verdiği yıllık vergi yekûnu 1368 akçadır. 1540'tan sonra mezra konumuna
inince vergi hasılatı da 400 akçaya düşmüştür. 1558 ve 1575 tarihlerinde Reşikan ve Piran
mezreaları ile birlikte yazılmış olup, hâsılatı bu iki mezra ile birlikte 1558'de 1500 akça,
1575'te ise 1650 akçadır.
2.10. Asikân ( ) 790
Ayn-Safna nahiyesine bağlı bir köydür. Yalnızca 1523 tarihli tahrirde kaydı olup,
diğer tahrirlerde mevcut değildir. 1523 tarihinde Musul Sancakbeyi hassı olarak ayrılan köyde
sekiz çift müslüman nüfus mevcuttur. Vergi geliri 546 akçadır.
2.11. Asiki ( ) 791
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. 1523'te dokuz çift müslüman nüfusu mevcuttur. Vergi
geliri Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmış olup, 2108 akçadır (Bk. Ek-I). Daha sonraki
tahrirlerde ne köy isimleri ne de mezra isimleri arasında kaydı yoktur.
2.12. İbrahimî ( ) 792
Ayn-Safna nahiyesine tâbidir. 1540 tarihinden sonra mezra statüsüne düşmüştür.
1523'te sekiz çift ve bir mücerred müslüman nüfusu vardır. Yıllık vergi geliri, 1540'a kadar
Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmış, bu tarihten sonra padişah haslarına dahil edilmiş olup;
1523'te 2222 akça, 1540'ta 500 akça, 1558'de 6000 akça ve 1575'te ise 3000 akçadır.
789 BOA, TD., 998, s.75.
790 BOA, TD.,998, s.75.
791 BOA, TD.,998, s.75.
792 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD.,308, s.58; BOA, TD.,660, s.81.
150
2.13. Mâmreşân ( ) 793
1523 tarihinde köy statüsünde olup, üç çift müslüman nüfusu mevcuttur. Daha sonraki
tahrirlerde mezra olarak kaydedilmiştir. Mezra olduktan sonra haricden ziraat yapılmaya
başlanmıştır. Köyün yıllık vergi geliri 1540'a kadar Musul Sancakbeyi haslarına,1540'tan
sonra padişah haslarına ayrılmıştır. Vergi tutarı 1523'te 864 akça, 1540'ta 400 akça, 1558 ve
1575'te 800 akça olarak kayıtlara geçmiştir.
2.14. Sendânik ( ) 794
Ayn-Safna nahiyesine tâbi köylerden biridir. 1540'a kadar Musul sancakbeyi haslarına
dahilken, bu tarihten itibaren padişah haslarına dahil edilmiştir. Köyde 1523 yılında yedi çift,
1540'ta dokuz buçuk çift, 12 bennâk ve üç mücerred olmak üzere toplan 29 nefer, 1558'de
13,5 çift, altı bennâk ve üçü mücerred toplam 23 nefer, 1575 tarihinde de 15 çift, altı bennâk,
toplam 24 neferden müteşekkil müslüman nüfusu bulunmaktadır (Bk. Ek-I). Bu rakamların
kişi olarak karşılığı ise, 1523 tarihinde 49; 1540’ta 185; 1558’de 143 ve 1575’te 168’dir.
Köyde, arpa, buğday, darı (dıhn), pamuk ve susam (küncid) tarımı yapılmaktadır (Bk.
İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi geliri, 1523'te 1502 akça, 1540'ta 4938 akça, 1558'de
7618 akça ve 1575'te 8375 akçadır.
2.15. Zekâve ( ) 795
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. 1523 tarihinde altı çift müslüman nüfusu mevcuttur.
1540 tahririnde mezra olarak kaydedilmiş ve bu konumu daha sonraki tarihlerde de devam
etmiştir. Vergi geliri 1523'te 1560 akça, 1540'ta 300 akça, 1558'de 500 akça ve 1575'te 1500
akçadan ibarettir. Bu vergi gelirleri 1540 yılına kadar Musul Sancakbeyi haslarına, bu tarihten
itibaren de padişah haslarına ayrılmıştır.
2.16. Bâristak ( )
796
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. 1523'te 12 çift, 2 mücerred; 1540’ta sekiz çift, bir
bennâk ve dört mücerred olmak üzere toplam 14; 1558'de 11,5 çift, yedi bennâk olmak üzere
toplam 19 nefer ve 1575'te 12 çift, bir bennâk ve altı mücerred olmak üzere toplam 20 nefer
müslüman nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu verilerden hareketle tespit ettiğimiz tahmini
nüfusu ise 1523’te 86, 1540’ta 67, 1558’de 133 ve 1575’te 104 kişidir.
793 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD.,308, s.58; BOA, TD.,660, s.81.
794 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.131; BOA, TD.,308, s.57-58; BOA, TD.,660, s.79.
795 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD.,308, s.60; BOA, TD.,660, s.81.
796 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.133; BOA, TD.,308, s.58-59; BOA, TD.,660, s.80.
151
Köyde arpa, buğday, pamuk ziraatı yapılmakta ve arıcılıkla uğraşılmaktaydı. Yıllık
vergi geliri 1540 yılına kadar Musul Sancakbeyi haslarına, 1540'tan sonra ise padişah
haslarına ayrılmıştır. 1523'te 1398 akça, 1540'ta 2706 akça, 1558'de 5932 akça, 1575'te de
7994 akçalık vergi hasılatı mevcuttur.
2.17. Ali Hamâre (Ali Hamâ) ( ) 797
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. İki çift müslüman nüfusa sahip olan köyün 1523'teki
yıllık hasılatı 664 akçadan ibarettir. Bu vergi geliri Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmıştır.
1540'ta mezra'ya dönüştüğünü görmekteyiz. Bu tarihte vergi hasılı üçte iki oranında düşmüş
olup, sadece 200 akçadan ibarettir. 1540'tan sonra vergi hasılatı padişah haslarına ayrılmıştır.
1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde kaydı görünmemektedir.
2.18. Deyr-i Mihâyil ( ) 798
1523'te mezra konumundadır. 3000 akçalık vergi hasılatı Musul Sancakbeyi haslarına
ayrılmıştır. 1523-1540 tarihleri arasında müslüman ailelerin gelip burada meskûn olmaları
sonucu köy statüsüne kavuşmuştur. Zira 1523'te meskûn hiçbir nüfus yokken, 1540 tahririnde
üç çift, üç bennâk ve iki mücerred olmak üzere toplam 11 vergi mükellefi neferin kayıtlı
olduğu görülmektedir. Daha sonraki yıllarda köydeki nüfusun çoğaldığını görmekteyiz.
1558'de dört buçuk çift, 11 bennâk, beş mücerred toplam 21 nefer ve 1575'te yedi çift, 10
bennâk, beş mücerred toplam 24 nefer vergi mükellefi müslüman nüfus yaşamaktadır (Bk.
Ek-I). Bunlar tahmini olarak 1540’ta 65, 1558’de 117 ve 1575’te 138 kişiye tekâbül
etmektedir.
Köyde, buğday, arpa, darı (dıhn) ve pamuk üretimi yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi hasılatı 1523'te 3000 akça, 1540'ta 7200 akça, 1558'de 5000 akça ve
1575'te 9000 akça idi. Bu vergi geliri 1540'a kadar Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmışken,
1540'tan sonra timâr olarak ayrılmıştır.
2.19. Ork ( ) 799
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. Sadece 1523 tarihli tahrirde kaydı vardır. Köyde
meskûn nüfus olmayıp, haricden ziraat yapılmaktadır. Hasılı, (hâsıl ve zeminhâ-i çiftlik) 200
akça olup, Musul Sancakbeyi haslarına ayrılmıştır. Daha sonraki tahrirlerde bu köyle ilgili
herhangi bir kayıt mevcut değildir.
797 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.133.
798 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.194-195; BOA, TD.,308, s.137; BOA, TD.,660, s.141-142.
799 BOA, TD.,998, s.75.
152
2.20. Girmâve ( )
800
Ayn-Safna nahiyesine bağlıdır. 1523'te dört çift, 1540'ta yedi çift, 10 bennâk, dört
mücerred (toplam 22 nefer), 1558'de sekiz çfit, 11 bennâk, altı mücerred (toplam 25 nefer) ve
1575'te 16 çift, dört bennâk, iki mücerred (toplam 23 nefer) müslüman nüfusa sahiptir (Bk.
Ek-I). Bu nüfusu kişi sayısına çevirdiğimizde 1523 tarihine 28, 1540 tarihinde 130, 1558
tarihinde 139 ve 1575 tarihinde ise 149 kişi tespit edilmektedir.
Köyde buğday, arpa, susam, çeltik ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
1540'ta bir değirmeni mevcuttur. Değirmen sayısı 1558'de ikiye çıkmıştır. Köyün yıllık vergi
geliri 1523'te 630 akça 1540'ta 4042 akça, 1558'de 6820 akça ve 1575'te 7757 akça olup, bu
gelirler 1540 yılına kadar Musul Sancakbeyi haslarına, bu tarihten itibaren padişah haslarına
ayrılmıştır.
2.21. 'Acuz ( ) 801
1523'te Sincar sancakbeyi haslarına ayrılan bu köy "Karye-i nefs-i 'Acuz tabi-i Musul"
şeklinde kaydedilmiştir. Ancak, nefs-i 'Acuz'da herhangi bir nüfus kaydı mevcut değildir.
Daha sonraki tarihlerde 'Acuz, Musul’a tabi bir nahiye olarak kaydedilmiştir.
Nahiye-i Acuz 1540 tarihinde sekiz köy ve 10 mezradan müteşekkil olup, bir de aşiret
meskûndur. 1558'de ise köy sayısı beşe, mezra sayısı, altıya düşmüş, aşiret sayısında herhangi
bir değişme olmamıştır.
1575'te ‘Acuz nahiyesi yedi köy, dört mezra ve bir cemaatten müteşekkil olup, bu
tarihte Musul Sancağından ayrılarak Eski Musul Sancağına bağlanmıştır802
. Eski Musul
Sancağı da Diyarbekir eyaletine ilhak olunmuştur.
'Acuz nahiyesinin yıllık vergi hasılatı 1523'te 8500 akçadır ve Sincar sancakbeyi
haslarına ayrılmıştır. 1540 'ta 8000 akçalık hasılat sancak beyi hassı' olarak ayrılmış, fakat
hangi sancak beyi olduğu belli değildir. 1558 yılı hasılatı 10000 akça olup, Deyr-Rahbe
sancakbeyi tasarruf etmektedir. 1575'te Eski Musul sancağına bağlandığı kaydedilmiş
olmasına rağmen, yıllık vergi yekûnu belirtilmemiştir.
2.22. Merevan, Merâvil, Merâvül ( ) 803
800 BOA, TD.,998, s.75; BOA, TD.,195, s.131; BOA, TD.,308, s.58; BOA, TD.,660, s.80.
801 BOA, TD.,998, s.76; BOA, TD.,195, s.135; BOA, TD.,308, s.95; BOA, TD.,660, s.1.
802 BOA, TD.,660, s.1. “Zikr olunan kura ve mezari Diyarbekir Beyler beyliği tecdid-i tahrir olundukta, Eski
Musul Sancağı ol Canübe ilhak olunmakla, Eski Musul'a kayd olunmuştur”.
803 BOA, TD.,998, s.76; BOA, TD.,195, s.135; BOA, TD.,308, s.95; BOA, TD.,660, s.1.
153
Acuz nahiyesine bağlı bir köydür. Köyde, buğday, arpa, darı (dıhn) ziraatı
yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi hasılatı; 1523'te 12500 akçadır ve
Sincar sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. 1540'ta 12021 akça olan hasılatı sancakbeyi hassı
olarak ayrılmış, fakat hangi sancağın sancakbeyi olduğu belirtilmemiştir. 1558 tarihinde
10000 akçaya düşen yıllık vergi hasılatı Deyr-Rehbe sancakbeyi hassıdır. 1575 tarihinde bağlı
olduğu 'Acuz nahiyesi ile birlikte Eski Musul Sancağına bağlanmış ve hasılatı
kaydedilmemiştir.
Köyün nüfus dağılımı ise şu şekildedir; 1523 yılında dört çift, bir mücerred, 1540'ta
14,5 çift ve 1558'de de 15 nefer kayıtlıdır. 1575 tarihli tahrirde köyün nüfusu
kaydedilmemiştir (Bk. Ek-I). Tahmini nüfus olarak, 1523’te 29, 1540-1558 tarihlerinde de
105 kişi yaşamaktadır.
2.23. Palâs, Belâsin ( , )
804
Acuz nahiyesine bağlı bir köydür. 1523 yılında 10 çift, 1540 ve 1558'de 26 nefer
nüfusu vardır (Bk. Ek-I). Bu verileri yedi katsayısıyla çarptığımızda tahmini nüfus 1523’te 70
kiş, 1540-1558 tarihlerinde de 182 kişi olarak çıkmaktadır. 1575'te Acuz nahiyesiyle beraber
Eski Musul Sancağına dahil edilmiş olup, nüfusu kaydedilmemiştir.
Köyde, buğday, arpa ve darı (dıhn) ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). 1523 yılı hasılatı Sincar Sancakbeyi haslarına ayrılmış ve yekûnu 5257 akçadır.
1540 yılı vergi miktarı 10496 akça olup sancakbeyi hassıdır (hangi sancakbeyi olduğu belli
değil). 1558 yılı vergi hasılatı ise 12000 akça olup, Deyr-Rahbe sancakbeyi hassına
ayrılmıştır. 1575 yılı hasılatı belli değildir.
2.24. Kafirü'z-Zâman, Kafirzaman ( ) 805
Musul'a tâbi olup, kuzey doğusunda yer almaktadır806. 1523 yılında 31 çift ve 16
mücerred, 1540'ta 47 bennâk ve 1558'de ise 48 nefer müslüman nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I).
1575 tahririnde bu köyün nüfusu kaydedilmemiştir. Muhtemelen bu tarihte, 'Acuz nahiyesi ile
birlikte, Eski Musul Sancağına bağlanmıştır.
Köyün zirai mahsulleri buğday ve darıdır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). 1523 yılı
hasılatı Sincar sancakbeyi haslarına ayrılmış olup, 8859 akçadır. 1540 ve 1558 yıllarındaki
hasılatı 13676 akça olup, Vilayet-i Cezire hâkimi Bedir Bey'in tasarrufundadır. 1575 yılında
804 BOA, TD.,998, s.76; BOA, TD.,195, s.135; BOA, TD.,308, s.95; BOA, TD.,660, s.1.
805 BOA, TD.,998, s.76; BOA, TD.,195, s.57; BOA, TD.,308, s.113; BOA, TD.,660, s.54.
806 Bk. Harita-II.
154
ise padişah hasları arasında kayıtlı olup, birkaç köy ve mezra ile birlikte zikredildiği için yıllık
vergi miktarı belli değildir.
2.25. Ağa İskender ( )
807
Bu köy ismi sadece 1523 tarihli tahrir defterinde kayıtlıdır. Diğer defterlerde kaydı
yoktur. Tahrir defterine göre bu köy Musul'un batısında bulunmakta olup, hariçten ziraat
olunmaktadır808. Dolayısıyla köyde meskûn nüfus bulunmamaktadır. Köyün yıllık vergi
hasılatı 810 akçadan ibaret olup, tımar ve zeamet olarak ayrılmıştır.
2.26. Alkuş ( )
809
Eski mamur beldelerden olup, Musul şehrinin 31 mil kuzeyinde Alkuş dağı (Cebel-i
Alkuş) eteğindedir (Bk. Harita-II). Burada yaşayan insanlar Keldani hıristiyanlarındandır.
Dilleri surs (genel Aramice)'cadır810
.
Alkuş'un şöhreti, Nahum el-Alkuşi'nin buraya intisabından sonra artmıştır. Nahum
Alkuşi Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olup, mukaddes kitabın Ahd-i kadim
yazarlarındandır811
. Alkuş köyü, Keldani patrikliğinin de merkezidir. 1504-1778 yılları
arasında burada 11 patrik ikâmet etmektedir.
Alkuş isminin manasına gelince; bu konuda iki görüş mevcuttur. Bu görüşlerden
birincisine göre; Alkuş kelimesi Aramice olup il kaçtı'dan gelmektedir. İkinci görüşe göre; bu
isim Türkçe olup Kırmızı Kuş manasına gelmektedir812
.
1523'te 103'ü hâne, 25'i mücerred, toplam 128 nefer vergi mükellefi; 1540'ta 100'ü
hâne, 48’i mücerred, toplam 148 vergi mükellefi; 1558'de 176'sı hâne, 84'ü mücerred, toplam
260 nefer vergi mükellefi ve 1575'te 251'i hâne, 63'ü mücerred, toplam 314 nefer vergi
mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerinin tahmini sayısı 1523 tarihinde 746,
1540’ta 784, 1558’de 1316 ve 1575 tarihinde de 1820 kişidir.
Köyde buğday, arpa ve (1540'tan sonra) keten tohumu ziraatının yanı sıra bağcılık da
yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Köyün yıllık vergi hasılatı padişah hasları için
ayrılmıştır. 1523'te 15068 akça olan vergi geliri, 1540'ta 30500 akçaya,1558'de 59416 akçaya
ve 1575'te 65900 akçaya yükselmiştir.
807 BOA, TD.,998, s.77.
808 BOA, TD.,998, s.77; “der canib-i garb-i Musul. Haricden ekerler”.
809 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.55-56; BOA, TD.,308, s.52-55; BOA, TD.,660, s.60-63.
810 Avad, agm., 1961, s.45.
811 Avad, agm., 1961, s.45.
812 Avad, agm., 1961, s.48.
155
2.27. Bâhizân ( ) 813
Büyük mamur bir köydür. Musul'un 12 mil doğusunda olup, Ba'şika dağı eteklerinde
kurulmuştur. Ba'şikanın yaklaşık bir km batısına düşer814
.
Bahzani ismi süryanice olup "Beyt hizyani = Hizyani evi" anlamında, yani "bakma,
görme mahalli" demektir815
.
Musul nahiyesine bağlıdır. Nüfusunun tamamı müslümandır. 1523 yılında 232 çift ve
109 mücerred nüfusun verdiği yıllık vergi hasılatı 74634 akçadır. 1540'ta 46'sı çift, 103'ü
bennâk, 81'i mücerred olmak üzere toplam 257 nefer vergi mükellefi 78522 akça; 1558'de
56,5'i çift, 116'sı bennâk, 77'si mücerred olmak üzere toplam 250 nefer 97582 akça ve 1575'te
50'si çift, 116'sı bennâk, 5'i mücerred, toplam 236 vergi mükellefi 97582 akça vergi
vermektedir (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerini yedi katsayısına göre nüfusa çevirdiğimizde,
tahmini olarak 1523 tarihinde 1733 kişi; 1540'ta 1313 kiş; 1558'’de 1288 kişi ve 1575’te 1622
kişi yaşamaktadır.
Köyün zirai mahsulleri; buğday, arpa, soğan, pamuk (penbe), keten tohumu (bezr-i
ketân), zeytin olup arıcılık da yapılmaktadır. 1540 tarihinden itibaren bütün yıl boyunca (tam
sal) çalışan 3 değirmenin (asiyab) işlediğini görmekteyiz. Yine, ilk defa 1540 tarihli tahrirde
kayıtlı olan boyahânenin yıllık vergi hasılatı 3000 akça; 1558'de 5400 ve 1575'te ise 7200
akçadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Köyün vergi hasılatı 1523-1540 arasında timar ve zeamet, 1540-1575 yılları arsında
ise padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Bâhizan köyü nüfusu 1523-1575 tarihleri arasındaki dönemde, az da olsa, gerilemesine
rağmen, yıllık vergi gelirlerinde 1558 tarihine kadar bir artış söz konusudur. 1558-1575 yılları
arasında ise herhangi bir artış veya azalma olmadığı görülmektedir.
2.28. Bozân ( ) 816
Musul nahiyesine bağlıdır. Musul’un 35 mil kuzeyinde ve Alkuş'a iki mil
mesafededir817
. Nüfusunun tamamı müslümandır.
1523 yılında 56 çift, 20 mücerred ve bir pir-i fani nüfusu vardır. 1540'ta 23, beşi çift,
yedisi bennâk ve dördü mücerred olmak üzere toplam 42 nefer; 1558'de 29,5'i çift, 30'u
813 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.39-41; BOA, TD.,308, s.79; BOA, TD.,660, s.131.
814 Avad, agm., 1961, s.49.
815 Avad, agm., 1961, s.49.
816 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.71; BOA, TD.,308, s.119; BOA, TD.,660, s.151.
817 Avad, agm., 1961, s.61. (Harita-II).
156
bennâk, 18'i mücerred, toplam 78 nefer ve 1575 tarihinde 42'si çift, 23'ü bennâk ve beşi
mücerred olmak üzere toplam 80 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu
ise yıllar itibariyle 1523’te 412; 1540’ta 270; 1558’de 438 ve 1575’te 530 kişidir.
Köyde, buğday, arpa ve 1540 yılında susam ziraatı yapılmakta olup818, yıllık vergi
geliri zeamet olarak ayrılmıştır. 1523'te 19775 akça; 1540'ta 14950 akça; 1558'de 14950 akça
ve 1575 yılında 15756 akçalık yıllık vergi hasılatı mevcuttur.
2.29. Kusayri, Kusayr ( ) 819
1523'te 11 çift, bir mücerred, 1540’ta altısı çift, beşi bennâk, ikisi mücerred olmak
üzere toplam 15; 1558'de beşi çift, 12’si bennâk, ikisi mücerred olmak üzere toplam 19 nefer
ve 1575 tarihinde sekizi çift, altısı bennâk, biri mücerred olmak üzere toplam 18 nefer vergi
mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu ilk tarihte 78, ikincisinde 93, üçüncüde 121
ve sonuncusunda 120 kişi çıkmaktadır.
Köyde buğday, arpa ziraatı yapılmaktadır. Pamuk ve susam ziraatının de yapıldığını
1540 tarihli tahrirden öğrenmekteyiz (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi geliri 1523'te
5094 akça olup timar veya zeamet olarak ayrılmıştır. 1540'ta 8905 akçalık hasılat sancakbeyi
hassına ayrılmıştır820. 1558-1575 tarihlerinde padişah hassı olarak ayrılan gelirler 1558'de
8445 akça, 1575 tarihinde ise 10674 akçadır.
2.30. Cerâhi ( )
821
Ayn-Safna ile Alkuş arasında yer almaktadır822
. Musul'a tâbi hıristiyan köylerdendir.
Vergi mükellefleri 1523 tarihinde 29 hâne ile 13 mücerredden ibarettir. 1540'ta 22 hânesi, altı
mücerredi; 1558'de 40 hânesi, dokuz mücerredi ve 1575 tarihinde 42 hânesi ve 11 mücerredi
mevcuttur (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1523’te 216 kişi; 1540’ta 160 kişi; 1558’de 289 kişi ve
1575 tarihinde 305 kişidir.
Köyde buğday, arpa, darı ve pamuk ziraatı yapılmaktadır. Ayrıca arıcılıkla da
uğraşılmaktadır. 1540, 1558 ve 1575 yıllarında tam yıl çalışan bir değirmeni mevcuttur (Bk.
İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi geliri, 1523'te 11892 akça olup timar ve zeamet olarak tevcih edilmiştir.
1540'ta 13888 akçalık gelir tımar olarak ve 1558'deki 18687 akçalık gelir ile 1575'teki 20000
818 Bk. İktisadi Durum Bölümü.
819 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.67-68; BOA, TD.,308, s.76; BOA, TD.,660, s.168.
820 Hangi sancağın sancakbeyi olduğu belli değil.
821 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.93; BOA, TD.,308, s.75; BOA, TD.,660, s.65.
822 Avad, agm., 1961, s.70.
157
akçalık gelir de padişah hassı olarak ayrılmıştır.
2.31. Boğur ( ) 823
Köy, sadece 1523 tarihli tahrirde kayıtlı olup, 67 çift ve 14 mücerred müslüman vergi
mükellefi mevcuttur ki, tahmini olarak 483 kişiye tekabül etmektedir (Bk. Ek-I). Yıllık vergi
geliri 13670 akçadır ve timar-zeamet olarak ayrılmıştır.
Diğer tahrir defterlerinde bu köyün kaydına bulunmamaktadır. Köydeki meskûn
nüfusun başka bir bölgeye geçmiş olabileceğini varsayarsak, bu durumda en azından mezra
olarak diğer tahrirlerde kaydedilmesi gerekirdi. Muhtemelen isim değişikliğine uğramıştır.
2.32. Hatâre-i Küçük ( ) 824
1523'de 13 çift, sekiz mücerred müslüman vergi mükellefine sahiptir. 1540'ta 15'i çift,
beşi bennâk, dördü mücerred olmak üzere toplam 25 nefer; 1558'de 17,5'i çift, altısı bennâk,
ikisi mücerred olmak üzere toplam 26 nefer ve 1575'te 19'u çift, sekizi mücerred olmak üzere
toplam 29 nefer vergi mükellefi vardır (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerinin tahmini nüfusu
1523 tarihinde 99 kişi, 1540’ta 151 kişi, 1558’de 170 kişi ve 1575 tarihinde de 155 kişidir.
Köyde buğday ve arpa ziraatının yanı sıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadî
Durum Bölümü). Timar ve zeamet olarak ayrılan vergi geliri 1523'te 5000 akçadır. 1540'ta
hasılat 11005 akçaya yükselmiş ve sancakbeyi hassına ayrılmıştır. 1558 yılında padişah hassı
olarak kaydedilen vergi gelirinin yekûnu 12649 akça, 1575'te zeamet olarak ayrılan köyün
geliri 15000 akçadır.
2.33. 'İzze, 'izzi ( ) 825
Köyde 1523 tarihinde sekiz çift ve bir mücerred vergi mükellefi müslüman nüfus
kayıtlıdır. 1540'ta mezra konumuna düşmüş olduğundan kayıtlı herhangi bir nüfusu yoktur826
.
1558 yılından itibaren tekrar meskûn hale gelmiştir. Bu tarihte bir buçuk çift ve üç bennâk
olmak üzere toplam beş nefer vergi mükellefi kayıtlıdır. Daha sonraki tarihlerde köyün nüfusu
artmaya devam etmiş, 1575 yılına gelindiği vakit altısı çift, üçü bennâk ve ikisi mücerred
olmak üzere toplam 12 nefer vergi mükellefine ulaşmıştır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu ise
1523’te 57 kişi, 1558’de 17 kişi ve 1575 tarihinde 72 kişiden ibarettir.
Köyün tarımsal ürünleri buğday, arpa, darı, pamuk ve susamdır (Bk. İktisadi Durum
823 BOA, TD., 998, s.77.
824 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.69-70; BOA, TD.,308, s.82; BOA, TD.,660, s.158.
825 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.76; BOA, TD.,308, s.141; BOA, TD.,660, s.168.
826 “Mezra-i Çevlig-i ‘İzze”. Bk. BOA, TD., 195, s.76.
158
Bölümü). Yıllık vergi hasılatı timar olarak ayrılmıştır. 1523'te 4411, 1540'ta 2000, 1558'de
3794 ve 1575'te 6000 akçalık yıllık vergi hasılatı mevcuttur.
2.34. Bâvraşân ( ) 827
Vergi hasılatı timar olarak ayrılmıştır. Arpa, buğday ve pamuk ziraatı yapılmaktadır
(Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi miktarı; 1523'te 5000 akça, 1540'ta 2000 akça, 1558'de
2752 akça ve 1575'te 5000 akçadır.
1523 yılında iki çift nüfusu mevcuttur. 1540'ta mezra statüsünde kayıtlıdır. 1558'den
itibaren tekrar bir iskân alanı olduğunu görmekteyiz. Nitekim, bu tarihte dördü çift ve dördü
bennâk olmak üzere sekiz nefer'i, 1575'te ise 10’u çift ikisi bennâk ve biri mücerred olmak
üzere toplam 20 nefer müslüman vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Bunlar da yaklaşık,
1523’te 14; 1558’de 32 ve 1575’te 134 kişiye tekabül etmektedir.
2.35. Tâşluca, Dâşluca ( ) 828
1540, 1558 ve 1575 tarihli tahrir defterlerinde mezra olarak kayıtlıdır. 1523 tarihinde
köy olarak kaydedilmiş olmasına rağmen, meskûn nüfusu olmayıp haricden ziraat
yapılmaktadır.
Vergi geliri timar olarak ayrılmıştır. 1523'te 1650 akça, 1540 ile 1558'de 1000'er akça
ve 1575'te de 1800 akça vergi geliri mevcuttur.
2.36. Nasıri ( ) 829
Müslüman ve hıristiyanların meskûn olduğu bir köydür. 1523 yılında dört hâne
müslüman ve iki hâne gayrimüslim vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). 1540'ta köyde
meskûn nüfus mevcut olmayıp mezra statüsündedir. 1558'de bir çift müslüman, dört hâne
hıristiyan; 1575'te iki çift müslüman ve sekiz hâne gayrimüslim nüfus kayıtlıdır.
Köy timar olarak ayrılmıştır. Zirai ürünleri buğday, arpa ve 1575'te pamuktan ibarettir
(Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi geliri 1523 tarihinde 5493 akça, 1540’ta 2500 akça,
1558'de 3940 akça ve 1575'te ise 4000 akçadır.
2.37. Ayn-Bakra ( ) 830
Müslüman ahalinin meskûn olduğu bir köydür. 1523'te dokuz çift, altı mücerred vergi
mükellefi mevcutken, bu sayı 1540'ta yedisi çift, dördü bennâk ve üçü mücerred olmak üzere
827 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.82; BOA, TD.,308, s.141; BOA, TD.,660, s.178.
828 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.94; BOA, TD.,308, s.84; BOA, TD.,660, s.165.
829 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.98; BOA, TD.,308, s.129; BOA, TD.,660, s.177.
830 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.86; BOA, TD.,308, s.118; BOA, TD.,660, s.153.
159
toplam 16 nefere yükselmiştir. 1558'de 11 çift, dokuz bennâk, bir mücerred olmak üzere
toplam 21 nefer vergi mükellefi vardır. 1575 yılında ise 11 çift, yedi bennâk ve bir mücerred
olmak üzere 21 nefer olarak kaydedildiğini görmekteyiz (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerinin
kişi olarak tahmini sayısı ise 1523’te 69; 1540’ta 94 ve 1558-1575 tarihlerinde ise 141 kişidir.
Köyde buğday, arpa, pamuk ziraatının yanı sıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi hasılatı timar olarak ayrılmış olup, 1523’te 4522 akça, 1540'ta 4914
akça, 1558'de 6893 akça ve 1575'te 6900 akçadır.
2.38. Kara Bulâk ( ) 831
1523'te sekiz çift ve bir mücerred vergi mükellefi mevcuttur. Hasılı 2874 akçadır.
1540'ta mezra statüsündedir. Vergi hasılı 1500 akçaya düşmüştür832. Bu tarihlerde vergi geliri
timar olarak ayrılmıştır. 1558 ve 1575 tarihlerinde de mezra olup 2400 akçalık geliri
mevcuttur.
2.39. Bâkufe ( ) 833
Musul'un 18 km kuzeyindedir. Halkı Keldani ve Nasrani'dir. Dilleri Sursçadır. Bâkufa
kelimesi Aramice'dir834
.
Gayrimüslim olan bu köyün 1523'te 21 hâne ve iki mücerred olmak üzere toplam 23
nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bu tarihte vergi geliri 10604 akça olup, bunun 3019 akçası
Hz. Yunus (a.s.) vakfına, 7585 akçası ise hisse-i divâni olarak ayrılmıştır. 1540'ta 16 hâne ve
iki mücerred olmak üzere toplam 18 nefer vergi mükellefinin ödediği vergi tutarı 11156
akçadır. Bu gelir zeamet olarak ayrılmıştır.
1558 yılında köyün nüfusu 50 vergi mükellefi nefere yükselmiş olup, bunların 37'si
hâne, 13'ü ise mücerred olarak kayıtlıdır. Yine, aynı tarihte köyün bütün mahsulatı, padişaha
sunulan arz neticesinde, Hz. Yunus (a.s.)'ın mezar-ı şerifine sarf olunmak üzere vakf
edilmiş835 olup, 11322 akçadır. 1575 tarihinde ise hâsılatı 12518 akçaya yükselmiş, nüfusu ise
toplam 58 nefer vergi mükellefinden ibarettir. Bunların 53’ü bennâk, beşi ise mücerred'dir
831 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.86.
832
“Defter-i atikde karye olub haliya mezrea yazıldı". Bk. BOA, TD., 195, s.86.
833 BOA, TD., 998, s.77; BOA, TD., 195, s.72; BOA, TD., 308, s.172; BOA, TD., 660, s.240.
834 Avad, agm., 1961, s.56.
835 “Zikr olunan karyenin hisse-i divânisi defter-i atikde zeamet kayd olunub, haliya zikr olan hisse-i divâni
padişah-ı alempenah... hazretlerinin paye-i serir-i ‘alâsına arz olundukda karye-i mezkurenin cümle mahsulü
mezar-ı şerife sarf olunmak ferman olunmağın vuku’ üzre defter-i cedid-i hakaniye kayd olundu ki, mütevelli
olan cümle mahsulü mezarı şerife sarf olunmak içün zabt idüb min’ ba’d aherden kimesne dahl ve ta’arruz
eylemeye”. “... ve karye-i Bâküfe Hz. Yunus aleyhisselamın vakfı olub bad’ı heva ve cürm-ü cinayetleri
bilcümle cem’i mahsulatı vakfa mukayyed olub...” Bk. BOA, TD., 308, s.172.
160
(Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1523’te 149; 1540’ta 114; 1558’de 272 ve 1575 tarihinde 376
kişidir.
Köyün mahsulü buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.40. Göz ( )
836
1523 tarihli tahrirde kaydı olup, 25 çift ve altı mücerred nüfusu mevcuttur. Vergi
hasılatı 4500 akçadır ve timar olarak ayrılmıştır. Daha sonraki tahrirlerde Göz diye bir köy
kaydı mevcut değildir. Fakat Kara Gözcek adlı bir köy mevcut olup, bunun 1523 tarhririnde
kayıtlı olan Göz köyü olup olmadığını tespit edemiyoruz. Bu iki köyün nüfus ve vergi
hasılatını mukayese ettiğimizde, hasılatın birbirine yakın olmasına rağmen nüfus oranları
arasında büyük fark mevcuttur. Dolayısıyla, 1523 tahririndeki Göz köyü ile 1540, 1558 ve
1575 tahrirlerindeki Kara Gözcek köylerinin aynı köyler olup olmadığını tespit edemediğimiz
için ayrı ayrı köyler olarak değerlendirdik.
2.41. Kara Gözcek ( ) 837
1540’ta yedi nefer vergi mükellefi vardır. Bunların iki buçuğu çift, ikisi bennâk, biri
de mücerred'dir. 1558'de ikisi çift, beşi bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam sekiz
nefer, 1575 tarihinde ise üçü çift, yedisi bennâk, dördü mücerred olmak üzere toplam 17 nefer
vergi mükellefi mevcuttur. 1523 yılında bu isimle kayıtlı köy yokken, Göz olarak kayıtlı olan
köyle bir bağlantısı olup olmadığını bilmiyoruz.
Vergi mükelleflerinden hareketle tespit edilen tahmini nüfus 1540’ta 43 kişi, 1558’de
50 kişi ve 1575’te de 95 kişidir.
Köyün tarım ürünleri buğday ve arpadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Ayrıca sebze
üretiminin de yapıldığını görmekteyiz. Geliri 1540'ta Sancakbeyi hassı olarak ayrılmış olup,
6452 akçadır. 1558 ve 1575 yıllarında vergi geliri timar olarak ayrılmış olup, 34145 ve 4922
akçadan ibarettir.
2.42. Tercili ( ) 838
Musul'un 17 mil doğusunda yer almaktadır. Terceliy ve Tel Culle de denilmektedir.
(Bk. Harita-II). Aramice bir isimdir839
.
1523 yılında 32 çift ve 12 mücerred vergi mükellefi nüfusu olan bir köydür. 1540-
1558 ve 1575 tarihlerinde ise mezra konumundadır.
836 BOA, TD.,998, s.77.
837 BOA, TD.,195, s.69; BOA, TD.,308, s.141; BOA, TD.,660, s.167.
838 BOA, TD., 998, s.77; BOA, TD., 195, s.98; BOA, TD., 308, s.47; BOA, TD., 660, s.173.
839 Avad, agm., 1961, s.63.
161
Vergi gelirleri 1558'de has, diğer tarihlerde timar olarak ayrılmıştır. Vergi toplamı
1523'te 5606 akça, 1540-1558 tarihlerinde 4000 akça ve 1575'te ise 2000 akçadır.
2.43. Bâsihre ( ) 840
Gayrimüslim nüfusun meskûn olduğu bir köydür. 1523'te 24 hâne ve dört mücerred
olmak üzere toplam 28; 1540’ta 37 hâne ve 15 mücerred toplam 52; 1558'de 49 hâne ve 19
mücerred toplam 68 ve 1575'te 53'ü hâne, 10'u mücerred olmak üzere toplam 63 nefer vergi
mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I).
Köyde buğday ve arpa ziraatının yanısıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi hasılatı 1523 tarihinde 5000 akça olup timar olarak, 1540'ta 17000
akça olup padişah hassı olarak, 1558'de 17000 akça olup timar ve nihayet 1575'te ise 17500
akça olup timar olarak ayrılmıştır.
2.44. Türkân ( ) 841
Bu köy sadece 1523 tarihli tahrirde mevcuttur. Üç çift vergi mükellefi nüfusu vardır
(Bk. Ek-I). Yıllık vergi hasılatı timar olarak ayrılmış olup toplam 1268 akçadır.
2.45. Bavcine ( ) 842
1523 yılında dört çift vergi mükellefi müslüman nüfusu vardır. Yıllık vergi hasılatı
2342 akçadır. 1540 tarihli tahrir defterinin bir sayfasında mezra, diğer bir yerinde ise karye
olarak kaydedilmiştir. Gerek vergi mükellefi nüfusunun bulunmaması ve vergi hasılatının
2342 akçadan 2000 akçaya düşmüş olması gerekse 195 no'lu tahririn 111. sayfasında mezra-i
Bavcine şeklinde bir kaydın bulunması, bu köyün 1540'ta mezra olduğunu göstermektedir.
Bavcine'nin yıllık vergi geliri İmâm Ömer veled-i İmâm Hasan Zaviyesine
vakfedilmiştir.
2.46. Hatâre-i Büzürg ( ) 843
Müslümanların meskûn olduğu bir köydür. 1523'te 66 çift, 15 mücerred'i vardır.
1540'ta 58'i çift, 59'u bennâk ve 20'si mücerred olmak üzere 146 nefer, 1558'de 55'i çift, 72'si
bennâk ve 60'ı mücerred olmak üzere 187 nefer ve 1575’te 102'si çift, 152'si bennâk ve 43'ü
de mücerred olmak üzere toplam 324 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Bunların
tahmini kişi sayısı ise 1523’te 477 kişi, 1540’ta 902 kişi, 1558’de 949 kişi ve 1575 tarihinde
840 BOA, TD., 998, s.77; BOA, TD., 195, s.38-39; BOA, TD., 308, s.125; BOA, TD., 660, s.154.
841 BOA, TD., 998, s.77
842 BOA, TD., 998, s.77; BOA, TD., 195, s.111,146.
843 BOA, TD.,998, s.77; BOA, TD.,195, s.102-103; BOA, TD.,308, s.163-164; BOA, TD.,660, s.228-231.
162
2010 kişidir.
Köyün zirai mahsulleri arpa ve buğdaydan ibarettir. Yıllık vergi gelirleri Haremeyn-i
Şerifeyn Vakfına bağışlanmış olup, 1523'te 12187 akça, 1540'ta 21344 akça, 1558'de 33336
akça ve 1575’te 39868 akçadır.
2.47. Tilkif ( ) 844
Musul'un 9 mil kuzeyinde mamur bir beldedir. Halkı Keldani hıristiyanlarından olup,
Surs dili konuşurlar. Tilkif ismi iki lafızdan mürekkeptir. "Tel" ve "Kifa" Aramicedir. "Taş"
manasındadır. "Tel el-Hicare" de denilmiştir. Çünkü buraya yakın bir höyükte iri kayalıklar
bulunmaktadır. Buranın Asurlular döneminde kale olduğu da tahmin edilmektedir 845
.
Halkı gayrimüslimdir. 1523' te 142 nefer vergi mükellefi mevcut olup, bunların 122' si
hâne 20' si mücerred'dir. Tilkif 'in vergi mükellefi 1540'ta 174 nefere yükselmiş ve bunların
143' ü hâne, 31' ise mücerred'di. 1558'de 206 hâne ve 84 mücerred'den oluşan vergi mükellefi,
toplam 290 nefer idi. Nihayet 1575' de 272 hâne 102 mücerred olmak üzere toplam 374 nefer
vergi mükellefine yükselmiştir (Bk. Ek-I). Tahmini nüfus hesaplamasında baz aldığımız 7
katsayısı ile vergi mükelleflerini nüfusa dönüştürdüğümüzde 1523 tarihinde 874 kişi, 1540’ta
1032 kişi, 1558’de 1526 kişi ve 1575’te 2006 kişilik bir nüfus ortaya çıkmaktadır.
Köyün zirai mahsulleri buğday ve arpadır. Vergi gelirleri Hz. Nebi Cercis Vakfına
ayrılmıştır. 1523' te 25612 akça, 1540'ta 35270 akça, 1558'de 50157, 5 akça ve 1575'te 58577
akça vergi alınıyordu. Köyün nüfusu ile vergi hasılı mukayese edildiğinde; nüfus artışına
paralel olarak vergi oranının da yükseldiği gözlenmektedir.
2.48. Kâim ( )
846
1523 yılında yedi çift, bir mücerred vergi nüfusu vardır. 1540’ta bir çift, iki bennâk
olmak üzere toplam dört nefer, 1558'de iki çift, bir bennâk, bir mücerred olmak üzere toplam
dört nefer ve 1575'te iki buçuk çift, bir bennâk olmak üzere toplam dört nefer vergi mükellefi
mevcuttur (Bk. Ek-I). Köyün tahmini nüfusu ise 1523’te 50 kişi, 1540’ta 28 kişi, 1558’de 22
kişi, 1575’te ise 28 kişiden ibarettir.
Köyde buğday, arpa, pamuk ve darı ziraatı yapılmaktadır. 1575 tarihli tahrirde tam yıl
çalışan bir de değirmeni vardır. 1523'te vergi hasılatı 3594 akça olup bunun 400 akçası
malikâne hissesi, 3194 akçası da tımar olarak (hisse-i divani) ayrılmıştır. Daha sonraki
844 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.105-106; BOA, TD.,308, s.173-195; BOA, TD.,660, s.248-252.
845 Avad, agm., 1961, s.66-67.
846 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.83; BOA, TD.,308, s.133; BOA, TD.,660, s.142.
163
yıllarda vergi gelirinin tamamı da timar olarak ayrılmış olup; 1540'ta 1555 akça, 1558'de 2235
akça ve 1575’te 3500 akçadan ibarettir.
2.49. Bâzırvâne ( ) 847
1523 tarihli tahrirde mevcut olup, diğer tahrirlerde kaydına rastlanmadı. 17 çift vergi
mükellefi yaklaşık 119 kişilik nüfusa denk gelmektedir (Bk. Ek-I). Vergi hasılatı 7000 akça
olup timar olarak ayrılmıştır.
2.50. Hustâbâd, Histebâd ( , ) 848
1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde Hustâbâd, 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise
Histebâd şeklinde kaydedilmiştir.
Vergi mükellef sayısı 1523'de 41 hâne ve yedi mücerredden ibarettir. 1540’ta nefer
sayısı 35’e gerilemiş olup, 11,5'i çift, 14'ü bennâk ve yedisi mücerred olarak kayıtlıdır. Bu
tarihten sonra nefer sayısında önemli bir artış yaşanmıştır. Zira, nefer sayısı 1558'de 50'ye
yükselmiştir. Bunların 15,5'i çift, 25'i bennâk, 9'u ise mücerred'dir. 1575 tarihinde nefer
sayısı, bilinmeyen sebeplerden, 15'e gerilemiştir. Bunlardan dokuzu çift, beşi bennâk ve biri
mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1523 tarihinde 294 kişi, 1540’ta 161
kişi, 1558’de 296 kişi ve 1575 tarihinde ise 251 kişidir.
Köyün ziraate çok elverişli olduğu görülmektedir. Buğday, arpa, çeltik, darı, susam,
zekrek (keten tohumu) ve soğan gibi çeşitli ürünlerin yetiştirilmesinin yanında arıcılık da
yapılımaktadır. Ayrıca köyde 6 değirmen mevcut olup bunların üçü bütün yıl boyunca (tam
sâl), üçü de yarım yıl (nim sâl) çalışmaktadır. 1558-1575 tarihleri arasında köyde bir
boyahâne de açılmıştır. Boyahanenin 1575 tarihinde 2800 akça vergi geliri mevcuttur (Bk.
İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi geliri 1523'te 19896 akça olup timar ve zeamet olarak, 1540'ta 23000 akça
olup zeamet olarak, 1558'de 22000 olup padişah hassı olarak ve 1575'te 25200 olup yine
padişah hassı olarak ayrılmıştır.
2.51. Fazliye, İmâm Fazliye ( ) 849
Musul'un kuzeydoğusunda 55 mil mesafededir850
. 1523 yılında 35 çift ve altı mücered
vergi yükümlüsü müslüman nüfusu vardır. 1540 tarihinde ismi geçmiyor. 1558'de sekiz
847 BOA, TD.,998, s.78
848 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.73; BOA, TD.,308, s.76; BOA, TD.,660, s.66.
849 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,308, s.130-131; BOA, TD.,660, s.159-160.
850 Avad, agm., 1961, s.90.
164
buçuğu çift, 22'si bennâk ve 12'si mücerred olmak üzere toplam 43 nefer; 1575 yılında da
dokuzu çift, 20'si bennâk ve dördü mücerred olmak üzere toplam 38 nefer vergi mükellefi
bulunmaktadır (Bk. Ek-I). Nüfus olarak ise 1523’te 251 kişi, 1558’de 229 kişi ve 1575’te 242
kişi yaşamaktadır.
Köyün vergi geliri timar olarak ayrılmıştır. 1523'te 15753 akça; 1558'de 12000 akça ve
1575'te 13100 akça vergisi vardır. Tarım ürünleri, arpa, buğday, pamuk susam, soğan ve keten
tohumu olup arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.52. Bâtna ( ) 851
Gayrimüslim köylerden olup, Musul'un 15 mil kuzeyindedir. Halkı Keldani
hiristiyanlarındandır. Dilleri Sursça’dır. İsmi Aramice’dir. "çamur evi veya mağara evi"
demektir852
.
1523 ve 1575'te timar, 1540'ta sancakbeyi hassı ve 1558'de zeamet olarak ayrılmıştır.
Zirai ürünleri buğday, arpa ve keten tohumundan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi geliri 1523'te 9250 akça, 1540'ta 12600 akça, 1558'de 12667 akça ve 1575’te
16000 akçadır.
Köyün vergi mükellefi ise yıllara göre şu şekilde bir dağılım göstermektedir. 1523'te
36 hâne, beş mücerred toplam 41 nefer; 1540'ta 43 hâne 17 mücerred toplam 60 nefer;
1558'de 45 hâne, 15 mücerred toplam 60 nefer ve 1575'te 68 hâne, 11 mücerred toplam 79
nefer vergi mükellefinden ibarettir (Bk. Ek-I). Bu verileri nüfusa dönüştürdüğümüzde 1523
tarihinde 257, 1540’ta 318, 1558’de 330 ve 1575 tarihinde 487 kişi tespit edilmektedir.
2.53. Hizâne ( ) 853
Sadece 1523 tarihli tahrirde kaydı olup, diğer tahrirlerde tespit edilemedi. Köyde 31
çift ve bir mücerred vergi mükellefi nüfusu vardır (Bk. Ek-I). Yıllık vergi geliri 7081 akça
olup, bunun 1160 akçası malikâne hissesi, 6921 akçası de divâni hissesidir.
2.54. Pitâre, Betkâre, Berkâre ( , , ) 854
1523 yılında 4 çift ve 6 mücerred nüfusu mevcut olup, 3079 akçalık vergi hasılı vardır.
1540 ve 1558' de mezra olarak kaydedilmiş ve dolayısıyla meskûn nüfusu yoktur.
Her iki tarihte de yıllık vergisi 1534 akçadır. 1575 tarihinde de mezra konumundadır.
851 BOA, TD.,998, S.78; BOA, TD.,195, s.67; BOA, TD.,308, s.121; BOA, TD.,660, s.147-148.
852 Avad, agm., 1961, s.51.
853 BOA, TD.,998, s.78.
854 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.82; BOA, TD.,308, s.138; BOA, TD.,660, s.180.
165
Yıllık vergisi 2176 akçadır. Her dört tarihte de yıllık vergi geliri timar olarak ayrılmıştır.
2.55. Seymâne ( ) 855
Sadece 1523 tarihli tahrirde kaydına rastlanmaktadır. Diğer defterlerde kaydı yoktur.
1523 tarihinde karye olarak kaydedilmiş olmasına rağmen meskûn nüfusu yoktur. Haricden
ziraat yapılmaktadır. Yıllık vergisi 1.297 akça olup timardır.
2.56. Kantara ( ) 856
Musul'a tabi müslüman köylerden biridir. 1523 yılında sekiz çift ve bir pir-i fâni
meskundu. 1540'ta dördü çift, yedisi bennâk olmak üzere toplam 11 nefer; 1558'de bir buçuk
çifti ile altısı bennâk ve beşi mücerred olmak üzere toplam 12 nefer ve 1575'te yedisi çift,
altısı bennâk, beşi mücerred olmak üzere toplam 20 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. EkI). Bu vergi mükelleflerinin tahmini nüfusu ise 1523 tarihinde 57 kişi, 1540’ta 35 kişi,
1558’de 54 kişi ve 1575’te 110 kişidir.
Köyde üretilen zirai mahsuller, arpa, buğday ve darıdan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi geliri 1523 tarihinde 3150 akça; 1540’ta 6815 akça; 1558'de 6315 akça
ve 1575'te 8268 akça olup timar olarak tevcih edilmiştir.
2.57. Bânbu, Bânbuhân ( , ) 857
1523 tarihinde Bânbu, diğer tarihli tahrirlerde Bânbuhân olarak kaydedilen bu köyün
ahalisi gayrimüslimdir. Köyün vergi hasılatı 1523'te timar olarak, diğer tarihlerde ise padişah
hassı olarak ayrılmıştır.
1523 yılındaki vergi geliri 5602 akça; 1540’ta 12848 akça; 1558' de 32852 akça ve
1575'te ise 32000 akçadır.
Köyde buğday ve arpa ziraatının yanı sıra, arıcılıkta yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü).
1523 yılında 12'si hâne, sekizi mücerred olmak üzere toplam 20 nefer; 1540’ta 21'i
hâne, biri mücerred toplam 22 nefer; 1558'de 65'i hâne, 21'i mücerred toplam 86 nefer ve
1575’te 76'sı hâne, 20'si mücerred olmak üzere toplam 96 nefer vergi mükellefi gayrimüslim
nüfusu vardır (Bk. Ek-I).
Bu vergi mükelleflerinin kişi olarak sayısı ise, 1523 tarihinde 92 kişi, 1540’ta 148 kişi,
855 BOA, TD.,998, s.78.
856 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.82; BOA, TD.,308, s.138; BOA, TD.,660, s.166-167.
857 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.51; BOA, TD.,308, s.52; BOA, TD.,660, s.58-59.
166
1558’de 476 kişi ve 1575’te 552 kişiden ibarettir.
2.58. Horuzân ( ) 858
1523 yılında 22 çift ve beş mücerred vergi mükellefinin yıllık vergisi 5549 akçadır.
1540’ta köyde meskûn nüfus görünmemekte olup, vergi geliri de 3500 akçaya düşmüştür. Bu
durumun sebebini açıklayan herhangi bir kayda rastlamadık. 1558'de yedi buçuk çift, dokuz
bennâk ve dört mücerred olmak üzere toplam 21 nefer mükellefi vardır. Bunların verdiği
vergi geliri 4588 akçadır. 1575 tarihinde dokuzu çift, dokuzu bennâk, biri mücerred olmak
üzere toplam 22 nefer 5114 akça vergi ödemektedir (Bk. Ek-I). Tahmini nüfus ise 1523’te 159
kişi, 1558’de 130 kişi ve 1575’te ise 148 kişidir.
Köyde buğday, arpa ve darı ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.59. Deyr-i Bâ-Yusuf ( ) 859
Geliri timar olarak ayrılan köylerdendir. 1523 yılında 2739 akça; 1540-1558
tarihlerinde 3272 akça ve 1575’de ise 3300 akça vergi geliri mevcuttur. Zirai mahsulleri arpa,
buğday ve darıdan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi mükelleflerinin dağılımı ise şöyledir; 1523'te 12 çift, beş mücerred'i; 1540’ta iki
çift, beş bennâk, iki mücerred toplam 11 neferi; 1558' de iki buçuk çift, altı bennâk, sekiz
mücerred toplam 17 neferi ve 1575'te dört çift, dokuz bennâk, 12 mücerred toplam 29 nefer
(Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerinin kişi olarak tahmini nüfusu ise 1523 tarihinde 89, 1540’ta
65, 1558’de 71 ve 1575 tarihinde ise 149 kişidir.
2.60. Şemseddin Depesi ( ) 860
1523 yılında iki çift, bir mücerred nüfusu mevcuttur. 1540'ta biri çift, biri bennâk ve
biri mücerred olmak üzere toplam üç nefer vergi mükellefi vardır. 1558 tarihinde çift sayısı
yedi buçuğa, bennâk sayısı altıya mücerred sayısı ikiye, toplam nefer sayısı ise 16'ya
yükselmiştir. 1575 tarihinde ise vergi mükellefi toplam nefer sayısı 19 olup bunların sekizi
çift, biri bennâk ve yedisi mücerred'dir (Bk. Ek-I). Bu verileri nüfusa çevirdiğimizde, tahmini
olarak 1523 ve 1540 tarihlerinde 15 kiş, 1558’de 100 kiş, 1575 tarihinde ise 91 kişi nüfus
tespit edilmektedir.
Köyün zirai mahsulleri arpa, buğday ve darıdan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi yekûnu ise 1523'te 1506 akça; 1540'ta 1505 akça; 1558'de 5089 akça ve
858 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.98; BOA, TD.,308, s.127-128; BOA, TD.,660, s.175-196.
859 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.83; BOA, TD.,308, s.137; BOA, TD.,660, s.165.
860 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.69; BOA, TD.,308, s.127; BOA, TD.,660, s.176-177.
167
1575'te 6371 akçadır. Bu vergi gelirleri 1540’ta sancakbeyi hassı, diğer tarihlerde ise timar
olarak ayrılmıştı.
2.61. Bâ'şika ( ) 861
Musul'un 16 mil kuzeydoğusundadır. Bâ'şika Süryanice bir kelime olup, "Zalim, fesat
veya bozguncu evi" manasındadır. Burada hıristiyan, müslüman ve yezidiler yaşamaktadır 862
.
1523'te 124 çift ve 48 mücerred müslüman, 19 hâne ile sekiz mücerred gayrimüslim
vergi mükellefi vardır. 1540 tarihinde müslüman nüfusunun toplamı 164 nefer olup bunların
32'si çift, 68'i bennâk ve 42'si mücerred idi. Gayrimüslimler ise toplam 36 nefer olup, bunların
23'ü hâne, 13'ü ise mücerred olarak kayıtlıdır. 1558'de toplam 172 müslüman neferin 35'i çift,
78'i bennâk, 59’u mücerred iken, toplam 39 gayrimüslim neferin ise 28'i hâne, 11'i de
mücerred olarak kayıtlıdır. 1577 tarihinde müslüman neferlerin toplamı 177’ye yükselmiş
olup, 37 çift, 53 bennâk ve 73 mücerredden oluşuyordu. Bu tarihte gayrimüslim nefer sayısı
61'e yükselmiştir. Bunların 53'ü hâne, sekizi de mücerred'dir (Bk. Ek-I).
Vergi mükellefleri verilerinden hareketle elde ettiğimiz tahmini müslim ve
gayrimüslim nüfus şu şekildedir; 1523 tarihinde 916 müslim, 141 gayrimüslim; 1540’ta 896
müslim, 174 gayrimüslim; 1558’de 850 müslim, 207 gayrimüslim ve 1575 tarihinde 801
müslim ile 379 kişi gayrimüslim.
Köyde buğday, arpa, pamuk, soğan, zeytin, bostan üretiminin yanı sıra arıcılık da
yapılmaktaydı. Ayrıca tam yıl çalışan üç değirmeni vardır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Köyün vergi gelirleri timar olarak ayrılmış olup, 1523'te 56800 akça; 1540’ta 53999 akça;
1558'de 62191 akça ve 1575’te 64791 akçadan ibarettir.
2.62. Telmete ( ) 863
Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. Buğday, arpa ve pamuk ziraatı yapılmaktadır
(Bk. İktisadi Durum Bölümü). 1523'te 7420 akça; 1540'ta 6805 akça; 1558'de 8333 akça ve
1575'te ise 11660 akça vergi geliri mevcuttur.
Köyün vergi mükellefi sayısı 1523 tarihinde 13 çift ve bir mücerredden meydana
geliyordu. 1540'ta sekizi çift, beşi bennâk, üçü mücerred toplam 18 nefer; 1558'de 12'si çift,
dördü bennâk, dokuzu çift toplam 25 nefer ve 1575 yılında da 15'i çift, üçü bennâk, dördü
mücerred olmak üzere toplam 25 nefer müslüman vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu
861 BOA, TD.,998, s.78; BOA, TD.,195, s.89-91; BOA, TD.,308, s.122-124; BOA, TD.,660, s.155-158.
862 Avad, agm., 1961, s.52.
863 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.84; BOA, TD., 308, s.133; BOA, TD., 660, s.159.
168
vergi mükelleflerinin tekabül ettiği tahmini nüfus sayısı ise 1523’te 92 kişi, 1540’ta 108 kişi,
1558’de 121 kişi ve 1575’te 151 kişiden ibarettir.
2.63. Mehlebi ( )
864
1523 yılında 32 çift ve 13 mücerred nüfusu vardır. 1540'ta Mehlebi'de vergi mükellefi
sayısı toplam 70 nefer olup, bunların 15'i çift, 31'i bennâk ve 22'si mücerreddi. 1558'de
toplam nefer sayısı 46'ya düşmüş ve bunların 13'ü çift, 25'i bennâk, sekizi ise mücerreddi.
Köyün Nüfusu 1575 yılında artmıştır. Zira, 16 çift, 33 bennâk, 18 çift'ten oluşan vergi
mükellefi toplamı 68 neferdir (Bk. Ek-I).
Bu verilerden faydalanarak elde ettiğimiz tahmini nüfus 1523 yılında 237 kişi, 1540’ta
358 kişi, 1558’de 274 kişi ve 1575’te 368 kişiden ibarettir.
Köyün zirai mahsulleri buğday, arpa, darı, pamuk ve susamdan ibaret olup, vergi
gelirleri malikâne-divani olarak ayrılmıştır. 1540’ta tam yıl çalışan bir de değirmeni vardır.
Köyde ayrıca arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Köyün vergi gelirleri, 1523'te 9962 akça; 1540'ta 27831 akça; 1558'de 22446 akça ve
1575 tarihinde 25600 akçadır.
2.64. Kabâk Çevlegi ( ) 865
Köyün hububat gelirlerinin 1/4'ü malikâne hissesi olup, Nureddin Şehit Camii'ne
vakfedilmiştir. Divâni hissesi ise timar olarak ayrılmıştır. Zirai mahsulleri buğday, arpa ve
bostandır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Toplam vergi hasılatı, 1523'te 3865 akça; 1540'ta
3977 akça; 1558'de 4554 akça ve 1575'te 4756 akçadır.
Köyün tahmini nüfusu 1523’te 115, 1540’ta 100, 1558’de 170 ve 1575 tarihinde 119
kişi olup, bu sayılar şu vergi mükelleflerine göre tespit edilmiştir; 1523 yılında 16 çift, üç
mücerred; 1540'ta beş buçuğu çift, sekizi bennâk, ikisi mücerred, toplam 16 nefer; 1558'de altı
buçuğu çift, 16'sı bennâk, dokuzu mücerred, toplam 32 nefer ve 1575’te yedisi çift, beşi
bennâk, 14'ü mücerred toplam 29 nefer (Bk. Ek-I).
2.65. Bâğdere ( ) 866
Müslüman ve gayrimüslimlerin beraber yaşadıkları bir köydür. 1523 yılında 27 çift,
beş mücerred müslüman ve 11 hâne, yedi mücerred gayrimüslim vergi mükellefi mevcuttur.
864 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.70-71; BOA, TD., 308, s.114-115; BOA, TD., 660, s.145-146.
865 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.82; BOA, TD., 308, s.132; BOA, TD.,660, s.161.
866 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.78-79; BOA, TD., 308, s.113-114; BOA, TD., 660, s.137-138.
169
1540'ta vergi mükellefi müslüman nefer toplamı 27 olup bunların sekiz buçuğu çift, 14'ü
bennâk, biri mücerreddir. Aynı tarihte sadece sekiz nefer gayrimüslim mevcuttur. 1558
tarihinde müslüman nefer toplamı 36'ya yükselmiş. Bunların 11,5'i çift, 22'si bennâk ve ikisi
de mücerreddir. Bu tarihte gayrimüslim nüfus sayısı dört nefere düşmüştür. 1575 tarihinde
gayrimüslimlerin sayısı hızlı bir artışla dokuz nefere yükselirken, müslüman nefer sayısı da
39'a yükselmiştir. Bunların 21'i çift, 13'ü bennâk ve biri mücerred idi (Bk. Ek-I).
Bu verilerden hareketle elde edilen tahmini nüfus sayısı şöyledir; 1523 tarihinde 194
kişi müslim, 84 kişi gayrimüslim; 1540’ta 239 kişi müslim, 56 kişi gayrimüslim; 1558’de 240
kişi müslim, 28 kişi gayrimüslim ve 1575’te 267 kişi müslim ile 63 kişi gayrimüslim nüfus.
Bağdere köyünde buğday, arpa, darı, pamuk, susam, çeltik ziraatının yanı sıra arıcılık
da yapılmaktadır. Ayrıca bütün yıl çalışan iki adet değirmeni mevcuttur (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Köyün vergi gelirleri ise zeamet olarak ayrılmıştır.
Yıllık vergi miktarları ise şöyleydi; 1523'te 15019 akça; 1540'ta 17023 akça; 1558'de
31613 akça ve 1575'te 38200 akça.
2.66. Yârımca ( )
867
Yârımca köyünün 1523'te 51 çift ve 17 mücerred müslüman vergi mükellefi
mevcuttur. 1540'ta bu sayı 90 nefere çıkmıştır. Bunların 24'ü çift, 53'ü bennâk ve 13'ü
mücerreddir. 1558'de köyün nüfusu neredeyse ikiye katlanarak 187 nefere ulaşmıştır.
Bunların 38,5'i çift, 89'u bennâk ve 59'u mücerred olarak kayıtlıdır. 1575 tarihinde toplam
nefer sayısında herhangi bir değişiklik olmamış ve yine 187 de kalmıştır. Bunlardan 56'sı çift,
47'si bennâk ve 64'ü mücerred olarak kayıtlıdır. Yârımca köyünün tespit ettiğimiz tahmini
nüfusu 1523’te 374 kişi, 1540’ta 615 kişi, 1558’de 955 kişi ve 1575’te 925 kişidir.
Köyün vergi gelirleri 1523'te timar, 1540-1558 tarihlerinde sancakbeyi hassı ve 1575
tarihinde de zeamet olarak ayrılmıştır. 1523'te 5359 akça olan yıllık vergisi, 1540’ta 25240
akçaya yükselmiştir. 1558'de 30219 akça, 1575’te ise 35376 akça olmuştur. Köyün ziraai
istihsali buğday, arpa, darı, keten tohumu ve bostandan ibarettir.
2.67. Kebirân ( ) 868
1523'te 20 çift ve üç mücerred vergi mükellefi vardır. 1540'ta ise toplam 17 neferi
olup, bunların yedi buçuğu çift sekizi ise bennâktır. 1558 ve 1575'te 20'ye yükselen neferlerin
11'i çift, yedisi bennâk ve ikisi de mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Bu verileri nüfusa
867 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.61-62; BOA, TD., 308, s.43-44; BOA, TD., 660, s.124.
868 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.88; BOA, TD., 308, s.128; TD 660, s.181.
170
çevirdiğimizde 1523’te 157 kişi, 1540’ta 615 kişi, 1558’de 955 kişi ve 1575’te 925 kişi tespit
edilmektedir.
Köyde pamuk, darı, arpa ve buğday ziraatı yapılmakta olup, vergi gelirleri timar
olarak ayrılmıştır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi hasılatı ise 1523'te 5000 akça;
1540'ta 3900 akça; 1558'de 4000 akça ve 1575'te 4300 akçadır.
2.68. Bakâk ( ) 869
1523 yılında 13 çift ve bir mücerred nüfusu olan köyün yıllık vergi hasılatı 6215
akçadır. 1540'ta herhangi bir nüfus kayıtlı olmayıp mezra statüsündedir ve vergi hasılatı da
4000 akçaya düşmüştür. 1558'de dokuz nefer vergi mükellefi nüfusun beşi çift, dördü bennâk
olarak kayıtlı olup, vergisi 4591 akçadır. 1575'te ise beşi çift biri bennâk olmak üzere toplam
yedi nefer vergi yükümlüsü nüfusun ödediği yıllık vergi miktarı 5000 akçadır (Bk. Ek-I).
Tahmini nüfusu 1523 yılında 92 kişi, 1558’de 39 kişi ve 1575’te 43 kişidir.
Köyde buğday, arpa, pamuk ve çeltik ziraatı yapılmaktadır. 1575'te tam yıl çalışan 1
de değirmeni mevcuttur (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır.
2.69. Eski Musul ( ) 870
Musul’un kuzeydoğusunda dicle nehri kenarındadır871. Burada meskûn nüfusun
ekseriyeti Dünbili ve Dasni taifesine mensuptur872
.
1523'te altı çift ve bir mücerred vergi nüfusu mevcuttur. 1540'ta vergi mükelleflerinin
toplamı 16 neferden ibaretti ki, bunların üçü çift, 10'u bennâk ve biri de mücerreddir. 1558
tarihinde 16 neferin dördü çift, 11'i bennâk ve biri ise mücerreddir (Bk. Ek-I). 1575 tarihinde
Eski Musul Diyarbekir beylerbeyliğine bağlanmıştır.
Köyde, 1523 tarihinde 43 kişi, 1540’ta 99 kişi ve 1558 tarihinde 106 kişi yaşamakta ve
buğday, arpa, bostan, pamuk, darı, susam ziraatı yapmaktaydılar (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Köyün vergi gelirleri 1523-1558 arasında timar, 1558-1575 arasında sancakbeyi
hassı olarak ayrılmıştır. Vergi yekûnu 1523’te 4213 akça; 1540-1558’de ise 6540’ar akçadır.
2.70. Bâşife ( ) 873
869 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.97; BOA, TD., 308, s.335, BOA, TD., 660, s.142.
870 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.87; BOA, TD., 308, s.112; BOA, TD., 660, s.1
871 Bk. Harita-II.
872 Kepeci Ruûs; 229, s.67; “İmadiye Hâkimi Kubad Bey mektub gönderüb Eski Musul sancağında olan reayanın
ekseri Dünbili ve Dasni taifesinden olub...” (Nisan 1575/ Muharrem 983).
873 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.80; BOA, TD., 308, s.78; BOA, TD., 660, s.68-69.
171
Vergi mükellefi nüfusu 1523 yılında 34 çift ve 4 mücerredden ibarettir. 1540 tarihinde
toplam nefer sayısı 14’tür. Bunların dördü çift, altısı bennâk ve dördü mücerredidir. 1558
tarihindeki 33 neferin beşi çift, 23'ü bennâk ve beşi mücerreddir. 1575 tarihinde nefer sayısı
35'tir. Bunların 23'ü çift, 11'i bennâk ve biri mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Bu
rakamlardan hareketle elde ettiğimiz tahmini nüfusu, 1523’te 242 kişi, 1540’ta 74 kişi,
1558’de 201 kişi ve 1575’te 239 kişidir.
Köyün zirai mahsulleri, buğday, pamuk arpa, darı, bostan ve keten tohumudur (Bk.
İktisadi Durum Bölümü). Vergi gelirleri; 1523'te 10952 akça; 1540 ve 1558'de 6000 akça,
1575’te ise 5000 akçadır. Bu vergi mahsulleri 1558'de padişah hassı, 1523-1540 ve 1575
tarihlerinde timar olarak ayrılmıştır.
2.71. Bilbâr ( ) 874
Bu köyün kaydı sadece 1523 tarihli tahrirde mevcuttur. 16 çift ve yedi mücerred vergi
mükellefi nüfusu mevcuttur. Vergi hasılatı timar olarak ayrılmış ve 2484 akçadan ibarettir.
2.72. Reşidiye ( ) 875
Musul’un kuzeyinde yer almaktadır876. Vergi gelirleri Haremeyni’ş-Şerifeyn vakfına
tevcih edilmiştir. 1523'te 59 çift ve iki mücerred vergi mükellefi vardır. 1540'ta toplam 59
olan neferin 32,5'si çift, 31'i bennâk ve 15'i mücerred'dir. 1558'de toplam 95 neferin 23,5’i
çift, 54'ü bennâk, 17'si mücerred ve 1575'te kayıtlı toplam 104 neferin 26'sı çift, 57'si bennâk
ve 14'ü de mücerred konumundadır (Bk. Ek-I).
1523'te 5675 akça, 1540 ve 1558'de 14123 akça, 1575'te ise 16100 akça vergi geliri
mevcuttur. Köyde arpa, buğday, darı ve bostan ziraatının yanı sıra arıcılıkta yapılmaktadır
(Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.73. Begüm Meşhedi ( ) 877
Vergi geliri Hz. Yunus Nebi (a.s.) mezarına ayrılmıştır. 1523 yılında beş çift nüfusu
mevcuttur. 1540, 1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde mezra olarak kaydedilmiştir. Dolayısıyla bu
tarihlerde herhangi bir meskûn nüfusu mevcut değildir. 1575 yılında Lek cemaatinin ziraat
ettiğini görmekteyiz. Begüm Meşhedi'nin mezra konumuna düştükten sonraki vergi geliri şu
şekilde idi; 1540'ta 1000 akça; 1558'de 3607 akça ve 1575 tarihinde 3700 akça.
874 BOA, TD., 998, s.79.
875 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.104; BOA, TD., 308, s.164-165; BOA, TD., 660, s.231-232.
876 Bk. Harita-II.
877 BOA, TD., 998, s.72; BOA, TD., 195, s. 145; BOA, TD., 308, s.179; BOA, TD., 660, s.244.
172
2.74. Şirehânlu, Şirehân nam-ı diğer Akkend ( ) 878
Musul'da Haremeyn evkafına ayrılan köylerden biridir. 1523'te 22 çift ve iki mücerred
vergi mükellefi nüfusu mevcuttur. 1540’ta vergi mükellefi nüfus toplamı 37 nefer olup,
bunların 15,5'i çift, 17'si bennâk ve dördü mücerreddir. 1558'de 14,5'i çift, 28'i bennâk ve
dokuzu mücrred olmak üzere toplam nefer sayısı 52, 1575'te ise 17’si çift, 36'sı bennâk ve
sekizi mücerred olmak üzere toplam nefer sayısı 65'tir (Bk. Ek-I).
Köyde tahmini olarak 1523’te 156 kişi; 1540’ta 235 kişi; 1558’de 310 kişi ve 1575’te
407 kişi yaşamaktadır. Köy sakinleri arpa, buğday, darı, keten tohumu ve bostan ziraatı
yapmakta ve arıcılıkla da uğraşmakta idiler (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi
dağılımı yıllar itibariyle şu şekildedir; 1523'te 1527 akça; 1540 da 6766 akça; 1558'de 8595
akça ve 1575 de 10330 akça.
2.75. Koyuncak, Koyuncuk ( )
879
Ninova’nın kuzeyinde büyük tepelerden birinin adıdır. İsmini bu tepeden almıştır880
.
1523'te üç çift vergi mükellefi nüfus mevcuttur. 1540’ta toplam 17 nefer vergi mükellefinin
altısı çift, yedisi bennâk ve ikisi de mücerred idi (Bk. Ek-I). Koyuncak köyü tespit
edemediğimiz nedenlerden dolayı 1558'de harabe hale gelmiş ve meskûn nüfus burayı
boşaltmıştır881
. 1575'te köyün henüz meskûn nüfus yoktur. Fakat dışarıdan ziraat
yapılmaktadır.
Köyün vergi hasılatı 1523'te timar, diğer tarihlerde padişah hassı olarak ayrılmış olup,
1523'te 4015 akça; 1540'ta 14000 akçadır. 1558'de köy hali ve harabe olduğundan, itibari
olarak kaydedilen 20000 akçalık hasılat hesaplara dahil edilmemiştir. 1575'te haricden yapılan
ziraat sonucu ödenen vergi yekûnu 10000 akçadır. Köy harabe olmadan evvel buğday, arpa ve
darı ziraatı yapılmaktaydı. Ayrıca tam yıl çalışan iki değirmeni mevcuttu (Bk. İktisadi Durum
Bölümü).
2.76. Selefiye ( ) 882
Sadece 1523 tarihli tahrir defterinde kaydı bulunan bu köyde meskûn nüfus yoktur.
Haricden ziraat yapılmaktadır. Yıllık vergi hasılatı 5000 akça olup timar olarak ayrılmıştır.
2.77. Ömerî ( ) 883
878 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.103; BOA, TD., 308, s.162; BOA, TD., 660, s.232- 233.
879 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.56; BOA, TD., 308, s.60; BOA, TD., 660, s.70.
880 Avad, agm., 1961, s.52.
881 BOA, TD., 308, s.60. “Karye-i koyuncak hâli ve harabe. Rakama dahil değildir”.
882 BOA, TD., 998, s.79.
173
Musul'daki gayrimüslim köylerden biridir. 1523 tarihinde 36 vergi mükellefi neferin
29'u hâne, yedisi mücerred olarak kayıtlıdır. 1540'ta 10 hâne, bir mücerred olmak üzere
toplam 11 nefer, 1558'de 20 hâne, yedi mücerred olmak üzere toplam 27 nefer ve 1575’te de
toplam 29 nefer vergi mükellefi nüfus kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Tespit edilen tahmini nüfus
1523’te 210 kişi; 1540’ta 71 kişi; 1558’de 147 kişi ve 1575’te 211 kişidir.
Köyün ziraat yapmaya son derece elverişli olduğunu zirai mahsullerin çeşitliliğinden
öğrenmekteyiz. Zira köyde buğday, arpa, darı, bostan, pamuk, susam ve keten tohumu ziraatı
yapılmaktaydı. 1540'ta üç olan değirmen sayısı 1558-1575 tarihlerinde beşe çıkmıştır (Bk.
İktisadi Durum Bölümü).
Köyün yıllık vergi geliri 1523'te 12700 akça; 1540'ta 12000 akça; 1558'de 12514 akça
ve 1575’te 13900 akçadır. Vergi hasılatı 1523-1575 tarihlerinde zeamet olarak ayrılmıştır.
2.78. Meşrefi ( ) 884
1523 tarihinde 17 çift, ve iki mücerred nüfusu mevcuttur. 1540’ta beşi çift, beşi
bennâk ve ikisi mücerred olmak üzere vergi veren nüfus toplamı 16 neferden ibarettir. Nefer
toplamı 1558'de 25'e yükselmiş olup bunların yedi buçuğu çift, dokuzu bennâk, sekizi ise
mücerreddir. 1575'te vergi mükellefi neferlerin toplamı 24'tür. Bunların sekizi çift, altısı
bennâk ve dördü mücerreddir (Bk. Ek-I). Bu verilerden hareketle bulduğumuz tahmini nüfus
1523’te 121 kişi, 1540’ta 100 kişi, 1558’de 127 kişi ve 1575’te 144 kişidir.
Köyde buğday, arpa, darı, pamuk, susam ve keten tohumu ziraatı yapılmaktadır.
Ayrıca, 1558 ve 1575 tarihlerinde kayıtlı tam yıl çalışan üç değirmeni mevcuttur (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi hasılatı timar olarak ayrılmış olup; 1523'te 7000 akça, 1540'ta 8699
akça, 1558'de 8999 akça ve 1575'te 10550 akçadır.
2.79. Neferi, Nefiri ( , ) 885
1523 yılında sekiz çift, bir mücerred; 1540'ta sekiz nefer vergi mükellefi nüfus
mevcuttur (Bk. Ek-I). 1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde kaydı tespit edilemedi.
Köyde buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık
vergisi 1523'te timar olarak ayrılmış olup, 5679 akçadır. 1540'ta sancakbeyi hassı olarak
ayrılan gelirin toplamı ise 4000 akçadır.
883 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.78; BOA, TD., 308, s.117; BOA, TD., 660, s.153.
884 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.87; BOA, TD., 308, s.131; BOA, TD., 660, s.160-161.
885 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.68.
174
2.80. Çeken ( ) 886
Vergi geliri 1540'ta padişah hassı, diğer tarihlerde timar olarak ayrılmıştır. Zirâi
ürünleri buğday, arpa, darı, pamuk, keten tohumu ve susamdan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). 1523'te 3000 akça, 1540'ta 2832 akça, 1558'de 6000 akça ve1575'te 6744 akça vergi
geliri vardır.
Vergi vermekle mükellef nüfus dağılımı 1523 tarihinde dört çift, 1540'ta iki çift,
1558'de dört çift ve üç bennâk olmak üzere toplam yedi neferdir. 1575 tarihinde ise beşi de
çift olmak üzere toplam beş nefer vergi mükellefi bulunmaktadır (Bk. Ek-I).
2.81. Dârhâne, Dârbend ( , ) 887
1523 tarihinde Musul nahiyesine, diğer tarihlerde 'Acuz nahiyesine tabi bir köydür.
1523 tarihinde “Darhâne" olarak, diğer tarihlerde ise "Dârbend" şeklinde kaydedilmiştir.
Vergi mükellefi sayısı, 1523’te dört çift, bir mücerred, 1558-1575 tarihlerinde ise beş çift’ten
ibarettir (Bk. Ek-I).
Köyün zirai mahsulleri arpa, buğday ve darıdan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi tutarı 1523'te 1500 akçadır ve timar olarak tevcih edilmiştir. 1540'ta
2590 akçaya yükselen vergi geliri sancakbeyi hassıdır. 1558'de 3972 akça olup Deyr-Rahbe
sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır.
1575'te Acuz nahiyesi Eski Musul sancağıyla beraber Diyarbekir eyaletine bağlandığı
için bu tarihte köyün vergi tutarını ve nereye ayrıldığını tespit edemedik.
2.82. Kabâklu, Kabâklı ( ) 888
Köyün 1523 tarihindeki nüfusu altı çiftten ibaret iken, daha sonra bilemediğimiz bir
sebepten dolayı köy halkı Bağdat'a göçmüştür. Fakat yeri güzel olduğu ve suyu da olduğu için
tamamen harap olmamış, tekrar mamur hâle getirilmiştir889. Nitekim, 1558 yılına gelindiği
vakit biri çift ve sekizi bennâk olan toplam dokuz neferin köyde meskûn olduğunu
görmekteyiz. 1575’te de köyün nüfusu değişmeyip, toplam dokuz nefer vergi mükellefi
nüfusun biri çift, sekizi bennâk statüsündedir (Bk. Ek-I).
Köyün zirai mahsulleri buğday, arpa, darı, bostan, pamuk ve susamdan ibarettir (Bk.
İktisadi Durum Bölümü). Köyün vergi gelirleri timar olarak ayrılmış olup,1523'te 6000 akça,
886 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.50; BOA, TD., 308, s.136; BOA, TD., 660, s.179.
887 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.136; BOA, TD., 308, s.96-97; BOA, TD., 660, s.1.
888 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.84; BOA, TD., 308, s.135; BOA, TD., 660, s.179.
889 “Ziraat iden kimesneler Bağdad’a gitmişler. Amma yeri gayet ala yer olub ve suyu dahi vardır. Harab
kalmayub gerü mamur olur”. Bk. BOA, TD., 195, s.84.
175
1540-1558 tarihlerinde 5500 akça ve 1575 tarihinde ise 6000 akçadır.
2.83. Kâdıkendi ( ) 890
Köyün vergi mükellef sayısı 1523 tarihinde 62 çift ve 17 mücerredden ibarettir.
1540’ta toplam nefer sayısı 71’dir. Bunların 21’i çift, 31’i bennâk ve 18’i mücerreddir. 1558
tarihinde 26,5’i çift, 54’ü bennâk ve 35’i mücerred olmak üzere nefer sayısı 116’ya
yükselmiştir. 1575 tarihine gelindiğinde 39,5 çift, 73 bennâk ve 78 mücerred olmak üzere
toplam nefer sayısı 192 olmuştur (Bk. Ek-I).
Hâne, bennâk ve mücerred sayılarını esas alıp, 7 katsayısına göre elde ettiğimiz
tahmini nüfusu 1523’te 451 kişi, 1540’ta 417 kişi, 1558’de 602 kişi ve 1575’te 876 kişidir.
Köyde arpa, buğday, zeytin ve darı ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Köyün vergi geliri 1523’te 12248 akça olup, bunun 623 akçası malikâne hissesi ve
11625 akçası da divânî hissesidir. 1540’ta malikâne hissesi 2024 akçaya, divânî hissesi 18532
akçaya çıkmış olup, toplam hasılatı 20556 akçaya yükselmiştir. 1558’de 20576 akçalık gelirin
18532 akçası divânî, 2044 akçası da malikâne hissesidir. Köyün vergi geliri 1575’te 31200
akçaya yükselmiştir. Bu gelirin tamamı zeamet olarak ayrılmıştır.
2.84. Çakâllu ( )
891
Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. Arpa ve buğday ziraatı yapılmaktadır (Bk.
İktisadi Durum Bölümü). 1523’te 3650 akça; 1540-1558’de 6200 akça ve 1575’te 4100 akça
vergi geliri vardır.
Köyün nüfusu 1523’te 19 çift vergi mükellefinden ibarettir. 1540’ta dokuz buçuğu
çift, beşi bennâk, beşi mücerred olmak üzere toplam 25 nefer; 1558’de dört buçuğu çift, altısı
bennâk olmak üzere toplam 11 ve 1575’te beş buçuğu çift, ikisi bennâk biri de mücerred
olmak üzere toplam 11 nefer vergi mükellefi vardır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfus 1523 tarihinde
133 kişi; 1540’ta 145 kişi; 1558’de 77 kişi ve 1575’te 71 kişidir.
2.85. Köpüklü ( , , )
892
1523 tarihinde karye olarak kayıtlı olup, bir çift ve iki mücerred vergi mükellefi
vardır. Yıllık vergi yekûnu 1063 akçadır. 1540 tarihinde mezra konumundadır. Vergi geliri
2200 akçaya yükselmiştir. 1558 ve 1575 tarihlerinde mezra konumunu sürdürmüş olup,
hasılatı 1558’de 2200 akçadır. Vergi geliri 1575’te 2800 akçaya yükselmiştir. Bu Vergi
890 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.85; BOA, TD., 308, s.s.125-126; BOA, TD., 660, s.139-141.
891 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.95; BOA, TD., 308, s.143; BOA, TD., 660, s.170.
892 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.94; BOA, TD., 308, s.129; BOA, TD., 660, s.165.
176
gelirleri timar olarak ayrılmıştır.
2.86. Necmi ( ) 893
Fethi müteakip yapılan ilk tahrirde vergi gelirleri timar olarak ayrılmışken, 1540’tan
sonra padişah haslarına ayrılmıştır. Köyde arpa, buğday ve pamuk üretimi yapılmaktadır. Tam
yıl çalışan bir değirmeni bulunmaktaydı (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi yekûnu
1523’te 9460 akça; 1540’ta 6440 akça; 1558’de 8505 akça ve 1575 tarihinde ise 10000
akçadır.
1523’te 21 çift, dört mücerred vergi mükellefi mevcuttur. Vergi mükellefi nefer sayısı
1540’ta 13 olup, bunların altı buçuğu çift, üçü bennâk, ikisi mücerred; 1558’de 18 olup,
dokuzu çift, dördü bennâk, beşi mücerred ve 1575’te 17 olup, yedisi çift, beşi bennâk, dördü
ise mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Bu verilerin nüfusa dönüştürülmesi sonunda tahmini
olarak 1523’te 151 kişi, 1540’ta 79 kişi, 1558’de 96 kişi ve 1575’te 95 kişi elde edilmiştir.
2.87. Kız Fahre ( )
894
Musul’un güneydoğusundadır895. Padişah hassı olarak ayrılan köylerdendir. Vergi
mükellefi 1523’te 25 çift ve 15 mücerred’den müteşekkil olup, sonraki yıllarda sürekli artış
göstermiştir. 1540’ta toplam 52 nefer nüfusun dokuzu çift, 21’i bennâk ve 14’ü mücerred
iken, 1558’de nefer sayısı 70’e yükselmiştir. Bunların ise 17’si çift, 38’i bennâk ve 15’i
mücerred olarak kayıtlıdır. 1575 tarihinde ise nefer sayısı 81’e yükselmiştir. Bunların 25’i
çift, 45’i bennâk ve 4’ü mücerred statüsündedir (Bk. Ek-I). Köyün tahmini nüfusu 1523’te
190 kişi, 1540’ta 280 kişi, 1558’de 400 kişi ve 1575’te 543 kişidir.
Köyün vergi geliri yıllar itibariyle şu şekilde idi; 1523’te 8294 akça; 1540’ta 10942
akça; 1558’de 13945,5 akça ve 1575’te 25000 akça
.2.88. Sultân Abdullah ( ) 896
Musul’un güneydoğusunda olup897, İmâm Abdullah b. İmâm Ömer (r.a.) mezarı için
vakıf olarak ayrılmış bir köydür. Hayli kalabalık bir köy olup daimî suretle nüfusu artmıştır.
1523’te 69 çift ve 11 mücerred vergi mükellefi mevcuttu. 1540’ta toplam 111 nefer vergi
mükellefinin sekizi çift, 89’u bennâk ve altısı ise mücerred idi. 1558’de nefer sayısı 187’ye
yükselmiştir. Bunların 29’u mücerred, 15’i çift, 154’ü de bennâktır. 1575’te kayıtlı nefer
893 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.51; BOA, TD., 308, s.56; BOA, TD., 660, s.65.
894 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.38; BOA, TD., 308, s.55; BOA, TD., 660, s.63-64.
895 Bk. Harita-II.
896 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.110-111; BOA, TD., 308, s.160-161; BOA, TD., 660, s.255-257.
897 Bk. Harita-II.
177
toplamı 217 olup 21’i çift, 137’si bennâk ve 47’si mücerred’dir (Bk. Ek-I). Köyün tahmini
nüfusu, 1523 yılında 494 kişi, 1540’ta 741 kişi, 1558’de 1135 kişi ve 1575’te 1237 kişidir.
Köyde darı, buğday ve arpa ziraatı yapılmaktaydı (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi oranı 1523 tarihinde 7326 akça; 1540 yılında 7749 akça, 1558’de 10664 akça ve
1575’te 12826 akça idi.
2.89. Asiyân ( ) 898
Köyde 1523 tarihinde 14 çift müslüman vergi mükellefi mevcuttur. Bunların
ödedikleri yıllık vergi miktarı 4123 akçadır. 1540 tarihli tahrir defterinde mezra olarak
kaydedildiğinden meskûn nüfusu yoktur. Ancak dışrıdan yapılan ziraat neticesinde 1000
akçalık vergi ödenmiştir. 1558 tarihli tahrir defterinde tekrar köy statüsünde olduğunu
görmekteyiz. Bu tarihte 22 nefer vergi mükellefi nüfusun 11’i çift, 11’i ise bennâk olarak
kayıtlıdır. Vergi geliri ise 2768 akçadır. 1575’te vergi geliri 4130 akçaya yükselmiştir. Vergi
mükellefi nüfusu ise 21 neferden oluşmuş olup, bunların altısı bennâk, 11’i de çift
statüsündedir. Tahmini nüfusu, 1523 tarihinde 98 kişi; 1558’de 88 kişi; 1575’te ise 111
kişiden ibarettir (Bk. Ek-I).
Köyün zirai mahsulleri arpa ve buğdaydan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri her dört tarihte de timar olarak ayrılmıştır.
2.90. Hilâlecük, Hillecük ( , , )
899
Köy, 1523 tarihli tahrirde Hilâlecük, daha sonraki tarihlerde Hillecük olarak
kaydedilmiştir. Köyün 1523 yılında 44 çift ve 13 mücerred vergi mükellefi bulunmaktadır.
1540’ta vergi mükellefi sayısında düşüş olduğu görülmektedir. Zirâ toplam nefer sayısı 33’e
inmiştir ki, bunların altıssı çift, 19’u bennâk ve beşi mücerreddir. Nüfus sayısındaki düşüş
1558’de de devam etmiştir. Bu tarihte vergi mükellefi nefer sayısı nüfus 24 olup, bir buçuğu
çift, 14’ü bennâk ve sekizi mücerred konumundadır. 1575 tarihine gelindiğinde köy
nüfusunun tekrar yükselmiş olduğunu görmekteyiz. Nitekim, bu tarihte toplam nefer sayısı 38
olup, bunların yedi buçuğu çift, 26’sı bennâk ve biri mücerred konumundadır (Bk. Ek-I).
Kişi olarak tahmini nüfusu, 1523 tarihinde 321; 1540’ta 201; 1558’de 120 ve 1575
tarihinde 260 kişidir. Köyün zirai ürünleri arpa, buğday ve bostandan ibarettir (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Yıllık vergi geliri 1523 yılında 5373 akça olup, bunun 4523 akçası hisse-i
divânî 850 akçası hisse-i malikânedir. 1540’ta malikâne hissesi 1694 akça, divânî hissesi ise
898 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.98; BOA, TD., 308, s.129; BOA, TD., 660, s.177.
899 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.88-89; BOA, TD., 308, s.144; BOA, TD., 660, s.171-172.
178
6000 akça olup, toplam 7694 akçalık vergi payı vardır. 1558’de toplam 7040 akça olan gelirin
divânî hissesi 5500 akça, malikâne hissesi ise 1540 akçadır. 1575 tarihinde divani hissesi
5600 akça iken malikâne hissesi de 1393 akça olup, toplam vergi tutarı 6993 akçadan ibaretti.
2.91. Yikremlü ( ) 900
Musul’un doğusunda Kız Fahre köyü yanındadır. 1523 tarihli tahrirde karye olarak
kaydedilmiş olmasına rağmen, meskûn nüfusu olmayıp haricden ziraat yapılmaktadır. Vergi
hasılı 360 akçadan ibarettir. 1540 ve daha sonraki tarihlerde mezra konumundadır. Vergi
geliri 1540’ta 1500 akça, 1558’de 2800 akça ve 1575’te 5000 akçadır. Bu gelirler 1523
tarihinde timar olarak ayrılmışken, diğer tarihlerde padişah hassı için ayrılmıştır.
2.92. Şeyhkân ( ) 901
Bu köy 1523, 1540 ve 1558 tarihli tahrirlerde kayıtlı olup, sadece yıllık vergi
miktarları kaydedilmiştir. Nüfus durumu ile ilgili herhangi bir kayıt yoktur. 1523’te Şeyh
Haydar’ın mülküdür. 1540 tarihinde de Şeyh Haydar’ın mülkü olarak görülmesine rağmen,
İmadiye hâkimi bu köyün kendi tasarrufunda olan Deyr-Maklub nahiyesine bağlı olduğunu,
dolayısıyla kendi tasarrufunda olması gerektiğini ileri sürerek Şeyh Haydar’ın tasarruf
etmesini engellemiştir902
.
1558’de ise köyün hasılatı Tikrit sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. Köyün 1523’te
1500 akça, 1540’ta 2000 akça yıllık vergi geliri mevcuttur. 1558’deki vergi hasılatı birkaç
köyün hasılatı ile beraber yazıldığı için tespit edilemedi.
2.93. Sorik ( )
903
Mülk statüsünde olan köylerdendir. Şeyh Haydar’ın tasarrufundadır. 1523’te 1500
akça, 1540’ta 2000 akça yıllık vergisi vardır. İmâdiye hâkimi 1540’ta bu köyü de Şeyh
Haydarın tasarrufundan almıştır904. 1558 tarihinde Tikrit sancakbeyi hasları arasına alınmıştır.
Bu tarihteki hasılatı birkaç köyle iç içe verildiği için belli değildir. 1575 tarihinde mezra
statüsünde kaydedilmiş olup, yıllık vergisi 1000 akçadır ve padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Tahrir defterlerinde vergi mükellefi nefer sayısı kaydedilmemiştir.
900 BOA, TD., 998, s.81; BOA, TD., 195, s.56; BOA, TD., 308, s.59; BOA, TD., 660, s.73.
901 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.77; BOA, TD., 308, s.106.
902 “Zikr olan 4 pare karye Şeyh Haydar’a verilen berât-ı şerifde mukayyed olub, İmâdiye hâkimi mezkûr
karyeler içün Deyr-Maklub nahiyesine tâbidir ve Deyr-Maklub nahiyesi bizümdür deyû mezkûr Şeyh Haydar’a
tasarruf itdirmeyüb kendüsü tasarruf ider”. Bk. BOA, TD., 195, s.77.
903 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.77; BOA, TD., 308, s.106; BOA, TD., 660, s. 77.
904 Bk. Dipnot 902.
179
2.94. Kaplânkendi ( )
905
Şeyh Haydar’ın mülküdür. Vergi mükellefleri kaydedilmemiştir. İmadiya hâkimi 1540
yılında, yukarıda yazılan gerekçeyle Şeyh Haydar’ın tasarruf etmesine engel olarak kendi
tasarrufuna almıştır906. 1558’de köyün geliri Tikrit sancakbeyi hassı olarak kaydedilmiştir.
1575 tarihli tahrirde ise kaydı yoktur.
Köyün 1523’te 1800 akça ve 1540’ta 2200 akça vergi hasılatı mevcuttur. 1558’de bu
köyün hasılatı, ayrı yazılmadığı için tespit edilemedi.
2.95. Kalâylu, Kalâlu ( , ) 907
Şeyh Haydar’ın tasarrufundadır. 1523 tarihinde 4000 akça, 1540’ta ise 5500 akça
vergi hasılatı vardır. İmadiye hâkimi tarafından 1540’ta Şeyh Haydar’ın tasarrufundan
alınmıştır908. 1558’de ise Tikrit sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. Vergi mükellefi nüfusu
kaydedilmemiştir.
2.96. Bârume, Bârme ( , ) 909
Musul’un kuzeydoğusundadır. Aramice “Beys rima; güzel ev, hoş ev” manalarına
gelmektedir910
. 1523 ve 1540 tarihlerinde Bârume,1558-1575 tarihlerinde ise Bârme şeklinde
kaydedilmiştir.
Köyde 1523 tarihinde 39 çift müslüman vergi mükellefi nüfus bulunmaktadır. 1540’ta
beşi çift, altısı bennâk ve üçü mücerred olmak üzere toplam 18 nefer; 1558’de sekizi çift,
sekizi bennâk ve beşi mücerred olmak üzere toplam 21 nefer, 1575’te ise sekizi çift, yedisi
bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam 24 nefer vergi mükellefi mevcuttu (Bk. Ek-I).
Tahmini nüfus ise, 1523’te 273 kişi, 1540’ta 108 kiş, 1558’de 117 kişi ve 1575’te 162 kişiden
ibarettir.
Köyün zirai mahsulleri arpa, buğday ve pamuktan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Vergi gelirlerinin rüsum-ı örfiiyesi padişah hassı olarak ayrılmışken, rüsum-ı
şer’iyyesi ise mülk olarak ayrılmıştır. Rüsum-ı şer’iyyenin 1523’teki mutasarrıfları; Seyyid
Şerafeddin, Seyyid Abdûlgaffar veledân-ı Seyyid Nasrullah, Seyyid Abdullah, Seyyid Hasan
ve Seyyid Kemaleddin evladından Rızaeddin’dir. Daha sonraki tarihlerde de yukarıda adı
geçen Seyyidler veya onların soyundan gelenler rüsum-ı şer’iyye’yi tasarrufta devam
905 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.77; BOA, TD., 308, s.106.
906 Bk. Dipnot 902.
907 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.77; BOA, TD., 308, s.106.
908 Bk. Dipnot 902.
909 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.115; BOA, TD., 308, s.153; BOA, TD., 660, s.275-276.
910 Avad, agm., 1961, s.50.
180
etmişlerdir.
1523’te köyün toplam vergi hasılatı 2694 akçadır. Bunun kaç akçasının padişah hassı
ve kaç akçasının mülk sahiplerinin hissesi olduğu defterde kaydedilmemiştir. 1540’taki
toplam vergi geliri 4630 akçadır. Bunun 580 akçası padişah hassı ve 4050 akçası da mülk
sahiplerinin hissesidir. 1558’de toplam vergi miktarı 5904 akçadır. Padişah hassı olan rüsum-ı
örfiyye 844 akça, mülk sahiplerinin hakkı olan rüsum-ı şer’iyye ise 5060 akçadır. Nihayet,
1575’te 845 akçası padişah hassı ve 5269 akçası da mülk sahiplerinin hissesi olmak üzere
toplam 6114 akça vergi geliri vardır.
2.97. Tariklu ( ) 911
Seyyid Şerafeddin’in mülküdür. 1523’te 15 çift vergi mükellefi nüfusu mevcuttur.
1540’ta altıssı çift, dokuzu bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam 20 nefer vergi
mükellefi nüfusa sahiptir (Bk. Ek-I). 1558 tarihli tahrirde nüfusu kaydedilmemiştir.
Köyün zirai ürünleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Rüsum-ı örfiyesi padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1523’te 904 akça vergi hasılatı mevcuttur.
Bunun ne kadarının padişah hassı ve ne kadarının malikâne hissesi olduğu belli değildir.
1540’ta toplam vergi miktarı 4280 akça olup, 680 akçası rüsum-ı örfiyedir ve padişah
haslarına dahildir. 3600 akçası ise hukuk-ı şeriyye’dir ve Seyyid Şerafeddin’in
tasarrufundadır. 1558 tarihli tahrirde vergi gelirinin toplamı verilmeyip, sadece padişah
haslarına ayrılan rüsum-ı örfiye kısmı verilmiştir. Bu da 699 akçadan ibarettir. 1540
tarihindeki örfi ve şeri vergilerin oranlarından hareketle bir mukayese yaptığımızda; 1558
tarihinde köyün toplam vergi miktarının, yaklaşık olarak 4400 akça civarında olması gerektir.
Bu durumda hisse-i malikâne olan rüsum-ı şeriyye’nin de yaklaşık olarak 3701 akça civarında
olması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
1575 tarihli tahrirde bu köyün kaydı yoktur.
2.98. Hâşimiye ( ) 912
Köy Musul’un doğusundadadır913. 1523-1540 tarihlerinde karye, 1558-1575
tarihlerinde mezra olarak kayıtlıdır. Seyyid Şerafeddin, Seyyid Abdûlgaffar, Seyyid
Cemaleddin ve Seyyid Hidayetullah’ın adına mülk olarak kayıtlıdır.
911 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.112; BOA, TD., 308, s.82.
912 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.115; BOA, TD., 308, s.153; BOA, TD., 660, s.277.
913 Bk. Harita-II.
181
1523’te 14 çift nüfusu vardır. Diğer tarihlerde herhangi bir nüfus kaydı yoktur. Yıllık
vergi hasılatı, 1523’te 903 akça, 1540’ta 1500 akça ve 1558-1575 tarihlerinde 2000 akçadır.
2.99. Bâşbeyti ( ) 914
Müslüman ve gayrimüslimlerin birlikte yaşadıkları bir köydür. 1523’te sadece üç çift
müslüman vergi mükellefi mevcuttur. Daha sonraki yıllarda nüfusu hızla artmıştır. Nitekim
1540’ta üç buçuk çift, iki bennâk, bir mücerredden ibaret olan toplam sekiz nefer müslüman,
beşi hâne, biri mücerred olmak üzere toplam altı nefer de gayri müslim nüfusu mevcuttur.
1558’de vergi mükellefi müslüman nefer sayısı 27’dir. Bunların beşi çift, 19’u bennâk ve üçü
mücerreddir. Aynı tarihte 18 nefer gayrimüslim nüfus mevcuttur. Bunların 14’ü hâne ve
dördü de mücerred olarak kayıtlıdır. Nihayet 1575’te müslüman nefer sayısı 31’e yükselmiş
olup, beşi çift, 14’ü bennâk ve sekizi çift konumundadır. Bu tarihte gayrimüslim nüfus 13
neferdir. Bunların dokuzu hâne, dördü de mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I).
Bu veriler nüfusa dönüştürüldüğünde, 1523’te 21 müslim; 1540’ta 50 müslim, 36
gayrimüslim; 1558’de 171 müslim, 102 gayrimüslim ve 1575 tarihinde 169 müslim ile 67
gayrimüslim nüfus ortaya çıkmaktadır.
Bâşbeyti köyü, Seyyid Şerafeddin, Seyyid Kemaleddin ve Seyyid Vahitullah’ın,
sonraki yıllarda bu seyyidlerin soyundan gelenlerin tasarrufunda idi. Vergi gelirlerinin rüsumı örfiyyesi padişah hassı olarak ayrılmışken, rüsum-ı şer’iyyesi ise adı geçen seyyidlerin
tasarrufundadır.
1523 tarihinde vergi toplamı 315 akçadan ibarettir. 1540’ta toplam vergi hasılatı 3607
akçadır. Bunun 537 akçası rüsum-ı örfiyye yani padişah hassıdır. 3070 akçası da rüsum-ı
şer’iyye yani adı geçen seyyidlerin hakkıdır. 1558 tarihinde rüsum-ı örfiyyesi 1366 akça,
rüsum-ı şeriyyesi 3700 akça olmak üzere toplam 5066 akça vergi geliri mevcuttur. 1575
tarihinde toplam 5370 akçalık hasılatın 1800 akçası padişah hassı ve 3570 akçası da mülk
sahiplerinin hissesidir.
Vergi gelirlerinin bir kısmı malikâne, bir kısmı divânî olarak ayrılan köylerin malikâne
hisselerini doğrudan mülk sahipleri toplarken, divânî hisselerini ise görevlendirilen emin veya
mültezimler topluyordu. Fakat bu mültezim veya eminlerin vergi toplamak bahânesiyle zaman
zaman halka zulüm edip kötü davrandıklarını görmekteyiz. Bu tür durumlarda ise halk çiftini
çubuğunu bırakıp terk-i diyar edebiliyor ve köyler harabeye dönebiliyordu.
914 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.114; BOA, TD., 308, s.151-152; BOA, TD., 660, s.274-275
182
Böyle bir durum 1575 tarihinde Bâşbeyti köyünde yaşanmıştır. Zirâ, köyün vergi
gelirlerinin divânî hissesini (rüsum-ı örfiyyesini) toplamakla görevli bazı mültezim veya
eminler halka çeşitli zulüm veya haksızlıklarda bulununca köy harabe olmaya yüz tutmuştur.
Bu durum ise devletin olduğu gibi mülk sahiplerinin de zarar görmelerine yol açmıştır. Halkın
bu zorba ve adil olmayan mültezim veya eminlerin zulmünden kurtarılması için tedbir
düşünülmüş ve neticede köyün bütün vergilerinin (rüsum-ı örfiyye ve rüsum-ı şer’iyye) mülk
sahipleri tarafından toplamasına karar verilmiştir. Buna göre 1575 tarihindeki mülk sahipleri
olan Seyyid Kasım, Seyyid Şerafeddin, Seyyid Hasan ve Seyyid Hüseyin bütün vergileri
topladıktan sonra, hisse-i divânî (rüsum-ı örfiyye) tutarı olan 1800 akçayı seneden seneye
devlete (canib-i miriye) nakden vermeyi kabul etmişlerdir915
. Böylece hem halka zulüm
edilmesi önlenmiş hem köyün harabe olması hem de devletin ve mülk sahiplerinin zarara
uğramaları önlenmiştir.
2.100. Bâzvâye (Bâzvi, Bâzivay) ( , , ) 916
Seyyid Abdulgaffar’ın mülküdür. 1558 tarihine gelindiğinde Seyyid Abdulgaffar’ın
öldüğü ve evlatları olan Seyyid Cafer, Seyyid Mehmed ve Seyyid Murtaza’nın köyü tasarruf
ettiklerini görmekteyiz917. 1523 tarihinde sadece bir hâne vergi mükellefi vardır. 1540’ta iki
buçuğu çift, üçü bennâk ve ikisi mücerred olmak üzere toplam dokuz nefer; 1558’de beş
buçuğu çift ve altısı bennâk olmak üzere toplam 12 nefer ve 1575’te altısı çift, ikisi bennâk
olmak üzere toplam 12 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I).
Bu verilerden faydalanarak elde ettiğimiz tahmini nüfus 1523’te yedi kişi; 1540’ta 51
kişi ve 1558-1575 tarihlerinde ise 84 kişidir.
Buğday ve arpa ziraatı yapılan918 köyün 1523 tarihindeki yıllık vergisi 346 akçadan
ibarettir. 1540’taki vergisi 2772 akça olup, bunun 292 akçası hisse-i divânî, 2480 akçası da
hisse-i malikânedir. 1558 yılında vergisi 3359 akçaya yükselmiştir. Hisse-i divânî miktarı 579
akça, hisse-i malikâne ise 2780 akçadır. 1575’te ise 542 akçası hisse-i divânî ve 3000 akçası
da hisse-i malikâne olmak üzere toplam 3542 akça yıllık vergisi vardır.
915 “Karye-i Mezkurun rüsum-ı örfiyyesi hass-ı şahi olmağın ûmenâ ve mültezimin rüsum-ı örfiyye bahânesiyle
enva-i zulm ve teaddi etmekle karye-i mezkure harabe(ye) müteveccih olmağın bu sebeb ile mâl-ı şahi zayi
olduğundan ma’ada sahib-i mülk duacılarına dahi zülm ve hayf olmakdan hali olmamağın, rüsum-ı örfiyyesin
sahib-i mülk olan Seyyid... sâl be-sâl cânib-i miriyyeye maktu’an 1800 akça teslim eylemek üzere kabul ittikleri
Abdülcelil Bey (Musul Tahrir Emini) muvacehesinde mukayyed ve mastur bulunmağın vech-i meşru’ üzre
deftere kayd olundu”. Bk., BOA, TD, 660, s. 275.
916 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.114; BOA, TD., 308, s.154; BOA, TD., 660, s.275.
917 BOA, TD., 308, s.154.
918 Bk. İktisadi Durum Bölümü.
183
2.101. Yakub ( ) 919
Musul’un güneydoğusunda yer alan bu köy920 sadece 1523 tarihli tahrir defterinde
kayıtlı olup, harabe haldedir. Harabe olmazdan evvel Seyyid Kasım, Seyyid Sadık, Seyyid
Bericân, Seyyid Cemal ve Seyyid Celâl’in tasarrufunda idi.
2.102. İmâm Şemseddin ( )
921
Köyde 1523 tarihli tahrire göre 24 hâne ve dört mücerred vergi mükellefi mevcuttur.
1540’ta toplam 10 nefer vergi mükellefi nüfusun altısı çift, dördü bennâk konumundadır.
1558 tarihinde altı buçuğu çift, yedisi bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam 15 nefer;
1575 tarihinde ise yedisi çift, üçü bennâk ve üçü mücerred olmak üzere toplam olarak yine 15
nefer vergi yükümlüsü vardır (Bk. Ek-I).
Vergi mükelleflerini nüfusa dönüştürdüğümüzde, tahmini olarak 1523’te 172 kişi;
1540’ta 70 kişi; 1558-1575 tarihlerinde ise 99 kişilik nüfus tespit edilmektedir.
Köy, 1523, 1558 ve 1575 tarihlerinde Musul nahiyesine bağlı iken, 1540’ta ise Acuz
nahiyesine bağlıdır. Köyde buğday, arpa ve darı (dıhn) ziraatı yapılmakta olup922, vergi
gelirleri İmâm Şemseddin Humusi b. İmâm Mehmet Bahir Vakfına ayrılmıştır. 1523’te 3967
akça; 1540’ta 4983 akça; 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 5664 akça vergi geliri mevcuttur.
2.103. Bâğviren ( ) 923
Musul’un gayrimüslim köylerinden biridir. 1523 tarihli tahrirde kaydına rastlanmadı.
1540’ta 102 nefer vergi mükellefi mevcuttur. 1558’de de toplam nefer yekûnu 102 olup,
bunların 65’i hâne ve 37’si mücerreddir. 1575 tarihinde ise 95’i hâne ve 5’i mücerred olmak
üzere toplam vergi mükellefi sayısı 100’dür (Bk. Ek-I).
Bâğviren köyünde buğday ve arpa ziraatının yanı sıra arıcılıkta yapılmakta idi (Bk.
İktisadi Durum Bölümü). Köyün vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1540’ta
10298 akça; 1558’de 11944 akça ve 1575’te 15000 akça vergi hasılatı mevcuttur.
2.104. Düvengâyib ( )
924
Arpa ve buğday ziraatının yanı sıra arıcılık da yapılmakta idi (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Vergi gelirleri 1523’te timar ve zeamet olarak tevcih edilmişken, 1540-1558 ve
919 BOA, TD., 998, s.82.
920 Bk. Harita-II.
921 BOA, TD., 998, s.88; BOA, TD., 195, s. 138; BOA, TD., 308, s.159; BOA, TD., 660, s.253-254
922 Bk. İktisadi Durum Bölümü.
923 BOA, TD., 195, s.52-53; BOA, TD., 308, s.51; BOA, TD., 660, s.57-58.
924 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.57; BOA, TD., 308, s.56; BOA, TD., 660, s.64.
184
1575 tarihlerinde padişah hassı olarak ayrılmıştır. Yıllık vergi hasılatı, 1523’te 5659 akça;
1540’ta 7832 akça; 1558’de 15545 akça ve 1575 tarihinde 16912 akçadır.
Köyün 1523’te 11 hâne ve beş mücerred vergi mükellefi nüfusu mevcuttur. 1540’ta 22
nefer vergi mükellefinin 13,5’i çift, dördü bennâk ve ikisi mücerreddir. 1558’de 21,5’i çift,
14’ü bennâk ve altısı mücerred olmak üzere toplam 43 nefer vergi mükellefi vardır. 1575’te
ise mevcut 40 nefer nüfusun 25’i çift, dördü bennâk ve dördü mücerreddir (Bk. Ek-I). Bu
verilerden hareketle elde ettiğimiz tahmini nüfusu, 1523 tarihinde 82 kiş, 1540’ta 142 kişi,
1558’de 265 kişi ve 1575’te 256 kişidir.
2.105. Bârtala ( )
925
Musul’daki gayri müslim köylerden biri de Bârtala’dır. Musul’un 15 mil doğusunda926
büyük mamur bir köydür. Halkı katolik ve süryani hıristiyanlarındandır. Dilleri Sursça’dır 927
.
1523 tarihli tahrir defterinin köy veya mezra kayıtları arasında yoktur. 1540’ta 62’si
hâne, 18’i mücerred olmak üzere toplam 80 nefer; 1558’de 84’ü hâne, 59’u mücerred olmak
üzere toplam 143 nefer ve 1575’te 135’i hâne, 29’u mücerred olmak üzere toplam 164 nefer
vergi mükellefi nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu rakamları nüfusa dönüştürdüğümüzde
1540’ta 452 kişi, 1558’de 647 kişi ve 1575’te 974 kişilik bir tahmini nüfus tespit
edilmektedir.
Köyde buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
gelirleri 1540’ta ve 1575’te sancakbeyi hassı, 1558’de padişah hassı olarak ayrılmıştır.
1540’ta 17722 akça, 1558’de 28099 akça ve 1575’te 32000 akça hasılatı mevcuttur.
2.106. Hüseyniyye ( )
928
İlk tahrir defterinde mezra konumundadır. Haricden ziraat yapılmaktadır. Vergi geliri
1798 akçadır ve timar-zeamet olarak ayrılmıştır. 1540 tarihinde sekizi çift, üçü mücerred
olmak üzere toplam 16 nefer vergi yükümlüsü nüfusu mevcuttur. Vergi geliri 2776 akçadır.
Timar olarak tevcih edilmiştir. 1558’de dokuz nefer olan vergi mükellefinin dördü çift, dördü
bennâk ve biri mücerred’dir. Vergi miktarı 4606 akça olup, zeamet olarak ayrılmıştır. 1575’te
ise toplam 12 nefer vergi mükellefi nüfusu vardır. Bunların altısı çift, biri bennâk ve biri
mücerred’dir (Bk. Ek-I). Hasılatı 8000 akçadır. Zeamet olarak ayrılmıştır.
925 BOA, TD., 195, s.66; BOA, TD., 308, s.74-75; BOA, TD., 660, s.127-128.
926 Bk. Harita-II.
927 Avad, agm., 1961, s.57.
928 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.78; BOA, TD., 308, s.114; BOA, TD., 660, s.138.
185
Hâne, bennâk ve mücerred sayılarını nüfusa dönüştürdüğümüzde 1540’ta 94 kişi,
1558’de 57 kişi ve 1575’te 78 kişi ortaya çıkmaktadır.
Hasaniyye köyünün ziraat için son derece elverişli olduğunu görmekteyiz. Buğday,
arpa, darı, pamuk ve susam ziraatının yanı sıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü).
2.107. Bâhinduva ( ) 929
Musul’daki gayrimüslim köylerdendir. Alkuş’un üç mil batısında, Musul’a ise 26 mil
uzaklıkta ve dağ eteğindedir. Halkı keldani hıristiyanlarındandır. Bu köy aynı zamanda
Bendu, Bendâvâ, Bendâvâya, Bahendevâ şekillerinde de telaffuz edilmektedir. Bütün bunların
kökeni Aramice olup, manası; “kölelerin ziraat alanı” demektir930
.
1523 tarihli tahrirde kaydı yoktur. 1540’ta 21 nefer vergi mükellefi mevcuttur.
Bunların 19’u hâne, ikisi mücerred’dir. 1558 tarihinde toplam nefer sayısı 26’ya yükselmiştir.
24’ü hâne, ikisi mücerred’dir. 1575’te ise toplam vergi mükellefi nefer sayısı 45’tir. Kaçının
hâne ve kaçının mücerred konumunda olduğu kayıtlı değildir (Bk. Ek-I).
Köyün zirai ürünleri buğday, arpa, pamuk ve susamdır. Ayrıca bağcılık ve arıcılık da
yapılmaktaydı. 1540’ta 2 ve 1558-1575 tarihlerinde dört değirmeni mevcut idi ve tam yıl
çalışıyorlardı (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Yıllık vergi hasılatı ise 1540’ta 9580 akça;
1558’de 9600 akça ve 1575’te de 12978 akçadır. Bâhinduva köyünün vergi gelirleri 1540’ta
timar, 1558-1575 tarihlerinde ise zeamet olarak ayrılmıştır.
2.108. Munsârî ( ) 931
Köyün kaydına ilk kez 1540 tarihli tahrir defterinde rastlanmaktadır. Bu tarihte vergi
geliri timar olarak ayrılmışken, 1558-1575 tarihlerinde zeamet olarak ayrılmıştır. 1540
tarihinde 23 nefer vergi mükellefi nüfusun yedi buçuğu çift, sekizi bennâk ve üçüü
mücerred’dir. 1558’de üçü mücerred, 34’ü bennâk ve iki buçuğu çift olmak üzere 40 nefer,
yine 1575 tarihinde de yedisi mücerred, 23’ü bennâk ve altısı çift olmak üzere toplam 40
nefer vergi mükellefi nüfus mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerini nüfusa
çevirdiğimizde 1540’ta 143 kişi; 1558’de 280 kişi ve 1575’te 238 kişi nüfus tespit
edilmektedir.
Köyün zirai ürünleri buğday, arpa ve darıdan ibaret olup (Bk. İktisadi Durum
Bölümü), toplam vergi geliri 1540 ve 1575’te 4000 akça 1558’de ise 3631 akçadır.
929 BOA, TD., 195, s.79; BOA, TD., 308, s.119; BOA, TD., 660, s.143-144.
930 Avad, agm., 1961, s.60.
931 BOA, TD., 195, s.80; BOA, TD., 308, s.119; BOA, TD., 660, s.148-149.
186
2.109. Ahtebuk, Uhtebuk ( , ) 932
Bu köyün kaydı 1523 tarihli tahrirde yoktur. Buğday, arpa, darı ve baston ziraatı
yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi geliri 1540’ta timar, 1558-1575
tarihlerinde padişah hassı olarak ayrılmış olup, 3812, 4673 ve 4500 akçadan ibarettir.
1540’ da 25 nefer nüfusun beş buçuğu çift 11’i bennâk ve dördü mücerred’dir.
1558’de nefer sayısı 43’e yükselmiştir. Bunların dördü çift, 22’si bennâk, 17’si de
mücerred’dir. 1575’te ise 12’si mücerred, 22’si bennâk ve dördü çift olmak üzere toplam 42
nefer vergi mükellefi nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1540’ta 151 kişi; 1558’de
199 kişi ve 1575 tarihinde 222 kişiden ibarettir.
2.110. Ali Kuyusu ( ) 933
1540 tarihinden itibaren bu köyün kaydına rastlamaktayız. Bu tarihte yedi nefer vergi
mükellefi mevcuttur. Bunların üçü çift, üçü bennâk, biri ise mücerred’dir. Köyün vergi
mükellefi nefer sayısı 1558 ve 1575 tarihlerinde de yedidir. Birinci tarihte iki çift ve beş
bennâk mevcut iken, ikincisinde de yine iki çift ve üç de bennâk vardır (Bk. Ek-I).
Köyde buğday, arpa, ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi geliri
1540 ve 1575’te timar, 1558’de sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. 1540-1558 tarihlerinde
1500 akça, 1575’te ise 4666 akça vergi hasılatı vardır.
2.111. Beysân ( ) 934
1523 tarihinde kaydı olmayan köylerdendir. 1540 tarihinde 20 nefer nüfusu vardır.
Bunların beşi çift, 10’u bennâk ve ikisi mücerred konumundadır. 1558’de vergi mükellefi
nefer sayısı 21’dir. Beşi çift, beşi mücerred ve 11’i de bennâk olarak kayıtlıdır. 1575’te ise
yedisi mücerred, 11’i bennâk ve beş buçuğu çift olmak üzere toplam 27 nefer vergi mükellefi
mevcuttur (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1540 tarihinde 128 kişi; 1558’de 117 kişi ve 1575
tarihinde 147 kişidir.
Köyde arpa ve buğday üretimi yapılmaktadır. 1558-1575 tarihlerinde keten tohumu ve
bostan, yine sadece 1575’ de darı ekiminin yapıldığı görülmektedir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Köyün bütün vergi gelirleri timar olarak ayrılmış olup 1540’ta 10000 akça, 1558’de
9400 akça ve 1575’te 12400 akçadır.
2.112. Bâbent ( ) 935
932 BOA, TD., 195, s.81; BOA, TD., 308, s.77; BOA, TD., 660, s.67.
933 BOA, TD., 195, s.81; BOA, TD., 308, s.46-47; BOA, TD., 660, s.182.
934 BOA, TD., 195, s.86; BOA, TD., 308, s.136; BOA, TD., 660, s.162.
187
Köyün kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Bu tarihte ikisi mücerred, beşi
bennâk ve altı buçuğu çift olmak üzere toplam 16 nefer vergi mükellefi vardır. 1540-1550
arasında köy nüfusunda büyük bir artışın olduğunu görmekteyiz. Zira 1558’de nefer sayısı
38’e yükselmiş olup, bunların 10,5’i çift, 15’i bennâk ve 12’si mücerred olarak kayıtlıdır.
1575’te ise toplam nefer sayısı 41’dir. Bunları 22’si çift, dokuzu bennâk ve biri mücerred’dir
(Bk. Ek-I). Tahmini nüfus miktarı, 1540’ta 100 kişi; 1558’de 194 kişi ve 1575’te 281 kişidir.
Köyde, 1540 tarihli tahrire nazaran sadece buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır. 1558-
1575 tarihli tahrir defterlerine göre ise arpa ve buğdayın yanı sıra darı, keten tohumu ve
bostan ziraatı de yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi geliri 1540 ve 1575
tarihlerinde timar, 1558’de ise zeamet ve timar olarak ayrılmıştır. 1540’ta 3515 akça vergi
geliri mevcutken, 1558’de 6342 akçaya, 1575’te ise 8000 akçaya çıkmıştır.
2.113. Demürci, Demürci virânı ( , ) 936
1523 tarihinde mezra konumundadır. Dolayısıyla meskûn nüfusu yoktur. 1540 tarihli
tahrir defterinde karye olarak kayıtlıdır. Bu tarihte 31 nefer vergi mükellefinin altı buçuğu
çift, 10’u bennâk ve dokuzu mücerred konumundadır. 1558’de altısı çift, 14’ü bennâk ve 11’i
mücerred olmak üzere yine toplam 31 nefer, 1575’te altısı çift, 13’ü bennâk ve 11’i mücerred
olmak üzere toplam 29 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. Ek-I). Bu vergi mükelleflerinin
tahmini olarak nüfusları 1540’ta 163 kişi; 1558’de 151 kişi ve 1575’te 137 kişidir.
Köyde buğday, arpa ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. 1523’te 2200 akça; 1540’ta 5244 akça; 1558’de
5553 akça ve 1575’te 8150 akça vergi hasılatı mevcuttur.
2.114. Musayfine ( ) 937
1523 tarihinde mezra olarak kayıtlıdır. 1540, 1558 ve 1575 tarihlerinde toplam 51
vergi mükellefi nüfusu mevcut olup, her üç tarihte de değişmemiştir. Bunların dağılımı yıllar
itibariyle şöyle idi; birinci tarihte 16 çift, 24 bennâk, altı mücerred; ikinci tarihte 10,5 çift, 31
bennâk, dokuz mücerred ve 1575’te 10 çift, 26 bennâk ile yedi mücerred (Bk. Ek-I). Bu
verilerin nüfus olarak karşılığı 1540’ta 321 kişi, 1558’de 303 kişi ve 1575’te 315 kişidir.
Köyde çok çeşitli zirai üretim yapılmakta idi. Buğday ve arpanın dışında susam,
pamuk, darı, keten tohumu, soğan ve bostan yetiştirilmekte idi (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri 1523-1540 tarihlerinde timar, 1558-1575 tarihlerinde padişah hassı için
935 BOA, TD., 195, s.91; BOA, TD., 308, s.116-117; BOA, TD., 660, s.163-164.
936 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.92; BOA, TD., 308, s.134-135; BOA, TD., 660, s.163.
937 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.92-93; BOA, TD., 308, s.78-79; BOA, TD., 660, s.69.
188
ayrılmıştır. 1523’te 1100 akça, 1540’ta 20092 akça, 1558’de 5540 akça ve 1575’te 5550 akça
vergi hasılatı mevcuttu.
2.115. Revâne nâm-ı diğer Vâne ( ) 938
Köyün 1523 tarihli tahrirde kaydı bulunmamaktadır. 1540’ta 15 nefer vergi mükellefi
mevcuttur. Bunların beşi çift, beşi bennâk ve üçü mücerred’dir. 1558’de toplam nefer sayısı
23’e yükselmiştir. Bunların dokuzu çift, 10’u bennâk, dördü ise mücerred’dir. 1575 tarihinde
mücerredler beşe, bennâklar 14’e, çiftler 13’e yükselmiş olup, toplam nefer sayısı da 45’e
çıkmıştır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu ise 1540’ta 87 kişi; 1558’de kişi 137 ve 1575’te 285
kişidir.
Köyün vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. Buğday, arpa ve bostan ziraatı
yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). 1540-1558’de 7565’er akça ve 1575’te 7400
akça vergi gelirine sahiptir.
2.116. Cemâlkendi, Cemâl ( , ) 939
1523 tarihli tahrirde mezra olarak kayıtlıdır. 1523-1540 tarihli tahrirlerde
“Cemâlkendi”, 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise “Cemâl” şeklinde yazılmıştır. Vergi gelirleri
dört tahrirde de timar olarak ayrılmıştır.
Zirai mahsulleri arpa, buğday ve bostandan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
1523’te 380 akça; 1540’ta 7500 akça; 1558’de 8400 akça; 1575’te ise 6500 akça vergi hasılatı
mevcuttur.
Vergi vermekle mükellef nüfusu 1540’ta 10 neferden ibarettir ki, beşi çift beşi
bennâk’tır. 1558’de nefer sayısı dörd’e düşmüştür. Bunların nimi çift, biri bennâk, ikisi de
mücerreddir. 1575 tarihinde nefer sayısı tekrar 10’a yükselmiştir. İkisi çift, yedisi bennâk biri
mücerred’dir (Bk. Ek-I).
2.117. Bâğure ( ) 940
Bâğure köyü, 1523 tarihli tahrirde mezra, diğerlerinde karye olarak kayıtlıdır. 1540
tarihinde toplam 12 nefer vergi mükellefi vardır. Bunların üçü çift, dördü bennâk, ikisi ise
mücerred’dir. 1558’de nefer sayısı 24’e yükselmiş olup bunların altı buçuğu çift, 16’sı bennâk
ve biri mücerred’dir. 1575’te de nefer sayısı 24’te kalmıştır. Bunların sekizi çift, 14’ü bennâk
olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Köyün tahmini nüfusu 1540’ta 72 kişi; 1558’de 162 kişi ve
938 BOA, TD., 195, s.94; BOA, TD., 308, s.128-129; BOA, TD., 660, s.164-165.
939 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.96; BOA, TD., 308, s.142; BOA, TD., 660, s.170.
940 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.96; BOA, TD., 308., s.140; BOA, TD., 660, s. 136.
189
1575’te 168 kişidir.
Köyde buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
gelirleri ilk üç tarihte timar, 1558’de ise zeamet olarak ayrılmıştır. Yıllık vergi hasılatı yıllar
itibari ile şu şekilde idi; 1523’te 1000 akça; 1540’ta 3000 akça ve 1558’de 7000 akça.
2.118. Şeyh Ali ( ) 941
Köy, 1523 tarihli tahrirde mezra statüsünde olup, diğer tahrir defterlerinde karye
olarak kayıtlıdır. Buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
geliri timar olarak ayrılmıştır. 1540’ta toplam 16 nefer vergi mükellefi nüfusu mevcut olup
bunların beş buçuğu çift, altısı mücerred’dir. 1558’de 18’e yükselen neferlerin beşi çift,
dokuzu bennâk ve dördü ise mücerreddir. 1575 tarihinde ise sekizi çift, sekizi mücerred ve
yedisi bennâk olmak üzere toplam nefer sayısı 25’e yükselmiştir (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu
ise, 1540’ta 76 kişi; 1558’de 102 kişi ve 1575’te 127 kişiden ibarettir.
Yıllık vergi hasılatı 1523’te 1500 akça; 1540-1558 tarihlerinde 3200 akça ve 1575’te
4500 akçadan ibarettir.
2.119. Şeyh Mehmed ( ) 942
Şeyh Mehmed köyü de 1523 tarihinde mezra statüsünde olup, daha sonraki tarihlerde
köy konumu kazanmıştır. 1540’ta nefer toplamı 12 olup, beşi çift, ikisi mücerred’dir. 1558
tarihindeki nefer toplamı 12’dir. Bunların ikisi çift, yedisi bennâk ve üçü mücerreddir. 1575’te
ise altısı çift, dördü bennâk olmak üzere toplam 15 nefer vergi mükellefi mevcuttur (Bk. EkI). Bu vergi mükelleflerinden hareketle elde ettiğimiz tahmini nüfus, 1540 tarihinde 72 kişi,
1558’de 66 kişi ve 1575’te 105 kişidir.
Köyde buğday, arpa ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri timar için ayrılmış olup, 1523-1540 tarihlerinde 1500 akça; 1558’de 5600 akça
ve 1575’te 6000 akçadır.
2.120. Nevine, Nuniye (Ninova) ( ) 943
Ninova, Eski Asur devletinin başkenti olup, Musul şehrinin karşısında kalıntıları
vardır. Dicle’nin doğusunda bir mil uzaklıktadır. Ninova eskiden büyük bir şehir olup,12 mil
uzaklığında büyük surlarla ihata edilmiştir. Bu arada, Nebi Yunus tepesi üzerinde küçük bir
941 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.97; BOA, TD., 308, s.137; BOA, TD., 660, s.174.
942 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD.,195, s.101; BOA, TD., 308, s.130; BOA, TD., 660, s.180-181.
943 BOA, TD., 998, s.79-85; BOA, TD., 195, s.107-109; BOA, TD., 308, s.168-169; BOA, TD., 660, s.237-240.
190
köy vardır ki burası da Ninova köyüdür944
.
Hz. Yunus Nebi (a.s.) vakfı için ayrılan köylerden biridir. 1523’te 129 hâne ve sekiz
mücerred vergi mükellefi nüfusu mevcuttur. 1540 tarihli tahrirde köyün vergi mükellefi nefer
sayısı 224’dür. Bunların 40’ı çift, 141’i bennâk ve 26’sı mücerred’dir. Burada bir hususu
açıklamamız gerekmektedir. Şöyle ki, vergi gelirleri Hz. Yunus vakfı için ayrılan Gökcelü,
Lek, Davudi, Yağmur Tânlu ve Lâdâmiye cemaatleri de Nevine köyünün nüfusu içerisinde
kaydedilmiştir (daha sonraki tahrirlerde bu cemaatler Nevine köyünden müstakil olarak
kaydedilmiştir). Bu beş cemaatin toplam 68 nefer nüfusu mevcuttur. Bu 68 nefer sayısını
köyün nefer toplamı olan 224’ten çıkardığımız vakit geriye 156 nefer kalmaktadır.
Dolayısıyla Nevine köyünün nefer sayısı 1523’te 129 iken 1540’ta 156’ya yükselmiştir.
1558’de köyün nüfusu 228 nefere yükselmiş olup, bunların 20’si çift, 138’i bennâk ve
70’i mücerred’dir. 1575’te ise mücerredler 85’e, bennâklar 166’ya, çiftler 29’a yükselmiştir
ki, toplam nefer sayısı da 304’e yükselmiştir (Bk. Ek-I).
Hâne, bennâk ve mücerred sayılarından hareketle bulduğumuz tahmini nüfus, 1523’te
911 kişi; 1540’ta 1412 kişi; 1558’de 1176 kişi ve 1575’te 1618 kişidir.
Köyün zirai mahsulleri buğday, arpa, darı ve bostandır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri ise 1523’te 12068 akça; 1540’ta 21556 akça;
945
1558’de 16275 akça ve
1575’te 19222 akçadan ibarettir.
2.121. Şeyh Ülyâ ( ) 946
Mülk statüsünde olan bir köydür. Örfi vergileri (rüsum-ı örfiye) divânî hissesi, şer’i
vergileri (rüsum-ı şeriyye) mülk sahibinin hissesi olarak ayrılmıştır. 1523’te seyyid
Seyfullah’ın mülküdür. 1540 tarihinde seyyid Vahitullah’ın tasarrufundadır ki, bu zât büyük
ihtimalle seyyid Seyfullah’ın soyundan birisidir. Köy, 1558 tarihinden önce seyyid Tahir’in
mülkü konumunda iken, 1558 civarında bu zâtın vefat etmesi üzerine oğullarına geçmiştir947
.
1575 tarihinde de köyün mutasarrıfları Seyyid Tahir’in evlâtlarıdır.
Köyün vergi mükellefi sayısı yıllar itibariyle şu şekildedir; 1523 tarihinde 20 hânesi
mevcuttur. 1540’ta 19 neferi mevcut olup bunların üçü çift, yedisi bennâk ve altısı
944 Avad, agm., 1961, s.97-99.
945 21556 akçalık gelirin içinde Gökçelü, Lek, Davudi, Yağmur Tânlu ve Lâdâmiye cemaatlerinin gelirleri de
mecut olup, bunların hasıl toplamı ayrı olarak belirtilmemiştir. Dolayısıyla, köyün gelirinin bir önceki tahrire
nazaran % 100 artmış gibi görünmesi bu durumdan kaynaklanmaktadır. Bk. BOA, TD., 195, s.108-109.
946 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.112; BOA, TD., 308, s.151; BOA, TD., 660, s.278.
947 BOA, TD., 308, s.151. “Mezkûr (Seyyid Tahir) fevt olup, evlâdından Seyyid Hidâyetullah ve seyyid
İnâyetullah ve bâki evlâdı mutassarrıf olalar. Mâbeynlerinde niz’a vâki’ olursa şer’i şerife mürâca’at olunalar”.
191
mücerreddir. 1558’de toplam nefer sayısı 29’dur. Bunlardan sekizi çift, 17’si bennâk ve dördü
mücrred olarak kayıtlıdır. 1575 tarihinde vergi mükellefi nefer sayısı 34’e yükselmiştir.
Bunların sekizi çift (16 nim çift kaydı olup, neticede sekiz çift olmaktadır), 13’ü bennâk, beşi
ise mücerred’dir (Bk. Ek-I).
Bu verilerin nüfus olarak karşılığı, 1523’te 140 kişi; 1540’ta 97 kişi; 1558’de 179 kişi
ve 1575’te 208 kişiden ibarettir.
Köyün zirai mahsulleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Yıllık vergi geliri 1523 tarihinde 1192 akçadır. Bu hasılatın kaç akçasının “hisse-i mirî” ve
kaç akçasının “mülk sahibinin” olduğu defterde belirtilmemiştir. 1558 tarihinde ise 2975
akçalı vergi geliri mevcuttur. Bunun 2480 akçası emlak sahibinin, 465 akçası da padişah
hassıdır948. 1558’de toplam vergi hasılatı 3896 akçadan ibarettir. Bunun ise 2900 akçalık
kısmı mülk sahibinin hissesi ve 996 akçası da hisse-i miridir. 1575 tarihinde vergi geliri
toplamı 4298 akçaya yükselmiştir. Bunun 3150 akçası mülk sahibinin, 1148 akçası ise
devletin (mirî) hissesidir.
2.122. Şeyh Süflâ ( ) 949
Musul’daki mülk köylerdendir. Seyyid Abdülgaffar’ın tasarrusufndadır. 1558 yılına
gelindiği vakit Seyyid Abdülgaffar vefât etmiş ve köyün tasarrufu evladına kalmıştır950. 1575
tarihinde köyün mutasarrıfları yine Seyyid Abdulgaffar’ın evlatlarıdır.
Bilindiği gibi mülk (malikâne-divânî) statüsünde olan köylerin rüsum-ı şeriyyesi mülk
sahiplerinin rüsum-ı örfiyyesi ise devlet (mirî) hissesi idi. Mülk sahipleri kendi paylarına
düşen vergi gelirlerini bizzat kendileri toplarken, mirî hisseleri ise devlet tarafından
görevlendirilen emin veya mültezimler tarafından toplanıyordu. Bu emin veya mültezimlerin,
vergi toplamak bahânesiyle zaman zaman halka zulmettikleri görülmektedir. Bu durumlarda
ise halk köyünü terk ediyor ve köy harabeye yüz tutmaktadır951
. 1558 tarihinde Şeyh Süfla
köyünde de bu tür haksız uygulamaların görülmesi üzerine, köyün hisse-i divanisi de mülk
sahibi Seyyid Mehmed’e ber vech-i-maktu üzere verilmiştir. Seyyid Mehmed her sene köyün
bütün gelirlerini topladıktan sonra devlet (mirî) hissesi olan akçayı merkeze gönderecektir952
.
948 Bunların toplamı 2945 akça tutmakta olup, bu durumda 30 akça eksik çıkmaktadır.
949 BOA, TD., 998, s.82; BOA, TD., 195, s.114-115; BOA, TD., 308, s.150; BOA, TD., 660, s.279.
950 BOA, TD., 195, s.150; “Mezkür Seyyid Abdulgaffâr fevt olub oğullarından Seyyid Cafer ve Seyyid Mehmed
ve Seyyid Murtaza ve bâki evladı mutasarrıf olalar”.
951 Benzer bir durum için bk. Bâşbeyti Köyü ve dipnot; 915.
952 BOA, TD., 308, s.150. “Bu zikr olan karye (Şeyh Süfla) işbu Seyyid Mehmed ve bâki biraderlerinin mülk-i
meşruları olub, karye-i mezkurenin hukuk-ı şer'iyyesi defter-i atikde kendilere mukayyed olub haliya defter-i
192
Şeyh Süflâ köyünün 1523 tarihinde 35 hânesi mevcuttur. 1540’ta toplam nefer sayısı
28’dir. Bunların dördü çift, 16’sı bennâk ve beşi mücerreddir. 1558’de nefer sayısı 68’e
yükselmiştir. Bunlardan 16,5’i çift, 33’ü bennâk ve 18’i mücerred olarak kayıtlıdır. 1575
tarihinde ise 17’si çift, 31’i bennâk ve 15’i de mücerred olmak üzere toplam nefer sayısı
71’dir (Bk. Ek-I). Köyün tahmini nüfusu 1523’te 245 kiş; 1540’ta 166 kişi, 1558’de 368 kişi
ve 1575’te 407 kişiden ibarettir.
Köyde buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
geliri toplam 1523’te 1488 akçadır. Bu miktarın ne kadarının mülk sahibi hissesi ve ne
kadarının devlet (mirî) hissesi olduğu defterde kaydedilmemiştir. 1540’ta hasılat toplamı 3463
akça (defterdeki yekûn 3563 olarak kaydedilmiştir) olup, bunun 783 akçası padişah hassı
(rüsum-ı örfiyye), 2680 akçası da mülk sahibi hissesidir. 1558’de gelir toplamı 5475 akçaya
yükselmiştir. Bunun 3450 akçası mülk sahibi, 2025 akçası da mirî (padişah hassı) hissesidir.
Nihayet, 1575’te 2314 akçası hisse-i mirî (padişah hassı) ve 3360 akçası da hukuk-ı şeriyye
(mülk sahipleri hissesi) olmak üzere toplam vergi hasılatı 5874 akçaya yükselmiştir.
2.123. Dûr ( ) 953
Tikrit’in güneyindedir 954
. 1523’te mezra konumundadır. 1540 tarihli tahrirde karye
olarak kaydedilmiş olup, toplam 37 nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bunların 33’ü hâne ve
dördü mücerreddir (Bk. Ek-I). 1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde kaydına rastlanmadı.
Vergi gelirleri İmâm Mehmed b. İmâm Musa Kâzım Vakfına ayrılmıştır. 1523’te 500
akça ve 1540’ta 2045 akça geliri mevcuttur.
Burada ziraat yapıldığına dair herhangi bir kayıt mevcut değildir. Fakat hayvancılık
yapıldığını 1540 tarihli tahrirden öğreniyoruz. Bu tarihte 80 koyun ve sekiz camus beslendiği
görülmektedir.
2.124. Til Bizüm, Til Bârid ( , )
955
cedid-i hakaniye dahi mezkurlar kayd olunmağın fâ-mmâ rüsum-ı örfiyesin hassı şahi olub ümena ve
mültezimin rüsum-ı örfiye almak bahânesiyle reayaya enva-i zulm ve teaddi itmekle karye-i mezkure harab
olmağa müteveccih olub, ol sebeple mal-ı padişahi zayi olduğundan gayri sahib-i mülk-i duacılarına dahi enva-i
zulm ve teaddi ve hayf olmakdan hali olmayub, haliya canib-i miriyye aid olan rüsum-ı örfiye ki, 2025 akça olur
defter-i hakani mucebince salifü’z-zikr Seyyid Mehmed’e ber vech-i maktu' verildi. Gerekdir ki, şehirden gerü
ümena ve mültezimin ve gayrihim bi vech-i mine’l- vücuh karye-i mezbureye dahl itmeyüb, her sâl rüsum-ı
örfiyyeyi defter-i hakani mucebince mezkûr Seyyid Mehmed elinden alub zikr olan karyeye dahl ve taarruz
eylemeyler. Zira ki, bâd-ı heva ve cürm-i cinâyet hass-ı padişahi kayd olunmuştur”.
953 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.113.
954 BOA, TD., 195, s.113. Ayrıca, bk. Harita-II.
955 BOA, TD., 998, s.76; BOA, TD., 195, s.136; BOA, TD., 308, s.96; BOA, TD.,660, s.1.
193
Til Bizûm köyü Acuz nahiyesine bağlıdır. 1523 tarihli tahrirde Til Bârid şeklinde
kaydedilmiş olup, mezra konumundadır. Diğer tahrir defterlerinde karye olup, Til Bizûm
şeklinde kaydedilmiştir. 1540 ve 1558 tarihlerinde 19’ar çift vergi mükellefi mevcuttur (Bk.
Ek-I). 1575 tarihinde ise Eski Musul sancağına, Eski Musul sancağı da Diyarbekir eyaletine
bağlanmıştır956
.
Vergi gelirleri 1523’te Sincar sancakbeyi hassı, 1540’ta sancakbeyi hassı (hangi
sancağın sancakbeyi olduğu belli değil), 1558’de ise Deyr-Rahbe sancakbeyi hassı olarak
tevcih edilmiştir. Birinci tarihte 3500 akça, ikincisinde 7724 akça, üçüncüsünde ise 12734
akça vergi geliri mevcuttur. Köyün zirai ürünleri buğday, arpa, darı ve bostandır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü).
2.125. Cessânî ( , ) 957
Acuz nahiyesine bağlı bir köydür. Cessâfi köyünün 1523 tarihili tahrirde kaydı mevcut
değildir. 1540 ve 1558 tarihlerinde 13’er nefer vergi mükellefi nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I).
Her iki tarihte de bu neferler çift olarak kayıtlıdır. 1575 tarihinde Eski Musul sancağına
bağlanmıştır. Bu tarihte Eski Musul Sancağı Diyarbekir eyaletine ilhak olunmuştur958
.
Zirai mahsulleri buğday, arpa, darı ve bostandan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Vergi gelirleri 1540’ta 6000 akça olup, sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. 1558’de
vergi hasılatı 9110 akçaya yükselmiştir. Bu gelir Deyr-Rahbe Sancakbeyi hassı olarak
ayrılmıştır.
2.126. Bûrc ( ) 959
1540 tarihinde Acuz nahiyesine, 1558-1575 tarihlerinde Musul nahiyesine bağlı
görünmektedir. İmâm Şemseddin Humusi'nin vakıf gelirleri içerisinde yer alan bir köydür.
1540 tarihinde toplam 21 nefer vergi mükellefi nüfusu mevcut olup, bunların dokuz buçuğu
çift, sekizi bennâk konumundadır. 1558’de de 21 neferi mevcuttur. Bunların sekizi çift,
dokuzu bennâk ve dördü mücerred olarak kayıtlıdır. 1575’te nefer sayısı 24’e yükselmiştir.
Sekizi çift, altısı bennâk ve biri mücerreddir (Bk. Ek-I).
Buğday, arpa ve darı ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
gelirleri 1540’ta 4637 akça, 1558’de 5582 akça ve 1575 tarihinde 6650 akçadır.
956 BOA, TD., 660, s.1. “Zikr olunan kura ve mezâri Diyarbekir Beylerbeyliği tecdid-i tahrir olundukda Eski
Musul sancağı ol canibe ilhak olunmağla Eski Musul’a kayd olunmuştur”.
957 BOA, TD., 195, s.136; BOA, TD., 308, s.96; BOA, TD., 660, s.1.
958 Bk. Dipnot 956.
959 BOA, TD., 195, s.138; BOA, TD., 308, s.159; BOA, TD., 660, s.253.
194
2.127. Selâl nâm-ı diğer Til-i Halil ( , , ) 960
Şemseddin Humusi vakıf köylerinden biridir. 1523 tarihinde mezra, diğer tarihlerde
karye olarak kaydedilmiştir. 1523’te sadece Til-i Halil, 1540’ta Selâl (Silâl) nâm-ı diğer Til-i
Halil, 1558-1575 tarihlerinde ise sadece Selâl (Silâl) olarak kaydedilmiştir.
1540 tarihinda ‘Acuz nahiyesine, diğer tarihlerde ise Musul nahiyesine bağlıdır. 1540-
1575 tarihli tahrirlerde beşer nefer vergi mükellefi mevcuttur. Her üç tarihte de bu neferler
bennâk konumundadır (Bk. Ek-I).
Köyde buğday, arpa ve darı ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
geliri 1523’te 540 akça; 1540’ta 855 akça; 1558’de 1467 akça ve 1575’te 1520 akçadır.
2.128. Ümmu’t-Tûse ( ) 961
Köyün 1523 tarihli tahrirde kaydı mevcut değildir. Fakat 1540 tarihli tahrir
defterindeki bir kayda göre, Musul’un fethinden beri Monla Selamullah’ın tasarrufundadır962
.
Ümmu’t-Tuse bu tarihte mezra statüsündedir.
Monla Selâmullah buranın hâsılatına mutasarrıf olması karşılığında her gün padişaha
en’am okumakla mükelleftir. Bu durum hayatta olduğu süre zarfında geçerli olup, vefatından
sonra Ümmu’t-Tuse’nin vergi hasılatının nasıl bir şekilde tasarruf olunacağını merkez
(dergâh-ı mualla) yeniden belirleyecektir. Nitekim, 1558 tarihine gelindiğinde Monla
Selâmullah’ın vefat etmiş olduğunu ve Ümmu’t-Tuse’nin vergi hasılatının Musul sancakbeyi
hassı olarak ayrıldığını görmekteyiz. 1575 tarihinde ise vergi geliri zeamet olarak tencih
edilöiştir.
Ümmu’t-Tuse 1540’ta mezra olarak, 1558 tarihinden itibaren ise karye olarak
geçmektedir. Bu tarihte 44 nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bunların 20’si çift, 11’i bennâk
ve 13’ü mücerreddir. 1575’te vergi mükellefi nefer sayısı 64’e yükselmiştir. Bunlardan 25’i
çift, 29’u bennâk ve 10’u ise mücerred konumundadır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1558’de
230 kişi ve 1575’te ise 388 kişidir.
Köyün zirai ürünleri buğday, arpa ve bostandan ibarettir (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi hasılatı 1540’ta 1000 akça; 1558’de 4844 akça ve 1575’te 7500 akçadır.
960 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.139; BOA, TD., 308, s.160; BOA, TD., 660, s.254.
961 BOA, TD., 195, s. 113; BOA, TD., 308, s. 46; BOA, TD., 660, s. 149-150.
962 BOA, TD., 195, s. 113. “Zikr olan mezreaya vilâyet feth olalıdan beru Monla Selâmullah nâm kimesne
mutasarrıf olub, her gün pâdişah-ı âlempenâh hazretlerine bir en’am okuyup elinde beğlerbeğilerden berâtları
olmağın, hâliyâ defter-i cedid-i hakânide dahi vech-i meşruh üzre kayd olundu. Mezkûr Selâmullah kayd-ı
hayatta olub, gerü mezrea’i mezburenin hâsılına mutasarrıf olub hergün pâdişah-ı alempenah hazretleri içün bir
en’am okur. Kendüden sonra dergâh-ı muallaya arz olunub emr-i ‘âli ne vechile sâdır olursa mucebince ‘amel
oluna”.
195
2.129. Aktâş ( ) 963
Bu köyün 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde kaydı yoktur. 1558-1575 tarihli
tahrirlerde altışar nefer vergi mükellefi vardır. Bunların beşer neferi çift, birer neferi de
bennâk konumundadır (Bk. Ek-I).
Köyde buğday ve pamuk ziraatının yanısıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1558’de 1696 akça, 1575’te
ise 2658 akçadır. Ayrıca tam yıl çalışan bir değirmeni mevcuttur.
2.130. Üç Kubbe ( ) 964
Köyün 1523-1540 tarihli tahrirlerde kaydı yoktur. 1558’de 43 nefer vergi mükellefi
nüfusu mevcuttur. Bunların sekiz buçuğu çift, 26’sı bennâk ve sekizi mücerreddir. 1575’te de
nefer sayısı 43’tür. Bunlardan sekiz buçuğu çift, 23’ü bennâk ve altısı mücerred olarak
kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1558’de 253, 1575’te 265 kişiden ibarettir.
Köyde buğday, arpa, darı ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi hasılatı padişah hassı olarak ayrılmış olup, 1558’de 4582 akça, 1575’te
ise 4549 akçadır.
2.131. Şeyh Ömer Kabucu ( ) 965
Bu köy 1523 tarihli tahrirde mevcut değildir. 1540’ta mezra’dır. 1558’de yedi nefer
vergi mükellefi mevcuttur. Bunlardan biri çift, altısı bennâktır. 1575’te sekiz olan neferlerin
üçü çift, beşi ise bennâktır (Bk. Ek-I).
Köyün vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1540’ta 1500 akça, 1558’de
3404 akça, 1575’te ise 4920 akça geliri mevcuttur. Arpa ve buğday ziraatı yapılmaktadır (Bk.
İktisadi Durum Bölümü).
2.132. Üsküb Meydân ( ) 966
Bu köyün kaydına sadece 1558 tarihli tahrir defterinde rastlamaktayız. Dokuz nefer
vergi mükellefi nüfusu vardır ki, bunların ikisi çift, yedisi bennâk ve biri mücerred
konumundadır. Yine bu tarihte köyün vergi geliri Deyr-Rahbe sancakbeyi hassı olarak
ayrılmış olup, 2852 akçadan ibarettir.
Köy, 1575 tarihinde Eski Musul Sancağı ile beraber Diyarbekir eyaletine bağlandığı
963 BOA, TD., 308, s. 59; BOA, TD., 660, s. 81.
964 BOA, TD., 308, s.77; BOA, TD., 660, s.67.
965 BOA, TD., 195, s.41; BOA, TD., 308, s.81-82; BOA, TD., 660, s.70.
966 BOA, TD., 308, s.94; BOA, TD., 660, s.1.
196
için967
bu tarihteki hâne sayısı ve vergi geliri hakkında bir bilgimiz yoktur.
2.133. Batâte ( ) 968
Köyün kaydı 1523 tarihli tahrirde mevcut değildir. 1540 tarihinde mezra
konumundadır. 1558’de 16 nefer vergi mükellefi mevcuttur. Beşi çift, dokuzu bennâk ve ikisi
mücerred’dir. 1575’te nefer sayısı 29’a yükselmiş olup, bunların sekizi çift, 13’ü bennâk ve
ikisi mücerred olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). Tahmini nüfusu 1558’de 100 kişi, 1575’te ise 191
kişidir.
Köyde buğday, arpa, darı, keten tohumu ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi hasılatı zeamet olarak ayrılmıştır. 1540’ta 2000 akça, 1558’de 2137
akça 1575’te ise 3500 akça vergi geliri mevcuttur.
2.134. Şirin, Serin ( ) 969
Bu köy 1540 tarihli tahrirde mezra, diğer tahrir defterlerinde ise karye olarak
kaydedilmiştir. 1523’te 22 hâne ve üç mücerredi; 1558’de üç buçuğu çift, dokuzu bennâk ve
biri mücerred olmak üzere toplam 14 neferi bulunmaktadır. 1575’te ise sekizi çift, biri
bennâk ve sekizi mücerred olmak üzere toplam 19 nefer vergi mükellefi nüfusu mevcuttur
(Bk. Ek-I). 1540 tarihli tahrirde “mezra” statüsünde olduğu için meskûn nüfusu mevcut
değildir. Tahmini nüfusu 1523’te 157 kişi; 1558’de 92 kişi ve 1575’te 85 kişidir.
Vergi gelirleri 1523-1540 tarihli tahrirlerde timar, 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise
zeamet olarak ayrılmıştır. Gelir toplamı 1523’te 10000 akça, 1540’ta 6100 akça, 1558’de
5407 akça ve 1575’te ise 7100 akçadır. Zirai ürünleri buğday, arpa, darı, keten tohumu,
pamuk ve bostandan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.135. Deyr-i Hâl ( ) 970
Köyün kaydına ilk kez 1558 tarihli tahrir defterinde rastlamaktayız. Bu tarihte beş
nefer vergi mükellefi nüfusu mevcut olup, üçü çift ikisi bennâk konumundadır. 1575 tarihinde
nefer sayısı yine beş olup, beşi de çift konumundadır (Bk. Ek-I). (4 nim çift, 1 çift; toplam: 3
çift)
Yıllık vergi geliri 1558’de zeamet olarak ayrılmış olup, 3199 akçadır. 1575’te timar
olarak ayrılmış ve toplamı 3500 akçadır. Köyün zirai mahsulleri ise buğday ve arpadan
967 Bk. Dipnot 956.
968 BOA, TD., 195, s.71; BOA, TD., 308, s.115; BOA, TD., 660, s.146.
969 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.97; BOA, TD., 308, s.116; BOA, TD., 660, s.146-147.
970 BOA, TD., 308, s.117; BOA, TD., 660, s.178.
197
ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.136. Devâse ( ) 971
Köy, 1540 tarihli defterde mezra olarak kayıtlıdır. 1558’de 19 nefer vergi mükellefi
mevcuttur. Bunların üç buçuğu çift, 14’ü bennâk, biri ise mücerreddir. 1575’te nefer sayısı
26’ya yükselmiş olup, üç çift, 18 bennâk ve iki mücerredi muhtevidir (Bk. Ek-I). Tahmini
nüfusu 1558 tarhinde 127 kişi ve 1575 tarihinde ise 170 kişiden ibarettir.
Köyde buğday, arpa, darı ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum
Bölümü). Yıllık vergi geliri 1540’ta timar, 1558 ve 1575’te ise zeamet olarak ayrılmıştır.
1540 tarihli vergi tutarı 500 akça iken, 1558’de 1799 akça, 1575 tarihinde ise 2874 akçadır.
2.137. Şirfi ( ) 972
Köyle ilgili ilk kayıt 1540 tarihinde geçmektedir. Ancak bu tarihte mezra’dır.
Sonradan nüfusun meskûn olması sonucu 1540-1558 yılları arasındaki bir tarihte karye
olmuştur. 1558’de beşi bennâk ve yedi buçuğu çift olmak üzere toplam 13 nefer; 1575’te
dokuzu çift, ikisi bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam 12 nefer vergi mükellefi
nüfusu mevcuttur (Bk. Ek-I).
Köyün vergi hasılatı zeamet olarak ayrılmıştır. 1540’ta 1000 akça, 1558’de 3724 akça
ve 1575’te 5958 akça vergi geliri vardır. Köyde, buğday, arpa, susam, keten tohumu ve
pamuk üretimi yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.138. Bâbâveled ( ) 973
Köyün kaydı 1523 tarihli tahrirde mevcut değildir. 1540 tarihli defter kayıtlarında
mezra konumundadır. 1558’de 11 neferi vardır. Bunların iki buçuğu çift, sekizi bennâktır.
1575’te nefer sayısı yine 11’dir. Çift sayısı da değişmemiş olup iki buçuktur (5 nim çift).
Bennâk sayısı ise altıdır (Bk. Ek-I).
Köyün zirai mahsulleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri 1540’ta 800 akça, 1558’de 1810 akça, 1575’te 2000 akça olup, zeamet olarak
ayrılmıştır.
2.139. Til-i Mihyân ( , ) 974
Bu köyün kaydına ilk kez 1558 tarihli tahrir defterinde rastlıyoruz. Bu tarihte sekiz
971 BOA, TD., 195, s.98; BOA, TD., 308, s.118; BOA, TD., 660, s.144.
972 BOA, TD., 195, s.72; BOA, TD., 308, s.120; BOA, TD., 660, s.152.
973 BOA, TD., 195, s.72; BOA, TD., 308, s.121; BOA, TD., 660, s.149.
974 BOA, TD., 308, s.139; BOA, TD., 660, s.173-174.
198
vergi mükellefi neferin dördü çift, dördü bennâk olarak kayıtlıdır. 1575 tarihinde nefer sayısı
18’e yükselmiş olup, üö buçuk çift, 10 bennâk ve bir mücerredi vardır (Bk. Ek-I).
Köyün zirai mahsulleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Gelir toplamı 1558’de 1500 akça, 1575’te 1999 akça olup, timar olarak ayrılmıştır.
2.140. Şeyh Kara ( ) 975
Bu köyün de kaydı ilk defa 1558 tarihli tahrirde geçmektedir. Biri çift, 10’u bennâk,
biri mücerred olmak üzere toplam 11 nefer nüfusu mevcuttur. 1575’te nefer sayısı 17’ye
yükselmiştir. Bunlardan üçü çift, sekizi bennâk, dördü ise mücerreddir (Bk. Ek-I).
1558’de 1287 akça; 1575’te 3500 akça olan vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır.
Zirai ürünleri buğday ve arpadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.141. Şuta (Ayn-Mâcid) ( ) 976
Köy, 1523-1540 tarihleri arasında mezra olarak geçmektedir. 1523 tarihinnde ‘AynMacid, 1540’ta Şuta ma’a ‘Ayn-Macid ve 1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde ise Şuta nâm-ı diğer
‘Ayn-Macid şeklinde kaydedilmiştir. 1558 tarihinden yedi neferin meskûn olduğu bir köydür.
Bu neferlerin biri çift, dördü bennâk, ikisi de mücerred konumundadır. 1575’te nefer sayısı
10’a çıkmıştır. Bu neferlerin ikisi çift, üçü bennâk, beşi de mücerred idi (Bk. Ek-I).
Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. 1523’te 200 akça, 1540’ta 1200 akça, 1558’de
2610 akça ve 1575’te 2900 akçadır. Köyün zirai üretimi buğday, arpa ve bostandan ibarettir
(Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.142. Minârebâşı ( ) 977
Köyün kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrir defterinde geçmekte olup, mezra
konumundadır. 1558’de 10 nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bunların beş buçuğu çift, dördü
bennâk’dır. 1575’te nefer sayısı 16’ya yükselmiştir. 10,5’i çift, biri mücerred olarak kayıtlıdır.
Yıllık vergi hasılatı 1540’ta 300 akça, 1558’de 2243 akça ve 1575’te 2512 akçadır. Bu
vergi gelirleri timar olarak tevcih edilmiştir. Zirai ürünleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk.
İktisadi Durum Bölümü).
2.143. Zara ( ) 978
975 BOA, TD., 308, s.140; BOA, TD., 660, s.175.
976 BOA, TD., 998, s.80; BOA, TD., 195, s.88; BOA, TD., 308, s.143; BOA, TD., 660, s.171.
977 BOA, TD., 195, s.86; BOA, TD., 308, s.144; BOA, TD., 660, s.172.
978 BOA, TD., 308, s.145; BOA, TD., 660, s.172.
199
Köyün kaydı 1523 ve 1540 tarihli tahrirlerde geçmemektedir. 1558’de yedi neferi
mevcuttur. Bu neferlerin her biri nim çift olarak kayıtlıdır. 1575’te nefer sayısı 14’e
yükselmiştir ki, sekizi çift, biri mücerreddir (Bk. Ek-I).
Gelirleri timar olarak ayrılmıştır. 1558’de 4000 akça, 1575’te ise 4552 akçadır.
Buğday ve arpa üretimi yapılmakta idi (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.144. Bâvcine (İmâm Amir) ( , )
979
Köy 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerine Bavcine şeklinde kaydedilmiştir. 1540’ta
mezra olarak geçmektedir. 1558 ve 1575 tarihli tahrir defterlerinde ise Bavcine nâm-ı diğer
İmâm ‘Amir olarak kayıtlıdır.
1523 yılında dört hâne vergi mükellefi vardır. 1540’ta mezra olduğu için meskûn
nüfusu yoktur. 1558 tarihinde 39 neferi vardır ve tamamı bennâk konumundadır (Bk. Ek-I).
1575 tarihinde ise Eski Musul sancağı ile beraber Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır980
.
Vergi geliri 1523’te 2342 akça, 1540’ta 2000 akça olup, İmâm Ömer b. İmâm Hasan
Vakfı için ayrılmıştır. 1558’de geliri 11000 akçaya yükselmiştir. Bunun 3000 akçası İmâm
Ömer b. İmâm Hasan Vakfı için, 8000 akçası ise (hisse-i divâni) timar olarak ayrılmıştır. Zirai
mahsulleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.145. Sofuyân ( ) 981
1540’ta mezra konumundadır. 1558’de vergi mükellefi nefer sayısı 39 olup, tamamı
bennâktır (Bk. Ek-I). 1575 tarihinde Eski Musul sancağı ile beraber Diyarbekir eyaletine
bağlanmıştır982
.
Vergi geliri 1540’ta 400 akça, 1558’de 11000 akçadır ve timar olarak ayrılmıştır.
Buğday ve arpa ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.146. Mâmis ( ) 983
Köyün kaydına 1523-1540 tarihli tahrir defterlerinde kaydına rastlanmadı. 1558’de 19
nefer vergi mükellefi mevcut olup, tamamı bennâk olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). 1575 tarihinde
Eski Musul sancağı ile beraber Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır984. 1558’de 6000 akça
vergisi mevcut olup, timar olarak ayrılmıştır. Zirai ürünleri buğday ve arpadır.
979 BOA, TD., 998, s.85; BOA, TD., 195, s.111; BOA, TD., 308, s.145; BOA, TD., 660, s.1.
980 Bk. Dipnot 956.
981 BOA, TD., 195, s.88; BOA, TD., 308, s.146; BOA, TD., 660, s.1.
982 Bk. Dipnot 956.
983 BOA, TD., 308, s.146; BOA, TD., 660, s.1.
984 Bk. Dipnot 956.
200
2.147. Kersek (Silik, Selek) ( )
985
1523-1540 tarihli tahrirlerde kaydı mevcut değildir. 1558’de beş neferi vardır ki, beşi
de bennâk konumundadır (Bk. Ek-I). 1575’te Eski Musul Sancağı ile beraber Diyarbekir
eyaletine bağlanmıştır.
Zirai üretimi buğday ve arpadan ibarettir. Vergi geliri timar olarak ayrılmış olup, 1558
tarihinde 2000 akça idi.
2.148. Bedriyye ( ) 986
Kaydı ilk kez 1540 tarihli tahrirde geçmektedir. Bu tarihte mezra’dır. 1558’de altsı
çift, beşi mücerred olmak üzere toplam 11 nefer vergi mükellefi mevcuttur. 1575’te nefer
sayısı 15’e yükselmiş olup, sekizi çift, dördü bennâk, üçü ise mücerreddir (Bk. Ek-I).
Yıllık hasılatı 1540’ta 500 akça, 1558’de 2333 akça olup timar olarak tevcih
edilmiştir. 1575’te ise 5600 akça olan gelir zeamet olarak ayrılmıştır. Buğday ve arpa ziraatı
yapılımaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
2.149. Derincik ( ) 987
Musul sancağında malikane-divânî sistemine tabi köylerdendir. 1523-1540 tarihli
tahrir defterlerinde kaydı mevcut değildir. 1558’de 21 nefer vergi mükellefi mevcuttur.
Bunların iki buçuğu çift, 13’ü bennâk ve beşi mücerreddir. 1575 tarihinde ise dördü çift, 13’ü
bennâk ve ikisi çift olmak üzere toplam 22 neferi mevcuttu (Bk. Ek-I).
Köyün malikâne hissesi Seyyid Şerafeddin’in tasarrufunda iken, 1558 yılına
gelindiğinde Seyyid Şerafeddin'in vefat etmiş olduğunu ve evladının köyde mutasarrıf
olduğunu görmekteyiz988. Seyyid Şerafeddin’in soyundan gelenlerin 1575’te köyün malikâne
hissesini tasarruf etmeye devam ettiklerini görmekteyiz989
.
Derincik köyünün 1558’deki vergi hasılatı 4609 akçadır. Bunun 3910 akçası malikâne
hissesi, 699 akçası ise hisse-i divânîdir. 1575’te hasılat toplamı 4723 akçadır. Bunun ise 3742
akçası hisse-i malikâne, 981 akçası da hisse-i divânîdir. Köyün zirai ürünleri buğday ve
arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
985 BOA, TD., 308, s.146; BOA, TD., 660, s.1.
986 BOA, TD., 195, s.84; BOA, TD., 308, s.134; BOA, TD., 660, s.155.
987 BOA, TD., 308, s.152; BOA, TD., 660, s.71,276-277.
988 BOA, TD., 308, s.152. “Mezkûr Seyyid Şerafeddin fevt olub, oğullarından Seyyid Takiyeddin ve Seyyid
Abdülkahhar ve Seyyid Asker mutasarrıflardır. Ve bâki evladı ile.”
989 BOA, TD., 660, s.276. “...Hâlâ ellerindeki hüccet-i şeriyye mucebince Seyyid Takiyyedin varesesinden
Seyyid Yunus oğullarına ve Salifü’z-zikr Seyyid Şerafeddin varesesinden Fatma Hatun müntakil olub,
mutasarrıflardır”.
201
2.150. ‘Alk ( ) 990
1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde mezra olarak kayıtlıdır. 1558 tarihinde ikisi
çift, sekizi bennâk ve biri mücerred olmak üzere toplam 11 nefer, 1575 tarihinde ise dördü
çift, üçü bennâk ve üçü mücerred olmak üzere toplam 14 nefer vergi mükellefi nüfusu
mevcuttur (Bk. Ek-I).
Köyde buğday, arpa ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. 1523 tarihinde 1200 akça, 1540’ta 2400 akça, 1558’de
2678 akça ve 1575’te 3278 akçadır.
2.151. Deyr-i Salib ( ) 991
1523 tarihinda karye, 1540-1575 tarihlerinde ise mezra statüsündedir. 1523 yılında
sadece bir vergi mükellefi mevcut olup, mücerreddir. Yıllık vergi hasılatı 1523’te 532 akça,
1540’ta 200 akça, 1558’de 600 akça ve 1575 tarihinde 800 akçadır.
2.152. Cânbur ( ) 992
Köyün kaydına 1523 tarihli tahrirde rastlanmadı. 1540’ta mezra’dır. 1558’de sekiz
nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bunların iki buçuğu çift, dördü bennâk, biri mücerreddir.
1575’te nefer sayısı yine sekiz olup, altısı nim çift, ikisi de bennâktır.
Zirai ürünleri buğday ve arpadan ibarettir (Bk. İktisadi Durum Bölümü). Vergi
gelirleri 1540’ta timar olarak ayrılmış olup, 1447 akça, 1558’de sancakbeyi hassı olarak
ayrılmış ve 2707 akça, 1575’te yine timar olarak ayrılmış olup, 3600 akçadır (Bk. Ek-I).
2.153. Ketik ( ) 993
1523-1540 tarihli tahrir defterlerinde kaydına rastlanmadı. 1558 ve 1575 tarihlerinde
yedi nefer vergi mükellefi mevcuttur. 1558’de ikisi çift, beşi bennâk, 1575’te ise yine ikisi çift
dördü ise bennâk statüsündedir (Bk. Ek-I).
Köyde buğday, arpa, pamuk ziraatının yanı sıra arıcılık da yapılmaktadır (Bk. İktisadi
Durum Bölümü). Vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1558’de 1858 akça, 1575’te
de 2155 akça hasılatı mevcuttur.
2.154. Tikrit ( ) 994
990 BOA, TD., 998, s.79; BOA, TD., 195, s.97; BOA, TD., 308, s.132; BOA, TD., 660, s.180.
991 BOA, TD., 998, s. 75; BOA, TD., 195, s. 133; BOA, TD., 308, s. 84; BOA, TD., 660, s. 82.
992 BOA, TD., 195, s.86; BOA, TD., 308, s.47; BOA, TD.,660, s.181-182.
993 BOA, TD., 308, s.59; BOA, TD., 660, s.81.
994 BOA, TD., 998, s.77; BOA, TD., 195, s.47-50; BOA, TD., 308, s.98-103; BOA, TD., 660, s.202-205.
202
Tikrit’in kayıtları 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterinde nefs-i Tikrit, 1558 tarihli
defterde nefs-i şehr-i Tikrit ve 1575 tarihli tahrirde ise Liva-i Tikrit, nefs-i Tikrit şeklinde
verilmiştir.
1523’te 272 hânesi ve 78 mücerred’i mevcuttu. 1540’ta vergi mükellefi nefer sayısı
389 olup, bunların 284’ü bennâk, 105’i mecerreddir. 1558’de nefer sayısı 581’e yükselmiştir
ki, tamamı bennâk olarak kayıtlıdır (Bk. Ek-I). 1558 tarihli tahrir defterindeki şu kayıt
Tikrit’in sancak statüsünde olduğunu göstermektedir. “Nefs-i Şehr-i, Tikrit, hass-ı Mirlivâ-i
Tikrit”
995. Ancak, bu tarihte Tikrit Eski Musul Sancağı gibi Musul’a mı bağlıdır, yoksa
müstakil bir sancak mıdır belli değil. Fakat, 1575 tarihine gelindiği vakit, Tikrit’in Musul’dan
ayrı müstakil bir sancak hüviyetine kavuştuğunu görmekteyiz996
.
1575’te bir önceki tahrire kıyasla vergi mükellefleri sayısının % 47 civarında bir düşüş
gösterdiğini görmekteyiz. Zira 1558’de 581 olan nefer sayısı 1575’te 306’ya düşmüştür.
Bunun sebepleri hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Hâne, bennâk ve mücerred
sayılarından hareketle elde ettiğimiz tahmini nüfus 1523’te 1982 kişi; 1540’ta 2093 kişi;
1558’de 4067 kişi ve 1575’te ise 2142 kişidir.
Nefs-i Tikrit’in vergi gelirleri 1523 tarihinde 2000 akça olup timar olarak,1540’ta
7000 akça olup padişah hassı olarak, 1558’de 10677 akça olup Tikrit sancakbeyi hası olarak
ayrılmıştır. 1575 tarihindeki vergi tutarı 10680 akçadır. Fakat, bu vergi gelirinin ne olarak
tevcih edildiği hakkında herhangi bir açıklama yoktur.
2.155. Kaziye ( ) 997
Musul’un kuzeyinde bulunmaktadır998. 1523’te 12 hâne ve iki mücerred vergi
mükellefi nüfusu vardır. 1540’ta iki buçuğu çift, altısı bennâk ve ikisi mücerred olmak üzere
toplam 13 nefer; 1558’de üç buçuğu çift, 13’ü bennâk olmak üzere toplam 17 nefer ve
1575’te dördü çift, 10’u bennâk, altısı mücerred olmak üzere toplam 29 nefer vergi mükellefi
mevcuttur (Bk. Ek-I).
Köyün vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır. 1523’te 2653 akça, 1540-1558
tarihlerinde 3050’şer akça ve 1575 tarihinde 3100 akça geliri bulunmaktadır. Köyde buğday,
995 BOA, TD., 308, s.98.
996 BOA, TD., 660, s.207. “Zikr olunan âtıl ve bâtıl mezreaları Şeyh Receb nâm kimesne...akçalık üzre timara
kabul itmekle eline berât-ı şerif virülüb tekrar 1000 akça terakki verilmesi içün muharrir Abdülcelil Bey’e
(Musul tahrir Emini) emr-i şerif irad itmeğin ber vech-i kabul...akçalık üzre tevcih idüb eline tezkere vermeğin
vech-i meşruh üzre deftere kayd olundu. Ve Liva-i Tikrit’in bundan gayri, sipahisi olmayub ve liva-i mezkûr
sâbıka Musul’dan ifraz olunmağın Musul sipahileriyle eşmek üzre kayd olundu”.
997 BOA, TD., 998, s.78; BOA, TD., 195, s.83; BOA, TD., 308, s.138; BOA, TD., 660, s.165.
998 Bk. Harita-II.
203
arpa, darı, keten tohumu ve bostan ziraatı yapılmaktadır (Bk. İktisadi Durum Bölümü).
3. AŞİRETLER
Coğrafî konumu ve iklim şartlarının müsait olmasından dolayı Musul Sancağı sınırları
dahilinde birçok aşiret yaşamaktaydı. 1523'te 31999, 1540’ta 351000, 1558'de 511001 ve 1575'te
391002 cemaatin kaydına rastlamaktayız.
3.1. Karakoyunlu Aşireti ( )
Konar-göçer Türkmân yörükânı taifesindendir1003
. 1523 tarihinde 35 hânesi, yedi
mücerredi ve 1302 akça vergi geliri vardır1004. 1540’ta hâne sayısı 66'ya, vergi hasılatı ise
3032 akçaya yükselmiştir. Bu tarihte aşiretin 2500 baş koyunu mevcuttur1005
.
1558 tarihinde karakoyunlu aşiretinin üç farklı mahalde yaşadığını görmekteyiz. Bir
mahalde, 28'i bennâk, 24'ü mücerred olmak üzere toplam 52 neferi, 4000 baş koyunu 3982
akça vergi hasılatı mevcuttur. Bir diğer mahalde yaşayanların 44 neferi mevcut olup, bunların
36'sı bennâk, sekizi mücerreddir. Ayrıca, 4500 baş koyunları ve 4230 akça hasılatları
mevcuttur. Başka bir mahalde yaşayanların ise nefer sayısı 14 olup, dokuzu bennâk, beşi
mücerreddir. Bunların besledikleri koyun sayısı 800 olup, vergi miktarları da 738 akçadır1006
.
1575'te Karakoyunlu taifesi üç cemaatten müteşekkildir; Doğan Kethüda'ya bağlı
cemaatin 66, Ulaş Kethüda'ya bağlı cemaatin 35 ve Allahvirdi Kethüda'ya bağlı cemaatin 47
neferi mevcuttur ki, toplam 148 nefer eder1007. Taifenin 1575 tarihindeki vergi hasılatı 4000
akçadır. Aslında vergi miktarları 4000 akçadan ziyade olmasına rağmen serhadlerdeki
hizmetleri karşılığında muaf tutulmuştur1008
. Karakoyunlu taifesinin vergi gelirleri; 1523-
999 BOA, TD., 998, s.72-81.
1000 BOA, TD., 195, s.37-137.
1001 BOA, TD., 308, s.44-171.
1002 BOA, TD., 660, s.84-243.
1003 Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979, s.478.
1004 BOA, TD., 998, s.74.
1005 BOA, TD., 195, s.128.
1006 BOA, TD., 308, s.86-88.
1007 BOA, TD., 660, s.108-109.
1008 BOA, TD., 660, s.109-110. "...hâsıl 4000, dörtbinden ziyâde olan resimlerinin muafiyeti fermân-ı aliyye
münzevidir”, "Mezkûr Karakoyunlu taifesi ... hassa-i hümâyun kayd olunmuşken, mukaddema Lahsa
Beylerbeyisi... Ali Paşa; taife-i mezbur kadimi raiyyet oğlu raiyetler olmayub; Eşküncü nöker oğlu nökerler
olub, serhadlerde vaki olan muharebelerde bile olub ve bu defa Lahsa'da dahi böyle bulunmuşlardır. Mücerred
Liva-i Musul'da sâkin olmağla, bundan akdem vilâyet kâtibi liva-i Musul'a tâbi olan ulusât defterine kayd
eylemeğin ümenâ ve 'amâl taifesi tekâlif-i örfiyye ve nüzül ve avarız deyü rencide etmekle... resimleriyle ve bu
tekâlif-i örfiyyeden muaf ve müsellah olmaları mirmirân-ı müşarün ileyhe inâyet ricasına arz eylemeğin, ziraat
eyledikleri yerlerin mükteza-yı şer'i ve kanun üzre hukuk ve rüsumları sâhib-i arza eda itdiklerinden sonra minba'd sefer vaki oldukda kendüyle böyle eşmek şartiyle... resimlerinden ve sair tekâlif-i örfiyye ve avarız-ı
divaniyyeden muaf ve müsellah olmak üzere sene 987 Şevvali'nin evailiyle müverrah ellerinde olan emr-i şerifle
204
1540 tarihlerinde Musul sancakbeyi hassı, 1558-1575 tarihlerinde padişah hassı olarak
ayrılmıştır.
Bennâk ve mücerredlerden faydalanarak, elde ettiğimiz tahmini nüfus 1523’te 252
kişi, 1540’ta 462 kişi, 1558’de 548 kişi ve 1575’te 1036 kişidir.
3.2. Yâycılar, Yâycı Aşireti ( , )
Türkmân yörükânı taifesindendir1009. 1523'te 218'i hâne, 70'i mücerred olmak üzere
toplam 288 nefer vergi mükellefi vardır. Yıllık vergi hâsılatı 4764 akçadır1010. 1540 yılında
nefer sayısı 333'e yükselmiş olup, bunların 300'ü hâne, 33'ü de mücerreddir. Bu tarihte 8000
koyuna sahip olan aşiretin yıllık vergi hâsılatı 9374 akçadan ibarettir
1011
.
Yâycı taifesinin nefer sayısı 1558 tarihinde 363'e yükselmiştir. Bunların 282'si bennâk,
81'i mücerreddir. Ayrıca, koyun sayısı 13202'ye, yıllık vergi hâsılatı ise 15261 akçeye
yükselmiştir1012. Taife 1575 tarihinde 4 cemaatten (Oymak) oluşmaktaydı1013. Toplam 434
nefer nüfusu mevcuttur. Koyun sayısı 15000'e, yıllık vergi hâsılatı ise 16046 akçaya
yükselmiştir1014
.
Tahmini nüfusu 1523 yılında 1596, 1540’ta 2133, 1558’de 2055 ve 1575’te 1565
kişidir. Taifenin yıllık vergi hasılatı 1523 tarihinde Mir-i Arab Bekir Bey'e, diğer tarihlerde
padişaha has olarak ayrılmıştır.
3.3. Al-ı 'Aziz Aşireti ( )
1523 yılında 150 hânesi, 2250 akça vergi hâsılatı mevcuttur1015. 1540’ta 167 nefer
vergi yükümlüsü olup, bunların hepsi bennâk statüsündedir. Ayrıca, 2000 baş koyunu, 500
muafiyetleri Bağdad'da hazine-i amire defterlerinden mukayyed idüğüne divândan memhûr tezkere irâd
itdiklerinden ma'ada 984 Rebbiü'l-evveli'nin onsekizinci günüyle müverrah olub, vech-i meşruh üzre mücerreden
emr-i şerif aher irâd eylediklerinden talhiz olunub fi'l-vâki taife-i mezbur koyun ve sair davarla zindegani idüb
ve nicesi serhadlerde ümera hizmetlerinde olub, kendülerin mahsus yerleri olmayub erbâb-ı timar
mezrealarında... ziraat ve hiresat itdikleri...mukarrer olmağın irâd eyledikleri evâmir-i şerife mucebince madem
ki,serhad hizmetlerinde olalar...rüsumdan ve sair tekâlif-i örfiyye ve avarız-ı divâniyyeden sâfiyet üzere deftere
kaydolundu"
1009 Türkay, age., s.767.
1010 BOA, TD., 998, s.74.
1011 BOA, TD., 195, s.44-46.
1012 BOA, TD., 308, s. 62-64.
1013 BOA, TD., 660, s. 84-85. Taifeyi oluşturan cemaatler şunlardır;
1- Cemaat-i Yâycı, Bennâk: 46, Mücerred: 10
2- Cemaat-i Şahkulu Kethüda, Bennâk: 30, Mücerred: 12
3- Cemaat-i Bedra Kethüda, Bennâk: 215, Mücerred: 41
4- Cemaat-i Ali b. Gündek Kethüda, Bennâk: 71, Mücerred: 9.
1014 BOA, TD., 660, s.84-85.
1015 BOA, TD., 998, s.81.
205
baş camusu ve 4674 akçalık yıllık vergi geliri vardır1016. Aşiretin hâne sayısı 1558'de 167
olup, bir önceki tahrirle aynıdır. Buna mukabil, koyun sayısı 3000'e yükselmiş, camus sayısı
ise 450'ye düşmüştür. Yıllık vergi hasılatı da 14954 akçaya yükselmiştir1017
.
Al-ı ‘Aziz aşiretinden birçoğunun ‘Ane sancağında eskiden beri mülkleri ve
hurmalıkları bulunduğundan bu sancakta meskûn idiler. Musul sancağında tahrir yapıldığı
sırada ‘Ane sancağındaki aşiret bireyleriyle Musul sancağındakiler birlikte yazılmışlardır1018
.
Bundan dolayı 1575 tarihinde aşiretin nefer sayısı 245 olarak Kaydedilmiştir. Bunların 220'si
bennâk, 25'i ise mücerred konumundadır. Bu tarihte aşiretin koyun sayısı 3720'ye, camus
sayısı ise 500'e yükselmiştir. Ayrıca, yıllık vergi hasılatı da 17000 akçaya yükselmiştir1019
.
Aşiretin tahmini nüfusu yıllar itibariyle şöyledir; 1523’te 1050 kişi, 1540’ta 1169 kişi,
1558’de 1169 kişi ve 1575’te 1565 kişi.
Aşiretin vergi gelirleri zeamet olarak ayrılmıştır.
3.4. Bâcvânlu, Bâculân Aşireti ( , )
1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde Bâcvânlû 1558 ve 1575 tarihli tahrir
defterlerinde Bâculân şeklinde kaydedilmiştir. Aşiretin 1523 yılında 100 hânesi, 3200 akça
vergi hâsılatı mevcuttur1020. 1540’ta toplam nefer sayısı 125 olup, 112'si bennâk, 13'ü
mücerreddir. 5000 baş koyunu bulunan camaatin yıllık vergi hasılatı ise 5797 akçaya
çıkmıştır1021
.
Bâcvân cemaatinin 1558 tarihinde 87'si bennâk, 20'si mücerred olmak üzere toplam
107 neferi mevcuttur. Koyun sayısı 5266'ya çıkmış olmasına karşılık vergi hasılatı bir önceki
tahrirle aynı olup, 5797 akçadır1022
. 1575 yılında nefer sayısı 134'tür. Bunlardan 104'ü bennâk,
30'u mücerred olarak kayıtlıdır. Ayrıca, koyun sayısı 8100, yıllık vergi miktarı da 5978
1016 BOA, TD., 195, s.74-75. Al 'Aziz cemaatinin bir bölümü de Ane sancağında meskundur.
1017 BOA, TD., 308, s.147-148.
1018 “Mezkûr Al-‘Aziz taifesinden nicesinin ‘Ane sancağında bazı dolablarda kadimden mülkleri ve hurmalıkları
olmağın ve kendüler dahi anda sâkin bulunmağın sâbıka livâ-i mezbûr muharrirleri yerlerinde ra’iyet kayd
etmişler imiş. Ba’de Abdülcelil Beg dahi vilâyet-i Bağdad tahriri esnâsında yine yerlerinde mukarrer kayd idüb
ve tâife-i mezbûrden livâ-i Musul’a tâbi olanlar perâkende olub, tahriri mümkün olmâmağın sipâhilerinden
defter alınub müsveddeler içinde mahfuz bulunmağın, ol defter mucebince beyaza nakl olunmuşdur. Bundan
akdem Musul sipâhileri mutlaka cema’at-i Al-‘Aziz bize ra’iyyet kayd olunmuşdur deyu … nizâ’ iderlerimiş.
Min-ba’d ‘Ane sancağında kayd olunanlar yine yerlerinde mukarrer olub, devâlib-i felâhin? battal olmak lâzım
geldüğü cihetden ve kadimden Musul sancağına tâbi olanlar kendülerün evlâdıyla yine ol canibe olmak üzre
mukarrer kayd olmuşdur. Tefrik kabil olmayub sipahi defteri mucebince bu mahalde cümle kayd olunduğuna
i’tibar olunmaya”. BOA, TD., 660, s. 188.
1019 BOA, TD., 660, s. 188-190.
1020 BOA, TD., 998, s.74.
1021 BOA, TD., 195, s.119-120.
1022 BOA, TD., 308, s.66-67.
206
akçadır1023
.
Eldeki verilerden hareketle tespit ettiğimiz tahmini nüfus 1523’te 70 kişi, 1540’ta 797
kişi, 1558’de 629 kişi ve 1575’te 758 kişidir. Vergi geliri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
3.5. Ucuşlu Aşireti ( )
Nefs-i Musul'da meskûndur. 1523'te 180 hânesi ve bir mücerredi mevcuttur. Ayrıca,
üç pir-i fâni ve bir imâm nüfusu da vardır. Yıllık vergi geliri 3180 akçadır1024. 1540 yılında
toplam nüfusu 79 neferden ibarettir. Bunların 72'si hâne, yedisi mücerred konumundadır.
Vergi geliri ise 1318 akçaya düşmüştür1025
.
1558'de nefer sayısının 146'ya yükseldiğini görmekteyiz ki, 130'u bennâk, 16'sı da
mücerreddir. Yine bu tarihte 300 baş koyunu ve 1856 akçalık geliri mevcuttur1026. 1575'te
aşiretin nefer toplamı 174'e yükselmiştir. Bunlardan 123'ü bennâk, 51'i mücerreddir. 600 baş
koyunu, 2182 akça vergi geliri vardır1027
.
Ucuşlu aşiretinin tahmini nüfusu ise 1523 tarihinde 1289 kişi; 1540’ta 511 kişi,
1558’de 926 kişi ve 1575’te 912 kişiden ibarettir. Taifenini yıllık vergisi Haremeyn vakfına
gelir olarak ayrılmıştır.
3.6. Dasni (Das) Aşireti ( )
Geniş bir coğrafi alana yayılmıştır. Musul sancağı dahilindekiler Dicle nehrinin iki
yanında1028, Zap suyu etrafında1029 ve Acuz nahiyesinde1030 yaşıyorlardı.
Musul sancağından başka, bir kısmı da Diyarbekir1031
, Bağdat1032, Şehrizul1033
eyaletleri ile, Erbil, İmadiye, Nusaybin ve Harir sancaklarında yaşıyordu1034
.
Dasni taifesi yezidi olup1035, Musul sancağında şekavette bulunan aşiretlerin başında
1023 BOA, TD., 660, s.90-91.
1024 BOA, TD., 998, s.72.
1025 BOA, TD., 195, s.109-110.
1026 BOA, TD., 308, s.166-167.
1027 BOA, TD., 600, s.234-235.
1028 Mühimme, 48, Hüküm; 191. (3 Kasım 1582 / 14 Şevval 990).
1029 Mühimme,19, Hüküm; 294. (12 Ağustos 1582 / 980).
1030 Mühimme, 19, Hüküm; 294; Mühimme, 22, Hüküm; 63, (15 Haziran 1573 / 14 Safer 981); Mühimme, 26,
Hüküm; 532, (13 Eylül 1573 / 15 Cemaziyelahir 981); Mühimme, 48, Hüküm; 191, (3 Kasım 1582 / 14 Şevval
990); Mühimme, 49, Hüküm; 99, (15 Haziran 1583 / 23 Cemaziyelahir 991); Mühimme, 53, hüküm; 114, (5
Ağustos 1584 / 27 Recep 992).
1031 Mühimme, 35, s.303, (29 Eylül 1578).
1032 Mühimme, 26, s.50 (25 Haziran 1574).
1033 Mühimme, 39, s.2, (26 Kasım 1579).
1034 MM., 269, s.71; BOA, TD., 308, s.92.
1035 Bk. Dipnot 1030'daki Mühimme defterleri. Ayrıca, Türkay, age., s.311.
207
yer almaktadır. 1523 tarihli tahrire üç hâne vergi mükellefi ve 81 akça vergi geliri
kaydedilmiştir1036. 1540 tahririnde kaydedilen vergi mükellefi sayısı 35 hâne, yıllık vergi
miktarı ise 1845 akçadır. Bu tarihte 1800 baş da koyunu mevcuttur1037
.
1558 tarihli tahrir defterinde; Musul, Erbil, Harir ve İmadiye sancaklarındaki bütün
dasni cemaatleri birlikte yazılmıştır. Dolayısıyla bunlardan kaç hânenin Musul sancağında,
kaç hânenin diğer sancaklarda bulunduğunu tespit etmek mümkün olmamaktadır. Bu tarihte
taife toplam 801 hânedir. Ayrıca, 120.000 baş koyunu ve 99.418 akça vergi hasılatı vardır1038
.
1575 tarihli tahrir defterinde, Dasni taifesinin hâne sayısı kaydedilmemiştir. Toplam
52700 akçalık vergi geliri yazılmış olup, bu miktar Musul sancakbeyine ayrılan has geliridir.
Taifenin toplam vergi hasılatı sadece 52700 akçadan ibaret olmayıp, bunun dışındaki hasılatı
Eski Musul beylerine has olarak tevcih edilmiştir. Fakat, miktarı kaydedilmemiştir1039
.
Taifenin vergi gelirleri; 1523'te Musul sancakbeyi hassı, diğer tarihlerde padişah hassı olarak
ayrılmıştır.
Dasni taifesinin tahrir defterlerindeki kayıtlara geçen bennâk ve mücerred sayılarından
faydalanarak tespit ettiğimiz tahmini nüfusu 1523’te 21 kişi; 1540’ta 245 kişi ve 1558’de
5607 kişidir.
3.7. Biravcılı Aşireti ( , )
Aşiretin ismi 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde Birâdicli, 1558 ve 1575 tarihli
tahrirlerde ise Biravcılu şeklinde kaydedilmiştir. 1523'te 38 hânesi, üç mücerredi ve 1088
akça vergi hâsılatı mevcuttur1040. 1540’ta hâne sayısı 32'ye düşmüştür. 2400 baş koyunu ve
toplam 2064 akça vergisi vardır1041
. Taifenin 1523-1540 tarihlerindeki vergi gelirleri Musul
Sancakbeyi hassı, diğer tarihlerde ise padişah hassı olarak ayrılmıştır.
1558 tarihinde 39'u bennâk, 10'u mücerred olmak üzere toplam 49 nefer vergi
mükellefi mevcuttur. Koyun sayısı 3000'e, vergi hasılatı da 2628 akçaya yükselmiştir1042
.
1575'te toplam 49 neferin 40'ı bennâk, dokuzu mücerreddir. Bunlardan 20 bennâk ve iki
mücerred Kerkük'de, diğerleri Musul sancağı dahilinde meskûndur. Bu tarihte koyun sayısı
1036 BOA, TD., 998, s.74.
1037 BOA, TD., 195, s.122.
1038 BOA, TD., 308, s.92.
1039 BOA, TD., 660, s.130. "Cemaat-i taife-i Dasni hasha-i Mirliva. Eski Musul Beylerine ta'yin olunandan
mâ'ada. Hâsıl: 52700".
1040 BOA, TD., 998, s.74.
1041 BOA, TD., 195, s.129.
1042 BOA, TD., 308, s.86-87.
208
4400, vergi toplamı ise 3128 akçadır1043. Tahmini nüfusu 1523’te 269 kişi, 1540’ta 224 kişi,
1558’de 283 kişi ve 1575’te 289 kişidir.
3.8. Şebek Aşireti ( )
Aşiretin 1523 yılında 55 hâne, 19 mücerred ve 2254 akça vergi geliri vardır
1044. 1540
tarihli tahrir defterinde Evlâd-ı Şebek olarak kaydedilmiştir. Bir önceki tahrire nispetle nefer
sayısının bir hayli artmış olduğunu görmekteyiz. Zira, 153'ü hâne, 27'si mücerred olmak üzere
toplam 180 nefer nüfusu vardır. Ayrıca, 7000 baş koyunu ve toplam 8318 akça vergi geliri
mevcuttur1045
.
1558'de nefer sayısının 94'ü hâne, 28'i mücerred olmak üzere 122'ye düştüğünü
görmekteyiz. Buna karşılı koyun sayısı 8500'e yükselmiştir. Vergi gelirinde herhangi bir
değişiklik olmayıp, 8318 akçadır1046. 1575 yılında nefer sayısının tekrar yükselmiş olduğunu
görüyoruz. Zira, 1558'de 122 olan nefer sayısı 1575’te 193'e çıkmıştır. Bunların 173'ü bennâk,
20'si de mücerreddir. Koyun sayısı 11000'e, vergi geliri ise 10000 akçaya yükselmiştir1047
.
Taifenin yıllık vergi gelirleri Musul sancakbeyi hassıdır.
Yukarıdaki verilerden hareketle elde ettiğimiz tahmini nüfusu 1523 yılında 404 kişi,
1540 tarihinde 1098 kişi, 1558 tarihinde 686 kişi ve 1575 tarihinde ise 1231 kişidir.
3.9. Karaboğa Aşireti ( )
Yörükân taifesinden olup, bir kolu da Maraş sancağı civarında yaşamaktadır1048
.
1523'te 30 nefer vergi mükellefi mevcuttur. Bunların 19'u hâne, 11'i ise mücerreddir. Yıllık
vergi hâsılatı ise 744 akçadan ibarettir1049. 1540’ta 32'si hâne, 15'i mücerred olmak üzere
toplam nefer sayısı 47'dir. Yıllık vergi hasılatı 1819 akçadır. Ayrıca 1400 baş koyunu
vardır1050. 1558 tarihinde nefer sayısı değişmemiş olup, yine 47'dir. Fakat, bennâk sayısı 41'e
yükselmiş, mücerred sayısı da 6'ya düşmüştür. Koyun sayısı 2000'e, yıllık vergi miktarı ise
2328 akçaya yükselmiştir1051
.
1043 BOA, TD., 660, s.95-96.
1044 BOA, TD., 998, s.74.
1045 BOA, TD., 195, s.126-128.
1046 BOA, TD., 308, s.44-45.
1047 BOA, TD., 660, s.128-130.
1048 Türkay, age., s.460.
1049 BOA, TD., 998, s.74.
1050 BOA, TD., 195, s.117.
1051 BOA, TD., 308, s.71-72.
209
Aşiretin 1575 tarihindeki nefer, bennâk ve mücerred sayısı ile koyun sayısı ve vergi
hasılatı, 1558 tarihindeki rakamların aynısıdır1052
. Taifenin vergi gelirleri 1523'te Musul
Sancakbeyi hassı, diğer tarihlerde padişah hassı için ayrılmıştır.
Tespit ettiğimiz tahmini nüfusu ise yukarıdaki yıllar itibariyle, 144, 239, 273 ve 293
kişidir.
3.10. Kara Ünâz (Karanâz) Taifesi ( , )
Irak’ta yerleşen en eski Türk boylarından Bayat’ın bir kolu olup, Moğol istilâsından
önce bölgeye yerleştikleri tahmin edilmektedir1053
. Tahrir defterlerinde Cema’at-i Karaünâz
şeklinde kaydedilmiştir.
Aşiretin 1523 tarihindeki vergi mükellefi nefer sayısı 36’dır. Bunların 35'i hâne, biri
mücerreddir. Vergi geliri ise 466 akçadır1054. 1540 yılında iki mahalde meskûndur. Bir
mahaldeki nefer sayısı 75'tir. Bunlardan 67'si hâne, sekizi mücerreddir. Ayrıca 3500 baş
koyunu ve 3352 akça vergi geliri vardır1055. Diğer mahalde bulunanların ise toplam 19 nefer
vergi mükellefi mevcuttur ki, hepsi de hâne konumundadır. 1000 baş ve 993 akça vergi geliri
mevcuttur1056. Bu durumda Kara Ünâz taifesinin 1540 tarihinde toplam 94 nefer, 86 bennâk, 8
mücerred, 4500 baş koyun ve 4345 akça yıllık vergi geliri mevcuttur.
1558 tarihinde de iki mahalde kayıtlıdır. Bir mahalde toplam 78 nefer vergi mükellefi
nüfusu mevcut olup, bunların 63'ü bennâk, 15'i mücerreddir. Koyun sayısı 3800, yıllık vergi
miktarı ise 3352 akçadır1057. Diğer mahalde meskûn nefer sayısı da 33'tür. Bunların 24'ü
bennâk, dokuzu mücerreddir. Ayrıca, 200 baş koyunu, 468 akça yıllık vergi geliri
mevcuttur1058. Böylece, 1558 tarihinde Kara Ünâz taifesinin toplam 111 nefer, 87 bennâk, 24
mücerred, 4000 baş koyun ve 3820 akça yıllık geliri mevcuttur.
1575 tarihli tahrir defterinde de Kara Ünâz taifesinin iki ayrı yerde kaydedildiğini
görmekteyiz. Bu kayıtların birinde taifenin nefer sayısı 115 olup, 98'i bennâk, 17'si
mücerreddir. Bunlardan 22 bennâk ve bir mücerred Eski Musul'da meskûndur1059. Koyun
sayısı 6400, yıllık vergi toplamı ise 4972 akçadır. Diğer kayıtta ise 31 bennâk, bir mücerred
olmak üzere toplam 32 nefer vergi mükellefi, 400 baş koyunu ve 678 akça yıllık vergi hasılatı
1052 BOA, TD., 660, s.102-103.
1053 Saatçi, age., s. 286.
1054 BOA, TD., 998, s.74.
1055 BOA, TD., 195, s.125.
1056 BOA, TD., 195, s.125-126.
1057 BOA, TD., 308, s.88.
1058 BOA, TD., 308, s.166.
1059 BOA, TD., 660, s.96-97.
210
mevcuttur1060. Böylece, Kara Ünâz taifesinin 1575'te toplam 147 nefer, 129 bennâk, 18
mücerred, 4800 baş koyun ve 3806 akça yıllık vergi hasılatı mevcuttur.
Bu rakamları nüfusa dönüştürüldüğünde 1523’te 246 kişi; 1540’ta 610 kişi; 1558’de
633 kişi ve 1575’te 921 kişi tespit edilmektedir.
Taifenin vergi gelirleri 1523 ve 1540’ta Musul sancakbeyi olarak ayrılmıştır. 1558'de
3352 akçası padişah hassı, 468 akçası Haremeyn vakfına ayrılmıştır. 1575'te 4972 akçası
padişah hassı, 678 akçası da yine Haremeyn-i Şerifeyn vakfına ayrılmıştır.
3.11. Dünbil, Dünbilli, Ulus-u Dünbil ( )
Bu aşiretin mensupları başlangıçta yezidi mezhebine mensup iken, sonraları bir kısmı
ehl-i sünnet mezhebine girmiştir1061
.
1523 yılında dört ayrı cemaat olarak kaydedilmiştir. İlk üçü cemaat-i Dünbil,
dördüncüsü ulus-u Dünbil şeklinde deftere yazılmıştır. Dört cemaatin toplam 137 hâne, sekiz
mücerred nüfusu vardır. Yıllık vergi toplamı ise 2998 akça olup, Musul sancakbeyi hassı
olarak ayrılmıştır1062. 1540 tarihli tahrirde, Dünbil taifesi iki ayrı cemaatten oluşmaktadır.
Cemaat-i Dünbil şeklinde kaydedileni padişah hassı için ayrılmıştır. Nefer toplamı 114’tür.
Bunların 98’i bennâk, 16'sı mücerreddir. 6000 baş koyun ve 5982 akça yıllık vergi toplamına
sahiptir1063
. Ekrâd-ı aşiret-i dünbil başlığı altında kaydedileni ise iki oymaktan meydana
gelmiş olup, sancakbeyi hassı için ayrılmıştır. Toplam 29 bennâk nüfusu, 9500 koyunu ve
5678 akça vergi hasılatı mevcuttur1064
1558 tarihli tahririn iki yerinde Cemaat-i Dünbil ve bir yerinde Ekrâd-ı Aşiret-i Dünbil
olarak kaydedilmiştir. Sonuncusunun vergi gelirleri Deyr-Rahbe sancakbeyi hasları için, ilk
ikisi ise padişah hasları için ayrılmıştır. Cemaat-i Dünbil olarak kaydedilenlerden birinin
nefer sayısı 114 olup, 109'u bennâk ve beşi mücerreddir. Ayrıca, 6000 baş koyunu ve 6338
akça vergisi vardır1065. Diğerinin ise nefer sayısı 18'dir. Bunlardan 14'ü bennâk, dördü
1060 BOA, TD., 660, s.233-234.
1061 Şerefhan, Şerefnâme, (Çev: M. Emin Bozarslan), İstanbul, 1990, s.345.
1062 BOA, TD., 998, s.74. Dört cemaatin hâne, mücerred ve hasıl dağılımı şöyledir;
1- Cemaat-i Dünbil, tabi-i Şemseddin Kethüda; hâne:10, mücerred:2, hâsıl:285
2- Cemaat-i Dünbil, tabi-i Taceddin Kethüda; hâne:5, hâsıl:135
3- Cemaat-i Dünbil; hâne:28, mücerred:4, hâsıl:840
4- Ulus-u Dünbil, tabi-i Şemseddin Kethüda; hâne:94, mücerred:2, hâsıl:1.538.
1063 BOA, TD., 195, s.117-118.
1064 BOA, TD., 195, s.137. Ekrâd-ı Aşiret-i Dünbil'e bağlı oymaklar şunlardır;
1- Oymak-ı Reşit Kethüda; bennâk:15, ağnam:6.000, hasıl:3.480
2- Oymak-ı Besât Kethüda; bennâk:14, ağnam:3.500, hasıl:2.198.
1065 BOA, TD., 308, s.61-62.
211
mücerreddir. Koyun sayısı 3200, vergi toplamı da 2792 akçadır1066. Cemaat-i ekrâd-ı aşiret-i
Dünbil'in nefer sayısı 30 olup, 30'u da bennâktır. Koyun sayısı 10000, yıllık vergi geliri 5680
akçadır1067
.
1575'te toplam 132 neferi vardır. Bunlardan 109 bennâk ve beş mücerred bir yerde, 14
bennâk ile dört mücerred ise başka bir yerde meskûndur. Toplam 11000 baş koyunu
mevcuttur. Yıllık vergi hasılatı 9130 akça olup, padişah hassı olarak ayrılmıştır1068
.
Taifenin 1523 tarihinde 967 kişi, 1540 tarihinde 905 kişi, 1558 tarihinde 1080 kişi ve
1575 tarihinde 870 kişilik nüfusu mevcuttur.
3.12. Dâvudi Taifesi ( )
Kaynaklarda Dâvûd, Dâvûdlar, Dâvûdlu (Dâvûd Obası) şekillerinde de geçer1069
.
Aşiretin 1523 tarihindeki vergi geliri Musul sancakbeyi olarak ayrılmış olup, 345 akçadır. 12
hâne ve bir mücerred nüfusu vardır1070. 1540 tarihinde iki ayrı cemaat halinde yaşamaktadır.
Bunlardan birisinin 1607 akçalık vergi geliri olup, padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1400 baş
da koyunu mevcuttur. Nefer toplamı 34'tür. Bunların 27'si bennâk, yedisi mücerreddir1071
.
Diğerinin gelirleri Hz. Yunus vakfı için ayrılmıştır. Yıllık vergi geliri, Lek, Gökçelü, Yağmur
Tâtlu ve Lâdamiye taifeleri ile birlikte yazıldığı için miktarı belli değildir. Nüfusu 11 neferden
ibarettir. Dokuzu bennâk, üçü ise mücerreddir1072
.
Davudî taifesinin, 1558 yılında da iki ayrı cemaat halinde yaşadığını görmekteyiz.
Bunlardan biri padişah hassı için ayrılmıştır. 1934 akça geliri ve 30'u bennâk, dördü mücerred
olmak üzere toplam 34 nefer nüfusu ve 1300 baş koyunu vardır1073. Diğeri ise Hz. Yunus
vakfı gelirleri için ayrılmıştır. Vergi mükellefi nefer sayısı 24'tür. Bunların 19'u bennâk, beşi
mücerred konumundadır1074. Vergi toplamı ise, yukarıda zikredilen dört cemaatle birlikte
yazıldığı için tespit edilemedi.
Dâvudi taifesinin 1575 tarihinde de iki ayrı cemaat halinde yaşadığı görülmektedir.
Bunlardan biri padişah hassı için, diğeri de Hz. Yunus vakfı için ayrılmıştır. Hz. Yunus vakfı
için ayrılan cemaatin 24 nefer nüfusu mevcuttur. Bunlardan 23'ü bennâk, biri mücerreddir.
1066 BOA, TD., 308, s.85-86.
1067 BOA, TD., 308, s.97.
1068 BOA, TD., 660, s. 82-84.
1069 Türkay, age., s.311.
1070 BOA, TD., 998, s.74.
1071 BOA, TD., 195, s.121.
1072 BOA, TD., 195, s.108.
1073 BOA, TD., 308, s.72-73.
1074 BOA, TD., 308, s.171.
212
Ayrıca, 2000 baş koyunu ve 1436 akça yıllık geliri vardır1075. Padişah hassı olarak ayrılan
cemaatin ise, 1575 tahriri esnasında ekserisi İmâdiye sancağı ve perakende olduğu için, nefer
sayısı ve hasılat yekûnu bir önceki tahrir kayıtlarına göre çıkartılmıştır1076. Nefer toplamı 34
olup, 30'u bennâk, dördü mücerreddir. Koyun sayısı 1300, vergi geliri ise 1934 akçadır1077
.
3.13. Ekrâd-ı Gelhuzi Taifesi ( , )
Ekrâd taifesinden olan1078 bu cemaat, 1523 tarihli tahrirde Gelhuzi, 1540, 1558 ve
1575 tarihli tahrirlerde Gelhuz olarak kaydedilmiştir. 1523'te 8 hânesi mevcuttur. 176 akçalık
vergi geliri Musul Sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır1079. 1540’ta hâne sayısı 14'e
yükselmiştir. 630 baş koyunu ve 693 akça vergi geliri mevcuttur. Bu gelir padişah hassı için
ayrılmıştır1080
.
Taifenin 1558 ve 1575 tarihlerindeki hâne, koyun ve hâsıl yekûnu 1540 yılı rakamları
ile aynıdır. Yine bu tarihlerdeki gelirler de padişah hassı olarak ayrılmıştır1081
.
Tahmini nüfusu 1523 tarihinde 56 kişi, 1540-1575 tarihlerinde ise 98’er kişidir.
3.14. Evlâd-ı 'İlm Taifesi ( )
Taifenin 1523 yılında sekiz hânesi mevcuttur. 276 akçalık vergi geliri Musul
sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır1082. 1540’ta hâne sayısı 24'e yükselmiştir. 4168 baş
koyunu mevcuttur. 2992 akçalık geliri sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır1083
.
1558 tarihinde nefer sayısı 26'ya çıkmış olup, 21'i bennâk, beşi mücerreddir. Koyun
sayısı 4000'e, yıllık vergi geliri 3016 akçaya yükselmiştir. Gelirleri padişah hassı için
ayrılmıştır1084
.
1575'te nefer sayısı 41’dir. Bunların 26'sı bennâk, 15'i de mücerreddir. Koyun sayısı
4000'dir. Yıllık vergisi de 3402 akça olup, padişah hassıdır1085
.
Vergi mükellefi sayısından faydalanarak elde ettiğimiz nüfus miktarı 1523’te 56 kişi,
1075 BOA, TD., 660, s.243.
1076 BOA, TD., 660, s.103-104. "Taife-i mezburun ekserisi İmâdiye ve perakende olmağın, esna-i tahrirde hazır
olmayub, yazılmışlar imiş. Hâlâ esâmileri defter-i atikde nakl olunub, mahsulleri muhasebat defteri mucebince
deftere kayd olundu".
1077 BOA, TD., 660, s.103-104.
1078 Türkay, age., s.370.
1079 BOA, TD., 998, s.74.
1080 BOA, TD., 195, s.124.
1081 BOA, TD., 308, s.65; BOA, TD., 660, s.105.
1082 BOA, TD., 998, s.74.
1083 BOA, TD., 195, s.126.
1084 BOA, TD., 308, s.89.
1085 BOA, TD., 660, s.98.
213
1540’ta 168 kişi, 1558’de 152 kişi ve 1575’te 197 kişidir.
3.15. Gökçelü Taifesi ( )
Gökceler, Gökceli şekillerinde de geçen bu aşiret Türkmân Yörükânı
taifesindendir1086
. Taifenin kaydı 1523 tarihli tahrirde mevcut olmayıp, ilk defa 1540 tarihli
tahrirde geçmektedir. Bu tarihte iki ayrı mahalde yaşamaktadır. Bunlardan birinin 22 hâne
vergi mükellefi, 1400 baş koyunu ve 1186 akça yıllık vergisi olup, padişah hassı için
ayrılmıştır1087. Diğerinin 17 neferi mevcuttur. Hz. Yunus vakfı gelirleri için ayrılmıştır.
Hasılatı, Lek, Davudi, Yağmur Tâtlu ve Lâdamiye cemaatleri ile birlikte yazıldığı için tespit
edilemedi1088
.
1558'de yine iki ayrı yerde meskûndur. Padişaha hass olarak ayrılmış olanın nefer
sayısı 44'tür. Bunların 32'si bennâk, 12'si mücerreddir. Koyun sayısı 3200, yıllık hasılatı 3044
akçadır1089. Hz. Yunus vakfı için ayrılanın ise nefer toplamı 45 olup, 30'u bennâk, 15'i
mücerreddir. Hâsılatı, yukarıda zikredilen 4 cemaatle birlikte yazıldığı için belli değildir1090
.
1575 yılında, padişaha hass olarak ayrılmış olanın nefer sayısı 54'e yükselmiştir.
Bunların 50'si bennâk, dördü mücerreddir. Ayrıca, 4000 baş koyunu ve 3524 akça vergi geliri
vardır1091. Hz. Yunus vakfı için ayrılmış olanın ise; 34'ü bennâk, 11'i mücerred olmak üzere
toplam 45 nefer vergi mükellefi nüfusu, 1500 baş koyunu ve 1424 akça vergi geliri vardır1092
.
Tahmini nüfusu 1540’ta 273 kişi, 1558’de 461 kişi ve 1575’te 603 kişidir.
3.16. Gelekây Taifesi ( )
Taife 1523 tarihli tahrirde mevcut değildir. 1540’ta 27 neferi mevcut olup, 20'si
bennâk, yedisi mücerreddir. 850 baş koyunu ve 1112 akça vergi geliri vardır1093
. 1558'de 1500
baş koyunu, 1358 akça vergi geliri, 17'si bennâk, dokuzu mücerred olmak üzere toplam 26
nefer vergi mükellefi nüfusa sahiptir1094
.
1575'teki vergi mükellefi nefer toplamı 23'tür. Bunların 20'si bennâk, üçü mücerreddir.
1086 Türkay, age., s.377.
1087 BOA, TD., 195, s.123.
1088 BOA, TD., 195, s.108.
1089 BOA, TD., 308, s.73.
1090 BOA, TD., 308, s.170.
1091 BOA, TD., 660, s.104.
1092 BOA, TD., 660, s.241.
1093 BOA, TD., 195, s.122.
1094 BOA, TD., 308, s.67-68.
214
1500 baş koyunu, 1358 akça da vergi geliri vardır1095
. Taifenin vergi gelirleri padişah hassı
olarak ayrılmıştır.
Bennâk ve mücerred verilerinden faydalanarak elde ettiğimiz tahmini nüfus 1540’ta
147 kişi, 1558’de 128 kişi ve 1575’te 143 kişidir.
3.17. Gömâr Taifesi ( )
Bu taifenin de 1523 tarihli tahrirde kaydı yoktur. 1540 tarihinde 83'ü hâne, 20'si
mücerred olmak üzere toplam 103 nefere sahiptir. Koyun sayısı 1500 olup, vergi yekûnu da
3411 akçadır1096
.
1558'de 5000 baş koyunu, 88'i bennâk, 14'ü mücerred, toplam 102 nefer vergi
mükellefi nüfusu bulunmaktadır. Yıllık vergi hasılatı ise 4540 akçadır1097
. 1575 yılında, yine
5000 baş koyunu, 88'i bennâk, 14'ü mücerred olmak üzere toplam 102 nefer vergi mükellefi
mevcuttur. Yıllık vergi hasılatı ise 4500 akçadır1098
.
Tahmini nüfusu 1540’ta 601 kiş ve 1558-1575 tarihlerinde ise 630 kişidir.
3.18. Siyâh Mansur Taifesi ( )
Ekrâd taifesinden olup, Azerbaycan ile Irak arasındaki bölgelerde yaşamaktadır1099
.
1523 tarihli tahrirde kaydı yoktur. 1540’ta mevcut 35 neferin 30'u hâne, 5'i mücerreddir. 1400
baş koyunu mevcuttur. Yıllık hasılatı ise 1615 akçadır1100
.
1558'de nefer sayısı 46'ya yükselmiş olup, 43'ü bennâk, 3'ü mücerreddir. Koyun sayısı
2000'e, yıllık vergi geliri de 2204 akçaya yükselmiştir1101
.
1575'te iki cemaatten oluşmaktadır. 2500 baş koyun ve 62 nefer vergi nüfusuna
sahiptir. Bunların 52'si bennâk, 10'u mücerreddir. Vergi hasılatı 2434 akçadır1102
. Taifenin
vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Hesapladığımız tahmini nüfusu 1540’ta 215 kişi, 1558’de 304 kişi ve 1575’te 374
kişidir.
1095 BOA, TD., 660, s.92.
1096 BOA, TD., 195, s.116.
1097 BOA, TD., 308, s.70-71.
1098 BOA, TD., 660, s.101-102.
1099 Şerefhan, age., s.368.
1100 BOA, TD., 195, s.119.
1101 BOA, TD., 308, s.65.
1102 BOA, TD., 660, s.88-89. Taifenin iki cemaati şunlardır;
1- Cemaat-i Seydi; nefer, 27, Bennâk, 25, mücerred, 2.
2- Cemaat-i Siyah Mansur; nefer, 35, bennâk, 27, mücerred, 8.
215
3.19. Gülâbi Taifesi ( )
1523'te Ekrâd-ı taife-i Gülâbi, diğer tarihlerde sadece Gülâbi olarak kaydedilmiştir.
Mardin kazası, Sivas sancağı, Bozok eyaleti, Kemâh ve Erzincan kazalarındaki kolları ise
kaynaklarda Türkmân Taifesi olarak geçmektedir1103
.
1523’te 13 hânenin verdiği yıllık vergi hasılatı 255 akçadır1104. 1540 tarihinde vergiye
tabi nefer sayısı 59'a yükselmiş olup, 53'ü hâne, altısı mücerreddir. Ayrıca, 6600 baş koyunu
ve 4562 akça vergi hâsılatı vardır1105
.
1558 tarihli tahrir defterinde iki ayrı cemaat olarak kaydedilmiştir. Bunlardan birinin
15'i bennâk, dördü mücerred olmak üzere toplam 19 neferi, 1500 baş koyunu ve 1264 vergisi
mevcutken, diğerinin 46'sı bennâk, 17'si mücerred, toplam 63 neferi, 6000 baş koyunu ve
4562 akça vergi hâsılatı vardır1106
. 1575'teki nefer sayısı 82'dir. Bunlardan 62'si bennâk, 20'si
mücerreddir. 6000 baş koyunu ve 4500 akça da vergi geliri mevcuttur1107
. Taifenin yıllık
vergisi 1523'te Musul Sancakbeyi hassı, diğer tarihlerde padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Tahmini nüfusu ise 1523’te 91 kişi; 1540’ta 377 kişi, 1558’de 448 kişi ve 1575’te 454
kişidir.
3.20. Al-ı ‘İzze (Al-ı Azze) Taifesi ( )
Arap aşiretidir. 1540’ta beş cemaatin tabi olduğu bir taifedir. Toplam 176 nefer
vergiye tâbi nüfusu vardır. Bunların 170'i hâne, altısı mücerreddir. Ayrıca, 4000 baş koyun ve
4966 akçalık vergi gelirine sahiptir1108. Vergi gelirleri timar olarak ayrılmıştır.
1558 tarihinde de beş cemaatten müteşekkildir. Vergi mükellefi nefer toplamı 177
olup, tamamı bennâktır. 7500 baş koyunu, 460 baş camusu ve 16212 akça vergi geliri
mevcuttur. Bu gelirin 12878 akçası padişah hassı, 3334 akçası ise sancakbeyi hassı olarak
ayrılmıştır1109
.
1103 Türkay, age., s.383.
1104 BOA, TD., 998, s.74.
1105 BOA, TD., 195, s.130.
1106 BOA, TD., 308, s.68, 93.
1107 BOA, TD., 660, s.93.
1108 BOA, TD., 195, s.99-100. Taifeyi oluşturan 5 cemaat şunlardır;
1- Cemaat-i A'rab-ı 'İzze. Nefer; 90, hâne; 90.
2- Cemaat-i Şeyh Feravi. Nefer; 27, hâne;27.
3- Cemaat-i Ahmed Hasuni. Nefer; 17, hâne; 12, mücerred;5.
4- Cemaat-i Hacı İdris. Nefer; 17, hâne; 12, mücerred; 5.
5- Cemaat-i Al-ı Ebu Gazi. Nefer; 10, hâne; 9, mücerred; 1.
1109 BOA, TD., 308, s.93-94, 103-104. Bu tarihte taifeyi oluşturan cemaatler aşağıdaki gibidir;
1- Cemaat-i Arab-ı Al 'İzze. Nefer; 84, bennâk, 84, hasıl;12878.
2- Cemaat-i Şeyh Feravi. Nefer; 28, bennâk; 28, hasıl; 1324.
216
1575'te yine beş cemaatten ibarettir. Toplam nefer sayısı 188 olup, tamamı bennâktır.
3000 baş koyunu, 300 baş camusu ve yıllık 12000 akça vergi geliri vardır1110. Bu tarihteki
vergi geliri; Bağdat'ta yapılmakta olan baruthâne ve tophâneye odun götürmek ve mirî
hissesini her yıl Bağdat hazinesine teslim etmek şartiyle, Al-ı 'İzze cemaatinin Şeyhlerine
timar olarak tevcih edilmiştir1111
.
Tahrir defterlerindeki kayıtlara geçtiği kadarıyla taifenin tahmini nüfusu 1540’ta 1196
kişi, 1558’de 119 kişi ve 1575’te 1316 kişidir.
3.21. Ekrâd-ı Ömer Beg Taifesi ( )
1540 tarihinde mevcut olan 38 vergi yükümlüsü neferin 33'ü hâna, beşi mücerreddir.
720 baş koyunu, 1356 akça hasılatı vardır1112. 1558'de 36'sı bennâk, ikisi mücerred olmak
üzere toplam 38 neferi mevcuttur. Koyun sayısı 2200'e, yıllık vergi miktarı ise 2544 akçaya
yükselmiştir1113
.
Ömer Bey taifesinin nefer toplamı 1575 tarihinde de değişmemiş olup, 38'dir. 36'sı
bennâk, ikisi mücerreddir. Koyun sayısı 2200, vergi yekûnu 2544 akçadır1114
. Taifenin vergi
gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Tahmini nüfusu 1540 yılında 236 kişi, 1558-1575 tarihlerinde ise 254 kişiden ibarettir.
3- Cemaat-i Hacı İdris. Nefer:23, bennâk, 23, hasıl; 276.
4- Cemaat-i Ahmed Hasuni. Nefer; 32, bennâk; 32, hasıl, 1614.
5- Cemaat-i Al- Ebu Gazi. Nefer, 10, bennâk; 10, hasıl; 120.
1110 BOA, TD., 660, s.185-187. Bu tarihte taifeyi oluşturan cemaatler şunlardır;
1- Cemaat-i Şeth Seyfi. Nefer; 54.
2- Cemaat-i Al-ı Ebu Naim. Nefer; 62.
3- Cemaat-i Evlâd-ı Said. Nefer; 45.
4- Cemaat-i 'İşari. Nefer; 16.
5- Cemaat-i Milas. Nefer; 11.
1111 BOA, TD., 660, s.185. "Al-ı 'İzze nâm Arab cemaatinin Şeyhi Ebubekir kendi cemaati mahsulünden timâra
mutasarrıf olub, bundan akdem Musul sancağı tahrir olundukda hâzır olmamağla tasarrufundaki cemaati havass-ı
hümâyûn ve bazı çevlikleri Ümeraya ilhak olunacak, ahvali südde-i saadete arz olundukda, Bağdad'da imal
olunan baruthâne ve tophâneye odun götürmek şartiyle timarı mukarrer olmağla hükm-ü şerif verilmişken fevt
olmağın sulbi oğlu Ali'ye şurut-u mezburla kadimden babasına sadaka olunduğu üzere İskender Paşa tezkeresi
mucebince... akçalık timar virülüb, berât idüb ol dahi fevt olıcek, ikinci oğlu İdris'e yine şurut-u mezburla Murad
Paşa tezkeresi mucebince... akçalık üzre der-i saadetden berât-ı alişan buyurulub, mücedded tahrirde irâd idüb,
tacdid-i tezkere taleb olundukda, Cemaat-i mezburenin dahi tahmil olub, ziyadeye kayd olunmuş bulunmağın,
şurut-u mezburla ve andan maada sâl be-sâl hazine-i Bağdad'a... akça hisse-i mirî virmek şartiyle Cemaat-i
merkum ve Çevliğ-i Zoran ve Çevliğ-i bazı zeminhâ-i Ade ve Çevliğ-i Dolab-ı Salim, zikr olunan ... akça hisse-i
miriden maada 13000 akçalık üzre mezkur İdris'e defter-i cedidden tevcih olunub ve Tikrit sancağının bundan
maada sipahisi olmayub, sipahilik hizmeti dahi muatel olmamak içün Musul sancağı sipahilerine eşmek şartiyle
defter-i Liva-i Musul'da kayd olundu".
1112 BOA, TD., 195, s.118-119.
1113 BOA, TD., 308, s. 72.
1114 BOA, TD., 660, s.104.
217
3.22. Sâlcı, Salâcı Taifesi ( , )
Bazı kolları da Bağdat eyaleti ile Şehrizur eyaletinin Kerkük ve Erbil sancaklarında
yaşamaktadır1115. 1540’ta 11 hâne vergi mükellefi mevcuttur. 1000 baş koyun ve 797 akça
vergisi vardır1116. 1558'de vergiye tabi nefer sayısı 40 olup, 30'u bennâk, 10'u ise mücerreddir.
Koyun sayısı 1600 adete, vergi yekûnu ise 1520 akçaya yükselmiştir1117
.
1575 tarihinde nefer sayısı 53'e yükselmiştir. Bunların 46'sı bennâk, yedisi
mücerreddir. Koyun sayısı 3500'e, yıllık hasılatı ise 2718 akçaya yükselmiştir1118
. Taifenin
vergi hasılatı padişah hassı için ayrılmıştır.
Vergi mükellefi verilerinden faydalanarak bulduğumuz tahmini nüfusu 1540’ta 77
kişi, 1558’de 220 kişi ve 1575’te 329 kişidir.
3.23. Yağmur Tâtlû Taifesi ( )
Vergi geliri Hz. Yunus vakfı için ayrılmıştır. 1540’ta altı nefer vergi mükellefi
mevcuttur1119. Bunların beşi bennâk ve biri mücerreddir. Gökçelü, Lek, Davudi ve Lâdâmiye
taifeleri ile birlikte yazıldığı için vergi yekûnu belli değildir.
1558 tarihinde nefer sayısı 10'a yükselmiştir. Altısı bennâk, dördü mücerreddir.
Lâdâmiye, Lek ve Davudi taifeleri ile birlikte yazılmış olduğundan, yıllık vergi miktarı tespit
edilemedi1120
. 1575'te 10'u bennâk, biri mücerred toplam 11 nefer vergi mükellefi vardır.
Koyun sayısı 300, yıllık hasılatı ise 326 akçadır1121
.
Tahmini nüfusu yıllar itibariyle, 1540’ta 36 kişi, 1558’de 46 kişi, 1575’te ise 71
kişidir.
3.24. Zübeyd Taifesi ( )
Arap taifesinden olup1122, 1523'te 150 hânesi ve 2610 akça yıllık vergisi vardır. Geliri
Mir-i Arap Bekir Bey'e hass olarak tevcih edilmiştir1123. 1540 tahririnde vergi mükellefi 175
neferin ismi kaydedilmiştir. Fakat, taifenin bütün vergi mükellefleri bunlardan ibaret olmayıp
300'den ziyadedir. Diğerleri perakende oldukları için ismen tespit edilememişdir. Ancak
1115 Türkay, age., s.142.
1116 BOA, TD., 195, s.123.
1117 BOA, TD., 308, s.65-66.
1118 BOA, TD., 660, s.89-90.
1119 BOA, TD., 195, s.109.
1120 BOA, TD., 308, s.170.
1121 BOA, TD., 660, s.243.
1122 Türkay, age., s.170.
1123 BOA, TD., 998, s.76.
218
taifenin hâne sayısı tahmini olarak 300 kabul edilmiştir. 400 baş camusu ve yıllık 5100 akça
vergi geliri vardır1124
.
1558 tahririnde isimleri yazılan nefer sayısı 182'dir. Fakat, hâne sayısı yine 300 olarak
kabul edilmiştir. Taifenin beslediği camus sayısında bir değişiklik olmayıp 400'dür. Yıllık
vergi miktarı ise 13900 akçadır1125
. 1575'te 178 hânesi vardır. Camus sayısı 450'ye çıkmıştır.
Yıllık hasılatı ise 13000 akçadır1126. Taifenin vergi geliri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
1523 tarihinde 1050 kişi, 1540-1558 tarihlerinde 2100 kişi ve 1575 tarihinde de 1246
kişilik tahmini nüfus tespit edilmiştir.
3.25. Sûremi (Serâmû, Sûremû) Taifesi ( , )
Taifenin 1540 tarihinde 32 hâne, iki mücerred, toplam 34 nefer vergi mükellefi vardır.
Beslediği koyun sayısı 1400 adettir. Yıllık vergisi ise 1764 akçadan ibarettir1127
.
1558'de nefer sayısı 70'e yükselmiştir. 59'u bennâk, 11'i mücerreddir. Koyun sayısı
4500'e, yıllık hasılatı ise 4424 akçaya yükselmiştir1128. 1575 tarihinde vergi mükellefi nefer
sayısı 117'e yükselmiştir. 107'si bennâk, 10'u mücerreddir. Ayrıca, 8000 baş koyun ve 6000
akça vergi gelirine sahiptir1129
.
Bennâk ve mücerredlerin nüfusa dönüştürülmesi neticesinde 1540’ta 226 kişi, 1558’de
424 kişi, 1575’te ise 759 kişilik bir nüfus bulunmuştur.
3.26. Al-ı 'Ûbeyd, Al-ı 'Ûtbe Taifesi ( , )
Taife, 1523 ve 1540 tarihli tahrir defterlerinde Al-ı 'Ûbeyd 1558-1575 tarihli
defterlerde ise Al-ı 'Ûtbe şeklinde kaydedilmiştir.
1523'te 150 hânesi vardır. Yıllık vergi hâsılatı 2250 akça olup, Zuemadan Hasan Bey'e
zeamet olarak tevcih edilmiştir1130. 1540 tarihli tahrir defterinde sadece 50 hâne kayıtlıdır.
Aslında bu tarihte taifenin 300'den fazla hânesi bulunmaktadır. Fakat, bunların Ane
sancağında mülkleri olduğu için çoğu bu sancakta kaydedilmiştir. Koyun sayısı 1000, camus
1124 BOA, TD., 195, s. 42-43. "Zikr olan taife 300'den ziyade olup, bu miktarı yazılıb ma'adası bulunmayub,
perakende olmağın yazulmayub ber-vech-i tahmin 300 hâne kayd olunub her hâneye aded üzre 12'şer resm-i
bennâk yazulub ve sağılır camuslarına 22'şer akça resm-i camus kayd olunub, kânun-ı Osmanî üzere yazıldı"
1125 BOA, TD., 308, s.69-70.
1126 BOA, TD., 660, s.106-107.
1127 BOA, TD., 195, s.129.
1128 BOA, TD., 308, s.68-69.
1129 BOA, TD., 660, s.94-95.
1130 BOA, TD., 998, s.76.
219
sayısı 300 ve yıllık vergi hasılatı ise 1600 akça olup, padişah hassı olarak ayrılmıştır1131
.
Taifenin, 1558 tarihli tahrir defterinin iki yerinde kaydı vardır. Toplam 122 neferi
mevcut olup, 109'u bennâk, 13'ü mücerreddir. Ayrıca, 8000 baş koyunu, 14286 akça vergi
hasılatı vardır1132
. 1575'teki nefer sayısı tahrir esnasında eksik kaydedilmiştir. Sadece 17
neferin ismi yazılmıştır. Vergi yekûnu 15000 akçadır1133
.
Tahrir defterlerindeki kayıtlara geçen bennâk ve mücerred sayısına göre bulunan
tahmini nüfusu 1523’te 1050 kişi, 1540’ta 350 kişi, 1558’de 776 kişi ve 1575’te 119 kişidir.
3.27. Zehiri Taifesi ( )
Taifenin 1540’ta 35 hânesi mevcuttur. Koyun adedi 500'dür. Yıllık vergi yekûnu ise
845 akçadır1134. 1558'de 48'i hâne, ikisi mücerred, toplam 50 nefer vergi yükümlüsü vardır.
Koyun sayısı 800 adete, yıllık vergisi de 1312 akçaya yükselmiştir1135
.
1575'te nefer toplamı 55'tir. Bunların 43'ü bennâk, 12'si mücerred konumundadır.
Koyun sayısı 2700 adete, vergi hasılatı ise 2238 akçaya çıkmıştır1136
. Taifenin yıllık vergi
gelirleri padişaha hass olarak ayrılmıştır.
Tahmini nüfusu 1540’ta 245 kişi, 1558’de 338 kişi ve 1575’te 313 kişidir.
3.28. Zend Taifesi ( )
Taifenin kaydı 1523 ve 1540 tarihli tahrirlerinde bulunmamaktadır. 1558 tarihinde
mevcut 61 neferin 59'u bennâk, ikisi mücerreddir. Beslediği koyun sayısı 3500, yıllık vergi
yekûnu 3420 akçadır1137. 1575'te nefer toplamı 61'e yükselmiş olup, 59'u bennâk, ikisi
mücerred'dir. 3500 baş koyunu, 3420 akça vergi hasılatı mevcuttur. Vergi gelirleri padişaha
has olarak ayrılmıştır1138
.
1131 BOA, TD., 195, s.75. "Mezkûr Al-ı 'Ubeyd taifesi üçyüzden ziyade olub, amma ekserinin Ane sancağında...
olmağın anda yazılmışdır. Ol sancakda yazılmayanlar tahminen 50 hâne takdir olunub, Ane sancağında yazılan
reayadan bunda resm-i hâne taleb olunmaya. Amma adet-i ağnamları ve resm-i camusları gelüb bunda alunur".
1132 BOA, TD., 308, s.89-90. Taifeyi oluşturan iki cemaat şunlardır:
1- Cemaat-i Al-ı 'Utbe. Nefer; 72, bennâk; 59, mücerred; 13, resm-i bennâk; 708, resm-i mücerred; 78, bâd-i
heva; 1000, adet-i ağnam: re's; 4000, resim; 2000, hasıl; 3786.
2- Cemaat-i Al-ı 'Utbe. Nefer; 50, bennâk; 50, resm-i bennâk; 600, bâd-i heva; 1000, adet-i ağnam; re's: 4000,
resim; 2000, hasıl; 10500.
1133 BOA, TD., 660, s.98. "Taife-i mezbur esâmileri tamam yazdırmamışlardır. Mukaddema defter-i atikde dahi
iki mahalda olub, bir mahalde esâmi yazılmamışdır. Mahsulleri hâla ümenâ muhasebeleri mucebince kayd
olundu".
1134 BOA, TD., 195, s.123-124.
1135 BOA, TD., 308, s.67.
1136 BOA, TD., 660, s.91-92.
1137 BOA, TD., 308, s.91.
1138 BOA, TD., 660, s.100-101.
220
Zend taifesinin tahmini nüfusu ise 1558-1575 tarihlerinde 415 kişiden ibarettir.
3.29. Zindehûr Taifesi ( )
Hemedan ve Şehr-i Zor eyaletlerindeki kolları kaynaklarda Zinde şeklinde
geçmektedir1139
. Kaydı ilk kez 1558 tarihli tahrirde geçmektedir. Mevcut 19 neferini 17'si
bennâk, ikisi mücerreddir. 1400 baş koyunu ve yıllık 1316 akça vergi geliri vardır1140
.
1575'te mevcut 29 neferinin 26'sı bennâk, üçü mücerreddir. Koyun sayısı 1400, yıllık
vergi geliri 1480 akçadır1141
. Taifenin vergi gelirleri padişah hassı olarak ayrılmıştır.
Tahmini nüfusu 1558’de 121 kişi ve 1575 tarihinde ise 185 kişidir.
3.30. Gâzûr, Ekrâd-ı Girvi Taifesi ( , )
Taife, 1540 tarihli defterde Ekrâd-ı Girvi, diğer tahrir defterlerinde ise Gâzûr şeklinde
kaydedilmiştir. 1540 tarihinde 25'i hâne, dokuzu mücerred olmak üzere toplam 34 nefer vergi
mükellefi vardır. Beslediği koyun sayısı 1300 adet, yıllık vergi hasılatı ise 1589 akçadır1142
.
1558'de hâne mücerred sayısı bir önceki tahrirle aynı olup, değişmemiştir. Koyun
sayısı 1.200 adet, vergi hasılatı ise 1.254 akçadır1143
. 1575'teki hâne, mücerred, koyun sayısı
ve yıllık vergi geliri, 1558 tarihli tahrir defterindeki kayıtların aynısı olup, herhangi bir
değişiklik yoktur1144
.
Hâne ve mücerred sayılarından faydalanarak tespit ettiğimiz tahmini nüfusu 1540-
1575 tarihlerinde 184 kişiden ibarettir.
3.31. Lek Taifesi ( )
Cevdet Türkay incelediği belgelerde, konar-göçer Türkmân Ekrâdı taifesinden
olduğunu tespit etmiştir1145. Ahmet Refik ise Ekrad ve Yörük taifesinden olduğunu
yazmıştır1146
. 1540’ta 30 nefer vergi mükellefi vardır1147. 1558'de nefer sayısı 44'e
yükselmiştir. Bunların 18'i bennâk, 16'sı mücerreddir1148. Lek taifesi, 1540'ta dört, 1558'de üç
cemaatle birlikte yazıldığı için vergi miktarları tespit edilemedi.
1139 Türkay, age., s.169.
1140 BOA, TD., 308, s.92.
1141 BOA, TD., 660, s.100.
1142 BOA, TD., 195, s.121.
1143 BOA, TD., 308, s.90-91.
1144 BOA, TD., 660, s.99-100.
1145 Türkay, age., s.569.
1146 Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İstanbul 1989, s.64.
1147 BOA, TD., 195, s.108.
1148 BOA, TD., 308, s.170.
221
1575'te nefer sayısı 59'a çıkmıştır. Bunların 52'si bennâk, yedisi mücerreddir. Ayrıca,
2000 baş koyunu vardır. Yıllık vergisi 1922 akçadır1149
. Taifenin vergi gelirleri Hz. Yunus
vakfı için ayrılmıştır.
Tahmini nüfusu 1540’ta 210 kişi, 1558’de 212 kişi ve 1575’te 371 kişidir.
3.32. Lâdâmiyye Taifesi ( )
Geliri Hz. Yunus vakfı için ayrılan cemaatlerden biridir. 1540’ta dört nefer vergi
mükellefi vardır1150. 1558'de nefer sayısı 19 olup, 13'ü bennâk, altısı mücerreddir1151
.
Lâdâmiyye taifesi, birkaç cemaatle birlikte yazıldığı için, vergi gelirleri tespit edilemedi.
1575'te nefer sayısı 20'dir. Bunların 17'si bennâk, üçü mücerreddir. 1500 baş koyunu
ve 1072 akça vergi geliri vardır1152
.
Tahmini nüfusu yukarıdaki yıllar itibariyle 28, 97 ve 122 kişidir.
3.33. Genc Taifesi ( )
Kaydı ilk olarak 1558 tarihli tahrir defterinde geçmektedir. 14'ü bennâk, 7'si mücerred
olmak üzere toplam 21 nefer vergi mükellefi nüfusu mevcuttur. 2200 adet koyunu, yıllık 1670
akça vergisi vardır1153
.
1575 yılındaki nefer sayısı 65'dir. Bunların 58'i bennâk, yedisi mücerreddir. Koyun
sayısı 2150 baş, vergi geliri ise 2313 akçadır1154
.
3.34. Vendâni Taifesi ( )
Kaydı sadece 1558 tarihli tahrir defterinde geçmektedir. Sekiz bennâk vergi nüfusu
mevcuttur. Taifenin sahip olduğu koyun sayısı 800 baştır. Yıllık vergi hasılatı ise 996 akçadan
ibarettir1155
.
3.35. Besâki Taifesi ( )
Taifenin 1558’den önceki tahrirlerde kaydı yoktur. 1558 tarihli tahrirdeki kayıtlara
göre iki mahalde meskûndur. Toplam 31 nefer vergi mükellefi mevcut olup, 28'i bennâk, üçü
mücerreddir. 4168 baş koyun beslemektedir. Yıllık vergi miktarı 3138 akçadır1156
.
1149 BOA, TD., 660, s.241.
1150 BOA, TD., 195, s.109.
1151 BOA, TD., 308, s.171.
1152 BOA, TD., 660, s.242.
1153 BOA, TD., 308, s.90.
1154 BOA, TD., 660, s.99.
1155 BOA, TD., 308, s.92.
1156 BOA, TD., 308, s.85, 92.
222
1575 tarihinde 31 hânesi mevcuttur. 5000 baş koyunu, yıllık 3372 akça vergi geliri
vardır1157
. Tahmini nüfusu 1558 tarihinde 199 kişi, 1575’te ise 217 kişidir.
3.36. Şahvân ve Kârendi Taifeleri ( )
Bu iki taifenin kayıları yalnızca 1558 ve 1575 tarihli tahrirlerde geçmektedir. İkisi
defterlerde birlikte kaydedilmişlerdir. Bunlardan Şahvân aşireti kaynaklarda Arap taifesi
olarak geçmektedir1158
.
Her iki tahrirde de nefer sayısı kaydedilmemiştir. 1558'de Tikrit'te meskûndur. Yıllık
vergi miktarı 18000 akça olup, Nusaybin sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır1159
. 1575’teki
geliri de 18000 akça olup, Musul sancakbeyine hass olarak ayrılmıştır1160
.
3.37. Debune (Ben-i Debune) Taifesi ( )
Kaydına ilk kez 1566 tarihinde rastlamaktayız. Bu tarihte, 68 nefer vergi mükellefi
mevcut olup, 59'u hâne, dokuzu mücerreddir. Yıllık vergi hasılatı 4201 akçadır1161
.
1575'te nefer sayısı 22'dir. Bunların 20'si bennâk, ikisi mücerreddir. 500 baş koyunu,
yıllık 752 akça vergi geliri mevcuttur1162
. Taifenin vergi gelirleri padişaha hass olarak
ayrılmıştır.
3.38. Ekrâd-ı Aşiret-i Sindî ve Süleymânî ve Manugi ve Duyân
Sadece 1540 ve 1558 tarihli tahrir defterlerinde kaydı mevcut olup, dördü de birlikte
kaydedilmiştir. Bunlardan Süleymânî aşireti soyunun Emevi halifelerinden Mervan'a
dayandığı rivayet edilmiştir1163
.
1540 tarihindeki yıllık vergi hasılatı ber vech-i tahmin olarak 60000 akça olarak
kaydedilmiş ve vüzeradan Süleyman, Rüstem, Mehmed ve Hasan paşalara kayd
olunmuştur1164
.
1558'de 200.000 baş koyunu mevcut olup, bu koyunların vergisi olan 100.000 akça
1157 BOA, TD., 660, s.95.
1158 Türkay, age., s.696.
1159 BOA, TD., 308, s.107.
1160 BOA, TD., 66, s.130.
1161 MM., 269, s.66-67.
1162 BOA, TD., 660, s.108. "Tâife-i mezbur bazı sipahiler timarlarında sâkin olub, ziraat etdikleri yerlerin hukuk-ı
şer'iyyesi sâhib-i arza virirlermiş ve kenduler hâric-i ez defter bir taife olub, kimseye raiyyet kayd olunmayub...
havass-ı hümâyûna ilhâk olunub, beyaza nakl olundu".
1163 Şerefhân, age., s.292.
1164 BOA, TD., 195, s.37.
223
Amid hazinesi için zapt olunmaktadır1165
.
3.39. Fed’i Aşireti ( )
Sadece 1523 tarihli tahrir defterinde kaydı mevcuttur. Toplam altı hânesi ve yıllık 915
akça vergi geliri mevcuttur. Hâsılatı Hz. Yunus vakfına gelir olarak ayrılmıştır1166
.
3.40. A'rab-ı Zerzûr Hâmûşi Aşireti ( )
1523 yılında 40 hânesi mevcuttur. Diğer tahrirlerde kaydı yoktur. Yıllık hâsılatı 1580
akça olup, Musul sancakbeyi hassıdır1167
.
3.41. Kürdi Taifesi ( )
Kaynaklarda Kürd, Kürdler, Kürdiler, Kürdili, Kürdlû, Kürdülü şekillerinde de
geçer1168
. Yalnızca 1523 tahririnde kaydı mevcuttur. Beş cemaatten müteşekkildir. Toplam 56
hânesi, 1500 akça vergi geliri mevcuttur. Geliri Musul sancakbeyi hassıdır1169
.
3.42. Lor Taifesi ( )
Türkmân-Ekrâdı taifesindendir1170. 1523 yılında 10 hânesi, 320 akça vergi hâsılatı
mevcuttur. Geliri Musul sancakbeyine hass olarak ayrılmıştır1171. Diğer tahrir defterlerinde
kaydı yoktur.
3.43. Mezric Taifesi ( )
1523'de vergi geliri 452 akça olup, Musul sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. 21
hânesi mevcuttur1172. Diğer tahrir defterlerinde kaydı yoktur.
3.44. Ulus Tâtâr Taifesi ( )
1523 yılında 25 hânesi, 576 akça vergi geliri vardır. Geliri Musul sancakbeyi hassı için
1165 BOA, TD., 308, s.73. "Adet-i ağnâm-ı Sindî ve Süleymanî. İşbu defter beyaz oldukdan sonra zikr olan
100.000 akça Amid hazinesine zabt olunmak ferman olunduğu ba'lada yazılub, Diyarbekir'e gönderildi ve ba'de
yoklamaya amel olunmaya".
1166 BOA, TD., 998, s.78.
1167 BOA, TD., 998, s.74.
1168 Türkay, age., s.564.
1169 BOA, TD., 998, s.74. Mezkûr 5 cemaat şunlardır;
1- Cemaat-i Kürdi, ta'aluk-ı Ahmed Kethüda
2- Cemaat-i Kürdi, ta'aluk-ı İsa? Kethüda
3- Cemaat-i Kürdi, ta'aluk-ı Mâmûk Kethüda
4- Cemaat-i Kürdi, ta'aluk-ı Mercân Kethüda
5- Cemaat-i Kürdi.
1170 Türkay, age., s.570.
1171 BOA, TD., 998, s.74.
1172 BOA, TD., 998, s.74.
224
ayrılmıştır1173. Diğer tahrirlerde kaydı yoktur.
3.45. Re'âyâ-yı Sultan Sâfire? ( ) Taifesi
Vergi geliri, İmâm Ali el-Hadi, Hasan el-Asker ve Makâm-ı Muhammed el-Mehdi
vakıflarına tevcih edilmiştir. 129 hânesi, 27 mücerreddi ve iki sâdât nüfusu vardır. Yıllık
hasılatı 2585 akçadır1174. Diğer tahrirlerde kaydı yoktur.
1173 BOA, TD., 998, s.74.
1174 BOA, TD., 998, s.77.
225
Tablo-10: Musul Sancağındaki Aşiretlerin Hâne ve Mücerred Sayıları (1523-1575)
No Aşiretler
1523 1540 1558 1575
H M H M H M H M
1 Karakoyunlu 35 7 66 - 73 37 148 -
2 Yâycı 218 70 300 33 282 81 362 72
3 Al-ı ‘Aziz 150 - 167 - 167 - 220 25
4 Bâcvânlû 100 - 112 13 87 20 104 30
5 Ucuşlû Nefs-i şehirde meskûn olduğu için şehir nüfusuna dahil edildi.
6 Dasni (Das) 3 - 35 - 801 - - -
7 Birâvcılı 38 3 32 - 39 10 40 9
8 Şebek 55 19 153 27 94 28 173 20
9 Karaboğa 19 11 32 15 41 6 41 6
10 Kara Ünâz (Karanâz) 35 1 86 8 87 24 129 18
11 Dünbil 137 8 127 16 153 9 123 9
12 Dâvudi 12 1 36 10 49 9 53 5
13 Ekrâd-ı Gelhuzi 8 - 14 - 14 - 14 -
14 Evlâd-ı ‘İlm 8 - 24 - 21 5 26 15
15 Gökçelü - - 39 - 62 27 84 15
16 Gelekây - - 20 7 17 9 20 3
17 Gömâr - - 83 20 88 14 88 14
18 Siyâh Mansur - - 30 5 43 3 52 10
19 Gülâbi 13 - 53 6 61 21 62 20
20 Al-ı 'İzze - - 170 6 177 - 188 -
21 Ekrâd-ı Ömer Beg - - 33 5 36 2 36 2
22 Sâlcı, Salâcı - - 11 - 30 10 46 7
23 Yağmur Tâtlu - - 5 1 6 4 10 1
24 Zübeyd 150 - 300 - 300 - 178 -
25 Sûremi - - 32 2 59 11 107 10
26 Al-ı ‘Ubeyd 150 - 50 - 109 13 17 -
27 Zehiri - - 35 - 48 2 43 12
28 Zend - - - - 59 2 59 2
29 Zindehûr - - - - 17 2 26 3
30 Gâzûr, Ekrâd-ı Girvi - - 25 9 25 9 25 9
31 Lek - - 30 - 28 16 52 7
32 Lâdâmiyye - - 4 - 13 6 17 3
33 Genc - - - - 14 7 58 7
34 Vendâni - - - - 8 - - -
35 Besâki - - - - 28 3 31 -
36 Debune - - - - - - 20 2
37 Fed'i 6 - - - - - - -
38 Arab-ı Zerzûr 40 - - - - - - -
39 Kürdi 56 - - - - - - -
226
Tablo-10’nun devamı
No Aşiretler
1523 1540 1558 1575
H M H M H M H M
40 Lor 10 - - - - - - -
41 Mezric 21 - - - - - - -
42 Ulus Tâtâr 25 - - - - - - -
43 Reayay-ı Sultan Sâfire 129 27 - - - - - -
44 Şahvan ve Karendi - - - - - - - -
45
Ekrâd-ı Aşiret-i Sindi ve
Süleymanî ve Manugi ve
Duyan
- - - - - - - -
46 Al-ı Cemâse - - - - - - - -
Toplam 1418 147 2104 183 3136 390 2652 336
4. NÜFUS
Gerek şehrin gerekse köy ve aşiretlerin nüfusunu belirlerken, öncelikle vergiye tabi
hâne ve mücerred (bekar) sayılarını, sonra vergiden muaf olan zümrelerin sayılarını tespit
edip, bulduğumuz rakamları 71175 katsayısına göre tahmini nüfusa çevirme cihetine gideceğiz.
1817 tarihinde Musul'a uğrayan seyyah William Heude, Musul'un nüfusundan
bahsederken her hânede 6 ile 7 kişinin barındığını ifade eder1176. Yine, Hicri 1308 (1890)
tarihli Musul Vilayeti Salnâmesindeki kayıtlar da bu doğrultudadır; "Musul şehrinin 30
mahallesinde 9000 hâneyi hâvi 60000 nüfus muhtevidir..."
1177. Salnâmede verilen nüfusu hâne
sayısına böldüğümüzde her hâne başına 6-7 kişi düşmektedir.
Birbirini teyid eden bu kaynaklardaki rakamlar, nüfus hesaplamalarında hâne birimini
7 kişi olarak kabul etmemizi intac etmiştir.
Diğer yandan hâne deyiminin kaç kişiyi ifade ettiği hususunda muhtelif görüşler
bulunmakla beraber, genel temayül 5 kişi olarak alınması yönündedir. Ancak, Osmanlı
devletinin sahip olduğu geniş alan üzerindeki farklı coğrafî, etnik, kültürel ve dinî unsurlar
nazar-ı dikkate alındığı vakit, bu rakamın farklılık göstereceği tabiidir. Nitekim, son
dönemlerde muhtelif Osmanlı şehirlerinin aile yapısı ile demografik durumları hakkında
yapılan bazı araştırmalar bu görüşü teyid etmektedir. Bu araştırmalardan çıkan sonuçlara göre
bir hâne fertleri Tokat’ta 3-4 kişiden1178, Antalya ve Antakya’da 6 kişiden1179, Ankara ve
1175 Hâne tâbirinin kaç kişiyi ifade ettiği hususu ile ilgili yapılan çalışmalar için bk. Emecen, age., s. 156,
dipnot:168. Ayrıca; Rifat Özdemir, "Avarız ve Gerçek Hâne Sayılarının Demografik Tahminlerde Kullanılması
Üzerine Bazı Bilgiler ", X. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, TTKB., s.1581-1613.
1176 Lieutenant Wiliam Heude, age., s.218.
1177 Salnâme, s.161.
1178 Rifat Özdemir, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”, Belleten, C. LIV, S. 211 (Aralık
1990)’den ayrıbasım, TTKB., Ankara 1991, s. 1028-1029.
227
Kırşehir’de 5-6 kişiden, Harput’ta 6-7 kişiden ve Diyarbekir’de 7-8 kişiden1180 meydana
gelmektedir. Coğrafi ve kültürel özellikleri bakımından Musul’la benzerlik gösteren Harput
ve Diyarbekir şehirlerindeki her hânede 6 ile 8 arasında kişinin barındığının tespit edilmiş
olması, bizim Musul şehri için tespit ettiğimiz 7 katsayısının isabetli olduğunu teyit
etmektedir.
4.1. Şehir Nüfusu
4.1.1. Müslim Nüfus (Vergiye Tâbi Hâne Sayıları İle Muaflar)
Musul şehrindeki vergi mükellefi müslüman hâne sayısı 1523 tarihli tahrire göre
1328'dir. Bunun şehirdeki toplam vergi hânesine oranı % 70,6'dır. 1540 tarihinde, bir önceki
tahrire kıyasla müslüman hâne sayısı % 11,4 nispetinde artarak 1479 hâneye yükselmiştir.
Ancak, toplam şehir hânesine göre nispeti % 5,2 civarında gerileyerek % 65,5 olmuştur. Bu
düşüşün sebebi ise bu süre zarfında gayrimüslim nüfusun daha yüksek oranda artmış
olmasından kaynaklanmaktadır. 1558'de Musul şehrinde mevcut müslüman hâne sayısı
1786'dır. Bu da 1540 tahririne kıyasla müslüman hâne sayısının % 20,8 nispetinde artmış
olduğunu gösterir. Toplam şehir hânesine nispeti ise % 69,1'dir. 1575 tarihinde şehirdeki
müslüman hâne sayısı 1918'e yükselmiş olmakla beraber, toplam şehir hânesi içerisindeki
nispeti % 66,6'ya gerilemiştir.
Bu verdiğimiz vergi mükellefi hâne sayısına Ucuşlu Cemaati de dahil edilmiştir.
Çünkü zikredilen cemaat nefs-i Musul'da meskûndur1181
.
Öte yandan, bu rakamlara vergiden muaf olan imâm, müezzin, pir-i fâni, a'ma, ma'lul,
mecnun, müderris, şeyh, mütevelli, sadât, muaf, talebe, hatib, huffaz, hademe-i zaviye vb. gibi
zümreler ile mustahfızan-ı kal'a, sipahiler, asesler vs. gibi guruplar ve kadı, sancakbeyi,
dizdar, alaybeyi, gibi idareci ve subaylarla bunların kapı halkı dahil değildir.
Bunlar tahrirlere hâne veya mücerred olarak değil neferen olarak kaydedilmişlerdir.
Elimizdeki dört tahrir defterinden sadece 1523 tarihli olanında bahse konu zümreler hakkında
teferruatlı kayıtlar mevcuttur. Buna göre 1523'te sancaktaki vergiden muaf zümrelerin
dağılımı şu şekildedir;
1179 Rifat Özdemir, “Osmanlı Döneminde Antalya’nın Fizikî…”, s. 1397-1398; Aynı Yazar, “Osmanlı
Döneminde Antakya’nın Fizikî ve Demografik Yapısı (1709-1860”, Belleten, C. LVIII, Nisan, 1994, S. 221’den
ayrıbasım, TTKB., Ankara, s.135-377.
1180 Özdemir, “Avârız ve Gerçek-Hâne…”, s. 1605.
1181 "Cemaat-i Ucuşlu ki, der nefs-i Şehr-i Musul mütemekkinend", BOA, TD., 195, s.109; BOA, TD., 308, s.166;
BOA, TD., 660, s.234. Evceşlü cemaati 1523 tarihli tahrir defterinde ise, şehrin mahalleleri içerisinde
kaydedilmiştir. Bk. BOA, TD., 998, s.72.
228
Tablo-11: Musul Sancağındaki idarî ve askerî sınıf (1523)
No Görevli Adı Sayısı No Görevli Adı Sayısı
1 Mirliva 1 6 Kethüda 1
2 Kadı 1 7 Mustahfızân-ı Kal’a-ı Musul 69
3 Zuema 2 8 Dizdar 1
4 Cebelu 6 9
Mustahfızân-ı Kal’a-i Ayn-Safna ve
Tikrit 129
5 Sipahi 90 Toplam 300
Muaf Olan Diğer Zümreler
1 Sadât 27 8 Nazır 2
2 Muaf 25 9 Şeyh 3
3 Müderris 1 10 Mütevelli 7
4 Talebe 1 11 Hademe-i Zaviye 29
5 Hatib 2 12 Huffaz 4
6 Eimme 15 13 Pir-i Fâni ve ‘ama ve ‘amil ve ma’lul
ve mecnun
64
7 Müezzin 10 Toplam 190
Tablo-11’deki 300 neferlik idarî ve askerî zümrenin 73'ü nefs-i Musul'da
yaşamaktadır. Bunlar, mirliva, kadı, dizdar, kethüda ve mustahfızlardır. Muaf olan diğer
zümreyi oluşturan 190 neferin ise 185'i şehirde meskûndur. Bu durumda Musul şehrinde
ikâmet eden muafların toplamı 258'dir. Bunları şehirdeki müslüman nüfusa, beş muafı ve
Ayn-Safna ile Tikrit kalelerinde görevli 129 mustahfızı da hâne itibarı ile köy nüfusuna dahil
edeceğiz. Geriye kalan iki zuema, altı cebelü ve 90 sipahi ise dirlik sahipleri nüfusuna dahil
edilecektir.
1540 ve 1558 tarihli tahrir defterlerinin icmallerinde sadece bazı askerî ve idarî sınıf
kaydedilmiş olup, diğer muaf zümreler kaydedilmemiştir. 1575 tarihli tahrirde ise, muaflar ile
askerî ve idarî görevliler hakkında herhangi bir kayıt yoktur. 1540 ve 1558 tahrirlerinde
kaydedilen askerî ve idarî sınıfın dağılımı şu şekildedir;1182
Tablo-12: Musul Sancağındaki İdarî ve Askerî Sınıf (1540-1558)
No Görevli Adı (1540) Sayısı No Görevli Adı (1558) Sayısı
1 Mirliva 1 1 Mirliva 3
2 Kadı 1 2 Kadı 3
3 Zuema 5 3 Zuema 9
4 Cebelu 3 4 Cebelu 3
5 Sipahi 67 5 Sipahi 76
Toplam 77 Toplam 94
Yine 1540 tarihli defterin incelenmesiyle elde edilen rakamlara göre şehirde toplam 10
imâm, bir hatib, bir muaf, altı sadât ve 13 zevaidhor bulunmaktadır. Kale personelinin 100
1182 BOA, TD., 195, s.1; BOA, TD., 308, s.1.
229
kişi olduğunu1183 kabul edip, sancakbeyi, kadı, kethüda ve dizdarı da buna ilave edersek, 1540
yılı için toplam 135 hânenin şehirde kayıtlı müslüman vergi hânesine ilave edilmesi lüzumu
hâsıl olacaktır. Zuema, sipahi ve cebelü sayısının toplamı olan 75 rakamını ise sancaktaki
dirlik sahipleri sayısına ilave edeceğiz.
1558 tarihli tahrirde vergiden muaf zümreler; 18 imâm ve sekiz müezzinden ibarettir.
Ayrıca, dokuz sadât ve 35 zevaidhor da buna ilave edilmelidir1184. Kale personeli ve diğer
görevlileri 150 kişi kabul ettiğimiz vakit, toplam 220 hânenin şehirdeki müslüman hânesine
kaydı gerekecektir. Bu tarihte zuema, cebelü, sipahi toplamı olan 88 hâneyi de yine dirlik
sahipleri sayısına ilave etme yoluna gideceğiz.
1575 yılı tahririnde tespit edebildiğimiz vergiden muaf zümre sayısı beş imâm, dört
müezzin, 35 zevaidhor ve 10 sadâttan ibarettir. Kale personeli ve diğer görevlileri tahmini
olarak 200 kişi kabul ettiğimiz zaman, 1575 tarihinde Musul şehrinde vergiye tabi müslüman
hâne sayısına 254 hâne daha ilave etmemiz gerekecektir. 1575'te mevcut 106 sipahi ve 16
zuemayı ise dirlik sahiplerine hâne olarak ilave etme cihetine gideceğiz (Bk. Tablo-15).
Böylece, şehirdeki vergi mükellefi hâne sayıları ile muafları ve köylerdeki muaf zümre
sayısı ile dirlik sahipleri sayısını tespit etmiş bulunmaktayız.
Musul sancağında tespit ettiğimiz müslim ve gayrimüslim hâne ve mücerredleri ile
bunların artış oranları, müslim hâne ve mücerred sayısı ile gayrimüslim hâne ve
mücerredlerinin birbirlerine göre nispetleri tablo-13, 14 ve 15’te verildiği gibidir.
Tablo-13: Musul Sancağında Hâne ve Mücerredler (1523-1575)
Musul Sancağı 1523 1540 1558 1575
H M H M H M H M
Şehir
Müslim 1328 129 1476 276 1786 183 1918 458
G.müslim 552 65 780 - 797 - 963 -
Toplam 1880 194 2256 276 2583 183 2881 458
Köyler
Müslim 2235 527 2343 513 3340 739 3383 705
G.müslim 930 239 1296 338 1723 818 2485 566
Toplam 3165 766 3639 851 5063 1558 5868 1271
Aşiretler 1418 147 2103 183 3135 390 2652 336
1183 1523 tarihinde Musul kalesindeki mustahfız sayısı 69'dur. Bk. BOA, TD., 998, s. 83; 1613 yılı kayıtlarını
muhtevi 6833 no'lu Maliyeden Müdevver defterine nazaran da kale personeli 715 kişidir. Bk. MM., 6833, s.66.
Dolayısıyla 1540 yılı için tahminî olarak aldığımız 100 rakamının gerçeğe yakın bir rakam olduğunu tahmin
ediyoruz.
1184 BOA, TD., 308, s.18-19, 21-23, 24-29, 30-31, 184-185.
230
Şehir, Köy ve
Aşiretler
Müslim
4981 803 5922 972 8261 1312 7953 1499
G.müslim 1482 304 2076 338 2510 818 3448 566
Genel Toplam 6463 1107 7998 1310 10781 2130 11401 2065
Kısaltmalar H: Hâne M: Mücerred
Tablo-14: Müslim ve Gayrimüslim Hâne ve Mücerredlerin Artış Nispetleri (%) (1523-1575)
Musul Sancağı 1523-40 1540-57 1558-75 1523-1575
H M H M H M H M
Şehir
Müslim 11 114 21 -93 7 150 44 255
G.müslim 41 - 2 - 21 - 74 -
Toplam 20 42 14 -93 12 150 53 136
Köyler
Müslim 5 -3 43 226 1 -5 51 34
G.müslim 39 41 33 480 44 -31 167 137
Toplam 15 11 39 706 16 -18 85 66
Aşiretler 48 25 49 207 -15 -14 87 129 Şehir ve Köyler
Müslim
19 21 39 340 -4 14 60 87
G.müslim 40 11 21 480 37 -31 133 86
Genel Toplam 24 18 35 820 6 -31 76 87
Kısaltmalar H: Hâne M: Mücerred
Tablo-15: Müslim ve Gayrimüslim Hâne ve Mücerredlerinin Toplam İçerisindeki
Nispetleri (%) (1523-1575)
Musul Sancağı 1523 1540 1558 1575
H M H M H M H M
Şehir Müslim 70,6 66,5 65,5 100 69,1 100 66,6 100
G.müslim 29,4 33,5 34,5 - 30,9 - 33,4 -
Köyler Müslim 70,6 68,8 64,4 60,3 66 47,5 57,7 55,5
G.müslim 29,4 31,8 35,6 39,7 34 52,5 42,3 44,5
Şehir,
Köy ve
Aşiret
Müslim
77,1 72,5 74,1 74,1 76,7 61,7 69,7 72,6
G.müslim 22,9 27,5 25,9 25,9 23,9 38,3 30,3 27,4
Kısaltmalar H: Hâne M: Mücerred
4.1.2. Gayrimüslim Nüfus
231
Musul şehrindeki gayrimüslimler 1523 tarihinde üç mahallede, 1540-1575 döneminde
ise dört mahallede yaşamakta olup, Hıristiyan ve Yahudi olmak üzere1185 başlıca iki dinin
mensuplarıdır (Bk. Şehrin Fiziki Durumu).
4.1.2.1. Hıristiyanlar
Hıristiyanlar tahrir defterlerinde erâmine olarak kaydedilmişlerdir. Erâmine "Ermeni"
kelimesinin çoğulu olmakla beraber, sadece Ermenileri ifade etmeyip1186, Süryani, Keldani,
Yakubi ve Nasturiler'i de muhtevidir.
Nitekim, Musul'a uğrayan seyyahlar şehrin dinî yapısından bahsederken hıristiyan
toplulukları da Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Yakubiler ve Nasturiler olarak
sınıflandırmışlardır1187
.
1523 yılı tahririne göre Musul şehrinin iki mahallesinde yaşayan hıristiyanların 521
hânesi ve 61 mücerredi mevcuttur. 17 yıllık süre içerisinde % 34 nispetinde artış gösteren
hıristiyan hâne sayısı 1540’ta 698'e yükselmiştir. 1558 tarihinde, bir önceki tahrire nispetle
hıristiyan nüfusu % 1 oranında azalarak 698 hâneden 692 hâneye gerilemiştir. Zira, bu tarihte,
1540 tahririne kıyasla Dergâh Mahallesi’ndeki hâne sayısı beş hâne artmış olmakla beraber,
Kal'a Mahallesi’nde dokuz hâne, Kerkugi Mahallesi’nde ise iki hâne azalmıştır. 1558-1575
tarihleri arasındaki dönemde hıristiyan hâne sayısında % 18 nispetinde bir artış meydana
gelerek 818 hâneye yükselmiştir.
4.1.2.2. Yahudiler
Musul şehrinde yaşayan bir diğer gayrimüslim unsur da Yahudilerdir. Kendi adları ile
anılan (Yahudiyân) mahallede meskûndurlar. 1523 tarihinde sadece 31 hâne ve dört
mücerredleri mevcutken, 1523-1540 yılları arasında % 165 nispetinde bir artış göstererek
1540’ta 82 hâneye yükselmiştir. Yahudi hânelerindeki artış daha sonraki yıllarda da devam
etmiştir. Nitekim, 1540-1558 arasında % 28 nispetinde artarak 105 hâneye, 1558-1575 yılları
arasında ise % 38 oranında artarak 145 hâneye yükselmiştir.
Musul şehrindeki Yahudi nüfusunun 1523-1575 tarihleri arasındaki artış nispeti % 368
olmuştur.
1518-1566 tarihleri arasındaki dönemde Harput ve Ruha (Urfa) sancaklarındaki
müslim ve gayrimüslim nüfusunun artış nispetlerinde de gayrimüslimler lehinde bir artış
1185 BOA, TD., 908, s.72; BOA, TD., 195, s.28-34; BOA, TD., 308, s.31-37; BOA, TD., 660, s.43-52.
1186 Mardin sancağındaki bütün hıristiyanlar için de erâmine tâbiri kullanılmıştır. Bk. Göyünç, age., s.77.
1187 Tavernier, age., s.192; J. S. Buckingham, Travels in Mesopotamia, II, London 1827, s.3; Moltke, age., s.170.
Ayrıca, 20. Yüzyılın başlarında Musul ve çevresinde arkeolojik çalışmalar yapan Herzfeld, Tigrisgebiet, s. 290.
232
olduğunu görmekteyiz. Nitekim, Harput sancağında 1518-1566 arasında müslüman nüfusun
artış nispeti % 92 iken, bu oran gayrimüslimlerde % 1711188, aynı tarihler arasında Ruha
sancağında müslümanlar % 104, gayrimüslimler % 195 nispetlerinde1189 artış göstermiştir.
Gayrimüslim nüfusun bu yüksek orandaki artışında Osmanlı idaresinin geniş
müsamahasının etkili olduğu şüphesizdir. Ancak aynı yüzyılda birçok sancakta görülen bu
yüksek artış oranını sadece bununla izah etmek doğru olmasa gerek. Zira, bu dönemde Batı ve
Kuzey Anadolu’dan doğuya, oradan güneye ve daha aşağılara doğru bir gayrimüslim nüfus
akışının mevcut olduğunu görmekteyiz1190. Bu gayrimüslim göçü sonunda birçok unsurun
Musul sancağına da gelip yerleşmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, aynı dönemde
sadece Musul şehrindeki gayrimüslim nüfusta değil, aynı zamanda sancağa bağlı köylerdeki
gayrimüslim nüfus da yüksek oranda artış göstermiştir.
4.2. Şehrin Tahmini Nüfusu
Gerek şehrin gerekse köylerin tahmini nüfusunu tespit edilirken, müslüman nüfus
vergiye tâbi olanlar ve muaflar olmak üzere iki gurupta ele alınacaktır. Vergiye tâbi nüfus,
tahrir defterlerinde verilen hâne sayılarının 7 katsayısı ile çarpılıp, mücerredlerin eklenmesi
ile bulunmuştur (Hâne x 7 + Mücerred).
Muaflar da yine iki gurupta ele alındı; medrese, câmi, zaviye, vakıf görevlileri, sadât,
muaf, pir-i fâni, a'mâ, ma'lul, şeyh vs. gibi vergi dışı olanlar "müteferrik" başlığı altında
toplayarak her biri bir hâne kabul edilip, 7 rakamı ile çarparak nüfusları belirlenme yoluna
gidildi. "Askerî Sınıf" başlığı altında ise, sancağın birinci derecedeki idarecileri ile kale
görevlilerinin toplamı yine 7 katsayısı ile çarpılarak nüfusları belirlenme cihetine gidildi.
Gayrimüslim nüfus da aynı şekilde hâne sayısının 7 katsayısı ile çarpılarak
mücerredlerin ilave edilmesi ile tespit edilmeye çalışılmıştır (Hâne x 7 + Mücerred).
Bu metodla tespit ettiğimiz Musul şehrinin nüfusu tablo-16 ve nüfusun artış oranı da
tablo-17’deki gibidir.
Tablo-16: Şehrin Tahmini Nüfusu (1523-1575)
Musul Şehri
1523 1540 1558 1575
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
1188 Ünal, age., s. 62.
1189 Turan, agt., s.75.
1190 Ünal, age., s. 61.
233
Müslim (Vergiye tabi) 1328 129 9425 1476 276 10608 1786 183 12559 1918 458 13884 Vergiden Muaf
Müteferrik 185 - 1295 31 - 217 70 - 490 54 - 378
Askeri Sınıf 73 - 511 104 - 728 150 - 105 200 - 1400
Toplam 1586 129 11231 1611 276 11553 2006 183 13154 2172 458 15662
Gayrimüslim (Vergiye
tabi)
552 65 3929 780 - 5460 797 - 5579 963 - 6741
Toplam Şehir Nüfusu - - 15160 - - 17013 - - 19678 - - 22403
Tablo-16’da görüldüğü gibi, hâne, mücerred ve muaf sayılarından hareketle 7
katsayısına göre bulunan şehir nüfusu 1523’te 15.160 kişi; 1540’ta 17.013 kişi; 1558’de
19.678 kişi ve 1575 tarihinde ise 22.403 kişidir.
1523 tarihinde şehrin 15160 kişilik nüfusunun 11231’i müslümanlardan oluşurken,
3929’u ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Bunların birbirlerine oranı ise; % 74 müslim, %
26 gayrimüslim şeklindedir (Bk. Grafik-I).
Şehrin nüfusu 1523-1540 tarihleri arasında %12’lik bir artışla 17013 kişiye
yükselmiştir. 17013 kişinin 11553 kişisi müslim iken, 5460 kişisi de gayrimüslimdir.
Dolayısıyla, bir önceki tahrire oranla müslüman nüfus % 3 nispetinde artmışken,
gayrimüslimlerde bu oran % 39’dur. Gayrimüslim nüfusun bu yüksek artışı şehirdeki müslimgayrimüslim nüfus oranlarının, müslümanlar için % 68 ve gayrimüslimler için % 32 olarak
değişmesine yol açmıştır (Bk. Grafik-I).
0
10
20
30
40
50
60
70
80
1523 1540 1557 1575
74
68
72 70
26
32
28
30
(%)
Yıllar
GRAFİK-1
Müslim ve Gayrimüslim Nüfusun Toplam
Şehir Nüfusuna Göre Oranı (1523-1575)
Müslim
Gayrimüslim
234
Musul şehrinin nüfusu 1540-1558 döneminde % 517’lik bir artışla 19678 kişiye
yükselmiştir. Bunların 14099 kişisi müslüman olup, toplam şehir nüfusuna nispetleri %
72’dir. Gayrimüslimler ise toplam 5579 kişidir. Bunların toplam şehir nüfusuna oranı da %
28’dir (Bk. Grafik-I). 1540-1558 döneminde müslim nüfus % 24 nispetinde artış
göstermişken, gayrimüslimlerde bu oran ancak % 2 olmuştur (Bk. Tablo-17).
1558-1575 tarihleri arasında, hem müslüman nüfusta hem de gayrimüslim nüfusta,
daha önceki dönemlere oranla, büyük artış olmuştur. Zira, bu dönemde şehrin toplam nüfusu
% 48 nispetinde artarak 22403 kişiye yükselmiştir. Bu 22403 kişinin 15662 kişisi müslim,
6742 kişisi gayrimüslimdir (Bk. Tablo-15). Bu durumda, bir önceki tahrire kıyasla müslüman
nüfusun artış nispeti % 40, gayrimüslimlerin % 72 olmuştur (Bk. Tablo-16). 1575 tarihinde
toplam şehir nüfusunun % 71’ini müslümanlar, % 29’unu ise gayrimüslimler teşkil etmektedir
(Bk. Grafik-I).
Tablo-17: Musul Şehri Nüfus Artış Oranı (1523-1575)
Musul Şehri 1523-40 1540-57 1558-75 1523-75
Müslim % 3 % 24 % 10 % 40
Gayrimüslim % 39 % 2 % 21 % 72
Toplam Nüfus Artışı 12 17 13 48
Tablo'da görüldüğü üzere 1523-1575 tarihleri arasındaki 52 yıllık sürede müslüman
nüfusunun artış oranı % 40 iken, gayrimüslim nüfusun artışı ise hemen hemen bunun iki
katına (% 72) yakın olmuştur. XVI. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'daki diğer bazı
Osmanlı sancaklarında da benzeri bir nüfus artışı söz konusudur. Mesela; 1518-1540 tarihleri
arasında Amid şehrinde müslüman nüfusunun artış nispeti % 13 İken gayrimüslim nüfusun
artış oranı % 95'tir1191. Yine Diyarbekir eyaletine tâbi bir sancak olan Mardin'de de müslüman
nüfus 1518-1540 tarihleri arasında % 17 oranında gerilemiştir. Halbuki aynı dönemde
gayrimüslim nüfus 1518-1540 arasında % 73,5; 1540-1564 döneminde de % 85 oranında
artmıştır1192
.
Öte yandan, toplam şehir nüfusu içerisindeki nispetlere bakıldığı vakit; 52 yıllık
sürede müslümanların % 4 azaldıkları, zımmilerin ise aynı nispette arttıkları görülmektedir
(Bk. Grafik-I).
1191 Nejat Göyünç, "XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu", Türkiye İktisat Tarihi
Semineri, Metinler / Tartışmalar, Ankara 1975, s.73.
1192 Göyünç, agm., 1975, s.76-77.
235
4.3. Köylerin Nüfusu
Diğer Osmanlı sancaklarında olduğu gibi, Musul sancağında da iktisadî ve içtimaî
hayatın yoğunlaştığı yerleşim birimleri köylerdir. Zira, halkın büyük bir kesimi geçimini
tarım ve hayvancılıkla sağladığı için nüfusun büyük bir ekseriyeti de köylerde meskûndur.
1523 tarihli tahrir defterinde Musul sancağına bağlı köy sayısı 108'dir. Bunlardan 96'sı
meskûn olup, 12'si ise nüfus bulunmayan virân veya hâli köylerdir. Meskûn köylerden 81'i
müslim, 10'u gayrimüslim ve beşi de karışık (müslim-gayrimüslim) köylerdir (Bk. Tablo-18).
1540’ta meskûn köy sayısı 85'e düşmüştür. Bunlardan 67'si müslim, 12'si
gayrimüslim, 6'sı ise karışık köylerdir. Meskûn olmayan köy sayısı ise 48'e yükselmiştir. Bir
önceki tahrire kıyasla meskûn müslüman köy sayısının % 19 nispetinde gerileyerek 67'ye
inmesinin izahını 1558 tarihli kanunnâmede bulmaktayız. Buna göre, halkın ürettiği
hububatın vergisi "ziyâde bahâ alınub reâyâya fevka'l-hadd zulm-u teaddi" edildiğinden
"ekseri terk-i diyâr idüb ve ba'zısı müflis ve muhtac..."
1193 hale gelmiştir. Ayrıca, Musul
sancağı dahilindeki aşiretlerin şekavetleri de meskûn köylerin boşaltılmasına yol açmış
olmalıdır. Her ne kadar 1540'lı yıllarda aşiretlerin köyleri bastıklarına dair herhangi bir belge
yoksa da daha sonraki tarihlerde bu tür hadiselere sıkça rastlamaktayız.
1558 tarihili tahrirde meskûn köy sayısı 115'e yükselmiştir. Bu 115 köyün 96'sı
müslim, 12'si gayrimüslim ve yedisi karışık köylerdir. Meskûn olmayan köy sayısının ise 31'e
gerilediğini görmekteyiz.
1575'te meskûn köy sayısı 102'ye düşmüştür. Bu durum ise, daha önce Musul
sancağına bağlı olan Eski Musul'un 12 köy ile beraber Diyarbekir beylerbeyliğine
bağlanmasından kaynaklanmıştır1194
. Meskûn durumdaki köylerden 83'ü müslim, 12'si
gayrimüslim ve yedisi her iki unsurun birlikte yaşadıkları yerleşim yerleridir. 1575'te meskûn
olmayan köy sayısı 30'a gerilemiştir (Bk. Tablo-18).
1193 BOA, TD., 308, s.5. 1558 tarihli kanunnâmede bu bidatler ref edilmiştir.
1194 BOA, TD., 660, s.1.
236
Tablo-18: Tahrirlere Göre Musul Sancağına Bağlı Köy Sayısı (1523-1575)
Musul Sancağı 1523 1540 1558 1575
Meskûn Köyler
Müslim 81 67 96 83
G. Müslim 10 12 12 12
Karışık 5 6 7 7
Toplam 96 85 115 102
Gayri Meskûn Köyler (Hâli) 12 48 31 30
Genel Toplam 108 133 146 132
Tabloda da görüleceği üzere müslüman köy sayısı, gayrimüslim köy sayısından çok
fazladır. Ancak gayrimüslim köy sayısı az olmakla beraber kalabalık bir nüfus barındırmakta,
halbuki müslüman köyler daha az nüfusa sahiptir.
Müslim ve gayrimüslim unsurların birlikte yaşadıkları köy sayısı 1523'te beş, 1540’ta
altı ve 1558-1575 tarihlerinde ise yedişer adettir. Bu köylerden Karakuş ve Geremilis'te
gayrimüslim nüfus çoğunlukta iken, Ayn-Safna, Nasıri, Ba'şika, Bağdere ve Bâşbeyti
köylerinde ise müslüman nüfus daha fazladır. Bu arada, Ayn-Safna'daki gayrimüslimler
Yahudi’dir.
4.3.1. Müslüman Nüfus (Vergiye Tâbi Hâne Sayıları İle Muaflar)
1523 tahririne göre müslüman köylerdeki vergi hânesi toplamı 2235, mücerredler ise
527'dir (Bk. Tablo-13). Bu tarihte meskûn durumdaki müslüman köy sayısı 81'dir. Ancak,
müslüman nüfusun bir kısmı da karışık (müslim-gayrimüslim) köylerde yaşadığına ve bu
köylerin sayısı 5 adet olduğuna göre, 2235 hâneyi 86 köye böldüğümüzde köy başına düşen
müslüman hâne sayısı 26 olarak çıkmaktadır. İlerdeki sayfalarda temas edileceği üzere, gayri
müslim köylerde bu rakam müslüman hânelerinin üç katı civarındadır.
1523 tarihli tahrire göre, müslüman köylerdeki vergi hâneleri toplam köy hânelerinin
% 70,6'sını oluşturmaktadır (Bk. Tablo-15).
1540 tarihinde köylerdeki müslim vergi hâneleri 2343, mücerredler ise 513'tür (Bk.
Tablo-12). Meskûn müslüman köy sayısı (karışık köyler dahil) 73 olduğuna göre, köy başına
32 hâne düşmektedir. Bu tarihte gayrimüslim köylerdeki hâne sayısı müslüman köylerin iki
katı civarındadır. Diğer yandan, 1540 tarihinde müslüman köylerin vergi hâneleri toplam köy
hânelerinin % 64,4'ünü oluşturmaktadır ki, bir önceki tahrire kıyasla % 6,2 nispetinde bir
düşüş meydana gelmektedir (Bk. Tablo-15).
237
1558'de müslüman köylerdeki vergi mükellefi hâne sayısı 3340, mücerredler de
739'dur (Bk. Tablo-12). 1558'de müslümanların meskûn oldukları köy sayısı 103 adet
olduğuna göre, köy başına yine 32 hânenin düştüğü görülmektedir. Müslüman köylerdeki
hânelerin toplam köy hânelerine oranı ise % 66'dır (Bk. Tablo-15).
1575 tarihinde müslüman köylerdeki hâne toplamı 3383, mücerred toplamı 705'tir (Bk.
Tablo-12). Müslümanlar 90 köyde meskûn olup, köy başına 38 civarında hâne düşmektedir.
Bu daha önceki tahrirlere nazaran bir artışın olduğunu göstermektedir. Ancak, bu tahrire göre
gayrimüslim hânelerinde daha fazla artış olduğu için, müslüman hânelerinin toplam köy
hânelerine nispeti % 57,7'ye düşmüştür.
Dikkatimizi çeken hususlardan biri de 1523-1575 tarihleri arasında sancağa bağlı
müslüman ve gayrimüslim köylerdeki hânelerin artış nispetidir. Zira, bu süre içerisinde
müslüman hânelerin artış nispeti % 43 iken, gayrimüslim hânelerde bu oran % 166’dır.
4.3.2. Gayrimüslim Nüfus
Osmanlı yönetimindeki pek çok sancakta olduğu gibi, Musul sancağındaki
gayrimüslimler de Bizans imparatorluğunun bakiyesidir. Tahrir defterlerinde Cemaat-i
Erâmine veya sadece Erâmine başlığı altında kaydedilen gayrimüslim nüfus içerisindeki
Ermeni, Süryani, Keldani vs. gibi unsurların nispetlerini tespit etmek mümkün olmamaktadır.
Nefs-i Musul'da olduğu gibi, köylerde yaşayan gayrimüslimler de hıristiyan ve
yahudiler’den ibarettir.
4.3.2.1. Hıristiyanlar
1523'te Musul sancağında 10 gayrimüslim köy mevcuttur. Ancak, her iki unsurun
birlikte yaşadığı 5 köyün 1'inde müslim-yahudi, diğer 4 köyünde ise müslim-hıristiyan nüfus
bulunduğundan, hıristiyan nüfusun meskûn olduğu köy sayısı 14'tür. Bu köylerin sayısı
1540’ta 17'ye, 1558-1575 tarihlerinde ise 18'e yükselmiştir.
Öte yandan, 1523 tahririne göre köylerdeki hıristiyan hâne sayısı 906, mücerredler ise
239'dur. 1540 tahririnde hıristiyan hâneleri % 70,8 nispetinde artarak 1279'a yükselmiştir.
Mücerred sayısı da 338'den ibarettir. 1558'de hıristiyan hâne adedi 1700'dür ki, bir önceki
tahrire kıyasla artış nispeti % 32,9'dur. 1558 tarihinde mücerred sayısı da 818'e yükselmiştir.
1558-1575 tarihleri arasında köylerdeki hıristiyan hânelerinin % 44,8 nispetinde artarak
2462'ye çıktığını görmekteyiz. Mücerred sayısı ise 564'tür.
Dikkat edilirse hıristiyan hâne sayısının tahrirlere göre artış nispeti bir hayli yüksektir.
238
Zira, sadece hâne sayıları baz alındığında 1523-1575 yılları arasındaki 52 yıllık sürede
hıristiyan hânelerinin artış nispeti % 171,7'dir.
4.3.2.2. Yahudiler
Musul şehrinde kendi adları ile anılan (Yahuda, Yahudiyân) mahallede meskûn olan
Yahudiler'den başka, Ayn-Safna köyünde de yahudi nüfusun meskûn olduğunu görmekteyiz.
Ayn-Safna köyünde yahudiler’den başka, müslümanlar da yaşamaktadır.
1523 tahririne Ayn-Safna'da 24 yahudi, 32 de müslüman hânesi mevcuttur. Bir sonraki
tahrirde Yahudi hâne sayısı % 29 nispetinde azalarak 17'ye düşmüştür. Ancak bu düşüş
sadece yahudi hâneleri için söz konusu değildir. Zira, aynı dönemde müslüman hâne sayısı da
% 40 oranında azalarak 19'a inmiştir. 1558 tarihinde ise yahudi hâne sayısı 23'e, müslüman
hâne adedi de 27'ye yükselmiştir. 1575'te yahudi hânesi yine 23 iken, müslüman hâne
sayısının 35'e yükseldiğini görmekteyiz.
Köylerde yaşayan gayrimüslimlerin (Hıristiyan-Yahudi) toplam hâne içerisindeki
nispetleri ile şehirde yaşayanların nispetleri arasında ilginç benzerlikler görülmektedir. Zira,
1523'te gayrimüslim hânelerinin oranları hem şehirde hem de köylerde % 29'dur. 1540’ta
Musul şehrindeki gayrimüslim hâne oranı % 35'e, köylerde ise % 36'ya yükselmiştir. 1558’de
gayrimüslimlerin şehirdeki nispetleri % 31'e gerilemişken, köylerdeki oranları ise % 34'e
gerilemiştir. Nihayet, 1575'te şehir bazında gayrimüslim hâne nispeti % 33'e yükselmiş, köy
bazında ise % 42'ye çıkmıştır.
Görüldüğü gibi, Musul şehrindeki gayrimüslim hânelerinin arttığı dönemlerde,
köylerde de artış olmuş, şehirde azaldığı dönemlerde ise köylerde de düşüş olmuştur. Ancak,
1540’tan itibaren köylerdeki hâne artış nispetleri biraz daha fazla olmuştur.
Toplam hâne içerisindeki müslim-gayrimüslim nispetlerine baktığımızda; müslüman
hâne nispetlerinin % 70-77 (bu oranlara aşiret hâneleri de dahildir), gayrimüslimlerin ise %
23-30 oranında olduğu görülmektedir. Hâne ve mücerred verilerini nüfusa çevirip, çıkan
rakama dirlik sahipleri ve diğer muaf zümreleri ilâve ettiğimizde; 1523-1575 tarihleri
arasındaki dönemde, kır nüfusu bazında, müslüman nüfusun % 71-80; gayrimüslim nüfusun
ise % 20-29 oranlarında değiştiği tespit edilmektedir (Bk. Grafik-II).
Şehir nüfusunu tespit etmek için takip edilen usul kır nüfusunun hesaplanmasında da
uygulanmıştır. Buna göre, önce müslim nüfusun vergiye tâbi olanları ile muaflarının sayısı
tespit edildikten sonra toplamları alınmıştır. Daha sonra gayrimüslim hâne ve mücerredleri
tespit edilmiştir. Nihayet, aşiretlerin de mevcudu tespit edildikten sonra kır nüfusunun toplamı
239
bulunmuştur. Buna göre, tablo 19’daki rakamlar ortaya çıkmıştır.
Tablo-19: Kır Nüfusu (1523-1575)
Köylerde
1523 1540 1558 1575
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Hâne Mcr.
Hâne X 7
+ Mcr.
Müslim (Vergiye tabi) 2235 527 16172 2343 513 16914 3340 739 24119 3383 705 24386
Vergiden Muaf
(Müteferrik)
134 - 938 - - - - - - - - -
Toplam 2369 527 17110 2343 513 16914 3340 739 24119 3383 705 24386
Gayrimüslim (Vergiye
tabi)
930 239 6749 1296 338 9410 1723 818 12879 2485 566 17961
Toplam Köy Nüfusu - - 23859 - - 26324 - - 36998 - - 42347
Aşiretler (Müslim,
vergiye tabi)
1418 147 10073 2103 183 14904 3135 390 22335 2652 336 18900
Müslüman Kır Nüfusu
Toplamı
- - 27183 - - 31818 - - 46454 - - 43286
Toplam Kır Nüfusu
(Müslim-G. müslim)
- - 33932 - - 41228 - - 59333 - - 61247
Kısaltmalar: Mcr.: Mücerred (Bekar)
1523-1540 yılları arasında müslim köy nüfusunda % 1 nispetinde bir azalma
olmuşken, gayrimüslim köy nüfusu % 39 oranında artmıştır. 1523-1540 yılları arasında
müslüman köylerdeki nüfusun % 1 oranında azalmış olması, halkın ürettiği hububattan alınan
verginin “ziyâde bahâ alınub reâyâya fevka’l-hadd zulm-u teaddi” edilmesinden dolayı
çoğunun “terk-i diyâr idüb”, bazısının “müflis ve muhtac”
1195 olmasından kaynaklanmış
olabileceğini tahmin ediyoruz.
Dikkat çekici bir diğer husus ise, aynı yıllar arasında şehirdeki müslüman nüfus ancak
% 3 gibi düşük bir artış göstermişken, gayrimüslim nüfusun ise, tıpkı köylerde olduğu gibi, %
39 oranında artmış olmasıdır.
1540-1558 devresinde müslüman nüfus, şehirde % 24 oranında, köylerde ise % 43
oranında artmıştır. Aynı dönemde gayrimüslim nüfusun artış nispeti şehirde % 2 oranında
iken, köylerde de % 39'dan % 37'ye gerilediği görülmektedir.
1558-1575 arasında şehirdeki müslüman nüfusunun artış oranı % 10'dur. Köylerde ise
sadece % 1'dir. Köylerdeki müslim nüfusun artış nispetinin % 42'den % 1'e gerilemesi,
nispeten 1575 tarihinde yapılan bazı idarî düzenlemelerle alakalıdır. Zira, bu tarihte Musul
sancağına bağlı 12 köy Diyarbekir eyaletine bağlandığından dolayı, 1558-1575 arasındaki
müslüman köy nüfusunda da bir azalmayı intac etmiştir.
1195 BOA, TD., 308, s.5.
240
1523-1575 tarihleri arasındaki 52 yıllık dönemde müslüman nüfus şehir bazında % 40,
köy bazında % 43 nispetlerinde artmışken; gayrimüslim nüfus ise şehir bazında % 72, köy
bazında da % 166 oranlarında artmıştır. Görüldüğü gibi gerek köy bazında olsun gerekse şehir
bazında olsun gayrimüslim nüfusun artış oranı müslim nüfustan çok fazladır (Bk. tablo:20).
Tablo-20: Kır Nüfusunda Artış (1523-1575) (%)
Kır Nüfusu 1523-40 1540-57 1558-75 1523-75
Müslim % -1 %43 %1 %43
Gayrimüslim %39 %37 %39 %166
Toplam %10 %41 %14 %77
Müslim Kır Nüfusu Artışı %17 %46 % -7 %59
Toplam Kır Nüfusu Artışı 22 44 3 80
Aşiretlerin nüfusuna baktığımızda da 1523-1558 tarihleri arasında % 122 oranında
artmış olduğunu görmekteyiz. Ancak, 1558-1575 döneminde % 15 nispetinde bir gerileme
söz konusudur. Bunun sebebi ise, daha önce ifade edildiği üzere, 1575 tahriri yapılırken Dasni
taifesinin perakende olması sebebiyle kaydedilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Zira,
bu aşiret Musul sancağı dahilindeki en kalabalık aşirettir. 1558'de 801 hânesi mevcutken
1566'da hâne sayısı 1201'e yükselmiştir1196. Dolayısıyla 1575'te bu aşiretin hâne sayısının
1200'ün üzerinde olduğunu tahmin etmek zor olmasa da kayıtlara geçmediği için 1558-1575
döneminde aşiretler nüfusunda % 15 nispetinde bir azalmanın gözükmesine yol açmıştır.
1196 MM., 269, s. 71.
241
4.4. Aşiretlerin Nüfusu
Yukarıda da bahsedildiği üzere, Musul sancağı sınırları dahilinde önemli miktarda
aşiret meskûndur. Tahrir defterlerindeki kayıtlara geçtiği kadarıyla Musul sancağı dahilinde
meskûn aşiretlerin hâne ve mücerred dağılımı şöyledir; 1523’te 1418 hâne, 147 mücerred;
1540’ta 2103 hâne, 183 mücerred; 1558’de 3135 hâne, 390 mücerred ve 1575’te 2652 hâne
ile 336 mücerred (Bk. Tablo-9, 12, 18).
Hâne sayıları 7 katsayısı ile çarpılıp, çıkan sonuca mücerredler ilave edildiği zaman;
Musul sancağı dahilinde 1523 tarihinde 10073 kişi, 1540 tarihinde 14904 kişi, 1558’de 22335
kişi ve 1575 tarihinde de 18900 kişilik aşiret nüfusu ortaya çıkmaktadır (Bk. Tablo-13).
Bu aşiret nüfusunun toplam sancak nüfusuna oranı 1523’te % 20; 1540’ta % 25;
1558’de % 27 ve 1575’te % 22’dir (Bk. Grafik-III). Toplam sancak nüfusu içerisindeki oranı
sürekli artan aşiretlerin 1575 tarihinde, bir önceki tahrire kıyasla % 5 oranında düşerek %
22’ye gerilemesi, Dasni taifesinin bu tarihte perakende olmasından dolayı tahrir kayıtlarına
geçmemesinden kaynaklanmaktadır.
4.5. Dirlik Sahibi Askerilerin Nüfusu (Hâne)
Bu başlık altında, eldeki verilerden hareketle zaimler, sipahiler ve bunların cebelüleri
tespit edilmeye çalışılacaktır.
242
Tahrir defterlerindeki kayıtlardan zaim ve sipahilerin sayısı tespit edilebilmektedir.
Sancak gelirlerinden timar ve zeametlere ayrılan yekunlar ile sancakbeyinin has miktarından
hareketle cebelü sayıları tespit edildikten sonra, bunlar hâne olarak alınıp nüfusa çevrilecektir.
Bilindiği gibi, timar sahipleri gelirlerinin 2000 akçalık kılıç hissesinden sonraki her
3000 akçası için; keza sancakbeyi de haslarının her 5000 akçası için bir cebelüyü sefere
götürmek mecburiyetindedir.
1523 tarihinde Musul Sancakbeyi hasları toplamı 344469 akça olduğuna göre, en az
68 cebelü beslemek zorundadır. Bu tarihte ikisi zaim, 90'ı sipahi olmak üzere toplam 92 dirlik
sahibi mevcuttur. Bunların tasarrufundaki timar-zeamet tutarı ise 641672 akçadır. 92 dirlik
sahibinin kılıç hisseleri (2000 x 92) 184000 akça tutmaktadır. Zeamet-timar geliri olan
641672 akçadan kılıç hisseleri'ni çıkarıldığında geriye 452672 akça kalmaktadır. Bu meblağ
da 3000'e bölündüğünde (timar sahipleri kılıç hisserinden sonraki her 3000 akça için bir
cebelü beslemek mecburiyetinden olduklarından), 92 dirlik sahibinin en az 152 cebelü
beslemek zorunda oldukları ortaya çıkar.
Aynı metod diğer tahrirlerdeki verilere uygulandığında; 1540’ta sancakbeyinin 112;
beş zaimin 35; 67 sipahinin 90 cebelü; 1558'de sancakbeyinin 74; 9 zaimin 83; 76 sipahinin
85 ve 1575 tarihinde ise sancakbeyinin 86, 16 zaimin 149 ve 106 sipahinin ise en az 126
cebelü beslemek mecburiyetinde oldukları anlaşılmaktadır.
Tablo-21: Musul Sancağındaki Dirlik Sahibi Askerilerin Nüfusu
(Hâne Olarak) (1523-1575)
No Dirlik Sahipleri 1523 1540 1558 1575
1 Zaim 2 5 9 16
2 Sipahi 90 67 76 106
3 Sancakbeyi Cebelüleri 68* 112* 74* 86*
4 Sipahi Cebelüleri 152* 125* 168* 275*
Toplam 312 309 327 483
* = Tahmini rakamlar
4.6. Toplam Sancak Nüfusu
Yukarıdan beri izah ede geldiğimiz şehir, köy, aşiret ve dirlik sahibi askerilerin
nüfusunun toplamını aldığımızda, tablo 22'deki gibi, Musul sancağının toplam nüfusu
bulunmuştur.
243
Tablo-22: Musul Sancağı Toplam Nüfusu (1523-1575)
Musul Sancağı 1523 1540 1558 1575
Şehir
Müslim 11231 11553 14099 15662
Gayrimüslim 3929 5460 5579 6741
Şehir Toplamı 15160 17013 19678 22403
Köy
Müslim 17110 16914 24119 24386
Gayrimüslim 6749 9410 12879 17961
Köy Toplamı 23859 26324 36998 42347
Dirlik Sahibi
Askeriler
Müslim 2184 2163 2289 3381
Aşiretler Müslim 10073 14904 22335 18900
Şehir, Köy, Askeriler
ve Aşiretler Toplamı
Müslim 40598 45534 62842 62329
Gayrimüslim 10678 14870 18458 24702
Toplam Sancak Nüfusu (Müslim-G. Müslim) 51276 60404 81300 87031
Tablo 22'de görüleceği gibi Musul sancağı toplam nüfusu 1523'te 51.276 kişi; 1540’ta
60.404 kişi; 1558'de 81.300 kişi ve 1575 tarihinde ise 87.031 kişidir.
Bu nüfusun artış oranlarına baktığımızda ise; 1523-1540 arasında % 17,8, 1540-1558
arasında % 34,6, 1558-1575 arasında % 7 ve 1523-1575 tarihleri arasındaki 52 yıllık sürede
de % 69,7 oranlarında artmış olduğunu görmekteyiz.
Köy nüfusu, toplam sancak nüfusu içerisinde en yüksek oranı oluşturmaktadır. 1523
tarihinde köy nüfusunun nispeti % 46,5'tir. 1523-1540 arasında yaklaşık % 3 nispetinde
gerileyerek % 43,6'ya düşmüştür. Ancak, daha sonraki yıllarda köy nüfusunun toplam sancak
nüfusu içerisindeki oranının artmış olduğunu görmekteyiz. 1540-1558 arasında % 1,9
oranında artarak, toplam nüfusun % 45,5'ine ulaşmıştır. 1575'te ise toplam nüfusun %
48,7'sini teşkil etmektedir (Bk. Grafik-III).
244
Musul sancağı toplamı içerisinde aşiretlerin nüfusu da büyük bir orana sahip olup,
sürekli artış göstermiştir. Zira, 1523'te aşiretlerin nüfusu toplam sancak nüfusunun % 20'sini
teşkil ederken, 1540’ta % 25’e ve 1558'de ise % 27'e yükselmiştir. 1558-1575 yılları arasında
aşiretlerin nüfusu % 22'ye gerilemiş görünmekle beraber, daha önce de üzerinde durduğumuz
gibi, bu durum 1575 tahririnde Dasni taifesinin kayda geçmemiş olmasından
kaynaklanmaktadır.
Toplam sancak nüfusunun nispî dağılımı ise grafik-III’teki gibidir. Buna göre, şehir
nüfusu 1523 tarihinde toplam sancak nüfusunun % 29,6'sını teşkil etmektedir. Ancak, daha
sonraki tarihlerde şehir nüfusu nispetinde düşüş olmuştur. Nitekim, 1540’ta % 28,2'ye,
1558'de % 24,2'ye kadar gerilemiş, 1558-1575 yılları arasında ise % 1,5 oranında artarak %
25,7'ye yükselmiştir.
Nihayet, Toplam sancak nüfusunun müslim ve gayrimüslim oranları şöyledir; 1523’te
% 79 müslim, % 21 gayrimüslim; 1540’ta % 75 müslim, % 25 gayrimüslim; 1558’de % 77
müslim, % 23 gayrimüslim ve 1575 tarihinde % 72 müslime karşılık % 28 gayrimüslim
şeklindedir (Bk. Grafik-III).
GRAFİK-III
Toplam Sancak Nüfusunun Nispi Dağılımı (1523-1575)
0
1 0
2 0
3 0
4 0
5 0
6 0
7 0
8 0
9 0
Şehir Nüfusu Köy Nüfusu Dirlik Sahibi
Askeriler
Aşiretler Müslüman G.müslim
(%)
1523 1540 1557 1575
245
BEŞİNCİ BÖLÜM
İKTİSADİ DURUM
Osmanlı sancak veya eyaletlerinin iktisadî yapısının şekillenmesinde, genelde devletin
takip ettiği ekonomik politikaların yanında, sancak veya eyaletlerin bulunduğu bölgenin
coğrafî yapısı, iklimi, ulaşım imkânları vs. gibi unsurlar da belirleyici rol oynamaktadır.
Herhangi bir sancak veya eyaletin belli bir dönemdeki iktisadî durumunu belirleyebilmek için
de bahse konu bölgede yetiştirilen ürünlerin çeşit ve miktarları, beslenen hayvan sayısı, cinsi
ve alınan vergi miktarları ile varsa ticarî malları ve bunlardan elde edilen gelir tutarlarını
ayrıntılı bir şekilde gösteren bilgiler gerekmektedir.
Bu bilgileri ise Tahrir Defterlerinden yeterli bir şekilde elde etmek mümkündür.
Araştırmamızın zaman sınırı 1523-1639 olmasına rağmen, elimizdeki dört tahrir defterinin
sonuncusu 1575 tarihlidir. Fakat, bilindiği üzere bu dönemdeki Osmanlı iktisadî ve içtimaî
yapısı hızlı bir değişim süreci yaşamadığı, ayrıca bu defterlerden çıkardığımız bilgilerin
detaylı ve düzenli olması, XVII. Yüzyıldaki durumunu da aydınlatacak ölçüde olduğuna
inanıyoruz.
1. ZİRAÎ HAYAT VE ZİRAAT SAHALARI
1.1. Çiftlik
Muasırı diğer devletlerde olduğu gibi, Osmanlı devleti ekonomisinin temelini de ziraat
teşkil etmekte olup, toplumun büyük bir kısmı bu alanda çalışıyordu. Osmanlı devletindeki
arazi ise mirî, mülk veya vakıftır. Mülk arazilerin rekabesi (çıplak mülkiyeti) şahıslara ait
iken, tasarrufu ise bazen şahıslara bazen de devlete ait olabilirdi. Dolayısıyla, devlet mülk
olan bir araziyi gerektiğinde kendisi tasarruf eder veya tasarruf hakkını istediğine verebilirdi.
Bu durumda mülk sahibi toprağın ancak şer’i vergilerini alabilirdi. Vakıf arazilerin mülkiyeti
ise bir anlamda kamuya aittir. Zira, bu tür toprakların tasarrufu ve gelirlerinden faydalanma
246
vakfedilen maksada ait olup, mülkün tasarrufu sosyal hizmetlere tahsis olunduğu için
kamulaşmış oluyordu1197
.
Miri toprakların mülkiyeti ise devlete aittir. Ancak tasarrufu devlete veya şahıslara ait
olabilirdi. Mirî toprakların has, zeamet ve timar gibi gelirlerine göre ünitelere bölünenlerinin
tasarrufu devlet tarafından tevcih edilen kimselerindir. Bunlar birtakım vazife ve
mükellefiyetler karşılığında toprağın bazen şer’i ve örfi vergilerini birlikte tasarruf
ederlerdi1198. Mirî arazinin bir de çiftlik şekli vardır ki, bu tür araziler birtakım parçalar
halinde onları işleyebilecek olan köylülere “tapu resmi” denilen peşin bir kira mukabilinde
bırakılmıştır1199
.
Bu çiftlik arazilerinin hudutları bulunduğu mahale ve arazinin verim gücüne göre
değişmektedir1200. Diyarbekir eyaleti umumi kanunnâmesinde âlâ yerden 80, evsât yerden 100
ve edna yerden 150 dönümlük ekilebilir arazi birer çiftlik olarak tavsif edilmiştir1201
.
Fethedildikten sonra Diyarbekir eyaletine bağlanan ve uzun seneler bu statüde kalan Musul
sancağındaki çiftliklerin büyüklükleri de bu şekilde hudutlandırılmıştır: “Bir çiftlik yüz
dönümdür ve her dönümün eni ve uzunu yürümek adımiyle kırk adım hesabı üzre ve yüz
dönüm denilen yer evsatü’l ahvaldir ve ol yer ki su basar â’lâ ve her yıl ekilür ola seksan
dönümü bir çiftliktir ve edna olan yer ki yüzelli dönümü bir çiftliktir. Bu tafsil ekilür
yerderir”
1202
.
Bu ziraat alanları tahrir defterlerinde “çift ” (çiftlik), “nim çift”, ve “zemin” gibi adlarla
belirtilmektedir. Musul sancağında bu tür ziraat sahaları “çift” ve “nim çift” büyüklüğünde
iken, bazı Osmanlı sancak veya kazalarında da “çift” ve “nim çift”’lerin yanısıra “birbuçuk
çift”, “iki çift”, “ikibuçuk çift” ve hatta “üç çift” büyüklüğünde olabilmektedir1203
.
Bunların dışında defterlerde “zemin” olarak kaydedilen arazi parçaları da mevcuttur.
Zeminler “nim çift” ten daha küçük ziraat sahaları olup, kanunnâmelerde genellikle “ufak
arazi parçası tarla” manasında geçmektedir1204. Musul sancağında zeminler, âlâ yerden iki
dönüme bir akça ve ednâ yerden üç dönüme bir akça “resm-i zemin” ödemek şartıyla, ziyade
1197 Mithat Sertoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Toprak Dirliklerinin Çeşitli Şekilleri”, VI. TTK., 20-26
Ekim, 1961, Ankara 1967, s.281-282.
1198 Sertoğlu, agm., s. 281-282.
1199 Ömer Lütfi Barkan, “Çiftlik”, Türkiye’de Toprak Meselesi I, İstanbul 1980, s. 789.
1200 Barkan, “Çiftlik”, s. 790.
1201 Ömer Lütfi Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî
Esasları I, Kanunlar, İstanbul 1943, s. 131-132.
1202 BOA, TD., 308, s.5; BOA, TD., 660, s. 2.
1203 Turan, agt., s. 85-90; Emecen, age., s.223, 231-232.
1204 İnalcık, age., Giriş, XXIX.
247
yer ekmek isteyen veya ziraat sahasına dışarıdan geçici süre için gelen raiyyet (haric
raiyyet)’in tasarrufuna verilirdi1205
.
Musul sancağında ziraate elverişli alanlar daha çok Musul nahiyesinde bulunmaktadır.
Bunu ‘Acuz ve Ayn-Safna nahiyeleri takip etmektedir. 1523 tarihli tahrir defterinin
mufassalına sahip olmadığımız için bu tarihte Musul sancağında mevcut çiftliklerin sayısı
hakkında bilgi sahibi değiliz.
1540’ta toplam 1053 çiftlik mevcuttur. Bunların 502’si tam (% 48), 551’i nim (% 52)
çiftliktir. Tam çiftliklerin 329’u (% 66) Musul, 89’u (% 18) Acuz, 32’si (% 6) Ayn-Safna
nahiyeleri köylerinde, keza nim çiftliklerin ise 490’ı (% 89) Musul, 8’i (% 1) Acuz ve 22’si
(% 4) de Ayn-Safna nahiyelerine bağlı köylerdedir. Bu tarihte köylerde mevcut olan
müslüman hâne sayısı 2343 olduğuna göre (gayrimüslim reaya da toprak tasarruf etmekle
beraber bunlardan çift resmi alınmadığı için tasarruflarındaki toprak ve çiftliklerin miktarı
hakkında bilgi sahibi değiliz), % 45’i çiftlik tasarruf etmektedir.
1558’deki çiftlik toplamı 1294’tür. Bunların 596’sı (% 46) tam çift, 698’i (% 54) ise
nim çifttir. Bu çiftliklerin nahiyelere göre dağılımı ise şu şekildedir; Musul nahiyesi 425 (%
71) tam çift, 639 (% 92) nim çift; Acuz nahiyesi 87 (% 15) tam, 18 (% 3) nim çift; Ayn-Safna
nahiyesi 46 (% tam çift, 21 (% 3) ise nim çift. 1558 tarihinde Musul sancağındaki
müslüman hane sayısı 3344’tür. Bunlardan 1294’nün çiftliği bulunduğuna göre, çiftlik
tasarruf edenlerin oranı % 39’dur.
1540-1558 arasındaki 17 yıllık zaman zarfında tam çiftliklerin sayısı 502’den 596’ya,
nim çiftler ise 551’den 698’e yükselmiştir. Her iki tür çiftlik sayısı da artmış gibi görünmekle
birlikte, genel toplam içindeki oranlarını aldığımızda nim çiftlerin oranı % 52’den % 54’e
yükselirken, tam çiftlik oranlarının ise % 48’den % 46’ya düştüğü ortaya çıkmaktadır.
Tablo-23: Musul Sancağında Toprak Tasarrufu (1540-1575)
No Yıllar Hâne Tam Çift %
Nim Çift %
Tam ve Nim
Çift Toplamı %
1 1540 2343 502 21 551 24 1053 45
2 1558 3344 596 18 18 21 1294 39
3 1575 3382 770 23 23 21 1474 44
1575 tarihli tahrir kayıtlarında ise Musul sancağında toplam 1474 çiftlik tespit
etmekteyiz. 770’i (% 52) tam çift, 704’ü (% 48) de nim çifttir. 770 tam çiftin 649’u (% 84)
1205 BOA, TD., 308, s. 5; BOA, TD., 660, s. 3, “Bir kimesne kendü yerinden ziyade yer eker olsa âlâ yerden iki
dönüme bir akça ve edna yerden üç dönüme bir akça resm-i zemin vire ve hâricden gelüb ziraat eden dahi ol
minval üzre resm-i zemin vire”.
248
Musul nahiyesi, 11’i (% 1) Acuz nahiyesi ve 59’u (% da Ayn-Safna nahiyesi; 704 nim
çiftin de % 92’si olan 646 çifti Musul, % 3’ü olan 22’si Acuz ve yine % 3’üne tekabül eden
21’i Ayn-Safna nahiyesi köylerinde bulunmaktadır. Bu tarihte müslüman hane sayısı 3382
olduğuna göre çiftlik sahipleri % 44’lük bir nispet teşkil etmektedir.
1540-1575 tarihleri arasındaki 35 yıllık sürede reayanın işlediği çift sayısındaki artış
ile hâne sayısındaki artış oranlarının hemen hemen aynı olduğunu görmekteyiz. Zira 35 yılda
çiftlik sayısındaki artış % 40 iken, aynı dönemde nüfus artış oranı da % 44’tür.
Tablo-24: Musul Sancağında Nahiyelere Göre Toprak Tasarrufu (1540-1575)
No Nahiyesi 1540 1558 1575
H TÇ NÇ H TÇ NÇ H TÇ NÇ
1 Nefs-i Musul 2182 46 21 2332 31 12 2748 37 8
2 Musul Nahiyesi 2154 329 490 3155 425 639 3275 649 646
3 Acuz Nahiyesi 114 89 8 91 87 18 - 11 22
4 Ayn-Safna Nahiyesi 75 32 22 98 46 21 107 59 21
5 Nahiyesi Tespit Edilemeyen - 6 10 - 7 8 - 14 7
Toplam 4525 502 551 5676 596 698 6130 770 704
Kısaltmalar H: Hâne TÇ: Tam Çift NÇ: Nim Çift
Öte yandan Musul sancağında çiftlik tasarruf edenler arasında belli bir oranda da nefsi şehir reayasının bulunması dikkat çekicidir. Gerçekten 1540’ta mevcut 1053 çiftliğin 67’si
(% 6,39), 1558’de 1294 çiftliğin 43’ü (% 3,34) ve 1575’te ise toplam 1474 çiftliğin 45’i (%
3,02) nefs-i Musul reayası tasarrufundadır. Şehir reayasının ziraat yaptığı alanlar ise, şehre
yakın mezra ve köyler olmalıdır. Nitekim, tahrir defterlerindeki bazı kayıtlar da bunu teyit
etmektedir. Zira Musul nahiyesine bağlı Ağcakend mezreası şehir reayasının ziraat alanı
idi1206
.
Diğer yandan şehir reayası ziraat sahalarından bir çift tasarruf ettiği vakit, çift resmi
öder, fakat çifti bıraktığı anda bundan kurtulurdu. Halbuki köylü reaya böyle bir durumda
genellikle çift resmini ödemeye devam ederdi1207 (Çift resmi için Bk. şahsa bağlı vergiler
kısmı).
1.2. Hassa Çiftlikler
Reayanın tasarrufundaki topraklardan başka, doğrudan doğruya sipahilerin elinde
bulunan ve "kılıç yeri" tâbir edilen hassa çiftlik ve çayırlar da vardır. Bazen bağ, bahçe ve
değirmenler de "hassa" olarak kaydedilebilmektedir. Sipahi tasarrufundaki bu nevi çayır, bağ,
değirmen ve tarlaları, tamamen şahsî ve serbest bir anlaşma usulü ile arzu edilen bir şekilde
kiraya da verebilir, fakat satamazdı. Bu sebepten bu tür hassa çiftlikler ile bağ, bahçe ve
1206 BOA, TD., 308, s.34; BOA, TD., 660, s.52, “Mezrea-i Ağcakend tâbi-i Musul. Şehir reayası ziraat idüb, hâsılı
böyle hesab olunmuşdur”.
1207 Halil İnalcık, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul, 1993, s.39.
249
değirmenler tımarın "kılıç yeri" ne bağlı demirbaşlar veya makam maaşları şeklinde özel
durumlarını muhafaza etmiş, ancak XVI. yüzyıldan itibaren önemi ve mahiyetini tamamen
kaybetmiştir1208
.
Tahrir defterlerinde Musul sancağında "hassa çiftlik” kaydının geçmemesine karşılık,
"asiyab-ı hassa","zeminha-i dekâkin-i hassa" ve "dekâkin-i hassa" gibi kayıtlar mevcuttur1209
.
Bu tür yerlerin gelirleri ise padişah hassı, sancakbeyi hassı veya vakıf olarak ayrılmıştır.
Bu arada, Musul sancağında mahiyetleri hakkında herhangi bir bilgi mevcut olmayan
bazı küçük ziraat alanlarının da bulunduğu belirtilmelidir. Nitekim bu tür yerler has, zeamet
veya tımar olarak ayrılan vergi ünitelerinde kaydedilmiştir. "Çevlik" (çevlek, çevlük)1210
adıyla tarif edilen bu arazi parçaları 1523'te 31; 1540'ta 55; 1558'de 57; ve 1575'te 63
parçadan (kıta') ibarettir1211. Bu tür araziler "mezra-i çevlik-i ..." şeklinde kaydedildikleri gibi,
genelde "Çevlik-i Selimiye", "Çevlik-i Feyyaz", "Çevlik-i Hacı Ali", "Çevlik-i Kasım" gibi
şahıs isimleri ile zikredilmeleri dikkat çekicidir. Tahrir defterlerindeki kayıtlardan anladığımız
kadarıyla bu çeşit zirai alanlar daha çok dicle ve zap nehirlerinin her iki yakasında (doğu-batı:
der şarki, der garbi) yer almaktadır. Bu sahalar köy veya mezra sınırları içindeki, genellikle
reayanın kendi ihtiyaçlarını temin maksadıyla sebze, bağ, bostan vs. yetiştirdikleri küçük
tarlalar olmalıdır.
1.3. Mezralar
Meskûn olmayan ziraat alanlarıdır. Türkçe tam karşılığı "ekinlik"tir1212
. Mezralar
genellikle ahalisi dağılmış eski iskân yerleridir. Bundan dolayı genellikle sınırları bellidir.
Nitekim, 13 Kasım 1571 tarihinde Bağdat muharririne yazılan bir hükümde; Musul sancağı
sipahilerinden bir kısmının tasarrufunda olup, hudutları belli olan bazı köy ve mezraların
sınırları içinde mezra olduğuna dair âlâmeti olmayan yerlerin ayrıca birer mezra olarak
reayaya tımar tarikiyle verilmiş olduğu; hududu muayyen olan mezra ve karyelerin sınırları
içindeki yerlerin ayrıca mezra olarak kayd ve tevzi edilmesinin önlenmesi istenmiştir1213
.
Diğer taraftan defterlerde mezralar yakın bir köyün ekinliği, ziraat yaptığı yer olarak
1208 Barkan, “Çiftlik”, s.792.
1209
BOA, TD., 998, s.48; BOA, TD., 660, s. 53.
1210 Kelime olarak; çevre, etraf (girdap), manalarına gelmektedir. Bk. Yeni Tarama Sözlüğü, TDKY., Ankara
1983, s. 54.
1211 BOA, TD., 998, s. 76, 90; BOA, TD., 195, s. 1,45, 46-47, 50, 76, 135; BOA, TD., 308, s.1, 60, 83, 97, 104-
105, 107; BOA, TD., 660, s. 76, 183, 190-191, 205-206.
1212 İnalcık, age., Giriş, XXIX; Bahaettin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, KTBY., Ankara, 1985, s.45,
221 no'lu dipnot.
1213 Mühimme, 16, s.351.
250
tayin edilebildiği gibi hâriç raiyyetin veya aşiretlerin gelip işledikleri topraklar da
yazılabilirlerdi1214
.
Tahrirlere göre Musul sanacağındaki mezraların sayısı 1523’te 94; 1540'ta 204;
1558'de 350 ve 1575'te ise 358'dir (Bk. Ek-II). 1523'te mezra olarak kaydedilen yerlerden bir
kısmının daha sonraki dönemlerde iskân edildiğinden dolayı karye statüsü kazandıklarını,
yine 1523'te karye olarak kayıtlı olan bazı yerleşim birimlerinin ise sonraki dönemlerde mezra
kaydedildiklerini görmekteyiz.
Mezraların gelirleri 50 ile 11.998 akça arasında değişmektedir. Bir kısım mezraların
geliri karye hâsılı içerisinden gösterildiğinden gelir miktarını tespit etmek mümkün
olamamaktadır. Mezralarda elde edilen toplam gelir, 1523'te 143.561 akça; 1540'ta 223.288
akça; 1558'de 480.904 akça ve 1575'te 563.723 akçadır. Gelirleri karye hâsılları içerisinde
yazılan mezralar bu tutarlara dahil edilmemiştir.
1.4. Hububat Üretimi
İmparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi, Musul sancağında da iktisadî hayatın
ağırlık noktasını tarım üretimi teşkil etmektedir. Ziraat sektörünün en başta gelen mahsulü ise
hububat, özellikle de buğday ve arpa üretimidir.
1.4.1. Hububat ve Bakliyat Üretimi
1.4.1.1. Buğday (Hınta)
İnsanların vazgeçemeyecekleri temel gıda gıda maddesi olan buğday, hemen hemen
her türlü iklim şartlarında yetiştirilebildiği için her köy veya mezreada üretilmektedir. 1523
tarihli tahririn mufassalı mevcut olmadığı için bu tarihteki hububat üretimi tespit
edilememektedir. 1540'ta Musul Sancağında üretilen buğday toplamı 6067725 Kg. (237345
kile, İstanbul kilesi = 25,565 kg)'dır (Bk. Tablo-26). Sancağın nüfusu 60404 olduğuna göre,
kişi başına yaklaşık 100 kg. buğday düşmektedir. Keza bu da çift-hâne (nim ve tam çiftlik
tasarruf eden toprak sahibi aile) başına ortalama 5762 kg. buğday üretildiği manasına
gelmektedir.
1558'de buğday üretimi % 33'lük bir artışla 8025365 kg. (313920 kile)'a yükselmiştir
(Bk. Tablo-26). Çift-hâne başına gerçekleşen ortalama üretim ise 6201 kg’dır. Bu tarihte kişi
başına düşen buğday miktarı da yaklaşık 99 kg.'dır.
1214 BOA, TD., 195, s.6,39,46,50-51,73,81,84,86-88,92,94,107,133; BOA, TD., 308, s.52,59,79,81,128; BOA,
TD., 660, s. 72,127,131,134,159,162,164,191.
251
1575'te buğday üretimi bir önceki tahrire göre % 5 nispetinde aratarak 8408584 kg.
(328910 kile)'a yükselmiştir (Bk. Tablo-26). Fakat çift hane başına üretilen miktar 5705 kg’da
kalmıştır. Kişi başına düşen buğday miktarı ise yaklaşık 97 kg.'dır.
Görüldüğü gibi 1540'ta kişi başına düşen buğday miktarı 100 kg. iken, bu miktar
1558'de 99 kg’a, 1575 tarihinde ise 97 kg'a düşmüştür. Her ne kadar 1540-1575 tarihleri
arasında buğday üretimi % 39 oranında artmışsa da, aynı dönemde nüfus artışının % 44
oranında olması, kişi başına düşen buğday miktarının azalmasına yol açmıştır.
1.4.1.2. Arpa (Şair)
Musul Sancağında buğdaydan sonra en fazla üretilen hububat arpadır. 1540'ta üretilen
toplam arpa miktarı 5828027 kg. (227969 kile) olup, çift-hâne başına düşen üretim 5535
kg'dır. Arpa üretimi 1558'de % 35 nispetinde artarak 7872026 kg. (307922 kile)'a
yükselmiştir. Çift-hâne başına üretim de 6083 kg'a ulaşmıştır. 1575'te bir önceki tahrire
nispetle arpa üretimi % 6'lık bir artışla 8358349 kg. (326945 kile)'a çıkmıştır (Bk. Tablo-26).
Bu tarihte çift hane başına üretim 5671 kg. olmuştur.
Arpa üretiminin 1540-1575 tarihleri arasındaki artış nispeti ortalama % 44'tür.
1.4.1.3. Darı (Dıhn)
Darı hem yiyecek olarak hem de hayvan ve kuş yemi olarak kullanılan bir üründür.
Musul sancağında üretimi yapılan hububat içerisinde buğday ve arpadan sonra darı
gelmektedir. 1540'ta 946928 kg. (37040 kile) darı üretilmiştir ki, çift-hâne başına ortalama
799 kg'a tekabül eder.
Bir önceki tahrire kıyasla % 30 nispetinde düşüş gösteren darı üretimi 1558'de 592111
kg (23161 kile)'a düşmüştür. Çift-hâne başına üretim ise 458 kg.'da kalmıştır. Darı üretiminin
1575'te de azalmış olduğunu görmekteyiz. Zira, bir önceki tahrire oranla % 13 civarında
üretim düşüşü ile toplam üretim 512655 kg (20053 kile)'da kalmıştır (Bk. Tablo-26). Çifthâne başına üretim ise 348 kg'a gerilemiştir. 1540-1575 yılları arasındaki düşüş oranı yaklaşık
% 40 civarındadır.
Diğer yandan, XVI. yüzyılda darı üretiminin diğer bazı Osmanlı sancaklarında da
azalmış olduğunu müşahade etmekteyiz. Zira 1518-1566 tarihleri arasında Harput ve Ruha
sancaklarındaki darı üretimi de belli nispetlerde düşmüştür1215
.
1.4.1.4. Susam (Küncid, Simsim)
1215 Ünal, age., s.101-102; Turan, agt., s.100-101.
252
Buğday, arpa ve darıdan sonra en fazla üretilen hububattır. 1540'ta 13; 1558' de 18 ve
1575' de 17 köyde susam üretimi yapılmaktadır.
1540'ta üretilen susam toplamı 82831 kg (3240 kile)' dır. Her çift-hâneye düşen üretim
miktarı 79 kg' dır. 1558' de % 29 nispetindeki üretim düşüşüyle 58780 kg (2300 kile)'a
inmiştir. Bu tarihte çift-hâne başına düşen üretim 45 kg' dır.
Susam üretimi 1575' de bir önceki tahrire kıyasla % 9 civarında artarak 64168 kg
(2510 kile )'a yükselmiştir (Bk. Tablo-26). Çift-hâne başına üretim de 44 kg. olmuştur. Musul
sancağında susam üretiminin 1540-1575 yılları arasındaki düşüş nispeti ise % 23 tür.
1.4.1.5. Mısır (Gâvers)
Mısır üretimi 1540 tahririne nazaran üç mezra ve 42 köyde yapılırken, 1558 tahririne
göre sadece bir köyde yapılmaktadır. 1575 tahririnde ise mısır üretimi ile ilgili herhangi bir
kayıt yoktur.
1540 yılındaki ürün 878413 kg (34360 kile)' dır. Bu meblağdan alınan vergi tutarı
24720 akçadır. 1558'de sadece bir köyde mısır ekiminin yapılması, ürünün 13213 kg (515
kile)'a düşmesine sebep olmuştur (Bk. Tablo-26). Bu tarihteki vergi miktarı 618 akçadan
ibarettir.
1.4.1.6. Mercimek
Musul sancağında az da olsa mercimek üretimi de yapılmaktadır. 1540'ta Sendânik
Girmâve ve Ayn-Safna köylerinde mercimek üretimi yapılırken, 1558 ve 1575' de bu
köylerde artık mercimek üretilmediği görülmektedir. Bu son iki tarihte sadece Tilkif köyünde
üretim yapılmaktadır.
1540'ta toplam 3207 kg. (125 kile), 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 2950 kg. (115 kile)
mercimek üretilmiştir (Bk. Tablo-26). Dolayısıyla mercimek üretimi 1540 tarihinden sonra %
8 nispetinde düşmüştür. 1558-1575 yılları arasında ise sabit kalmıştır.
1.4.1.7. Çeltik
Çeltik ziraatı bol su ve büyük emek gerektirdiğinden yalnızca birkaç köyde
yapılmaktadır. 1540 tarihli tahrirde çeltik ziraatının yapıldığına dair herhangi bir kayıt yoktur.
1558'de iki, 1575'te ise dört köyde çeltik ziraatı yapılmaktadır.
Çeltik üretimi 1558'de 28761 kg. (1125 kile) iken, 1575'te % 58'lik bir artışla 45308
kg. (1775 kile)'a yükselmiştir (Bk. Tablo-26). Çift-Hâne başına düşen üretim miktarı 1558'de
22, 1575'te 31 kg'dır.
253
1.4.1.8. Keten Tohumu (Bezir-i Ketân, Zegrek)
1216
Musul sanacağında üretilen bir diğer hububat türü de keten tohumudur. 1540'ta iki
köyde üretim yapılırken, bu sayı 1558'de 28, 1575'te ise 30 köye yükselmiştir.
1540 tahririne göre 14700 kg (575 kile) keten tohumu üretilmişken, bu miktar dokuz
kat artarak 1558' de 135316 kg (5293 kile)' a yükselmiştir. Ancak 1575 de % 8 nispetinde bir
üretim düşüşüyle elde edilen keten tohumu 124578 kg (4873 kile) olmuştur (Bk. Tablo-25).
1.4.1.9. Pamuk (Penbe)
Dokuma sanayinin vazgeçilmez bitkisi olan pamuk genellikle sulu olan bölgelerde
yetişmektedir. Musul sancağında pamuk üretimi özellikle Musul, Ayn-Safna ve Acuz
nahiyelerinde yapılmaktadır. Musul'da dokuma sanayii ileri bir düzeyde olduğu için, elverişli
arazilerde pamuk üretimi yapılmıştır. Bu hususta şehirdeki iktisadî faaliyetler ve ticarî hayat
anlatılırken ayrıca bilgi verilecektir.
Sancakta 1540 tarihinde 35570 men pamuk yetiştirilmiştir. 1558 tahririne göre
yetiştirilen pamuk miktarı 23700 mene inmiştir ki, bir önceki tahrire kıyasla % 34 nispetinde
bir düşüşün olduğu ortaya çıkmaktadır. 1575 tahririne göre pamuk üretimi 24848 men
olmuştur (Bk. Tablo-25). Bu durumda bir önceki tahrire kıyasla % 5 nispetinde bir artış
olmuştur.
1.4.1.10. Bağcılık (Bağat)
Musul Sancağında bağcılık da yaygındır. Hububat ekimine müsait olmayan yerlerde
de yetişebilmesi ve bakımının fazla emek gerektirmemesi bunda etkili olmuştur. Üretim alanı
daha çok Musul nahiyesine bağlı ziraat sahalarıdır.
1558 ve 1575 tarihli kanunnâmelere göre Musul Sancağında "resm-i bağat" adı altında
müslümanlardan her 100 kök (tegek)'ten dört akça, gayr-i müslimlerden ise her 100 kök
bağdan altışar akça alınmaktadır1217
.
1540 tarihinde 34375 kök; 1558'de 381016 kök ve 1575'te ise 422834 kök bağ
mevcuttur (Bk. tablo-25). Şu hususu açıklamakta fayda görüyoruz ki, Geremlis köyü müslimgayrimüslim nüfusun birlikte yaşadığı bir köy olduğu için, bağların köklerini tespit ederken
1216
Keten tohumu mahsulü tahrir defterlerinde “Bezir-i Ketân” adı altında verilmişken, Histebâd köyündeki
üretim ise "Zegrek" ismi altında kaydedilmiştir ki, bu da keten tohumu manasındadır. Bk. Yeni Tarama Sözlüğü,
s.257, Yalnız "Bezir-i Ketân" başlığı altında verilen ürünün resmi fiyatı her üç tahrirde de 15 akça iken, "Zegrek"
başlığı altında verilen ürünün resmi fiyatı ise 1540 tahririnde 25, diğer tahrirlerde ise 30 akçadır. Bk. BOA, TD.,
195, s.73; BOA, TD., 308, s.76; BOA, TD., 660, s.66.
1217 BOA, TD., 308, s.5; BOA, TD., 660, s.2.
254
nüfusun % 15'i müslim olduğu için, alınan verginin % 15'inin müslimlerden ve % 85'inin ise
gayrimüslimlerden alındığı hesabiyle tespit ettik.
Tablo-25: Musul Sancağında Bağcılık (1540-1575)
No Köyler 1540 1558 1575
Kök Sayısı Resim Kök Sayısı Resim Kök Sayısı Resim
1
2
3
4
Necmi
Geremlis
Bâhinduva
Meşrefi
7500
26875
-
-
300
1500
-
-
14350
358333
833
7500
574
20000
50
300
17500
394167
1167
10000
700
22000
70
400
Toplam 34375 1800 381016 20924 422834 23170
1.4.2. Meyve ve Sebze Üretimi (Zeytin, Bostan, Piyâz)
Tahrir defterlerindeki kayıtlardan Musul sancağında bostan ve bahçe ziraatının de
yapıldığını görmekteyiz. Sancak kanunnâmesinde ağaç meyvelerinden 1/7 oranında öşür
alındığı belirtilmiştir1218. Fakat hasıllar kısmında sadece zeytin resmi kaydedilmiş olup, diğer
ağaç meyveleri hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Diğer yandan, Sebze ürünlerinden alınan
vergiler "öşr-i besâtin" adı altında toplanmış, kuru soğan (piyâz) vergisi ise "resm-i piyâz"
başlığı altında toplanmıştır.
1.4.2.1. Zeytin Üretimi
1540’ta sadece Ba’şika köyünde, 1558-1575 tarihlerinde ise Ba’şika ve Bâhizan
köylerinde zeytin üretimi yapılmaktadır. Ancak, tahrir defterlerinde zeytin miktarı
kaydedilmeyip, sadece akça olarak alınan vergi miktarı verildiğinden, üretilen zeytin miktarı
hakkında bilgi sahibi değiliz.
1.4.2.2. Sebze (Bostan) Üretimi
Musul sancağında üretilen her çeşit sebze (Kavun, karpuz dahil)’nin vergisi öşür
(1/10) üzerinden alınmakta olup, "öşr-i besâtin" başlığı altında toplanmıştır. Sebze üretimi
pek çok köyde yapıldığı gibi, Nefs-i Musul reayasının da önemli miktarda sebze ürettiklerini
görmekteyiz. Zira şehir halkının ziraat yaptığı Ağcakend mezreasında "öşr-i bostan" adı
altında alınan vergi miktarı önemli bir yekûn tutmaktadır.
Diğer yandan üretilen sebze miktarı hakkında bilgi sahibi değiliz. Çünkü, defterlerde
sadece sebzeden alınan vergi miktarları (akça olarak) verilmiş olup, bu verginin ne miktar
sebzeden alındığı hususu kaydedilmemiştir.
1218 BOA, TD., 308, s.5; BOA, TD., 660, s.2.
255
1.4.2.3. Kuru Soğan (Piyâz) Üretimi
Önemli bir yiyecek maddesi olan kuru soğan üretimi de yaygındır. Keza, "resm-i
piyâz" adı altında alınan soğan vergisi gözardı edilmeyecek bir meblağ tutmaktadır. Fakat,
zeytin ve diğer sebzelerde olduğu gibi, kuru soğanda da toplam üretim miktarı hakkında bilgi
sahibi olamıyoruz.
2. VERGİLER
Bilindiği gibi, Osmanlı vergi sistemi bölgelerin coğrafi özellikleri, iklim şartları,
kültürel yapıları, ekonomik ve sosyal durumları nazar-ı itibara alınarak şekillendirilirdi. Bu
şartlar çerçevesinde belirlenen vergi oran ve miktarları ise tertip edilen kanunnâmelerde
teferruatlı bir şekilde kaydedilirdi. Buna göre zira, ticari ve sınai faaliyetlerden ne miktar
vergi alınacağı tek tek belirlenirdi.
Elimizde mevcut dört tahrir defterinde de kanunnâmeler mevcut olup, Musul
sancağında hangi hizmet veya üretimden ne miktar vergi alınacağı ayrıntılı bir şekilde tespit
edilmiştir.
2.1. Ziraî Vergiler
2.1.1. Öşür
Toprak mahsullerinden ve bu meyanda hububattan mahsul (aynî) olarak alınan bir
vergidir. Öşür, kelime olarak onda bir manasında kullanılmaktadır. Fakat, Osmanlı
imparatorluğunda öşür adı altında alınan vergilerin nispeti, toprağın verimlilik derecesine,
sulama imkânlarına, yapılan ziraatın çeşidine ve mahalli örf ve adetlere göre büyük
farklılıklar göstermekte olup, mahsulün yarısı (1/2) ile onda biri (1/10) arasında
değişmektedir. Bazen ise her kaza hatta her köy için ayrı ayrı tespit edilmektedir1219
.
Diğer yandan devlete ait topraklar üzerinde ziraat yapan çiftçilerin, bu toprakların
daimî ve irsî bir kiracısı konumunda olmaları hasebiyle elde ettikleri mahsulden her sene öşür
adı altında ödedikleri vergiler bir toprak kirası veya harac-ı mukaseme mahiyetindedir.
Mukaseme, bölüşme manasına gelmektedir. Çiftçi ziraat yaptığı arazinin harac-ı mukasemesi
(toprak kirası)'nden başka, ayrıca her sene resm-i çift adı altında nakdi bir vergi daha
ödemektedir ki, buna da harac-ı muvazzafa denilmektedir1220
.
2.1.1.1. Hububat Öşrü
1219 Ömer Lütfi Barkan, “Öşür”, İA., C. IX, İstanbul 1993, s.485.
1220 Barkan, “Öşür”, s.485; Ebul'ula Mardin, "Harac", İA., C. 5/1, İstanbul 1993, s.222; Ünal, age., s. 188; İsmet
Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), TTKB., Ankara 1990, s.188.
256
Hububat öşrü genelde aynî olarak alınmaktadır. Beylerbeyi, sancakbeyi, zeamet ve
timar sahiplerinin hububatın tahrir kıymeti üzerinden reayadan para istemeleri yasaktı1221. Bu
uygulama Musul sancağı için de geçerli olup, kanunnâmelerde "ve galle içün akça alınmayub,
aynı ile her cinsden cins galle alına" kaydı ile açıklanmıştır1222
.
1221 L. Güçer, age., s.55.
1222 BOA, TD., 308, s.5; BOA, TD., 660, s.3.
257
Tablo-26: Musul Sancağında Zirai Üretim (1540-1575)
No Köyün Adı
Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Kile) Penbe (Men)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
1 Karakuş 14100 15750 16000 16000 15200 21000 - - - - - -
2 Geremlis 15000 22500 22500 17500 14000 14500 - - - 7200 - -
3 Tilskuf 11000 19270 14500 7000 28960 27500 - - - - - -
4 Ayn-Safna 1000 1520 2750 1000 1180 2575 100 - - 1800 1200 1500
5 Sendânik 750 1360 1500 500 1635 1500 150 40 107,5 480 450 600
6 Bâristak 150 1220 1700 400 680 1250 - - - 480 450 600
7 Deyr-i Mihâyil 2000 750 2500 2010 1767,5 1500 - 250 405 - - -
8 Girmâvi 650 1190 1500 400 1192,5 1000 - - - 420 600 600
9 Merâvil 2500 2000 - 2500 1500 - 500 750 - - - -
10 Belâsin 1500 1835 - 1500 1665 - 500 1000 - - - -
11 Kâfirü'z-Zâmân 2380 2597,5 - - 515 - 4400 - - - - -
12 Alkuş 7000 12425 13000 8000 14000 14500 - - - - - -
13 Bâhizân 17500 19625 15000 12500 10775 10000 - - - 5400 6600 4800
14 Bozân 3500 3890 3800 3200 2335 2500 - - - - - -
15 Kusayr 1500 1500 2000 2000 1370 1750 - - - 780 240 420
16 Cerâhi (Haraci) 2275 4500 4950 2000 2465 2500 - 400 450 2100 1200 1200
17 Hatâre-i Küçük 3500 3500 3900 400 2215 3500 - - - - - -
18 Bâvreşân - 750 1250 - 530 1000 - - - - 24 84
19 Nasırî - 1250 1000 - 755 750 - - - - - 150
20 Ayn-Bakra 1500 2000 1750 500 872,5 1000 - - - 240 180 300
21 Bâkufe 5530 2590 2800 5649 4200 4550 - - - - - -
22 Kara Gözcek 2025 1017,5 1250 1500 1265 1000 - - - - - -
23 Bâsihre 4500 4750 4865 4000 2387,5 4500 - - - - - -
24 Hatâre-i Büzürg 7000 12250 12600 4900 8400 9450 - - 140 - - -
25 Tilkif 9100 10552,5 12600 7700 11788 14000 - - - - - -
26 Kâim 300 410 800 390 350 750 - - - 60 120 60
27 Histebâd 4730 4500 4750 3530 3000 3250 1000 1000 1000 1500 582 600
258
Tablo-26’nın devamı
No Köyün Adı
Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Kile) Penbe (Men)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
28 Bâtna 3500 3000 3750 2400 2447,5 3250 - - - - - -
29 Kantara 1500 1000 1550 1500 1937,5 1750 750 500 300 - - -
30 Bânbuhan 3540 10670 11500 3500 5330 6500 - - - - - -
31 Horuzân - 1250 1200 - 532,5 1000 - - - - - -
32 Deyr-i Bâ-Yusuf 400 547,5 500 800 552,5 500 500 250 100 - - -
33 Kaziye 400 250 500 1000 505 350 200 200 100 - - -
34 Şemseddin Depesi 500 897,5 1450 250 3000 1000 - 500 500 - - -
35 Bâ'şika 7500 14000 15000 7750 6000 6650 - - - 3300 3900 3960
36 Telmete 1785 2207,5 3050 1800 1250 2150 - - - - 120 210
37 Mehlebi 7500 4500 5000 2500 2987,5 4500 3250 2245 1500 900 600 600
38 Kâbâk Çöleği 1000 950 1000 1250 1167,5 1200 - - - - - -
39 Bâğdere 1750 7000 7650 2000 5000 6000 750 170 375 2400 2400 3000
40 Yârımca 4500 5250 7250 5500 6420 6750 250 250 250 - - -
41 Kebirân (Kâbirân) 1000 875 1050 500 387,5 400 300 100 150 60 159 180
42 Bakâk - 1100 1050 - 632,5 800 - - - - 360 360
43 Eski Musul 1000 1392,5 - 500 1250 - - 132,5 - 450 180 -
44 Bâşife 1500 1250 750 1000 662,5 400 650 150 100 - 264 210
45 Reşidiye 3500 3370 5000 4550 9120 6000 - 175 150 - - -
46 Şirehân nd. Akkend 2100 1000 1500 3000 5620 5500 - 400 400 - - -
47 Koyuncuk (Koyuncak) 2000 - 2005 1500 - 2000 1500 - - - - -
48 Ömerî 2250 2625 3250 1750 2307,5 3000 - 200 400 2100 360 48
49 Meşrefi 1750 1750 2200 1125 990 1350 - 100 100 1200 600 600
50 Nefirî 1250 - - 857,5 - - - - - - - -
51 Çeken 700 1210 1250 400 1000 1200 250 150 175 180 600 660
52 Dârbend 350 500 - 350 550 - 150 250 - - - -
53 Kabâklu 300 1000 1100 800 867,5 1100 600 250 300 900 210 240
54 Kâdıkendi 2000 2805 6000 5500 5000 5000 2000 1750 1000 - - -
55 Çakâllu 1600 1900 1000 1505 1155 1000 - - - - - -
259
Tablo-26’nın devamı
No Köyün Adı
Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Kile) Penbe (Men)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
56 Necmi 1000 1750 1800 1750 2400 2400 - - - 720 150 600
57 Kız Fehre 1000 1522,5 6000 4500 4750 5000 500 1170 750 - - -
58 Sultan Abdullah 1400 1330 1540 2100 2093 2170 700 700 1050 - - -
59 Asiyân - 600 1000 - 367,5 825 - - - - - -
60 Hillecük 2000 1565 1750 1950 1350 1100 - - - - - -
61 Bârume 2000 2500 2600 2500 3100 3200 - - - 200 300 320
62 Tariklu 800 - - 4000 - - - - - - - -
63 Bâşbeyti 1600 2000 2100 2100 2500 2600 - - - - - -
64 Bâzivay 800 1000 1100 2400 2800 2900 - - - - - -
65 İmâm Şemseddin Humusi 500 775 750 1000 960 1000 1500 1750 1825 - - -
66 Bâğviren 2000 1370 2600 1700 4000 4000 - - - - - -
67 Düvengâyib 2030 4550 5000 2000 2800 3000 - - - - - -
68 Bârtala 4250 7000 7750 4500 6000 7500 - - - - - -
69 Hasaniyye 600 1150 1500 400 485 1000 400 50 75 300 180 900
70 Bâhinduva 1850 2355 2750 2250 1130 2100 - - - 900 279 390
71 Munsarî 1000 710 800 900 800 750 - 130 130 - - -
72 Ahtebuk 1000 850 850 500 862,5 900 250 80 80 - - -
73 Ali Kuyusu 200 362,5 1500 600 352,5 825 - - - - - -
74 Beysân 2750 2250 2600 2750 2582,5 3000 - - 1250 - - -
75 Bâbent 850 1287,5 1600 900 1267,5 1600 - 250 250 - - -
76 Demürci Virânı 1350 1200 2050 1250 1507,5 1950 - - - - - -
77 Musayfine 4000 995 1000 3500 820 800 - 150 175 1500 - -
78 Vâne nd. Revâne 2220 2000 1800 1875 1665 1500 - - - - - -
79 Cemâlkendi 2130 2125 1500 2000 2750 2000 - - - - - -
80 Bâğure 710 1250 1925 850 760 1400 - - - - - -
81 Şeyh Ali 835 500 775 750 1085 1500 - - - - - -
82 Şeyh Mehmed 505 1655 1655 125 1250 1550 - - - - - -
83 Nevine (Nuniye) 5250 1750 2450 5250 6216 7000 - 318,5 350 - - -
Tablo-26’nın devamı
260
No Köyün Adı
Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Kile) Penbe (Men)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
84 Şeyh Ülyâ 800 1000 1500 2400 3000 2500 - - - - - -
85 Şeyh Süflâ 1000 1500 1600 2400 3000 3000 - - - - - -
86 Til Bizüm 1250 2500 - 1000 1750 - 300 500 - - - -
87 Cessâfi 900 1250 - 900 1400 - 400 600 - - - -
88 Burc 500 610 750 500 1050 1250 1500 1675 1750 - - -
89 Silâl (Selâl) 100 185 200 150 255 250 250 410 425 - - -
90 Batâte - 275 550 - 410 450 - 200 350 - - -
91 Şirin ve Canik - 1000 1500 - 1215 1250 - 250 250 - 324 324
92 Devâse - 250 600 - 360 450 - 100 100 - - -
93 Şirfi - 650 1050 - 487,5 1000 - - - - 180 300
94 Bâbâveled - 405 500 - 415 400 - - - - - -
95 Şuta nd. Ayn-Mâcid - 625 750 - 750 625 - - - - - -
96 Minârebâşı - 500 450 - 525 600 - - - - - -
97 Bâvcine nd.İmâm Amir - 3000 - - 2685 - - - - - - -
98 Sofuyân - 1250 - - 580 - - - - - - -
99 Bedriyye - 550 1500 - 490 1250 - - - - - -
100 Deyr-i Hâl - 1000 1000 - 592,5 825 - - - - - -
101 İmâm Fazliye - 2050 2550 - 2077,5 2250 - - - - 600 600
102 Til-i Mihyân - 285 400 - 300 425 - - - - - -
103 Şeyh Kara - 1650 875 - 390 750 - - - - - -
104 İzzi - 775 1500 - 1075 1150 - 100 115 - 48 132
105 Zara - 1030 1000 - 1155 1350 - - - - - -
106 Mâmis - 2000 - - 827,5 - - - - - - -
107 Kersek nd. Silik - 750 - - 82,5 - - - - - - -
108 Derincik - 1100 1120 - 4500 4200 - - - - - -
109 Alk - 750 1250 - 640 825 - 30 - - - -
110 Ümmü't-Tuse - 750 1450 - 1100 1500 - - - - - -
111 Cânbur - 825 1000 - 432,5 825 - - - - - -
Tablo-26’nın devamı
261
No Köyün Adı
Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Kile) Penbe (Men)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
112 Ketik - 370 450 - 320 400 - - - - 120 120
113 Aktâş - 405 500 - 250 450 - - - - 120 180
114 Üç Kubbe - 1005 1000 - 405 425 - 125 125 - - -
115 Şeyh Ömer - 1000 1500 - 680 950 - - - - - -
116 Üsküb (Meydan) - 950 - - 360 - - - - - - -
117 Tikrit - - - - - - - - - - - -
Mezra-i Ağcakend 12000 7470 6000 6000 16032 15000 3360 3360 3000 - - -
Mezra - - 2800 1552 - 3850 10080 - - - - -
Toplam 237345 313920 328910 227969 307922 326945 37040 23161 20052,5 35570 23700 24848
No Köyün Adı
Künci (Kile) Keten Tohumu (kile) Çeltik (Kile) Mısır (Kile)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
1 Karakuş - - - - 250 250 - - - - - -
2 Geremlis - - - - 350 350 - - - - - -
3 Tilskuf - - - - 17,5 50 - - - - - -
4 Ayn-Safna - - - - - - - - - - - -
5 Sendânik 25 25 25 - - - - - 50 - - -
6 Bâristak - - - - - - - - - - - -
7 Deyr-i Mihâyil - - - - - - - - - - - -
8 Girmâvi 20 20 30 - - - - - - - - -
9 Merâvil - - - - - - - - - - - -
10 Belâsin - - - - - - - - - - - -
11 Kâfirü'z-Zâmân - - - - - - - - - 4400 515 -
12 Alkuş - - - - 25 25 - - - - - -
13 Bâhizân - - - - 200 200 - - - - - -
14 Bozân 750 250 250 - - - - - - - - -
15 Kusayr 200 150 150 - 175 250 - - - - - -
16 Cerâhi (Haraci) - - - - - - - - - - - -
Tablo-26’nın devamı
262
No Köyün Adı
Künci (Kile) Keten Tohumu (kile) Çeltik (Kile) Mısır (Kile)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
17 Hatâre-i Küçük - - - - 300 300 - - - - - -
18 Bâvreşân - - - - - - - - - - - -
19 Nasırî - - - - - - - - - - - -
20 Ayn-Bakra - - - - - - - - - - - -
21 Bâkufe - - - - - - - - - - - -
22 Kara Gözcek - - - - - - - - - - - -
23 Bâsihre - - - - - - - - - - - -
24 Hatâre-i Büzürg - - - - - - - - - - - -
25 Tilkif - - 115 - 37,5 37,5 - - - - - -
26 Kâim - - - - 100 50 - - - - - -
27 Histebâd 250 120 175 75 200 100 - 625 650 - - -
28 Bâtna - - - - 250 350 - - - - - -
29 Kantara - - - - - 75 - - - - - -
30 Bânbuhan - - - - - - - - - - - -
31 Horuzân - - - - 605 75 - - - - - -
32 Deyr-i Bâ-Yusuf - - - - - - - - - - - -
33 Kaziye - - - - 100 75 - - - - - -
34 Şemseddin Depesi - - - - - - - - - - - -
35 Bâ'şika - - - 500 - - - - - - - -
36 Telmete - - - - 200 200 - - - - - -
37 Mehlebi 1000 500 500 - - - - - - - - -
38 Kâbâk Çöleği - - - - - - - - - - - -
39 Bâğdere 400 120 120 - - - - 500 1000 - - -
40 Yârımca - - - - 100 150 - - - - - -
41 Kebirân (Kâbirân) - - - - - - - - - - - -
42 Bakâk - - - - - - - - 75 - - -
43 Eski Musul 125 125 - - - - - - - - - -
44 Bâşife - - - - 100 100 - - - - - -
263
Tablo-26’nın devamı
No Köyün Adı
Künci (Kile) Keten Tohumu (kile) Çeltik (Kile) Mısır (Kile)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
45 Reşidiye - - - - - - - - - - - -
46 Şirehân nd. Akkend - - - - 100 200 - - - - - -
47 Koyuncuk (Koyuncak) 110 150 200 - - - - - - - - -
48 Ömerî - 100 100 - 125 100 - - - - - -
49 Meşrefi - - - - 150 150 - - - - - -
50 Nefirî - 25 30 - - - - - - - - -
51 Çeken - - - - 25 25 - - - - - -
52 Dârbend - - - - - - - - - - - -
53 Kabâklu 25 200 200 - - - - - - - - -
54 Kâdıkendi - - - - 1000 750 - - - - - -
55 Çakâllu - - - - - - - - - - - -
56 Necmi - - - - - - - - - - - -
57 Kız Fehre - - - - - 65 - - - - - -
58 Sultan Abdullah - - - - - - - - - - - -
59 Asiyân - - - - - - - - - - - -
60 Hillecük - - - - - - - - - - - -
61 Bârume - - - - - - - - - - - -
62 Tariklu - - - - - - - - - - - -
63 Bâşbeyti - - - - - - - - - - - -
64 Bâzivay - - - - - - - - - - - -
65 İmâm Şemseddin Humusi - - - - - - - - - - - -
66 Bâğviren - - - - - - - - - - - -
67 Deven Gâyib - - - - - - - - - - - -
68 Bârtala - - - - 150 200 - - - - - -
69 Hasaniyye 25 40 40 - - - - - - - - -
70 Bâhinduva 60 175 250 - - - - - - - - -
71 Munsarî - - - - - - - - - - - -
72 Ahtebuk - - - - - - - - - - - -
264
Tablo-26’nın devamı
No Köyün Adı
Künci (Kile) Keten Tohumu (kile) Çeltik (Kile) Mısır (Kile)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
73 Ali Kuyusu - - - - - - - - - - - -
74 Beysân - - - - 150 150 - - - - - -
75 Bâbent - - - - 132,5 120 - - - - - -
76 Demürci Virânı - - - - - - - - - - - -
77 Musayfine 250 - - - 100 125 - - - - - -
78 Vâne nd. Revâne - - - - - - - - - - - -
79 Cemâlkendi - - - - - - - - - - - -
80 Bâğure - - - - - - - - - - - -
81 Şeyh Ali - - - - - - - - - - - -
82 Şeyh Mehmed - - - - - - - - - - - -
83 Nevine (Nuniye) - - - - - - - - - - - -
84 Şeyh Ülyâ - - - - - - - - - - - -
85 Şeyh Süflâ - - - - - - - - - - - -
86 Til Bizüm - - - - - - - - - - - -
87 Cessâfi - - - - - - - - - - - -
88 Burc - - - - - - - - - - - -
89 Silâl (Selâl) - - - - - - - - - - - -
90 Batâte - - - - 100 100 - - - - - -
91 Şirin ve Canik - - - - - - - - - - - -
92 Devâse - - - - - - - - - - - -
93 Şirfi - 50 100 - 100 100 - - - - - -
94 Bâbâveled - - - - - - - - - - - -
95 Şuta nd. Ayn-Mâcid - - - - - - - - - - - -
96 Minârebâşı - - - - - - - - - - - -
97 Bâvcine nd. İmâm Amir - - - - - - - - - - - -
98 Sofuyân - - - - - - - - - - - -
99 Bedriyye - - - - - - - - - - - -
100 Deyr-i Hâl - - - - - - - - - - - -
265
Tablo-26’nın devamı
No Köyün Adı
Künci (Kile) Keten Tohumu (kile) Çeltik (Kile) Mısır (Kile)
1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575 1540 1558 1575
101 İmâm Fazliye - 200 200 - 150 150 - - - - - -
102 Til-i Mihyân - - - - - - - - - - - -
103 Şeyh Kara - - - - - - - - - - - -
104 İzzi - 50 25 - - - - - - - - -
105 Zara - - - - - - - - - - - -
106 Mâmis - - - - - - - - - - - -
107 Kersek nd. Silik - - - - - - - - - - - -
108 Derincik - - - - - - - - - - - -
109 Alk - - - - - - - - - - - -
110 Ümmü't-Tuse - - - - - - - - - - - -
111 Cânbur - - - - - - - - - - - -
112 Ketik - - - - - - - - - - - -
113 Aktâş - - - - - - - - - - - -
114 Üç Kubbe - - - - - - - - - - - -
115 Şeyh Ömer - - - - - - - - - - - -
116 Üsküb (Meydan) - - - - - - - - - - - -
117 Tikrit - - - - - - - - - 8400 - -
118 Dur - - - - - - - - - 8750 - -
Mezra-i Ağcakend - - - - - - - - - - - -
Mezra - - - - - - - - - 12810 - -
Toplam 3240 2300 2510 575 5292,5 4872,5 - 1125 1775 34360 515 -
266
Öte yandan Osmanlı malî-idarî mevzuatı ümerayı ve diğer dirlik sahiplerini öşür
olarak reayadan tahsil ettikleri hububatın muhafazası ve nakde tahvili için pazarlara nakil gibi
külfetlerden kurtarmak için, ambarlama ve nakliyat işini öşrü ödeyen reayaya yüklemiştir.
Böylece sipahi için bir ambar inşa etme ve sipahinin öşrünü en yakın pazara taşıma vazifesi,
öşür ödeyen yerlerin müşterek sorumluluğuna tevdi edilmiştir1223
.
Musul sancağında hububat öşrünün toplanma işlemleri belli kurallar çerçevesinde
yapılıyordu. Çiftçi ürettiği mahsulün tamamını köyün belli bir mahallinde harman ederdi.
Burada mahsul ölçülür ve öşür oranı üzerinden (1/5, 1/6, 1/7 veya 1/10 nispetlerinden
hangisine tabi ise o oranda) aynî olarak sancakbeyi subaşısı veya sipahiye teslim ederdi. Eğer
mahsulünün tamamını köyün belli bir mahalline getirip harman etmeye gücü yetmiyorsa bu
takdirde mahsulün bulunduğu yerde, öşür oranı ne ise (1/5 ise 5 yığın, 1/6 ise 6 yığın, 1/7 ise
7 yığın veya 1/10 ise 10 yığın) o miktarda yığın yapar ve sancakbeyi subaşısı veya sipahi
gelip bu yığınlardan birini seçerdi1224
.
Ayrıca çiftçiler, has, zeamet ve timar sahiplerinin öşür olarak kendilerinden tahsil
ettikleri hububatı muhafaza için bir mahfuz ev veya ambar temin etmek ve kendi paylarına
düşen öşrü itina ile bu ambarlara yığmak mecburiyetinde idiler (Bk. Ek-V, VI).
Diğer yandan reayanın sipahisine veya arz sahiplerine öşür olarak ödedikleri hububatı
kendi vasıtaları ile en yakın pazara taşımak mecburiyetleri de bulunmaktadır1225
.
Kanunnâmelerde "akrep pâzar" olarak isimlendirilen pazarlar, hububatın tahsil edildiği
köyden bir günlük mesafede bulunan yerler olarak tarif edilmiştir. Reaya sipahinin hububatını
bu mesafeyi aşan pazarlara taşımak mecburiyetinde değildir (Bk. Ek-V, VI)." Ve vâki olan
behrelerini akreb bâzara ileteler ve akreb bâzar dahi oldur ki, bir günlük yer ola ve eğer bir
günden ziyade olur ise re'ayanın iletmeye borcu yoktur"
1226
.
Musul sancağında hububat öşrü genelde 1/5 oranında alınmakla birlikte, şehir
reayasının ve bazı köylerin ürettikleri hububatta bu oranın değişiklik gösterdiğini
görmekteyiz. Zira, şehir halkının hububat öşrü 1/6 iken, Hatare-i Büzürg, Tilkif, Nuniye
(Nevine, Ninova), Sultan Abdullah ve Bâkufe köylerinde ise bu oran 1/7'dir. Ayrıca, Şeyh
Ülya, Târiklu, Bâşbeyti, Bâzivây, Şeyh Süfla, Bârume ve Derincik köylerinde üretilen hububat
öşrü de 1/10'dur. Dikkat çeken bir husus da Şirehan (Akkend) ve Reşidiye köylerinde 1540'ta
1223 L. Güçer, age., s.56.
1224 BOA, TD., 308, s.5,9; BOA, TD., 660, s.3-4. Ayrıca bk. Ek-V, VI.
1225 Lütfi Güçer, age., s.57.
1226 BOA, TD., 308, s.5; BOA, TD., 660, s.3.
267
alınan hububat öşrü 1/7 iken, 1558 ve 1575 tarihlerinde bu oranın 1/10 olarak alınmış
olmasıdır1227
.
Görüldüğü üzere Musul sancağında hububat öşrü genelde 1/5'tir. Fakat, bu oran şehir
halkı hububatı için 1/6, bazı köyler için 1/7 ve bazı köyler ise 1/10 olarak değişmektedir. Bu
durum diğer bazı Osmanlı sancaklarındaki uygulamaya denk düşmektedir1228
2.1.1.1.1. Buğday Öşrü
Musul sancağında üretimi en fazla olan hububat buğday olduğu için, en fazla vergi
geliri de buğdaydan elde edilmektedir. 1540'ta buğdaydan elde edilen öşür miktarı 439270
akça olup, bu meblağ toplam vergi hasılatının % 19'una tekabül etmektedir. 1558 tarihinde
buğday öşründen elde edilen vergi tutarı 655031 akçaya yükselmiştir. Fakat sancağın toplam
geliri içindeki oranı % 18'e gerilemiştir. 1575'te ise buğday öşründen elde edilen vergi miktarı
% 6 nispetinde artarak 678877 akçaya yükselmiştir (Bk. Tablo-29). Bu tarihte toplam vergi
gelirleri içindeki oranı da % 18'dir.
Diğer yandan Musul sancağında buğdayın resmi fiyatı 1540'ta 10 akça, 1558 ve 1575
tarihlerinde ise 11 akça olarak belirlenmiştir (Bk. Tablo-31).
2.1.1.1.2. Arpa Öşrü
Arpa, buğdaydan sonra en fazla vergi geliri olan mahsuldür. 1540 tahririnde mübâyaa
fiyatı yedi akça iken, 1558 ve 1575 tahrirlerinde 6 akçaya düşmüştür (Bk. Tablo-31).
Arpa öşrü 1540'ta 295138 akça olup, toplam sancak hâsılatı içerisindeki nispeti %
13'tür. 1558'de öşür bedeli 330915, 1575'te ise 357130 akça olup, her iki tarihte toplam
sancak geliri içindeki oranı % 19'dur (Bk. Tablo-29).
2.1.1.1.3. Darı Öşrü
Arpada olduğu gibi darının mübâyaa fiyatı da 1540'ta yedi akça; 1558 ve 1575'te ise
altı akçadır (Bk. Tablo-31).
Öşür nispeti diğer hububatta olduğu gibidir. Darı öşründen elde edilen hâsılat 1540’ta
40630 akça olup, toplam sancak gelirinin % 2'sini oluşturmaktadır. Daha sonraki tarihlerde,
üretimdeki azalmaya uygun olarak, elde edilen öşür bedellerinde de düşüş meydana gelmiştir.
Zira, 1558'de öşür bedeli 26933 akçaya, 1575'te de 23205 akçaya gerilemiştir (Bk. Tablo-29).
1227 BOA, TD., 195, s.102-105,107,112-115; BOA, TD., 308, s.150-154,160,162-164,168,172-173; BOA, TD.,
660, s. 228, 237, 240,248,255,274-275,278-279.
1228 Akdağ, age., C. II, s. 278.
268
2.1.1.1.4. Susam Öşrü
1540’ta üretilen 2840 kile susamın 1/5 nispetinde alınan öşür bedeli 11750 akçadır. Bu
meblağ, üretim düşüşüne paralel olarak 1558'de 10287, 1575'te ise 7725 akçaya gerilemiştir
(Bk. Tablo-29).
Bu arada, susamın mübâyaa fiyatı her üç tahrir defterinde de genelde 25 akça olmakla
beraber (Bk. Tablo-31), 1540-1575 tarihlerinde bazı köylerde 10 akça,11 akça,13 akça, 21
akça ve 24 akça üzerinden de işlem görmüştür.
2.1.1.1.5. Mercimek Öşrü
Daha önceki sayfalarda belirtildiği üzere Musul sancağında mercimek üretimi sadece
birkaç köyde yapılmaktadır. Buna göre 1540’ta 125 kile mercimeğin 1/5 nispetindeki öşrü
250 akça; 1558 ve 1575 tarihlerinde üretilen 115 kile mercimeğin öşrü ise 225 akçadan
ibarettir (Bk. Tablo-29).
2.1.1.1.6. Çeltik Öşrü
Çeltik üretimine 1540 tarihli defterde rastlanmadığı daha önce ifade edilmişti. 1558'de
elde edilen 1125 kile çeltiğin 1/5 oranındaki öşür bedeli 2700 akçadan ibaret iken; 1575'te
üretimin 1775 kileye yükselmesine karşın öşür bedeli de 4260 akçaya çıkmıştır (Bk. Tablo28).
Her iki tahrirde de çeltiğin mübâyaa fiyatı 12 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-31).
2.1.1.1.7. Keten Tohumu Öşrü
Keten tohumundan alınan öşür nispeti de 1/5'tir. Ancak Şirehân (Akkend) köyündeki
üretimden 1/10 oranında öşür alınmaktadır. Bu arada, daha önce ifade edildiği üzere, keten
tohumu, tahrir defterlerinde "bezir-i ketân" ve "zegrek" adları altında iki şekilde
kaydedilmiştir. "Bezir-i ketân" şeklinde kaydedilen keten tohumunun mübâyaa fiyatı 15 akça
olarak belirlenmişken, "zegrek" şeklinde kaydedilen ürünün ise mübâyaa fiyatı 1540’ta 25
akça, diğer iki tarihte ise 30 akça olarak tespit edilmiştir (Bk. Tablo-31).
1540’ta elde edilen 140 kile keten tohumunun 1/5 nispetinde alınan öşür bedeli 575
akçadır. 1558'deki öşür toplamı 14683 akça, 1575'teki meblağ ise 14995 akçadan ibarettir
(Bk. Tablo-29).
2.1.1.1.8. Pamuk Öşrü
Musul sancağında pamuktan alınan öşür nispeti 1/6'dır. Ancak, Bârume köyündeki
mahsulden alınan öşür oranı 1/10 olduğu için, burada üretilen pamuktan da 1/10 nispetinde
269
öşür alınmıştır.
1540’ta üretilen pamuk miktarı 35570 men ve alınan öşür bedeli ise 88705 akçadır. Bu
meblağ toplam sancak gelirlerinin % 4'üne eşittir. 1558'de üretilen pamuk toplamı 23700
mene, alınan öşür de 58495 akçaya düşmüştür. 1575 yılında ise 24848 men pamuktan alınan
öşür miktarı 61800 akçadır. Son iki tarihteki öşür gelirleri toplam sancak gelirlerinin % 2'ne
tekabül etmektedir (Bk. Tablo-29).
2.1.1.2. Sebze ve Meyve (Bostan, Sebzevat, Meyve, Piyâz) Öşrü
2.1.1.2.1. Bostan ve Sebze Öşrü
Musul sancağında sebze öşrü 1/10 üzerinden alınmaktadır. Sebze ve bostandan alınan
vergi "öşr-i besâtin" veya “öşr-i besâtin ve sebzevât" adı altında verilmiş olup, sadece alınan
öşür bedeli kaydedilmiş, miktar belirtilmemiştir.
1540’ta bostan ve sebzeden alınan öşür bedeli 23272 akça; 1558'de 32481 akça ve
1575'te 34784 akçadır. Her üç tarihteki meblağ, toplam sancak gelirinin % 1'ine denktir (Bk.
Tablo-29).
2.1.1.2.2. Piyâz (Kuru Soğan) Öşrü
Kuru soğandan alınan öşür vergisi nispeti de 1/10'dur. 1540’ta 7981 akça; 1558'de
7500 akça ve 1575'te 8716 akça öşür bedeli alınmıştır (Bk. Tablo-29). Meyve ve sebzede
olduğu gibi kuru soğanda da miktar belirtilmeden sadece öşür bedeli kaydedilmiştir. Fakat
alınan vergi miktarı belli olduğu için, üretilen miktarı tespit edebiliyoruz ki, daha önceki
sayfalarda müd olarak miktarı verilmiştir.
2.1.1.2.3. Zeytin Öşrü
Musul sancağında ağaç meyvelerinde 1/7 oranında öşür alınmaktadır (Bk. tablo-III,
IV, V, VI). Musul ve çevresinde, hurma, limon, incir, fıstık, zeytin vs. gibi muhtelif
meyvelerin1229 yetiştirilmesine rağmen, tahrir defterlerinde sadece zeytinden alınan öşür
bedeli kaydedilmiştir. Diğer meyvelerle ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir.
Zeytinden elde edilen öşür bedeli ise 1540’ta 200 akça; 1558'de 3500 akça ve 1575'te
3600 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-28).
2.1.1.3. Bağ Öşrü (Resm-i Bağat)
Musul sancağındaki bağların öşrü, müslümanlardan her 100 kök (tegek) için 4 akça,
1229 Salnâme, s. 94.
270
gayrimüslimlerden ise 6 akçadır.
Bu oranlar üzerinden alınan öşür bedelleri ise 1540’ta 1800 akça; 1558'de 20924 akça
ve 1575’te 23170 akçadır (Bk. Tablo-29).
2.1.1.4. Bal Öşrü (Resm-i Küvvâre)
Arıcılık yapanların her peteğinde iki akça öşür alınmaktadır. Raiyyet arılarını başka
sipahinin arazisine götürdüğü vakit, verginin yarısını sahib-i arz, diğer yarısını ise sahib-i
raiyyet alırdı1230. Tahrir defterlerinde arıcılık yapanlardan alınan vergi "Resm-i Küvvâre" adı
altında kaydolunmuşken, kanunnâmelerde ise "der beyân-ı zenbure" diye geçmektedir.
1540’ta bal öşrü bedeli 3729 akçadır. Her petekten (kovan) 2 akça alındığına göre, bu
tarihte Musul sancağında 1865 petek arı bulunduğu ortaya çıkmaktadır.
1558'de bal öşrü % 19 nispetinde artarak 4452 akçaya yükselmiştir ki, 2226 peteğe
tekâbül etmektedir. Bir önceki tahrire nispetle % 5 oranında artış kaydeden bal öşrü 1575'te
4654 akça olmuştur. Bu da 2327 petek arının mevcut olduğunu bize göstermektedir (Bk.
Tablo-28). Görüldüğü gibi arıcılık sürekli artış göstermiş, 1540-1575 yılları arasında arı
kovanı sayısı, dolayısıyla alınan öşür vergisi % 25 nispetinde yükselmiştir.
Buraya kadar yaptığımız izahattan da anlaşılacağı üzere, Musul sancağı vergi
gelirlerinin büyük bir kısmı zirai istihsalden alınan öşür teşkil etmektedir. Şüphesiz bu durum
XVII. boyunca devam etmiştir. Fakat XVII. yüzyılda yeni tahrirler yapılmadığı için, önceki
defterler kullanılmaya devam edilmiş, dolayısıyla oranları değişmeyen öşrün devlet gelirleri
içindeki önemi devam etmiştir denilebilir.
2.2. Hayvancılıkla İlgili Vergiler
2.2.1. Adet-i Ağnam
Osmanlı devletinde koyun ve keçilerden alınan vergiye "adet-i ağnam" denilmekte
olup, genelde müslümanlardan ve gayrimüslimlerden iki veya üç koyundan bir akça
alınmaktadır1231. Musul sancağında "adet-i ağnam" iki koyundan bir akça üzerinden
alınmaktadır1232
.
Kayıtlara geçtiği kadarıyla ağnam vergisi toplamı 1540’ta 45104 akça; 1558'de
137493 akça ve 1575'te 90942 akçadır. Toplam sancak gelirleri içindeki oran ise % 2, % 4 ve
1230 BOA, TD., 308, s.8; BOA, TD., 660, s.4. Bk. Ek-III, IV, V, VI.
1231 Ünal, age., s.137.
1232 “Re’aya taifesine iki koyuna bir akça resm-i ağnam alınmak üzere kayd olundu", BOA, TD., 308, s.7; BOA,
TD., 660, s.4.
271
% 2'dir (Bk. Tablo-28). İki koyundan bir akça vergi alındığından sancakta mevcut koyun
sayısını tespit etmek mümkün olmaktadır. Buna göre 1540’ta 90208 baş; 1558'de 274986 baş
ve 1575'te ise 181884 baş koyun mevcuttur.
Diğer yandan Musul sancağındaki koyun sayısının 1575 tarihinde bir önceki tahrire
kıyasla % 34 nispetinde azalmış olması, "Dasni" taifesinin bu tarihte perâkende olmasından
dolayı koyun sayısının kaydedilmemesinden kaynaklanmaktadır. Zira, bu taifenin koyun
sayısı 1558 tahririne göre 120000 adettir1233. 1575 tarihine kadar bu sayının çok daha artmış
olması tabiidir. Bu hususu da dikkate aldığımızda, Musul sancağındaki koyun sayısının
1575'te 300000'den fazla olduğunu tahmin etmemiz mümkündür.
2.2.2. Resm-i Câmus (Cevâmis)
Musul sancağında su sığırı (manda, camus), deve, inek vs. gibi büyük baş hayvanlar
da beslenmektedir. Bunlardan yalnızca su sığırı (camus)'ndan alınan vergi miktarları
kaydedilmiş olup, diğerleri hakkında herhangi bir bilgi yoktur.
Osmanlı hâkimiyetinden önce Musul bölgesinde beslenen her su sığırından 17'şer akça
vergi alınmakta iken, Osmanlı döneminde bu vergi kaldırılmış1234, yalnızca sağılan
câmuslardan vergi alınması hükme bağlanmıştır ki bu da 22'şer akçadır1235. Ayrıca, Ba'şika ve
Kâfirzaman karyelerindeki câmus vergisi “ber-vech-i maktu'" olarak kayd edilmiştir
1236
.
Resm-i câmus olarak alınan vergi toplamı 1540’ta 27654 akça; 1558'de 38140 akça ve
1575'te 27500 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-29). Bu vergi miktarlarının alındığı câmus sayısı
ise birinci tarihte 1317, ikincisinde 1732 ve üçüncüsünde 1250 baş (re's)'dır.
2.2.3. Resm-i Kışlak (Kışlakçıyân)
Kışlak resmi, hariçten gelip geçici süre konaklayan koyun sürülerinden alınan bir
vergidir. Bu vergi yerli halkın sürüsünden alınmamaktadır. Musul sancağı kanunnâmesine
göre, haricden gelip kışlayan her sürüden (bir sürü = 300 koyun) bir besili koyun "resm-i
kışlak" olarak alınmaktadır. Kışlak zamanı ise zemherirdir1237. Hâricden gelen sürü
1233 BOA, TD., 308, s.92.
1234 “Bundan evvel her câmusdan onyedişe rakça alınurmuş, ref' olundu", BOA, TD., 998, s. 62.
1235 “Her sağılur câmusdan yirmiikişer akça alınub, sağılmayandan alınmaya", BOA, TD., 195, s.42-43,75.
1236
“Zikr olunan iki köyden ber-vech-i maktu' ne ise alınub, dahi ziyâde alınmaya", BOA, TD., 998, s.62; BOA,
TD., 308, s.9; BOA, TD., 660, s.8.
1237
Zemherir; gün dönümünden sonraki şiddetli soğuklar, kara kış olup, 22 Aralık'tan 31 Ocak'a kadarki
dönemdir. Bk. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1990, s.1416.
272
zemherir'de kimin toprağında bulunuyorsa "kışlak resmi"ni o almaktadır1238
.
Öte yandan bir sipahinin toprağına muvakkat bir zaman için, genellikle kışlamak üzere
gelip yerleşen fakat ziraatle uğraşmayan hariç raiyyetten de "resm-i kışlakçıyan" adı altında
bir vergi alınmaktadır ki, bunu "kışlak resmi" ile karıştırmamalıdır. Bu hususta 1558 ve 1575
tarihli Musul sancağı kanunnâmelerinde şu açıklama yapılmıştır: "Bir kimesne bir timarda
kışlasa, evlü olursa altı akça resm-i kışlak alına. Mücerred olursa resm-i dûd dört akça alına.
Kışlayan kimesne kışladuğu yerde ziraat eylese adet üzere resm-i zemin virüb, resm-i kışlak
alınmaya. Kışlakçı olan kimesne üç yıla dek resm-i kışlak virüb, üç yıldan ziyade olursa resmi bennâk alına"
1239
. Kışlak resminden elde edilen gelir toplamı 1540’ta 7304 akça; 1558'de
13130 akça ve 1575'te ise 14420 akçadır (Bk. Tablo-29).
Diğer yandan mevcut vergi miktarlarından faydalanarak sancağa kışlamaya gelen sürü
ve koyun sayısı hakkında tahminî rakamlar elde etmek imkân dahilindedir1240. Her sürüden bir
besili koyun alındığına göre, bir koyunun fiyatından hareketle sürü sayısını tespit edebiliriz.
1520'lerde bir koyunun fiyatı serbest piyasada 30-35 akça dolaylarındadır1241. Tahrir
defterlerindeki mübâyaa fiyatlarının pek değişmediği veya çok az değiştiği1242 dikkate
alındığında, 1540, 1558 ve 1575 tahrirlerinde resmî mübâyaanın aynı kaldığı tahmin
edilebilir. Vergiler tahrirlerdeki resmî fiyat üzerinden alındığı için, biz de hesaplamamızı
resmî mübâyaaya göre yapacağız. Bu durumda koyun fiyatının 30 akça olduğu kabul edilirse,
alınan vergilerin bu rakama bölünmesiyle sürü sayısı, bunun da sürüde bulunan koyun
sayısıyla çarpımı sonucu sancağa hariçten gelen koyun miktarı tespit edilecektir.
Buna göre, Musul sancağına 1540’ta (7304:30 =) 243 sürü veya (243x300 =) 72900
koyun kışlak için getirilmiştir. Bu rakam 1558'de (13130:30 =) 438 sürü ve bunu teşkil eden
(438x300 =) 131400 baş koyuna, 1575'te ise (14420:30 =) 481 sürü ve bu sürüyü oluşturan
(481x300 =) 144300 baş koyuna yükselmiştir.
2.3. Şahsa Bağlı Vergiler
2.3.1. Çift Resmi
Tam veya yarım (nim) çiftlik tasarruf eden müslüman raiyyetin senede bir defa olmak
1238 "Resm-i kışlak bağlanan yerlere haricden bir sürü koyun gelib kışlasa, bir a'la koyun ala ve zaman-ı kışlak
dahi itibar-ı zemherir'dir. Zemherir'de kimin yerinde bulunsa ol ala", BOA, TD., 308, s.7; BOA, TD., 660, s.4.
1239 BOA, TD., 308, s.8; BOA, TD., 660, s.4.
1240 Ünal, age., s.138. Hesaplamalarda bu eserdeki metoddan yararlandık.
1241
Akdağ, age., C. II, s.437.
1242 Koyun fiyatları 1560’larda serbest piyasada 70-80 akçaya yükselmiş olduğu halde resmî vergi rayiçlerinin
değişmemesi ve bunun tahlili için Bk. Mustafa Akdağ, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve İnkışafı
Devrinde Türkiye'nin İktisadî Vaziyeti", Belleten, XIII/51, s.549.
273
üzere nakden ödediği belli miktardaki akçaya çift resmi denilmektedir. Raiyyet resmi veya
kulluk akçası olarak da tâbir edilmektedir1243
.
Çift resmi araziye (arza) bağlı olduğu halde, Musul sancağında bazı sipahiler çifti bir
çift öküz manasında anlayarak, iki çift veya daha fazla öküzle ziraat yapanlardan çift resmini
birkaç kat alma yoluna gitmişlerdir. Bunun üzerine sancak kanunnâmesinde bu hususa açıklık
getirilerek çift resminin araziye (arza) bağlı olduğu belirtilmiştir1244
.
Çift resmi, başlangıçta örfî, şahsa bağlı ve çiftlik tasarruf eden re'ayanın belli
mükellefiyetleri (orak, dögen, odun, buyunduruk vs. hizmetler) yerine getirmesi şeklinde
ortaya çıkmış, XVI. yüzyılda ise çiftlik sahibi reayanın bahsedilen mükellefiyetlere bedel
olarak ödediği sabit bir vergi şeklini almıştır1245. Ancak, bu vergi sadece çiftlik tasarruf
edenlerden alınmaktadır. Bu yönüyle cizye, ispenç, bennâk ve mücerred gibi şahsî vergilerden
ayrılmaktadır. Diğer yandan, çiftliği elinden çıkan raiyyetin bu vergisi başka bir vergi
çeşidine intikal ettiğinden1246 çift resmi, çiftlik tasarruf şartı olan şahsî bir vergi statüsündedir.
Çift resminin miktarı çeşitli sancaklarda farklılıklar göstermektedir1247. Musul
sancağında tam çift tasarruf eden reayadan 50 akça, yarım (nim) çift tasarruf edenlerden ise
25 akça çift resmi alınmaktadır1248
.
1540 tahririne göre Musul sancağındaki çiftliklerin sayısı 1053 olup, bunların 502'si
tam, 551'i ise nim çifttir. Bu çiftliklerden elde edilen vergi miktarı 38875 akça olup, toplam
sancak gelirleri içerisindeki nispeti % 1,7'dir.
1558'de 596'sı tam ve 698'i nim çift olmak üzere toplam 1294 çiftlik mevcuttur.
Bunlardan toplanan resm-i çift bedeli 47250 akçadan ibarettir. Toplam sancak gelirleri
içerisindeki nispeti de % 1,3'e tekabül etmektedir.
1575'te resm-i çift vergisi toplamı 56100 akçadır. Bu meblağ, toplam sancak
hasılatının % 1,5'ine tekâbül edip, 770'i tam ve 704'ü nim olmak üzere toplam 1474 çiftlikten
elde edilmiştir.
1243 İnalcık, agm., s.36.
1244 “Ve çiftlik ve nim çift yazılan kimesnelere; sen iki veya üç veya dahi ziyade çift ile zira'at edersin deyu
sahib-i arz tekrar resm-i çift taleb etmeye ki, resm-i çift arza bağlanmıştır. Öküze bağlanmamıştır", BOA, TD.,
308, s.7; BOA, TD., 660, s.3.
1245 Ünal, age., s.129.
1246 Hüseyin Özdeğer, “XVI. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu”, Türk
Dünyası Araştırmaları, S. 16, İstanbul, 1982, s.36.
1247 Muhtelif bölgelerdeki çift resmi miktarları hakkında bk. İnalcık, agm., s.40; Özdeğer, agm., s.38.
1248 “Tamam çift yazılan müslümanlardan elli akça resm-i çift alınur ve nim çift olandan yirmibeş akça alınur",
BOA, TD., 308, s.7; BOA, TD., 660, s.3.
274
2.3.2. Bennâk Resmi
Genelde çift tasarruf etmeyen ya da elinde nim çiftten az yeri bulunan, "kâr ü kisbe"
kadir, evli, babası ile birlikte veya ayrı bir yerde oturan reâyâya bennâk denilmektedir1249
.
Bennâk'ın mücerred'den farkı evli olmasıdır1250. Zira, mücerred evlenir evlenmez vergi
mükellefiyeti bennâk adı altında yeni bir statü kazanırdı1251
.
Nim çift'ten az yer tasarruf eden bennâklara "ekinlü bennâk", tasarrufunda hiçbir yer
olmayanlara ise "caba bennâk" deniliyordu1252. Şu hususu açıklamak faydalı olacaktır; Musul
sancağı kanunnâmelerinde bennâklar "ekinlü ve caba" şeklinde bir tasnife tâbi
tutulmamışlardır. Fakat Osmanlı imparatorluğunun pek çok bölgesinde bu tasnifin mevcut
olduğu bilinmektedir. Ekinlü bennâkler, tasarruf ettikleri nim çiftlikten az yerler için a'la
yerlerden iki dönüme bir akça, edna yerlerden üç dönüme bir akça resm-i zemin öderlerdi.
Fakat işledikleri yerin kıymeti 12 akçanın altında olanlardan resm-i bennâk alınmakta olup, 12
akçadan fazla olanlardan resm-i zemin alınmaktadır. Bu durum kanunnâmelerde şu şekilde
tasrih edilmiştir; "Tapuyla yer dutmayub, bazı kimesnelerden yer alub sürüb, sâhib-i arz
yerinde zira'at etmiye, anun gibiler resm-i bennâk ve mücerred vireler. Ve sahib-i arz
yerinde eken kimesne dahi ol vakit bennâk ve mücerred resminden hâlâs olur ki, virdüğü
resm-i zemin, bennâk ve mücerred ve ırgadiyye resminden ziyâde ola. Ol vakit anlar
alınmayub, resm-i zemin alına. resm-i zemin eksik olursa, bennâk ve mücerred ve ırgadiyye
resmi alına"
1253
.
Musul sancağında bennâk resmi 12 akça olarak belirlenmiştir. Hemen ifade etmeliyiz
ki, aşiret hânelerinden de resm-i bennâk adı altında 12’şer akça alınmaktadır. Aşiretlerden
alınan bu vergi bazen "resm-i bennâk", bazen de "resm-i hâne" adı altında toplanmıştır.
1540 tahririne göre Musul sancağında alınan bennâk resmi toplamı 54372 akçadan
ibaret olup, toplam sancak gelirlerinin % 2,4'üne tekabül etmektedir. Bu meblağın 16104
akçasını Nefs-i Musul'daki bennâklar, 16370 akçasını köylerdeki bennâklar ödemekte olup,
geriye kalan 21898 akçalık bölümünü de "resm-i hâne" veya "resm-i bennâk" adı altında
aşiretler ödemektedir (Bk. Tablo-29).
1558'deki bennâk resmi toplamı 87526 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-29). Bu meblağ
1249 Neşet Çağatay, "Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler", DTCFD., V/5, Ankara,
1947, s.491.
1250 "...evlü olduğu takdirce resm-i bennâk ... alınur. Evlü olazsa resm-i mücerred alınur", BOA, TD., 660, s.3.
1251
İnalcık, agm., s.44.
1252
İnalcık, agm., s.44.
1253 BOA, TD., 308, s.6; BOA, TD., 660, s.2.
275
toplam sancak gelirlerinin % 2,4'ünü teşkil etmektedir. 87526 akçalık bennâk resminin 19372
akçası Nefs-i Musul'dan, 28068 akçası köylerden ve 40086 akçası da aşiretlerden elde
edilmiştir. 1575'teki bennâk resmi tutarı, toplam sancak gelirlerinin % 2'ne tekabül eden
75622 akçadır (Bk. Tablo-28). Bunun ise 21073 akçası Nefs-i Musul, 23869 akçası köyler ve
30680 akçası da aşiretlerden sağlanmaktadır.
Her üç tahrirde de en fazla bennâk resmi aşiretlerden temin edilmektedir. Aşiretlerden
sonra ise köyler ve nefs-i şehir gelmektedir.
2.3.3. Mücerred Resmi
Bennâk resmi gibi şahsa bağlı bir vergidir. Bennâkdan farkı evli olmamalarıdır. İş
edinme yaş ve imkânına sahip müslüman bekârlardan (mücerred) altı akça mücerred resmi
alınmaktadır. Bazı bölgelerde ise bunların tamamen vergiden muaf olduklarını
görmekteyiz1254. Mücerredler toprak işçisi olarak veya başkalarının arazisini kiralayarak
kazanç sağlayabildikleri gibi, üzerinde kayıtlı bulundukları sipahinin timarı dışında da
serbestçe çalışabilmekte idiler1255
.
Musul sancağında da mücerredlerden altı akça vergi alınmaktadır. Bu hesap üzere
alınan mücerred vergisi 1540’ta 5826 akça, 1558'de 13757 akça ve 1575'te ise 8970 akçadır
(Bk. Tablo-29).
2.3.4. İspenç Resmi (Resm-i İspenç)
Büluğa ermiş her hıristiyan veya yahudiden, müslümanların çift resmine muadil olarak
alınan bir vergidir1256. Bu vergiye tâbi olanların meskûn veya göçebe, evli veya bekâr,
topraklı veya topraksız olmaları nazar-ı dikkate alınmazdı.
Musul sancağındaki gayrimüslimlerden alınan ispenç vergisi miktarı kişi başına 25'er
akçadır. 1540’ta toplanan ispenç vergisi tutarı 59420 akça olup, toplam sancak geliri
içerisindeki nispeti % 2,6'dır. 1558'de ise 83650 akçaya yükselmiş olmasına rağmen, toplam
sancak geliri içerisindeki nispeti % 2,3'e inmiştir. Nihayet 1575'te sancak gelirleri içindeki
oranının tekrar % 2,6'ya yükseldiğini görmekteyiz (Bk. Tablo-28). Zira, bu orana tekabül eden
ispenç resmi tutarı 100390 akçadır.
2.3.5. Cizye
1254 İnalcık, agm., s.42.
1255 İnalcık, agm., s.43.
1256 "Kefere tâyifesine resm-i çift bağlanmayub, ispenç bağlanmıştır", BOA, TD., 660, s.3. Bu konuda ayrıca bk.
İnalcık, agm., s.57; Çağatay, agm., 1947, s.507.
276
Bu da gayrimüslim reayadan alınan bir baş vergisidir. Şu şartları taşıyan her
gayrimüslimden bu vergi alınmaktadır; büluğ olmak, vücut ve akılca salim olmak1257
,
evinden, bağından ve evindeki örtü döşek eşyasından başka koyun, keçi, hububat ve şarap
gibi mahsullerinden 300 akça tutarında malı bulunmak1258
.
Kişi başına alınan cizye miktarı değişik yer ve zamanlarda farklılık göstermektedir.
Mesela; 1519, 1547 ve 1572 tarihlerinde Adana sancağında kişi başına alınan cizye miktarı 60
akçadan ibaret iken1259, bu miktar 1575-1577 yıllarında Van sancağında 118 akça
civarındadır1260
.
Musul Sancağında kişi başına alınan cizye miktarı 1558 tarihine kadar standart
olmayıp, kişilerin durumuna göre 30, 35, 40, 45, 50 ve 60 akça üzerinden alınmıştır. Fakat, bu
uygulama cizye mükellefi reaya arasında ihtilafa yol açmıştır. Çünkü, 30 ile 60 akça arasında
değişen cizye vergisi, bazen fakir reayadan yüksek, zenginlerden ise düşük miktarlarda
alınabilmekte idi. Bu da fâkir reayayı mutazarrır etmekte idi. Reayanın durumu merkeze
bildirmesi üzerine bu uygulamaya son verilerek cizye miktarı 46 akça olarak tespit
edilmiştir1261. Cizye vergisinin 1575'te de 46 akça üzerinden alınmaya devam edildiğini
görmekteyiz1262
.
Musul sancağındaki gayrimüslim reayadan alınan cizye vergisi, toplam sancak hâsılatı
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Zira, 1523'te cizye vergisi toplamı 65270 akça olup,
toplam sancak gelirine nispeti % 4,3'tür. Bu meblağ 1540’ta 99700 akçaya yükselmiş, toplam
sancak geliri içindeki oranı da % 4,4 olmuştur (Bk. Tablo-29).
1558'de cizye vergisi 143600 akçaya yükselmekle birlikte, toplam sancak gelirleri
içerisindeki nispeti % 3,9'a gerilemiştir. 1575 tarihinde ise, bir önceki tahrire kıyasla % 43
nispetinde artarak 204712 akçaya yükselmiştir. Bu meblağın toplam sancak gelirine nispeti
ise % 5,3'tür (Bk. Tablo-29).
1257
Boris Christoff Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğunda Cizye”, (Çev. Şinasi Altundağ), Belleten, 8/32, TTKB,
Ankara 1944, s.621.
1258 Çağatay, agm., 1947, s.494.
1259 Yılmaz Kurt, "1572 Tarihli Adana Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana'nın Sosyo-Ekonomik Tarihi
Üzerine Bir Araştırma", Belleten, C. LIV, S. 209-211, TTKB., Ankara, 1991, s. 190.
1260 Kılıç, age., s. 297.
1261 "Liva-i mezburenin cizyesi kanun-ı padişahiye muhalif, ba'zı keferenin harâcları otuzar ve otuzbeşer ve
kırkar ve kırkbeşer ve ellişer ve altmışar akça alınmağla reaya mâbeyninde ihtilâf-ı kesire olduğu ecilden arz-ı
şekva eylediler ki, fukaramızın harâcı ziyâde ve ağniyâmızın harâcı noksan üzere alınmağla bize fakr u fâka târî
olub, ahvalimiz mükedder olmuşdur, dedikleri ecilden Defter-i Cedid-i Hâkâniye Kanun-ı Pâdişahi üzere her
nefere kırkaltışar akça vaz' olunub, min ba'd adâlet üzere cem' olunub, kimesneye zulm ve te'addi eylemeyeler",
BOA, TD., 308, s.3.
1262 BOA, TD., 660, s.8.
277
Öte yandan bazı maliyeden müdevver defterlerden tespit ettiğimize göre, Musul
eyaletinde 16401263, 16431264 ve 16471265 tarihlerinde alınan cizye miktarı "haraçgüzâr
reayanın her neferinden 3'er guruş" 'dan ibarettir. 1 guruş 81 akça1266 olduğuna göre XVII.
yüzyılın ikinci yarısına doğru fert başına alınan cizye miktarı 243 akçadır.
2.3.6. Resm-i Marhasiye1267
Marhasiye (Marhasa) hıristiyan cemaatinin dinî reisleri olup, devlet nezdinde
mümessil vazifesi görürlerdi1268. Sadece bu din adamlarına mahsus olmak üzere alınan
vergiye "resm-i marhasiye" denilmektedir. Bu vergiyi verenlerden ayrıca cizye vergisi
alınmazdı.
Musul sancağında marhasiye vergisinin fert başına tutarı belli değildir. Resm-i
marhasiye 1540’ta 338 akça, 1558'de 580 akça ve 1575'te 748 akçadan ibarettir (Bk. Tablo29).
2.3.7. Irgadlık Resmi
Osmanlı sancak kanunnâmelerinden öğrendiğimize göre, köylü (evli, müslim ve
gayrimüslim) sipahisine üç gün ırgadlık hizmeti görmekle mükellef kılınmıştır. Bu
mükellefiyetini yerine getirmek için ya üç gün fiilen çalışması veya her gün için ikişer akça
hesabiyle toplam altı akça resm-i ırgadiye vermesi gerekiyordu1269
.
1540 tarihli tahrir defterine nazaran ırgadlık hizmetine karşılık alınan resm-i ırgadiye
tutarı 18211 akçadır ki, toplam sancak gelirinin % 0,8'ine tekabül etmektedir. 1558'de ise
resm-i ırgadiye tutarı 25710 akçaya yükselmekle birlikte, toplam sancak gelirleri içerisindeki
nispeti % 0,7'ye düşmüştür. 1575 tarihinde bir önceki tahrire kıyasla % 14 nispetinde artan
ırgadlık resmi 29256 akçaya yükselmiştir. Bu tarihte toplam sancak geliri içindeki payı da %
0,8 olmuştur (Bk. Tablo-28).
Irgadlık vergisi sadece köylülerden alınmakta olup, şehirde oturanlar bundan muaf
1263 MM., 551, s.97.
1264 MM., 5597, s.17.
1265 MM., 4397, s.127.
1266 "Guruş seksanbir akça hesabı üzere virile deyu emr olunmuşdur”, MM., 551, s. 97. 1638'de ise 1 guruşun 120
akçaya bedel olduğunu görmekteyiz. Bk. MM., 2337, s.81. "Guruşu yüzyirmişer akçaye virüb, ziyâdeye
virmeyesüz deyü...".
1267 Kelimenin farklı okunuşları için bk. Ünal, age., s.133.
1268 Miroğlu, age., s.128.
1269 "Her hâneye üç gün ırgadiye bağlanmışdır ve her günü 2'şer akça takdir olunmuştur ki 6'şar akça olur.
Gerekse üç gün ırgadlık etdirsün gerekse akçesin alsun... Her harâcgüzâra... müzevvecinden altışar akça dahi
ırgadiye alınur", BOA, TD., 308, s.7; BOA, TD., 660, s.3.
278
tutulmuşlardır. Fakat, 1558 tarihli tahririn kanunnâmesindeki "şehir tâyifesinden ırgadiye
alınmak hilâf-ı kânun olmağın ref' olundu"
1270 ibâresi, bu verginin 1558'den önce şehir
reayasından da alınmış olduğunu göstermektedir.
2.4. Arızî Vergiler
Osmanlı vergi sisteminde ne zaman tahakkuk edip tahsil edileceği belli olmayan, yani
zuhurata bağlı olarak alınan bir gurup vergi daha mevcuttur ki, vergi gelirleri içinde önemli
bir yer tutar. Bu tür vergilerin tahakkuk ve tahsil zamanı belli olmadığından defterlere tahminî
olarak kaydedilirdi. Tahminî rakamın belirlenmesinde ise kriter olarak timar arazisinin
genişliği ve nüfus baz alınmaktaydı.
Zuhurata bağlı olarak alınan bu vergilerin kapsamına; cürm-ü cinâyet, resm-i arusâne
(arus), resm-i tapu, resm-i yava ve kaçgun, resm-i deştbani ile beytül-mâl, mâl-ı gaib, mâl-ı
medfun ve mâl-ı mefkud gibi resimler girmektedir. İşte bütün bu resimleri ifade etmek için
Osmanlı maliyesince "bâd-i hevâ" tâbiri kullanılmıştır1271
.
2.4.1. Bâd-i Hevâ, Cürm-i Cinâyet ve Resm-i Arusâne
Tahrir defterlerimizde şehir, nahiye, köy ve cemaatlerin gelir kalemlerinin genellikle
en sonunda yazılan bu vergi, bazen sadece "bâd-i hevâ" şeklinde kaydedilmişken, bazen "bâdi hevâ ve cürm-i cinâyet" başlığı altında ve bazen de "bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i
arusâne" adı altında kaydedilmiştir. Dolayısıyla, "cürm-i cinâyet” veya “arusâne" resimleri
için takdir edilen miktarlar ayrı olarak belirtilmemiştir. Bunun için bu vergilerin mahiyeti
üzerinde durduktan sonra, hepsine birden takdir edilen meblağı tespit etme yoluna gideceğiz.
2.4.1.1. Cürm-i Cinâyet
Osmanlı ceza kanununa göre, suçlu kişiler işlemiş oldukları suçun derecesine ve malî
güçlerine göre para cezasına mahkûm edilirlerdi1272. Nitekim bu uygulama Musul sancağı
kanunnâmelerinde "fukara ile ağniyadan berâber alınmaya ve bunun gibilere hall ü hâline ve
günahlarına göre..."1273 şeklinde ifade edilmiştir. Yine Musul sancağı kanunnâmelerine göre;
adam öldüren bir kişi, kısas istenmediği takdirde, zengin ise 400, orta halli ise 300 ve fâkir ise
200 akça cerime ödemek zorundadır. Göz çıkaran ve el koparanların cezası aynı olup, bu suçu
işleyen zengin ise 200, orta halli ise 150 ve fâkir ise 100 akça cerime ödemek
mecburiyetindedir. Ok, kılıç, hançer, bıçak ve emsali harp aletleri ile adam yaralayanlardan
1270 BOA, TD., 308, s.8.
1271 Halil Sahillioğlu, “Bâd-ı Hevâ”, DİA., C. 4, İstanbul 1991, s.416-418.
1272 Ünal, age., s.149.
1273 BOA, TD., 308, s.13; BOA, TD., 660, s.8.
279
ise, durumuna göre 150, 100 ve 80 akça cerime alınmaktadır. Diş kıranların ödeyecekleri
cerime miktarları da maddî durumlarına göre 100, 80 ve 50 akça arasında değişmektedir. Baş
yaranlardan ise 30 akça cerime alınmaktadır. Zinâ suçu işleyenlerin ödeyecekleri cerime 200,
150 ve 100 akça takdir olunmuştur1274
.
Öte yandan "erbâb-ı timar" ve "ahali-i berât" 'dan cerime almak "hilâf-ı kânun" kabul
edilmiştir. Keza, bunlar suç işledikleri vakit mansıpları ellerinden alınıyordu1275
.
Cerimelerin yarısını sancakbeyi, diğer yarısını ise raiyyet sahibi sipahi alıyordu. Eğer
sipahi serbest timar tasarruf ediyorsa cerimenin tamamını alırdı1276
.
2.4.1.2. Gelin Resmi
Evlenen kız veya dul kadınlardan alınan bir vergidir. Nikâhın tescili sırasında kadı'nın
aldığı vergi buna dahil değildir1277
.
Arusâne (arus) resminin miktarı gelinin durumuna, yani bâkire veya dul olmasına göre
değişmektedir. Musul sancağında evlendirilen bâkire kızdan 60 akça, duldan ise 30 akça
resm-i arûsâne alınıyordu. Gelinin durumuna göre takdir edilen bu miktarı hangi tarafın
ödediğine dair kanunnâmelerde herhangi bir açık ifade bulunmamakla beraber, resmi
toplayacak olan taraf açıkça belirtilmiştir. Bu da reayanın üzerine kayıtlı olduğu sipahinin
tasarruf ettiği timarın durumuna göre değişmektedir. Eğer sipahi "serbest timar" tasarruf
ediyorsa arûs resminin tamamını kendisi alırdı. Serbest olmayan timar tasarruf ediyorsa, bu
takdirde arûs resminin yarısını kendisi, diğer yarısını ise sancakbeyi veya subaşı alırdı1278
.
Ayrıca vakıf köylerde ilgili vakfın mütevellisi, malikâne-divâni sisteminin uygulandığı
köylerde ise divânî hissesinin sahibi arûs resmini alırdı1279
.
Öte yandan, bâkire kız nerede nikâhlanırsa nikahlansın, arûs resmini üzerine kayıtlı
olduğu sipahi (sipahinin statüsüne göre tamamı veya yarısı) alırken, dul kadın ise hangi
sipahinin toprağı üzerinde nikâhlanmışsa arûs resmini o alırdı1280
.
Bu açıklamalardan sonra, Musul sancağında "bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i
arûsâne" başlığı altında alınan vergi miktarları ve toplam sancak gelirleri içerisindeki
nispetlerini tespit etmeye çalışalım. Hemen ifade edelim ki, 1523 tarihli tahririn mufassalı
1274 BOA, TD., 308, s.13; BOA, TD., 660, s.8. Bk. Ek-III, IV, V, VI.
1275 BOA, TD., 308, s.13; BOA, TD., 660, s.8.
1276 BOA, TD., 660, s.8.
1277 Halil Sahillioğlu, "Arûs Resmi", DİA., C. 3, İstanbul 1991, s.422.
1278 Sahillioğlu, agm., s.423; Ünal, age., s.150-151.
1279 Sahillioğlu, agm., s.423.
1280 BOA, TD., 308, s.6; BOA, TD., 660, s.3. Bk. Ek-v, VI.
280
mevcut olmadığı için bu tarihteki "cürm-i cinâyet" ve "resm-i arûsâne" gelirleri hakkında
yeterince bilgi sahibi değiliz. Diğer tahrir defterlerimize nazaran ise bu vergilerin önemli bir
yekûn tuttuğuna şahit olmaktayız.
1540’ta "bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arusâne" adı altında takdir edilen
vergi toplamı 58931 akça olup, toplam sancak gelirine nispeti % 2,6'dır. Bu meblağ 1558'de
% 84 oranında artarak 108268 akçaya yükselmiştir. Bu tarihte toplam sancak geliri
içerisindeki oranı ise % 3'e yükselmiştir. Cürm-i cinâyet ve resm-i arus 1575 tarihinde ise
85143 akça olarak takdir edilmiştir. Bunun ise toplam sancak geliri içindeki nispeti % 2,2'ye
düşmüştür (Bk. Tablo-28).
2.4.2. Tapu ve Deştbani Resimleri
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi "resm-i tapu" ve "adet-i deştbani" de bâd-ı heva
grubu vergilere dahildir. Fakat, tahrir defterlerimizde bunlar bâd-ı heva'dan ayrı olarak "resmi tapu ve deştbani" başlığı altında müstakil bir gelir kalemi şeklinde kaydedilmiştir. Bunların
mahiyetleri hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, tahrirler itibariyle Musul sancağındaki
miktarlarını ele alacağız.
2.4.2.1. Tapu Resmi
Çiftlik tasarruf eden raiyyetin bir defaya mahsus olmak üzere ödediği bir çeşit toprak
kirasıdır. Tapu resmi bazen muayyen miktarda akça olarak ödenmekle birlikte, ekseriya
arazinin bir yıllık mahsulünün kıymetine göre alınırdı1281
.
Tapu resmi ödeyip toprağı satın alan reaya, toprağın mülkiyet hakkını değil sadece
tasarruf hakkını satın almış1282, böylece daimî ve irsi kiracısı hüviyetini kazanmış
oluyordu1283
.
2.4.2.2. Deştbâni Resmi
Bir kimsenin hayvanları başka bir kişinin ekinine girip zarar verdiği vakit, hayvan
sahibinin ödediği para cezasıdır. Musul sancağı kanunnâmesine göre böyle bir durumda ekin
sahibinin "...ziyanlığın tazmin etdirdikten sonra davar sâhibine beş ağaç urub beş akça
cürüm..." de alınmaktadır1284
.
Kanunnâmede deştbâni resmini kimin alacağı hususunda herhangi bir ifade mevcut
1281 Neşet Çağatay, "Osmanlı İmparatorluğunda Reaya'nın Mirî Arazide Toprak Tasarrufu ve İntikal Tarzları",
IV. Türk Tarih Kongresi, 10-14 Kasım 1948, Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1952, s.429.
1282 Ünal, age., s.151.
1283 Lütfi Güçer, age., s.44.
1284 BOA, TD., 308, s.8; BOA, TD., 660, s.4.
281
değildir. Ancak bunun dirlik sahibi tarafından alındığı diğer bazı sancak kanunnâmelerinde
açıklanmıştır1285
.
Musul sancağında "resm-i tapu ve deştbâni" adı altında takdir olunan vergi tutarı
1540’ta 7878,5; 1558'de 15137 ve 1575 tarihinde de 17999 akçadan ibarettir. Bu meblağların
toplam sancak geliri içindeki nispetleri ise sırasıyla % 0,3; % 0,4 ve % 0,5'tir (Bk. Tablo-28).
2.4.3. Dönüm Resmi
Nim çiftten az olan arazileri ekip biçenlerin, ala yerden 2 dönüme 1 akça ve edna
yerden 3 dönüme 1 akça üzerinden ödemek zorunda oldukları bir vergidir. Bu tür yerleri
tasarruf edenler, kendi toprağından fazla yer ekmek isteyenler ile haric raiyyet olabildiği
gibi1286, bennak ve mücerred kaydedilen raiyyet de olabilirdi.
Musul sancağında "resm-i zemin" adı altında alınan gelir toplamı 1540’ta 2600,
1558'de ise 3000 akçadır (Bk. Tablo-28). 1575 tarihli tahrirde bu konuda herhangi bir kayıt
mevcut değildir.
2.5. Maktu' Vergiler ve Mukataalar
Maktu' vergiler ve mukataalar Osmanlı vergi gelirlerinin önemli bir dilimini teşkil
etmektedir. Maktu' kelimesi; Osmanlı vergi sisteminde "götürü usûl"'nü ifade etmektedir.
Maktu' vergiler yılda bir defa muayyen bir meblağ üzerinden hesap ve tahsil olunmaktadır.
Böylece bu tür vergiler, zirai ürünlerden alınan ve ürünün bolluğu veya kıtlığına göre miktarı
değişen öşür vergisinden farklılık arz ediyordu. Bazı mezra gelirleri, adet-i ağnam ve
değirmen resimleri maktu' olarak alınıyordu.
Mukataa ise, geliri kimseye dirlik olarak verilmeyip, doğrudan divâna bırakılan vergi
ve gelir kalemleridir. Çeşitli sınai tesisler, ziraat sahaları, madenler vb. gibi memleketin en
zengin gelir kaynakları, hükümetin nakit para ihtiyacını karşılamak için mukataa olarak
hazineye ayrılmıştır1287
.
Mukataa olarak ayrılan gelir kaynakları; boyahâne, debbağhâne, cizye, ağnam, bâc,
tamga, ihtisâb ve ma'cunhâne gelirleri ile "havâss-ı hümâyun" kaydedilmiş köylerin
gelirleridir (Bk. Tablo-29).
Diğer yandan mukataa gelirleri, "iltizam" usulüyle toplanmaktadır. Buna göre,
İstanbul'da ya da mukataanın bulunduğu kadılıkta iltizam işi talipliler arasında müzayedeye
1285 Ünal, age., s.149.
1286 BOA, TD., 308, s.7; BOA, TD., 660, s.3.
1287 Akdağ, age., C. II, s.294.
282
çıkarılır ve devlet hazinesine en yüksek parayı ödemeyi taahhüt eden kişi mukataayı iltizama
alırdı. İltizamı deruhte eden kişiye "mültezim" denilirdi. İltizama talipli çıkmadığı takdirde ise
gelirin toplanma işi, her sene muayyen bir meblağ yatırmayı taahhüt etmesi karşılığında
ulufeli bir memura havale ediliyordu1288
.
2.6. Tesisler ve Bunlardan Alınan Vergiler
2.6.1. Değirmenler
Zirai hayatın tamamlayıcısı, küçük işletmeler olan un değirmenleri üç şekilde
çalıştırılmaktadır. Bunlar; su ile çalıştırılan su değirmenleri, rüzgâr ile çalıştırılan yel
değirmenleri ve hayvan gücü ile çalıştırılan kara değirmenleridir1289
.
Bu değirmenlerden alınan vergiye "resm-i asiyab" denilmektedir. Bu vergi hububat
olarak alındığı gibi akça olarak da alınabilmektedir. Alınan resim, değirmenin çalıştığı
zamana göre değişmektedir. İmparatorluğun pek çok bölgelerinde bir yıl süreyle çalışan
değirmenlerden 60 akça, 6 ay çalışanlardan ise 30 akça asiyab resmi alınmaktadır ki bu, ayda
5 akçaya tekabül etmektedir. Dolayısıyla 3 ay çalışan değirmenlerden de 15 akça vergi
alınmaktadır1290
.
Musul sancağında da "tamam yıl döner asiyâbdan 60 akça ve altı ay dönerden 30 akça
ve üç ay dönerden 15 akça resm-i asiyâb" alınmaktadır1291
.
1540’ta 3'ü yarım yıl, 24'ü tam yıl çalışan toplam 28 değirmen bulunmaktadır.
Bunlardan elde edilen vergi miktarı ise 1590 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-26, 28). 1558'de
değirmen sayısı 37'ye çıkmıştır. Bunların 3'ü yarım yıl, 34'ü de tam yıl çalışmaktadır. Tahsil
edilen vergi toplamı ise 2130 akçadır (Bk. Tablo-26, 28). 1575 tarihinde Musul sancağındaki
değirmen sayısı 2 adet daha artarak 39 olmuştur. Bunların yine 3'ü yarım yıl çalışırken 36'sı
da tam yıl çalışmaktadır. 39 değirmenden elde edilen vergi geliri ise 2250 akçadır (Bk. Tablo26, 28).
Tablo-27'de de görüleceği üzere Musul sancağında 1540 tarihinde 11 köyde değirmen
bulunurken, 1558'de 12 köye ve 1575’te ise 14 köye çıkmıştır. Ancak 1540 tarihinde 2
değirmeni mevcut olan Koyuncak köyü ile 1 değirmeni bulunan Mehlebi köyünün değirmen
kayıtlarının daha sonraki tarihlerde geçmemesi bunların harabe olduğunu göstermektedir.
1288 Akdağ, age., C. II, s.336-337.
1289 Özdeğer, agm., s.85.
1290
Barkan, Kanunlar, I, s.47,50,113; Çağatay, agm., 1947, s.503.
1291 BOA, TD., 308, s.8; BOA, TD., 660, s.4.
283
Tablo-27: Musul Sancağında Değirmen Sayısı ve Resm-i Asiyâb (1540-1575)
No Değirmenin
Bulunduğu Yer
1540 1558 1575
Tam Yıl
(Adet)
Yarım
Yıl
(Adet)
Asiyab
Resmi
(Akça)
Tam
Yıl
(Adet)
Yarım
Yıl
(Adet)
Asiyab
Resmi
(Akça)
Tam
Yıl
(Adet)
Yarım
Yıl
(Adet)
Asiyab
Resmi
(Akça)
1 Bâhizan 3 - 180 3 - 180 3 - 180
2 Koyuncuk 2 - 120 - - - - - -
3 Mehlebi 1 - 60 - - - - - -
4 Histebâd 3 3 270 3 3 270 3 3 270
5 Ömerî 3 - 180 5 - 300 5 - 300
6 Bağdere 2 - 120 2 - 120 2 - 120
7 Bahinduva 2 - 120 4 - 240 4 - 240
8 Ba'şika 3 - 180 3 - 180 3 - 180
9 Cerahi 1 - 60 1 - 60 1 - 60
10 Girmavi (Girmave) 1 - 60 2 - 120 2 - 120
11 Ayn-Safna 3 - 180 6 - 360 6 - 360
12 Meşrefi - - - 3 - 180 3 - 180
13 Necmi - - - 1 - 60 1 - 60
14 Aktaş - - - 1 - 60 1 - 60
15 Bakak - - - - - - 1 - 60
16 Kaim - - - - - - 1 - 60
Toplam 24 3 1590 34 3 2130 36 3 2250
2.6.2. Boyahâneler
Boyahâneler dokuma sanayiinin vazgeçilmez işletmeleridir. Zira, dokuma sanayiinde
kullanılan ipliklerin renklendirilmesi ve kumaşların boyanması boyahânelerde yapılmaktadır.
İnceleme dönemimizde, Musul sancağındaki dokuma sanayiinin ileri bir düzeyde olmasına
paralel olarak boyahâne sayısının da bir hayli fazla olduğunu görmekteyiz. Nefs-i Musul'daki
boyahânenin geliri medrese, İmâmzadegân türbe ve mezarlarına vakfedilmişken1292, diğer
boyahâne gelirleri ise padişah hassı, sancakbeyi hassı veya zeamet olarak ayrılmıştır.
Tablo-28: Musul Sancağındaki Boyahâneler ve Gelir Miktarları (1523-1575)
No Bulunduğu
Yer
1523 1540 1558 1575
Geliri
(Akça)
TBGİO
(%)
Geliri
(Akça)
TBGİO
(%)
Geliri
(Akça)
TBGİO
(%)
Geliri
(Akça)
TBGİO
(%)
1 Nefs-i Musul 51120 98.7 36600 49.6 66600 40.4 80000 41.2
2 Ayn-Safna 660 1.3 360 0.5 1440 0.9 2000 2
3 Bâhiza - - 3000 4.1 5400 3.3 14000 7.2
4 Tikrit - - 12000 16.3 14000 8.5 14000 7.2
5 Tilskuf - - 3600 4.9 9000 5.5 9000 4.6
6 Karakuş - - 10800 14.6 50400 30.6 60000 30.9
7 Geremlis - - 7400 10 10800 6.6 12000 6.2
8 Alkuş - - - - 7200 4.4 7200 4.4
9 Histebâd - - - - - - 2800 1.4
Toplam 51780 100 73760 100 164840 100 194200 100
TBGİO : Toplam Boyahâne Gelirleri İçindeki Oranı
1292 Bk. Vakıflar Bölümü.
284
Öte yandan Musul sancağı dahilindeki boyahânelerde elde edilen vergi gelirleri,
toplam sancak gelirleri içerisinde önemli bir nispete tekabül etmektedir. 1523'te boyahâne
gelirleri toplamı 51780 akça olup, sancağın toplam gelirine nispeti % 3,4'tür. 1540’ta
boyahâne gelirleri 73760 akçaya yükselmekle birlikte sancak geliri içindeki nispeti % 3,3'e
gerilemiştir. 1558 tarihinde boyahâne gelirleri 164840 akçaya, 1575'te ise 194200 akçaya
yükselmiştir. Toplam sancak geliri içerisindeki nispetleri de 1558'de % 4,5, 1575'te % 5'tir
(Bk. Tablo-27, 28).
.2.6.3. Darphâne Bilindiği gibi, Osmanlı devletinin birçok şehir ve kasabasında padişah adına para kesecek "darphâneler" mevcuttu. Bunların belli bir sayısı olmayıp, zaman zaman bazı şehirlerdeki darphâneler kapatıldığı gibi, kimi yerlerde ise yenisi açılıyordu. Birinci derecede işlek olan darphâneler İstanbul, Edirne, Bursa, Tire, Amasya, Ayasluğ ve Serez'de bulunuyordu1293 . Musul sancağında darphâne kaydı ilk kez 1558 tarihli tahrir defterinde geçmektedir. Bu da darphânenin 1540-1558 tarihleri arasında kurulmuş olduğunu göstermektedir. Darphâneler mukataa gelirleri içerisinde yer alırdı. Musul darphâne mukataası padişah hassı olarak ayrılmıştır. 1558'de 45000 akça geliri mevcut olan darphânenin, 1575 tarihindeki geliri 55000 akçaya yükselmiştir. Bu meblağların toplam sancak gelirleri içerisindeki nispetleri birincisinde % 1,2, ikincisinde ise % 1,4'tür (Bk. Tablo-28). Öte yandan Musul darphânesi için gerekli olan gümüş büyük ölçüde Halep'ten karşılanıyordu. Zira, 1579 (987) tarihli bir mühimme kaydına göre Musullu bazı tüccarlar Musul darphânesi için Halep'ten 4000 altınlık gümüş getirirlerken Cizre dolaylarında soyulmuşlardır. Bu hadiseden daha önce de "Musul pazarbaşısı Hüseyin nâm kimesne 1000 florilik gümüş ile Halep'ten gelir iken..." yine Cizre dolaylarında soyulmuşlardı1294. Bu kayıtlar da göstermektedir ki, Musul darphânesi için gerekli olan gümüşün büyük ekseriyeti Halep'ten karşılanmaktadır. 2.6.4. Tabakhâne Tabakhâneler hayvan derilerinin işlenip, giyim eşyası, ayakkabı, hayvan koşumları vb. yapımına elverişli hale getirildiği ve renklendirildiği atölyelerdir. Tahrir defterlerimizdeki kayıtlara nazaran nefs-i Musul'da herhangi bir tabakhâne 1293 Akdağ, age., C. II, s.230-231. 1294 Mühimme, 40, s.219, b.490. 285 mevcut değildir. Sancak sınırları dahilinde ise yalnızca bir tabakhâne bulunmaktadır ki, o da Tikrit'tedir. Bu tabakhâneden elde edilen vergi miktarı ise 1523 ve 1540 tarihlerinde 600 akça, 1558-1575 tarihlerinde de 800 akçadır (Bk. Tablo-28). 2.6.5. Meyhâne Meyhâne, köylülerin yaptıkları şarapları getirip sattıkları yerdir. Meyhâneye getirilip satılan şaraplar subaşı tarafından muayyen bir ücret karşılığı mühürlenirdi1295. Musul meyhânesine getirilen her yük şaraptan, subaşılar bir bardak şarap alırlardı. Öte yandan, "meyhâneye gelen şarabı meyhâneci her niceye alursa, bir ol kadar ziyâdeye" satardı1296 . Musul meyhânesinden elde edilen yıllık vergi geliri önemli bir yekûn tutmaktadır. 1540’ta 57600, 1558'de 57900 ve 1575'te de 60000 akça yıllık vergi geliri mevcuttur. Bu meblağların toplam sancak gelirleri içerisindeki nispetleri de 1540’ta % 2,5; 1558-1575 tarihlerinde ise % 1,6'dır (Bk. Tablo-28). 2.6.6. Ma'cunhâne Musul şehrinde mevcut olan sınai tesislerden biri de ma'cunhânedir. Vergi gelirleri mukataa olarak ayrılmıştır. 1523 ve 1540 tarihlerinde ma'cunhâne mukataası geliri 3600 akça iken, 1558'de 12000 akçaya yükselmiştir. Ancak, 1575 tarihinde 10000 akçaya gerilemiştir (Bk. Tablo-28). 2.7. Şehre Mahsus Hizmetler ve Mukataa Gelirleri Osmanlı şehirlerinde sosyal ve iktisadi hayatın güven altına alınıp canlılığın sağlanması için birtakım tedbirler alınmıştır. Bu tedbirler daha çok güvenliğin sağlanması ile üretici ve tüketicinin korunması şeklinde tezahür etmiş, verilen bu hizmetlere karşılık olarak da birtakım vergiler alınmıştır. 2.7.1. İhtisâb Çarşı ve pazarlardaki alışverişin ve fiyatların kontrol işine ihtisab, bu vazifeyi yerine getiren görevliye de muhtesib denilmektedir. Muhtesib, narhlara bakmak, ölçü ve tartı aletlerini kontrol etmek, ölçü ve tartıları düzgün kullanmayan ve alışverişlerde hile yapanları cezalandırmakla vazifeliydi1297 . Devlet, muhtesiblik vazifesini iltizam yoluyla bir âmil'e verebildiği gibi bu iş için bir 1295 Göyünç, agm., 1975, s.90. 1296 BOA, TD., 308, s.13. 1297 Pakalın, age., C. II, s.572. 286 emin de tayin edebiliyordu. Her iki durumda da kadıya bağlı olan muhtesib, her sene devlete defterde kayıtlı olan muayyen bir meblağı iltizam bedeli olarak ödemek zorundaydı. Devletin bu yolla elde ettiği gelire ise ihtisab mukataası denilmekteydi1298 . Çarşı ve pazarlarda satılan mallardan alınan muhtelif resimler, hileli veya eksik mâl imâl edenler ile ölçü, tartı ve temizliğe dikkat etmeyenlerden alınan cürümler muhtesibin gelirini oluşturuyordu. Bu husus 1540 tarihli Musul sancağı kanunnâmesinde şu şekilde belirtilmiştir; "dirhem ile satılan meta'dan eksük satandan dirhem başına 1 akça cerime alına ve her mâla ma'rifet-i kâdı ile nice def'a narh virülürse bir mikdar narhçelik alınub ziyâde nesne alınmaya ve dirhem ile satılmayub az kıymetlüden hâline göre bir mikdar cerime alına ve ekmekcilerün ve aşçıların kabın ve kacağın temiz dutmayanlardan hâllerine göre birer mikdâr cerimeleri alınur" 1299 . Musul ihtisab gelirleri 1523 tarihli tahrirde "ihtisab-ı nefs-i Musul" ve "mukataa-i livai Musul" başlıkları altında iki yerde kaydedilmiştir. Birinci başlık altında kaydedilen gelir 3600 akça, ikincisinin ise 1996 akça olup, toplam 5596 akça tutmaktadır. Bu da toplam sancak gelirlerinin % 0,4'üne tekabül etmektedir. Diğer tahrirlerde "mahsul-i ihtisab-ı nefs-i musul" başlığı altında kaydedilen gelir miktarları 1540 ve 1558 tarihlerinde 36000 akça, 1575 tarihinde de 50000 akçadır. Toplam sancak gelirlerine nispeti 1540’ta % 1,6; 1558'de % 1 ve 1575'te % 1,3'tür (Bk. Tablo-28). 2.7.2. Asesiye Osmanlı şehirlerinin asayişinden kadılar ve subaşılar mesuldür. Subaşılar kadıların emrinde bulunurken, kendi emirlerinde de asesbaşı, ases kethüdası ve ases denilen bir yürütücü güç bulunuyordu1300 . Aseslerin gelirleri, akşamları bekledikleri her dükkân başına aldıkları muayyen miktardaki akça ile yakaladıkları suçlulardan subaşıların aldıkları cerimelerin öşründen ibarettir. Bu husus Musul Sancağı kanunnâmesinde belirtilmiştir. Kanunnâmelere göre aseslerin alacakları resimler şöyle açıklanmıştır; "şol dükkân ki demür kilid ile kilidlenüb, asesler bekliye her dükkândan ayda birer akça alına ve mahallâtda olan dükkânlardan ve dezgâhlardan ki ases beklemiye, anlardan resm-i asesiye alınmaz ve gece ile dutulan sarhoşdan ve hırsuzdan ki asesler dutmuş ola subaşılar ne mikdar cerime alursa öşr-i asesiye 1298 Ünal, age., s.146. 1299 BOA, TD., 195, s.9. Bkz-Ek-V, VI. 1300 Akdağ, age., C. II, s.91. 287 vireler. Gündüzün vâki olan cera'imden asesin medhâli yokdur" 1301 . Öte yandan 1523 tarihli Musul Sancağı kanunnâmesinden öğrendiğimize göre, asesler bâkire kızlardan ve akşam vakti yakaladıkları suçsuz kimselerden "resm-i asesiye" diye 5'er akça alıyorlarmış. Ancak bu uygulama, Osmanlı kanunlarına uygun olmadığı için ref' edilmiştir1302 . Asesiye gelirleri de ihtisab gibi iltizama verilerek âmil veya emin eliyle toplanıyordu. Musul sancağı asesiye gelirleri 1523'te 1500 akça, 1540’ta 7000 akça, 1558 ve 1575 tarihlerinde ise 8000 akçadan ibarettir (Bk. Tablo-28). Bu meblağların toplam sancak gelirine nispeti ise sırasiyle % 0,1, % 0,3 ve 1558-1575 tarihlerinde % 0,2'dir. 1301 BOA, TD., 195, s.7. 1302 BOA, TD., 908, s.61. Bk. Ek-III. 289 Tablo-29: Musul Sancağındaki Vergi ve Resimler (1523-1575) No Verginin Adı Vergi Bedeli (Akça Olarak) 1523 % 1540 % 1558 % 1575 % 1 Öşr-i Hınta (Buğday) - - 439270 19,4 655031 18,0 678877 17,6 2 Öşr-i Şa’ir (Arpa) - - 295138 13,0 330915 9,1 357130 9,3 3 Öşr-i Dıhn (Darı) - - 40630 1,8 26933 0,7 23205 0,6 4 Öşr-i Simsim (Susam, Künci) - - 11750 0,5 10287 0,3 7725 0,2 5 Öşr-i Ades (Mercimek) - - 250 0,0 255 0,0 255 0,0 6 Öşr-i Çeltik - - - - 2700 0,1 4260 0,1 7 Öşr-i Bezir-i Ketan (Keten Tohumu) - - 575 0,0 14683 0,4 14995 0,4 8 Öşr-i Penbe (Pamuk) - - 88705 3,9 58495 1,6 61800 1,6 9 Öşr-i Bostan ve Sebzevât - - 23272 1,0 32481 0,9 34748 0,9 10 Öşr-i Piyâz (Kuru Soğan) - - 7981 0,4 7500 0,2 8716 0,2 11 Öşr-i Zeytin - - 200 0,0 3500 0,1 3600 0,1 12 Öşr-i Bağat - - 1800 0,1 20924 0,6 23170 0,6 13 Öşr-i Küvâre (Bal) - - 3792 0,2 4452 0,1 4654 0,1 Toplam - - 913363 40,4 1168156 32,1 1223135 31,8 1 Resm-i Çift - - 38875 1,7 47250 1,3 56100 1,5 2 Resm-i Bennâk - - 54372 2,4 87526 2,4 75622 2,0 3 Resm-i Mücerred - - 5826 0,3 13757 0,4 8970 0,2 4 Resm-i İspenç - - 59420 2,6 83650 2,3 100390 2,6 5 Cizye-i Gebrân 65270 4,3 99700 4,4 143600 3,9 204712 5,3 6 Resm-i Marhasiye - - 338 0,0 580 0,0 748 0,0 7 Resm-i 'Irgâdiye - - 18211 0,8 25710 0,7 29256 0,8 Toplam 65270 4,3 276742 12,2 402073 11,0 475798 12,4 1 Bâd-i Hevâ ve Cürm-i Cinâyet ve Resm-i 'Arusâne - - 58931 2,6 108268 3,0 85143 2,2 2 Resm-i Tapu ve Deştbâni - - 7878 0,3 15137 0,4 17999 0,5 3 Resm-i Zemin (Dönüm Resmi) - - 2600 0,1 3000 0,1 - - 4 Adeti Ağnam - - 45104 2,0 137493 3,8 90942 2,4 5 Resm-i Câmus - - 27654 1,2 38140 1,0 27500 0,7 290 tablo-29’un devamı No Verginin Adı Vergi Bedeli (Akça Olarak) 1523 % 1540 % 1558 % 1575 % 6 Resm-i Kışlâk (Kışlâkçıyân) - - 7304 0,3 13130 0,4 14420 0,4 Toplam - - 149471 6,6 315168 8,6 236004 6,1 1 Mukataa-i Boyahâne 51780 3,4 73760 3,3 164840 4,5 194200 5,0 2 Mukataa-i Darphâne - - - - 45000 1,2 55000 1,4 3 Mukataa-i Tabakhâne 600 0,0 600 0,0 800 0,0 800 0,0 4 Mukataa-i Meyhâne - - 57600 2,5 57900 1,6 60000 1,6 5 Mukataa-i Ma'cunhâne 3600 0,2 3600 0,2 12000 0,3 10000 0,3 6 Resm-i Asiyâb (Değirmen) - - 1590 0,1 2130 0,1 2250 0,1 7 Resm-i İhtisâb 5596 0,4 36000 1,6 36000 1,0 50000 1,3 8 Resm-i Asesiye 1500 0,1 7000 0,3 8000 0,2 8000 0,2 Toplam 63076 4,2 180150 8,0 326670 9,0 380250 9,9 1 Tamga-i Gön ve Sahtiyan 6989 0,5 - - - - - - 2 Mahsul-i tamga-i gön ve tamga-i ağnâm ve tamga-i siyâh ve pâzâr-ı rişte ve simsâriye - - 60000 2,7 126000 3,5 118730 3,1 3 Tamga-i ve simsariye ve bâc-ı cisr 18000 1,2 - - - - - - 4 Tamga-i sürh ve kapandari ve mahsul-i sefine 105120 7,0 - - - - - - 5 Mahsul-i beytülmâl ve mâl-ı gaib ve mâl-ı mevkuf ve mâl-ı medfun ve mâl-ı sürh-serân 5000 0,3 4000 0,2 11000 0,3 15000 0,4 6 Mahsul-i sukk-ı devâlib - - 4320 0,2 16000 0,4 13000 0,3 7 Mahsul-i tamga-i surh ve kapandari ve mahsul-i sefine ve resm-i kelekçiyân ve bâc-ı cisr - - 270000 11,9 350000 9,6 532058 13,8 Toplam 135109 9,0 338320 15,0 503000 13,8 678788 17,6 1 Mezra Gelirleri 143561 9,5 215798 9,5 485400 13,3 559153 14,5 2 Köy Geliri 815325 54,0 - - - - - - 3 Diğer Vergiler 286677 19,0 188178 8,3 443733 12,2 298424 7,7 Genel Toplam 1509018 100 2262023 100 3644200 100 3851552 100 291 2.8. Ticarî Faaliyetler ve Bunlardan Alınan Vergiler Musul, daha islâm hâkimiyetinin ilk dönemlerinden itibaren ticarî faaliyetler bakımından gelişme kaydetmiş, Abbasi ve Emevi dönemlerinde ise önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Atabekler döneminde gerek Musul'un başkent olması gerekse ekonomik ve sosyal alanda sağlanan güven ortamı ticarî faaliyetlere de yansımış ve Musul kervanların konaklama yeri olmuştur. Burada toplanan kervanlar doğuda İran ve Hindistan'a, kuzeyde Anadolu, Ermenistan ve Azerbaycan'a, batıda ise Suriye ve Mısır'a kadar uzanıyordu1303 . Musul'un bu ticarî ehemmiyeti Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. BasraBağdat istikametinden süregelen kervan yolunun bir kolu Musul-Mardin-Diyarbekir üzerinden Trabzon'a, diğer bir kolu da Musul-Mardin-Urfa üzerinden Halep'e kadar uzanıyordu. Bahsedilen bu güzergâhta gidip gelen kervanlar önemli bir ekonomik canlılık sağlıyordu. Nitekim bu ticarî canlılık Musul Sancağı kanunnâmelerine de yansımıştır. Zira, kanunnâmelerde İran (Yezdî), Avrupa (Frengî) ve Bursa kumaşları (Akmişe), Mısır ve Hasankeyf abayisi ile Mardin ve Hasankeyf sofundan bahsedilmesi, Musul'un ticarî canlılığını ve hacmini bize göstermektedir. Öte yandan Musul-Mardin-Urfa-Halep kervan yolunun XVIII. yüzyılın ikinci yarısında da canlılığını koruduğunu meşhur seyyah Carsten Niebuhr'un seyahatnâmesinden öğrenmekteyiz. Niebuhr 1766 yılında bir kervanla bu yolda seyahat etmiş ve verdiği bilgiye göre; kervanda 1300'ü meşe mazısı, 120'si muhtelif Hint ve İran kumaşları, 45'i kahve taşıyan deve, 500-600 kadar yüklü at, katır ve merkep, 150 muhafız ve 400 kadar yolcu bulunuyordu1304 . XVI. Yüzyılda kervanlarla nakledilen ticarî mallar ve bunlardan alınan çeşitli resimler Musul kanunnâmesinde vâzıh bir şekilde görülmektedir. Buna göre transit olarak geçen mallar ile şehirde satılanlardan alınacak vergiler tablo-30’da verildiği gibidir. 1303 Deveci, "Sanâ'iyetü'l Musul…”, s.88-98. 1304 Niebuhr Carsten, Voyage en Arabia, en d’autres Pays Circonvoisin, Amsterdam 1780, s. 374. 292 Tablo-30: Musul'da Transit Geçen veya Satılan Ticarî Mallardan Alınan Vergiler ve Oranları (1523-1575) Sıra Vergi Alınan Malın Cinsi Ölçü Birimi Alınan Vergi Çeşidi Alınan Vergi Miktarı Açıklamalar 1523 1540 1558 1575 1 Satılan Katır, At, Merkeb - Bâc 200 akçadan 5 akça (1) 200 akçadan 5 akça (1) 200 akçadan 5 akça (1) 200 akçadan 5 akça (1) (1) 2,5 akça satandan (1) 2,5 akça satandan 2 Kapana getirilip satılan eşyanın her cinsinden Yük a-At-Katır b-Deve c- Merkeb - a-200 dirhem b-390 dirhem c-100 dirhem a-200 dirhem b-390 dirhem c-100 dirhem a-200 dirhem b-390 dirhem c-100 dirhem a-200 dirhem b-390 dirhem c-100 dirhem (2) -1 Mankur Gemi harcı için 1 Mankur Gemiler için 3 Sumak, bal, yağ, peynir, bâdem ve bunlara nispet mallar Yük - At, Katır, Merkeb - 9 Mankur (2) 9 Mankur (2) 9 Mankur (2) 9 Mankur (2) - 2 Mankur Şahnedarlık 4 Galle Yük a-At-Katır y b-Deve y. - a- 6 Mankur b- 0,5 akça a- 6 Mankur b- 4 akça a- 6 Mankur b- 0,5 akça a- 6 Mankur b- 0,5 akça - Maadası mirî için 5 Şarab Yük - At, Katır, Merkeb - - 6 Mankur - 6 Mankur - 6 Mankur - 6 Mankur 6 Penbe (Pamuk) Yük - At, Katır, Merkeb - - 9 Mankur - 9 Mankur - 9 Mankur - 9 Mankur 7 Kasapların gemiyle getirdikleri koyun Adet (Koyun başına) Tamga-i ağnam - Rub’ akça - 2 akça - 1 akça - 2 akça - 2 akça 8 Musul Sancağında sâkin Aşiret Koyunları Adet 100 Koyun Zekat - 1 Koyun - 1 Koyun - 1 Koyun - 1 Koyun 9 Bir Top Ba’lbeki Top a-Tamga-i Siyah b- Simsariyye a- 1,5 Akça b- 9 Mankur a- 1,5 Akça b- 9 Mankur a- 1,5 Akça b- 9 Mankur a- 1,5 Akça b- 9 Mankur 10 Dülbent Adet Tamga - 1 Akça - 1 Akça - 1 Akça - 1 Akça 11 Ağ (ince) ve Rengâmiz (Rengin) Bez Satılsa - Tamga 20 Akçada 1 Akça 20 Akçada 1 Akça 20 Akçada 1 Akça 20 Akçada 1 Akça 12 Çârgezi İplik Kuşak Zir’a Tamga - 1 Mankur - 1 Mankur - 1 Mankur - 1 Mankur 13 12 ağaç (zira’) Kuşak Zir’a Tamga - 2 Mankur - 2 Mankur - 2 Mankur - 2 Mankur 14 İbrişim Çargezi - Tamga - 4 Mankur - 4 Mankur - 4 Mankur - 4 Mankur (3) Ubur etse 15 Kurs (levha) bakır - Tamga a- 22 Pare (3) b- 45 Akça (4) a- 22 Pare (3) b- 45 Akça (4) a- 22 Pare (3) b- 45 Akça (4) a- 22 Pare (3) b- 45 Akça (4) (4) Satılsa 16 Bakır abadanlığı a- At-Katır Yükü b- Deve Yükü c-Merkeb Yükü Tamga Tamga Tamga 40 akçadan 1 akça(3) 20 akçadan 1 akça(4) 40 akçadan 1,5 akça(3) 20 akçadan 1,5 akça(4) 40 akçadan 0,5 akça(3) 20 akçadan 0,5 akça(4) 40 akçadan 1 akça(3) 20 akçadan 1 akça(4) 40 akçadan 1,5 akça(3) 20 akçadan 1,5 akça(4) 40 akçadan 0,5 akça(3) 20 akçadan 0,5 akça(4) 40 akçadan 1 akça(3) 20 akçadan 1 akça(4) 40 akçadan 1,5 akça(3) 20 akçadan 1,5 akça(4) 40 akçadan 0,5 akça(3) 20 akçadan 0,5 akça(4) 40 akçadan 1 akça(3) 20 akçadan 1 akça(4) 40 akçadan 1,5 akça(3) 20 akçadan 1,5 akça(4) 40 akçadan 0,5 akça(3) 20 akçadan 0,5 akça(4) 17 Sakat ve Köhne bakır Yük Tamga a- 80’de 1 (1) b- 40’da 1 (2) a- 80’de 1 (1) b- 40’da 1 (2) a- 80’de 1 (1) b- 40’da 1 (2) a- 80’de 1 (1) b- 40’da 1 (2) (1) Ubur etse (2) Satılsa 18 Nal Yük Tamga a- 40’da ! (1) b- 20’de 1 (2) - - - - - - 293 tablo-30’un devamı Sıra Vergi Alınan Malın Cinsi Ölçü Birimi Alınan Vergi Çeşidi Alınan Vergi Miktarı Açıklamalar 1523 1540 1558 1575 19 İnce iplik (Ba’albeki ve dülbent için) Nûgi - Her şahruhiden (3) 1 mankur Her şahruhiden (3) 1 mankur Her şahruhiden (3) 1 mankur Her şahruhiden (3) 1 mankur (3) Her şahruhi 4,5 Osman akçasıdır. 20 Çivit (Nil) Kelle bâc-ı ubur - 60 akça (4) - 120 akça (5) - 120 akça (6) - 240 akça (7) - 60 akça (4) - 120 akça (5) - 120 akça (6) - 240 akça (7) - 60 akça (4) - 120 akça (5) - 120 akça (6) - 240 akça (7) - 60 akça (4) - 120 akça (5) - 120 akça (6) - 240 akça (7) (4) 2000 akça ise % 3 (5) 4000 akça ise % 3 (6) Satılırsa % 6 (7) Satılırsa % 6 21 Yezdî ve Kâşî akmişe, Frengi ve Bursa akmişesi Yük (at-katır) bac-ı ubur tamga 375 osmanî akça % 6 akça (8) 375 osmanî akça % 6 akça (8) 375 osmanî akça % 6 akça (8) 375 osmanî akça % 6 akça (8) (8) Satılırsa 22 Çuka, Keten Yük a- At-Katır b- Deve c- Merkeb a-Bâc-ı Ubur b-Bâc-ı Ubur c-Bâc-ı Ubur a- 375 akça b- 300 akça c- 100 akça a- 375 akça b- 300 akça c- 100 akça a- 375 akça b- 300 akça c- 100 akça a- 375 akça b- 300 akça c- 100 akça 23 Sair Kumaş Yük a-Bac-ı Ubur b- Tamga a- % 3 akça b- % 5 akça a- % 3 akça b- % 5 akça a- % 3 akça b- % 5 akça a- % 3 akça b- % 5 akça 24 İpek (Harir) Yük a- At-Katır b- Deve c- Merkeb - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur a- 375 akça b- 555 akça c- 187,5 akça a- 375 akça b- 555 akça c- 187,5 akça a- 375 akça b- 555 akça c- 187,5 akça a- 375 akça b- 555 akça c- 187,5 akça 25 İpek (Harir) Batman (Tuman) Tamga - 7 Osmanî akça - 7 Osmanî akça - 7 Osmanî akça - 7 Osmanî akça 26 Rengîn elvân ibrişim Yük -Bac-ı Ubur -Tamga % 3 akça % 6 akça (1) % 3 akça % 6 akça (1) % 3 akça % 6 akça (1) % 3 akça % 6 akça (1) (1) Satılırsa 27 Şeker Yük a- At-Katır b- Deve c- Merkeb - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur a- 150 Osmanî akça b- 225 Osmanî akça c- 75 Osmanî akça a- 150 Osmanî akça b- 225 Osmanî akça c- 75 Osmanî akça a- 150 Osmanî akça b- 225 Osmanî akça c- 75 Osmanî akça a- 150 Osmanî akça b- 225 Osmanî akça c- 75 Osmanî akça 28 Hasankeyf abâyisi Her abâyi başına - Bac-ı Ubur -0,5 akça - 1 akça, 1 pul (1) -0,5 akça - 1 akça, 1 pul (1) -0,5 akça - 1 akça, 1 pul (1) -0,5 akça - 1 akça, 1 pul (1) 29 Mısır Abâyisi -Bâc-ı Ubur -Tamga - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) 30 Mardin ve Hasankeyf Sofu Sof başına - Bâc-ı Ubur - Tamga - 3 rub’ -1,5 akça (1) - 3 rub’ -1,5 akça (1) - 3 rub’ -1,5 akça (1) - 3 rub’ -1,5 akça (1) 31 Mardin Muhayyeri - Bâc-ı ubur - Tamga - 1 akça - 2 akça - 1akça - 2 akça - 1 akça - 2 akça - 1 akça - 2 akça - 1 akça - 2 akça 32 Itır Yük a- At b- Deve c- Merkeb Bâac-ı Ubur Bâac-ı Ubur Bâac-ı Ubur - Tamga a- 100 akça b- 50 akça c- 150 akça - % 6 akça a- 100 akça b- 50 akça c- 150 akça - % 6 akça a- 100 akça b- 50 akça c- 150 akça - % 6 akça a- 100 akça b- 50 akça c- 150 akça - % 6 akça (1) 33 Kalay, nişâdır, sürb, tunç, bıçak, pulad (çelik), tutya, lâden ve bunlara nispet eşya Yük? -Bâc-ı Ubur - Tamga - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) 34 Demir, sabun ve hınna (kına) Yük a- At-Katır b- Deve c- Merkeb - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur Tamga a- 25 akça b- 37,5 akça c- 12,5 akça - % 7 akça (1) a- 25 akça b- 37,5 akça c- 12,5 akça - % 7 akça (1) a- 25 akça b- 37,5 akça c- 12,5 akça - % 7 akça (1) a- 25 akça b- 37,5 akça c- 12,5 akça - % 7 akça (1) 294 tablo-30’un devamı Sıra Vergi Alınan Malın Cinsi Ölçü Birimi Alınan Vergi Çeşidi Alınan Vergi Miktarı Açıklamalar 1523 1540 1558 1575 35 Nal ve Mıh (Çivi) Yük - Bac-ı Ubur -Tamga - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 3 akça - % 6 akça (1) 36 Kepenek (Yağmurluk) Yük - Bac-ı Ubur -Tamga - 3 rub’ - 1,5 akça (1) - 3 rub’ - 1,5 akça (1) - 3 rub’ - 1,5 akça (1) - 3 rub’ - 1,5 akça (1) 37 Fülfül, Zencebil, Ceviz, Karanfil, Darçın ve Anzarut Yük - Bac-ı Ubur -Tamga - % 3 akça - % 6 akça - % 3 akça - % 6 akça - % 3 akça - % 6 akça - % 3 akça - % 6 akça 38 Kalem Yük(1) a- At-Katır b- Deve c- Merkeb - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur - Bac-ı Ubur a- 50 akça b- 75 akça c- 25 akça (1) Ki her yükü 24000 adet ola 39 Bağdat Çinisi Yük -Bâc-ı Ubur - 40 Çinide 1 çini - 20 Çinide 1 (1) - 40 Çinide 1 çini - 20 Çinide 1 (1) - 40 Çinide 1 çini - 20 Çinide 1 (1) - 40 Çinide 1 çini - 20 Çinide 1 (1) (1) Satılırsa 40 Yağ, bal, peynir, şem’i asel, pekmez, bâdem, ceviz, summak, nardenk (nar suyu), fındık, muhalleb yemişi, pirinç, hurma ve bunlara nispet eşya Yük -Bâc-ı Ubur -Tamga -Tamga - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 6 akça (2) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 6 akça (2) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 6 akça (2) - % 3 akça - % 6 akça (1) - % 6 akça (2) (1) Satılırsa (2) Bahsedilen eşya Kelek ile geldiği vakit geçse veya satılsa bâc alınmayıb, sadece % 6 akça tamga alınır. 41 Çugan ve Nemek Nemek -Bâc-ı Ubur -Tamga - 20’de 1 akça - 40’da 1 akça (1) - 20’de 1 akça - 40’da 1 akça (1) - 20’de 1 akça - 40’da 1 akça (1) - 20’de 1 akça - 40’da 1 akça (1) (1) Satılırsa 42 Kavun, karpuz Yük -Tamga-i Kapan - 1’er kavun, karpuz - 1’er kavun, karpuz - 1’er kavun, karpuz - 1’er kavun, karpuz 43 Kelek (1) Yük - Tamga - 15 akça - 15 akça - 15 akça - 15 akça (1) Odun kelegi dışındaki Kelek 44 Sebze Yük -Tamga - 20 akçada n1 akça - 20 akçada n1 akça - 20 akçada n1 akça - 20 akçada n1 akça 45 Yaş Yemiş - -Tamga - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) (1) Haricden gelip satılsa 46 Zekrek, Nohud, Mercimek, Bakla, Lübye, Soğan, Zeytin Yük -Tamga - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) - 14 akçadan 1 akça (1) (1) Haricden gelip satılsa 47 Ham Câmus Gönü Adet - Bâc-ı Ubur - Her gönden 1,5 akça (1) - Her gönden 1,5 akça (1) - Her gönden 1,5 akça (1) - Her gönden 1,5 akça (1) (1) Geçse de satılsa da 1,5 akça alınır 48 Dibâğat olmuş gön, Sahtiyan - Tamga - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) (1) Haricden gelip satılsa 49 Yün, Kıl - Tamga - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) - % 5 akça (1) (1) Haricden gelip satılsa 50 Bulgârî (Yumuşak deri) Adet - Bâc-ı Ubur - Tamga - taneden 1,5 akça(1) - taneden 3 akça (2) - taneden 1,5 akça(1) - taneden 3 akça (2) - taneden 1,5 akça(1) - taneden 3 akça (2) - taneden 1,5 akça(1) - taneden 3 akça (2) (1) Ubur etse (2) Satılırsa 51 Tiftik Yük -Bâc-ı Ubur - Tamga - - 40 akçadan 1 akça (1) 20 akçadan 1 akça (1) (1) Ubur etse (2) Satılırsa 52 Bir Kaftanlık bez - Tamga - 5 Mankur - 5 Mankur - 5 Mankur - 5 Mankur 53 Baalbeki bez Yük -Tamga 1 akça ve 3 Mankur 1 akça ve 3 Mankur 1 akça ve 3 Mankur 1 akça ve 3 Mankur 54 Dülbent Yük -Tamga 1 akça ve 1 Mankur 1 akça ve 1 Mankur 1 akça ve 1 Mankur 1 akça ve 1 Mankur 55 Ba’albeki Yük -Dekkâkiye - 6 Mankur - 6 Mankur - 6 Mankur - 6 Mankur 295 Tablo 30'da da görüldüğü üzere, XVI. yüzyılda Musul'da kervanlarla transit olarak geçen veya şehirde satışa sunulan ticarî mallardan alınan vergi miktarları 1523 tarihindeki durumunu muhafaza etmiştir. Yine tabloda dikkatimizi çeken bir husus da herhangi bir maldan transit olarak geçtiğinde alınan vergi miktarının, satıldığı takdirde alınan vergi miktarından % 50 nispetinde daha az olmasıdır. Bu durum, ithalata yüksek gümrük getirilerek yerli sermayeyi kurumuş olmaktadır. Osmanlı’nın bu uygulaması günümüzde bütün dünyada uygulanmaktadır. Her türlü ticarî malın gerek geçişinde gerekse satışında elde edilen gelirler padişah hassı olarak ayrılmıştır. "mahsul-i tamga-i gön ve tamga-i ağnam ve tamga-i siyah ve bâzar-ı rişte ve penbe ve simsariye" başlığı ve "mahsul-i tamga-i sürh ve kapandari ve sefine ve kelekhâ ve bâc-ı cisr" başlığı ile "mahsulat-ı adet-i ağnam-ı şehr-i Musul ve vilâyet" başlıkları altında verilen vergi gelirlerinin toplamı 1523'te 145920 akça, 1540’ta 345000 akça, 1558'de 526000 akça ve 1575 tarihinde 705788 akçadır. Bu meblağlar toplam sancak gelirleri içerisinde önemli bir oranı teşkil etmektedir ki, sırasiyle yüzde nispetleri şöyledir; 1523'te % 9,7; 1540’ta % 15,3; 1558'de % 14,4 ve 1575'te % 18,3. 2.9. Tahrir Defterlerine Göre Mübâyaa Fiyatları Daha önce de ifade edildiği üzere, sipahi raiyetinin mahsulünden öşrünü aynî veya nakdî olarak alabilmekteydi. Fakat her iki durumda da dirlik sahiplerinin tasarruf ettikleri meblağın tespiti için mahsul fiyatlarının belirlenmesi gerekiyordu. Bu işlem ise doğrudan padişah huzurunda yapılmaktadır. Şöyle ki, tahrir işlemini yürüten tahrir komisyonu "hin-i teftişde ve tefehhusda zâhir ve ruşen olan mahsulâtın her nev'inin üçer yıllığın bir yere cem' idüb dahi üçe bölüb bir bölüğün defterlerine..." kaydettikten sonra1305, akça olarak tutarlarının belirlenmesi için, defteri hükümet merkezine göndermekte ve mübâyaa fiyatları padişah huzurunda tayin edilmektedir. Ancak, eminler mübâyaa kıymetlerinin tayini için kadılardan mahalli narhı gösteren hüccetler de getirmektedir1306 . Tahrir defterlerindeki bu fiyatlandırmayı değerlendiren bazı araştırmacılar bunu mübâyaa fiyatı değil de narh fiyatı olarak göstermektedirler1307 . Narh devleti temsil eden kişiler (kadı, naib, muhtesib, ihtisab nazırı, şehir kethüdası, 1305 Ö. Lütfi Barkan, "Türkiye'de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hâkana Mahsus İstatistik Defterleri", İÜİFM., II, s.40. 1306 H. İnalcı, Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, Giriş, s.XIX. 1307 Barkan, agm., s.40; H. İnalcı, Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, Giriş, s.XIX; Ünal, age., s.154-156. 296 bazen sancakbeyi, mutasarrıf, mütesellim, voyvoda) ile esnafı temsil eden şeyh, kethüda ve baş diye tanımlanan yöneticiler ile diğer ilgili kişiler tarafından üretici ve imalatçı kişilerin hakları ile tüketici durumunda olan halkın hakları gözetilerek yılda 2, 3 ve 4 defa emtia ve eşya fiyatı tespit edilerek halka ilân edilmektedir. Halbuki, bu tür mübâyaalarda ise devlet alacağı veya satacağı hububat (buğday, arpa, nohut, mercimek, fasulye vs.) veya canlı hayvanların (koyun, keçi, sığır, katır, deve vs.) alım satım fiyatlarını kendisi tespit etmektedir. Bu nedenle, tahrir defterlerine geçen bu uygulamayı narh fiyatları olarak tanımlamak yerine mübâyaa fiyatları olarak tanımlamanın daha doğru olduğu kanaatindeyiz. Musul sancağında 1540, 1558 ve 1575 tahrirlerine göre mübâyaa fiyatları tablo-31'de verildiği gibi tespit edilmiştir. Tablo-31: Tahrir Defterlerine Göre Mübayaa Fiyatları (1540-1575) No Cinsi 1540 Mübâyaa fiyatı (Akça olarak) 1558 Mübâyaa fiyatı (Akça olarak) 1575 Mübâyaa fiyatı (Akça olarak) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Buğday (Kile) Arpa (Kile) Darı (Dıhn) (Kile) Pamuk (Men) Susam (Künci) (Kile) Keten Tohumu (Kile) Çeltik (Kile) Mercimek (Kile) Mısır (gâvers) (Kile) 10 7 7 15 25 25 - 10 7 (5) 11 6 6 15 25 15 12 11 6 11 6 6 15 25 15 12 11 - Tablo-31'de görüldüğü gibi, 1540 yılından sonra buğday ve mercimeğin fiyatları yükselmiş, susam ve pamuk fiyatları sabit kalmış, arpa, darı, keten tohumu ve mısırın fiyatları ise düşmüştür. Burada bir hususu daha belirtmemiz gerekiyor; 1540 tarihinde pamuğun mübâyaa fiyatları çoğu köylerde 15 akça olmakla birlikte, birkaç köyde 10,12, 13, 16, 25 ve 30 akça olarak; susamın mübâyaa fiyatı 25 akça olmakla beraber birkaç köyde 20, 23 ve 24 akça olarak kaydedilmiştir. Yine susamın 1558'deki mübâyaa fiyatı 25 akça olmakla beraber, birkaç köyde 12 veya 22 akça olarak da deftere kaydedilmiştir. Öte yandan, Musul sancağında kullanılan hububat ölçü biriminin mahiyeti hakkında defterlerde herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Fakat tahrir defterlerinde geçen "kile", genellikle İstanbul kilesi olduğu için, biz de hesaplamalarda İstanbul kilesini (25,565 kg) esas aldık. 297 3. SANCAK GELİRLERİNİN BÖLÜŞÜMÜ (Haslar, Zeametler, Timarlar) Osmanlı devletinde mirî arazi rejiminin uygulandığı bölgelerde olduğu gibi, Musul sancağının gelirleri de has, zeamet, timar, vakıf ve mülk şeklinde paylaşılmıştır ki, araştırmamızın temel kaynaklarından olan tahrir defterlerinde bu hususta ayrıntılı bilgi mevcuttur. Tahrir defterlerinden elde edilen bilgilere nazaran; 1523’te Musul sancağında Pâdişahı alempenah, Musul Sancakbeyi, Sincar Sancakbeyi ve Ayn-Safna Beyi Bekir Bey'e ait haslar bulunmaktadır. 1540’ta padişah ve Musul sancakbeyi haslarının dışındaki haslar el değiştirmiş, sadece Cezire hâkimi Bedir Bey'e has ayrılmıştır. 1558'de bir önceki tahrirde kayıtlı haslara ilave olarak Tikrit, Şehrizul, Zaho, Nusaybin, Eski Musul ve Deyr-Rahbe sancakbeyleri hasları bulunmaktadır. 1575'te ise; Padişah ve Musul sancakbeyi haslarının yanısıra Şehrizul beylerbeyi ile Keşaf sancakbeyine Musul sancağı gelirlerinden has ayrılmıştır. Musul sancağındaki (1586'dan sonra eyalet) mirî arazinin önemli bir kısmı da zeamet ve timar olarak ayrılmıştır. Tahrir defterlerimizde zeamet ve timar sahiplerinin isimleri verilmemekle beraber, sayıları kaydedilmiştir. Buna göre; 1523'te 2; 1540’ta 5 ve 1575'te 9 zeamet sahibi (zuama) mevcuttur. Timar sahipleri de 1523'te 90; 1540’ta 67 ve 1558'de 76'dır. 1575'te ise 16 zeamet ve 106 timar sahibi mevcuttur. Öte yandan, tahrir defterlerimizde zeamet ve timar sahiplerinin isimleri ve kime ne miktar gelir ayrıldığı belirtilmemiştir. Sadece Kuyud-u Kadim Arşivi, 282 no'lu Tapu-Tahrir defterinde zeamet ve timar sahiplerinin isimleri ile gelir miktarları verilmiştir1308. Tahrir defterlerindeki bu eksiği Timar Ruznâmçe ile Timar-Zeamet Tevcih defterlerindeki kayıtlardan tamamlama yoluna gittik. Bilindiği üzere bu defterler; iki tahrir arasında meydana gelen değişiklikleri veya yeni tevcihleri (timar-zeamet) ihtiva etmektedir. Musul'daki timarzeamet sahiplerinin isimlerini ve uhdelerindeki gelir miktarların bu defterlerden ayrıntılı bir şekilde tespit etmiş bulunmaktayız ki, ilgili kısımlarda bilgi verilecektir. 3.1. Haslar 3.1.1. Padişah Hasları Padişah hasları doğrudan devlet hazinesine aktarılan gelir kaynaklarıdır. Faydalandığımız tahrir defterlerinde "hâshâ-i padişah-ı alempenah", "hâss-ı hümâyûn" veya "hâss-ı şâhî" başlıkları altında kaydedilmiştir. 1308 TKGMA, BOA, TD., 282, s. 19-55. 298 Bunlar şehirdeki bir kısım vergi ve resimler ile köy, mezra ve cemaatlerden padişah haslarına ayrılmış olanlardan müteşekkildir (Bk. tablo-32). Şehirdeki çeşitli vergi ve resimlerin dışında 1523’te sadece 4 mezra padişah hasları için ayrılmışken, daha sonraki tarihlerde bu durumun bir hayli değişmiş olduğunu görmekteyiz. Nitekim, 1540’ta 21 köy, 22 mezra ve 20 cemaat; 1558'de 30 köy, 122 mezra, 33 cemaat ve 14 çevlik; 1575'te ise 28 köy, 116 mezra, 27 cemaat ile 12 çevlik padişah hasları içerisinde yer almaktadır (Bk. tablo-32). 1523 tarihli tahrir defterine göre Musul sancağı toplam gelirlerinin % 17'si padişah hasları için ayrılmış olup, yekûnu 263249 akçadır (Bk. tablo-33). Bu meblağın ise 262499 akçası şehirdeki çeşitli mukataalardan, 750 akçası da 4 mezra gelirlerinden sağlanmaktadır. Tablo-32: Gelir Çeşidine Göre Padişah Hasları (1523-1575) (Akça Olarak) No Gelir Çeşidi 1523 % 1540 % 1558 % 1575 % 1 Mukataa 262499 99.7 487740 53 823540 49 1088488 62 2 Köy, Mezra, Cemaat, Çevlik - - 428814 47 868595 51 677440 38 3 Mezra 750 00.3 - - - - - - Toplam 263249 100 916554 100 1692135 100 1765928 100 1540 tarihli tahrire göre, padişah haslarının toplam sancak gelirleri içerisindeki oranı arttığı gibi, bir önceki tahrire nispeti de % 250'ye yakın bir oranda artış göstermiştir. Zira, toplam 2262023 akçalık sancak gelirinin 916554 akçası padişah hassıdır (Bk. tablo-32). Böylece sancak geliri içindeki oran % 17'den % 41'e yükselmiştir. 916554 akçanın 487740 akçası mukataa gelirlerinden elde edilirken, 428814 akçası da köy, mezra ve cemaat gelirlerinden elde ediliyordu. Bunların oranlarını aldığımızda ise % 53'ünün mukataa geliri, 47'sinin de köy, mezra ve cemaat geliri olduğunu görmekteyiz. 1558 tarihli tahrirde ise padişah haslarının toplam sancak geliri içerisindeki oranı % 46'ya yükselmiştir. Bir önceki tahrire nispetle de % 85 oranında artarak 1692135 akça olmuştur (Bk. tablo-32). Bu meblağın 823540 akçası mukataa geliri, 868595 akçası ise köy, mezra, cemaat ve çevlik geliridir. Bu durumda 1558 tarihinde padişah haslarının % 49'u mukataa gelirlerinden, % 51'i de diğer gelirlerden müteşekkildir. Dolayısıyla bir önceki tahrire göre mukataa gelirleri % 4 oranında düşüş göstermiştir. 1575 tarihli tahrir defterine göre ise, padişah haslarının toplamı 1765928 akçadır (Bk. tablo-32). Bunun 1088488 akçası mukataa gelirleri, 677440 akçası da köy, mezra, cemaat ve çevlik gelirleridir. Bu miktarların toplam içindeki oranlarını aldığımızda mukataa gelirlerinin 299 % 62 , köy, mezra, cemaat ve çevlik gelirlerinin ise % 38 olduğu ortaya çıkmaktadır. 1757 tahririnde padişah haslarının toplam sancak geliri içindeki oranı yine % 46'dır (Bk. tablo-32). 300 Tablo-33: Musul Sancağında Padişah Hasları (1523-1575) 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 1 Tamga-i gön ve sahtiyan 6989 1 Mahsul-i tamga-i gön ve tamga-i ağnâm ve tamga-i siyâh ve pâzâr-ı rişte ve simsâriye 60000 1 Mahsul-i tamga-i gön ve tamga-i ağnâm ve tamga-i siyâh ve bâzâr-ı rişte ve penbe ve simsâriye 126000 1 Mhs. tamga-i gön ve tamga-i ağnâm ve tamga-i siyâh ve bâzâr-ı rişte ve penbe ve simsâriye 118730 2 Tamga-i ağnam 22800 2 Mahsul-i sukk-ı devâlib 4320 2 Mahsul-i sukk-ı devâlib 16000 2 Mahsul-i sukk-ı devâlib 13000 3 Tamga-i Yavâ ve simsariye ve bâc-ı cisr 18000 3 Mahsul-i tamga-i surh ve kapandari ve mahsul-i sefine ve resm-i kelekçiyân ve bâc-ı cisr 270000 3 Mahsul-i tamga-i surh ve kapandari ve mahsul-i sefine ve resm-i kelekçiyân ve bâc-ı cisr 350000 3 Mahsul-i tamga-i surh ve kapandari ve mahsul-i sefine ve resm-i kelekçiyân ve bâc-ı cisr 532058 4 Tamga-i sürh ve kapandari ve mahsul-i sefine 105120 4 Mahsul-i İcâre-i Hamam-ı Yunus 2520 4 Mahsul-i hamam-ı cedid. 3600 4 Mhs. hamam-ı cedid. 4000 5 Mahsul-i 'an icâre-i dekâkin 7920 5 Mahsul-i Mezari-i hâric-i ez defter 2000 5 Mahsul-i İcâre-i dekâkin-i hassa, 54 bâb 8000 5 Mhs. İcâre-i dekâkin-i hassa, 54 bâb 8000 6 Mahsul-i Hamam-ı Yunus 2520 6 Mahsul-i mâbeyn-i tımârhâ-i livai m. 5000 6 Mahsul-i Mezari-i hâric-i ez defter 1500 6 Mhs. Cizye-i gebrân-ı Liva-i m. 190000 7 Mahsul-i beytülmâl ve mâl-ı gaib ve mâl-ı mevkuf ve mâl-ı medfun ve mâl-ı sürh-serân 5000 7 Mahsul-i beytülmâl ve mâl-ı gaib ve mâl-ı mevkuf ve mâl-ı medfun 4000 7 Mahsul-i beytülmâl ve mâl-ı gaib ve mâl-ı mevkuf ve mâl-ı medfun 11000 7 Mahsul-i beytülmâl ve mâl-ı gaib ve mâl-ı mevkuf ve mâl-ı medfun 15000 8 Mahsul-i mâbeyn-i tımarha-i Livâ-i m. ma'a Ze'amethâ ve hashâ-i Mirlivâ ve cihet-i kaza 16000 8 Mahsul-i hamam-ı cedid. Hisse-i Miri 1/3 3600 8 Mahsul-i Cizye-i gebrân-ı Liva-i m. 128000 8 Mhs. adet-i ağnâm-ı şehr-i Musul ve vilâyet. Beher 2 r'es fi,1. 55000 9 Mahsul-i Mezâri-i haric-i ez defter ve gayrihi maa ulushâ-i müteferrika-i Ekrâd , Arab ve Türkmân 5000 9 Mahsul-i Cizye-i gebrân-ı şehir ve nevâhi maa marhasyan 92300 9 Mahsul-i adet-i ağnâm-ı şehr-i Musul ve vilâyet. Beher 2 r'es fi,1. 50000 9 Mhs. mâbeyn-i tımârhâ-i liva-i m. 8000 10 Mukataa-i hamam-ı Melik Mehmed Hân ve Kadı Darullah 4680 10 Mahsul-i İcâre-i dekâkin-i hassa, 54 bâb 5000 10 Mahsul-i mâbeyn-i tımârhâ-i livai m. 9000 10 Mhs. İhtisâb-ı nefs-i Musul 50000 301 tablo-33’ün devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 11 Cerime ve arusiyye-i çiftlikçi-yân ve cebelüyân ve mu'afan dirân-ı vakt ki eda-i hizmeti sefer nikoned maa adet-i ağnam-ı sipahiyân ki yek sürü ziyâde bâşed 3000 11 Resm-i kışlakçıyân-ı Livâ-i m. 'An karye-i Kâfirzamân ila Eski Musul, Dâyı kendi ve Kırkuyu ve mezra-i Kırk ve Karin ve Mehlebi ve sınurı livâ-i Ane ve Hit gayr-i ez ulushâ-i Livâ-i Musul 24000 11 Resm-i kışlakçıyân-ı Livâ-i m. 'An karye-i Kâfirzamân ila Eski Musul, Dâyı kendi ve Kırkuyu ve mezra-i Kırk ve Karin ve Mehlebi ve sınurı livâ-i Ane ve Hit gayr-i ez ulushâ-i Livâ-i Musul 34000 11 Resm-i kışlakçıyân-ı Livâ-i m. 'An karye-i Kâfirzamân ila Eski Musul, Dâyı kendi ve Kırkuyu ve mezra-i Kırk ve Karin ve Mehlebi ve sınurı livâ-i Ane ve Hit gayr-i ez ulushâ-i Livâ-i Musul 34000 12 Mukataa-i zemin-i mermer 200 12 Mahsul-i adet-i ağnâm-ı şehr-i Musul 15000 Karyeler 12 Mhs. devâlib-i şehr-i Musul 5600 13 Cizye-i gebran-ı liva-i m. 65270 13 Mahsul-i bâc-ı kavâfil (Tikrit) 1500 1 Tilskuf 95687 13 Mhs. dârü'd-darb-ı Musul 55000 Mezralar 14 Mhs. tabâkhâne (Tikrit) 600 2 Bâğviren 11944 14 Mezra-i Ade ki der muka-bele-i Akkaya ve Kurtdelüğü vâki şüde. Der uhde-i Seyyid Mehmed hâric-i ez defter. Ber vech-i maktu’ 100 1 Şeyh Kara 150 15 Mahsul-i sefine (Tikrit) 1800 3 Kız Fahre 13945,5 Karyeler 2 Bâs? 200 16 Mahsul-i adet-i ağnâm (Tikrit) 600 4 Alkuş 59416 1 Tilskuf 98713 3 Gir-yi Pir Ali 200 17 Mahsul-i boyahâne (Tikrit) 12000 5 Bânbuhân (Cenkdepesi mezreası ile beraber) 32852 2 Bâğviren 15000 4 Şirfi 200 18 Mhs. boyahâne-i Ayn-Safna 360 6 Düven Gaib 15545 3 Bânbuhân (Cenkdepesi mezreası ile beraber) 37000 Genel Toplam 263249 7 Necmi 8505 4 Alkuş 65900 19 Mhs. asiyâb-ı hassa (AynSafna'da) 2000 8 Ayn-Safna 25470 5 Kız Fahre 25000 20 Mhs. kışlâkçıyân-ı Ayn-Safna 3000 9 Sendânik 7618 6 Düven Gaib 16912 21 Mhs. Çevlig-i İbrahimi ve AynSafna ve Zeyn-Abâd 9000 10 Girmâve 6820 7 Necmi 10000 Karyeler 11 Bârıstâk 5932 8 Cerâhi 20000 1 Kız Fahre 10942 12 Ketik 1858 9 Histebâd 25000 2 Bâsihre 17000 13 Aktaş 1969 10 Uhtebuk 4500 3 Bâhizân (Firdoş ve Şeyh Bekir mezreaları ile beraber) 78522 Mezralar 11 Üç Kubbe 4549 4 Nefs-i Tikrit 7000 1 Keçiyân 3000 12 Bâşife 5000 302 tablo-33’ün devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 5 Çeken 2832 2 Bâklibe 5500 13 Musayfine 5550 6 Necmi 6440 3 Kehriz 1000 14 Şeyh Ömer Kapucu 4920 7 Bânbuhân (Cenkdepesi mezreası ile beraber) 12848 4 Yikremlu 2800 15 Koyuncuk 10000 8 Bâğviren 10298 5 İbrahimiye 6000 16 Şey Ülyâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 1148 9 Tilskuf 42175 6 Beytü'n-Nâr 2800 17 Şey Süflâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 2314 10 Koyuncuk (Koyuncak) 14000 7 Tüfus 2200 18 Bâşbeyti (Rüsüm-u Örfiye) 1500 11 Düven gâyib 7832 8 Mâmresân 800 19 Bâzivây (Rüsüm-u Örfiyesi) 592 12 Şey Ülyâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 465 9 Zekâve 500 20 Derincik maa mezr.Târiklu 971 13 Tariklu (Rüsüm-u Örfiyesi) 680 10 Rişkin 800 21 Bârume 854 14 Bâşbeyti (Rüsüm-u Örfiye) 537 11 Bâvkara 3500 22 Kusayr (Rüsüm-u Örfiyesi) 6874 15 Bâzivây 292 12 Cirvânân 700 Mezralar 16 Şey Süflâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 783 13 Çifte ve Reşikân ve Pirân 1500 - 92 adet mezra 83872 17 Bârume (Rüsüm-u Örfiyesi) 580 14 Börikendi 800 18 Sendânik 4938 15 Çevlik-i Til-i Kelek 2040 Çevlikler 19 Girmâvi 4042 16 Câyıf 1660 - 12 adet Çevlik (Bahçe) 13420 20 Ayn-Safna 10398 17 Til-i Kelek nd. Tûri 900 Hasha-i atik toplamı 1548077 21 Bâristâk 2706 18 Çevlik-i Ariş 2310 22 Alkuş 30500 19 Muklibe 800 Mezralar 20 Çevlik-i Selimiye ve Sitti Nefise 8000 Hasha-i Cedid 21 Til-i Nemrud 4000 Karyeler 1 Keçiyân 2500 22 Kurd Harabesi 1000 1 Ayn-Safna 32024 2 Burgu 1500 23 Ceht nd. Dâr-ı Mevlana 400 2 Sendânik 8375 3 Yikremlu 1500 24 Çevlik-i Muklibe 2200 3 Girmâve 7757 4 Merkik? 600 25 Ariş 2500 4 Bârıstâk 7994 5 Hasan Pilkân 400 26 Ariş-i diğer 250 5 Ketik 2155 6 Hân İsmail 250 27 Bilurâd 100 6 Aktaş 2658 303 tablo-33’ün devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 7 Ağca Kal'a 400 28 Dillü Saman maa Dunan 300 Mezralar 8 Ariş 250 29 Girâncık 1500 9 Börikendi 200 30 Zevika 700 1 Cehin 6200 10 Girâncık 500 31 Ali Mâmân 300 2 Sorik 1000 11 Beytü'n-Nâr 800 Çevlikler 3 Pir Melik 300 12 Tüfus 300 - 13 adet Çevlik (Bahçe) 16230 4 Kângin 100 13 Pirân 400 Cema'atler 5 Edâ-i Yâycı 250 14 Çifte 400 1 Dünbili 6338 6 Eda-i Menâzil 100 15 Reşikân 100 2 Yâycı 15261 7 Eda-i Bâcur 100 16 Rişkin 500 3 Siyâh Mansur 2204 8 Dövülen Engür 100 17 İbrahimi 500 4 Ekrâd-ı Gelhur 693 9 Virdik Harâbesi 200 18 Mâmresân 400 5 Sâlcı (Sâlacı) 1520 10 Kebirlü ve Veled Harâbesi 500 19 Zekâve 300 6 Bâculân (Bâcvânlu) 5797 11 Kırluca nd. Celeb Harâbesi 200 20 Ali Mamâ 200 7 Zehiri 1312 12 Harâbe-i Dil 250 21 Deyr-i Salib 200 8 Gelekây 1358 13 İm Kürk 1000 22 Zevika 100 9 Külâbi 1264 14 Eda-i 'Acuz 120 23 Şeyh Ömer 1500 10 Serâmu (Suremu) 4424 15 İbrahimiye 3000 24 Fakr 3000 11 Zübeyr 13900 16 Beytü'n-Nâr 4000 25 Tilü'l-Lebin 2100 12 Gömâr 4540 17 Tüfus 2000 26 Ziyâd 1960 13 Kara Boğa 2328 18 Bâkısra 3700 27 Tilü'l-Kelb 2100 14 Ekrâd-ı Ömer Beg 2544 19 Hervânân 1000 28 Selimiye 1000 15 Dâvudi 1934 20 Zekâve 1500 29 Sa'lib 2000 16 Gökçelü 3044 21 Rişkin 1200 Toplam 1170213 22 Çifte ve Reşikân ve Pirân 1650 Cema'atler Hasha-i Cedid 23 Deyr-i Salib 800 1 Zebid 13900 1 Mhs. İhtısâb-ı Nefs-i Şehr-i Musul 36000 24 Germirin 400 2 Yâycı 9374 2 Mhs. Devâlib-i şehr-i Musul 5440 25 Ümrâve 1200 304 tablo-33’ün devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 3 Al-ı 'Aziz 11000 3 Mhs. Darphâne-i nefs-i Musul 45000 Cema'atler 4 Al-ı 'Ubeyd 6600 Karyeler 1 Dünbili 9130 5 Gömâr 3411 1 Bârtala 28099 2 Yâycı 16046 6 Kara Boğa 1879 2 Cerâhi 18687 3 Siyâh Mansur 2434 7 Dünbili 5982 3 Histebâd 22000 4 Sâlcı 2718 8 Ekrâd-ı Ömer Beg 1356 4 Kusayr 5966 5 Bâculân 5978 9 Siyâh Mansur 1615 5 Ahtebuk 4673 6 Zehiri 2238 10 Bâcvânlu 5797 6 Üç Kubbe 4582 7 Gelkây 1358 11 Ekrâd-ı Girvi 1589 7 Bâşife 6000 8 Külâbi 4500 12 Dâvudi 1657 8 Musayfine 5540 9 Serâmu 6000 13 Gelekây 1112 9 Bâhizân 97582 10 Besâki 3372 14 Dâsni 1845 10 Şeyh Ömer Kâpucu 3404 11 Brâdiclü 3128 15 Salâhi 797 11 Hatâre-i Küçük 12649 12 Kara Ünâz 4972 16 Gökçelü 1186 12 Şey Ülyâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 996 13 Evlâd-ı İlm 3402 17 Zehiri 845 13 Tariklu (Rüsüm-u Örfiyesi) 699 14 Al-ı Utbe 15000 18 Ekrâd-ı Gelhur 693 14 Bâşbeyti (Rüsüm-u Örfiyesi) 1366 15 Genc 2313 19 Suremu 1764 15 Bâzivây (Rüsüm-u Örfiyesi) 579 16 Gâzur 1254 20 Külâbi 4562 16 Şey Süflâ (Rüsüm-u Örfiyesi) 2025 17 Zindehor 1480 Çevlikler 17 Bârume (Rüsüm-u Örfiyesi) 844 18 Zend 3420 - 23 adet çevlik 29220 Mezralar 19 Gömâr 4500 Genel Toplam 916554 - 91 adet mezra 56115 20 Kara Boğa 2328 305 tablo-33’ün devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı Cema'atler 21 Dâvudi 1934 1 Besâki 814 22 Ekrâd-ı Ömer Beg 2544 2 Dünbili 2792 23 Gökçelü 3524 3 Kara Koyunlu 3982 24 Ekrâd-ı Gelhur 693 4 Brâdiclü 2628 25 Zebid 13000 5 Kara Koyunlu (diğer) 4230 26 Benî Debune 752 6 Kara Ünâz 3352 27 Al 'İzze 8000 7 Kara Koyunlu (diğer) 738 Genel Toplam 1765928 8 Evlâd-ı İlm 3016 9 Al-ı Utbe 3786 10 Genc 1670 11 Gâzur 1254 12 Zend 3420 13 Vendâyi 996 14 Dâsni 99418 15 Zindehur 1316 16 Besâki (diğer) 2324 17 Külâbi 4562 18 Al-ı Utbe (diğer) 10500 19 Arâb-ı Al-ı 'İzze 12878 Genel Toplam 1692135 Kısaltmalar: Mhs.: Mahsul-i Nd.; Nâm-ı diğer 306 Öte taraftan dikkat çeken önemli hususlardan birisi de 1523'ten 1575'e kadar olan 52 yıllık sürede padişah haslarının % 571 oranında artmış olmasıdır. Toplam sancak hasılatı içerisindeki oranı ise % 17'den % 46'ya yükselmiştir. XVI. yüzyılda, padişah haslarındaki bu artışa Musul dışındaki diğer bazı sancaklarda da şahit olmaktayız. Mesela, 1518-1540 tarihleri arasındaki dönemde Mardin sancağındaki padişah hasları % 213 oranında bir artış göstermişken1309, Harput sancağında da 1516-1566 yılları arasında % 398 nispetinde artmıştır1310 . Bu dönemde merkezin masraflarının artmış olması ve timar sisteminin ehemmiyetini kaybetmeye başlaması, sancak ve eyaletlerdeki hazine-i hümâyuna ayrılan gelirlerin arttırılmasına yol açmıştır1311 . Bu arada bir kısım mukataa gelirleri ile köy, mezra ve cemaat gelirleri bazen sancakbeyi haslarına ayrılmışken, bazen de havass-ı hümâyun için ayrılmıştır. Mesela, 1523'te sancakbeyi hasları içerisinde yer alan "resm-i kışlak-ı liva-i m. an karye-i Kâfirzaman ve Eski Musul ila Dayıkendi..." geliri daha sonraki tarihlerde padişah hassı için ayrılmıştır. Yine 1523 yılında sancakbeyi haslarına dahil olan Tilskuf köyü sonraki tahrirlerde padişah hassı olarak ayrılmıştır. Bârtala köyü ise 1540’ta sancakbeyi, 1558'de havass-ı hümâyun ve 1575'te tekrar sancakbeyi hassı olarak kaydedilmiştir. Yine Kusayr ve Hatare-i Küçük köyleri 1540’ta sancakbeyi hassı iken, sonradan padişah hassı için ayrılmıştır. Ayrıca, 1523 tahririnde sancakbeyi hassı için kaydedilen Karaboğa, Dünbili, Bâcvânlu, Dâvudi, Gelekây, Dasni, Ekrad-ı Gelhur ve Külâbi cemaatleri daha sonraki tarihlerde padişah hassı olarak ayrılmıştır. Yine, 1523-1540 döneminde sancakbeyi hassı olan Bradiclü, Karakoyunlu ve Evlâd-ı İlm aşiretleri de sonradan padişah haslarına dahil edilmiştir. Musul Sancağı eyalete tahvil edildikten sonra, eyaletin toplam gelir miktarı hakkında kaynaklarımızda herhangi bir bilgiye ulaşamadığımız gibi, padişah haslarının miktarı hususunda da bilgi elde edemedik. 3.1.2. Musul Sancakbeyi Hasları Padişah haslarından sonra, sancak gelirlerinin önemli bir bölümü de Musul Sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır. Musul'un sancak statüsünde idare edildiği 1517-1586 tarihleri arasındaki dönemde birçok sancakbeyi görev yapmıştır. Bunlardan çoğunun ismini tespit etmemize rağmen, ancak 10'un yıllık gelirleri hakkında bilgi sahibiyiz. 1309 Göyünç, age., s.147. 1310 Ünal, age., s.173. 1311 Ünal, age., s.173. 307 Bu sancakbeylerine ayrılan has miktarları 200000 ile 561664 akça arasında değişmektedir (Bk. Tablo-34). Miktarın bu şekilde değişken olması, atanan sancakbeyinin kıdem ve istihkak durumuyla ilgilidir. Zira, ataması yapılan sancakbeyinin kıdem durumuna göre has miktarı azalmakta veya artabilmektedir1312 . Tablo-34: Bazı Musul Sancakbeylerinin Has Miktarları (1522-1575) No Sancakbeyi Adı Has Toplamı Tarih 1 Hacı Bey 200000 (928) 1522 1313 2 ? 344469 (929) 1523 1314 3 ? 561664 1540 1315 4 Murad Bey 370899 1558 1316 5 Şems Beyoğlu Mahmut Bey 200000 16.04.1561 1317 6 Sinan Bey 450000 26.06.1564 1318 7 Mahmut Bey 293147 10.08.1573 1319 8 Ahmet Paşa 500000 29.06.1574 1320 9 Mehmed Bey 354208 27.09.1574 1321 10 Mehmed Bey 470000 13.11.1574 1322 Tabloda görüldüğü üzere, Musul sancakbeyleri arasında en fazla hassa, 1540 tarihinde, ismini tespit edemediğimiz sancakbeyi sahip olup, 561664 akça has tasarruf etmektedir. Diğer yandan, gelir miktarlarını tespit ettiğimiz bu 10 sancakbeyinin gelir ortalamasını aldığımızda ise 374439 akça çıkmaktadır. Öte taraftan, tahrir defterlerindeki kayıtlardan sancakbeylerine ayrılan gelir kaynaklarını tespit edebilmekteyiz. Buna göre has gelirlerinin bir kısmı mukataa, diğer kısmı ise köy, mezra ve cemaat gelirlerinden ayrılmıştır (Bk. Tablo-35). 1523 tahririnde sancakbeyi hassı toplamı 344469 akçadır. Bunun 109942 akçası mukataa geliri, 234527 akçası ise çeşitli köy, mezra ve cemaat gelirleridir. Bu durumda sancakbeyi haslarının % 32'si mukataa, % 68'i de diğer gelirlerden müteşekkildir. Bu tarihte Musul sancakbeyi hasları toplam sancak gelirlerinin % 23'ünü oluşturmaktadır. 1540’ta Musul sancakbeyi haslarının toplamı 561664 akça olup, toplam sancak gelirinin % 25'ne tekabül etmektedir. Bunun ise 212549 akçası mukataa gelirleri, 349115 1312 Kunt, age., s.86-87; Ünal, age., s.173-174. 1313 Bâyezid Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi Kitaplığı, 1969 No'lu Kanunnâme, Varak: 121-b. 1314 BOA, TD., 998, s.73-74, 90. 1315 BOA, TD., 195, s.36,58-70,125-129,135-137. 1316 BOA, TD., 308, s.38-47. 1317 Mühimme, 4, s.191. 1318 MM., 563, s.105. 1319 MM., 563, s.105. 1320 Mühimme, 25, s.184. 1321 MM., 563, s.105. 1322 TKGMA, BOA, TD., 282, s.15; BOA, TD., 660, s.53,121-131. 308 akçası da köy, mezra ve cemaat gelirleridir. Sancakbeyi haslarının % 38'i mukataa, % 62'si diğer gelirlerdir ki, bir önceki tahrire göre mukataa gelirleri % 6'lık bir artış göstermiştir. 309 Tablo-35: Musul Sancakbeyi Hasları (1523-1575) 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 1 Mukataa-i Himâre-i nefs-i musul 30640 1 Nefs-i Musul geliri (Ağcakend mezreası ile beraber) 89189 1 Nefs-i Musul geliri (Ağcakend mezreası ile beraber) 95966 1 Nefs-i Musul geliri (Ağcakend mezreası ile beraber) 100450 2 Mukataa-i ihtisâb-ı nefsi musul 3600 2 Mahsul-i meyhâne-i nefs-i Musul 57600 2 Mahsul-i meyhâne-i nefs-i Musul 57900 2 Mahsul-i bâc-ı hamr-ı nefs-i Musul 60000 3 Mukataa-i Ma'cunhâne-i nefs-i musul 3600 3 Mahsul-i ihtisâb-ı nefs-i musul 36000 3 Mahsul-i 'asesiye-i nefsi şehr-i mezbur 8000 3 Mahsul-i 'asesiye-i nefsi Musul 8000 4 Resm-i kışlak-ı Livâ-i m., karye-i Kâfirzamân ve Eski Musul ila Dâyı kendi ve Kırkuyu ve mezra-i Kırk ve Karin ve Mehlebi ve sınurı livâ-i Ane ve Hit 10500 4 Nısf-ı bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i 'arusâne-i livâ-i Musul gayr-i ez hâshâ-i hz. Pâdişah 'alempenâh ve zeâmetha-i zuamâ ve tımârhâ-i serbest maa resm-i 'arusâne-i duhterân-ı sipâhiyân 12000 4 Nısf-ı bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i 'arusâne-i livâ-i Musul gayr-i ez hâshâ-i hz. Pâdişah 'alempenâh ve zeâmetha-i zuamâ ve tımârhâ-i serbest maa resm-i 'arusâne-i duhterân-ı sipâhiyân 12000 4 Mahsul-i nısf-ı bâd-ı heva ve cürm-i cinâyet ve resm-i 'arusâne-i livâi m. Gayr-ı ez hashâ-i hümâyun ve sâir serbesthâ. Fi sene. 12000 5 Mukataa-i bevâbi-i nefsi musul 2520 5 Mahsul-i ma'cunhâne-i nefs-i Musul 3600 5 Mahsul-i Ma'cunhâne-i nefs-i Musul 12000 5 Mahsul-i ma'cunhâne-i nefs-i Musul 10000 6 Mahsul-i adet-i ağnâm-ı şehir ve vilâyet 22350 6 Mahsul-i bevâbi-i şehir 2160 6 Mahsul-i bevâbi-i şehir 3600 6 Mahsul-i bevâbi-i nefs-i Musul 3000 7 Mahsul-i nısf-ı cerime ve arusiye-i vilâyet 9640 7 Mahsul-i çâyırhâ-i hassa 1000 7 Mahsul-i çâyırhâ-i Musul ki der tasarruf-u ümera-i Musul bude 1000 7 Mahsul-i çâyırhâ-i Musul ki der tasarruf-u ümera-i Musul bude 1000 8 Mahsul-i çâyırhâ-i hâssa der kurb-ı şehir 1000 8 Mahsul-i yavâ ve kâçgun 4000 8 Mahsul-i yava ve kâçgun 6400 8 Mahsul-i yava ve kâçgun 4000 9 Mahsul-i yavâ ve kâçgun-i şehir ve nevâhi 9000 9 Mahsul-i 'asesiye-i şehir 7000 Karyeler Karyeler 10 Mahsul-i Kelek, beher kelek fi,15 300 Karyeler 1 Geremlis 116685 1 Geremlis 123000 310 tablo-35’in devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 11 Mahsul-i nısf-ı cerime ve nısf-ı arusiye-i karyei Tikrit 825 1 Karakuş 73822 2 Yârımca 30219 2 Bârtala (mma mezra-i Beyt-i Halit) 32000 12 Mahsul-i kıst-ı ser asesiye-i şehr-i Musul 1500 2 Yârımca 25240 3 Ümmü't-Tuse 4844 Cemaatler 13 Mahsul-i resm-i kışlâkçıyân-ı livâ-i m. 600 3 Geremlis 92610 4 Ali Kuyusu 1500 1 Şebek 10000 14 Mahsul-i resm-i arusiyei duhterân-ı sipâhiyân-ı livâ-i m. 300 4 Bârtala 17722 5 Cânbur 2707 2 Şehvân ve Karendi 18000 Yekûn 96375 5 Bâtna 12600 3 Dâsni. Eski Musul Beylerine tayin olunandan maada 52700 Karyeler 6 Kusayr 8905 Mezralar Genel Toplam 434150 1 Karakuş 42763 7 Nefiri 4000 1 Kasr-ı Bâbil 3500 2 Geremlis 50361 8 Şemseddin depesi 1505 2 Verver 1500 3 Tilskuf 38763 9 Kara gözcek 6452 3 Tercili 4000 Mezralar 10 Hatâre-i küçük 11005 4 Beyt-i Halit nd. Dine depesi 160 1 Keçiyân 4320 11 Merâvül 21021 5 Al Kâvma 100 12 Belâsin 10496 6 Karakaya 500 Cemaatler 13 Til bizüm 7724 1 Mezric 452 14 Cessâfi 6000 Cemaatler 2 Ekrâd-ı Gelburi 176 15 Dârbend 2590 1 Şebek 8318 3 Lor 320 Mezralar Genel Toplam 370899 4 Şebek 2254 1 Atşân 2200 5 Kara Ünâz 466 2 Pişe 1200 6 Ekrâd-ı tâife-i Kilâbi (Külâbi) 255 3 Kara kilise 1500 7 Ekrâd-ı Dâvudi 345 4 Mezüre 2000 311 tablo-35’in devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 8 Ulus-u Dünbil 1538 5 Betmâniye 1500 9 Evlâd-ı 'İlm 276 6 Bâzartân 900 10 Karakoyunlu 1302 7 Kasr-ı Bâbil 1000 11 Dünbil(diğer) 285 8 Verver 1000 12 Dünbil (diğer) 135 9 Hoşâbe 1244 13 Dünbil (diğer) 840 10 Kızıl nd. Pâmuklu 1000 14 Bâcvânlu 3200 11 Zâviye 3000 15 Ulus Tâtâr 576 12 Cibâniye 950 16 Kara Boğa 744 13 Bâzuki ve Girdâriş 3000 17 Brâdiclü 1088 14 Pâbzi 500 18 Dâs (Dâsni) 81 Cemaatler 19 Kürdi 1500 1 Karaünâz 3352 20 Arab-ı Zezur 1580 2 Karaünâz (diğer) 993 - Niyâbet-i nahiye-i m. 4812 3 Evlâd-ı 'ilm 2992 Ayn-Safna Nahiyesi 4 Ekrâd-ı şebek 8318 5 Karakoyunlu 3032 1 Mukataa-i boyahâne der Ayn-Safna 660 6 Brâdiclü 2064 2 Mukataa-i asiyâb-ı hassa, 1 bâb 1080 7 Ekrâd-ı 'aşiret-i Dünbil 5678 3 Mukataa-i kışlâkçıyân-ı nahiye-i m. 3900 Genel Toplam 561664 4 Mahsul-i Ayn-Safna ve Zeynabad 7927 Karyeler 1 Ayn-Safna 3234 2 Sarâycık 532 3 Beytü'n-Nâr 1650 4 Nüfus 914 312 tablo-35’in devamı 1523 1540 1558 1575 No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı No Gelirin Cinsi Tutarı 5 Pirân 1098 6 Çifte 1368 7 Asikân 546 8 Asiki 2108 9 İbrahimi 2222 10 Karye-i Mezra-i Mâmresân 864 11 Sendânik 1502 12 Zekâve 1560 13 Bârıstâk 1398 14 Ali Hamâre 664 15 Deyr-i Salib 532 16 Zurk 200 17 Girmâven 630 - Niyâbet-i nahiye-i AynSafna 420 - Nefs-i Musul hasılının nısfı 54653 Genel Toplam 344469 313 Tablo-36: Gelir Çeşidine Göre Sancakbeyi Hasları No Gelir Çeşidi 1523 % 1540 % 1558 % 1575 % 1 Mukataalar 109942 32 212549 38 119866 54 198750 42 2 Köy, Mezreaa ve Cemaatler 234527 68 349115 62 171033 46 271250 58 Toplam 344469 - 561664 - 370899 - 470000 - 1558'de ise sancakbeyi has toplamı 370899 akçadır. Bu meblağ toplam sancak gelirlerinin % 10'una tekabül etmektedir. 370899 akçalık gelirin 199866 akçası mukataa geliri olup, toplam içindeki oranı % 54; 171033 akçası da köy, mezra ve cemaat geliri olup, toplam gelire nispeti % 46'dır. Burada dikkat çeken husus mukataa gelirlerinin toplam gelir içindeki oranının % 54'e yükselmiş olmasıdır. Zira, bir önceki tahrirde bu oran % 38'dir. 1575'te Musul sancakbeyine ayrılan has toplamı 470000 akçadır. Bunun 4344501323 akçası Musul sancağında, 35550 akçası ise Liva-i Amid1324 gelirlerinden ayrılmıştır. Bir sancakbeyinin kendi sancağı dışında hasları varsa bunlar "serbest" has olarak kabul edilmektedir1325 ki, bu durumda Musul sancakbeyinin Amid sancağındaki 35550 akçalık hasları serbest olmalıdır. 470000 akçalık meblağın % 58'i olan 271250 akçası köy ve mezra geliri; % 42'si olan 198750 akçası ise mukataa geliridir. Bu tarihte Musul sancakbeyi gelirleri toplam sancak gelirinin % 11'ini oluşturmaktadır. Öte taraftan, padişah ve sancakbeyine ayrılan gelir çeşitlerini mukayese ettiğimizde tablo-37'deki oranlar ortaya çıkmaktadır. Tablo-37: Gelir Çeşidine Göre Padişah ve Sancakbeyi Has Oranları (1523-1575) Gelir Çeşidi 1523 (%) 1540(%) 1558(%) 1575(%) Padişah S.beyi Padişah S.beyi Padişah S.beyi Padişah S.beyi Mukataa 99.7 32 53 38 49 54 62 42 Diğer 00.3 68 47 62 51 46 38 58 Tabloda da görüleceği üzere, padişah gelirleri içerisindeki mukataa oranı 1523'te % 99,7 iken bu oran 1540’ta % 53'e, 1558'de % 49'a düşmüş; 1575'te tekrar artarak % 62'ye yükselmiştir. Sancakbeyi has gelirleri içindeki mukataa nispeti ise 1523'te % 32 iken, 1540’ta % 38'e ve 1558'de % 54'e yükselmiş, ancak 1575'te % 42'ye gerilemiştir. Dolayısıyla padişah hasları içindeki mukataa gelirleri düşünce sancakbeyine ayrılan mukataa oranları artmış veya padişah mukataaları arttırılınca sancakbeyi mukataaları düşürülmüştür. Aynı durumun diğer 1323 Sancakbeyine ayrılan gelir kalemlerini tek tek topladığımızda 434150 akça çıkmaktadır. Burda kâtibin toplamı olan 434450 akçayı esas aldık. 1324 "...35550 akçalık hasları dahi her kande sancak tasarruf ider, haslarından mahsub olmak üzere Liva-i Amid'de Asicük, Dânişmendlü ve 'İzze nâm karyelerdedir. TKGMA, BOA, TD., 282, s.15. 1325 Kunt, age., s.24. 314 (köy, mezra, cemaat) gelir çeşitleri için de geçerli olduğunu görmekteyiz. 3.1.3. Musul Beylerbeyi Hasları Araştırma konumuz 1639 tarihine kadar sürdüğüne ve 1586'da Musul sancağı eyalete tahvil edildiğine göre; 1586-1639 tarihleri arasındaki dönemde de Musul eyaletinde görev yapmış olan beylerbeylerinin has gelirlerini ele alacağız. 1586-1639 tarihleri arasındaki 53 yıllık dönemde Musul'da beylerbeylik yapmış olan 38 beylerbeyi ismi tespit ettik (Bk. Tablo-I). Ancak, bunlardan sadece Ahmet Paşa'ya, Yunus Paşa'ya ve Bekir Paşa'ya ait has gelirlerini belirleyebilmek mümkün oldu. Bunlardan birincisi 1607'de; ikincisi 1621-1622'de, üçüncüsü de 1633'de Musul beylerbeyi bulunmakta idiler. Bunların gelir miktarları aşağıdaki tabloda verildiği gibidir. Tablo-38: Beylerbeyi Hasları Beylerbeyi Adı Görevde Olduğu Tarih Has Toplamı (Akça olarak) Ahmet Paşa1326 1607 713452 Yunus Paşa1327 1621-22 713452 Bekir Paşa1328 1633 449450 Tabloda da görüldüğü üzere, Musul beylerbeyi hasları 1607 ve 1622 tarihlerinde 713452 akça iken, 1633'de 449450 akçaya düşmüştür. Gerek 1607 gerekse 1622 tarihlerinde beylerbeyi haslarının toplamının 713452 akça olması bir tesadüf müdür? yoksa bu dönemde görev yapan beylerbeyleri aynı miktar gelirleri mi tasarruf ediyorlardı? Bu soruya mevcut belgelerimize göre net bir cevap vermemiz mümkün olmamaktadır. Diğer taraftan, Musul'un 1607, 1621-22 ve 1633 tarihlerindeki toplam gelirlerini tespit edemediğimiz için, beylerbeyi haslarının toplam gelir içindeki oranlarını da belirleyebilme imkânına sahip değiliz. Beylerbeyi haslarına ayrılan gelir kaynakları hakkında da elimizde yeterince bilgi mevcut değildir. Sadece 1621-22 tarih ve 412 no'lu Timar-Zeamet Tevcih defterinde kayıtlı Yunus Paşa'ya ait has gelirleri ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Bunun dökümü tablo-40'ta verildiği gibidir. Tablo-39: Musul Beylerbeyi Yunus Paşa’nın Has Gelirleri (1621-22) No Gelirin Çeşidi Hasıl (Akça Olarak) 1 Mahsul-i Nefs-i Şehr-i Musul 100450 1326 TZTD, 290, (Deftere sayfa numarası verilmemiş). 1327 TZTD., 412, (Deftere sayfa numarası verilmemiş). 1328 TZTD., 552, (Deftere sayfa numarası verilmemiş). 315 2 Mahsul-i Ma’cunhâne-i Nefs-i Musul 10000 3 Mahsul-i ‘Asesiye-i Nefs-i Musul 8000 4 Mahsul-i Bevâbi-i Nefs-i Musul 3000 5 Mahsul-i Yava ve Kaçgun 1000 6 Mahsul-i Bâc-ı Hamr-ı Musul 60000 Karyeler 1 Geremlis 123000 2 Bârtala maa mezra-i Halit 32000 Cemaatler 1 Şehvan ve Karendi 18000 2 Dasni (Eski Musul beyine tayin olunandan maada) 52700 3 Şebek 10000 - Mahsul-i nısf-ı bâd-i hevâ ve resm-i 'arusâne-i Liva-i m. gayr-i ez serbestha 12000 Toplam 434450 - Liva-i Erbil 1 Nefs-i erbil ve Erbil sancağına bağlı 32 köy ile 42 mezreanın geliri 279002 Genel Toplam 713452 Musul Beylerbeyi Yunus Paşa'nın hassı için ayrılan gelir kaynaklarını incelediğimiz zaman şu tespitleri yapmaktayız: 1575 yılında Musul sancakbeyi hassı için ayrılan gelir kalemlerinin tamamı Musul beylerbeyi Yunus Paşa'ya ayrılmıştır. Buna ilave olarak, Musul eyaletine bağlı bir sancak olan Erbil sancağındaki gelirler de (nefs-i Erbil ile bağlı köy ve mezralar) beylerbeyi haslarına dahil edilmiştir. Asıl dikkati çeken husus, bu gelir kaynaklarından elde edilen hasılatın 1575 tarihindeki hasılatla aynı olmasıdır. Gerçekten, nefs-i Musul mahsulü, ma'cunhâne, 'asesiye, bâd-i hevâ, çayırhâ-i Musul, bâc-ı hamr-ı Musul, Geremlis ve Bârtala köyleri ile üç cemaatin gelirleri 1575 tarihinde kaç akça ise 1622'de de aynıdır. 1575-1622 tarihleri arasındaki 47 yıllık sürede bu kalemlerden alınan vergi gelirlerinin aynen muhafaza edilip, arttırılmamış olması dikkate şayandır. Nihayet Yunus Paşa'nın haslarını gelir çeşidine göre tasnif ettiğimizde; 713452 akçalık gelirin 235700 akçasının (% 33) mukataa gelirlerinden, 198750 akçasının (% 28) köy ve cemaat gelirlerinden ve 279002 akçasının (% 39) da nefs-i Erbil ile Erbil sancağına bağlı köy ve mezrealardan ayrılmış olduğunu görmekteyiz. 3.1.4. Diğer Haslar Bilindiği üzere Osmanlı mirî sisteminde herhangi bir sancağın has, zeamet ve timar gelirleri sadece o sancakta bulunan askeri görevliler arasında değil, diğer sancak veya 316 eyaletlerin sancakbeyi, beylerbeyi vs. dirlik sahipleri arasında da taksim edilebilmekte idi. Nitekim, 1575 tarihinde Musul sancakbeyi olan Mehmed Bey'in 470000 akçalık has gelirinin 35550 akçası Amid sancağında bulunduğu gibi; Tikrit, Sincar, Nusaybin, Keşaf vs. gibi sancakbeylerinin de değişik tarihlerde Musul sancağında has gelirlerinin bulunduğunu görmekteyiz. Şimdi tahrirler itibariyle bunların üzerinde duracağız. 3.1.4.1. 1523 Tahririne Göre 3.1.4.1.1. Sincar Sancakbeyi Hasları 1523'te Musul sancağı gelirlerinden 39000 akçalık hisse Sincar Sancakbeyi hassı olarak ayrılmıştır1329. Bu meblağ Musul sancağı toplam gelirinin % 3'üne tekabül etmektedir. Bu gelirin dökümü tablo-40'da verildiği gibidir. Tablo-40: Sincar Sancakbeyi'nin Musul Sancağındaki Hasları (1523) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Karye-i Nefs-i 'Acuz 8500 2 Karye-i Merâvân 12500 3 Karye-i Belâsin 5257 4 Karye-i Kafirü’z-Zâman 8859 5 Mezra-i Til-i Barid 3500 6 Niyabet-i Kurra-i Mezkurin 384 Toplam 39000 3.1.4.1.2. Ayn-Safna Beyi Bekir Bey'in Hasları Bekir Bey'e 1523 tahririnde 50054 akça has geliri ayrılmış olup1330, Musul sancağı toplam gelirinin % 3'ünü oluşturmaktadır. Bu yekûnun teferruatı tablo-41'deki gibidir. Tablo-41: Bekir Bey'in Musul Sancağındaki Hasları (1523) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Mahsul-i Debbâğhâne-i der nefs-i Tikrit 600 2 Mahsul-i Sefinehâ der Tikrit 1800 3 Adet-i Ağnam-ı nefs-i Tikrit 525 4 Bâc-ı Ubur-u Kârvâniyân 1000 5 Mahsul-i Kelek der nahiye-i Ayn-Safna 660 6 Mahsul-i Cerime ve Arusiye-i nefs-i Tikrit 845 7 Mahsul-i (Cemaat-i) İzzi (der Tikrit) 2500 Toplam 7930 Cemaatler 1329 BOA, TD., 998, s. 76. 1330 BOA, TD., 998, s. 76. 317 1 Zübeyr 2610 2 Al-ı Ubeyd 2250 3 Yâycılâr 4764 - Cerime-i Cemaat-i Al-ı İzze ve Al-ı Ubeyd 1500 Mezralar 1 Gimrave 2400 2 Til-i Nebi 1000 3 Kibrit 8800 4 Herbin 750 5 Herbin-i diğer 750 6 Selimiye 500 - Mahsul-i mezâri-i Çevlikhâ-i der kenâr-ı Şat 16800 Toplam 42124 Genel Toplam 50054 Sincar Sancakbeyi ile Bekir Bey'in has toplamı 89054 akça tutmaktadır. Bu da toplam sancak gelirinin % 6'sına tekabül etmektedir. 3.1.4.2. 1540 Tahririne Göre 3.1.4.2.1. Cezire Hâkimi Bedir Bey'in Hasları 1540 tarihli tahrirde Musul sancağında dışarıdan has tasarruf eden sadece Cezire hâkimi Bedir Bey olup, has yekûnu 13676 akçadır1331. Bu gelir Kafirzaman köyünden elde edilmekte ve Musul sancağı toplam gelirinin % 1'ine tekabül etmektedir. 3.1.4.3. 1558 Tahririne Göre 1558'de Musul sancağı gelirlerinin önemli bir kısmını Tikrit, Şehrizul, Nusaybin, Eski Musul ve Deyr-Rahbe sancakbeyleri ile Cezire hâkimi Bedir Bey’e has olarak ayrılmıştır. 3.1.4.3.1. Deyr-Rahbe Sancakbeyi Hasları Has toplamı 90348 akçadan ibarettir1332.Bu meblağ toplam sancak gelirinin % 2'sini oluşturmaktadır. Gelir kaynakları tablo-42'de verildiği gibidir. Tablo-42: Deyr-Rahbe Sancakbeyi'nin Musul Sancağındaki Hasları (1558) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Karye-i Üsküb Meydan 2852 Acuz Nahiyesi 1 Karye-i Merâvül 10000 2 Karye-i Belâsin 12000 3 Karye-i Til-bizüm 12734 4 Karye-i Cessâfi 9110 5 Karye-i Dârbend 3972 - Cemaat-i Aşiret-i Dünbili 5680 Mezralar 1331 BOA, TD., 195, s. 57-61. 1332 BOA, TD., 308, s.94-98. 318 1 'Acuz 10000 2 Zurâbe 5000 3 Cibâsiye 2000 4 Dâriş 4500 5 Bâsihre 1500 6 Karadepe 3000 - Karye-i Merâğ, der canib-i Sincar 5000 - Mahsul-i resm-i Kelek, der nezd-i karye-i Merâvül 3000 Toplam 90348 3.1.4.3.2. Tikrit Sancakbeyi Hasları Tikrit Sancakbeyinin 1558'de Musul sancağında tasarruf ettiği has toplamı 220511 akçadır1333. Bu meblağ sancak toplam gelirinin % 6'sına tekabül etmekte olup, şu müfredatı havi idi: Tablo-43: Tikrit Sancakbeyi'nin Musul Sancağındaki Hasları (1558) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Nefs-i Şehr-i Tikrit 10677 2 Mahsul-i Boyahâne-i nefs-i Tikrit 14000 3 Mahsul-i bâc-ı kavâfil 2000 4 Mahsul-i Sefine 2000 5 Mahsul-i debbâğhâne 800 6 Mahsul-i adet-i ağnâm 700 Cemaatler 1 Şeyh Merâvi tabi-i Arab-ı İzze 1324 2 Ahmed Hasuni tabi-i Arab-ı İzze 1614 3 Hâcı İdris 276 4 Al-ı Ebu Ubeyd 120 - Tikrit'te 11 Çevlik hasılı 38600 - Tikrit'te 18 Mezra hasılı 48400 - Deyr-Maklub nahiyesinde 18 köy ile 15 mezra geliri 55000 - Adet-i ağnâm-ı nahiye-i Deyr-Maklub 5000 - Musul Nahiyesine bağlı 7 köy hasılı 20000 - Ayn-Safna Nahiyesine bağlı 3 köy hasılı 4688 - Mahsul-i adet-i ağnâm-ı taife-i Dasni ki, der Liva-i İmâdiye mütemekkinend ve bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i tapu 15312 Toplam 220511 3.1.4.3.3. Nusaybin Sancakbeyi Hasları 1558’de Musul sancağında 59573 akça1334 hassı mevcuttur ki, toplam sancak gelirinin 1333 BOA, TD., 308, s.98-107. 1334 BOA, TD., 308, s.107. 319 % 2’sine tekabül eder. Bu meblağın dökümü tablo-44’te verildiği gibidir. Tablo-44: Nusaybin Sancakbeyi’nin Musul Sancağındaki Hasları (1558) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Cemaat-i Şehvân ve Karendi tabi-i nahiye-i Tikrit 18000 2 Cemaat-i Al-ı Cemâsse tabi-i nahiye-i Tikrit 11973 3 8 Adet mezreanın hasılı 29600 Toplam 59573 3.1.4.3.4. Şehrizul Sancakbeyi Hasları Bu sancakbeyine Karakuş köyünün vergi gelirleri ayrılmış olup, 125379 akçadır. Fakat bu meblağ "ber vech-i iltizam" yoluyla 150000 akçaya tekmil edilmiş1335 olup, toplam sancak gelirinin % 4'üdür. 3.1.4.3.5. Eski Musul Sancakbeyi Hasları 1558 tarihli tahrir defterinin icmalinde Eski Musul sancakbeyi hasları 6540 akça olarak verilmiştir1336. Halbuki gelir kalemlerini tek tek topladığımızda bu meblağ 17772 akça çıkmaktadır (Tablo-45). Tablo-45: Eski Musul Sancakbeyi'nin Musul Sancağındaki Hasları (1558) No Gelir Kaynağı Tutarı (Akça olarak) 1 Mahsul-i bâd-i hevâ ve cürm-i cinâyet ve resm-i arusane-i Liva-i Eski Musul 8232 2 Mahsul-i Kelek der liva-i Eski Musul 3000 3 Karye-i Eski Musul tabi-i nahiye-i Musul 6540 Toplam 17772 3.1.4.3.6. Vilayet-i Cezire Hâkimi Bedir Bey'in Hasları 1558 tarihli tahrire göre Musul sancağında has tasarruf edenlerden biri de Cezire hâkimi Bedir Bey olup, has yekûnu 13676 akçadan1337 ibarettir. Bu meblağ Kafirzaman köyünün vergi gelirlerinin toplamıdır. 3.1.4.4. 1575 Tahririne Göre 1575’te Musul sancağında padişah ve Musul sancakbeyinden sonra has tasarruf eden Şehrizul beylerbeyi ile Keşaf sancakbeyi bulunmakta olup, bu ikisinin has toplamı 17000 akçadır. Bu yekûn Musul sancağı gelir toplamının % 4’üne tekabül etmektedir. 1335 BOA, TD., 308, s.107-112. 1336 BOA, TD., 308, s.2, 112. 1337 BOA, TD., 308, s.113. 320 3.1.4.4.1. Şehrizul Beylerbeyi Hasları 1558 tahririne göre Şehrizul sancakbeyinin Musul sancağında hasları mevcutken, 1575 tahririne göre ise Şehrizul beylerbeyi hasları mevcuttur. Demek ki 1558-1575 yılları arasındaki bir tarihte Şehrizul sancağı eyalete tahvil edilmiş ve beylerbeylerine de Musul sancağı gelirlerinden has ayrılmıştır. 1558'de Şehrizul sancakbeyi hassı için ayrılan Karakuş köyünün gelirlerinin 1575’te Şehrizul beylerbeyi hassı olarak ayrıldığını görmekteyiz ki, toplamı 150000 akçadır1338 . 3.1.4.4.2. Keşaf Sancakbeyi Hasları Musul'a tabi 6 mezreanın 20000 akçalık geliri de Keşaf sancakbeyine has olarak ayrılmıştır1339 . Tablo-46: Sancak Dışındaki Muhtelif Görevlilerin Musul Sancağında Tasarruf Ettikleri Gelirlerin Toplam Gelirlere Oranı No Yıllar Musul Sancağı Toplam Geliri Sancak Dışındaki Görevlilere Ayrılan Gelir Miktarı Toplam İçindeki Oran (%) 1 1523 1509018 89054 6 2 1540 2262023 13676 0,59 3 1558 3644200 551880 15 4 1575 3851552 170000 4 Tablo’da görüldüğü üzere Musul sancağı gelirlerinin ortalama % 7'lik bir kısmı sancak dışında muhtelif kademelerdeki devlet görevlilerine ayrılmıştır. 1540’ta bu miktarın çok düşük olmasına karşılık (% 0,59), 1558'de bir hayli yükselerek toplam sancak gelirinin % 15'ine yükselmiştir. 3.2. Zeametler Musul sancağı (1586'dan sonra eyaleti) gelir kaynaklarının önemli bir kısmı zeamet olarak ayrılmıştır. Araştırmamızın temel kaynaklarından olan dört tahrir defteri (bu tahrirler 1523-1575 yılları arasında yapılmış olup, bu dönemde Musul sancak statüsündedir)’nde zeamet sahiplerinin isimleri ve tasarruf ettikleri zeamet miktarları belirtilmemiştir. Ancak 1575 tarihli tahrir esas alınarak hazırlanan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-u Kadim Arşivi, 282 no'lu tahrir defterinde zaimlerin isimleriyle birlikte uhdelerindeki zeamet miktarları da tek tek kaydedilmiştir. Diğer yandan, elimizdeki muhtelif Maliyeden Müdevver, Timar-Zeamet Tevcih ve 1338 BOA, TD., 660, s. 114-121. 1339 BOA, TD., 660, s. 131; TKGMA., TD. 282, s.16. 321 Timar Ruznamçe defterlerinde zeamet sahiplerinin isimleri ve gelir toplamları verilmiştir. Fakat bu defterlerden sancak veya eyaletteki bütün zaimlerin isimlerini tespit etmek mümkün değildir. Çünkü buradaki kayıtlar daha çok timar-zeamet durumundaki değişiklikleri göstermektedir. Bununla birlikte, özellikle cülus değişiklikleri sonrasında timar-zeamet beratlarının yenilenmesi (tecdid-i berat) neticesinde tutulan Timar-Zeamet tevcih defterlerinde mütemmim bilgi elde etmek mümkün olabilmektedir ki, biz de bu defterlerden faydalanma yoluna gittik. 1523 tarihli tahrir defterinde zeametler; timar ve vakıflarla birlikte "timârhâ-i erbâb-ı timâr ve zuama der liva-i m. maa evkaf..." başlığı altında iç içe verildiğinden, sancak gelirlerinden ne kadarının zeamet olarak ayrılmış olduğunu tespit etmek mümkün olamamaktadır. 1523 tahririnde sadece 2 zuamanın mevcut olduğu görülmektedir1340 . 1540 tahririnden öğrendiğimize göre Musul sancağındaki zuama sayısı 5'tir1341 . Bunların isimleri ile ne miktar zeamet tasarruf ettikleri ise kaydedilmemiştir. Ancak, bu tahrirdeki kayıtlardan zeamet olarak ayrılan gelir yekununun 116097 akça olduğunu görmekteyiz ki, toplam sancak gelirinin % 5'ine tekabül etmektedir. Diğer yandan bu meblağı 5 zaime bölüştüğümüz vakit, her zaimin ortalama 23220 akça zeamet tasarruf ettiği ortaya çıkmaktadır. 1558 tarihli tahrirde de zaimlerin isimleri ve tasarruf ettikleri zeamet tutarları kaydedilmemiştir. Bununla birlikte 1558'de Musul sancağında 9 zuamanın toplam 268717 akça zeamet tasarruf ettiklerini öğrenmekteyiz1342. Bu yekûn toplam sancak gelirinin % 7'sini oluşturmaktadır. 268717 akçayı 9 zaime paylaştığımızda ise ortalama her zaimin 29855 akça zeamet tasarruf ettiği intac etmektedir. Öte yandan 1558-1574 tarihleri arasında Musul sancağında zeamet tasarruf eden bazı zaimlerin isimlerini ve tasarruf ettikleri gelir miktarlarını tespit edebilmekteyiz. Bunların dökümü tablo-48'de verildiği gibidir. Tabloda da görüleceği üzere, 1558-1574 tarihleri arasında tespit ettiğimiz zeamet miktarları 20000 ile 40000 akça arasında değişmektedir. Tablo-47: Bazı Zaimlerin Gelir Miktarları (1557-1574)1343 No Zaimin Adı Zeamet Tasarruf Ettiği Yıl Tutarı 1340 BOA, TD., 998, s.90. 1341 BOA, TD., 195, 1. 1342 BOA, TD., 308, s.1, 113-124,147-149. 1343 Bu tablo şu kaynaklardan faydalanılarak hazırlanmıştır; MM., 18011, s.34-40; MM., 29, s.282-a, 285-a; TZTD, 36, (deftere sayfa numarası verilmemiş); TZTD., 2114, s.12-13. 322 Miladi Hicri (Akça olarak) 1 Mehmet 5 Nisan 1557 5 C.ahir 964 24744 2 Cafer 6 Mayıs 1557 7 Receb 964 30881 3 Ali Kethüda 12 Eylül 1558 29 Z.kade 965 20000 4 Ferhad 15 Kasım 1558 3 Safer 966 20000 5 Mehmed veled-i İskender 9 Nisan 1559 Gurre-i Receb 966 20000 6 İbrahim 12 Temmuz 1559 6 Şevval 966 20000 7 Ömer Ağa 8 Ekim 1559 6 Muharrem 967 20000 8 Ömer 22 Ekim 1559 20 Muharrem 967 20000 9 Abdurrahman 22 Temmuz 1560 28 Şevval 967 30881 10 Alicân 29 Temmuz 1561 16 Z.kade 968 20000 11 Ahmed veled-i Mehmed 9 Aralık 1561 Gurre-i R.ahir 969 20000 12 Cafer 17 Mart 1562 11 Receb 969 30881 13 Veli 6 Ağustos 1562 5 Z.hicce 969 20000 14 Hüsrev Kethüda 30 Nisan 1565 29 Ramazan 972 20000 15 Burc Ali 29 Eylül 1572 21 C.evvel 980 30881 16 Mehmed 14 Aralık 1572 8 Şaban 980 30882 17 Mustafa 26 Mayıs 1574 4 Safer 982 20000 18 Derviş veled-i Ali Paşa 6 Haziran 1574 15 Safer 982 40000 19 Mustafa veled-i Sinan 9 Kasım 1574 24 Receb 982 32000 20 Mehmed veled-i Ahmed Beg 5 Aralık 1574 20 Ramazan 982 20000 Diğer taraftan tablo-48'de isimlerini verdiğimiz zaimlerden bazılarının şahsiyetleri hakkında da az da olsa, bazı bilgiler edinebilmekteyiz. Mesela; 1557'de 24744 akça zeamet tasarruf eden Cafer'in Musul sancağı Miralayı olduğunu, bu görevinin 22 Temmuz 1560 tarihine kadar devam ettiğini, bu tarihten itibaren 17 Mart 1562 yılına kadar 30881 akça zeamet tasarruf eden Abdurrahman'ın Musul Sancağı Alaybeyi olduğunu ve bu tarihten itibaren ise tekrar Cafer'in Musul sancağı alaybeyi olduğunu, zeamet tutarının da 30881 akçaya yükseldiğini görmekteyiz1344. Yine 1561'de 20000 akça zeamet tasarruf eden Ahmed'in Erbil miralayı Mehmed Bey'in oğlu olduğunu müşahede etmekteyiz1345 . 1575'te Musul sancağında 16 zaim mevcut olup, bunların tasarruf ettikleri zeamet toplamı 480975 akçadır1346. Bu yekûn Musul sancağı gelirlerinin %12'sine tekabül etmektedir. 1575 tarihinde mevcut zaimlerin isim ve zeamet tutarları tablo-49'daki gibidir. 1344 MM., 18011, s.34, 37-38. 1345 MM., 18011, s.38. 1346 TKGMA., TD., 282, s.19-22. 323 Tablo-48: Musul Sancağında Zaimler ve Tasarruf Ettikleri Zeamet Miktarı (1575) No Zaimin Adı Zeamet Miktarı 1 Mehmed b. Ahmed Bey 20000 2 İbrahim 20000 3 Hızır 20000 4 Rüstem b. Süleyman 20800 5 Ahmed b. İlyas 20880 6 Behram b. Abdullah 20900 7 İnâyet b. Abdülcemil 20999 8 Mir İlmüddin 22514 9 İbrahim b. Abdullah 25000 10 Süleyman b. Davud Bey 25000 11 Nazar 29100 12 Hacı Yunus 31000 13 İsmail b. Sultan Hüseyin Bey 47582 14 Rüstem b. Hüseyin Bey 50000 15 Nuh Mehmed b. Ahmed Paşa 50000 16 Murad Can 57200 Toplam 480975 Tablo-48'deki zaimlerden 57200 akça zeameti bulunan Murad Cân İmâdiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey'in kardeşidir1347. Yine 50000 akça zeamet tasarruf eden Rüstem ile 47582 akça zeameti bulunan İsmail'in Sultan Hüseyin Bey'in çocukları olduğu görülmektedir1348 . Musul'da yapılan en son tahrir 1575 tarihli olduğu için, bundan sonraki dönemlerde Musul'da kaç zaimin bulunduğu ve bunlara ayrılan zeametin toplamı hakkında bilgi sahibi değiliz. Fakat elimizdeki Timar-Zeamet Tevcih defterlerinden bir kısım zuamanın isimlerini ve zeamet tutarlarını öğrenebilmekteyiz ki, bunların teferruatı tablo-49'da verildiği gibidir. Tablo-49: Musul Eyaletindeki Bazı Zaimler ve Gelir Miktarları (1586-1640) 1349 No Zaimin Adı Zeamet Tasarruf Ettiği Yıl Tutarı Miladi Hicri (Akça olarak) 1 Mahmud 18 Mart 1586 28 R.evvel 994 24000 2 Mustafa b. Mahmud 17 Kasım 1586 5 Z.hicce 994 20000 3 Hamza 13 Ocak 1587 3 Safer 995 20500 4 Gülâbi 31 Mart 1587 21 R.evvel 995 40000 5 Abdi 31 Mart 1587 21 R.evvel 995 22199 6 Ahmed 7 Aralık 1587 6 Muharrem 996 20000 1347 TKGMA., TD., 282, s.19. 1348 TKGMA., TD., 282, s.19. 1349 Tablo-48 şu kaynaklardan faydalanılarak hazırlanmıştır: TZTD., 88, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 98, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 101, s.368-409; TZTD., 169, s.525-540; TZTD., 174, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 206, s.119-157; TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 403, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 412, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 424, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 477, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 494, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 501, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 552, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 571, (Defter sayfalandırılmamış); TZTD., 576, (Defter sayfalandırılmamış). 324 tablo-49’un devamı 7 Ali b. Hasan 7 Aralık 1587 6 Muharrem 996 20900 8 Ömer 25 Şubat 1588 26 Z.kade 996 60000 9 Mehmed veled-i Kadı 25 Şubat 1588 26 Z.kade 996 30000 10 Yusuf b. Abdullah 25 Şubat 1588 26 Z.kade 996 20000 11 Ali veled-i Pervâne 1 Mayıs 1588 4 C.ahir 996 25933 12 Hacı Yunus 27 Ağustos 4 Şevval 996 41815 13 Şeyh Hüseyin 3 Eylül 1588 11 Şevval 996 20000 14 Derviş Ali veled-i Hacı Yunus 3 Eylül 1588 11 Şevval 996 30602 15 Ahmed 20 Eylül 1588 28 Şevval 996 20000 16 Nuri 2 Ekim 1594 17 Muharrem 1003 20000 17 Yusuf 11 Ekim 1594 26 Muharrem 1003 20000 18 Ali veled-i Nazar 7 Kasım 1594 23 Safer 1003 36066 19 Eflatun 21 Şubat 1594 11 C.ahir 1003 20000 20 Ahmed 26 Mayıs 1595 17 Ramazan 1003 23880 21 Bâyezid 1 Kasım 1595 26 Safer 1004 24000 22 Mehmed 15 Kasım 1595 12 R.evvel 1004 20000 23 Ahmed Ocak başları 1596 Gurre-i C.evvel 1004 23880 24 Tercüman Ramazan Çavuş Ocak başları 1596 Gurre-i C.evvel 1004 38699 25 Abdi 6 Nisan 1596 5 Şaban 1004 22199 26 Şehid veled-i Hacı Yunus 6 Nisan 1596 5 Şaban 1004 20000 27 Yusuf 26 Nisan 1596 24 Şaban 1004 20000 28 İnâyet 1598 1006 22666 29 Mehmed Çavuş vl.Malkoç 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 37672 30 Mehmed veled-i Derviş 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20000 31 Zeyneddin 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20000 32 Ömer 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20000 33 Kasım b. Ahmed 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 30000 34 Hüseyin 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 50000 35 Üveys 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20999 36 Murad 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20291 37 Kasım 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 20800 38 Hüseyin b. Ahmed Paşa 26 Mayıs 1607 29 Muharrem 1016 51191 39 Nazar bey b. Ahmed Paşa 29 Mayıs 1607 2 Safer 1016 27000 40 Ali b. Abdullah 19 Temmuz 1607 24 R.evvel 1016 32056 41 Ağa Hüseyin b. Ahmed 1620 1030 20000 42 Kâtib Hasan Hüseyin 1620 1030 51000 43 Mehmed 27 Mart 1622 14 C.evvel 1031 36066 44 Ahmed veled-i İdris Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 26871 45 Hüseyin Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 55000 46 Haydar Çavuş Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 50757 47 Yakub Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 20000 48 Nuri Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 26998 49 Mehmed Kasım baş. 1622 Gurre-i Muharrem 1032 20000 50 Abdullah b. Seyyid Hân 14 Eylül 1627 3 Muharrem 1037 57582 51 Mevlâna Şaban 30 Haziran 1628 27 Şevval 1037 97582 52 Mehmed 14 Kasım 1629 27 R.evvel 1039 20000 53 Seyyidgân 27 Kasım 1629 10 R.ahir 1039 23000 54 Ahmed b. İdris 1630 1040 22871 55 Hüseyin 14 Ocak 1631 14 C.evvel 1040 26998 56 Rıdvan 14 Ocak 1631 14 C.evvel 1040 36066 57 Ahmed 1632 1042 20999 58 Ahmed 1632 1042 20000 59 Ali 1632 1042 20000 60 Ali b. Mehmed Temmuz baş.1633 Gurre-i Muharrem 1043 60000 61 Üveys 1635 1044 20880 62 Üstad Ali 1635 1044 97583 325 tablo-49’un devamı 63 Mahmud 1635-36 1045 27139 64 Hüsrev 1635-36 1045 22871 65 Mahmud 2 Ağustos 1636 29 Safer 1046 36066 66 Kemal veled-i Üveys 2 Ağustos 1636 29 Safer 1046 20880 67 Murtaza 2 Ağustos 1636 29 Safer 1046 36066 68 Yunus 2 Ağustos 1636 29 Safer 1046 20000 69 Yakub 1637-38 1047 36066 70 Mehmed 1639 1049 20000 71 Ali 1640 1050 20000 72 Ahmed 1640 1050 20999 73 Yakub 1640 1050 20000 Tablo-49'da isimlerini zikrettiğimiz zaimlerin bir kısmının şahsiyetleri veya vazifeleri hakkında bilgi sahibiyiz. Mesela; 1587'de 20500 akça zeamete mutasarrıf olan Hamza İmâdiye hâkimi Seyyid Hân Bey'in adamıdır1350. 1588 tarihinde 60000 akçalık zeametin mutasarrıfı olan Ömer ise Musul sancağı defterdarıdır1351. Aynı tarihte 30602 akçalık zeamete malik olan Derviş Ali b. Hacı Yunus ise Musul Alaybeyidir1352. 1596'da 38699 akça zeameti olan Tercüman Ramazan Çavuş Dergâh-ı Ali Çavuşlarındandır1353 . Diğer yandan, 1607 tarihinde 27000 akçalık zeameti olan Nazar Bey, Musul beylerbeyi Ahmed Paşanın oğlu olup, kendisi de Keşaf sancakbeyidir1354. Ayrıca, aynı tarihte 51191 akça zeamet tasarruf eden Hüseyin de Musul beylerbeyi Ahmed Paşanın oğlu olup, Musul sancağı Miralayıdır1355. 1620'de 51000 akçalık zeametin sahibi olan Kâtib Hasan Hüseyin, Divân-ı Hümâyun kâtiplerindendir1356. 1622'de 50757 akça zeamet tasarruf eden Haydar Çavuş'un Dergâh-ı Ali Çavuşlarından olduğunu görmekteyiz1357 . Nihayet, 1627'de 57582 akçalık zeamete mutasarrıf olan Abdullah İmadiye hâkimi Seyyid Han'ın oğlu1358; 1635-36'da 27139 akça zeamet tasarruf eden Mahmud ise Musul Miralayı'dır1359. Görüldüğü gibi, tayin edilen zaimler genellikle bölgede veya merkezde görev yapan üst rütbeli ümerânın tanıdıkları veya akrabaları arasında seçilmektedir. 3.3. Timarlar Geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve 1350 TZTD., 98, (Defter sayfalandırılmamış). 1351 TZTD., 101, s.374. 1352 TZTD., 101, s.403. 1353 TZTD., 174, (Defter sayfalandırılmamış). 1354 TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış). 1355 TZTD., 290, (Defter sayfalandırılmamış). 1356 TZTD., 403, (Defter sayfalandırılmamış). 1357 TZTD., 424, (Defter sayfalandırılmamış). 1358 TZTD., 477, (Defter sayfalandırılmamış). 1359 TZTD., 552, (Defter sayfalandırılmamış). 326 memurlara muayyen bölgelerden tahsis edilmiş olan devlet gelirlerine timâr denildiği1360 malumdur. Timarlar gelirlerine göre tezkereli ve tezkeresiz olmak üzere iki grupta mütalaa edilmektedir. Tezkereli timarların tevcihi merkez tarafından yapılırken, tezkeresiz timarların tevcihi ise beylerbeyi ve sancakbeyi tarafından yapılmaktadır. Diyarbekir, Erzurum, Şam, Halep, Bağdat ve Şehrizul eyaletlerinde tezkeresiz timarlar en fazla 5999 akça olup, 6000 akça olduğu takdirde tezkereli timar statüsüne dahil olurdu1361 . Timarlar statülerine göre de serbest timarlar ve serbest olmayan timarlar olarak iki gurupta ele alınmaktadır. Serbest timarları defterdar, divan kâtipleri, çavuşlar, çeribaşları, subaşılar, dizdarlar vb. yüksek rütbeli devlet görevlileri tasarruf ederlerdi. Bu çeşit timarlarda şer'i vergilerin yanısıra niyâbet ve bâd-i hevâ gibi asayişle ilgili olaylardan elde edilen örfî vergiler de dirlik sahibine ait bulunmaktadır1362. Oysa serbest olmayan timarlarda dirlik sahipleri bu resimleri sancakbeyi ve subaşı ile paylaşmak zorunda idiler. Yine serbest dirlik sahipleri bizzat sefere gitmekle mükellef olmayıp, yerlerine cebelü gönderebilirlerdi. Bunu yapmadıkları takdirde dirliklerinin bir yıllık geliri müsadere edilirdi. Halbuki serbest olmayan dirlik sahipleri bizzat sefere katılmak zorunda idiler. Bu görevlerini ihlal ettikleri takdirde timarları ellerinde alınır veya daha ağır cezalara çarptırılabilirlerdi1363 . 3.3.1. Musul Sancağındaki Timarlar ve Timar Beyleri Zeametler bahsinde de değindiğimiz üzere, 1523 tarihli tahrirde timar ve zeametler iç içe kaydedildiği için timar gelirlerinin toplamı hakkında bilgi sahibi değiliz. Sadece bu tarihte 90 sipahi ve 6 cebelünün varlığından haberdarız1364 . 1540 tarihli tahrirde sipahi sayısı 67, cebelü sayısı ise 3'tür. Sipahilerin isimleri ve tasarruf ettikleri timar miktarları verilmemekle beraber, bu tarihte timar olarak ayrılan gelir toplamı 404185 akçadır1365 ki, bu meblağ toplam sancak gelirinin % 18'ini oluşturmaktadır. Bu miktarı 67 timar beyi arasında bölüştüğümüzde her sipahinin ortalama 6033 akça timar tasarruf ettiği ortaya çıkmaktadır. 1558'de Musul sancağındaki timarlı sipahi sayısı 76, cebelü sayısı 3 ve sipahilerin 1360 Ö. Lütfi Barkan, "Timar", İA., 12/1, s.287. 1361 Aynî Ali Efendi, age., s.64. 1362 Barkan, "Timar", s. 310. 1363 Sertoğlu, agm., s. 284; Ünal, age., s.181. 1364 BOA, TD., 998, s.90. 1365 BOA, TD., 195, s.78-101,138. 327 tasarruf ettikleri timar toplamı ise 408531 akçadır1366. Bu yekûn sancak gelirlerinin % 11'ine tekabül etmekte olup, 76 sipahiye bölüştüğümüzde her birinin ortalama 5375 akça timar tasarruf ettiği görülür. 1575'te hem timar beylerinin isimleri hem de tasarruf ettikleri timar miktarları hakkında bilgi sahibiyiz1367. Bunların teferruatı tablo-50'deki gibidir. Tablo-50: Musul Sancağında Timar Tasarruf Edenler ve Timar Miktarları (1575) No Timar Beyinin Adı Geliri No Timar Beyinin Adı Geliri 1 Seyyid Ali ve Seyyid Hasan 1500 25 Budak b. Hüseyin 3000 2 Ahmed 1700 26 Hayri b. Hüseyin 3000 3 Şeker b. Hasan 2000 27 Mehmed b. Taceddin 3000 4 Ali b. Karagöz 2000 28 Eyyüb b. Şeyh Ahmed 3000 5 Hasan b. Hüseyin 2000 29 Pir Ahmed 3000 6 Mehmed b. Hüseyin 2000 30 Hızır b. Berâm 3000 7 Kayâ 2000 31 Mahmud b. Abdulkadir 3075 8 Hüseyin b. Durmuş 2000 32 Hüseyin b. Abdulkadir 3075 9 Ömer b. Mehmed 2000 33 İshâk b. Ahmed 3500 10 Ömer b. Hüseyin 2000 34 Seydî b. Maksud 3500 11 Abib? b. Abib? 2000 35 Ahmed b. Kâzım 3600 12 Sultan Ali 2000 36 Maksud b. Murâd 4000 13 Kâsım b. Tengriviren 2000 37 Ömer veled-i Zübeyr 4000 14 Seyyid Ali 2100 38 Süleyman b. Taceddin 4000 15 Şehsuvar 2500 39 Kalender b. Hazım 4000 16 Hâcı b. Behlül 2500 40 Mehmed b. Vahdettin 4208 17 Mehmed b. Mansur 2681 41 Ali b. Zâfi 4300 18 Kulu b. Süleyman 2692 42 Zihni b. Süleyman 4500 19 Mercân b. Abdullah 2775 43 Kâsım b. Behlül 5000 20 Hüseyin 2775 44 Ebubekir b. Hızır 5000 21 Dâvud 3000 45 Şeyh Hüseyin 5500 22 Avaz b. Kâsım 3000 46 Bâli 5500 23 Hasan b. Kâsım 3000 47 İsmail 5600 24 Musa b. Karagöz 3000 48 Abdülahad b. Ahmed 5999 49 Hasan b. Mahmud 5999 79 Rüetem b. Hayrettin 6600 50 Kemâl b. Üveys 5999 80 Arab Şâh 6666 51 Kanber b. Üveys 5999 81 Arab Ali 6772 52 Feyyaz 5999 82 Mahmud b. Mehmed 6800 53 Türemiş 5999 83 Üveys b. Kemâl 7000 54 Mehmed b. Abdullah 5999 84 Şemseddin 7000 55 Korkmaz b. İmâm Kulu 5999 85 Şeyh Receb 7000 56 Haydar b. Arnavud Ahmed 5999 86 Hüseyin 7070 57 Ahmed b. Şeker 5999 87 Mehmed b. Fahreddin 7700 58 Bünyâd b. Şeker 5999 88 Seydî Ali 8000 59 Allahvirdi 5999 89 Hasan b. Mehmed 8000 60 Cân Kulu b. Hüseyin 5999 90 Hüseyin b. Sultan Hüseyin Bey 8000 61 Mehmed b. Zeyneddin 5999 91 Abdüsselâm b. Ahmed 8000 62 Mustafa 5999 92 Boz Ali 8166 63 Mustafa b. Ömer 5999 93 Ahmed Çavuş 8199 64 Mansur 5999 94 Mustafa 8500 1366 BOA, TD., 308, s.1,76,125-147. 1367 TKGMA., TD., 282, s.24-53. 328 tablo-50’nin devamı 65 Hüseyin b. Tengriviren 5999 95 Hamza 9000 66 Mehmed b. Tengriviren 5999 96 Budak b. Mehmed Bey 10000 67 Mehmed b. Zeynel 6000 97 Mehmed b. Cân Ahmed Bey 10000 68 Şeyh Mehmed 6000 98 Bahaeddin b. Kubad Bey 10000 69 Abdullah b. Mehmed 6000 99 Derviş b. Yusuf 10000 70 Mir Ömer ve Mir Abdal 6000 100 Tengriviren 10864 71 Kubâd (Birader-i Murad Cân) 6000 101 Ali b. Pir Mehmed 11000 72 Mahmud b. Mehmed 6000 102 Murad 12000 73 Üveys 6200 103 İdris b. Bekir 13000 74 Gazanfer Çelebi 6280 104 Hacı Kasım 13960 75 Mir Melik 6299 105 Mahmud b. Fahreddin 14100 76 Abdi b. Kulu 6300 106 Alicân b. Mehmed 16014 77 Kara Ali 6371 Toplam 355768 78 Hasan b. Hüseyin 6500 Toplam 237155 Genel Toplam 592923 Tablo-50'de de görüldüğü gibi 1575'te Musul sancağında 106 timar beyi mevcuttur. Bunlara ayrılan gelir miktarı 592923 akça olup, toplam sancak gelirinin % 15'ini teşkil etmektedir. Öte yandan 1575 tahririne nazaran, sipahi timarları bir kısım köy veya mezraların gelirlerinden birkaç "hisse" 'nin birleştirilmesiyle teşekkül etmiştir. Yani köy veya mezraların gelirleri muhtelif büyüklükteki "hisselere" bölünerek her "hisse" (parça) bir sipahinin tasarrufuna verilmiştir. Mesela; Ba'şika köyü gelirleri 15 "hisse" 'ye ayrılarak her hissesi bir sipahiye tevcih edilmiştir. Dolayısıyla sipahilerin büyük bir bölümü değişik birkaç köy veya mezreanın hisselerinden oluşan bir timar tasarruf etmektedir. Aynı durumun 1566'da Harput sancağı için de geçerli olduğunu görmekteyiz1368. Görüldüğü gibi, Osmanlı idaresi bir köyü veya çiftliği tek başına bir sipahiye timar olarak vermemektedir. Bir sipahinin gelirini birkaç köy veya beldeye dağıtmaktadır. Bu usûl merkezî hükümetin kudretini arttırmakta, taşra idarecilerinin ise kudretini zayıflatmaktadır. Bu uygulama ile Osmanlı idaresinde feodalizm, derebeylik vb. gibi sistemler oluşmamıştır. Bu uygulama, Osmanlı’da feodalizmin olmadığına tipik bir örnektir. Tablo-50'deki 106 timarın % 9'nun gelirleri 1500-2775 akça, % 43'ünün gelirleri 3000- 5999 akça arasında değişmektedir. Bu durumda "tezkeresiz" timarların oranı % 62'dir. Geriye kalan % 38'inin gelirleri ise 6000-16014 akça arasında değişmekte olup, bunlar da "tezkereli" timar gurubuna girmektedir. 1368 Ünal, age., s.183. 329 Tablo-51: Gelirlerine Göre Timarların Dağılımı (1575) No Gelir Gurubu (Akça olarak) Adedi Oranı (%) 1 1500-2775 20 19 2 3000-5999 46 43 3 6000-16014 40 38 Toplam 106 100 3.3.2. Musul Eyaletindeki Timarlar ve Timar Beyleri Timar-Zeamet tevcih defterlerinden 1586-1640 tarihleri arasındaki dönemde bazı timar beylerinin isimleri ile tasarruf ettikleri timar miktarlarını öğrenebilmekteyiz. Bunların dökümünü tablo halinde verip (Bk. Tablo-52), daha sonra değerlendirmesini yapacağız. Tablo-52: Musul Eyaletinde Timar Sahipleri ve Gelir Miktarları (1586-1640) No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 1 Şehvâr veled-i Ömer 16 Mart 1586 26 R.evvel 994 3000 2 Hüseyin 18 Mart 1586 28 R.evvel 994 3000 3 Mahmud ve Yunus (müşterek) 18 Mart 1586 28 R.evvel 994 6000 4 Nuri 18 Mart 1586 28 R.evvel 994 8166 5 Bahaeddin 12 Mayıs 1586 23 C.evvel 994 10000 6 Süleyman b. Kulu 24Temmuz 1586 7 Şaban 994 2692 7 Ahmed ve Mehmud (müşterek) 24Temmuz 1586 7 Şaban 994 6280 8 Ahmed 4 Ağustos 1586 19 Şaban 994 8669 9 Şaban b. Bayram 17 Ağustos 1586 2 Ramazan 994 4000 10 Ömer Satılmış Bey 17 Ağustos 1586 2 Ramazan 994 9003 11 Kalender Çaşnigir 5 Ekim 1586 21 Şevval 994 6999 12 Mustafa b. Abidin 13 Ocak 1587 3 Safer 995 6000 13 Mehmed b. İbrahim 29 Şubat 1587 21 R.evvel 995 6666 14 Mahmud b. Kulu 29 Şubat 1587 21 R.evvel 995 6000 15 Kubad 29 Şubat 1587 21 R.evvel 995 11000 16 Üveys b. Yunus 29 Şubat 1587 21 R.evvel 995 3000 17 Mehmed ve Ali (Müşterek) 29 Şubat 1587 21 R.evvel 995 6000 18 Haydar b. Kaymaz 16 Şubat 1588 17 R.evvel 996 3000 19 Mahmud b. Murad 16 Şubat 1588 17 R.evvel 996 10666 20 İbrahim b. Korkmaz 16 Şubat 1588 17 R.evvel 996 2999 21 Ali b. Şehsuvar 16 Şubat 1588 17 R.evvel 996 4500 22 Mehmed b. Hüdaverdi 16 Şubat 1588 17 R.evvel 996 6666 23 Üveys 25 Şubat 1588 26 R.evvel 996 8000 24 Ahmed veled-i Kalender 25 Şubat 1588 26 R.evvel 996 3000 25 Ali 25 Şubat 1588 26 R.evvel 996 5000 26 Hayrettin 5 Mayıs 1588 8 C.ahir 996 5000 27 Receb b. Hızır 5 Mayıs 1588 8 C.ahir 996 6000 28 Enbiyâ b. Tanrıverdi 1 Haziran 1588 5 Receb 996 6000 29 Mehmed 1 Haziran 1588 5 Receb 996 3555 30 Kasım b. Hüseyin 1 Haziran 1588 5 Receb 996 6000 31 Mehmed 12 Eylül 1588 20 Şevval 996 4208 32 İsa 20 Eylül 1588 28 Şevval 996 4298 33 Ebubekir 20 Eylül 1588 28 Şevval 996 17389 34 Hüseyin 20 Eylül 1588 28 Şevval 996 7000 35 Receb veled-i Hayrettin 26 Eylül 1594 11Muharrem 1003 3000 36 Ahmed b. Budak 26 Eylül 1594 11M. 1003 3000 330 tablo-52’nin devamı No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 37 Hamza 11 Ekim 1594 26 M. 1003 3555 38 Maksud veled-i Nuri 18 Ekim 1594 3 Safer 1003 8999 39 Aziz b. Mahmud 27 Ekim 1594 12 Safer 1003 3000 40 Behram b. Ahmed 1 Kasım 1594 18 Safer 1003 3600 41 Hüseyin 20 Kasım 1594 7 R.evvel 1003 10000 42 Murad veled-i Nazar 11 Aralık 1594 28 R.evvel 1003 11555 43 Hüseyin 27 Mayıs 1595 18 N. 1003 6000 44 Mustafa veled-i Bayram Bey 20 Haziran 1595 12 Şevval 1003 6000 45 Osman veled-i Satılmış bey 24 Haziran 1595 16 Şevval 1003 19202 46 Abdullah veled-i Enbiya 28 Temz. 1595 21 Z.kade 1003 10666 47 Hüseyin 1 Kasım 1595 26 Safer 1004 3000 48 Memiş b. Pir Abdi Kasım başları 1595 Gurre-i R.evl.1003 5000 49 Ramazan b. Ahmed 15 Kasım 1595 12 R.evvel 1004 3555 50 Bayram 25 Aralık 1595 23 R.ahir 1004 10019 51 Haydar Ocak başları 1596 Gurre-i Cevl 1004 3000 52 Abdullah " " 4000 53 Mustafa b. Bayram " " 3000 54 Mustafa veld-i Behram " " 3000 55 Kemal b. Üveys " " 7999 56 Yunus veled-i Ahmed " " 6666 57 Kulu veled-i Hüseyin " " 6000 58 Abdullah ve Veli (Müşterek) " " 6772 59 Yahya veled-i Abdülkerim " " 9000 60 Mehmed ve Ali (Müşterek) " " 6000 61 Ahmed " " 10194 62 Ahmed veled-i Abdullah " " 9333 63 Şeyh Hüseyin ve İbrahim (müşterek) " " 6000 64 Zeynelabidin " " 6200 65 Safer ve Ali (Müşterek) " " 6000 66 Ömer 26 Mart 1596 26 Receb 1004 4000 67 Hasan Mart sonları 1596 Gurre-i Şaban 1004 8199 68 Salih 6 Nisan 1596 5 Şaban 1004 8000 69 Ali b. Mehmed 26 Nisan 1596 24 Şaban 1004 6280 70 Yahya b. Ebter " " 3000 71 Mehmed b. Murad " " 7998 72 Hüseyin b. Şehid 1598 1006 5000 73 Bâyezid " " 4000 74 Tayyib b. Abdal " " 4000 75 Can Ahmed b. İbrahim Beg " " 12000 76 Kemâl " " 7999 77 Maksud " " 8000 78 Mürşid Kulu " " 3000 79 Ahmed b. Mustafa " " 6280 80 İlyas " " 10000 81 Abdi b. Abdullah " " 6000 82 Hasan b. Abdullah 20 Mayıs 1598 14 Şevval 1006 6800 83 Ahmed b. Cafer 26 Mayıs 1607 29 Muharrem 1016 3000 84 Mehmed " " 6200 85 Ali 29 Mayıs 1607 2 Safer 1016 6000 86 Adil b. Abdullah " " 3000 87 Cafer b. İsmail " " 6000 88 Yusuf " " 7000 89 Ali b. Abdullah " " 3600 90 Nâsır ve Bâzârih " " 5999 331 tablo-52’nin devamı No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 91 Halil 12 Tem.1607 17 R.evvel 1016 7000 92 Hüseyin " " 5600 93 Bahaeddin b. Hüseyin " " 5999 94 Hamza b. Allahvirdi " " 5999 95 Ali b. Haydar 1620 1030 6000 96 Ali b. Mehmed " " 7700 97 Bahaeddin " " 6300 98 Ahmed b. Kulu " " 3000 99 Maksud " " 6772 100 Mehmed " " 3500 101 Ahmed Çavuş " " 19660 102 Mehmed " " 13166 103 Hüseyin " " 4999 104 Hazâl " " 3000 105 Ali " " 6500 106 Veli " " 5999 107 Hasan " " 3000 108 İbrahim " " 10000 109 Mehmed ve Hasan " " 6000 110 Tâtâr 1621 1031 2000 111 Mehmed " " 6000 112 Ömer " " 6500 113 Ali " " 4000 114 Cafer " " 3000 115 Bali " " 3000 116 Yunus " " 3600 117 Receb b. Ali " " 4000 118 Ahmed " " 7999 119 Abdal " " 3000 120 Allahvirdi " " 7999 121 Yakub " " 6000 122 Abdülcelil " " 3000 123 Abdal " " 5000 124 Ahmed b. Kulu " " 2000 125 Veli b. Abdullah " " 6772 126 Ali 21 Mart 1622 14 C.evvel 1031 9500 127 Behlûl " " 3000 128 Abdi " " 5000 129 Cafer " " 3000 130 Abdülcelil " " 3000 131 Ahmed Kethüda " " 19660 132 Ali " " 9500 133 Mustafa b. Yakub " " 6000 134 İsmail b. İbrahim " " 3000 135 Ahmed " " 8000 136 Serhad " " 6000 137 Nazar " " 3000 138 Kasım " " 9500 139 Mahmud " " 3000 140 Ali " " 9500 141 Eşber Kasım başl. 1622 Gurre-i mhr.1032 3000 142 Mehmed " " 3500 143 Halid " " 3000 144 Hızır " " 6000 332 tablo-52’nin devamı No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 145 Mehmed b. Abdurrahman " " 4000 146 Mehmed " " 6000 147 Mehmed b. Hasan " " 3000 148 Hüseyin " " 6000 149 Seydi Yusuf " " 6000 150 Hüseyin " " 3000 151 Mehmed ve Hasan b. Ali " " 6000 152 Musli " " 3000 153 Seyyid Ali " " 6000 154 Halil b. Kulu " " 7000 155 Mehmed " " 13166 156 Ahmed " " 4000 157 Ali " " 6500 158 Mehmed " " 13332 159 Veli b. Ahmed Çavuş " " 9000 160 Hızır 1624 1034 3000 161 Yunus b. Kâtib Alican " " 5999 162 Mehmed " " 3000 163 Ali " " 3000 164 Mehmed " " 6000 165 İskender 28 Ocak 1625 18 Z.hicce 1034 2000 166 Mustafa " " 6000 167 Yasin " " 6000 168 Ali b. Haydar " " 6000 169 Ahmed ve Mehmed b. Ali " " 7700 170 Zülfikâr " " 12666 171 Mehmed " " 6000 172 Ahmed " " 8599 173 Abdullah " " 5000 174 Mustafa 1625 1035 9000 175 Hüseyin " " 5000 176 Mehmed b. Ali " " 7000 177 Mehmed " " 3000 178 Mustafa b. Maksud " " 6000 179 Mehmed " " 6000 180 Fâris " " 3000 181 Hüseyin " " 3000 182 Ali " " 6000 183 Maksud 7 Nisan 1626 10 Receb 1035 4000 184 Hüseyin " " 12000 185 Ali " " 2000 186 Hasan " " 3000 187 Zülfikâr Çavuş " " 11999 188 Yasin " " 7000 189 İbrahim " " 6000 190 Ahmed " " 3600 191 İbrahim " " 6000 192 Dilâver " " 6000 193 Zekeriya Ekim Başları 1627 Gurre-i Safer 1037 3000 194 Abdi " " 3000 195 Seyyid Mahmud " " 3000 196 Veli Çavuş b. Ahmed 11 Ekim 1628 12 Safer 1038 9000 197 Haydar " " 8000 198 Ali 19 Kasım 1629 2 Z.hicce 1039 10000 333 tablo-52’nin devamı No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 199 Hüseyin 1 Ocak 1630 16 C.evvel 1039 1500 200 Ali 14 Ocak 1630 25 Mhr. 1039 6000 201 Mahmud 1630 1040 3500 202 Musli 28 Aralık 1630 23 C.evvel 1040 3000 203 Mehmed 9 Ocak 1631 9 C.ahir 3000 204 Hüseyin " " 6200 205 Abid 6 Şubat 1631 4 Receb 1040 6600 206 Hüseyin b. Kulu 14 Mart 1631 10 Şaban 1040 6000 207 Zülfikâr b. Ahmed 24 Ağus.1631 26 Mhr. 1041 5000 208 Zülfikâr 17 Ekim 1631 20 Safer 1041 5000 209 Mehmed 13 Kasım 1631 18 R.ahir 1041 6000 210 Hüseyin " " 7500 211 Veli " " 3000 212 Ahmed " " 5999 213 Hızır 1632 1042 6666 214 Mustafa " " 14999 215 Hüseyin " " 6000 216 Nuri " " 2699 217 Kasım " " 3000 218 Nâsır " " 3000 219 Mehmed " " 3000 220 Behrâm " " 2000 221 Hüsrev " " 3000 222 Mustafa " " 10000 223 Yahya " " 3000 224 Ali b. Osman " " 3000 225 Kenân Tem. Baş. 1633 Gurre-i Mhr. 1043 3000 226 Hasan " " 2000 227 Mehmed " " 3000 228 Ali " " 3000 229 Ahmed " " 3000 230 Ahmed b. İbrahim " " 6000 231 Mehmed " " 5999 232 Mehmed b. Ali " " 7700 233 Yunus 1634 1044 4000 234 Mustafa " " 4500 235 Murad " " 3000 236 Mahmud " " 2300 237 Mahmud ve Halid b. Amir " " 6600 238 Hüsrev " " 3000 239 Yahya " " 3000 240 Ahmed " " 6000 241 Halil ve Murtaza 1635 1045 6772 242 Hamza " " 3000 243 Arslan " " 6000 244 Allahvirdi " " 7999 245 Zülfikâr " " 8499 246 Hüsrev ve Derviş " " 6000 247 Mansur " " 3000 248 Ahmed 1635 1045 5999 249 Ömer ve Murad b. Ahmed " " 11000 250 Derviş " " 3000 251 Kenân " " 10000 252 Mehmed 1636 1046 3000 334 tablo-52’nin devamı No Timar Beyinin Adı Timar Tasarruf Ettiği Yıl Geliri (Akça) Miladi Hicri 253 Murtaza " " 5999 254 Veli " " 6666 255 Mahmaud ve Mustafa b. Zülfikâr " " 11999 256 Mehmed 1637 1047 6000 257 Hüseyin " " 16000 258 Hasan " " 16000 259 Ahmed " " 10000 260 Mehmed " " 10000 261 Receb " " 3000 262 Hüseyin 1639 1049 3000 263 Mehmed b. Hızır " " 2200 264 Osman b. Mehmed " " 2000 265 Hüseyin " " 3000 266 Mehmed b. Ahmed " " 14000 267 Hünyâd " " 3000 268 Cân Ahmed " " 15000 269 Abdal " " 5000 270 Yusuf " " 5000 271 Mehmed " " 3000 272 Mehmed " " 5999 273 Hüseyin " " 3000 274 Bekir " " 10000 1586-1639 arasındaki 53 yıllık dönemde ismini tespit ettiğimiz 274 timar beyinin timar gelirleri 1.500 ile 19.660 akaç arasında değişmektedir. Bahsedilen dönemi muhtevi mufassal veya icmal defterleri olmadığı için eyaletteki toplam timar beyi sayısı ve timar yekunları hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. Diğer yandan Musul'un sancak konumunda olduğu 1575 tarihinde mevcut timarlardan % 62'si tezkiresiz, % 38'i tezkireli timar konumunda iken, bu oranların Musul'un eyalet statüsünde olduğu 1586-1639 arasındaki dönemlerde değişmiş olduğunu görmekteyiz. Zira, bu tarihler arasında tespit edebildiğimiz timarların % 48'i tezkiresiz, % 52'si ise tezkireli timarlardır. Bu oranlardan tezkireli timarların % 14 nispetinde artmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu muhtemelen bazı tezkiresiz timarların terakkilerle artmış olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Öte taraftan timar sahiplerinin isimleri arasında Tanrıverdi, Satılmış, Kalender, Allahverdi, Serhad, Arslan, Çeker, Kaya, Türemiş, Korkmaz, Tenriviren ve Budak gibi Türkçe kökenli isimlerin bulunması dikkat çekicidir. Bununla birlikte isimlerin çoğu islami kökenlidir. 335 Tablo-52’de verilen timar beylerinden bir kısmı müşterek (ber vech-i iştirak) olarak timar tasarruf etmektedir. Bir timarı ise müştereken en fazla iki kişinin tasarruf ettiğini görmekteyiz ki, bunlar da genellikle kardeştir. Bunlara misal olarak; 1586'da 6280 akçalık timar tasarruf eden Ahmed ve Mehmed b. Gazanfer; 1587'de 6000 akça timarı olan Mehmed ve Ali b. Şemseddin; 1596'da 6772 akçalık timara mutasarrıf olan Abdullah ve Veli b. Ali; yine 1596'da 6000 akçalık timar sahipleri Safer ve Ali b. Abdullah; 1620'de timar tutarları yine 6000 akça olan Mehmed ve Hasan b. Ali; 1625'te 7700 akçalık dirlik sahipleri Ahmed ve Mehmed b. Ali; 1634'te 6600 akçalık timara mutasarrıf olan Mahmud ve Halil b. Amir; 1635'te 6000 akça geliri olan Husrev ve Derviş; ile 11000 akça tasarruf eden Ömer ve Murad b. Ahmet ve 1636'da 11999 akça tasarruf eden Mahmud ve Mustafa b. Zülfikâr'ı gösterebiliriz. Diğer taraftan bazı timar beylerinin sosyal statüleri hakkında, az da olsa, bilgi sahibiyiz. Mesela; 1588 tarihinde 4208 akçalık timar geliri olan Mehmed İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey'in adamlarındadır1369. 1596'da 3000 akça timara mutasarrıf olan Haydar, bu tarihte İmadiye hâkimi olan Seyyid Hân'ın adamlarındadır1370. Yine, 1598'de 12000 akçalık dirlik tasarruf eden Can Ahmed, Musul Beylerbeyi İbrahim Bey'in oğludur1371 . Nihayet, 1607'de 5999 akçalık timarı olan Hamza Musul'un Çavuşlar Kethüdası olan Allahverdi'nin oğludur1372. 1631'de 5000 akça timar tasarruf eden Zülfikâr yine Musul'un Çavuşlar Kethüdası olan Ahmed'in oğludur1373 . Ayrıca, bazı dirlik sahiplerinin gördükleri iş ve vazifeleri hakkında da birtakım bilgilere sahibiz. Mesela; 1588'de 8000 akçaya mutasarrıf olan Üveys'in Musul Sancağı Seraskeri1374; 1595'te 3000 akça timar tasarruf eden Hüseyin'in Musul'un Mülazim Çavuşu1375; 1596 tarihinde 10019 akça tasarruf eden Bayram'ın Musul vilayeti Çavuşlar Kethüdası1376; 1598'de 7999 akçalık timarı olan Kemal'in Musul Sancağı Çeribaşısı1377; 1620 tarihinde 19660 akçalık timar geliri olan Ahmed Çavuş'un Divân-ı Musul Çavuşu1378; 1621'de 7999 akçaya mutasarrıf olan Allahvirdi'nin Divân-ı Musul Çavuşu1379; 1622'de 19.660 akçalık 1369 TZTD., 101, s.406. 1370 TZTD., 174, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1371 TZTD., 206, s.136. 1372 TZTD., 290, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1373 TZTD., 504, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1374 TZTD., 101, s.373. 1375 TZTD., 174, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1376 TZTD., 174, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1377 TZTD., 206, s.141. 1378 TZTD., 403, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1379 TZTD., 412, (Defter sayfalanıdrılmamış). 336 dirlik tasarruf eden Ahmed Kethüda'nın Divân-ı Musul Çavuşlar Kethüdası1380; aynı tarihte 6000 akçalık timara sahip olan Hüseyin'in Divân-ı Musul Çavuşlarından1381; nihayet 1626 tarihinde 11999 akçalık timara mutasarrıf olan Zülfikâr Çavuş'un Dergâh-ı Ali Çavuşlarından olduğunu görmekteyiz1382 . Görüldüğü gibi, timar erbabı olan sipahiler genellikle Musul’da görev yapan üst rütbeli kişilerin akrabaları, yakınları veya tanıdıklarıdır. 1380 TZTD., 412, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1381 TZTD., 424, (Defter sayfalanıdrılmamış). 1382 TZTD., 448, (Defter sayfalanıdrılmamış). 337 ALTINCI BÖLÜM VAKIFLAR 1. GENEL OLARAK VAKIF Osmanlı şehirlerinin fiziki yapısını oluşturan câmi, mescit, zaviye, medrese vs. gibi dini ve içtimai yapıların inşası ve muhafazası vakıflar vasıtasıyla olmaktaydı. Vakf kelimesi Arapça'da durdurmak, alıkoymak manalarına gelmektedir. Istılah olarak ise XIII-XIX. Yüzyıllar arasındaki dönemde, İslâm ülkelerindeki sosyal ve iktisadi hayatta önemli bir yer tutan dinî-sosyal müessesenin adıdır1383 . Vakıf müessesesi, uzun asırlar boyunca, bütün islâm memleketlerinde büyük önem kazanmış, içtimai ve iktisadi hayat üzerinde derin tesirlerde bulunmuş dinî-hukukî bir müessesedir1384.Vakfı kısaca, bir kimsenin Allah'ın rızasını kazanmak için, sahip olduğu menkul veya gayri menkulünü dini, içtimai ya da hayrî hizmetler için tahsis etmesi olarak tanımlayabiliriz. Vakıf tesis eden kişiye vâkıf, vakfedilen mala mevkûf, vakıf kuran kişinin amaçlarını, şartlarını ihtiva eden, kurulacak vakfın yönetim şekline ilişkin esasları belirleyen ve mahkeme tarafından tescil edildikten sonra vakfın vücut bulduğu belgeye de vakfiye denilmektedir1385 . Vakıflar gördükleri hizmetler itibariyle; dinî, içtimaî ve iktisadî vakıflar, mahiyetleri itibariyle ise; hayrî, zürrî (evlatlık) ve avârız vakıflar olmak üzere birtakım kategorilere 1383 Bahaeddin Yediyıldız, "Vakıf", İA., C. 13, İstanbul 1986, s.153. 1384 M. Fuad Köprülü, İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesi, İstanbul 1983, s.351. 1385 Rifat Özdemir, “Osmanlı Vakıflarının Kurulması ve Yaşatılmasında Devlet Kurumlarının İşleyişi”, Fırat Üniversitesi I. Tarih Sempozyomu’na Sunulmuş Tebliğ, (14-17 Ekim, 1993), s. 1-137; Mustafa Öztürk, “Harput ve Yöresi Vakfiyeleri”, Fırat Havzası Yazma Eserler Sempozyomu, Elâzığ 1987, s.237. 338 ayrılmaktadır1386 . 2. MUSUL ŞEHRİNDEKİ VAKIFLAR İncelediğimiz dönemde devletin genel yapısına uygun olarak Musul’da da birçok vakıf bulunmaktadır. Câmi, mescit, medrese, zaviye, türbe ve ziyaretgâh olan mezarların hizmetlerinin yürütülmesi için birçok hayrî vakıf kurulmuştur. Musul şehrindeki vakıfların büyük ekseriyeti Osmanlılardan önceki dönemlerden kalmadır. Bunlar, mülk sahiplerinin mülklerinin tamamını veya belli bir kısmını câmi, mescit, medrese, zaviye vs. gibi dinî ve sosyal eserlere vakfetmeleriyle ortaya çıkmıştır. Bu mülk, topraktan veya toprak üzerinde yaşayan köylüden alınan her türlü vergiler olmayıp, sadece toprağın kuru bir mülkiyet hakkıdır. Dolayısıyla mâlikâne sahibi, çiftçiden yalnızca bir nevi toprak kirası olarak öşür talep edebilir. Çünkü, arazinin vergi geliri devlet tarafından sipahiye dirlik olarak tevcih edildiğinden, mahsulün öşrünü de sipahi almaktadır. Bu şekilde toprak kirası ve mahsul öşrünün ayrı ayrı ödendiği arazilere "iki baştan tasarruf" veya "mâlikânedivâni" sistemi denilmektedir1387 . Mâlikâne sahiplerinin mülklerini herhangi bir vakfa bağışlamaları halinde "mâlikâne hissesi" vakfın tasarrufu altına girmiş olurdu. Musul'daki vakıflara bağışlanan "mâlikâne hissesi" rub' hububat (1/4)'tır. Buradaki 1/4, reayanın ödediği mahsulün 1/4'ü olmayıp, 1/5, 1/6, 1/7, veya 1/10 nispetlerinde alınan öşrün 1/4'dür. Diğer yandan, Musul'daki vakıflara ayrılan gelir kaynakları sadece bazı köylerin hububat hasılının 1/4’ü olan "mâlikâne hissesi"'inden ibaret değildir. Şehirde bulunan birçok dükkân, han, hamam, zemin kiraları ile bazı mezra, cemaat, bağ ve bahçe gelirleri de ayrılmıştır. Ayrıca, Musul boyahânesi geliri de Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi ve Musul’da bulunan İmâmzadegân türbeleri ile ziyaretgâh olan mezarlar için değişik miktarlarda vakfedilmiştir. 2.1. Câmi Vakıfları Araştırma dönemimizde tespit ettiğimiz üç câmiden, Emevi Câmii’ne ait evkaf kayıtları bulunmamaktadır. Tahrir kayıtlarına geçtiği kadarıyla, Mücâhidî (Kaymazî) Câmii’ne 1523’te 1 zemin kirasının 200 akçalık ve 1540 tarihinde 1 bahçenin 200 akaçlık geliri vakfedilmiştir. Ulu Câmii (Nureddin Şehid Câmii)’nin ise zengin vakıf gelirleri vardır. Zira, câmi’nin evkaf gelirleri arasında birçok dükkân kirasının yanısıra, 1 han, 1 arsa kirası, 1386 Geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985, s. 79-97. 1387 Ömer Lütfi Barkan, "Mâlikâne-Divâni Sistemi", Türkiye'de Toprak Meselesi I, İstanbul, 1980, s.154. 339 Kabak Çevligi köyünün gelirlerinin ¼ hissesi ve 2 bahçe geliri bulunmaktadır (Bk. Tablo-54). Tablo-54: Musul’daki Câmi Vakıflarının Gelir ve Giderleri (1523-1575) 1388 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı (akça) 1523 1540 1558 1575 1 Ulu Câmii (Nureddin Şehid Câmii) Vakfı 1- Dükkân kirası 2- Kayseriyye-i kadim kirası 3- Kayseriyye-i cedid kirası 4- Han kirası 5- 1 Han-ı arsa kirası (1575’te Arsa-i kapan kirası) 6- 56 Dükkân kirası (1558’de 105, 1575’te 115 adet) 7- 16 Kayseriyye-i kadim kirası (1575’te 14’ü harab) 8- Kabak Çevliği Köyü (1/4 hisse) 9- 2 Bahçe geliri Toplam 6192 5484 1080 360 1333 - - 775 400 15624 - - - 600 1000 20000 2928 850 - 25378 - - - 8284 1911 20546 860 910 - 32511 - - - 8640 24000 3600 60 1920 - 38220 Giderler Gider Tutarı (Günlük Olarak) 1- Cihet-i Tevliyet 2- Cihet-i İmâm 3- Cihet-i Müezzin 4- Cihet-i Ferrâş 5- Cihet-i Huffaz 6- Cihet-i Hitâbet 7- Cihet-i Rakabe 8- Cihet-i Kitâbet 9- Cihet-i Cüzhân 10- Cihet-i Ma’ruf 11- Cihet-i Cibâyet 12- Cihet-i Nezâret 13- Cihet-i Vaiz 14- Cihet-i Kayyım 15- Cihet-i Hademe-i kadimgân 16- Cihet-i Yasinhân 17- Cihet-i Sure-i tebarekhân 18- Cihet-i Sure-i amme 19- Cihet-i Aşirhân 20- Cihet-i Türbedar 21- Baha-i Ruğ ve Hasır 22- Diğer Toplam 8 5 - 2 10 4 4 - - - 2 - - - - - - - - - 4 1 39 8 6 - 2 7 4 - 10 10 1 1,5 - - - - - - - - - 1,5 1 51 8 7 6 2 7 5 10 3 13 1 1,5 4 7 - - - - - - - 1,5 - 72 10 10 - 2 11 10 - 4 13 1 1,5 4 7 4 1 1,5 3 2 3 2 1,5 20,5 117 2 Mücahidi (Kaymazi) Câmii Vakfı 1- Zemin kirası 2- Musul’da Bahçe 200 - - 200 - - - - 3 Emevi Câmii Vakfı - - - - - Tablo 53’te görüldüğü gibi, Musul’daki câmiler içerisinde Emevi câmii’ne ait herhangi bir vakıf mevcut değildir. Bu ise Musul’un Moğollar tarafından işgal edildiği sırada Emevi câmii’nin de büyük tahribata uğraması ve metruk bir câmi haline gelmesinden kaynaklanmaktadır. Zira, Emevi câmii ancak 19. Yüzyılda yenilenerek ibadete açılabilmiştir1389. Mücahidî câmii’nin 1523-1540 tarihlerinde 200 akçalık vakıf geliri 1388 Bu tablo 998, 195, 308 ve 660 no’lu tahrir defterlerindeki bilgilere göre çıkartılmıştır. 1389 Bk. Şehrin Fizikî Durumu Bölümü. 340 mevcuttur. 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise kaydı yoktur. Ulu câmii’nin 1523 tarihindeki evkaf geliri 15624 akça iken, bu rakam 1540’ta 25378 akçaya, 1558’de 32511 akçaya ve 1575’te ise 38220 akçaya yükselmiştir. Bu meblağlar günlük hesabiyle (fi yevm) değişik oranlarda muhtelif görevli ve giderlere harcanmaktadır. 2.2. Mescit Vakıfları Araştırma dönemimizde tespit ettiğimiz mescit vakfı sayısı 49’dur. Bu mescitlerin evkafı içerisinde dükkân, hân, kasaphâne, zemin ve bahçe gelirleri bulunmaktadır. Özellikle 1558-1575 tarihleri arasındaki dönemde Musul şehrindeki mescit sayısında büyük artış gözlenmektedir. Bu mescitlerden, birkaçı hariç tutulacak olursa, tamamına yakını şahıs ismi taşımakta ve muhtemelen bunlar da mescit bânileridir. Bu bâniler arasında 14 hacı, 8 şeyh ve 6 hoca ünvanının bulunması, ilmiye ve tarikat kökenli kimselerin mescit yapımına önem verdiklerini göstermektedir. Tablo-54: Musul’daki Mescit Vakıflarının Gelir ve Giderleri (1523-1575)1390 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1 Ebu’l-Ula Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân kirası 2- 1 Han kirası 3- 1 kıta’ zemin kirası (hali ve harabe) Toplam 720 - - 720 900 - - 900 900 48 - 948 900 48 - 948 Giderler Gider Tutarı (Günlük Olarak) 1- Cihet-i İmamet ve Müezzin 2- Baha-i Ruğ ve Hasır - - 2 0,5 2 05 2 05 2 Cemaleddin Vezir Mescidi Vakfı 1- 4 Dükkân kirası (1558-1575 tarihlerinde 6 adet dükkân) - 2580 2580 2580 Giderler Gider Tutarı (Yıllık Olarak) 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin 3- Cihet-i Tevliyet ve Ferraş - - - 2,5 1,5 1,5 2,5 1,5 1,5 2,5 1,5 1,5 3 Hoca Şahkulu Mesci-di Vakfı 1- 1 Dükkaân kirası - - 360 180 4 Hâcı Şahkulu Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân kirası 2- 2 Dükkân (1558’de yeni inşa olunmakta, 1575’te herhangi bir gelir kaydedilmemiş) - - 360 360 Giderler Gider Tutarı 1523 1540 1558 1575 1- Cihet-i İmâmet - - 1 1 1390 Bu tablo 998, 195, 308 ve 660 no’lu tahrir defterlerindeki bilgilere göre çıkartılmıştır. 341 5 Şeyh Mehmed Belkısi Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân 2- 3 Han kirası Toplam - - - - - - 240 120 360 240 120 360 6 Çihâr-ı Suk Mescidi Vakfı 1- 3 Hassa-i Hümayûn Dükkân Zemini kirası (1558’de 7 adet) 800 720 2160 - 7 Şeyh Mehmed b. Hilâl Mescidi Vakfı 1- 5 Dükkân kirası 1440 1800 1800 1800 Giderler Gider Tutarı 1- Ciheti İmâmet 2- Cihet-i Müezzin 3- Nezâret 4- Cihet-i Tevliyet 5- Harc-ı Rakabe ve HAsır 1 1 - - 1 1 1 1 0,5 1 1 1 1 0,5 1 1 1 0,5 1 1 8 Ma’şuk Mescidi Vakfı 1- 5 Dükkân kirası 2- 2 Dükkân kirası 3- 1 Dükkânın 1/3 hissesi 4- 1 Dükkân (hali ve harabe) Toplam 540 - - - 540 - - - - - - 840 180 - 1020 - 840 180 - 1020 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - 1,5 1 1,5 1 9 Zeyd b. Ali Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 360 360 10 Şeyh Muhammed Sitâr Mescidi Vakfı 1- 3 Dükkân 2- Hacı Mehmed Hamamı hasılı 3- 1 Dükkânın ¼ hissesi 4- 1 Dükkânın ¼ hissesi 5- 1 Dükkânın ½ hissesi 6- 1 Han kirası 7- 1 Dükkân (hali ve harabe) Toplam - - - - - - - - - - - - - - - - 308 180 180 24 60 36 - 788 308 180 180 24 60 36 - 788 Giderler Gider tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - 1 1 1 1 11 A’rabi Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân 2- 1 Dükkânın ½ hissesi 3- 2 Dükkânın 1/3 hissesi 4- 1 Kasaphâne Toplam - - - - - - - - - - 720 360 360 180 1620 720 360 360 180 1620 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - 3 1 3 1 12 Şeyh Ebubekir Sami Mescidi Vakfı 1- Mescid yanında 1 kıt’a Zemin 2- 1 Han Toplam - - - - - - 180 180 360 180 180 360 13 Şeyh Mehmed (Şeyh Ömer)A’rabi Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân 2- 1 Han kirası 3- 1 Dükkânın 1/3 hissesi 4- Cemmas mahallesinde 1 Zemin Toplam - - - - - - - - - - 600 60 120 10 790 600 60 120 10 790 Giderler Gider Tutarı 1- Ciheti İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - 1 1 1 1 14 Abdi Alim Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân - - 360 360 342 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 15 Ferihşad Bey Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân 2- Dükkân Toplam - - - - - - 720 180 2520 720 1800 2520 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin 3- Cihet-i Tevliyet 4- Harc-ı Rakabe, Baha-i Ruğ ve Hasır - - - - - - - - 1 0,5 0,5 6 1 0,5 0,5 6 16 Hoca Burhan Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 540 540 Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Harc-ı Rakabe, Baha-i Ruğ ve Hasır - - - - 1 0,5 1 0,5 17 Hacı Ali Attar Mescidi Vakfı 1- 1 Han - - 120 120 18 Hacı Yunus Mescidi Vakfı 1- 1 Han - - 120 120 19 Kadir Bey Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân 2- 1 Kıt’a Zemin - - - - 360 - 540 - Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - - - 1 1 20 Hamâmü’l-Meraği Mescidi Vakfı - - - - - 21 Ahmed Mescidi Vakfı 1- Bahçe - - - 600 Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - - - 1 1 22 Hacı Hasan Mescidi Vakfı - - - - - 23 Hân Ahmed Acemi Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân 2- 3 Han kirası Toplam - - - - - - 120 72 192 120 72 192 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 24 Hâcı İbrahim ‘Avni Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkânın ½ hissesi 2- 1 Han kirası Toplam - - - - - - 96 24 120 96 24 120 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 25 Hacı Ömer Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân 2- 2 Dükkânın 1/3 hissesi - - - - 360 180 360 180 Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin - - - - 1 0,5 1 0,5 26 Mevlânâ Selâmullah Mescidi Vakfı 1- 6 Dükkân - - 540 800 Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin 3- Cihet-i Tevliyet 4- Baha-i Hayme ve Hasır - - - - - - - - 0,5 0,5 0,5 - 1 1 - 0,5 27 Darü’s-Saade Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân - - 540 540 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 343 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 28 Hâcı İsa Hammâk Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkânın ¼ hissesi 2- 1 Dükkânın 1/3 hissesi 3- Mescid yanında 1 kıta’ Zemin Toplam - - - - - - - - 180 240 60 480 180 240 60 480 Gider Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Rakabe, Yağ ve Hasır (fi sene) - - - - 1 120 1 120 29 Hoca Şah Mahmud-ı Güşen Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 360 360 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet - - 1 1 30 Hoca İsâ Mescidi Vakfı 1- 1 kıta’ Zemin - - 180 180 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 31 Boz Ali Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 180 180 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 32 Hoca Hasan torun Mescidi Vakfı 1- Mescid yanında 1 kıta’ Zemin - - 180 180 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 33 Şeyh Hasan Bekri Mescidi Vakfı 1- 1 Han kirası - - 180 180 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 34 Pir Ahmed Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân - - 720 720 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet 2- Cihet-i Müezzin 3- Rakabe, Yağ ve Hasırına - - - - - - 1 0,5 0,5 1 0,5 0,5 35 Mevlânâ Kasım Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 360 360 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 36 Hacı Hasan Fecr Nâm-ı diğer Beytü’ş-Şems Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân - - 360 360 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i İmâmet - - 1 1 37 Şeyh Mehmed b. Nureddin Mescidi Vakfı 1- 2 Han kirası - - 240 240 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 38 Hâcı Cemâleddin Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân - - 300 300 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 39 Abdullah b. Seyf Mescidi Vakfı 1- 1 Han kirası - - 120 120 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 40 Hâcı Kemaleddin Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkânın ½ hissesi 2- 1 Han kirası Toplam - - - - - - 120 36 156 120 36 156 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 1523 1540 1558 1575 344 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 41 Haydar Mescidi Vakfı 1- 4 Han kirası 2- 2 Dükkân Toplam - - - - - - 120 240 360 120 240 360 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 42 Hâcı Kasım Attar Mescidi Vakfı 1- 1 Han kirası - - 84 84 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 43 Hâcı Hasan Halif Mescidi Vakfı 1- 2 Han kirası 2- 1 Han (hali ve harabe) - - - - 240 - 240 - Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 44 Hâcı Receb Mescidi Vakfı 1- 2 Dükkân 2- 1 Han kirası 3- 1 Kıta’ Zemin (hali ve harabe) Toplam - - - - - - - - 240 60 - 300 240 60 - 300 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 45 Vâsıt Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân 2- 1 Han kirası Toplam - - - - - - 60 60 120 60 60 120 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 46 Hoca Hasan Cemcem Mescidi Vakfı 1- Mescid yanında 1 kıta’ Zemin - - 60 60 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 47 Receb Uhuş Mescidi Vakfı 1- 2 Han kirası - - 120 120 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 48 Mevlânâ Abdülkadir Müderris Mescidi Vakfı 1- 1 Han kirası - - 120 120 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - 49 İsa Mescidi Vakfı 1- 1 Dükkân 2- 1 Han kirası Toplam - - - - - - 180 36 216 180 36 216 Giderler Gider Tutarı 1- Rakabe, Yağ ve Hasırına sarf olunur - - - - Tablo’da görüldüğü üzere mescit vakıflarına ayrılan gelir miktarları 60 akça ile 1800 akça arasında değişmektedir. Dikkat çeken bir diğer husus da mescitlere vakfedilen gelir kaynakları arasında dükkân sayısının çoğunlukta bulunmasıdır. Diğer taraftan 49 mescit içerisinde 2’sinin (Hamâmü’l-Meraği mescidi, Hacı Hasan mescidi) hiçbir evkaf geliri kayıtlara geçmemiştir. 345 2.3. Medrese Vakıfları Araştırma dönemimizde Musul’da varlığını tespit ettiğimiz iki medreseden; Şeyhü’lBeled Medresesi’nin kaydı sadece 1523 tarihli tahrirde geçmektedir. Bu medreseye 1 çiftlik zemini vakfedilmiş olmakla beraber, gelir ve gider miktarları hakkında hiçbir kayıt yoktur. Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi’ne ise Musul boyahânesi gelirlerinden önemli bir meblağ vakfedilmiştir. Nitekim, günlük hesabiyle 1523’te 20, 1540’ta 25 ve 1558-1575 tarihlerinde 30 akça medresenin muhtelif giderleri için vakfedilmiştir. Günlük olarak ayrılan bu meblağın yıllık tutarı 1523’te 7200 akça, 1540’ta 9000 akça ve 1558-1575 tarihlerinde ise 10800 akça tutmaktadır. Bu tutarlar medresedeki muhtelif giderler için harcanmaktadır. Tablo-55: Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi Vakfı (1523-1575) Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi Vakfı 1- Musul Boyahânesi Gelirle-rinden (Günlük akça olarak) 20 25 30 30 Giderler Gider Tutarı (Günlük akça Olarak) 1- Cihet-i Talebe 2- Cihet-i Tevliyet 3- Cihet-i Kitâbet 4- Cihet-i Rakabe 5- Cihet-i Ferraş 10 7 - 3 - 10 7 3 - - 7 7 3 - 3 7 7 3 - 3 2.4. Zaviye Vakıfları Zaviyeler, herhangi bir tarikata bağlı dervişlerin, bir şeyhin idaresinde topluca yaşadıkları ve gelip geçen yolculara bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer sağladıkları binalardır. İnceleme dönemimiz içerisinde Musul’da 8 zaviye tespit edilmiştir. Bu zaviyelere vakfedilen gelir kaynakları köy, mezra ve çiftlik zeminlerinde elde edilen gelirlerdir (Bk. Tablo-56). 346 Tablo-56: Musul’daki Zaviye Vakıflarının Gelir ve Giderleri (1523-1575) 1391 Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1 İmâm Şemseddin Cemmâs b. İmâm Muhammed Zaviyesi 1- Karye-i İmâm Şemseddin 2- Karye-i Burc 3- Karye-i Selâl 4- Mezra-i Ben-i Fetân 5- Mezra-i Til-i Halil 6- Mezra-i Tarfa 7- Mezra-i Cedide Mekabir 8- Mezra-i Abdalhân 9- Diğer Toplam 3967 - - 540 540 140 140 100 - 5427 4983 4637 875 250 - 150 150 120 - 11165 5664 5582 1467 320 - 240 220 200 - 13693 5664 6150 1520 320 - 240 220 300 300 13694 Giderler Gider Tutarı (Günlük akça olarak) 1- Cihet-i Nezâret 2- Cihet-i İmâm 3- Cihet-i Müezzin 4- Cihet-i Meşihat 5- Cihet-i Tevliyet 6- Cihet-i Taam 7- Cihet-i Rakabe 8- Baha-i Ruğ ve Hasır 9- Baha-i Nân 10- Baha-i Güşt ve Ruğ-ı sade 11- Baha-i Hınta 12- Baha-i Hayme ve Nemek 3 1 1 1 1 7 1 - - - - - 3 2 1 1 1 - 2 1 7 5 3 3 3 2 1 2 1 - 2 1 7 5 3 3 3 2 1 2 1 - - 1 9 5 3 3 1391 Bu tablo 998, 195, 308 ve 660 no’lu tahrir defterlerindeki bilgilere göre çıkartılmıştır. 347 tablo-56’nın devamı Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 2 İmâm Abdullah b. Hz. Ömer Zaviyesi Vakfı 1- Karye-i Sultan Abdullah 7326 7749 10664 12862 Giderler Gider Tutarı (Günlük akça olarak) 1- Cihet-i Tevliyet 2- Cihet-i Nezâret 3- Cihet-i Meşihat 4- Cihet-i Ferraş 5- Cihet-i Rakabe 6- Baha-i Güşt 7- Baha-i Nân 8- Baha-i Gendüm 9- Baha-i Hayme ve Nemek 10- Baha-i Ruğ ve Hasır 11- Cihet-i İmâmet 12- Cihet-i Müezzin 13- Cihet-i Saka 2 2,5 2 1 2 2 4 3 1 - - - - 3 2 2 1 1 3 4 3 1 1 - - - 3 2 2 1 1 3 4 3 1 1 1,5 1 1 3 2 2 1 1 3 4 3 1 1 1,5 1 1 3 İmâm Musa Kâzım ve İmâm İsmail Zaviyesi Vakfı - - - - - 4 İmâm Muhammed b. Musa Kâzım Zaviyesi Vakfı (Tikrit’te) 1- Mezra-i Dûr 2- Mezra-i Urabi Toplam 500 200 700 - - - - - - - - - 5 İmâm Ömer b. İmâm Hasan Zaviyesi Vakfı 1- Dayıkendi Köyünde 1 Çiftlik Zemini 2- Bavcine Köyü Toplam 254 2346 2600 250 2000 2250 - - - - - - Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Tevliyet 2- Cihet-i İmâmet 3- Harc-ı Rakabe 1 1 1 1 1 1 - - - - - - 6 İsa Dede Zaviyesi Vakfı 1- 1 Çiftlik Zemini - 500 500 500 Giderler Gider Tutarı 1- Meremmet, Yağ, Hasır ve Hademesine sarf olunur - - - - 348 tablo-56’nın devamı Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 7 İmâm Yahya Ebu’lKasım Zaviyesi 1- Hilâlecük (Hillecük) Köyünün Malikâne hissesi 2- Nefs-i Musul’da 1 Çiftlik zemini 3- Diğer Toplam 850 - - 850 1694 - - 1694 1694 200 - 1894 1393 200 200 1793 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Tevliyet 3- Ruğ, Hasır ve Hüddâme - - - 1 - 1,5 1 - 1,5 1 2 1,5 8 Zeyd b. Ali Zaviyesi Vakfı 1- Mezra-i Atşan 2- Mezra-i Meş’alei’l-Meşhur 3- Nim (yarım) Çiftlik Zemini Toplam 500 500 - 1000 500 500 - 1000 500 500 200 1200 500 500 200 1200 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Cüzhan 2- Baha-i Ruğ, Hasır ve Hademe - - 1 1 1 1 1 1 Tablo’da görüleceği gibi, Musul’daki zaviyelerin vakıf gelirleri 700 akça ile 13694 akça arasında değişmektedir. Mescitlere vakfedilen gelir kaynakları arasında dükkân gelirleri birinci sırada yer alırken, zaviyelere vakfedilen gelir kaynakları içerisinde ise köy ve mezra gelirleri çoğunluktadır. Yine tabloda görüldüğü üzere, “İmâm Musa Kâzım ve İmâm İsmail Zaviyesi Vakfı” hariç, diğer zaviyelerin tamamının vakıf gelirleri tespit edilmiştir. Çoğu zaviyenin vakıf gelirleri ise sürekli yükselmiştir. Mesela, “İmâm Şemseddin Cemmas b. İmâm Muhammed Zaviyesi”’nin vakıf gelirleri 1523 tarihinde 5427 akça iken bu rakam 1540’ta 11165 akçaya, 1558’de 13693 akçaya ve 1575 tarihinde ise 13694 akçaya yükselmiştir. Tablo-57’de verildiği gibi, “İmâm Abdullah b. Hz. Ömer Zaviyesi”, “İmâm Yahya Ebu’l-Kasım Zaviyesi” ve “Zeyd b. Ali Zaviyesi” vakıf gelirleri sürekli artmıştır. Ancak, “İmâm Ömer b. İmâm Hasan Zaviyesi”’nin vakıf gelirleri 1523 tarihinde 2600 akça iken 1540 tarihinde 2250 akçaya gerilemiştir. Bu ise, Zaviye’nin evkafı içerisinde yer alan “Bavcine” ve “Dayıkendi” köylerinin gelirlerinin azalmasından kaynaklanmıştır. Öte taraftan, “İsa dede Zaviyesi”’nin vakıf gelirleri ise 1540-1575 tarihleri arasında 500 akçadan ibaret olup, herhangi bir azalma veya yükselme meydana gelmemiştir. 2.5. İmâmzadegân Türbe ve Mezar Vakıfları Musul’da bulunan imâmzadegân türbeleri ile ziyaretgâh olan bazı imâmzadegânın mezarları için de vakıflar kurulmuştur. Gerek buralarda görev yapan cüzhân ve türbedar gibi görevliler için, gerekse bakım ve onarımı (baha-i meremmet) ile diğer giderleri için Musul boyahanesinin geliri vakfedilmiştir (Bk. Tablo-58). 349 Tablo-57: İmâmzadegân Türbele ve Mezar Vakıfları (1523-1575) Sıra No Vakfın Adı Gelir Kaynağı Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1 TÜRBELER İmâm Avneddin b. Hasan Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 3,5 3 3 3 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Cüzhan 2- Türbedarına, Hasırına ve Yağına - 3,5 2 1 2 1 2 1 2 Şeyh Fethi el-Musli Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı 1- Cüzhan 2- Türbedarına, Hasırına ve Yağına - 2,5 1 1 1 1 1 1 3 Nebi Şit Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) - 1 1 1 Giderler Gider Tutarı 1- Meremmet, Ruğ ve Hasırına - 1 1 1 4 Pençe-i Ali Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 1 1 1 Giderler Gider Tutarı 1- Hasırına ve Yağına 2,5 1 1 1 5 İmâm Abdurrahman b. İmâm Hasan Seyyid Mehdi Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1,5 1,5 3 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Cüzhan 2- Baha-i Ruğ ve Hasır 1 0,5 1 0,5 2 1 6 İmâm Yahya Ebu’lKasım Türbesi Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 Giderler Gider Tutarı 1- Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 MEZAR VAKIFLARI İmâm Muhsin b. İmâm Hasan Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1 1 1 1 Giderler Gider Tutarı 1- Hademesi, Ruğ ve Yağına sarf olunur 1 1 1 1 2 İmâm Ali b. İmâm Ali el-Hadi Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 3 Şah Zenân Zevce-i İmâm Hüseyin Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 3 3 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır 3- Cihet-i Hademe - - - 1 1 - 1 1 1 1 1 1 4 İmâm Zeyd b. Ali Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 5 Fatıma-i Saferi bint-i İmâm Hüseyin Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 350 6 Sitti Nefise bint-i İmâm Zeyd Makamı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1,5 2 1,5 1,5 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 0,5 1 0,5 1 7 Ümmü Gülsüm bint-i İmâm Hasan Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1 1 1 1 Giderler Gider Tutarı 1- Meremmet, Ruğ ve Hasırına 1 1 1 1 8 İmâm Abdülmahsen Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 9 Şeyh Kazibü’b-Bân Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1 1 1 1 Giderler Gider Tutarı 1- Meremmet, Ruğ ve Hasırına 1 1 1 1 10 Şeyh Hayrü’n-Nesac Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) - 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 11 İmâm Muhammed elBâhir b. İmâm Hasan Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 4,5 3 3 3 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 2 1 2 1 2 1 12 İmâm İbrahim b. Caferü’s-Sadık Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 7,5 3 3 3 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 2 1 2 1 2 13 İmâm Ali b. Muhammed Halık Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 14 İmâm Şeyh Za’zi Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 15 Sencarfiye bint-i İmâm Hasan Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 1 - - - Giderler Gider Tutarı - - - - - 16 Suultan Abdullah b. Hz. Ömer Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 - - - Giderler Gider Tutarı 1- Hademe, Ruğ ve Hasırına 2,5 - - - 17 Nokta Mezarı Vakfı Musul Boyahânesi gelirinden (Günlükakça olarak) 2,5 2 2 2 Giderler Gider Tutarı Cihet-i Cüzhan 2- Cihet-i Türbedar, Ruğ ve Hasır - - 1 1 1 1 1 1 Tablo-57’de görüleceği üzere imâmzadegân türbe ve mezarları için Musul boyahânesi 351 gelirlerinden günlük hesabiyle (fi yevm) 1; 1,5; 2; 2,5; 3 ve 3,5 akça arasında değişen oranlarda vakfedilmiştir. Ayrıca, türbe ve mezarlara vakfedilen gelir miktarı 1523 tarihinde daha fazladır. 1540-1575 dönemlerinde ayrılan gelir ise genelde aynı miktardadır. Bu gelirler, cüzhân ve türbedar cihetleri ile meremmet (bakım), hasır ve yağ masraflarına harcanmaktadır. 2.6. Diğer Vakıflar 2.6.1. Haremeyni’ş-Şerifeyn Vakfı Osmanlı hükümdarlarından Yıldırm Bâyezid ve oğlu Çelebi Sultan Mehmed dönemlerinden itibaren Mekke ve Medine’ye sûrre denilen iane gönderildiği bilinmektedir1392 . Osmalılar Mısır’ı aldıktan sonra, Memlukler tarafından her sene Haremeyn’e (MekkeMedine) gönderilen sûrre vakıflarını devam ettirdikleri gibi buna pek çok ilaveler de yapmışlardır. İmparatorluğun muhtelif bölgelerinde “Haremeyni’ş-Şerifeyn vakfı” ‘na birçok köy, mezra, cemaat, kervansaray, dükkân, bağ, zemin vs. yerlerinden elde edilen gelirler tahsis edilmiştir. Bu gelir kaynaklarının icareye verilmesiyle1393 elde edilen vakıf para, 1714 yılına kadar Mısır’da, bu tarihten itibaren de Enderun’da Haremeyn Hazinesinde toplanıp, her yıl genellikle hac mevsiminde yerine ulaştırılmakta idi1394 . Harameyne gönderilen bu para buralardaki câmi görevlileri, peygamber makamının hademeleri, sadat, değişik memleketlerden hac niyetiyle veya yerleşmek üzere bu iki şehre gelenler ve oralarda yaşayan fâkirler için harcanırdı1395 . Musul’daki vakıflar içerisinde en fazla gelir tahsis edileni Haremeyn vakfıdır. Bu vakfa 3 köy, 1 mezra, 2 cemaat ve İmadiye ile Akra’da mukataa geliri tevcih edilmiştir. 1523- 1540 tarihli tahrir defterlerinde “Vakf-ı Hz. Muhammedü’l-Mustafa” (s.a.v.), 1558-1575 tarihli tahrirlerde ise “Vakf-ı Haremeyni’ş-Şerifeyn” şeklinde kaydedilmiştir. Tarihler itibariyle vakfın gelir toplamı şöyledir; 1523’te 21.389 akça; 1540’ta 43.950 akça; 1558’de 63.030 akça; 1575’te 73.808 akça ve 1592’de 156.880 akça1396(Bk. Tablo-59). 1392 Münir Atalar, Surre-i Hümâyûn ve Surre Alayları, Ankara 1991, s.10-11. 1393 Turan, agt., s.199. 1394 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerrem Emirleri, TTKB., Ankara 1984, s.35. 1395 Yediyıldız, agm., s.168. 1396 BOA, TD., 998, s.89; BOA, TD., 195, s.147; BOA, TD., 308, s.178; BOA, TD., 660, s.228-236; Topkapı Sarayı müzesi Evrak Hazinesi, Bağdad Vilâyeti Harameyni'ş-Şerifeyn Evkaf Defteri, No:3063, s.20-35. 352 Tablo-58: Haremeyni’ş-Şerifeyn Vakfı (1523-1592) 1397 No Gelir Kaynakları Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1592 1 Hatare-i Büzürg Köyü 12187 21343 33336 39868 31056 2 Reşidiye Köyü 5675 14123 14123 16100 75691 3 Şirehanlu Köyü 1527 6766 8595 10330 41023 4 Fecred Mezreası 200 400 650 650 - 5 Evceşlü Cemaati 1800 1318 1858 2182 4460 6 Kara Ünâz Cemaati - - 468 678 - 7 İmadiye ve Akra’da Mukataa - - 4000 4000 4650 Toplam 21389 43950 63030 73808 156880 1 Cihet-i Tevliyet - - 10 10 10 2 Cihet-i Hitabet ve İmâm - - 3 3 - 3 Cihet-i Cibâyet - 6 3 - 3 4 Cihet-i Nezâret - 10 6 - - 5 Cihet-i Kitâbet - - 5 5 5 6 Bahâ-i Mum ve hasır - - 1 - - 7 Cihet-i Müezzin - - 1 - - 8 Diğer - - 1 - 3 Toplam - 16 30 18 21 Tabloda görüldüğü gibi bu vakıf gelirlerinden günlük hesabiyle tevliyet, hitabet, imâmet, cibayet, nezarat, kitâbet vs. cihetlere sarf olunmaktadır. Bu harcamalardan sonra geriye kalan büyük meblağ ise Haremeyni’ş-Şerifeyn fukarasına irsal olunmaktadır1398 . Öte taraftan, İmadiye ve Akra sancaklarında da Haremeyn vakıfları mevcut olup, buradaki vakıf gelirlerinin tamamının toplanamadığını görmekteyiz1399. Fakat, İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey buradaki vakıflara karşılık her sene devlete 4000 akça vermeyi üstlenmiş ve bu 4.000 akçayı da Musul’daki Haremeyn vakfı nâzırı ve câbisi teslim almakta, Musul’daki gelirle birlikte Hramayni’ş-Şerifeyn’e irsal olunmak üzere biriktirilmektedir1400 . Ayrıca, Musul’daki Haremeyn vakfı gelirleri de kadı’nın yardımcılığında nâzır tarafından toplanıp, biriktirilmekte idi1401 . Musul’daki Haremeyn vakfı ile ilgili dikkatimizi çeken hususlardan biri de 1558’de vakıf nazırlığının ref’ edilip günlük (fi yevm) 6 akçalık cihetinin Eski Musul Beylerinden Aranid oğlu İskender Bey’in Reşidiye köyünde yapmış olduğu câminin görevlilerine 1397 Bu tablo, 998, 195, 308, 660 no’lu Tahrir Defterleri ile Topkapı Sarayı müzesi Evrak Hazinesi, Bağdad Vilâyeti Harameyni'ş-Şerifeyn Evkaf Defteri, 3063 no’lu defterlerdeki bilgilere göre çıkartılmıştır. 1398 BOA, TD., 308, s.178. 1399 BOA, TD., 195, s.147; BOA, TD., 308, s.178; BOA, TD., 660, s.236. 1400 BOA, TD., 195, s.147. 1401 BOA, TD., 195, s.147. 353 vakfedilmesidir1402. Bu uygulama 1558-1592 tarihleri arasında devam etmiştir. Ancak, Haremeyn vakfına ait mal ve mahsullere dışarıdan gelebilecek müdahaleleri önlemek için zaman zaman merkezden vazifelendirilen görevliler tarafından teftiş ve kontrol yapılmakta idi. Nitekim, Musul kadısı Hanefi, Haremeyn Evkafı Nâzırı Darü’s-Saade Ağası Server Ağa’nın arzı üzerine Bağdat ve havalisindeki Haremeyn evkafından olan arazi ve mahsullerine vaki müdahaleyi önlemek için 19 Mart 1592 (5 Cemaziyelahir 1000)’de tahrire memur edilmiştir1403. Yapılan tahrir sonucunda 6 akçalık nâzırlık cihetini Reşidiye köyünde yapılan câminin görevlilerine vakfedilmesinin “hilâf-ı şer’i şerif “ ve “muğayir-i şart-ı vâkf “ olması hasebiyle tekrar Haremeyn vakfı için zapt edilmesi “Defter-i Cedide “ kaydedilmiştir1404 . Böylece 1558-1592 tarihleri arasında Haremeyn vakfının günlük 6 akçalık gelirinin bir başka vakıf için harcanmasının yanlışlığı tespit edilip, bu uygulamaya son verilmiştir. 2.6.2. Nebi Yunus Külliyesi Vakfı Nebi Yunus külliyesinin muhtelif giderlerini karşılamak için birçok gelir kaynağı vakfedilmiştir1405. Bu evkaf arasında 3 köy, 3 mezra, 5 cemaat, 3 dükkân ve 2 bağ bulunmaktadır. Tablo-59: Hz. Yunus Nebi Vakfı (1523-1575) 1406 No Gelir Kaynakları Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1 Nevine (Nuniye) Köyü 12068 21556 16275 19222 2 Bâkufe Köyü (1/4 hisse) 3018 6408 11322 12518 3 Begüm Meşhedi Köyü 1100 2000 3607 3700 1402 BOA, TD., 308, s.178. "...vakf-ı mezkurun nâzıra ihtiyacı olmayub... Karye-i Reşidiye'de sabıkan Musul beyi olan Aranid oğlu İskender Bey bir câmi bünyâd eyleyüb... vakf komayub, hâliya paye-i serir-i 'alaya arz olundukda, zikr olan nezaret ki, yevmi altı akçadır ref' olunub... üç akçası (Reşidiye Köyünde yapılan câminin) imâmına, hâtibine, bir akçası müezzinine ve bir akçası mum ve hasıra ve bir akçası dahi sair mühimmatına sarf oluna. Ve ba'de nezaret içün verülmeyüb, nazırlık hizmetin mütevellisi ve kâtibi görüb, zikr olan cihetler içün mezkûr altı akça sarf oluna deyu fermân olunduğu ecilden defter-i cedid-i hâkaniye kayd olunub, şerh verildi". 1403 Mühimme, 69, s.237. 1404 Topkapı Sarayı müzesi Evrak Hazinesi, Bağdad Vilâyeti Harameyni'ş-Şerifeyn Evkaf Defteri, No:3063, s. 35. " Harameyni'ş-Şerifeyn Evkaf mahsulünden defter-i atik kaydı mucebince fermân-ı 'aliyle mukaddema ref' olunan 6 akça nezâret akçasından Karye-i Reşidiye'den merhum Aranid Oğlu İskender Bey bünyâd eyledüğü câmi-i şerifin mesâlihi içün hatib ve imâm ve müezzin ve mum ve hasır... ve sair mühimmatına sarf oluna deyu defter-i atikde masdur bulunmağın, bu minval üzre temessük taleb olundukda, temessük bulunmayub, fi'l-vâki Harameyni'ş-Şerifeyn vakfı mahsulünden cemi'i ahere cihet ta'yin olunmak hilâf-ı şer'i şerif ve muğayir-i şart-ı vâkıf olduğu vech-i mezkur üzre mufassal arz olunub, fermân-ı 'aliyle hilâf-ı şer'i şerif ve muğayir-i şart-ı vâkıf kimesneye nesne virülmeyüb deyü buyurulmağın, zikr olunan 6 akça vakf-ı mezkurda (sarf) olunması defter-i cedide kayd olundu. Fi evâsıt-ı Şâ'ban- Sene elf ". 1405 Külliyenin tarihçesi için bk. Şehrin Fiziki Durumu Bölümü. 1406 Bu tablo, 998, 195, 308 ve 660 no’lu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre çıkartılmıştır. 354 4 Hasaniyye Mezreası - 800 2440 3000 5 1 Bağ - 200 200 200 6 1 Bağ - - 220 220 7 3 Dükkân - - 360 360 8 Cemaat-ı Ulusân-ı Vakf-ı m. - - 5927 - 9 Egriceler Mezreası - - 3810 4000 10 Kuyucak Mezreası - - 200 500 11 Erbil’de 1 Köy gelirinin nısfı (1/2) - - 800 800 12 Kâdıkendi Köyü - - - 1110 13 Gökçelü Cemaati - - - 1424 14 Lek Cemaati - - - 1922 15 Lâdamiye Cemaati - - - 1072 16 Dâvudi Cemaati - - - 1436 17 Yağmur Tâtlû Cemaati - - - 326 18 Diğer - - 200 1200 Toplam 16186 30964 45361 53010 No Giderler Gider Tutarı (Günlük-akça) 1523 1540 1558 1575 1 Cihet-i Tevliyet (mütevelli) 7 10 10 10 2 Cihet-i İmâmet ve Müezzin 2,5 4 4 4,5 3 Cihet-i Ferrâş 2 1,5 1,5 1,5 4 Cihet-i Sakâ (sucu) 1 1,5 1,5 1,5 5 Cihet-i Habbâz ve Tabbâh 1,5 2,5 2,5 2,5 6 Cihet-i Kitâbet - 3 3 5 7 Cihet-i Hitâbet - 3 3 3 8 Cihet-i Nezâret - - - 4 9 Cihet-i Cüzhân - 1 1 7 10 Cihet-i Hâfız - 1 - - 11 Cihet-i Aşirhân - - 1 5 12 Cihet-i Sermahfil - - - 1,5 13 Cihet-i Ma’arif - - - 2 14 Cihet-i En’amhân - - - 4 15 Cihet-i Tebârekhân - - - 3 16 Bahâ-i Ruğ ve Hasır 6 2 2 2 17 Bahâ-i Güşt (et) 6 12 12 12 18 Bahâ-i Erz (pirinç) 3 - - - 19 Bahâ-i Ruğ-ı Sade (sade yağ) 3 4 4 4 20 Bahâ-i Nân (Ekmek) 6 15 15 15 21 Bahâ-i Asel (1540’tan sonra Peynir dahil) 1 3 3 3 22 Bahâ-i Nemek, Künci vs. - 3 15 3 23 Bahâ-i Hınta (buğday) - 6 6 6 24 Bahâ-i diğer 4,5 5 5 5 25 Zâviye Görevlileri cihetleri - - - 14,5 Toplam 35 72 89,5 119 Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Nebi Yunus külliyesinin evkaf gelir toplamı 1523’te 16186 akça, 1540’ta 30964 akça, 1558’de 45361 akça ve 1575 tarihinde 53010 akçadır. Bu yüksek meblağlar külliyede çeşitli vazifeler gören kalabalık bir görevliler gurubu ve külliyenin diğer ihtiyaçları için harcanmaktadır. 1523-1575 tarihleri arasında evkaf 355 gelirlerinin 16186 akçadan 53010 akçaya yükselmesine paralel olarak aynı dönem içerisinde külliyenin harcamaları da günlük hesabiyle 35 akçadan 119 akçaya yükselmiştir. 2.6.3. Nebi Cercis Külliyesi Bu külliye için de zengin gelir kaynakları vakfedilmiştir1407. 1 köy, 1 mezra ve 3 han kirası külliyenin evkaf geliri için ayrılmıştır. Tablo-60: Hz. Cercis Nebi Vakfı (1523-1575) No Gelir Kaynakları Gelir Tutarı 1523 1540 1558 1575 1 Tilkif Köyü 25312 35270 50157 58577 2 1 Hân kirası 12 12 100 - 3 Hassalar ve Ali Kuyusu Mezreası - - 1200 1200 4 2 Hân kirası - - - 60 Toplam 25324 35282 51457 59837 Giderler Gider Tutarı (Günlük-akça) 1 Cihet-i Tevliyet 12 15 15 15 2 Cihet-i İmâm ve Müezzin 3 3 3 3 3 Cihet-i Ferrâş 2 1 1 1 4 Cihet-i Sakâ 1 1 - 1 5 Cihet-i Habbâz 6 4 4 - 6 Cihet-i Tabbâh 3 2 2 - 7 Cihet-i Nezâret - - - 4 8 Cihet-i Cüzhân - 4 4 4 9 Cihet-i Kitâbet - 2 2 2 10 Cihet-i Aşirhân - - 1 1 11 Cihet-i Siyerhân - - 4 4 12 Cihet-i Tedris - - - 9 13 Cihet-i Tebârekhân - - - 2 14 Bahâ-i Asel ve Sir 3 - - - 15 Bahâ-i Güşt (et) 5 12 12 12 16 Bahâ-i Erz 6 - - - 17 Bahâ-i Ruğ-ı Sade 6 6 6 6 18 Bahâ-i Nân (Ekmek) 8 15 15 15 19 Bahâ-i Dakik (un) 4 - - - 20 Bahâ-i Künci ve Mercimek 2 - - - 21 Bahâ-i Hınta - 12 12 12 22 Bahâ-i Nemek, Nardenk vs. - 4 4 4 23 Bahâ-i Peynir ve Asel - 3 3 3 24 Bahâ-i Ruğ-ı Çerağ - - 1 1 25 Bahâ-i diğer 6 - 8 8 26 Harc-ı merkeb-i sakâ vs. - 3 3 - Toplam 67 87 100 107 Görüldüğü gibi, külliyenin toplam evkaf geliri 1523’te 25324 akça, 1540’ta 35282 akça, 1558’de 51457 akça ve 1575 tarihinde 59837 akçadır. Görevliler ve diğer masraflar için yapılan harcama tutarı ise, günlük hesabiyle 1523’te 67, 1540’ta 87, 1558’de 100 ve 1575’te 107 akçadır. 1407 Külliyenin tarihçesi için bk. Şehrin Fiziki Durumu Bölümü. 356 Diğer yandan, Musul’daki vakıf müesseselerinin toplamı 88’dir. Bunlardan 3’ü câmi, 49’u mescit, 2’si medrese, 8’i zaviye, 6’sı imâmzadegân türbesi, 17’si imâmzadegân mezarı (ziyaretgâh), 2’si külliye ve 1’i harameyn vakfıdır (Bk. Grafik-IV). Grafik-IV Görüldüğü gibi, Musul’daki vakıf müesseselerinin tamamına yakını dinî amaçlı vakıflardır. Ancak, zaviyelere bağlanan vakıf gelirlerinin gelen-geçen yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak için sarf edilmesi, bu müesseselerin hem dinî hem de sosyal yardımlaşma bakımından hizmet verdiklerini göstermektedir. Bundan dolayı zaviyeleri sadece birer dinî kurum olarak değil, aynı zamanda sosyal boyutu olan kurumlar olarak da değerlendirmek doğru olur. 3. VAKIF GÖREVLİLERİ Vakıflarda, vakfın hizmet çeşidine göre pek çok görevli bulunmaktadır. Bu görevliler, vakfın gelir miktarına göre ve vakfiyede belirtilen miktarlarda ücret almakta idiler. Vakıf çalışanlarının ücretleri, vakfın gelirine göre değişmektedir. Ancak, bu görevliler sadece vakıflarda aldıkları ücretlerle (cihet) geçinmeyip, kendilerine buğday, odun, elbise vs. gibi aynî yardımlar da yapılmaktaydı1408 . 1408 Mustafa Öztürk, “Bursa’da Hububat Fiyatları”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, VII, İzmir, 1992, s.187. 357 Aşağıdaki tabloda 1523-1592 tarihleri arasında Musul’da bulunan çeşitli vakıflarda çalışan görevliler ile bunların aldıkları ücretler verilmiştir1409 . Tablo-61: Vakıf Görevlileri ve Aldıkları Ücretler (1523-1592) No Görevli Olduğu Vakıf Görevi Ücreti (günlük-akça olarak) Sayısı 1523 1540 1558 1575 1592 1523 1540 1558 1575 1592 1 Ulu Câmii (Nureddin Şehid Câmii) Vakfı 1-Mütevelli 2- İmâm 3- Müezzin 4- Ferrâş 5- Huffaz 6- Hâtib 7- Kâtib 8- Cüzhân 9- Ma’ruf 10- Cibâyet 11- Nezâret 12- Vaiz 13- Kayyım 14- Hademe 15- Yasinhân 16- Sure-i tebarekhân 17- Sure-i ammehan 18- Aşirhân 19- Türbedar 20- Nokta’i 21- Mi’mârî 8 5 - 2 10 4 - - - 2 - - - - - - - - - - - 8 6 - 2 7 4 3 10 1 1,5 3 - - - - - - - - - - 8 7 6 2 7 5 3 13 1 1,5 4 7 - - - - - - - - - 10 10 - 2 11 10 4 13 1 1,5 4 7 4 1 1,5 3 2 3 2 2 2 - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 1 - 1 14 1 - - - 1 - - - - - - - - - - - 1 1 2 1 7 1 1 10 1 1 1 - - - - - - - - - - 1 1 3 1 1 1 1 13 1 1 1 - - - - - - - - - - 1 1 3 1 11 1 1 13 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - 2 Mücahidi (Kaymazi) Câmii Vakfı 1-İmâm 2- Müezzin - - - - - - - - - - - - 1 1 - - - - - - 3 Ebu’l-Ula Mescidi Vakfı 1-İmam 2- Müezzin 1 1 1 1 1 1 1 1 - - - - 1 1 1 1 1 1 - - 4 Cemaleddin Vezir Mescidi Vakfı İmâm 2- Müezzin 3- Mütevelli ve Ferrâş - - - 2,5 1,5 1,5 2,5 1,5 1,5 2,5 1,5 1,5 - - - - - - 1 1 2 1 1 2 1 1 2 - - - 5 Hâcı Şahkulu Mescidi Vakfı 1- İmâm - - 1 1 - - - 1 1 - 6 Şeyh Mehmed b. Hilâl Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin 3- Nezâret 4- Mütevelli 1 1 - - 1 1 1 0,5 1 1 1 0,5 1 1 0,5 1 - - - - 1 1 - - 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 - - - - 7 Ma’şuk Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 1,5 1 1,5 1 - - - - - - 1 1 1 1 - - 8 Şeyh Muhammed Sitâr Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 1 1 1 1 - - - - - - 1 1 1 1 - - 9 A’rabi Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 3 1 3 1 - - - - - - 1 1 1 1 - - 10 Şeyh Mehmed (Şeyh Ömer)A’rabi Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 1 1 1 1 - - - - - - 1 1 1 1 - - 11 Ferihşad Bey Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin 3- Mütevelli - - - - - - 1 0,5 0,5 1 0,5 0,5 - - - - - - - - - 1 1 1 1 1 1 - - - 12 Hoca Burhan Mescidi Vakfı 1- İmâm - - 1 1 - - - 1 1 - 13 Kadir Bey Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - - - 1 1 - - - - - - - - 1 1 - - 14 Ahmed Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - - - 1 1 - - - - - - - - 1 1 - - 1409 BOA, TD., 998, s.85-89; BOA, TD., 195, s.142-143; BOA, TD., 308, s.176-192; BOA, TD., 660, s. 228-267; Topkapı Sarayı Müzesi Evrak Hazinesi, Bağdad Vilâyeti Harameyni'ş-Şerifeyn Evkaf Defteri, No: 3063, s.20-35. 358 tablo-61’in devamı No Görevli Olduğu Vakıf Görevi Ücreti (günlük-akça olarak) Sayısı 1523 1540 1558 1575 1592 1523 1540 1558 1575 1592 15 Hacı Ömer Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 1 0,5 1 0,5 - - - - - - 1 1 1 1 - - 16 Mevlânâ Selâmullah Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin 3- Mütevelli - - - - - - 0,5 0,5 0,5 1 1 - - - - - - - - - - 1 1 1 1 1 - - - - 17 Hâcı İsa Hammâk Mescidi Vakfı 1- İmâm - - 1 1 - - - 1 1 - 18 Hoca Şah Mahmud-ı Güşen Mescidi Vakfı 1- İmâm - - 1 1 - - - 1 1 - 19 Pir Ahmed Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 1 0,5 1 0,5 - - - - - - 1 1 1 1 - - 20 Çihâr-ı Suk Mescidi Vakfı 1- İmâm 2- Müezzin - - - - 3 2 - - - - - - 1 - 1 1 - - - - 21 Hamâmü’l-Meraği Mescidi Vakfı 1- İmâm ve müezzin - 2 - - - - 2 - - - 22 Hacı Hasan Fecr Nâm-ı diğer Beytü’ş-Şems Mescidi Vakfı 1- İmâm - - 1 1 - - - 1 1 - 23 Hoca Kasım (Doğan Bey) Medresesi Vakfı 1- Talebe 2- Mütevelli 3- Kâtib 4- Ferraş 10 7 - - 10 7 3 - 7 7 3 3 7 7 3 3 - - - - - 1 - - - 1 1 - - 1 1 1 - 1 1 1 - - - - 24 İmâm Şemseddin Cemmâs b. İmâm Muhammed Zaviyesi 1- Nezrâret 2- İmâm 3- Müezzin 4- Meşihat ve Tabbah 5- Tevliyet 3 1 1 1 1 3 2 1 1 1 3 2 1 2 1 3 2 1 2 1 - - - - - 1 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 2 1 1 1 1 2 1 - - - - - 25 İmâm Abdullah b. Hz. Ömer Zaviyesi Vakfı 1- Mütevelli 2- Nezâret 3- Meşihat 4- Ferraş 5- İmâmet 6- Müezzin 7- Saka 2 2,5 2 1 - - - 3 2 2 1 - - - 3 2 2 1 1,5 1 1 3 2 2 1 1,5 1 1 - - - - - - - 1 1 1 1 - - - 1 1 2 1 - - - 1 1 2 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 - - - - - - - 26 İmâm Ömer b. İmâm Hasan Zaviyesi Vakfı 1- Mütevelli 2- Meşihat 1 1 1 1 - - - - - - 1 1 1 1 - - - - - - 27 İmâm Yahya Ebu’l-Kasım Zaviyesi 1- Cüzhan 2- Mütevelli 3- Hademe - - 2,5 1 - - 1 - - 1 2 1,5 - - - - - 1 1 - - 1 - 1 1 1 1 - - - 28 Zeyd b. Ali Zaviyesi Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - - 1 - 1 1 1 1 - - - - 1 1 1 1 1 1 - - 29 İmâm Avneddin b. Hasan Türbesi Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 3,5 2 1 2 1 2 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 30 Şeyh Fethi elMusli Türbesi Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2,5 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 31 İmâm Abdurrahman b. İmâm Hasan Seyyid Mehdi Türbesi Vakfı 1- Cüzhan 2- Hademe - 1,5 2 - 2 - 2 - - - - 1 1 - 1 - 1 - - - 32 İmâm Yahya Ebu’l-Kasım Türbesi Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2,5 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 359 tablo-61’in devamı No Görevli Olduğu Vakıf Görevi Ücreti (günlük-akça olarak) Sayısı 1523 1540 1558 1575 1592 1523 1540 1558 1575 1592 33 İmâm Ali b. İmâm Ali el-Hadi Mezarı vkf 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - - 1 1 1 1 1 1 - - - - 1 1 1 1 1 1 - - 34 Şah Zenân Zevce-i İmâm Hüseyin Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar 3- Hademe - - 2,5 1 1 - 1 1 1 1 1 1 - - - - - 1 1 1 - 1 1 1 1 1 1 - - - 35 İmâm Zeyd b. Ali Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar - 2,5 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 36 Fatıma-i Saferi bint-i İmâm Hüseyin Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 37 Sitti Nefise bint-i İmâm Zeyd Makamı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 1,5 1 1 0,5 1 0,5 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 38 İmâm Abdülmahsen Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - - 1 1 1 1 1 1 - - - - 1 1 1 1 1 1 - - 39 Şeyh Hayrü’nNesac Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - - 1 1 1 1 1 1 - - - - 1 1 1 1 1 1 - - 40 İmâm Muhammed el-Bâhir b. İmâm Hasan Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2 2 1 2 1 2 1 - - - 1 2 1 2 1 2 1 - - 41 İmâm İbrahim b. Caferü’s-Sadık Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Hademe - 1,5 1 - 1 - 1 - - - - 1 1 - 1 1 1 1 - - 42 İmâm Ali b. Muhammed Halık Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2,5 1 2 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 43 İmâm Şeyh Za’zi Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (ruğ ve hasır bedeli dahil) - 2 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 44 Suultan Abdullah b. Hz. Ömer Mezarı Vakfı 1- Hademe (Ruğ ve Hasır ile beraber) 2,5 - - - - 1 - - - - 45 Nokta Mezarı Vakfı 1- Cüzhan 2- Türbedar (Ruğ ve Hasır dahil) - 2,5 1 1 1 1 1 1 - - - 1 1 1 1 1 1 1 - - 46 Nebi Yunus Külliyesi Vakfı 1- Mütevelli 2- İmâm ve Müezzin 3- Ferrâş 4- Sakâ 5- Habbâz 6- Kitâbet 7- Hitâbet 8- Nezâret 9-Cüzhân 10-Hâfız 11-Aşirhân 12-Sermahfil 13-Ma'arif 14-En'amhân 15-Tebârekhân 7 2,5 2 1 1,5 - - - - - - - - - - 10 4 1,5 1,5 2,5 3 3 - 1 1 - - - - - 10 4 1,5 1,5 2,5 3 3 - 1 - 1 - - - - 10 4,5 1,5 1,5 2,5 5 3 4 7 - 5 1,5 2 4 3 - - - - - - - - - - - - - - - 1 2 1 1 1 - - - - - - - - - - 1 2 1 1 1 1 1 - 1 1 - - - - - 1 2 1 1 1 1 1 - 1 1 - - - - - 1 2 1 1 1 1 1 1 7 - 5 1 1 1 1 - - - - - - - - - - - - - - - 360 tablo-61’in devamı No Görevli Olduğu Vakıf Görevi Ücreti (günlük-akça olarak) Sayısı 1523 1540 1558 1575 1592 1523 1540 1558 1575 1592 47 Cercis Nebi Külliyesi Vakfı 1- Mütevelli 2- İmâm ve Müezzin 3- Ferrâş 4- Sakâ 5- Habbâz 6- Nezâret 7- Cüzhân 8- Kitâbet 9- Aşirhân 10- Siyerhân 11- Tedris 12- Tebârekhân 12 3 2 1 6 - - - - - - - 15 3 1 1 4 - 4 2 - - - - 15 3 1 - 4 - 4 2 1 4 - - 15 3 1 - - 4 4 2 1 4 9 2 - - - - - - - - - - - - 1 2 1 1 1 - - - - - - - 1 2 1 1 1 - 4 1 - - - - 1 2 1 - 1 - 4 1 1 1 - - 1 2 1 - - 1 4 1 1 1 1 1 - - - - - - - - - - - - 48 Haremeyni’şŞerifeyn Vakfı 1- Mütevelli 2- Hitabet ve İmâm 3- Cibâyet 4- Nezâret 5- Kitâbet 6- Müezzin - - - - - - - - 6 10 - - 10 3 3 6 5 1 10 3 3 - 5 1 10 - 3 - 5 - - - - - - - - - 1 1 1 - 1 2 1 - 1 1 1 2 1 - 1 1 1 - 1 - 1 - Toplam 141 206 269 334 18 60 115 142 181 3 Tablo-62’de 1523-1592 tarihleri arasında Musul’da bulunan 88 vakıftan 48’nin görevlileri verilmiştir. Diğer 4 vakfın çoğunun gelir miktarları belli olmakla beraber, görevlileri ve takdir edilen ücret miktarları vesikalara kaydedilmemiştir. Ancak, bu 40 vakıfta en az 2’şer görevlinin bulunduğunu kabul edersek toplam 80 görevlinin bulunması gerekir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere vakıf görevlilerinin ücretleri çalıştıkları vakfın gelirine göre değişmektedir. Mesela; Ulu câmi (Nureddin Şehid câmii) imâmı’nın ücreti (cihet) 1523- 1575 arasındaki dönemde 5 ile 10 akça arasında değişirken, pek çok mescit imâmının ücreti ise 1 ile 3 akça arasında değişmektedir. Diğer taraftan tablo-62’de da görüleceği gibi, vakıf görevlilerinin çoğunun ücretleri 1523-1575 tarihleri arasında sabit olup, pek değişmemekle beraber, bazı görevlilerin ise ücretlerinde azalma veya yükselme görülmektedir. Mesela; Ulu câmi imâmının ücreti 1523’te 5 akça iken, 1540’ta 6 akçaya, 1558’de 7 akçaya ve 1575’te ise 10 akçaya yükselmiştir. Aynı vakfın mütevellisinin ücreti 1523-1558 döneminde 8 akça iken, 1575 tarihinde 10 akçaya yükselmiştir. Huffâz’ın ise 1523’te 10 akça olan ücreti, 1540-1558 arasında 7 akçaya düşmüş iken 1575 tarihinde ise 11 akçaya yükselmiştir. Bu vakıf eserler, Musul şehrinin imârında önemli bir yer tutarak şehir hayatının gereği olan dinî ve sosyal yapıların kurulmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca, birçok kişiye istihdam imkânı sağlaması bakımından da bu müesseselerin önemi büyüktür. 4. MÜRTEZİKA SINIFI Mürtezika, deyim olarak vakıf gelirlerinden rızıklananlar, geçinenler manasına 361 gelmektedir1410. Osmanlı döneminde kurulan birçok dinî ve sosyal nitelikli vakıflar, toplumun çeşitli ihtiyaçlarını karşılarken, birçok kişinin de geçimini temin ediyordu1411. Vakıfların bünyesinde çalışan görevlilere ehl-i mürtezika denilmekte1412 ve bunlara nakit olarak yevmî belirli bir ücret ödenirken, aynî olarak da yiyecek, giyecek ve yakacak yardımları yapılıyordu. Ehl-i mürtezika denilen bu vakıf görevlilerinin yanısıra, vakıflarda herhangi bir görevi olmadığı halde, vakıf gelirlerinden rızıklanan duagû, sadât, ulema, fukara, meşayih ve zevâidhor gibi guruplar da bulunmaktadır ki, bunlara da mürtezika denilmektedir. Bu mürtezikanın doğuşuna yol açan toplumsal nedenler, geçimini kendi gücüyle sağlamak imkânından mahrum kalmış olan insanların elinden tutmak gibi insanî ve ahlakî davranışlardır1413 . Musul boyahânesi gelirlerinin imâmzadegân türbe ve mezarları ile medrese masrafları için ayrılmış olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Boyahâne gelirleri sadece buralara değil, aynı zamanda duagû, sadât, ulema, fukara, meşayih ve zevâidhor diye sınıflandırılan mürtezikaya da çeşitli miktarlarda tevcih edilmiştir. 1523 tarihinde sadâttan 6 nefer Musul boyahâne mukataasından yevmî 17 akça cihet alırken, sayısı belli olmayan zevâidhor, meşihat ve duagû de 26,5 akça cihet almaktadır1414 . Dolayısıyla, yevmî 43,5 akça cihet (ücret) ayrılan bu mürtezika sınıfının cihet tutarı yıllık hesabiyle 15660 akça tutmaktadır. 1540 tarihinde ise, 6’sı sadât ve 13’ü zevâidhor olmak üzere toplam 19 kişiye Musul boyahane mukataasından değişik miktarlarda cihet tevcih edilmiştir. Bu tarihte boyahane gelirinden cihet verilen mürtezikanın isimleri ile aldıkları ücret miktarları aşağıda verilen tablodaki gibidir. 1410 Akdağ, age., C. II, s. 128, Pakalın, age., C. II, s. 624. 1411 Rifat Özdemir, “Osmanlı Döneminde Vakıfların Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.I, S.2, Elâzığ 1982, s.212. 1412 Özdemir, “Osmanlı Döneminde Vakıf...”, s.212. 1413 Akdağ, age., C. II, s. 128. 1414 BOA, TD., 998, s. 87. 362 Tablo-62: Musul’da Mürtezika Sınıfı ve Ücret Tutarları (1540)1415 No Mürtezikanın Unvan ve Adı Ücret Tutarı (Yevmî-akça) 1 2 3 4 5 6 Sadât Seyyid Şerafeddin Seyyid Abdülgafar Seyyid Abdülkahhar Seyyid Vehbetullah Seyyid Asker Seyyid Ziyaeddin maa biraderan 17 Toplam 17 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Zevâidhor Monla Selamullah Monla Mehmed Seyyid Hidayettullah Seyyid İbrahim Seyyid Sâdık ve evladı Monla Kasım Monla Kasım (diğer) Seyyid Yunus Monla Ali Monla Ali (diğer) Monla Ali (nâzır) Monla Mahmud Monla Hidayetullah 2 2 2 2 5 2 1 1,5 1 2 4 2 2 Toplam Genel Toplam 28,5 45,5 Görüldüğü gibi, mürtezika sınıfına ödenen ücret miktarı yevmî olarak 1523 tarihinde 43,5, 1540 tarihinde ise 45,5 akçadır. Bunların yıllık tutarları ise 1523’te 15660 akça iken, 1540’ta 16380 akçadır. Ancak, vâkıfın şartına göre, boyahâne gelirinden imâmzadegân türbe veya mezarları ile tedris ve talebe için ayrılan cihetler ödendikten sonra, artan gelir olursa mürtezika’ya verilecektir; “zikr olunan boyahâne defter-i atikde elli bir bin akçeye kayd olub, tedris ve talebe ve imâmlar mezarları cihetleri verildikten sonra bâki kalan zevâidi ba’zı kimesneler tevzi olunmuş imiş... asıl cihetlerin... mevâcibleri virülüb andan ma’ada zevâid kalursa zevâidhorlar dahi defter mucebince ma’rifet-i kadı ile cihetlerine göre tevzi’ ve taksim olunub, mutasarrıf olalar. Asıl cihetler verilmeyince, zevâidhorlara nesne verilmeye” 1416. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, boyahâne geliri öncelikle vakfedildiği türbe, mezar, medrese vs. gibi yerlerin ihtiyaçları için ayrılmış, artan gelir ise mürtezika sınıfına vakfedilmiştir. 1558 tarihinde mürtezika sayısı daha da artmıştır. 9’u sadât, 24’ü zevâidhor, 10’u da ulema ve fukara olmak üzere toplam 43 mürtezika mevuttur. Bunların isimleri ile aldıkları 1415 BOA, TD., 195, s.143-144. 1416 BOA, TD., 195, s.143; BOA, TD., 308, s.184; BOA, TD., 660, s.261. 363 ücretler aşağıdaki tabloda verildiği gibidir. Tablo-63: Musul’da Mürtezika Sınıfı ve Ücret Tutarları (1558)1417 No Mürtezikanın Unvan ve Adı Ücret Tutarı (Yevmî-akça) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Sadât Seyyid Taceddin b. Seyyid Şerafeddin Seyyid Abdülkahhar, birader-i O Seyyid Asker, birader-i O Seyyid Mehmed b. Seyyid Abdülgaffar Seyyid Murteza, birader-i O Seyyid Cafer, birader-i O Seyyid Hidayettullah b. Seyyid Vehbetullah Seyyid Abdullah, birader-i O Seyyid Vecheddin b. Seyyid Ziyaeddin 3 7 2,5 2 1,5 1,5 1 1 1 Toplam 20,5 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 Zevâidhor Seyyid Taceddin b. Seyyid Şerafeddin Seyyid Abdülkahhar, birader-i O Seyyid Hidayettulah Seyyid Cafer Seyyid Mehmed Seyyid Abdullah Seyyid Murteza Seyyid Yunus Seyyid Nasreddin Seyyid Fethullah Seyyid Lütfullah Seyyid Ahmed Seyyid Hasan Seyyid Zeynelabidin Seyyid Cemaleddin Seyyid Tahir Seyyid Fercullah Hacı Zülfü Seyyid İlmeddin Monla Mahmud Şeyh İsmail Seyyid Kasım b. Seyyid Asker Merdân Kulu Kemaleddin b. Fahreddin 4 4 4 2 4 2 4 3 6 2 6 1 3 1 1 2 3 5 5 2 6 2 3 2 Toplam 77 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Ulema ve Fukara Mehmed b. Şahab Hızır b. Hüseyin Mehmed b. Alican Hacı Hamza Mevlâna Şeyh Hasan Kürd Hacı Kasım Monla Monla Nasreddin Monla Yusuf Monla Hüsyin b. Ali Monla Hidayetullah 1 1 2 1 2 1 1 1 1 3 Toplam Genel Toplam 14 111,5 1417 BOA, TD., 308, s.184-185. 364 Tabloda görüldüğü gibi, mürtezika sınıfına Musul boyahânesi gelirlerinden ayrılan ücret tutarı yevmî 111,5 akçadır. Bunun yıllık tutarı ise 40140 akçadır. 1575 tarihinde mürtezika sayısı değişmemiş olup 43 kişidir. Ancak, bunlara ayrılan ücret tutarı yevmî 127,5 akçaya yükselmiştir ki, yıllık hesabiyle 45900 akça tutmaktadır. Tablo-64: Musul’da Mürtezika Sınıfı ve Ücret Tutarları (1575)1418 No Mürtezikanın Unvan ve Adı Ücret Tutarı (Yevmî-akça) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Sadât Seyyid Cemaleddin Seyyid Ferecullah b. Seyyid Asker Seyyid Hasan b. Seyyid Asker Seyyid Murtaza b. Seyyid Abdülgaffar Seyyid Hidayetullah b. Seyyid Vehbetullah Seyyid İnayetullah birader-i O Seyyid Vecheddin b. Seyyid Ziyaeddin Ali b. Hacı Kasım Ömer Seyyid Mehmed 3 7 3,5 1,5 1 1 1 2 1,5 3 Toplam 24,5 Zevâidhor 1 Seyyid Fecrullah b. Seyyid Abdülkahhar 13 2 Seyyid Murteza 4 3 Seyyid Nasreddin 6 4 Seyyid Ahmed 2 5 Seyyid Hidayetullah 4 6 Seyyid İnayetullah 2 7 Seyyid Ali b. Seyyid Yunus 3,5 8 Seyyid Fethullah 2 9 Seyyid Mehmed b. Seyyid Hasan 3 10 Seyyid Tâhir 2 11 Seyyid İlmeddin 5 12 Seyyid Kasım b. Seyyid Asker 2 13 Seyyid Hızır 3 14 Seyyid Şerafeddin 4 15 Seyyid Hasan ve Hüseyin ve Osman Sinci 3 16 Seyyid Cemaleddin 1,5 17 Seyyid Abdullah b. Seyyid Murteza 3 18 Ömer 2 19 Abdülmecid 2 20 Mustafa 3 21 Hacı Zülfü 5 22 Hüseyin b. Fahreddin 2 Toplam 77 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ulema ve Fukara Hacı Ramazan Hızır Çelebi Hacı Abdullah Monla Hüseyin Zaim Şeyh Hasan Kürd Mevlâna Yunus Mustafa b. Hüseyin Ali Şükrullah 1 1 1 1 1 2 1 1 2 1418 BOA, TD., 660, s.260-261. 365 10 11 Ömer Mevlâna Ali 6 9 Toplam Genel Toplam 26 127,5 Tabloda da görüldüğü üzere, bir önceki tahrire kıyasla 1575’te mürtezika sayısında herhangi bir değişiklik olmamakla beraber, bunlara ayrılan ücret miktarı artmıştır. Bu da Musul boyahânesi gelir kaynaklarının artmış olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Musul boyahânesi gelirlerinden mürtezika sınıfına ayrılan cihetler tarihler itibariyle sürekli artış göstermiştir. Zira, 1523 tarihinde boyahâne gelirinin % 31’i mürtezika için ayrılmışken, bu oran 1540’ta % 45’e, 1558’de ise % 60’a yükselmiştir. Ancak, 1575 tarihinde % 3’lük bir gerileme ile % 50’ye düşmüştür. Aslında, mürtezikaya ayrılan ücretler 1575 tarihinde de artmış olmasına rağmen, boyahâne gelirinin 66600 akçadan 80000 akçaya yükselmiş olması bu oranın bir önceki tahrire kıyasla düşük çıkmasına yol açmaktadır. Mürtezika, üretici bir sınıf olmamakla beraber sultanın manevî itibarını yaygın ve canlı tutmakta etkili olduğu gibi, büyük çoğunluğunun şehirlerde oturmaları dolayısıyla tüketici bir gurup olarak alış-verişe genişlik sağladıkları muhakkaktır. 366 SONUÇ Buraya kadar verdiğimiz bilgilerle 1523-1639 tarihleri arasında Musul’un siyasî, idârî, fizikî, demografik ve iktisadî durumunu bir bütün halinde vermeye çalıştık. Elde ettiğimiz sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz: a- Siyasî Tarih Bakımından Kuruluş tarihi M.Ö. 1080’li yıllara kadar giden Musul şehrine ve çevresine 1040’lı yıllardan itibaren Türkler yerleşmeye başlamışlardır. 1096 tarihinde ise bölge tamamen Selçuklu hâkimiyetine geçmiştir. Musul ve çevresinin en parlak dönemini Zengiler’in hâkim olduğu yıllarda (1127-1260) yaşadığı hususunda bütün kaynaklar hemfikirdir. Timur istilası ve Moğol hâkimiyeti dönemlerinde bölge tahribata uğramışsa da, Karakoyunlular ve Akkoyunlular dönemlerinde tekrar canlılığına kavuşmuştur. Safevi devletinin kısa hâkimiyet döneminden sonra Nisan 1517 tarihinde Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Musul ve çevresi Osmanlı-İran sınırına yakınlığından dolayı sürekli bir mücadele sahası olmuşsa da 1918 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. b- İdârî Bakımdan 1517 tarihinde fethedildikten sonra sancak statüsünde idare edilen Musul sırasıyla; Diyarbekir, Bağdat ve Şehr-i Zul (Şehrizor) eyâletlerine bağlanmıştır. 1586 tarihinde ise eyâlete tahvil edilmiştir. 1523 yılı tahririne göre Musul sancağı; Musul Nahiyesi ile Ayn-Safna nahiyesinden müteşekkil olup, toplam 108 köyü ve 90’nın üzerinde mezreası bulunmaktadır. 1540 tarihinde sancak sınırları genişletilerek, ‘Acuz ve Deyr-Maklub adlarında iki yeni nahiye daha ilave edilmiştir. Bu tarihte köy sayısı 133’e yükselmiştir. Ayrıca, 200’ün üzerinde mezreayı muhtevidir. 1558’de sancak en geniş sınırlara ulaşmıştır. Zira, bu tarihte köy sayısı 146’ya yükselmişken mezra sayısı da 300’ün üzerine çıkmıştır. 1575 yılında sancağa bağlı köy sayısı 132’ye gerilemiştir. Bunun sebebi ise Musul sancağına bağlı 12 köyün Musul’dan ifraz edilerek Diyarbekir eyaletine bağlanmasıdır. 1575 yılında mezra sayısı 350’nin üzerindedir. 367 Musul eyaletinin idârî taksimatına gelince; değişik yıllar itibariyle sancak sayısı 5 ile 8 arasında değişmektedir. Ancak, bu sancakların nahiye, köy ve mezra adetlerini tespit etmek mümkün olmadı. Gerek sancak statüsü ile gerekse eyâlet statüsü ile idare edildiği dönemlerde, diğer Osmanlı sancak ve eyâletlerinde var olan bütün kurum ve görevliler Musul’da da mevcuttur. c- Şehrin Fizikî Durumu Bakımından Musul şehri diclenin hemen sağ kenarında kurulmuş olup, bir tarafında dicle nehrinin bulunması, diğer üç tarafından da surlarla çevrili olmasından dolayı bir kale-şehir görünümündedir. Meskenler bu surların içinde kalmış ve surun dışında iskânlaşma olmamıştır. Bu ise Osmanlı-İran mücadelesinin sürekli var olmasından kaynaklanmıştır. Diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi Musul’un gelişmesi de mahalleler şeklinde olmuştur. 1523-1575 yılları arasında Musul’un mahalle sayısı 20 ile 27 arasında değişmiştir. 1523 tarihinde mevcut 20 mahalleden 17’si müslümanlara, 2’si hristiyanlara ve 1’i yahudilere aittir. 1540 yılında mahalle sayısı 27’ye yükselmiştir. Bunların 23’ü müslümanlara, 3’ü hristiyanlara aittir. Yahudi mahallesi ise yine 1’dir. Daha sonraki yıllarda 4 müslüman mahallesinin birleştirilip 2 mahalleye dönüştürülmesinden dolayı 1558-1575 tarihleri arasında mahalle sayısı 25’e inmiştir. Dolayısıyla bahse konu tarihler arasında müslüman mahalle sayısı 21’e gerilemişken hristiyan ve yahudi mahalle sayılarında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Dikkate değer bir husus da, Musul mahalleleri içerisinde müslim-gayrimüslim nüfusun birlikte yaşadıkları mahallelerin bulunmamamsıdır. Sadece, 1575 tarihinde Bâbü’l-Irak-III mahallesine 6 hâne gayrimüslim nüfus yerleşmiştir. Şehrin coğrafi konumundan dolayı ticarî ve sınaî faaliyetler büyük bir canlılığa sahne olmuştur. Doğu-batı istikametinde gidip gelen kervanlar şehrin iktisadî hayatına olumlu katkıda bulunmuştur. Zira, gerek transit olarak geçen her türlü emtia gerekse şehirde satılan mal ve emtia bac ve tamga olarak gelir kaydedilmiştir. Musul şehrinin bir diğer özelliği ise, bir vakıf şehri olmasıdır. Nitekim, Câmi, mescit, zaviye, medrese ve hamam gibi dinî ve sosyal müesseselerin sayısı 65 civarındadır. Ayrıca, Musul’da bulunan İmamzadegân türbe ve mezarları için de vakıflar kurularak, bakım, onarım ve görevlilerinin her türlü ihtiyaçları karşılanmıştır. 368 Şehrin nüfusuna gelince, elimizde mevcut olan tahrir defterlerindeki kayıtlardan aldığımız rakamları nüfusa çevirdiğimizde; 1523’te 15160 kişi, 1540’ta 17013 kişi, 1558’de 19678 kişi ve 1575 tarihinde ise 22403 kişilik bir nüfus tespit edilmiştir. Şehir nüfusunun müslüman ve gayrimüslim oranları; 1523 tarihinde % 74 müslim, % 26 gayrimüslim; 1540’ta % 68 müslüman, % 32 gayrimüslim; 1558’de % 72 müslüman, % 28 gayrimüslim ve 1575 tarihinde % 70 müslüman, % 30’da gayrimüslim şeklindedir. d- Yerleşim ve Nüfus Bakımından Diğer Osmanlı sancaklarında olduğu gibi, Musul sancağında da halkın büyük bir kesimi geçimini tarım ve hayvancılıkla sağladığı için nüfusun büyük bir ekseriyeti köylerde meskûndur. 1523’te Musul sancağına bağlı 108 köyden 96’sı meskûn iken, 12’si ise nüfus bulunmayan virân ve hâli köy konumundadır. 1540 tarihinde meskûn köy sayısı 85’e düşmüş, buna paralel olarak gayri meskûn köy adedi ise 48’e yükselmiştir. Bu durum ise; hububat vergisinin “ziyâde bahâ” alınması sonucu halkın “müflis ve muhtac” duruma düşüp “terk-i diyâr” etmelerinden kaynaklanmıştır. Ayrıca, aşiretlerin şekavetleri de bunda etkili olmuştur. Bu olumsuzlukların giderilmesi sonucu, 1558 tarihinde meskûn köy adedi 115’e yükselmiş, meskûn olmayan köy sayısı da 31’e gerilemiştir. Bu meskûn köylerden 12’sinin 1575’te Diyarbekir eyaletine bağlanmasından dolayı, bahsedilen tarihte nüfusu olan köy sayısı 102’ye gerilemiştir. Zira, bu tarihte nüfus bulunmayan köy sayısı da 30’dur. Müslüman halkın dağınık bir halde bulunmasına karşılık, gayrimüslimlerin az sayıdaki köylerde, fakat kalabalık guruplar halinde yaşadıkları tespit edilmiştir. Zira, müslüman köylerdeki hâne ortalaması 26-38 civarında iken, gayrimüslim köylerde bu oran 2-3 kat daha fazladır. Müslim ve gayrimüslim nüfusun birlikte yaşadığı köy sayısı ise, 1523 tarihinde 5, 1540’ta 6 ve 1558-1575 tarihlerinde ise 7’dir. Coğrafi konumu ve iklim şartlarının müsait olmasından dolayı Musul ve çevresinde birçok aşiret de yaşamaktadır. Nitekim, Musul sancağı dahilinde 1523’te 31, 1540’ta 35, 1558’de 51 ve 1575 tarihinde de 39 cemaatin yaşadığı tespit edilmiştir. Bu aşiretler Musul sancağı demografik yapısının önemli bir unsurunu teşkil etmektedir. Zira, toplam sancak nüfusunun 1523 tarihinde % 19,6’sını, 1540 tarihinde % 24,7’sini, 1558 tarihinde % 27,5’ini ve 1575 tarihinde ise % 21,7’sini aşiret nüfusu teşkil etmektedir. 369 Musul sancağının toplam nüfusu 1523’te 51276 kişi, 1540’ta 60404 kişi, 1558’de 81300 kişi ve 1575 tarihinde 87031 kişi olarak tespit edilmiştir. Bu nüfus içerisinde müslümanların oranı % 71,6 ile 79,2 arasında değişirken, gayrimüslimlerin oranı ise % 20,8 ile 28,4 arasında değişmektedir. e- İktisadi Durum Bakımından Musul’un önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmasından dolayı ticarî ve sanayi faaliyetlerinde de önemli gelişmeler olmuş ve gerek transit geçen her türlü emtia, gerekse şehirde satılan mal ve emtia bâc ve tamga olarak ayrıntılı bir şekilde vergilendirilmiştir. İktisadi gelişmeye paralel olarak vergi gelirlerinde de önemli bir yükselme meydana gelmiştir. 1523’te 1,5 milyon akça civarında olan toplam sancak hâsılatı 1540 tarihinde 2,2 milyon akçaya, 1558’de 3,6 milyon akçaya, 1575 tarihinde ise 3,8 milyon akçaya yükselmiştir. Vergi gelirleri içerisinde en büyük payı % 35 civarındaki nispetle hububat ve diğer mahsullerden elde edilen öşür oluşturmaktadır. Diğerleri ise şahsa bağlı vergiler, ticari ve sanayi faaliyetlerden elde edilen vergiler ve bâd-i hevâ grubuna dahil vergilerdir. Musul sancağı ve eyaletinde mirî rejim uygulandığından dolayı timar sistemi tatbik edilmiştir. 1523-1575 tarihleri arasında sancak gelirlerinin büyük bir kısmı padişah hassı olarak merkeze alınmıştır. 1523’te % 17,5 civarında olan padişah hasları, 1540’ta % 40,5’e, 1558’de % 46,4’e yükselmiş, 1575’te ise % 46 civarında olmuştur. Musul sancakbeyi haslarının oranı ise 1523 tarihinde % 23 civarında iken 1575 tarihinde % 12’ye gerilemiştir. Civar sancakbeyi veya beylerbeyine ayrılan has gelirleri toplam sancak gelirlerinin 1523’te % 5,90’nı, 1540’ta % 0,60’nı, 1558’de % 15’ni ve 1575 tarihinde ise % 4,41’ni teşkil etmektedir. Timar ve zeametlere ayrılan gelirlerin toplam sancak gelirleri içerisindeki oranı 1523 tarihinde % 42,52 iken, 1540’ta % 23’e, 1558’de ise % 18,58’e gerilemiş, ancak 1575 tarihinde tekrar % 28 civarına yükselmiştir. 370 BİBLİYOĞRAFYA 1. ARŞİV KAYNAKLARI 1.1. Başbakanlık Arşivi 1.1.1. Tapu-Tahrir Tasnifi No: 998, 195, 308, 660. 1.1.2. Mühimme Defterleri No: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89. 1.1.3. Mühimme Zeyli Defterleri No: 1,2, 3, 4, 5, 6, 7, 8. 1.1.4. Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi No: 29, 51, 269, 551, 563, 650, 1130, 2048, 2337, 3260, 3401, 3458, 4180, 4397, 5597, 6268, 6718, 6833, 6886, 6992, 7244, 9829, 15319, 17040, 17640, 17670, 18011, 20180, 20207, 20260, 20645. 1.1.5. Kâmil Kepeci Tasnifi No: 209, 210, 211, 212, 214, 215, 216, 218, 219, 220, 221, 222, 225, 229, 230, 233, 236, 237, 239, 242, 249, 253, 256, 257, 262, 263, 266, 313, 1764. 1.1.6. Ruznâmçe Defterleri Tasnifi No: 33, 88, 98, 101, 169,174, 206, 290, 347, 386, 403, 412, 424, 437, 448, 457, 477, 479, 494, 501, 504, 552, 571, 576, 2114. 1.1.7. Ali Emiri Tasnifi IV. Murad Devri, No:120. 371 1.1.8. İbnül-Emin Tasnifi Maliye, No: 902. 1.1.9. Haritalar 1.1.9.1. Sıra No: 415-a, Kod: OD1:2/ba 1.1.9.2. Sıra No: 445, Kod: OD1: 1/12 1.2. Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi Kuyûd-ı Kadime, No: 120, 282. 1.3. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi Esas No: 5/1, sıra; 17, 145, 177, 273, 367, 395, 405, 426, 550, 593, 596, 705, 768, 882, 994, 995, 1041, 1127. 1.4. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi No: 9772, 5246 Bağdad Vilâyeti Haremeyn’ş-Şerifeyn Evkâf Defteri, No: 3063. 1.5. Bâyezid Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Kitaplığı Kanunnâme, No: 1969. 2. KLASİK KAYNAKLAR 2.1. Vekayinâmeler Ahmed Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l-Âsar ve Hakâikü’l-Ahbar, (Yay.: Mücteba İlgürel), İstanbul 1978. Hoca Sadeddin, Tacü’t-Tevarih (Yayına hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu), KBY., Ankara 1992. Kâtib Çelebi, Cihannüma, Bayezid Kütüphanesi, No: 4678, İbrahim Müteferrika Matbaası, İstanbul 1145. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat, (Sadeleştiren: Neşet Çağatay), C. I-II, TTKB., Ankara 1979. Naima Mustafa Efendi, Nâima Tarihi, (Yay. haz: İ. Hami Danişmend), C. II-III, İstanbul 1968. 372 Nasuhü's-Silahi Matrakçı, Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Hân, (Hazırlayan: Hüseyin G. Yurdaydın), TTKB., Ankara 1976. Şerefhan, Şerefnâme, (Çeviren: M. Emin Bozarslan), İstanbul 1990. El-Belâzuri, Fütûhu'l-Büldân, (Çev: Mustafa Fayda), KTBY, Ankara 1987. Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Haz: Bekir Sıtkı Baykal), C. II, KBY., Ankara 1992. Urfalı Mateos Vekayi-namesi (952-1136) ve Papaz Grigorun Zeyli (1136-1162), (Çeviren: Hrant D. Andreasyon), TTKB, Ankara 1987. Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, (Haz: Mehmet İpşirli), C. I, İstanbul 1989. 2.2. Seyahatnâmeler Carsten Niebuhr, Voyage en Arabia, en d'autres Pays Circonvoisin, Amsterdam 1780. Evliya Çelebi (Mehmet Zıllioğlu), Seyahatnâme, C. 3-4, Milli Kütüphane Yazma Eserler Bölümü, No: M. F. A. / 448. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: BağdadBasraBitlis-Diyarbakır-Isfahan-Malatya-Mardin-Musul-Tebriz-Van, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), 4. Kitap, C. 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2010. H. Von Moltke, Türkiye Mektupları, (Çev: Hayrullah Örs), İstanbul 1969. İbn-i Cübeyr, Rıhlet-i İbn-i Cübeyr, Leiden 1907. J. S. Buckingham, Travels in Mesopotamia, Vol, II, London 1827. Jean Baptiste Tavernier, Les Six Voyages de Jean Babtiste Tavernier en Turquie en Persia et aux İndex, II, Paris 1677. Lieutenant Wiliam Heude, A Voyage up The Persian Gulf (And a Journey Overland From İndia To England, ın 1817), London 1819. Mehmed Hurşid Paşa, Seyahatnâme-i Hudûd, (Çev: Alaattin Eser), İstanbul 1997. Muhammed et-Tanci, İbn-i Batûta Seyahatnâmesi, (Sadeleştiren: Mümin Çevik), C.III, İstanbul 1983. Yusuf Rıza, Musul-Van, Musul-Haleb Seyahatleri, Matbaa-i Askeriyye, İstanbul 1331. 2.3. Risâleler 373 Aynî Ali Efendi, Kavanin-i Al-i Osman der Hülasa-i Mezamin-i Defter-i Divân, İstanbul 1280. Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi, (Haz: Mithat Sertoğlu), Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1992. Koçi Bey Risâlesi, (Sadeleştiren: Zuhuri Danışman), Ankara 1985. 2.4. Salnâmeler Hicri 1308 Tarihli Musul Vilâyeti Salnâmesi 3. ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR F. Sarre, E. Herzfeld, Archäologische Reise im Euphrat-und Tigris-Gebiet, Berlin 1919. 4. TETKİK ESERLER Aka, İsmail; Timur ve Devleti, TTKB., Ankara 1991 Akdağ, Mustafa; "Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve İnkışafı Devrinde Türkiye'nin İktisadî Vaziyeti", Belleten, XIII/51, s. 497-564. , "Osmanlı Müesseseleri Hakkında Notlar", AÜDTCFD., C. XIII, S:1-2, TTKB., Ankara 1955, s. 27-51. , Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. I, II, İstanbul 1979. Akgündüz, Ahmet; Osmanlı Kanunnâmeleri, C. 4, İstanbul 1979. Al-Dakuki, Hüseyin Ali; Kuzey Irak'ta Atabekler Hâkimiyeti, (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsünde Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1975. Al-Feel, Muhammad Rashid; The Historical Geography Of Iraq, Between Mongolian And Ottoman Conquests, 1258-1534, C. I, Nejef 1965. Ali Cevad; Memâlik-i Osmaniye'nin Tarih ve Coğrafya Lügati, C. II, İstanbul 1313. Arseven, C. Esad; "Mescid", Sanat Ansiklopedisi, III/15, İstanbul 1966. Aslanapa, Oktay; Türk Sanatı I, İstanbul 1972. Atalar, Münir; Surre-i Hümâyûn ve Surre Alayları, Ankara 1991. Avad, Gorgis; Medinetu'l-Musul, Bağdat 1959. 374 , “Riyâzetü’l-Kenâisü’l-Kadimeti fi’l-Irak”, Sumer, 3, Bağdat 1947, s.100-116. , "Tahkikât-i Buldâniyet-i Târihiyeti Eseriye fi Şarku'l-Musul", Sumer, XVII, Bağdad 1961, s.43-99. Baltacı, Cahit; XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976. Barkan, Ömer Lütfi; "Mâlikâne-Divâni Sistemi", Türkiye'de Toprak Meselesi I, İstanbul 1980. , "Timar", İA., 12/1, İstanbul 1993, s. 287-333. , "Türkiye'de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve Arazi Tahrirleri ve Hâkana Mahsus İstatistik Defterleri", İÜİFM., C. II, S. 1-2, İstanbul 1941, s. 214-247. , “Öşür”, İA., C. IX, İstanbul 1993, s. 482-488. , "H. 933-934 (M.1527-1528) Malî Yılına Ait Bir Bütçe Örneği", İÜİFM, XV / 1-4, İstanbul (1953-54). , “Çiftlik ”, Türkiye’de Toprak Meselesi I, İstanbul 1980. , XV. Ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları (Kanunlar I), İstanbul 1990. Bayatlı, Nilüfer; XVI. Yüzyılda Musul Eyâleti, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1999. Baykara, Tuncer; Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara 1988. Cezar, Mustafa; Anadolu Öncesinde Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul 1977. Çağatay, Neşet; Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, TTKB., Ankara 1989. , "Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler", DTCFD., V/5, Ankara 1947, s.483-511. , "Osmanlı İmparatorluğunda Reaya'nın Mirî Arazide Toprak Tasarrufu ve İntikal Tarzları", IV. Türk Tarih Kongresi, 10-14 Kasım 1948, Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1952, s. 426-433. Danişmend, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.II, İstanbul 1948. Darkot, Besim; “Musul”, İA., C. 8, İstanbul 1988, s. 741-744. Deny, J.; "Sancak", İA., C. X, İstanbul 1993, s. 186-189. 375 Deveci, Said; "El-Câmiü'l-Emevi Fi'l-Musul", Sumer, VI, Bağdad 1950, s. 211-218. , "Sanaiyetu'l-Musul ve Ticâretihâ fi'l Karuni'l Vasati", Sumer, 7, Bağdad 1951, s. 88-98. , "Câmi-i'n-Nuri fi'l-Musul", Sumer, V, Bağdad 1949, s. 276-291. , "Cisru'l-Musul fi Muhtelifu’l ‘Usur", Sumer, XII, Bağdad 1957, s. 108- 123. , "Hıtatu'l-Musul fi-Ahdi'l-Emevi", Sumer, VII, Bağdad 1951, s. 222-236. , "Kal'atü'l-Musul fi Muhtelifu'l 'Usur", Sumer, X, Bağdad 1959, s. 94- 111. , "Medârisü'l-Musul fi'l-Ahdi'l-Osmanî", Sumer, XVIII, Bağdad 1962. , "Medâarisü'l-Musul fi'l-Ahdi'l-Osmanî", Sumer, XIX, Bağdad 1963, s. 48-62. , "Medârisü'l-Musul fi'l-ahdi'l-Atabeki", Sumer, XIII, Bağdad 1957, s. 101-118. , "Sur'ul-Musul", Sumer, III, Bağdad 1947, s. 117-128. Devellioğlu, Ferit; Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1990. Ebu Zehra, Muhammed; İslâmda İtikadi-Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (Çev: Sıbğatullah Kaya), İstanbul 1993. Emecen, Feridun M.; XVI. Asırda Manisa Kazası, TTKB., Ankara 1989. Ergenç, Özer; "Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. TTK., Ankara 1981, s. 1265-1274. , XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995. Gökbilgin, Tayyib; “15 ve 16. Asırlarda Eyalet-i Rum”, VD., S.6, 1965. , “Nahiye”, İA., C. IX, İstanbul 1993. Göyünç, Nejat; "Diyarbekir Beylerbeyliğinin İlk İdarî Taksimatı”, İÜEFTD, S. 23, (Mart, 1969), s. 23-34. , XVI.Yüzyılda Mardin Sancağı, TTKB., Ankara 1991. 376 , "XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu", Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler / Tartışmalar, Ankara 1975, s. 71-102. GÜNDÜZ, Ahmet; “Nilüfer Bayatlı, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti”, Belleten, C. LXV, S. 242, Ankara 2001, s. 387-410 , 1523 m. (929 h.) Tarih ve 998 No’lu Tapu-Tahrir Defterine Göre Musul, Mardin, Çermik, Harput ve Çemişgezek Sancaklarının Mukayeseli Tahlili, (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalında Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elâzığ 1993. Hammer, Osmanlı Tarihi, (Yayına hazırlayanlar: Mümin Çevik, Erol Kılıç), C. V, IX, İstanbul 1984. Honigmann, E.; "MUSUL", İA., C. 8, İstanbul 1993, s. 738-741. İnalcık, Halil; “Eyalet”, EI2 , s. 721-724. , H. 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, TTKB., Ankara 1987. , "Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu", Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 1993. İplikçioğlu, Bülent; Eskiçağ Tarihinin Anahatları, I, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1990. Kafesoğlu, İbrahim; “Selçuklular”, Türk Dünyası El Kitabı I, Ankara 1992, s. 247- 282. , “Atabeylikler”, Türk Dünyası El Kitabı I, s. 295-296. , “Kür-Boğa”, İA. C. 6, İstanbul 1993, 1084-1086. , “Melikşah”, İA., C.7, İstanbul 1993, s. 665-671. Kazancı, Ahmet Lütfi; Peygamberler Tarihi, C.3, İstanbul 1997. Kazıcı, Ziya; İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985. , Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987. Kılıç, Orhan; XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van 1997. __________, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin İdarî Taksimatı, Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elâzığ 1997. 377 Kodaman, Bayram; "Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu'nun İdarî Durumu", 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.1, Samsun 1986. Köprülü, M. Fuad; İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesi, İstanbul 1983. Köymen, Mehmet Altay; Alparslan ve Zamanı, C. 1, Ankara 1983. , “Tuğrul Bey”, İA., C.12/2, İstanbul 1993, s. 25-41. Kunt, İ. Metin; Sancaktan Eyalete, 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul 1978. Kurt, Yılmaz; "1572 Tarihli Adana Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana'nın SosyoEkonomik Tarihi Üzerine Bir Araştırma", Belleten, C. LIV, S. 209, Ankara 1990, s. 179-211. Kütükoğlu, Bekir; Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri, İstanbul 1993. Strange, Guy Le; The Lands of the Eastern Caliphate, Mesopotamia, Persia and Central Asia from the Moslem Conquest te the time of Timur, Cambridge 1930. Mardin, Ebul'ula; "Harac", İA., C. 5/1, İstanbul 1993, s. 222-225. Marufoğlu, Sinan; Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yayıncılık, İstanbul 1988. Memişoğlu, Ekrem; Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya 1989. Merçil, Erdoğan; Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTKB., Ankara 1991. Mısıroğlu, Kadir; Musul Meselesi ve Irak Türkleri, İstanbul 1985. Minorsky, V.; “Üveys”, İA., C.13, İstanbul 1993, s. 133-135. Miroğlu, İsmet; Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), TTKB., Ankara 1990. Nedkoff, Boris Christoff; “Osmanlı İmparatorluğunda Cizye”, (Çev. Şinasi Altundağ), Belleten, 8/32, TTKB, Ankara 1944, s. 599-649. Ocak, Ahmet Yaşar; “Zaviye”, İA., C.13, İstanbul 1988, s. 468-476. Oğuz, Süleyman; Osmanlı Vilâyet İdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti (1878-1885), Ankara 1986. Oğuzoğlu, Yusuf; "XVII. Yüzyılda Türkiye Şehirlerindeki Başlıca Yöneticiler", 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.1, Samsun 1986. 378 Özcan, Abdukadir; “Asesbaşı”, DİA, C. 3, İstanbul 1991, s. 464. Özdeğer, Hüseyin; “XVI. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 16, İstanbul 1982, s. 5-116. Özdemir, Rifat; "Avarız ve Gerçek Hâne Sayılarının Demografik Tahminlerde Kullanılması Üzerine Bazı Bilğiler ", X. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, TTKB., Ankara 1993. , XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, KTBY., Ankara 1986. , “Ankara ve Antakya Sancaklarına Ait Bazı Gelir ve Giderlerin Mukayeseli Tahlili (1789-1806)”, Şerafettin Turan Armağanı, Antakya 1996. , “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”, Belleten, C. LIV, Sayı, 211 (Aralık, 1990)’den ayrıbasım, TTKB., Ankara 1991. , “Osmanlı Vakıflarının Kurulması ve Yaşatılmasında Devlet Kurumlarının İşleyişi”, Fırat Üniversitesi I. Tarih Sempozyomu’na Sunulmuş Tebliğ, (14-17 Ekim, 1993). __________, “Ankara Esnaf Teşkilatı, 1785-1840”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, Samsun 1986, s. 156-181. __________, “Antakya Esnaf Teşkilatı, 1700-1860”, 21-22 Mayııs 1992 tarihleri arasında düzenlenen II. Hatay Tarih ve Folklor Sempozyomu’na sunulmuş tebliğ, Hatay 1992, 40 s. __________, “Harput ve Çemişkezek’te Ailenin Etnoğrafik Yapısı, 1630-1918”, 5-7 Kasım 1987 tarihleri arasında Fırat Üniversitesince tertiplenen II. Fırat Havzası Folklor ve Etnoğrafya Sempozyumu’na sunulmuş tebliğ, Elâzığ. __________, “Harput’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı, 1630-1919”, 23-26 Mart 1987 tarihleri arasında Fırat Üniversitesince tertiplenen Türk Tarih ve Kültüründe Fırat Havzası I. Sempozyumu’na sunulmuş tebliğ, Elâzığ 1987. __________, “Kırşehir’de Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı, 1880-1906”, Osmanlı Arştırmaları Dergisi, S. IX, İstanbul 1989, s. 101-157. __________, “Osmanlı Devleti’nin Tarikat, Tekye ve Zaviyelere Karşı Takip Ettiği Siyaset”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi (OTAM), C. 5, Ankara 1995, s.200-250. 379 __________, “Osmanlı Döneminde Antakya’nın Fizikî ve Demografik Yapısı, 1709- 1560”, Belleten, C. LVIII, S. 221 (Nisan 1994), Ankara 1994, s.119-157. __________, “Osmanlı Döneminde Antalya’nın Fizikî ve Demografik Yapısı, 1800- 1867”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.I, S. 2 Elâzığ 1982, s.207-220. __________, “Osmanlı Döneminde Vakıfların Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.I, S. 2, Elâzığ 1982, s.207-220. __________, “Tokat Esnaf Teşkilatı, 1771-1840”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, 13-17 Ekim, 1986, Samsun 1986, s. 397-424. __________, “Antakya, Antalya, Afyon ve Manisa Şehirlerinde Ailenin SosyoEkonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler (1500-1919)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1-2, Elâzığ 1995, s.173-237. Özkaya, Yücel; XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı, KTBY., Ankara 1985. __________, Osmanlı İmparatorluğunda Ayânlık, TTKB., Ankara 1994. Öztuna, Yılmaz; Devletler ve Hanedanlar, Türkiye, (1074-1990), C. 2, KBY., Ankara 1990. Öztürk, Mustafa; “Osmanlı İktisadında Fiyatları Etkileyen Unsurlar”, Şerafettin Turan Armağanı, Antakya 1996, s.221-239. , “Harput ve Yöresi Vakfiyeleri”, Fırat Havzası Yazma Eserler Sempozyomu, Elâzığ 1987. __________, “Osmanlı Mirî Rejiminin Misak-ı Millî İle Münasebetleri”, Beşinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri, I, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 186-192. , “Bursa’da Hububat Fiyatları”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, VII, İzmir 1992. Pakalın, M. Zeki; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-II, MEB., İstanbul 1983. Raymond, André; Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, TVYY., İstanbul 1995. Refik, Ahmet; Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1989. 380 Runciman, Steven; Haçlı Seferleri Tarihi (çeviren: Fikret Işıltan), C.II, TTKB., Ankara 1989. Saatçi, Suphi; Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul 1996. Sahillioğlu, Halil; "IV. Murad'ın Bağdad Seferi Menzilnâmesi (Bağdad Seferi Harp Jurnali", Belgeler, (Türk Tarih Belgeleri Dergisi), C. II, 1965, s.11-24. , "Arûs Resmi", DİA., C.3, İstanbul, 1991, s. 422-423. , “Bâd-i Hevâ”, DİA., C.4, İstanbul 1991, s. 416-418. , "Osmanlı Döneminde Irak'ın İdarî Taksimatı", (Arapça’dan tercüme eden: Mustafa Öztürk), Belleten, C. LIV, S. 211, TTKB., Ankara 1991. Sertoğlu, Midhat; Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1986. , "Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Toprak Dirliklerinin Çeşitli Şekilleri", VI. TTK, 20-26 Ekim, 1961 Ankara 1961. Sevim, Ali; “Tarihî Meyyâfarikin ve Amid’in Mervanlılar Bölümünün Yayını Münasebetiyle”, VI. Türk Tarih Kongresi, TTKB., Ankara 1967, s. 172-196. __________, “Tutuş”, İA., C. 12/2, İstanbul 1988, s. 134-137. __________, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTKB., Ankara 1989. Sobernheım, M.; “Hamdaniler”, İA., C.5/1, İstanbul 1993, s. 179-182. , “Müslim”, İA., C.8, İstanbul 1993, s. 822-823. , “Selahaddin Eyyubi”, İA., C. 10, İstanbul 1993, s. 103-110. Spuler, Bertold; İran Moğolları (çeviren: Kemal Köprülü) TTKB., Ankara 1978. Sümer, Faruk; Karakoyunlular, C. I, TTKB., Ankara 1984. , “Akkoyunlular”, DİA., C. 2, İstanbul 1989, s. 270-274. , “Karakoyunlular”, İA. C.6, İstanbul 1993, s. 292-304. , Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul 1980. , Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü, Ankara 1976. Şemseddin Sâmi, Kamusü’l-Alam, C. 6, İstanbul 1361. 381 Tankut, Gönül; "Osmanlı Şehrinde Ticarî Fonksiyonların Mekânsal Dağılımı", VII. TTK., 25-29 Eylül, 1970, Ankara 1973, s. 773-779 Temir, Ahmet; “Türk Moğol İmparatorluğu ve Devamı”, Türk Dünyası El Kitabı I, Ankara 1992, s. 385-399. Togan, Zeki Velidi; “Aksungur”, İA., C. 1, İstanbul 1988, s.276-277. Turan, Ahmet Nezihi; XVI. Asırda Ruha (Urfa) Sancağı, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü’nde Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1993. Turan, Osman; Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980. , Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1994. Tüccârzâde İbrahim Hilmi; Memâlik-i Osmaniye Cep Atlası, İstanbul 1323. Türkay, Cevdet; Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979. Uluçam, Abdüsselam; Iraktaki Türk Mimari Eserleri, KBY., Ankara 1989. _________, "Musul Ulu Câmisi Üzerine", Türk Dünyası Tarih Dergisi, S.2, 1987. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, TTKB., Ankara 1984. , Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, TTKB., Ankara 1988. , Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları I, TTKB., Ankara 1988. , Osmanlı Tarihi, C. I, II, III, TTKB., Ankara 1982. , Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTKB., Ankara 1988. , Mekke-i Mükerrem Emirleri, TTKB., Ankara, 1984. Ünal, Mehmet Ali; XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), TTKB., Ankara 1989. Yazıcı, Tahsin; "Safeviler”, İA., C.10, İstanbul 1993, s. 53-59. , “Şah İsmail”, İA., C.11, İstanbul 1993, s. 275-279. Yediyıldız, Bahaeddin; "Vakıf", İA., C.13, İstanbul 1988, s. 153-172. , Ordu Kazası Sosyal Tarihi, KTBY., Ankara 1985. Yeni Tarama Sözlüğü, TDKY., Ankara 1983. 382 Yeni Türk Ansiklopedisi, “Persler”, C. 8, İstanbul 1985. Yılmazçelik, İbrahim; XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), TTKB., Ankara 1995. Yinanç, Mükrimin Halil; “Akkoyunlular”, İA., C. 1, İstanbul 1993. __________, Musul ve Elcezirede Oğuz Türkleri, (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde Bulunan, Basım Yeri ve Tarihi Olmayan Doküman). , “Celayir”, İA., C. 3, İstanbul 1993, s. 64-65. Yuvalı, Abdülkadır; “Daruga”, DİA., C. 8, İstanbul 1993, s. 505-506. Yücel, Yaşar; "Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona (Âdem-i Merkeziyet) Dair Genel Gözlemler", Belleten, S.152, 1988. , Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları (1393-1402), TTKB., Ankara 1989. Zetterstéen, K. V.; “Lü’lü”, İA., C.6, İstanbul 1993, s. 108-109. , “Mervaniler”, İA., C.7, İstanbul 1993, s. 780-781. Zinnun, Yusuf; “Dirâsetû Cedidetü’l-Kitâbatü’l-Musul el-Eseriye”, Sumer, 23, Bağdat 1965. 383 EK-I MUSUL SANCAĞI KÖYLERİNİN NÜFUS VE VERGİ HÂSILI (1523- 1575) S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 1 Karakuş 1523 - - - - 270 204 66 32763 1540 - - 2 - 413 276 137 73822 1558 4 - 3 1 582 387 195 125379 1575 - - 2 1 756 548 208 150000 2 Geremlis 1523 - 18 - 1 - 182 45 50361 1540 55 3,5 38 9 252 252 - 92215 1558 72 5,5 53 13 457 313 144 116685 1575 72 6 51 12 502 418 74 123000 3 Tilskuf 1523 - - - - 141 112 29 38763 1540 - - - - 186 140 46 42185 1558 - - - - 253 139 114 95687 1575 - - - - 312 298 14 98713 4 Ayn-Safna 1523 - 32 - 2 - 24 - 3234 1540 26 19 - 5 17 - - 10398 1558 32 16,5 10 5 23 - - 25470 1575 40 19,5 11 5 25 23 2 32024 5 Sarâycık 1523 - 2 - - - - - 532 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 6 Beytü'n-Nâr 1523 - 11 1 - - - - 1650 1540 - - - - - - - 800 Mezra 1558 - - - - - - - 2800 Mezra 1575 - - - - - - - 4000 Mezra 7 Nüfus 1523 - 4 - 1 - - - 914 1540 - - - - - - - 300 Mezra 1558 - - - - - - - 2200 Mezra 1575 - - - - - - - 2000 Mezra 8 Pirân 1523 - 3 - 1 - - - 1098 1540 - - - - - - - 400 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 9 Çifte 1523 - 10 - 2 - - - 1368 1540 - - - - - - - 400 Mezra 1558 - - - - - - - - Mezra 1575 - - - - - - - - Mezra 10 Asikân 1523 - 8 - - - - - 546 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 11 Asikî 1523 - 9 - - - - - 2108 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 384 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 12 İbrahimî İbrahimiye 1523 - 8 - 1 - - - 2222 1540 - - - - - - - 500 Mezra 1558 - - - - - - - 6000 Mezra 1575 - - - - - - - 3000 Mezra 13 Mâmreşân 1523 - 3 - - - - - 864 1540 - - - - - - - 400 Mezra 1558 - - - - - - - 800 Mezra 1575 - - - - - - - 800 Mezra 14 Sendânik 1523 - 7 - - - - - 1502 1540 29 9,5 12 3 - - - 4938 1558 23 13,5 6 3 - - - 7618 1575 24 15 6 - - - - 8375 15 Zekâve (Zikâve) 1523 - 6 - - - - - 1560 1540 - - - - - - - 300 Mezra 1558 - - - - - - - 500 Mezra 1575 - - - - - - - 1500 Mezra 16 Bâristak 1523 - 12 - 2 - - - 1398 1540 14 8 1 4 - - - 2706 1558 19 11,5 7 - - - - 5932 1575 20 12 1 6 - - - 7994 17 Ali Hamâre Ali Hamâ 1523 - 2 - - - - - 664 1540 - - - - - - - 200 Mezra 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 18 Deyr-i Mihâyil 1523 - - - - - - - 3000 Mezra 1540 11 3 3 2 - - - 7200 1558 21 4,5 11 5 - - - 5000 1575 24 7 10 5 - - - 9000 19 Girmavân Girmâvi Girmâve 1523 - 4 - - - - - 630 1540 22 7 10 4 - - - 4042 1558 25 8 11 6 - - - 6820 1575 23 16 4 2 - - - 7757 20 Merâvân Merâvil Merâvül 1523 - 4 - 1 - - - 12500 1540 15 14,5 - - - - - 12021 1558 15 - - - - - - 10000 1575 - - - - - - - - 21 Palâs Belâsin 1523 10 - - - - - - 5257 1540 26 26 - - - - - 10496 1558 26 - - - - - - 12000 1575 - - - - - - - - 22 Kâfirü'z-Zâmân 1523 - 31 - 16 - - - 8859 1540 47 - 47 - - - - 13676 1558 48 - 48 - - - - 13676 1575 - - - - - - - - 23 Alkuş 1523 - - - - 128 103 25 15068 1540 - - - - 148 100 84 30500 1558 - - - - 260 176 84 59416 1575 - - - - 314 251 63 65900 24 Bâhizân 1523 - 232 - 109 - - - 74634 1540 257 46 103 81 - - - 78522 1558 250 56,5 116 77 - - - 97582 1575 236 50 116 5 - - - 97582 385 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 25 Bozân 1523 - 56 - 20 - - - 19775 1540 42 23,5 7 4 - - - 14950 1558 78 29,5 30 18 - - - 14950 1575 80 42 23 5 - - - 15756 26 Kusayrî Kusayr 1523 - 11 - 1 - - - 5094 1540 15 6 5 2 - - - 8905 1558 19 5 12 2 - - - 8445 1575 18 8 6 1 - - - 10674 27 Cerâhi 1523 - - - - - 29 13 11892 1540 - - - - 28 22 6 13888 1558 - - - - 49 40 9 18687 1575 - - - - 53 42 11 20000 28 Boğur 1523 - 67 - 14 - - - 13670 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 29 Hatâre-i Küçük 1523 - 13 - 8 - - - 5000 1540 25 15 5 4 - - - 11005 1558 26 17,5 6 2 - - - 12649 1575 29 19 - 8 - - - 15000 30 'İzze 'İzzi 1523 - 8 - 1 - - - 4411 1540 - - - - - - - 2000 Mezra 1558 5 1,5 3 - - - - 3794 1575 12 6 3 2 - - - 6000 31 Bâvreşân 1523 - 2 - - - - - 5000 1540 - - - - - - - 2000 Mezra 1558 8 4 4 - - - - 2752 1575 20 10 2 1 - - - 5000 32 Nasırî 1523 - 4 - - 2 - - 5493 1540 - - - - - - - 2500 Mezra 1558 5 1 - - 4 - - 3940 1575 10 2 - - 8 - - 4000 33 Ayn-Bakra 1523 - 9 - 6 - - - 4522 1540 16 7 4 3 - - - 4914 1558 21 11 9 1 - - - 6893 1575 21 11 7 1 - - - 6900 34 Karabulâk 1523 - 8 - 1 - - - 2874 1540 - - - - - - - 1500 Mezra 1558 - - - - - - - 2400 Mezra 1575 - - - - - - - 2400 Mezra 35 Bâkufe 1523 - - - - 23 21 2 10604 1540 - - - - 18 16 2 11156 1558 - - - - 50 37 13 11322 1575 - - - - 58 53 5 12518 36 Göz Kara Gözcek 1523 - 25 - 6 - - - 4500 1540 7 2,5 2 1 - - - 6452 1558 8 2 5 1 - - - 3414,5 1575 17 3 7 4 - - - 4922 386 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 37 Tercili 1523 - 32 - 12 - - - 5606 1540 - - - - - - - 4000 Mezra 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 38 Bâsihre 1523 - - - - 28 24 4 5000 1540 - - - - 52 37 15 17000 1558 - - - - 68 49 19 17000 1575 - - - - 63 53 10 17500 39 Türkân 1523 - 3 - - - - - 1268 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 40 Hatâre-i Büzürg 1523 - 66 - 15 - - - 12187 1540 146 58 59 20 - - - 21344 1558 187 55 72 60 - - - 33336 1575 324 102 152 43 - - - 39868 41 Tilkif 1523 - - - - 142 122 20 25612 1540 - - - - 174 143 31 35270 1558 - - - - 290 206 84 50157,5 1575 - - - - 374 272 102 58577 42 Kâim 1523 - 7 - 1 - - - 3594 1540 4 1 2 - - - - 1555 1558 4 2 1 1 - - - 2235 1575 4 2,5 1 - - - - 3500 43 Bâzırvâne 1523 - 17 - - - - - 7000 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 44 Hustâbâd Histebâd 1523 - 41 - 7 - - - 19896 1540 35 11,5 14 7 - - - 23000 1558 50 15,5 25 9 - - - 22000 1575 15 9 5 1 - - - 25200 45 Fazliye İmâm Fazliye 1523 - 35 - 6 - - - 15753 1540 - - - - - - - - 1558 43 8,5 22 12 - - - 12000 1575 38 9 20 4 - - - 13100 46 Batna Bâtna 1523 - - - - 41 36 5 9250 1540 - - - - 60 43 17 12600 1558 - - - - 60 45 15 12667 1575 - - - - 79 68 11 16000 47 Hizâne 1523 - 31 - 1 - - - 7081 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 48 Pitâre Betkâre Berkâre 1523 - 4 - 6 - - - 3079 1540 - - - - - - - 1534 Mezra 1558 - - - - - - - 1534 Mezra 1575 - - - - - - - 2176 Mezra 387 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 49 Kantara 1523 - 8 1 (*) - - - - 3150 (*) Pir-i Fâni 1540 11 4 7 - - - - 6815 1558 12 1,5 6 5 - - - 6315 1575 20 7 6 5 - - - 8268 50 Bânbu Bânbuhan 1523 - - - - 20 12 8 5602 1540 - - - - 22 21 1 12848 1558 - - - - 86 65 21 32852 1575 - - - - 96 76 20 32000 51 Horuzân 1523 - 22 - 5 - - - 5549 1540 - - - - - - - 3500 1558 21 7,5 9 4 - - - 4588 1575 22 9 9 1 - - - 5114 52 Deyr-i Bâ-Yusuf 1523 - 12 - 5 - - - 2739 1540 11 2 5 2 - - - 3272 1558 17 2,5 6 8 - - - 3272 1575 29 4 9 12 - - - 3300 53 Kaziye 1523 - 12 - 2 - - - 2653 1540 13 2,5 6 2 - - - 3050 1558 17 3,5 13 - - - - 3050 1575 24 4 10 6 - - - 3100 54 Şemseddin Depesi 1523 - 2 - 1 - - - 1506 1540 3 1 1 1 - - - 1505 1558 16 7,5 6 2 - - - 6371 1575 19 8 1 7 - - - 6371 55 Bâ'şika 1523 - 124 - 48 - 19 8 56800 1540 164 32 68 42 36 23 13 53999 1558 172 35 78 59 39 29 11 62191 1575 177 37 53 73 61 53 8 64791 56 Telmete 1523 - 13 - 1 - - - 7420 1540 18 12 5 3 - - - 6805 1558 25 12 4 9 - - - 8333 1575 25 15 3 4 - - - 11660 57 Mehlebi 1523 - 32 - 13 - - - 9962 1540 70 15 31 22 - - - 27831 1558 46 13 25 8 - - - 22446 1575 68 16 33 18 - - - 25600 58 Kabak Çevlegi 1523 - 16 - 3 - - - 3865 1540 16 5,5 8 2 - - - 3977 1558 32 6,5 16 9 - - - 4554 1575 29 7 5 14 - - - 4756 59 Bâğdere 1523 - 27 - 5 - 11 7 15019 1540 35 8,5 14 1 8 - - 17023 1558 36 11,5 22 2 4 - - 31613 1575 39 21 13 1 9 - - 38200 60 Yârımca 1523 - 51 - 17 - - - 5359 1540 99 24 53 13 - - - 25240 1558 187 38,5 89 59 - - - 30219 1575 187 56 47 64 - - - 35376 388 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 61 Kebirân Kâbirân 1523 - 20 - 17 - - - 5359 1540 99 24 53 13 - - - 25240 1558 187 38,5 89 59 - - - 30219 1575 187 56 47 64 - - - 35376 62 Bakâk 1523 - 13 - 1 - - - 6215 1540 - - - - - - - 4000 Mezra 1558 9 5 4 - - - - 4591 1575 7 5 1 - - - - 5000 63 Eski Musul 1523 - 6 - - 1 - - 4213 1540 15 3 10 1 - - - 6540 1558 16 4 11 1 - - - 6540 1575 - - - - - - - - 64 Bâşife 1523 - 34 - 4 - - - 10952 1540 14 4 6 4 - - - 6000 1558 33 5 23 5 - - - 6000 1575 35 23 11 1 - - - 5000 65 Bilbâr 1523 - 16 - 7 - - - 2484 1540 - - - - - - - - 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 66 Reşidiye 1523 - 59 - 2 - - - 5675 1540 86 32,5 31 15 - - - 14123 1558 95 23,5 54 17 - - - 14123 1575 104 26 57 14 - - - 16100 67 Begüm Meşhedi 1523 - 5 - - - - - 1100 1540 - - - - - - - 1000 Mezra 1558 - - - - - - - 3607 Mezra 1575 - - - - - - - 3700 Mezra 68 Şirehânlu nâm-ı diğer Akkend 1523 - 22 - 2 - - - 1527 1540 37 15,5 17 4 - - - 6766 1558 52 14,5 28 9 - - - 8595 1575 65 18 36 8 - - - 10330 69 Koyuncuk (Koyuncak) 1523 - 3 - - - - - 4015 1540 17 6 7 2 - - - 14000 1558 - - - - - - - 20000 1575 - - - - - - - 10000 70 Ömerî 1523 - - - - 36 29 7 12700 1540 - - - - 11 10 1 12000 1558 - - - - 27 20 7 12514 1575 - - - - 29 - - 13900 71 Meşrefi 1523 - 17 - 2 - - - 7000 1540 16 5 5 2 - - - 8699 1558 25 7,5 9 8 - - - 8999 1575 24 8 6 4 - - - 10550 72 Neferi Nefiri 1523 - 8 - 1 - - - 5679 1540 8 - - - - - - 4000 1558 - - - - - - - - 1575 - - - - - - - - 389 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 73 Çeken 1523 - 4 - - - - - 3000 1540 2 2 - - - - - 2832 1558 7 4 3 - - - - 6000 1575 5 5 - - - - - 6744 74 Darhâne Dârbend 1523 - 4 - 1 - - - 1500 1540 5 5 - - - - - 2590 1558 5 - - - - - - 3972 1575 - - - - - - - - 75 Kabâklu Kabâklı 1523 - 6 - - - - - 6000 1540 - - - - - - - 5500 1558 9 1 8 - - - - 5500 1575 9 1 8 - - - - 6000 76 Kâdıkendi 1523 - 62 - 17 - - - 12248 1540 75 21 31 18 - - - 20556 1558 116 26,5 54 35 - - - 20576 1575 192 39,5 73 78 - - - 31200 77 Çakâllu 1523 - 19 - - - - - 3650 1540 25 9,5 5 5 - - - 6200 1558 11 4,5 6 - - - - 6200 1575 11 5,5 2 1 - - - 4100 78 Köpüklü 1523 - 1 - 2 - - - 1063 1540 - - - - - - - 2200 Mezra 1558 - - - - - - - 2200 Mezra 1575 - - - - - - - 2800 Mezra 79 Necmi 1523 - 21 - 4 - - - 9460 1540 13 6,5 3 2 - - - 6440 1558 18 9 4 5 - - - 8505 1575 17 7 5 4 - - - 10000 80 Kız Fahre 1523 - 25 - 15 - - - 8294 1540 52 9 21 14 - - - 10942 1558 70 17 38 15 - - - 13945,5 1575 81 25 45 4 - - - 25000 81 Sultan Abdullah 1523 - 69 - 11 - - - 7326 1540 111 8 89 6 - - - 7749 1558 187 15 154 29 - - - 10664 1575 217 21 137 47 - - - 12826 82 Asiyân 1523 - 14 - - - - - 4123 1540 - - - - - - - 1000 Mezra 1558 22 11 11 - - - - 2768 1575 21 11 6 - - - - 4130 83 Hilâlecük Hillecük 1523 - 44 - 13 - - - 5373 1540 33 6 19 5 - - - 7694 1558 24 1,5 14 8 - - - 7040 1575 38 7,5 26 1 - - - 5600 84 Bârume Bârme 1523 - 39 - - - - - 2694 1540 18 5 6 3 - - - 4630 1558 21 8 8 5 - - - 5904 1575 24 8 7 1 - - - 6114 390 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 85 Tariklu 1523 - 15 - - - - - 904 1540 20 6 9 1 - - - 4280 1558 - - - - - - - 699 1575 - - - - - - - - 86 Hâşimiye 1523 - 14 - - - - - 903 1540 - - - - - - - 1500 1558 - - - - - - - 2000 Mezra 1575 - - - - - - - 2000 Mezra 87 Bâşbeyti 1523 - 3 - - - - - 315 1540 8 3,5 2 1 6 5 1 3607 1558 27 5 19 3 18 14 4 5066 1575 31 5 14 8 13 9 4 5370 88 Bâzvâye Bâzvi Bâzivây 1523 - 1 - - - - - 346 1540 9 2,5 3 2 - - - 2772 1558 12 5,5 6 - - - - 3359 1575 12 6 2 - - - - 3542 89 İmâm Şemseddin Humusi 1523 - 24 - 4 - - - 3967 1540 10 6 4 - - - - 4983 1558 15 6,5 7 1 - - - 5664 1575 15 7 3 3 - - - 5664 90 Nefs-i Tikrit 1523 350 272 - 78 - - - 2000 1540 389 - 284 105 - - - 7000 1558 581 - - - - - - 10677 1575 306 - - - - - - 10680 91 Bâğviren 1523 - - - - - - - - 1540 - - - - 102 - - 10298 1558 - - - - 102 65 37 11944 1575 - - - - 100 95 5 1500 92 Düven Gâyib 1523 - 11 - 5 - - - 5659 1540 22 13,5 4 2 - - - 7832 1558 43 21,5 14 6 - - - 15545 1575 40 25 4 4 - - - 16912 93 Bârtala 1523 - - - - - - - - 1540 - - - - 80 62 18 17722 1558 - - - - 143 84 59 28099 1575 - - - - 164 135 29 32000 94 Hasaniyye 1523 - - - - - - - 1798 Mezra 1540 16 8 - 3 - - - 2776 1558 9 4 4 1 - - - 4606 1575 12 6 1 1 - - - 8000 95 Bâhinduva 1523 - - - - - - - - 1540 - - - - 21 19 2 9580 1558 - - - - 26 24 2 9600 1575 - - - - 45 - - 12978 96 Munsârî 1523 - - - - - - - - 1540 23 7,5 8 3 - - - 4000 1558 40 2,5 34 - - - - 3631 1575 40 6 23 7 - - - 4000 391 S.No Köyün Adı Yıllar Nüfus Müslim Gayrimüslim Hâsıl Açıklamalar Nfr. Çft. Bnk. Mcr. Nfr. Hâne Mcr. 97 Ahtebuk Uhtebuk 1523 - - - - - - - - 1540 25 5,5 11 4 - - - 3812 1558 43 4 22 17 - - - 4673 1575 42 4 22 12 - - - 4500 98 Ali Kuyusu 1523 - - - - - - - - 1540 7 3 3 1 - - - 1500 1558 7 2 5 - - - - 1500 1575 7 2 3 - - - - 4666 99 Beysân 1523 - - - - - - - - 1540 20 5 10 2 - - - 10000 1558 21 5 1
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
.İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ
ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR
Editörler
Prof. Dr. Veysi ÜNVERDİ
Doç. Dr. Mahmut TEKİN
DOI: https://dx.doi.org/10.5281/zenodo.10257845
Copyright © 2023 by iksad publishing house
All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, distributed or
transmitted in any form or by any means, including photocopying, recording or other
electronic or mechanical methods, without the prior written permission of the
publisher, except in the case of brief quotations embodied in critical reviews and
certain other noncommercial uses permitted by copyright law.
Institution of Economic Development and Social Researches Publications®
(The Licence Number of Publicator: 2014/31220)
TURKEY TR: +90 342 606 06 75
USA: +1 631 685 0 853
E mail: iksadyayinevi@gmail.com
www.iksadyayinevi.com
It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules. The first
degree responsibility of the works in the book belongs to the authors.
Iksad Publications – 2023©
ISBN: 978-625-367-447-2
Cover Design: İbrahim KAYA
December / 2023
Ankara / Türkiye
Size: 16x24cm
i | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ÖN SÖZ
Her ilim gibi nahiv ilmi de bir takım nedenlerden ötürü ortaya çıkmış
ve tarihi süreç içerisinde farklı merhalelerden geçerek tekâmüle doğru
ilerlemiştir. Nahiv ilminin ortaya çıkışının ve gelişiminin belki de en önemli
sebebi, vahiy menşeli nasların tahrif edilmesinden ve yanlış
yorumlanmasından korunmasıdır. Nitekim özellikle İslâm’ın Arap coğrafyası
dışına yayılması ve ticari ilişkiler başta olmak üzere çeşitli nedenlerle Arap ile
diğer kavimlerin karşılaşması neticesinde Arap dilinde lahn (kıraatte veya
dilde hata yapmak) olayı baş göstererek Kur’an ve hadis naslarının yanlış
okunmasına ve anlaşılmasına sebebiyet vermeye başlamıştır. Lahn
tehlikesinin farkında olan Müslüman âlimler, Arap dilinin ifade ve söz
diziminin doğru okunup sağlıklı anlaşılması için bir takım kurallar vaz‘
ederek bunu önlemeye çalışmışlardır.
İ‘râb ilmi olarak da anılan nahiv ilminin tesisi, genel kanaate göre Hz.
‘Alî ile başlamıştır. Arap dilinde yapılan bazı hataları fark eden Hz. ‘Alî,
Ebü’l Esved ed-Düeli’ye (ö. 69/688) bu ilim için ilham kaynağı olarak kabul
edilen bir sayfa yazarak ona bu yönde çalışmasının talimatını vermiştir. Daha
sonra bu alan ile ilgili önemli çabalar gösterilmiştir. Hicri II. yüzyılın
yarısından itibaren söz konusu çabaların meyvesi verilmeye başlanmıştır. Bu
çerçevede konuya ilişkin elimize ulaşan derli toplu ilk eser ise nahiv ilminin
piri olarak bilinen Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) el-Kitâb adlı çalışmasıdır. İlim
dünyasında büyük ses getiren bu çalışma, alanla ilgili sonraki çalışmalar için
çığır açmıştır. Bundan böyle nahiv ilminde otorite kabul edilen çok sayıda
âlim yetişmiş ve bu ilimle ilgili kayda değer eserler ortaya çıkmıştır. Hicri IV.
ve V. asırlara gelindiğinde nahiv ilmi büyük bir gelişim göstermiş ve bu ilmin
farklı ekollerinin ihtilaflarını ele alan hacimli eserler ortaya çıkmıştır.
Bunların nahiv ilminin gelişimine katkı sunduğu muhakkaktır. Ancak
talebelerin bu hacimli eserleri kavramaları zor olmuştur. Bunun farkına varan
nahiv âlimleri bunları gözden geçirmiş; zayıf ve fazla bilgileri ayıklamak
suretiyle ihtisar etmişlerdir. Böylelikle öğretim kurumlarında hacimli eserler
yerine muhtasarlar okutulmuş ve ezberletilmiştir. Söz konusu muhtasarlardan
en çok ilgi çekenlerin başında şüphesiz İbnü’l-Hâcib’in (ö. 646/1249) elKâfiye’si gelmektedir. Yazılışından itibaren İslâm âleminde nahiv öğretimi
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | ii
yapan hemen bütün kurumlarda talebelere okutulmuştur. Müellifi İbnü’lHâcib başta olmak üzere birçok âlim tarafından çalışma konusu yapılmış ve
100’ün üzerinde şerh ve haşiyelere konu edinmiştir. Zikredilen çalışmaların
belki de en önemlisi Molla Câmî’nin (ö. 898/1492) el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye
adlı eseridir. Bu eser, ilim dünyasında büyük bir yankı uyandırmış ve birçok
ilmî çalışmaya konu olmuştur. Bunlardan en önemli olanlardan biri şüphesiz
‘İsâmüddîn el-İsferâyînî (ö. 945/1538) tarafından kaleme alınan haşiyesidir.
‘İsâmüddîn’in sözü edilen haşiyesi ve bu haşiyesinde en çok atıfta bulunup
eleştirdiği Radıyyüddîn ‘Abdulgafûr el-Lârî’nin (ö. 912/1506) aynı şerh
üzerine yazılan haşiye, ulemânın dikkatini çekmiş ve bazı medreselerde söz
konusu şerh ile birlikte veya sonrasında müstakil olarak okutulmuştur. Bu
münasebetle İsferâyînî’nin sözünü ettiğimiz haşiyesini çalışma konumuz
olarak seçtik. Çalışmamızda onun kısa biyografisinden sonra haşiyesinin
ilmindeki önemine değinilecektir. Bu kapsamda da eserin ismi ve müellife
aidiyeti, telif sebebi, metodu, muhtevası ve üslubu gibi genel özelliklerinin
yanı sıra eserin nahiv ilmi tarihindeki önemine de yer verilecektir.
Akademik çalışma hayatım boyunca desteğini hiç esirgemeyen
danışmanım sayın Prof. Dr. Veysi ÜNVERDİ’ye teşekkürü bir borç bilirim.
Ayrıca çalışmamızın müsveddesini okuyup tashih eden ve fikirleriyle
çalışmamıza katkı sunan Doç. Dr. Halil AKÇAY ve Doç. Dr. Mahmut
TEKİN’e şükranlarımı sunuyorum.1
Mehmet Aziz YAŞAR
Mardin-2023
1
İsferâyînî ve ʿiṣâm ʿale’l-Câmî Adlı Eserinin Tahlili adlı bu kitap, Mardin Artuklu
Üniversitesi Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü Arap Dili ve Kültürü Anabilim Dalı’nda
Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “‘İsâmüddîn el-İsferâyînî’nin Nahiv Yönü ve Metodoloji
Açısından ʿiṣâm ʿale’l-Câmî Adlı Eserinin İncelenmesi” isimli tezimden üretilmiştir.
iii | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ...........................................................................................................i
İÇİNDEKİLER ............................................................................................iii
GİRİŞ ............................................................................................................. 7
I. Araştırmanın Konusu ve Kapsamı ....................................................... 7
II. Araştırmanın Amacı ve Önemi............................................................ 7
III. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları............................................... 8
BÖLÜM 1..................................................................................................... 11
1. ‘İSÂMUDDÎN EL-İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ.............. 11
1.1. ‘İsâmuddîn el-İsferâyînî’nin Hayatı................................................ 11
1.2. İlmi Şahsiyeti .................................................................................... 13
1.2.1. Tahsili ve Yetişmesi .................................................................... 13
1.2.2. Hocaları ....................................................................................... 15
1.2.3. Talebeleri..................................................................................... 17
1.2.4. Eserleri ........................................................................................ 20
1.2.4.1. Tefsir .................................................................................... 21
1.2.4.2. Hadis..................................................................................... 21
1.2.4.3. Fıkıh ve Usûlü ...................................................................... 22
1.2.4.4. Kelam ................................................................................... 23
1.2.4.5. Mantık .................................................................................. 24
1.2.4.6. Münazara .............................................................................. 26
1.2.4.7. Arap Dili............................................................................... 27
1.2.4.7.1. Belagat .......................................................................... 27
1.2.4.7.2. Vaz‘............................................................................... 29
1.2.4.7.3. Edebiyat........................................................................ 29
1.2.4.7.4. Sarf................................................................................ 29
1.2.4.7.5. Nahiv............................................................................. 30
1.3. Vefatı ................................................................................................. 31
1.4. Nahvî Yönü ve Nahiv İlmindeki Yeri.............................................. 31
1.4.1. Nahiv Ekolü................................................................................. 33
1.4.2. İsferâyînî’nin Nahiv Ekollerine Yaklaşımı .................................. 40
1.4.3. İsferâyînî’nin Etkilendiği ve Etkilediği Dilbilimciler .................. 44
1.4.3.1. Etkilendiği Dilbilimciler....................................................... 44
1.4.3.2. Etkilediği Dilbilimciler......................................................... 48
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | iv
1.4.4. Nahiv İlmiyle İlgili Çalışmaları ................................................... 51
1. 5. ʿİṣâm ʿale’l-Câmî’nin Genel Özellikleri ve Nahiv İlmindeki Önemi54
1.5.1. Genel Özellikleri ......................................................................... 55
1.5.1.1. İsmi ve Müellife Aidiyeti...................................................... 55
1.5.1.2. El Yazma Nüshaları.............................................................. 56
1.5.1.3. Kaynakları ............................................................................ 58
1.5.2. Nahiv İlmindeki Önemi ............................................................... 60
1.5.2.1. Ders Kitabı Olarak Okutulması............................................. 60
1.5.2.2. Çalışmalara Konu Olması..................................................... 62
BÖLÜM 2..................................................................................................... 64
2. ‘İSÂMÜDDÎN EL-İSFERÂYÎNÎ’NİN ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI
ESERİNDEKİ METODU........................................................................... 64
2.1. İsferâyînî’nin Şerh Metodu.............................................................. 64
2.1.1. Istılahları ve Garip İfadeleri İzah Etmesi ..................................... 64
2.1.2. Meseleleri Ta‘lillendirmesi.......................................................... 70
2.1.3. Meselelerin Eksik Yanlarını Tamamlaması ve Yanlışlarını
Düzeltmesi............................................................................................. 73
2.1.4. Problemli Nahiv Meselelerine Dikkat Çekmesi........................... 76
2.1.5. Farklı İlimlerin Kurallarından İstifade Etmesi ............................. 77
2.1.5.1. Nahiv İlminden İstifade Etmesi ............................................ 78
2.1.5.2 Belagat İlminden İstifade Etmesi ........................................... 82
2.1.5.3 Mantık İlminden İstifade Etmesi............................................ 91
2.1.5.4. Münazara İlminden İstifade Etmesi ...................................... 93
2.1.6. Muhtemel İtirazların Cevaplarına Yer Vermesi........................... 96
2.2. İhtilaflı Meselelere İlişkin Farklı Görüşleri Ele Alma Metodu ..... 96
2.2.1. İhtilaflı Meselelerde Tartışmaya Sebep Olan Noktaya Dikkat
Çekmesi................................................................................................. 98
2.2.2. Farklı Görüşlere Yer Vermesi...................................................... 99
2.2.3. Yanlış Atfedilen Görüşleri Düzeltmesi...................................... 103
2.2.4. Muhalif Görünen Görüşleri Uzlaştırması................................... 104
2.2.5. Yanlış Bulduğu Görüşleri Reddetmesi....................................... 105
2.2.6. Tercih Ettiği Görüşleri Belirtmesi.............................................. 106
2.2.6.1. Tercih Ettiği Görüşleri Delillendirmesi............................... 107
2.2.6.1.1. Kur’an-ı Kerim .......................................................... 107
2.2.6.1.2. Hadis-i Şerif................................................................ 108
v | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
2.2.6.1.3. Semâ‘/Arap Kelamı ................................................... 110
2.2.6.1.4. İcmâ ............................................................................ 111
2.2.6.1.5. Kıyas........................................................................... 112
2.3. İsferâyînî’nin Eleştiri Metodu ....................................................... 113
2.3.1. Eleştiride Bulunurken Kullandığı İfadeler ................................. 114
2.3.2. Eleştiri Konusu Yaptığı Hususlar .............................................. 115
2.3.2.1. İ‘râba Yönelik Eleştirisi...................................................... 115
2.3.2.2. İbâreye Yönelik Eleştirisi ................................................... 116
2.3.2.3. Görüş ve Delillere Yönelik Eleştirisi .................................. 116
2.3.2.4. İfadelerin Uyuşmazlığına Yönelik Eleştirisi ....................... 117
2.3.3. En Çok Eleştiri Yaptığı Dilbilimciler ........................................ 118
SONUÇ....................................................................................................... 120
KAYNAKÇA ............................................................................................. 123
VEB TABANLI KAYNAKLAR............................................................... 136
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | vi
7 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
GİRİŞ
I. Araştırmanın Konusu ve Kapsamı
Çalışmamızın konusu 879/1474-951/1544 tarihleri arasında yaşamış ve
Arap dilindeki tahassüsüyle şöhret bulmuş ‘İsâmüddîn el-İsferâyînî’nin ʿİṣâm
ʿale’l-Câmî adlı eserindeki metodudur. İlim tahsilinin büyük bir bölümünü
Mâverâünnehir bölgesinin en meşhur dilbilimcisi olan Abdurrahman elCâmî’den aldığı bilinen İsferâyînî, ilmî faaliyetlerini bu bölgenin farklı
yerlerinde sürdürmüştür. İslâmî ilimlerin hemen tamamında eser vermekle
beraber daha çok dil alanında telif ettiği eserleriyle öne çıkmış ve bu alandaki
eserleri ilim dünyasında daha fazla yankı yapmıştır. Özellikle nahiv ilminde
mütebahhir olan İsferâyînî, bu ilimle ilgili meselelere yaklaşımı açısından
Basra ekolü anlayışına daha eğilimli görülmekle birlikte bunun kayıtsız ve
şartsız olmadığı tespit edilmiştir. Nitekim birçok meselede bu ekole muhalefet
ederek eleştirmiş ve çok sayıda özgün görüşler ortaya koymuştur. Bu da onun
belli bir ekolün mukallidi olmadığını göstermektedir. Daha çok eleştiri
yönüyle bilinen İsferâyînî, gerek ileri sürdüğü özgün görüşleriyle gerekse
verdiği eserlerle sonraki âlimler üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Bu
çalışmamızı çok yönlülüğüyle ön plana çıkan İsferâyînî’nin nahiv yönü ve
nahiv ilmi çevresinde önemli bir yeri olan ʿİṣâm ʿale’l-Câmî adlı eserinin
metoduyla sınırlandırdık.
II. Araştırmanın Amacı ve Önemi
İsferâyînî’nin nahiv yönünü en iyi yansıtan çalışmalarından belki de en
önemlisi onlarca çalışmaya konu olan ve medreselerde temel ders kitabı
olarak okutulan Molla Câmî’nin el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye isimli eseri üzerine
yazılan haşiyeler arasında mümtaz bir yere sahip olan ʿİṣâm ʿale’l-Câmî adlı
eseridir. Haşiye türü bir çalışma olmasına rağmen bağımsız birçok meseleyi
içermesiyle başta Osmanlı olmak üzere İslâm dünyasının birçok yerinde uzun
bir zaman müracaat edilen kaynak konumunda kabul edilmiş ve medreselerde
ders kitabı veya el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye ile birlikte yardımcı kaynak olarak
okutulmuştur. Hal böyleyken İsferâyînî gibi ilim dünyasında iz bırakmış
meşhur dilbilimciler, özgün eserler ortaya koyduğu gibi kendilerinden sonra
gelen dilbilimcilerin ufuklarını açacak metotlar geliştirmiş ve bu anlamda
büyük bir etki yapmıştır. Nitekim bilumum İslâmî ilimlerde özellikle de dil
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 8
ilimlerde damga vurmuş olan İsferâyînî gibi bir dilbilimcinin tanınması, ilmi
çalışmalarının araştırılıp tanıtılması ve yöntemlerinin belirlenmesi büyük
önem arz etmektedir. Çalışmamızın temel amacı, İsferâyînî’nin ʿİṣâm ʿale’lCâmî, hem muhteva hem de metot açısından incelenmektir. Ayrıca müellifin
eserde özelde hocası Molla Câmî’ye genel olarak da önceki âlimlere yönelttiği
eleştirilerin tahlil ve değerlendirilmesi de bu çalışmamızın hedefleri
arasındadır. Bu vesileyle de Arap dili alanına bir nebze de olsa katkı sunma
gaye edinmektedir.
III. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları
Çalışmamızda bir eser ekseninde çok yönlü bir şahsiyetin tek bir
yönüne dikkat çekilecektir. Bu noktada muteber tabakât ve tarih
kaynaklarından istifade edilmek suretiyle İsferâyînî’nin hayatı ve ilmi
şahsiyetine temas edilecektir. Ardından inceleme konusu yaptığımız
haşiyesinin ilmî değeri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda eserin
oluşumunda yararlanılan temel kaynaklar ve müellif üzerinde etki bırakan
dilbilimciler tespit edilecektir. Bunun yanı sıra müellifin eserin yazımında
takip ettiği üslup ve metodu araştırılarak ortaya konulmaya gayret edilecektir.
Özellikle de onun eserdeki eleştiri yöntemine ve üslubuna dikkat çekilecektir.
Bundan hareketle de İsferâyînî’nin genel olarak ilmî şahsiyetine özellikle de
nahiv ilmindeki yetkinliğine işaret edilecektir.
Çalışmamızda istifade ettiğimiz kaynakların bir kısmını şöyle
sıralayabiliriz:
• Saîd b. Muhammed b. Ahmed el-Afganî, Min târîḫi’n-naḥ, Dâru’lFikr, ts.
• Afganî, fî Uṣûli’n-naḥv, Mudiriyyetü’l-Kütüb ve’l-Matbûâtü’lCâmi‘iyye, 1414.
• İsmâîl b. Muhammed el-Bâbânî, el-Hediyyetu’l-‘ârifîn esmâʾulmuʾellifîn ve âs̱âru’l-muṣannifîn, Beyrut: Dâru İḥyâʾi Turâs̱i’l-ʿArabî, 1951.
• Abdurrahmân el-Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, Beyrut: Dâru Ihya’tTurasi’l-`Arabî, 2011.
9 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
• Kâtib Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn ʿan esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, 6 Cilt.
Dârü’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1941.
• İsmail Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, TDV İslâm Ansiklopedisi,
22/516-517, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2000.
• Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 5 Cilt.
Abu Dabî: el-Mecmeu’s-sekafî, 2004.
• Muhammed Bakır b. Zeynelabidin el-Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât fî
ahvâli’l-ulemâ ve’s-sadat, 8 Cilt. Tahran: Mektebetu İsmailiyyân, 2011.
• İbn Hâcib, el-Kâfiye fî ilmi’n-nahv ve’ş-Şâfiye fî ilmeyi’l-hat ve’ttasrîf, thk. Salih Abdulazîm eş-Şâir. Kahire: Mektebetü’l-Adâb, ts.
• İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-aʿyân ve enbâʾü ebnâʾi’z-zamân, 7 Cilt.
Beyrut: Dâru Sadr, 1318/1900.
• İsferâyînî, Ḥâşiyetü’l-ʿİṣâm ʿale’l-Câmî, Kalküta 1233, 1256;
İstanbul: 1235, 1256.
• İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye fi’n-naḥv, İstanbul: 1256, 1313.
• İsferâyînî, Şerhü’l-Ferîd fi’n-naḥv, Mekke: el-Feysele, 1985.
• Ömer Rızâ Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 15 Cilt. Beyrut: Dâru
İhyâiʾl-Kütübi’l-Arabiyye, ts.
• Kıftî, İnbâhü’r-ruvât ʿalâ enbâhi’n-nüḥât. 4 Cilt. Beyrut: elMektebetu’l-ʽUnsuriyye, 1424/2003.
• Hulusi Kılıç, “İbnü’l-Hâcib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 21/55-58,
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2000.
• Muhammed b. Mûsâ el-Kudukî, Hâşiyetü’l-Kudukî ‘alâ Hâşiyeti’lİsâm ‘ale’l-Câmî, Bursa: Ferâidci Zade Matabaasi, 1310.
• Ömer Okumuş, “Câmî, Abdurrahman”, TDV İslâm Ansiklopedisi,
7/94-99, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1993.
• Radî, Şerḥu’l-Kâfiye, Cîze: Hecer li’t-Tabaa ve’n-Neşr, ts.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 10
• Mahmud Hasan et-Tûnkî, Mu’cemu’l-mûsânnifin, Beyrut: Matbaatu
Zengu Garaf Tabbare, 1926.
• Muhammed Emin el-Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ
ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn, İstanbul: Dersaadet, 1310.
• Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn ve’l-luġaviyyîn, thk. Muḥammed Ebû’lFaḍl İbrâḥim (b.y.: Dâru’l-Maʿârif, ts.
• Ziriklî, el-Aʿlâm. 8 Cilt. Dâru’l-İlim li’l-Melâyin, 15. Basım, 1423.
11 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
BÖLÜM 1
1. ‘İSÂMUDDÎN EL-İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ
Bu bölümde genel hatlarıyla İsferâyînî’nin hayatı ve ilmi şahsiyetine
yer verildikten sonra onun nahiv ilmindeki önemine ve katkısına
değinilecektedir. Bunun yanı sıra bahis konusu olan haşiyenin nahiv ilmindeki
etkisi ve önemine de dikkat çekilecektir.
1.1. ‘İsâmuddîn el-İsferâyînî’nin Hayatı
İsferâyînî, eserlerinde ismini İbrahim b. Muhammed b. ‘Arabşâh elİsferâyînî ‘İsâmüddîn şeklinde belirtmiştir.2 Kaynaklarda Molla ‘İsâm, elMevlâ ‘İsâm, ‘İsâm, el-‘İsam, Devlet Hâce gibi lakaplarla ve bu günkü İran
sınırları içerisinde bulunan Horasan bölgesinin Nişâbûr kentine bağlı
İsefrâyîn’de doğduğu için buraya nispetle İsferâyînî olarak anılmaktadır.3
Doğum tarihi ile ilgili 873/1469 ve 879/1474 olarak iki farklı rivayet bulunsa
da onun torunu Abdülmelik b. Cemâlüddîn el-‘İsâmî’nin (ö. 1037/1628)
naklettiği son tarih araştırmacılarca tercihe şayan görülmektedir.4 Zaten 72 yıl
yaşadığı belirtilen İsferâyînî’nin vefat tarihinin 951/1544 şeklinde çoğunluk
tarafından kabul görmesi bunu doğrular niteliktedir.5 Meşhur Eş‘arî kelamcı
ve Şafiî fakih Ebû İshâk el-İsferâyînî’nin (ö. 418/1027) soyundan
gelmektedir. Dedesi ‘Arabşâh ve babası Muhammed dönemin büyük
âlimlerindendir. Hem Babası hem dedesi Timurluların hükümranlığı
döneminde kadılık vazifesini ifa etmişlerdir.6 Aynı zamanda dedesi, kelam ve
2
ʻİsâmuddîn İbrahîm b. Muhammed el-İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî (Dersaadet: Mektebetu
Osmaniyye, 1309), 2.
3
ʻİsferâyînî, Şerhu’l-ferîd li İsâmüddîn el-İsferâyînî, thk. Nûrî Yâsîn Huseyn (Mekke: elMektebetu’l-Faysaliyye, 1984), 19-20; Mustafa b. Abdillah Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl ilâ
ṭabaḳāti’l-fuḥûl, thk. Mahnud Abdulakadir Arnavût, (İstanbul: Mektebetu İrsikâ, 2010), 4/429;
Muhammed Bakır b. Zeynelabidin el-Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât fî ahvâli’l-ulemâ ve’s-sadat
(Tahran: Mektebetu İsmâîliyyân, 2011), 1/179-180.
4 Ahmet Tekin, Molla ‘İsâm ve Manzûmetu’l-elğâzi’n-Nahviyye Adlı Eseri, Tarih Okulu
Dergisi (TOD) = Journal of History School (JOHS) [Tarih Okulu], 2018, sayı: 39, s. 5-6.
5 Abdülhay b. Ahmed İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb fî aḫbâri men ẕeheb, (Beyrut: Dâru İbn
Kes̱îr, 1406), 10/417; Abdulmelik b. Huseyn b. Abdulmelik, Simtu’n-nucûmi’l-ʻavâlî fî ebnâi’levâilî ve’t-tevâlî (Beyrut: Dârü’l-Kütübi'l-İlmiyye, 1998), 4/428; Muhammed Hayrüddîn ezZiriklî, el-Aʿlâm (b.y: Dâru’l-İlim li’l-Melâyin, 1423), 1/66.
6 Ahmed Mustafa el-Merâğî, Târîḫu ‘ulûmi’l-belâğe ve’t-ta‘rîfu bi ricâlihâ (Mısır: Mustafe’lBâbi’l-Halebî, 1950), 179.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 12
usûl alanlarında ün yapan Ebü’l-Fazl ‘Adudüddîn el-Îcî’nin (ö. 756/1355)
yakın dostudur.7 Annesi, İsferâyînî’nin eserlerinde kendisine atıfta bulunurken
övgülerle bahsettiği ‘İsâmüddîn Davud el-Havâfî’nin kızıdır.8 Tarih ve
biyografi kaynakları İsmâîl adında bir oğlundan bahsetmektedir. İsferâyînî’nin
‘Alî b. İsmâîl el-‘İsâmî ve Cemâlüddîn b. Sadrüddîn el-‘İsâmî adlarında iki
büyük âlim yetişmiştir. Zikredilen iki âlimin soyundan da birçok âlim
çıkmıştır. Bunların hemen hepsi el-‘İsâmî nisbesiyle anılmıştır.9 Bu da
İsferâyînî’nin aile üzerindeki ilmî etkisini gösteren önemli bir husustur.
İsferâyînî’nin hayatı siyasi çalkantıların ve savaşların eksik olmadığı
bir döneme denk gelmektedir. Bu dönemde Timur Hanedanı üyeleri arasında
taht mücadeleleri yaşanmıştır. Bu mücadelelerin sonucunda Timurlular’ın
önemli ve güçlü isimlerinden Hüseyin Baykara (ö. 911/1506) yönetimi ele
geçirmiştir (1470-1506). İlme önem veren ve ulemâyı destekleyen Baykara,
bilhassa Horasan bölgesinde siyasi birliği nispeten sağlamış olsa da bu uzun
sürmemiştir. Çünkü uzun zamandan beri Özbekler tarafından gerçekleştirilen
akınlar artarak devam etmiş ve 910/1507 de Hanedanın merkezi Herât’ı ele
geçirip Timurlular’ın bölgedeki hükümdarlığına son vermiştir. Daha sonra
bölge kısa aralıklarla Özbekler, Sefeviler ve Babürler arasında el
değiştirmiştir.10 İsferâyînî’nin ilim ve âlimlere önem veren Baykara
döneminde Herât’ta gittiği tahmin edilmektedir. Bunca kargaşa ve
karışıklıklara rağmen burada uzun bir süre kaldığı belirtilmektedir. Daha
sonra İsferâyînî Herât’tan çıkıp Buhara’ya gitmiştir. Bazı tarihçiler,
İsferâyînî’nin dönemin yöntemi tarafından buradan sürüldüğünü iddia
etmiştir. Tûnkî (ö. 1366/1947) onun Herât’tan ayrılışının nedeni Abdulkadir
el-Bedâûnî’den (ö. 1024/1615) naklen şöyle anlatmıştır: “Fıkıh ilminde eşsiz bir
birikime sahip fukahânın öncülerinden Ebü’l Me‘âlî el-Herevî, Abdullah Melik Hân
7 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180.
8 Mahmûd Hasan et-Tûnekî, Mu’cemu’l-musannifin (Beyrut: Matbaatu Zengu Garaf Tabbare,
1926), 54; Tûnekî, 4/376.
9
İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 23-25; Muhammed el-Emîn b. Fazlillâh el-Muhibbî, Ḫulâṣatü’l-es̱er
fî aʿyâni’l-ḳarni’l-ḥâdî ʿaşer, (Beyrut: Dâru Sadr, t.y.), 3/147; İsmail Durmuş, “İsferâyînî,
İsâmüddin” (İstanbul: TDV İslâm Ansiklopedisi, 2000), 22/516-517; Mehmet Fadıl Ünsal,
“ʻİsâmuddîn el-İsferâyînî’nin Şerhu’l-‘Isâm li’l-Ferîde Adlı Eserinin İncelenmesi” (Diyarbakır,
Dicle Üniversitesi, 2015), 24.
10 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 11-13; İsmail Kaya, “Timurlular” (İstanbul: TDV İslâm
Ansiklopedisi, 2012), 177-180.
13 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Turan’ı İsferâyînî’nin Herât’tan sürülmesine ve Mâverâünnehir’de mantık ve felsefe
ilimlerini öğretmeyi engellemeye teşvik etti. Melik Hân onu, çevresi ve talebeleriyle
birlikte Herât’tan çıkarttı. Nitekim mezkûr kadı mantık, felsefe, kelam ve diğer cedel
ilimlerine dair kitapların yapraklarıyla istincâ (taharetlenme) alınabileceğine ve bu
tür ilimlerin okunmasının helal olmadığına dair bir fetva yazdı.”
11 Ancak İsferâyînî,
buradan ayrılış sebebinin özellikle salih ve âlimlerin maruz kaldıkları şiddetli
fitne ve musibetler olduğunu belirtmiştir.12
İsferâyînî, Herât’tan Buhara’ya giderken Buhara yolu üzerinde bulunan
Fasder köyüne uğramış ve bir müddet burada kalmıştır. Burada kendisinin de
belirttiği üzere önemli bir vazifede bulunan çok değerli bir dost edinmiştir. Bu
dostu, kendisiyle ilgilenmiş ve kendisinden torunlarının öğretimi için bir
kitabın telifini istemiştir. O da nahiv ilmiyle ilgili muhtasar olan el-Ferîd adlı
eserini telif etmiştir.13 İsferâyînî, 926/1519 tarihinde Buhara’ya geçmiştir.
Buranın yöneticileri tarafından saygıyla karşılanmış ve samimi bir şekilde
ağırlanmıştır. Buhara’da çeşitli ilmî faaliyetlerde bulunan İsferâyînî ömrünün
sonlarına doğru Hâce Ubeydullah b. Mahmud eş-Şâşî en-Nakşibendi’nin (ö.
895/1490) kabrini ziyaret etmek için Semerkant’a gitmiştir. Bir müddet sonra
hastalığa yakalanan İsferâyînî burada vefat etmiştir.14
1.2. İlmi Şahsiyeti
1.2.1. Tahsili ve Yetişmesi
İsferâyînî, içinden birçok âlimin ve devlet adamının çıktığı kültürlü bir
aileye mensuptur. Yukarıda da temas edildiği gibi İsferâyînî’nin meşhur
allame Ebû İshâk el-İsferâyînî’nin soyundan gelmesi ve dedesi ‘Arabşâh’ın
dönemin meşhur âlimlerinden olup ‘Adudüddîn el-Îcî’nin samimi dostu ve
onun kitaplarının telif ve tasnif işleminde yardımcısı olan on iki havarisinden
biri olması bunun bariz örneklerindendir.15 İsferâyînî, böyle bir aileden
geldiğine göre ilim tahsiline erken yaşlarında başlamış olması gerekir.
11 Tûnekî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/378.
12 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 107-108.
13 Tûnekî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 108; Nihat Tarı, “İsâmuddîn
el-İsferâyînî ve el-Atvel Adlı Şerhinin Belâgat Açısından Değerlendirilmesi (Mukaddime ve
Meʻânî Bölümleri)” (Diyarbakır, Dicle Üniversitesi, 2021), 11.
14 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417; Tûnekî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
15 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 14
Kaynaklarda belirtilmemiş olsa da İsferâyînî’nin dönemindeki âlimler gibi ilk
ilim tahsilini kendi memleketinde bulunan ulemânın yanında gördüğünü
dememiz mümkündür.
Daha önce belirttiğimiz üzere ilim ve ulemâyı sevip sayan Baykara,
yönetimi ele geçirdikten sonra âlim ve şâir olarak bilinen veziri Emîr ‘Alî Şîr
Nevaî (ö. 906/1501) ile birlikte çok sayıda medrese kurarak Herât’ı ilmî
faaliyetler için adeta cazibe merkezi haline getirmişlerdir. Bundan böyle başta
İsferâyînî’nin hocası Molla Câmî (ö. 898/1492) olmak üzere birçok meşhur
âlim buraya yerleşerek ilmî faaliyetlerde bulunmuştur. Bu vesileyle de hem
civar yerlerden hem de uzak yerlerden çok sayıda talebe Herât’a akın
etmiştir.16 İlim öğrenimi için Herât’a gelen talebelerden biri de İsferâyînî
olmuştur. Onun hangi tarihte buraya geldiğine dair kaynaklarda net bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak Şerhu’l-ferîd adlı eserini tahkik eden Nûrî Yâsîn
Hüseyin’nin de ifade ettiği gibi tercih edilen rivayete göre İsferâyînî’nin
doğum tarihi Hicrî 879 ve Molla Câmî’nin vefat tarihi 898 olduğuna göre17
İsferâyînî’nin erken yaşlarda Herât’a gelmiş olması gerekir. Çünkü Molla
Câmî vefat ettiğinde İsferâyînî’nin 19 yaşında olduğu belirtilmiştir.18 Buna
göre İsferâyînî’nin 15 veya bir iki yaş daha küçük ya da daha büyük bir yaşta
Herât’a gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Onun ‘Abdulgafûr el-Lârî (ö.
912/1506) ile birlikte Molla Câmî’nin en gözde öğrencileri olarak kabul edilip
diğer öğrencilerini gölgede bırakmış olmaları bu ikisinin uzun bir zaman
Molla Câmî ile birlikte kaldıklarını gerektirir ki bu da İsferâyînî’nin erken bir
yaşta Herât’a gelip burada uzun bir zaman kaldığını göstermektedir.
Tarih ve biyografi kaynakları İsferâyînî’nin Herât’a Molla Câmî’den
ilim öğrendiğinden söz etmektedir. Ancak İsferâyînî gibi ilmin aşığı biri,
dönemin ulemânın merkezi sayılan böyle bir yerde birçok âlimden istifade
etmemiş olması düşünülemez. Dolayısıyla ilgili kaynaklarda bahsedilmemiş
olsa bile onun Herât’a çok sayıda âlimden ders aldığını söylememiz
mümkündür. İsferâyînî burada iyi bir tahsil görerek hem aklî hem de nakli
ilimlerde ileri bir düzeye gelmiş, akranları arasında temayüz ederek dikkatleri
16 Abdurrahmân b. Nizâmiddîn Ahmed el-Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye (Beyrut: Dâru Ihya’tTurasi’l-`Arabî, 2011), 1/45-46.
17 Ömer Okumuş, “Câmî, Abdurrahman” (İstanbul: TDV İslâm Ansiklopedisi, 1993), 7/94-95.
18 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 30.
15 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
üzerine çekmiş ve İbnü’l-‘İmâd’ın (ö. 1089/1679) belirttiği gibi “Parmaklarla
gösterilir olmuştur.”19 Bundan böyle Herât’a ders vermeye başlamıştır. Tûnkî,
İbn Hâvendeşâh’tan naklen bunu şöyle anlatmaktadır: “(İsferâyînî) iyi huylu ve
zekiydi. Aklî ve hissî/nakli ilimleri tahsil etti. Bu ilimlerde mahir oldu ve akranlarına
tefevvuk etti. Akıcı ve düzgün bir dile sahipti. Ders vermekle meşgul oldu. Derslerde
ince nükteler öğretti. Şöhreti etrafa yayıldı. Mirzâşâh tarafından Herât’a inşa edilen
el-Medresetü’s-sultâniyye’de ders verdi. Aynı şekilde Herât’a bulunan esSultâniyyetü’l-‘aliyye medresesinde de derse verdi.”
20 Herât’a uzun bir zaman ders
verdikten sonra yukarıda da değindiğimiz üzere Buhara’ya gitmeye karar
vermiştir. Buhara’ya gitmeden önce kendisinin de ifade ettiği şekilde Fasder
köyünde bir müddet kalmış ve burada bulunan bir devlet yetkilisinin
torunlarının eğitimiyle ilgilenmiştir.21 Kendisinden bahseden tarihçilerin
çoğunluğuna göre İsferâyînî, hicrî 926 tarihinde Buhara’ya yerleştikten sonra
oranın emiri Abdullah Hân tarafından sıcak bir şekilde karşılanmıştır.
İsferâyînî burada da talebelere ders vermiştir.22 Kimi tarihçiler İsferâyînî’nin
Anadolu’ya gidip ve orada vefat ettiğini rivayet etse de bu, çoğunluk tarafında
kabul görmemiştir.23 Yukarıda değindiğimiz üzere o, ömrünün sonuna kadar
Buhara’da kalmıştır.
1.2.2. Hocaları
‘İsâmüddîn el-İsferâyînî gibi İslâmî ilimlerde önemli bir birikime sahip
bir zatın çok sayıda âlimden ders alması muhakkaktır. Ne yazık ki
İsferâyînî’yi ele alan tarih ve tabakât türü kaynakların geneli sadece onun en
çok istifade ettiği hocası Molla Câmî’den bahsettiklerini görüyoruz. Keza
İsferâyînî ile ilgili yapılan son dönem çalışmalar da bundan etkilenerek onun
hocası olarak sadece Molla Câmî’ye yer vermişlerdir. Ancak Sünni Arap
kaynakları ile birlikte kendisinden ‘İsâm, el-‘İsâm, ‘İsâmüddîn, ‘İsâmüddîn
el-Buhârî gibi farklı lakap ve nisbelerle söz eden Şiî kaynakları taramamız
neticesinde onun birkaç hocasını daha tespit ettik. Tespit edilen hocalarının
isimleri şöyledir:
19 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417.
20 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
21 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 107-108.
22 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
23 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 16
1. Nûrüddîn el-Câmî (ö. 898/1492): 817/1414 tarihinde Horasan’ın
Câm şehrine bağlı Harcird kasabasında doğmuştur. Daha çok el-Câmî
nisbesiyle ve Molla Câmî lakabıyla anılmaktadır. Aklî ve nakli ilimler ile
birlikte tasavvufla da ilgilenmiştir. Hayatının büyük bölümünü Herât’ta
geçirmiş ve orada bulunan Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr’a
intisap etmiştir.24 Çok yönlü bir âlim olarak bilinen Molla Câmî onlarca talebe
yetiştirmiştir. Talebeleri arasında ilim erbabı arasında nam salan ve onunla en
çok anılanlar ise el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye adlı eseri üzerine hâşiye telif eden
‘İsâmüddîn el-İsferâyînî ve ‘Abdulgafûr el-Lârî olmuştur.25 Farsça ve Arapça
olarak birçok alanda kıymetli eserler telif eden Molla Câmî’nin en meşhur
eseri İbnü’l-Hâcib’in (ö. 646/1249) el-Kâfiye’si üzerine yazdığı el-Fevâʾidü’żŻiyâʾiyye’dir.
2. Davûd el-Havâfî: İsferâyînî, kendisinden “Dönemin hocaların hocası
ve itimat ettiğim üstadım dedem dinin ve milletin kılıcı Dâvûd el-Havâfî bana
anlattı.” şeklinde bahsettiği anne tarafı dedesidir.26 Kendi eserlerinde ona atıf
yapmış ve tercih ettiği görüşleri onun görüşleriyle desteklemiştir.
İsferâyînî’nin ilk tahsilini dedesinden aldığı tahmin edilmektedir.27
3. Muhammed b. ‘Arabşâh el-İsferâyînî: Timurlular döneminde kadılık
görevini yapmıştır.28 İsferâyînî’nin babası kadılık yaptığına göre ilimde ileri
bir seviyede olması gerekir.29 Âlim olduğuna göre İsferâyînî’nin kendisinden
istifade etmemiş olması düşünülemez. Muhtemelen dedesi Davû el-Havâfî
gibi o da onun ilk hocalarındandır.
4. Kemalüddîn Mes‘ûd b. Hüseyn eş-Şirvânî (ö. 905/1500): Şâh
Fethullah eş-Şirvânî’nin (ö. 891/1486) talebelerinden olduğu ifade
edilmektedir. Şemsüddîn Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’nin (ö.
24 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 9/543; Leknevî, el-Fevâʾidü’l-behiyye, 86; Okumuş, “Câmî,
Abdurrahman”, 7/94; Tarı, “İsâmuddîn el-İsferâyînî el-Atvel Adlı Şerhinin Belâgat Açısından
Değerlendirilmesi (Mukaddime ve Meʻânî Bölümleri)”, 21-22.
25 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 30; Tarı, “İsâmuddîn el-İsferâyînî el-Atvel Adlı Şerhinin Belâgat
Açısından Değerlendirilmesi (Mukaddime ve Meʻânî Bölümleri)”, 10.
26 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 54, 113.
27 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 23.
28 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417.
29 Nitekim genel teamüle göre özel olarak fıkıh ilminde genel olarak da diğer İslâmî ilimlerde
mütehassıs olanlar bu görev için seçilir.
17 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
702/1303) er-Risâletü’s-Semerḳandiyye fî âdâbi’l-baḥs̱ adlı meşhur risalesine
mükemmel bir şerh çalışması yapmıştır. Tıp, mantık ve kelam alanlarında
dönemin en büyük âlimi kabul edilmektedir.30
5. Ahmed b. Yahya b. Muhammed et-Teftâzânî (ö. 919/1513):
Şeyhülislâm el-Hafîd el-Herevî olarak ün yapmıştır. Tedavülde bulunan
ilimlerde eşsiz bir yetkinliğe sahiptir. İlmî riyasetinin, dedesi Şeyhülislâm
Yahya b. Muhammed et-Teftâzânî’den (ö. 887/1482) kendisine geçtiği ifade
edilmektedir. Horasan’da şeyhülislâmlık görevinde bulunmuştur. Kendi
döneminde medreselerde sıklıkla okutulan birçok esere haşiye ve şerhler
yazmıştır. İsferâyînî, ‘Abdulgafûr ve diğerleri ondan ilim öğrenmiştir.
Rafızilerin Horasana saldırdığı sırada öldürülmüştür. Kâtib Çelebî,
İsferâyînî’nin onun yanında okuduğunu ve uzun bir süre ondan ayrılmadığını
belirtmiştir. 31
6. el-Mevlâ Kara Davûd el-Kôcevî (İzmit) el-Horasanî (948/1541):
Kâtib Çelebî, âlimlerin imtihanı için Sultan Mehmet Fatih’in Molla Çelebî’ye
hazırlattığı sorulara, risale biçiminde cevap verenlerden biri el-Mevlâ
Abdürrahim olduğunu söyleyerek şunları kaydetmiştir: “Mevlâ Abdürrahim
sözü geçen soruların cevaplarına dair risalesinde kendisinin ilimleri el-Mevlâ
Sadruddîn’den aldığını, o da Ebû’l-Feth’den (es-Seyyid Ebu’l-Feth b. Mîrzâ
Mahdûm) o da ‘İsâmüddîn’den o da Kara Davûd’dan almıştır.”
32 Onun Kutbüddîn
er-Râzî’nin (ö. 766/1365) Taḥrîrü’l-ḳavâʿidi’l-manṭıḳıyye fî şerḥi’r-Risâleti’şŞmsiyye adlı eseri üzerine bir haşiye çalışması vardır.
1.2.3. Talebeleri
Uzun bir süre Herât’a ilim tahsilini gören İsferâyînî başta dil ve felsefe
olmak üzere hemen bütün aklî ve nakli ilimlerde yüksek bir seviyeye
ulaştıktan sonra burada ders vermeye başlamıştır. Onun Herât’a Nizâmüddîn
Mevlânâ Zâde el-Hitâ’i’den (ö. 901/1496) sonra “el-Medresetü’s-sultâniyye”
30 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 3/331; Kâtib Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn ʿan esâmi’l-kütüb ve’lfünûn, (Dârü’l-kütüb al-`ilmiyye, 1941), 1/1; Ömer Rızâ Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn
(Beyrut: Dâru İhyâiʾl-Kütübi’l-Arabiyye, t.y.), 12/227.
31 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 1/56, 265-267; Adil Nuveyhed, Mu‘cemü’l-müfessirîn min
ṣadri’l-İslâm ve ḥattâ‘aṣrine’l-ḥâḍır (Beyrut: Müessesetu Nuveyhed, 1409), 2/736.
32 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 1/81; Kuzgun Ömer ed-Değîm-Mahmud es-Seyyid, Fihrisu
maḫṭûṭati’l-‘arabiyye ve’t-türkiyye vel-fârisiyye fî mektebeti Ragıb Paşa (Cidde: Müessesetu’sSerîfetü’l-İlmiyye, 1437), 6/234, 514, 520.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 18
müderrisliğine getirilmiştir. Keza burada bulunan “es-Sultâniyyetü’l-‘aliyye”
medresesinde hocalık yaptığı da kaydedilmektedir.33 Herât’tan sonra
Buhara’da da ders vermiştir. Zaten bütün İslâmî ilimlerde geniş bilgi sahibi
olan İsferâyînî gibi bir âlimin çok sayıda talebe yetiştirmesi şüphesizdir.
Nitekim ilgili kaynaklarda anlatıldığına göre pek çok kişi ondan ilim öğrenmiş
ve Herât’tan çıktığında çok sayıda talebe onunla eşlik etmiştir.34 Onun
döneminde medreselerde sıklıkla okutulan önemli metinler üzerinde şerh veya
haşiye çalışması yapmış olması bunu kanıtlar niteliktedir. Çünkü genellikle
medreselerde ders veren müderrisler, talebelerin daha iyi anlamaları için bahsi
geçen eserler üzerinde şerh veya haşiye yazmışlardır. Konuya ilişkin yapılan
modern dönem çalışmaların çoğunluğu İsferâyînî’nin bir öğrencisinden söz
etmektedir.35 Buna mukabil son dönemlerde yapılan bir çalışmada
İsferâyînî’nin yedi öğrencisinden söz edilmektedir.36 Yaptığımız bütüncül bir
inceleme sonucunda iki öğrencisini daha tespit ettik. İşte tespit edilen
talebelerinin isimleri şöyledir:
1. Sadrüddîn İsmâîl b. İbrahim b. Muhammed b ‘Arabşâh (ö. 963/1556)
İsferâyînî’nin oğludur. Muvaffaküddîn İbrahim b. Muhammed b. Halîl elHalebî (ö. 884/1479) yanında Sahîh-i Buhârî’nin bir kısmını okumuş ve
ondan icazet almıştır. Medine’den Mekke’ye giderken yolda vefat etmiştir.37
Tarih ve biyografi kaynakları Sadrüddîn’in babasından ders aldığından açıkça
bahsetmemiş olsa da onun bilhassa ilk ilim tahsilini ondan aldığı
kaçınılmazdır. Nitekim babası âlim olan klasik dönem ulemânın tamamının
temel ilmi bilgilerini kendi babalarından almaları genel teamül haline gelmiş
bir husustur.
2. Mevlânâ Muhammed Sa‘îd el-Hanefî et-Türkistânî (ö. 970/1563):
Tatlı dilli, güzel huylu, mütevazı, takvalı ve ilim talebelerine karşı şefkatli biri
olarak bilinmektedir. Horasan bölgesinde İsferâyînî ve diğer âlimlerden tahsil
33 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 2/335.
34 ʻİsâmuddîn el-İsferâyînî, Mîzânü’l-edeb fî lisâni’l-arab, thk. Mahmud Sefûr (Şebeketü’lUlûke, ts.), 26; Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
35 İsferâyînî, Mîzânü’l-edeb fî lisâni’l-arab, 26.
36 Tarı, İsâmuddîn el-İsferâyînî ve el-Atvel Adlı Şerhinin Belâgat Açısından Değerlendirilmesi
(Mukaddime ve Meʻânî Bölümleri), 22-27.
37 Abdülhayy b. Fahriddîn el-Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır ve behcetü’l-mesâmiʿ ve’n-nevâẓır
(Beyrut: Dâru İbn Ḥazm, 1420), 5/644.
19 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
görüp ilmini bitirdikten sonra Hindistan’a gitmiştir. Burada Ekber Şâh etTimurî tarafından saygıyla karşılanmıştır. Daha çok alet ilimlerinde ün yapan
Türkistânî’den çok sayıda kişi istifade etmiştir.38
3. es-Seyyid el-Emîr b. Mîrzâ Mahdûm el Hüseynî el-‘Arabşâhî (ö.
976/1568): Cürcânî’nin (ö. 816/1413) soyundandır. Kendisinin Şiî, babası
Mîrzâ Mahdûm’un ise Sünni olup II. Şâh İsmâîl’i Şiîlikten vazgeçiren kişi
olduğu kaydedilmektedir. Kelam, usûl, tefsir ve fıkıh ilimlerinde ün yapmıştır.
Dönemin İran şâhı adına ahkâm ayetleriyle ilgili et-Tefsîru’ş-Şâhî isminde bir
kitap yazmıştır.39
4. Hâce Hâfız Kemalüddîn Muhammed Mîrek et Taşkendî el Ferkendî
(ö. 980/1572): Horasan bölgesinde İsferâyînî ve diğer âlimlerden tahsil görüp
ilmini bitirdikten sonra Hindistan’a gitmiştir. Daha sonra Mekke’ye oradan da
Anadolu’ya geçmiştir. Hocası İsferâyînî’nin Mîzânü’l-edeb adlı eserine
‘Ucâletü’l-beyân fî şerhi’l-Mîzân adında bir haşiye yazmıştır.40
5. Mevlânâ Muhammed Sa‘îd b. Mevlânâ Hâce el-Horasanî (ö.
981/1573): Mîr Kelân olarak şöhret bulmuştur. Muhaddis Nesîmüddîn
Muhammed b. Mîrek Şâh’tan hadis ilmini öğrenmiş ve daha ziyade bu alanda
tahassüs etmiştir. Büyük bir âlim olarak kabul edilen Mîr Kelân’dan çok
sayıda kişi ilim öğrenmiştir.41
6. Nizâmiddîn el-Hanefi el-Bedehşî (ö. 993/1585): Horasan’dan
Hindistan’a gitmiştir. Burada Ekber Şâh et-Timurî’nin yakın dostu olmuştur.
Ekber Şâh ona ve çocuklarına önemli vazifeler tevdi‘ etmiş ve kendisine Gazî
Hân lakabını vermiştir. Kelam alanında tahassüs ettiğinden bu alanla ilgili iki
eser telif etmiştir.42
7. Rüknüddîn ‘Alâüddevle el-Mervezî es-Simnânî (ö. 999/1591):
Mâverâünnehir’de İsferâyînî ve diğer bazı âlimler yanında tahsil gördükten
sonra Mekke’ye gitmiştir. Burada İbn Hacer el Heytemî’den (ö. 974/1567)
38 Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, 4/422.
39 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180; Abbâs Kummî, el-Kunâ ve’l-elkâb (Tahran: Maktabatü’sSadr, 1348), 2/468.
40 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 2/1916.
41 Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, 4/422.
42 Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, 4/441.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 20
ders almıştır. Daha sonra Hindistan’a geçerek burada Ekber Şâh’ın oğlunun
doğum günü dolayısıyla bir kaside yazarak Şâh’ı tebrik etmiştir. Daha çok
edip ve şâir yönüyle ün yapan Mervezî’nin bir divanı mevcuttur.43
8. Ebû Muhammed Molla Hasan b. Muhammed ez-Zîbârî eş-Şehrezûrî
(ö. 1078/1667): ‘İmâdiye aşiretinin iki büyük kolundan biri olan Zîbâr
kabilesindendir. Hocası İsferâyînî’nin, es-Semerkandî’nin Risâletü’listiʿâre’sinin (er-Risâletü’s-Semerḳandiyye) şerhi üzerine telif ettiği haşiyesi
meşhurdur.44
9. Mevlânâ Hüseyn et-Türkistânî (ö. ?): Edip ve şâir olarak ün
yapmıştır. Türkistânî’nin ilim tahsilini bitirdikten sonra Semerkant’ta bulunan
Uluğ Bey medresesinde dersi verdiği kaydedilmektedir.45
1.2.4. Eserleri
İsferâyînî’nin ilmî faaliyetleri tedrisatla sınırlı kalmamıştır. Bunun yanı
sıra yoğun bir telifat da yapmıştır. O, tefsirden fıkha, kelamdan mantığa,
münazaradan dil ilimlerine kadar hemen bütün İslâmî ilimlerde birbirlerinden
kıymetli çok sayıda eser vererek sonrakiler için büyük bir ilmî miras bırakan
velut bir âlimdir. İbnü’l-‘İmâd (ö. 1089/1678) “İsferâyînî ilimlerde deryadır.
Her ilimde güzel ve yararlı eserleri vardır.”46 söyleyerek bu gerçeğe dikkat
çekmiştir. İsferâyînî’nin yazdığı eserler farklı tür ve nitelikte çalışmalardır.
Bunların bir kısmı İsferâyînî’nin yaşadığı dönemde medreselerde okutulan
metinlere yazılan şerh biçimindedir. Bir kısmı medreselerde çokça okutulan
ve talebelere ezberletilen muhtasar metinler üzerinde yazılan şerhler ile ilgili
haşiye ve talik şeklindedir. Diğer bir kısmı ise özgün çalışmalardan ibarettir.
Onun bu eserleri sonraki ulama arasında büyük rağbet görmüş ve şerh, haşiye
vb. çalışmalara konu edinilmiştir. Yine eserlerinin bir kısmı medreselerde
temel ders kitabı olarak okutulmuş, diğer bir kısmı yardımcı kaynak olarak
okutulmuş ve müracaat edilen kaynaklar arasında yerini bulmuştur. Eserleri
ilimlere göre şöyle sıralanabilir:
43 Seyyid Abdillah Şerefüddîn, Me‘ mevsûati ricâli’ş-Şî‘a (Beyrut: el-İrşâd li’t-tabâa ve’n-neşr,
1411), 1/193.
44 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 4/482.
45 Tarı, “İsâmuddîn el-İsferâyînî", 27.
46 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417.
21 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
1.2.4.1. Tefsir
İsferâyînî nakli ilimlerden ziyade aklî ve dil ilimlerinde uzmanlaşmış ve
telifatlarında bu ilimlere ağırlık vermiştir. Bu nedenle de tefsir ilminde özgün
bir eser ortaya koymamıştır. Sadece Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) Envârü’ttenzîl ve esrârü’t-te’vîl adlı eserine Ḥâşiye ʿalâ Tefsîri’l-Beyżâvî: Adında bir
kitap yazmıştır. Eser, Fatiha süresinden A’râf’ın sonuna ve Nebe’ süresinden
Kur’an’ın sonuna kadar almıştır.
İsferâyînî’nin Envârü’t-tenzîl’i seçmesi muhtemelen o dönemde
medresede okutulduğundan ötürüdür. Çünkü anlaşılması zor veciz ifadelerle
ele alınan edebî ve felsefi nüktelerle dolu Beyzâvî’nin söz konusu tefsiri,
medreselerde ders olarak okutulmuştur. İsferâyînî de sözü edilen tefsire
yazdığı haşiyesinde talebelere anlaşılması zor gelen ifadeleri izah etmeye
çalışmış, edebî ve felsefî konuları tahlil etmiştir.
Sonraki ulemânın iltifatına mazhar olan bu eser, farklı çalışmalara konu
yapılmış mükemmel bir çalışmadır. Çelebî, “Münasip düzenlemeler ve mükemmel
tahkiklerle doludur.” şeklinde methetmiştir. İsferâyînî, bu haşiyesini Kanuni
Sultan Süleyman’a ithaf etmiştir.47 Nûr el-Habeşî, Nisâ süresinin 39. Ayetinde
176 ayetine kadar 2013 yılında Yüksek Lisans Tezi olarak tahkik etmiştir.48
1.2.4.2. Hadis
Şerḥu’ş-Şemâʾil’t-Tirmizî: Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî’nin (ö.
279/892) eş-Şemâʾilü’n-nebeviyye adlı eseriyle ilgili bir haşiye çalışmasıdır.
Birçok önemli ilmî nükteleri haiz olması açısından eşsiz bir eser olarak tavsif
edilmekle beraber aklî ihtimallere çokça yer verdiğinden eleştirilmiştir.49
47 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 1/190.
48 Tafsilatlı bilgi için bk. Majıd Kareem Abdullah Abdullah, İsâmüddîn Arabşâh elİsferâyînî’nin (v. 945/1538), Hâşiye ʹalâ Tefsîri’l-Beyzâvî adlı yazma eserinin incelenmesi
(En’am Suresi) (Çankırı: Çankırı Karatekin Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans, 2021).
49 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 2/1059; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 69.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 22
1.2.4.3. Fıkıh ve Usûlü
İsferâyînî’den bahseden tarihçi ve biyograficilerin tamamına yakını
onun amelde Hanefî mezhebine bağlı olduğunu beyan etmiştir. Nitekim birisi
fıkıh usûlüne, ikisi fürû‘a ilişkin olmak üzere toplamda telif ettiği üç eseri
Hanefi mezhebiyle ilgili olması bunu açıkça teyit etmektedir. Yine telif ettiği
fıkıh eserlerinde genellikle Şâfiî mezhebine karşı Hanefî mezhebini
savunması bunu kanıtlar niteliktedir. Buna mukabil Çelebî, İsferâyînî’nin
ameli mezhebinin Şâfiî olduğunu belirtmiştir.50 Muhtemelen Çelebî,
İsferâyîn’den çıkan âlimlerin hemen tamamı Şâfiî mezhebine bağlı
olduğundan böyle bir iddiada bulunmuştur. Yani bu bölgede Şâfiî mezhebi
hâkim olduğu için İsferâyînî de bu mezhebe bağlı olduğuna kanaat getirmiştir.
Fıkıh ve usûle ilişkin eserleri şunlaradır:
a. Ḥâşiye ʿalâ şerḥi’l-Viḳāye: Mergīnânî’nin (ö. 593/1197) elHidâye’sinin muhtasarı olan Viḳāyetü’r-rivâye’ye51 yazılan şerhin
haşiyesidir.52
b. Hâşiye ʻale’l-Hidâye: Mergīnânî’nin el-Hidâye adlı eseri üzerine
yazılmış bir haşiyedir.53
c. Hâşiyetu’l-ʻİsam ʻale’t-Telvîh: Teftâzânî’nin (ö. 792/1390)
Sadrüşşerîa’nın Tenḳīḥu’l-uṣûl adlı eserine yazdığı et-Telvîḥ ilâ keşfi
ḥaḳāʾiḳi’t-Tenḳīḥ isimli çalışmasıyla ilgili bir haşiyedir.54
d. Şerḥu Kitâbi manṭıki’ş-şerî‘e: Bununla ilgili her hangi bir bilgiye
rastlamadık. Kaynaklarda sadece ismi geçmekte olup eser hakkında herhangi
bir malumat yer almamaktadır.55
50 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 1/55.
51 Viḳāyetü’r-rivâye, Sadrüşşerîa es-Sânî Ubeydullāh b. Mes‘ûd el-Muhibbî (ö. 747/1346)
tarafından ele alınmıştır. söz konusu şerhi ise Cüneyd b. Sendel’in el-Hanefî tarafında telif
edilmiştir.
52 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, ts., 60/964.
53 Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî (Abu Dabî: el-Mecmeu’ssekafî, 2004), 3/2071.
54 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, 44/190.
55 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Hafiz Abdul Qadeer, “Menhecu Şeyh ‘İsâmüddîn elİsferâyînî fî hâşiyetihi ‘alâ Şerhi’l-Vikâye”, el-Mîzân 4, sy 1 (2022): 22.
23 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
1.2.4.4. Kelam
İsferâyînî aklî ilimlere büyük önem vermiştir. Dil, belâgat, mantık,
felsefe ve kelâm gibi aklî ilimlere ilgi duyan İsferâyînî bu alanlarda ciddi
çalışmalr yapmıştır. Eserlerinde araştırmacı bir yaklaşım sergilemesi, değişik
görüşleri değerlendirip eleştirmesi, ince ve karmaşık meseleleri çözmesi gibi
özellikleri sebebiyle kaynaklar onu imam, allâme, muhakkik, müdekkik,
evhadü’l-muhakkikîn gibi sıfatlarla anmıştır. Dolayısıyla onun aklî ilimlerden
olan kelamî yönü ağır basmıştır.56 Kendisinden söz eden âlimler İsferâyînî’nin
bu tür ilimlerdeki tahassüsüne dikkat çekmişlerdir.57 Kelam alanında otorite
sayılan Cürcânî, Îcî, Razî ve Teftâzânî gibi âlimlere ait felsefe ağırlıklı kelama
dair eserler üzerine çalışmalar yapmış olması bahse konusu ilimdeki yerini net
bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim İsferâyînî, sözünü ettiğimiz
kelamcıların bu ilme ilişkin mümtaz ve ilim dünyasında büyük itibar gören
eserlerini titizlikle incelemiş, muhtevalarını iyice kavramış ve onlara şerh ve
haşiye yazarak kapalı ve zor meselelerini ve ifadelerini izaha kavuşturmuştur.
Gerektiğinde söz konusu eserlerin müelliflerini eleştirmekten geri durmamış
ve kelamî meseleler için özgün görüşler ortaya koymuştur.58 Bu, onun kelam
ilmindeki konumunu belirleyen önemli bir husustur. Kimi biyografici
İsferâyînî’yi Şîa ulemâsı arasında zikretse59 de onun Sünni olduğu hususu
şüphe götürmeyecek ölçüde nettir. Eserlerinde Şîa düşüncesini eleştirmesi
bunu kanıtlamaktadır. Söz gelimi Yavuz Sultan Selim’i methederken “Şîa’nın
iğrenç ordusunu yenen, ehlisünnet ve cemaati destekleyen”
60 şeklinde bir ifade
kullanması bunu göstermektedir. İsferâyînî’nin ehlisünnet itikadının iki ekolü
olan Eş‘arî ve Mâtürîdî ile ilgili temel metin ve şerhlerine dair çalışmaları olsa
da Eş‘arî olduğuna kanaat getirilmiştir. Esasında konuya ilişkin ele aldığı
çalışmalar incelendiğinde onun birçok kelamî konularda bağımsız fikirler
56 Geniş bilgi için bkz. Furat Akdemir, Kelâm Tarihine Giriş (Tarihsel Süreçte Kelam),
Kahramanmaraş: KLM Yayınları, 2022, 16-20; ayrıca bkz. Veysi Ünverdi, Mâtüridi Kelamı
(Kelam Tarihi), Nobel Yayınları, Ankara 2022, 197-210.
57 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/179.
58 Bkz. Furat Akdemir, Akıl-Nakil İlişkisi (Kelamda Yöntem ve Esaslar), Kahramanmaraş:
KLM Yayınları, 2023, 169-173; Veysi Ünverdi, Mutezile ve İmamet, Endülüs Yayınları,
İstanbul 2020, 10-30; İmamiyye Şiasının İmamet Anlayışının Eleştirisi, İlahiyat Yayınları,
Ankara 2016, 15-44;
59 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/475.
60 Nûr Habeşî, Ḥâşiyetül-İsâmi’l-İsferâyînî ʿalâ Tefsîri’l-Beyżâvî, ts., 333.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 24
geliştirdiğini ve bu anlamda kelam ilminde önemli katkılar sunduğunu
söylemek mümkündür.
Kelam ilmiyle alakalı çalışmaları şu şekildedir:
a. Ḥâşiyetü’l-ʿİṣâm ʿalâ şerḥi’s-Saʿd ʿale’l-ʿAḳāʾidi’n-Nesefiyye:
Teftâzânî’nin, Nesefî’nin (ö. 537/1142) ʿAḳāʾidü’n-Nesefî adlı muhtasar
metnine Şerḥu’l-ʿAḳāʾid adıyla yazdığı şerhin haşiyesidir.61
b. Ḥâşiye ʿalâ şerḥi’l-Mevâkif: Cürcânî’nin (ö. 816/1413) ‘Adudüddîn
el-Îcî’ye (ö. 756/1355) ait el-Mevâḳıf fî ʿilmi’l-kelâm adlı esere yazdığı
Şerḥu’l-Mevâḳıf isimli eserinin haşiyesidir.62
c. Şerḥu’l-ʿAḳāʾidi’l-ʿAḍudiyye: Îcî’nin el-Mevâḳıf adlı eserinin
şerhidir.63
d. Şerḥu Ṭavâliʿu’l-envâr min meṭâliʿi’l-enẓâr: Beyzâvî’nin (ö.
685/1286) kelama dair eserinin şerhidir.64
1.2.4.5. Mantık
İsferâyînî’nin aklî ilimlere ilgi duyması, bu alanının önemli
ilimlerinden olan mantık ilmindeki çalışmalarına da yansımıştır. Nitekim
İsferâyînî, mantık ilminde otorite kabul edilen müelliflerin eserlerine ulaşma
imkânı bulmuş, bunları tetkik ederek değerlendirmiş ve onlarla ilgili çeşitli
çalışmalar yaparak özgün düşünceler üretebilmiştir.
Mantık ilmindeki çalışmalarını şöyle sıralayabiliriz:
a. Ḥâşiyetü’l-ʿİṣâm ʿalâ Şerḥi’l-Ḳuṭb ʿale’ş-Şemsiyye fi’l-manṭıḳ:
Râzî’nin, Necmüddîn Debîrân ‘Alî b. Ömer el-Kâtibî’nin (ö. 675/1277) erRisâletü’ş-Şemsiyye fi’l-ḳavâʿidi’l-manṭıḳıyye risâlesine yazdığı Taḥrîrü’l61 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, 124/98; Durmuş, “İsferâyînî,
İsâmüddin”, 22/517.
62 İsmâîl b. Muhammed el-Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn esmâʾul-muʾellifîn ve âs̱âru’l-muṣannifîn
(Beyrut: Dâru İḥyâʾi Turâs̱i’l-ʿArabî, 1951), 1/26.
63 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”,
22/517.
64 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
25 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ḳavâʿidi’l-manṭıḳıyye fî şerḥi’ş-Şemsiyye adlı şerhi üzerine yazılan bir
haşiyedir.65
b. Şerḥu Tehẕîbi’l-manṭıḳ ve’l-kelâm: Teftâzânî’nin Tehẕîbü’l-manṭıḳ
ve’l-kelâm adlı eserinin şerhidir.66
c. Şerḥu’l-Muḥaṣṣal efkâri’l-mutekaddimîn ve’l-müteahhirîn mine’lve’l-hükemâ mütekellimîn: Râzî’nin felsefe ve mantığa dair eserinin şerhidir.67
d. Ḥâşiye ‘alâ külliyâti’l-Meṭâli‘: Sirâcüddîn el-Urmevî’nin (ö.
682/1283) Meṭâliʿu’l-envâr adlı eserine Kutbüddin er-Râzî tarafından yapılan
şerhin haşiyesidir.68
e. Şerḥu’l-Ġurre fi’l-manṭıḳ: Cürcânî’nin farsça olarak ele aldığı
eserinin şerhidir. Bu şerh, metni gibi farsça diliyle yazılmıştır.69
f. Risâle fî taḥkîkâti’l-mahṣûrâti’l-erba‘.70 İsminden de anlaşıldığı
üzere olumlu külli önerme, olumsuz külli/tümel önerme, olumlu cüzî/tikel
önerme ve olumsuz cüzî önermeden ibaret olan dört tür önermenin (mahsûratı erbe‘a) incelmesiyle ilgili bir risaledir.
g. Risâle fî beyâni’n-neseb beyne’l-ḳażâyâ: Bitişik ve ayrık şartlı
önermeler arasındaki ilişkinin kurulması hakkındadır.71
h. Risâle fî mebḥas̱i taḳsîmi’l-ḳażıyye:
72 İsminden anladığımız kadarıyla
yüklemli ve şartlı önermelerle ilgilidir.
ı. Risâle fi’t-ta‘lîḳ ‘alâ ḳavli şâriḥi’ş-Şemsiyye: Şemsiye metnini şerh
eden Kütbuddîn er-Râzî’nin ḳad ceret ‘âdetü’l-müṣannifîn şeklindeki
ifadesinin izahıyla ilgilidir.73
65 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu
mahtûtat, 105/914; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
66 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
67 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
68 Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn, 1/26.
69 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
70 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180; Qadeer, “Menhecu Şeyh ‘İsâmüddîn el-İsferâyînî fî
hâşiyetihi ‘alâ Şerhi’l-Vikâye”, 23.
71 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180.
72 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/180; Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
73 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/179; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 65.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 26
i. Risâle fi’t-ta‘lîḳ ‘alâ ârâi şâriḥi’ş-Şemsiyye: Şemsiye metnini şerh
eden Râzî’nin fîmâ yu‘teber târeten bi ḥasebi’l-ḥaḳîke ve târeten bi ḥasebi’lmecâz şeklindeki ifadesinin açıklamasıyla ilgilidir.
74
j. Şerḥu’r-Risâleti (l-kübrâ) fi’l-manṭıḳ: Cürcânî’nin mantık ile ilgili
risalesi üzerine Farsça yazılmış bir şerh çalışmasıdır.75
k. Şerḥü’ş-Şemisiyye li’l-Kazvinî: Kazvinî’nin er-Risâletü’ş-Şemsiyye
fi’l-ḳavâʿidi’l-manṭıḳıyye adlı eserinin şerhidir.76
1.2.4.6. Münazara
Hakikatin ortaya çıkması adına yapılan tartışmalar için belirlenen
kurallar ve tartışma yapanların uyması gereken adaplar şeklinde ifade
edebileceğimiz münazara, özelde fıkhî meselelerde genel olarak bütün İslâmî
ilimlerle ilgili meselelerde gerçekleşen ihtilafların isabetli neticelere
varılabilmesi için oldukça ihtiyaç duyulan bir ilimdir. Nitekim her dönemde
ulemâ arasında bütün İslâmî ilimlerle ilgili konularda ilmî tartışmalar
meydana gelmiş, hatta bazı dönemlerde yöneticiler tarafından bunun için özel
meclisler kurulmuştur. Bu sebeple de ilk dönemlerden itibaren âlimler bu ilme
eğilmiş ve gereken ihtimamı göstermiştir. Münazara yönü güçlü olan
ulemâdan biri şüphesiz İsferâyînî’dir. O, konuya ilişkin telif ettiği çalışmalar
ile bu ilme yaptığı katkılar inkâr edilemez bir gerçektir. Onun söz konusu ilme
hâkimiyeti diğer çalışmalarına da yansımıştır. Çünkü özellikle haşiye ve şerh
türü eserlerinde yoğun bir tartışma ve eleştiri göze çarpmaktadır.
Münazara ilmiyle ilgili eserleri şunlardır:
a. Şerḥu’l-Âdâbi’l-ʿAḍudiyye: Îcî’nin münazara ilmine dair erRisâletü’l-ʿAḍudiyye’ye yazılan şerhtir.77
b. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Ḥüseyniyye fî âdâbi’l-baḥs̱ ve’l-münâẓara: Şâh
Hüseyin el-Çelebî el-‘Acemî’nin (ö. 918/1512) er-Risâletü’l-Ḥüseyniyye fî
âdâbi’l-baḥs̱ ve’l-münâẓara adlı eserine yazılan şerhin haşiyesidir.78
74 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 65.
75 Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
76 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/179.
77 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
78 Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
27 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
b. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Kemâli’ş-Şirvânî: İsferâyînî’nin hocası
Kemâleddin eş-Şirvânî’nin Metnü’l-adâb li’s-Semerkandî üzerine yazdığı
şerhin haşiyesidir.79
d. Şerḥu adâbi’s- Semerkandî: Semerkandî’nin Metnü’l-adâb li’sSemerkandî adlı metnin şerhidir.80
e. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi Risâleti’l-Îcî fî âdâbi’l-bahs: Mollâ Hanefî etTebrîzî (ö. 900/1495) tarafından ‘Adudüddîn el-Îcî’nin münazara ilmine dair
Risâletu âdâbü’l-baḥs̱ adlı eseri üzerine telif edilmiş şerhin haşiyesidir.81
1.2.4.7. Arap Dili
Malum olduğu üzere Arap diliyle alakalı ilimlerin temel amaçlarından
en önemlisi Kur’an ve sünnetin naslarını Allah’ın murat ettiği anlamlarıyla
sağlıklı bir şekilde anlamaktır. Bu sebeple de ilk dönemlerden itibaren İslâmî
ilimlerle ilgilenen âlimlerin tümü Arap diline büyük önem vermiş ve bu alanla
ilgili ilim dalları geliştirmeye çalışmalardır. Bu noktada klasik dönem âlimleri
genel olarak İslâmî ilimlerden birisinde bir adım öne çıkmış olsa da hemen
hepsinin Arap dili ilimlerinde de kendilerini geliştirmişlerdir. Bu alanda
yaptığı çalışmalarıyla tanınan ve takdir edilen ulemâ arasında İsferâyînî
önemli bir yer edinmektedir. Onun bu alandaki çalışmalarını, Arap dili altında
bulunan farklı ilim dallılarına ayırarak şu şekilde sıralayabiliriz:
1.2.4.7.1. Belagat
a. el-Aṭvel: Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) Miftâḥu’l-ʿulûm isimli eserinin
belagat ilmiyle ilgili üçüncü bölümünün özeti olan Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ın
şerhidir. İsferâyînî, Teftâzânî’nin aynı metin üzerinde yazdığı el-Muṭavvel’e
mukabil olarak telif ettiği bu eserinde Teftâzânî’ye çokça itirazda
bulunmuştur.82
79 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 3/331; Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
80 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 75; Tarı, İsâmuddîn el-İsferâyînî", 35.
81 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, 57/756; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd,
75.
82 Ziriklî, el-Aʿlâm, 1/66.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 28
b. Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti’s-Semerḳandî ʿalâ Şerḥi’l-Muṭavvel:
Teftâzânî’nin, Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ına yazdığı şerhe Ebü’l-Kāsım esSemerkandî (ö. 888/1483) tarafından yazılan haşiyenin haşiyesidir.83
c. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’ş-Şerîfi’l-Cürcânî ‘alâ Muṭavveli’t-Teftâzânî:
Cürcânî’nin el-Muṭavvel’e yazdığı hâşiyenin haşiyesidir.84
d. Ḥâşiye ʿalâ ‘Urûsi’l-efrâḥ/Muḫtaṣari’l-ma‘ânî li’t-Teftâzânî:
Teftâzânî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’a Muḫtaṣari’l-ma‘ânî ismiyle yazdığı şerhin
haşiyesidir.85
e. Ḥâşiye ʿalâ’l-Muṭavvel: Teftâzânî’nin el-Muṭavvel adlı eserinin
haşiyesidir.86
f. Hâşiyetü Risâleti’l-istiʿâre: Semerkandî’nin Risâletü’l-istiʿâre’sine
yazılan haşiyedir.87
g. er-Risâletu’l-Fârisiyye el-ʻİsâmiyye: İsti‘âre ilmiyle ilgili farsça
yazılan muhtasar bir metindir.88
h. Risâle fî beyân’l- mecâz: Beyân ilminin önemli konularından biri
olan mecâz ile ilgilidir.89
ı. Risâle fî ifâdeti’t-takdîm ve’t-taḫṣîṣ: Meânî ilminin iki önemli
konuları olan takdim ve tahsîse ilişkin bir çalışmadır.90
i. Şerḥu Risâleti’l-ferîde li’s-Semerkandî: Semerkandî’nin beyân ilmine
ilişkin risalesine yazılan bir şerh çalışmasıdır.91
83 Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
84 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 58; Carl Brockelmann, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, çev. Ramazan
Abduttevvâb (Kahire: Dâru’l-Maʿârif, ts.), 5/256.
85 Brockelmann, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, 5/252.
86 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 58.
87 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
88 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 59.
89 Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
90 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 59.
91 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377.
29 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
1.2.4.7.2. Vaz‘
a. Risâle fi’lvaḍ‘: Vaz‘ ilmiyle ilgili bir risaledir. İsferâyînî’nin nahiv
ilmine ilişkin Şerhu’l-ferîd adlı eserinin muhakkiki bu risalenin iki
nüshasından söz etmektedir.92
b. Şerḥu’r-Risâleti’l-Vażʿiyye: Vaz‘ ilmiyle alakalı en meşhur eseridir.
‘Adudüddîn el-Îcî’nin vaz‘ risalesinin şerhidir. Bunun üzerinde çok sayıda
haşiye çalışması yapılmıştır.93
c. Risâle fi’d-delâleti’l-vaz‘iyye: Vaz‘î delalet ile ilgili bir risaledir.94
1.2.4.7.3. Edebiyat
a. Şerḥ-i Ḳaṣîde-i Bürde: Bûsîrî’nin (ö. 695/1296 [?]) Resûlüllah
hakkında yazdığı Bürde kasidesinin Farsça şerhidir.95
b. Tercemetu fetḥi’n-nuḳûḍ fî şerḥi’l-l-‘arûḍi’l-Endülüsî: Muhammed b.
Abdillah el-Ensârî’nin aruz ilmiyle ilgili Kitâbu’l-‘arûdi’l-Endelusî adlı
çalışmasının şerhidir.96
1.2.4.7.4. Sarf
a. Şerḥu’ş-Şâfiye fi’t-taṣrîf: İbn Hâcib’in sarf ilminin temel
metinlerinden olan eş-Şâfiye’nin şerhidir.97
b. Şerḥu’l-Kuṣârâ: İbn Hacer el-‘Askalânî’nin (ö. 852/1449) el-Ḳuṣârâ
adlı sarf metninin şerhidir.98
c. Ḥâşiye ʿale’l-Çârperdî: Çârperdî’nin (ö. 746/1346), İbn Hâcib’in eşŞâfiye’sine yazdığı şerhin haşiyesidir.99
92 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 72.
93 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
94 Ali Kuşçî vd., Semâni resâil fîmâ ene kultu, thk. Muhammed Abdusselâm Muhammed İsvesî
(Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, t.y.), 103.
95 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377.
96 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 74.
97 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1072.
98 Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn, 1/27.
99 Brockelmann, Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî, 5/329.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 30
d. Ḥâşiye ʿale Şerḥi’ş-Şâfiye li’n-Nukrekâr: Cemâlüddîn enNukrekâr’in (ö. 776/1375), İbnü’l-Hâcib’in eş-Şâfiye’sine yazdığı şerhin
haşiyesidir.100
e. Şerḥu Merâhi’l-ervâh Ahmed b. ‘Alî b. Mes‘ûd’un meşhur sarf metni
alanında yazdığı Merâhu’l-ervâh’ın şerhidir.101
1.2.4.7.5. Nahiv
Aşağıda nahivle ilgili eserleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Bu
nedenle burada diğer ilimlerle ilgili eserleriyle bütünlük arz etmek amacıyla
nahiv ilmine ilişkin çalışmalarının sadece isimlerine yer verilecektir.
a. Şerḥu’l-Kâfiye fi’n-naḥv (li’bni’l-Ḥâcib).
b. el-Ferîd fi’n-naḥv.
c. Ḥâşiyetü’l-ʿİṣâm ʿale’l-Câmî.
d. Mîzânü’l-edeb.
e Muḫtaṣarü’l-Kâfiye li İbni’l-Hâcib.
f. Manzûmetü’l-elgâzi’n-nahiviyye.
g. Şerḥü’l-Ferîd fi’n-naḥv.
h. İ‘râbu’l-Kâfiye li İbni’l-Hâcib.
ı. Şerhu dîbâceti’l-Misbâh fi’n-nahv.
i. ‘Azîziyye Şerhi şevâhidi’l-Kâfiye.
102
100 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 50.
101 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 54.
102 Bkz. İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 48-56;İsâmüddîn el-İsferâyînî, Şerḥu’l-‘İsâm ‘alâ Kâfiyeti
İbni’l-Ḥâcib, (tahkik edenin mukaddimesi), thk. Muhammed Bâsıl Uyûnu’s-Sûd (Bayrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2020), 17-18. Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376-379; Hânsârî,
Ravdâtu’l-cennât, 1/169-180; Tarı, “İsâmuddîn el-İsferâyînî”, 28-30; Durmuş, “İsferâyînî,
İsâmüddin”, 22/516-517.
31 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
1.3. Vefatı
İsferâyînî’nin vefatına ilişkin tarihçilerden farklı tarihler kaydedilmiştir.
Çelebî, 943/1536,103 944/1537, 945/1538, 950/1543, şeklinde dört farklı tarih
rivayet etmiştir.104 Yine kimi tarihçi onun vefat tarihi 943/1536, kimisi
944/1537, kimisi ise 951/1544 olarak belirtmiştir.105 Ancak İsferâyînî ile ilgili
yapılan son dönem çalışmalar, onun vefat tarihini 951/1544 olarak
kaydedenlerin görüşlerini şu iki sebepten dolayı daha isabetli bulmaktadırlar.
1) 951/1544 tarihi kaydeden İbnü’l-‘İmâd’dır. Nitekim İsferâyînî’den söz
eden en eski kaynak İbnü’l-‘İmâd olduğuna göre bu tarihin isabetli olma
olasılığı daha yüksektir. 2) İsferâyînî’nin torunu dedesinin 72 yıl yaşadığını
ifade etmektedir. Bu ise İbnü’l-‘İmâd tarafından nakledilen 879/1474 doğum
tarihiyle uygun düşmektedir.106 Daha önce ifade ettiğimiz gibi İsferâyînî, ünlü
mutasavvıf Hâce Ubeydullah es-Semerkandî için gittiği Semerkant’ta vefat
etmiştir. Burada oluşan büyük kalabalık tarafından kılınan cenaze namazına
müteakip Semerkant’ta mezkûr mutasavvıfın yanında defnedilmiştir.107
1.4. Nahvî Yönü ve Nahiv İlmindeki Yeri
Malum olduğu üzere bir âlimin belli bir ilmî yönü veya bir ilimdeki
konumu o ilimle ilgili ortaya koyduğu özgün görüşler, ele aldığı çalışmalar,
yetiştirdiği talebeler vb. ilmî faaliyetlerle bilinir.
103 Çelebî’nin aktardığına göre isferâyî’nin bazı talebeleri onun vefat tarihinin hicri 943
olduğunu şu beyitlereler dile getirmişlerdir:
مات أستاذنا عصام الدين ... عنده كان كل علم سهل
هو بالفضائل كان متصفا ... صار تاريخ موته بالفضل
Hocamız ‘İsâmüddîn vefat etti….bütün ilimler ona kolay gelirdi.
O faziletlerle nitelenirdi….onun vefat tarih “بالفضل) “kelimesidir)
Yani ebced hesabıyla vefat tarihi “بالفضل“kelimesini oluşturmaktadır. Buna göre “ب = “2+” ا =“
1+ “ل =“30+ ” ف =“80+” ض =“800+” ل = “30. Bunun toplamı ise 843’tır. Kâtib Çelebî,
Süllemü’l-vüṣûl, 1/56.
104 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 1/90, 2/1144, 2/1259, 2/2020; Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 1/55,
5/140.
105 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417; Ziriklî, el-Aʿlâm, 1/66; Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn,
1/26; Ahmed Mustafa Tarûdî, Kitâbu câmi‘i’l-‘ibârat fî gaḥḳîḳi’l-isti‘ârât (Bingazi: Dâru’lKütübi’l-Vataniyye, 1395), 1/144.
106 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 46.
107 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417; Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/378; Merâğî,
Târîḫu ‘ulûmi’l-belâğe ve’t-ta‘rîfu bi ricâlihâ, 179-180.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 32
Esasında İsferâyînî’den söz eden âlim ve tarihçilerin önemli bir kısmı
onun ilimlerdeki çok yönlülüğüne dikkat çekmişlerdir. Söz gelimi
İsferâyînî’ye yakın bir çağda yaşayan tarihçi ve âlim İbnü’l-‘İmâd onu şu
ifadelerle tavsif etmiştir: “İyi bir tahsil gördü. İlimlerde uzmanlaştı. Akranlarına
tefevvuk etti. O ilimlerde deryadır.”
108 Şiî tarihçi Muhammed Bâkır el-Hânsârî (ö.
1313/1895) onun çok yönlülüğünü şu ifadelerle anlatmıştır: “Erdemli, âlim,
edip, mantık bilgini, kelamcı meşhur Molla Câmî’nin talebesidir.”
109 Yine Şiî âlim
İbn Hâvendşâh, İsferâyînî’nin aklî ve hissî/nakli ilimleri tahsil ederek bu
ilimlerde mahir olduğunu, akranlarına tefevvuk ettiğini ifade ederek onun çok
yönlü bir âlim olduğuna vurgu yapmıştır.110
Şeyhzâde el-Adanavî onun bu
yönünü şu ifadelerle aktarmıştır: “‘İsâmüddîn olarak şöhret bulan İbrahim b.
Muhammed b. ‘Arabşâh el-İsferâyînî bütün ilimlerde seçkin ve kâmil bir yer
edindi.”
111 Mu‘cemü’t-târîhi’l-İslâmî tarafından şu şekilde anlatılmıştır:
“İbrahim b. Muhammed b. ‘Arabşâh ‘İsâmüddîn el-İsferâyînî el-Horâsânî, Horasan
ve Mâverâünnehir ulemâsındandır. Hanefî fakîh, müfessir, mantık âlimi, muhaşşî,
nahvî lügavî, kelamcı, İbn ‘Arabşâh ve İsferâyînî olarak meşhur olmuştur.”
112 Bir
kısım ulemâ ise onun çok yönlü bir âlim olduğunu belirterek daha fazla dil
ilimlerinde derinleştiğine vurgu yapmıştır. Bu noktada Çelebî şunları
kaydetmiştir: “İlimleri tahsil etti. Faziletli biri olarak meşhur oldu. Mevlânâ
Zâde’den sonra Herât’ta ders vermeye başladı. Talebeler ona yolculuk yaptılar. Arap
dili ilimlerinde mütebahhir oldu. En güzel yönü bu olmakla beraber diğer ilimlerde de
büyük bir paya sahip oldu.”
113 Tûnkî İsferâyînî’nin Arap dilindeki yetkinliğini
şöyle ifade etmiştir: “Horasan ve Mâverâünnehir’in büyük âlimlerindendir. Arap
dili ve felsefe ilimlerinde geniş bir birikime sahiptir.”
114 Bu başlıkta İsferâyînî’nin
nahiv ekollerine yaklaşımını, etkilendiği ve etkilediği âlimleri, nahiv alanında
telif ettiği çalışmalardan hareketle nahvî yönüne ve nahiv ilmindeki
108 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 10/417.
109 Hânsârî, Ravdâtu’l-cennât, 1/179.
110 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/376.
111 Ahmed b. Muhamme el-Adanavî, Tabâkâtü’l-müfessirîn (Suudi Arabistan: Mektebetü’lUlûm ve’l-Hikem, 1417), 376.
112 Mu‘cemu târîḫi’t-turâsü’l-İslâmî fî mektebâti’l-‘alem (el-maḫûtâṭ ve’l-matbû‘ât), thk. Ali
Rıza-Ahmet-Turan, Karabulut-karabulut (Kayseri: Dâru’l-Akabe, 2001), 1/64.
113 Kâtib Çelebî, Süllemü’l-vüṣûl, 1/56.
114 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/375.
33 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
konumuna dikkat çekilecektir. Buna geçmeden önce de nahiv ekollerine ana
hatlarıyla değinmekte fayda mülahaza etmekteyiz.
1.4.1. Nahiv Ekolü
Nahiv ilminin ortaya çıkışının en temel nedeninin Arapların, çeşitli
vesile ve nedenlerle Arap olmayanlarla geliştirdikleri ilişkiler neticesinde
dilde lahn tehlikesinin baş göstermesi olduğuna daha önce değinilmişti.
Nitekim bu tehlikenin farkında olan Araplar, bilhassa Kur’an ve hadis
naslarının tahriften ve yanlış yorumlamalardan korunması; dolayısıyla da
Arap dilinin bozulmaktan muhafaza edilmesi için önlem almaya
başlamışlardır. Başat önlem olarak da Arap dili için prensip ve kurallar
belirlemiş ve bunun gelişimi için farklı ilmî faaliyetler gerçekleştirmişlerdir.
Arap dilinin korunmasına yönelik bu türden ilmî faaliyetler ilk başta aynı
yönelim çerçevesinde Basra’da gelişim gösterse de sonrasında farklı eğilimler
baş göstermiş ve tarihi süreç içerisinde değişik coğrafyalarda farklı ekoller
ortaya çıkmıştır. Sözü edilen ekoller fıkıh ve kelam ilimlerinin aksine mezhep
kuracılarının isimleriyle değil, ilk temsilcilerinin bulundukları coğrafyanın
adlarıyla anılmıştır.115 Bu bağlamda nahiv tabakât yazarları ve konuya ilgi
gösteren muasır araştırmacılar Basra, Kûfe, Bağdat, Endülüs ve Mısır gibi
nahiv ekollerden bahsetmişlerdir. Burada söz konusu kaynaklarda zikredilen
nahiv ekolleri ana hatlarıyla zikredilecektir.
Basra ekolü: Nahiv ilminde ekolleşme süreci Basra dil dilbilimcileriyle
başlamış ve nahiv ilminin usûl ve esasları onlar tarafından tesis edilmiştir.
Nahiv ilminin müessisi Ebü’l-Esved ed-Düelî (ö. 69/688) Basra’da yaşamış
olması sözü edilen ekolün ortaya çıkmasına büyük bir katkı yapmıştır.
Nitekim Basra mezhebinin ilk temsilcileri kabul edilen ‘Anbesetü’l-Fîl (ö. ?),
Nasr b. ‘Āsım el-Leysî (ö. 89/708), Ebû Dâvûd Abdurrahmân b. Hürmüz elA‘rec (ö. 117/735), Abdullah b. Ebî İshâk el-Hadremî (ö. 117/735), Yahya b.
Ya‘mer el-‘Advânî (ö. 129/746) gibi dilbilimciler ya Düelî’nin arkadaşı ya da
115 Saîd b. Muhammed el-Afganî, min Târîḫi’n-naḥvi’l-‘arabî (Mektebetu’l-Felâh, ts.), 7-8;
Hulusi Kılıç, “Basriyyûn”, TDV İslam Ansiklopedisi (Istanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, 1992), 5/117; Abduh Alî İbrâhîm er-Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye
(Beyrut: Dâru’n-Nehdati’-Arabiyye, 1980), 9-12.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 34
talebesidir.116 Daha sonra Îsâ b. Ömer es-Sekafî (ö. 149/766), Ebû ‘Amr b. el-
‘Alâ (ö. 154/770), Ahfeş el-Ekber (ö. 177/793) ve Yûnus b. Habîb (ö.
182/798) gibi Basralı dilbilimciler bu ekolün anlayışını ileriye taşımış;
dolayısıyla da nahiv ilminin gelişimine büyük katkı sağlamışlardır.117 Burada
zikrettiğimiz dilbilimciler ile birlikte isimlerini zikredemediğimiz Basralı
birçok âlimin özelde Basra ekolünün, genel olarak da nahiv ilminin
gelişiminde önemli rol oynadığı şüphesizdir. Ancak Basralı dilbilimcilerin
nahiv anlayışını gerçek anlamda bir mezhebe kavuşturan, nahiv ilminin
gelişip sistemleşmesinde kilometre taşı sayılan dil ve edebiyat âlimi olan Halîl
b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö. 175/791)118 ve onun talebesi Sîbeveyhi’dir (ö.
180/796).119 Zira Sîbeveyhi’nin büyük bir kısmını hocası Halîl’in
görüşlerinden istifade ederek ele aldığı ve günümüze ulaşan ilk nahiv kaynağı
sayılan el-Kitâb’ı120 bunun en güzel kanıtıdır. Sîbeveyhi’nin sözü geçen eseri
genel olarak nahiv ilminin özellikle de Basra ekolünün temeli kabul
edilmektedir. Sonraki nahiv çalışmalarına kaynaklık eden eser, müracaat
edilen temel nahiv kaynağı olarak kabul görmüştür. Böylelikle Basra
dilbilimcileri öncekilerin sergiledikleri nahiv anlayışını daha da geliştirerek
sistemleştirmiş ve bu alanda birbirlerinden kıymetli çok sayıda eser telif
ederek Basra ekolünün nahiv yaklaşımını zirveye taşımışlardır. Basra’nın
fasih Arapça konuşan çöl bedevilerine yakın olması, acemlerden uzak olması,
sağlam Arapçaya sahip birçok kabilenin ve Mirbed gibi büyük bir panayırın
116 Muhammed b. el-Ḥasen ez-Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn ve’l-luġaviyyîn, thk. Muḥammed
Ebû’l-Faḍl İbrâḥim (b.y.: Dâru’l-Maʿârif, ts.), 21-30; Afganî, min Târîḫi’n-naḥvi’l-‘arabî, 34-
35.
117 Abdulvâhid b. Ali el-Halebî, Merâtibu’n-nahviyyîn (Kahire: Mektebetu Nahde, ts.), 7-24;
Muhammed Tantâvî, Neş’etü’n-naḥvi ve târîḫu eşhüri’n-nüḥḥât (Mektebetü İhyâi’t-Türâsi’lArabî, 1426), 37-40.
118 Zebîdî, onun nahiv ilmindeki konumunu şöyle anlatmıştır: “Akıllı, zeki ve şairdir. Aruz’u
ayrı bir ilim olarak istinbât etti. Nahiv ilmiyle ilgili kimsenin istinbât etmediği illetleri ortaya
koydu. Bu hususta daha önce kimsenin yapamadığını yaptı.” Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 47.
119 Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye, 11; Halit Yağan, Basra Dil Mektebi ve başlıca
temsilcileri (Erzururm: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2002), 68-69.
120 Câhız, el-Kitâb’tan bahsederken şunları kaydetmiştir: “Mu‘tasım’ın veziri Muhammed b.
Abdilmelik’in huzuruna çıkmak istediğimde ona bir hediye takdim etmeyi düşündüm.
Sîbeveyhi’nin Ktâb’ından daha değerli bir şey bulamadım. Yanına ulaştığımda ona ‘size hediye
etmek için Ferrâ’nın mirasından satın aldığım bu kitaptan daha kıymetli bir şey bulamadım
dedim’ o da ‘Vallahi bundan daha güzel bir şey bana hediye edemezdin dedi’.” Şemsüddîn
Ahmed b. Muhammed İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a‘yân ve enbâü ebnâi’z-zamân, thk. İhsân
Abbâs (Beyrut: Dâru Sadr, 1994), 3/463; Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye, 13.
35 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
burada bulunması gibi nedenlerden ötürü buranın halkının dili bozulmaktan
korunmuştur. Bu vesileyle Basra ekolü dil konusunda daha hassas davranmış
ve genellikle sözleri hüccet olarak kabul görenlerden nakilde bulunmuştur.
Şâz, lahn ve zayıf ifadeleri kabul etmemişlerdir. Yine Basra dilbilimcileri
râvinin zapt ve doğruluğuna büyük önem verdiği gibi yerleşik ve genel kabul
gören nahiv ilminin usûl ve esaslarına riayet ederek kıyas konusunda hassas
olmuş ve sadece sözleri hüccet kabul edilen Arapların ifadelerine kıyas
yapmaya çalışmışlardır.121 Yukarıda zikredilen dil bilimcilerin yanında Basra
ekolüne nispet edilen şu meşhur dilbilimciler de bulunmaktadır: Kutrub (ö.
210/825 civarı), Ebû ‘Usmân el-Mâzinî (ö. 249/863), Ebü’l-Abbâs elMuberred (ö. 286/900), Ebû İshâk ez-Zeccâc (ö. 311/923), İbn Dürüsteveyh
(ö. 347/958) Ebû Saîd es-Sîrâfî (ö. 368/979).122
Kûfe ekolü: Basra ekolünden yaklaşık bir asır sonra Ebû Ca‘fer erRuâsî (ö. 187/803) öncülüğünde ortaya çıkmaya başlamıştır. Ruâsî, dönemin
Basra ekolünün temsilcilerinden Îsâ b. Ömer es-Sekafî el-Basrî (ö. 149/766)
ve Ebû ‘Amr Zebbân el-Basrî’den (ö. 154/771) ilim tahsil etmiş ve burada
ilmî faaliyetlerini yürütmüştür. Rivayet edildiğine göre Basra’da nahiv ilmine
dair el-Faysal adında bir eser telif etmiş, fakat bu eseri Basra nahivciler
tarafından itibar görmemiştir. Bunun üzerine Kûfe’ye gitmiştir. Burada sarf
derslerini veren amcası Ebû Müslim Muâz b. Müslim el-Herrâ’ el-Kûfî’ye (ö.
187/803) takılmış ve onun metoduyla sarf derslerini vermeye başlamıştır. Sarf
ilminde büyük bir ilerleme kaydeden Ruâsî, bu alanda şöhret bulmuş ve sarf
ulemâsından hatta sarf ilminin korucularından sayılmıştır.123 Ruâsî, Kûfe
ekolünün gerçek kurucuları olarak bilinen ‘Alî b. Hamza el-Kisâî (ö. 189/805)
ve Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ’yı (ö. 207/822) yetiştirmiştir. Bundan böyle ilk
örneği Ruâsî ve Halîl ile başlayan ilmî tartışmalar Basra ve Kûfe ekolleri
arasında başlamış ve artarak devam etmiştir. Her iki ekol arasındaki sözü
edilen ihtilaflar, konuya ilişkin telif edilen çalışmalara yansımakla kalmayıp
ekoller temsilcileri arasında münazara tarzında dönemin yöneticileri
nezaretinde sürdürülmüştür. Genellikle halifelerin saraylarında cereyan eden
121 Saîd b. Muhammed b. Ahmed el-Afganî, Min târîḫi’n-naḥv (Dâru’l-Fikr, t.y. 64-65.
122 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 87, 99, 101, 111, 116, 119.
123 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 125; Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Süyûtî,
Buġyetü’l-vuʿât fî ṭabaḳāti’l-luġaviyyîn ve’n-nüḥât (Lubnan: el-Mektebetü el-aṣriyye, ts.), 1/82;
Afganî, Min târîḫi’n-naḥv (Dâru’l-Fikr, t.y.), 41-42.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 36
sözünü ettiğimiz münazaraların meşhur bir kısmı şu şekildedir: Kisâî-Ebû
Saîd el-Asma‘î (ö. 216/831), Kisâî-Sîbeveyhi, Kisâî-Yahya el-Yezîdî (ö.
202/818), Ebû ‘Usmân el-Mâzinî (ö. 249/863)-Kûfe nahivcileri, Mâzınî-Ebû
Yûsuf Ya‘kūb b. İshâk es-Sikkît (ö. 244/858), Ebü’l-Abbâs el-Müberred (ö.
286/900)-Ebü’l-Abbâs Sa‘leb (ö. 291/904), Sa‘leb-Ebû İshâk ez-Zeccâc (ö.
311/923).124
Kûfeliler’in, Acemlerle karışık yaşamış olması, fasih Arapçanın önemli
merkezi olan Hicazdan uzak olması sebebiyle ifadeleri hüccet addedilen fasih
Araplarla fazla buluşmamış olması, Basra’da bulunan Mirbed panayırı gibi
büyük bir panayıra sahip olmaması gibi nedenlerle dilleri Basralılar’ın dilleri
kadar tahrifattan korunmamıştır. Dolayısıyla semâ‘ hususunda Basra ekolü
kadar hassas olmamış ve sözleri hüccet olan ile olmayan herkesten nakilde
bulunarak şâz, lahn ve zayıf ifadeleri kabul etmişlerdir. Aynı şekilde Basra
dilbilimcileri kadar râvinin zapt ve doğruluğuna önem vermemiştir. Bu
yüzden Kûfe dilbilimcilerinin daha çok şiir rivayetinde bulunduğu, bunların
büyük bir bölümü ise masnu‘/yapmacık olduğu belirtilmiştir. Yine Kûfe
ekolünün yerleşik ve genel kabul gören nahiv ilminin usûl ve esasları
olmadığından kıyas konusunda yeterince gelişim göstermemiş ve sahih, şâz,
zayıf, lahn ayrımı yapmadan, sözleri hüccet kabul edilen ve edilmeyen
Araplar arasında farkı gözetmeksizin duydukları bütün ifadelere kıyas
yapabilmişlerdir.125 ‘Alî b. Hasan el-Ahmer (ö.194/810), Ebû Amr eş-Şeybânî
(ö. 213/828 [?]), Hişâm b. Muâviye ed-Darîr (ö. 231/846), ‘Alî b. Mübârek elLihyânî (ö. 194/809), İbnü’s-Sikkît, Niftaveyh (ö. 323/935), Ebû Bekir İbnü’lEnbârî (ö. 328/940), Ebû Ömer ez-Zâhid (ö. 345/957), İbn Hâleveyh (ö.
370/980) ve İbn Fâris (ö. 395/1004) Kûfe ekolünün önde gelen simalarıdır.126
Bağdat ekolü: Basra ve Kûfe ekollerinin birikiminden istifade edilerek
nahiv meseleleri yeni bir metotla ele alınmasıyla Bağdat’a hicrî IV. yy’da
ortaya çıkmaya başlanmıştır. Hilafet merkezi Bağdat’a taşınması sonucunda
her iki ekolden çok sayıda dilbilimci gelip buraya yerleşmiştir. Burada tedrisat
124 Tantâvî, Neş’etü’n-naḥv, 46-63; Hulusi Kılıç, “Kûfiyyûn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (Ankara: TDV İslâm Ansiklopedisi, 2002), 26/345-346.
125 Afganî, Min târîḫi’n-naḥv, 64-70; Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye, 89-91.
126 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 123-55; Tantâvî, Neş’etü’n-naḥv, 115-25; Kılıç, “Kûfiyyûn”,
26/546.
37 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
yaparak dil ilimleri alanında talebeler yetiştirmiştir. Aynı zamanda nahiv
ilmiyle ilgili tartışmalarını sürdürmüşlerdir. Her iki ekole mensup âlimler
yanında tahsil gören talebeler, Basra ve Kûfe ekolleri arasında cereyan eden
ihtilafları kapsamlı bir şekilde incelemişlerdir. Netice itibariyle de onlardan
oldukça etkilenmiştir. Bu bağlamda sözü geçen talebelerden bir kısmı Basra
ekolü anlayışını diğer bir kısmı Kûfe ekolünün yaklaşımını benimsemiştir.
Ancak her iki anlayışa muhalif olarak meselelere yeni bir yöntemle yaklaşarak
özgün görüşler ortaya koyan dilbilimciler de olmuştur.
Bağdat dilbilimcileri nahiv meseleleriyle ilgili hükümleri tespit ederken
semâ‘ konusunda Kûfe ekolü kadar olmasa da şâz kırâatları ve ifadeleri
kullanmışlardır. Kıyas konusunda Basra ekolünden daha serbest
davranabilmişlerdir. Buna göre Kûfe ekolü kadar olmasa da bazı şâz ifadelere
kıyas yapabilmişlerdir. Ayrıca Basra ve Kûfe ekollerinin aksine hadisi hüccet
olarak kullanabilmişlerdir. Bağdat ekolüne nispet edilen bazı dilcilerin
isimleri şöyledir: İbn Keysân (ö. 299/911), (ö. 316/929), Ebû Bekr b. elHayyât (ö. 320/932), Ebû Abdillah el-Kirmânî (ö. 329/940), ez-Zeccâcî (ö.
339/950), Ebû ‘Alî el-Fârisî (ö. 377/987), İbn Cinnî (ö. 392/1002), ezZemahşerî (ö. 538/1144).127
Endülüs ekolü: Endülüs ulemâsı önce Kûfe ekolünün en önemli
temsilcilerinden Kisâî’nin kitabıyla tanışmış ve nahiv ile ilgili bilgilerini
bunun üzerinde geliştirmişlerdir. Daha Sonra Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ını
görünce ona yoğunlaşmış ve dille ilgili faaliyetlerini bunun çerçevesinde
sürdürmüşlerdir. Endülüs ekolüne nispet edilen dilbilimciler Basra ve Kûfe
ekollerine mensup dilbilimcilerin görüşlerini titizlikle inceleyip isabetli
gördükleri görüşleri tercih etmiştir. Bunun yanı sıra Bağdat ekolü
dilcilerinden de istifade etmişlerdir. Endülüs mensupları bununla kalmayıp
yeni bir yöntemle özgün düşünceler de ortaya koymuşlardır. Endülüs
ekolünün önde gelen bazı şahsiyetleri şunlardır: Hamdûn el-Efşîn (ö.
307/921), Muhammed b. Yahya er-Rebâhî (ö. 358/968), Muhammed b. Hasan
ez-Zebîdî (ö. 379/990), Ebû Hayyân et-Tevhîdî (ö. 414/1023), Ebü’l-Kâsım
el-İflîlî (ö. 441/1050), İbnu’s-Sîd el-Batalyevsî (ö. 521/1127), İbn Bâziş (ö.
127 Afganî, Min târîḫi’n-naḥv, 93-95; Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye, 159-213;
Tantâvî, Neş’etü’n-naḥv, 184-193; Salih Zafer Kızıklı, “Bağdat Gramer Ekolüne Genel Bir
Bakış”, Marife 13/3 (2013), 134-147.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 38
528/1133), İbn Tarâve İbn Madâ’ (ö. 592/1196), İbn ‘Usfûr (ö. 663/1270) İbn
Mâlik (ö. 672/1274).128
Mısır ekolü: Mısır’da nahiv ilminin öğretimi ilk defa Halîl’in talebesi
Ebü’l-‘Abbâs Vellâd et-Temîmî el-Mısrî (ö. 263/877) tarafından yapılmıştır.
Uzun bir süre Halîl’den ayrılmamış ve onun yanında iyi bir nahiv tahsilini
görmüştür. Daha sonra Mısır’a Halîl’in yanında elde ettiği kitaplarla geçen
Vellâd, burada dil bilimlerinin tedrisatına başlamıştır. Bunun yanında Kûfe
ekolünün öncülerinden Kisâî’den ilim öğrenen muasırı Ebü’l-Hasen el-E‘azz
(ö. 227/842) da Mısır’da ders vermiştir. Zikri geçen âlimlerin aracılığıyla
erken dönemde nahiv ilmi Mısır’da öğretilmeye başlanmıştır. Buna müteakip
hem Basra hem de Kûfe ekolleri dilbilimcileri Mısır’a gelip Arap dili
ilimlerini okutmuşlardır. Hicri IV. asra kadar burada Basra ekolü anlayışı
daha fazla benimsemekle beraber Kûfe dil ekolünün anlayışını tercih edenler
de olmuştur. IV. asırdan itibaren bir grup ulemâ Basra ve Kûfe ekollerinin
anlayışlarını mezcederek buna göre çalışmalarını yürütmeye başlamıştır. Mısır
ekolü mensupları da Endülüs ekolü gibi hadisleri hüccet olarak çokça
kullanmışlardır. Mısır ekolünün bazı meşhur dilbilimcilerini şöyle
sıralamamız mümkündür: Ebü’l-Hasen el-E‘azz, Vellâd et-Temîmî, Ebû ‘Alî
ed-Dîneverî (ö. 289/902), İbn Keysân (ö. 320/932 [?]), Ebû Ca‘fer Ahmed b.
Muhammed en-Nehhâs (ö. 338/950).129
Malum olduğu üzere nahiv ilmi Basra ulemâsı tarafından vaz‘
edilmiştir. Sonrasında Basralılardan nahiv ilmini öğrenen Kûfe âlimleri
kendilerine özgü bir metotla nahiv meselelerine yaklaşmış ve birçok konuda
Basra ulemâsına muhalefet etmişlerdir. Bundan böyle nahiv alanında hem
usûl ve esas hem de fer‘î meselelere yaklaşma açısından birbirlerinden farklı
iki ayrı ekol ortaya çıkmış ve nahiv ilmi bunun üzerinden gelişim göstermiştir.
Yani nahiv ilmi bu iki farklı akım etrafında şekillenmiş ve bir ilim hüviyetine
128 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 251-310; Tantâvî, Neş’etü’n-naḥv, 218-235; Afganî, Min
târîḫi’n-naḥv, 93-95; Râcihî, Dürûs fi’l-meẕâhibi’n-naḥviyye, 215-248; Şahabettin Ergüven,
“Endülüs’te Dil ve Nahiv Çalışmaları”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6/12
(2007), 144-152; Mahfuz Geylani, “Arap Dil Ekolleri ve Önde Gelen Temsilcileri”, İhya 6/1
(2020), 225-228; Halil Akçay, Endülüslü Edip ve Şair İbn Zeydûn ve Divanı, (Diyarbakır:
Seyda Yayınları 2018), s. 27-29.
129 EZebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 211-223; Tantâvî, Neş’etü’n-naḥv, 178-183; Mustafa
Abdulaziz es-Sİncercî, el-Mezâhibu’n-naḥviyye fî ḍav’i’d-dirâsâti’l-lügaviye el-ḥadîse (elMektebetü’l-Feyseliyye, 1406), 91-93.
39 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
kavuşmuştur. Sonuç itibariyle de nahiv ilmi bu iki ekolün fikirleri
çerçevesinde tedvin edilmiştir. Daha sonra söz konusu iki ekol mensupları
Basra ve Kûfe dışına çıkarak diğer İslâm ülkelerine gidip yerleşmiş ve ilim
talebelerine kendi ekollerinin nahiv anlayışlarını öğretmişlerdir. Keza diğer
İslâm şehirlerinden çok sayıda talebe Basra ve Kûfe’ye gelerek sözü edilen iki
ekolün nahiv öğretilerini almıştır. Bu şekilde yetişen ilk talebeler, nahiv ilmi
öğrenimi gören hocasından etkilenmiş ve onun bağlı bulunduğu nahiv
ekolünün eğilimini büyük ölçüde benimsemiştir. Bununla beraber sözünü
ettiğimiz talebeler diğer nahiv ekolünün öncüleriyle de buluşma imkânı
bulmuş ve her iki ekolün birikimine muhtevi temel kaynaklara muttali olup
bunları karşılaştırarak daha isabetli gördüğü görüşler tercih edebildikleri gibi
her iki nahiv anlayışı dışına çıkarak özgün görüşler de serdetmişlerdir. Bu
anlamda diyebiliriz ki onlar Basra ve Kûfe ekollerinin nahiv yaklaşımlarını
mezcetmişlerdir. İleriki zamanlarda bunu daha da ileriye götürerek Bağdat,
Endülüs ve Mısır gibi dönemin her bir ilim merkezinde nahiv ilmi
faaliyetlerini yapan dilbilimciler birbirlerinden etkilenmiş ve bulundukları
şehirlere nispetle Bağdadiyyûn, Endülüsiyyûn ve Mısriyyûn isimlerinde farklı
dilbilimciler toplulukları oluşmaya başlanmıştır. Bunların gerek birbirlerinden
gerekse Basra ve Kûfe ekollerinden farklı görüşleri ve yaklaşımları elbette
bulunmuştur. Ancak bunların hiçbirisinin diğer ekollerle farklılığı Basra ile
Kûfe arasındaki kadar derin olamamıştır. Bu nedenle Basra ve Kûfe dışındaki
ekoller gibi müstakil birer ekol olarak addedilmemesi daha isabetli olacağı
kanaatindeyiz. Zaten genel olarak muteahhirîn dönemi dilbilimcilerin hemen
hepsi sözü geçen dilbilimciler toplulukları gibi davranmış ve Basra ile Kûfe
ekollerinin görüşlerini karşılaştırarak daha doğru buldukları görüşleri tercih
etmişlerdir. Yine her iki ekol dışına çıkarak özgün görüşler de belirtmişlerdir.
Bu ise her birinin müstakil bir ekolü oluşturduğu anlamına gelmemelidir.
Ayrıca birer müstakil ekol olarak görülen Bağdat, Endülüs ve Mısır
dilbilimcilerinin öncülerinin bir kısmının Basra veya Kûfe ekolüne nispet
edilmeleri veya onların kendilerini bu ekollere nispet etmeleri bunu
göstermektedir.130
130 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 153, 215, 247, 299; Sincercî, el-Mezâhibu’n-naḥviyye fî
ḍav’i’d-dirâsâti’l-lügaviye el-ḥadîse, 119-21.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 40
1.4.2. İsferâyînî’nin Nahiv Ekollerine Yaklaşımı
İsferâyînî gerek nahiv gerekse diğer ilimlerde taklitçilik ruhunun hâkim
olduğu bir dönemde yaşamıştır. Dönemin ulemâsının büyük bölümü özgün
çalışmalar yerine önceki eserler üzerine şerh ve haşiye çalışmalarına
yoğunlaşmıştır. Nahiv ilmi özelinde baktığımızda bu dönemde medreselerde
okutulan veya nahiv çalışmalarında temel kaynak olarak kabul gören eserlere
eğilim gösterildiğini görmekteyiz. Bu bağlamda sözü edilen eserlerden
muhtasar metin biçiminde telif edilenler üzerine şerh, şerh türü olanlara ise
haşiye ve ta‘likler yazılmıştır. Dönemin medreselerinde okutulan en meşhur
metinlerden İbn Hâcib’in el-Kâfî’yesi üzerine yüzden fazla şerh çalışmasının
yapılmış olması ve bu şerhlerinden en çok itibar gören Molla Câmî’nin elFevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye adlı şerh üzerine elliye yakın haşiye çalışmasının
bulunması bunun en net örneğidir.131 Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki
ilmî bakımdan genel durum böyle olmakla beraber taklitçilik ruhunu aşan ve
diğer ilimlerde olduğu gibi nahiv ilminde de özgün fikirler üreten âlimler de
yetişmiştir. Sözü geçen âlimler, önceki eserler üzerine yaptıkları çalışmaların
yanı sıra müstakil eserler de ortaya koymuşlardır. Bunlardan biri de araştırma
konumuz olan İsferâyînî’dir.
İsferâyînî, hem Basra ve Kûfe ekollerinin dilbilimcilerinin hem diğer
dilbilimciler topluluklarının nahiv ilmiyle ilgili eserlerine muttali olmuş ve
bunları inceleme fırsatını bulmuştur. Nahiv ilmiyle ilgili ihtilaflı meseleler
hakkında serdedilmiş farklı görüşleri analiz ederek karşılaştırmış ve bu türden
meselelere tarafsız bir biçimde yaklaşarak değerlendirmiştir. Bu çerçevede
zayıf gördüğü görüşleri, kime ait olduğuna bakmaksızın eleştirerek reddetmiş
ve isabetli bulduğu görüşleri de tercih etmiştir. Bu noktada taklitçilik ruhuna
teslim olmayan İsferâyînî, cumhura muhalif görüşler serdettiği gibi özgün
fikirler de ortaya koymuştur. Onun taklitle ilgili şu ifadeleri bu konudaki
yaklaşımını açıkça göstermektedir: “Taklid esaretinden kurtulmayan kişi,
istediğini söyleyebilir. Onunla tartışacak değiliz. Bu, yüzeysel bir ifadedir. Bunu ilk
dile getiren kişi konu üzerinde gereği kadar kafa yormadığı için bu (hataya)
düşmüştür. Sonrasında taklid boyunduruğunun serbest bir biçimde tefekkür etmelerini
131 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/31-41, 85-90; İhlâs Nasr er-Rîh Hüseyn, Menhecu İbn
Hâcib ve mezhebuhu’n-naḥvî min ḫilâli kitâbih el-Kâfiye (Sudan: Câmiatu Ümmu Derman elİslâmiyye, Yüksek Lisans, 1426), 21-30.
41 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
engellediği birçok kişi buna tabi olmuştur.”
132, “Taklid esiri olma, yoksa uzun bir
zaman hakkı kabul etmekten çok uzak kalırsın.”
133, “Kimin söylediğine bakma, neyin
söylendiğine bak. Taklidin boyunduruğundan kurtulan biri olduğuna göre neden
sözüne bakılmasın. Oysa arkadaşı en dar pranga ile sınanmış ve haktan oldukça uzak
kalmıştır. Taklid olmasaydı hiçbir cahil apaçık hakkı bilmekten mahrum kalmazdı ve
onlardan ‘Biz atalarımızdan böyle bir şey işitmedik’ ifadesi duyulmazdı.”, “Gençlik
çağımda bunu bana bağışlayan Allah’a hamdolsun. Böylelikle kimseyi taklid etmeye
razı olmadım ve yalnız sorgulamayla vardığım gerçeklere kanaat getirdim.”
134
İsferâyînî, nahiv ile ilgili eserlerinde hem nahiv mezheplerine hem de
bu ilimde merci kabul edilen çok sayıda dilbilimcinin görüş ve içtihatlarına
yer vermiştir. Bunları kendi eleştiri süzgecinden geçirerek değerlendirmeye
çalışmıştır. Dilbilimcilerin tabakât yazarlarınca müstakil nahiv ekolü olarak
kabul edilen ekollerden ise en çok Basra ve Kûfe ekollerinin görüş ve
fikirlerine müracaat etmiştir. Diğer ekollerden nerdeyse hiç bahsetmemiştir.
Genellikle sözü edilen ekollerin ihtilaflı meselelerle ilgili görüşlerini
karşılaştırarak aktarmıştır. Ardından da eleştirel bir yaklaşımla
değerlendirmiştir. Neticede de zikredilen meselelerin bir kısmında tercihini
belirtmezken135 diğer bir kısmında belirtmiştir. Tercihlerinin büyük bir
bölümünü ise Basra ekolünden yana yapmıştır.136 Nadiren de olsa Kûfe
ekolünün görüşlerini de tercih etmiştir.137
Kûfe ekolüne göre görüş belirtirken genellikle bunu gerekçelendirerek
yapmıştır. Söz gelimi Basra ve Kûfe dilbilimcileri “ات لَا‘“nin nefyi cins için mi
اس” yoksa
ْي
لا “anlamında mı olduğu hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Basralılar,
t’nîs/dişilik “ت“sı ile geldiğinden “ات لَا‘“nin fiile daha yakın olduğunu gerekçe
göstererek fiil olan “اس
ْي
لا‘“nin anlamında kullanılması gerektiğini ileri
132 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 2, 166.
133
‘İsâmüddîn el-İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye fi’n-naḥv (İstanbul: el-Mektebetü’l-Mahmûdiyye,
t.y.), 115.
134
‘İsâmüddîn el-İsferâyînî, el-Aṭvel, thk. Abdulhamîd el-Hindâvî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lʿİlmiyye, t.y.), 1/133, 134.
135 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 24, 72, 224, 140, 238; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 20, 70, 171,
180, 193, 221, 240, 252; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 221, 241, 415.
136 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 51, 210, 246, 278; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 58, 69, 99, 148,
183, 199, 287; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 122, 171, 211, 282.
137 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 88; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 112; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd,
232.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 42
sürmüşlerdir. Buna mukabil Kûfeliler’e göre “ات لَا‘“nin “اس
ْي
manasında” لا
kullanılması nadir, nefyi cins için gelmesi ise daha yaygındır. Daha yaygın
olduğu için nefyi cins anlamına hamledilmesi daha münasiptir. İsferâyînî ise
Kûfe ekolünün görüşünü şu gerekçeyle benimsediğini söylemiştir: ‘ات لَا “deki
‘لَ‘‘nın haberinin hazfedilmesi vaciptir. Nefyi cins “لَ“sının haberinin
اس” ,hazfedilmesi
ْي
لا “manasındaki “لَ“nın haberinin hazfedilmesinden daha
yaygındır. Hal böyle olunca haberin hazfedilişi, nefyi cins “لَ“sına daha uygun
olur.” Yine İsferâyînî mukârebe fiillerinden “سىٰ اع‘“ nın haberiyle ilgili bu tür
fiiller “أن “ile birlikte geldiklerinde ya onların isimlerinden veya haberlerinden
muzâfın hazfedilmesi gerektiğini demiştir. Yani “اج رُ خْ
ْن يا
ا
ya ,cümlesi ” اع اسى ازْيدٌ أ
احا ال ال ُخ ُروج ” veya ” اع اسى احا ُل ازْيٍد ال ُخ ُروج”
Bunun .edilmelidir takdir ile ” اع اسى ازْيدٌ
devamında İsferâyînî, “Bu nedenle Kûfeliler’e göre ‘أن ‘sonrasıyla beraber
‘اسى اع‘‘ nın ismine bedel-i iştimâl olur.” diyerek Kûfeliler’in görüşlerinin daha
isabetli olduğunu şu gerekçelerle savunmuştur: “(أن ve sonrasını bedel-i
iştimâl olarak kabul ettiğimiz takdirde) hiçbir şeyin hazfedilmesine gerek
ْخ ُر اج’ kalmaksızın
ْن يا
ا
أ ٌيدْاز اسى اع ‘ cümlesinin anlamı daha uygun olur. Aynı
zamanda böyle bir takdirle ‘اسى اع‘ , nakıs değil de tam olan fiillere ilhak edilmiş
olur ki aslolan da budur. Basralılar’ın gerekçesi ise nadiren kullanılan bir
ifadeye dikkat çekmekten başka bir şey değildir.”138
İsferâyînî, Basralılar’ın veya Kûfeliler’in görüşlerini tercih ederken
bunu sırf taklid yoluyla değil, araştırma sonucunda ulaştığı güçlü delillere
dayanarak yapmıştır. Onun şiddetle taklide karşı çıktığını ve bunu farklı
eserlerinde değişik vesilelerle dile getirdiğini daha önce belirtmiştik.
Dolayısıyla onun birçok ihtilaflı meselede Basra ekolüne muvafık tercihte
bulunmuş olması bu mezhebin mukallidi olarak görülmemelidir. Söz konusu
ekolünün görüşlerini delil ve gerekçe açısından daha güçlü bulduğu için ona
göre tercihte bulunduğu bilinmelidir. Nitekim yukarıda zikri geçen örneklerde
de görüldüğü üzere zayıf gördüğü için Basra ekolüne ait görüşleri kabul
etmeyerek Kûfeliler’in görüşlerini tercih etmiştir. Keza aynı ekol mensupları
dilbilimcileri arasında cereyan eden tartışmalara da daha güçlü bulduğu
görüşten yana tercihini yapmıştır. Örneğin ‘alem/özel isim ve başka bir sebep
ile gayr-i munsarif olan isim nekre olduğunda munsarif olur” meselesinde kök
itibariyle vasıf olup sonradan ‘alem/özel isim olan “امر حْ
ا
أ “gibi gayr-i munsarif
138 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 257-58, 327-328.
43 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
bir isim nekreye dönüştüğünde munsarif hükmünü alıp almayacağı hususu,
Basra ekolüne mensup Sîbeveyhi ve Ahfeş arasında tartışma konusu olmuştur.
Sîbeveyhi’ye göre söz konusu isim gayr-i munsarif olarak kalır. Ahfeş ise
munsarif olduğuna hükmetmiştir. İsferâyînî, gerekçesini zikretmek suretiyle
“Bu konuda hak Sîbeveyhi’den yana olduğunu.” belirterek onun görüşünü
benimsemiştir.139
İsferâyînî kendi görüşlerine çokça itimat edip bunu değişik vesilelerle
اهامني اربّي” ,O .getirmiştir dile
ْ
ل
ا
ْر ُجو للاا ” ,“ettiği ilham rabbimin/ مّما أ
ا
وأ أ ْن ياكُو ان فا ْيضا
نهْم /Allah’ın bana verdiği feyz olduğunu umuyorum”, “ إلى وةّ
قُ
ْ
ما ا ْستا ْخ ار ْجتُه م ان ال
امزي د فا ْض ٍل” ,“.meseledir bir çıkardığım fiile kuvveden/ال ف ْعل
bu/ اخ َّص ْصت فيه ب
konuda büyük bir meziyetle donatıldım” gibi ifadeler kullanarak kendi
görüşlerine itimat ettiğini açıkça belirtmiştir.140 Bu anlamda da İsferâyînî’nin
nahiv ilmiyle ilgili görüş ve tercihlerinin büyük bir kısmının Basra ekolü
görüşlerine muvafık olmakla beraber yer yer ictihâd edebilen bir âlim
olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır.
Esasında İsferâyînî’nin nahiv ilminde sırf bir mukallit olmayıp kendine
özgü bir yol tutabilen ve içtihat yetkinliğine sahip olan biri olduğunu gösteren
en önemli husus, bazı meselelerde cumhura veya genel kabule göre görüşe
muhalif olarak tercih belirtmesidir. Farklı nahiv eserlerinde bu türden çok
sayıda örnek bulmak mümkündür. Burada konuya ilişkin bir fikir edinebilmek
şu iki örneği zikredeceğiz:
• Nahiv ilminde yerleşik kural olarak fiil hades/oluş, zaman ve nispet
olmak üzere üç manayı kapsamaktadır. İsferâyînî, buna hadesin veya nispetin
zaman ile takyit edilmesini de ekleyerek fiilin toplamda dört manayı içerdiğini
ifade etmiştir. Bunu da şu ifadelerle anlatmıştır: “Dilbilimciler arasında meşhur
olan budur. Ancak en isabetlisi fiilin dört anlama şamil olmasıdır. Dördüncüsü, hades
veya nispetin zaman ile kayıtlanmasıdır. Bu da kendi başına bir anlam ifade etmeyen
harfî bir manadır.”141
• İstisnâ edatlarından birisiyle genel hükümden özel bir durumu hariç
tutmak olarak ifade edilen istisnâ, -mustesnâ ile mustesnâ minh arasındaki
139 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 46.
140 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 43, 230, 232, 269.
141 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 244.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 44
irtibata bağlı olarak- muttasıl (mustesnâ ve mustesnâ minh aynı cinsten) ve
munkatı‘ (mustesnâ ve mustesnâ minh farklı cinsten) şeklinde iki kısma
ayrılır. Bu, nahiv ilminde üzerinde ittifak edilen bir konudur. Ancak
İsferâyînî, istisnâyı genel olarak muttasılda hasretmiştir. Bunu da şöyle izah
etmiştir: “Mutlak olarak istisnânın tek anlamı “لَّإ “ve kardeşleri vasıtasıyla (özel
bir hükmün) genel bir hükümden ihraç edilmesinden ibaret olduğunu söyleyebilirsin.
Fakat muttasılda istisnâ edilen şey kendinden önce gelen (müstesnâ minhu) şeye dâhil
olduğu için istisnâ olgusu gerçek olur. Buna mukabil munkatı‘da ise mustesnâ ile
müstesnâ minh aynı cinsten olmadığından yapılan istisnâ zannî olur… Örneğin ‘ اجاءاني
إََّل ح اما ًرا
ُالاقوم ‘dediğin zaman ‘ قوم ‘kelimesini duyan kişinin zihninde hem kendini hem
eşeğini içine alan genel bir hüküm oluşur ve ‘حمارا لَّإ ‘ifadesiyle de istisnâ olgusu
gerçekleşmiş olur. Hâl böyle olunca istisnâ yalnızca muttasıldan ibaret olur. İstisnâ
için munkatı‘ tabiri, ıstılahî olup i‘râb kurallarının izahı için ihtiyaç duyulan bir
terimdir.”
142
1.4.3. İsferâyînî’nin Etkilendiği ve Etkilediği Dilbilimciler
1.4.3.1. Etkilendiği Dilbilimciler
Her âlim gibi İsferâyînî de farklı nahiv ekollerine mensup birçok
âlimden nakilde bulunmuş ve önemli ölçüde onlardan istifade etmiştir. Onun
ilmî şahsiyetinin oluşmasında sözü geçen âlimlerin büyük katkıları olmuştur.
O, mevzu bahis haşiyesinde burada hepsinin isimlerini zikredemeyeceğimiz
kadar çok sayıda âlime atıf yapmıştır. Bu nedenle onun atıfta bulunduğu bütün
âlimleri değil, üzerine etkileri açıkça görülen birkaçının zikretmesiyle
yetineceğiz.
a) Sîbeveyhi (ö. 180/796): İsferâyînî’nin nahiv alanında etkilendiği
ulemânın başında gelmektedir. Nahiv ile ilgili eserlerinde yüzden fazla
meselede kendisine atıf yapmıştır. Haşiyesinin kimi yerlerinde Sîbeveyhi,
diğer yerlerinde ise Sîbeveyhi’nin mezhebi veya görüşü şeklinde
bahsetmiştir.143 Bazı meselelerde Sîbeveyhi’nin görüşüne muvafık tercihte
اوْي ه” da Bunu .bulunmuştur
ْي ه سيبا
لا
اه اب إ
َّظا ه ُر اعلى اما ذا
ال/zahir olan Sîbeveyhi’nin
142 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 282.
143 Örnek babından bkz. İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 40, 67, 71, 76, 83, 92, 97, 116, 125, 131,
142, 144, 155, 157, 162, 173, 203, 212, 215, 227; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 157, 159, 181, 211,
306, 320, 331, 359, 445, 448, 470, 473; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 27, 52, 57, 63, 68, 84, 81,
99, 101, 104, 107, 109, 110, 111, 121, 125, 130, 151.
45 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
اوْي ه” ,“görüşüdür
اه ب سيبا
اح ُّق م ْن امذْ
ْ
او ال
ُه اكاما /hak olan Sîbeveyhi’nin görüşü gibi”,
اوْي ه”
اح ُّق ام اع سيبا
ْ
ال/hak Sîbeveyhi’den yanadır.” gibi ifadeler kullanarak
yapmıştır.144 Bir örnek ile bunu açıklayacak olursak; tarif/belirtme edatının
“أل “mı yoksa sadece “ل “mı veya sadece “ أ “mı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Sîbeveyhi’ye göre belirtme edatı “ل‘“dan ibarettir. Molla Câmî, İbn Hâcib’in
Sîbeveyhi’nin görüşünü tercih ettiğini belirtmiştir. İsferâyînî de sözü edilen
görüşü benimseyerek şöyle gerekçelendirmiştir: “Halîl daha ileri bir seviyede
olmakla beraber bu meselede hak Sîbeveyhi’den yanadır. Nitekim el-Muhakkiku’şŞerîf (Cürcânî), Keşşâf üzerindeki şerhinde bunu net bir şekilde ifade etmiştir.”
145
b) Radıyyüddîn el-Esterâbâdî (ö. 684 veya 686/1287 veya 1289): Nahiv
ilminde önemli bir yer edinen bir âlimdir. Nahiv alanında görüşleri hüccet
kabul edilmiştir. İbn Hâcib’in el-Kâfiye ve eş-Şâfiye metinleri üzerinde
yazdığı şerhlerle şöhret bulmuştur. Bilhassa Şerhü’l-Kâfiye eseriyle ün yapmış
ve bu eseri hemen bütün İslâm âleminde müracaat edilen bir kaynak olmuştur.
Celâlüddîn es-Süyûtî (ö. 911/1505) “Nahiv ilminde ona benzer bir kitap
yazılmadı. İnsanlar ona ilgi gösterdi ve istifade ettiler. Gerek zamanımızın âlimleri
gerekse önceki dönemlerin âlimleri hem çalışmalarında hem de derslerinde ona
itimat ettiler.” söyleyerek sözü geçen kitabının önemine vurgu yapmıştır.146
İsferâyînî üzerinde de derin bir etki bıraktığını görmekteyiz. Zira İsferâyînî,
nahiv ilminde telif ettiği bütün eserlerinde onun birçok görüşünü nakletmiştir.
Görüşlerinin bir kısmını değerlendirme yapmadan aynen iktibas ederek
nakletmiş; bir kısmını değerlendirmeye tabi tutarak tercih etmiş veya
eleştirerek reddetmiştir. Özellikle Şerhü’l-Kâfiye eserinde kendisine çokça atıf
yaptığını ve birçok konuda onu eleştirdiğini görmekteyiz. Nahivle ilgili
eserlerinde Radî’nin ismini beş yüzden fazla zikretmiş olması ondan ne kadar
etkilendiğinin en önemli göstergesidir. İsferâyînî Râdî’ye atıf yaparken
ق ال َّرضي” ,“ال اشْيخ ال َّرضي” ,“ال َّرضي” :kullanmaktadır ifadeleri şu genellikle
,“ال ُم احقّ
اق ال اشْيخ ال َّرضي”
.147“وهلل دا ُّر ال َّرضي” ,“ احقَّ
144 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 104, 130, 158; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 155.
145 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 27.
146 Süyûṭî, Buġyetü’l-vuʿât, 2/1/567.
147 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 27, 35, 38, 46, 50, 51, 67, 76, 87, 93, 94, 97, 106, 107, 115,
120, 122, 134, 143, 163; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 7, 27, 30, 41, 51, 60, 64, 68, 71, 99, 101,
107, 113, 116, 119, 122, 127; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 150, 152, 160, 179, 180, 182, 211, 261,
268, 271, 281, 285.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 46
c) Seyyid Şerîş Cürcânî (ö. 816/1413): Arap dilinde otorite kabul edilen
ve sonraki âlimler üzerinde büyük bir etki bırakan meşhur bir âlimdir. Arapça
kavramlarına dair et-Ta‘rîfât adlı eseri yaygındır.148 Seyyid Şerîf, Şiraz’da
Daruşşifa Medresesi’nde müderris iken Şiraz’ı işgal eden Timur tarafından
Semerkant’a götürülmüştür. Burada yaklaşık 18 yıl baş müderrislik yapmıştır.
Başta Sa‘deddîn et-Teftâzânî (ö. 792/1390) olmak üzere, Maveraünnehir
âlimleriyle girdiği ilmî münazaralarda büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu
münazaralar, ulema çevresinde mütekaddimûn devrinin Teftâzânî’yle sona
erdiği ve müteahhirûn devrinin de Curcânî’yle başladığı kabul edilmiştir.149
Cürcânî, özellikle kelam ve Arap dili ilimlerinde çokça müracaat edilen
bir şahsiyet olmuştur. İsferâyînî de başta nahiv ile ilgili eserlerinde olmak
üzere kendisine çokça atıfta bulunmuş ve bu alanda ondan geniş ölçüde
etkilenmiştir. O, Cürcânî’yi “قين
د ال ُم احقّ
د ال َّشريف” ,“ اسيّ
اسيّ
ق ال َّشريف” ,“ال
د ” ,“ال ُم احقّ
اسيّ
ال
قُدْ عُلاماء او ” ,“ال َّسناد
ْ
ال ُة “ gibi lakap ve unvanlarla andıktan sonra “ُرهُّ س اس
دّ
Allah/قُ
sırrını kutlu eylesin” ihtiram ifadesini kullanarak kendisine atıf yapmıştır.150
İsferâyînî’nin, harfin ne müsned/yüklem ne de müsnedün ileyh/özne
olamayacağı konusundaki açıklamasını Cürcânî’nin görüşüyle desteklemek
için sarf ettiği şu ifadeler önem arz etmektedir: “Bu, derin bir fikir sahibi olarak
bilinen birilerinin yaptığı incelmeden istifade edilmiştir.”151 İsferâyînî’nin
Cürcânî’nin görüşlerinden etkilendiğini gösteren diğer bir örnek cer
harflerinin tanımı konusunda yaptığı şu açıklamadır: “Cer harfleri, fiilin fiile
benzer veya fiilin manasında kullanılan bir şeyin isme bağlantısına delalet eden
harflerdir…. Diğer bir görüşe göre kendi zatları için vaz‘ olunup kendilerine
‘alem/özel isim kılınan harflerdir. Nahiv âlimlerin zahir ifadeleri bu son görüş
üzerindedir. İlk görüşü ise es-Seyyid, el-Muhakkik, el-Murtezâ eş-Şerîf (Allah, aziz
sırlarını mukaddes eylesin) tahkik etmiştir. Hak ondan yanadır.”
152
148 Sadreddin Gümüş, “Cürcânî, Seyyid Şerîf”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1993), 8/134-136.
149 Bkz. Sadreddin Gümüş, “Cürcânî Seyyid Şerîf”, DİA, (TDV Yayınları: İstanbul 1993),
VIII/134; Halil Akçay, Nûruddîn el-Curcânî ve er-Reşâd fî Şerhi’l-İrşâd Adlı Eseri, (Son Çağ
Akademi Yayınları: Ankara 2019), 19.
150 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 155, 195, 243, 257, 271; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 17, 21, 27,
109, 164; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 199, 226, 308.
151 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 22.
152 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 225-226.
47 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
d) Şihâbuddîn Ahmed ed-Devletâbâdî (ö. 849/1445): daha çok el-Hindî
nisbesiyle anılmaktadır. Aklî ilimlerde ve Arap dilinde büyük ilerleme
kaydeden bir âlimdir. Melikü’l-‘ulûm olarak tavsif edilen Hindî, İbn Hâcib’in
el-Kâfiye’si üzerine yazdığı şerh çalışmasıyla ilim muhitinde büyük bir yankı
yapmıştır.153 Kendisinden sonra gelen hemen her dilbilimci onun bu eserinden
istifade etmiş ve bilhassa bu eseri çerçevesinde ona atıf yapmıştır. İsferâyînî
de hem aynı metin üzerinde yazdığı şerhinde hem de diğer nahiv
çalışmalarında Hindî’den nakilde bulunmuştur. İsferâyînî, “نديْه
ْ
ق ” ,“ال
ال ُمداقّ
هْندي
ْ
هْندي” ,“الفاا ضل ال
ْ
هْندي” ,“الفاا ض ُل ال
ْ
لفاا ضل ال
ْ
هْنديَّة” ,“ احقّقاهُ ا
ْ
gibi” صواحب الحواشي ال
ifadelerle Hindî’ye atıf yapmıştır.154
İsferâyînî’nin yukarıda zikredilenler kadar olmasa da atıfta bulunup
önemli ölçüde etkilendiği bazı dilbilimcilerin isimlerini şöyle sıralayabiliriz:
• Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö. 175/791):155 Aruz ilmini vaz‘eden
Ferâhîdî, Arap dili ve edebiyatında imam ve hüccet addedilmektedir. En
meşhur esri olan Kitâbü’l-ʿAyn, ilk alfabetik Arapça sözlük olarak kabul
edilmektedir.156
• Kisâî (ö. 189/805):157 Kûfe nahiv ekolünün gerçek kurucularından
kabul edilen Kisâî yedi kıraat imamından biridir. Nahiv ilmini en iyi bilen
olarak nitelenmektedir.158
• Ferrâ’ (ö. 207/822):159 Kûfe dil ekolünün kurucularındandır. Nahiv ve
sarf açısından ayetlerin tahlilini yaptığı Meʿâni’l-Ḳurʾân adlı eseriyle ün
153 Ali Kâzım Mişrî-Bedîrî Sâir Abdulkerîm, “Şerḥü’l-Hindî ‘ala’l-Kâfiye meṣâdiruhu ve
menhecuhu”, Mecelletü’l-Kâdisiyye li’l-Ulûmi’l-İnsâniyye 15/3 (2012), 45-50.
154 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 20,75, 99, 104, 106, 137, 187, 189, 191; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’lcâmî, 222, 223, 228, 272.
155 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 106, 117, 127, 146, 164; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 21, 97,
111, 126, 193, 253, 263.
156 İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a‘yân, 2/246.
157 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 78, 79, 89, 270, 271.
158 İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a‘yân, 3/295.
159 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 79, 93, 96, 139, 174; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 21, 56, 75, 78,
82, 99; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 466, 474.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 48
yapmıştır. el-Ḥudûd (Ḥudûdü’n-naḥv) adlı çalışması da nahiv alanda oldukça
önemli bir kaynak kabul edilmektedir.160
• Muhammed b. Yezîd el-Müberred ö. 286/900):161 Nahiv ve belagat
ilimlerinde mahir olmuştur. Arap edebiyatının ilk örneklerinden sayılan elKâmil fi’l-edeb (fi’l-luga ve’l-edeb ve’n-naḥv ve’t-taṣrîf) adlı eseri
meşhurdur.162
• İbn Mâlik et-Tâî (ö. 672/1274):163 Nahiv ilminde otorite kabul edilir.
Nahiv ilminde manzum olarak telif ettiği el-Elfiyye adlı çalışması oldukça
meşhurdur.164
1.4.3.2. Etkilediği Dilbilimciler
Klasik dönem ulemânın bir kısmı İslâmî ilimlerin bir dalına meyledip
bu dalda kendini geliştirmiş, kıymetli eserler vermiş ve özgün görüş ve fikirler
ortaya koyarak bu ilim dalının gelişimine katkı sunmuştur. Bu tarz yetişen
ulemânın, uzmanlaştığı ilim dalıyla ilgili görüşleri sonrakiler tarafından kabul
görmüştür. Bu bağlamda sözü edilen ilim dalında tahassüs etmek veya
çalışmak isteyen âlim ve araştırmacılar üzerinde önemli bir etki bırakmıştır.
Bir kısım ulemâ ise birden çok ilim dalına ihtimam gösterip onlarda kendini
geliştirerek kabul ettirmiştir. Bu ilim dallarında farklı eserler telif ederek
onların gelişimine katkı sağlamıştır. Bunların görüş ve düşünceleri ihtisas
sahibi olduğu bütün ilim dallarında merci sayılmış ve bu anlamda sonrakiler
üzerinde önemli tesirleri olmuştur. İnceleme konumuz İsferâyînî de bir ilim
dalıyla yetinmemiş hemen hemen bütün İslâmî ilimlerle ilgilenmiş ve bu ilim
dallarıyla ilgili özgün görüşler geliştirmiştir. Onun farklı ilim dallarındaki bu
görüşleri sonraki âlim ve araştırmacılar tarafından itibara alınmıştır. Bu
çerçevede de sonraki ulemâ ve araştırmacılar üzerine önemli bir etki
bırakmıştır. Burada İsferâyînî’nin nahiv ilmi bağlamında sonrakiler üzerindeki
160 Cemâlüddîn Alî b. Yûsuf el-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât ʿalâ enbâhi’n-nüḥât (Dâru’l-Fikri’l-
‘Arabî, 1406), 4/7-9.
161 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 20, 27, 110, 115, 129, 130, 149; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 11,
23, 40, 77, 79, 87, 104, 109, 124; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 371, 397.
162 Zebîdî, Ṭabaḳâtu’n-naḥviyyîn, 101.
163 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 23, 59, 122, 158, 174, 236, 276; İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 32,
42, 57, 68, 71, 76, 92, 136, 156; İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 171, 244, 252, 269.
164 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 10/234.
49 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
etkisi irdelenecektir. Bu da nahiv alanında kendisinden bariz bir şekilde
etkilendiği görülen birkaç dilbilimcilerle sınırlandırılacaktır.
a) Şemsüddîn Muhammed Mîrek et-Tâşkendî (ö. 980/1572):
İsferâyînî’nin etkisinde kaldığı bilinen bir âlimdir. Onun Mîzânü’l-edeb adlı
eseri üzerinde ‘Ucâletü’l-beyân fî şerhi’l-Mîzân adında bir şerh çalışması
yapmıştır. Taşkendî, eserin başında İsferâyînî’yi şöyle tanımlamaktadır:
“‘İsâmüddîn akıllı, zeki ve ediptir. Allah, lütfuyla muamelede bulunsun.”
Taşkendî’nin İsferâyînî’nin Mîzânül edeb’deki görüş ve ifadelerini şerh
ederken birçoğunda ona muvafık görüş belirttiğini görülmektedir. Bunların bir
kısmında İsferâyînî’nin benimsediği görüşü açıkça ifade ederken bir kısmında
ise tercih ettiği görüşünü gerekçelendirerek ona katıldığına işaret etmiştir. Bu
anlamda da onun İsferâyînî’den etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 165
b) Molla Zâde Muhammed b. Abdillah eş-Şehrezûrî el-Kürdî (ö.
1084/1673): Bursa Ulu Cami’de derse vermiştir. Kürdî efendi olarak
anılmaktadır.166 İsferâyînî’nin el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’ye yaptığı hâşiye
üzerine Haşiye ‘ala haşiyeti’l-‘İsâm ‘ale’l- Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye li'l-câmî
adında bir çalışması vardır. Molla Zâde, bu haşiyesinde bazı meselelerde
İsferâyînî’ye muvafık olarak görüş belirtmiştir. Bazı meselelerde ise
İsferâyînî’yi sert bir dille eleştirdiği de olmuştur.167
c) Muhammed b. Mûsâ el-Kudukî ed-Dâğıstânî (ö. 1120/1708)
muhakkik ve müdekkik olarak nitelenmektedir. Gazî Muhammed eş-Şûhî onu
şöyle methetmiştir: “Kamil, müdekkik, affolunmuş şeyh el-Kudukî Allah onu
insanlar için bir nimet olarak yaratmıştır. İlim öğreten ve öğrenen herkes için
mutluluk ve neşedir. Çünkü her bir kelimesi inci gibi çok değerlidir.”
168 Kudukî,
İsferâyînî’nin araştırma konusu yaptığımız eseri üzerine bir haşiye çalışması
yapmıştır.169 Kudukî, bu çalışmasında birçok meselede İsferâyînî’nin
165 Şemsüddîn Muhammed et-Tâşkendî, ‘Ucâletü’l-beyân fî şerhi’l-Mîzân, 54040 (54040), vr.
2a, 69b, 70b, 71a, 89b, 91b.
166 Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn, 2/293; Muhamed Ali es-Siverekî, Mu‘cemu A‘lami’l-Ekrâd
(Süleymaniye: Müessesetü Jîn, 2006), 615.
167 Muhammed el-Kürdî Molla Zâde, Haşiyetün ala haşiyeti’l-İsam ale’l-fevaidi’d-dıyaiyye li’lcami (34 Nk 4530/1), 27b, 28b, 55a, 58b, 67b, 69b, 71a, 89b, 105a, 107a, 110a.
168 https://telegram.me/s/favaiddag?before=520, 13. 11. 2022.
169 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1666.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 50
görüşlerini benimsemekle beraber yeri geldiğinde onun eleştirmekten
kaçınmamıştır.170
d) Muhammed Emîn b. Muhammed el-Üsküdârî (ö. 1151/1738): Dil ve
akıl ilimlerinde kendisinden söz ettiren bir Osmanlı âlimidir.171 Üsküdârî’nin,
İsferâyînî’nin değerlendirme konumuz olan haşiyesi üzerine bir haşiye
çalışması mevcuttur. O, bu çalışmasında İsferâyînî’nin gerek Molla Câmî’nin
ifadelerine yönelik değerlendirmelerine gerekse nahvî meselelerle ilgili
tercihlerine yönelik açıklamalar yaparak bunların birçoğunda ona muvafık
tercihte bulunmuştur.172
e) Ebü’l-‘İrfân Muhammed b. ‘Alî es-Sabbân (ö. 1206/1792): Arap dili
ve edebiyatında ün yapmış Mısırlı bir âlimdir. Klasik dönem medreselerinde
çokça okutulan ve müracaat edilen birçok eser üzerinde haşiye çalışmaları
bulunmaktadır. Bunlardan en önemli olanlardan biri şüphesiz İsferâyînî’nin
Semerkandî’nin er-Risâletü’s-Semerḳandiyye yazdığı şerhin haşiyesidir.
Özellikle Arap dili ilimlerinde birbirlerinde kıymetli eserler telif eden
Sabbân’ın asıl şöhreti Ebü’l-Hasen Nûruddîn el-Üşmûnî’nin (ö. 918/1513)
İbn Mâlik’in Elfiyye’sine yazdığı şerhin haşiyesiyle elde etmiştir. Sabbân, söz
konusu eserinde İsferâyînî’ye “اصام ع ال “lakabıyla atıf yaparak ondan nakilde
bulunmuş ve bunların önemli bir kısmında onun görüşleri doğrultusunda
tercih yapmıştır.173
Yine yukarıda zikredilen âlimler kadar olmasa da bazı dilbilimciler
İsferâyînî’nin görüşlerini nakletmiş ve ondan önemli ölçüde etkilenmişlerdir.
Söz gelimi Kuşadalı Şeyh Mustafa (ö. 1085/1674 [?]) Ḥâşiyetü Adalı ʿale’lİmtiḥân adlı eserinin pek çok yerinde İsferâyînî’yi “اصام ع ال لُ ض الفاا “lakabıyla
atıf yaprak birçok görüşünü nakletmiştir.174 Zeynîzâde Hüseyin Efendi (ö.
1172/1759) Taʿlîḳu’l-fevâḍıl ʿalâ iʿrâbi’l-ʿAvâmil isimli kitabında “ ُقاهَّاحق اما على
قاهُ الفاا ض ُل ال ع اصام” , “الفاا ض ُل ال ع اصام
اضاهُ ” ,“على اما ذا اكارهُ الفاا ض ُل ال ع اصام” ,“ اعلى اما داقَّ
إ ْرتا
170 Muhammed b. Musa el-Kudukî, Hâşiyetü’l-Kudukî ‘alâ Hâşiyeti’l-İsâm ‘ala’l-Câmî (Bursa:
Ferâidci Zade Matabaasi, 1310), 27, 32, 37, 42, 49, 55, 62, 65, 71, 77 vd.
171 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 9/79.
172 Muhammed Emin el-Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn
(İstanbul: Dersaadet, 1310), 62, 69, 78, 81, 257, 267, 281, 300, 306, 318, 331, 339, 340.
173 Ebü’l-İrfân Muhammed b. Alî es-Sabbân, Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Üşmûnî (Beyrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 1417), 1/31, 51, 2/428, 3/209, 230, 353, 377.
174 Mustafa Adalı, Ḥâşiyetü Adalı ʿale’l-İmtiḥân (Midyat: Dâru Tahkîki’l-Kitâb, 2021), 144.
51 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ق ال اع ن الفاا ض ل ال ع اصام” ,“الفاا ض ُل ال ع اصام
ُن “gibi tabirler kullanarak İsferâyînî’nin pek
çok görüşünü nakletmiş ve tercihe şayan bulmuştur.175 Abdülhamid Harpûtî
(ö. 1320/1902) Ḥâşiyetü’l-ḫarbûtî ‘alâ Tüḥfeti’l-‘avâmil eserinde “ اح رَّ اص
على اما
ه الفاا ض ُل ال ع اصام
yukarıda ve” قاا ال الفاا ض ُل ال ع اصام” ,“ اكذاا ذا اكارهُ الفاا ض ُل ال ع اصام” ,“ب
zikredilen benzer ifadeler kullanarak İsferâyînî’ye atıfta bulunmuştur.176
Hepsinin isimlerini zikredemeyeceğimiz pek çok kişi İsferâyînî’ye atıfta
bulunarak görüşlerini değerlendirmiştir. Bu da sonrakiler üzerindeki etkisini
açıkça ortaya koymaktadır.
1.4.4. Nahiv İlmiyle İlgili Çalışmaları
Bilindiği üzere âlimlerin belli bir ilimdeki yetkinliğini ve önemini
yansıtan en önemli husus, şüphesiz o ilimde telif ettiği çalışmalardır. Nitekim
bir âlimin herhangi bir ilimle ilgili anlayışı, metodu ve fikirleri sonraki
kuşaklara aktarılması verdiği eserler vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Bu
kapsamda İslâm tarihi boyunca her dönemin âlimleri mütehassıs oldukları
ilimde veya ilimlerde çalışmalara ağırlık vererek adeta birbirleriyle yarışmış
ve ilim dünyasına kıymetli eserler bırakmıştır. Bu eserler, ilim erbabı
tarafından istinsah edilerek çoğaltıldığı gibi hem öğretimde hem yeni yapılan
çalışmalarda kaynak olarak onlardan istifade edilmiştir. İşte telif ettiği
eserlerle sonrakiler üzerine önemli bir etki bırakan ve İslâmî ilimlerin hemen
her dalının gelişimine katkı sunan önemli simalardan biri İsferâyînî’dir.
Burada İsferâyînî’nin nahiv ilmiyle ilgili elimize ulaşan eserleri çerçevesinde
bu ilme yaptığı katkıyı ele alacağız.
a) Şerḥu’l-Kâfiye fi’n-naḥv: İbn Hâcib’ın meşhur el-Kâfiye metni
üzerine yazılmış bir şerh çalışmasıdır. İsferâyînî bu eserini Emîr Yâr
Muhammed b. Emîr Cân Vekâyî’ye takdim etmiştir. Âdeti olduğu üzere
eserin önsözünde “‘İsâmüddîn olarak meşhur olan İbrahim b. Muhammed b.
‘Arâbşâh söylüyor” ifade ederek bunun kendisine ait olduğunu net bir şekilde
belirtmiştir.177
İsferâyînî, eserde İbn Hâcib’in el-Kâfiye’si üzerine yazılan en
önemli şerhlerden biri olan Radî el-Esterâbâdî’nin şerhinden çokça nakilde
175 Hüseyin Efendi Zeynîzâde, Taʿlîḳu’l-fevâḍıl ʿalâ iʿrâbi’l-ʿAvâmil, thk. Muhammed b.
Yunus Hânî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 61.
176 Abdulhamid Harpûtî, ḥâşiyetü’l-ḫarbûtî ‘alâ Tüḥfeti’l-‘avamil, thk. Ahmet Gemi (Ankara:
İlahiyât Yayınları, 2019), 430.
177 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 33.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 52
bulunmuş ve birçok konuda Radî’ye itiraz ederek onu eleştirmiştir. Bu
kapsamda eserde yüz elliden fazla yerde Râdî’nin isminin geçmesi önem arz
etmektedir.178
Eser müracaat edilen kaynaklar arasında da yer almıştır.
Nitekim eseri tahkik edenin tespitine göre onun farklı kütüphanelerde otuz
farklı el yazma nüshasının bulunması ilim erbabınca itimat edildiğinin en net
göstergesidir.179 Ayrıca bazı nahiv âlimlerinin üzerine haşiye yazmaları da
onun kıymet-i ilmiyesini ortaya koymaktadır. Üzerine yazılmış haşiyelerin bir
kısmının müellifleri bilinirken bir kısmının ise bilinmemektedir. Müellifleri
bilinenler şunlardır:
• İsâ b. Muhammed es-Safevî el-Îcî (ö. 955/1548): Ḥâşiye ‘alâ şerḥi’l-
‘İsâm.
• İbrahim b. Muhammed b. İsâ es-Sa‘îdî (ö. 1079/1668): Tecrîdü’lḥâşiye li’l-‘İsâm ‘ale’l-Kâfiye li İbni’l-Hâcib fi’n-nahv.
180
• Abdullah Dümülcî Zâde: Hâşiye ‘ale’l-‘İsâm ‘ale’l-Kâfiye.
181
İsferâyînî’nin bu eseri Muhammed Bâsıl ‘Uyûnü’s-Sûd’un tahkikiyle
Dâru'l-Kütübi’l-‘İlmiyye matbaası tarafından yayınlanmıştır.
b) el-Ferîd fi’n-naḥv ve Şerḥü’l-Ferîd fi’n-naḥv: İsferâyînî, şerhin
mukaddimesinde hem metnin hem de şerhin ismini ve kendisine aidiyetlerini
açık bir biçimde belirtmiştir. Telif amaçlarını ise şöyle ifade etmiştir: “Fasder
köyünde beni kollayıp gözeten devlet yetkilisi, torunlarının eğitim-öğretimi için
benden yararlı bir kitabın yazılmasını istedi. Ben de bu eşsiz muhtasarı telif ettim.
Onları mutlu etmek için elimden geleni yaptım. Hamdolsun el-Ferîd isimlendirmeye
laik bir şey ortaya çıktı. Çok önemli bulduğum için şerh etmek istedim.”
182 el-Ferîd
metni oldukça kısa ve öz ifadelerle ele alınmıştır. Zaten İsferâyînî, metni
talebelerin nahiv kaidelerini kolay bir biçimde ezberlemeleri için ihtilaflı
görüşler ve vecihlere yer vermeyip mümkün mertebe kısa tuttuğunu
178 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 16, 21, 27, 28, 30, 34, 41, 48, 51, 68, 71, 72, 99, 101, 103, 106,
117, 119, 122, 125, 126, 127 vd.
179 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 25-26.
180 İsferâyînî, Şerḥu’l-Kâfiye, 26; Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 1/105, 104,
181 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 51.
182 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 108-109.
53 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
belirtmiştir.183 Ayrıca o, metinde önceki muhtasar metinlerin tasnifine muhalif
olarak nahiv konularını kendine özgü bir tertiple kaleme almıştır.
Eser bir mukaddime ve üç bölümden oluşmaktadır. Mukaddimede,
eserin telif amacından sonra hamd ve salavatın önemine dair hadisler ve
bunların açıklanması yapılmıştır. Sonrasında metinde zikredilen hamd ve
salavat ile ilgili ifadelerin, dil ve belagat açısından tefsir ve tahlillerini edebî
bir tarzla yapmıştır.184 Birinci bölümde amel eden fiil, ism-i fâil, ism-i mef‘ûl,
sıfat-i müşebbehe, ef‘alü’t-tafdîl, masdar, cevâzim ve nevâsib gibi ‘âmiller ve
bunlara ilişkin malumat verilmiştir.185 İkinci bölümde mebnî ve mu‘rab
ma‘mûllere ilişkin bilgiler verilmiştir.186 Üçüncü bölümde ise amel etmeyen
harfler ve taklid edilen sesler gibi ‘âmil ve mamul olmayan şeylerden
bahsedilmiştir.187 Muhammed Sâbit b. Abdillah el-Kayserî er-Rûmî (ö.
1311/1893), Mu‘în musta‘în fî tercemeti Şerhi’l-Ferîd li’l-‘İsâm adıyla
tercüme etmiştir.188 Eser Nûri Yâsîn Hüseyin tarafından tahkik edilerek
basılmıştır.
c) Mîzânü’l-edeb: (fi’l-ʿulûmi’s̱-s̱elâs̱e: eṣ-Ṣarf ve’n-naḥv ve’l-belâġa):
İsminden anlaşıldığı üzere sarf, nahiv ve belagat ilimlerini ihtiva etmektedir.
İsferâyînî, mukaddimede eserin ismini ve telifine sebep olan olayı şu şekilde
anlatmıştır: “Bu çalışmanın ismi Mîzânü’l-edeb fî lisâni’l-‘arab’dır. Temel
meseleleri ihtiva etmektedir. Belagatin esası sayılan temel delilleri öğretmektedir…
Akıllı, edip, zeki ve mahir birisinin -Allah cemaliyle ona uzun ömürler versin ve
kemaliyle yüksek derceler nasip etsin- isteği üzerine doktorun, sevdiğini tedavi eder
gibi bir anlayışla bu çalışmaya başladım.”
189 Eser, Arap diline ilişkin üç temel
ilimle ilgili kaideleri özlü ifadelerle içermesi oldukça öne arz etmektedir.
183 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 90-91.
184 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 107-19.
185 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 121-386.
186 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 389-454.
187 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 457-509.
188 Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn, 2/393.
189 İsferâyînî, Mîzânü’l-edeb, 47.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 54
Muhammed Mîrek et-Taşkendî ʿUcâletü’l-beyân adıyla şerh etmiş ve Şerḥu
Mîzâni’l-edeb adıyla yayınlamıştır.190
d) Ḥâşiyetü’l-ʿİṣâm ʿale’l-Câmî: Molla Câmî’nin el-Kâfiye’si üzerine
telif ettiği şerh ile ilgili yazılan onlarca haşiyeler arsında en önemlilerden
biridir. Bir sonraki başlıkta bu çalışmaya ilişkin detaylı bilgi verileceğinden
burada bu kadarıyla yetineceğiz.
1. 5. ʿİṣâm ʿale’l-Câmî’nin Genel Özellikleri ve Nahiv
İlmindeki Önemi
Nahiv ilmi alanında tarih boyunca birçok dilbilimci yetişerek
birbirlerinden kıymetli eserler telif etmişlerdir. Ancak bütün dilbilimcilerinin
eserleri aynı etkiye sahip olmuş değildir. Aynı şekilde her bir dilbilimcinin
farklı eserleri de aynı tesire sahip olmamıştır. Eserlerin tesiri, ilgili olduğu
ilme katkısına paralel olmuştur. Buna göre bir kısım dilbilimcinin ele aldığı
çalışmalar, sonrakilerin iltifatına mazhar olmuş ve klasik döneme ait onlarca
el yazma nüshası bulunmuştur. Bunun yanı sıra şerh, haşiye vb. pek çok
çalışmaya konu olmuş; hem ders kitabı olarak okutulmuş hem de müracaat
edilen temel kaynaklar arasında kabul edilmiştir. Buna mukabil bir kısım
dilbilimcinin çalışmaları sonrakiler üzerine böyle bir etki yapmış değildir.
Sözünü ettiğimiz durum aynı dilbilimcin farklı eserleri için de geçerlidir.
İsferâyînî de diğer ilimlerde olduğu gibi nahiv ilminde de şerh, haşiye
ve özgün olmak üzere ondan fazla değişik eserler telif etmiştir. Fakat bu
eserlerin hiç biri inceleme konumuz olan ʿİṣâm ʿale’l-Câmî adlı eseri kadar
etki etmemiştir. İsferâyînî bu eserini şu edebî ifadelerle methetmiştir:
“Yıldızların parlaklıklarını soluklaştıran güneş gibi diğer kitapların incilerini/kıymetli
malumatlarını gölgede bırakmaktadır. Nitekim el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’yi süsleyen
bilgilere muhtevidir. Kimse onu methetmekten uzak kalamaz. Onu ayıplayacak veya
kötüleyecek birinin bulunması düşünülemez. İnatçılık yapmaksızın ona bakan hiçbir
büyük şahsiyet onu reddetmez. Zira o örneksiz birçok yenilik içermektedir. Ona
meyledip onun gizli güzelliklerine muttali olan her mükemmel akıl sahibi güzel
bilgiler elde etmektedir. Taklid boyunduruğundan kurtulmayanlar istediğini
söylesinler, onlarla tartışacak değiliz. İyi niyet amacı gütmeyen ondan uzak dursun.
190 Bu eserle ilgili geniş bilgi için bk. Muhammed Faruk Culum, ʻİsâmuddîn el-İsferâyînî’nin
Mîzânu’l-Edeb’i (Nahiv bağlamında) (Diyarbakır: Dicle Üniversitesi / SBE., Yüksek Lisans,
2022), 20-37.
55 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Bize düşen böyleleriyle vedalaşmaktır. Saadet ehli ondan faydalanmaktadır. Şekavet
ehli ise ondan mahrum kalmaktadırlar.”
191 Zaten eserin farklı kütüphanelerde
bulunan çok sayda el yazma nüshasının yanı sıra üzerine birçok haşiye
çalışmasının bulunması onun kıymet-i ilmiyesini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu başlıkta söz konusu haşiyenin genel özellikleri tanıtılacak, ardından nahiv
ilmindeki önemine temas edilecektir.
1.5.1. Genel Özellikleri
1.5.1.1. İsmi ve Müellife Aidiyeti
İsferâyînî, bu eserinden “el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye ile alakalı yazılmış bir
takım haşiyeler” şekilde bahsetmiştir.192 Tarih ve biyografi kaynaklarında ise
farklı isimlerle anılmıştır. Aynı şekilde değişik kütüphanelerde bulunan el
yazma nüshaları da farklı isimlerle kaydedilmiştir. Buna göre eser, “ ُشياة احا
اجا مي
ْ
ال
ُم ال دّين اعلى اش ْرح
اجامي” ,193“ ع اصا
ْ
اكاف يا ة لل
ْ
ال
,194“ احا شياة ع اصام اعلى اش ْرح
احا شياةُ ”
ْ
ال
اجامي
ْ
اكاف يا ة لل
ْ
ال
ع اصا مياة اعلى اش ْرح
ْ
اجا مي” ,“ال
ْ
اجا مي” ,“حاشية على ال
ْ
ع اصاٍم على ال
,195“ احا شياةُ
اكاف يا ة”
ْ
ال
اوائ د ال ّضيائ يَّة فى اش ْرح
فا
ْ
اعلى ال
ْْلا ْكبار على الفوائد الفوائد ” ,196“ احا شياةٌ
ُم ا
ُم ال ع اصا
ال ع اصا
جب
ْحا
ن ال
اكاف يا ة َلْب
ْ
ال
“الضيائية فى اش ْرح
اجامي” 197
اعلى ُمالّ
isimlerle gibi ” احا شياةٌ
zikredilmiştir. Fakat daha çok “مي اجا
ْ
Nitekim .anılmaktadır olarak ” ع اصام على ال
farklı tarihlerde yapılan baskıları da genellikle bu isimle çıkmıştır.
Eserin kendisine ait olduğuna gelince bu, şüphe götürmeyecek derecede
muhakkaktır. Nitekim İsferâyînî, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi bu
عاالامين إ ْبراهيم بن محمد بن ” mukaddimesinde eserinin
ْ
غان ي اع ن ال
ْ
ْبدُ ال ُمْفتا ق ُر إلى للا ال
عا
ْ
فاياقُو ُل ال
ُم ال دّين
اصا ع اإلسفراييني عربشاه/Bütün âlemden zengin olan Allah’a muhtaç İbrahim
b. Muhammed b. ‘Arabşâh el-İsferâyînî ‘İsâmüddîn diyor ki…”198 şeklinde bir
ifade kullanarak eserin kendisine ait olduğunu net bir biçimde ifade etmiştir.
Yine ondan bahseden birçok tarih ve biyografi kaynakları da farklı isimlerle
191 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 2.
192 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 2.
193 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 5/282.
194
‘İsâmüddîn ‘Usmân b. ‘Alî b. Murad el-Ömerî, er-Ravdü’n-nadr fî tercemeti üdebâi’l-‘aṣr,
thk. Selim Neîmî (Bağdat: el-Macmau’l-İlmi el-Irârkî, 1395), 3/235.
195 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665; Yûsuf b. İlyân Serkis, Muʿcemü’l-maṭbûʿâti’lʿArabiyye ve’l-muʿarrebe (Mısır: Matbaatu Serkis, 1346), 2/1331.
196 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
197 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/69.
198 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 2.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 56
de olsa eseri kendisine nispet etmişlerdir.199 Ayrıca bu husus eserle ilgili
yazılan haşiyelerin bir kısmında da açıkça belirtilmiştir. Örneğin Molla Zâde
el-Kürdî ‘İsâm ‘ale’l-Câmî üzerine yazdığı çalışmasında “Bu, el-Hâşiyetü’l-
‘İsâmiyye’ye layık olan bazı önemli haşiyeler ve mükemmel araştırmalardır.”
200
söyleyerek sözü geçen haşiyenin İsferâyînî’ye ait olduğunu belirtmiştir.
Muhammed el-Üsküdârî söz konusu haşiyenin İsferâyînî’ye aidiyetini şöyle
ifade etmiştir: “Bu, faziletli, muhakkik, olgun, müdekkik ‘İsâmüddîn el-İsferâyînî’nin
el-Fadılü’l-Câmî olarak bilinen el-Mevlâ el-‘Arif’in, meşhur allame İbn Hâcib’in elKâfiye metnine yazdığı el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye adlı eseri üzerine yazdığı haşiyelerle
ilgili bir takım haşiyelerdir.”
201
1.5.1.2. El Yazma Nüshaları
Bilindiği üzere herhangi bir eserin ilgili olduğu ilme katkısını ve o
ilimdeki önemini yansıtan en belirgin özelliklerden biri farklı el yazma
nüshalarının çokluğudur. Nitekim bir eserin değişik yerlerde farklı
müstensihler tarafından birçok kez istinsah edilmiş olması hem o eserin birçok
yerde okutulmuş olduğunu hem de çok sayıda kişi tarafından istifade
edildiğini göstermektedir. Söz gelimi İsferâyînî Mâverâünnehir bölgesinde
ilmî faaliyetlerini yürüten bir âlim olduğu halde bahse konusu eseri İslâm
dünyasının farklı bölgelerinde yaşayan âlimler tarafından istinsah edilmiş ve
birçok çalışmaya konu edinilmiştir. Bu da eserin yaygın bir biçimde istifade
edildiğini ve ilgili olduğu ilme önemli katkı sunduğunu ortaya koymaktadır.
Esrin bazı kütüphanelerde kayıtlı el yazma nüshaları aşağıdaki gibidir:
• Merkezü’l-Melik Faysal li’l-bühûsi ve’d-dirâsâti’l-İslâmîyye Riyad:
nr. 03517, 03616, 04677, 07066, 07076, 07162, 07430, 1-07018, 07928,
09698, 11560, 14032.202
• Fihrisü’l-Ezheriyye, Mısır: 337257.
203
199 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 2/1370; Bâbânî, Hediyyetu’l-‘ârifîn, 2/565; Kehhâle, Muʿcemü’lmüʾellifîn, 12/50; Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, 10/620.
200 Molla Zâde, Haşiyetün ‘alâ haşiyeti’l-İsam, 2a.
201 Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn, 2.
202 Merkezi’l-Melik Faysal, Ḥazânetü’t-türâs fihrisu mahtûtat, 1/159; 5/584; 7/913; 11/405;
11/415, 11/502, 11/958; 14/968; 16/282; 19/536; 32/302; 106/857.
203 Multakâ ehli’l-hadîs, Fihrisü’l-Ezheriyye (Mısır, ts.), 427.
57 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
• Raşid Efendi Kütüphanesi, Kayseri: nr. 9316, 26149, 26658.
204
• İzmir Milli Kütüphane: nr. 1294, 1796.
205
• Mektebetü’l-avkâfi’l-‘amme, Musul: nr. 1474, 1522, 4406.
206
• İstanbul Atıf Efendi Yazma Eser Ktp.: nr. 001905.207
• el-Mektebetü’l-Kâdıriyye, Bağdat: 916.
208
• Câmi‘atu Melik Suud (Kısmü’l-mahtûtat), Riyad: 1 /7018.
209
• Topkapı Ktp., İstanbul: 002269.210
• Amcazâde Hüseyin Paşa Ktp., İstanbul: 1086.
211
• Zeytinoğlu Halk Ktp., Kütahya: TAEKAR2925, 001177.212
• Gedik Ahmet Paşa İl Halk Ktp., Afyon: 017781, 017793, 017794,
017795, 018086.213
• İkinci Sultan Mahmut Ktp., Kıbrıs: 843, 1617, 1665, 1827, 960.
214
• Astan Quds Razavi, Meşhed/İran: 14292, 14824, 3802, 14130,
14775, 13906, 3803, 14348.215
• Hazanetu Câmi‘ati’z-Zeytûne, Tunus: 6133, 6759, 4011,4012 , 4008
, 4009, 997008814282505171.216
204 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
205 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
206 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
207 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
208 Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
209 https://makhtota.ksu.edu.sa/search/0, 30.11.2022.
210 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
211 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
212http://katalog.istanbul.edu.tr/client/tr_TR/default_tr/search/detailnonmodal/ent:$002f$002fS
D_ILS$002f0$002fSD_ILS:1379733/ada?qu=isam&ic=true&ps=300, 30.11.2022.
213 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
214 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
215 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ, 1/66.
216 Komisyon, Mu‘cemu târîḫ,1766;
https://www.nli.org.il/ar/books/NNL_ALEPH997008814282505171/NLI, 30.11.2022.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 58
• Halil Hamit Paşa Ktp., Isparta: 001971.217
• Milli Kütüphane, Ankara: 06 Mil Yz A 5418.218
• Atıf Efendi Yazma Eser Ktp., İstanbul: 34 Atf 2457, 34 Atf 2458.219
• Nuruosmaniye Yazma Eser Ktp., İstanbul: 34 Nk 4536, 34 Nk 4537,
34 Nk 4539, 34 Nk 4540, 34 Nk 4541, 34 Nk 4542.220
• Eskişehir İl Halk Ktp.: 000534, 000552.221
• Akşehir Ktp.: 000281.222
• Giresun İl Ktp.: 001172/2.223
• İskilip Halk Ktp.: 000875.224
1.5.1.3. Kaynakları
İsferâyînî sözü edilen haşiyesinde birçok âlime atıf yaptığı gibi çok
sayıda kaynaktan da istifade etmiştir. O, kaynak belirtirken bazı yerlerde
sadece kaynak veya müellif ismini zikrederken bazı yerlerde ise kaynak ve
müellif isimlerini birlikte vermiştir. Eser nahiv ilmine ilişkin olduğu için
İsferâyînî’nin atıfta bulunduğu kaynaklar arasında nahiv ile ilgili kaynaklar
daha ağırlıktadır. Nahiv kaynaklardan ise Basra ekolüne ait eserler
çoğunluktadır. İsferâyînî’nin nakilde bulunduğunu tespit ettiğimiz kaynakları
müellifleriyle beraber şöyle sıralamamız mümkündür:
• Zemahşerî (ö. 538/1144): el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve
ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl ve el-Mufaṣṣal fî ṣınâʿati’l-iʿrâb.225
217 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
218 http://yazmalar.gov.tr/eser/hasiye-alal-fevaidiz-ziya%C3%AEye/132773, 30.11.2022.
219 http://yazmalar.gov.tr/eser/hasiyetun-alel-cami/162342, 30.11.2022.
220 http://yazmalar.gov.tr/basit-arama/sayfa/9?q=iSAM%C3%9CDD%C4%B0N, 30.11.2022.
221 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
222 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
223 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
224 http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleilh/findrecords.php, 30.11.2022.
225 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 6, 10, 17, 20, 29, 73.
59 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
• Ebü’l-Feth el-Mutarrizî (ö. 610/1213): el-Muġrib fî tertîbi’lMuʿrib.226
• Ebü’l-Bekā el-Ukberî (ö. 616/1219): el-Lübâb fî ʿileli’l-binâʾi ve’liʿrâb.227
• Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî (ö. 626/1229): Miftâḥu’l-ʿulûm.228
• İbnü’l-Hâcib (ö. 646/1249): el-Îżâḥ fî şerḥi’l-Mufaṣṣal ve
Muḫtaṣarü’l-uṣûlî.
229
• Radıyyüddîn Hasen b. Muhammed es-Sâgānî (ö. 650/1252): elʿUbâbü’z-zâḫir ve’l-lübâbü’l-fâḫir.
230
• Abdullah b. Ömer el-Beyzâvî (ö. 685/1286): Envârü’t-tenzîl ve
esrârü’t-teʾvîl (Tefsîru’l-Beyzâvî).
231
• İbn Hişâm el-Ensârî (ö. 761/1360): Muġni’l-lebîb ʿan kütübi’leʿârîb.232
• İbn Mâlik et-Tâî (ö. 672/1274): Teshîlü’l-Fevâʾid ve tekmîlü’lMaḳāṣıd ve Şerḥu’t-Teshîl.233
• ‘Adudüddîn el-Îcî (ö. 756/1355): el-Fevâʾidü’l-Ġıyâs̱iyye.234
• Sa‘düddîn Mes‘ûd b. Ömer et-Teftâzânî (ö. 792/1390): Şerḥu
Telḫîṣi’l-Miftâḥ, (eş-Şerḥu’l-muṭavvel), Şerḥu’ş-Şemsiyye fi’l-manṭıḳ ve
Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi Muḫtaṣarı Müntehe’s-sûl.235
226 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 137.
227 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 1135, 95.
228 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 126.
229 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 18, 21, 29.
230 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 136259.
231 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 7.
232 Muġni’l-lebîb ʿan kütübi’l-eʿârîb adlı eser hakkında detaylı bilgi için bk. Mahmut Tekin,
Molla Halîl es-Si‘irdî ve el-Kâmûsu’s-Sânî fî’n-Nahv ve’s-Sarf ve’l-Me‘ânî Adlı Eseri, İlahiyat
Yayınları, Ankara, 2020, 90; Mahmut Tekin, Sîbeveyh İle Ebu’l-Hasan el-Ahfeş Arasında
İhtilaflı Olan Meseleler “İbn Hişâm’ın Muğni’l-Lebîb Adlı Eseri Bağlamında”, İslâmî İlimler
Dergisi 17/2 (2022), 69-86; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 117, 281.
233 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 26, 95, 236, 280.
234 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 245.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 60
• Ebü’l-Hasen es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî (ö. 816/1413): Ḥâşiye
ʿale’l-Keşşâf.236
• Muhammed b. Ya‘kūb el-Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415): el-Ḳāmûsü’lmuḥîṭ.
237
• Şihâbüddîn Ahmed ed-Devletâbâdî (ö. 849/1445): el-İrşâd fi’n-naḥv
ve el-Havâşi’l-Hindiyye.
238
• Ebû Bekr el-Leysî es-Semerkandî (ö. 888/1483’ten sonra): Şerḥu’rRisâleti’l-ʿAḍudiyye.239
• Abdurrahmân el-Câmî (ö. 898/1492): el-Hâşiye ‘ale’l-Fevâʾidü’żŻiyâʾiyye.240
1.5.2. Nahiv İlmindeki Önemi
Herhangi bir eserin ilgili olduğu ilimdeki değeri sonraki ulemâ ve
araştırmacıların o esere verdikleri değer ve itibarla anlaşılmaktadır. Yani ilim
erbabı bir esere itimat edip kendi görüşlerinin desteklenmesi için kaynak
göstermesi onu çalışmalara konu yapması o eserin önemini göstermektedir.
Zira bir eserin ilgili olduğu ilimdeki önemi ve değeri ancak bu gibi vesilelerle
ortaya konulabilir. Sonraki ulemâ tarafından itibar görmeyen birçok eser yok
olmaya mahkûm olmuştur. İnceleme konumuz olan ʿİṣâm ʿale’l-Câmî de ilim
erbabı arasında itibar görmüş güzide bir çalışmadır. Eser, medreselerde ders
kitabı olarak okutulduğu gibi yardımcı kaynak olarak da istifade edilmiştir.
Aynı zamanda haşiye türü çalışmalara da konu olmuştur.
1.5.2.1. Ders Kitabı Olarak Okutulması
İbn Hâcib’in el-Kâfiye’si veya Molla Câmî’nin şerhi kadar yaygın
olmasa da İsferâyînî’nin bahse konu ettiğimiz çalışmasının medreselerde
rağbet gördüğü ve ders olarak okutulduğu görülmektedir. Bilhassa Molla
235 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 25, 23, 90, 143, 245.
236 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 164.
237 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 5, 9, 10, 16, 18, 19.
238 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 51, 133, 222, 223, 227.
239 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 9.
240 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 33, 34, 38, 124.
61 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Câmî’nin şerhiyle birlikte yardımcı kaynak olarak veya ondan sonra müstakil
olarak okutulduğu bilinmektedir.241 Muhammed Halîl el-Murâdî, (ö.
1206/1791) Ahmed b. Muhammed el-Bâkânî en-Nablusî’nin (ö. 1195/1781)
Mûsâ b. Es‘ad el-Mehâsinî’nin (ö. 1173/1759) derslerine katıldığı ve yanında
Molla Câmî’nin şerhiyle birlikte ‘İsâm’ın haşiyesinin tamamını okuduğunu
aktarmaktadır.242 Keza Molla Abdullah el-Bahrıkî de ʿİṣâm ʿale’l-Câmî’yi
ders olarak okuyan bazı âlimlerden bahse etmiştir. Bunların isimleri şu
şekildedir:
• Fasîh Piruddîn İbrahim b. Sıbgatillah es-Sağîr b. Es‘ad el-Hayderî elKürdî (ö. 1300/1882).
• Abdurrahman b. Muhammed b. Molla İbrahim b. Molla ‘Alî b. Molla
Yusuf el-Pencevînî (ö. 1319/1902).
• Bahaüddîn Ahmed b. Molla Tayyib b. Molla Muhammed b. Molla
İsmâîl el-Kûyî (ö. 1350/1931).243
Osmanlı medreselerinde gerek ders olarak gerekse Molla Câmî’nin elFevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’si ile birlikte okutulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim başta
İstanbul olmak üzere Osmanlı’nın hâkimiyet sürdüğü yerlerin farklı
kütüphanelerinde çok sayıda el yazma nüshasının ve Osmanlı matbaaları
tarafından yapılan onlarca baskısının bulunması bunu açıkça göstermektedir.
Keza Türkiye’de de yakın zamana kadar klasik medrese eğitimi yapan bazı
medreselerde ders olarak okutulduğu veya Molla Câmî ile birlikte yardımcı
kaynak olarak istifade edildiği belirtilmektedir.244 Bu anlamda da eserin nahiv
ilmi öğretiminde önemli bir yeri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
241 Muhammed Cemâlüddîn b. Muhammed el-Hallâk el-Kâsımî, Ṭabaḳâtu meşâhiri’dDımeşḳiyyîn, thk. Muhammed Abdulkadir Arnavûtî (Dımaşk: Dâru’l-Bîrûnî, 2006), 94; İsmail
Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517;
242 Muhammed Halîl el-Murâdî, Silkü’d-dürer fî aʿyâni’l-ḳarni’s̱-s̱ânî ʿaşer (Dâru İbn Ḥazm,
1408), 1/191.
243 Tâhir Molla Abdullah el-Bahrıkî, Hayâtü’l-emcâd mine’l-ulemâi’l-ekrâd (Beyrut: Dâru İbn
Ḥazm, 1436), 1/12, 65; 2/62.
244 Durmuş, “İsferâyînî, İsâmüddin”, 22/517.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 62
1.5.2.2. Çalışmalara Konu Olması
Herhangi bir eserin ilgili olduğu ilimdeki etkisini ve önemini yansıtan
en belirgin hususlardan biri de birçok çalışmaya konu edilmesidir. ʿİṣâm
ʿale’l-Câmî üzerine de çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bunların kahir
ekseriyeti eserin tamamının izahını kapsamaktadır. Diğer bir kısmı eserin
dibacesine veya yalnızca bir kısmının açıklamasına yöneliktir. Yine bu
çalışmaların bir kısmı matbuyken bir kısmı henüz el yazma olarak
kütüphanelerde yerini almaktadır. ʿİṣâm ʿale’l-Câmî üzerine yapıldığı
çalışmalardan bazısı şunlardır:
• Ahmed b. Kāsım es-Sabbâğ el-‘Abbâdî (ö. 994/1586): Ḥâşiyetü’l-
‘Abbâdî ʿalâ Ḥâşiyeti’l-ʿİṣâm.245
• Muharrem b. Muhammed es-Sivâsî ez-Zîlî (ö. 1000/1592): Ḥâşiye
ʿalâ Ḥâşiyeti’l-ʿİṣâmî. El yazma nüshası Aşir Efendi kütüphanesinde 000354
numarasında kayıtlıdır.246
• Yusuf b. Muhammed el-Essam (ö. 1002/1594): Ḥâşiye ʿalâ
Ḥâşiyeti’l-ʿİṣâm li’l-Câmî.247
• Molla Zâde Muhammed b. Abdillah es-Sehrânî el-Kürdî (ö.
1070/1660): Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyetiʿİṣâm. Türkiye’de bulunan bazı
kütüphanelerde birçok el yazma nüshası vardır.248
• Hamza ed-Darendevî (ö. 1167/1753): Haşiye ‘alâ Haşiyeti'l-‘İsam
‘ale’l-Fevaidi'z-Zıyaiyye. Tekelioğlu İl Halk kütüphanesinde bir el yazma
nüshası mevcuttur.249
• Muhammed Kadrî el-Kırımî (ö. 1080/1670): Haşiye ‘alâ Haşiyeti'l-
‘İsam li'l-Fevaidi'z-Ziyaiyye. Bir el yazma nüshası Veliyüddin Efendi
kütüphanesinde 003355’te kayıtlıdır.250
245 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 49.
246 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665.
247 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 13/329.
248 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 12/50.
249 http://ktp.isam.org.tr/, 4.12.2022.
250 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665.
63 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
• Abdullah ez-Zahidi el-Bosnevi (ö. 1080/1669) Haşiye ‘alâ Haşiyeti’l-
‘İsam ‘ale’l-’Fevaidi’z-Ziyaiyye li’l-Câmî. Bir nüshası Köprülü Yazma Eser
kütüphanesinde kayıtlıdır.251
• Muhammed b. Mûsâ el-Kudukî ed-Dâğıstânî (ö. 1120/1708): Ḥavâşin
ʿalâ Ḥâşiyeti’l-ʿİṣâm ʿale’l-Câmî. 1310 tarihinde Bursa’da bastırılmıştır.252
• İbrahim b. Mustafa b. Muhammed Vecdî (ö. 1126/1714): Ḥâşiye ʿalâ
Ḥâşiyetiʿİṣâm.
253
• Mehmed Emîn el-Üsküdârî (ö. 1149/1736): Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti’lʿİṣâm ʿalâ Şerḥi’l-Kâfiye. Hicri 1310 tarihinde Dersaadet matbaası tarafından
bastırılmıştır.254
• Sıbgatullah b. İbrahim el-Hayderî (ö. 1187/1773): Ḥâşiye ʿalâ
Ḥâşiyetiʿİṣâm. 1310’da İstanbul’da yayınlanmıştır.255
• Muhammed b. Abdullah Mûsâ Zâde (ö. 1197/1983): el-Keşfu ‘an
Ḥâşiyeti’l-‘İsâm. Süleymaniye kütüphanesinde 4863 numarasıyla kayıtlıdır.256
• Abdulkadir b. Ahmed b. Abdulkadir el-Kevkebânî (ö. 1207/1792):
Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyetiʿİṣâm. 1277 yılında İstanbul’da tabedilmiştir.257
• Hasan Efendî el-Mavsılî (ö.?): Ḥâşiye ʿalâ dibâcetiʿİṣâm.258
• ‘Usmân b. Murad el-İstanbulî (ö. ?): Ta‘lik ala Haşiyeti'l-‘İsâm ale'lCâmî. Eser, 003052 numarayla Esad Efendi kütüphanesinde kayıtlıdır.259
251https://dijitalkutuphane.mkutup.gov.tr/tr/manuscripts/catalog/details/368090?SearchType=1,
05. 05,.12.2022.
252 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665.
253 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665.
254 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî,, 2/1665.
255 Ziriklî, el-Aʿlâm, 3/200.
256 Habeşî, Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî, 2/1665.
257 Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, 5/282.
258 İsferâyînî, Şerhu’l-ferîd, 49.
259 http://ktp.isam.org.tr/, 4.12.2022.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 64
BÖLÜM 2
2. ‘İSÂMÜDDÎN EL-İSFERÂYÎNÎ’NİN ʿİṢÂM ʿALE’LCÂMÎ ADLI ESERİNDEKİ METODU
İsferâyînî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’nin metnini, haşiye yazımında
yaygın bir şekilde kullanılan “قوله “ifadesiyle başlama yöntemini kullanmıştır.
Molla Câmî’nin ifade ve fikirlerinin yanında izaha muhtaç gördüğü İbn
Hâcib’in ifadelerini de açıklamaya çalışmıştır. Bu bölümde İsferâyînî’nin elFevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’nin metnini şerh ederken veya yorumlarken, önceki
ulemânın görüş ve ifadelerini aktarırken veya eleştirirken, gerek kendi
görüşlerini gerekçelendirmek istediğinde veya başkasının görüşlerini tercih
ettiğinde istişhâd yaparken izlediği üslup ve metodunu değerlendirme
konumuz eserinde örnekler vererek izah etmeye çalışacağız. Bunun yanı sıra
İsferâyînî’nin hem haşiye ve şerh türü eserlerinde hem de orijinal
çalışmalarındaki en belirgin özelliği olan eleştiri yönüne de dikkat
çekilecektir. Nitekim onun bütün eserlerinde sıklıkla eleştirilerde bulunduğu
göze çarpmaktadır. Dolayısıyla yaptığı eleştiri örnekleri analiz ederek onun bu
yöndeki mantığını anlamak önem arz etmektedir.
2.1. İsferâyînî’nin Şerh Metodu
İsferâyînî el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’nin metnini çok iyi analiz ederek
şerh etmeye çalışmıştır. Bu kapsamda da gerek el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’nin
metnini gerekse içindeki nahiv konularını açıklamaya çalışırken “يْ
“يا ْعني” ve” أ
gibi tefsir ve açıklama araçlarının yanı sıra farklı üslup ve metotlara da
başvurmuştur. Onun bu amaçla başvurduğu üslup ve metodunu ayrı başlıklar
şeklinde ele almaya çalışacağız.
2.1.1. Istılahları ve Garip İfadeleri İzah Etmesi
Herhangi bir ilmin sağlıklı bir biçimde öğrenilmesi ve anlaşılması
ıstılahların rolü inkâr edilemez bir gerçektir. Yani ıstılahlar ilgili olduğu ilmin
iyi anlaşılıp kavranması için anahtar mesabesinde olduğunu söyleyebiliriz.
Râzî, bu gerçeği şu şekilde dile getirmiştir “Her bir ulemâ topluluğu için belli
manalarda kullanılan ıstılahlar bulunmaktadır. Bunları ya kendi örflerine dayanarak
belli anlamlar için kullanırlar ya da mecazi anlamlarında kullanırlar ki bir süre
65 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
sonra bu manaları yaygınlaşır ve hakiki anlamlarına galip gelir.”
260 Aynı şekilde
İbn Kayyım el-Cevziyye de (ö. 751/1350) “Her bir sanat erbabı, müzakere ve
diyalog esnasında birbirlerini iyi anlamaları için kendi sanatının aletleri için bir
takım isimler vaz‘ etmiştir. Onların maslahatı bunu gerektirir. Bu genel bir
durumdur. Her ilim ehli birbirlerini anlamaları için kendi ilimlerinde bu gibi
ıstılahları kullanırlar.”
261 ifade ederek bu gerçeğe vurgu yapmıştır. Zaten
herhangi bir ilmin ıstılahlarının tanım ve izahları iyi yapılırsa o ilmin
öğrenilmesi de kolaylaşır. Bu nedenle müellifler, bilhassa şerh ve haşiye türü
eserlerinde ıstılahların izahına büyük önem vermişlerdir. İsferâyînî de
zikredilen ıstılahların tanım ve açıklamalarına dikkat etmiştir.
Esasında Molla Câmî el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’de nahiv ilmiyle ilgili
ıstılahların hemen hepsinin tanımı yapmıştır. İsferâyînî de nadir de olsa onun
ihmal ettiği bazı ıstılahların tanımına ve açıklamasına yer vermiştir. Bunu da
farklı üsluplar kullanarak yapmıştır. Buna göre bazen ıstılahın kısa tanımıyla
yetinmiştir. Örneğin İsferâyînî, müphem zamanı, “حين “gibi sınırı ve sonu
takdir edilmeyen; mahdûd zaman ise “ومْ يا“,” يلاةْ
ve sınırları gibi ” اسناة” “ اش ْهر” ,“لا
sonları belli olan isimler olduğunu belirtmiştir.262 Bazen kaynağını zikretmek
suretiyle ıstılahın sözlük anlamını verip lügavî ve ıstılahî anlamaları
arasındaki münasebete dikkat çekerek açıklamasını yapmaya çalışmıştır.
Mesela müstesnâ ıstılahını, iki kez zikredilen şeye delalet eden veya bir şeyi,
muvafık ya da zıt olan iki şey kılan şeklindeki sözlük manalarını verdikten
sonra istisnâ lafzının bunun için kullanılması müstesnânın, biri icmali diğeri
tafsili olmak üzere iki defa zikredilmesinden ileri gelmekte olduğunu ifade
etmiştir.263 Bazen de ıstılahı, türediği kök kelimenin anlamından hareketle
açıklamıştır. Buna örnek olarak onun munsarif ıstılahının izahını verebiliriz.
اص رف” ,İsferâyînî
نْمُ “ ,” ارف اص “ kelimesinden türemekte olup bu isimle
anılmasının nedenini şöyle açıklamıştır: “Munsarif ismin gayr-i munsarife
göre ‘âmilden daha fazla etkilenmesidir. Çünkü munsarif olan isim, kesre ve
tenvîni kabul ettiği halde gayr-i munsarif ise onları kabul etmemektedir. Bir
260 Muhammed b. Ömer b. Ḥuseyn er-Râzî, el-Maḥsûl, thk. Tâhâ Câbir Feyyâż el-ʿAlvânî
(Riyaḍ: Müʾessesetüʾr-Risâle, 1997), 4/452.
261 Muhammed b. Muhammed b. Yûnus el-Mevsılî, Muhtasaru’s-savaiki’l-mürsele, thk. Seyyid
İbrahim (Kahire: Dâru’l-Hadiîs, 1422), 332.
262 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 132.
263 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 149.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 66
görüşe göre “ارف اص “ kelimesi ziyade anlamındadır. Buna göre munsarifin bu
isimle anılması, gayr-i munsariften daha fazla harekeleri264 kabul ettiği veya
isim olma konusunda ondan daha sağlam olduğu içindir.”265
İsferâyînî’nin ıstılahları açıklama metotlarından biri, Molla Câmî veya
başka bir dilbilimcinin ıstılahla ilgili yaptığı tanım ve izahının tahlilidir. O,
yapılan tanımı kimden ve hangi kaynaktan alındığını belirtmek kaydıyla farklı
açılardan inceleyerek izah etmiştir. Varsa ıstılahın tanımıyla ilgili farklı
görüşleri ihmal etmemiştir. Aynı zamanda ıstılahın sıygasının değişik
biçimlerine de temas etmiştir. Söz gelimi İsferâyînî, “عاربْ مُ “ ıstılahını, İbn
Hâcib’in el-Îżâḥ fî şerḥi’l-Mufaṣṣal adlı eserinde bu terimle ilgili serdettiği
tanım ve açıklamayı naklederek izah etmeye çalışmıştır. Şöyle ki; “إعراب“,
izhar etme veya fesadı izale etme anlamındadır. Zaten mu‘rab da manaların
zuhur ettiği veya iltibasın kendisinden izale edildiği mahalden ibarettir.
ْع ارْب ُت الكلمة” ıstılahının ” ُم ْعارب” Aslında
ا
أ من/kelimeye i‘râb verdim” manasından
da gelme ihtimali vardır. Bu açık bir vecihtir. Üzerinde i‘râbın cereyan etmesi
hasebiyle mu‘rabın örfî i‘râbtan (kelime sonunun değişmesinden) geldiğini
söyleyebiliriz. Çünkü bununla ilgili kıyas/yerleşik kural “رب عْ مُ “ ıstılahının
ra’nın kesresiyle gelmesidir.266 İsferâyînî, İbn Hâcib’in konuya ilişkin
açıklamasını aktardıktan sonra şu yorumu yapmıştır: “İbn Hâcib’in örfî i‘râbtan
amacı el-Mufassal’ın (Zemahşerî’nin) görüşü olan mu‘rabın sonunun değişikliğe
uğramasıdır.267 Kendi görüşü olan mu‘rabın sonunu değiştiren ‘âmil değildir. Zira bu
anlamda kullanılan i‘râbdan herhangi bir şeyin türemesi sahih değildir.” Ardından
İsferâyînî, örfî anlamda kullanılan i‘râbtan ism-i mekânın türemesi mümkün
olduğunu ifade edenlerin görüşlerini doğru bulmayarak bunu şöyle
gerekçelendirmektedir: Mu‘rab isim sonu değişkenlik gösterendir.
Değişikliğin mahalli değildir.268
İsferâyînî, gerek el-Kâfiye’nin metininde gerekse el-Fevâʾidü’żŻiyâʾiyye’de geçen ve açıklanması yapılmayan garip kelimelerin izahını da
264 O harekeler kesre ve tenvîndir.
265 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 43.
266 ‘Usmân b. Ömer b. Ebî Bekr İbnü’l-Hâcib, el-Îżâḥ fî şerḥi’l-Mufaṣṣal (Irak: İhyâü’tTürâsi’l-İslâmî, 1402), 1/112-115.
267 Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez-Zemaḫşerî, el-Mufassal fî ṣınâʿati’l-iʿrâb (Beyrut:
Mektebetü’l-Hilâl, 1414), 33.
268 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 28-29.
67 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
yapmıştır. Bu türden kelimelerin manasını belirtmekle yetinmeyip onların
kökenleri, gramer ve dil yönleri, değişik anlamları, varsa farklı lehçelerdeki
kullanılışları ve söylenişleri, farklı kullanım alanları gibi en ince detayına
kadar açıklamıştır. Bunun yanı sıra kelimenin söylenişine veya manasına
ilişkin ihtilaflı görüşlere de yer verip bunlar arasında tercihte bulunmuştur.
Söz gelimi İsferâyînî, Molla Câmî’nin Hindî’ye “قاةَّاهبن ن
م ْن ُح ْم ق ا ْب
bunda/ف ي ه اشائ باةٌ
İbn Hebenneke’nin aptallık kokusu var.” tarzda yönelttiği eleştiri cümlesinde
geçen “قةّاهبان بنْ ا “ifadesi hakkında şöyle bir açıklama yapmıştır: Şârih (Molla
Câmî) bunu defalarca bu şekilde kullanmıştır. Fakat yanlış kullandığını
düşünüyorum. Nitekim Hindî, “İbn” kelimesi olmadan sadece “Hebenneke”
olarak tashih etmiştir. Fîrûzâbâdî el-Ḳāmûs adlı eserinde “قَّالهبن“,” سَّ
gibi ” اعمل
olup ahmaklık anlamında kullanıldığını ve “قةّهبن“,” اوداعات
ال ذي/Zi’l-Vade‘ât”
Yezîd b. Servân’ın lakabı olduğunu belirtmektedir.269 Ferâhîdî, el-‘Ayn isimli
kitabında el-Vade‘eyi harekeli olarak okuyup çoğulu vede‘ât olduğunu
söylemektedir. Bu ise denizden çıkarılan beyaz bir boncuğun ismidir. Bunun
ortasında hurma çekirdeğinin ortasındaki yarığa benzer bir yarık vardır.270
Sözü edilen boncuk, nazardan korunmak için asılırdı. Aynı zamanda “ ذات
اوداعا ت
ال/Zâtü’l-Vad‘” ifadesi putlar, Hz. Nûh’un gemisi ve Kâbe -Allah
müşerref kılsın- için de kullanılmaktadır. Çünkü vad‘ boncuğu Kâbe’nin
örtüsüne asılırdı. Zü’l-Vade‘ât ise ahmaklıkta darbımesel olan Hebenneke
Yezîd b. Servân’nın lakabı olarak bilinmektedir. Cevherî (ö. 400/1009’dan
önce) de Tâcü’l-luga adlı eserinde Zü’l-Vade‘ât için söz konusu manaların
yanı sıra aptallıkta darbımesel olan Kays b. Nu‘mân oğullarında birisinin
lakabı olarak kullanıldığını ifade etmektedir.271 İsferâyînî sözünü ettiğimiz
ifadelerin bir kısmının açıklamasını farsça yapmıştır. Bunun hemen hepsini
Molla Câmî’nin kendi şerhine yazdığı haşiyesinden nakletmiştir.272
İsferâyînî’nin haşiyesinde önemle üzerinde durduğu bir husus
kelimenin zaptının/okuyuş şeklinin ve aslının tespitidir. Özellikle Arap diline
269 Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kūb el-Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ (Beyrut: Müessesetü’rRisâle, 1426), 929.
270 Ebû Abdirrahmân el-Halîl el-Ferâhîdî -Kitâbü’l-ʿAyn thk. Mehdi-İbrahim MahzûmîSâmirâî, (Dâru Mektebeti’l-Hilâl, ts.), 2/222.
271 İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî, Tâcü’l-luga, thk. Ahmed Abdulgafur Attâr (Beyrut: Dâru’lİlim li’l-Melâyin, 1407), 4/1569; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 239.
272 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 136, 138, 139, 171, 200.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 68
hâkim olmayan için kelimenin zaptı ve türediği asıl büyük önem arz
etmektedir. Zira ana dili Arapça olmayanın veya Arap dilini kurallarıyla ve
ilkelleriyle bilmeyenlerin Arapça kelimeleri okuyup anlamlarını bilmeleri
zordur. Bu münasebetle İsferâyînî, bilhassa şekil bakımından başka
kelimelerle benzerlik arz eden ifadelerin zaptını ve aslını ilgili kaynaklara
müracaat ederek ve varsa onlarla ilgili ihtilafları serdederek tespit etmiştir.
Bununla da ilim talebelerinin kolay bir biçimde bu türden ifadeleri okuyup
يَّا ان” Örneğin .sağlamıştır anlamalarını
ا
أ “edatının meşhur zaptı başta bulunan
“أ “ve sonda bulunan “نون‘“un fathasiyledir. Bazen her ikisinin kesresiyle de
okunmuştur. İsferâyînî’nin anlattığına göre “ان اَّي
ا
أ “kelimesinin aslında ihtilaf
yapılmıştır. Kimine göre bunun aslı “ان يْأ‘“dir. Bir yâ eklenip asıl yâ ile
birleştirilmiştir. Lügat erbabı bu görüştedir. Zira onlar bunu “نون “başlığında
zikretmişlerdir. Kimine göre aslı “يْ
اوان” .dir”’أ
ُ
أ “kelimesine izafe edilerek
hemze ve sondaki yâ hazf olunduktan sonra “نٍ
اوا
ْي
ا
أ “kalmıştır. Ardından vâv,
yâya dönüştükten sonra diğer yâ ile birleştirilmiştir. Kimine göre ise aslı “ يْ
أ
ٍن
آ‘“dir. Ortadaki iki eliften biri hazf olunmuştur.273 İsferâyînî’nin zaptını tespit
ettiği diğer bir kelime “ة
ا
مأ“ ündür. Buna göre “مأة “ifadesinin aslı “ياةْمئ “ olup
ارة”
ْسد “ gibidir. “ازة ع “ kelimesinde olduğu gibi lâmü’l-fiil olan yâ
düşürüldükten sonra tâ harfi eklenmiştir. Şekil açısından “نهْم “ ile
karıştırılmaması için mîmden sonra elif yazılmıştır.274 İsferâyînî garip
ifadelerin izahında genellikle lügat türü kaynaklara başvurmuştur.275
Bu başlıkta temas etmemiz gereken diğer bir husus İsferâyînî’nin lügavî
ve ıstılahî anlamalara dikkat çekmesidir. Özellikle sözü edilen iki anlamın
273 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 215.
274 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 222.
275 Bunların başında ise Fîrûzâbâdî’nin el-Ḳāmûs’u gelmektedir. Molla Câmî’de geçen garip
ifadelerin önemli bir kısmını buna müracaat ederek açıklamıştır. Bu bağlamda yüze yakın yerde
el-Ḳāmûs’a atıf yapmıştır. Yaptığı bu atıfları da genellikle “القاموس في“,” القاموس في قال“, ” ما علي
tabirleri gibi” كذا في القاموس” ,“دل كالم القاموس” ,“يدل عليه كالم القاموس” ,“ما في القاموس” ,“في القاموس
kullanmıştır.275 Önemli ölçüde başvurduğu lügat kaynaklarından biri de Cevherî’nin Tâcü’lluga adlı eseridir. Bundan es-Sihâh adıyla nakilde bulunmuştur. Lügat kaynakları dışından
bahse konusu ifadelerin izahında en çok müracaat ettiği diğer bir kaynak ise Molla Câmî’nin
kendi şerhi olan el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’ye yazdığı haşiyedir. İsferâyînî nahiv ile ilgili kavram
ve ifadelerin yanı sıra birçok garip ifadelerin izahında bu eserden istifade etmiştir. Bu eserden
ise genellikle “الحاشية في كتب “ifadesiyle nakilde bulunmuştur. Onun bu çalışması diğer birçok
eseri gibi günümüze ulaşmamış veya gün yüzüne çıkarılmamıştır. İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî,
3, 5, 25, 33, 37, 58, 70, 74, 76, 86, 97, 109, 113, 136, 138, 139,157, 168, 171, 172, 174, 200,
227, 239, 270, 275, 276, 282.
69 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
karıştırılması muhtemel ifadelerin izahında bu hususa dikkat çekmiştir. Bunu
da şârihin muradının anlaşılır hale gelmesi için yapmıştır. Zira şârih bazı
yerlerde nahiv ile ilgili terimleri zikrederken ondan ıstılahî veya lügavî
anlamını kastettiğini belirtmez. Bu da her iki anlamın karıştırılmasına neden
olabilmiştir. İsferâyînî de okuyucun zihninde böyle bir karışıklığın
oluşmaması için bu yönteme başvurmuştur. O, genellikle “lügavî anlamdan
ıstılahî anlama nakledilmiştir”, “bu, ıstılahî anlamıdır”, “bundan lügavî
manası kastedilmiştir”, “ıstılahî manası zahirdir”, “burada ıstılahî anlamı
murat edilmemiştir”, “ıstılahî manaya hamledilmesi gerekir”, “ıstılahî manaya
münasip değildir” gibi tabirler kullanmıştır.276 Onun bu üslubunu şu örnekle
izah etmeye çalışacağız: Hâl’de amel eden ‘âmilin zorunlu olarak
hazfedilebilmesi için hâl’in önceki cümlenin tüm içeriğini tekit
etmesi/pekiştirmesi gerektiği şartı koşulmuştur. Molla Câmî, buna dayanarak
önceki cümlenin tüm içeriğini değil de bir cüzünü tekit eden hâl’in ‘âmilinin
hazfedilmesi caiz olmadığını belirtmiştir. Bunu da “اك ناا
ْ
ْر اسل
اواا
Seni/ للنَّا س ارسُوَلًا
insanlara elçi gönderdik.”277 mealindeki ayet ile örneklendirmiştir.278
İsferâyînî, Molla Câmî’nin “ًلَوُارس“ , kelimesinin “ك “için hâl olup “اك ناا
ْ
ْر اسل
“اا
ْرسا ُل للا” olan tümü cümlesinin
إ/Allah’ın göndermesi” değil, sadece cümle
içinde bulunan “رسالْ
إ/gönderme”’yi tekit ettiğini” düşündüğünü belirtmiştir.
Çünkü kişinin “رسول/resul” olması sadece “ارسال/gönderme” anlamını ifade
eder. Bu, “رسول‘“un lügavî manasıdır. Ancak “Allah’ın gönderdiği insan”
olan ıstılahî anlamı kastedilirse “رسول “kelimesinin anlamı “للا لُ رساْ
إ/Allah’ın
göndermesi” olur. Bu anlamıyla da “رسول“, cümlenin tüm içreğini tekit etmiş
olur. Yani ayette geçen “رسول“, ıstılahî manasında kullanılmış olsaydı önceki
cümlenin içeriğinin tümünü kapsadığından dolayı onda amel eden
ناا اك”
ْ
ْر اسل
اا‘“nin hazfedilmesi vacip olurdu.279
276 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 18, 45, 131, 202, 245.
277 Nisâ, 4/79; Hayreddin Karaman vd., Kur’an-ı Kerim Meali (İstanbul: Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, 2017), 96.
278 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 359.
279 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 143.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 70
2.1.2. Meseleleri Ta‘lillendirmesi
Ta‘lillendirme/gerekçelendirme olayı nahiv usûlü ile ilgili bir
meseledir. Nahiv usûlünün ise müracaat edilen kaynaklar ve kavramların
belirlenmesi başta olmak üzere birçok yönde fıkıh usûlünden etkilendiği
bilinen bir gerçektir. Ahmed Nahle “İslâmî ilimler içerisinde nahiv usûlünü en çok
etkileyen ilim fıkıh usûlüdür.”
280 söyleyerek bu hususa vurgu yapmıştır.
Dolayısıyla da nahiv ilmindeki ta‘lil meselesi prensip olarak fıkıh usûlündeki
ta‘lil meselesi çerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır. Buna göre nahvî
illetinin tanımı şu şekilde yapılmıştır: Nahvî bir hükmün konulmasına sebep
olan karine veya delildir. Ta‘lillendirme ise dilsel meselelerin tefsir edilmek
suretiyle hakiki sebeplerine ulaşılmasına çalışmak olduğu belirtilmiştir.281
Nahiv ilminin tedviniyle beraber birçok dilbilimci illet ve ta‘lil olgusuyla
ilgilenmiş ve farklı açılardan değerlendirerek geliştirmiştir. Bu çerçevede
onun değişik taksimatı yapılmış olsa da bizim incelememiz ile doğrudan
ilişkili olan Ebu’l-Kasım ez-Zeccâcî’nin (ö. 337/949) taksimatına temas edip
değerlendirmemizi bunun üzerine yapmaya gayret edeceğiz. Zeccâcî illeti üç
farklı kategoride ele almıştır:
Birincisi talimi/öğretici illettir. Arap ifadelerinin öğrenimini
sağlamaktadır. Nitekim bütün Arapça ifadeler kelime kelimesine Araplardan
alınmış değildir. Arapça ifadelerden bir kısmı onlarda sema‘ yoluyla
alınmıştır. Diğer bir kısmı ise var olan benzerlerine kıyas edilerek
oluşturulmuştur. Söz gelimi “ٌيدْاز
ا
’merfû kelimesinin” زا يْدٌ ” örneğinde” قاام
olmasının illeti fâil oluşuyla ta‘lillendirilmektedir. Aynı vasıf ve kritere sahip
benzer bütün örnekler için aynı hüküm geçerli kılınmıştır.
İkincisi kıyasi illettir. Nahiv kurallarının konulmasına neden olan
sebeplerin ortaya çıkarılması olarak ifade edebileceğimiz illetin bu kısmı
Zeccâcî tarafından şu örnekle izah edilmiştir: “مٌ
in”’إ َّن” örneğinde” إ َّن زيداً قاائ
ismi olması hasebiyle “ًزيدا “ifadesinin zorunlu olarak mansûb kılınmasının
illeti “نَّ إ “ve kardeşlerinin bir mef‘ûle geçişli olan fiile benzemeleriyle beyan
280 Ahmed Nahle, Usûlü’n-nahvi’l-arabî (Bayrut: Dâru’l-Ulûmi’l-Arabiyye, 1407), 15-17.
281 Affâf Belʿâyiş, et-Talîlü’n-nahvî İnde İbn Hişâm el-Ensârî (Cezayir: Câmiatu Muhhamme
Haydar, 1438), 5.
71 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
edilmektedir. Yani “نَّ إ “ve kardeşleri söz konusu fiile hamledilerek onun
amelini almaktadırlar.
Üçüncüsü cedelî/diyalektik illettir. Kıyasî illetten sonra gelen ve onun
tafsilatına yönelik illetlerdir. Buna illetin illeti de denir. “نَّ إ “ve kardeşlerinin
fiile benzerliğinin detayına yönelik yapılan sorgulamalar buna örnek
verilebilir. Mesela bunların hangi yönlerde ve hangi sebeplere hangi fiillere
benzediklerine yönelik sorulan sorulara verilen cevaplar bu kabildendir.282
Aslında ta‘lillendirme üslubunun bu son kısmı daha çok tartışmalı
konularla ilgili sunulan görüşlerin teyidinde başvurulmaktadır. Bilhassa şerh
ve haşiye türü yazarları genellikle açıklamaya çalıştığı metnin müellifinin
muradını anlaşılır hale getirmek amacıyla söz konusu yönteme başvurmuştur.
Aynı şekilde kendi görüş ve yorumlarını veya herhangi bir âlimin görüşünü
desteklemek için de böyle bir üslubu çokça kullandıkları olmuştur.
İsferâyînî, araştırma konumuz çalışmasında nahvî bir kavram olarak
ة”
ّ
عل “ kelimesinin tanımından veya izahından söz etmiş değildir. Fakat eserin
farklı yerlerinde değişik vesilelerle hem ıstılahî hem de lügavî anlamda illet
kavramını kullanmıştır. İsferâyînî “bunu illet olarak görenler”, “…illet
kılınabilir”, “…. şunun illetidir”, “çünkü illeti şudur”, “bunun özel illeti
sayılmaz”283 gibi tabirlerle ıstılahî anlamda illet kavramını kullanmıştır. Aynı
şekilde belirtilen çerçevede “عليلْ تا/ta‘lillendirme” ifadesini de çokça
kullanmıştır. Bunu da genellikle “bunu ta‘lil yapabilirsin”, “bu, (edat) ta‘lil
içindir”, “edebî kaidelerin ta‘lillendirilmesinde”, “bu ta‘lil olayı”, “şununla
ta‘lillendirilebilir”, “ta‘lillendirme vecihleri”, “meselenin ta‘lillendirilmesi”
gibi farklı ifadelerle yapmıştır.284
Aklî ve felsefî yönünün güçlü olmasından ötürü olmalı ki İsferâyînî,
haşiyesinde ele aldığı birçok nahiv meselesi için ta‘lillendirmede
282 Abdurrahmân b. İshâk en-Nihâvendî ez-Zeccâcî, el-Îżâḥ fî ʿileli’n-naḥv (Beyrut: Daru’nNefaʾis̱, 1406), 64-65; Mahmut Tekin, el-Kâfiyecî ve Şerḥu’l-iʿrâb ʿan Ḳavâʿidi’l-iʿrâb.
(Ankara: İlahiyât Yayınları, 2022), 114-115; Sa‘d Sabbâh-Yusuf Abdulkadir Câsım-Abd, “elİlletü’n-nahviyye ‘inde’z-Zeccâcî”, Külliyetü’t-Terbiyye li’l-Benât 2/14 (2021), 167; Ahmet
Tekin, Kur’ân’ın Dilbilimsel Yönü
(Vâhidî’nin el-Basît Adlı Tefsiri Bağlamında), İlahiyat Yayınları, Ankara, 2018, 151-152.
283 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 34, 112, 134, 194, 228, 285.
284 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 36, 46, 53, 59, 75, 122, 129, 203, 242, 256, 287.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 72
bulunmuştur. Bunu da genellikle ya illet ve ta‘lil kavramlarını ya da “ كي“,
اجل” ,“ م ْن” ,“فاء” ,“باء” ,“إذا” ,“َلم”
ا
أ“,285 gibi ta‘lillendirme edatlarını kullanarak
yapmıştır. İsferâyînî ta‘lilin üçüncü şeklini daha fazla kullanmış olmakla
beraber diğer iki şekline de başvurmuştur. Ta‘lilin ilk çeşidi için şunu örnek
olarak vermemiz mümkündür: İsferâyînî’ye göre “تاا
ْ
كل‘“ nın tâsı, tesniye/ikil
alameti olan elifin bedelidir. Sonda bulunan elif ise te’nîs içindir. O, bu
hükmün ta‘lilini “Çünkü te‘nis alameti kelimenin ortasında gelemez.” diyerek
yapmıştır.286 İsferâyînî’nin kullandığı ta‘lilin ikinci çeşidine örnek olarak
manevi te’kîd ifadeleri arasında sayılan “كتاعْ ا
ُع” ,“أ
اص ُع” ,“أْبتا
ْب
ا
أ “gibi tek başına
bir anlam ifade etmeyen kelimelerin anlamsız olduğu biçimde ileri sürülen bir
görüş hakkında yaptığı izahatı verebiliriz. Şöyle ki; İsferâyînî, bu türden
kelimelerin te’kîd ifadeleri arasında zikretmenin bir faydası olmadığını
söyleyerek bunu şöyle gerekçelendirmiştir: “Çünkü te’kîd mu‘rab
isimlerdendir. Bunlar ise mühmeldir/manasızıdır. Bu nedenle de musannif
“اسن اح “ ve “اسن با “kelimeleri te’kîd edatları arasında saymamıştır.”287 Yani
bunların da te’kid konusu içinde zikredilmemesi gerekir. Üçüncü şekle ise
İsferâyînî’nin Molla Câmî’nin fiile benzeyen harfler ile ilgili “çünkü bunlar
fiillerin manasındadır.” şeklindeki gerekçesine yaptığı şu değerlendirme örnek
gösterilebilir: “(Molla Câmî) bundan bu tür harflerin mazi fiil anlamında
olduklarını kastetmemiştir. Zira bunların zahir anlamaları
te’kidin/pekiştirmenin, teşbihin/benzetmenin, tereccinin/ummanın ve
temennin hâlihazırda oluşturulmasıdır. Zikredilen harflerin mazi fiil
anlamında olmaları ise kendileriyle inşâ kastedilen mazi fiillerdir. Zaten akit
ifadelerinde olduğu gibi mazi sıygaların inşâ288 anlamında kullanılması
yaygındır.”289
İsferâyînî, kendi görüşlerinin ve vardığı hükümlerin ta‘lillendirmesiyle
sınırlı kalmamıştır. Bunun yanında bazı meselelerde şârihin benimsediği
görüş ve hükümleri de gerekçelendirmeye çalışmıştır. Örneğin Molla Câmî
امة”
اك ل
ْ
اال “başındaki “أل “takısının -dilbilimciler arasından bilinen kelime
285 Ebû ʿAbdullah Bedreddîn Muḥammed ez-Zerkeşî, el-Baḥru’l-muḥîṭ fî uṣûli’l-fiḳh (Ḳâhire:
Dâru’l-Kütübî, ts.), 7/ 237.
286 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 39.
287 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 187.
288 Alış veri için mazi fiil olarak kullanılan “بعت“,” اشتريت“,” قبلت “gibi sıygalar bu kabildendir.
289 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 266.
73 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
kastedilmek üzere- ‘Ahd-i hâricî (mütekellim ile muhatap tarafından bilinen
şeye işaret etmek) manasına hamledilmesi mümkün olduğunu demiştir.
İsferâyînî de şârihin “imkan” sıygısını kullanmakla bu görüşün zayıf olduğuna
işaret ettiğini ifade ederek şöyle gerekçelendirmiştir: “İlk olarak
ma‘rife/belirli isimlerin başında gelen “أل “takısının cins dışında bir anlama
hamletmesi isabetli değildir. İkinci olarak ‘ahd anlamındaki “”, başında
bulunduğu kelimenin manasının bir kısmına işaret etmek içindir. Hâlbuki
nahivciler arasında bilinen “امة
اك ل
ْ
اال‘“den amaç manasının bir kısmı değil,
tamamıdır.290” Aynı şekilde bazı meselelerde şârih dışında başka
dilbilimcilerin görüşlerini de destekleyip ta‘lillendirdiği olmuştur. Söz gelimi
Molla Câmî, mübtedânın vacip olarak hazfedilmesi konusu için “ لُ هْ
ا
اح ْمدُ هلل أ
ْ
اال
اح ْم د
ْ
ال “örneğini verip burada mübtedâ “او
ُه “zorunlu olarak hazfedildiğini ifade
etmiştir. İsferâyînî de bunun şerhinde sahibini belirtmeksizin bir görüşe göre
söz konusu örnekte mübtedânın hazfedilmesi vacip olmadığını belirttikten
sonra “Çünkü kelamda mübtedâ temel unsurdur. Zikredilen örneğin takdiri ise
او’
اح ْم د هُ
ْ
ْه ُل ال
ا
أ ‘şeklindedir.”291 söyleyerek hazf olunanın mübtedâ değil, haber
olduğuna vurgu yapmıştır.
2.1.3. Meselelerin Eksik Yanlarını Tamamlaması ve
Yanlışlarını Düzeltmesi
Şerh türü çalışmalarda muhtasar metinlerde geçen bütün ifadeler ve
meseleler izah edilerek musannifin muradı ortaya konulmaya çalışılır,
metinlerde eksik bırakılan meseleler tamamlanır ve varsa hatalar düzeltilir.
Bununla beraber bazen muhtasar metinde veya şerhte zikredilen bazı
meseleler istenilen biçimde anlatılmamış veya eksik ya da yanlış anlatılmış
olabilir. Bunun için de haşiye türü çalışmalar yapılır. İşte bahse konusu
haşiyede İsferâyînî, gerek metnin gerekse şerhin izaha muhtaç meselelerinin
açıklamasını yapmış, eksik bırakılan meseleleri tamamlamaya çalışmış ve
varsa yanlış olanları düzeltmiştir.
İsferâyînî, meselelerde gördüğü eksikleri bazen açık bir şekilde
belirterek temamlarken bazen belirtmeden direkt olarak eksik kalan yeri
tamamlamıştır. İlk üslubuna şu örneği verebiliriz: Molla Câmî, İbn Hâcib’in
290 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 8.
291 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 94.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 74
“لَّإ “edatından sonra menfi bir cümle içinde gelen müstesnânın sözde zikri
geçen müstesnâ minhu’ya bedel olması daha tercih edildiğine dair ifadesi
نى مْنهُ ْل َّن ُح ْكامُهاما قادْ عُ ” üzerine
ْ
ُم ْستاث
ْ
اعلى ال
اواَل ُمقا دّماً
طعًا،
ر ْط أ ْن اَل ياكُو ان ُمْنقا
ْشتا
ْم يا
اولا
اما
في
ا
لم
اسباق /müstesnânın munkatı‘ olmaması ve müstesnâ minhudan önce gelmemesi
şartı koşmadı. Çünkü söz konusu durumlardaki müstesnânın hükmü
bellidir.”
292 şeklinde bir açıklama yapmıştır. İsferâyînî de Molla Câmî’nin bu
ifadesinin tahlilini yaptıktan sonra sözü edilen kaideye iki kayıt daha
eklenmelidir diyerek bunları şöyle izah etmiştir: “Bunlardan biri, ‘ ُومْالاق ي اجاءان اما
إَّل ازْيدًا
ا
ومْ اليا ‘örneğinde olduğu gibi müstesnâ minhu zaman bakımından müstesnâdan
sonra gelmemiş olması gerekir. Diğeri ise ‘اًيدْاز لَّإ
ال اقْومُ
ا
اقام
ا
أ ‘sorusuna cevap olarak
إَّل ازْيدًا’ verilen
الاقْومُ
ا
اقام ما ‘örneğinde olduğu şekilde müstesnâ, istifhâm içeren bir
soruya cevap olarak verilmemiş olması lazım.” Ardından İsferâyînî, zikredilen iki
meselede de müstesnânın bedel olması caiz olabileceği gibi mansûb olarak
gelmesi de tercih edilir diyerek musannifin müstesnânın i‘râb şekillerine
ilişkin bu şartlara yer vermediğine dikkat çekmiştir.293 Konuya ilişkin diğer
üslubunu şu örnekle izah edebiliriz: Molla Câmî, hâlin, ‘âmiline takdim
edilmesinin caiz olmadığı yerlerden sadece manevî ‘âmili belirtmiştir.294
İsferâyînî, buna mutasarrıf olmayan fiili, sedaret/önde gelmeyi isteyen
edatları, mastar harflerden birisiyle başlayanı, başında mevsûl lâmı bulunanı
ve ef‘alü’t-tafdîli de eklemiştir.295
İsferâyînî, bazen meselenin eksik kalan yanını başka bir dilbilimciden
nakilde bulunarak tamamlamıştır. Örneğin Molla Câmî “اما “ ve “نْ ام‘“ in
kullanılabileceği anlamları sıralarken önce “اما‘“ nın geldiği anlamaları
bütün ın ”’اما” hariç manası tamme” إَّل في التَّا َّمة” in ”’ام ْن” ardından ,zikretmiş
anlamlarında kullanılabilir belirtmiştir.296 İsferâyînî, sözü geçen ifade üzerine
م”
امقاا
ْ
ْنباغي أ ْن يادا اعهُ النَّا ظ ُر في هذاا ال
تي اَل يا
َّ
ُم هَّم ة ال
ْ
ْْلْبحا ث ال
او م ان ا
/bu konuda araştırmacının
terk etmemesi gereken önemli meselelerden bazıları” söyleyerek şunları
sıralamıştır: “نْ ام “ bütün anlamlarıyla zevi’l-ilm/akıl sahipleri için kullanılır.
Tağlib (herhangi bir münasebetten ötürü bir lafzın başka bir lafzın ve anlamını
kapsayacak şekilde kullanılması) dışında “نْ ام “ gayr-i zevi’l-ilm/akıl sahibi
292 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/394-395.
293 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 152-153.
294 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/346.
295 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 140.
296 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/68.
75 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
olmayan için kullanılmaz. Buna mukabil “اما “ ise genellikle akıl sahibi
olmayanlar için veya “يدْاز اما “ sorusunda olduğu gibi bunlara sıfat olarak
kullanılır. Aynı şekilde “اما“ , mahiyeti bilinmeyen şeyin öğrenilmesi için de
َّشْيئ” .kullanılır
ال
ُهياة اما “ kavramı da bundan gelir. Bunun aslı ise “ياة امائ‘“ dır.
İsferâyînî sözü edilen kavramın tahlil ve tasvirini yaptıktan sonra “ في اكذاا
ضي رَّ ال “söyleyerek bu bilginin er-Radî’de (Şerhu’r-Radî ‘ale’l-Kâfiye)’de
mevcut olduğunu ifade etmiştir.297
İsferâyînî, şerhte tespit ettiği hataları göz ardı etmemiştir. İster şârihten
veya başka birisinden olsun çekinmeden belirtmiş ve onları düzeltmeye
çalışmıştır. Mesela Molla Câmî, İbn Hâcib’in sıfatın i‘râb,
ma‘rifelik/belirlilik, nekrelik/belirsizlik, müfred, tesniye, cemi‘,
müzekkerlik/erillik ve müenneslik/dişilik olmak üzere toplamda on hususta
mevsufu ile uyumlu olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ardından “ ان اكا إذاا لَّإ
ُماؤنَّ ُث
ْ
ُمذا َّكُر اوال
ْ
يا ْستاوي في ه ال
ًصفاة “ ifade ederek müzekker ve müenneslikte eşit olan
sıfatı istisnâ ederek bu durumdaki sıfatın müzekkerlikte ve müenneslikte
mevsufuna uymak zorunda olmadığını belirtmiştir.298 İsferâyînî ise sıfatın
mevsufuna uymama hususu bununla sınırlı olmadığını ifade ederek sıfatın
masdar, “من “ ile birlikte gelen ef‘alü’t-tafdîl, izafe olunan ef‘alü’t-tafdîl,
olarak” فاعي ٌل” kullanılan manasında ” امْفعُو ٌل” ve” فاعُو ٌل” olan anlamında” فاا ع ٌل”
gelmesini de buna eklemiştir. Yani zikredilen durumlarda da sıfatın
mevsufuna uyma zorunluluğu olmadığını belirtmiştir. Ardından İsferâyînî “ اوماا
ْْلقْال م في
اوة ا
اع م ْن اهْف
ٌن اوقا
م اس ْهٌو بايّ
امقاا
ْ
في اهذاا ال
رحْ شَّ ال/konuyla ilgili şerhte geçen bilgiler
kalemlerden sadır olan açık hatadır.”299 diyerek şerhte geçen bu hataya dikkat
çekmiştir. Bununla beraber nüshaların hatalarını da belirtmiştir. Bunu de
genellikle “
” ,“ م ْن اس ْه و النَّا سخ
م النَّا سخ
اس ْهٌو م ْن قالا
ان ال َّس ْهُو م ان ” ,“ اس ْهٌو اكات ب” ,“ اكأنّهُ
اوكاا
” ,“النَّا سخ
او اس ْهٌو م ان النَّا سخ
ُاوه “gibi tabirler kullanarak beyan etmiştir.300
297 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 204.
298 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/491.
299 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 179.
300 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 177, 188, 189, 195, 210, 219, 254.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 76
2.1.4. Problemli Nahiv Meselelerine Dikkat Çekmesi
Diğer ilimlerde olduğu gibi nahiv ilminde de problemli birçok mesele
bulunmaktadır. Bu, öteden beri var olan bir olay olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle Arap dilinin kaideleştirilip mantıkî kıyas ve kelamî
yöntemlerle yoğrulduktan sonra bu sorun daha da gün yüzüne çıkmıştır.
Nitekim bundan böyle dilbilimciler Arap dili için konulan kurallara sıkı bir
biçimde bağlı kalmış ve bunların çerçevesi dışına çıkmamak için oldukça
fazla zorlanmalara katlanmışlardır. Ebû ‘Alî el-Fârisî’nin (ö. 377/987) Ebü’lHasen ‘Alî er-Rummânî (ö. 384/994) için sarf ettiği şu sözler bu durumu
özetler niteliktedir: “Nahiv, Rummânî’nin söylediklerinden ibaretse bundan
bizde bir malumat yoktur. Nahiv bizim bildiklerimiz ise bundan onda bir şey
yoktur.”301 Hatta dilbilimciler Arap dilinde aslı hiç bulunmayan kelimeleri
kendi kurallarına kıyas ederek kullanabilmişlerdir. Bunun farkında olan
Sîbeveyhi bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Nahivcilerin ‘هونيُ اطا عْ
ا
ْع اطا اكني اق ْد أ
ا
‘أ
şeklinde kullandıkları cümle Arapların hiç kullanmadıkları ifadelerdir. Onlar bu
kelimeleri kıyas yoluyla bulmuşlardır. Bu kapsamda da kelimeleri yanlış yerde
kullanmışlardır.”
302 Müteahhirîn nahivciler de bu türden meseleleri kendi
eserlerinde ele almış ve üzerinde kafa yormuşlardır.303
Sözü geçen nahivcilerden İsferâyînî de el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’de
geçen bu gibi meselelere eğilmiş ve sorunlu yanlarına dikkat çekerek gereken
izahı ihmal etmemiştir. O, “ةَّوي حْ
ق النَّ
امزا ل
ْ
مثاا ُل م ان ال
ْ
ال اهذا /bu, nahiv ilminin
ْح و” ,“meselelerindendir problemli
nahvin bu/ اهذا م ْن اغاوا م ض النَّ
م” ,“karmaşıklarındandır
ْْلقْداا
ق ا
,“olandır neden hatalara o şüphesiz/فاإنّهُ م ْن امازا ل
كيااء”
ْْلذْ
ق ا
م ْن ُم ْش كال ت ” ,“meselelerdendir düşüren hataya olanları zeki/ م ْن امازا ل
ْح و
َّالن/nahvin sorunlu meselelerindendir”304 tabirlerle bu gibi meselelere temas
etmiştir. İsferâyînî’nin bu türden ele aldığı meselelerin çoğu daha çok
nahivciler arasında sorunlu olarak bilinen meseleler olmakla beraber kedince
problemli gördüğü meseleler olduğuna da vakıf olmaktayız. Örneğin Molla
301 Muḥammed b. el-Ḥasan b. el-ʿArabī es̱-S̱aʿlabī, el-Fikru’s-sāmī fi tariḫi’l-fiḳhi’l ̣ -İslamī
(Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 1995), 1/394.
302 ‘Amr b. ‘Usmân b. Kanber Sîbeveyhi, el-Kitâb, thk. Abdusselam Muhammed Harun
(Kahire: Mektebetü’l-Hâncî, 1408), 2/363-364.
303 Halîl İbrahim Hamûdî es-Sâmirâî, “Nemâzic min müşkilâti’n-nahvi”, Mecelletu Külliyeti’lİmâm Azam 4 (2007), 7-8.
304 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 113, 114, 143, 148.
77 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Câmî, münâdânın ma‘rife/belirli müfred dışındaki kısımlarını sayarken
bunlardan birisinin şibh-i muzâf/muzâfa benzeyen ismi zikredip bunu “ اًلع اطا ياا
ًاال اجب “ ile örneklendirmiştir.305 Ona göre “اًلع اطا “ ism-i fâil olup “ًاال اجب‘“ de amel
etmiştir. Muzâfa benzeme yönüne gelince şu şekilde açıklanabilir: “اًلع اطا‘“ in
anlamı “ًاال اجب “ kelimesi olmadan tamamlanamayacağı için müzâf ve muzâfün
ileyhe benzetilmiştir. Çünkü müzâfün manası ancak müzâfün ileyh ile
tamamlanabilmektedir. Ancak İsferâyînî mezkûr örneğin nahiv ilminin
problemli meselelerinden saymıştır. Ona göre “ًاال اجب اًلع اطا ياا “örneğinde ism-i
fâilin amel edebilmesi için -mevsûfun takdir edilmesi dışında- mübtedâ,
mevsûl, istifhâm, nefiy, zü’l-hâl gibi dayanması gereken bir şey
bulunmamaktadır. Burada mevsûfun takdir edilmesi ise doğru değildir. Çünkü
takdir edilen mevsûf ya müzâf ya da belirsiz bir isim olacak ki her iki
durumda da münadâ şibh-i müzaf olmaktan çıkar ki bu da mevzu bahis
konunun kapsamı dışındadır.306 Ancak zikredilen mesele nahiv ulemâsı
tarafından problemli olarak görüldüğüne dair bir bilgiye rastlamadık. Genel
itibariyle nahivciler zikri geçen meseleyi iki ayrı biçimde
değerlendirmektedirler. Kimisi nefiy ve istifhâm gibi nidâ harfini da ism-i
fâilin amel edebilmesi için bir dayanak olarak görüp örnekte geçen “اًلع اطا‘“ in
nidâ harfi olan “يا‘“ya dayanarak “ًاال اجب‘“ de amel ettiğini savunmuştur. Kimisi
ise yukarıda temas edildiği üzere “اًلع اطا‘“ in mukadder olan mevsûfa dayanarak
amel ettiğini düşünmüştür.307
2.1.5. Farklı İlimlerin Kurallarından İstifade Etmesi
İslâmî ilimlerin her birinin ayrı ve kendine özgü özellikleri ve gayeleri
olmakla beraber birbirleriyle sıkı bir biçimde ilişkilidir. Nitekim gerek bir
ilmin metinlerinin gerekse meselelerinin sağlıklı ve isabetli anlaşılması için
diğer ilimlerin kavâid ve ifadelerine müracaat edilmektedir. Diğer bir ifadeyle
herhangi bir ilimde eser telif eden müellifin metinden amaçladığı gayeye
ulaşmak için diğer ilimlerden istifade etmek büyük önem arz etmektedir. Söz
gelimi tefsir alanında çalışma yapan araştırmacı nassın tahlilinde nahiv ve
305 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/253.
306 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 113; Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti
‘İsâmiddîn, 202.
307 ‘Alî b. Muhammed b. Îsâ b. Yûsuf el-Üşmûnî, Şerḥu’l-Üşmûnî li-Elfiyyeti İbn Mâlik
(Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1419), 2/216.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 78
sarfa, yorum ve beyanı için hadis, nastan hüküm çıkarmak için fıkıh usûlüne
ihtiyaç duymaktadır. Aynı şey diğer ilimler için de söz konusudur. Hülasası
bir ilmin bütün konularının diğer ilimlerden bağımsız olarak tekâmül etmesi
düşünülemez. Hatta Necmüddîn et-Tûfî (ö. 716/1316) bunun çerçevesini daha
da geniş tutarak İslâmî ilimler ve diğer ilimlerin de birbiriyle ilişkili olduğunu
şu ifadelerle anlatmıştır: “İlimler, sanatlar ve meseleler birbirlerini desteklemekte
ve bu doğrultuda birbirlerine delil olabilmektedir. Herhangi bir ilmî disiplini
bilmeyen kişi diğer ilmî disiplinin bir konusunda eksik kalır. Bu nedenle de her yeni
bir disiplini öğrenen kişi daha önce tahsil ettiği ilmini artırmış olur. Kelam, mantık ve
diğer aklî ilimleri bilen kişi diğer ilimlerin hakikatlerini, delillerini ve kıyaslarını
sağlıklı bir şekilde tasavvur eder. Yine geometri ve hesap ilimlerini iyi bilen ferâiz ve
vasiyet konularını iyi anlar.”
308 Kâtib Çelebî talebelere yönelik yaptığı tavsiyeler
çerçevesinde bu hususu şöyle anlatmıştır: “İlim talebesi hiçbir ilmî disiplini terk
etmemelidir. Hiç değilse gaye ve yöntemlerini öğrenecek kadar her ilimde bilgi sahibi
olmalıdır.”
309
2.1.5.1. Nahiv İlminden İstifade Etmesi
İslâmî ilimlerde çalışma yapanların en çok ihtiyaç duydukları ilim
şüphesiz nahivdir. Nitekim herhangi bir ilmin metninin doğru anlaşılması
ancak i‘râbının bilinesiyle mümkün olabilmektedir. İ‘râbın bilinmesi ise nahiv
ilminin kurallarının iyi öğrenmesiyle gerçekleşmektedir. Bu nedenle öteden
beri birçok âlim bu ilmin diğer ilimlerdeki işlevine dikkat çekmiş ve önemine
dair açıklamalarda bulunmuştur. Arap dilinde sözü hüccet kabul edilen İmam
Şâfiî (ö. 204/820) diğer ilimlerin öğrenmesi nahiv ilminde uzmanlaşmakla
mümkün olduğuna vurgu yaparak onun önemini ortaya koymuştur.310
Zemahşerî de fıkıh, kelam tefsir ve hadis gibi bütün İslâmî ilimlerin
öğrenmesi Arap dilinin öğrenmesine muhtaç olduğu ve fıkıh usûlünün büyük
bir bölümünün i‘râb ilmine bina edildiğine dair şüphe olmadığını
belirtmiştir.311 Keza İbn Haldûn (ö. 808/1406) da Arap dilinden söz ederken
bu hususu şöyle anlatmıştır: “Arap dilinin lügat, nahiv ve edebiyat olmak üzere
308 Suleymân b. ʿAbdulḳavî b. Kerîm et-Ṭûfî, Şerḥu Muḫtasari’r-ravẓa, thk. ʿAbdullah b.
ʿAbdulmuḥsîn et-Türkî (b.y.: Muessetu Risâle, 1407), 3/586.
309 Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 1/48.
310 İbnü’l-‘İmâd, Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb, 2/407.
311 Muvaffakuddîn Yaîş b. ‘Alî b. Yaîş, Şerḥu’l-Mufaṣṣal (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
1422), 1/51.
79 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
dört ana unsuru vardır. Şer‘î ilimleri öğrenmek isteyenlerin sözü edilen ilimleri
bilmeleri zaruridir. Zira şer‘î hükümlerin kaynağı Kitap ve sünnettir. Kitap ve sünnet
ise Arapça olup onların müşkülleri Arap olan sahâbe ve tâbiînin diliyle halledilmiştir.
Dolayısıyla şer‘î ilimlerini tahsil etmek isteyen kişi Arap diline ilişkin ilimleri
öğrenmek zorundadır.”
312 Daha pek çok âlim değişik vesilelerle nahiv ilminin
ehemmiyetine değinmiştir.313 Bu nedenle İslâmî ilimlerde çalışma yapanlar ve
bu ilimlerde araştırmada bulunanalar farklı amaçlarla nahiv ilminin kural ve
ilkelerinden istifade etmişlerdir. Bilhassa şerh ve haşiye türü çalışmalar
yapanlar metinlerin tahlilinde ve izahında nahiv ilminden oldukça
faydalanmışlardır.
İsferâyînî de incelememize konu olan haşiyesinde el-Fevâʾidü’żŻiyâʾiyye ve el-Kâfiye metinlerinin açıklamasında ve onlarda bulunan nahvî
meselelerin tahlilinde nahiv ilminin i‘râb konusundan ustalıkla yararlanmıştır.
Bunu değişik amaçlar için kullanmıştır. Bazen iyi anlaşılması için sadece
metnin veya şerhin ifadelerinin i‘râbını yapmıştır. Söz gelimi el-Kâfiye’de
اماضي..... ”
ْ
في ال
ياا ء اَل ز امةٌ
ْ
وقاايا ة ام اع ال
ْ
ال نُ وُن “şeklindeki metnin i‘râbını yaparak
anlaşılmasını kolaylaştırmaya çalışmıştır. Şöyle ki; “ة وقاايا
ْ
kelimesi” نُو ُن ال
mübtedâdır. Zarf olan “ء ياا
ْ
olup müteallik una ”’احا ص ٌل” veya ” اح اص ال” ,“ ام اع ال
haberdir. “ٌامة ز لَا “zarf olan haber içindeki zamir için hâldir. Daha sonra gelen
ْي ات...” ,“اوأنت مع النون...”
َّل” ,“اويُ ْختاا ُر في لا
اها لاعا
üne”’اَل ز امةٌ” olan hâl cümleleri” او اع ْكسُ
matufturlar.314
Bazen şerhin veya metnin ifadelerinin i‘râbını yaparak yanlış
anlaşılmasının önüne geçmeye çalışmıştır. Örneğin mütekellim yâsına izafe
edilen münadâda yânın fethe “اي
gibi gelebileceği ile” ياا غُالمي” sükûn ve” ياا غُ اال م
de gelmesi şeklinde” ياا غُال اما” dönüştürülmesi elife ve” ياا غُال ُم” hazfedilmesi
caizdir. Molla Câmî, “ اها
ّ
ُو ُجو ه كُل
ْ
اها ء في اه ذ ه ال
ْ
م ب ال
ّ
ُمتا اكل
ْ
ُم اضا ُف إلى ياا ء ال
ْ
ُمناادي اال
ْ
اوياكُو ُن ال
فًا
اوقْ
/mütekellim yâsına izafe edilen münadânın vakfe halinde bu vecihlerin
312 Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed İbn Haldûn, Kitâbü’l-ʿİber (Kitâbü Tercemâni’lʿİber) ve dîvânü’l-mübtedeʾ ve’l-ḫaber fî eyyâmi’l-ʿArab ve’l-ʿAcem ve’l-Berber ve menâs̱arahüm min-ẕevi’s-sulṭâni’l-ekber, thk. Hali Şehhâde (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1408), 753.
313 Ebû İshâk İbrâhîm b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-Muvâfaḳāt, thk. Ebû Ubeyde Meşhur b. Hasan Âlu
Selman (Dâru İbn Affân, 1417), 2/102; Şemsüddîn Muhammed el-Gırnâtî İbnü’l-Ezrak,
Ravżatü’l-aʿlâm bi-menzileti’l-ʿArabiyye min ʿulûmi’l-İslâm (Külliyetü’d-Daveti’l-İslâmiyye,
ts.), 1/311-312; Celâlüddîn es-Süyûtî, el-İḳtirâḥ fî uṣûli’n-naḥv (Dımaşk: Dâru’l-Beyrûtî,
1427), 64.
314 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 197.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 80
tamamında hâ ile geldiğini” belirtmiştir.315 İsferâyînî, şârihin “ء اها
ْ
“ب ال
kelimesini “نُ وُياك “fiiline taalluk ettiğini; böylelikle zikredilen cümle önceki
م” veya” يا ُجو ُز” olan haberi cümlenin
ّ
ُمتا اكل
ْ
ُم اضا ُف إلى ياا ء ال
ْ
ُمناادي اال
ْ
ال “biçimindeki isim
cümlesine atfedildiğini; dolayısıyla da her iki i‘râba göre de metinde geçen
söz konusu münadânın vakfe halinde hâ ile gelmesi vacip olduğu anlaşıldığını
ifade etmiştir.316 Hâlbuki böyle bir münadânın ancak elif ile gelmesi
durumunda hâ ile vakfe edilmesi “اماه الُغ ياا “örneğinde olduğu gibi vacip
olmaktadır. Sakin yâ ile gelen münadânın hâ ile değil, sakin olarak vakfe
olunması daha güzel olmakla beraber yânın hazf edilip ondan önceki harfin
sakin kılınması ile vakfe edilmesi de caizdir. Yâsı fetha ile gelen münadâ ise
hâ ile vakfe olunabileceği gibi sakin yâ ile gelmesi de mümkündür. İsferâyînî,
اها ء”
ْ
ال اها ٍء” olunan hazf ifadesinin” ب ال
ب‘“ne atfedilmesi daha uygun olacağını
ileri sürmüştür. Bu i‘râba göre sözü edilen ibarenin takdiri şu şekilde olur:
ُمناادي اا ”
ة ْ
ٌ
ُو ُجوهٌ أ ْرباعا
قفاً
لهاا ء اوْ
ْ
ال هااء وب ا
م يا ُجو ُز في ه ب
ّ
ل ُمتا اك ل
ْ
ل ُم اضا ُف إلى ياا ء ا
ْ
وال/mütekellim yâsına
izafe edilen münadâda ister hâsız olarak veya vakfe halinde hâ ile gelsin dört vecih
caizdir.” İsferâyînî’ye göre buradaki cevazın, vucubu da içine alacak şekilde
geniş bir anlama hamledilmesi gerekir. Aksi takdirde “اماه الُغ ياا‘de olduğu gibi
elifle gelen ve vakfe halinde hâ ile gelmesi vacip olan münadâ, konu dışında
kalır.317
Bazen de şârihin yaptığı i‘râbı doğru bulmayarak kendi isabetli gördüğü
i‘râbı vererek ibareyi buna göre yorumlamıştır. Örneğin Molla Câmî’nin bir
şiirde geçen “مْ
,O .etmiştir itiraz râbına‘i ibaresinin” فا اخْي ٌر نا ْح ُن عْندا النَّا س مْنكُ
cümleyi şu şekilde i‘rablandırmıştır: “رٌ يْاخ “ mübtedâ, “نُ حْ نا “onun fâilidir. Ona
ile ” اخْي ٌر” Çünkü .değildir caiz yapılması haber ya”’نا ْح ُن” ifadesinin ” اخْي ٌر” göre
ma‘mûlü olan “منكم “arasına yabancı bir şey girmiş olur. İsm-i tafdîl zayıf bir
‘âmil olduğundan böyle bir uygulama caiz görülmez. İsferâyînî ise bu i‘râbı
doğru bulmayıp ism-i tafdîlin nahiv ilminde meşhur “الكحل “meselesi318
dışında zahir isimde amel edemeyeceğini ileri sürerek kendi doğru bulduğu
i‘râbı şöyle açıklamıştır: Zikredilen şiirde “نُ حْ نا “mübtedâ olması gerekir. “رٌ يْاخ “
315 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/269-271.
316 Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn, 214.
317 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 118.
318 Cemâlüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Mâlik et-Tâî, Şerḥu’l-Kâfiyeti’ş-Şâfiye, thk.
Abdülmün‘im Ahmed Herîdî (Mekke: Merkezü’l-Bühûsi’l-İslâmiyye, 1402), 2/1133.
81 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ise onun haberidir. Şiirde geçen “مْ
ْم” hazfedilen , ”مْنكُ
ُنكْم‘“ ün tefsiridir.319 Buna
.320olur biçiminde” فا اخْي ٌر مْنكُم نا ْح ُن عْندا النَّا س مْنكُم” takdiri şiirin göre
İsferâyînî, haşiyesinde nahiv ilminin külli kaidelerine de müracaat
etmiştir. Küllî kaideler, birden fazla konunun müşterek mahiyetleri hakkında
ve bütün cüziyyatına dair genel hüküm ortaya koyan özlü ve kuşatıcı
ifadelerden oluşan kural ve kaideler şeklinde tanımlanmıştır.321 Bunu da şerh
ettiği ibarenin anlaşılması, ileri sürdüğü görüşün desteklenmesi, yaptığı
i‘râbın isabetli olduğunun tespiti gibi farklı gayeler için kullanmıştır.
İsferâyînî’nin haşiyesinde kullandığını tespit ettiğimiz bu türden bazı kaideleri
şöyle sıralayabiliriz:
ار ب •
ُهاو لا ْْلقْ
د فا
ْْلْبعا
ار ب اوا
ْْلقْ
ار اضمي ٌر با ْي ان ا
ذاا داا
إ/uzak ve yakın merciʻi arasında
kalan zamirin yakın olana döndürülmesi daha evladır.322
ر ٍف •
اصا
ُمتابا د ر إَّل ل
ْ
ْعريفاا ت اعلى خال ف ال
في التَّ
َّ ْفظُ
ل
ْ
mani bir herhangiَ/لا يُ ْح ام ُل ال
olmadığı sürece tanımlardaki ifadeler ilk akla gelen manalar dışına
hamledilmez.323
عُ ْمداة •
ْ
ف ال
ْهاو ُن م ْن احذْ
ا
ة أ
ْضلا
فُ
ْ
ُف ال
ْاحذ /kelamda fazla olanın hazfedilmesi aslın
hazfedilmesinden daha kolaydır.324
.
اها •
ُصو ل
ُ
اء إلى أ
ْشيا
ْْلا
ُردُّ ا
.325döndürür asıllarına şeyleri ,zaruret/ال َّض ُرو ارةُ تا
ن َل •
ُمتارا دفا ْي
ْ
اح د ال
ا
ني ُث أ
ْ
ْْل اخ ار تاأ
ز ُم ا
ْ
ستالْ يا /eşanlamlılardan birinin müennes olması
diğerinin müennes olmasını gerektirmez.326
جْن س يامي ُل •
ْ
اى ال
ل
إ لُ خيَّاالد/yabancı (Arapça olmayan) olan ifadeler kendi
emsaline temayül eder.327
319 Burada İsferâyînî, ism-i tafdîl ile ma‘mûlü arasına yabancı bir şeyin girmemesinin caiz
olmadığına dair muhtemel itirazını önüne geçmek için “منكم “sözcüğünü takdir etmiştir.
Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn, 156.
320 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 84.
321 Halil Akçay, Arap Dili Gramerinin Küllî Kaideleri, (Ankara: Sonçağ Akademi Yayınları,
2020), 16.
322 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 23.
323 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 23
324 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 40.
325 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 45.
326 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 59.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 82
ُب •
ْغلا
ا
التَّا ء أ
ث ب
ُماؤنَّ
ْ
ُمذا ّك ر اوال
ْ
ْر ُق با ْي ان ال
فا
ْ
اال/müzekker ile müennes arasındaki fark
genellikle tâ ile gerçekleşir.328
ْن اس ُب •
ا
ر أ
اْْل ْكثا
ام ْشكُو ك ب
ْ
ْحاا ُق ال
ل ا/şüpheli olanın çoğunluğa ilhak edilmesi daha
uygundur.329
ٌم لاه •
ُهاو اعلا
ْفسُهُ فا
ه نا
ريدا ب
ُ
lafız her edilen irad zatı söylenişiyle/كُ ُّل لا ْف ٍظ أ
kendisine özel isim kabul edilir.330
غاائ ب •
ْ
اى ال
ْنتاهى إل
اويا
ح د
ْواا
م ال
ّ
ُمتا اكل
ْ
م ان ال
ا
ْن يُ ْبتاداأ
ا
ف ْع ل: أ
ْ
çekimi/tasrifi fiilin/تا ْصري ُف ال
mütekellim vahde ile başlar, gâib ile son bulur.331
2.1.5.2 Belagat İlminden İstifade Etmesi
Anlatılmak istenen düşüncenin, yönelik olduğu ortama uygun olarak
fasih ifadelerle aktarılması şeklinde ifade edebileceğimiz belagatin332 bilhassa
Kur’an-i Kerim’in mucizevî yönlerinin ve güzelliklerinin ortaya çıkmasına
yarayan bir ilim olması hasebiyle büyük önem arz etmektedir. Meâni, beyân
ve bedî‘ olarak üç ayrı disiplinde tanzim edilen belagat ilmi İslâmî ilimler
arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu münasebetle de pek çok âlim onun
ehemmiyetine vurgu yapmıştır. Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) bu
ilmin önemine dair şu sözleri kayda değeridir: “Kur’an’ın i‘cazı333 ilginçtir.
İdrak edilmekle beraber tavsif edilemez. Şiir mısraları arasındaki uyum ve
ahenk gibi. Sağlam fıtrata sahip olanlar hariç i‘cazın idraki ancak beyân ve
meâni ilimlerinin öğrenmesiyle mümkün olabilmektedir.”334 Hatta bu
327 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 60.
328 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 64.
329 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 64.
330 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 58.
331 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 246.
332 Muhammed b. Ahmed b. ʿArefe ed-Desûḳı̄, Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’t-Telḫîṣ, thk. Abdulhamîd elHindâvî (Beyrut: el-Mektebetü el-Aṣriyye, ts.), 28.
333 Sözlükte aciz, zayıf güç yetirememek gibi manalara gelen i‘câz kelimesinin terim anlamı şu
şekildedir: “Kelamın, beşerin benzerini ortaya koymaya güç yetiremediği ve muaraza
edemeyeceği kadar edebi ve fasih olmasıdır.” Kur’an’ın i‘câzı, onun bir benzerinin veya bir
suresinin benzerinin ortaya konulmasından aciz kalmak olarak ifade edilmektedir. Ebü’l-Hasen
Alî b. Muhammed el-Cürcânî, et-Taʿrîfât (Bayrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403), 83; Yusuf
Şevki Yavuz, “İ‘câzü’l-Kur’ân”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, 2000), 21/403.
334 Ebû Ya‘kūb Yûsuf b. Ebî Bekr es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lʿİlmiyye, 1407), 416.
83 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
önemine binaen Süyûtî, belagat ilmini şeri‘atın öğrenmesi için en büyük araç
olarak görmüş ve onun tahsilini imanı güçlendiren özelliklilerden saymıştır.335
Belagat ilminin faydası elbette bununla sınırlı değildir. İstifade oranları
farklı olmakla beraber bütün İslâmî ilimlerde incelemede bulunanlar belagat
ilmine ihtiyaç duymaktadır. Buna göre Kur’an ilimleri kadar olmasa da nahiv
ilminde yapılan çalışmalarda da bu ilme gereksinim duyulmaktadır. Nitekim
bir nahiv âlimi ele aldığı metinde edebî bir ifadeyi şerh etmek veya bir şiiri
kullanmak istediğinde belagat ilminde aşinalığı olması gerekir. Aynı şekilde
şerh veya haşiye çalışması yapan dilbilimciler de edebî bir ifadeyi veya bir
şiiri tahlil ederken bu ilmin kaidelerine müracaat etmek zorundadırlar.
İsferâyînî de edebî yönünün güç olmasıyla hemen bütün çalışmalarında
belagat ilminin her üç disiplininden ustalıkla istifade edebilmiştir.
Değerlendirme konusu yaptığımız haşiyesinde de ihtiyaç duyulan yerlerde
sözü edilen ilmin farklı konularını kullanmıştır. O, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’de
veya el-Kâfiye’nin metninde geçen ayet, şiir ve edebî ifadelerin tahlilinde bu
ilme müracaat ederek hem bu tür ifadelerden amaçlanan gayelere temas etmiş
hem de şârih ve musannifin meramlarını izah etmeye çalışmıştır. Bu
bağlamda da haşiyede belagat ilmine ait birçok ıstılahı bulmak mümkündür.
ارةٌ” ,“بالي ٌغ” ,“تا ْحسي ٌن”
ي” ,“ا ْست عا
ل
اصا احةٌ” ,“فاصي ٌح” ,“تا ْشبيهٌ” ,“باال اغةٌ” ,“ ُم ْستاعا ٌر” ,“ ام اجا ٌز اعقْ
,“فا
امجاازي”
ْ
ام ْعنى اال
ْ
ْص ُر” ,“اال
قا
ْ
كناياة” ,“اال
ْ
ْمثي ُل” ,“اال
ُم اشا اكلاةُ” ,“بادي ٌع” ,“االتَّ
ْ
ُمقاابالاةُ” ,“اال َّس ْج ُع” ,“اال
ْ
,“اال
ل ُّف اوالنَّ ْش ُر”
َّ
ُم اساواة” ,“اال
ْ
تاضى ال اظا هر” ,“اال
ْمقُ “ gibi ifadeler bunlardan bir kaçıdır.336
İsferâyînî, haşiyesinde değişik gayeler için belagatin farklı
disiplinlerinden istifade ettiğini yukarıda değinmiştik. Burada İsferâyînî’nin
başvurduğunu tespit ettiğimiz bazı belagat kurallarını örnekleriyle vermeye
çalışacağız:
• Teşbih: Beyân ilminin bir konusu olan teşbih, iki veya daha fazla
şeyin bir vasıfta ortak olduğunu “ك“,” نّ كأ “gibi benzetme edatlarından
,“benzetilen/ ُم اشبَّهٌ به” ,“benzeyen/ ُم اشبَّه” .edilebilir izah olarak belirtmek birisiyle
او ْجهُ ال َّشباه”
داةُ التَّشبيه” ,“vasıf ortak/
ا
أ/benzetme edatı” olan dört ana unsurdan
teşekkül eden teşbih, maksut manaları özlü ve güzel ifadelerle ortaya çıkaran
335 Celâlüddîn es-Süyûtî, Şerhu Uḳūdü’l-cümân fi’l-meʿânî ve’l-beyân (Beyrut: Dâru’l-Fikr,
ts.), 3.
336 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 3, 5, 7, 10, 14, 21, 25, 41, 46, 61, 65, 68, 69, 78, 82, 96, 96,
207, 237, 265, 273,
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 84
bir araç olduğundan dil alanından çalışma ve araştırma yapanların çokça
kullandığı bir konudur.337 İsferâyînî de şerh ve metinde geçen bazı ayet ve
edebî ifadelerin açıklamasında buna başvurmuştur. Şârihin “بغفرانه للا مداهّ تاغا “
338şeklinde ifade ettiği duayı önce es-Sihâh’tan naklen “مداّ تاغا “kelimesinin
“يفْسَّ ال تُ ْمد اغ /kılıcı kınına soktum” anlamından alındığını ifade ederek “غمد‘“in
anlamı kın olduğunu açıklar.339 Ardından cümlede dua edilen “الشيخ‘“in keskin
zekâya sahip olması ve problemli meseleleri hızlı bir şekilde çözümlemesi
hususunda kılıca benzetildiğini söyleyerek benzeyen, benzetilen ve benzeme
yönüne dikkat çeker.340
Bazen de İsferâyînî şerhte geçen teşbih olgusunu değerlendirmektedir.
Söz gelimi Molla Câmî, İbn Hâcib’in Kelime’nin kısımları olan isim, fiil ve
harfin tanımına yönelik ifadelerini şerh ederken isim ve fiilin “ في ىً
اما دا َّل اعلى ام ْعن
سه فْ نا/herhangi bir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi başına müstakil olarak manasına
delalet edebileceğini”, “ره
şeyin bir başka ancak ise harfin/ما دا َّل عالى ام ْعنىً في اغْي
yardımıyla bir mana ifade edebileceğini” belirtmiştir. Bunu da dış âlemde
bulunan varlıklara benzeterek tasvir etmeye çalışmıştır. O, ismi herhangi bir
şeye dayanmaksızın kendi başına var olabilen cevhere; harfi ise ancak başka
bir şeyin vasıtasıyla var olabilen araza benzetmiştir.341 Onun bu teşbihi
ام ي ا دا َّل اعلى ام ” :bulunmuştur değerlendirmede bir şöyle İsferâyînî üzerine
ًى ف
ْعن
ْف سه
نا “ibaresinde zikredilen “في “kelimesi kullanıldığı için şöyle bir yaklaşım
da ortaya çıkmaktadır: Başkasına tabi olan harfin manasını cevhere tabi olan
araza benzettiği için araz olan bir şeyin mahalline nispet edilmesinde olduğu
gibi harfin manası da “فى “ile tabi olduğu şeye nispet edilebilir. Müstakil olan
ismin ve fiilin manaları ise kendi başına durabilen cevhere benzetildiğinden
ötürü de cevherde olduğu gibi bu manaların başka bir şey içinde değil, kendi
başına sabit olduğu denilebilir. Bu değerlendirmeden sonra İsferâyînî harf ve
ismin manalarının araz ve cevhere benzetilmesi isabetli olmadığını şöyle izah
etmiştir: Benzeyen ile benzetilen arasında benzetme ilgisi (vech-i şebeh)
337 Ahmet Mustafa el-Merâğî, Ulûmü’l-belâge el-beyân, el-meanî, el-bedî‘
(https://shamela.ws/index.php/book/9997, ts.), 213; İsmail Durmuş, “Teşbih”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 2011), 40/556.
338 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/12.
339 Cevherî, Tâcü’l-luga, 2/517-518.
340 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 5.
341 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/44-46.
85 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
bulunmamaktadır. Zira kendi başına var olabilen şey (cevher) başka bir şey ile
var olamaz. Aynı şekilde varlığı başka bir şeye borçlu olan şey de (araz) kendi
başına var olamaz. Hiçbir şeye bağlı olmaksızın müstakil olarak idrak edilen
(ismin) ile ancak başka bir şeyin vasıtasıyla anlaşılabilen (harfin) manaları
böyle değildir. Nitekim harfin manasında olduğu gibi ancak bir şeyin
birleşimiyle anlaşılan mana hiçbir şeyin birleşimine bağlı olmadan doğrudan
idrak edilebileceği gibi bunun aksi de mümkündür.342 Yani burada manaların
cevher ve araza benzetilmesi isabetli değildir. Çünkü harfi cer olan “نْ م “
herhangi bir şeyle birlikte değil, tek başına gelse bile ondan mutlak iptida
manası idrak edilebilir. Harfin benzetildiği araz ise böyle değildir. O hiçbir
şekilde kendi başına cevherden bağımsız olarak var olamaz.
Mecaz: Herhangi bir karinden ötürü bir lafzın asıl anlamı dışında ilgisi
olduğu başka bir manada kullanılması olarak tanımlanmıştır.343 Mecaz aklî ve
lügavî şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Lügavî mecaz, asıl ile diğer mana
arasındaki ilgi teşbihten ibaretse isti‘âre, aksi takdirde mürsel olur. Sebepmüsebeb, kül-cüz, umûm-husus, lazım-melzûm gibi ilişkiler mürsel mecazda
asıl mana ile mecaz arasındaki alakayı oluşturmaktadır.344 Aklî mecaz ise
isnâdda345 gerçekleşmektedir. Zamana, mekâna, sebebe yapılan isnâd bu tür
mecazın çeşitlerindendir.346 En güzel anlatım biçimlerinden sayılan mecaz
üslubu Arap dilinin gelişiminde katkısı büyüktür.347 Bu münasebetle ulemâ
tarafından oldukça önemsenmiş ve sıklıkla başvurulan bir üslup olmuştur.
İsferâyînî de yaptığı tahlil ve açıklamalarının birçoğunda mecaz üslubunu
kullanmıştır. O, haşiyesinde şârihin veya musannifin ifadelerini şerh ederken
bunların sağlıklı anlaşılması için asıl ve mecaz anlamalarına veya sadece
342 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 21, 22.
343 Ahmed b. İbrahim b. Mustafa el-Hâşimî, Cevâhiru’l-belâga fi’l-meanî ve’l-beyân ve’l-bedî‘
(Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, ts.), 249.
344 Hasan b. İsmâîl el-Cenâcî, el-Belâğetü’s-sâfiye fi’l-meâni ve’l-beyân ve’l-bedî‘ (Mısır: elMektebetü’l-Ezheriyye li’t-Turâs̱, 2006), 33-36.
345 İsnâd, müsned/yüklem ile müsnedu ileyh/özne arasındaki ilgiyi bildirin olgudur.Recep
Şentürk, “İsnâd”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, 2001), 23/153.
346 Hâşimî, Cevâhiru’l-belâga, 256-258.
347 Abdulmuteaâli es-Saîdî, Buğyetü’l-îzâh li Talhisi’l-Miftâh fî ulûmi’l-belâğe (Mektebetü’lAdâb, 1423), 3/462; Hâşimî, Cevâhiru’l-belâga, 249.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 86
mecaz manalarına dikkat çekmiştir. Bu nedenle haşiyesinde “زٌ امجا “ tabirine
çokça rastlanılmaktadır.348
İsferâyînî’nin haşiyesinde meselelerin işleyişine bağlı olarak hem
lügavî hem de aklî mecazları kullandığını görmekteyiz. Aklî mecaz için şunu
örnek göstermemiz mümkündür: İbn Hâcib, gayr-i munsarif illetlerinden “ نُ زْ او
ف ْعل
ْ
تاْي ان” ilgili ile vezni fiil” ال
ا
َّو ل ه زياادةٌ أ
ا
‘أتين’ başında veznin fiil/أو ياكُو ُن فى أ
harflerinden birisinin eklenmesi gerekir.” şeklinde bir şart koşmuştur. Molla
Câmî de “ولهّ
أ‘“de bulunan zamirin ya metinde geçen “علْ ف
ْ
da ya lafzına” او ْز ُن ال
bundan kastedilen fiil vezninde olan isme raci olduğunu belirtmiştir.349
İsferâyînî de metinde geçen “ٌزياادة “ olgusunun “علْ ف
ْ
başına veznin fiil” او ْز ُن ال
nispet edilmesi aklî mecaz olur demiştir.350 Çünkü gerçek anlamda ziyade fiil
veznin başında değil, bu vezinde bulunan ismin başında gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla sözü geçen nispet mecaz anlamında kullanılmış ki bu da aklî
mecazdan başka bir şey değildir. Lügavî mecaza için ise şu örneği verebiliriz:
Molla Câmî, akıl sahibi olmayan müzekkerlerin çoğulu olduğundan
امْرفُوعاا ُت”
ْ
söyledikten undur ”’امْرفُوع” olmayıp ” امْرفُو اعةٌ” müfredi sıygasının” اال
sonra bu kalıbın sözü geçen müzekkerlerin çoğulu olarak kullanılması yaygın
iri/ اج اماَلت سجالت” ,“aygırla/ال ّصاف نات” için Bunun .belirtmiştir olduğunu
ْخا ليات ااْْليّام” ,“develer
اال/boş günler” gibi örnekler vermiştir.351 İsferâyînî
ْخا ليات”
اال “kelimesinin anlamını ilgili kaynaklara atıf yaparak izah ettikten
sonra şunları kaydetmiştir: “لياة خْ تا “kelimesi mekânın tahliye edilmesi için
kullanılır. Günler için vasıf olamaz. Bilakis günler içinde bulunan şeyler için
olabilir. Dolayısıyla tahliye kelimesinin günler için kullanılması mecazdır.352
İsti‘âreye gelince bunun mecazın bir kısmı olup asıl ile mecaz anlamları
arasındaki alaka teşbih olduğuna temas edilmişti. İsti‘âre, müste‘âr minhu
(kendisinden mana eğretilenen), müste‘âr lehu (kendisine mana eğretilenen),
müste‘âr (eğreti lafız) ve karine gibi unsurlardan oluşmaktadır. İsti‘ârede
teşbih edatı zikredilmemekte ve teşbih taraflarından birisine yer
348 Bkz. İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 11, 14, 25, 66, 70, 74, 92, 96, 98, 108, 110, 128, 144, 145,
177, 279.
349 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/133-134.
350 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 66.
351 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/146-147.
352 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 70.
87 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
verilmektedir.353 İsti‘âre farklı açılardan değerlendirilerek değişik taksimlere
tabi tutulmuştur. Buna göre isti‘âre, müste‘ârün minhün câmid veya müştak
oluşuna bağlı olarak asıl ve tabi; isti‘are işleminde zikredilen müste‘ârün
minhu veya müste‘ârün lehunun özelliklerinin zikredilip zikredilmemesine
göre muraşşah ve mutlak; tarafların bir şeyde birleşmelerinin mümkün olup
olmamasına göre vifâkî ve ‘inâdî; taraflardan zikredilenin durumuna göre
sarih ve kinaye gibi çeşitlere ayrılmıştır.354 Konuşmaya güç sağlayan, zarafet
ve güzellik katan, manaları canlılaştırarak onlara netlik kazandıran isti‘âre
özellikle nasların, şiirlerin ve edebî ifadelerin tahlil ve tasvirlerinde
vazgeçilmez bir üsluptur. Bundan ötürü de başta Kur’an ilimleri olmak üzere
bütün İslâmî ilimlerde başvurulan bir yöntem olarak bilinmektedir.
Genel olarak belagat ilminde özellikle de isti‘âre konusunda büyük bir
vükfiyete sahip ve bu alanda güzide eserler veren İsferâyînî de bu üsluptan
“ ع ْش ُرو ان واا اخاواتُها” geçen de’Kâfîye-el Örneğin .yararlanmıştır
355 ifadesini
ْخت” açıklarken
ُ
ْل” kelimesinin” أ
مث
ْ
اال/benzer” anlamında olduğunu; şârihin
اوناظائ ُر اها ال َّسْبع”
/kalan yedi benzeri” sözüyle buna işaret ettiğini söylemiştir.
ْختاها” Ardından
ُ
لاعانا ْت أ
َّمةٌ
ُ
اما دا اخلا ْت أ
َّ
لُك/Her ümmet girdikçe emsallerine lânet
edecekler.”356 mealindeki ayette zikredilen “ختْ
ُ
ْل” de kelimesinin” أ
مث
ْ
“اال
anlamında kullanılması Arapça bir isti‘âre olup dilbilimcilerin ürettikleri bir
kural olmadığını belirtmiştir.357
İktibâs: Kur’an-i kerim veya hadisten bir parça alınıp bunun ayet veya
hadis olduğu belirtilmeden sözün içine yerleştirilmek şeklinde tarif edilmiştir.
İktibâs edilen ayet ve hadis metni genellikle tırnak işaretiyle gösterilir.358
Bedî‘ ilminin lafzi güzelliklerinden addedilen iktibâs görüşlerin teyidi, karşıt
görüşlerin çürütülmesi ve benzeri amaçlar için kullanılan ilmî bir üslup
olmakla beraber daha çok konuşmacının güzel ve büyüleyici ifadeler seçerek
353 Abdurrahman b. Hasan el-Meydânî Habenneke, el-Belâğetü’l-arabiyye (Dımaşk: Dâru’lKalem, 1426), 2/229-232; İsmail Durmuş, Pala İskender, “İstiâre”, TDV İslam Ansiklopedisi
(İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2001), 23/513-518.
354 Ahmed Muhammed Kâsım, Dîb Muhyüddîn, Ulûmü’l-belağe"el-beyân ve’l-meânî ve’lbedî‘" (Tarablus: el-Mektbetü’l-Hadîse li’l-Kitâb, 2003), 196-212.
355 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/77.
356 A‘râf, 7/32.
357 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 39.
358 Kâsım, Dîb, Ulûmü’l-belağe "el-beyân ve’l-meânî ve’l-bedî‘", 127; Hâşimî, Cevâhiru’lbelâga fi’l-meanî ve’l-beyân ve’l-bedî‘, 338.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 88
muhatabını etkilemek ve bu şekilde fikrini kabul ettirmek için edebî bir sanat
olarak kullanılmıştır. Bu anlamda da iktibâs oldukça dikkat çekici olmuş ve
özellikle edebî metinlerde çokça müracaat edilen bir üslup olmuştur.
İsferâyînî de belagat ilmine dair el-Aṭvel adlı eserinde iktibâs üslubunu
tafsilatlı bir biçimde ele almıştır.359 Ayrıca bu üslubu diğer birçok eserinde
olduğu gibi bahse konumuz haşiyesinde de ihtiyaç duyduğu yerlerde ustaca
kullanmıştır. Örneğin Molla Câmî, İbn Hâcib’in “ معاُ
ْ
اي ال
ذاا نُو د
او إ
ّالم
ال
tarif/ َّر ُف ب
lâmı alan isim nidâ harfiyle seslendiğinde” şeklindeki ibaresini “ ريدا
ُ
ذاا أ
إ
ُهُدائ ن/seslenmesi istendiğinde” ile yorumlamıştır.360 Bunu da bu durumdaki
ismin münâda olamayacağından İbn Hâcib’in “lâm-i tarif ile belirli hale gelen
ismin nidâ harfiyle seslendiğinde” tarzındaki ifadesinin anlamsız olduğuna
dair oluşan şüpheyi izale etmek adına yapmıştır. Ancak İsferâyînî Molla
Câmî’nin bu yorumunu doğru bulmayarak bunu şöyle gerekçelendirmiştir:
Lâm ile belirli hale gelen ismin nidâ harfiyle münâdâ olması caiz görülmediği
gibi dilbilimcilerin hiçbiri bunu irade etmez. Yani söz konusu ismin münâda
olması geçerli olmadığından kimse bunu istemez. Dolayasıyla onun İbn
Hâcib’in ibaresini “seslenmesi istendiğinde” tarzda tefsir etmesi doğru
değildir. Devamında İsferâyînî, ibarede “اإلرادة “irade ifadesinin takdir
edilmesi “ٍ
361“.giderir açlığı de ne doyurur Ne /اَل يُ ْس م ُن اواَل يُ ْغ۪ني م ْن ُجوع
mealindeki ayetten iktibâs ederek Molla Câmî’nin yorumunun isabetli
olmadığına ilişkin düşüncesini teyit etmeye çalışmıştır. Yani İbn Hâcib’in
ifadesine dair oluşan şüphe sözü edilen takdirle def olunmaz. İsferâyînî’nin
daha pek çok yerde bu üslubu kullandığına şahit olmaktayız.362 Ancak
konunun gereğinden fazla uzatılmaması adına bu örnekle yetiniyoruz.
Tevriye: Uzak ve yakın olmak üzere farklı anlamları bulunan lafzın
uzak olan manasında kullanması olarak tanımlanır. Yani ilk anlaşılan açık
anlamı değil, uzak ve ancak erbabı tarafından anlaşılabilen uzak anlamı
kastedilir. Konuşmacı herhangi bir sebeple doğrudan veya açık olarak ifade
etmek istemediği meramını bu üslubu kullanarak anlatmaya çalışır. Aynı
zamanda îhâm/yanıltma ve tahyîl/izlenim verme gibi terimlerle de tabir edilen
359 İsferâyînî, el-Aṭvel, 2/508-523.
360 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/264.
361 Ğâşiye, 88/7.
362 Örnek için bkz. İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 50,66, 72, 102.
89 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
tevriyenin iki çeşidi yaygındır.363 Bunlardan biri yakın ve uzak anlamlarından
herhangi birisinin özelliklerini içermeyen mücerret tevriyedir. Diğeri ise yakın
anlamıyla alakalı herhangi bir özellik içeren müraşşah tevriyedir.364 Belagat
ilmiyle ilgilenen ulemânın büyük çoğunluğu tevriye üslubunu bedî‘ ilmi
içerisinde değerlendirmekle beraber Zemahşerî gibi kimi ulemâ ise beyân
ilminin bir konusu olarak görmektedir.365 Kur’an-i kerimde ve hadislerde366
bu gibi ifadelerin bulunması tevriye üslubunun meşruiyet kaynağı olarak
gösterilmektedir. Hatta Sekkâkî, müteşâbih âyetlerin büyük bir bölümünün
tevriye üslûbu kabilinden olduğunu ifade etmiştir.367
Manayı güzelleştiren söz sanatlarının belki de en önemlisi olan tevriye
üslubunun birçok ulemâ tarafından övüldüğüne ve önemine dikkat çekildiğine
şahit olmaktayız.368 Zemahşerî, tevriyeyi “Beyân ilmi içerisinde bu konu
kadar ince ve zarif başka bir konu görülmemektedir.”369 şeklindeki ifadelerle
methetmiştir. Özellikle belagat ve diğer edebî ilimlerde iyi yetişmiş âlimler bu
üsluptan hayli yararlanmışlardır. Bunlardan biri de araştırma konumuz olan
İsferâyînî’dir.370 Örnek olarak İbn Hâcib mu‘rabı tanımlarken “ يَّ
امْبن
ْشباهْ
ْم يا
ذي لا
َّ
ال
ْ صلْ ال/aslî mebnîye benzemeyen” tarzında bir tabir kullanmıştır. Molla Câmî,
“ ْ
َّي ال
نا ء” terkibini izafet ” ْص ام ل ْبن
ب
ْ
ْْل ْص ُل في ال
او ا
ذي هُ
َّ
ُّي ال
امْبن
ْ
اال أي/yani binâ konusunda
asıl olan mebnî” şeklinde yorumlayıp bu izafetin beyânî izafe371 olduğunu
ileri sürmüştür.372 İsferâyînî, “صلْ
ْ
َّي ال
بنْام “ izafeti beyânî değil, lâmî373 olduğunu
belirtmiştir. Çünkü “يَّ
بنْام “ kelimesinin “ ْ صلْ ال‘“e izafetinde genelin özele
izafesidir. Bu ise lâmî izafenin özelliğidir. Beyânî izafe ise bir yönüyle
363 Şihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb en-Nuveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (Kahire:
Dâru’l-Kütüb ve’l-Vesâiki’l-Kvmiyye, 1423), 7/131.
364 Hâşimî, Cevâhiru’l-belâga, 300-302; İsmail Durmuş, “Tevriye”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 2012), 41/45-47.
365 Nuveyrî, Nihâyetü’l-ereb, 7/131.
366 Örnek babından bkz. An‘âm, 6/60; 9/29; Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ,
thk. Muḥammed Zuheyr b. Nâṣır (Dâru Tavḳ en-Necât, 1422), 5/62.
367 Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm, 427; Durmuş, “Tevriye”, 41/46.
368 Yahya b. Hamza b. Ali b. İbrahim el-Huseynî el-Alevî et-Tâlibî, et-Tirâz li Ulûmi’l-belaga
ve ulûmu hakâiki’l-icâz (Beyrut: el-Mektebetü’l-Unsuriyye, 1423), 3/36.
369 Nuveyrî, Nihâyetü’l-ereb, 7/132.
370 Bkz. İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 29, 34, 38, 47, 48, 127, 135, 189, 194.
371
“من “anlamını içeren ve müzafün ileyhinin müzafın bir parçası olan izafedir.
372 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/85.
373
“ل “manasını içerip temlik ve ihtisas anlamlarını ifade eden izafe çeşididir.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 90
âmmın/genel olanın izafe edilmesidir. Daha sonra İsferâyînî “ ُلاه نْ ام اعلى خفىْ
َليا
فا ّن
ْ
لى اهذاا ال
إ
ويَّةٌ
ام ْعنا
ٌاضافاة إ/bu husus, nahiv ilmine manevî bağı olan için gizli bir
durum değildir.”374 söyleyerek tevriye üslubunu kullanmıştır. Burada “ ٌاضافاة إ
ام ْع
ويَّةٌ
نا “ tabiri için yakın ve uzak olarak iki anlam söz konusudur. Yakın olan
terimsel anlamı olup izafet konusunun temel çeşitlerinden biridir. Uzak
manası ise manevî bağdır. Bunun yanı sıra İsferâyînî şârihin kullandığı bu
türden üsluba da temas etmiştir. Bunu da genellikle “ٌاطافاة لا ه في “tabiriyle
belirtmiştir.375 Keza İsferâyînî’nin araştırma konusu yaptığımız haşiyesi
üzerine çalışma yapanlar da onun kullandığı tevriye örneklerine “ٌاطافاة لا ه في “
ifadesiyle işaret etmişlerdir.376
İstitrâd: Müellifin bir konuyu işlerken manayı güzelleştirmek veya
daha anlaşılır kılınmak gibi herhangi bir amaç için önceden tasarlanmayan ve
beklenmedik bir şekilde asıl konuyla münasebeti bulunan başka bir konuya
geçip tekrar asıl konuya dönmek olarak izah edilebilen istitrâd bedî‘ ilminin
önemli konularındandır.377 Yahya b. Hamza el-‘Alevî istitrâd terimini şu
ifadelerle anlatmıştır: “Derin bir mecraya sahiptir. Güzel faydaları vardır. Fasih
olanlar onu kullanıyor. Beliğ insanlar ona itimat ediyor. Ara cümle yöntemine
benzerliği bulunsa da ondan ayrı bir şeydir. Çünkü ara cümlenin çirkini, güzeli ve
normali bulunduğu halde istitrâdın bütün şekilleri güzeldir.”
378 İstitrâdın tarihi
cahiliye dönemine kadar götürülmektedir. Aynı zamanda Kur’an-i kerimde379
örnekleri bulunması ona meşruiyet kazandırmıştır.380 Âlimler işlediği
konunun gidişatına bağlı olarak çeşitli gayeler için bu üslubu sıkça
kullanmışlardır.
İsferâyînî de inceleme konumuz haşiyesinde bu üslubu kullanmıştır.
Örneğin Molla Câmî, mübtedânın haberinden söz ederken “ ْقاد
ُع ُج ْملاةً
haber/ ياقا
bazen cümle olarak gelir.” tarzında bir ifade kullanmıştır.381 İsferâyînî, onun
bu ifadesinin açıklamasında cümle olarak gelen haberin i‘râbta mahalli olan
374 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 29.
375 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 39, 127, 135, 194.
376 Kudukî, Hâşiyetü’l-Kudukî ‘alâ Hâşiyeti’l-İsâm, 16, 17, 50, 70, 98, 121, 139.
377 Nuveyrî, Nihâyetü’l-ereb, 7/119.
378 Alevî, eṭ-Ṭırâz, 3/8.
379 Lokmân, 31/13-15.
380 Saîdî, Buğyetü’l-îzâh, 4/591-592.
381 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/192.
91 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
cümlelerden olduğunu belirtikten sonra bu türden yedi cümle bulunduğunu
söyleyerek bunları şöyle sıralamıştır: Haber, hâl, mef‘ûl, müzâfün ileyh, “فا “
veya “إذا‘“dan sonra gelen ve cezm eden şart edatının cezâü’ş-şartı/şart
cümlesinin karşılığı, müfrede tabi olan ve i‘râbta mahalli olan cümleye tabi
olan cümle. Ardından i‘râbta mahalli olmayan cümlelerin yedi kısmını da şu
şekilde zikretmiştir: İbtidâiyye/isti’nâfiye, mu‘tarize/ara cümle,
tefsîriye/açıklayıcı cümle, yemine cevap olan cümle, “لَواْ
ْو” ve” لا
لا “gibi cezm
etmeyen şart edatların cevâbu’ş-şartı, başında “فاا “ve “ذاا
إ “olmayan câzim
olan şart edatının cevâbu’ş-şartı, mevsûl olan ismin veya harfin sılası ve
i‘râbta mahalli olmayan bir cümleye tabi olan cümle. İsferâyînî, mübtedâ ve
haber konusundan farklı bu gibi cümleleri sıraladıktan sonra okuyucuya
hitaben “Özet olarak sana sunduğumuz bu tarz cümleler aklında kalsın ki
başka araştırmaya muhtaç kalkmaksızın bunları ilgili örneklere tafsilatlı
olarak uygulaya bilesin.”382 şeklinde bir ifade sarf ederek istitrâd üslubunu
kullanmasındaki amacına işaret etmiştir.
2.1.5.3 Mantık İlminden İstifade Etmesi
Mantık sahih ile fasit fikirleri birbirlerinden ayırt eden veya düşünceyi
hatalardan koruyan ilim olarak izah edilebilir. Sağlıklı fikirleri bozuk
olanlardan ayırdığından ve bu konuda ölçü kabul edildiğinden ona mîzân ilmi
de denilmiştir.383 Mantık ilminin tarihi milattan çok önceye
dayandırılmaktadır. Yani mantık ilmi Müslüman bilginler tarafından vaz‘
olunan bir ilim değildir.384 Ancak Resûlüllah’ın “Hikmet mümin yitiğidir.
Bulduğu yerde almaya daha hak sahibidir.”
385 anlamındaki hadisin direktifiyle de
İslâm alimleri bu ilme sahip çıkmış ve gerekli müdahaleler yaparak bunu
İslâmî ilkelere uyarlamışlardır. Bundan böyle gereken ihtimamı gösterip bu
ilmi geliştirmişlerdir. Tanımından da anlaşıldığı üzere sağlıklı düşünmeye
vesile olduğu için oldukça önemsenmiştir. Bu anlamda mantık ilminin
382 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 89.
383 Komisyon, İlmü’l-mantık (Dâru’l-Maʿârifü’l-İslâmiye es-Sikâfiyye, 2018), 1/17; Sa‘düddîn
Mes‘ûd b. Ömer et-Teftâzânî, Şerḥu’ş-Şemsiyye fi’l-manṭıḳ, thk. Câdüllah Bessâm Sâlih
(Ammân: Dâru’n-Nûr, 1432), 15.
384 Muhammed Ali İbrahim, ‘Alâkatu ‘ilmi usûli’l-fıkıh bi ilmi’l-mantık (Suudi Arabistan:
Câmiatu Ummi’l-Kurâ, Yüksek Lisans, 1431), 48-51.
385 Ebû ʿAbdillâh Muḥammed b. Yezîd İbn Mâce, Sunen, thk. Muḥammed Fuʾâd ʿAbdulbâḳî
(Beyrut: Dâru İḥyâi Kütübi’l-ʿArabiyye, ts.), 2/1395.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 92
düşüncedeki önemi nahvin Arap dilindeki önemi mesabesinde görülmüştür.386
Fârâbî (ö. 339/950) mantık ilmini ilimlerin reisi olarak nitelerken İbn Sinâ (ö.
428/1037) ilimlerin hizmetçisi olarak tavsif etmiştir.387
Gazzâlî (ö. 505/1111)
sahih ile fasit delillerin birbirlerinden ayrıt edilmesi ancak mantık ilmiyle
mümkün olabilir söyleyerek bu ilmin önemine vurgu yapmıştır.388
İslâmî ilimlerinde çalışma yapan birçok âlim bilhassa ortaya koyduğu
görüşünü veya benimsediği herhangi bir âlimin görüşünü desteklemek için
mantık ilminin prensip ve ilkelerinden istifade etmiştir. İsferâyînî de mantık
ilmine ihtimam göstermiş ve bu alanda şerh, haşiye ve risale türü güzide
çalışmalar yapmıştır. Aynı zamanda diğer ilimler ile ilgili yaptığı çalışmalarda
da kendi görüşlerini veya tercih ettiği görüşleri desteklemek ya da şârihe
yönelttiği itirazlarını haklı çıkarmak maksadıyla mantık ilminin kaidelerinden
önemli ölçüde yararlanmıştır. Bu münasebetle de İsferâyînî araştırma
konumuz olan haşiyesinde mîzan ilmi tabiriyle389 söz ettiği mantık ilminin
birçok terimine yer vermiştir. “برىْ
ضيَّة” ,“ ُص ْغرى” ,“كُ
ْْلا ” ,“ناتي اجة” ,“قا
,“ َّو اال َّش ْك ل ُل ا
ّي”
ّ
ّي” ,“كُل
ّ
كُل
ْ
ُب ال
ْ
و” ,“اال َّسل
ْ
ّخل
ْ
اج ْمع” ,“ امْن ُع ال
ْ
ي” ,“ امْن ُع ال
ل
ْ ” ,“بُ ْرهاا ٌن اعقْ
ّي اإلي اجاب اال
ّ
“ اطبي عيَّة” ,“ كُل
gibi ifadeler bunlardan birkaçıdır.390 İsferâyînî’nin mantık ilminin
kurallarından yararlandığını gösteren örneklerden biri şu şekildedir: Molla
Câmî, İbn Hâcib’in “عناىْ ام
ُو ض اع ل
لا ْفظٌ
امةُ
اك ل
ْ
اال/kelime, bir mana için vaz‘ olunan
lafızdır.” şeklindeki metninin şerhini yaparken “سمْ ا “kelimesinin “دْي زا “lafzı
için vaz‘ olunmasında olduğu gibi bazı lafızlar mana için değil, başka bir lafız
için konulduğu; dolayısıyla da “ُامة
اك ل
ْ
اال “için yapılan bu genel tanımın isabetli
olmaması gerektiği tarzında muhtemel bir itiraza şu cevabı vermiştir: Burada
ارهُ”
ْو اغْي
ا
ْن ياكُو ان لا ْفظاا أ
ا
اعُّم م ْن أ
ا
او أ
اوهُ
ْصدُ
قا
ْ
ه ال
ُق ب
َّ
ام ْعناى اما ياتاعال
ْ
اال/mana ifadesinden amaç
lafızdan kasıt olunan şeydir. Bu ise lafız olabileceği gibi başka bir şey de
olabilir.”391 Ancak İsferâyînî “ُاره
ْو اغْي
ا
ْن ياكُو ان لا ْفظاا أ
ا
اعُّم م ْن أ
ا
او أ
ُاوه “ cümlesini tabiî bir
386 Muḥammed b. Muḥammed el-Gazzâlî, Mi‘yâru’l-‘İlm fi’l-mantık (Bayrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, ts.), 26.
387 Muhammed Eşkinânî, ‘İlmü’t-tefkîr tavdîhu Ḥullâṣeti’l-mantık li’ş-Şeyh Abdulhâdi el-fadlî,
1442, 102; Cürcânî, el-Mantikü’l-vâdih (el-Kubrâ fi’l-mantık) (Bayrut: Beytü’l-İlm li’nNâbihîn, ts.), 29.
388 Gazzâlî, Mi‘yâru’l-‘İlm, 26.
389 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî,13, 255
390 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 13, 17, 33, 66, 83, 84, 166, 192, 228.
391 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/822-23.
93 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
mantık kaziyesi/önermesi392 olarak niteler ve böyle bir kaziyenin mantık
ilminin birinci şekline393 göre netice vermesi mümkün olmadığını belirtir.394
Yani ibarede “او
ُه “zamiriyle işaret edilen “ُصدْ
قا
ْ
ه ال
ُق ب
َّ
اما ياتاعال
/kastedilen şey” olan
özne ve onun yüklemi olan “اره
ْو اغْي
ا
ْن ياكُو ان لا ْفظاا أ
ا
اعُّم م ْن أ
ا
أ “aynı şey olup burada bir
şey üzerine kendi mahiyetiyle hüküm edilmiştir. Bu ise mantık literatüründe
neticesiz bir önerme olarak bilinen ve caiz görülmeyen tabiî bir kaziyedir.395
Nitekim Mantıkin birinci şekline göre küçük önermeden özne, büyük olandan
ise yüklem alınarak netice oluşturulur. Buna göre zikredilen ibarenin mantıkî
kıyas formülü şu şekilde gerçekleşir: Küçük önerme “ُصدْ
قا
ْ
ه ال
ُق ب
َّ
ام ْعناى اما ياتاعال
ْ
,“اال
ْن ياكُو ان لا ” önerme büyük
ا
اعُّم م ْن أ
ا
او أ
اوهُ
اره
ْو اغْي
ا
أ فظااْ “ olur. Birinci şeklin gereği olarak
ام ْعناى” önermeden küçük
ْ
اال “ve büyük önermeden “اره
ْو اغْي
ا
ْن ياكُو ان لا ْفظاا أ
ا
اعُّم م ْن أ
ا
“أ
ifadeleri alınarak “اره
ْو اغْي
ا
ْن ياكُو ان لا ْفظاا أ
ا
اعُّم م ْن أ
ا
ام ْعناى أ
ْ
اال/mana lafız veya başka bir şey
olur.” şeklinde bir netice ortaya çıkar ki bu da isabetli değildir.
2.1.5.4. Münazara İlminden İstifade Etmesi
Sorunsal bir meselenin hakikatinin ortaya çıkarılması için ilmî ve ahlakî
adaplar çerçevesinde yapılan tartışma olarak ifade edilebilir.396 Münazarada
tartışan tarafların bir ihtilaflı konuyu veya ona ilişkin bir yaklaşımı
savunurken diğeri buna itirazda bulunmaktadır. Bu tartışmada temel hedef ise
tarafların birbirlerine galip gelme isteği değil, meselenin problemli yönünün
vuzuha kavuşturulup gerçeğin zuhur edilmesidir.397 Bu da gelişi güzel bir
tarzda yapılan bir çekişmeden ibaret olmayıp tarafların her birinin diğerinin
392 Tabiî önerme “جنس الحيوان “örneğinde olduğu gibi fertleri dikkate alınmaksızın bir şey
üzerine kendi mahiyetiyle hükmetmektir. Örnekte görüldüğü üzere özne olan hayvanın yüklemi
onun mahiyeti olan cins olmuştur. Yani hayvan üzerine kendi hakikatiyle hükmedilmiştir. Bu
ise caiz değildir. mesela, küçük önermesi “حيوان لنسانَا“, büyük önermesi “جنس والحيوان “olan
bir kıyasın neticesi “جنس لنسانَا “olur ki bu da isabetli değildir. Cürcânî, et-Taʿrîfât, 177.
393 Önermede “لوسطَا ّالحد “olarak isimlendirilen orta terim, suğrâda/küçük önermede yüklem,
kübrâda/büyük önermede özne olursa mantıkin birinci şekli oluşmuş olur. Bu şekil ilimlerin
mîzânı ve ölçüsü olarak nitelendirilmektedir. En kolay netice veren mantıkî şekil olarak
bilinmektedir. Esîrüddîn el-Mufaddal b. Ömer es-Semerkandî el-Ebherî, Müğni’t-tullâb şerhu
metni Îsâğûcî, thk. Mahmûd Ramazan Bûtî (Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1424), 77
394 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 13.
395 Üsküdârî, Ḥâşiyetu Muhammed Emin ‘alâ ḥâşiyeti ‘İsâmiddîn, 23.
396 Muhammed Sıddîk Bahâdır Hân Kannevcî, Ebcedü’l-ulûm (Daru İbn Ḥazm, 1423), 2/524;
Yusuf Şevki Yavuz, “Münâzara”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, 2020), 31/574.
397 Abdulvehhâb b. Hüseyin b. Veliyüddîn el-Âmidî, Şerḫu Abdilvehhâb ‘ala’l-Velediyye fî
âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara (Mısır: Mektebetu Mustafa’l-Bâbi’l-Halebî, 1380), 7-10.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 94
yaklaşımını ve düşüncesini delil ve gerekçelerle -ilgili ilkeler çerçevesindeçürütmeye çalışmaktır. İbn Haldûn bu hususu şu sözlerle anlatmıştır:
“Tartışmacıların birbirlerinin yaklaşımını ret veya kabul açısından doğru veya
yanlış olarak istedikleri delili sunabilme ve diledikleri cevabı verebilme
serbestliğine sahip olduğu için münazara plansız ve dağınık bir konu
olmuştur. Bu nedenle ilim erbabı, ret ve kabul bakımdan tartışan tarafları
dizginlemek amacıyla bunların hangi durumlarda delil getirecekleri veya
cevap verecekleri, nerede ve nasıl itiraz edecekleri veya sükût edecekleri gibi
prensipler koymuştur. Bu şekilde münazara konusunu dağınıklıktan kurtarıp
düzenli ve tertipli bir disiplin haline getirmiştir.”398
Esasında münazara İslâmî ilimlere özgü bir konu değildir. Ancak İslâm
âlimleri herkesten daha fazla bu ilimle ilgilenmiş ve onu geliştirerek kurallı
bir ilim haline getirmiştir. Bunun yanında İslâm tarihinin hemen her
döneminde belli konular hakkında münazara yapılmıştır. Hatta bazı
dönemlerde yöneticiler gözetiminde münazara meclisleri kurularak buna
resmi bir hüviyet kazandırılmıştır.399 Ayrıca ulemâ telif ettikleri
çalışmalarında kendi düşüncelerini takviye etmek veya yanlış bulduğu bir
görüşü iptal etmek amacıyla münazara ilminin prensiplerinden
faydalanmışlardır.
İsferâyînî de münazara ilmine gereken önemi vermiş ve bununla alakalı
yaptığı çalışmaların yanı sıra hemen her ilimle ilgili ele aldığı eserlerinde
değişik amaçlar için onun adap ve kurallarından istifade etmiştir. Nitekim
çalışma konumuz olan haşiyesine baktığımızda münazara ilmine ilişkin pek
çok terim kullandığını görüyoruz. “نعْام
ْ
بُو ُت ” ,“ناقي ُض دا ْعاوا اك” ,“ناقْض” ,“ اسنادُ ال
ثُ
ُمدَّعى
ْ
ل م ي” ,“ال
إنّي” ,“داَللاةً
امْمنُوعٌ” ,“في ه امْن ٌع” ,“ امْنقُو ٌض” ,“داَللاةً
ارةٌ” ,“ اهذا
,“في ه ُم اصادا
امان ع” ,“دا ْعوى”
ْ
ُع ال
امْن ُع اح ق” ,“ ارفْ
ْ
ُم” ,“ اهذا ال
ّ
اسل
ُمناا اظ ارة ” ,“دافْع” ,“َل نُ
ْ
ُمقا دامة ” ,“قاانُو ُن ال
ْ
اال
امْمنُو اعةُ
ْ
ال“,400 gibi ifadeler haşiyede tespit ettiğimiz söz konusu terimlerin bir
kısmıdır.
Bunun yanı sıra İsferâyînî, haşiyesinin birçok yerinde münazara ilminin
prensipleriyle kendi meramını izah etmiş, şârihin kullandığı münazara
398 İbn Haldûn, Kitâbü’l-ʿİber, 578-579.
399 Örnek babından bkz. Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. İshâk en-Nihâvendî Zeccâcî, Mecâlisü’lʿulemâʾ, thk. ʿAbdusselâm Muḥammed Hârûn (Kahire: Mektebet’u l-Ḫâncî, 1403).
400 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 13, 27,68, 70, 75, 95, 137, 140, 147, 150, 170, 202, 284.
95 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
örneklerini değerlendirmiş, başkasının görüş ve delilerini çürütmeye çalışmış,
kendi görüş ve delillerini ispat etmeye çalışmıştır. Bir örnek olarak
İsferâyînî’nin delilin neticesi ile delilin önermelerinden birisi aynı olup
literatürde bir çeşit mugalata olarak nitelenen “ٌارة
401 ilkesini ”ُم اصادا
kullanmasını gösterebiliriz.402 Şöyle ki; Molla Câmî, “اًكب ارا
süvari/ احبَّذاا ازْيدًا
olarak Zeyd ne güzeldir.” örneğinde bulunan “اًكب ارا “ hâl olup bunun zu’lhâlinin “اًدْي زا “olmayıp “ذا “olduğunu belirttikten sonra şöyle bir gerekçe ileri
اما م ه ” :sürmüştür
ُّركُو ُب م ْن تا
امدْح اوال
ْ
اما م ال
ََّل با ْعدا تا
ام ْخ ُصو ُص َل يا جي ُء إ
ْ
ام ْخ ُصو ٌص اوال
ْل َّن ازْيدًا
ام ْخ ُصو ص
ْ
فا ع ل اَل م ان ال
ْ
övgüye/medh-l’bi mahsûsun’ زا يْدًا’ çünkü/فاال َّرا ك ُب احا ٌل م ان ال
konu olup övgüden sonra gelmesi gerekir. ‘بُ وُركُّ
اال/biniş’ ise övgünün
tamamındandır. Hal böyle olunca ‘ بُ ك راَّ اال/binen’ kelimesi, mahsûsun bi’lmedhin değil, fâil olan ‘ذا‘‘nın hâlidir.403 İsferâyînî, Molla Câmî’nin sunduğu
gerekçede müsâdere olduğunu belirterek şunları kaydetmiştir: “ ذاا نَّ
ا
ُمدَّعى أ
ْ
َّن ال
ْلا
ل اَل ازْيدٌ
احا
ْ
ال وُذ/çünkü zu’l-hâlin ‘زيد ‘değil, ‘ذا ‘olduğu iddia edilmektedir.” Bu
ام ْخ ُصو ص” ise
ْ
فا ع ل اَل اع ن ال
ْ
َّن ال َّرا كب احا ٌل اع ن ال
ا
أ/’ كب راَّ ال ‘mahsûsun bi’l-medhin değil,
fâilin hâlidir.” tarzındaki önermeyle aynı şeyi ifade etmektedir. İsferâyînî’nin
amacının daha iyi anlaşılması için meseleyi biraz açmamız lazım. Buna göre
او ذاا اَل ازْيدٌ”
ل هُ
احا
ْ
ال وُذ و “ispat edilmeye çalışılan olaydır. Bunun ispatı için iki
önermeden müteşekkil bir delil getirilmiştir: Bunun ilk önermesi “ اًيدْاز نَّ لْ
اما م ه
ُّركُو ُب م ْن تا
امدْح اوال
ْ
اما م ال
ََّل با ْعدا تا
ام ْخ ُصو ُص َل يا جي ُء إ
ْ
َّن ” ise İkincisi .dir ”’ام ْخ ُصو ٌص اوال
فاإ
ام ْخ ُصو ص
ْ
فا ع ل اَل اع ن ال
ْ
ispat ile önerme ikinci gibi Görüldüğü .dir”’ال َّرا كب احا ٌل اع ن ال
edilmeye çalışılan iddia aynı şeydir.404 Bu ise münazara kuralına göre
müsâdere olup kabul görmemektedir.
401 Cürcânî, et-Taʿrîfât, 216.
402 Şınkıtî, musâdereyi şöyle izah etmiştir: Delilin neticesi ile delilin önermelerinden birisi aynı
şey olup önerme ile netice arasında benzeşmezliğin izleniminin verilmesi adına lafızlarda bir
ile” هذا ليث” önermeleri” هذا اسد وكل اسد ليث” Örneğin .yapılmaktadır değişiklik takım
neticelenmektedir. Görüldüğü üzere netice ile suğrâ önermesi aynı şeydir. Çünkü “اسد “ve “ليث“
eş anlamlı iki kelimedir. Muhammed el-Emîn eş-Şınkîtî, Âdâbü’l-baḥs̱ ve’l-münâẓara, thk.
Su‘ûd b. Abdilazîz el-‘Arîfî (Cidde: Dâru ‘Alemü’l-Fevâid, ts.), 272.
403 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/360.
404 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 263.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 96
2.1.6. Muhtemel İtirazların Cevaplarına Yer Vermesi
Muhtemel itirazları zikredip bunlara cevap verme olayı birçok
dilbilimcinin başvurduğu bir üsluptur. Dilbilimciler genellikle problemli
meseleleri işlerken okuyucunun zihninde oluşabilecek soru ve itirazları dile
getirerek bunlara cevap vermişlerdir. Bu yöntemle okuyucunun zihninde
şüphe kalmayacak şekilde meselenin anlaşılmasını sağlamışlardır. İsferâyînî
de söz konusu üslubu sıklıkla kullandığı dilbilimcilerdendir. Birçok problemli
meselelerin izahında çoğunlukla “لاة
نا” denilen üslubu” فا ْنقُ
ْ
ل
ُت أو قُ
ْ
ل
ات قُ
ْ
ل
ْن قُ
eğer/فإ
dersen derim veya deriz”, “نا
ْ
ل
ْت أو قُ
ل
405“deriz veya derim denilirse eğer/فإ ْن قي ال قُ
gibi tabirler kullanarak meseleyle ilgili okuyucunun zihninde oluşması
muhtemel şüpheleri izale etmeye çalışmıştır. Bir örnek olarak şunu verebiliriz:
İbn Hâcib, fiil vacip olarak dört yerde hazfedildiğini söylemiştir.406 Molla
Câmî, bunların dışından da vacip olarak fiilin hazfedilmesi bulunduğundan
dolayı sözü edilen ‘aded/sayı hasr/sınırlama için olmadığını belirtmiştir.407
İsferâyînî de cumhura göre ‘aded sınırlama anlamını ifade etmediğini ifade
ettikten sonra musannifin niçin ‘adedi kullandığına dair muhtemel bir soru ve
onun cevabını şöyle izah etmiştir: Dört ‘adedin zikredilmesinin faydası nedir
denilirse derim ki bunun faydası muhatabın zikredilen yerleri zapt edip
hiçbirini kaçırmamasıdır.408
2.2. İhtilaflı Meselelere İlişkin Farklı Görüşleri Ele Alma
Metodu
Diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi nahiv ilminin birçok meselesi
tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmanın da nahiv ilminin tedvininden
itibaren ortaya çıktığı bilinen bir gerçektir.409 Nitekim nahiv ilminin
meseleleriyle ilgili ihtilaflar Kûfe bölgesine nispet edilen dilbilimcilerin bu
ilmin kurucusu sayılan Basra dilbilimcilerin görüşlerine yaptıkları tenkitlerle
başlamış ve iki büyük ekolün oluşmasıyla sonuçlanmıştır.410 Bilahare bu ilmin
405 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 6, 9, 12, 13, 22, 27, 32, 33,39, 40, 48, 49, 51, 53, 63, 64, 68,
70, 71, 73, 81, 91, 102.
406 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/19.
407 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/242.
408 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 109.
409 Saîd el-Afganî, Min târîḫi’n-naḥv (Dâru’l-Fikr, ts.), 31-34.
410 Afganî, Min târîḫi’n-naḥv, 45-64.
97 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
diğer İslâm coğrafyalarına yayılmasıyla beraber sözü edilen tartışmalar daha
da yoğunlaşmış ve hemen her nahiv meselesi için farklı görüşler ve
yaklaşımlar meydana gelmiştir. Bu tarz tartışmaların ve tenkitlerin nahiv
ilminin gelişiminde önemli katkılar sağladığı konusunda şüphe yoktur. Ancak
sözünü ettiğimiz ihtilaf yoğunluğu, tartışmalı konular hakkında isabetli
görüşün tespit edilmesini zorlaştırmıştır. Bunun farkına varmış olmalıdırlar ki
erken dönemlerden itibaren dilbilimciler ihtilaflı meselelere kafa yormuş ve
sahih ile zayıf görüşleri ayırt etmeye çalışmışlardır. Zikredilen dönemlerde
yapılan hilaf türü çalışmalar bilhassa zikre değerdir.411 Bunun yanında birçok
dilbilimci, ihtilaflı meseleler hakkında ileri sürülen değişik görüşler arasında
sahih olanları zayıf olanlardan ayıklamaya çalışmıştır. Bunun önemli
örneklerinden biri de şüphesiz yapılan muhtasar türü eserlerdir. Zikredilen
eserlerde genellikle müellifler, ihtisarın da gereği olarak nahiv konularıyla
ilgili farklı görüşler arasında sadece isabetli gördüğü olanlara yer vermişlerdir.
Muhtasar metinleri şerh eden şârihler de ihtilaflı konuları şerh ederken ilgili
görüşleri irdeleyerek isabetli olanları belirtmişlerdir. Keza metinler üzerine
yazılan şerhler hakkında yapılan haşiye çalışmalarında da sözü edilen ihtilaflı
konular üzerine durulup sahih olanlar zayıf olanlardan ayırt edilmeye
çalışılmıştır.
İslâmî ilimlerin farklı alanlarında yaptığı haşiye türü çalışmalarıyla
şöhret bulan İsferâyînî de inceleme konumuz haşiyesinde Molla Câmî veya
İbn Hâcib tarafından ele alınan ihtilaflı konuların önemli bir kısmına ihtimam
gösterip onların zikrettiği görüşlerin yanında varsa başka görüşler de
ekleyerek bunları değerlendirmeye çalışmıştır. Bu başlıkta İsferâyînî’nin bu
gibi meseleleri ve onlarla ilgili ileri sürülen görüşleri serdederken izlediği
metod irdelenmeye çalışılacaktır.
411 Bu türden eserlerin bazıları şu şekildedir: Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ eş-Şeybânî’nin
İhtilâfü’n-nahviyyîn, Ebü’l-Hasen Muhammed b. Ahmed b. İbrâhîm b. Keysân’ın el-Mesâʾil
ʿalâ meẕhebi’n-naḥviyyîn mimma’ḫtelefe fîhi’l-Baṣriyyûn ve’l-Kûfiyyûn, Ebû Ca‘fer Ahmed b.
Muhammed en-Nehhâs’ın el-Muḳniʿ fi’ḫtilâfi’l-Baṣriyyîn ve’l-Kûfiyyîn, Ebû Muhammed
Abdullah b. Ca‘fer b. Dürüsteveyh’in er-Raddu ‘alâ Sa‘leb fî ihtilâfi’n-nahviyyîn, Ubeydullah
el-Ezdî’nin Kitâbü’l-ihtilâf, Ebü’l-Hasen ‘Alî b. Îsâ b. Alî er-Rummânî’nin el-Ḫilâf beyne’nnaḥviyyîn, Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris el-Hemedânî’nin Kifâyetü’l-müteʿallimîn fi’ḫtilâfi’nnaḥviyyîn, Kemâlüddîn Abdurrahmân b. Muhammed el-Enbârî’nin el-İnṣâf fî mesâʾili’l-ḫilâf,
Ebü’l-Bekā el-‘Ukberî’nin et-Tebyîn ʿan meẕâhibi’n-naḥviyyîne’l-Baṣriyyîn ve’l-Kûfiyyîn,
Cemâlüddîn Ebû Muhammed el-Bağdâdî’nin el-İs‘âf fî mesîli’l-hilâf. Afganî, Fî uṣûli’n-naḥv
(Mudiriyyetü’l-Kütüb ve’l-Matbûâtü’l-Câmiiyye, 1414), 226-229.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 98
2.2.1. İhtilaflı Meselelerde Tartışmaya Sebep Olan Noktaya
Dikkat Çekmesi
İhtilaflı meselede tartışmaya sebep olan noktanın belirlenmesi, bilhassa
bu türden meselelerin çerçevesinin çizilmesi ve muhalif tarafların meseleye
yaklaşımlarının ortaya konulup konu hakkında sağlıklı bir değerlendirmenin
yapılması için büyük önemi haizdir. Bu da özellikle söz konusu amaçlar için
başta fıkıh olmak üzere bütün İslâmî ilimlerde başvurulan bir yöntem
olmuştur. İsferâyînî’nin de sıklıkla olmasa da bu yöntemi kullandığına vakıf
oluyoruz.412 Onun bu yöntemi kullandığına dair şu örneği vermemiz
mümkündür: Bir isimde ‘adl (ismin yapısının farklı bir şekle dönüştürülmesi),
te’nîs/dişilik, ‘alem/özel isim, ‘ucmet/yabancı, m‘arife/belirli, fiil vezni, vasıf,
zâid olan elif-nûn, en son çoğul sıygası ve terkîb/birleştirme gibi dokuz
illetten ikisi veya bunlardan te’nis elifleri ve cemi‘ gibi iki illet yerine
geçebilen birisi bulunursa o isim gayrı-i munsarif413 olur. Sözü geçen
illetlerden tâ ile müennes olan, ‘acem, zâid olan elif-nûn ve terkîbin ‘alem ile
birlikte olmaları gerekir. Diğer bir ifadeyle bunların her biri ancak ‘alem ile
gelmesi durumunda ismi gayr-i munsarif yapabilir. Literatürde genel kural
olarak ‘alem olan gayr-i munsarif bir isim belirsiz hale dönüştüğünde ise
munsarif olur. İbn Hâcib, ‘alemiyetin ancak şart koşulduğu te’nis, ‘ucmet,
terkîb, elif-nûn gibi illetlerle birlikte gelmesi halinde ismin gayr-i munsarif
olmasında etki edebileceğini söyler. Sonrasında “علْ ف
ْ
عادْ ال اواو ْز ان ال
ْ
ال
ّلَإ/’adl ve fiil
vezni hariç” diyerek söz konusu iki illeti bundan istisnâ eder. Molla Câmî,
ارة” bunu
اجا معُ ُهاما ُماؤث
تُ
ميَّةا
عالا
ْ
ال نَّ فاإ/’alemiyetin, gayr-i munsarif sebeplerinden ‘adl
ve fiil vezni için şart olmamakla berber bu iki sebeple birlikte müessir bir illet
olarak gelebileceğini” şeklinde gerekçelendirir.414 İsferâyînî, “اث لا
ْ
de”’ثُال اث و امث
olduğu gibi ‘alem olmadan önce ‘adl ve vasfiyet illetleriyle gayr-i munsarif
olan bir isimde ‘alemiyyetin tesir edip edemeyeceği, dolayısıyla da munsarif
olup olmayacağı hususunda ihtilaf edildiğini ifade ederek bu ihtilafı şöyle izah
etmeye çalışır: Dilbilimcilerin çoğunluğuna göre böyle bir isim munsarif olur.
Çünkü ‘adl, vasfıyete bağlı bir illettir. Vasfıyet, ismin ‘alem oluşuyla ortadan
412 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 18, 67, 74, 94, 127, 149, 159.
413 Gayr-i munsarif isim, fiile benzediğinden fiilin kabul etmediği cer ve tenvini kabul etmez.
Ebu’l-Fidâ’ İsmâîl b. ‘Alî b. Mahmûd el-Eyyûbî, el-Kennâş fî fenneyi’n-nahvi ve’s-sarf, thk.
Riyâd b. Hasan el-Havâm (Bayrut: el-Mektebetü’l-‘Asriyye, 2000), 1-122-129.
414 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/136-137.
99 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
kalktığından dolayı ‘adl de zail olur. Bir grup nahivciler ise söz konusu ismin
aslı olan ‘adl illetini itibara alarak gayr-i munsarif olarak kaldığını ileri sürer.
er-Radî bu görüşü tercih eder.415 Bunun devamında İsferâyînî, Sîbeveyhi’nin
‘alem olarak kullanılan “اخر
ُا “ve “امع جُ “ isimlerini gayr-i munsarif
gördüğünü;416 buna mukabil Kûfeliler’in munsarif kabul ettiğini söyler.
Ardından “alemiyetin ‘adl ile birlikte müessir bir illet oluşu hususunda ihtilaf
söz konusu değildir. Ancak ihtilaf, ‘adlın, vasfiyetin zail olmasıyla ortadan
kalkıp kalmayacağı konusundadır” diyerek bahis konusu meseledeki ihtilafın
temel noktasına dikkat çeker.417
2.2.2. Farklı Görüşlere Yer Vermesi
İsferâyînî’nin genel olarak dil ilimlerindeki özel olarak da nahiv
ilmindeki vükufiyeti tartışmasızdır. Bunun yanında medreselerde uzun bir
süre nahiv dersini vermiş olması bu ilimle ilgili derin bir bilgi sahibi olmayı
sağlamıştır. Bu sayede de ihtilaflı meselelerle ilgili birçok farklı görüşlere
muttali olmuş ve bunların kime ait olduğuna dair bilgi sahibi olmuştur.
İsferâyînî, zikri geçen ihtilaflı görüşleri araştırma konumuz haşiyesinde
itinayla nakletmiştir.
Bazı nahiv meseleleri ihtilaflı olduğu halde musannif ve şârih bunlar
hakkındaki farklı görülere yer vermediği görülmekledir. İsferâyînî de bu gibi
meselelerle ilgili ihtilaflı görüşleri tespit ederek aktarmıştır. Örneğin İbn
طعًا” ,Hâcib
ْو ُمْنقا
ا
أ “diyerek istisnâ edatı olan “ّلَإ’ “dan sonra gelen munkatı‘ın
(müstesnânın müstesnâ minhünün parçası olmayan istisnâ şekli) mansûb
olacağını belirtmiştir.418 Molla Câmî bunu şöyle şerh etmiştir: “ ناى
ْ
ُم ْستاث
ْ
ال
اي
أ
طعًا با ْع
ذا اكا ان ُمْنقا
إ
ُو ُجوباً
ْي ًضا
ا
امْن ُصو ٌب أ
ّلَإ دا /yani munkatı‘ müstesnâ illâ edatından sonra
gelirse vacip olarak mansûb olur.”419 İsferâyînî ise İbn Hâcib ve Molla
Câmî’nin değinmediği şu görüşleri de aktarmıştır: Sîbeveyhi’ye göre muttasıl
müstesnâda olduğu gibi munkatı‘ müstesnâ da müstesnâ “ّلَإ‘“dan önceki ‘âmil
415 Radıyyüddîn Muhammed b. el-Hasen el-Esterâbâdî er-Radî, Şerḥu’l-Kâfiye (Cîze: Hecer
li’t-Tabaa ve’n-Neşr, ts.), 1/185.
416 Sîbeveyhi, el-Kitâb, 2/224-225.
417 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 67.
418 Ebû Amr Cemâlüddîn ‘Usmân b. Ömer İbn Hâcib, el-Kâfiye fî ilmi’n-nahv ve’ş-Şâfiye fî
ilmeyi’l-hat ve’t-tasrîf, thk. Sâlih Abdulazîm eş-Şâiir (Kahire: Mektebetü’l-Adâb, ts.), 25.
419 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/389.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 100
ile mansûbtur. Yine ister muttasıl veya munkatı‘ olsun “نّ لك‘“de olduğu gibi
“ّلَإ‘“dan sonra gelen müstesnâ müfret olarak gelir. Ona göre “ّلَإ “atıf harfi
değildir. Müteahhir dilbilimciler “ّلَإ‘“nın “نّ ك ل “manasında olduğunu
düşündükleri için fiile benzeyen “نَّ ك ل “gibi bizzat kendisi müstesnâyı mansûb
ettiğini ve haberinin de genellikle hazfedildiğini söylemişlerdir. İsferâyînî,
muteahhirînin benimsediği görüşün gerekçesini zikrettikten sonra Kûfe
dilbilimcilerin “ّلَإ‘“nın “ساوى “ anlamında olduğunu iddia ettiklerini; ancak
munkatı‘ istisnâ istidrâk anlamını ifade etmekle beraber, “ساوى‘“ nın böyle bir
manayı ifade etmediğinden bu görüşün kabul görmediğini ifade etmiştir.
Görüldüğü üzere İsferâyînî ne şerhte ne de metinde bulunmayan üç farklı
görüşü nakletmiştir.420
İsferâyînî, şerhte veya metinde geçen ihtilaflı meseleye ilişkin
zikredilen görüşlerin yanında konuyla alakalı olup zikredilmeyen görüşlere de
yer vermiştir. Söz gelimi Molla Câmî, nahiv âlimlerinin çoğunluğuna göre fiil
veya onun manasında olan isim “و “aracığıyla mef‘ûlün ma‘ahte421 amel
ettiğini ifade etmiştir.422 İsferâyînî Molla Câmî’nin bu ibaresi üzerine şöyle bir
açıklama yapmıştır: Şârihin “nahivcilerin çoğunluğu” ifadesiyle Abdulkâhir
el-Cürcânî’nin bu görüşte olmadığına işaret etmiştir. Zira ona göre “او‘“ın
kendisi mef‘ûlün ma‘ahta amel etmektedir. Keza sözü geçen ifadesiyle
Ahfeş’in görüşüne de itiraz etmiştir. Çünkü Ahfeş’e göre “اع ام “ anlamında
olduğundan “او “harfi önceki ‘âmile ma‘mûl olup ondan sonra gelen isim ise
sıfat manasında kullanılan “ّلَإ‘“dan sonra gelen isim gibi i‘râb olunur.423
Burada İsferâyînî şârihin zikretmediği iki görüşü daha zikretmiştir.424
İsferâyînî, bazı ihtilaflı meselelerde musannifin veya şârihin tercih
ettiği görüşe muhalif olan görüşü zikretmiştir. Örneğin İbn Hâcib’e göre “اع ام “
420 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 151.
421 İçinde fiil veya fiile benzeyen bir ismin bulunduğu cümlede “مع “manasını ifade eden “و “
harfinden sonra gelen mef‘ûldur. Üşmûnî, Şerḥu’l-Üşmûnî li-Elfiyyeti İbn Mâlik, 1/491.Tacettin
Uzun, Arapça Sarf-Nahiv Terşmleri Sözlüğü (Konya: Damla Ofset A.Ş, 1997), 85.
422 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/331.
423 Burada “والنيل سرت “örneğinde olduğu gibi “و “ma‘mûl olarak kabul görese de harf olduğu
için i‘râbı kabul etmez. “غير “anlamındaki “لَّ
ا “gibi onun i‘râbı kendisinden sonra gelen isme
intikal eder. Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed el-Aynî, el-Maḳāṣıdü’n-naḥviyye fî şerḥi şevâhidi
şürûḥi’l-Elfiyye, thk. Ali Muhammed Fâhır, Sudânî, Fâhır Ahmed Muhammed, Abdulaziz
(Kahire: Dâru’s-Selâm li’ṭ-Ṭibâʿati ve’n-Neşri ve’t-Tevzîʿ ve’t-Tercume, 1431), 1/294.
424 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 136.
101 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
manasındaki “و‘“dan önce bir fiil bulunur ve atıf yapılmasına mani yoksa söz
konusu“و‘“dan sonra gelen isim için iki vecih caiz olur. Yani bu isim
kendisinden önce geçen isme atfedilebileceği gibi mef‘ûlün ma‘ah da olabilir.
Buna mukabil atfetmek caiz değilse mef‘ûlün ma‘ah olarak mansûb olması
vacip olur.425 Görüldüğü gibi burada İbn Hâcib sadece tercihe şayan bulduğu
görüşü aktarmıştır. İsferâyînî de bunu izahında “ إلى ف
ُم اصنّ
ْ
اه اب اغْي ُر ال
ذا
ه ح رجيْ تا/musannif dışındakiler sözü edilen ismin mansûb olması vacip değil,
tercih edilir iddiasında bulunmuşlardır” diyerek İbn Hâcib’in görüşüne
muhalif görüşü aktarmıştır.426
İsferâyînî, şârihin “قيل “ve benzeri tabirlerle söz ettiği görüşlerin bir
kısmının sahiplerini tespit ederek belirtmiştir. Mesela, literatürde mebnî
olarak kabul edilen ve başka herhangi bir manya nakledilmeyen sırf
esvât/sesler üç kısma ayrılmıştır. Birincisi olağan dışı bir durumdan ötürü
insanın telaffuz ettiği seslerdir. Pişmanlık duyan veya şaşkınlık geçiren kişinin
“اوي “ifadesini kullanması gibi. İkincisi “غااق “kelimesi gibi insanın başka bir
varlığı taklit etmek amacıyla çıkardığı seslerdir. Üçüncüsü insanın bir hayvanı
çağırmak veya onu bir şeyden alıkoymak için kullandığı seslerdir. Devenin
çökmesi için telaffuz edilen “نخ “tabiri buna örnek gösterilebilir. İbn Hâcib elKâfîye’de ikinci ve üçüncü kısımların aksine herhangi bir şeye bağlı olmadan
doğrudan insanla alakalı olduğu halde ilk kısımdan bahsetmemiştir. Molla
Câmî de bu durumun gerekçesini şöyle izah etmiştir. “Bir görüşe göre ism-i savt
kısımlarından ilkinin zikredilememesinin sebebi şöyledir: Son iki kısım, başkasıyla
alakalı olduğu halde mebnî isimlere ilhak edildiğine göre başkasıyla hiç ilgisi
olmayıp direkt insanla ilgili olan ilk kısmın bu tür isimlere ilhak edilmesi daha evla
olması gerekir.”
427
Diğer bir ifadeyle son iki kısım insan dışında başka
varlıklarla alakalı olan seseler olmakla beraber mebnî sayıldığına göre
doğrudan insana ait ilk kısmın -zikredilmezse bile- mebnîlerden addedilmesi
bir şüphenin olmaması gerekir. İsferâyînî de “ندىْه
ْ
فاا ض ُل ال
ْ
ُهُ ال
söyleyen bunu/قاائ ل
el-Fâdil el-Hindî’dir” diyerek şârihin zikretmediği görüşün sahibini
belirtmiştir.428
425 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 23.
426 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 136.
427 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/79-80.
428 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 207.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 102
İsferâyînî’nin, şârihin bazı ihtilaflı meselelerle ilgili ileri sürülmüş
görüşlerden bahsetmemesinin gerekçesini belirttiğine de şahit olmaktayız.
Buna bir örnek verecek olursak; literatürde esmâ-i sitte/altı isim olarak
ُخوهُ اح ُموه،ُ فُوه،ُ اهنُوه،ُ ذُو علٍم” adlandırılan
ا
بُوه،ُ أ
ا
أ “müfred/tekil isimlerden olup
harflerle i‘râb olunan tek örnektir. Molla Câmî, bu isimlerin harflerle i‘râb
edilmesini şu iki gerekçeyle izah etmeye çalışmıştır: 1) Bunların her birinin
manası tesniye ve cemi‘ gibi birden fazla kişiyi ifade etmektedir. Mesela
بُوهُ”
ا
أ/onun babası” denildiğinde baba ve çocuk anlaşılır. Çünkü baba olma
vasfı ancak kişinin çocuğunun bulunmasıyla kazanılabilmektedir. 2) Bunların
sonlarında i‘râba uygun düşen harfler bulunmaktadır. Zira izafet
olunduklarında cümledeki konumlarına göre sonlarında “ي ،و ،ا “gelir ki
bunlar da i‘râb harfleridir.429 İsferâyînî, er-Radî’ye göre bu i‘râb harfleri
ُخوهُ اح ُموه،ُ فُوهُ” dördünde ilk sittenin i-esmâ
ا
بُوه،ُ أ
ا
أ “lâmü’l-fiil (üç harfli kökten
gelen kelimenin son harfi), diğerlerinde “وُذ ،ُوهُاهن’ “ aynü’l-fiil (üçlü kökten
gelen kelimenin ortadaki harfi); musannife göre ise söz konusu i‘râb harfleri,
‘aynü’l-fiil ve lâmü’l-fiilin kendileri değil, bunların yerlerine geçen harfler
olduğunu belirtmiştir. Daha sonra İsferâyînî, “Radî ve musannifin bu görüşler
konusunda kendilerini zorladıklarını hatta gerçeklikten saptıklarını, dolaysıyla
şârihin onların bu görüşlerine iltifat etmediğini”430 ifade ederek şârihin sözü
edilen görüşlere yer vermemesinin gerekçesine dikkat çekmiştir.
İsferâyînî, ihtilaflı görüşleri nakletmekle kalmayarak izaha muhtaç
olanları açıklamış, bunları değerlendirmiş ve birçoğunun gerekçesini sunmaya
çalışmıştır. Örneğin İbn Hâcib, fiilin caiz olarak hazf olunduğu yerlerden biri
mukadder bir sualin cevabı olarak gelen fiil olduğunu söyleyerek bunu “ بكْ ُلي
َّط يا وائ ح
ط مّما تُطي ُح ال
edemeyen mukavemet düşmana/ زيدُ ضارعٌ ل ُخصو امٍة و ُم ْختاب
güçsüzler ve malı helak olan dilenciler Yezîd için ağlasınlar” şeklindeki şiirle
örneklendirmiştir.431 Molla Câmî, “بكْ ُلي “binâ meçhul muzâri‘ fiil olup “ُيازيد “
onun için nâib-i fâil olduğunu ifade etmiştir.432 İsferâyînî, Molla Câmî’nin
yaptığı bu i‘râbı şöyle gerekçelendirmiştir: Bunun aslı “دٍيازي اعلى‘“ dir. Çünkü
“كاءُب “kökünden türeyen fiil “اعلى “ ile müteaddi/geçişli olabilmektedir. Ancak
429 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/74.
430 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 38.
431 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 14.
432 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/161.
103 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
“اعلى “ bu türden fiillerle çokça kullanıldığı için hazf olunmasında herhangi bir
sakınca görülmemiştir. Ardından el-‘Arif er-Rûmî’den “zikri geçen şiirde
‘يزيد ‘kelimesinin münâdâ olup nidâ harfinin hazf edildiği ve aslı ‘ُيازيد يا ‘olup
‘بكْ ُلي ‘ve “ ٌضارع “arasında mu‘tarize/ara cümle olduğu” şeklinde farklı bir
görüşü daha naklederek bunu şöyle izah etmiştir: “Zira şiirin amacına
münasip olan mana ‘Ey Yezîd, senin ölümün sebebiyle güçsüz ve dilenciler
zor durumda kaldıkları için sana değil, onların haline ağlanmalı’ şeklinde
olmalıdır.”433
2.2.3. Yanlış Atfedilen Görüşleri Düzeltmesi
Herhangi bir mesele hakkında ileri sürülen bir görüşün sahibine değil
de başkasına nisbet edilmesi hususu her ilimde vuku bulan bir olaydır.
Nitekim yukarıda da temas edildiği gibi erken dönemlerden itibaren nahiv
ilminde yoğun bir tartışma meydana gelmiştir. Bu ise birçok tartışmalı mesele
hakkında birden çok görüşün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla
sözü edilen meselelerle ilgili varid olan her bir görüşü kendi sahibine hatasız
bir şekilde nispet etmek zor bir durum olmuştur. Bu yüzden bazı dilbilimciler,
eserlerinde aktardığı görüşlerden bir kısmını yanlışlıkla asıl sahibine değil,
başkasına isnâd etmiştir. Onların eserleri üzerine çalışma yapan sonraki
âlimler de bu gibi yanlışları görmüş ve görüşlerin asıl sahibini tespit ederek
onlara nispet etmiştir. İsferâyînî de el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye’de veya onun
metnin el-Kâfiye de tespit ettiği bu türden yanlış isnâdları tashih etmiştir. Bu
hususu şöyle bir örnekle izah edebiliriz: İbn Hâcib, müfred olan ma‘rife
münâdânın tekrarlanmasına örnek olarak Cerîr b. ‘Atiyye’den (ö. 110/728)
اع د ّي” alınan şiirinden nakledilen
ا
ُم تاْيم
.434göstermiştir ifadeyi şeklindeki” يا تا ْي
Molla Câmî, bunun i‘râbını yaparken ikinci “ا
izafe ye ”’اع د ّي” kelimesinin” تاْيم
olunan ilk “مُ
يْتا “için lafzî te’kîd olup müzâf ve muzâfün ileyhi arasına giren bir
fasıla olduğunu beyan etmiştir.435 Bunu da Sîbeveyhi’nin görüşü olarak
aktarmıştır. İsferâyînî ise bu görüşün Sîbeveyhi’ye ait olmadığını, onun hocası
433 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 76.
434 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 20.
435 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/268.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 104
Halîl’e ait olduğunu ifade ederek yanlış atfedilen bu görüşün tashihini
yapmıştır.436
İsferâyînî, bazen başka bir âlimin bu tarz görüşlere yönelik yaptığı
tashihe yer vermiştir. Örneğin İbn Hâcib, lafzi izâfet konusunda “ ُههُ بْش او اك ُرب
اال َّضا
اك
رب
ُم اضا ٌف اح ْمًال اعلى اضا
نَّهُ
ام ْن قاا ال إ
في/müzâf olduğunu söyleyenlere göre “ال “takısı
ربُ اك’ gelen ile
ربُ اك’ benzerleri ve’ اال َّضا
ضا ‘sıygasına kıyas edilerek caiz
görüldüğünü ifade etmiştir.437 Molla Câmî “ال قاا نْ ام
في “açıklamasında bu görüşün
sahibinin Sîbeveyhi ve ona uyanlar olduğunu söylemiştir.438 İsferâyînî ise
Molla Câmî, el-Kâfiye’nin bazı şerhlerinde bunu böyle görmüş, fakat
Sîbeveyhi’den gelen meşhur görüş, “بُ ر
zamirinin” ك” gelen ile’” اال َّضا
müzâfün ileyh değil, mef‘ûl olmasıdır demiş ve şunları kaydetmiştir:
“Radî’nin şerhinde zikri geçen örnekte izâfeyi, Rummânî, Muberred (ö.
286/900) ve bir görüşünde Zamehşerî savunmuştur.”439
2.2.4. Muhalif Görünen Görüşleri Uzlaştırması
İhtilaflı meselelere ilişkin varid olan karşıt görüşlerin veya bunlarla
ilgili zikredilen delillerin uzlaştırma hususu daha çok fıkıh usûlünü
ilgilendiren bir yöntem olmakla beraber bunun nahiv ilminde de
kullanıldığına şahit olunmaktadır. Birçok dilbilimci gibi İsferâyînî’nin de bu
yönteme başvurduğunu görmekteyiz. Söz gelimi Molla Câmî, münâdâ
konusunda örnek olarak verilen “ُيدْاز ياا “cümlesinin i‘râbı ile ilgili
Sîbeveyhi’den gelen iki farklı görüşe yer vermiştir. Şöyle ki; Sîbeveyhi’ye
دْعُو ازْيدًا” asılının bunun göre
ا
أ “olup çokça kullanıldığından ve nidâ harfi olan
دْعُو” ettiğinden ifade anlamını onun” يا”
ا
أ “fiili zorunlu olarak hazf olunmuş;
“اًدْي زا “ise onunla mansûb olup onun mef‘ûlü addedilmiştir. Dolayısıyla da
mezkûr cümlenin iki unsurundan biri olan fiilin yerine “يا “kullanılmış, diğer
unsuru olan fâil ise mukadder olmuştur. Muberred’e göre hem fiil hem fâil
olmak üzere cümlenin her iki unsuru da mukadder gelmiştir.440 Yani
Muberred’e göre münadâ olan “اًدْي زا “bizzat nidâ harfi olan “ياا “ile mansûb
olmuştur. Sîbeveyhi ise bunun mukadder olan “وُعْد
ا
أ “fiili ile mansûb olduğunu
436 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 117.
437 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 28.
438 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/462.
439 Radî, Şerḥu’l-Kâfiye, 1/909-100; İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 170.
440 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/246.
105 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
düşünmüştür. İsferâyînî, Muberred’e göre mukadder olan fiil amelden
azledildiği için zorunlu olarak yerine geçen “يا “onun amelini aldığını
belirttikten sonra şunları dile getirmiştir: “Aslında Muberred ‘ياا‘‘nın fiil yerine
geçtiğini demekle “ياا “harfini mecaz ‘âmil olarak kabul etmiştir. Sîbeveyhi ise
bunu inkâr etmiş değildir. Hal böyle olunca da ikisinin (görüşleri) arasında
herhangi bir tezatlık söz konusu değildir.”441 Yani Sîbeveyhi ile Muberred’in
konuya ilişkin görüşleri arasında zıtlık görülse de hakiki anlamda böyle bir
durum söz konusu değildir.
2.2.5. Yanlış Bulduğu Görüşleri Reddetmesi
İsferâyînî, ihtilaflı görüşleri aktarmakla yetinmemiştir. Bunun yanında
birçoğunun değerlendirmesini de yapmıştır. Bu kapsamda da zikrettiği kimi
görüşleri doğru bulmadığı için kimden geldiğine bakmaksızın reddetmiştir.
İsabetli bulmadığı görüşleri belirtirken bazen “ال قي/denilmiştir” ve “ا
iddia/ از اعم
etti” gibi zayıflığı gösteren sıygaları kullanmış; ardından da gerekçelendirmek
suretiyle doğru bulmadığı görüşü reddetmeye çalışmıştır. Örneğin Basralı
dilbilimcilere göre haber olan zarfın “ال اص اح “ gibi mukadder bir fiile taalluk
etmesi gerekirken Kûfeliler ise bunun “لٌ ص احا “ gibi ism-i fâile taalluk etmesi
gerektiğini iddia etmişlerdir. Molla Câmî Basralılar’ın görüşlerini şöyle
gerekçelendirmiştir: Zarf, kendisinde amel edecek bir mutallaka ihtiyaç
duymaktadır. Amel etmekte asıl olan ‘âmil ise fiildir. Dolaysıyla haber olan
söz konusu zarfın fiile taalluk etmesi daha önceliklidir.442 İsferâyînî, bu
gerekçenin izahında “Dilbilimcilerin bunun üzerinde ittifak ettikleri
‘قيل/denilmiştir’” şeklinde bir görüşü aktarmıştır. Daha sonra İsferâyînî “ ه في
ثٌ حْ با/bunda tartışma bulunmaktadır” diyerek sözü edilen görüşün isabetli
olmadığını şöyle gerekçelendirmiştir: “ر
zarf gibi olduğu örneğinde ” ازْيدٌ في الدَّا
için mazrûf lazımdır. Burada mazrûf ise Zeyd’dir. Bunun dışında zarfın başka
bir şeye ihtiyaç yoktur.”443 Yani zarfın anlam kazanması için sadece kendi
içine konulan şeye muhtaçtır. Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki
İsferâyînî’nin ileri sürdüğü gerekçe zarfın anlam kazanabilmesine yöneliktir.
Onun itiraz ettiği “zarfın bir mutallaka ihtiyaç duymaktadır” şeklindeki görüş
ise zarfın haber olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla İsferâyînî’nin itirazını yerinde
441 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 440.
442 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/194.
443 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 91.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 106
bulmuyoruz. Nitekim haber olan zarfın bir mutallaka ihtiyaç duyması
kaçınılmaz bir durum olup kimse buna karşı çıkmış değildir. Zaten
İsferâyînî’nin zikredilen gerekçesinin devamında “Derim ki örnekte geçen ‘ في
ارَّالد‘‘in zarf olarak kabul edilebilmesi için mazrûf olan Zeyd’in ayakta olması,
durması veya bir yerde bulunması gibi bir halde bulunması gerekir.”
tarzındaki ifadesi bunu anlatmaktadır. Çünkü Zeyd’in sözü geçen
durumlardan birisinde bulunması İsferâyînî’nin isabetli bulmadığı “zarfın bir
mutallaka ihtiyaç duymaktadır” biçimindeki görüşle aynı şeyi ifade
اغْي ُر ” ,“zayıftır derece son/ اضعي ٌف جدًّا” İsferâyînî de Bazen .etmektedir
ْب ٍت
اس اكذا ل اك” ,“değildir isabetli/ثا
ْي
اولا
/böyle değildir” gibi tabirler kullanarak doğru
bulmadığı görüşü belirtmiştir.444
2.2.6. Tercih Ettiği Görüşleri Belirtmesi
İsferâyînî, tartışmalı meselelerle ilgili farklı görüşlere yer verirken
isabetli bulmadıklarını reddettiği gibi doğru bulduklarını belirterek tercih
etmiştir. O, bütün çalışmalarında olduğu gibi bahse konusu haşiyesinde de
görüş belirtirken farklı nahiv ekollerin anlayışına takılmadan serbestçe
davranıştır. Nitekim birinci bölümde ilgili başlıkta bir kısmına yer verdiğimiz
üzere cumhura muhalif olarak savunduğu görüşleri bulunması ve taklid
edenleri eleştirmesi bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. İsferâyînî ileri
sürdüğü görüşü belirtirken veya başkasına ait bir görüşü tercih ederken farklı
terimler kullanmıştır. Burada bütün bunlardan bahsetmeyi gereksiz görüp
onun sıklıkla kullandığı şunlara yer vermeye çalışacağız: “ولىْلْْاا/daha
ْر اجح” ,“olan isabetli/اال َّصواب” ,“öncelikli
َّظا هر” ,“şayan tercihe/ااْْلا
اال/açık olan”,
اح ّق”
ْ
ْو اضح” ,“güzel daha/ااْْل ْح اسن” ,“olan gerçek/فاال
اصح” ,“net daha/ااْْلا
daha/ااْْلا
جح” ,“doğrusu
اح ُّق ” ,“basan ağır daha/اال َّرا
ا
ر أ
ْخت يا
اْإل
ب /tercih edilmeye daha layık”,
ُت” ,“söylüyorum/أقُو ُل” ,“uygun daha/ااْْلْوفاق”
ْ
ل
ْن اس ُب” ,“derim/قُ
,“münasip daha/فااْْلا
.445“belirgin daha/ااْْلا ْظ اهر” ,“diyoruz/نا ْح ُن نقول”
444 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 6, 27, 59, 75.
445 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 5, 9, 10, 11, 15, 20, 21, 22, 27, 36, 45, 49, 51, 54, 95, 109, 122,
155, 167, 211, 232,
107 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
2.2.6.1. Tercih Ettiği Görüşleri Delillendirmesi
Nahiv âlimleri ihtilaflı meselelerle ilgili farklı görüşleri serdederken
bunlardan hangisinin isabetli olduğunu da tespit edip tercih etmeye
çalışmışlardır. Tercih ettiği görüşü de genellikle bir delile dayandırma çabası
içerisine girmişlerdir. İsferâyînî’nin de tartışmalı meseleler hakkında ileri
sürülen farklı görüşler arasında tercih ettiği görüşü veya herhangi bir mesele
ile ilgili belirttiği görüşü genellikle delil ve gerekçelerle temellendirdiğini
görmekteyiz. Burada onun istişhâd yaparken kullandığı deliller ayrı başlıklar
şeklinde örneklerle sunmaya gayret edeceğiz.
2.2.6.1.1. Kur’an-ı Kerim
Her İslâmî ilimde olduğu gibi nahiv ilminde de ilk başvurulan temel
kaynak Kur’an-i kerimdir. Herhangi bir nahiv kuralının tespiti için veya nahiv
meseleleriyle ilgili bir görüşün teyidi için esas kaynak olarak ilk Kur’an’a
müracaat edilir. Kimi dilbilimciler özellikle cahiliye dönemine ait Arap
şiirlerini hüccet olma açısından Kur’an’la aynı seviyede olduğunu düşünmüş
olsa da bu, nahiv ilmi muhitinde kabul görmemiştir.446 İbn Hâleveyh (ö.
370/980) bunu şöyle dile getirmiştir. “Kur’an’da varid olan lügatler diğer
kaynaklarda bulunan lügatlerden daha fasihtir. Bu konuda ihtilaf yoktur. İnsanlar
bunun üzerine icmâ etmişlerdir.”
447 Süyûtî de birçok dilbilimciye muhalif olarak
Kur’an’ın şâz kırâatlarını da hüccet kabul ederek bu hususta şunları
kaydetmiştir: “Kur’an olarak varid olan her ayet Arapça için hüccettir. Bunun
mütevâtir, âhâd veya şâz olması durumu değiştirmez. Bilinen bir kıyasa ters
düşmediği sürece insanlar, şâz kırâatların Arapça’da hüccet kabul edileceği
hususunda ittifak etmişlerdir.”
448
İsferâyînî de nahiv kurallarının temellendirmesinde ve
uygulamasında449 ayetlerden istifade ettiği gibi tercih ettiği görüşlerin
446 Muhammed Abdullah ‘Atâvât, “Menziletü’l-istişhâd bi’l-Kur’ani’l-kerîm beyne mesâdiri’listişhâdi’n-nahvî”, et-Türâsü’l-arabî 99-100 (2005), 301.
447 Celâlüddîn es-Süyûtî, el-Müzhir fî ʿulûmi’l-luġa, thk. Fuâd Ali Mansûr (Bayrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 1418), 1/168.
448 Süyûtî, el-İḳtirâḥ, 39.
449 Bununla ilgili birçok örnekten biri olarak şu meseleyi örnek göstermemiz mümkündür:
İsferâyînî, müspet cümlede mübtedâ olarak gelen nekre ismin umûm ifade etmesi yaygın; buna
mukabil fâil olarak umumu ifade etmesi ise nadir olduğunu ifade etmiştir. Fâil olarak umumu
ifade etmesine “قدمت ما نفس علمت واخرت/Her nefis takdim ettiğini ve ertelediğini bilecektir.”
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 108
desteklemesinde de ayetlerle çokça istişhâd yapmıştır. İsferâyînî’nin farklı
görüşler arasında yaptığı tercihin desteklenmesinde ayetle istişhâd yaptığına
dair şunu örnek gösterebiliriz: Basra ve Kûfe dilbilimcilerin muhaffef “نْ أ‘“in
amel edip etmeyeceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Kûfîleler muhaffef “نْ أ‘“in
amel etmesini inkâr etmişlerdir. Onlara göre muhaffef “نْ أ “mutlak anlamda
nefiy içindir. Zorunlu olarak onunla beraber gelen “ل “ise “لَّإ “manasındadır.
Basralılar, “ل‘“ın “لَّإ “anlamında gelemeyeceğini söyleyerek Kûfeliler’in bu
görüşünü reddetmişlerdir. İsferâyînî, Radî de “Nefiyden sonra gelen “ماّ ل‘“ın
istisnâ için kullanılmasında olduğu gibi bazı şeylerin bazı yerlere özgü
kılınabileceğini” ifade ederek Kûfeliler’in görüşünün daha doğru olacağına
işaret etmiştir. İsferâyînî ise Basralılara ait muhaffef “أن‘“in amel edebileceği
şeklindeki görüşü tercih etmiştir. Bu tercihini “همَّاوفيان
Şüphesiz/وإ ْن كُ ّال لاما لايُ
Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak
verecektir.”450 mealindeki ayetle desteklemiştir. Ona göre zikredilen ayet, hem
muhaffef “ أن‘“i inkâr eden hem de onun amel etmesini inkâr edenlerin
görüşlerini çürütmektedir.451
2.2.6.1.2. Hadis-i Şerif
İslâm’da genel olarak hadis Kur’an’dan sonra ikinci kaynak kabul
edilmektedir. Bunda ihtilaf olmamıştır. Ancak nahiv özelinde baktığımızda
dilbilimcilerin hadis ile istişhâd yapılması hususunda farklı yaklaşımlar
izledikleri görülmektedir. Buna göre ilk dönem bazı dilbilimcilerin hadis ile
istişhâdın yapılamayacağı fikri benimsedikleri rivayet edilmektedir.452
Bunların gerekçeleri hadisin manayla rivayet edilmesine müsaade
edildiğinden dolayı Hz. Peygamber’e ait olmayan ifadelerin ya da dil hataların
hadislere karışma ihtimali bulunmasıdır. Fakat bu düşünce nahivciler arasında
genel kabul görmemiştir.453 Bir kısım dilbilimciler sadece lafızları
Resûlüllah’a ait olduğu tespit edilen hadislerin kaynak olabileceğini savunmuş
(İnfitâr, 82/15) ayetini örnek göstermiştir. Ayette nekre isim olan “نفس “fâil olarak gelmiş ve
her nefis anlamında kullanılarak umumu ifade etmiştir. İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 88.
450 Hûd, 11/123.
451 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 270.
452 Hadislerle istişhâd etmeyi sakıncalı gören Basralı ve Kûfeli dilciler hakkında bilgi almak
için bk. Mahmut Tekin, “Alî el-Kârî ve Tasrîfu'z-Zencânî İsimli Eser için Kaleme Aldığı
Şerhi”, Artuklu Akademi, 2020/7 (2), ss. 337-362, 349.
453 Nahle, Usûlü’n-nahvi’l-arabî, 46-50.
109 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
olsa da bilhassa müteahhirîn dilbilimciler, mutlak surette hadisleri kaynak
olarak kullanmışlardır. Esasında hem önceki dönem âlimleri hem de son
araştırmacılar bu konuyla ilgili görüş beyan etmiş ve değerlendirmelerde
bulunmuşlardır. Buna göre müteahhirîn dilbilimciler ve konuya eğilim
gösteren son dönem âlim ve araştırmacılar arasında genel kabul gören görüş,
ihtilaflı rivayetlerle varid olan şâz veya yanlış ifadeler hariç ilk dönemlerde
tedvin edilen hadis kitaplarında kayıtlı olan hadislerin tümünün Arap dili için
delil sayılacağı şeklindedir.454
İsferâyînî’nin de yeri geldiğinde hadisi delil olarak kullandığına vakıf
olmaktayız. Söz gelimi Kûfîleler ism-i tafdîlin renklerin aslı olan beyaz ve
siyahtan türemesine cevaz vermişlerdir. Basralılar ise sözü geçen renklerde
türeyen ism-i tafdîlin şâz olduğuna hükmetmişlerdir. İsferâyînî ise ism-i
tafdîlin bu iki renkten türeyebileceğini işaret ederek bunu “ن
لبا
َّ
“ اما ٌء أْبيا ُض م ان ال
455
şeklindeki hadisle desteklemeye çalışmıştır.456
Bazı meselelerde İsferâyînî, başka bir dilbilimcinin istişhâd olarak
getirdiği hadisi irat etmiştir. İsferâyînî’nin Hindî’den naklettiği şu meseleyi
buna örnek göstermemiz mümkündür: “ناعام“, kendisinden önceki cümlenin
onayı/kabulü için kullanılır. Cümleyi, menfiyse menfi olarak; müspetse
müspet olarak doğrular. Yaygın manası bu şekildedir. Buna göre küfre
sebebiyet vereceğinden dolayı “ناعام “kelimesinin “مْ
كُ
اربّ
ْس ُت ب
لا
ا
أ/rabbiniz değil
miyim?” cümlesinden sonra kullanılmasının caiz olmaması gerekir. Fakat
kimi dilbilimciler, “ناعام “kelimesinin sözü edilen menfi cümleden sonra
kullanılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre “ناعام‘“, kendisinden önce
geçen cümleyi menfi olarak değil, nefyin inkârından anlaşılan müspet
cümlenin tasdikini yapar. Zira onlara göre nefiy edatı olan “اس
ْي
başında” لا
bulanan “أ “edatı inkâr istifhâmıdır. Nefyin inkârı ise ispattır. Hal böyle
olunca zikredilen cümle müspet hale dönüşür ve “ناعام “ile doğrulanmış olur.
Molla Câmî’ye göre bu kuralın gereği olarak birisi Zeyd adındaki şahsa
ْي اك ” seslenerek
اس لي اعلا
ْي
لا
أ ُف د ْر اهٍم ا
ْ
ل
ا
أ /bin dirhem bana borçlu değil misin?” derse, o
da “ناعام “derse bu ifadeyle bin dirhemi zimmetine borç olarak kabul etmiş
454 Afganî, Fî uṣûli’n-naḥv, 46-58.
455 Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, 8/119.
456 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 238.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 110
olur.457 İsferâyînî Molla Câmî’nin bu görüşünün açıklamasında Hindî’den
naklen şunları kaydetmiştir: Has‘em kabilesine mensup kadının Resûlüllah’ın
با ُل مْنك”
ّما كان يُقْ
ا
ْي ات لو كان على أبي اك دا ْي ٌن فق اضْيتاه أ
ا
أرأ/babanın üzerine bulunan borcu
ödesen senden kabul edilemez mi?” şeklindeki sorusundan sonra“ناعام “
kelimesini bu anlamda kullanmıştır. Onun “ناعام “ifadesini başında inkâr
istifhâmı bulunan menfi “لُ با
ّما كان يُقْ
ا
أ “cümlesinden sonra kullanması nefyin
tasdiki için değil, ispatın takriri içindir. Yani söz konusu kelime inkâr
istifhâmıyla beraber geldiğinden ispat anlamına dönüşen cümlenin tasdikini
yapmaktadır.458
2.2.6.1.3. Semâ‘/Arap Kelamı
Arapçasına güvenilen fasih Araplardan aktarılan nesir ve şiir bu
kategoride değerlendirilmektedir. Nahiv usûlünde Kur’an ve hadisten sonra
üçüncü kaynak olarak kabul görmektedir. Bu anlamda Kurayş, Esed, Kays,
Temîm, Hüzeyl ve Tay kabilelerin ile Kinâne kabilesinden bir kısmının
ifadeleri delil olarak kabul edilmektedir.459 İslâm’dan bir buçuk asır
öncesinden başlayarak İslâm’ın ikinci asrın yarısına kadar Arap yarım
adasının orta kesiminde yaşayan Arapların ifadeleri bu çerçevede
değerlendirilmiştir. Arap yarım adasının kenar yerlerinde yaşayıp Acemlerle
teması olanların sözleri hüccet kabul edilmemiştir. Yine zikredilen zaman
dilimi dışında yaşayan hemen bütün Arapların sözleri hüccet
sayılamamıştır.460 Bütün dilbilimciler başta Cahiliye dönemi şâirlerin şiirleri
olmak üzere fasih Arap ifadelerinden çokça istifade etmişlerdir.
İsferâyînî de önceki dönem dilbilimcileri gibi bu tür ifadeleri hüccet
olarak kabul etmiştir. Bahis konusu yaptığımız haşiyesinin birçok yerinde “ لَا
عا ار يُو اجدُ ب
ْ
اق ” ,“bulunmamaktadır benzeri kelamında Arap/ لاهُ ناظي ٌر في اكاال م ال
احقَّ
اما تا
في
عا ار ب
ْ
عا ار ب” ,“göre edildiğine tspit ifadelerinde Arap/في اكاال م ال
ْ
ْم يُو اجدْ في اكاال م ال
Arap/لا
ق ه ف ” ,“bulunmamaktadır içinde kelimelerin
احقُّ
اعدا عا ار ب ُم تا
ْ
Arap/ ي اكاال م ال
ifadelerinde sabit olmuş değildir”, “ب ار عا
ْ
ق ال م ان ال
اما نُ
في/Araplardan nakledildiğine
اص ّر اح” ,“göre
ذاا
عا ار اب إ
ْ
َّن ال
ا
أ/Araplar net bir şekilde söylediklerinde”, “ استعمال
457 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/419-421.
458 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 275.
459 Süyûtî, el-İḳtirâḥ, 47.
460 Nahle, Usûlü’n-nahvi’l-arabî, 57-74.
111 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ُم ْستا ْع عا ار ب امال ٌت في اكاال م ” ,“kullanması Arapların/العرب
ْ
ال /Arapların konuşmalarında
عا ار ُب” ,“kullanılmaktadır
ْ
ه ال
ْم ب
َّ
ْم ياتا اكل
اى اع ْن ناا ٍس ” ,“söylememiştir böyle Araplar/لا
ُح ك
عا ار ب
ْ
ال ان م /bazı Araplardan nakledilmiştir” gibi tabirler kullanarak Arap
kelamına açık bir şekilde atıf yapmış ve bunun delil olacağını göstermiştir.
امْر ج ُع اال َّسماعُ” de yerlerde Bazı
ْ
اوال
اخا ٍل اع ن ” ,“tır‘semâ mercii bunun/
اماع الاس/semâ‘dan yoksundur”, “
ر ُم اسا اعداة ال َّس اماع
müsaadesi ın‘semâ/ م ْن اغْي
اسا عدُهُ ال ّس اماعُ” ,“olmaksızın
ُي/semâ‘ izin vermektedir” gibi ifadeler kullanarak
Araplardan nakledilenlerin muteberliğine işaret etmiştir.461 Keza İsferâyînî,
kullanarak kavramını” zarureti şiir/ اض ُرو ارةُ ال ّش ْع ر” yerlerinde bazı haşiyenin
şâirlerin kural dışı tasarruflarına itibar edip bu gibi olgularla istişhâd
yapmıştır.462 Yine İsferâyînî, tercih ettiği görüşlerini teyit etmek için her
dilbilimcinin sıkça başvurduğu Arap şiirlilerini de kullanmıştır. Örneğin nahiv
ilminde yerleşik kural olarak bir ve iki sayıları temyizleriyle beraber
ن ار ُجال ن” ,“ ار ُج ٌل اوا حدٌ ” .kullanılamaz
نا
ْ
ث ا “denilemez. Çünkü bu iki sayıyla ifade
edilmek istenen şey temyizleriyle ifade edilebileceği için onlara ihtiyaç
duyulmaz.463 Ancak Molla Câmî iki sayısının temyizi tekil bir şey olduğunda
onunla birlikte kullanabileceğini ifade etmiştir. İsferâyînî de şiirin bir parçası
olan “اظل نْاح نتاْ ث فيه “şeklindeki cümleyi getirerek onun bu görüşünü
desteklemiştir.464
2.2.6.1.4. İcmâ
Asıl itibariyle fıkhî bir terim olan icmâ nahiv âlimleri tarafından şu
şekilde tanımlanmıştır: Basra ve Kûfe ulemâsının nahvî bir hüküm veya
mesele hakkında fikir birliği etmeleridir.465 Nahiv ilminde icmâın delil
sayılmasının temel şartı nas veya nassa kıyas edilene aykırı olmamasıdır.
Süyûtî bunu şöyle ifade etmiştir “İbn Cinnî’ye (ö. 392/1002) göre icmâ nahiv
usûlünün üç esasından biridir. Bunlar semâ‘, kıyas ve icmâ olarak sıralanmaktadır.
Ancak İbn Cinnî nezdinde icmâ, kıyas ve semâ‘ kadar önemsenmiş değildir. Ona göre
461 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 11, 55, 64, 78, 104, 105, 114, 187, 197, 199, 221, 230, 241,
243, 266,
462 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 37, 54, 56, 63, 174.
463 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/140-141.
464 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 223.
465 Nahle, Usûlü’n-nahvi’l-arabî, 81.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 112
semâ‘ ve kıyas mutlak surette itimat edilen iki delildir. İcmâ ise ancak nas veya buna
kıyas edilen bir şeye muhalif olmaması kaydıyla itimat edilir.”
466
İsferâyînî, nahiv usûlünün bir terimi olarak “إجماع/icmâ”467 kelimesine
fazla yer vermemekle beraber birçok meselede -dilbilimcilerin icmâ olarak
gördükleri- cumhurun veya nahivcilerin üzerine ittifak ettiği meseleleri
aktarmıştır.468 Bununla beraber bazı meselelerde tercih belirtirken bu türden
ittifakları dayanak göstermiştir. Mesela Molla Câmî, İbn Hâcib’in mef‘ûlü
و ل ُم اصا احبات ه ام ْعُمو ال ف ْع ٍل” ahün‘me
ْوا
امذْكُو ُر با ْعدا ال
ْ
او ال
ُه/bir fiilin ma‘mûlü ile birlikte
geldiği için beraberlik ifade eden vâvdan sonra gelen isimdir”469 şeklindeki
tanımında geçen “ma‘mûlün” fâil olabileceği gibi mef‘ûl da olabilmektedir
söyleyerek mef‘ûl olana örnek olarak da “اهم رْ د يداْاز او اك اكفا “ cümlesini vermiştir.
Ona göre örnekte geçen “وزيدا “mef‘ulün me‘ahtır.470 İsferâyînî ise bunun
mef‘ûl olamayacağını şöyle izah etmiştir: Dilbilimcilerin “راًمْ اع او
“ اض ارْبت ازْيدًا
misalindeki “راًمْ اع او “kelimesi atıf dışında i‘rab olması mümkün olmadığı
hususunda ittifak etmeleri, yukarıdaki örnekte “اًدْي وزا‘“in de mef‘ûlün me‘ah
olmayıp ma‘tuf olduğunu göstermektedir. Çünkü her iki örnek arasında
herhangi bir fark bulunmamaktadır.471 Görüldüğü üzere İsferâyînî bu
meselede Molla Câmî’nin örnek hakkındaki görüşünü yanlış bulup başka bir
görüşü tercih etmiş ve bu tercihini nahivcilerin ittifak ettikleri meseleyle
desteklemiştir.
2.2.6.1.5. Kıyas
Nakledilmeyen bir meselenin aralarındaki illet birliği nedeniyle
nakledilen bir meseleye hamletmektir. Kıyas, nahiv ilminde önemli bir yer
tutmaktadır. Süyûtî “nahiv ilminin delillerin büyük bölümünde ve
meselelerinin genelinde itimat edilen delil kıyastır.”472 diyerek bu hususa
vurgu yapmıştır. Her dilbilimci gibi İsferâyînî de usûlî bir terim olarak kıyas
466 Süyûtî, el-İḳtirâḥ, 73.
467 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 34, 260.
468 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 127, 143, 144, 191, 243.
469 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 23.
470 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/330.
471 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 135.
472 Süyûtî, el-İḳtirâḥ fî uṣûli’n-naḥv, 79.
113 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
ıstılahının farklı türevlerine yer vermiştir.473 Bu kapsamda İsferâyînî birçok
meselenin hükmünü kıyasla açıklamaya çalışmıştır. Keza görüşünün
desteklenmesinde de kıyas yöntemine başvurmuştur. Söz gelimi İbn Hâcib,
kıyasa göre “ٌمائاة‘“ in çoğulu “تٌ مئاا “ veya “ان مئي “ yani düzenli dişil veya kurallı
eril olarak gelebileceğini ifade etmiştir.474 Bunun şerhinde Molla Câmî
‘adedin kurallı eril çoğula izâfe edilmesi caiz olmadığına göre sadece kurallı
dişil çoğulu olan “مئاات‘“ a izâfe edilebileceğini belirtmiştir.475 İsferâyînî onun
bu ifadesinin izahında şunları kaydetmiştir: Molla Câmî, bu açıklamayla
musannifin “kıyasa göre “ٌمائاة‘“ in çoğulu “مئاات “ veya “ان مئي‘“ dir şeklindeki
görüşünün doğru olmadığına dikkat çekmiştir. Kıyas olan da bunun
çoğulunun yalnızca “مئاات “ olarak gelmesidir. Burada İsferâyînî, musannif ile
şârih arasında “ٌمائاة “ çoğulu hakkında gerçekleşen tartışmada şârihin görüşünü
benimseyerek kıyasın bu şekilde olduğunu belirtmeye çalışmıştır.476
2.3. İsferâyînî’nin Eleştiri Metodu
Eleştiri olayı Müslüman âlimler arasında yaygın bir ilmî gelenektir. Her
ilmî konuda gördükleri hatalara göz yummayıp bunlardan ötürü birbirlerini
eleştirmekten geri durmamışlardır. Esasında gerçeğin ortaya çıkması için ilmî
adap ve kurallar çerçevesinde yapılan eleştiri, ilmin gelişiminde katkı
sağladığından önemsenmiştir. Bu münasebetle ulemâ, hakikatin ortaya
çıkması adına gördüğü yanlışı kimden geldiğine bakmaksızın göz ardı
etmeyerek bunun eleştirisini yapmışlardır. Şâfiî fakîh İbn Hacer el-Heytemi
(ö. 974/1567) bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Bazı âlimlerin diğer bazılarına
itiraz etmeleri, birbirlerini tahkir etme, küçümseme ve saygısızlık etme anlamına
gelmez. Çünkü bundan temel amaçları, Allah rızasına nail olmak için hakikatin
ortaya çıkmasıdır.”477 Nahiv ilmi özelinde baktığımızda eleştirinin ilk
dönemlerden başlayarak dilbilimciler arasında yoğun bir şekilde yapıldığını
ve sonraki dönemlerde devam ederek gelenek haline geldiğini görmekteyiz.
473 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî,28, 29, 37, 43, 48, 49, 50, 54, 84, 94, 101, 104, 121, 139, 141,
158, 171, 173.
474 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 38.
475 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/137-138.
476 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 222.
477 Şemsüddîn Muhammed b. Süleymân el-Kürdî, el-Fevâʾidü’l-medeniyye fî-men yüftâ biḳavlihî min eʾimmeti’ş-Şâfiʿiyye, thk. Bessâm Abdulvahhâb el-Câbî (Lübnan/Dımaşk: Dâru’lCeffân ve’l-Câbî/Dâru Nuri’s-Sabâh, 1432), 34.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 114
Bu çerçevede erken dönemlerde başlayarak birçok âlim diğerlerin
çalışmalarına reddiyeler yazarak birbirlerini eleştirmişlerdir. İbn
Dürüsteveyh’in (ö. 347/958) er-Raddu ‘alâ Su‘leb fî ihtilâfi’n-nahviyyîn adlı
eseri bu tarzda telif edilen meşhur çalışmalardan birsidir. Bunun yanında
dilbilimciler yazdıkları orijinal eserlerde diğer dilbilimcilere veya onların
çalışmalarına atıf yaparak eleştiride bulunmuşlardır. Yine nahiv ilmiyle ilgili
bir metne yazdıkları şerhte veya şerh üzerine telif ettikleri haşiyelerde de hem
metin veya şerh sahiplerine hem gerektiğinde başka bir dilbilimciye eleştiriler
yöneltmişlerdir. Bunun en bariz örneklerinden biri İsferâyînî’nin araştırma
konumuz olan haşiyesidir. Söz konusu eserinde hem Molla Câmî’yi hem atıf
yaptığı diğer dilbilimcileri eleştirmekten geri durmamıştır.
İsferâyînî eleştirel yönüyle ön plana çıkan bir şahsiyet olarak
bilinmektedir. Sadece inceleme konumuz eserinde değil bütün çalışmalarında
onun bu yönü ağır basmaktadır. Kâtib Çelebî, sözünü ettiğimiz haşiyesinden
söz ederken onun bu yönüne şu ifadelerle dikkat çekmiştir: “Birçok konuda
Molla Câmî’yi eleştirmiştir. Keza ‘Abdulgafûr ile pek çok konuda çelişmiştir.”
478
Onun eleştirel yönüyle ilgili dikkat çeken husus, eleştiride bulunurken sivri
bir dil kullanmış olmasıdır. İsferâyînî, bazen İslâm ulemâsı arasında yaygın
olan eleştirinin adapları dışına çıkarak hiç tasvip edilmeyen bir üslup
kullanmıştır. Bazı âlimlerin görüşleriyle ilgili “ةٍ رياْم اال
ب
ٌرياةْ ف/açık bir iftiradır”479
şeklinde bir ifade kullanmış olması bunun en bariz örneklerindendir.
2.3.1. Eleştiride Bulunurken Kullandığı İfadeler
İsferâyînî’nin gördüğü yanlışları, kimden geldiğine bakmaksızın
çekinmeden eleştirdiğini daha önce belirtmiştik. Burada eleştiri yaparken
ٌف اَل يُ ْرتا اك ُب إَّل با ْعدا ” ;ki Şöyle .çalışacağız vermeye yer ifadelere bazı kullandığı
ُّ
تاكُل
اظ ٌر” ,“zorlamadır bir gereksiz/تا ْكلي ٍف
نا ه في/tartışmaya açıktır/meselede zayıflık
veya eksiklik var”, “نباغيْ
اس اعلى اما يا
ْي
لا/olması gereken şekilde değildir”, “ ال اغفا
ر ُح اع ْن
خال ُف ” ,“var kusur içinde/في ه ناق ٌص ْ ” ,“olmuş gafil bundan Şârih/ال َّشا
ُمتاباا د ر
ْ
ال/ilk akla gelenin hilafıdır”, “ر
إل ْعت باا
باعيدٌ اع ن ” ,“değildir değer kayda/باعيدٌ اع ن ا
م
امارا
ْ
بُ ْع د” ,“uzaktır meramdan/ال
ْ
ل ال
اكاما في/anlaşılmaktan son derece uzaktır”, “ في
بُ ْع د
ْ
ْه م جدًّا” ,“uzaktır gayet anlaşılmaktan/ اغايا ة ال
فا
ْ
hayli anlaşılmaktan/باعيدٌ اع ن ال
478 Kâtib Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 2/1370.
479 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 138.
115 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
عا اج ُب” ,“uzaktır
ْ
اضى مْنهُ ال
عا اج ُب” ,“durumlardandır şaşırılacak/ مَّما يُقْ
ْ
فى ” ,“tuhaftır/اال
ة
اال مْرياة” ,“saçmadır derece son/ اغايا ة ال َّس اخافا
ب
م ان ” ,“iftiradır bir açık/ف ْرياةٌ
عا اج ائ ب
ْ
ه ام ” ,“durmalardandır garip/ال
itibara olup yapmacık/ ْصنُوعٌ اَل يُ ْعتادُّ ب
اهذاا” ,“alınmamaktadır
ْخفاى اس اما اجةُ
اى ” .“açıktır olduğu gülünç/اَل يا
ي اعل
امْبن
ة
ْفلا
غا
ْ
ٌب” ,“ötürüdür gafletten/ال
ٌن” ,“şaşırtıcıdır bu/ اهذاا عُجاا
bir açık/ اس ْهٌو بايّ
ق اخ ار اج اع ْن اساوا ء ” ,“dikkatsizliktir
َّطري
ال /doğru yoldan çıkmıştır”, “ اف
احن
فاقادْ
او اما ال
ْع اج ُب م ْن كُ ّل ” ,“şaşkınlıktır bir inanılmaz/ذُه ُو ٌل اعجي ٌب” ,“ayrılmıştır haktan/
ا
أ
عا اج ب
ْ
ال/oldukça şaşırılacak bir durumdur”, “جدا تعسف/ciddi bir sapmadır”.480
2.3.2. Eleştiri Konusu Yaptığı Hususlar
İsferâyînî’nin bahse konusu haşiyesini incelediğimizde yaptığı
eleştirilerin daha çok ibare/ifade, i‘râb, görüşler, deliller ve ifadelerin
uyuşmazlığı ile ilgili olduğuna şahit oluyoruz. Diğer bir deyişle onun yaptığı
eleştiriler en çok bu alanlara yoğunlaşmıştır. Bu münasebetle burada söz
konusu alanlarla ilgili eleştiri üslubunu ayrı başlıklar altında örneklerle
açıklamaya çalışacağız.
2.3.2.1. İ‘râba Yönelik Eleştirisi
İsferâyînî haşiyesinin birçok yerinde Molla Câmî’nin el-Kâfiye’nin
metinin anlaşılması için yaptığı i‘râbları doğru bulmayarak eleştirmiştir. Söz
gelimi Molla Câmî, el-Kâfiye’nin “بقاهْط او
اكانا ْت لاهُ
temyiz eğer/وإ ْن كا ان صفاةً
sıfat/türeyen olarak gelirse mümeyyez için sıfat olup ona mutabık olur.”481
şeklindeki ibaresinin tahlili yaparken “بقاهْط او‘“daki vâvın beraberlik ifade edip
için ” اكانا ْت” kelimesi ” طْبق” da dolayısıyla; kullanıldığını anlamında ” ام اع”
mef‘ûlün me‘ah olduğunu belirterek sözü geçen ibareyi tefsir etmiştir.482 Ona
göre genel kural gereği olarak “بقْط “ kelimesinin mef‘ûlün me‘ah olabilmesi
için metinde geçen “تْ اكانا “ fiilinin fâili ile birlikte hareket etmesi gerekir.
İsferâyînî, Molla Câmî’nin “بقْط “ ifadesini mef‘ûlün me‘ah yapmasını “ ماَّم
عا اجب
ْ
اضى مْنهُ ال
ْقُي/şaşırılacak durumlardandır” diyerek eleştirmiştir. Bunu da şöyle
gerekçelendirmiştir: Sözü edilen kelimenin mef‘ûlün me‘ah yapılabilmesi için
ibarede geçen “تْ اكانا “ nakıs olan fiilin haberinin fâil manasında kabul edilmesi
480 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 6, 8, 9, 10, 12, 14, 23, 25, 27, 32, 33, 53, 67, 69, 75, 78, 90,
114, 131, 138, 148, 159, 174, 179, 225, 278.
481 İbn Hâcib, el-Kâfiye, 25.
482 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/379-380.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 116
gerekir. Haberin fâil anlamında görülmesi için bir takım deliller ileri
ْن اكبُو ت” bunlar ki sürülmüştür
عا
ْ
ْو اه ُن م ْن با ْي ت ال
ا
أ/örümcek evinden daha zayıftır.”483
2.3.2.2. İbâreye Yönelik Eleştirisi
İsferâyînî, Molla Câmî’nin ve İbn Hâcib’in birçok ifadesini isabetli
bulmayarak bundan ötürü onlara eleştiriler yöneltmiştir. Örneğin Molla Câmî,
“الكلم “ifadesinin tahlilini yaparken bunun “مرةْ
ْمر و تا
“ك لم” gibi olduğu de”’تا
lâmın kesresiyle olup ism-i cins olup çoğul olmadığını söyleyerek bu
ّ ُب” görüşünü
َّطي
ُم ال
اك ل
ْ
ْي ه يا ْصعادُ ال
لا
إ/ona güzel sözler ulaşır.”484 ayetiyle
gerekçelendirmiştir. Ardından da “بُ ّ
َّطي
ُم ال
اك ل
ْ
اك لم” ifadesini” ال
ْ
bazı/با ْع ُض ال
kelimler” ile tevil etmiştir.485 İsferâyînî bu, Arap dili kullanımı açısında
oldukça uzak bir tevil olduğunu belirterek şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
Zikredilen “güzel kelimelerin”, kelimelerin bazısıyla tevil edilmesi dil
açısından doğru bulunmamaktadır. Bu bakımdan “بّ
طيَّ /güzel” tabirinin
“عضْ با/bazı” ifadesiyle kayıtlanması anlamsız olur. Çünkü asıl itibariyle güzel
kelimler, kelimelerin bazısından ibarettir. Bunun “bazı” ile sınırlandırılması
herhangi bir anlam ifade etmez.486
2.3.2.3. Görüş ve Delillere Yönelik Eleştirisi
İsferâyînî’nin çokça eleştiri konusu yaptığı hususlardan biri da şârih
veya diğer dilbilimciler tarafından ileri sürülen görüşler ve bu görüşlerin
desteklenmesinde kullanılan delil ve gerekçelerdir. O yaptığı eleştirileri de
genellikle gerekçelendirmiştir. Görüşe yaptığı eleştiriye şunu örnek
verebiliriz: Molla Câmî, haberin mübtedâya takdim edilmesi vacip olan
yerlerden biri olarak istifhâm içeren haberi zikretmiştir.487 İsferâyînî, onun bu
ifadesinin açıklamasında “denildiğine göre haberin takdimini vacip kılan
husus onun istifhâmı ihtiva edebilmesinden ibarettir.” şeklinde bir görüş
اظ ٌر” sonra getirdikten
نا ه في/bu görüşte kusur vardır” diyerek eleştirmiştir.
Ardından da bunu şöyle gerekçelendirmiştir: “ٌيدْاز مٌ
قاائ اما “ örneğinde olduğu gibi
haberin nefyi anlamını içermesi de onun vacip olarak takdim edilmesini
483 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 148.
484 Fâtır, 35/10.
485 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/17.
486 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 8.
487 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/197.
117 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
gerektiren hususlardandır.488 Delile yönelik eleştirisine ise şu örneği
vermemiz mümkündür: Molla Câmî, harflerle i‘râb olunan tekil isimlerin
altıdan ibaret olmasını şu delille temellendirmeye çalışmıştır: Tesniye ve
cem‘in her birinin üç i‘râbı olup toplam altı i‘râb şekilleri bulunmaktadır.
Dilbilimciler de her bir i‘râb şekline karşılık gelmek üzere tekillerden altı isim
او ْجها فى اغايا ة ال ّض ْع ف” ,İsferâyînî Ancak .489seçmişlerdir
ْ
َّن اهذاا ال
ا
ْخفاى أ
delilin bu/اَل يا
gayet zayıf olduğu aşikârdır.” söyleyerek eleştirmiştir. Sonrasında kendince
daha isabetli bulduğu gerekçeyi şöyle izah etmiştir: Harflerle i‘râb olunan fer‘
(tesniye ve cemi‘) ve ona ilhak edilenler altı şeydir. Bunlar tesniye, “كال “ ve
نان”
ْ
ُو” ,’cemi ile” ا ث
ول
ُ
أ “ve “ان روُ شْ ع‘“ dir. Buna göre dilbilimciler, i‘rabı harflerle
olan altı tekil ismi seçmiş; böylelikle de her bir fer‘ karşısına bir asıl koymuş
olur.490
2.3.2.4. İfadelerin Uyuşmazlığına Yönelik Eleştirisi
İsferâyînî’nin zikrettiğimiz hususlar kadar olmasa da şârihin veya
musannifin ifadeleri arasında bulunan uyuşmazlıklara491 da dikkat çekip
eleştirdiği görülmektedir. Örneğin İbn Hâcib sıfat-i müşebbehin raf‘ amelini
yapmasıyla ilgili şunları kaydetmiştir: Söz konusu sıfat raf‘ ameli yaparsa fiil
gibi kabul edilir.492 Aksi takdirde mevsûfe raci olacak biçimde bir zamir
içerir. Bu zamir mevsûfün konumuna göre “امع جْ
ّى وتُ
اؤنَّث وتُثا
ُفت/müennes, tesniye
ve cemi‘ kılınır.” Molla Câmî “ثّاؤن
ث أنت الصفة” sıygasını” فتُ
اؤنّ
ُفت/sıfatı müennes
yapacaksın” şeklinde müzekker muhatap kipiyle tefsir etmiştir.493 Ancak
ْي ه” buna ,İsferâyînî
لا
إ اي ع داا لَا/buna gerek yok” deyip önceki ibareyle uyuşmadığı
belirtmiştir. Daha sonra da uygun gördüğü ibareyi şöyle ifade etmiştir: “ثَّاؤن
“فتُ
sıygasının “sıfat” zamirine isnâd edilmek suretiyle meçhul/edilgen olarak
okunması daha münasiptir. Çünkü mezkûr ibareden önce “عت رفُ “ fiili meçhul
olarak gelmiştir.494 Zaten kendisinden sonra gelen “امع جْ
ّى وتُ
meçhul da” وتُثا
488 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 91.
489 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 1/74.
490 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 38.
491 İbn Hâcib, el-Kâfiye f, 42.
492 Yani fâilin tesniye, cemi‘ olarak değişmesiyle değişkenlik arz etmez. Sabit kalır.
493 Câmî, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, 2/215.
494 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 237.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 118
olarak okunmuştur. Bu da İsferâyînî’nin eleştirisinde haklı olduğunu
gösteriyor.
2.3.3. En Çok Eleştiri Yaptığı Dilbilimciler
İsferâyînî’nin bahse konusu haşiyesinde haklı veya haksız birçok
dilbilimciyi eleştirdiğine şahit olmaktayız. Bütün bunları zikretmeyi gereksiz
görmekteyiz. Burada şârihin eleştiri metodunu göstermesi bakımından önem
arz eden ve çokça eleştiri yönelttiği birkaç dilbilimciyi zikretmekle
yetineceğiz. Bunlar şu şekildedir:
• Molla Câmî: İsferâyînî’nin eserde en çok eleştiri yaptığı
dilbilimcidir. Kâtib Çelebî’nin belirttiği üzere meselelerin çoğunda Molla
Câmî’yi eleştirmiştir.495 Hocası olmasına rağmen Molla Câmî’den hiçbir
eleştiriyi esirgemediği gibi bazılarında “ة
اس اخافا
,“saçmadır derece son/فى اغايا ة ال
عا اج ُب”
ْ
اضى مْنهُ ال
اهذاا” “durumlardandır şaşırılacak/ مَّما يُقْ
ْخفى اس اما اجةُ
olduğu gülünç/اَل يا
açıktır” gibi sert ifadeler kullanmıştır.496 Bilhassa hakikatin ortaya çıkması
adına eleştirinin yapılması elbette önemsenmeli ve hiç kimsenin buna karşı
çıkmaması gerekir. Ancak ölçüsüzce yapılan eleştiri tasvip edilmemelidir.
Bundan ötürü olmalı ki İsferâyînî’den sonra gelen dilbilimcilerin bir kısmı da
onu aynı üslupla eleştirmiştir.497
• ‘Abdulgafûri el-Lârî: İsferâyînî’nin söz konusu haşiyesinde en çok
eleştiri yönelttiği dilbilimcilerden biri talebelik arkadaşıdır. Tûnkî’nin de
belirttiği üzere İsferâyînî’nin bu haşiyesinde Lârî’ye çokça itirazda
عا اج ُب مَّم ْن قاا ال” zikretmeden ismini genellikle ,O .498bulunmuştur
ْ
اال/ hayret! Onu
عا اج ُب م ْن ُم اح ٍّش قاالاهُ” ,“diyene
ْ
اال/Hayret! Onu söyleyen muhaşşiye”, “ نْ طَّ
ْم ياتافا
ام ْن لا
اه ذ ه
ام ْن قاا ال” ,“anlamayan/kavramayan bunu/ ل
اوا َّما
/oysa onu diyen”, “ ه يْ
اي اعلا
او ام ْن اخ ف
ُهُمارادُ /)şârihin/musannifin) muradını bilmeyen”, “النظرعلى قصر فمن/sadece onu
ْي ه” ,“düşünen
ْش ك ال اعلا
ُ
ام ْن أ
/anlaması zor gelene” gibi üçüncü şahıs zamiriyle ona
atıf yapmıştır.499 İsferâyînî, Lârî hakkında diğer dilbilimciler nispeten daha
495 Kâtib Çelebî, Keşfü’ẓ-ẓunûn, 2/1370.
496 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 67, 226.
497 Muhammed b. Abdullah Mûsâ Zâde, Keşfu Hâşiyeti İsâm ‘alâ’l-Câmî, 13a. Kudukî,
Hâşiyetü’l-Kudukî ‘alâ Hâşiyeti’l-İsâm, 94, 125.
498 Tûnkî, Mu’cemu’l-musannifin, 4/377.
499 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 53, 97, 108, 111, 130, 174,
119 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
acımasız olmuştur. Nitekim o, Lârî hakkında “ق
ّطري
doğru/ اخ ار اج اع ْن اساوا ء ال
اال مْريا ٍة” ,“çıkmıştır yoldan
ب
ْع اج ُب م ْن كُ ّل اع اج ٍب” ,“iftiradır bir açık/ف ْرياةٌ
ا
oldukça/أ
اف اوما ال” ,“tuhaf
احن
ْفاقاد/haktan sapmıştır”500 vb. ifadeler kullanarak sert bir dille
eleştirmiştir. Onun Lârî’yi ölçüsüz bir biçimde eleştirmesinin arkasında ise şu
olayın bulunduğu düşünülmektedir: Anlatıldığına göre İsferâyînî Lârî ile
birlikte bir mecliste bulunurken orada bulunan biri bir mesele hakkında soru
sormuştur. Lârî ondan önce meseleyi kavrayıp cevaplamıştır. Ardından da şu
farsça şiiri söylemiştir:
هرچاكی او معنی معنی مرغ بود شكاری
بازيست تيز پرواز عبد الغفور َلری
Her nerede avlanması gereken bir mana bulunursa
‘Abdulgafûr Lârî’nin keskin oku onu avladığını görürsün
‘Abdulgafûr bu şiirle kendisinin daha zeki ve daha hızlı kavranma
becerisine sahip olduğuna ima etmiştir. İşte bu yüzden İsferâyînî’nin kalbi
kırıldığı ve bundan böyle onu çokça eleştirdiği düşünülmektedir.501
• İbn Hâcib: İsferâyînî’nin önemli ölçüde eleştiri yönelttiği
ف قاا ص ٌر” ,O .biridir dilbilimcilerden
ُم اصنّ
ْ
,“yetersizdir ifadesi musannifin/فا اكال ُم ال
ف قاا ص ٌر”
ُم اصنّ
ْ
ارةُ ال
ْو ل اَل ” ,“yetersizdir ibaresi musannifin / عباا
فاائ داةا في قا
ف
ُم اصنّ
ْ
ف اغْي ُر اوا ض اح ٍة” ,“faydasızdır sözü musannifin/ال
ُم اصنّ
ْ
ارةُ ال
عباا
musannifin/فا
ف ُم ْغلا ٌق” ,“değildir net ibaresi
ُم اصنّ
ْ
فى اكاال م ” ,“muğlaktır ifadesi musannifin/ اكاال ُم ال
ْح اصى
فا ٌت اَل تُ
ُّ
ف تاكُل
ُم اصنّ
ْ
ال/musannifin sözünde sayısız zorlanmalar vardır”, “ مُ اكاال فى
ْح اصى
ف تاعا ُّسفا ٌت اَل تُ
ُم اصنّ
ْ
ال/musannifin ifadesinde saysız sapmalar vardır” ve
benzeri ibareler kullanarak İbn Hâcib’i eleştirmiştir.502
• el-Fâdilü’l-Hindî: Zikredilen dilbilimciler kadar olmasa da eleştirdiği
âlimlerden biridir.503
500 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 15, 36, 131.
501 Bu malumatı, İsferâyînî’nin muhaşşa olan haşiyesinin kenarında mevzu bahis haşiyenin
haşiyesi olan el-Keşf’ten nakledilmiştir. İsâmüddîn el-İsferâyînî, İsâm ‘ala’l-Câmî (İstanbul:
Mektebetü’l-Mahmûdiyye, ts.), 134.
502 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 6, 26, 54, 67, 155, 178.
503 İsferâyînî, ʻİsâm ʻale’l-câmî, 80, 218, 233.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 120
SONUÇ
İlim tahsilini Mâverâünnehir bölgesinde tamamlayan İsferâyînî, ilmî
faaliyetlerini yine bu bölgede sürdürmüştür. Bu bağlamda bir yandan
medreselerde ders verip talebeler yetiştirmiş diğer taraftan dil ve aklî ilimler
ağırlıklı olmak üzere birbirinden kıymetli onlarca eser telif etmiştir. Bunların
büyük bölümü şerh ve haşiye türü çalışmalar olmakla beraber özgün olanlar
da vardır. Bu bakımdan da İsferâyînî’nin İslâmî ilimlerin gelişiminde önemli
katkı sağladığını ve sonrakiler için muazzam bir ilmî miras bıraktığını
söyleyebiliriz.
İsferâyînî’nin bütün İslâmî ilimlerde payesi bulunan bir âlim olmakla
beraber dil ilimlerde bir adım öne çıktığını ifade edebiliriz. Bilhassa onun
nahiv ilmindeki yetkinliği dikkat çekicidir. Nitekim gerek bu alanla ilgili telif
etmiş olduğu çalışmalarıyla gerekse farklı yaklaşım ve özgün görüşleriyle
nahiv ilmi muhitinde önemli bir iz bırakmıştır. Zaten değişik eserlerinde
taklidi yermiş olması ve içtihadı tavsiye etmesi onun özgün görüşler ortaya
koyabilen bir şahsiyet olduğunun en bariz kanıtıdır. Yine birçok âlimin genel
olarak onun dil ilimlerindeki özellikle de nahiv ilmindeki yetkinliğine vurgu
yapması bu ilimdeki yerini gösterme açısından büyük önem arz etmektedir.
İsferâyînî’nin serdettiği görüşler ve tercihiler incelendiğinde daha çok
Basra ekolünün yaklaşımını benimsediği görülmektedir. Ancak bu, onun
Basra ekolünün sırf bir mukallidi olduğunu göstermez. Nitekim bir görüşü
serdederken veya başkasına ait herhangi bir görüşü tercih ederken kişi veya
ekole tabi olarak değil delil ve gerçeklere dayanarak hareket ettiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Onun her fırsatta “söyleyene değil söylenene bakılmalıdır.”
gibi bir ifade sarf etmesi bunu açıkça göstermektedir. Ayrıca gereken yerde
Kûfe ekolünün yaklaşımını benimsemiş olması hatta bazı meselelerde
herhangi bir mezhebe bağlı kalmaksızın cumhura muhalif olarak görüşler
ortaya koyması onun mukallit değil aksine meseleleri tahlil edebilen ve özgün
görüşler ortaya koyabilen bir âlim olduğunu; dolayısıyla da nahiv ilmindeki
yetkinliğini ortaya koyan önemli bir husustur.
İsferâyînî’nin nahiv ilmindeki yerini gösteren diğer bir husus bu alanla
ilgili ele aldığı farklı türlerdeki çalışmalarıdır. Bu çalışmaları arasında en çok
dikkat çeken ise şüphesiz inceleme konusu yaptığımız ʿİṣâm ʿale’l-Câmî adlı
121 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
haşiyesidir. Bu çalışmasının bir haşiyenin ihtiva ettiği malumatların ötesinde
şerhten bağımsız müstakil ve özgün birçok meseleyi içermesi oldukça dikkat
çekicidir. Bu vesileyle söz konusu haşiye, el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye üzerine
telif edilen onlarca çalışmalar arasında en çok ihtimam gösterilenlerden biri
olmuştur. Nitekim müellif çalışmada dil bakımdan ağır bir üslup kullandığı
halde meseleleri derinlemesine inceleyip örneklerle somutlaştırdığı için
okuyucuyu etkilemiş; bu sebeple de telifinden itibaren her dönemde müracaat
edilen bir kaynak olmuş ve çok sayıda dilbilimci ve araştırmacı onu çalışma
konusu yapmıştır. Bazı dönemlerde medreselerde ders olarak okutulmuş
olması veya yardımcı kaynak olarak kullanılması da nahiv ilmi açısından
önemini ortaya koymaktadır.
İsferâyînî’nin Molla Câmî’nin ifadelerini izah ederken veya zikrettiği
meselelerin tahlilini yaparken değişik üsluplar kullandığını görmekteyiz.
Buna göre şârih tarafından izah edilmeyen terimleri farklı yöntemlerle
açıklamaya çalışmıştır. Keza şerhte geçen garip kelimeleri de başta muteber
Arapça sözlük kaynakları olmak üzere farklı kaynaklara müracaat ederek
detaylı bir biçimde izah etmiştir. Problemli nahiv meselelerine dikkat çekerek
onları derinlemesine inceleyip çözmeye gayret etmiştir. Şerhte zikredilen
meselelerin eksik yanlarını tespit edip tamamlamaya çalışmış ve varsa yanlış
yönlerine dikkat çekerek bunları düzletmiştir. Nahiv meselelerin izahında
izlediği belki de en önemli üslubu farklı ilimlerin kural ve prensiplerinden
istifade etmesi olduğunu söylememiz mümkündür. Zira İslâmî ilimler
arasında sıkı bir ilişki bulunduğundan her müellif gibi İsferâyînî de
değerlendirme konusu yaptığımız eserinde yaptığı tahlil ve açıklamalarda
diğer İslâmî ilimlerin hemen hepsinin kural ve prensiplerinden ustalıkla
istifade etmiştir.
İsferâyînî’nin dilbilimciler arasında tartışmalı meseleleri büyük bir
titizlikle aktardığına şahit olmaktayız. Nitekim bu türden meseleleri en ince
detayına kadar incelemiş, onlarla ilgili görüşleri delil ve gerekçeleriyle
beraber zikretmiş ve bunları değerlendirerek bir sonuca varmaya çalışmıştır.
Bu bağlamda da zayıf gördüğü görüşleri reddedip eleştirdiği gibi isabetli
bulduğu görüşleri de farklı gerekçelerle destekleyerek tercih etmiştir. Tercih
ettiği görüşleri Kur’an, hadis, Arap sözleri, icmâ ve kıyas gibi nahiv usûlü
delilleriyle desteklemiştir. Bunun yanı sıra söz konusu meselelerle alakalı
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 122
aktarılan muarız görüşler arasında uzlaşma imkânı bulunanları uzlaştırmış ve
yanlış atfedilen görüşlerin sahiplerini tespit ederek bunları düzeltmeye gayret
etmiştir.
Eleştiri yönüyle bilinen İsferâyînî’nin diğer bütün çalışmalarında
olduğu gibi araştırma konumuz olan haşiyesinde de yoğun bir eleştiride
bulunduğunu söyleyebiliriz. Gerçi hakikatin ortaya çıkması için ilgili prensip
ve adaplar çerçevesinde yapılan eleştiriler her zaman takdire şayan
görülmüştür. Ancak ilmî ahlaka uymayan ifadelerin kullanıldığı eleştiri biçimi
hiç tasvip edilmemiştir. İsferâyînî’nin de bazı yerlerde eleştiri dozunu
kaçırarak eleştiri adabına uygun düşmeyen ifadeler kullandığına şahit
olmaktayız. Bilhassa muasırı ve talebelik arkadaşı ‘Abdulgafûr el-Lârî’ye
yönelik yaptığı eleştirilerinin çok acımasız olduğunu görmekteyiz. Onunu bu
tutumu, sonraki ulemâ tarafından hiç hoş karşılanmamış ve birçok âlim, bu
gibi eleştirileri yüzünden onu aynı üslupla eleştirmiştir.
123 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
KAYNAKÇA
Abdullah, Majıd Kareem. İsâmüddîn Arabşâh el-İsferâyînî’nin (v. 945/1538),
Hâşiye ʹalâ Tefsîri’l-Beyzâvî adlı yazma eserinin incelenmesi (En’am
Suresi). Çankırı: Çankırı Karatekin Üniversitesi / Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2021.
Adalı, Mustafa. Ḥâşiyetü Adalı ʿale’l-İmtiḥân. Midyat: Dâru Tahkîki’l-Kitâb,
2021.
Adanavî, Ahmed b. Muhamme. Tabâkâtü’l-müfessirîn. Suudi Arabistan:
Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1417.
Afganî, Saîd b. Muhammed b. Ahmed. Fî uṣûli’n-naḥv. Mudiriyyetü’l-Kütüb
ve’l-Matbûâtü’l-Câmiiyye, 1414.
Afganî, Saîd b. Muhammed b. Ahmed. Min târîḫi’n-naḥv. Dâru’l-Fikr, ts.
Afganî, Saîd b. Muhammed b. Ahmed. min Târîḫi’n-naḥvi’l-‘arabî.
Mektebetu’l-Felâh, ts.
Akçay, Halil. Endülüslü Edip ve Şair İbn Zeydûn ve Divanı. Diyarbakır:
Seyda Yayınları 2018.
Akçay, Halil. Arap Dili Gramerinin Küllî Kaideleri. Ankara: Sonçağ
Akademi Yayınları, 2020.
Akçay, Halil. Nûruddîn el-Curcânî ve er-Reşâd fî Şerhi’l-İrşâd Adlı Eseri,
(Son Çağ Akademi Yayınları: Ankara 2019.
Akdemir, Furat. Kelâm Tarihine Giriş (Tarihsel Süreçte Kelam).
Kahramanmaraş: KLM Yayınları, 2022.
Akdemir, Furat. Akıl-Nakil İlişkisi (Kelamda Yöntem ve Esaslar).
Kahramanmaraş: KLM Yayınları, 2023.
Alevî, Ebû İdrîs Yahyâ b. Hamza b. ‘Alî b. İbrâhîm. eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin
li-esrâri’l-belâġa. 3 Cilt. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 1423.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 124
Âmidî, Abdulvehhâb b. Hüseyin b. Veliyüddîn. Şerḫu Abdilvehhâb ‘ale’lVelediyye fî âdâbi’l-bahsi ve’l-münâzara. Mısır: Mektebetu Mustafa’lBâbi’l-Halebî, 1380.
‘Atâvât, Muhammed Abdullah. “Menziletü’l-istişhâd bi’l-Kur’ani’l-kerîm
beyne mesâdiri’l-istişhâdi’n-nahvî”. et-Türâsü’l-arabî 99-100 (2005),
299-316.
Aynî, Bedrüddîn Mahmud b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed. el-Maḳāṣıdü’nnaḥviyye fî şerḥi şevâhidi şürûḥi’l-Elfiyye. thk. ‘Alî Muhammed Fâhır,
Sudânî, Fâhır Ahmed Muhammed, Abdulaziz. 4 Cilt. Kahire: Dâru’sSelâm li’ṭ-Ṭibâʿati ve’n-Neşri ve’t-Tevzîʿ ve’t-Tercume, 1431.
Bâbânî, İsmâîl b. Muhammed. Hediyyetu’l-‘ârifîn esmâʾul-muʾellifîn ve
âs̱âru’l-muṣannifîn. 2 Cilt. Beyrut: Dâru İḥyâʾi Turâs̱i’l-ʿArabî, 1951.
Bahrıkî, Tâhir Molla Abdullah. Hayâtü’l-emcâd mine’l-ulemâi’l-ekrâd. 3 Cilt.
Beyrut: Dâru İbn Ḥazm, 1436.
Belʿâyiş, Affâf. et-Talîlü’n-nahvî İnde İbn Hişâm el-Ensârî. Cezayir: Câmiatu
Muhhamme Haydar, 1438.
Brockelmann, Carl. Târîḫu’l-edebi’l-ʿArabî. çev. Ramazan Abduttevvâb. 6
Cilt. Kahire: Dâru’l-Maʿârif, ts.
Buhârî, Muhammed b. İsmâîl. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. thk. Muḥammed Zuheyr b.
Nâṣır. 9 Cilt. Dâru Tavḳ en-Necât, 1422.
Câmî, Abdurrahmân b. Nizâmiddîn. el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye. Beyrut: Dâru
Ihya’t-Turasi’l-`Arabî, 2011.
Câsım-Abd, Sad Sabbâh-Yusuf Abdulkadir. “el-İlletü’n-nahviyye inde’zZeccâcî”. Külliyetü’t-Terbiyye li’l-Benât 2/14 (2021), 155-172.
Cenâcî, Hasan b. İsmâîl. el-Belâğetü’s-sâfiye fi’l-meâni ve’l-beyân ve’l-bedî‘.
Mısır: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Turâs̱, 2006.
125 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Cevherî, İsmâîl b. Hammâd. Tâcü’l-luga. thk. Ahmed ‘Abdulgafûr Attâr. 6
Cilt. Beyrut: Dâru’l-İlim li’l-Melâyin, 1407.
Culum, Muhammed Faruk. ʻİsâmuddîn el-İsferâyînî’nin Mîzânu’l-Edeb’i
(Nahiv bağlamında). Diyarbakır: Dicle Üniversitesi / Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2022.
Cürcânî, Ebü’l-Hasen ‘Alî b. Muhammed b. ‘Alî. et-Taʿrîfât. Bayrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 1403.
Cürcânî, Ebü’l-Hasen ‘Alî b. Muhammed b. ‘Alî. el-Mantikü’l-vâdih (elkubrâ fi’l-mantık). Bayrut: Beytü’l-İlm li’n-Nâbihîn, ts.
Çelebî, Kâtib. Keşfü’ẓ-ẓunûn ʿan esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn. 6 Cilt. Dârü’lkütüb al-`ilmiyye, 1941.
Desûḳı̄, Muḥammed b. Aḥmed b. ʿArefe ed-. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’t-Telḫîṣ. thk.
Abdulhamîd el-Hindâvî. Beyrut: el-Mektebetü el-aṣriyye, ts.
Durmu, Pala, İsmâîl, İskender. “İstiâre”. TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2001.
Durmuş, İsmâîl. “İsferâyînî, İsâmüddin”. İstanbul: TDV İslâm Ansiklopedisi,
2000.
Durmuş, İsmâîl. “Teşbih”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
Istanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 2011.
Durmuş, İsmâîl. “Tevriye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
İstanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 2012.
Ergüven, Şahabettin. “Endülüs’te Dil ve Nahiv Çalışmaları”. Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6/12 (2007).
Eşkinânî, Muhammed. ‘İlmü’t-tefkîr tavdîhu Ḥullâṣeti’l-mantık li’ş-Şeyh
Abdulhâdi el-fadlî, 1442.
Doç. Dr. Mehmet Aziz YAŞAR | 126
Eyyûbî, Ebu’l-Fidâ’, el-Meliku’l-Müeyyed ‘İmâdüddîn İsmâîl b. ‘Alî b.
Mahmud. el-Kennâş fî fenneyi’n-nahvi ve’s-sarf. thk. Riyâd b. Hasan
el-Havâm. Bayrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 2000.
Ferâhîdî, el-Halîl b. Ahmed. Kitâbü’l-ʿAyn. thk. Mahzûmî-Sâmirâî, Mehdiİbrahim 8 Cilt. Dâr Mektebeti’l-Hilâl, ts.
Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kūb b. Muhammed. el-Ḳāmûsü’lmuḥîṭ. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1426.
Gazzâlî, Muḥammed b. Muḥammed. Mi‘yâru’l-‘İlm fi’l-mantık. Bayrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.
Geylani, Mahfuz. “Arap Dil Ekolleri ve Önde Gelen Temsilcileri”. İhya 6/1
(2020).
Gümüş, Sadreddin. “Cürcânî, Seyyid Şerîf”. TDV İslam Ansiklopedisi. C. 8.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1993.
Habenneke, Abdurrahman b. Hasan el-Meydânî. el-Belâğetü’l-arabiyye. 2
Cilt. Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1426.
Habeşî, Abdullah Muhammed. Câmiu’ş-şürûhi ve’l-havâşî. 3 Cilt. Abu Dabî:
el-Mecmeu’s-sekafî, 2004.
Habeşî, Nûr. Ḥâşiyetül-İsâmi’l-İsferâyînî ʿalâ Tefsîri’l-Beyżâvî, ts.
Ḥacvī es̱-S̱aʿlabī El-Caʿferī, Muḥammed b. El-Ḥasan b. el-ʿArabī b.
Muḥammed. el-Fikru’s-sāmī fi tariḫi’l-fiḳhi’l ̣ -İslamī. 2 Cilt. Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 1995.
Halebî, Abdulvâhid b. ‘Alî. Merâtibu’n-nahviyyîn. Kahire: Mektebetu Nahde,
ts.
Hânsârî, Muhammed Bakır b. Zeynelabidin. Ravdâtu’l-cennât fî ahvâli’lulemâ ve’s-sadat. Tahran: Mektebetu İsmâîliyyân, 2011.
127 | İSFERÂYÎNÎ VE ʿİṢÂM ʿALE’L-CÂMÎ ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
Harpûtî, Abdulhamid. ḥâşiyetü’l-ḫarbûtî ‘alâ Tüḥfeti’l-‘avâmil. thk. Ahmet
Gemi. Ankara: İlahiyât Yayınları, 2019.
Hasenî, Abdülhayy b. Fahriddîn b. Abdilalî. Nüzhetü’l-ḫavâṭır ve behcetü’lmesâmiʿ ve’n-nevâẓır. 8 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Ḥazm, 1420.
Hâşimî, Ahmed b. İbrahim b. Mustafa. Cevâhiru’l-belâga fi’l-meanî ve’lbeyân ve’l-bedî‘. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, ts....
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
.HARRAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
ZEHEBÎ VE SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ ADLI ESERİ
Fatih AKYOLCU
ŞANLIURFA-2023
T.C.
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
ZEHEBÎ VE SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ ADLI ESERİ
Fatih AKYOLCU
Danışman
Doç. Dr. Ömer SABUNCU
ŞANLIURFA-2023
ii
Doç. Dr. Ömer SABUNCU danışmanlığında, Fatih AKYOLCU’nun hazırladığı “Zehebî
ve Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ Adlı Eseri” konulu bu çalışma 25/05/2023 tarihinde aşağıdaki
jüri tarafından Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları
Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
? Oybirliğiyle / ? Oy çokluğu ile
İmza
Danışman Doç. Dr. Ömer SABUNCU
Üye Doç. Dr. İbrahim BARCA
Üye Dr. Öğr. Üyesi Abdurrahim
ARSLAN
Bu tezin İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalında yapıldığını ve enstitümüz
kurallarına göre düzenlendiğini onaylarım.
Prof. Dr. Şevket ÖKTEN
Enstitü Müdürü
Bu çalışma: HÜBAP Tarafından Desteklenmiştir.
Proje No : 22249
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunundaki hükümlere tabidir.
T.C.
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK LİSANS
TEZ ONAY SAYFASI
iii
Doküman No: HRÜ-KYS-FRM-015
Yayın Tarihi: ..../…./.20…
Revizyon No:
RevizyonTarihi:
Sayfa No.: 3 / 151
ÖĞRENCİNİN
Öğrenci No 205226003
Adı / Soyadı Fatih AKYOLCU
Anabilim Dalı/Programı İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı/ Tezli Yüksek Lisans
Tez Konusu Zehebî ve Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ Adlı Eseri
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Yukarıda başlığı belirtilen Yüksek Lisans Tez çalışmamın a) Kapak sayfası, b) Giriş,
c) Ana bölümler ve d) Sonuç kısımlarından oluşan toplam 143 sayfalık kısmına ilişkin,
05/05/2023 tarihinde şahsım/ danışmanım tarafından Turnitin adlı intihal tespit programından
aşağıda belirtilen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan orijinallik raporuna göre, benzerlik
oranı %16’dır. Ayrıca Tez çalışması hiçbir blok kopyalama içermemektedir.
Uygulanan filtrelemeler:
1- Kabul/Onay ve Bildirim sayfaları hariç,
2- Kaynakça hariç
3- Alıntılar hariç/dâhil
4- 5 kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç
Yükseköğretim Kurulu Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi, Harran
Üniversitesi Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesini ve Harran Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez çalışması Orijinallik Raporu alınması ve kullanılması
Uygulama Esasları’nı inceledim ve bu Uygulama Esasları’nda belirtilen azami benzerlik
oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini; aksinin tespit edileceği
muhtemel durumda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul ettiğimi ve yukarıda
vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim. Etik ihlal tespiti halinde, Enstitü
yönetim kurulunca, diplomamın iptal edilmesini kabul ediyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
05/05/2023
Fatih AKYOLCU
Yukarıda yer alan raporun ve beyanın doğruluğunu onaylarım. 05/05/2023
Doç. Dr. Ömer SABUNCU
(Danışman)
T.C.
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
TEZLİ YÜKSEK LİSANS
ORİJİNALLİK RAPORU ve
BEYAN FORMU
iv
ÖZET
ZEHEBÎ VE SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ ADLI ESERİ
AKYOLCU, Fatih
Yüksek Lisans Tezi
İslâm Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ömer SABUNCU
Mayıs, 2023, 145 Sayfa
İslâm ilim geleneğinde gerek yazdığı eserlerde gerekse birçok çalışmayı
gözden geçirerek yeni bir usul ortaya koyan Zehebî, İslâm tarihinde özellikle tabakât
ve terâcim alanında eserler kaleme almıştır. Genç yaşlardan itibaren Şam bölgesinde
bulunan âlimlerden çeşitli dersler almış ve bazı hadis merkezlerinde de hocalık yapma
fırsatı bulmuştur. Onu ilme sevk eden birçok etken mevcut olmakla birlikte ilimle
iştigal eden ve ilme kıymet veren bir ailede dünyaya gelmesi en önemli etkenlerden
bir tanesi olduğu söylenebilir. Nitekim babası oğlunun ilimle uğraşması için tüm
imkânlarını sunmuş ve her daim desteğini hissettirmiştir. Yine genç yaşlardan itibaren
eser kaleme almaya başlayan Zehebî, kendi dönemine kadar çeşitli alanlarda yazılan
birçok eseri okuyup üzerine çalışmalar yaparak farklı alanlarda bilgi sahibi olmuştur.
Ancak onun hayatına bakıldığında hususen hadis ve tarih alanındaki yetkinliğinin daha
fazla ön planda olduğu görülmektedir. Zaten çalışmalarının yoğunluğu da bu iki alan
özelinde olmuştur. Ricâl ilmi çatısı altında hem hadis hem de tarih alanlarını kapsayan
eserler kaleme alan Zehebî, bu alanda farklı bir metot ortaya koyarak kendisinden
sonra gelen nesillere kaynaklık etmiştir. Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ, Zehebî’nin ilim
dünyasında tanınmasını sağlayan en önemli eserlerindendir. Siyeru a‘lâm’da Zehebî,
başta hadis âlimleri olmak üzere İslâm tarihinde önemli şahsiyetleri tabakalar halinde
tanıtmıştır. Bu eser, Asr-ı saâdet döneminden 700/1301 yılına kadar olan kırk tabakayı
ve 7000 civarında şahsiyetin hayatını ihtiva etmektedir. Eserinde her şahsa şöhretine
ve ilmî seviyesine göre yer veren Zehebî onların isim, nesep, lakap, künye, nisbe gibi
özelliklerini dakik bir tutumla tespit etmiştir. Her bir şahsın doğum tarihini, yetişme
şekli, hocaları, talebeleri, eserleri, inanç durumu ve vefat tarihini belirtmiştir.
Tercemesini ele aldıkları içerisinde kimini savunmuş, kimini eleştirmiştir.
v
Biyografisini verdiği râvileri cerh-ta‘dîl açısından değerlendirmiş, bunu yaparken
genellikle o şahısla aynı asırda yaşayan güvenilir âlimlerin görüşlerini sıralamıştır.
Anahtar Kelimeler: İslâm Tarihi, Zehebî, Ricâl, Terâcim, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ
vi
ABSTRACT
AZ-ZAHABI AND HIS BOOK SIYAR A‘LAM AL-NUBALA
AKYOLCU, Fatih
Master’s Thesis
Department of Islamic History and Arts
Advisor: Assoc. Prof. Ömer SABUNCU
May, 2023, 145 Pages
In the tradition of Islamic scholarship, Dhahabi, who introduced a new method
by presenting a new approach in both his written works and extensive research, wrote
notable works in the field of Islamic history especially on the fields of tabaqat and
tarajim. From a young age, Dhahabi received various lessons from scholars in the
region of Damascus and also had the opportunity to teach in some hadith centers.
While there are many factors that lead him to knowledge, it can be said that one of the
most important factors is that he was born in a family that was engaged in knowledge
and valued knowledge. Indeed, his father provided all the opportunities for his son to
engage in knowledge and always made him feel his support. Furthermore, Dhahabi,
who started to write works from young age, gained knowledge in different fields by
reading and working on many works written in various fields until his time. However,
when looking at his life, it is seen that his competence in the fields of hadith and history
is more prominent. In fact, the intensity of his work has been specific to these two
fields. Dhahabi, who wrote works covering both hadith and history under the roof of
Rijal’s science, provided a different methodology in this field and became a source for
the generations that came after him. Siyar a`lam al-nubala is one of the most important
works of Dhahabi that made him known in the scientific world. In Siyar a’lam,
Dhahabi introduced important figures in Islamic history, especially hadith scholars, in
layers order. This work includes forty generations and the lives of approximately 7,000
personalities from the time of the Prophet until the year 700/1301. In his work,
Dhahabi, give place to each person according to their reputation and scientific level,
meticulously determined their name, lineage, nickname, title, and other characteristics.
He indicated the date of birth, upbringing style, teachers, students, works, belief status,
and date of death of each individual. Among those whose biographies they took on, he
vii
defended some and criticized others. He evaluated the narrators whose biographies he
provided in terms of criticism (jarh) and praise (ta'dil), while doing this, he often listed
the opinions of reliable scholars who lived in the same century as those individuals.
Keywords: Islamic History Dhahabi, Rijal’s, Tarajim Siyar A‘lam Al-Nubala
viii
ZEHEBÎ VE SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ ADLI ESERİ
İÇİNDEKİLER
TEZ ONAY SAYFASI İİ
ORİJİNALLİK RAPORU ve BEYAN FORMU İİİ
ÖZET İV
ABSTRACT Vİ
İÇİNDEKİLER Vİİİ
KISALTMALAR Xİİ
GİRİŞ 1
A. Araştırmanın Konusu ve Önemi 1
B. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı 5
C. Araştırmanın Yöntemi 7
D. Araştırmanın Kaynakları 8
BİRİNCİ BÖLÜM
ZEHEBÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM, HAYATI VE ESERLERİ
1.1. Yaşadığı Dönem 12
1.1.1. Memlükler’de İdarî, Askeri, Adlî ve Siyasî Otorite 13
1.1.2. İlim, Kültür, İktisâdî ve İctimâî Hayatı 14
1.2. Hayatı 17
1.2.1. İsmi, Doğumu, Künyesi ve Nisbesi 17
1.2.2. Ailesi 18
1.3. İlim Tahsili ve İlmî Seyahatleri 20
1.3.1. Dımaşk İçerisindeki Rihleleri 22
1.3.1.1. Zehebî’nin Dımaşk’a Yakın Bölgelere Rihleleri 23
1.3.2. Zehebî’nin Filistin Bölgesine Rihlesi 26
1.3.3. Mısır Bölgesine Yaptığı İlmî Yolculuklar 27
1.3.4. Zehebî’nin Hac Yolculuğu 28
1.4. Hocaları ve Akranları 30
1.4.1. Hocaları 30
1.4.2. Akranları 37
1.5. Öğrencileri 42
1.6. Tarihçiliği ve Tarih İlmine Katkısı 47
1.7. Zehebî’nin Üstlendiği Görevler 51
1.8. Hastalığı ve Vefatı 53
1.9. Eserleri 54
1.9.1. Kıraat Alanında Telif Edilenler 55
ix
1.9.2. Hadis Alanında Telif Edilenler 55
1.9.2.1. Mustalah, İlmü’r-Ricâl ve Cerh-Taʿdil Alanında Yazılanlar 56
1.9.3. Akaid Alanında Telif Edilenler 57
1.9.4. Fıkıh ve Fıkıh Usulü Alanında Telif Edilenler 58
1.9.5. Tarih ve Terâcim Alanında Telif Edilenler 59
İKİNCİ BÖLÜM
SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ
2.1. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Yazılış Tarihi ve Farklı İsimlendirilmesi 62
2.2. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Tarihçi Râvileri ve Kaynakları 64
2.2.1. Tarihçi Râvileri 64
2.2.2. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Kaynakları 65
2.2.1.1. Tarih ve Terâcim Kaynakları 66
2.2.1.2. Hadis ve Diğer Kaynakları 66
2.3. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Genel Tasviri 67
2.4. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’da Tasnif Sistemi 69
2.5. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Tasnif Edilmesi ve Zehebî’de Tabaka Tasavvuru
72
2.5.1. Zehebî’nin Eserlerinde Tabaka Düzeni 73
2.5.2. Tabakât Türü Eserlerinde İç Kurgu ve Terceme Sayısı 74
2.5.3. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ ve Diğer Terâcim Eserlerinde Zaman
Tasavvuru 76
2.6. Siyeru A‘lâm’daki Tercemelerde Kullanılan Rivayetlerin İçeriği ve
Değerlendirilmesi 85
2.7. Siyeru A‘lâm’daki Tercemelerin Yapısını Oluşturan Unsurlar 91
2.8. Zehebî’nin Siyeru A‘lâm’da Ele Aldığı Biyografilerdeki Seçicilik 92
2.9. Siyeru A‘lâm’da Tercemelerdeki Çeşitliliğin Kapsayıcılığı 93
2.10. Siyeru A‘lâm’daki Tercemelerde Bölgesel Dengenin Gözetilmesi ve
Kapsayıcılığı 94
2.11. Siyeru A‘lâm’da Tabakalar ve Ciltler Arasında Zamansal Dengenin Korunması
96
2.12. Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’da Tercemelerin İçerik Boyutu 97
2.13. Tercemelerin Ana Yapısı ve İçerdiği Bilgiler Yönünden Siyeru A‘lâmi’nNübelâ 101
2.14. Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’da Tarihsel Verilerin İşlenmesi 105
2.15. Siyeru Aʿlâm’da Kavramsal Değerlendirmeler 108
2.16. Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’nın İslâm Tarihindeki Önemi ve İlmî Değeri 113
2.17. Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’nın Toplumun İncelenmesindeki Önemi 112
x
SONUÇ 115
KAYNAKÇA 118
EKLER
xi
EKLER
EK 1 Zehebî ve öğrencisi Makdisî’nin hocalık yaptığı Medresetü’tTenkiziyye- Kudüs/Filistin Ek s. 1
EK 2 Zehebî’nin h. 729 yılında hocalık yaptığı “Darü’l-Hadisi’s-Zâhiriyye”
Medresesi Ek s. 2
EK 3 Zehebî’nin hocası İbn Teymiyye’ye yazdığı iddia edilen mektup
nüshası Ek s. 3
EK 4 Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın yedinci cildinin giriş kısmı Ek s. 5
EK 5 Müellifin kendi nüshasında onuncu cildin ilk tercemesi Muhakkiklerin
on beşinci cildinin ilk tercemesi Ek s. 6
EK 6 Müellifin kendi nüshasında dokuzuncu cildin ilk tercemesi
Muhakkiklerin on üçüncü cildinin ilk tercemesi Ek s. 7
xii
KISALTMALAR
b. Bin, İbn
bkz. Bakınız
bsk. Baskı
c. Cilt
c.c. Celle Celalüh
çev. Çeviren
DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
ed. Editör
h. Hicri
Hz. Hazreti
İSAM İslam Araştırmaları Merkezi
m. Miladi
nşr. Neşreden
r.a. Radıyallahu anh
s. Sayfa
(s.a.v.) Sallallahu aleyhi ve sellem
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
thk. Tahkik eden
trc. Tercüme eden
ts. Tarihsiz
vb. Ve benzeri
yay. Yayınlar
yy. Yüzyıl
1
GİRİŞ
A. Araştırmanın Konusu ve Önemi
Hicri 3. yy’dan bu yana âlimler, toplumun ilmî noktada ‘sistemli bir şekilde’1
daha üst seviyeye çıkması için farklı içerikte çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Bu
süreden önce yapılan ilmî çalışmalar günümüz tasnifât çerçevesine bağlı olmaksızın
kayda alınmıştır. Ancak hadislerin tedvin faaliyetinden sonra hemen hemen her alanda
sistemli bir ilerleme usulü benimsenmiştir. Bu bakış açısıyla gelişen ilim geleneği
yazılan/yazılacak eserlerin de temel çerçevesinin oluşmasına katkı sağlamıştır.
Selef âlimlerinin titiz bir tutumla kayda aldıkları bu faaliyetler halefleri
tarafından bir metot ve usulle ilim sahasının istifadesine sunulmuştur. Zira bir metot
ve usul esas alınarak yazılan eserlerin ilim camiası tarafından daha rahat bir şekilde
okunması ve daha müstefad olduğu kabul edilen bir gerçekliktir. Ulemânın ortaya
koyduğu bu metot yalnızca hadis alanında olmayıp bilakis tüm İslâmî ilimleri
kapsamaktadır. Bu durum sadece Müslüman âlimler tarafından benimsenmemiş
bilakis Batı dünyasında ilimle uğraşanlar tarafından takip edilmiştir.2
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) nübüvveti ile başlayan ilim geleneği günümüze kadar
güncelliğini koruyagelmiş, çeşitli dallara ayrılarak insanlığın ilgi duyduğu ve
yöneldiği geniş bir yelpazeye sahip olmuştur. Bu dallar içerisinde tarih ilminin
ilgilendiği terceme (biyografi) ve tabakât, hadis ilminde ise genel anlamda ilmü’r-ricâl
ön plana çıkmıştır. Hadis ve tarih ilmini ortak paydada buluşturan bu dalların yolu
kimi zaman ayrı çalışmalarda kesişirken birçok âlimin aynı çalışma veya ilgi alanı
olarak birlikte ele aldığı dallar olmuştur. Bunun neticesi olarak İslâm tarihinde
geçmişten günümüze kadar okunan, müzakere edilen ve üzerine çeşitli çalışmalar
(şerh, haşiye, tez vb.) yapılan eserler ortaya konulmuştur.
Yukarıda bahsedilen hadis ve tarih ilminin ortak paydada buluşması konusu
çalışmamızın da ana çerçevesini oluşturan temel argümanlardan biridir. Çünkü Zehebî
1 H. 3. yy’dan itibaren âlimler İslâmî ilimlerin birçok bölümündeki eserlerini bir sistem üzerine kaleme
almaya başlamışlardır. Başta hadis olmak üzere; tefsir, fıkıh, kelam gibi alanlar sistemli müstakil eserler
ortaya koymuştur. Bkz: Ömer Türker, “İslam Düşüncesinde İlimler Tasnifi”, İstanbul University
Journal of Sociology 3/22 (15 Ekim 2011), 537.
2 Edip Akyol, “İslâm Medeniyeti’nin Batı’ya Etkileri İle İlgili Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM 7 (01
Aralık 2006), 120.
2
birçok ilimde kendini yetiştirmiş olmakla birlikte bu iki alana daha fazla ilgi göstermiş
ve diğer alanlara kıyasla bu iki alanda daha fazla eser kaleme almıştır. Nitekim aşağıda
ele alınacağı üzere hayatının büyük bir kısmını bu iki ilme adamıştır. Öyle ki ele aldığı
hadis ve tarih kitaplarında bu iki ilmi de başarılı bir şekilde işlemiş tabiri caizse
bulunduğu çevreye nazaran farklı bir terceme usulü ortaya koymuştur. Belki de iddialı
gibi görünen bu cümlenin hakikati onun velûd hayatının okunmasıyla anlaşılacaktır.
Hicri 3. asırdan itibaren kaleme alınmaya başlanan terceme türü eserler ilk
başlarda tabakât eserlerinin çatısı altına dahil edilmekteydi. Tabakât eserleri de ‘Genel
Tabakât Eserleri’ ve Özel Tabakât Eserleri’ olmak üzere iki temel başlığa
ayrılmaktaydı. İbn Sa‘d (ö. 230/845) ve Halife b. Hayyât (ö. 240/854-55) bu alanda
eser kaleme alan ilk müelliflerdendir.3 Bu âlimler kendi alanlarında öncü metotlar
ortaya koymuşlar ve sonrakileri bu yönleriyle etkilemişlerdir. Bu alanda çalışmak
isteyen sonraki âlimler bu eserlere başvurarak takip edilen metodu inceleme fırsatı
bulmuş ve çalışmaları için örneklik teşkil etmiştir.
Eyyûbîler (1171-1462) ve ardından gelen Memlük Devletleri (1250-1517)
dönemlerinde, başta Şam ve Mısır olmak üzere tüm Müslüman şehirlerde Moğol ve
Haçlı saldırılarıyla birlikte ilim ve eğitim sahasında oluşan tahribatın ardından
tekrardan ilmî faaliyetleri ihya etme yolu takip edilerek başta hadis, fıkıh ve İslâm
tarihi alanlarına büyük bir ivme kazandırılmıştır. İbn Teymiyye (ö. 622/1225), İz b.
Abdüsselâm (ö. 660/1262) ve Sübkî (ö. 771/1370) fıkıh; İbn Dakîkul‘îd (ö. 702/1302),
Mizzî (ö. 742/1341) ve Birzalî (ö. 739/1339) hadis; İbn Hallikân (ö. 681/1282), İbn
Seyyidünnâs (ö. 734/1334) ve Zehebî (ö. 748/1348) tarih alanlarında önemli katkılar
yapmışlardır. Bu âlimler kendi ilmî çalışmalarını talebe yetiştirmenin yanı sıra
günümüze kadar başvuru kaynağı olan önemli eserleri kaleme alarak sürdürmüşlerdir.
İslâm tarihinde müstakil bir terceme faaliyetinin varlığı, kendine has içerik ve
üslupla birlikte diğer bilimlerden ayrılıp daha özgün bir alana sahip olduğunu; ortaya
koyduğu eserlerle kanıtlamıştır. Terâcim türü eserler ilk dönemlerden itibaren titizlikle
yazılmıştır. Bu hususta toplumun geçmişe atfettiği kıymet ve merak duygusu; tarih
ilmine yönelme, bilgi toplama ve bu bilgiyi işlemede etkili olmuştur.
4 Bu husus göz
3 Muhammed Aslan, “Tabakat Kitapları ve Hadis İlmine Sağladıkları Faydalar”, Bingöl Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/10 (15 Aralık 2017), 279.
4 Aslan, “Tabakat Kitapları”, 281.
3
önünde bulundurularak söz konusu çalışmanın ilk bölümünde Siyeru a‘lâm müellifi
Zehebî’nin hayatı ele alınmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde müellifin yaşadığı
dönem temel hatlarıyla ele alınmış ve dönemi genel bir perspektif ile tahayyül etme
imkânı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu sebeple Memlükler dönemi siyasî, sosyal,
iktisadî, kültürel, eğitim ve askerî yönleri ayrıntıya girmeden yüzeysel bir şekilde ele
alınmıştır. Dönemin yüzeysel olarak ele alınmasının gayesi; dönemin serencamını
bilip müellif ve yazmış olduğu eser hakkında genel kanaatin sağlıklı bir şekilde hasıl
olmasını sağlamaktır. Daha sonra Zehebî’nin doğumundan vefatına kadar yaşadığı
seksen beş yıllık hayatı ayrıntılı bir şekilde ele alındı. Bu kısım içerisinde; doğumu,
ailesi, künyesi, eğitim hayatı, ilmî şahsiyeti, üstlendiği görevler, hocaları, talebeleri,
çağdaşları, vefatı vb. başlıklar yer almaktadır. Bu başlıkların yanı sıra onun tarihçiliği
ve eserleri de ayrı bir başlık altında ele alınmıştır. Zira söz konusu âlim/müellif
muhaddis kimliğinin yanında tarih alanında da büyük bir otorite kabul edilmektedir.
Eserlerinin sayı ve hacim olarak fazla olması da Zehebî’nin ilmî birikimin büyüklüğü
için bir delildir. Zira muhtelif alanlarda üç yüzün üzerinde eser kaleme almıştır. Bu
eserlerin bir kısmı özgün konuları kapsamakta diğer kısmı ise geçmiş ulemânın yazdığı
eserler üzerine yapılan çalışmalardır.
Çalışmanın ikinci bölümünde ise üzerine çalıştığımız Siyeru a‘lâmi’n-Nübelâ
adlı eser incelendi. Alanında yazılan hacimli eserler arasında olan bu kitabın neden bu
denli önemli olduğu sorusu üzerinden gelişen bu çalışmada bu temel sorunun
cevapları; içeriği üzerinden verilmeye gayret edildi. Bu bölümde eserin metodu ve
içerdiği konular üzerinde yoğunlaşıldı. Bundaki temel gaye çalışmanın konusu olan
eserin içeriğinin ne olduğu ve müellifin bu içeriği ne şekilde ele aldığını tespit
etmektir. Eser incelenirken iki tür inceleme metodu esas alınmıştır. Bunlardan birincisi
eserin teknik olarak incelenmesi -ki bunlar içerisinde eserin kaç cilt olduğu, içerdiği
terceme sayısı, müellifin esas aldığı kaynaklar ve rivayette bulunduğu râviler, eserin
düzen ve tertibi, eseri tabakalara ayırması ve bu tabakaların sayısı vb. başlıklar
bulunmaktadır. Diğer inceleme türü ise içeriğin tarih alanına katkıları esas alınarak
oluşturulmuştur. Bu incelemenin içeriğinde ise; Müellifin tabakât türü eserlerinde
zamansal birliğin nasıl oluşturulduğu, söz konusu eser olan Siyeru a‘lâm’da bulunan
tercemelerin şekilsel yapısı ve bu terceme içeriğine alınan rivayetlerin/bilgilerin nasıl
bir araya getirildiği, hem mekânsal hem de zamansal birliğin nasıl dengelendiği,
4
tercemelerin sadece bir döneme, mezhebe, akıma, bölgeye hasredilmesine dikkat
edilmesi, eserin eleştiri metodu (sened-metin), Siyeru a‘lâm’ın İslâm tabakât tarihine
etkisi ve son olarak bu eserden yola çıkarak farklı dönemlerin incelenmeye tâbi
tutulması gibi temel başlıklar yer almaktadır. Ancak bahsi geçen bu iki tür inceleme
tezde yazılı olarak başlıklandırılmayıp tarafımızca ayrıma gittiğimiz bir inceleme
metodudur.
Terâcim alanında yazılmış olan Siyeru a‘lâm’ın müstakil olarak ülkemizde ilk
kez ele alınıyor olması hasebiyle tarafımıza büyük bir sorumluluk getirdiğini belirtmek
isteriz. Nitekim yaptığımız araştırma ve incelemeler sonucunda bu konuya yönelik Bûr
Saîd Üniversitesinde Emel Âdil Tâhâ el-Behâî’nin hazırladığı; “et-Türâsü’l-Terbevî fî
ba‘di kitâbât el-İmâm Şemsüddin ez-Zehebî hassaten kitâbühü Siyeru A‘lâmi’nNübelâ” adlı doktora çalışması,5 Musul Üniversitesinde Ferrâs Muhammed Hüseyin
Muhammed tarafından hazırlanan “ez-Zehebî ve Menhecühü fî Kitâbihi Siyeru
A‘lâmi’-Nübelâ” isimli yüksek lisans tezi,
6 Kahire Üniversitesinde Abdullah Ahmed
Fuâd’ın hazırlamış olduğu; “eş-Şi‘ru fî Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ li’z-Zehebî” adlı
yüksek lisans tezi,7 Emel Âdil Tâhâ el-Behâî’nin hazırladığı; “Kadâyâ’l-İlmi ve’tTa‘lim ve’t-Taallüm İnde’l-İmâm ez-Zehebî Min Hilâli Kitâbü Siyeru A‘lâmi’nNübelâ” adlı makale,
8 Ezher Üniversitesinden Abdullah b. Avvâd el-Cühenî ve
Mustafa Ahmed Muhammed’in birlikte yazdıkları; “Min Kadâyâ İlmü’l-Kıraât fî
Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ Li’ş-Şemsüddin ez-Zehebî (748/673) Ardun ve Münakaşe”
adlı makale,9 Musul Üniversitesinden Nâyif Muhammed Şebîb’in kaleme aldığı;
“Şüyûhü’l-Mu‘tezile ve Akâidihim fî kitâbi Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ li’z-Zehebî” adlı
makale,10 Deyâlî Üniversitesinden Ayât Ali Hudayr Abbas ve Semâhir Muhyî
5 Emel Âdil Tâhâ el-Behâî, et-Türâsü’l-Terbevî fî ba‘di kitâbât el-İmâm Şemsüddin ez-Zehebî hassaten
kitâbühü Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ” (Bûr Saîd: Bûr Saîd Üniversitesi, Doktora Tezi, 1438/2017).
6 Bu çalışma ile alakalı yalnızca on beş sayfalık bir izlenceye raslandı. Musul Üniversitesi kütüphanesi
ile iletişime geçildiyse de tez’in tamamına ulaşamadık. Bkz: Ferrâs Muhammed Hüseyin Muhammed,
ez-Zehebî ve Menhecühü fî Kitâbihi Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ (Musul: Musul Üniversitesi, Yüksek
Lisans, 1431/2010).
7 Abdullah Ahmed Fuâd, eş-Şi‘ru fî Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ li’z-Zehebî (Kahire: Kahire Üniversitesi
Külliyetü’l-Ulûm, Yüksek Lisans Tezi, 1431/2010).
8 Emel Âdil Tâhâ el-Behâî, “Kadâyâ’l-İlmi ve’t-Ta‘lim ve’t-Taallüm İnde’l-İmâm ez-Zehebî Min Hilâli
Kitâbü Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ”, Mecelletü Külliyetü’t-Terbeviyye 24/24 (1439/2018), 229-260.
9 Abdullah b. Avvâd el-Cühenî - Mustafa Ahmed Muhammed, “Min Kadâyâ İlmü’l-Kıraât fî Siyeru
A‘lâmi’-Nübelâ Li’ş-Şemsüddin ez-Zehebî (748/673) Ardun ve Münakaşe”, el-Mecelletü’l-İlmiyye liKülliyeti’l-Kur’an 3/1 (2017), 156-210.
10 Nâyif Muhammed Şebîb, “Şüyûhü’l-Mu‘tezile ve Akâidihim fî kitâbi Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ li’zZehebî”, Mecelletü Ebhâs Külliyetü’t-Terbeviyyetü’l-İslâmiyye 13/1 (2014), 483-504.
5
Musa’nın beraber hazırladıkları; “İstişhâdü’z-Zehebî bi’l-Ebyâti’ş-Şi‘riyye an eimmeti
ehli’l-beyt fî kitâbihi Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ” adlı makaleleri,11 Hayati Yılmaz’ın
“Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ ve İki Ayrı Neşri” ve Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’nın Beşşâr
Avvâd Ma‘ruf tarafından kaleme alınan mukaddimesi gibi çalışmalar tespit edildi. Bu
bilgiler neticesinde ele aldığımız çalışmanın ülkemizde İslâm tarihi ve hadis alanlarına
katkı sağlaması çalışmayı daha anlamlı kılacaktır.
B. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Çalışmamızın amacı, İslâm tarihinin ilim yönünden verimli olduğu Memlükler
döneminde yaşamış olup hayatının büyük çoğunluğunu ilim tahsili, talebe yetiştirme
ve eser telif etme ile geçirmiş olan Zehebî’nin hayatını ve alanında yazılmış en önemli
eserlerden olan Siyeru a‘lâmi’n-Nübelâ’yı gerek içerik gerekse metot açısından
incelemeye tâbi tutmaktır. Yukarıda Zehebî ve Siyeru a‘lâm hakkında yapılan tez,
kitap ve makale çalışmaları zikredildi. Farklı başlıklarla işlenen bu çalışmaların
genellikle diğer ülkelerde olduğu fakat ülkemizde akademi camiasında detaylı bir
çalışmanın yapılmadığını ifade etmek isteriz. Bundan dolayı çalışmanın amaçlarından
biri Zehebî ve Siyeru a‘lâm eserini detaylı bir şekilde incelemektir. Çalışmanın
amaçlarından biri de İslâmî ilimler içerisinde yazılmış olan Siyeru a‘lâm kendisinden
sonra yazılan birçok çalışma için mutlaka başvuru kaynağı olduğu defaatle
görüldüğünden en azından bir tez ile de olsa incelenmesidir. Bundan mütevellit bu
eseri ve müellifini inceleme ihtiyacı hissedilmiştir.
Tespit edilebildiği kadarıyla ülkemizde Zehebî ve eserini müstakil olarak ele
alan bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak özellikle yazarı ve farklı eserlerini konu alan
birtakım çalışmalar yapılmıştır. Örneğin Azime Güleç Topçu’nun “Zehebi ve
Mizanü’l-İtidal’indeki Cerh ve Tadil Metodu” çalışmasında da Zehebî’nin Mîzan
eserinde râvileri ne şekilde cerh-tadil ettiğini ele almaktadır.12
Tuba Öztürk
“Zehebî’nin Kitabü’l-Kebâir Adlı Eserinin Hadis İlimleri Açısından
Değerlendirilmesi” çalışmasında ise Zehebî’nin yaşadığı dönemi ve hayatını kısaca
11 Semâhir Muhyî Musa - Ayât Ali Hudayr Abbas, “İstişhâdü’z-Zehebî bi’l-Ebyâti’ş-Şi‘riyye an
eimmeti ehli’l-beyt fî kitâbihi Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ”, Mecelletü Deyâlî li’l-buhûsi’l-İnsaniyye 4/91
(2022), 79-98.
12 Azime Güleç Topçu, Zehebi ve Mizanü’l-İtidal’indeki Cerh ve Tadil Metodu (Isparta: Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 1997).
6
ele aldıktan sonra büyük günah kavramını hem Kur’an hem de hadis kanalıyla
açıklamıştır. Daha sonra büyük günahlar hakkında yazılan bu eseri incelemiştir.13
Mehmet Bağcı’nın “Zehebî’nı̇n Telhîsu’l-Müstedrek’inin Değerlendirilmesi (Kitâbü
Ma‘rifeti’s-Sahâbe Örneği)” adlı tezde Zehebî’nin Hâkim en-Nîsâbûrî’nin elMüstedrek adlı eserine yazmış olduğu bu eseri detaylı bir şekilde irdelemiş ve
Zehebî’nin Hâkim’in eserine aldığı değerlendirmelere yönelttiği tenkitleri tespit edip
incelemiştir. Zehebî’nin bu eserinin aynı zamanda kendisinden sonra müstedrek
alanında yazılan eserler için bir kaynaklık oluşturduğunu ifade etmiştir.14 Mehmet
Yılmaz’ın “Zehebî'nin Hadis Kültüründeki Yeri ve Hadis Tenkitçiliği” adlı tezinde
Zehebî’nin muhaddis kimliğini ele almış ve hadis alanında yazdığı eserleri hadis
ilminin tenkidi noktasında incelemeye tabi tutmuştur.15 Muhammed Ali
Büyüksoylu’nun “Zehebî’nin Mîzânü’l-İ’tidâl’inde Kaderî Râviler” tezinde ise ilk
olarak Zehebî’nin hayatına kısaca değinilmiş ve hadis ilmi içerisinde yer alan ricâl
alanında yazılmış en önemli eserlerden biri olan Mîzânü’l-İ’tidâl eserini ele alarak bu
eserde yer alıp kader ile ilgili rivayetlerle ön plana çıkan râviler tespit edilmiş ve
Zehebî’nin bu kimseler hakkındaki görüşleri ele almıştır.16 Tahir Keskin’in “İbn
Hacer’in Mestûr Râvilerine Zehebî’nin Bakışı” tezinde de mestur râvi kavramının
ıstılah manasının hadis ilmindeki tekâmül evresinde geçirmiş olduğu farklılıkları
tanımlanmasını mümkün kılmak adına, bu ilimde otorite olan İbn Hacer’in et-Takrîb
eseri esas alınıp, Zehebî’nin el-Kâşif adlı eseri ile karşılaştırma suretiyle bu konudaki
esas görüşü belirlemeye çalışmıştır.17 Bu çalışmaların yanında Talat Sakallı’nın
“İmam Zehebi ve Tenkid Anlayışı” isimli makalesi de ele aldığımız konuyla irtibatlı
bir çalışma olması hasebiyle burada zikredilmelidir. Bu makale Zehebî’nin hadis
ilminde daha çok ricâl ilmiyle iştigal olduğunu ve hadis alanındaki eserlerinin büyük
bir kısmını da bu alanda kaleme aldığını ifade etmektedir.18 Mahmud Ahmed Reşid
13 Tuba Öztürk, Zehebî’nin Kitabü’l-Kebâir Adlı Eserinin Hadis İlimleri Açısından Değerlendirilmesi
(Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2013).
14 Mehmet Bağcı, Zehebî’nı̇n Telhîsu’l-Müstedrek’inin Değerlendirilmesi (Kitâbü Ma‘rifeti’s-Sahâbe
Örneği) (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2018).
15 Mehmet Yılmaz, Zehebî’nin Hadis Kültüründeki Yeri ve Hadis Tenkitçiliği (Isparta: Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora, 2019), 7-8.
16 Muhammed Ali Büyüksoylu, Zehebî’nin Mîzânü’l-İ’tidâl’inde Kaderî Râviler (İstanbul: İstanbul 29
Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2021).
17 Tahir Keskin, İbn Hacer’in Mestûr Râvilerine Zehebî’nin Bakışı (Mardin: Mardin Artuklu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2021).
18 Talat Sakallı, “İmam Zehebi ve Tenkid Anlayışı”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi 6 (1995), 19-31.
7
ise “Menhecü’l-İmâm ez-Zehebî fi’t-Teâmül Maa Cerhi’l-akrân” isminde bir makale
yazarak Zehebî’nin akran râvilerde cerh-tadil noktasındaki ilişkilerini hangi metodu
takip ederek ele aldığını aktarmaktadır.19 M. Kamel Karabelli’nin “Zehebî’nin
Mîzânu’l-İ‘tidâl Kitabında Sahîh-i Muslim Rivayetlerini Tenkitteki Metodu” isimli
Arapça yazdığı makalesinde ise Zehebî’nin hadis ilmindeki yerine kısaca değinilmiş
ve Müslim’in es-Sahîh’inde yer alan bazı hadislerin Mîzan’ında tenkit edilme
metodundan bahsedilmiştir.20 Bunların yanı sıra Arap alemi başta olmak üzere Doğu
ve Batı’da Zehebî üzerine çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalar gerek onun
hadis yönüne gerekse diğer alanlardaki yetkinliğiyle alakalı çalışmalardır.
Tezimiz yukarıda adı geçen çalışmalardan farklı olarak Zehebî’nin terâcim
alanında kaleme aldığı Siyer’ini içerik, metot ve üslup yönüyle ele almaktadır. Nitekim
yukarıda bahsi geçen ülkemizdeki yüksek lisans ve doktora çalışmaları çoğunlukla
hadis alanında yapılmıştır. Ancak ülkemizde Zehebî’nin Siyeru a‘lâm’ı üzerine İslâm
tarihi alanında herhangi bir yüksek lisans veya doktora çalışmasına rastlamadık. Söz
konusu durum, bu tezin oluşması için en büyük etkenlerden bir tanesiydi. Biz bu tezde
Zehebî’nin hayatıyla birlikte bu eserde rivayetleri aktarış şekli, ele aldığı tercemeleri
nasıl bir yöntemle ele aldığı, aktardığı rivayetleri sened-metin yönünden
değerlendirmeye alıp almadığı gerek terceme sahiplerinin gerek rivayetlerde bulunan
râviler hakkındaki olumlu-olumsuz düşüncelerine yöneldik. Bu tezimizin kapsamı
genel anlamda Hz. Peygamber döneminden Zehebî’nin yaşamış olduğu zaman
dilimidir.
C. Araştırmanın Yöntemi
İslâmî ilimlerde bir kitap üzerine yapılan çalışmalarda ilk önce o eseri telif eden
kişiyi tanıtmak çalışmayı daha verimli kılması açısından önemlidir. Bu minvalde
yapılan çalışma türlerinde (eser-yazar çalışmalarını konu edinen çalışmalar) eser
müellifini daha sağlıklı tanıyabilmek için; o yazarın yaşamış olduğu kültürün,
medeniyetin, coğrafyanın, zamansal zeminin ve o dönemin genel hatlarıyla bilinmesi
gerekir. Nitekim insanın ilmî karakterinin oluşumu içerisinde aynı zamanda ahlak,
19 Mahmud Ahmed Reşid, “Menhecü’l-İmâm ez-Zehebî fi’t-teâmül maa cerhi’l-akrân”, Hadis Tetkikleri
Dergisi 6/2 (2008), 81-100.
20 M. Kamel Karabellı̇, “Zehebî’nin Mîzânu’l-İ’tidâl Kitabında Sahîh-i Muslim Rivayetlerini Tenkitteki
Metodu”, Kocaeli İlahiyat Dergisi 5/1 (25 Haziran 2021), 261-300.
8
edep, maneviyat ve değerlere sahip çıkma vb. özelliklerinin bulunması o kişinin
şahsiyetini ortaya koyan belli başlı özellikler içerisinde yer almaktadır. İnsandaki bu
yönlerinin oluşmasında da zaman, mekân ve içinde yaşanan dönemin şartlarının
değerinin bilinmesi önemli bir husustur. Bu sebeple, tezde asıl konuyu ele almadan
önce giriş kısmında müellifin içinde yaşamış olduğu dönem siyasi, askeri, iktisadi,
sosyal ve ilmî yönden ele alınarak Zehebî’nin yetişmesinde etkili olan bu çevresel
faktörlere yüzeysel bir şekilde temas edilmiştir.
Çalışmanın ilk bölümünü oluşturan Zehebî’nin hayatında; telif etmiş olduğu
eserler başta olmak üzere yaşantısına ve aile efradına yönelik bilgiler aktarılmıştır.
Farklı müellifler tarafından Zehebî hakkında veya onun hayatından bahseden
kitaplardan yola çıkarak doğumu, ailesi, yetişme biçimi, ilim için yapmış olduğu
rıhleler/seyahatlerden bahsedilmiştir. Ayrıca çeşitli eğitim kurumlarında gerek hoca
gerekse yönetici olarak aldığı görevler başlıklar halinde bir düzen içerisinde tanzim
edilmiştir. Çalışmamızın ikinci kısmını oluşturan Siyeru a‘lâm’da müellifin takip ettiği
usul, metot, içerik ve işleyiş konusunda aktarılan bilgiler de başlıklar halinde
düzenlenmiştir. Yine eserin mukaddimesinde ve biyografilerde Zehebî’nin
kaynaklarını belirttiği açıklamalar bulunmaktadır. Bu bilgilerden hareketle istifade
ettiği eser ve şahıslar hakkında da bilgi verilecektir. Bunun aktarılmasındaki temel
gaye; Zehebî gibi muhaddis kimliğiyle ön plana çıkmış bir âlimin tarih alanında bir
eser kaleme alırken istifade ettiği eserleri işleyiş biçimini incelemektir. Çünkü bazen
bir ilimde uzmanlaşan biri başka bir alanda eser telif ederken aynı bakış açısına ve
üsluba takılıp kalabilmektedir. Bu da eserin tam anlamıyla literatüre katkı sağlamasını
kısıtlayan sebepler arasında yer almaktadır. Söz konusu durumu Zehebî’nin -en
azından- tarih alanıyla alakalı yazdığı eserler üzerinden değerlendirildiğinde müellifin
bu eserleri bir tarihçi gözüyle değerlendirdiğini söylemek mümkündür.
D. Araştırmanın Kaynakları
Araştırmamız iki ana başlık altında oluşturulduğundan kaynaklarımız da iki
yönlü olarak belirlenmiştir. Bunlar Zehebî’nin biyografisine dönük eserler ve Siyeru
a‘lâmi’n-nübelâ üzerine hazırlanmış çalışmalardır. Ayrıca buna binaen giriş kısmında
müellifin yaşamış olduğu dönemi esas alan çalışmalara da değinilerek çalışmanın
kaynaklık yönüyle zenginleşmesine imkân sağlanmıştır. Çalışmanın oluşmasında hem
9
Arapça hem de Türkçe kaynaklara müracaat edilmiştir. Zehebî; Memlükler döneminde
devletin yönetim, ilim ve diğer alanlarda etkili olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu
durum ilim geleneğinin daha iyi bir seviyeye taşınması için bir fırsat sunmuş ve o
dönemde yaşamış âlimler bu imkanları değerlendirerek çeşitli çalışmalar ortaya
koymuşlardır. O dönemi ana hatlarıyla ele alan eserler arasında İbn Tağrîberdî’nin (ö.
812/1409-1410) en-Nücûmü’z-zâhire fî mülüki Mısır ve’l-Kahire, Makrîzî’nin (ö.
845/1442), el-Hıtatü’l-Makrîziyye, Sehâvî’nin (ö. 902/1497), ed-Davʾü’l-lâmiʿ liehli’l-karni’t-tâsi, Süyûtî’nin (ö. 911/1505), Hüsnü’l-muhâdara fî târîhi Mısır ve’lKahire, Mahmud Şakir’in İslâm Tarihi’nin Memlük bölümünden istifade edilmiştir.
İslâm tarihi alanında geniş bir yelpazeye sahip olan bu eserler çalışmamıza dönemin
siyasî, ekonomi, askerî ve sosyal yapısı hakkında önemli katkılar sunmuştur. Türkçe
kaynaklar içerisinde Fatih Yahya Ayaz’ın kaleme aldığı Memlükler kitabı Memlükler
dönemini temel başlıklar altında inceleyerek çalışmamıza kaynaklık etmiştir. Bu eser,
giriş kısmında Zehebî’nin yaşadığı dönem başlığında müracaat ettiğimiz bir kaynak
oldu. Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin (1914-1999) kaleme aldığı Ricâlü’l-fikr ve’d-daʿve
fi’l-İslâm eserinde özellikle İbn Teymiyye’nin anlatıldığı bölümde yaşadığı dönemi
yani Memlükler dönemini anlatmaktadır. Bu yönüyle müracaat edilen kaynaklar
arasında yer almaktadır.
İlk bölümü oluşturan Zehebî’nin hayatı kısmında ilk olarak Siyeru a‘lâm’ın
girişinde yer alan ve Beşşâr Avvâd Ma‘ruf tarafından yazılan mukaddimesine
başvurulmuştur. Bu bölüm; hem Zehebî’nin hayatına hem de çalışmamızın ana konusu
olan Siyeru a‘lâm’ın teknik bazı özelliklerine değinmesi yönüyle çalışmamıza nasıl
bakacağımız hususunda yol göstermiştir. Biyografilerle ilgili bilgi ihtiyacını
karşılamak için tabakât-terâcim türü eserlere göz atmak kaçınılmazdır. Zehebî bir
müteahhir dönem âlimidir. Bundan ötürü ancak kendi döneminden sonra yazılan
eserlerde yer almıştır. Tâceddin es-Sübkî’nin (ö. 771/1370), Muʿcemü’ş-şüyûh, İbn
Hacer’in (ö. 852/1449), ed-Dürerü’l-Kâmine, İbnü’l-İmâd’ın (ö. 1089/1679),
Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb, ez-Ziriklî’nin (ö. 1893-1976), el-Aʿlâm eserleri
buna örnek gösterilebilir. Bu eserlerde Zehebî dahil olmak üzere birçok âlimin hayatı
ele alınmış bu da çalışmamızda söz konusu isimler için ara ara başvurulmuştur. Ayrıca
çalışmadaki kişilerin vefat tarihlerinin tespiti için İbn Hallikân’ın (ö. 681/1282),
Vefeyâtü’l-aʿyân ve enbâʾü ebnâʾi’z-zamân, Kütübî’nin (ö. 764/1363), Fevâtü’l-
10
Vefeyât ve’z-zeyl aleyhâ’sı ve tarih usulü konusunda Sehâvî’nin el-İʿlân bi’t-tevbîh limen zemme ehle’t-târîh kaynaklarımız arasındadır.
Genel tarih eserleri ve şehirleri esas alan çalışmalar çalışmamızda geçen bazı
bilgilerin tespitinde kullanılmıştır. Yâkût el-Hamevî’nin (ö. 626/1229), Muʿcemü’lbüldân, İbnü’l-Esir’in (ö. 630/1233), el-Kâmil fi’t-târîh, İbn Kesîr’in (ö. 774/1373),
el-Bidâye ve’n-nihâye’si, çalışmanın özellikle ikinci bölümünde yer alan bazı
değerlendirmelerde sahâbe ile ilgili bilgilerin tespiti için sahâbe biyografilerinin yer
aldığı; İbn Abdülber’in (ö. 463/1071), el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-ashâb, İbn Hacer’in elİsâbe fî temyîzi’s-sahâbe’si kaynaklarımız içerisindedir.
Zehebî hakkında Abdüssettar eş-Şeyh tarafından müstakil olarak yazılan Hafız
ez-Zehebî eseri en çok istifade ettiğimiz eserler içerisinde yer almaktadır. Nitekim
yapılan kaynak taraması neticesinde Zehebî hakkında yapılan en kapsamlı eser olduğu
tespit edilen bu eserde Zehebî’nin doğumundan, yazdığı eserlere, hocalarına,
öğrencilerine, ön plana çıktığı ilimlere ve daha birçok başlığa temas edilmiştir. Ayrıca
Tayyar Altıkulaç tarafından kaleme alınan Zehebî DİA maddesi de yeterli bilgileri
ihtiva etmektedir. Beşşâr Avvâd’ın; ez-Zehebî ve menhecühû fî kitâbihî Târîhi’l-İslâm
isimli doktora çalışması da Zehebî hakkında ayrıntılı bilgileri aktarması sebebiyle
önemlidir. Birinci bölümde hocaları ve akranları başlığında yer alan isimler için
Zehebî’nin yazmış olduğu Muʿcemü’ş-şüyûh esas alınmıştır. Bu eser, Zehebî’nin
yanında ilim okuduğu, icazet aldığı ve hadis rivayet ettiği tüm hocaları ele alan önemli
bir eserdir. Özellikle hocaları kısmında bu esere sık sık başvurulmuştur. Zehebî ve
hocalarından bahsetmesi yönüyle Tâceddîn Sübkî (ö. 771/1370) tarafından kaleme
alınan Tabakâtü’ş-Şâfı̇ı̇yyetı̇’l-kübrâ eseri çalışmamızın temel kaynaklarındandır.
Zehebî, hocalarını ve o dönemde yaşayan önemli kârileri ele aldığı Ma‘rı̇fetü’lkurrâı̇’l-kı̇bâr eseri de kaynaklarımız arasında yer almaktadır. Çünkü bu eser
Zehebî’nin ders aldığı ve o dönemde hangi bölgede hangi âlimin yaşadığını haber
vermesi yönüyle çalışmamıza önemli katkılar sunmuştur.
Bu eserlerin her biri kendi içerisinde farklı alanlarda kaleme alınmakla beraber
çalışmamız için kaçınılmaz faydalar sağlayacaktır. Nitekim hem Zehebî öncesi hem
aynı dönemde hem de kendisinden sonra kaleme alınan bu eserler; gerek çalışmamızın
ilk bölümü olan Zehebî’nin hayatıyla ilgili gerekse de ikinci bölümü oluşturan Siyeru
11
a‘lâm’ı ele alan değerli bilgileri ihtiva etmektedir. Kaynaklarımız arasında sadece
Arapça veya sadece Türkçe eserlerle yetinilmeden her iki dilde yazılan eserlerin tercih
edilmesi çalışmaya farklı bir bakış açısı kazandırma gayesiyle olmuştur.
12
BİRİNCİ BÖLÜM
ZEHEBÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM, HAYATI VE ESERLERİ
1.1.YAŞADIĞI DÖNEM
Zehebî’nin (ö. 748/1347) içinde yaşamış olduğu dönemin ve devlet yapısının
sosyo-kültürel çevresinin yanında ilmî, siyasî ve fikirsel hareketlerin araştırılıp
incelenmesi; Zehebî’yi daha iyi tanımada önemli yeri olması hasebiyle o dönemde
hüküm süren devletin idarî ve siyasî yapısının nasıl temellendiğinden kısa da olsa
bahsedilmesi konunun bütünlüğü açısından önem arz etmektedir. Zehebî h. 700’lü
yıllarda yaşadığı için o dönemde kurulan Memlükler Devletini genel bir çerçeve
içerisinde sunmak, dönemin ana tablosunu bizlere temel bir perspektif içerisinde
aktarması konunun daha iyi okunması açısından fayda sağlayacaktır. Memlük Devleti,
tarihte Eyyûbîler’in sona ermesiyle beraber Mısır ve Suriye bölgesinde kurulmuş en
önemli devletler arasında yer almaktaydı. Bu devlet otoritesi, kurmuş olduğu sağlam
bir yapı sayesinde Miladi 1250 ila 1517 yılları arasında toplam 267 yıl
hükümranlıklarını devam ettirmiştir.
21 Bu devlet kurulduğu ilk dönemlerde Oğuz ve
Kıpçak halkı içerisindeki genç nüfus kitlesinin başta askerî olmak üzere diğer farklı
ilimlerin de verildiği bir eğitim alayı kurdukları, bu alay içerisinde eğitim gören bu
topluluk içerisinde yetenekli olanları devletin üst birimlerine aldıklarını, bu üst
mercilere getirilenler içerisinde komutan Aybek’in (ö. 655/1257) de yer aldığı ve bu
komutanın Eyyûbî Devleti’ni sona erdirdiği tarihi kayıtlar içerisinde yer almaktadır.
22
O dönemde Memlük Devleti açısından tehdit unsuru içeren en büyük tehlike Moğollar
idi. Bu kavim girdiği bölgelerde yağma ve çeşitli tahribatlar gerçekleştirip ülkelerin
yıkılmasına sebep olmaktaydı.23 Nûreddin Ali döneminde (1257-1259) tüm yetkileri
elinde bulunduran Kutuz, 656/1258 yılında Bağdat Abbâsî halifeliğini kaldıran
Moğollar’ın Suriye’ye doğru ilerlemeye devam etmesi üzerine, yaptığı toplantıda bu
zor şartlarda herkese söz geçirebilecek muktedir birinin sultanlığa getirilmesini teklif
etti ve oy birliğiyle sultan ilân edildi. Bu sırada İslâm tarihinin en kritik dönemlerinden
21 Fatih Yahya Ayaz, Memlükler (Ankara: İSAM Yayınları, 2015), 26-28.
22 İsmail Yiğit, “Memlükler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları,
2004), 29/90-92; Ayaz, Memlükler, 25-32.
23 Osman Gazi Özgüdenli, “Moğollar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları, 2020), 30/227.
13
biri yaşanıyordu. Bahrî Memlük emîrlerinin Mısır’a dönüp kendisine katılmasıyla
gücünü arttıran Kutuz, Hülâgû’nun teslim olma tekliflerini reddederek ordusunun
başında Filistin’deki Aynicâlût mevkiine kadar geldi. Burada Moğollar’a karşı, tarihin
akışını değiştiren savaşlardan sayılan Aynicâlût Savaşı’nı kazandı.
24 Moğol ordusunu
yenerek büyük bir tehlikeyi bertaraf etmiş o bölgede bulunan devletlerin rahat bir nefes
almalarını sağlamışlardır.
25 Yine aynı yıllarda hüküm süren Osmanlı Devleti
padişahlarından Yavuz Sultan Selim (ö. 926/1520) döneminde Memlüklülerle yapılan
Mercidâbık (1516) ve Ridâniye (1517) savaşları Osmanlı lehine sonuçlanmış ve
Memlük hükümranlığının son bulmasıyla birlikte Şam bölgesinde bulunan Suriye ve
Mısır’a Osmanlı Devleti hâkim olmuştur.
26 Tüm bunlar Zehebî’nin yaşamış olduğu
dönem içerisinde devletler ve hanedanlıklar arasında hâkimiyetin elde edilmesi için
türlü savaşlar, fetihler, istila-yağma, vb. olayların meydana geldiğini göstermektedir.
1.1.1.Memlükler’de İdarî, Askeri, Adlî ve Siyasî Otorite
Memlükler idarî ve siyasî otorite mekanizmasını sultan ve halife olmak üzere
iki temel üzerine sabitlemiştir. Devlet teşkilat yapısının en üst biriminde mutlak
kontrol noktası olan sultan bulunurdu. Memlüklerin oluşturmuş oldukları bu müessese
tüm çabalarına rağmen kendi devlet yapısına oturtamamışlardır. Bu sebeple otorite
sahibi bazı emîrler yeterli güç ve uygun şartlar oluştuğunda devlet yönetimini ele
geçirebilmekteydiler.
27 Hatta sultan makamına getirilen yönetici çocuk olursa rütbeli
komutanlar ülkeyi yönetmede söz sahibi olurdu. Memlüklerdeki idarî yapıyı üç
kategori altında toplamak mümkündür. Bunlar; erbâbü’s-süyûf denilen komutanlar,
erbâbü’l-aklâm diye adlandırılan ve içerisinde divan memurlarının yer aldığı birim ve
son olarak da zevi’l-ilm yani din görevlilerin bulunduğu zümredir.28 Memlük
Devletinde idarî, siyasî ve iktisâdî alanlar asker ve asker kökenli kimseler tarafından;
dinî, yargı ve divan görevleri de halk içerisinden tayin edilen görevli kimseler
24 Yiğit, “Memlükler”, 29/92.
25 Mahmut Şakir, İslâm Tarihi, çev. Ferit Aydın (İstanbul: Kahraman Yayınları, 2004), 5/446-447.
26 Ziya Kazıcı, Osmanlı Devleti Tarihi (İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2015), 170-171.
27 Fatih Yahya Ayaz, Memlüklüler (Ankara: İSAM Yayınları, 2015), 89.
28 Şakir, İslâm Tarihi, 5/450; Ayaz, Memlüklüler, 91; İsmail Yiğit, “Memlüklüler”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2004), 29/93.
14
tarafından; eyaletler ise vali veya onun belirlediği bir nâib tarafından
yönetilmekteydi.
29
Memlükler kurulduğu kesim/yöneticiler itibariyle askerî çalışmaları daha çok
ön planda tutmuşlardır. İçerisinde önemli bölümlerin yer aldığı birçok askerî müessese
bulunan, güçlü-donanımlı bir kara ordusu ve tam teçhizatlı bir askerî donanmayı
30
ellerinde bulundurmaktaydılar. Halkın demografik yapısında olan çeşitlilik orduyu da
etkilemişti. Nitekim ordu Türk, Kürt, Çerkez, Rum ve Rus kökenli Kölemen askerler
tarafından oluşmaktaydı. Bu her iki ordu da Divan-ı ceyş’in sorumluluğu altındaydı.
Ancak Memlük yönetiminin asıl gücü kara ordusu tarafından sağlanmaktaydı. Bu
birliklerin içerisinde binicilik, silah yapımı ve kullanımında özel yetiştirilmiş askerler
mevcuttu. Genel olarak savaşlarda kuşatma altına alınmak istenen yerlerde daha çok
mancınık, ateş alevi bulunan çanaklar ve debbâbe31 kullanılmaktaydı. Ancak donanma
dönemin şartları sebebiyle kara birlikleri nispetince daha zayıf kalmıştı.32
1.1.2. İlim, Kültür, İktisâdî ve İctimâî Hayatı
Memlüklerin hüküm sürdüğü hicrî 7. asır, İslâm tarihinin ilmî ve kültürel
çalışmalar açısından en verimli dönemleri arasında yer alır. Moğolların İslâm alemine
doğru yapmış olduğu istila hareketleri oralarda yaşayan önemli ilim insanlarının
Memlük hâkimiyetinin olduğu bölgelere hicret etmesini sağlamıştır. Bunun
neticesinde de Mısır ve Şam; İslâm dünyasının en önemli ilim merkezlerine dönüştü.
Buraya gelen âlimler devletin de ciddi desteğiyle kendisinden önce bu topraklara
hâkim olan Müslüman devletlerin (Abbâsîler, Zengîler, Eyyübîler vb.) kurmuş olduğu
ve istila sonrası tahrip olan medreseleri tamir edip yeni medreseler de inşa etmiştir.
33
Tarih kaynaklarının verdiği bilgilere göre Memlük Devletine ait Şam’da yüz
altmış beş, Mısır’da seksen civarlarında medresenin faaliyet göstermesi bu durumu
29 Yiğit, “Memlükler”, 29/97.
30 Ergun Üstün, “Memlûk Devleti’nin Kıbrıs’ı Hâkimiyeti Altına Alması”, Ortaçağ Araştırmaları
Dergisi 1/1 (24 Aralık 2018), 33.
31 Debbâbe: Debbâbe, surlara yaklaşmakta yararlanılan bir tür zırhlı araca verilen isimdir. Bkz: Mehmet
Canatar, “Muhasara”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020),
31/12.
32 Altan Çetı̇n, “Memlûk Devleti’nde Savaşın Kültürel Esaslarına Dâir”, BELLETEN 71/262 (26 Aralık
2007), 913.
33 Ebü’l-Hasan en-Nedvî, Ricâlü’l-fikr ve’d-daʿve fi’l-İslâm (Dımaşk: Dâru İbn Kesîr, 1428/2007),
2/445-446.
15
açıkça ifade etmektedir.
34 Bu medreselerde şer’i ilimlerin yanı sıra şiir, edebiyat,
dilbilgisi, tarih, semantik, coğrafya vb. birçok alanında eğitim verilmeteydi.
35 Şer’i
ilimler kategorisinde Kur’an, kıraat, tefsir, fıkıh, akâid ve özellikle de hadis ilminde
meşhur âlimleri yetiştiren Dârü’l-hadis merkezleri de bu dönemin önemli eğitim
kurumları içerisinde yer alır.
36 Kıraat alanında İbnü’l-Cezerî (ö. 833/1429) tefsirde
Kurtubî (ö. 671/1273), el-Makdîsî (ö. 742/1341), İbn Kesîr (ö. 774/1373), Celaleddîn
el-Mahallî (ö. 864/1459), Celaleddîn es-Süyûtî (ö. 911/1505), hadis ilminde Nevevî
(ö. 676/1277), İbn Dakîkul‘îd (ö. 702/1302), ed-Dimyâtî (ö. 705/1306), el-Mizzî (ö.
742/1341), Zehebî (ö. 748/1347), Moğultay b. Kılıç (ö. 762/1361), Hâfız el-Irâkî (ö.
806/1404), Heysemî (ö. 807/1405), İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1449), el-Aynî (ö.
855/1451), es-Sehâvî (ö. 902/1497), el-Kastallânî (ö. 923/1517) tarih alanında; Ebû
Şâme el-Makdisî (ö. 665/1267), İbnü’l-Fuvatî (ö. 723/1323), Nüveyrî (ö. 733/1333),
İbn Münîr el-Hanefî (ö. 735/1335), Şemsüddin Muhammed b. İbrahim İbnü’l-Cevzî
(ö. 739/1339), İbnü’l-Verdî (ö. 749/1349), İbn Fazlullah el-Ömerî (ö. 749/1349), fıkıh
alanında; Kureşî (ö. 599/1202), İzzeddin b. Abdüsselâm (ö. 660/1262), ez-Zeylaî (ö.
762/1360), İbn-Cemâa (ö. 819/1416), İbn Kutluboğa (ö. 879/1474), önde gelen
âlimlerdendir. İslâm dünyasının o dönemde çektiği sıkıntılar insanların farklı bölgelere
yerleşmesine sebep olmuştu. Özellikle doğuda ve kuzeyde Moğolların istilası Batıda
ise Haçlı saldırıları toplumu daha güvenli olan Şam bölgesine sevk etmiştir. Bu tarz
bir hayat serüvenine maruz kalan insanlar Memlük Devleti sınırları içerisinde faaliyet
gösteren tasavvufî tarikatların etkisi altında kalmıştır. Nitekim o bölgede faaliyet
gösteren Ahmed el-Bedevî (ö. 675/1276) ve İbrahim b. Abdulazîz ed-Desûkî (ö.
676/1277) gibi mutasavvıflar yapmış oldukları birleştirici faaliyetlerle toplumu bir
araya getirmişlerdir.37 Ayrıca o dönemde Mısır ve Şam bölgesinde Şazeliye,
Desûkiyye, Bedeviyye ve Rifâiyye tarikatları yaygın idi.38
Moğol istilası ve Haçlı seferlerinin olumsuz etkileri neticesinde insanlar daha
güvenli bölge arayışına girdiler.39 Eyyûbî hükümdarı Selahaddin Eyyûbî’nin Haçlıları,
34 A. Fulya Eruz, “Memlükler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları,
2004), 29/99.
35 Esra Atmaca, Memlûkler Dönemi’nde Halep’te Eğitim-öğretim Müesseseleri ve Ulemâ (İstanbul:
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora, 2014), 133.
36 Yiğit, “Memlüklüler”, 29/94; Ayaz, Memlüklüler, 135-136.
37 Ayaz, Memlüklüler, 96.
38 Yiğit, “Memlükler”, 29/96.
39 Casım Avcı, “Haçlı Seferleri”, İslam Araştırmaları Dergisi 3 (01 Temmuz 1999), 285.
16
Memlük hükümdarı Sultan Baybars’ın da Moğollara galip gelmesi insanların güvenli
bölge arayışını sona erdirdi ve bu bölgeye yerleşimler artmaya başladı.40 Bu bölgeye
yapılan göçler neticesinde farklı etnik kökenlerin de bir arada yaşamasına olanak
sağlamıştı. Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlardan müteşekkil Memlükler
topluluğunun ekseriyetini Müslüman halk oluşturmaktaydı.
41 Memlükler köken
itibarıyla asker oldukları için dönemin iktisat ve ekonomi hayatına da askerî
komutanlar hâkimdi.42
Büyük kervanlara sahip olan tüccarlar halk nazarında önemli bir konumdayken
küçük esnaf o bölgeye göçebe olarak gelen Arap tüccarlar oluşturmaktaydı.
43 Bununla
birlikte ülkenin fazla gelir getiren kaynakları ise uluslararası alanda yapılan gemi
ticaretiydi. Bahsedilen bu büyük tüccarlar Doğu’dan gelen ticaret mallarının büyük bir
kısmını İskenderiye limanından Ceneviz, Rodos ve Venedik’e ait gemilerle Avrupa’ya
taşımaktaydı.44 Memlükler ayrıca çeşitli savaş gemi ve aletlerinin üretimiyle birlikte
halı dokumacılığı, maden işletmeciliği, cam tasarım, çömlek ve ahşap işlemeciliğini
de ileri bir seviyeye taşımıştı.
45
Memlük toplumunun sanat yapısı Türk sanat anlayışının izlerini taşır. Kahire
bu devletin en merkezi şehri olmasından dolayı çeşitli birçok yapı/eseri burada yer
almaktaydı.
46 Sanat kapsamında değerlendirilmesi daha uygun olan mimari
yapılar/eserler içerisinde de ilk olarak camileri ve medreseleri zikretmek gerekir. Zira
o dönemde eğitime verilen önem bu alanın gelişmesine de etki etmiştir. Memlûkler
Döneminin en önde gelen yapıları arasında; Kahire’de bulunan I. Baybars Camii, yine
Kahire’de yer alan İsmâilî Camii, Nâsır Muhammed Camii, Emir Kûsün Camii ve
Mâridânî Camii dönemin en gözde camileriydi. Medreseler içerisinde ise başlıcaları
şunlardır; Sultan 1. Baybars Medresesi (Kahire), Zâhiriyye Medresesi (Şam), Sultan
el-Melikü’l-Mansûr Kalavun Külliyesi (Kahire), Nâsıriyye Medresesi (Kahire), Sultan
el-Mâlikü’n-Nâsır Hasan Medresesi (Kahire), el-Melikü’z-Zâhir Seyfeddin Berkuk
40 Ali Aktan, “Memlûk-Haçlı Münasebetleri”, BELLETEN 63/237 (20 Ağustos 1999), 412.
41 Ramazan Şeşen, Sultan Baybars ve Devri (İstanbul: İSAR Vakfı Yayınları, 2009), 234.
42 David Ayalon, Memlük Ordusunun Yapısı Üzerine Araştırmalar I-II-III, çev. Abdullah Mesut Ağır
(Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2015), 77.
43 Ayaz, Memlüklüler, 114.
44 Fatih Yahya Ayaz, Memlük - Kıbrıs ilişkileri (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2016), 49.
45 Altan Çetin, “Selçuklu Teşkilâtı’nın Memlûklere Tesiri”, BELLETEN 68/251 (01 Nisan 2004), 117.
46 Eruz, “Memlükler”, 29/97.
17
Medresesi (Kahire), el-Melikü’l-Eşref (Kahire) Seyfeddin Kayıtbay Medresesi
(Kahire) bu dönemde yapılan en önemli medreselerdir.47
1.2. HAYATI
Zehebî, birçok alanda uzmanlaşmış ve eserler kaleme almış çok önemli bir
şahsiyettir. Özellikle Hadis ve İslâm tarihi alanlarında otorite olan Zehebî bu yetkinliği
ve ilimdeki otorite oluşuyla başlı başına bir tez konusudur. Ayrıca yazmış olduğu
eserler asırlardır ilim dünyasının en fazla müracaat ettiği temel kaynaklar arasında yer
almıştır. Bu bölümde onun hayatı temel bazı başlıklar halinde incelenip nasıl bir ailede
yetiştiği, ilmî noktada yetiştiği ortam, hangi hocalardan ders aldığı, ilim talep etmek
için yaptığı yolculuklar, yetiştirdiği öğrenciler, kaleme aldığı eserler vb. birçok
başlıkla birlikte aktarılacaktır.
1.2.1. İsmi, Doğumu, Künyesi ve Nisbesi
Tam adı Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî
el-Fârikî ed-Dımaşkî’dir.48 Aslen Türkmen bir aileye dayanan Zehebî 673 yılının
Rebîülâhir ayında Şam beldesinin verimli topraklarına sahip olan Kefrebatnâ
49
köyünde dünyaya gelmiştir.50 İbn Hacer; ed-Dürer adlı eserinde Zehebî’nin Rebîülâhir
ayının üçüncü gününde dünyaya geldiğini ifade etmiştir.51 Ebû Abdullah künyesi ile
bilinmektedir.
52 Zehebî’nin büyük dedesi Kaymâz, hayatını Meyyâfârikîn53’de
geçirmiş. Dedesi Osman b. Kaymâz ailesiyle beraber Diyarbakır’dan Dımaşk’a gelmiş
47 Eruz, “Memlükler”, 29/98; Ayaz, Memlüklüler, 140.
48 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
el-Mu’cemü’l-muhtas, thk. Muhammed el-Habîb el-Heyle (Tâif: Mektebetü’s-Sâdık, 1408/1988), 1/97.
49 Kefrebatnâ: Kefrebatnâ, Doğu Şam’ın Ğûtâ şehrine bağlı bir köy. Günümüze kadar varlığını
sürdürmüştür. Bkz: Ebû Abdillâh Şihâbüddîn Yâkût b. Abdillâh el-Hamevî el-Bağdâdî er-Rûmî Yâkût
el-Hamevî, M’ucemu’l-büldân (Beyrut: Dârü’s-Sâdr, 1416/1995), 4/468.
50 Beşşâr Avvâd Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâmi’n-nübelâ”, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ (BeyrutLübnan: Müessesetü’r-Risâle, 1439/2018), 14.
51 Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, thk.
Muhammed Abdulmaid Dân (Haydarabad: Meclisü Dâiretü’l-Meârif, 1392/1972), 5/66.
52 Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü fî kitâbihi târihü’l-İslâm (Kahire: Matbaatu’l-Halebî,
1396/1976), 73.
53 Meyyâfârikîn: Meyyâfârikîn, Diyarbakır’da bulunan bir yer ismidir. Bkz: Yâkût el-Hamevî,
M’ucemu’l-büldân, 5/235; Ahmet Savran, “Meyyâfârikîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(Ankara: TDV Yayınları, 2004), 29/511.
18
ve buraya yerleşmişlerdir.
54 Zehebî’nin el-Fârikî nisbesi de bu şehirden gelmektedir.55
Türkmen asıllı olan Zehebî aynı zamanda Benû Temîm’in mevlâsıdır.
56
1.2.2. Ailesi
Dedesi Osman b. Kaymâz, Meyyâfârikîn’e yerleşen, ticaret ve zanaat ile
uğraşan hikmet sahibi ve müttaki bir şahsiyettir. O, Meyyâfârikîn’de h. 683 yılında
yetmiş yaşında vefat etti.57 Ebû Ahmed Osman, okuma-yazma bilmeyen, ümmî bir
insandı. Zehebî, Ebü’l-Hasan el-Attâr’dan dedesinin cuma gecesi vefat etmeyi
istediğini ve Allah’ın cuma gecesi bu isteğine icabet ettiğini işitmiştir. Dedesi ümmî
olduğundan ilimle uğraşmamış marangoz mesleğini icra etmiştir.58 Babasının dedesi
Kaymâz İbn eş-Şeyh Abdullah et-Türkmânî ise Meyyâfârikîn’de yaşamış ve orada 661
yılında 109 yaşında iken vefat etmiştir. Zehebî, dedesinin babası olan Kaymâz’ın
nisbesini Dımaşkî olarak değil el-Fârikî olarak zikretmiştir.59
Zehebî’nin babası Şihâbüddîn Ahmed h. 641 yılında doğmuş, kuyumculuk
mesleğiyle tanışana kadar babasının mesleğini sürdürmüştür. Daha sonra kuyumculuk
yapmış ve usta biri haline gelmiştir. Aynı zamanda ilimle iştigal etmiş ve Buhârî’nin
Sahîhu’l-Buhârî eserini h. 666 yılında Mikdâd el-Kaysî’den (ö. 681/1282)
dinlemiştir.60 Zehebî’nin babası kuyumculuk yaptığından maddi durumu iyiydi ve o
bu malını Allah yolunda harcamaya gayret etmiştir.
61 Babası 697 yılında
Cemâziyelevvel ayında cuma gecesi vefat etmiştir. Cenaze namazını kâdılkudât İbn
Cemâa (ö. 733/1333) kıldırmıştır.62
Sütannesi ve halası, Sittü’l-Ehli bint Osman (ö. 729/1329); küçük yaşlardan
itibaren ilim öğrenmiştir. İbn Yüsr, Cemaleddin b. Mâlik ve Züheyr b. Ömer ez54 Abdussettar eş-Şeyh, el-Hâfız ez-Zehebî (Beyrut: Darü’l-Kalem, 1414/1994), 28.
55 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Muʿcemu’ş-şuyûhi’l-kebîr, thk. Muhammed el-Habîb el-Heyle (Suudi Arabistan: Mektebetu’s-Siddîk,
1408/1988), 1/75.
56 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 73.
57 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 15.
58 eş-Şeyh, el-Hâfız, 27-28.
59 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/75.
60 Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf el-Atâbekî el-Yeşbugavî ez-Zâhirî İbn Tağrîberdî, el-Menhelü’ssâfî ve’l-müstevfî baʿde’l-Vâfî, thk. Muhammed Muhammed Emin (Kahire: Daru’l-Kutub ve’lVesâiki’l-Kavmiyye, 1430/2009), 1/382.
61 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/75.
62 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/75; eş-Şeyh, el-Hâfız, 29; Tayyar Altıkulaç, “Zehebî”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 44/181.
19
Zerî’den icâzet almış ve Ömer b. el-Kavvâs ve başkalarından hadis dinlemiştir. Zehebî,
halasından hadis rivayet etmiştir. Dayısı Ali b. Sincâr b. Abdullah el-Mevsîlî
63 (ö.
736/1336) hadis ilmiyle uğraşmış ve kendi döneminde talebe yetiştirmiştir. Zehebî
Muʿcemü’ş-şüyûh’ta ondan hadis rivayet ettiğini aktarmaktadır.
64 Teyzesi Fatıma’nın
kocası Ahmed b. Abdü’l-Ğinâ b. Abdül-Kâfi el-Ensârî (ö. 700/1301) İbn Haristânî
olarak bilinir. Zehebî ondan hadis dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.
65
Sütbabası İbrahim b Dâvûd b. Süleyman Muvaffakuddîn el-Attâr ed-Dımaşkî,
ilim ve rivayet ehli âlim bir insandı. Zehebî kendisinden ilim öğrenmiş ve icâzet
almıştır. Muʿcemü’ş-şüyûh’ta ondan Hz. Peygamber’in tebessümü ile alakalı bir hadis
rivayetinde bulunduğunu belirtmiştir. İbrahim b. Dâvûd vefatına kadar ilimle vakit
geçirmiş ve doksan yaşında vefat etmiştir.66
Böyle bir aile içerisinde dünyaya gelen Zehebî, ileride ulaşacağı ilmî seviyenin
temellerini atmıştı. Zira ailesi içerisinde özellikle babasının maddi imkanlarının
varlığı, ilme verdiği değer ve saygı neticesinde Zehebî’nin ilme olan yönelişi erken
yaşlarda başlamasına vesile olmuştur. Zehebî, ilim dünyası içerisinde “İbnü’z-Zehebî”
ismiyle meşhur olmuştur. Nitekim o kendi eserlerinde “İbnü’z-Zehebî” ismini
kullanmayı tercih etmiştir. Fakat babasının kuyumculuk mesleğini devam
ettirmesinden dolayı kendi çağdaşları olan Tâceddin es-Sübkî67 (ö. 771/1370), Ebü’lMehâsin el-Hüseynî68 (ö. 765/1364) ve İbn Kesîr
69 (ö. 774/1372) gibi âlimler
tarafından “Zehebî” olarak zikredilmiştir.
Evlilik çağına kadar ilimle iştigal etmeye devam eden Zehebî kendi
memleketinden olan Ümmü Abdullah Fatıma bint Muhammed b. Nasrullah b. Ömer
el-Kamer ile evlendi. Hanımı Ümmü Abdullah’tan üç çocuğu olmuştur. Takıyyüddîn
b. Râfi Ümmü Abdullah’ın Zehebî’nin vefatının ardından sekiz yıl sonra 756 yılının
63 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/27.
64 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/68.
65 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 68.
66 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/136; eş-Şeyh, el-Hâfız, 33.
67 Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî es-Sübkî es-Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’lkübrâ, thk. Mahmud Muhammed et-Tannâhî - Abdülfettâh Muhammed el-Halv (Hecr li’t-taeti ve’nneşri, 1413/1992), 9/100.
68 Ebü’l-Mehâsin Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. el-Hasen ed-Dımaşkî Hüseynî, Zeylü tezkireti’lhuffâz (Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419/1998), 1/33.
69 Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî elBusrâvî ed-Dımaşkî eş-Şâfiî İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (Beyrut: Daru’l-Fikr, 1406/1986), 14/185.
20
Şevval ayının on ikinci gecesi pazartesi günü vefat ettiğini ve Bâbü’s-Sağîr’e
defnedildiğini ifade etmiştir.
70
Zehebî’nin üç çocuğu vardı bunlar;
1. Emetü’l-Azîz Ümmü Seleme: Zehebî’nin en büyük kız çocuğuydu.
Emetü’l-Azîz, babasının yolunu takip etmiş ve ilim noktasında büyük
çaba sarf etmiştir. Kendisi Reşîdüddin Muhammed b. Abdullah b.
Ömer el-Bağdâdî ve Abdurrahman b. Mağlûf er-Rabi elİskenderânî’den icâzet almıştır.71 Emetü’l-Azîz, babası henüz
hayattayken evlenmiş ve Abdulkadir adında bir oğlu olmuştur.72
2. Ebü’d-Derdâ Abdullah: Zehebî’nin ortanca oğludur. Babası onu hadis
öğrenmesi için birçok halkaya göndermiştir. Ebü’d-Derdâ 708 yılında
doğmuş, 754 yılında ise vefat etmiştir.73
3. Şehâbeddin Ebû Hüreyre Abdurrahman: Zehebî’nin en küçük
çocuğudur. Kendi asrında Şam diyarının ilimde isnad edilen kişileri
arasındaydı. Birçok âlimden icâzet almış ve hadis dinlemiştir.74 H. 799
yılında vefat etmiştir. Ebû Hüreyre’nin de Muhammed adında bir oğlu
vardı. Muhammed dedesi Zehebî’den hadis dinlemiştir.75
Çocukları ve torunları da babalarının yolunu takip ederek ilme yönelmiş ve bu
alanda itibar edilen âlimler arasına girmişlerdir. Dönemlerinde yaşamış önemli
âlimlere gelip hadis dinlemiş ve kendilerinden rivayette bulunmuşlardır. Onların bu
seviyeye gelmelerinde; Zehebî’nin onları ilme teşvik etmesi, ilim halkalarına
götürmesi, telif ettiği eserleri bizatihi onlara yazdırması gibi etkenler etkili olmuştur.
76
1.3. İLİM TAHSİLİ VE İLMÎ SEYAHATLERİ
İlim tahsiline ilk olarak babası Şehâbeddin Ahmed b. Osman’ın yanında
başlayan Zehebî daha sonralarda oluşacak olan ilmî kimliğin ilk adımlarını babasının
rahle-i tedrisatında atmıştır. Babası Şehâbeddin kuyumculuk mesleğini icra etmesine
70 eş-Şeyh, el-Hâfız, 38.
71 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/204.
72 eş-Şeyh, el-Hâfız, 39; Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
73 eş-Şeyh, el-Hâfız, 39.
74 İbn Hacer, ed-Dürer, 3/131.
75 eş-Şeyh, el-Hâfız, 39.
76 eş-Şeyh, el-Hâfız, 42-43.
21
rağmen hadis ilmine ayrı ehemmiyet vermiş ve bu ilme olan sevgisi; oğlunun da bu
ilme yönelmesinde etkili olmuştur.77 Babası Zehebî’yi o dönemde çocukların terbiyesi
ile ilgilenen Alaaddîn Ali b. Muhammed el-Halebî’nin (ö. 690/1291) yanına
göndermiştir. Bu âlim halk nazarında Alaaddîn el-Büsbüs diye bilinen, yazı hattını çok
iyi bilen ve çocuk eğitiminde uzman biriydi. Zehebî onun yanında dört yıl eğitim
almıştır. Bununla birlikte dedesinden de harf talimi alırdı.78 Zehebî bu âlimin yanında
aldığı eğitiminin ardından Mes‘ûd b. Abdullah es-Sâlihî’nin (ö. 695/1296) yanına
gitmiş ve Kur’an’ın tamamını onun yanında okumuş ve bu eğitim sürecinde kırka
yakın hatim yapmıştır. Zehebî’nin hocası Mes‘ûd, aynı zamanda eş-Şağûr mescidinin
imamıydı.79
Kuyumculuk mesleğini yürüten babası Şehâbeddîn Ahmed’in mesleği yanı sıra
ilimle uğraşan ve tahsil gören birisi olduğu yukarıda zikredilmişti. Ayrıca halası
Sittü’l-Ehl bint Osman da ilim tahsil etmişti. Zehebî, telif ettiği eserlerde babası ve
halasından rivayette bulunduğunu aktarmıştır.80 Annesinin babası olan Alemüddîn
Sancâr ilimle uğraşmış bir zattı. Yine dayısı Ali İbnü’l-Alem ve teyzesinin eşi olan
Ahmed b. Abdülğanî ilim tahsil etmiş, hadis rihleleri yapmış olup aynı zamanda
Zehebî’nin kendilerinden ilim tahsil edip hadis rivayet ettiği aile fertlerindendir.81
Zehebî’nin süt kardeşleri olan Dâvûd b. İbrahim ve Ali b. İbrahim fıkıh ve hadis
alanında otorite olmuş iki büyük âlim olarak bilinirdi. İlmi seven ve değer veren bu
aile ortamı Zehebî’nin de ilme yönelmesine vesile olmuştur. Zehebî aile içerisindeki
bu kişilerin ilmî yeterliliklerinden ve ahlâkî şahsiyetlerinden ziyadesiyle istifade
etmiştir.82 İslâmî ilimler tahsiline on sekiz yaşlarında başlayan Zehebî henüz o yaşlarda
kıraat ve hadis alanlarında önemli bir mesafe katetmişti.83
İslâm ilim geleneğinde bir ilim talebesi bulunduğu şehirdeki âlimlerden ilk
eğitimini aldıktan sonra diğer şehirlerde meskûn hocalardan ilim tahsil etmek amacıyla
rihle yapardı. Zehebî de âlimlerin yoğun olduğu bölgelere rihle yapmak için çok
77 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 77; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 19.
78 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 77.
79 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/182.
80 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/70.
81 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 79.
82 eş-Şeyh, el-Hâfız, 33-34.
83 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 77; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 20; eş-Şeyh, el-Hâfız,
47; Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
22
istekliydi ancak babası oğlunun başka bölgelere ilim tahsil etmek için gitmesini
istemiyordu. Hatta bazı zamanlar onu bu isteğinden alıkoyuyordu. Zira Zehebî annebabasının tek çocuğuydu. Bu sebeple babası onu her şeyden sakınır, çok sever ve ona
bir şey olacağından korkardı. Zehebî bu yüzden rihlelerini sürekli erteler, babasının bu
tavrına karşı gelmeyerek babasına itaat ederdi.84 Zehebî eserinin çeşitli yerlerinde bu
durumu anlatmıştır. Söz gelimi o, Abdurrahman b. Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin hayatını
ele alırken şunları ifade etmiştir: “Âli isnadın kendisinde son bulduğu bu âlimin yanına
rihle yapamama nedenim babamın engel koymasıydı.”85
Takriben yirmili yaşlara ulaştığında babası onun yapacağı rihlelere müsamaha
gösterdi ve gerekli tüm desteği sağladı. Ancak babası yapacağı rihlelerin süresinin dört
aydan fazla uzamaması hususunda oğluna şart koştu.86 Rihle yapabilmek için bu şartı
kabul eden Zehebî, yapmış olduğu tüm yolculuklarda bu süreyi göz önünde
bulundurmuş hatta bu süre şartı dolayısıyla birçok defa hocanın yanında okurken
kitabını yarıda bırakmak zorunda kaldığı bazen de bazı âlimlere gitmek istediği ancak
vefat ettiği için gidemediği durumlar olmuştur.87
Birçok bölgeye rihle yapan Zehebî takriben kırk şehire gittiğini Siyeru
a‘lam’da İbnü’l-Mukri‘ Muhammed b. İbrahim b. Ali’nin tercemesini ele alırken şu
sözlerinden anlamak mümkündür; “İbnü’l-Mukri‘ elli civarında şehirde hadis
dinlemiştir. Ben de onun Mu‘cem’inde gittiğim kırk şehirde işittiğim kırk hadisi
seçtim.” demiştir.88
1.3.1. Dımaşk İçerisindeki Rihleleri
Yaşadığı yer olması hasebiyle ilk olarak Dımaşk’ın meşhur âlim ve
kurrâlarının yanına giderek onlardan ilim almaya başlayan Zehebî daha sonra Suriye,
84 Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmı̇ li-ahlâki’r-râvî, thk. Mahmud
et-Tahhân (Riyad: Mektebetü’l-Meârîf, 1401/1981), 2/227; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 24.
85 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 81; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 24.
86 eş-Şeyh, el-Hâfız, 48.
87 Bu konuyla alakalı Zehebî, Muʿcemü’ş-şüyûh eserinde Seyyide bint Mûsâ’nın hayatını anlatırken;
“Ben onunla görüşmeyi, kendisinden ilim talep etmeyi çok istiyordum ancak Mısır’a geldiğimde vefat
etmişti.” demiştir. Târîhü’l-İslâm’da ise yine aynı kişiden bahsederken Mısır’a geldiğinde Seyyide bint
Mûsâ’nın on beş gün önce vefat ettiğini ifade etmiştir. Bkz: Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/294; eş-Şeyh,
el-Hâfız, 49.
88 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, thk. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, 1439/2018),
14/401.
23
Lübnan, Ürdün ve Filistin’de bulunan âlimlerin yanına gitti. Dımaşk’ta; Ahmed b.
Abdurrahman el-Hüseynî (ö. 696/1297), Ebû Hafs Ömer b. Mün‘im b. el-Kavvâs (ö.
698/1299), İsa b. Ahmed (ö. 698/1299), İsa b. Bereket (699/1300), Ebü’l-Hüseyin Ali
b. Muhammed el-Yûnînî (ö. 701/1302), Muhammed b. Muhammed b. Süleym (ö.
705/1306), Süleyman b. Ebû Ömer (ö. 715/1316) ve daha birçok hocanın yanında
eğitim görmüş ve onlardan rivayette bulunmuştur.89 Dımaşk’ta Abdulhamîd b.
Abdurrahîm b. eş-Şücâ’nın (ö. 724/1324) yanında İbn Arafe’nin cüz’ünü,90 Ali b.
Muhammed b. Ömer el-Ezdî’nin (ö. 729/1329) yanında Muvâfakâtü’l-Muvattâ’yı91
Şihâbüddîn Ahmed b. Ebû Tâlib el-Haccâr’ın (ö. 730/1330) yanında ise Sahihu’lBuhârî’yi,92 okudu. Bunun yanı sıra; Yusuf b. Muhammed el-Hilâlî el-Hevrânî (ö.
710/1310),93 Osman b. İbrahim el-Hımsî (ö. 710/1310),94 Yusuf b. Ebû ez-Zühr edDımaşkî (ö. 710/1310),95 Ubâde b. Abdü’l-Ğinâ el-Harrânî (ö. 739/1339)96 ve
Takıyyüddin Ali b. Abdü’l-Kâfî es-Sübkî’den (ö. 756/1355) ilim öğrenmiş ve rivayette
bulunmuştur.97
1.3.1.1.Zehebî’nin Dımaşk’a Yakın Bölgelere Rihleleri
Babasından rihle yapmak için izin aldığında ilk olarak yaşadığı bölgede
bulunan âlimlerin ilminden faydalanmaya başladı. Bu sebeple kısa süre içerisinde
birçok âlimi ziyaret etmiş ve onların halkalarından ilim öğrenmiştir.98 Şimdi
Zehebî’nin Dımaşk’a yakın bölgelere yapmış olduğu ilim yolculuklarını ve kimlerden
ders aldığı aktarılacaktır.
Mizze: Ömer b. Balbân (ö. 742/1342)99
Kâsiyûn: İsmail b. Abdurrahman (ö. 700/1300) (İbn Münâdî olarak
tanınmıştır.), Ebü’l-Fadl Ahmed b. Hibetullah b. Asâkir (ö. 699/1299), Muhammed b.
89 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 24; eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
90 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/350.
91 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/49.
92 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/118.
93 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/393.
94 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/431.
95 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/397; eş-Şeyh, el-Hâfız, 48-49.
96 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/316.
97 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/34.
98 eş-Şeyh, el-Hâfız, 58.
99 eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
24
Ebû Asrûn et-Temîmî (ö. 682/1283), Zeynep bint Abdulbâkî es-Sâlihiyye (ö.
715/1315), Ümmü Abdullah Âişe bint Muhammed b. Müslim (ö. 736/1336)100
er-Rabve: Seleme b. Abdullah b. Nefisüddin el-Harrânî (ö. 736/1336)101
Cûber/Cevber: Muhammed b. Kâymâz el-Mukriu es-Sâlih (ö. 702/1302)102
Cisrîn: İbrahim b. Muhammed el-Emcedî (ö. 721/1321),
103 Muhammed b.
Ebü’l-Hasan el-Ba’lebekkî (ö. 695/1296)104
Havran:105 Abdü’l-Ğinâ b. Mansûr b. Ubâde el-Harânî (ö. 739/1339)106
Humus: Muhammed b. Mes‘ud b. Eyyûb (ö. 705/1306) ve Ali b. Abdullah b.
Yûsuf el-Kaysî es-Süveydî (ö. 721/1321)107
Hama: Fatıma bint Muhammed b. el-Hüseyin el-Ensariyye el-Hameviyye (ö.
705/1306),108 Muhammed b. Yâkûb b. İlyas el-Hamevî (ö. 718/1318),109 Abdulazîz b.
Ömer b. Ebû Bekir el-Hamevî (ö. 720/1320),
110 Abdulazîz b. Muhammed b. Ahmed
el-Halebî (ö. 721/1321)111 (Hama kadılığını sürdürmekteydi) ve Hibetüllah b.
Abdurrahim b. el-Bârizî (ö. 738/1338)112
Halep: Zehebî, Halep yolculuğuna h. 693 yılında babasıyla birlikte
çıkmıştır.113 Orada; Baybars b. Abdullah et-Türkî (ö. 705/1305),
114 Sunkur b. Abdullah
ez-Zeynî (ö. 706/1306)115 ve Halep kadısı olan Abdullah b. Muhammed b. Abdulkadir
100 eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
101 eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
102 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/263.
103 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/156; eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
104 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/322; eş-Şeyh, el-Hâfız, 49.
105 Havran: Havran, Güneybatı Suriye'de bulunan ve günümüzün Ürdün'ün kuzeybatı köşesine uzanan
volkanik bir platodur. Batı da Golan Tepeleri'ni; Ürdün Rift Vadisi, Doğuda Jabal ad-Duruz bölgesini
de içerir. Bkz: Ş. Tufan Buzpınar, “Havran”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1997), 16/539.
106 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/316.
107 eş-Şeyh, el-Hâfız, 50.
108 eş-Şeyh, el-Hâfız, 50.
109 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/302; eş-Şeyh, el-Hâfız, 50.
110 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/399.
111 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/400.
112 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/356.
113 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/47.
114 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/193.
115 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/276.
25
eş-Şâfiî (ö. 724/1324)
116 gibi hocalardan hadis dinlemiştir. Zehebî, hocası Sunkur
hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “İlim için yanına gittim ve onun yanında
rivayetlerimi arttırdım. O, dinin emirlerine hassasiyet gösteren, mürüvvet sahibi, akıllı
ve çok iffetli bir insandı. Onun yanında ilim öğrenen her kim olursa olsun mutlaka onu
över ve methederdi.”117 Zehebî, hocası Sunkur’ın yanında İbn Mâce’nin Sünen’ini
okumuştur.118 Ebû Fadl el-Acemî’nin oğulları olan Abdurrahman, İbrahim ve
İsmail’de Zehebî’nin Halep’te eğitim aldığı hocalardandır.119
Ba‘lebek:120 Zehebî’nin Ba‘lebek’e iki kez yolculuk yaptığı kaynaklarda yer
almaktadır.121 İlk yolculuğunu h. 693 yılında gerçekleştiren Zehebî bu yolculuğunda
Kur’an’ın tamamını el-Muvaffik en-Nusaybî’nin (ö. 695/1296) yanında okumuş ve
kıraatinin sağlamlaşmasını sağlamıştır.122 İkinci yolculuğu h. 707 yılında yapmıştır.123
Zehebî ilk yolculuğunda uzun bir süre kalmış ve bu sürenin yetmiş günden fazla
olduğu ifade edilmektedir.124 Burada; Muvaffaküddin Muhammed b. Ali b. Mübarek
en-Nâsîbî (ö. 695/1296),125 Tâceddin Abdülhâlik b. Abdüsselâm b. Saîd b. Ûlvân elBa‘lebekkî (ö. 696/1296),126 Zeynep bint Ömer ed-Dımaşkiyye (ö. 699/1299),127
Abdullah b. Abdü’l-Ğinâ (ö. 700/1300),128 İbrahim b. Ahmed b. Hâtim (ö.
712/1312),
129 Ahmed b. Yahya b. Tayy (ö. 718/1318),
130 Abdülvelî b. Abdurrahman
(ö. 694/1295),
131 Ömer b. Yahya el-Ma‘rî el-Ba‘lebekkî (ö. 699/1300),
132 İsa b. Ebû
Muhammed el-Attâr (ö. 704/1305),
133 Meryem bint Ahmed b. Hâtim (ö. 699/1300),
134
116 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/338.
117 eş-Şeyh, el-Hâfız, 50.
118 Zehebî, Siyeru a’lâm, 13/280.
119 eş-Şeyh, el-Hâfız, 51.
120 Ba‘lebek: Ba‘lebek (Baalbek), Anti Lübnan dağlarının batı eteğinde ve Bikâ vadisinin
kuzeydoğusunda bulunan bir şehirdir. Bkz: İdris Bostan, “Ba’lebek”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1992), 5/9.
121 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 82.
122 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 25.
123 eş-Şeyh, el-Hâfız, 51.
124 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Tezkiretü’l-huffâz (Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419/1998), 4/1500.
125 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/324.
126 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 134.
127 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/254.
128 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/325.
129 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/124.
130 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/110.
131 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/428.
132 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/81.
133 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/89.
134 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/350.
26
Muhammed b. Abdülvelî el-Havlân (ö. 701/1302), Musa b. Abdülaziz’in (ö. 705/1306)
yanında eğitim görmüş, farklı icâzetler almış ve birçok hadis rivayet etmiştir.135
Trablus: Muhammed el-Hameviyye (ö. 699/1300),136 Muhammed b. Ebû
Bekir (ö. 700/1301)137 İbrahim b. Bereket (İbn Kureşiyye ismi ile tanınmıştır.) (ö.
704/1305),
138 Muhammed b. Ebü’l-İz el-Bezzâr (ö. 707/1308),139 Fatıma bint
Nefîsüddin (ö. 716/1316),140 Muhammed b. Ebü’l-Feth (ö. 720/1320)141 ve Ali b.
Muhammed b. Selmân b. Hemâîl (ö. 737/1337)142
1.3.2. Zehebî’nin Filistin Bölgesine Rihlesi
Zehebî, Dımaşk’tan yola çıkarak bulunduğu memleketteki hocaların
halkalarına katıldı. Ardından Halep, Humus ve Hama şehirlerine gitti. Kıyı şeridinde
bulunan Trablus ve Ba‘lebek’e gidip oradaki âlimlerin halkalarına katılıp birçok
hocadan hadis dinleme ve çeşitli kitapları okuma fırsatı bulmuştur. Daha sonra yol
güzergahında bulunan Filistin’e gitmiştir. Şimdi Filistin’in bazı şehirlerinde ilim için
ziyaret ettiği hocalar zikredilecektir;
Kudüs: Zeynep bint Ahmed b. Ömer el-Makdisiyye (ö. 722/1322)143
Nablus: Ali b. Abdurrahman b. Abdülmün‘im el-Makdisî (ö. 702/1303)144 ve
İmâdüddin Abdülhâfız b. Bedrân en-Nâbulsî (ö. 698/1299)145
Remle:146 Dâvûd b. İbrahim b. el-Attâr ed-Dımaşkî (Sütkardeşi) Dâvûd b.
İbrahim aynı zamanda Zehebî ile birlikte Mısır’a ilim tahsil elde etmek için yolculuk
yapmıştır.147
135 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 25-26.
136 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/281.
137 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/211.
138 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/131.
139 eş-Şeyh, el-Hâfız, 53.
140 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/113.
141 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/213.
142 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/41.
143 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/248.
144 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/32.
145 Zehebî, Tezkire, 4/1483.
146 Remle: Remle, I. Velîd zamanında (705-715), Cündi-Filistin valisi olan kardeşi Süleyman b.
Abdülmelik tarafından Yafa Limanı’nı Kudüs’e bağlayan yolun içinden geçtiği Şefelah ovasında ve
Kudüs’e yaklaşık 45 km. uzaklıkta kurulmuş bir şehirdir. Bkz: Sâmi es-Sakkâr, “Remle”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 34/560.
147 eş-Şeyh, el-Hâfız, 53.
27
Kerek: Abdulhamid b. Muhammed el-Makdisî (ö. 700/1301) Zehebî, hocası
Abdulhamid b. Muhammed’in yanında Sahîh-i Müslim’in bir kısmını okumuştur.148
Kâdılkudât Muhammed b. Süleyman b. Hamza el-Hanbelî (ö. 731/1332)149 ve Ömer
b. Ubeydullah b. Muhammed el-Makdisî (ö. 733/1334). Ömer b. Ubeydullah aynı
zamanda Zehebî’ye hac yolculuğunda eşlik etmiştir.150
1.3.3. Mısır Bölgesine Yaptığı İlmî Yolculuklar
Şam bölgesine yakın olan yerlere ilim yolculuğuna çıkan Zehebî, Mısır’a iki
farklı tarihlerde gelmiştir. Zehebî, Mısır’a ilk yolculuğunu h. 695’te yapmıştır.
Nitekim o, Muʿcemu’ş-şuyûh’ta hocası Ümmü Muhammed Seyyide bint Musa’nın
(695/1296) hayatını ele alırken; “Ümmü Muhammed ile görüşmek üzere Mısır’a doğru
yola çıktım ancak ben henüz Filistin’de iken vefat haberini aldım. 695 yılının recep
ayıydı.
151 Târîhü’l-İslâm’da ise Mısır’da olduğu tarihi şöyle ifade etmektedir; “Mısır’a
Ümmü Muhammed ile görüşmek üzere geldiğimde tarih 6 Receb 695 idi. Benim
geldiğim tarihten on gün evvel vefat etmişti.”152 Bu ifade Zehebî’nin 16 Receb 695
yılında Mısır’da olduğunu teyit etmektedir. Zehebî’ye bu yolculukta süt kardeşi Dâvûd
b. İbrahim’in eşlik ettiği yukarıda zikredilmişti. Zehebî Mısır’a geldiğinde kendisinden
hadis dinlediği ilk hocası Cemaleddin Ahmed b. Muhammed b. Abdullah el-Halebî (ö.
696/1297) olmuştur.
153 Zehebî hocasıyla alakalı şu cümleleri kullanmıştır: “Mısır’da
ilk hadisi onun yanında dinledim ve evinde konakladım. Onun hadis cüzlerinden
istifade ettim.”
154 Zehebî daha sonra Mısır’da bulunan Bilbîs şehrine geldi ve orada;
Süleyman b. Dâvûd b. Süleyman’dan (ö. 697/1298) hadis dinledi.155 Ebü’l-Meâlî
Ahmed b. İshak b. Muhammed el-Aberkûhî (ö. 701/1302),156 Ali b. Abdülğanî b.
Fahreddin b. Teymiyye el-Harrânî (ö. 701/1302),157 Takıyyüddin Ebü’l-Feth
148 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/351.
149 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/194; eş-Şeyh, el-Hâfız, 54.
150 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/77.
151 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/294.
152 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî et-Türkmânî el-Fârikî edDımaşkî Zehebî, Târihu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-Meşâhîr ve’l-aʿlâm, thk. Ömer Abdüsselâm et-Tedmurî
(Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 1414/1993), 52/256; Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/409; eş-Şeyh, el-Hâfız, 55.
153 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 84.
154 Zehebî, Tezkire, 4/184.
155 eş-Şeyh, el-Hâfız, 57.
156 Aberkûh: Aberkûh, İran'ın Yezd bölgesine yakın bir şehir. Bkz: Yâkût el-Hamevî, M’ucemu’lbüldân, 1/69.
157 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/33.
28
Muhammed b. Ali (ö. 702/1302) (İbn Dakîk ismiyle meşhur olmuştur.)158 gibi isimler
de Zehebî’nin hadis dinlediği hocalardandır.
Mısır’da belli bir süreyi doldurduktan sonra babasıyla rihle konusundaki
yaptığı anlaşma gereği dört aylık süre zarfını doldurmuştu. Bu sebeple tekrardan eve
dönmek zorunda kalmıştı.159 İkinci yolculuğunu ise h. 705 yılında gerçekleştirmiştir.
Zehebî ikinci kez Mısır’a gelerek buradaki ilmî halkalara devam etmiştir.160 Zehebî,
Mısır’ın en büyük şehirlerinden olan İskenderiye’ye gelip burada iki ay kalarak birçok
âlimin halkasına katılmıştır.161 Zehebî’nin halkalarına devam ettiği hocalar arasında;
Abdurrahman b. Abdülhalim ed-Dükkâlî’nin (ö. 695/1296) yanında Verş ve Hafs
kıraatlerini okudu.162 Zehebî; Ben, İbnü’z-Zâhirî, el-Mizzî, İbn Seyyidinnâs ve Birzâlî
Sahnûn lakabıyla tanınan Abdurrahman b. Abdülhalim’in yanında hadis dinledik.”
demiştir.163 Şerefeddin Abdülmü‘min b. Halef ed-Dimyâtî (ö. 705/1306),164 Yahya b.
Ahmed b. Abdülaziz el-Cüzzâmî (ö. 705/1306). Zehebî, hocası el-Cüzzâmî’nin
yanında kırâat-i seb‘a dersleri almaya başlamış ancak el-Cüzzâmî’nin işitme sorunları
nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.165 Ali b. Ebü’l-Abbas el-Mâlikî (ö.
709/1310), Muhammed b. Atâ b. Ebû Mansûr el-İskenderânî (ö. 712/1313),
166 Ahmed
b. Ebû Bekr b. Tayy ez-Zübeyrî (ö. 720/1320)167 ve İbrahim b. Ahmed b. Abdülmuhsin
el-Hüseynî el-Ğarrâfî (ö. 738/1338)168 gibi alimler bulunmaktadır.169
1.3.4. Zehebî’nin Hac Yolculuğu
Babasının vefatıyla (697/1298) birlikte memleketine dönen Zehebî babasının
defin işlemlerini gerçekleştirdikten bir yıl sonra hac farizasını yerine getirmek için
158 Selahaddin Halil b. Aybek b. Abdullah es-Safedî, el-Vâfî bi’l-vefayât, thk. Ahmed el-Arnavûd
(Beyrut: Daru İhyai’t-Türâsi’l-Arabî, 1420/2000), 3/233.
159 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 28.
160 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
161 eş-Şeyh, el-Hâfız, 57.
162 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/362.
163 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 52/260-261.
164 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/424; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 29; Ali Osman Ateş,
“Dimyâtî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/310.
165 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/367; Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 29; eş-Şeyh, el-Hâfız, 58;
Altıkulaç, “Zehebî”, 44/182.
166 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/232.
167 es-Safedî, el-Vâfî, 6/168; Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/114.
168 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/128.
169 eş-Şeyh, el-Hâfız, 54-59.
29
yola çıktı.
170 Zehebî’nin hac yolculuk tarihini şu iki farklı ibareden anlamak
mümkündür; “Abdullah b. Havlân (ö. 701/1302) bu hadisi Ravza’da (Medine) 698
yılında aktardı.”171
“698 yılında Mekke’de Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed’in (ö.
722/1322) yanında hadis dinledim.”172 ifadeleri Zehebî’nin h. 698 yılında hacda
olduğunu göstermektedir. Zehebî hac yolculuğu için; “Şemsüddin el-Ayıntâbî bize hac
emirliği yaptı.” demiştir.173 Zehebî’ye bu yolculuğunda öğrencileri ve arkadaşlarından
Abdurrahman b. Ahmed el-Makdisî (ö. 725/1325),
174 Ömer b. Ubeydullah b. Ahmed
el-Makdisî (ö. 733/1333)175 ve Muhammed b. Abdülmuhsin (ö. 728/1328)176 eşlik
etmiştir.177
Mekke’ye geldiğinde hac menasiklerini yerine getirmenin yanı sıra ilim
halkalarına da katılmaya gayret göstermiştir. O bölgede tanınan hocaların yanına
giderek hadis dinlemiş ve onlardan rivayette bulunmuştur.178 İlk olarak Radıyyüddin
İbrahim b. Muhammed et-Taberî el-Mekkî (ö. 722/1322)179 ve onun kardeşi olan
Ahmed b. Muhammed et-Taberî el-Mekkî’den (ö. 714/1314)180 hadis dinlemiştir.
181
Abdüsselam b. Abdülhâlik b. Ulvân’dan (ö. 703/1304) Arafat’ta hadis dinlemiştir.182
Abdülğanî b. Mansûr b. Ubâbe el-Harrânî (ö. 739/1339),
183 Kutbüddin Abdülkerim b.
Abdü’n-nur el-Halebî’den (ö. 735/1335) Mina’da Cüz’ü Ğitrîf’i dinlemiş ve Zehebî’ye
kendi merviyyâtını yazmıştır.184 Yahya b. Muhammed b. Ali el-Mekkî’de (ö.
707/1308)185 ve Osman b. Muhammed b. Osman et-Tevrezî (ö. 713/1313)186
Zehebî’nin Mekke’de hadis aldığı hocalar arasındadır.187 Zehebî, Hicaz bölgesinde
170 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 52/67.
171 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/228.
172 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 62.
173 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 52/67.
174 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/354.
175 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/77.
176 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/225.
177 eş-Şeyh, el-Hâfız, 59.
178 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 31.
179 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/151.
180 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/84.
181 eş-Şeyh, el-Hâfız, 60.
182 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/392.
183 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/316.
184 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/412.
185 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/374.
186 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/437.
187 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 87-88; eş-Şeyh, el-Hâfız, 60; Altıkulaç, “Zehebî”, 44/183.
30
yalnızca Mekke’den değil Medine188 ve Tâif’te bulunan âlimlerden de istifade etme
imkânı bulmuştur. Orada bulunduğu süre zarfında bu bölgeleri dolaşarak birçok
hocadan hadis dinlemiş ve rivayet etmiştir. Yapmış olduğu rihlelerin en büyük faydası
ise farklı hocalarla bir araya gelip farklı üslup ve metotlar elde etmesidir.189
1.4.HOCALARI VE AKRANLARI
1.4.1. Hocaları
Yukarıda rihle yapmak üzere birçok bölgeye ilim tahsil etmek için yolculuk
yapan Zehebî’nin nerelerde hangi hocaların halkasına katıldığıyla ilgili malumatlar
verildi. Onun ilmî şahsiyetinin şekillenmesinde yaşadığı dönemdeki birçok âlimin
halkasına katılarak eğitim görmesi önemli faktörler arasında sayılabilir. Zehebî gerek
kendi yaşadığı bölgede gerekse yapmış olduğu ilim yolculukları vesilesiyle eğitim
aldığı hoca listesini epeyce genişletmiştir. Onun hocalarının sayısı hakkında birkaç
görüş ifade edilmiştir. Bir rivayette bu sayının bin üç yüz civarında190 olduğu ifade
edilmişken başka bir rivayette bin iki yüz civarında,
191 diğer bir rivayette ise bu sayının
bin kırk olduğu söylenmiştir.
192 Bu konuda bazı âlimler herhangi bir rakam ifade
etmeksizin binden fazla olduğunu ortaya koymuşlardır.
193
Semâ veya icâzet yoluyla birçok hocadan hadis dinleyen ve rivayet eden
Zehebî, yanına gittiği bu hocalarının tercemelerini telif ettiği bazı kitaplarında ele
almıştır. Bu kitaplar içerisinde; el-Muʿcemu’l-muhtas, el-İber, Zeylü’l-iber,
Tezkiretü’l-huffâz ve Maʿrifetü’l-kurrâi’l-kibâr gibi eserler yer almaktadır. Hatta bu
hocalarını ele alan Muʿcemu’ş-şuyûh isimli müstakil bir eser kaleme almıştır. Ancak
yinede hocalarının tamamını kapsamamaktadır. Çünkü kendisi hadis işittiği
188 Zehebî Medine’de Ömer b. Abbas ed-Dımaşkî (ö. 700/1301) ve Muhammed b. Abdülveli elHavlân’dan (ö. 701/1302) hadis dinlemiştir. Bkz: eş-Şeyh, el-Hâfız, 60.
189 Bununla birlikte Zehebî rihle yaparak senetlerin daha güvenilir kaynaklarına ulaşmış ve eserlerine
aldığı hadisleri bu literatürde muteber kabul edilen “لي حكى ”,“لي قال ”,“سمعت ”,“اخبرني ”,“حدثني “vb.
lafızlarla aktarmıştır. Bkz: eş-Şeyh, el-Hâfız, 61.
190 Zehebî, el-İber fî haberi men ğaber adlı eserine yazdığı zeyl’de bin üç yüz hocadan semâ ve icâzet
yoluyla hadis aldığını ifade etmiştir. Bkz: Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân
et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî, Züyûlü’l-İber, thk. Muhammed es-Saîd Zağlûl (BeyrutLübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1405/1985), 148.
191 Öğrencisi Ebü’l-Mehâsin Hüseynî (ö. 765/1364); Zeylü Tezkiretü’l-huffâz’da Zehebî’nin bin iki yüz
hocadan ders aldığını ifade etmiştir. Bkz: Hüseynî, Zeylü tezkire, 22.
192 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
193 eş-Şeyh, el-Hâfız, 72; Yılmaz, Zehebî’nin Hadis Kültürü, 17.
31
hocalarının çoğunu zikrederken icâzet yoluyla aldığı bazı hocalarını zikredemediğini
şu sözleriyle ifade etmektedir; “Bu kitap karşılaştığım veya bana icâzat veren
hocalarımı ele alan kitaptır. Ancak hepsini kapsamamaktadır. Nitekim bana icâzet
vermiştir ancak ben şu an hatırlamıyorumdur. Ancak işittiğim hocaları biliyorum ve
onları buraya aldım.”194
Burada zikredilen hocaları Zehebî ile çok sıkı ilişkisi olan hocalar olması
hasebiyle seçildi. Nitekim onun hayatına bakıldığında hemen hemen her alanda bu
hocalarından birer iz görmek mümkündür. Zehebî’nin sayacağımız bu hocaları İslâmî
ilimlerde eser telif etme, talebe yetiştirme ve hadis nakletme noktasında çaba sarfetmiş
isimlerdir. Ayrıca Zehebî, Siyeru aʿlâm’ınde bu âlimlerin görüşlerinden,
rivayetlerinden ve eserlerinden birçok defa iktibasta bulunmuştur. Bu başlıkta
Zehebî’nin hocalarının tamamının zikredilmesi konuyu uzun tutacağından yalnızca
onun üzerinde etki bırakmış hocalarından birkaç tanesi zikredilecektir.
1. İbrahim b. Dâvûd b. Zâfir el-Fâdilî (ö. 692/1293): H. 622 yılında doğan
el-Fâdilî birçok alanda yetkinliğe sahip bir âlim olarak bilinmektedir. Zehebî onun
yanında Kur’an’ın üçte birini yedi kıraatle okuduğunu ifade etmiştir.195 Zehebî,
Sehâvî’nin (ö. 643/1245) Şerhü’ş-Şâtıbiyye’sinin bir kısmını ve Nuniyyetü’s-Sehâvî’yi
el-Fâdilî’nin yanında okumuştur.196 Aynı zamanda kendisinden birçok eserin icâzetini
alan Zehebî onun ders halkalarından istifade ettiğini ve birçok meselede onun
görüşlerine başvurduğunu söylemiştir.197 el-Fâdilî h. 692 yılında vefat etmiştir.198
2. Abdurrahman b. Abdülhalim Sahnûn (ö. 695/1296): Tam adı
Abdurrahman b. Abdülhalim ed-Dükkâlî el-Mâlikî’dir. Lakabı ise Sahnûn’dur.199 H.
616 yılında dünyaya gelmiş H. 695 yılında İskenderiye’de vefat etmiştir.200 Hadis,
fıkıh ve nahiv alanlarıyla meşgul olmuş âlim, zâhid ve takva sahibi bir zattı.201 Zehebî
194 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/12.
195 eş-Şeyh, el-Hâfız, 75.
196 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/135.
197 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/135.
198 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/135.
199 eş-Şeyh, el-Hâfız, 77.
200 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/362.
201 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/362.
32
hocası Sahnûn’un yanında on bir günlük bir süre zarfında Verş ve Hafs kıraatleri
üzerine hatimler yapmıştır.202
3. İbnü’z-Zâhirî (ö. 696/1297): Tam adı Ahmed b. Muhammed b. Abdullah
b. Kaymâz el-Halebî’dir. Künyesi Ebü’l-Abbas’tır. Ancak İbn ez-Zâhirî ismiyle
meşhur olmuştur.203 H. 626 yılında Halep’te doğmuştur. Zâhirî, ilk olarak Halep ve
civarında bulunan âlimlerden hadis dinlemiş daha sonra Dımaşk, Humus, Mısır,
Mekke, Medine, İskenderiye ve Anadolu’da bulunan Mardin ve Harran’a da ilim
yolculuğu yapmıştır.204 Zehebî onun Hanefî fıkhına vâkıf olduğunu, kırâat-i seb‘a’yı
bildiğini ve onun gibisiyle çok nadir karşılaştığını ifade etmiştir.205 Zâhirî, birçok
ilimle meşgul olmuş ancak ömrünün son dönemlerinde yalnızca hadis ilmiyle
uğraşmıştır.206 Zehebî, Mısır’ın el-Maks denilen semtindeki zaviyesinde onu ziyaret
etmiş ve cüzlerinden istifade ettiğini ifade etmiştir.207
Zâhirî h. 696 yılında 70 yaşında
iken vefat etmiştir.208
4. İbn Ferh el-İşbîlî (ö. 699/1300): Tam adı Ahmed b. Ferh b. Ahmed elLahmî el-İşbîlî’dir. H. 625 yılında İşbîliye’de209 doğmuştur. Mısır ve Dımaşk’ta hadis
dinlemiştir. Muhaddis olmasının yanında fıkıhta da ehil biriydi. Nitekim Dımaşk
camisinde hadis ve fıkıh okuttuğu halkaları mevcuttu. Zehebî, hocası el-İşbîlî’nin
halkalarına katıldığını, hadis dinlediğini ve rivayette bulunduğunu aktarmış ve
kendisinden övgü ile bahsetmiştir.210 El-İşbîlî hadis lakapları alanında “el-Kasîdetü’lğarâmiyye” ismiyle bir metin kaleme almıştır.211
5. Ebü’l-Fadl İbn Asâkir (ö. 699/1300): Tam adı Ahmed b. Hibetüllah b.
Ahmed b. Muhammed b. Hasan b. Asâkir’dir.212 H. 614 yılında doğan İbn Asâkir,
Ebü’l-Fadl künyesiyle tanınmış, lakabı ise eş-Şeyhü’r-Reis’tir.213 Zehebî onun
202 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/362.
203 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/93.
204 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/93-94.
205 Zehebî, Züyûlü’l-İber, 1/93.
206 eş-Şeyh, el-Hâfız, 74.
207 eş-Şeyh, el-Hâfız, 74.
208 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/94.
209 İşbîliye: İşbîliye, İspanya’nın güneyinde Endülüs bölgesinde yaklaşık beş asır İslâm hâkimiyetinde
kalan ve günümüzde Sevilla adıyla anılan şehir. Bkz: Câsim el-Ubûdî, “İşbiliye”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 23/428.
210 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/82.
211 eş-Şeyh, el-Hâfız, 72.
212 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/107.
213 eş-Şeyh, el-Hâfız, 74.
33
yanında İmam Mâlik’in Ebû Mus‘ab ez-Zührî (ö. 242/857) rivayetiyle gelen elMuvatta’sını, Hasan b. Süfyân en-Nesevî’nin (ö. 303/916) el-Erbaûn’u, Ebû Bekir
Ahmed b. Hüseyin b. Mihrân’ın (ö. 381/991)214 kıraât-i aşere üzerine yazılmış el-Ğaye
eserlerini okumuş ve ondan birçok hadis dinlemiştir.215 Ebü’l-Fadl h. 699 yılında vefat
etmiştir.216
6. Ahmed b. İshâk el-Aberkûhî (ö. 701/1302): Tam adı Ahmed b. İshâk b.
Muhammed b. el-Müeyyid Ebü’l-Meâlî’dir. H. 615 yılında Aberkûh’ta doğmuştur.
Kendisi el-Aberkûhî nisbesiyle tanınmıştır.217 Nisbesi Isbahan’ın bir kasabası olan
Aberkûh’a dayanmaktadır.218 Ahmed b. İshâk, âlim, zâhid ve muhaddis kimliğiyle ön
plana çıkmıştır. Eğitime ilk olarak kendi köyünde başlamış, ardından Şîrâz, Bağdat,
Musul, Harran, Dımaşk, Kudüs ve Mısır’da devam etmiştir. Zehebî el-Aberkûhî’nin
yanında iki cüz dinlemiştir.219 Ahmed b. İshâk, hac görevini ifa etmek üzere Mekke’ye
gitmiş ve orada h. 701’de vefat etmiştir.220
7. Ebü’l-Hüseyin el-Yûnînî (ö. 701/1302): Tam adı Ali b. Muhammed b.
Ahmed b. Abdullah b. İsa el-Yûnînî’dir. Künyesi Ebü’l-Hüseyin’dir. Yûnîn ise
Ba‘lebek’e bağlı bir köydür.221 H. 621 yılında dünyaya gelmiştir.222 İlk eğitimine
babası Muhammed el-Yûnînî’nin yanında başlamıştır. Hadis ve fıkıh alanında söz
sahibi olan el-Yûnînî birçok âlimden ders almış ve çok sayıda talebeye ders
vermiştir.223 Onun en önemli çalışması Sahîh-i Buhârî’ye yapmış olduğu istinsah ve
tashihi olduğunu söylemek mümkündür.224 Yûnînî, Dımaşk ve Mısır’a ilmî
yolculuklar yapmış; özellikle sürekli gittiği Dımaşk’ta birçok kişi onun halkasına
katılarak hadis dinlemiştir. Yûnînî bu yolculukları esnasında elde ettiği kitaplardan
Ba‘lebek’te bir kütüphane kurmuştur. Zehebî, Ba‘lebek’e gittiğinde iki ay gibi bir süre
214 Zehebî, Siyeru a’lâm, 14/406.
215 eş-Şeyh, el-Hâfız, 75.
216 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/107; eş-Şeyh, el-Hâfız, 75.
217 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/37.
218 eş-Şeyh, el-Hâfız, 72.
219 eş-Şeyh, el-Hâfız, 73.
220 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/37-38.
221 eş-Şeyh, el-Hâfız, 79.
222 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/40.
223 Fatma Kızıl, “Yûnînî, Ali b. Muhammed”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV, 2013), 43/596.
224 Kızıl, “Yûnînî”, 43/595.
34
zarfında bu kütüphaneden istifade ettiğini aktarmıştır.225 İbnü’l-Lebbân (ö. 749/1349)
ve el-Mizzî Yûnînî’nin en gözde öğrencilerindendir. Yûnînî, h. 668’de gittiği
Dımaşk’ta nahiv âlimi olan İbn Mâlik’in ve birçok dil âliminin katıldığı bir
mecliste Sahîh-i Buhârî nüshasını yetmiş bir celsede okuyup nakletmiştir.226 Zehebî
hocası Yunînî’nin yanında Ramhürmüzî’nin (ö. 360/971) el-Muhaddissü’l-fâsıl
beyne’r-râvî ve’l-vâʿî eserini okumuştur.227 Yunînî, Ba‘lebek’e kitaplarını getirdikten
sonra aklı sorunlu birisi tarafından bıçaklanmış birkaç gün sonra h. 701 yılında vefat
etmiştir.228
8. İbn Dakîkul‘îd (ö. 702/1303): Tam adı Takıyyûddîn Muhammed b. Alî b.
Vehb el-Kuşeyrî el-Kûsî’dir. H. 625 yılında anne ve babası hacca giderken Hicaz
bölgesinde yer alan Yenbu sahilinde seyir halinde bulunan bir gemi içerisinde
doğdu.229 Künyesi Ebü’l-Feth’tir. Ancak İbn Dakîkul‘îd ismiyle meşhur olmuştur.230
Babası Kâbe’de tavaf ederken oğlunu da yanına alarak ilmiyle âmil bir insan olması
için dua etmiştir.231 İbn Dakîkul‘îd eğitimine ilk olarak memleketi olan Mısır’ın Kûs
şehrinde babasının yanında başladı. Babasının tedrisatı altında Mâlikî fıkhını ve hadis
okudu.232 İbnü’l-Cümeyzî (ö. 649/1251), İbn Revâc (ö. 648/1250), Abdülazîm b.
Abdülkavî el-Münzirî (ö. 656/1258) gibi âlimlerin yanında hadis dinledi. Önceki
zamanlarda Mâlikî mezhebine bağlı olan İbn Dakîkulʻîd, daha sonra Şâfiî mezhebini
benimsemiştir.233 Zehebî, hocası İbn Dakîkul‘îd hakkında övgü ile bahsetmiş ve ondan
yirmi hadis dinlemiştir.234 Zehebî, İbn Dakîkul‘îd’in yanına geldiğinde Zehebî’yi ricâl
ile alakalı bazı sorularla imtihan etmiştir.235 İbn Dakîkul‘îd h. 702 yılında Kahire’de
vefat etmiştir.236
225 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/40.
226 M. Fuad Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları (Ankara: Otto Yayınları, 2020), 183.
227 eş-Şeyh, el-Hâfız, 79.
228 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/40.
229 Ahmet Özel, “İbn Dakîkul’îd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
1999), 19/407.
230 Zehebî, Siyeru a’lâm, 10/164.
231 es-Sübkî, Tabakât, 9/208.
232 İbn Hacer, ed-Dürer, 1/262.
233 Özel, “İbn Dakîkul’îd”, 19/408.
234 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 270.
235 eş-Şeyh, el-Hâfız, 81.
236 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
el-İber fî haberi men ğaber, thk. Selâhaddin Müneccid (Kuveyt: Dâru Turâsi’l-Arabî, 1379/1960),
6/270.
35
9. el-Hâfız ed-Dimyâtî (ö. 705/1306): Tam adı Abdü’l-Mü’min b. Halef b.
Ebü’l-Hasan ed-Dimyâtî’dir. H. 613 yılında Mısır’ın Dimyât köyünde dünyaya
gelmiştir.237 İlk zamanlarda fıkıh ilmiyle uğraşan Dimyâtî daha sonra hadis alanına
yönelmiştir.238 Hadis dinlemek üzere İskenderiye, Mısır, Şam, Irak, el-Cezire, Mekke
ve Medine’ye yolculuk yapmıştır.239 Gittiği bölgelerde âli ve nâzil isnadları yazmıştır.
1250’ye yakın hocanın halkasına katılmış ve hadis dinlemiştir.240 Zehebî, edDimyâtî’nin yanında es-Serâciyyâtü’l-hamse, Kitâbü’l-hayl ve Kitâbü’s-saletü’l-vustâ
eserlerini okumuştur.241
10. Muhammed b. Ebü’l-Feth el-Ba‘lebekî (ö. 709/1310): H. 645 yılında
dünyaya gelen Muhammed b. Ebü’l-Feth nahiv alanındaki yetkinliğiyle
bilinmektedir.242 Dımaşk’ta Hanbelî fıkhını en iyi bilen âlimlerin başında
gelmektedir.243 Muhammed el-Yûnînî ve İbn Abdü’d-Daîm’den hadis dinlemiştir.
Zehebî nahiv ve Hanbelî fıkhı noktasında kendisinden önemli eserler okuduğunu ifade
etmiştir. H. 709 yılında Kahire’de vefat etmiştir.244
11. Burhaneddin el-Fezârî (ö. 729/1329): Tam adı İbrahim b. Abdurrahman
b. İbrahim b. Sibâ el-Fezârî ed-Dımaşkî’dir.245 H. 660 yılında Dımaşk’ta dünyaya
gelen el-Fezârî246 usulü’l-fıkh ve nahiv alanında önemli bir yetkinliğe sahiptir. İlk
eğitimine babasının yanında başlamıştır. Hadis alanında birçok öğrenci onun
halkalarına katılmış ve hadis dinlemiştir.247 Zehebî, Tâceddin es-Sübkî ve Muhammed
b. Câbir el-Vâdîâşî kendisinden icâzet almış önemli âlimlerdendir.248 Zehebî, hocası
el-Fezârî’nin yanında İbn Abdüddâim’in el-Meşîha’sını okumuştur.249 H. 729 yılının
cemâziyelevvel ayının cuma gecesinde yetmiş yaşında vefat etmiştir.250
237 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/424.
238 eş-Şeyh, el-Hâfız, 76.
239 Ateş, “Dimyâtî”, 9/311.
240 Zehebî, Tezkire, 4/163.
241 eş-Şeyh, el-Hâfız, 76.
242 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/325.
243 eş-Şeyh, el-Hâfız, 81.
244 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/325.
245 eş-Şeyh, el-Hâfız, 76.
246 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/138.
247 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/138-139.
248 Hasan Güleç, “Fezârî, İbrâhim b. Abdurrahman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 12/540.
249 eş-Şeyh, el-Hâfız, 76.
250 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/139.
36
12. Ebü’l-Abbas el-Haccâr (ö. 730/1330): Tam adı Ahmed b. Ebû Tâlib b.
Ni‘me’dir. Künyesi Ebü’l-Abbas ve bu isimle anılmıştır.251 Hadis alanında büyük
yetkinliğe sahip olan Ebü’l-Abbas kendisine senedi karıştırılmış bir hadis
söylendiğinde hadisin okunduğu şekliyle değil de olması gerektiği gibi aktardığı
rivayet edilmektedir.252 Zehebî, onun huzurunda Sahîh-i Buhârî’yi h. 720 yılında
Kefrebatnâ’da okumuştur.253 Ebü’l-Abbas h. 730 yılında vefat etmiştir.254
Yapılan bu ilim yolculukları süresince Zehebî, çevresinde ilim halkası
oluşturan hocaların derslerine katılmış ve ilimlerinden istifade etmiştir. Bu halkalar
genel ekseriyetle mescitlerde toplanır namaz vakitleri haricinde ilgili hoca dersini
gerçekleştirirdi. Zehebî, sayıları erkek hocalarının seviyesine ulaşmasa da kadın
hocalardan da hadis dinlemiştir. Şimdi ise bu kadın hocalarından hem hadis alanındaki
yetkinlik hem de talebe ağının genişliği yönünden ön plana çıkan beş tanesi ele
alınacaktır.
1. Hatice bint Yûsuf b. Ğanîme (ö. 699/1300): H. 626 yılında Dımaşk’ta
dünyaya gelmiş âlim bir kadındı. İbn el-Lettî (ö. 635/1238), Ebû Nâsır eş-Şîrâzî (ö.
635/1238) ve İbn el-Mukîr’den (ö. 643/1246) hadis dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.
Zehebî bulunduğu çevrede ilim noktasında ondan daha üstünü olmadığını ifade
etmiştir. Zehebî hocası Hatice bint Yûsuf’un yanında hadis dinlemiş ve rivayette
bulunmuştur.255 H. 699 yılında vefat etmiştir.256
2. Hediye bint Abdülhamid b. Muhammed b. Sa‘d el-Makdisiyye (ö.
699/1300): âlim, sâliha ve tevazu sahibi bir insandı. İbn Zübeydî’den Sahîh-iBuhârî’yi rivayet etmiştir. Zehebî onun yanında Ebü’l-Cehm’in nüshasını ve esSülesiyyât’ını okumuştur.257 H. 699 yılında Kâsiyûn’da vefat etmiştir.258
3. Fâtıma bint İbrahim b. Mahmud b. Cevher el-Batâihî el-Ba‘lebekî (ö.
711/1311): H. 625 yılında Ba‘lebek’te dünyaya gelmiştir. Saliha ve ibadete düşkün bir
insandı. Hadis ilmiyle meşgul olmuş İbn ez-Zübeydî’den (ö. 651/1253) Sahîh-i251 İbn Hacer, ed-Dürer, 2/123.
252 eş-Şeyh, el-Hâfız, 74.
253 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/119.
254 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/119.
255 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/234.
256 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/234.
257 eş-Şeyh, el-Hâfız, 84.
258 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/362.
37
Buhârî’yi rivayet etmiş, Mahmud b. el-Husayrî’den (ö. 636/1238) de Sahîh-i Müslim’i
dinlemiştir.259 Zehebî, onun yanında hadis dinlediğini ifade etmiş ve hocalarının
hayatından bahsettiği Muʿcemü’ş-şüyûh adlı eserinde onun hayatına da yer
vermiştir.260 Fâtıma bint İbrahim h. 711 yılında vefat etmiştir.261
4. Hediye bint Ali b. Asker el-Bağdadiyye (ö. 712/1312): H. 626 yılında
dünyaya gelmiştir. ez-Zübeydî, İbn el-Letî ve el-Hemedânî’den hadis dinlemiş ve
rivayette bulunmuştur. Ömrünün sonlarında Kudüs’e gitmiş ve orada yaşamaya
başlamıştır. Zehebî, Kefrebatnâ’da hocası Hediye bint Ali b. Asker’in yanında
Süneni’d-Dârimî’yi okumuştur.262 H. 712 yılında vefat etmiştir.263
5. Zeynep bint Ahmed b. Ömer b. Ebû Bekir b. Şükr el-Makdisiyye (ö.
722/1322): H. 628 yılında Kâsiyûn’da dünyaya geldi. Mısır ve Medine’ye ilim
yolculuğunda bulunmuştur.264 Zehebî, Kudüs’e gittiği zaman ondan hadis dinlemiş ve
rivayette bulunmuştur.265 H. 722 yılında vefat etmiştir.266
1.4.2. Akranları267
Memlük idaresi altında bulunan bu dönemde çok önemli âlimlerin yaşadığı
bilinmektedir. Yine o dönemde ilim meclisleri oldukça fazla olması itibarıyla hangi
hocanın nerede hangi dersleri verdiği ilim ehlinin gündeminde olan bir durumdu. Kibir
ve gurur yapmayan herkes ırk, mezhep ve yaş farkı gözetmeksizin herkesin ders
halkasına gider veya o âlimin yanında özel bir kitap okuyabilmekteydi. Zehebî de
yalnızca kendisinden yaşça büyük ve ilim olarak üstün olan hocalarından ilim almakla
yetinmemiş, yaşıtlarından da olabildiğince istifade etmiştir. Aynı şekilde onun yaşıtları
da Zehebî’nin ilminden faydalanmışlardır. Özellikle bazı yaşıtları Zehebî’nin gerek
ilmî gerek siyasî ve içtimaî karakterinin oluşmasında etkili olmuşlardır.268 Bu başlık
259 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/103.
260 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/103.
261 eş-Şeyh, el-Hâfız, 83.
262 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/362.
263 eş-Şeyh, el-Hâfız, 84.
264 eş-Şeyh, el-Hâfız, 83.
265 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/248.
266 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/248.
267 Bu başlık altında yer alan âlimler her ne kadar Zehebî’ye hocalık yapmışlarsa da çağdaş olmaları
hasebiyle böyle bir başlık açılmıştır. Çünkü Zehebî’nin ilmî karakterinin oluşmasında bu hocaların
büyük bir etkisi olduğu daha önceki dipnotlarda aktarılmıştı.
268 Bazı kaynaklarda on dört yaşlarında iken ilim halkalarına katıldığı bazılarında ise on beş olduğu
ancak genel anlamda on sekiz yaşında hadis tahsiline başlayan Zehebî’nin hadis ilmine yönelmesinde
38
altında Zehebî’nin yaşadığı dönemde ona hem arkadaşlık hem de hocalık eden bazı
şahsiyetlerden bahsedilecektir.
1. Şeyhülislâm İbn Teymiyye (ö. 728/1328)
Tam adı Ahmed b. Abdülhalîm b. Abdüsselâm b. Teymiyye el-Harrânî’dir.269
Künyesi Ebü’l-Abbas’tır. Nisbesi ise doğduğu yer olan Harran’a dayanmaktadır. H.
621 yılının Rebiülevvel ayında Harran’da mütedeyyin bir ailede dünyaya gelmiştir.270
Lakabı olan Teymiyye; Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm ismiyle bilinen
dedesinden gelmektedir.271 O dönemde Moğolların yaptığı saldırılar neticesinde
babası Abdülhalîm daha güvenilir bir yer olan Dımaşk’a yerleşti.272 İbn Teymiyye ilk
eğitimine babasının yanında başlamıştır. Ailesinde ilimle uğraşan isimler var
olduğundan o da erken yaşlarda hadis dinlemeye başlamıştır.273 İbn Teymiyye,
Harran’dan Dımaşk’a yerleştikten sonra ilim halkalarına katılmaya başlamıştır.
Katıldığı bu halkalarda İbn Abdüddâim’in (ö. 668/1269) yanında o dönemde en çok
okutulan hadis cüzlerinden olan Cüz’ü İbn Arefe’yi okumuştur.274 İbn Teymiyye’nin
Dımaşk’ta kısa bir süre içerisinde tanınmasındaki en önemli faktör hiç şüphesiz babası
el-Birzâlî’nin “Senin yazın muhaddislerin yazısına benziyor” diyerek hattına olan övgüsü etkili
olmuştur. Kendisinden “itkan sahibi, hüccet, şeyhimiz, dostumuz, Şam muhaddisi, asrın tarihçisi” diye
bahsettiği Birzâlî’den h. 694’te ilim tahsil etmeye başladı. Zehebî’nin hadis tahsil etmeye
başlamasından sonra el-Mizzî, İbn Teymiyye ve el-Birzâlî ile kurmuş olduğu ve hayatı boyunca devam
eden yakın ilişki dikkat çekmektedir. Zehebî bu âlimler içerisinde yaş itibariyle en küçüğü olması
hasebiyle bu âlimlerle arkadaşlık kurduğu gibi hoca-talebe ilişkisi içerisinde de bulundu. İlmî kişiliğinin
oluşumunda her bir arkadaşının etkisi olmakla birlikte, “Rüknülyemânî ile Makâm-ı İbrâhim arasında
yemin etmem istenilse yemin ederim ki ilimde onun gibisini görmedim, kendisi de bir benzerini
görmemiştir” ifadelerini kullandığı İbn Teymiyye’nin, Zehebî’nin üzerindeki etkisinin diğer
arkadaşlarına nazaran çok daha fazla olduğunda şüphe yoktur. Ancak Zehebî, İbn Teymiyye’ye olan
hayranlığına rağmen gerektiğinde onu eleştirmekten geri kalmamış, birçok görüşünü eleştirip bazı
noktalarda hata ettiğini henüz hayatta iken kendisine bildirmiştir. Ayrıca bu hususta kaynağı ihtilaflı
olan en-Nasîhatü’z-Zehebiyye li’bn Teymiyye adıyla bir de risâle kaleme alındığı söylenmektedir. Öte
yandan İbn Teymiyye ile yakınlığı ona bazı sıkıntılar da yaşatmıştır. Nitekim fıkıhta Şâfiî olmasına
karşılık Hanbelî akaidini benimsediği ileri sürülerek birçok Eş‘arî âlim tarafından eleştiriye tabi
tutulmuş, arkadaşı el-Mizzî’nin 742’de vefatı üzerine boşalan Dârülhadîsi’l-Eşrefiyye hocalığına
getirilmesi söz konusu olduğunda Eş‘arî olmadığı gerekçesiyle bu göreve tayini Şâfiîler tarafından
engellenmiştir. Bkz: Altıkulaç, “Zehebî”, 44/182.
269 Muhammed Abdurrahman el-Humeys, Şerhü’r-risaleti’t-Tedmüriyye (Riyad: Dâru Atlâsi’l-Hadrâ,
1425/2004), 11.
270 Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî İbn Teymiyye,
el-Mesâil ve’l-ecvibe, thk. Abdü Ukkâşe Hüseyin (Kahire: el-Fârûkü’l-Hadîsiyye, 1425/2004), 237.
271 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 15/468.
272 eş-Şeyh, el-Hâfız, 86.
273 es-Safedî, el-Vâfî, 7/11.
274 Nagihan Emiroğlu, Türk (Bahri) Memlükler Döneminde Hadis İlmi (Hicri VII-VIII. Asırlar) (Adana:
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora, 2019), 132.
39
ve dedesinin275 ilmî otoriteleridir. Zira babası Abdülhalîm b. Abdüsselâm Dımaşk’a
geldikten sonra kendisine ilmî birikiminden ötürü, Sükkeriyye Dârülhadisi’nde hadis
hocalığı görevi verilmiştir. İbn Teymiyye, babasının vefatından bir yıl sonra
Sükkeriyye Dârülhadisi’nde hocalık makamına getirilmiştir.276 Bu da onun ilmî
yetkinliğinin ne denli olduğunun kanıtıdır. Birçok ilimde söz sahibi olan İbn Teymiyye
birçok âlimden ders alıp hadis dinlemiş ve yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir.277
Çağdaşları tarafından bazı konulardaki düşüncelerine reddiyeler yazılmış ve tenkit
edilmiştir.278 Zehebî, onun ilmine, şahsiyetine, cesaret ve hafızasına hayran kaldığını
ve onun gibisine rastlamadığını ifade etmiştir.279 Zehebî, İbn Teymiyye’nin yanında
Cüz’ü İbn Arefe’yi okumuştur.280 İbn Teymiyye h. 728 yılında Dımaşk’ta hapiste iken
vefat etmiştir.281
2. İbn Seyyidünnâs (ö. 734/1334)
Tam adı Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed’dir.282 Lakabı
Fethuddîn, künyesi Ebü’l-Feth nisbesi ise el-Ya‘merî’dir. Ancak İbn Seyyidünnâs diye
tanınmıştır.283 H. 671 yılının zilkade ayında Kahire’de dünyaya gelmiştir.284 İbn
Seyyidünnâs’ın ailesi Endülüs asıllı idi. Hıristiyanlar o bölgeleri ele geçirince
Müslümanlar kendi bölgelerini terk etmek zorunda kalmıştır. İbn Seyyidünnâs’ın
dedesi Muhammed b. Ahmed, Cezayir’in Bicâye köyüne yerleşmiş, babası da bir süre
Bicâye medreselerinde hocalık yapmış ve ardından Kahire’ye yerleşmiştir.285 Babası
Kahire’ye geldikten sonra ilminin şöhretinden dolayı İbn Dakîkul‘îd’in ardından
Kâmiliyye Dârülhadisi’ne286 hoca olarak atanmıştır. Babası, İbn Seyyidünnâs’ı henüz
275 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 14/728.
276 Ferhat Koca, “İbn Teymiyye, Takıyyüddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 1999), 20/392.
277 el-Humeys, Şerhü’r-risale, 15.
278 eş-Şeyh, el-Hâfız, 87.
279 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 25.
280 eş-Şeyh, el-Hâfız, 87.
281 Koca, “İbn Teymiyye”, 20/398.
282 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Muʿcemü’l-muhaddisîn, thk. Rûhî Abdurrahman es-Sûfî (Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
1413/1993), 171.
283 M. Yaşar Kandemir, “İbn Seyyidünnâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1999), 20/316.
284 es-Safedî, el-Vâfî, 1/220.
285 Abdurrahim Arslan, İbn Seyyı̇dı̇nnâs ve ‘Uyûnü’l-Eser (İstanbul: Siyer Yayınları, 2019), 58.
286 Ebû Muhammed Takıyyüddîn Ahmed b. Alî b. Abdilkadir b. Muhammed Makrîzî, el-Mevâizü ve’lİ’tibaru bi’z-Zikri’l-Hitati (Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1418/1997), 2/334.
40
beş yaşlarında iken gittiği ilim meclislerine götürmüştür.287 Zehebî onun hadis
alanında tashih, illet, tasnif vb. konularda mahir olduğunu ifade etmiştir.288 Zehebî elMu‘cemu’l-muhtas’ında İbn Seyyidünnâs’ın meclisine katılıp rivayetlerini dinlediğini
ve kendisine merviyyâtının icâzetini verdiğini söylemiştir.289 İbn Seyyidünnâs h.734
yılında vefat etmiştir.290
3. Ebü’l-Haccâc el-Mizzî (ö. 742/1342)
Tam adı Yûsuf b. Abdurrahman b. Yûsuf’dur. el-Kudâî, el-Kelbî ve edDımaşkî nisbesiyle de anılmıştır.291 H. 654 yılında Halep’te dünyaya gelmiştir. Küçük
yaşlarda iken ailesiyle beraber Dımaşk’ın Mizze köyüne yerleştiğinden dolayı elMizzî olarak tanınmıştır.292 Mizzî bu köyde yetişmiş ve daha küçük yaşlarda iken
Kur’an’ı ezberlemiştir. Bir müddet Şâfiî fıkhını okuduktan sonra hadis ilmine
yönelmiştir.293 Ahmed b. Selâme’den Hilyetü’l-evliyâ eseri başta olmak üzere birçok
eseri okudu. Hadis alanında ilmî birikim elde etmek için Kudüs, Humus, Hama,
Ba‘lebek, Mekke, Medine, Kahire, İskenderiye gibi şehirlere rihleler yaparak İbnü’sSâbûnî (ö. 680/1282), Zevâvî (ö. 681/1282), İbn Hallikân (ö. 681/1282), İbn Kudâme
(ö. 682/1283), İbn Hamdân (ö. 695/1295), el-Yûnînî, İbn Dakîkul‘îd, Abdülmü’min b.
Halef ed-Dimyâtî ve Muhammed b. Ahmed el-Kastallânî (ö. 923/1517) gibi âlimlerin
halkalarına katılarak hadis dinledi.
294 Başladığı bu ilim yolculuklarında Kütüb-i Sitte,
İmam Mâlik’in (ö. 179/795) el-Muvatta, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) el-Müsned,
Taberânî’nin (ö. 360/971) el-Muʿcemü’l-kebîr, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071)
Târîhu Bağdâd, Beyhakî’nin (ö. 458/1066) es-Sünenü’l-kübrâ ve Delâilü’n-nübüvve
gibi eserlerini okudu.
295 Zehebî onun hakkında: “Eğer onun Tehzîbü’l-Kemâl isimli
eserine baksanız onun hıfz noktasındaki konumunu görürsünüz. Nitekim ben bu
287 Kandemir, “İbn Seyyidünnâs”, 20/317.
288 eş-Şeyh, el-Hâfız, 91.
289 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 261.
290 Kandemir, “İbn Seyyidünnâs”, 20/317; Arslan, İbn Seyyı̇dı̇nnâs, 67.
291 Zehebî, Tezkire, 1/276; es-Sübkî, Tabakât, 3/74; Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/389; Maʿruf,
“Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 35.
292 eş-Şeyh, el-Hâfız, 85.
293 M. Yaşar Kandemir, “Mizzî, Yûsuf b. Abdurrahman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(İstanbul: TDV Yayınları, 2005), 30/220.
294 Ebû Sehl Muhammed b. Abdurrahman el-Meğâvî, Mevsûatü mevakifü’s-selef (Kahire: elMektebetü’l-İslâmiyye, 1428/2007), 8/192.
295 Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Ahmed b. Mücahid ed-Dımaşkî İbn Nasırüddin,
er-Reddü’l-vâfir, thk. Züheyr eş-Şâvîş (Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1393/1973), 129-130.
41
hususta onun gibisini görmedim.”296 demiştir. Zehebî onun yanında Sahîh-i Buhârî’nin
tamamını okumuştur.297 Mizzî, h. 742’de Dımaşk’ta iken veba salgınına yakalanmış
ve birkaç gün sonra vefat etmiştir. Mizzî’nin cenaze namazını öğrencisi Takıyyüddin
es-Sübkî kıldırmış ve ardından Mekâbirüssûfiyye’de İbn Teymiyye’nin medfun
olduğu yerin batı yönüne defnedilmiştir.
298
4. İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)
Tam adı Muhammed Ebû Bekir b. Eyyûb ez-Zürâî ed-Dımaşkî el-Hanbelî’dir.
İbn Kayyim el-Cevziyye ismiyle meşhur olmuştur.299 Künyesi Ebû Abdullah, lakabı
ise Şemsüddîn’dir.300 H. 691 yılında Dımaşk’ta dünyaya gelmiştir.301 Müfessir, fakih,
muhaddis, mütekellim, mutasavvıf olan İbn Kayyim birçok alanda otorite olmuştur.302
İlk eğitimine babasının yanında başlayan İbn Kayyim, Arap dili ve belâgatını
Muhammed b. Ebü’l-Feth el-Ba‘lebekkî (ö. 709/1310) ve Mecdüddîn Ebû Bekir b.
Muhammed et-Tûnisî’nin (ö. 718/1318) yanında, Safiyyüddîn el-Hindî’nin (ö.
715/1315) yanında ise kelâm ve akaid okumuştur.303 Hanbelî fıkhını Takıyyüddin İbn
Teymiyye’nin yanında okuyan İbn Kayyim hocası İbn Teymiyye’nin birçok telifatını
yanında okuma fırsatı bulmuştur.304 İbn Kayyim, Sadriyye medresesinde hocalık
yapması hasebiyle birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bu öğrenciler içerisinde, vefatından
sonra aynı medresede hocalık yapan oğulları Cemâleddîn Abdullah ve Burhâneddîn
İbrahim ile Zeynüddîn İbn Receb (ö. 795/1393) ve ünlü müfessir ve tarihçi Ebü’l-Fidâ
İbn Kesîr (ö. 774/1373) yer almaktadır.305 Bunun yanı sıra Zehebî ve Takıyyüddîn esSübkî gibi akranlarıyla da ilmi ders ortamları oluşturarak bu isimlerden istifade
etmiştir.306 Zehebî kendisi için; “Benimle birlikte birçok âlimin yanında ders dinlemiş
296 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 299.
297 eş-Şeyh, el-Hâfız, 85.
298 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/390; İbn Kesîr, el-Bidâye, 14/191; İbn Nasırüddin, er-Red, 130;
Kandemir, “Mizzî”, 30/221.
299 Âdil Nüveyhid, Muʿcemü’l-müfessirîn (Beyrut-Lübnan: Müessesetü Nüveyhid, 1409/1988), 2/503.
300 H. Yunus Apaydın, “İbn Kayyı̇m el-Cevzı̇yye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 1999), 20/109.
301 el-Meğâvî, Mevsûat, 8/293.
302 Ahmed b. İbrahim b. Hammad b. Muhammed Abdullah b. İsa, Tevdihü’l-mekâsid (Beyrut: elMektebetü’l-İslâmiyye, 1406/1985), 1/5.
303 el-Meğâvî, Mevsûat, 8/294.
304 eş-Şeyh, el-Hâfız, 91; Apaydın, “İbn Kayyı̇m el-Cevzı̇yye”, 20/110.
305 eş-Şeyh, el-Hâfız, 91.
306 Apaydın, “İbn Kayyı̇m el-Cevzı̇yye”, 20/112.
42
ve bu ilmi tüm çevresine yaymıştır.” İbn Kayyim, 751 yılında Dımaşk’ta vefat
etmiştir.307
5. Takıyyüddin es-Sübkî (ö. 756/1355)
Tam adı Ali b. Abdülkâfî b. Ali b. Temmâm’dır.308 Künyesi Ebü’l-Hasan
nisbesi ise Sübkî’dir.
309 Sübkî, h. 683 yılında Mısır’ın Menûfiye kasabasının
Sübkülabîd köyünde doğmuştur.
310 Sübkî, eğitimine ilk olarak babası ve o dönemin
tanınmış âlimlerin yanında başlamıştır.
311 Sübkî, hafız olup hadis, tefsir, fıkıh, nahiv,
kıraat, beyan, cedel, münazara ve daha birçok alanda kendini ispatlamış donanımlı bir
âlimdir.312 Sübkî, yaşadığı dönem ve bölge itibariyle ilmin en parlak olduğu
zamanlarda yaşadığından dolayı birçok tanınmış hocanın halkasına katılma fırsatı
bulmuştur.313 Onun yüzlerce hocasının olduğu kaynaklarda geçmektedir. Ders aldığı
hocalardan bazıları şunlardır; Şihâb b. Ali el-Muhsinî (ö. 699/1300), Dimyâtî,
Alemüddin el-Irâkî (ö. 704/1305), Seyfeddin el-Bağdâdî (ö. 705/1305), Takıyyüddin
İbnü’s-Sâiğ (ö. 708/1308), İbnü’r-Rifʻa (ö. 710/1310), el-Bâcî (ö. 714/1315), İbn
Selîm es-Süveydî (ö. 716/1316) ve Zehebî.
314 Sübkî, hadis dinlemek üzere
İskenderiye, Dımaşk, Mekke ve Medine’ye yolculuk yapmıştır.315 Zehebî ile akran
olması hasebiyle aralarında hoca-talebe ilişkisi de bulunmuştur. Nitekim bu hususta
Zehebî; “Ben Sübkî’den o da benden hadis dinledi.” demiştir.316 Sübkî, h. 756 yılında
yetmiş üç yaşında iken vefat etmiştir.317
1.5. ÖĞRENCİLERİ
Ulemâ, ilmî tahsilini belli bir seviyeye getirene kadar hocalarının ders
halkalarına katılmaya devam eder. Yeterli ilmî seviyeye geldikten sonra ve artık
307 Cemaleddin Muhammed es-Seyyid, İbn Kayyim el-Cevziyye ve cuhûduhu fî hidmeti’s-seneti’nnebeviyye ve ulûmihe (Medine: İmâdetü’l-Bahsi’l-İlmî, 1424/2004), 1/131.
308 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/34.
309 Bilal Aybakan, “Sübkî, Takıyyüddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2010), 38/14.
310 es-Sübkî, Tabakât, 10/144; eş-Şeyh, el-Hâfız, 89; Aybakan, “Sübkî”, 38/14; Emiroğlu, Memlükler
Döneminde Hadis, 165.
311 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/34.
312 es-Sübkî, Tabakât, 10/145.
313 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 2/35.
314 Aybakan, “Sübkî”, 38/14.
315 eş-Şeyh, el-Hâfız, 87.
316 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 166.
317 Zehebî, Muʿcem, 116.
43
asrında yaşayan âlimler vefat edince hocalık konumuna geçip tedrisat işini yüklenirler.
Bu âlimlerden bir tanesi de Zehebî’dir. Birçok âlimin ders halkasına katılıp ilim tahsil
etmenin yanı sıra yüzlerce öğrenciyi yetiştirerek mezun ettiği ifade edilmiştir.
318 Bu
durum Zehebî’nin iyi bir âlim olduğunun yanı sıra iyi bir eğitici olduğu gerçeğini de
gözler önüne sermesi açısından önem arz etmektedir. Zehebî’nin İslâmî ilimlerin
birçoğunda yetkin olmasının yanında onu önemli yapan bir başka özelliği de iyi bir
eğitmende bulunan vasıfları kendisinde bulundurmasıdır. Zira onun güzel ahlaklı,
takva sahibi, güler yüzlü, mütevazı, cömert, kanaatkâr ve daha birçok güzel haslete
sahip olması onun yüzlerce sayıda öğrenci yetiştirmesine vesile olmuştur. Zehebî’nin
yetiştirmiş olduğu öğrencilerin bir kısmını zikretmek hem konunun bütünlüğünü
sağlayacak hem de konunun uzamasını engelleyecektir.
1. Ahmed b. Muhammed el-Allâî el-Harrânî (ö. 745/1344): H. 702 yılında
dünyaya gelen el-Harrânî Hanbelî fakihi ve mezhebinin önde gelen isimlerinden
biriydi. Harrânî; takva, zühd, âbid, ilme yönelen vb. vasıfları kendisinde barındıran bir
âlimdi. Birçok âlimin yanında hadis dinlemiş ve yazmıştır. Hadis ve usûlü’l-fıkh
alanında yetkinliğe ulaşmıştır. Zehebî’den hadis dinleyen el-Harrânî aynı zamanda
Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ eserini de onun yanında okumuştur.319 el-Harrânî h. 745
yılında vefat etmiştir.320
2. es-Safedî (ö. 764/1363): Tam adı Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn Aybeg b.
Abdillâh’dır. H. 696 yılında Filistin’in Safed şehrinde doğan Safedî doğduğu yere
nispetle bu ismi almıştır.321 Safedî, eğitimine ilk olarak Safed şehrinde hadis başta
olmak üzere İslâmî ilimlerle başlar. Eğitimini daha ileri seviyeye taşımak için o
dönemin en önemli ilim şehri olan Şam’a gitmeye karar verir. Şam’a geldikten sonra
Takıyyüddîn İbn Teymiyye, İbn Cemâa, Hatîb el-Kazvînî (ö. 739/1338), el-Mizzî, İbn
Kesîr, Takıyyüddîn es-Sübkî, Birzâlî, Ebü’l-Mehâsin el-Hüseynî ve Zehebî’nin ders
halkalarına katılmış ve birçok alanda ilim tahsil etme fırsatı bulmuştur.322 Hocaları,
318 eş-Şeyh, el-Hâfız, 320.
319 Zehebî, Muʿcem, 35; eş-Şeyh, el-Hâfız, 328.
320 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 35.
321 Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed b. el-İmâd Ebü’l-Fellâh, Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri min zeheb,
thk. Mahmud el-Arnavûd (Beyrut: Dârü İbn Kesîr, 1406/1986), 1/64; eş-Şeyh, el-Hâfız, 331; İsmail
Durmuş, “Safedî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2008), 35/447.
322 Ömer Rıza el-Kehhâle, Mu’cem’ül-müellifin (Dımaşk: Müessesetü’r-Risâle, 1376/1957), 4/114;
Sultan Turunç, Safedî’nin (ö. 764/1363) Tarih Anlayışı (Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021), 8.
44
Safedî’deki kabiliyeti görünce Şam’da bulunan medreselerde hadis, belâgat vb.
alanlarda ders vermesini talep etmişlerdir. Babasının devlet adamlığı vasfı nedeniyle
Safedî de bazı kurumlarda resmi vazifeler üstlenmiştir. Ancak bu görevleri kendisini
ilimle meşgul olmaktan alıkoyduğu için bırakmış tekrardan ilim sahasına
yönelmiştir.323 Birçok talebe yetiştiren Safedî aynı zamanda farklı alanlarda eserler
kaleme almıştır. Hocası Zehebî, el-Muʿcemü’l-muhtas eserinde onun için “el-İmâm,
el-âlim, el-edîb, el-belîğü’l-ekmel” ifadelerini kullanmıştır.324 Safedî, el-Vâfî bi’lvefeyât’ında hocası Zehebî için: “Onun yanında hadisleri dinledim ve topladım. Tasnif
ettiği birçok eseri yanında okudum.”325 ifadelerini kullanmıştır. Hüseynî vefat edene
kadar ilim tahsili için gittiği Şam’da kalmış, h. 764 yılının şevval ayında vefat
etmiştir.326
3. Ebü’l-Mehâsin el-Hüseynî (ö. 765/1364): Tam adı Şemsüddîn Muhammed
b Ali el-Hasan’dır. Hüseynî, h. 715 yılında Dımaşk’ta dünyaya gelmiştir.327 Yaşadığı
bölgenin ilmî açıdan önemli bir konumda olması Hüseynî’nin ilmî kişiliğinin
oluşmasında önemli bir etken olmuştur. Hüseynî; İbn Cemâa, Mizzî ve Zehebî gibi
âlimlerin ders halkalarına katılmış ve onlardan hadis dinlemiştir.328 Hüseynî daha
sonra Mısır’a gelmiş ve burada Ebü’l-Feth Sadreddin Muhammed el-Meydûmî’nin (ö.
754/1353) halkasına katılmıştır. Dımaşk’ta birçok âlimin yanında ders alan ve Dârü’lHadîsi’l-Bahâiyye’de hocalık görevine getirilen Hüseynî’nin yazı yazma konusunda
yetenekli olduğu aktarılmaktadır. İbn Hacer (ö. 852/1449), Zehebî’nin telif etmiş
olduğu el-İber isimli eseri Hüseynî’nin beş gün içinde yazdığını ifade etmektedir.329
323 İbn Hacer, ed-Dürer, 2/208; Durmuş, “Safedî”, 35/448; Turunç, Safedî, 8.
324 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 91.
325 es-Safedî, el-Vâfî, 2/115.
326 Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî es-Sübkî es-Sübkî, Muʿcemü’ş-şüyûh, thk.
Beşşâr Avvâd Maʿruf (Beyrut: Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1425/2004), 178; eş-Şeyh, el-Hâfız, 331; Durmuş,
“Safedî”, 35/448.
327 Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Suyûtî, Tabakâtü’lhuffâz (Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1403/1982), 537; eş-Şeyh, el-Hâfız, 331; Tayyar
Altıkulaç, “Hüseynî, Ebü’l-Mehâsin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1999), 19/22; Enes Boztepeli, Ebu’l-Mehâsı̇n el-Hüseynî (765/1364) ve “Kı̇tâbü’t tezkı̇re bı̇–
Ma’rı̇fetı̇ Rı̇câlı̇‟l-Kütübı̇’l-Aşere” Adlı Eserı̇ (Şanlıurfa: Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2019), 15.
328 Hüseynî, Zeylü tezkire, 3; Altıkulaç, “Hüseynî”, 19/22.
329 eş-Şeyh, el-Hâfız, 331.
45
Hüseynî, Zehebî’nin Tezkiretü’l-huffâz ve el-İber’ine zeyl yazmıştır.330
Hüseynî, h. 765 yılının Ramazan ayında Dımaşk’ta vefat etmiş ve Sâlihiye kasabasına
defnedilmiştir.331
4. el-Makdisî (ö. 765/1364): Tam adı Ahmed b. Muhammed b. İbrahim’dir.332
Lakabı Şihâbüddîn’dir, ancak el-Makdisî ismiyle meşhur olmuştur. H. 714 yılında
dünyaya gelmiş ve h. 765 yılında vefat etmiştir.333 Birçok âlimden icâzet alan Makdisî
Zehebî’nin yanında hadis dinlemiş ve ondan rivayette bulunmuş, aynı zamanda İbn
Mâce’nin es-Sünen adlı eserini Zehebî’nin yanında okumuştur.334 Zeki, çalışkan, ilmi
seven ve sağlam bir hafızaya sahip olan Makdisî birçok şehre rihleler yapmıştır.335
Aynı zamanda Zehebî’nin görev yaptığı Tenkiziyye336 medresesinde hocalık
yapmıştır.
5. Tâceddin es-Sübkî (ö. 771/1370): H. 727 yılında Mısır’ın Kahire kentinde
doğan es-Sübkî, İbnü’s-Sübkî ismiyle de bilinir.337 Bazı kaynaklar onun 728 veya
729’da doğmuş olduğunu ileri sürmüş olsa da kendi teliflerinde eğitimiyle alakalı
vermiş olduğu bilgilere göre 728 yılını doğrulamaktadır.338 İlk eğitimine babası
Takıyyüddin es-Sübkî’nin yanında başlayan Sübkî, küçük yaşlarda iken Kur’an’ı
ezberlemiştir. Babası, Şam kâdılkudâtlığına339 tayin edildikten sonra ailece Dımaşk’a
gelmiş ve oraya yerleşmişlerdir.340 Dımaşk’a gelen Sübkî burada birçok âlimin ders
halkasına katılmış ve icâzet almıştır.341 Bilinen hocaları içerisinde Zehebî, Mizzî,
330 eş-Şeyh, el-Hâfız, 331; Altıkulaç, “Hüseynî”, 19/23.
331 Zehebî, Târihu’l-İslâm, 13/596; el-Kehhâle, Mu’cem’ül-müellifin, 307; eş-Şeyh, el-Hâfız, 331;
Altıkulaç, “Hüseynî”, 19/22; Boztepeli, Ebu’l-Mehâsı̇n, 22.
332 Hüseynî, Zeylü tezkire, 18.
333 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh, 1/83.
334 eş-Şeyh, el-Hâfız, 328.
335 Zehebî, Muʿcem, 33.
336 Tenkiziyye Medresesi: Tenkiziyye Medresesi, Memlük devleti emirlerinden Seyfüddîn Tenkiz enNâsırî tarafından Filistin’in Kudüs şehrinde inşa edilmiştir. İsrail, 1967 yılında Filistin devletini işgal
ettikten sonra bu medreseyi zorla ele geçirerek içerisini dizayn ederek iki ayrı havra’ya
dönüştürmüştür.Bkz:https://qudsinfo.com/photos/#/image/%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%AF%D
8%B1%D8%B3%D8%A9%D8%A7%D9%84%D8%AA%D9%86%D9%83%D8%B2%D9%8A%D8
%A9 (SET: 14 Mayıs 2023)
337 Ebû Nasr Tâcüddîn Abdülvehhâb b. Alî b. Abdilkâfî es-Sübkî, Muʿîdü’n-niʿam ve mübîdü’n-nikam
(Beyrut-Lübnan: Müessesetü’l-Kutübi’s-Sekâfiyyeti, 1407/1986), 7; eş-Şeyh, el-Hâfız, 329; Bilal
Aybakan, “Sübkî, Tâceddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2010), 38/11.
338 Aybakan, “Sübkî, Tâceddin”, 38/11.
339 İbn Kesîr, el-Bidâye, 14/172.
340 Ebü’l-Fellâh, Şezerâtü’z-zeheb, 1/66.
341 es-Sübkî, Muʿîdü’n-niʿam, 7.
46
Zeynüddîn İbn Teymiyye (ö. 747/1346), Ebû Hayyân el-Endülüsî (ö. 745/1344),
Bedrüddîn İbn Cemâa ve İbn Seyyidünnâs yer almıştır.342 Hadis, fıkıh, tarih, fıkıh
usulü ve Arap dili ve belâgatı alanlarında söz sahibi olmuştur.343 Kabiliyeti, zekâsı ve
gayreti sayesinde henüz on sekiz yaşlarında iken fetva verme yetkisine sahip olmuştur.
Dımaşk’ta birçok medresede hocalık yapan Sübkî yüzlerce talebe yetiştirmiş ve birçok
alanda eserler kaleme almıştır. Zehebî’nin ilminden büyük ölçüde etkilenmiş ve
yazdığı eserlerin en önemlilerini okumuş ve bazı noktalarda onu eleştirmiştir. Sübkî
hocası Zehebî’den bahsederken: “Şeyhimiz, önderimiz, âlimimiz vb.” ifadeler
kullanarak ondan birçok konuda alıntı yapmıştır. Sübkî h. 771 yılında Dımaşk’ta veba
hastalığından vefat etmiştir.344
6. İbn Kesîr (ö. 774/1373): Tam adı İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b.
Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî’dir. H. 701 yılında Busrâ’nın
Micdel köyünde dünyaya gelmiştir. İbn Kesîr, daha çok künyesi olan Ebü’l-Fidâ
ismiyle meşhur olmuştur.345 Babası vefat ettiği zaman üç yaşlarında olan İbn Kesîr’e
abisi Kemâleddin Abdülvehhâb sahip çıkmış ve ilk eğitimini de abisinin yanında
almıştır.346 İbn Kesîr küçük yaşlardan itibaren ilimle meşgul olmuş ve birçok âlimden
hadis dinlemiştir. İbn Teymiyye, Zehebî, Fezârî347 ve Mizzî; İbn Kesîr’in hocaları
arasında yer almaktadır.348 İbn Kesîr, hocası Mizzî’nin Tehzîbü’l-Kemâl eserini baştan
sona okumuştur. Ayrıca Mizzî’nin kızıyla evlenmiştir.349 Memlükler döneminde
yaşayan İbn Kesîr hem devlet yönetimi hem de halk ile iyi bir iletişime sahipti. Bu
sebeple birçok kurumda görev almıştır.350 İbn Kesîr h. 774’te Dımaşk’ta vefat etti. İbn
342 Ebü’l-Fellâh, Şezerâtü’z-zeheb, 1/66; eş-Şeyh, el-Hâfız, 329; Aybakan, “Sübkî, Tâceddin”, 38/11.
343 Ebü’l-Meâlî Cemâlüddîn Mahmûd Şükrî b. Abdillâh b. Mahmûd Âlûsî, Gayetü’l-Emânî fî’r-reddî
ale’n-nabhânî (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1422/2001), 2/96.
344 İbn Hacer, ed-Dürer, 3/197; Hüseynî, Zeylü tezkire, 25; eş-Şeyh, el-Hâfız, 329; Aybakan, “Sübkî,
Tâceddin”, 38/12.
345 Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî elBusrâvî ed-Dımaşkî eş-Şâfiî İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ânı̇’l-azîm (Beyrut: Dâru Tayyibe, 1420/1999),
1/12; Abdülkerim Özaydın, “İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 20/132; eş-Şeyh, el-Hâfız, 329.
346 İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ân, 1/12.
347 Burada bahsedilen Fezârî; İbrahim b. Abdurrahman el-Fezarî’dir. Aynı isimde meşhur olan Ebû
İshak el-Fezâri ise muhaddis ve fakih olup h. 188 yılında vefat etmiştir. Bkz: Hasan Güleç, “Ebû İshak
Fezârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 12/539.
348 eş-Şeyh, el-Hâfız, 329.
349 Muhammed Hüseyin Zehebî, et-Tefsir ve’l-müfessirun (Kahire: Mektebetü’l-Vehbiyye, 1433/2012),
1/173.
350 Özaydın, “İbn Kesîr”, 20/135.
47
Kesîr, yapmış olduğu vasiyet gereğince Dımaşk’ta Bâbünnasr’ın dışında bulunan
Mekâbirüssûfiyye’de medfun olan hocası İbn Teymiyye’nin yanına defnedilmiştir.351
7. Bedrüddîn Muhammed b. Cemâa (ö. 790/1388): Bürhâneddîn b. elCemâa ismiyle meşhur olan bu âlim h. 725 yılında dünyaya gelmiştir.352 Küçük yaştan
itibaren babasının teşvik ve destekleriyle ilim halkalarına katılmaya başlamış ve hadis
dinlemiştir. Genç yaşlarda iken babasının da yürütmüş olduğu kâdılkudâtlık görevine
Mısır ve Şam’da başlamıştır.353 İbn Cemâa, yaşadığı dönemde çevresi tarafından
“Hatiplerin hatibi, şeyhlerin şeyhi, fıkıh taifesinin büyüğü ve zamanının ileri geleni”
vb. isimlerle anılmıştır.354 Küçük yaşlarda iken hadis dinlemeye başlayan İbn Cemâa
Mısır ve Şam diyarındaki hocalardan hadis dinlemiştir. Zehebî ve el-Mizzî’nin
talebeliğini de yapan İbn Cemâa bu iki şahsiyetten birçok hadis dinlemiş ve rivayette
bulunmuştur.355 İbn Cemâa h. 790 yılında vefat etmiştir.356
1.6. TARİHÇİLİĞİ VE TARİH İLMİNE KATKISI
Moğol ve Haçlıların Mısır ve Şam bölgesine yaptıkları saldırılar ve istilalar
sonucunda bu bölgelerde bulunan kütüphanelerde yer alan kitapların birçoğu yakılmış,
tahrip edilmiş veya kendi bölgelerine götürülmüştür.357 Memlük hükümdarları bu
durumun düzelmesi ve tekrardan eski birikimin toparlanabilmesi için ciddi adımlar
atmışlardır. Devlet yönetimi ve ulemâ sınıfı ortak bir çalışma içerisinde birlikte hareket
ederek toplumun kaynak hafızasını tekrardan ihya etme yoluna gittiler.358 Geçmiş
asırlardan bu yana âlimler birçok dönemde yöneticilerle birlikte hareket etme veya
resmî bir görev almaktan geri durmuşlardır. Hatta hadis ilminde umerânın kapısından
ayrılmayan âlimlerin cerh edilmesine359 kadar giden bu durum Memlükler’de farklı bir
351 Nureddin Muhammed Itr el-Halebî, Ulûmü’l-Kur’ani’l-Kerîm (Dımaşk: Matbaatü’s-Sabâh,
1417/1996), 81; eş-Şeyh, el-Hâfız, 329; Özaydın, “İbn Kesîr”, 20/134.
352 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 57.
353 es-Safedî, el-Vâfî, 18/342.
354 Şemsüddin Muhammed b. Ali Tolon, Kudâtü Dımaşk, thk. Selâhaddin Müneccid (Dımaşk:
Mecmaü’l-İlmi’l-Arabî, 1375/1956), 75.
355 Zehebî, el-Mu’cemü’l-muhtas, 57.
356 Cemil Akpınar, “Bedreddin İbn Cemâa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1999), 19/390.
357 Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf b. Tağrîberdî el-Atâbekî el-Yeşbugavî ez-Zâhirî İbn Tağrîberdî,
en-Nücûmü’z-Zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire (Mısır: Vizâratu’s-Sikâfe, 1383/1963), 7/50-51.
358 en-Nedvî, Ricâlü’l-fikr, 2/450.
359 Mehmet Yaşar Kandemir, Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor? (İstanbul: Tahlil Yayınları, 2020),
145; Fuat İstemi, Hicret Bağlamında Tarih ve Hadis Metodolojileri (Ankara: Ankara Okulu Yayınları,
2017), 35.
48
boyut hali almıştır. Aksi takdirde yok edilen tarihi geçmişin telafisi mümkün
olmayacaktı.360 Bu durum hem umerâ hem de ulemâ tarafından farkında olunan bir
gerçeklikti. Bu sebeple ortak bir payda etrafında toplanıp tahrip edilen kaynakların; o
dönemin farklı alanlarda yetkin olan âlimlerinin yoğun çalışması ile bir cihetten
tahribata uğramayıp âlimlerin ellerinde var olan kaynakların istinsah edilerek
çoğaltılması diğer bir cihetten ise hadis ve başka ilim dallarında yer alan tarih
rivayetlerin yazılıp bir araya getirilmesi ile olmuştur.361 Bu konuda Memlük
idarecilerinin vermiş olduğu ciddi destek ve âlimlerin fedakarlığı göz ardı edilemez.
Tarihte Müslüman devletler ülke sınırlarının genişlemesi için farklı fetih
politikaları geliştirme yoluna gitmişlerdir. Bu gerek askerî gerek iktisadî gerekse de
diplomasi yönden olsun her daim ülke gündeminin en önemli konuları içerisinde
olmuştur.362 Devletler bu konulara ağırlık verdiğinden kimi zaman ilmî faaliyetleri
ihmal edebilmişlerdir. Her iki yöne ağırlık veren ve bu anlamda başarılı olan devletler
ve hanedanlar da olmuştur. Ancak o devletlerin geçmiş tarihi okunduğunda ilmî
alanlardaki gelişme ve başarılar çoğunlukla âlimlerin bireysel tutumları neticesinde
olmuştur. Burada Emevîler döneminde Ömer b. Abdülazîz (ö. 101/720), Abbasîlerde
Me’mûn (ö. 218/833) dönemi istisna edilirse bunların haricinde devletin ilmî
politikasının bu denli düzenli olduğu görülmemiştir. İlmî faaliyetlerin sistemli ve
istikrarlı bir şekilde ülke politikasında önemli gündem maddeleri içerisine alınması
Memlükler döneminde başlamıştır. Bunun en önemli sebebi ise yukarıda bahsedilen
Moğol-Haçlı istilasının varlığı gösterilebilir.363
O dönemde yaşayan âlimlerden olan Zehebî tarih alanında yaptığı çalışmalarla
kendisinden söz ettirmeyi başarmıştır.364 O dönemdeki ilim çevresinde; rivayetlerin
bir araya getirilmesi, işlenmesi ve aktarılmasında göstermiş hassasiyet ve titiz
çalışmasıyla bilinen Zehebî, küçük yaşlardan itibaren daha çok tarih ve hadis alanında
360 Abdurrahman Caner, “Moğol İstilâsında Fukahanın Tavrı -Bağdat ve Şam Özelinde-”,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 37 (30 Haziran 2021), 103.
361 Fatih Yahya Ayaz, “Memlükler Döneminin (648-923/1250-1517) Öne Çıkan Vefeyât, Tabakât ve
Terâcim Eserleri”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) 16/2 (30 Aralık 2016),
2.
362 Yüksel Arslantaş, “Memlûk-Moğol Mücadelesi ve Orta Doğu Tarihine Etkileri”, BELLETEN 67/250
(01 Aralık 2003), 783.
363 İbrahim Kalın, Barbar, Modern, Medeni (İstanbul: İnsan Yayınları, 2019), 211-212.
364 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184; Atmaca, Memlûkler Dönemi’nde Halep’te Eğitim-öğretim, 309.
49
kendini geliştirmiş ve bu alanda önemli eserler telif etmiştir.365 Zehebî’nin ilmî
birikimi ve fikirleri akranları ve kendisinden sonra gelenlerle kıyaslandığında ilmî
şahsiyetinin ön plana çıkması kaçınılmaz olur. Nitekim o, bu birikimi elde edebilmek
için uzun yıllarını vermiştir. Yukarıda birçok şehre rihle yaptığı belirtilmişti. Küçük
yaşlardan itibaren daha çok hadis alanında hizmet veren Zehebî tarihi birikimi elde
etmek için birçok eseri okuma fırsatı bulmuştur.366 Henüz küçük yaşlardayken meğâzi,
siyer-i nebi, kronoloji esas alınarak yazılmış genel tarih kitapları, halifeler tarihi, ensâb
ve ahbâr kitapları, mahalli tarih kitapları, ricâl kitapları, muʻcem ve terâcim vb.
alanlarda onlarca kitabı mütalaa etmiştir.367 Zehebî’nin bu yönünü okuduğu bu eserlere
yaptığı muhtasarlardan görmekteyiz. Zira onun yapmış olduğu ihtisarlar İslâm ilim
geleneğinde itibar edilen ihtisarlardandır. O, bazı ihtisarları tehzib etmiş, bazılarını ise
tasnif etmiştir.
Yaptığı rihlelerde farklı ilim dallarında yazılan önemli eserleri âlimlerin
riyasetinde okuma fırsatı bulan Zehebî, okuduğu hacimli kitapların muhtasarlarını
yaparak kitapların telifi esnasında gözden kaçan eksikliklerini tespit etme imkânı
buldu. O, okuduğu tüm kitaplarını ihtisar ettikten sonra genel bir çerçeve içerisinde
tekrar ele alarak eserlerin olgunlaşmasını sağladı. Eserlerine aldığı râvi ve rivayetlerin
sıhhati hakkında değerlendirmede bulunup bunları hadis ilmindeki en önemli
metotlardan olan cerh ve ta’dil yönünden de ele aldı.368 Nitekim bu üslubu yakalayan
Zehebî yapmış olduğu ihtisar ve telifatlarla cerh ve ta’dil ehli içerisinde itibar edilen
önemli âlimlerden oldu ve bu özelliğiyle dönemi içerisinde meşhur oldu.369
Yazdığı eserlere genel olarak bakıldığında tarih alanında daha fazla eser
kaleme aldığını görmek mümkündür. Bu eserleri kaleme alırken büyük bir bilgi
birikimi elde ettikten sonra telife başlamıştır. Tarih alanında yazdığı ve en hacimli
eseri olan Târihü’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhîr ve’l-aʿlâm’ı yazmaya başlamadan
önce İbn İshak’ın (ö. 151/768) es-Sîretü’n-nebeviyye, Seyf b. Ömer’in (ö. 180/796)
365 İsmail Pırlanta, Zehebî (İstanbul: Ensar Yayınları, 2022), 104.
366 es-Safedî, el-Vâfî, 2/120.
367 eş-Şeyh, el-Hâfız, 145.
368 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Mîzânü’l-iʻtidâl fî nakdi’r-ricâl, thk. Ali Muhammed Bicavî (Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1383/1963),
1/406.
369 Ebü’l-Fazl Celâlüddîn ʿAbdurraḥmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî eş-Şâfiî es-Süyûtî,
Tedrîbü’r-râvî fi şerhi Takrîbi’n-Nevevî, thk. Muhammed Avvâme (Medine: Darü’l-Minhâc,
1437/2016), 5/542-543.
50
Kitâbü’r-Ridde ve’l-fütûh, Vâkıdî’nin (ö. 207/823) Kitâbü’t-Târîhi’l-kebîr, Heysem b.
Adî’nin (ö. 207/823) Târîhu’l-Heysem, İbn Sa‘d’ın (ö. 230/845) et-Tabakâtü’l-Kübrâ,
Yahya b. Maîn (ö. 233/848) el-Cerh ve’t-Ta‘dil, İbn Âiz’in (ö. 233/847) el-Meğâzî,
Ebû Bekir İbn Ebû Şeybe’nin (ö. 235/849) Kitâbü’t-Târîh, Halîfe b. Hayyât’ın (ö.
240/854-55) et-Târîh ve et-Tabakât, Mufaddal b. Gassan el-Ğullâbî’nin (ö. 240/854-
55) et-Târîh, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) el-Müsned’i, Ebû Hafs el-Fellâs’ın (ö.
249/864) et-Târîh, İbnü’l-Müsennâ’nın (ö. 252/866) et-Târîh, Buhârî’nin (ö. 256/870)
et-Târîhu’l-Kebîr, Zübeyr b. Bekkâr’ın (ö. 256/870) Kitâbü’n-Neseb, Ya‘kub elFesevî’nin (ö. 277/890) el-Ma‘rife ve’t-târîh, İbn Ebû Hayseme’nin (ö. 279/892-93)
et-Târîhu’l-Kebîr eserinin bir kısmı, Ebû Zür‘a ed-Dımaşkî’nin (ö. 281/894) et-Târîh,
Taberî’nin (ö. 310/923) Târihü’l-Ümem ve’l-mülûk, İbn Ebû Hâtim’in (ö. 327/938) elCerh ve’t-Ta‘dil, İbnü’l-Faradî’nin (ö. 403/1013) Târîhü’l-ulemâ ve’l-Endülüs,
Beyhakî’nin (ö. 458/1066) Delâʾilü’n-nübüvve, İbnü’l-Esîr’in (ö. 630/1233 ) el-Kâmil
fi’t-târîh, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 654/1256) Mir‘âtü’z-zamân eserlerini mütalaâ
ederek geniş bir malzeme havzası oluşturmuştur. Zehebî’nin bu kadar geniş ve ayrıntılı
eserleri okuyup incelemesi onun hem tarihi sevdiğini hem de bir eser ortaya koymadan
önce titiz bir araştırma hazırlığının olması gerektiğini göstermektedir. Bununla birlikte
Zehebî’nin Târihü’l-İslâm için yaptığı bu hazırlık neticesinde elde ettiği malzemeleri
kaleme aldığı diğer tarih eserleri için de kullandığını söylemek ihtimal dahilindedir.
Hatta ricâl alanında yazdığı eserlerde de kullandığını söylemek mümkündür. Çünkü o,
yazdığı eserlerin ekseriyetini biyografi esaslı kaleme aldığı için ricâl eserlerinde de bu
bilgilerden istifade etmiştir diye düşünülebilir.
Memlük döneminde devlet idaresi ile ulemânın özellikle tarih alanına
yönelmesi tahrip edilen kitapların tekrardan ortaya çıkmasını sağladı. Zehebî, bu
durumun oluşması için büyük bir mesai harcamış ve önemli çalışmalar ortaya
koymuştur. Bu çaba ve özverisini tarih alanına kazandırdığı telifatlar ve ihtisar ettiği
eserlerden görmek mümkündür. Nitekim Zehebî’nin tarih ilmine katkısı ise büyük
oranda tarih ilminde teorik bir perspektif ortaya koymaktan ziyade dönemin şartları
gereği eser üretmek üzerinden olduğu ifade edilmelidir. Bu noktada Zehebî; Hatîb elBağdâdî’nin (ö. 463/1071) Târîhü Bağdâd’ı, İbn Yunus’un (ö. 347/958) Târîhü Mısır,
Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) Târîhü Nîsâbûr, İbn Asâkir’in (ö. 571/1176)
Târîhu medîneti Dımaşk, İbn Hallikân’nın (681/1282) Vefayâtü’l-A‘yân, Ebû Şâme el-
51
Makdisî’nin (ö. 665/1267) Kitâbü’r-ravzateyn, Kutbüddin Yûnînî’nin (ö. 726/1326)
Zeylü Mir‘âti’z-zamân, isimli kitapların muhtasarlarını tarih alanına kazandırmıştır.
Ayrıca İbnü’l-Esîr’e (ö. 630/1233) ait Üsdü’l-ğâbe ve Mizzî’nin (ö. 742/1341)
Tehzîbü’l-kemâl fî ma‘rifeti’r-ricâl adlı ricâl alanında yazılan kitapları da ihtisar
etmiştir. Zehebî bunların haricinde en-Nisâbûrî’nin Kitâbü’l-künâ adlı eserini alfabetik
olarak tekrardan düzenlemiştir. Zehebî, es-Sem‘ânî’nin (ö. 562/1176) neseb ilmine
dair yazdığı Kitâbü’l-ensâb ve Hatîb el-Bağdâdî’nin Târîhü Bağdâd’ına yazmış
olduğu zeyli de tarih alanına kazandırdığı nadide eserler arasında yer alır.
Yukarıda da belirtildiği gibi Zehebî hadis ve tarih alanındaki birikimini
mezcederek yazdığı tarih kitaplarında muhaddis kimliğini yansıtmayı başarabilmiştir.
Eserlerinden yola çıkılarak onun tarihçi kimliğinin oluşmasında, hadis ilmiyle iştigal
olmasının etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. O, hadis ile tarih ilmini
birleştirerek bir bakıma muhaddis-müverrih (tarihçi) prototipini de yaygınlaştırmıştır.
Bu husus; Zehebî’nin yazdığı tabakât, terâcim, ricâl ve muhtasarlarda net bir biçimde
görülmektedir. Ricâl ve terâcim ilimlerinde bu denli başarılı olmasındaki en önemli
etkenlerden bir tanesi de râvilerin zabtlarını bilip onları düzenli bir biçimde
işlemesinden kaynaklıdır. Nitekim çalışmalarındaki bu üslup ve takip ettiği metodun
özellikle bu hususları kapsaması Zehebî’nin tarih alanındaki şöhretini arttırmış ve
eserlerinin önemli başvuru kaynakları içerisinde olmasını sağlamıştır.
1.7. ZEHEBÎ’NİN ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER
İlk olarak 4. Asırda Nîşâbur’da kurulan Dârüssünnelerin ardından 6. Asırda
kurulan Dârü’l-hadis’ler zamanla yaygınlık kazanmıştır.370 O dönemin en önemli ilim
merkezleri olarak kabul edilen bu mekânların kendine has bir sistemi vardı. Bunlardan
bir tanesi de her Darü’l-Hadis’in başında o işleyişi takip eden bir yöneticinin (Şeyh)
olmasıydı. Bu makamın günümüzdeki rektörlük makamına tekabül ettiğini söylemek
mümkündür. Bu makam vefat veya başka sebeplerden ötürü boş kaldığı zaman
âlimlerden ve muhaddislerden ehil olan bir isim getirilirdi.371
370 Nebi Bozkurt, “Dârülhadis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
1993), 8/528.
371 eş-Şeyh, el-Hâfız, 268.
52
İlim ve telif çalışmalarını devam ettiren Zehebî otuz yaşlarına ulaştığında köyü
Kefrebatnâ mescidinin imamı olarak göreve başlamıştır. Bu görev h. 718 yılına kadar
devam etmiştir.372
Dımaşk Darü’l-Hadisi’nde meydana gelen bir boşlukta bakışlar ilk olarak
Zehebî’ye çevrildi. Kemâleddin Ahmed b. Muhammed b. eş-Şerîşî373
-o dönemde
Dımaşk’ın en büyük Darü’l-Hadis’i olan Türbetü Ümmü’s-Sâlih’in şeyhliğini
yürütmekteydi.- Bu ilim merkezinde otuz üç sene görev alan eş-Şerîşî h. 718 yılının
şevval ayında vefat edince yerine Zehebî tayin edilmiştir.374 Zehebî bu görevi
üstlendiği sırada kırk beş yaşındaydı. İbn Kesîr el-Bidâye ve’n-nihâye’sinde h.718
yılında yaşanan olayları zikrederken şunları aktarmıştır: “Zilhicce ayının pazartesi
gününde Zehebî, Türbetü Ümmü’s-Sâlih’te Kemâleddin Ahmed b. Muhammed b. eşŞerîşî’nin görevini üstlenmiştir.375
Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Cehbel el-Halebî (ö. 729/1328) Darü’lHadisi’z-Zâhiriyye medresesinin hocasıydı. Orada uzun bir süre görevini sürdüren elHalebî’nin vefatının ardından bu görev Zehebî’ye verilmiştir. H. 729 ila 739 yılları
arasında burada görevini devam ettirmiştir. Zehebî’nin hocası ve aynı zamanda akranı
olan Alemüddîn el-Birzâlî’de (ö. 739/1338) Darü’l-Hadisi’n-Nefîsiyye’de hocalık
yapmaktaydı.376 Birzâlî vefat ettikten sonra Zehebî bu medresenin yönetiminden ve
imamlığından sorumlu olmuştur.377 Yine aynı sene içerisinde Darü’l-Hadisi’tTenkiziyye medresesinin tamiratı yapılmaktaydı. Bu medresenin tamiratı bitince
Zehebî buraya hoca olarak tayin edildi.378 Zehebî daha sonra iki medresenin daha
yöneticiliğini üstlenmiştir. Bunlar; Selâhaddîn Eyyûbî’nin (ö. 589/1193) veziri
Abdurrahîm b. Ali b. Hasan el-Askalânî’nin (ö. 596/1200) yaptırdığı Darü’l-Hadisi’lFâdiliyye ve Emevî Câmiî’nin yanında inşa edilen Darü’l-Hadisi’l-Urviyye’dir.379
Görev aldığı tüm bu medreseler dikkate alındığında Zehebî’nin beş farklı medresede
372 eş-Şeyh, el-Hâfız, 269.
373 es-Safedî, el-Vâfî, 7/220.
374 eş-Şeyh, el-Hâfız, 268.
375 İbn Kesîr, el-Bidâye, 14/91.
376 es-Safedî, el-Vâfî, 2/117.
377 es-Sübkî, Tabakât, 10/382; eş-Şeyh, el-Hâfız, 269; Ali Yardım, “Birzâlî”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV, 1992), 6/216.
378 İbn Kesîr, el-Bidâye, 14/143.
379 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Tezhîbü Tehzîbi’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, thk. Abbâs Guneym Guneym - Mecdî Seyyid Emin (Kahire:
el-Fârûkü’l-Hadîsiyye, 1425/2004), 1/26.
53
görev aldığı görülmektedir. Üstlenmiş olduğu bu görevler sebebiyle hiçbir zaman
ilimden uzak kalmayan Zehebî, ilmî araştırmalar ve eser teliflerini devam
ettirmiştir.380
1.8.HASTALIĞI ve VEFATI
Vefat etmeden bir süre evvel ‘gözüne inen sıvı’ sebebiyle Zehebî’nin
gözlerinde bazı sorunlar meydana geldi ve zamanla göremez oldu. Nitekim Abdullah
b. Ahmed b. Hanbel’in tercemesini kaleme alırken gözlerinde oluşan hastalığa işaret
etmiştir.
381 Bazı âlimler onun gözlerini vefat etmeden önce kaybettiğini söylemiş,
bunlar içerisinde öğrencisi Safedî vefatından dört sene veya daha fazla bir süre önce
Zehebî’de görme kaybının gerçekleştiğini ifade etmiştir.382 Sübkî ise “vefatından az
bir süre önce” gözlerini kaybettiğini belirtmiştir.
383 Bu farklı görüşler, Zehebî’nin bazı
eserlerinin telif tarihinin doğru tesbiti açısından göz önünde bulundurulması gereken
hususlardır. Sübkî’nin tesbitini tercih eden Abdüssettâr eş-Şeyh, Zehebî’nin gözlerini
h. 744 yılının sonlarında veya daha sonra kaybetmiş olabileceğini zikretmiştir. Zira
Düvelü’l-İslâm ve Tezkiretü’l-huffâz üzerinde bu tarihlere kadar çalıştığını, göremez
hale geldikten sonra kâtip kullanarak telif çalışmasını sürdürdüğüne dair herhangi bir
bilgi bulunmadığını belirtmiştir.384 Zehebî h. 748 yılında Zilkade ayının üçüncü
gününde Dımaşk’ta vefat etti. Sübkî’nin Tabakât’ta aktardığına göre babası
Takıyyüddin es-Sübkî, 3 Zilkade 748 Pazartesi günü akşam öncesi Ümmüssâlih diye
bilinen medresede Zehebî’yi ziyarete gitmiştir. Onun “kendini nasıl hissediyorsun?”
sorusuna Zehebî, “Yolcuyum” cevabını vermiştir. Ardından da “Akşam namazının
vakti girdi mi?” diye sormuştur. Sübkî, “İkindi namazını kılmadın mı?” deyince
Zehebî ikindiyi kıldığını, ancak henüz akşam namazını kılmadığını söylemiştir. Bunun
üzerine Sübkî ona akşamla yatsıyı cemederek kılmanın hükmünü sormuş, o da bunun
câiz olduğunu bildirmiş ve bir müddet sonra iki namazı cemederek akşam vaktinde
380 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Kitâbü’l-Kebâʾir ve tebyînü’l-mehârim, thk. Muhyiddin Müstû (Dımaşk: Dârü İbn Kesîr, 1404/1984),
24.
381 Zehebî, Siyeru a’lâm, 13/525.
382 es-Safedî, el-Vâfî, 2/116.
383 es-Sübkî, Tabakât, 9/106.
384 eş-Şeyh, el-Hâfız, 532-533.
54
kılmıştır. Yatsıdan sonra ruhunu teslim etmiş ve muhtemelen Bâbüssagîr Mezarlığı’na
defnedilmiştir.
385
1.9. ESERLERİ
Yedinci asrın sonlarına doğru yirmi beş yaşına ulaşan Zehebî bu yaşa kadar
birçok kitabı okuyup mütalaa ettiği gibi birçok yazılı malzemeyi de yanında muhafaza
etmiştir. Yapmış olduğu rihlelerde hususen bir ilim elde etme düşüncesi taşımamış ve
çeşitli alanlarda yazılmış eserleri okuma isteği ve fırsatı bulmuştur. Daha önce onun
hadis ve tarih merkezli çalışmalara ağırlık verdiği söylenmişti ancak o diğer alanları
da es geçmemiş ve bu alanlara dair de çalışmalar yapmıştır. Bu cümleler Zehebî’nin
yazdığı eserlere bakıldığında bu husus daha net anlaşılacaktır. Çünkü kendisi İslâmî
ilimlerin hemen hemen hepsinde eserler kaleme almıştır.386
Müellifimiz ilimde belli bir seviyeye ulaştıktan sonra Şam medreselerinde
müderris olarak görev yapmaya başlamıştı. Bunun yanında henüz yirmi beş yaşında
iken eser telif etmeye başlamıştır. İslâm tarihi alanında Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’lmeşâhîr ve’l-aʿlâm adlı eseri kaleme almadan önce birçok önemli eserin muhtasarını
yapmıştır. Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) Târîhü Nîsâbûr, İbn Yunus’un (ö.
347/958) Târîhü Mısır, Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Târîhü Bağdât, İbn
Asâkir’in (ö. 571/1176) Târîhu medîneti Dımaşk ve İbn Hallikân’ın (ö. 681/1282)
Vefeyâtü’l-aʿyân tarih alanında ihtisar ettiği eserler arasında yer alır. Zehebî aynı
zamanda hadis, ricâl ve fıkıh alanında da bazı eserleri ihtisar etmiştir. Zehebî uzun süre
devam eden rihleleri sayesinde birçok âlimin yanında ders alma imkânı bulmuş ve
bunun neticesinde geniş bir ilim müktesebatına sahip olmuştur.387 Bu birikimle birlikte
385 es-Sübkî, Tabakât, 9/105-106.
386 Zehebî’nin kaleme aldığı eser sayısı net olarak tespit edilmemiş ve bu konuda birçok âlim farklı
görüşler ortaya koymuşlardır. Safedî; Nektü’l-himyân fî nüketi’l-ʿumyân’da 44 eser, İbn Şâkir elKutubî; (ö. 764/1363) Fevâtü’l-Vefeyât’da 42 eser, İbn Tağrîberdî (ö. 874/1470); el-Menhelü’s-sâfî’de
65 eser, es-Sehâvî; el-İʿlân bi’t-tevbîh’te 40’tan fazla, es-Suyûtî (ö. 911/1505); zeylü’t-tezkire’de 21
eser, en-Naimî (1906-1971); ed-Dâris’te 15 eser, Taşköprizâde (968/1561); Miftâḥu’s-saʿâde ve
miṣbâḥu’s-siyâde’de 24 eser, Kâtib Çelebi (ö. 1067/1657); Keşfü’z-zunûn’da 43 eser, İbnü’l-İmâd (ö.
1089/1679); Şezerâtü’z-zeheb’de 66 eser, eş-Şevkânî (ö. 1250/1834); el-Bedrü’t-tâliʿ’de 14 eser,
Bağdatlı İsmail Paşa (1839-1920); Îzâhu’l-meknûn ve Hediyyetü’l-ʿârifîn eserlerinde 57 eser,
Muhammed Abdulhay el-Kettânî (1886-1962); Fihrisü’l-fehâris’de 38 eser son olarak Beşşâr Avvâd
Maʿruf Zehebî’nin toplam 215 eserinin olduğunu tespit etmiştir. Bkz: Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü,
57; eş-Şeyh, el-Hâfız, 348.
387 Nagihan Emı̇roğlu, “VIII/XIV. Asırda Hadis Eğitimi: Mizzî, İbn Teymiyye, Birzâlî, Zehebî Örneği”,
Hadis Tetkikleri Dergisi 17/2 (31 Aralık 2019), 108.
55
çeşitli alanlarda faydalı eserler ortaya koymuştur. Genç yaşlarda kitap telifine başlayan
Zehebî ömrünün sonlarına doğru âmâ oluncaya kadar yazmaktan geri durmamıştır.388
Zehebî, telifat hususunda en önde gelen isimler arasında yer almaktadır. İbn Hacer,
Zehebî hakkında: “Zehebî kendi asrının en çok kitap tasnifi yapan âlimidir.”
demiştir.389 Şimdi Zehebî’nin farklı alanlarda yazmış olduğu eserler ele alınacaktır.
1.9.1. Kıraat Alanında Telif Edilenler
Telvîhât fî ilmi’l-kıraat: İbnü’t-Tağrî (ö. 874/1470), Sibtü İbn Hacer (ö.
899/1493) ve İbnü’l-İmâd (ö. 1089/1679) Zehebî’nin bu eseri özet olarak kaleme
aldığını ifade etmişlerdir. Zehebî’nin kıraat alanında bu eserden başka bir eser kaleme
almadığı bilinmektedir. Bu nüsha şu an Riyad’da Melik Faysal Araştırma ve Eğitim
Merkezi’nde mevcuttur.390
1.9.2. Hadis Alanında Telif Edilenler
Muhtasarü’l-Müstedrek: Zehebî’nin yazmış olduğu bu eser, Hâkim enNîsâbûrî’nin el-Müstedrek eserine yapılan en hacimli ihtisar çalışmasıdır. Zehebî, aynı
zamanda el-Müstedrek’te yer alan yüz civarındaki mevzû hadisleri el-Müstedrek ale’lMüstedrek isimli eserinde bir araya getirmiştir.
Erbaûne hadîsen li’bnihî Ebî Hüreyre: Zehebî, yazmış olduğu bu eseri oğlu
Ebû Hüreyre için hazırlamış, o da henüz babası hayattayken bu kitabı okutmuştur.
Zehebî zikredilenlerin dışında el-Erbaûne’l-büldâniyye, es-Selâsûne’lbüldâniyye, Ehâdîsün muhtâre, Mevzûâti’l-Cevrekânî, Ehâdîsu Muhtasari İbn Hâcib,
el-Muharrece mine’l-Muʿcemi’s-sağîr li’t-Taberânî, el-Erbaûne hadisen li’lEberkûhî, Evhâmu İbnü’l-Ebâr, Evhâmu Abdulkadir er-Ruhâvî, Telhîsü’l-Ebâtil li’lCevrakânî, Telhîsü’l-İleli’l-Mütenahiye li’bni’l-Cevzî, el-Erbaûne’l-muvâfakât,
Tertîbü’l-mevzûât li’bni’l-Cevzî, Turuku hadîsi’r-rahme, Turuku hadîsi’r-rafî’lyedeyni fi’s-salât, el-Muğnî fi’d-duafâ, el-Muktenâ fî serdi’l-kunâ, el-Mu'cemü'lmuhtas li’l-muhaddisîn, el-Müstedrek ale’l-müstedreki’l-Hâkim, Garâibü süneni İbn
Mâce, Muhtasaru Tuhfetü’l-Eşraf li’l-Mizzî, Muhtasaru’l-medhal ile kitâbi’s-sünen
388 Hüseynî, Zeylü tezkire, 5/23.
389 İbn Hacer, ed-Dürer, 3/228.
390 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 128; eş-Şeyh, el-Hâfız, 359.
56
li’l-Beyhâkî, el-Mühezzeb fi’htisâri’s-Süneni’l-kebîr, Muhtasarü’l-etrâf, Muhtasaru
sünenü’l-Kübrâ, Turuku hadisi’r-rahme, Turuku hadisi men küntu mevlâhu fe-Aliyyü
mevlâhu, el-Kelâmu ale hadisi’t-tayr isimli eserleri de kaleme almıştır.391
1.9.2.1.Mustalah, İlmü’r-Ricâl ve Cerh-Taʿdil Alanında Yazılanlar
Mîzânü’l-İʿtidal fî nakdi’r-Ricâl: Zehebî, Mîzânü’l-iʿtidâl eserini zayıf kabul
edilen râviler ile alakalı yazmış olduğu el-Muğnî fi’d-duafâ isimli eserinden sonra
kaleme almıştır. Zehebî bu kitabına kasıtlı bir şekilde hadis uyduran, hadisi duymadığı
hâlde duyduğu ve rivayet ettiğini iddia eden yalancı ravilerden bahsetmiştir. Hadis
uydurma konusunda yalancılıkla itham edilen râviler için başlık açan Zehebî birçok
kişiyi değerlendirmiştir. Özellikle yaşlanmaları sebebiyle çok hata ettiklerinden dolayı
rivayetleri dikkate alınmayanları, fısk ehli ve adalet hususunda sakıncalı bulunan hadis
râvilerine de değinmiştir.392
Tezhîbü Tehzîbi’l-Kemâl: Zehebî, akranı olan Mizzî’nin Abdü’l-Vâhid elMakdisî’nin kaleme almış olduğu el-Kemâl fî esmâi’r-ricâl adlı eserine yapmış olduğu
muhtasarı Tezhîbü Tehzîbi’l-Kemâl ismiyle tekrardan ihtisar etmiştir.
Muʿcemü’ş-şüyûh: Müellifin mukaddimede belirttiğine göre eser, kendisinin
bizzat görüştüğü veya küçük yaşta kendilerinden icâzet aldığı hocalarının
biyografilerini içermektedir.393
el-Muğnî fi’d-duafâ: Yalan söylediği tespit edilen, kasıtlı olarak hadis
uyduran, yaşlılık veya herhangi bir gerekçeden ötürü rivayetleri alınmayan, zayıf
kabul edilen, çokça vehmedip yanılabilen, sika biri olup hadis rivayetinde yeterli
ihtimamı göstermeyen veya yeterli manada bilinmeyen 7854 râvinin ele alındığı bu
eser alanında itibar edilen eserlerdendir.
er-Red alâ İbni’l-Kattân fî kitâbihî Beyâni’l-vehm ve’l-îhâm: İbnü’lKattân’ın (ö. 628/1231) İbnü’l-Harrât’a (ö. 582/1186) ait olan el-Ahkâmü’lvüstâ isimli eserine yapmış olduğu eleştirileri esas alan bir reddiyedir.394
391 eş-Şeyh, el-Hâfız, 390-425.
392 M. Yaşar Kandemir, “Mîzânü’l-İ‘tı̇dâl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları, 2020), 30/218.
393 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
394 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
57
Dîvânü’d-düafâ ve’l-metrûkîn: Rivayetleri hadis âlimleri tarafından taʿn
edilip terkedilmiş olan zayıf hadisleri veya yeterli seviyede tanınmayan 5099 raviyi
kapsayan eser -başta Ahmed isimli olanları- alfabetik sıraya göre düzenlenmiştir.395
Bunların dışında Zikru silsileti’z-zeheb, Zikru men yeʿtemidu kavluhu fi’c-cerh
ve’t-taʿdil, Kitâbu ziyâdeti’l-muttaribe, el-Azbü’s-silsile fi’l-hadisi’l-müselsel,
Manzûmetü fî esmâi’l-müdellisîn, el-Mücerred fî esmâʾi ricâli Süneni İbn Mâce,
Meniyyetü’t-tâlib li-âzzi’l-metâlib, el-Mevkuzetu fî ilmi mustalahi’l-hadis, Tenkîhu’ttahkîk, Terâcimü’r-ricâl ravâ anhüm İbn İshâk, Takyîdü’l-mühmel, et-Telvîh bimen
sebeka ve lahika, Zeylü’d-Düafâ li’bni’l-Cevzî, el-Azbü’s-silsile fî hadisi’l-müselsel,
el-Kâşif fî maʿrife, Kitâbü’s-Selsebîl fî şerhi elfâzı ve ibârâti’l-cerh ve’t-taʿdîl, elMücerred min Tehzîbi’l-Kemâl, el-Mürtecel fi’l-künâ, el-Müştebeh fi’r-ricâl
(esmâihim ve ensâbihim), Men tüküllime fîhi ve hüve müvesssekun ev sâlihu’l-hadîs,
Maʿrifetü’t-tâbiîn mine’s-sikât li’bni Hibbân, el-Müktena fî serdi’l-künâ, en-Nübelâ fî
şüyûhu’s-sünne isimli eserleri telif etmiştir.396
1.9.3. Akaid Alanında Telif Edilenler
Kitâbü’l-Arş: Zehebî, Allah’ın arşa istiva etme konusunu nasların te’vilini
yapmadan Selef ulemâsının ortaya koymuş olduğu düşünceleri ele almıştır. Eserin
giriş kısmında konuyla alakalı âyetleri ve hadisleri aktarıp ardından sahâbe kavillerini
ve birçok âlimin bu konudaki düşüncelerini aktarmıştır.397
Risâletü’z-Zehebiyye li-bni’t-Teymiyye: Beşşâr Avvâd Maʿruf’un Zehebî’ye
nispet ettiği bu eserde Zehebî, hocası İbn Teymiyye’ye akaid ile ilgili bazı meselelerde
eleştirmiştir.398 Ancak Abdüssettar eş-Şeyh; böyle galiz hakaretlerin399 Zehebî
tarafından hocası İbn Teymiyye’ye söylenebileceğini kabul etmemiştir. Nitekim o
Zehebî’nin üslubu ve şahsiyetinin bu ifadeleri söylemeye muhalif olduğunu
395 eş-Şeyh, el-Hâfız, 430.
396 eş-Şeyh, el-Hâfız, 428-435.
397 eş-Şeyh, el-Hâfız, 353.
398 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 134.
risale bu içerdiği hakaretlerin tarzında فجرة كذبة جهلة وبطلة وعور وبقر خفيف العقل بليد الذهن عديم الفهم 399
Zehebî’nin hem şahsiyetine hem de üslubuna yakışmayan lafızlardır. Mısırlı âlim Abdüssettar eş-Şeyh
Zehebî hakkında yazmış olduğu kitapta bu risalenin Zehebî’ye ait olmadığını, İbn Teymiyye’ye
düşmanlığı olan kimselerin bu risaleyi Zehebî’ye isnad ettiğini belirtmektedir. Bkz: eş-Şeyh, el-Hâfız,
351.
58
söylemiştir.400 Ayrıca bu eser Zehebî’ye atılmış iftiraların yer aldığı bir eser olup
iftiraların da İbn Teymiyye’ye düşman olan kişiler tarafından atıldığı ifade
edilmektedir.401
Ehâdîsü’s-Sıfât: Zehebî, bu eserde Allah’ın sıfatları hakkında vârid olmuş
hadisleri ele almıştır.402
el-Erbaîne fî sıfâti Rabbi’l-âlemîn: Zehebî bu eserinde Allah’ın sıfatlarından
bahseden kırk hadisi ele almanın yanında önemli âlimlerin görüşlerini de yer
vermiştir.403
Zikredilenlerin dışında Zehebî’ye atfedilen diğer eserler şöyledir: Cüz’ün fî
isbâti’ş-şefâat, Cüzâni fî sıfati’n-nâr, er-Ravʿu ve’l-evcêl fî nebei’l-Mesîh ve’dDeccâl, Kitabü rü’yetü’l-Bârî, Turukü ehâdîsü’n-nüzûl, el-Ulüv li’l-Aliyyi’l-Ğaffâr,
Kitâbü mâ baʿde’l-mevt, Muhtasaru kitâbü’l-bahsi ve’n-nüşûr lil-Beyhakî, Mes’eletü
hulûdü’l-küffâr fî’n-nâr, Muhtasaru kitâbi’l-fârûk fi’s-sıfât, Kitâbü’l-kebâir, İsbâtü’lyedi’llahi sifatün min sifâtih, Muhtasaru kitâbi’l-kader lil-Beyhakî, Mes’eletü
devâmi’n-nâr, Risâletü fî zemmi’l-bidʿati ve zemmi’l-firaki’d-dâlle, Risâletü fîmâ
yezümmü ve yuâbu fî külli tâife, Kitâbu mes’eleti’l-vaîd, el-Mukaddimetü’-zehrâ fi’limâmeti’l-uzmâ, Mes’eletü’l-ğıybet, el-Muntehab mine’r-reddi ale’l-Cehmiyye ve elMunteka min minhâci’l-itidâl fî nakdi kelâmi ehli’r-rafd ve’l-iՙtizâl.
404
1.9.4. Fıkıh ve Fıkıh Usulü Alanında Telif Edilenler
Tahrîmu edbâri’n-nisâ, Teşbîhü’l-hasîs bi-ehli’l-hamîs, Cüz’ü fi’l- hidâb,
Cüz’ü fi’s-salâti’t-tesbîh, Salâtü’d-duhâ, Cüz’ü fi’l-kahkaha, Hukûku’l-câr, Kitâbu
fedâili’l-hâc ve efâlih, Kitâbü’l-libâs, Kitâbu mes’leti’s-simâʿ, Kitâbü’l-vitr, Kitâbu
mes’eleti’l-ictihâd ve Kitâbu mes’eleti haberi’l-vâhid Zehebî’nin kaleme aldığı
eserlerdir.405
400 eş-Şeyh, el-Hâfız, 351.
401 eş-Şeyh, el-Hâfız, 352.
402 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 133.
403 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 133.
404 eş-Şeyh, el-Hâfız, 353-358.
405 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 139-142.
59
1.9.5. Tarih ve Terâcim Alanında Telif Edilenler
Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhîr ve’l-aʿlâm: Zehebî’nin İslâm tarihi
alanında yazmış olduğu en kapsamlı kitabıdır. 40.000’den fazla biyografiyi ele aldığı
bu kitabına miladî 622’den 1300’e kadar geçen sürede yaşanmış tüm olayları ve
biyografileri onar yıl arayla toplamda yetmiş tabakaya ayırmıştır. Ayrıca hadiseler yıl
bazında sırasıyla aktarılmıştır.406 Zehebî, Târîhu’l-İslâm’ın ilk hâlini h. 714 yılında
tamamlanmıştır. Ancak daha sonraki yıllarda yapmış olduğu ilavelerle h. 726’da son
halini vermiştir.407
Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ408: Müellif başta hadis âlimleri olmak üzere İslâm
tarihinde meşhur olan kişileri tabakalar halinde ele aldığı bu eserini, Târîhu’lİslâm’dan sonra yazmıştır. Bu eser; Asr-ı saâdet döneminden h. 700’e kadar kırk
civarında tabakayı kapsamaktadır.409 Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan İslâm
coğrafyasında her sahanın en meşhur 7000 kadar isminin yer aldığı kitapta râviler
ayrıca cerh ve ta‘dîl yönünden de değerlendirmeye alınmıştır.410 Çalışmanın ikinci
bölümünde bu eser detaylı olarak ele alınacaktır.
Tezkiretü’l-huffâz: Zehebî’nin bazı yerlerde Tabakâtü’l-huffâz da dediği bu
eser muhaddisler içerisinde hâfız olan yirmi bir tabaka halinde toplamda 1176 âlimin
yer aldığı en meşhur eserlerdendir. Zehebî’nin bu kitabı yazması; Endülüslü hadis
âlimi İbnü’d-Debbâğ’ın (ö. 546/1151) Tabakâtü’l-huffâz min ehli’l-hadîs ve İbnü’lCevzî’nin (ö. 597/1201) Zikru kibâri’l-huffâz isimli kitaplarını mütalaa ettikten sonra
olmuştur.411
406 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
407 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 38; Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
408 Siyeru aʿlâm’ı; “İlmü’r-ricâl ve Cerh Taʿdil” başlığında zikretmeyip “Tarih ve Terâcim” başlığı
altında zikretmenin en temel sebebi, bu eser içerisinde ricâl ilmine ve cerh taʿdil’e dair epeyce
malumatın olduğu eseri okuyanlar tarafından görülecektir. Ancak kaleme alınması bakımından terâcim
alanına dair yazıldığını ve hatta tabakât özelliğinin olduğunu görmek de mümkündür. Aynı şekilde
Târihü’l-İslâm eserinin bu başlık altında zikredilmesinin sebebi de aynı içeriğe sahip olmasıdır. Siyer
başlığı altında ele almasının sebebi ise Hz. Peygamber’in hayatını ilk ciltte kaleme almasından ötürüdür.
409 İbrahim Saı̇nkaplan - Yavuz Köktaş, “Zehebî’nin Ricâl Bilgisinin Kaynakları”, Pamukkale
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 9/1 (30 Haziran 2022), 100.
410 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/184.
411 Mehmet Emin Özafşar, “Tezkiretü’l-Huffâz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 2012), 41/76.
60
el-Muʿcemü’l-muhtas bi’l-muhaddissîn: Zehebî’nin ders halkalarına katıldığı
hocalarla rivayetleri için kendisine icâzet veren muhaddislerden 394’ünün
biyografisiyle ilgili bir eserdir.412
el-Muʿîn fî tabakâti’l-muhaddissîn: Hadis ilmine yeni başlayanlar için
hazırlanan eserde ashabın önde gelenlerinden sonra 2424 muhaddis yirmi yedi tabaka
halinde alfabetik sırayla bir araya getirilmiş, isimler hakkında bilgi için Târîhu’lİslâm’a başvurulması gerektiği belirtilmiştir.413
Düvelü’l-İslâm (et-Târîhu’s-sağîr): Zehebî, Târîhu’l-İslâm’da geçen olayları
ve biyografileri kısaltarak meydana getirmiştir.414
el-İber fî haberi men gaber: et-Târîhu’l-evsat ismiyle de bilinen bu kitap
Zehebî’nin Târîhu’l-İslâm kitabından çıkarmış olduğu bir muhtasar olup bazı yerlere
eklemeler yapmıştır.415
el-Muhtasarü’l-muhtâc ileyhi min Târîhi İbni’d-Dübeyssî: Abdülkerîm b.
Muhammed es-Sem‘ânî’nin Hatîb el-Bağdâdî’ye ait Târîhu Bağdâd’a yazdığı ez-Zeyl
alâ Târîhi’l-Hatîb’in zeyli olup İbnü’d-Dübeysî tarafından kaleme alınan Zeylü Târîhi
Medîneti’s-selâm Bağdâd adlı kitaptaki 2900 biyografiden kısmen kısaltılarak seçilen
1551 biyografiyi içermektedir İbnü’d-Dübeysî’ye ait kitabın “gayn” harfi ve sonrası
günümüze ulaşmadığından nâşir bu kısımda eksik bulunan 2549-2900 arasındaki
biyografiyi Zehebî’nin bu muhtasarından tamamlamıştır.
416
el-İşâre ilâ vefeyâti’l-aʿyân el-müntekâ min Târîhi’l-İslâm: Eserde 700
(1301) yılına kadar olan meşhur şahsiyetlerin vefatları yazılmıştır. Müellif daha sonra
bu çalışması için bir zeyil kaleme almıştır.417
el-İʿlâm bi-vefeyâti’l-aʿlâm: Bir önceki eserin muhtasarı olmakla birlikte bazı
ilâveler yapılarak 740 (1339) yılına kadar vefat eden meşhur şahsiyetler zikredilmiş,
412 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
413 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
414 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/185.
415 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/185.
416 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
417 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
61
müellifin Târîhu’l-İslâm ve Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ gibi hacimli eserlerinde
bulunmayan birçok isme burada yer verilmiştir.
418
el-Emsâr zevâtü’l-âsâr: Ebû Ya‘lâ el-Halîlî’nin (ö. 446/1055) el-İrşâd fî
ulemâʾi’l-bilâd’ı esas alınarak yazıldığı anlaşılan eser Medine, Mekke, Dımaşk, Mısır,
İskenderiye, Kûfe, Basra, Bağdat, Semerkant, Buhara, Hemedan ve Endülüs gibi ilim
merkezlerinde yetişen âlimler hakkındadır. Halîlî’nin kitabında kısa bilgiler
verilmekle beraber müellif eserinde buna gerek görmemiş, çoğu sahâbe ve tâbiîn
neslinden olup söz konusu merkezlere yerleşen veya bu merkezlerden diğer bölgelere
giden âlimlerin yalnız adlarını zikretmiş, hadis, fıkıh ve kıraat gibi ilimlerin bu
yerlerdeki gelişmesine dikkat çekmeyi amaçlamıştır.
419
Ahbârü’s-Sed: Kur’an’da zikredilen Zülkarneyn kıssasında Hz. Zülkarneyn’e
gelip Yecüc ve Mecüc’e karşı yardım isteyen kavmi anlatan eserdir.420
Ehlü’l-miʾe fe sâʿiden: Eserde Hz. Peygamber’in, “Bu geceden itibaren
geçecek 100 yılın sonunda bugün yeryüzünde yaşayanlardan hiç kimse kalmayacak”
meâlindeki hadisi belirtildikten sonra 100 yıl ve daha çok yaşayan kimseler
zikredilmiş, ardından sahâbe neslinden itibaren müşrikler dahil 100 yıl ve daha fazla
yaşayan 126 kişinin kısa biyografisine yer verilmiştir.421
Ahbârü kudâtü Dımaşk, Esmâʾü’llezîne râmü’l-hilâfe, Esmâu’r-ruvât an
Mâlik, el-İʿlâm bivefeyâti’l-iʿlâm, et-Târihü’l-mümta, Esmâu şühûhü’l-hadis, Esmâʾü
men ʿâşe semânîne sene baʿde şeyhihî ev baʿde semâʿihî, Kitâbü’l-beyân an ismi ibn
fülân, Tecrîdü’l-huffâz, Zikru men-iştehere bi-künyetihi mine’l-aʿyân, Tezkiretü’lEimmeti’l-beraze, Terâcimu eimmeti’l-kibâr, Zeylü’l-işâreti ilâ vefeyâti’l-aʿyân,
Terâcimü’r-ricâl ravâ anhüm Muhammed b. İshâk, Tesmiyetü ricâl sahîhu Müslim,
Kitâbu takyîdü’l-mühmel, Kitâbü’t-telvîh bimen sebaka ve lahika, Zeylü düveli’lİslâm, Tezhîbü Tehzîbi’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl, Zeylü siyeru aʿlâmi’n-nübelâ, Zeylü
dîvânü’d-düafâ ve’l-metrûkîn, Zeylü’l-iber fî haberi men gaber, ez-Zeylü ale zeylü’dduafâ li-bni’l-Cevzî, Zeylü kitâbi’d-düafâ li-bni’l-Cevzî, Cüz’ü erbaetü teâsaru,
Tecrîdü esmâi’s-Sahâbe onun bu alanlardaki diğer eserlerindendir.
418 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 144.
419 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
420 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 143.
421 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
62
İKİNCİ BÖLÜM
SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ
2.1. SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN YAZILIŞ TARİHİ VE FARKLI
İSİMLENDİRİLMESİ
İslâmî ilimlerde telif edilen eserlerin birden çok isme sahip olduğu
görülebilmektedir. Eseri kaleme alan yazar esere bir isim vermiş olsa da o eserden
istifade eden, değerlendiren ve hatta üzerine çalışma yapan âlimler tarafından da bir
isimlendirme yoluna gidilmiştir. Çalışmamızın konusu olan eserimizin de asıl isminin
dışında farklı isimleri mevcuttur. Birden fazla ismi olan eserler farklı yerde
anıldıklarında başka bir eser izlenimi verilebilir düşüncesiyle bu başlığın açılmasına
ihtiyaç duyulmuştur. Aşağıda ulaşılabildiği kadarıyla Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ’nın
isimleri ve bu isimlendirmeyi yapan âlimler zikredilecektir.
İbn Şâkir el-Kütübî (ö. 764/1363) Fevâtü’l-Vefeyât’da “Târihü’l-ulemâu’nnübelâ”,422 Tâceddin es-Sübkî Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-kübrâ’da “Kitâbü’nNübelâ”,423 İbn Dokmak (ö. 809/1407) Tercümânü’z-zaman ve Safedî el-Vâfî bi’lvefeyât adlı eserinde “Târihü’n-Nübelâ”,
424 İbn Hacer’in torunu Sıbt İbn Hacer (ö.
899/1493) Revnâk-ül-elfâz’da; “E‘yânü’n-Nübelâ”, Hüseynî ez-Zeylü ale zeylü’l-İber,
İbn Nâsırüddin (ö. 842/1438) er-Reddü’l-vâfir, İbn Hacer ed-Dürerü’l-Kâmine ve esSehâvî (ö. 902/1497) el-İʿlân bi’t-tevbîh adlı eserlerinde; “Siyerü’n-Nübelâ”
isimlerini kullanmışlardır.425 Beşşâr Avvâd Ma‘ruf, Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ isminin
III. Ahmed Kütüphanesinde 2910. rakamda bulunan müellifin yazılı mahtût eserinde
mevcut olduğunu tespit etmiştir.426 Ayrıca bu nüshanın müellif henüz hayattayken h.
739 ila 743 yılları arasında kendi hattıyla istinsah edilen nüsha olduğu da ifade
edilmektedir. Söz konusu eserin ismi tam bir incelik, dikkat ve hassasiyetle müellifi
422 Ebû Abdillâh Salâhuddîn Muhammed b. Şâkir b. Ahmed el-Kütübî ed-Dârânî ed-Dımaşkî Kütübî,
Fevâtü’l-vefeyât, thk. İhsan Abbas (Beyrut: Dar’u Sâdır, 1394/1974), 3/316.
423 es-Sübkî, Tabakât, 9/104.
424 es-Safedî, el-Vâfî, 1/59.
425 İbn Hacer, ed-Dürer, 1/10.
426 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 91.
63
tarafından konulduğu yazma eserde de yer almaktadır. Kitabı tahkik edenler de bu
başlığı esas almışlardır.427
Genç yaşlardan itibaren eser kaleme almaya başlayan Zehebî; Siyeru aʿlâmi’nnübelâ’yı Târîhü’l-İslâm kitabını yazdıktan sonra kaleme almıştır. Eseri yazmaya ilk
olarak kaç yılında başladığına dair bilgi bulunamamış ancak h. 714 yılında bittiğini
kitap üzerine sonradan yapılan bazı işlemlerden öğrenmekteyiz. Daha sonra eserini
gözden geçiren Zehebî h. 726 yılında bu eseri temize çekmiştir. Müellif yazdığı
Siyer’de daha öncesinde kaleme aldığı bazı kitaplarına da atıfta bulunmuştur.
Öğrencisi Safedî Zehebî’nin bazı özel şahsiyetlerin hayatlarına dair yazdığı “Ahbârü
Ümmü’l-Mü’minîn Âişe”, “Ahbâru Ebû Müslim el-Horasânî”, “et-Tibyân fî menakıbi
Osman b. Affân”, “Tercemetü Ahmed b. Hanbel”, “Tercemetü’l-Birzâlî”, “Nefdü’lCu‘be fî Ahbâri Şu‘be”, “Kaddi Nehârek bi-ahbâri İbni Mübârek” vb. biyografi
eserlerinin yanı sıra şunları söylemiştir: “Zehebî önemli, büyük şahsiyetlerle alakalı
birçok şahsiyet için özel bir terceme/biyografi kaleme almış ve daha sonra bunları
Târihü’n-Nübelâ428’da toplamıştır.”429
Kitaptan ilk nüshayı intinsah eden kişi istinsah işine h. 739 yılında başlamış ve
son cildini 743 yılının başlarında bitirmiştir.430 Bu da gösteriyor ki eserin yazımının
bitişi 739 yılı veya öncesine tekabül etmektedir. Yaptığı neşirlerle ünlü Suriyeli âlim
Selâhaddin Müneccid (1920-2010) İbn Toğân’ın Siyeru aʿlâm’ı istinsah ettiği tarihin
de bu tarih olduğunu ifade etmiştir. Ancak Müneccid’in eserin bu tarihte bittiğine dair
tek delili istinsah tarihini esas aldığı bu delildir. Ancak kitabın son muhakkiklerinden
Beşşâr Avvâd Ma‘ruf ise Zehebî’nin esere 732 yılı veya daha az bir vakit öncesinde
başladığını ifade etmiştir. Buna delil olarak da Zehebî’nin Hz. Abbas’ın hayatını ele
427 Bu âlimlerin kitaba farklı isimler vermesinin sebebi özellikle muasır olmalarının da etkisiyle
muhtemelen kitabın asıl nüshasının ellerinde olmayışı ve sadece kitabın bu ve buna benzer bir isimde
kaleme alındığını duymuş olduklarından kaynaklanabilmektedir. Çünkü bazen âlimler kendilerinden
önce veya asrında yaşamış bir âlim hakkında geniş malumat sahibi olduğu halde eserini temin edemeyip
sadece ismen duyduğu da olmuştur. Bazen de eserine farklı bir isimle alması ona bu ismin daha uygun
olduğunu takdir ederek konulduğu da düşünülebilir. Son olarak o eseri ilk zamanlarda temin
edemediğinden eseri farklı bir isimle zikretmiş ancak daha sonra o eser eline geçmiş ve detaylı inceleme
fırsatı bulmuştur. Tâceddin es-Sübkî bu âlimler arasında yer almaktadır.
428Yukarıda bahsi geçtiği gibi Safedî esere Târihü’n-Nübelâ demiştir. Bu ibareden onun Siyer aʿlâm’dan
haberdar olduğu ve içeriğini inceleme fırsatı bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak yine de bu ismi neden
kullandığı bilinmemektedir.
429 es-Safedî, el-Vâfî, 2/164.
430 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 92.
64
alırken aktardığı şu cümleleri göstermiştir: “Yönetim Hz. Abbas’ın soyundan devam
etmiş ve günümüze kadar 39 halife başa gelmiştir. Bu da altı yüz yıl demektir. Bunların
ilki Ebü’l-Abbas es-Seffâh sonuncusu ise el-Müstekfî-Billah’tır. Ancak tüm yetki ve
idare Melik Sultan Nâsır’ın (ö. 658/1260) elindeydi. Abbasiler, yönetimi bilindiği
üzere h. 132 yılında üstlendiler. Bu yılın üzerine de altı yüz yıl eklendiği zaman
toplamında h. 732 yılı çıkıyor. Tüm bunlar dikkate alındığında Târihü’l-İslâm’ı
yazdıktan sonra münferit olarak yazdığı şahsiyet hayatları da elinin altında olan
Zehebî’nin Siyeru aʿlâm’i yedi yılda yazmış olması makul değildir. Bu sebeple eserin
telif tarihi h. 739 değil h. 732 yılıdır.431
2.2. SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN TARİHÇİ RÂVİLERİ ve
KAYNAKLARI
İslâm tarihi alanına yönelik yazılan bu eserde Hz. Peygamber’den kendi
yaşadığı döneme kadar yaşamış önemli şahsiyetlerin biyografilerini ele almıştır. İslâm
ilim geleneğinde terâcim diye isimlendirilen bu alanda yüzlerce eser kaleme
alınmıştır.432 Yazılan her eser müellif’in üslup ve metoduna göre farklılık arz etmiştir.
Bazı eserler yazarın tercihine göre belli dönemlere hasredilirken bazıları ise ilk
dönemlerden kendi asrına kadar olan dönemi kapsamıştır. Zehebî’de Siyeru aʿlâmi’nnübelâ’da ikinci yolu takip etmiştir.
2.2.1. Tarihçi Râvileri
Müellifler eser kaleme alırken birçok kaynağa başvurur ve oradan toplanan
birikim ve malzemeyi eserlerine yansıtırlar. Bu işlem, çalışmayı bilgi yönünden
zenginleştirdiği gibi eseri sağlam bir temele dayandırması yönünden de önem arz
etmektedir. Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ müellifi böyle hacimli bir eseri yazarken kendi
dönemine kadar yaşamış özellikle de hadis-tarih alanında ön plana çıkan
âlim/râvi’lerin rivayetlerini esas almıştır. Şimdi Zehebî’nin Siyeru aʿlâm’da
şahsiyetlerin hayatlarını ele alırken alıntı yaptığı âlimleri ismen zikretmiştir. Biz bu
başlık altında konuyu çok uzatmamak için o isimleri liste halinde vereceğiz. Bu
431 Mehmet Efendioğlu, “Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 2009), 37/326.
432 Erdinç Ahatlı, “Terceme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2011), 40/484.
65
isimleri buraya almamızın en temel sebebi Zehebî’nin eserine aldığı referans isimleri
bir arada toplamak olacaktır. Bu isimler;
Urve b. ez-Zübeyr (ö. 94/713), İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742), Mûsâ b. Ukbe
(ö. 141/758), Hişâm b. Urve (ö. 146/763), Muhammed b. İshak (ö. 151/768), Ebû
Mihnef (ö. 157/773-74), Abdullah b. Ahmed el-Lehia (ö. 174/790), Seyf b. Ömer (ö.
180/796), İbnü’l-Kelbî (ö. 204/819), Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî (ö. 207/823),
Kâsım b. Sellâm (ö. 224/838), İbn Sa‘d (ö. 230/845), Ebû Hayseme (ö. 234/849),
Halîfe b. Hayyât (ö. 240/854-55), Buhârî (ö. 256/870), Zübeyr b. Bekkâr (ö. 256/870),
el-Fesevî (ö. 277/890), Zübeyr b. Bekkâr (ö. 277/890), İbn Ebü’d-Dünya (ö. 281/894),
Muhammed b. Cerîr et-Taberî (ö. 310/923), İbn Düreyd (ö. 321/933), el-Mes‘ûdî (ö.
345/956), Ebû Sâid İbn Yûnus (ö. 347/958), et-Taberânî (ö. 360/971), Abdülcebbâr b.
Muhammed el-Havlânî (ö. 370/981), İbn Mende (ö. 395/1005), Hâkim en-Nîsâbûrî (ö.
405/1014), Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071), İbn Abdülber (ö. 463/1071), İbn Asâkir
(ö. 571/1176), es-Süheylî (ö. 581/1185), İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201) ve İbnü’l-Esîr (ö.
630/1233)
2.2.2. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’nın Kaynakları
Muhaddis ve tarihçi kimliğini mezcederek433 oluşturduğu bu eserinde
muhaddis râvilerin rivayetlerinin yanında tarihçi râvilerin rivayetlerini de esas alan
Zehebî, kendi dönemine kadar yaşamış ve İslâm tarihi alanında temayüz etmiş
âlimlerin tarih-hadis-ricâl alanında yazdıkları eserlerin büyük çoğunluğundan alıntı
yapmıştır. Zehebî bu âlimlerin ilmi birikiminden ve kaleme aldıkları eserlerden
istifade etmeyi göz ardı etmemiştir. Çünkü ilmin sarmal bir şekilde geliştiğinin
farkında olan ulemâ kendisinden önce yazılan eserleri müzakere ederek eserlerini
kaleme alırlardı. Bunun yanı sıra tespit edildiği kadar ana metin içerisinde Zehebî’nin
bizzat referans gösterdiği eserler sadece isimleriyle bir başlık altında toplanacaktır.
433 Zehebî bu eserinde şahsiyetlerin hayatlarını ele alırken aktarılan rivayetleri muhaddis kimliğinin de
olması münasebetiyle bazı râvi ve metin değerlendirmelerinde de bulunmuştur. Ancak bu eser daha çok
İslâm tarihi alanında yazılma özelliği taşımasından ötürü müellif burada -hadis ilminin kapsadığıyaptığı değerlendirmelerde aşırı detaya girmemiş bu değerlendirmeler birer cümle ile ifade edilmeye
çalışılmıştır. Yaptığı değerlendirmelerde de mutlaka bir dayanağa başvurmuş ancak görüşleri
serdederek konuyu bağlamından koparmamaya gayret etmiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/150, 2/68,
4/200.
66
2.2.3. Tarih ve Terâcim Kaynakları
et-Tabakâtü’l-Kübrâ – İbn Sa‘d, Târîhu medîneti Dımaşk – İbn Asâkir, etTârîhu’l-Kebîr – Buhârî, Kitâbu’l-Meğâzî – Mûsâ b. Ukbe, el-Kâmil fi’t-târîh – İbnü’lEsîr, Târîhu Bağdâd – Hatîb el-Bağdâdî, Târîhü’l-ümem ve’l-mülûk – et-Taberî, elİstîʿâb fî maʿrifeti’l-ashâb – İbn Abdülber, Kitâbü’r-ridde ve’l-fütûh – Seyf b. Ömer,
el-Maʿrife ve’t-târîh – el-Fesevî, Târîhu Nîsâbûr, Târîhu Ebî Heyseme, Kitâbü’lEmvâl – Kâsım b. Sellâm, Ahbârü’l-hulefâ - İbn Ebü’d-Dünya, Maʿrifetü’s-sahâbe –
İbn Mende, Târîhu Dâriyyâ – Abdülcebbâr b. Muhammed el-Havlânî, Cemheretü
nesebi Kureyş ve ahbâruhâ – Zübeyr b. Bekkâr, el-Cemel – Abdullah b. Ahmed b.
Târık el-Lehia, Kitâbü’l-Müctenâ – İbn Düreyd, Târihu Mısr – İbn Yûnus (ö. 347/958)
2.2.4. Hadis ve Diğer Kaynakları
el-Müstedrek ale’s-sahîhayn, el-Müsned (Ahmed b. Hanbel), el-Câmiü’s-sahîh
(Tirmizî), es-Sünen (en-Nesâî), el-Câmiü’s-sahîh (Buhârî), es-Sünen (Ebû Dâvûd),
el-Câmiü’s-sahîh (Müslim), es-Sünen (İbn Mâce), el-Muvatta (İmam Mâlik),
Tehzîbü’l-kemâl (Mizzî), el-Edebü’l-müfred (Buhârî), İlelü’l hadîs – İbn Ebû Hâtim,
es-Sikât – İbn Hibbân, ed-Duafâ – Muhammed b. Ya‘kub b. Abbâd, Müsnedü Dârimî,
Müsnedü Rüvyanî, Müsnedü Muhammed b. Şâşî, Müsnedü Ebî Avâne, Sünenü
Kazvânî, es-Sünen – Sâid b. Mansûr el-Mervezî, el-Müsnedü’l-kebîr–Abdülhâlık elBezzâr, el-Müsned – Abdullah b. Zübeyr Hümeydî, el-Mu‘cemü’l-kebîr– Taberânî, elMüsned - Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, el-Müsned – Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, el-Müsnedü’lkebîr – Bakî b. Mahled, Tabakâtü’l-esmâi’l-müfrede–Berdîcî, el-Kunâ – Hakîm enNîsâbûrî, el-Müsned – Muhammed b. Sencer, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm – İbn Hazm
(Fıkıh), Hilyetü’l-Evliyâ – Ebû Nuaym (Tasavvuf), el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâʾ ve’nnihal - İbn Hazm (Kelam/Mezhepler Tarihi), Kitâbü’z-Zühd ve’r-rekâik – Abdullah b.
Mübârek (Tasavvuf), el-Kırâat – Kâsım b. Sellâm (Kur’an/Kırâat), el- Ca‘diyât –
Fudayl b. Merzûk, el-Kâmil fi’l-kıraati’l-hamsîn – Yusuf b. Ali b. Ubâde el-Hüzelî
(Kur’an/Kırâat) Târihü’n-nühât – el-Kıftî (Nahiv), el-Elkâb – Ahmed b. Abdurrahman
eş-Şîrâzî (ö. 470/1078),
67
2.2. SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN GENEL TASVİRİ
Siyeru aʿlâm’ı on dört cilt olarak kaleme alan Zehebî sayfa sayısı açısından da
eserde bir uyumu dikkate almıştır. Teknik özellikler hususunda fazla ayrıntıya
girmeden içerikte yer alan bilgilerin sıhhatine dikkat etmiştir. Bu sebepten ötürü
müstensihler kitabı istinsah ederken kendilerini müellifin yapmış olduğu taksimatı
takip etmede zorunlu görmemişlerdir. Zehebî bu eserin ilk iki cildini Hz.
Peygamber’in siyerine ve Hulefâ-yi Râşidîn’in hayatına ayırmıştır.434 Ancak
kendisinin böyle bir iddiası veya yazılı bir taahhütü yoktur. Zehebî bu iki önemli cildi
Târihü’l-İslâm’da kaleme aldığı için Siyeru aʿlâm’da bu ciltler için tekrara
gitmemiştir. III. Ahmed kütüphanesinde yer alan nüshanın üçüncü cildin sol tarafında
Zehebî’nin el yazısıyla; “Birinci ve ikinci ciltler Hz. Peygamber’in siyeri ve Raşid
halifelerin hayatına hasredilmiştir. Bu iki cilt Târihü’l-İslâm eserinden yazılsın.”
şeklinde bir ta‘like rastlanmıştır. Yine Târihü’l-İslâm eserinin ikinci cildinin 98.
sayfasında da -bu bölüm siyere başladığı cilttir.- bu konuya işaret etmiştir. Zehebî
Allah Resûlü’nün hayatını kapsayan bu cildinde onun hayatını, meğâzisini ve
mu’cizelerini ele almıştır. Bu cilt kendi el yazısıyla toplam 130 sayfaya tekabül
etmektedir.435
Eserin istinsahını yapan İbn Toğân, Zehebî’nin siyer ve hulefayi-râşidîn
ciltlerinin Târihü’l-İslâm’dan alınıp Siyeru a‘lam’a ekleme isteğini dikkate
almamıştır. Mahmûdiyye Medresesi’nin yazarı da bu ilk iki cildin kayıp olduğunu
zannetmiştir. İnsanlar da bu vehme tabi olup iki cildin kaybolduğuna inanmışlardır.
Yine zannedilen konulardan birisi de İbn Toğân’ın nüshasındaki 13. cildin -Ebû Tâhir
es-Silefî’nin (ö. 576/1180) hayatıyla başlayıp Sultan el-Mansûr Nureddin Ali b. esSultan el-Melik el-Muîz Aybek et-Türkmanî’nin (ö. 657/1259) hayatıyla son bulankitabın son cildi olduğu vehmidir. Beşşâr Avvâd Ma‘ruf bu konuyla alakalı “Kesin
olarak inanıyorum ki kitabı tamamlayan bir cilt daha var o da 14. cilttir.” demiştir.436
Ancak Selâhaddîn Müneccid ise bu cildin son cilt olmayıp Siyeru aʿlâm’a yapılan bir
434 Efendioğlu, “Siyer”, 37/327.
435 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 94.
436 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 95.
68
zeyl437 olduğunu ifade edince insanlar da bu şekilde zannetmiştir.438 Konunun daha
somut bir biçimde anlaşılabilmesi için şu delilleri zikretmekte fayda vardır:
1. Zehebî’nin Siyeru aʿlâm’ı Târihü’l-İslâm’dan sonra yazdığı zamansal
çerçeveye de uygun olan bir gerçekliktir. Târihü’l-İslâm eseri de Hz.
Peygamber’in hicretinin ilk dönemlerinden h. 700 yılına kadar devam
etmektedir. Yapılan incelemelerde otuz beşinci tabakanın biyografileri
gösteriyor ki -bu da 13. cildin sonuna tekabül ediyor- 13. cildin tabakasında
yer alan şahsiyetlerin vefat tarihi h. 651-660 yılları arasını işaret ediyor. Bu
durum h. 661 ila 700 yılları arasında vefat edenlerin nerede olduğu sorusunu
akıllara getiriyor. Ki bu ara kırk yıl gibi uzun bir döneme denktir. Ayrıca
müellif birçok olaya şahit olup farklı terceme kitaplarında hayatı ele alınan
şahsiyetlerle de iletişim halinde olmuştur. Zaten birçoğu kendi hocası veya
hocasının hocasıdır. O dönemde de birçok kesim tarafından bilinen Ebû Şâme
el-Makdisî (ö. 665/1267), İbn Mâlik et-Tâî (ö. 672/1274), İbnü’s-Sâî (ö.
674/1276), İmam Nevevî (ö. 676/1277), İbn Hallikân439 (ö. 681/1282), Ebü’lFerec İbn Kudâme (ö. 682/1283) Şehâbeddin Karâfî (ö. 684/1285) Fahreddin
Muhammed el-Buhârî (ö. 690/1291) ve İbnü’z-Zâhirî (ö. 692/1293) vb.
yüzlercesinin Zehebî tarafından es geçilmesi veya hayatlarını ele almaması
düşünülemez. Zira bu sayılan isimlerden ilim olarak daha alt seviyede olanları
ele almışken bu isimleri almaması söz konusu değildir. Zikredilen bu kırk
senelik süre şüphesiz ki Zehebî’nin 14. cildi de kaleme aldığını göstermektedir.
2. Peki 13. cildin son olduğunu ve h. 700’e kadar ulaştığını neye dayanarak
söylemişlerdir? Onları buna sevk eden ilk adım eseri dikkatli ve hassas bir
incelemeyle ele almamış olmalarıdır. Diğer bir adım ise Zehebî es-Sultan elMelik el-Muîz Aybek et-Türkmânî’nin babasının h. 655 yılındaki vefatından
437 Bir kitabı içerik veya kronoloji açısından tamamlamak, eksiklerini gidermek ve ilâveler yapmak
amacıyla yazılan eser türü Bkz: İsmail Durmuş, “Zeyil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 44/339.
438 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 95.
439 Zehebî, Siyeru aʿlâm’ın birçok yerinde İbn Hallikân’dan alıntılar yapmıştır. Yapılan bu alıntılar ya
onun bir şahıs hakkında ya da olay hakkındaki rivayetlerinden oluşmaktadır. Eserinde birçok kere
rivayetlerini aktardığı bir şahsın hayatını ele almaması mümkün görünmemektedir. Nitekim İbn
Hallikân’ın vefat tarihine (ö. 681/1282) bakıldığında Zehebî’nin yazdığı on dördüncü cildin içerisinde
yer alanların vefat tarihine yakın bir rakam olduğu görülmektedir. Bu da Zehebî’nin yazdığı son cildin
varlığına işaret etmektedir. İbn Hallikân’ın Siyeru aʿlâm’daki rivayetleri için bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm,
4/433, 5/432, 7/431, 9/69.
69
sonra onun yönetime geçtiğini ifade ediyor. Aybek ise yönetimde sadece 2,5
yıl kalıyor bu da h. 657 yılı oluyor.440 Daha sonra Seyfüddîn Kutuz (ö.
658/1260) başa geçince Zehebî hayatını konu bağlamında olduğu için
anlatmaya devam ediyor.441 Bu da Zehebî’nin eserdeki metodunu ifade ediyor.
3. Zehebî eserini 14 cilt olarak kaleme almıştır. Kitabı istinsah edenlerden de
Târihü’l-İslâm’dan ilk iki cildi almalarını talep ediyor. Bu iki cilt Resûlullah’ın
ve dört halifenin hayatlarını kapsamaktadır. Kahire’de bulunan Medresetü’lMahmûdiyye’nin vakfiyesinde Siyeru aʿlâm’ın on iki cildinin vakfedildiği
belirtilmekte olup şöyle bir ibare yer almaktadır: “Kitabın sonuna kadar olan
tüm bu ciltlerin tamamı vakfedilmiştir. Vakfedilen bu ciltler 12 cilttir. Buradan
14. cildin sonuna kadar olan ciltler vakfımıza bağışlanmıştır.442
Bu ibarede yer
alan “14. cildin sonuna kadar” ifadesi bunun vakfedildiğine işaret etmektedir.
4. Son olarak kitap telif edenlerin veya müstensihlerin bir adeti şudur ki; kitap
bittiğinde bunu ifade ederler. Lakin 13. cildi okuduğumuz zaman bu duruma
işaret eden herhangi bir emareye rastlamıyor ve bir yazılı dayanak
göremiyoruz. Zehebî’nin yazmış olduğu diğer kitapları incelediğimizde kitabın
bittiğine dair mutlaka bir vurgu yapılır. Buna örnek olarak aynı müellifin
yazmış olduğu Mîzânü’l-iʿtidâl eserinin sonunda yazdığı not443 gösterilebilir.
Aynı üslubu devam ettiren bu kitapta neden farklı bir metot takip etsin diye bir
soruyla karşılaşırız. Neticede tüm deliller gösteriyor ki söz konusu eserin
tamamı 14 cilttir.
2.3. SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ’DA TASNİF SİSTEMİ
İlk dönemlerden itibaren terâcim yazarları olayları dönemler halinde
incelemiştir. Bu dönem içerisinde yaşayan kişileri de vefat tarihlerine göre ele
almışlardır. Kronoloji esaslı bu takip sistemi olayları ve kişileri okuyanlara kolaylık
sağladığı gibi zihinlerde olayların yerleşmesine de katkı sağlamıştır. Zehebî, bu eserini
440 Fatih Yahya Ayaz, “Memlükler Döneminde Vezir-Ümera İlişkileri”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) 5/1 (01 Mart 2005), 54.
441 Zehebî, Siyeru a’lâm, 23/200.
وقف وحبس وسبل المقر االشرف العالي الجملي محمود استادار العالية الملكي الظاهري جميع هذا ” :Arapçası İbarenin 442
المجلد و ما بعده من المجلدات الي اخر الكتاب و عدة ذلك اثنا عشر مجلدا متوالية من هذا المجلد الي اخر الرابع عشر
تم الكتاب والحمد هلل على نعمه، وصلى هللا على سيدنا محمد وآله وصحبه وسلم فأصله وموضوعه في :arapçası İbarenin 443
الضعفاء وفيه خلق، كما قدمنا في الخطبة، من الثقات ذكرتهم للذب عنهم وألن الكالم فيهم غير مؤثر ضعفا, وهذا مبلغ ما عندي وال
قوة إال باهلل أنا عائذ باهلل من المحاباة والهوى، فما علمتني تعمدتهما في هذا الميزان وهللا تعالى أعلم
70
toplamda kırk tabaka halinde tanzim etmiştir. Bir önceki başlıkta da belirtildiği üzere
İbn Toğân’ın nüshasında toplam 13 cilt yer almaktaydı. Bu 13. cilde kadar olan
kısımda otuz beş tabaka bulunmaktadır. Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ’yı inceleyen âlimler
diğer ciltleri de kıyas ederek 14. cildin de en az beş tabakayı kapsadığını ve bununla
birlikte kırk tabaka olduğunu ifade etmişlerdir.444 Müslüman müellifler tarih içerisinde
erken dönemlerden itibaren teliflerinde bu üslubu (terâcim yazımını)
benimsemişlerdir. Alman asıllı Amerikalı ünlü şarkiyatçı Franz Rosenthal (1914-
2003) bu gelenek ile ilgili “Terâcim üslûbu İslâm düşünce tarihinde ortaya konulan en
eski ve en asıl taksimlendirme usulüdür.”445 diyerek bu üslubun önemine değinmiştir.
İslâm tarih geleneğine bakıldığında bu terâcim geleneği herhangi bir hârici etkiyle
gelmediği bilakis İslâm ilim kültürüne özgü bir üslup olduğu açık bir şekilde
görülmektedir. Farklı alanlarda/türlerde yazılan eserlerde konunun akışı eseri telif
eden yazarın konuyu nasıl ele aldığıyla alakalı bir durumdur. Ancak tabakât veya
terâcim tarzı eserlerde genelde müellifler başta Buhârî olmak üzere birçok hadis
eserinde geçen; “Ümmetimin en hayırlıları içinde yaşamış olduğum zamandaki
ashabımdır. Sonra onları takip eden (tâbiî)ler, sonra onları takip edenlerdir (etbâü’ttâbiîler).”446 hadisini baz alarak eserlerini bu minval üzere kaleme almışlardır.
Bazı âlimler tabakalarını telif ederken zamansal bir sınırlamaya gitmişlerdir.
Bu metot tasnifin kendi içerisinde bir düzen sağlamasına kolaylık tanımaktaydı. Böyle
bir ayrım geçmiş zamanda yaşayanları ve o dönemi daha iyi tanımaya imkân
sağlamaktadır. Nitekim aynı vasfa sahip olup aralarında uzun yıllar olan kişiler aynı
eserde zikredilebilir. Bu özellikle tabakât ve terâcim kitaplarında daha çok karşılaşılan
durumdur. Bu konuya örnek olarak sahâbeden Osmân b. Maz‘ûn (ö. 2/623-24)
hicretten iki yıl sonra vefat ederken yine sahâbeden olan Ebü’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile
el-Leysî (ö. 100/718-19) ise hicretten yüz yıl sonra vefat etmiştir. Bu durumu dönem
içerisinde ayrıma giderek ele alan bir tabakât yazarı Osmân b. Maz‘ûn’a “Kibârü’ssahâbe”de Ebü’t-Tufeyl’e ise “Siğârü’s-sahâbe’ bölümünde yer vermektedir. Yine Atâ
444 Efendioğlu, “Siyer”, 37/326.
445 Eser, Franz Rosenthal tarafından 1952 yılında A History of Muslim Historiography ismiyle ingilizce
kaleme alınmıştır. Eseri Sâlih Ahmed el-Alî Arapça’ya İlmü’t-târîh ʿinde’l-müslimîn ismiyle 1963
yılında tercüme etmiştir. Franz Rosenthal, İlmü’t-târîh ʿinde’l-müslimîn, çev. Salih Ahmed el-Âli
(Beyrut: Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, 1403/1983), 133-134.
446 Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiʿu’s-sahîh (Beyrut-Lübnan: Müessesetü’rRisâle Nâşirûn, 1440/2019), "Fedâilü’l-Ashâb" 1, [3650] s. 931.
71
b. Ebî Rebâh’a (ö. 114/732) “Kibârü’t-tâbiîn”de Halef b. Halife’ye (ö. 180/797) ise
“Siğârü’t-tâbiîn”de yer vermektedir.447 Aradaki yıl farkının görülmesi için bu iki örnek
yeterli olacaktır. Âlimlerden bir kısım bunu yirmi yıl ile448 bir kısmı da kırk yıl ile
sınırlı tutmuştur.449 İbn Sa‘d, Halife b. Hayyât, Müslim b. Haccâc, Sâid el-Endelüsî (ö.
462/1070) vb. eski müellifler tabakât geleneğini herhangi sabit bir zamansal
değerlendirme ile sınırlı tutmamışlardır. İlk dönem tabakât eserleri kaleme alan bu
âlimler kronolojiyi esas almadan farklı metotlar özelinde çalışmalarını
gerçekleştirmişlerdir.450 Buna örnek olarak Halife b. Hayyât’ın sahâbeyi bir tabaka
olarak aldığı yerde451 İbn Sa‘d sahâbeyi birkaç tabaka halinde ele almıştır. Bu ayrımı
da İslâm’a giriş sırasına binaen yapmıştır.452
Bu tabakât yazarlarının büyük bir kısmı sahâbe tabakalarında yalnızca
sahâbe’nin büyükleri için ‘Kibârü’s-sahâbe’ ve sahâbe’nin küçükleri için ‘Siğârü’ssahâbe’ kavramlarını kullanmışlardır. Ancak tâbiîn ve onlardan sonra gelen nesilleri
tabakalar halinde ele alırken gerek Halife b. Hayyât gerekse İbn Sa‘d veya diğer
tabakât müellifleri tâbiîn ile sahâbe arasındaki likayı (görüşme) esas almışlardır.
Nitekim tâbiîn’in büyükleri sahâbe’nin büyüklerinden rivayette bulunmuşlardır.
Sahâbeyi gören ve onlardan hadis rivayet eden tâbiînin bu büyükleri aynı zamanda
tâbiîn döneminin birinci tabakasıdır. Sahâbenin yaşça küçüklerinden rivayette bulunan
tâbiînler ise iki, üç veya dördüncü tabakadan sayılırlar. Tâbiînin büyüklerinden
rivayette bulunanlar ise etbâüt’t-tâbiînin büyükleri olmaktadır. Bu silsile İslâm dönem
tabakâtında bir usul haline gelmiş ve müellifler bu ayrımı esas almışlardır. Zehebî de
Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ’da bu metodu gözetmiş ve eserini bu şekilde kaleme almıştır.
447 Bu ifadelerin hem şahıslar hem de eserler üzerinden daha detaylı incelemek için bkz: Ebü’l-Hüseyn
Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî Müslim, Kitâbü’l-Künâ ve’l-esmâ (Medine: Câmiatü’lİslâmiyye, 1404/1984), 1/65, 1/326; Ebü’l-Hasen Ahmed b. Abdillâh b. Sâlih el-İclî, Tarîhü’s-Sikât
(Mekke: Daru’l-Bâz, 1405/1984), 111; Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b.
Abdilber en-Nemerî İbn Abdülber, el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-ashâb, thk. Alî Muhammed el-Becâvî
(Beyrut: Dârü’l-Cîl, 1413/1992), 3/1381.
448 Ebü’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem b. Alî Cemâluddîn b. Manzûr er-Ruveyfiî İbn Manzûr,
Lisânü’l-Arab (Beyrût: Dâru Sâdır, 1414/1993), 1/50.
449 Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, el-Mevdûât
(Medine: el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1388/1968), 3/151.
450 Casim Avcı, “Tabakat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010),
39/299.
451 Ebû Amr Halîfe b. Hayyât b. Halîfe eş-Şeybânî el-Basrî Halîfe b. Hayyât, Kitâbü’t-Tabakât, thk.
Süheyl Zekkâr (Lübnan: Daru’l-Fikr, 1414/1993), 1/13.
452 Ebû Abdullah Muhammed b. Sa’d b Meni’ ez-Zühri İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk. İhsan Abbas
(Beyrut: Dar’u Sâdır, 1388/1968), 1/11.
72
Zira eser incelenmeye tabi tutulduğunda ilk olarak sahâbe dönemini merkeze alan
tabakalar bulunmaktadır. Bunlar da kendi içerisinde ‘Kibârü’s-sahâbe’, ‘Siğârü’ssahâbe’, ‘Kibârü’t-tâbiîn’, ‘siğârü’t-tâbiîn’ vb. dönemlere ayrılmıştır. Bu
dönemlendirme başlıklarını dikkate alarak kendi dönemine kadar yaşayan önemli
şahsiyetleri eserine almıştır. Bu da eserin bir kronolojik akış içerisinde okunmasına
fayda sağlamaktadır.
2.4. SİYERU AʿLÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN TASNİF EDİLMESİ VE
ZEHEBÎ’DE TABAKA TASAVVURU
Hadis alanı özelinde h. 2. asrın ortalarında başlayan daha sonra diğer alanlarda
da kaleme alınmaya başlanan tabaka esaslı eserler, İslâmî ilimler sahasında kısa süre
içerisinde yer edinme fırsatı bulmuştur. 453 Henüz genç yaşlardan itibaren farklı
alanlarda yazılan biyografi eserleri okuyup bu eserler üzerine çeşitli çalışmalar yapan
Zehebî’nin de özellikle ricâl ilmine olan ilgisi aşikardır. Eserleri kısmında bahsedildiği
gibi farklı âlimlerin eserlerine yaptığı çalışmalardan sonra müstakil eserler kaleme
almaya başlayan Zehebî özellikle hadis ve tarih alanında tabakât/terceme/mu‘cem tarzı
eserler kaleme almıştır.
454 Siyeru aʿlâm dışında bazı kitaplarını da terâcim usulüne
göre yazmıştır. Hadis hafızlarına dair yazdığı Tezkiretü’l-huffâz,
455 Maʿrifetü’lkurrâʾi’l-kibâr456 eserleri, hadis alanında el-Muʿîn fî tabakâti’l-muhaddissîn457 eseri,
yanında ders aldığı hocalarını anlattığı Muʿcemü’ş-şüyûh458 ve İbn Mâce’nin ricâlini
ele aldığı el-Mücerred fî esmâʾi ricâli Süneni İbn Mâce459 isimli eserler terâcim
usulüyle yazılan eserlerdendir.
Tür olarak farklı alanlarda terâcim eserleri yazan Zehebî bu eserlerinde
sabit/ortak bir çerçeveyi esas almamıştır. Özellikle tabaka sayıları bakımından her
453 İbrahim Hatiboğlu, “Ricâlü’l-Hadîs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2008), 35/85.
454 eş-Şeyh, el-Hâfız, 443.
455 Zehebî, Tezkire.
456 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
Ma‘rı̇fetü’l-kurrâı̇’l-kı̇bâr (Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1417/1997).
457 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
el-Muʿîn fî tabakâti’l-muhaddissîn (Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419/1998).
458 Zehebî, Muʿcemu’ş-şuyûh.
459 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
el-Mücerred fî esmâʾi ricâli Süneni İbn Mâce, thk. Bâsim Faysal el-Cevêbera (Riyad: Dârü’r-Râye,
1409/1988).
73
birinde farklı rakamları esas almıştır. Zira bahsi geçen bu kitapların her biri tek tek
incelemeye alındığında Zehebî’nin bunların arasında ortak bir sayı gözetmediği
görülmektedir. Hatta farklı kitaplar bağlamında terâcim sayılarının değişmesinin yanı
sıra aynı eser içerisindeki biyografi sayılarının da bir uyum içerisinde -hayatı ele alınan
biyografi sayısı bakımından- olmadığı görülmektedir. Zehebî Siyeru aʿlâm eserindeki
tabakalar arasında bir zaman sınırlamasını gerekli görmediği gibi ele aldığı terceme
sayısı üzerinde de fazla durmamıştır. Ancak yukarıda işaret edildiği gibi Tarihü’lİslâm eserinde bir zaman sınırlamasını gözetmiştir.460
Siyeru aʿlâm’ı takriben kırk tabaka halinde düzenleyen müellif yoğunluğu
muhaddisler olmak üzere birçok kesimden insanı yaşadığı yıl aralığına göre ilgili
tabaka içerisinde ele almıştır. Sahâbe ve tâbiîn dönemini anlatırken başlıklandırmayı
daha sonraki yıllara nazaran daha farklı bir şekilde ele aldığı daha önce de
zikredilmişti. Nitekim ilk başlarda sahâbenin yaşça büyükleri veya tâbiînin yaşça
büyükleri ya da tam tersi söz konusu olduğunda bunları tabaka başlığında belirmiştir.
Lakin daha sonra gelen tercemelerin yer aldığı tabakaları sayı ile ifade etmiştir.461
2.5.1. Zehebî’nin Eserlerinde Tabaka Düzeni
Tabakât ve terâcim alanında yazılan eserlere bakıldığında her müellifin
kendine has bir üslûp ve metodunun olduğunu görmek mümkündür. Aslında ilk
dönemlerden itibaren yazılmaya başlanan eserlerin çoğunda bu durum söz konusudur.
Yukarıda İbn Sa‘d ve Halife b. Hayyât’ın tabakât metotlarından kısaca bahsedildi.
Zamansal çerçeve içerisinde bu metot daha da geliştirilerek terâcim alanının kendine
has esaslarını oluşturmuştur. Yazılan tabakât eserleri kendisinden sonra gelenler için
bir altyapı sağladığı için bu alanda eser telif eden âlimler, bu altyapının üzerine daha
farklı zenginlikler ekleyerek tabakât alanında büyük bir miras oluşturmuşlardır.
Zehebî, ilk dönem tabakât eserleri telif eden bu âlimlerin eserlerini ince ve dakik bir
analiz yöntemiyle okumuş ve kendine has bir üslûp oluşturmuştur. Bu üslûp
neticesinde kaleme aldığı Tezkiretü’l-huffâz eserini yirmi bir, Maʿrifetü’l-kurrâi’lkibâr’ı on yedi tabakaya, Siyeru aʿlâm’ı da yaklaşık kırk tabakaya ayırmıştır.
Zikredilen bu üç kitap aslında aynı zamansal çerçeveyi kapsamaktadır. Nitekim bu üç
460 Zehebî, Târihu’l-İslâm; Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 96.
461 Zehebî, Siyeru a’lâm, 20/158.
74
kitabın ele aldığı içerik süreç itibariyle sahâbe döneminden başlayıp Zehebî’nin kendi
yaşamış olduğu döneme kadar uzanmaktadır. Ancak bu tabakât kitapları içerik ve
içeriğin ele alınış yönüyle farklı bilgiler sunan bir yapıya sahiptir.
2.5.2. Tabakât Türü Eserlerinde İç Kurgu ve Terceme Sayısı
Terâcim ve tabakât türü eserlerin iç kurgusu müellifin metoduna göre
değişmektedir. Zehebî’nin, bu alana dair yazdığı eserler için büyük bir bilgi birikimine
sahip olduğu ve kendisinden önce yazılan tabakât-terâcim eserlerinde bulunmayan
bazı bilgileri de eserine aldığını görmek mümkündür. Ancak daha önemlisi elde var
olan bu bilgileri doğru bir biçimde işlemektir. Eserleri incelendiğinde bazı tercemeleri
uzun uzadıya anlatmış olsa da bu; okuyucuyu bezdirecek türden değil bilakis istifadeyi
arttıran bilgilerdir. Tercemelerin iç kurgusu derken müellifin kişinin hayatını ele
alırken içeriğin uzunluk-kısalık yönünden ve tercemeden hareketle cerh-ta‘dil yönü
vurgulanmaktadır. Çünkü bazı kişilerin hayatlarını ele alırken çok uzun anlatmıştır.
Bazı önemli şahsiyetlerin hayatlarını da çok kısa aktarmakla yetinmiştir. Örneğin Hz.
Âişe’nin hayatını altmış beş sayfada aktarırken462 yine Müminlerin annelerinden
Ümmü Seleme’nin hayatını dokuz sayfada anlatmıştır.463 Bu muhtemelen elde var olan
bilgi oranıyla paralel bir durumdur. Bundan dolayı hakkında malumatı fazla olan
şahsiyetlerin hayatlarını daha uzun aktarmıştır. Tercemeler özelinde cerh-ta‘dil
metodunu uygulaması noktasında birçok örnek mevcuttur. Müellif ele aldığı biyografi
hakkında öncelikle önemli cerh-ta‘dil âlimlerinin o kişi hakkındaki yorumlarını birer
cümleyle aktardıktan sonra varsa kendi görüşünü de aktarır ya da düzeltilmesi gereken
bir yer olursa onu mutlaka vurgular. Bu konuyla alakalı birkaç örneğin zikredilmesi
konuyu daha anlaşılır hale getirecektir.464 Fudayl b. Merzûk (ö. 170/787) hakkında
sırasıyla Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/814) ‘Sika’, Yahya b. Maîn (ö. 233/848) ‘Sika’,
Ahmed b. Adî (ö. 365/976) ‘Lâ be’se bih’, Nesâî (ö. 303/915) ‘Daîfün’, Zehebî Fudayl
462 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/135-201.
463 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/201-210.
464 Bu konuyla alakalı bir örnekte Muhammed b. Râşid el-Mekhûlî’nin hayatında görmek mümkündür.
Buradaki cerh-ta‘dil lafızlarının yukarıdaki örneklerden farkı burada cerh edilen kişinin hangi sebepten
cerh edildiği belirtilmiştir. Zaten cerh-ta‘dil âlimlerinin bir kişi hakkındaki değerlendirmesi -olumlu
veya olumsuz- bu sebepler üzerine bina edilmiştir. Muhammed b. Râşid hakkında sırasıyla; Ahmed b.
Hanbel: ‘Sika’, Ebû Hâtim: ‘Sadûk’, Nesâî: ‘Leyse bi’kaviyy’, ed-Darekutnî: ‘Yu‘tebarü bih’, Ahmed
b. Adî: ‘Leyse bihadisihi be’s’, Şu‘be: ‘İnnehu Sadûkun velekinnehu Şiiyyun-Kaderiyyun’, Şu‘be başka
bir rivayette; ‘La tukteb an Muhammed b. Râşid feinnehu Mu‘teziliyyun-Râfiziyyün’ demiştir. Ebû
Mushir: ‘Lem yakûn Sikatun’ ifadeleri kullanılmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/343-344.
75
hakkında şunları kaydetmiştir: “Buhârî ed-Duafâ’da ondan bahsetmemiştir. Ayrıca elUkaylî (ö. 322/934) ve ed-Dûlâbî’de (ö. 310/923) onun hakkında olumsuz ifade
kullanmamıştır. İbn Hibbân (ö. 354/965) ‘Münkerü’l-hadis cidden.’” Zehebî yine onun
hakkında olumlu bir bakış açısı oluşturmak için “Müslim es-Sahîh’inde ondan
rivayette bulunmaktadır.” demiştir.465 Ebû Ca‘fer er-Râzî (ö. 160/777) hakkında
Yahya b. Maîn ‘Sika’, Ebû Hâtim ‘Sika’, ‘Sadûk’, Ahmed b. Hanbel ve Nesâî ‘Leyse
bi’l-kaviyy’, Ebû Zür‘a ‘Yehimu kesîran’, İbnü’l-Medinî (ö. 234/848-49) ‘Sika’, Amr
b. Ali ‘fîhi da‘fün’, es-Sâcî ‘Sadûkun leyse mutkinin’ ifadelerini kullanmışlardır.466
Daha önce Zehebî’nin tabakalar arasında belirli sayıda kişinin hayatını konu
edinmediğini ve bunu bir düzen/tertip içerisinde ele almadığı vurgulanmıştı. Bu durum
onun tabakât eserlerinin içeriğinin incelenmesi sonucu anlaşılmaktadır. Nitekim yirmi
bir tabakayı kapsayan Tezkiretü’l-huffâz’da ilk tabakadan son tabakaya kadar ele
alınan terceme noktasında farklı rakamları görmek mümkündür.467 Bu eserde
tercemesi yapılan şahsiyetlerin sayısı sekiz ila yüz on yedi kişi arasında
değişmektedir.468 Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ’yı ele aldığımızda da aynı durumla
karşılaşmak mümkündür. Örnek olarak altıncı tabakaya bakıldığında vefat tarihi h.
170’lere kadar devam etmekte olan doksan kişinin hayatını ele almıştır. Bu tabakada
en son Yezîd b. İbrahim’in (ö. 171/788) hayatından bahsetmiştir.469 Otuzuncu tabakayı
ele aldığımızda toplam yetmiş yedi kişinin tercemesinin yapıldığı bir sonraki tabakaya
465 Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/342.
466 Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/347.
467 Tezkiretü’l-huffâz’ın ilk cildinden son cildine kadar müellifin ele aldığı terceme sayısı şu şekildedir:
1/23 bkz: Zehebî, Tezkire, 1/9-39., 2/42 İkinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire,
1/39-55., 3/30 Üçüncü tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 1/55-81., 4/58 Dördüncü
tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 1/82-120., 5/78 Beşinci tabakanın yer aldığı
sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 1/121-179., 6/81 Altıncı tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz:
Zehebî, Tezkire, 1/180-240., 7/106 Yedinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire,
1/241-301., 8/130 Sekizinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 2/3-86., 9/106
Dokuzuncu tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 2/87-150., 10/117 Onuncu tabakanın
yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 2/151-241., 11/77 On birinci tabakanın yer aldığı sayfalar
için bkz: Zehebî, Tezkire, 3/3-64., 12/79 On ikinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî,
Tezkire, 3/65-135., 13/74On üçüncütabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 3/136-207.,
14/31 On dördüncü tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 3/208-259., 15/46 On beşinci
tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 4/1-57., 16/18 On altıncı tabakanın yer aldığı
sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 4/58-89., 17/25 On yedinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz:
Zehebî, Tezkire, 4/90-126., 18/26 On sekicinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire,
4/127-158., 19/12 On dokuzuncu tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 4/159-171.,
20/10 Yirminci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 4/172-184. ve 21. cilt 8 kişiyi
kapsamaktadır. Yirmi birinci tabakanın yer aldığı sayfalar için bkz: Zehebî, Tezkire, 4/185-193.
468 Özafşar, “Tezkiretü’l-Huffâz”, 41/76.
469 Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/292.
76
bakıldığında da bu sayının yüz otuz kişiye ulaştığı görülmektedir. Zehebî’nin diğer
terâcim eserlerine bakıldığında bu değişkenliği görmek mümkündür. Bunun için
yapılacak muhtemel açıklamalardan bir tanesi şu şekilde verilebilir: Zehebî bu
eserlerinde kendi dönemine kadar yaşamış önemli şahsiyetleri ele almıştır. Bu
şahsiyetleri dönemlendirirken de bazı tabakalarda bu sayı az olurken bazılarında sayıca
fazla olması mümkündür. Çünkü bazen bir tabaka içerisinde üç-beş tane isim ön plana
çıkarken bazen de bu sayı iki yüz civarında olabilir. Bu sebepten dolayı tabakalarda
ele alınan tercemelerin sayısı değişebilir.
2.5.3. Siyeru Aʿlâmi’n-Nübelâ ve Diğer Terâcim Eserlerinde Zaman
Tasavvuru
İslâm ilimler çatısı altında yer alan tabakât türü eserler zamansal ayrım
yönünden iki kısma ayrılmaktadır. Bazı âlimler eserlerini zaman açısından bir düzen
ve tertibi esas alarak tasnif ederken Zehebî gibi bazıları ise bunu esas almadan eserini
telif etmiştir. Hatta Zehebî’nin tabakât ve terâcim alanında yazdığı tüm kitaplarda
zamansal bir birliğe riayet etmediğini görmek mümkündür. Genel tarih kitaplarında
kronolojik anlatım tercih edilebilirken, tabakât ve terâcim türü eserleri içerisinde yer
alan zaman kavramı kişinin doğum ve vefat tarihleri üzerinden anlaşılmaktadır. Zehebî
özelinde bu durum ele alınacak olursa hayatlarını ele aldığı şahsiyetlerin özellikle vefat
tarihlerini dakik bir sonuç ile aktarmamış, bazılarının ise vefat tarihini aktarmadan
diğer bir tercemeye geçmiştir. Vefat tarihlerini cerh ve taʿdil âlimlerinin çeşitli
eserlerinden ve nakillerinden o kişinin vefat tarihiyle ilgili rivayetleri aktarmak
suretiyle ifade etmiştir. Ancak Siyeru aʿlâm genel olarak mütalaa edildiğinde tabakalar
halinde aktardığı şahsiyetlerde vefat yıllarını aktarma yolunu az da olsa takip ettiği
görülecektir. Zaten bu durum tabaka kavramının ana çatısını oluşturan temeller
arasındadır. Zehebî bu üslubu ele aldığı şahsiyetlerin neredeyse tamamında
uygulamıştır.470
470 Örneğin Ebû Hüreyre’nin vefatında; el-Vâkıdî h. 59 yılında vefat ettiğini, Süfyân b. Uyeyne Hişâm
b. Urve’den rivayetle Ebû Hüreyre ve Âişe’nin h. 59’da vefat ettiğini ve Yahya b. Bükeyr, İbnü’lMedinî, Halîfe b. Hayyât ve el-Medâinî’nin de bu görüşte olduğunu, Ebû Ma‘şer, Damre, Abdurrahman
b. Mağra‘, Heysem ve başkalarının da h. 58’de vefat ettiğini, İbn İshâk, Ebû Ömer ed-Darîr, Ebû Ubeyd,
Muhammed b. Abdullah İbn Nümeyr; el-Vâkıdî gibi h. 59’da vefat ettiğini ifade etmiştir. Bkz: Zehebî,
Siyeru a’lâm, 2/578.
77
Bu konuyla alakalı Zehebî’nin İmam Mâlik’in hayatını ele alırken açmış
olduğu ‘Vefâtü Mâlik’ başlığı örnek verilebilir; el-Ka‘nebi (ö. 221/836): “Mâlik’in
yaşının seksen dokuz olduğunu ve h. 179 yılında vefat ettiğini işittim.” İsmail b. Ebî
Uveys (ö. 226/841), h. 179 yılının rebîülevvel ayının on dördüncü gününün sabahında
vefat etti. Ma‘n b. Îsâ (ö. 198/814) da aynı tarihi bana zikretti. Ebû Mus‘ab ez-Zührî
(ö. 242/857); h. 179 yılının rebîülevvel ayının onuncu günü vefat etti. Muhammed b.
Sahnûn (ö. 256/870) h. 179 yılının rebîülevvel ayının on birinci günü vefat etti. İbn
Vehb (ö. 197/813); h. 179 yılının rebîülevvel ayının on üçüncü günü vefat etti. Kâdî
İyâz (ö. 544/1149) h. 179 yılının rebîülevvel ayında pazar günü hastalığının yirmi
ikinci gününde vefat etti. Bu rivayetleri aktardıktan sonra Zehebî; İmam Mâlik’in h.
179 yılında vefatının tevatür derecesinde olduğunu ve 178 yılında vefat ettiğini
söyleyenlere itibar edilmeyeceğini aktarmıştır. İmam Mâlik’in vefat tarihinde ihtilaf
edildiği gibi Zehebî İmam Mâlik’in kaç yaşındayken vefat ettiği hususundaki ihtilafı
da rivayetler üzerinden aktarmıştır. Nitekim bu konuda; Abdullah b. Nafi‘ (ö.
206/822), İsmail b. Ebî Uveys, Muhammed b. Sa‘d (ö. 230/845) ve İbn Habîb esSülemî (ö. 238/853); İmam Mâlik’in yaşının seksen beş olduğunu ifade etmişlerdir.
Bazıları (“kîle” lafzıyla aktarılan) seksen dört olduğunu ve yine (“kîle” lafzıyla
aktarılan) seksen yedi olduğu görüşü aktarılmıştır. el-Vâkidî; yaşının doksan olduğunu
ifade ederken el-Firyâbî (ö. 212/827) ve Ebû Mus‘ab ez-Zührî; seksen altı olduğunu
söylemiştir. el-Ka‘nebi (ö. 221/836) hocası İmam Mâlik’in seksen dokuz yaşında vefat
ettiğini aktarmıştır. Abdurrahman b. Kâsım (ö. 191/806) İmam Mâlik’in seksen yedi
sene yaşadığını söylemiştir. Eyyüb b. Sâlih İmam Mâlik’in doksan iki yaşında
olduğunu söylese de Ebû Muhammed ed-Darrâb (ö. 392/1002) bu görüşün hatalı
olduğunu, doğrusunun seksen altı yaşında olduğunu ifade etmiştir.471 Bu örnekten de
görüleceği üzere Zehebî zaman konusunda net bir tarih ifade etmeyip konuyla alakalı
rivayetleri serdetmekle yetinmektedir.
Yine müellifin kaleme aldığı Tezkiretü’l-huffâz’da birinci tabaka h. 13 yılından
başlayıp472 h. 93473 yılına uzanmaktadır. Bu da söz konusu tabakanın seksen yılı
471 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/130-132.
472 Hz. Ebû Bekir’in vefatı Bkz: İbn Sa’d, et-Tabakât, 3/185; Ömer Sabuncu, Hz. Ebu Bekir (İstanbul:
Beyan Yayınları, 2020), 72.
473 Enes b. Mâlik’in vefatı Bkz: İbrahim Canan, “Enes b. Mâlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11/243.
78
kapsadığını göstermektedir. Ancak tâbiîn dönemine bakıldığında ise bu dönemi üç
kısma ayırmıştır. Kibârü’t-Tâbiîn’de m. 622’den474 başlayıp m. 667 yılına475 kadar
devam etmektedir. Bu dönemin süresi ise kırk beş yılı içerisine almaktadır. Orta
tabakaya bakıldığında vefat tarihleri doksan üç yılından başlayıp yüz on yedi yılına
kadar devam ettiği görülmektedir. Bu dönem yirmi dört yılı kapsar. Tâbiînin üçüncü
tabakası ise vefat tarihi yüz on üç yılından başlayıp yüz elli bir yılına uzanmaktadır.
Bu dönem de otuz sekiz yılı kapsamaktadır. Beşinci tabaka yüz kırk dörtten başlayıp
yüz seksen yılına kadar devam etmektedir. Bu dönem otuz altı yılı kapsamaktadır.
Tabakalar bu şekilde devam etmektedir. Tezkiretü’l-huffâz’ın ilk cildinden başlayıp
sonlarına doğru devam eden zamansal ayrılık müellifin bu alanda yazmış olduğu
eserlerin çoğunda bulunmaktadır.476
Yukarıda bahsedilen uyumsuzluk Siyeru aʿlâm’da da mevcuttur. Bunun daha
net anlaşılabilmesi için bazı tabakalar süreleriyle birlikte zikredilecektir; Birinci
tabaka İbnü’l Hanefiyye (ö. 81/700)477 ile başlayıp Safvân b. Muhriz’in (ö. 91/710)478
vefatına kadar olan süreyi ele almaktadır. Burada ilk tabaka on yıllık bir zaman
dilimine tekabül etmektedir.479 İkinci tabaka; Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf (ö.
94/713)480 ile başlayıp Küseyyiri Azze (ö. 107/726)
481 ile son bulmaktadır. Bu tabaka
on üç yılı kapsamaktadır. Üçüncü tabaka; Muâviye b. Kurre (ö. 113/732)482 ile
başlayıp Ebû İshak es-Sebîî (ö. 127/745)483 ile sonlanmaktadır. Üçüncü tabaka da
toplam on dört yılı kapsamaktadır.484 Dördüncü tabaka Mansûr b. el-Mu‘temir (ö.
132/750)485 ile başlamakta Habîb b. Ebî Karîbe (ö. 130/748)486 ile sona ermektedir.
474
Alkame b. Kays’ın vefatı Bkz: Ahmet Özel, “Alkame b. Kays”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2/467.
475 Ebû Recâ el-Utâridî’nin vefatı Bkz: Raşit Küçük, “Ebû Recâ el-Utâridî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/212.
476 Geniş bilgi için bkz: Zehebî, Tezkire.
477 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/110; Mustafa Öz, “Muhammed b. Hanefı̇yye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020), 30/534.
478 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/286.
479 İlk tabaka yetmiş iki kişiyi kapsamaktadır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/110-286.
480 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/287.
481 Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/152.
482 Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/153.
483 Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/392; Ali Osman Koçkuzu, “Ebû İshak es-Sebîî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/170.
484 Üçüncü tabaka toplam yüz yirmi beş kişiyi kapsamaktadır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/153-392.
485 Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/402.
486 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/254.
79
Beşinci tabaka Cafer b. Muhammed (ö. 148/765)487 ile başlayıp Abdurrahman b. Ziyâd
(ö. 156/773)
488 ile sona ermektedir. Böylece beşinci tabaka toplam yetmiş üç yılı
kapsamaktadır. Otuzuncu tabaka h. 568 yılında489 başlayıp h. 587 yılına490 kadar olan
süreyi ele almaktadır. Bu da otuzuncu tabakanın on dokuz yılı esas aldığını gösterir.
Otuz birinci tabaka 575 yılından491 başlayıp 601 yılına492 kadar uzanmaktadır. Bu da
toplamda yirmi altı yılı kapsamaktadır. Son olarak otuz beşinci cilde bakıldığında h.
651 ila h. 660 yıllarını ele almaktadır. Bu da toplam dokuz yılı kapsamaktadır.
Görüldüğü üzere tabakalar arasında sabit bir zaman aralığı bulunmaktadır. Aslında bu
durum müellif için bir kusur olarak görülmemektedir. Nitekim o dönemde bu tarz
eserlerin birçoğunda aynı üslup benimsenmiştir. Zira Zehebî Târihü’l-İslâm adlı
eserinde olduğu gibi belirli zaman aralığı metoduyla telifatlarını devam ettirebilirdi.
Ancak bu durumun çok önem arz etmediğini daha çok ele aldığı şahsiyetlerin
hayatlarına dair önemli bilgiler, dinlediği-rivayet ettiği hadisler, vefat tarihleri vb.
bilgilere odaklanmıştır.
Bu alanda yazdığı bir başka tabakât eseri olan el-Muîn fî tabakâti’lmuhaddissîn’i daha farklı bir metot ile kaleme almıştır. İlk olarak “Ekâbirü’t-tâbiîn”493
ile başlayıp tâbiînin iki ve üçüncü tabakalarını başlıklar halinde almaktadır.
494 Daha
sonra bazı tabakaları İslâm ilim geleneğinde meşhur âlimlerin isimleri başlığı altında
ele almıştır. Örneğin “Tabakatü’l-A‘meş ve Ebû Hanîfe”,495 “Tabakâtü İbnü’l-Medinî
ve Ahmed”496 vb. daha sonra bu metodu değiştirip h. 3. asrın başlarına gelince yaklaşık
yıl rakamlarını kullanmaya başlıyor ve “h. 300 ile 320 arasında yaşamış olanların
tabakası”,497 “h. 530 ile h. 550 arasında yaşamış olanların tabakası” şeklinde
başlıklandırma yapmıştır. Bu zamansal birliktelik ile alakalı yapılan araştırmalardan
487 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/255.
488 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/411.
489 Hârizmşah’ın vefatı Bkz: Aydın Taneri, “Hârı̇zmşahlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 16/230.
490 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/151.
491 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/181.
492 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/415.
493 Zehebî, el-Muʿîn, 24.
494 Zehebî, el-Muʿîn, 31-39.
495 Zehebî, el-Muʿîn, 47.
496 Zehebî, el-Muʿîn, 82.
497 Zehebî, el-Muʿîn, 109.
80
yola çıkarak söz konusu bu kitaptaki bir tabaka bazen yirmi sene bezen yirmi beş sene
bazen de otuz seneyi ele almıştır.
498
el-Mücerred fî esmâi ricâli Süneni İbn Mâce adlı eserini kaleme alan Zehebî,
bu eserinde ise ele aldığı kişilerin hayatlarını sekiz tabakada toplamıştır. Sahâbe
tabakası499 hariç her tabakayı o dönem içerisinde yaşamış önemli şahsiyetin ismiyle
zikretmiştir. Diğer kalan yedi tabaka şu şekilde isimlendirilmiştir: “İbn Müseyyeb ve
Mesrûk tabakası”,500 “Hasan-ı Basrî ve Ata tabakası”,501 “Zührî ve Eyyüb tabakası”,502
“el-Aʿmeş ve İbn Avn tabakası”,503 “Affân ve Abdürrezzâk tabakası”,504 “Ali b.
Medinî ve Ahmed b. Hanbel tabakası”505 ve son olarak “Buhârî ve geri kalanların
tabakası” yine aynı şekilde bu tabakalar arasında da zamansal bir birlikteliğe riayet
edilmemiştir.506
İslâm Tarihi alanında yazmış olduğu en önemli ve hacimli eser olan Târihü’lİslâm ve’l-vefeyât’ı toplam yetmiş tabakaya ayırmış ve tabakalar arasını on yıl olarak
sabitlemiştir. Zehebî eserinde görüldüğü gibi zamansal bir sınırlama metodunu
benimseyerek tabakât alanında yazdığı diğer kitaplara muhalif bir tavır mı takınmıştır?
Zehebî’nin bu tutumu tarih ilmiyle iştigal edenleri şöyle bir yorum yapmaya sevk
etmiştir: “Zehebî Târihü’l-İslâm eserindeki bu metoduyla eskilere muhalefet etmiştir.
Hatta yazmış olduğu diğer eserlere de muhalefet etmiştir.”
507 Târihü’l-İslâm ile alakalı
yapılan geniş çalışmalar; bu eserin zamansal bir birliktelikten ziyade daha çok tanzimi
bir birliktelik üzere olduğunu açıkça göstermiştir. Nitekim bazı şahsiyetlerin vefat
tarihlerinin ele alınmaması, bazı kişilerin hayatının diğer tabakaya sarkıyor olması vb.
durumlar bu eserin özellikle bir zamansal birliği esas alarak yazılmadığını bilakis
şekilsel bir düzeni gaye edinerek yazıldığını göstermektedir.508
498 Zehebî, el-Muʿîn, 159.
499 Zehebî, el-Mücerred, 23-46.
500 Zehebî, el-Mücerred, 47-66.
501 Zehebî, el-Mücerred, 69-108.
502 Zehebî, el-Mücerred, 109-142.
503 Zehebî, el-Mücerred, 142-195.
504 Zehebî, el-Mücerred, 195-209.
505 Zehebî, el-Mücerred, 209-220.
506 Zehebî, el-Mücerred, 220-234.
507 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 309.
508 Ma‘rûf, ez-Zehebî ve menhecühü, 310.
81
Tüm bu bilgiler neticesinde Zehebî’nin tabaka anlayışının; karşılaşma/likâ
yönüyle birbirine benzeyen topluluklara işaret ettiğini ifade etmek mümkündür.
Nitekim aynı bölgede yaşayan, birbirlerinden hadis alıp aktaran, aynı ders halkalarına
katılan veya farklı bölgelerde olup aynı zaman diliminde yaşayan âlimleri bir arada
zikrederek dönemlerin daha net anlaşılmasına imkân sağlamıştır.
Müellifin kaleme aldığı tabakât eserlerinde tabakalardaki ayrımın bu kadar
farklı olması ne şekilde açıklanabilir? Örneğin Ma‘rifetü’l-kurrâ eserini on yedi
tabakaya, el-Mücerred fî esmâi ricâli Süneni İbn Mâce’yi sekiz tabakaya ayıran
müellif Siyeru aʿlâm’ı neden kırk tabakaya ayırmıştır? Bu tabakalarda neden sabit bir
sayı tutulmadı? Bu sorulara şu şekilde cevap verilebilir. Müellif kaleme aldığı tabakât
türü eserlerde ilk olarak aynı eserde hayatları ele alınanların konumunu dikkate
almıştır. Tezkiretü’l-huffâz gibi bir kitaba bakıldığında genel olarak hadis hafızlarının
en önemli simaları ele alınmıştır. Özellikle böyle bir içeriği ve üslubu tercih eden bir
âlim eserin hacmini ve sınırlarını korumak için yalnızca o kategoriye giren şahısları
ele almalıdır. Bu da tabakalar arasında var olan zamanın uzamasına sebep verir. Yine
el-Mücerred fî esmâi ricâli Süneni İbn Mâce eserinde sadece İbn Mâce’nin rivayet
ettiği muhaddisleri almak zorundadır. Hal böyle olunca normal bir kitapta otuz
civarında olan tabaka bu eserde yirmiye veya daha aşağısına düşebilmektedir.
509
Siyeru aʿlâm incelendiğinde Tezkiretü’l-huffâz’ın tüm ricâlini kapsamakla birlikte bu
kişilerden ilim bakımından daha alt mertebede bulunan kişilerin de esere dahil edildiği
görülecektir. Bu da doğal olarak terceme sayısının artmasını sağlamıştır. Ayrıca
Zehebî Siyeru aʿlâm’da bir hadis kitabı yazma metodunu benimsemediği için ele aldığı
râvilerin veya şahsiyetlerin birbirleriyle görüşme şartını dikkate almamıştır. Bu da
doğal olarak tabaka sayısının hacimli olmasını gerektiren bir durumdur.
Tabakalarda hayatları ele alınan kişilerin konumu bakımından farklı tabakalara
ayırma durumunun olduğu görülmektedir. Örneğin sahâbîleri bir tabakaya veya birden
çok tabakaya ayırmak mümkündür. Çünkü sahâbî bazen Hz. Peygamber’den bazen de
farklı bir sahâbîden hadis rivayet etmektedir. Bu durumda bir tabaka olan sahâbe
tabakasını ikiye çıkarmak mümkündür. Yine tâbiînin büyükleri kapsamlı bir şekilde
509 Bir de Tezkiretü’l-huffâz’a alınan hadis hafızların büyüklerinin çoğunluğu âli isnada sahip olan
kişiler olması hasebiyle zamansal farklılık bir sonraki kuşağa nazaran daha fazla olmuş ve bunun
neticesinde tabaka sayısı sınırlı kalmıştır. Bkz: Özafşar, “Tezkiretü’l-Huffâz”, 41/76.
82
ele alındığında onları da birden fazla tabakaya ayırmak mümkün olabilmektedir.
Örneğin tâbiînin büyükleri sahâbenin büyüklerinden rivayet etmektedir. Tâbiînin
küçükleri ise sahâbenin küçüklerinden rivayette bulunmaktadır. Hatta bazı tâbiîn
âlimler yalnızca tâbiînden rivayette bulunmuştur. Durum böyle iken bir tabaka olan
tâbiîn tabakası istek dahilinde üç farklı tabakaya yükseltilebilmektedir.510 Bu durum
hadis ve tarih ilimleriyle ilgilenen herkes tarafından bilinen bir gerçektir.511
Verilen bu örneklerin tamamı şu açıklamanın yapılmasını gerekli kılmaktadır:
Tercemesi yapılan her şahsiyet zikredildiği kitaba göre sınırlanmıştır. Zehebî’nin
tabakalar üzere tertip edilen tüm kitaplarında tercemesi yapılan şahsiyetler için sabit
tek bir dağıtımın varlığından söz etmek mümkün değildir. Bu sebeple bir şahsiyet için
katî olarak “bu kişi Zehebî’nin belirlediği şu tabakadandır” tarzında bir çıkarıma
varmak doğru olmaz. Bu konuyla ilgili ancak “Filan kişinin tabakasından filan kişidir.”
denilebilmektedir. Bundan mütevellit müelliflerin tercih ettikleri ortak bir taksimattan
söz etmek mümkün değildir. Nitekim bu durumla alakalı şöyle bir örnek verilmesi
konunun daha iyi anlaşılması için uygun olacaktır. Mekhûl b. Ebû Müslim (ö.
112/730), İbn Sa‘d’ın et-Tabakât’ına512 göre Şam ehlinin üçüncü tabakasından iken
Halife b. Hayyât’ın et-Tabakât’ına göre ikinci, Zehebî’nin Tezkire’sinde513 dördüncü
ve İbn Hacer’in Tehzîb adlı eserinde514 beşinci tabakadan olduğu görülmektedir. Bu
da her tabakât âliminin farklı dayanakları olduğunu ifade etmekle birlikte kişilerin
sabit bir tabaka içerisinde olmadığını göstermektedir.
Zehebî h. 7. asırda yaşamış olmasına rağmen Siyeru aʿlâm’da eserin içeriğinde
tabakaların taksimini ilk asırlardan itibaren zamansal bir silsileyle ele almıştır. Bunun
haricinde eserde az olmayacak kadar terceme vardır ki bunlar hadis ilmiyle meşgul
olmamasına rağmen hatta herhangi bir ilimle dahi iştigal etmemelerine rağmen
tabakalara dâhil edilmiştir. Bunlar içerisinde melikler, vezirler, halifeler, sultanlar,
tabipler, şairler vb. isimler mevcuttur. Zehebî’nin tarihsel bakışı, öte yandan onun
510 1- Tâbiîn’in büyükleri sahâbe’nin büyüklerinden. 2- Tâbiîn’in küçükleri sahâbe’nin küçüklerinden.
3- Tâbiîn tâbiîn’den rivayet etmiş şeklinde üç farklı tabakaya ayrılabilmektedir.
511 Emı̇n Âşıkkutlu, “Tabaka Kavramı ve Muhaddislerin Tabaka Anlayışı”, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 32 (14 Şubat 2014), 11.
512 İbn Sa’d, et-Tabakât, 7/315.
513 Zehebî, Tezkire, 1/82.
514 Ebü’l-Fadl Ahmed b. Alî b. Muhammed b. Ahmed el-Askalânî İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb
(Hindistan: Dâiretü’l-Maarifi’n-Nizâmiyye, 1326/1908), 10/289.
83
hadis ve muhaddislerle olan bağı kitabın sonuna kadar bu yönteme tutunmasına vesile
olmuştur.
On üçüncü cilde bakıldığında her ne kadar eser yıllara göre yazılma gayesiyle
ele alınmamışsa da tercemeleri verilenlerin vefat tarihleri bakımından bir silsilenin
olduğunu görmek mümkündür. Bu yorumun dile getirilmesinin sebebi; Zehebî’nin
çoğu zaman kişinin tercemesini akrabalarıyla birlikte vermesidir.515 Bu hususla alakalı
birkaç örneğin verilmesi konunun daha net bir biçimde anlaşılması için uygun
olacaktır. Zehebî, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) amcası Abbâs’ın çocuklarından Kusem b.
Abbas, Ma‘bed b. Abbas, Kesîr b. Abbas, Temmâm b. Abbas ve Fadl b. Abbas’ın
hayatlarını peş peşe ele almıştır.516 Âkil b. Bükeyr’in517 hayatını ele alırken üç
kardeşini de ondan sonra zikretmiştir.518 Bunlar Hâlid b. Bükeyr,
519 İyâs b. Bükeyr ve
Âmir b. Bükeyr’dir.520 Yine Ebû Cendel’in tercemesini zikrettikten sonra kardeşi
Abdullah b. Süheyl’i ardından babaları Süheyl b. Amr’ın tercemelerini ele almıştır.521
Başka bir yerde de Allah Resûlünün amcasının oğlu Ebü’l-Hâris Nevfel b. Hâris’in
tercemesini ele aldıktan sonra oğlu Hâris b. Nevfel’i ardından torunu522 ve daha sonra
torununun oğlunun523 tercemelerini aktarmıştır. Bunlara ilave olarak Ebü’l-Hâris
Nevfel b. Hâris’in iki kardeşini daha; Saîd b. el-Hâris ve Ebû Süfyân b. el-Hâris ve
oğlu Cafer b. Ebû Süfyân el-Hâris’in tercemelerini aktarma gereği duymuştur.524 Hz.
Peygamber’in kâtiplerinden olan Hâlid b. Saîd’in hayatını ele aldıktan sonra kardeşleri
Ebân b. Saîd ve Amr b. Saîd’in tercemelerini de hemen akabinde zikretmiştir.525 Afrâ
515 Zehebî kitabın bazı yerlerinde özellikle baba, oğul ve kardeşleri böyle bir başlık altında toplamayı
uygun görmüştür. Eserin birçok cildinde karşılaşılan bu durum bir zamansal ayrışmaya sebep olduğu
izlenimini vermiş olsa da aslında o şahıs ve akrabalarıyla genel bir perspektif kazandırdığı da göz ardı
edilemez.
516 Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/440-444.
517 Bedir savaşında şehit düşen sahabilerdendir. Bkz: Ahmet Önkal, “Âkıl b. Bükeyr”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, 1989), 2/247.
518 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/185-187.
519 H. 4’te Recî‘ vakasında şehit olmuştur. Bkz: Mehmet Ali Sönmez, “Hâlid b. Bükeyr”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15/285.
520 Hz. Ebû Bekir döneminde Yemame savaşında şehit olmuştur. Bkz: Abdülkerim Özaydın, “Bükeyr
(Benî Bükeyr)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1992), 6/484.
521 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/192-194.
522 İsmi; Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel’dir. Medine kadılığı yapmış ve sahâbedendir. Bkz: Ahmet Özel,
“Abdullah b. Nevfel”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1988),
1/126.
523 İsmi; Abdullah b. Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel’dir
524 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/199-205.
525 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/259-262.
84
bint Ubeyd’in dört oğlu Muâz b. Hâris, Muavviz b. Hâris, Avf b. Hâris ve Rifâa b.
Hâris’in tercemelerini birbiri ardınca zikretmiştir.526 Zehebî bu kişileri birlikte ele
alarak konunun bütünlüğünü sağlamıştır. Başka bir örnekte ise Hz. Peygamber’in
eşlerini -vefat tarihleri birbirlerine çok yakın olmamasına rağmen- art arda ele
almıştır.527 Müellif bu tutumu neticesinde ‘ümmühâtü’l-müminîn’in daha derli toplu
bir şekilde okunmasını sağlamıştır.
Bu akrabalarla ilgili anlatılanların tamamı Zehebî’nin tabakât türü kitaplarında
takındığı metodudur. Ancak bu metodu uygulama noktasında telif ettiği tabakât ve
terâcim kitaplarının tamamında zorunlu görmemiştir. Özellikle Siyeru A‘lâm’da bu
metodun sık kullanıldığı görülmektedir. Zehebî, Endülüs Emevî döneminin kurucusu
I. Abdurrahman’ın hayatını ele alırken aynı zamanda bu dönemde yönetimde bulunan
on kişinin biyografisini art arda sıralamıştır.528 Yine otuzuncu tabakada yer alan Ebü’lMehâmid Hammâd b. İbrahim es-Saffârî’yi (ö. 576/1181) zikrettikten sonra babası
Rüknüddin İbrahim b. İsmail es-Saffârî’nin (ö. 532/1138) daha sonra dedesi İsmail b.
İshak’ın (ö. 500/1107) tercemelerini aktarmıştır.529 Son olarak Selâhaddin-i Eyyûbî’yi
(ö. 589/1193) ele alırken “Selâhaddin ve Benûhû”530 diye başlık attıktan sonra
kendisiyle birlikte üç oğlu Azîz (ö. 595/1199),531 Zâhir (ö. 613/1216)532 ve Efdal’ın (ö.
622/1225) hayatlarını aktarmıştır.533
526 Babaları Hâris ile anılmalarına rağmen anneleri Afrâ’nın Bedir savaşına oğulları Muâz, Muavviz ve
Avf’ı sırf Ebû Cehil’i öldürmeleri için gönderdiği ve iki oğlu -Muâz ve Muavviz- şehit olduğu için
sevinen Avf’ın şehit olmasını arzuladığı için annelerine nispetle Benû Afrâ olarak anılmaktadırlar.
Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/358-360.
527 Zehebî Hz. Peygamber’in eşlerini bir arada verirken dadısı Ümmü Eymen’i iki eşinin arasında bir
başlık altında zikretmiştir. Daha sonra eşlerinin hayatlarını aktarmaya devam ederken kızları; Zeynep,
Ümmü Külsüm ve Rukıyye’nin tercemelerini ele almış. Ardından Resûlullah’ın diğer eşlerini
zikretmiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/135-269.
528 Zehebî burada “Mülûkü’l-Endülüs” başlığını açtıktan sonra Abdurrahmân b. Muâviye b. Hişâm,
Hişâm b. Abdurrahman, Hakem b. Hişâm, Abdurrahman b. Hakem, Muhammed b. Abdurrahman,
Münzir b. Muhammed b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman, Abdurrahman b.
Muhammed b. Abdullah, Hakem b. Abdurrahman b. Muhammed ve son olarak Hişâm b. Hakem’in
hayatını ele alarak neredeyse emirler dönemini ele almıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/244-271.
529 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/91-94.
530 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/278.
531 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/291.
532 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/296.
533 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/294.
85
2.6. SİYERU A‘LÂM’DAKİ TERCEMELERDE KULLANILAN
RİVAYETLERİN İÇERİĞİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Tarihçi kimliğinin yanı sıra muhaddis olduğu yukarıda birçok kez belirtilen
Zehebî, yazdığı kitaplarda hadisi en önemli kaynaklardan biri olarak benimseyip
eserlerini bu temel üzere inşa etmiştir. Siyeru a‘lâm’da da bu tutumunu devam ettirmiş
ve eserin başından sonuna kadar hadislere müracaat etmiştir. Ancak belirtilmesi
gerekir ki Zehebî kitabına aldığı bu hadisleri olabildiği ölçüde sened ve metin
yönünden çeşitli tariklerini baz alarak aktarma yolunu tercih etmiştir. Siyeru a‘lâm’da
ele alınan kişilerin büyük çoğunluğunun muhaddis olması hasebiyle onlardan aktarılan
bazı hadisleri biyografisinde zikretmiştir.534 Zehebî hadis alanındaki bu tenkit usulünü
tarihî, edebî vb. rivayetlerde de tatbik etmiştir. Bundan dolayı bu eseri dikkatli bir
şekilde inceleyen herkes kitapta büyük bir tenkit birikiminin hasıl olduğunu
görecektir.535 Bu durum özellikle ilk ciltlerde daha fazla görülecektir. Çünkü ilk
ciltlere bakıldığında onların sahâbe ve tabiînden oluştuğunu ve Hz. Peygamber’den
rivayet edilen hadisleri aktarmaları sebebiyle daha fazla hadis aktarıldığı görülecektir.
Özellikle bu kesim Resûlullah ile vakit geçirdiği için hadislerin vürûd sebeplerini
bilmektedirler.
Bir başka sebep ise müellif eserin metodunu oturtmaya çalıştığından bu
usulünü daha fazla ön planda tutmuştur. Ayrıca Zehebî tenkit yöntemlerinde tek bir
yöntemle yetinmemiş kendisini doğru bilgiye ulaştıracak tüm yollara başvurmuştur.
Malum olduğu üzere hadis alanında bir hadis sened ve metin olmak üzere iki kısımdan
meydana gelmektedir. Muhaddis âlimler bu iki faktörün hadisi oluşturan iki ana esas
olarak belirlemiş ve bir hadisin sıhhat derecesine bu iki faktör sayesinde ulaşmışlardır.
Şimdi hem rivayet hem de sened’in Siyeru a‘lâm’da ne anlam ifade ettiğini, müellifin
tarihçi kimliğiyle birlikte aktardığı hadisleri muhaddis gözüyle değerlendirmesi gibi
konular ele alınacaktır.
534 Öğrencisi es-Safedî Zehebî’nin bu tutumu hakkında: “Zehebî’nin eserlerine almış olduğu hadisleri;
râvilerindeki kusur, isnadındaki kapalılık ve metindeki sorun yönleriyle değerlendirmeye tâbi tutup
hiçbir hadisi es geçmemiş olması onun bu alandaki yetkinliğini göstermektedir. Onun bu tutumunu
başka bir âlimde görmedim” sözlerini ifade etmiştir. Bkz: es-Safedî, el-Vâfî, 2/115.
535 Zehebî hadislerdeki bu tenkit metodunu eserlerinde kullandığı gibi kullanmayan âlimleri de
eleştirmiştir. Mîzânü’l-iʿtidâl adlı eserinde Ebû Nuaym el-İsbehânî ve Hatîb el-Bağdadî’yi eserlerine
mevzû hadis aldıkları ve bunu belirtmedikleri için eleştirmiştir. Bkz: Zehebî, Mîzânü’l-iʻtidâl, 1/111.
86
2.6.1. Siyeru A‘lâm’da Rivayetlerin Sened Tenkidi
Çalışmamız İslâm tarihi alanında yapıldığı için hadis alanına dahil olan bu
konunun fazla ayrıntısına girilmeden sadece Zehebî’nin eserinde kullandığı metottan
bahsedilecektir. Zehebî’nin aktardığı hadislerde eleştiriler; genel anlamda ya bir ya da
daha fazla râvisi hakkında rivayetin zayıflığına veya herhangi bir kusuruna ya da
muhaddislerin ölçütleri esas alınarak güvenirliliğine işaret eden yönüyle ortaya
konulmuştur. Bunun sonunda da o, hadis literatüründe kullanılan bazı terimlere
dayanarak hüküm vermiştir.536 Bu konuyla alakalı Saîd b. Zeyd’in hayatını ele alırken
aktardığı hadis ve sonrasındaki değerlendirme şu şekildedir: “Saîd b. Zeyd, Mervân b.
Hakem Medine valisiyken Ervâ isimli bir kadınla arazi konusunda anlaşmazlığa
düşerler. Ervâ, Saîd b. Zeyd’i gidip Mervân’a şikâyet eder. Mervân’da olayı yerinde
teftiş etmesi için Saîd b. Zeyd’in tarlasına gider. Tarlaya geldiklerinde Saîd “Ben Hz.
Peygamber’den şunu işittim: ‘Kim ki, kendisine ait olmayan bir arazi parçasını alırsa,
yerin yedi katında da olsa, kıyamet gününde o toprak, onun boynuna dolanacaktır.
Ancak kim de malını korurken öldürülürse şehittir.’ buyurmuştur dedi.” Zehebî bu
hadisi aktardıktan sonra “bu hadis senedi sâlih olan bir hadistir ancak kopukluk var.
Çünkü Talha b. Abdullah b. Avf bu hadisi Saîd’den işitmemiştir” diyerek hadisin
durumunu o alana has terimlerle ortaya koymuştur.537 Ebû Müshir Abdüla‘lâ b.
Müshir’in tercemesinde (ö. 218/833) Ebû Müshir’in râvisi olduğu “Kim günde yüz
defa Sübhânallahi ve bihamdihi derse günahları denizköpüğü kadar olsa dahi
bağışlanır.” hadisini aktardıktan sonra “Bu sened iyidir ve mürseldir. Ancak kopukluk
vardır; çünkü Ebû Sellâm, Ka‘b ile görüşmemiştir.” diyerek hadisin durumunu ifade
etmiştir.538 Hz. Peygamber’in amcası Abbas b. Abdülmüttalib’in tercemesinde
Resûlullah’ın “Abbas bendendir ben de ondanım.” hadisini aktardıktan sonra
“İsnâdühü leyse bikaviyyin -isnadı güçlü değildir-” diyerek yine hadisin sened yönünü
değerlendirmiştir.539 Hamîd b. Zencûye’nin hayatını ele alırken râvisi olduğu
“Kıyamet günü oruç ve Kur’an sahibine şefaatçi olacak.” hadisini aktardıktan sonra
536 İsnadın kuvvetli olduğu veya takviye niteliğinde ele aldığı rivayetler için: ،ثقات رواته ، جيد اسناده علة له
، صالح اسناده،مؤثر غير ifadelerini kullanırken isnadın zayıflığı veya kusuruna işaret etmek için ise: اسناده
durumunu rivayetin terimlerle gibi ليس بقوي، في اسناده لين، فيه انقطاع، اسناده ضعيف، اسناده واه، اسناده مظلم
belirtmiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/264.
537 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 126.
538 Zehebî, Siyeru a’lâm, 10/237.
539 Lafzın Arapçası: بقوي ليس اسناده Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/99.
87
senedinde bulunan İbn Lehîa’dan dolayı “İsnâdühü leyyinün” demiştir.540 Zehebî
hadisin senedi hakkında yorum vermekle birlikte yer yer hadisin rivayetinde yer alan
râvinin durumunu ortaya koyan hükümler de vermiştir. Bununla alakalı olarak Hz.
Abbas’ın hayatını ele alırken Süfyan b. Şüreyk şöyle dedi: “Ahbarana Şu‘be an Amr
b. Murre an Ebû Sâlih ez-Zekvân an Suheyb mevla İbn Abbas kâle…” Zehebî, bu
rivayetin râvilerinden olan Suheyb için “Suheyb lâ ârifuhu” demiştir.541 Safvân b.
Mühriz el-Mezinî’nin tercemesinde “Osman b. Matar an Hişâm an Hasan kâle…”
metni aktardıktan sonra “Teferrede bihi Osman hâzâ leyse bikaviyyin” diyerek râvinin
durumunu ortaya koymuştur.542 Zehebî bununla birlikte kullandığı bu eleştiri
metodunda hadisin mertebesi hakkında da dakik hükümlerin543 ortaya çıkmasına vesile
olmuştur. Her ne kadar yazdığı eser İslâm tarihine ait olsa da olayları rivayetler
üzerinden anlatması ve hadis alanında büyük bir müktesebata sahip olması Zehebî’nin
böyle bir tutum takınmasında etkili olmuştur.
Nakledilen rivayetler için müellif hadisin metin kısmının yanında senedin
tümünü de zikretmiştir. Bu, o rivayetin belgelendirilmesi için önemli bir husustur.
Müellif sadece rivayeti ele almakla yetinmeyip senedin râvi zincirini de aktarması
rivayetin dayandığı asli kaynakları da bize sunmaktadır. Hadis ve tarih ilimlerinde
rivayetin senediyle birlikte verilmesi eseri okuyan kişinin rivayet hakkındaki
görüşünün ortaya çıkmasına yardımcı olur. Zira bazı ilim sahipleri rivayeti okurken
râvilerinin durumunu değerlendirecek ilim müktesebatına sahip olduğundan rivayetin
senediyle birlikte verilmesi eserin ilmî yönünü de ortaya koymaktadır. Zehebî
aktaracağı rivayet çok kısa olsa da mutlaka senedi zikretmiştir. O dönemde veya
öncesi-sonrasında İslâm tarihi alanında yazılan bazı kitaplar incelendiğinde
rivayetlerin senedleriyle birlikte aktarılmadığını görmek mümkündür. Çünkü yazdığı
alan itibariyle rivayetlerin senedleriyle birlikte verilme zorunluğu yoktur. Zira müellif
sadece vakıayı anlatabilmek için rivayetin metin kısmını alır veya hadisi muallak bir
540 Lafzın Arapçası: لين إسناده Zehebî, Siyeru a’lâm, 12/22.
541 Lafzın Arapçası: أعرفه ال صهيب Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/94.
4/286. ,lâm’a Siyeru ,Zehebî تفرد به عثمان هذا ليس بقوي :Arapçası Lafzın 542
543 Zehebî hadis alanında en bilinen terimleri kullanarak bu hükümleri rivayeti aktardıktan sonra gerekli
görülen yerlerde kullanmıştır. Bunları şöyle zikretmek mümkündür; Sahih, müttefakun aleyh, Huve fi’sSahihayn, Sahihün Garibün, Hasenün, Garibün, Garibün cidden, Münkerün ve Mevdûun. Kavramların
içerikleri için detaylı bilgi bkz: Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü (İstanbul: Timaş Yayınları,
1987).
88
şekilde aktarabilirdi. Ancak Zehebî kendisinden önceki bazı tarihçiler gibi rivayetleri
senedleriyle birlikte verme metodunu tercih etmiştir. Bu da Zehebî’nin eserini telif
ederken göstermiş olduğu hassasiyete delalet etmektedir. Bu konuyla ilgili birkaç
örneğin burada zikredilmesi uygun olacaktır. Örneğin Zehebî Eyyûb es-Sahtiyânî’nin
(ö. 131/749) tercemesini ele alırken “Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Muhammed şöyle
dedi: Ahbarana Ebü’l-Meâlî Ahmed b. Abdüsselâm Ahbarana Ömer b. Muhammed
Ahbarana Hibetüllah b. Muhammed Ahbarana Muhammed b. Muhammed b. Gaylan
Ahbarana Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah eş-Şafiî Ahbarana Musa b. Sehl el-Veşşâ
Haddesena İsmail b. Uleyye o da Eyyûb’ten Eyyûb de Nafi‘ten o da İbn Ömer’den…
Kâle…” diye devam etmiştir.544
Yine “Buhârî, Muhammed b. Yakub b. Abbâd’ın edDuafâ kitabından tahric etti ki o, (Muhammed b. Yakub) Muhammed b. Dâvûd’dan o
da İsmail’den İsmail de İsrâil’den o da Ebû İshâh’tan o da Hâris’ten Hâris de Hz.
Ali’den…”545 diye devam etmektedir. Aslında Zehebî bu iki rivayeti bu şekilde
aktarmak yerine ilk rivayet için “Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Muhammed şöyle
dedi:” ikinci rivayet için de “Buhârî, Muhammed b. Yakub b. Abbâd’ın ed-Duafâ
kitabından tahric etti ki” cümleleriyle yetinebilecekken o senedin tamamını aktarmayı
tercih etmiştir. Zehebî’nin takip ettiği bu metodu telif ettiği eserlerin çoğunda görmek
mümkündür.
Tercemelerde aktarılan bu rivayetler yalnızca sahih-zayıf yönüyle ele
alınmayıp bu hükümleri destekleyen bazı varyantların da eserde somut olarak
aktarıldığını görmek mümkündür. Nitekim Zehebî’nin önceki başlıklarda birçok tarih
ve hadis kitabını okuduğu ifade edilmişti. Ancak o, sadece nakli aktarmakla kalmamış
kullandığı rivayetlerinde akli unsurlarını da ortaya koymuştur. Bu konuyla alakalı
Zehebî, Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliğini anlatırken Mümtehine sûresinin
7. âyetindeki “Belki de Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına ağır sevgi
koyar, Allah buna kadirdir. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.” yorumu
konusunda İbn Abbas’ın “Hz. Peygamber’in Ümmü Habîbe ile evliliği sonucunda
Ümmü Habîbe Ümmühâtü’l-mümininden olmuş, kardeşi Muâviye de böylelikle
Müminlerin dayısı olmuştur.” yorumunu aktarmıştır. Daha sonra bu hadisi Kelbî
aktarmış ve o metrûktur yorumunu yapmış ve ardından âlimlerin bu evlilik sonucu
544 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/24.
545 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/155.
89
oluşan akrabalığın sadece Ümmü Habîbe’ye has olduğunu belirtmiş ve ne kız ne de
erkek kardeşlerinin Müminlere bir akrabalık bağı oluşturmadığı görüşünü
aktarmıştır.546
Hz. Peygamber’in sîretinin yer aldığı ciltte Kur’an’da ona ait beş isim
zikredilmekte ve bunlar “Muhammed, Ahmed, Abdullah, Yâsîn ve Tâhâ’dır.”
denilmiştir. Daha sonra Tâhâ’nın Hz. Peygamber’in isimlerinden biri olmadığını ifade
ederek Kur’an’da Resûlullah için söylenen vasıfları “Resûl, Nebî, Emîn, Şâhid,
Mübeşşir, Nezîr, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden, Sirâcen münira, Râuf, Rahîm,
Müzekkir, Müddessir, Müzzemmil, Hâdi vb.” zikretmiştir. Daha sonra Tâhâ ismini
aktaran râvi Kelbî’nin metrûk olduğunu dile getirmiştir.547 Hz. Âişe’nin hayatı ele
alınırken aktarılan şu rivayet örnek gösterilebilir: “Ebü’l-Hasan el-Medâinî Yezîd b.
İyâz’dan o da Hişâm b. Urve’den o da babasından şöyle dedi: Uyeyne b. Hısn Allah
Resûlünün huzuruna geldi Hz. Âişe de oradaydı. -Bu olay hicab âyeti inmeden önce
gerçekleşmişti.- ve şöyle dedi: “Kim bu Hümeyra ey Allah’ın Resûlü? Zehebî bu
hadisi şöyle değerlendirmiştir; bu mürsel bir hadistir. Râvilerinden Yezid ise
metrûktur. Uyeyne de hicap âyeti nazil olduktan sonra Müslüman olmuştur.”
yorumlarını yaparak tarihi bilgiler ışığında hadisi ve râvilerinin kapalılığını ortaya
koymuştur.548
2.6.2. Siyeru A‘lâm’da Rivayetlerin Metin Tenkidi
Siyeru a‘lâm’a aldığı rivayetlerin tenkit ve tahlilini yaparken onları tarihte
gerçekleşmiş vakalara arz ederek rivayetin olayla çelişme durumunu, rivayetin haber
dilini vb. yönlerini kullanan Zehebî’nin bunu yapmasındaki temel gayesi ele aldığı
rivayet metninin içeriğinin akla ve nakle aykırı olup olmadığını görmek ve
okuyuculara göstermektir. Zira yukarıda da geçen bazı bölümlerde Zehebî okuduğu
bir kitapta tarihî vakalara ters düşen birçok rivayetten bahsetmiş ve onları eleştirmiştir.
Bu sebeple Zehebî, kendi eserinde bu konuya ciddi bir hassasiyet göstermiş ve tarihî
olaylarla çelişki içerisinde olan yüzlerce rivayeti reddetmiştir. Zehebî bu tutumu
gösterirken onun sağlam tenkit özelliği, ilmî üslubu ve geniş perspektifi de göz önünde
bulundurmak gerekir. Bu konuyla ilgili Siyeru a‘lâm’da yer alan bir iki örneği burada
546 Hz. Peygamber’in Hayatı cildinde bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/505.
547 Hz. Peygamber’in Hayatı cildinde bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/39.
548 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/167.
90
zikretmek konunun daha iyi anlaşılması için önemlidir. Allah Resûlü’nün amcası olan
Hz. Abbas’ın bazı kaynaklarda Bedir Savaşından önce Müslüman olduğu ve
Müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etmek istediği ancak Hz. Peygamber’in
kendisinin Mekke’de kalmasını talep ettiği ve onun da bu sebeple Mekke’de kaldığı
geçmektedir.549 Zehebî bu olayı şöyle değerlendirmektedir: Şayet bu söylenenler
olmuş olsaydı Bedir günü esir alınanlar için fidye istendiği zaman Hz. Peygamber
amcasından fidye istemezdi. Ancak Hz. Abbas’ın ne vakit İslâm’ı kabul ettiği tartışma
konusudur. Bazı âlimler, onu İslâm’ın ilk dönemlerinde Müslümanlığı tercih ettiğini,
ancak Mekkelilerden Allah Resûlü’ne haber ulaştırmak için Mekke’de bulunduğunu
aktarırken, bazıları ise onun İslâm’a girmiş ancak sikâye ve rifâde görevlerini elinde
tutma düşüncesiyle bunu aşikâr etmediğini söylemişlerdir.550 Hz. Abbas’ın Müslüman
olmasını Mekke fethine götüren de vardır. Ancak onun Mekke fethedilmeden önce
Müslüman olduğu görüşü daha ağır basmaktadır.551 İbn Sa‘d Hz. Abbas’ı, Uhud
Savaşı’na katılanlar arasında zikretmiştir.552 Zehebî Hz. Abbas’ın hayatını ele alırken
amcasının ne zaman Müslüman olduğuyla alakalı birçok âlimin görüşünü zikretmiştir.
Görüşleri aktarmakla kalmayıp metinlerde tarihi bilgilere ters düşen noktaları aktarmış
ve elindeki en sahih bilgiyle konuyu noktalamıştır.553 Bu konuyla alakalı başka bir
örnekte ise Hz. Âişe’den onun şu sözleri nakledilmiştir: “Cahiliye döneminde babamın
malıyla övünürdüm. O dönemde babamın elfe elfin (bir milyon) ukıyyesi554 vardı.”
Zehebî bu rivayetin senedinde bir kusur olduğunu belirtmiş ve bu metindeki bir adet
“binin” fazla olduğunu söylemiştir. Yani Hz. Ebû Bekir’in yalnızca bin ukıyyesi vardı.
Bin ukıyye takriben kırk bin dirheme tekabül etmektedir. Bu da o dönemde bir tüccar
için övülecek miktardı. Ancak Hz. Ebû Bekir malını Allah yolunda harcamıştır. Öyle
ki Hz. Peygamberle birlikte hicret edeceği zaman yalnızca altı bin dirhem parası
kalmıştı. Rivayette yer alan ‘elfe elfin’ miktarı ancak büyük bir sultanda olabilir.555 Bu
549 Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî İbn Hacer, el-İsâbe fî temyîzi’ssahâbe, thk. Alî Muhammed Muʿavvad - Âdil Ahmed Abdulmevcûd (Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
1415/1994), 3/512-513.
550 Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd el-Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr,
Riyad Zerkeli (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1417/1996), 1/301.
551 Esra Atmaca, “Hz. Peygamber’in Tebliğine Tepkileri Bakımından Abdülmuttalib’in Çocukları -
Asabiyet Bağlamında Bir Değerlendirme-”, Akademik Siyer Dergisi 4 (30 Haziran 2021), 44.
552 İbn Sa’d, et-Tabakât, 4/6.
553 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/81-83.
554 Hz. Peygamber devrinde kullanılan eski bir ağırlık birimi bkz: Cengiz Kallek, “Ukıyye”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 42/68.
555 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/185-186.
91
tarz rivayetlerin Zehebî’nin eserinde rastlanması çokça muhtemeldir. Bazı
muhaddisler sadece rivayetin senediyle ilgilenmiş ve metni göz ardı etmişlerdir.556
Ancak Zehebî eserlerinde sened tenkidinin yanında metin tenkidini de uygulamaya
koymuştur. Bu da eserinin daha ilmî ve objektif olmasına katkı sağlamıştır.
2.7. SİYERU A‘LÂM’DAKİ TERCEMELERİN YAPISINI
OLUŞTURAN UNSURLAR
Yukarıdaki başlıklar ve İslâm ilim geleneğinin klasik kaynaklarında yapılan
araştırmalardan yola çıkarak Zehebî özellikle terceme alanında büyük bir bilgiye sahip
birisi olduğu anlaşılmaktadır.557 Dönemine kadar İslâm tarihi ve hadis alanında yazılan
birçok eserden haberdar olması hatta bu eserlerle alakalı bazı çalışmalar kaleme
aldığından dolayı âlimler Zehebî için “Müerrihü’l-İslâm” yani İslâm’ın tarihçisi
demişlerdir.
558 H. 8. asra kadar yaşamış olan şahsiyetlerin biyografilerini inceleyerek
tarih alanında takriben 40.000 (kırk bin) şahsiyetin tercemesini kapsayan Târihü’lİslâm’ı kaleme almıştır.559 Zehebî Târihü’l-İslâm gibi hacimli bir eser sonrasında bu
esere nazaran daha az şahsiyetin ele alındığı bir çalışma yapmak üzere harekete
geçmişti. Zihnindeki şablonu oluşturduktan sonra adını daha sonra Siyeru A‘lâm olarak
belirlediği eseri için kendisi bizzat bazı ayıklama/arındırma yoluna gitme kararı
almıştır. Önceki çalışmaları da esas alarak yazdığı tüm tercemeleri tekrardan gözden
geçirmiştir.
Bu hususta eserini oluşturmak için özel bir yöntem izledi mi? tarzında
yöneltilecek bir soruya şöyle cevap verilebilir. Siyeru a‘lâm üzerine yapılan çalışmalar
gösteriyor ki Zehebî bu eserini oluştururken önceki eserlerine nazaran daha seçici
davranarak önemli bir ayıklama, tashih etme, tabakalandırma, bağlam kurma, kaynak
kullanımını arttırma, tarih-yıl bilgilerini zenginleştirme, temize çekme vb. daha birçok
unsuru dikkate alarak titiz bir telif yöntemi takip ettiği görülmektedir.560 Takip edilen
bu metot neticesinde gerek tercemelerin sayıca azalması gerekse de onların içerisinde
556 Muhammed Enes Topgül, Rivayetten râviye: Cerh-ta’dîl hükümleri nasıl oluştu? (İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2019), 50.
557 Mustafa Şakir, et-Târîhu’l-Arabî ve’l-müʾerrihûn (Beyrut-Lübnan: Dârü’l-İlm li’l-Melâyîn,
1403/1983), 3/92.
558 eş-Şeyh, el-Hâfız, 145.
559 Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân et-Türkmânî el-Fârikî ed-Dımaşkî Zehebî,
el-İşâre ilâ vefeyâti’l-aʿyân el-müntekâ min Târîhi’l-İslâm (Beyrut: Dâr’u İbnü’l-Esîr, 1411/1991), 7.
560 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 109.
92
bulunan bazı bilgilerin ihtisar edilmesi söz konusu olmuştur. Bu eserinde ele aldığı
tercemelerde bir yönden terceme sahibinin bizzat şahsiyetiyle ilgili bilgileri incelerken
bir başka cihetten de onun hakkında aktarılan rivayetleri değerlendirmiştir. Bu iki
yönün birlikte ele alınması, tercemesi yapılan şahsiyet hakkında daha faydalı bilgiler
elde edilmesini kolaylaştırmıştır. Zehebî’nin tüm bu yaptıkları onun belirlediği metodu
baştan sona uygularken sebat etmesi ve terceme mefhumunu iyi bir şekilde
kavramasından kaynaklanmaktadır. Şimdi Zehebî’nin Siyeru a‘lâm’da izlediği
yöntemleri daha iyi anlamak için birkaç başlık değerlendirilecektir.
2.8. ZEHEBÎ’NİN SİYERU A‘LÂM’DA ELE ALDIĞI
BİYOGRAFİLERDEKİ SEÇİCİLİK
Târihü’l-İslâm eserinde kendi yaşadığı asra kadar ulaşabildiği tüm meşhur
isimleri ele alan Zehebî, bununla birlikte toplum içerisinde çok fazla bilinmeyen veya
ismi kapalı olan kişileri eserine dâhil etmemiştir. Zehebî, bu tutumunu yazdığı tüm
ricâl kitaplarında göstermiş ve kendi dönemine kadar tanınan tüm şahsiyetleri tanıtma
gayreti içerisinde olmuştur. Ele aldığı bu kişileri de ilim ehlinin örfüne göre
değerlendirmiştir.561 Hiç şüphe yoktur ki kendisinin Târihü’l-İslâm’da zikretmiş
olduğu binlerce şahsı hâlihazırda günümüzde dahi birçoğumuzun ismini dahi
duymadığı kimselerdir. Ancak Siyeru a‘lâm’da sadece “a‘lâm” dediğimiz isimleri
zikredip meşhur isimleri ele almıştır. Zira Zehebî’nin bu eseri yazmasındaki asıl gaye
de Târihü’l-İslâm’dan farklı bir metotla yeni bir eser ortaya koymaktı. Şayet dönemine
kadar meşhur olan, ilimle uğraşan veya uğraşmayan, yönetici, melik, sultan, şair, kâtip
vb. herkesi eserine almış olsaydı bu çalışmanın da diğer çalışmadan herhangi bir farkı
kalmayacak ve tekrara düşmüş olacaktı.562 Bu yüzden Zehebî’nin özellikle bu ibareyi
kullanması kendi ilim örfüne göre bu kimselerin sadece bu isimle bilindiğine, özellikle
bu isimle meşhur olduğuna delalet etmesi niyetiyledir.
561 Burada şöyle bir açıklamanın yapılması uygun olacaktır; Zehebî yaşadığı dönemde veya öncesinde
gelip geçen şahsiyetleri o dönemdeki ilim ehlinin örfüne göre ele almış derken günümüzde bize ulaşan
kitaplar sayesinde bizler Zehebî’nin tanınmadığı veya o dönemde meşhur olamayıp daha sonra adı
bilinen isimlere bakış açımızla değil, kendi döneminde o kişi nasıl biliniyorsa o şekliyle değerlendirdiği
tahmin edilmektedir. Bunun şöyle bir yorumu söz konusudur; Nitekim bazı âlimler henüz hayattayken
gerek halk nezdinde gerekse devlet yönetimi tarafından bilinmektedir. Ebû Yusuf, İbn Şihâb ez-Zühri,
Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye vb. âlimleri bu kesim içerisinde saymak mümkündür. Bazı âlimler ise
hayattayken tanınmamış ancak vefatından onlarca, yüzlerce yıl sonra tanınmış olabilmektedir.
562 Ahmed Evlâd Saîd, “Menhecü’l-İlmî İnde’l-İmâm ez-Zehebî min hilâli kitebeyhi Mîzânü’l-iʿtidâl ve
Siyeru aʿlâmi’n-nübelâʾ”, Mecelletü’l-Vahât li’l-buhûs ve’d-dirâse 4 (2009), 295.
93
“Alem” -çoğulu a‘lâm- kelimesinin mefhumu müelliflerin ve âlimlerin bu
ilimdeki başarısı ve ön plana çıkması durumuna göre değişebilmektedir. Örneğin hadis
alanında cerh ve ta‘dil âlimlerinin bir râvi hakkındaki değerlendirmeleri neticesinde o
râvinin bu alandaki yetkinliğini öngörmek mümkündür. Aynı şekilde o râviden birçok
kişi rivayette bulunmuştur ve alanında tanınan biridir. Bu değerlendirmeler, o kişinin
Zehebî’ye göre ‘alem’ kategorine girmesini sağlamıştır. Zehebî’nin geniş bir kültür
yelpazesinin olması, büyük bir ilmi yetkinliğe sahip olması, ilim için çok rihleler
yapması ve neticesinde çok sıkıntı çekmesi vb. sebepler ondaki bu “a‘lâm”
mefhumunu genişletmesini sağlamıştır. Hatta öyle bir anlayış ortaya koymuş ki Siyeru
a‘lâm’da bulunan tercemelerdeki üslup veya terceme sayısı bu alandaki diğer
eserlerden biraz daha ön plana çıkmıştır. Örnek olarak Kıvâmü’s-sünne’nin (ö.
535/1141) Siyerü’s-selefi’s-sâlihîn,
563 es-Semʿânî’nin (ö. 562/1166) el-Müntehab min
Muʿcemi şüyûhi Ebî Sa‘d es-Sem‘ânî564 İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597/1201) el-Muntazam
fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-târih,
565 İbn Kesîr’in elBidâye ve’n-nihâye ve son olarak Bedreddin Aynî’nin İkdü’l-Cümân adlı eserlerin
bazıları genel tarih alanında yazılmış bazıları da tabakât/terâcim alanında yazılmıştır.
Bu eserler incelendiğinde Siyeru a‘lâm’da bulunan tercemelerdeki üslup veya terceme
metodunun daha belirgin ve düzenli olduğu görülecektir.
2.9. SİYERU A‘LÂM’DA TERCEMELERDEKİ ÇEŞİTLİLİĞİN
KAPSAYICILIĞI
Tabakât ve terâcim müellifleri tercemesini verdikleri şahsiyetleri bazı
noktalarda sınırlandırmıştır. Hatta eseri o çevrede bulunan kimselere hasrettiği
isminden de anlaşılmaktadır. İbn Sellâm el-Cumahî’nin (ö. 231/846), Tabakâtü
fuhûli’ş-şuʿarâ,
566 Ebû Bekr ez-Zübeydî’nin (ö. 379/989) Tabakâtü’n-nahviyyîn ve’l563 İçeriğin daha fazla incelenmesi için bkz: Ebü’l-Kâsım İsmâîl b. Muhammed b. el-Fazl et-Teymî etTalhî el-İsfahânî Kıvâmü’s-sünne, Siyerü’s-selefi’s-sâlihîn (Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
1425/2004).
564 Ebû Sa‘d Abdülkerîm b. Muhammed b. Mansûr es-Sem‘ânî, el-Müntehab min Muʿcemi şüyûhi Ebî
Saʿd es-Semʿânî (Riyad: Daru’l-Âlemi’l-Kitab, 1417/1996).
565 Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-Târîh, thk. Ömer Abdusselâm Tedmûrî (Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, 1417/1997).
566 İsmail Durmuş, “Tabakat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2010), 39/288.
94
luğaviyyîn,
567 Süyûtî’nin (ö. 911/1505) Tabakâtü’l-müfessirîn,
568 Muâfâ b. İmrân’ın
(ö. 185/801) Kitâbü Tabakâti’l-muhaddissîn,
569 Sübkî’nin Tabakâtü’ş-Şâfiʿiyyeti’lkübrâ,
570 Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) Tabakâtü’s-sûfiyye571
gibi eserler yalnızca bir bölümde mütehassıs olan âlimleri ele almıştır. Nitekim kitabın
başlığından bunu rahatlıkla anlamak mümkündür. Zehebî, Siyeru a‘lâm’da hayatlarını
aktardığı isimler için herhangi bir sınırlama yoluna gitmemiştir. Bilakis konum
itibariyle her türden isme yer vermiş ve insanlar içerisinde halifeler, melikler, valiler,
sultanlar, bakanlar, vezirler, heyet başkanları, kadılar, kâriler, muhaddisler, fakihler,
edebiyatçılar, dilbilimciler, nahiv âlimler, şairler, mezhep bilimciler, kelamcılar, sarf
âlimleri ve felsefeciler daha birçok kesimin yer aldığı şümullü bir perspektif ortaya
koymuştur.572
Müellif her ne kadar Siyeru a‘lâm’ı toplumda yaşamış her kesimin öne çımış
isimlerini kapsayacak bir tarzda hazırlamış olsa da muhaddislerin tercemelerini
diğerlerinden önde tuttuğu gözden kaçmamaktadır. Bu sebeple ele aldığı tercemelerde
Hz. Peygamber’in hadisleriyle iştigal edenlerin hayatlarına daha çok önem
vermiştir.573 Bunu da Zehebî’nin küçüklükten itibaren özellikle hadis halkalarında
yetiştiği ortamın üzerinde bıraktığı tabiî durum ve muhaddislerle çokça vakit geçirip
kalbinin onların muhabbetine açtığı etkiden kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Nitekim Zehebî rivayet alanında bir otorite olması, rivayet ilmine en büyük hizmeti de
muhaddisler yaptığından ötürü bu kesime olan meyli daha fazla olmuş ve onları daha
çok ön planda tutmuştur.574
2.10. SİYERU A‘LÂM’DAKİ TERCEMELERDE BÖLGESEL
DENGENİN GÖZETİLMESİ ve KAPSAYICILIĞI
Zehebî, İslâm dünyasının her tarafında bulunan şahsiyetlere eserinde yer
vererek bu hususta herhangi bir sınırlandırmaya gitmemiştir. Batıda Endülüs’ten
567 Durmuş, “Tabakat”, 39/290.
568 Abdülhamid Birışık, “Müfessir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları, 2020), 31/498.
569 Mehmet Efendioğlu, “Tabakat” (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39/291.
570 Mustafa Öz, “Tabakat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010),
39/295.
571 Reşat Öngören, “Tabakat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2010), 39/295.
572 Efendioğlu, “Siyer”, 37/326.
573 Efendioğlu, “Siyer”, 37/327.
574 Saîd, “Menhecü’l-İlmî İnde’l-İmâm ez-Zehebî”, 296.
95
doğunun en ücra köşesine kadar olan her kesimden insanın hayatına yer vermiş olması
bu alanda yazılan çok az kitapta yer alan bir kapsayıcılık örneğidir. Bu tarz yazılan
kitaplarda çoğunlukla müellifin yaşadığı şehri veya bölgeyi kapsayan bir içerikle
karşılaşırken Siyeru a‘lâm’da bu konunun daha geniş bir alana yayıldığı
görülmektedir. Örneğin İbn Sa‘d’ın et-Tabakâtü’l-kübrâ,
575 Halîfe b. Hayyât’ın
Kitâbü’t-Tabakât,
576 Sâid el-Endelüsî’nin (ö. 462/1070) Tabakâtü’l-ümem577 eserleri
daha çok belirli bölgeyi ve o bölgede yetişen, halkası bulunan, rihle yapan âlimlerin
hayatlarını ele almaktadır. Yine bu alanda İbnü’l-Cevzî’nin yazdığı el-Muntazam
eserinde her ne kadar yazacağı kitabın şümullü olmasını istese de Bağdatlı âlimler daha
çok ön plana çıkarılarak diğer bölgelerde yaşayan âlimler geri planda bırakılmıştır.578
Özellikle Doğu’da yaşayan müelliflerin bir kitap kaleme alırken Batı’da ve
Endülüs bölgesinde yaşayan âlimlerin hayatlarını eserlerine almadığı sadece
bulunduğu yerle sınırlı kaldığı görülmektedir. Aynı durum Batı’da yaşayan müellifler
için de geçerlidir. Bunun en önemli sebeplerinden birkaç tanesi; eserin hacmini
genişletmeme, kendi bölgesinde yaşayanların hayatlarını tanıtma ve bölgeye vâkıf
olamama yani orada yaşayan insanların hayatlarına dair yeterli bilgi sahibi olmamaları
gösterilebilir. Ancak Siyeru a‘lâm’da bu durumun aksine hemen hemen her bölgeden
âlim, yönetici, vezir, şair, filozof yer almaktadır. Bu konuyla alakalı birkaç örnek
vermek gerekirse; Ziyâd b. Eyyûb b. Ziyâd et-Tûsî İran’ın Tus şehrinden,
579 Ebû
Hayyân el-Endelüsî (ö. 745/1344) Endülüs’ten,
580 Harîm b. Hayyân el-Basrî (ö.
70/690) Basra’dan,
581 Abdülkerîm b. Abdilmelik el-Kuşeyrî (ö. 465/1072)
575 Yedi tabaka halinde tasnif edilen ilk tâbiîn zümresi Medine’de yaşayanlardır. Diğer şehirlerde
yaşayanlar ise önce -varsa- buralara yerleşen sahâbîler zikredildikten sonra tâbiîn, tebeu’t-tâbiîn ve daha
sonra gelenler olmak üzere sınıflandırılmıştır. Bkz: Mustafa Fayda, “İbn Saʻd”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 20/295.
576 Müellif önce Medine’den başlamış, ardından sırasıyla Kûfe, Basra, tekrar Medine, Mekke, Tâif,
Yemen, Yemâme, Mısır, Mağrib-Endülüs, Şâmât (Suriye), Avâsım, el-Cezîre, Musul, Horasan, Rey,
Medâin, Vâsıt, Bağdat şehirlerindeki râvilere geçmiştir. Bkz: Mustafa Fayda, “Halîfe b. Hayyât”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15/302.
577 Sâid el-Endelüsî, İlkçağ’larda dünya üzerinde yedi milletin yaşadığını belirtir ve bunları Persler,
Kaldeliler, Yunanlılar, Mısırlılar (Kıptîler), Türkler, Hintliler ve Çinliler şeklinde sıralar. Bkz: Avcı,
“Tabakat”, 39/298.
578 Hüseyin Polat, “Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî’nin el-Muntazam Adlı Eseri’nde Bağdat”, Tarih
Araştırmaları Dergisi 40/69 (31 Mart 2021), 55-71.
579 Zehebî, Siyeru a’lâm, 12/120.
580 Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/250.
581 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/48.
96
Türkmenistan’dan,
582 Ahmed b. Abdulkadir el-Bağdadî (ö. 492/1099) Bağdat’tan,
583
Ebü’l-Melîh Hasan b. Amr er-Rakkî (ö. 181/798) Rakka’dan,
584 Muâviye b. Sellâm elHabeşî (ö. 170/187) Habeşistan’dan,
585 Abdülkadir b. Abdullah er-Ruhâvî (ö.
612/1215) Anadolu’dan586 vb. ismini burada zikredemeyeceğiz daha birçok bölgeden
ismi eserinde anlatmıştır.
Yukarıda ifade edilen durum hususunda Siyeru a‘lâm’a bakıldığında
tercemelerin bölgesel dağılımında eşit bir denge görülmektedir. Müellif Doğu’da
yaşamış ve yaptığı rihlelerin ekseriyeti Doğu bölgelerine olmasına rağmen eserinde
sadece Doğu’da yaşamış âlimlerin tercemelerine yer vermemiş bilakis Dünya’nın her
yerinden âlimlerin hayatlarını ele almıştır. Bu da Siyer’in kendi türünde yazılmış
eserler arasındaki farkını ortaya koymaktadır. Zehebî bu tutumunu sadece Siyeru
a‘lâm’da göstermemiş, o kaleme aldığı tüm tabakât ve terâcim kitaplarında mekânsal
dengeyi gözetmiştir.
2.11. SİYERU A‘LÂM’DA TABAKALAR ve CİLTLER ARASINDA
ZAMANSAL DENGENİN KORUNMASI
İslâm tarihinin belli başlı bazı dönemleri vardır. Bu dönemler tarih ilmi başta
olmak üzere diğer ilimler içerisinde yaşanılan olaylarla meşhur olmuştur. Müellif
eserinde yedi asırlık bir süreyi ele alması hasebiyle bu dönemler içerisinde yaşanan
olaylardan kısmen de olsa bahsetmesi kaçınılmazdır. Ancak Zehebî bu olayların
yaşandığı dönemi diğer dönemlere kıyasla daha çok ön planda tutmamıştır. Bakış açısı
ve üslup itibariyle bu dönemin tamamını ele almış ve şahsiyetleri dönem içerisinde
meşhur olmuş olaylar üzerinden değerlendirmemiştir. Ancak ele aldığı şahıs o olayda
ismi geçen biriyse ona da mutlaka temas etmiştir. Bu konuyla alakalı Yezîd b. Muâviye
(ö. 64/683) döneminde yaşanan Harre olayı, Kerbelâ, I. Mekke kuşatması vb. olaylar
bağlamında bir dönem/hilafetten bahsedilmemiştir.587 Yine Haccâc b. Yûsuf’un (ö.
95/714) valilik döneminde Abdullah b. Zübeyr’in şehadeti, İbnü’l-Eş‘as hadisesi, Saîd
b. Cübeyr’in şehit edilmesi vb. yaşanan olaylar üzerinden bir valilik dönemi
582 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/253.
583 Zehebî, Siyeru a’lâm, 19/163.
584 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/194.
585 Zehebî, Siyeru a’lâm, 7/397.
586 Zehebî, Siyeru a’lâm, 20/474.
587 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/35-40.
97
anlatılmamaktadır. Hatta Haccâc’ın tercemesinde bu hadiselerden
bahsedilmemiştir.
588 Dönemleri tabakalar halinde ele aldığı için daha çok doğum yılı,
akrabalık veya yönetim durumlarını esas almıştır.
Siyeru a‘lâm’da gerek tabakalar gerekse ciltler arasında ele alınan tercemelerin
sayısı konusunda da bir denge gözetilmiştir. Örneğin ilk cildi Ebû Ubeyde b. Cerrâh589
ile başlatılıp Selmân-ı Fârisî’nin590 hayatıyla sona ermektedir. Bu ciltte toplam doksan
bir kişinin hayatı ele alınmıştır.591 İkinci cilt Ubâde b. Sâmit592 ile başlayıp Ebû
Hüreyre593 ile son bulmaktadır. Bu ciltte sahabeden toplam yüz yirmi altı (126) kişinin
hayatı ele alınmıştır. Üçüncü cilt Ebû Bekre es-Sekâfî’nin594 hayatıyla başlayıp
Ubeydullah b. Ziyâd’ın hayatıyla sona ermektedir.595 Toplam yüz kırk beş kişinin
hayatı ele alınmıştır. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemden kendi yaşadığı asra kadar
-takriben yedi asırlık bir süre- olan uzun süre zarfında müellif bir asrı diğer asrın önüne
geçirmemiş, dönemler arasında bir dengenin oluşmasına riayet etmiştir. Tabakalar
arası terceme sayılarında değişkenlik olmasına rağmen; tercemeler vefat tarihlerine
göre sıralansa ve yıl içerisinde zikredilen kişi sayısına bakıldığında her sene için
zikredilen terceme sayısının birbirine aşağı yukarı yakın olduğu görülecektir.596
2.12. SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ’DA TERCEMELERİN İÇERİK
BOYUTU
Hadis ilmi içerisine dâhil olan ricâl alanıyla da ilgilenen Zehebî, tercemeler
hakkında topladığı bu bilgiler eserin hacimli ve geniş bir zamansal çerçeveye sahip
olmasını sağlamış ve İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren h. 7. asra kadar olan süreyi
yazmada yardımcı olmuştur.597 Yine aynı şekilde toplanan bu geniş malzeme birikimi
588 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/343.
589 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/5.
590 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/505.
591 Birinci ciltte ele alınan tercemeler için birer başlık atıldığı gibi “es-Sâbikune’l-evvelün”, “Uhud
Savaşı şehitleri”, “Bedir şehitleri”, “Bedir’de öldürülen müşrikler”, “Recî‘ günü şehitleri”, “Bi’rimaûne
günü şehitler”, “A‘yanü’l-Bedriyyîn” ve “Ecnadeyn ve Yermûk şehitleri” başlıkları atılmış ve burada
birçok kişiyi sadece ismen zikretmiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/144-149-170-171-240-241-257-
314.
592 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/5.
593 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/578.
594 Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/5.
595 Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/545.
596 Eserin tamamı incelendiğinde bu söylenen durumun bazı seneler için söz konusu olmadığı
görülecektir. Bu da tabiî bir durumdur ve ortaya konulan tespit için tenakuz ifade edecek bir durum
değildir. Zira yapılan yorum eserin genel değerlendirmesiyle alakalıdır.
597 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 112.
98
İslâm âleminin tamamını kapsayan bir çerçevenin oluşmasına yardımcı olmuştur.
Yukarıda da terceme sahiplerinin ele alınmasında nasıl bir titizlik ve hassasiyetin
oluştuğu mülahaza edilmişti. Ancak daha önemli bir durum var ki; Zehebî eser telif
etmeye başladığı ilk andan itibaren zaman zaman tarihte yaşamış bazı önemli isimlerin
biyografilerini de kaleme alırdı. Bu şahıslara ait biyografileri müstakil olarak
yayınladığı gibi598 genel tabakât/terâcim türü eserlerinde de yayınlamıştır. Bu
şahsiyetler hakkında yazdığı tercemeler birçok eserin oluşmasını sağlamış ve bu alana
ciddi katkılar sunmuştur. Hatta birçok tabakât eseri kaleme alan müellif bazı eserlerini
sadece bir alana/başlığa hasretmiştir.599 Zehebî nezdinde bu şahısların biyografileri
büyük bir yekûn oluşturup kaleme alacağı Siyeru a‘lâm eserinin projesi için bir
kısmının ayıklanması gerekiyordu. Zira bu geniş bilgi topluluğu eser için kendi
belirlediği miktardan daha çok hacimli olmasını gerektirecekti.
Zikredilen bu durumlar neticesinde Zehebî, aynı bakış içerisinde hem kâmil
anlamda bir terceme hem de özet bir içeriğin oluşmasını istemekteydi. Elinde geniş
malumatla birlikte aynı zamanda hedeflediği eser çerçevesinin dışına çıkmayacak bir
eserin temellerini atmıştı. Zehebî elinde bulunan malzemeleri kullanarak terceme
sahibini sayfalar dolusu anlatmaktan ziyade onun hakkında genel bir malumata sahip
olmanın yeterli olacağı düşüncesiyle özet bir içerik hazırlamıştır. Hazırlanan bu
içerikte okuyucu tarafından doyurucu bilgilerin olmasına da dikkat etmiş ve daha geniş
bilgiye sahip olmak isteyen okuyucuları da o konuyla alakalı daha kapsamlı bilgiler
bulacağı eserlere yönlendirmiştir. Bu konuyla alakalı Zehebî’nin eserde vermiş olduğu
ibareleri zikretmek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Örneğin o, İkrime b.
Ebû Cehil’in hayatını ele alırken: “Bu şahsiyet hakkında Ebü’l-Kâsım İbn Asâkir daha
kapsayıcı bilgileri eserinde derlemiştir.”600 Yezîd b. Ebû Süfyân’ı ele alırken: “Hâfız
598 Müstakil olarak yayınladığı ve daha sonra bazılarını genel terâcim eserlerine dahil ettiği eserler; “ettevkîf ehli’t-Tevfîk” (Hz. Ebû Bekir’in tercemesini anlatmaktadır.), “Ahbârü Ebû Müslîm el-Horâsânî”,
“Ahbârü Ümmü’l-mü’minine Âişe”, “et-Tibyân fî menâkıbi Osman b. Affân”, “ez-Zührüfü’l-kasrî”
(Hasan-ı Basrî’nin hayatını ele almaktadır), “Tercemetü Ebû Hanîfe”, “Tercemetü Ahmed b. Hanbel”,
“Tercemetü el-Birzâlî”, “ed-Dürretü’l-yetîmiyye” (İbn Teymiyye’nin hayatını ele almaktadır),
“Tercemetü eş-Şâfiî” vb. daha birçok kişinin hayatı hakkında müstakil tercemeler kaleme almıştır. Bkz:
eş-Şeyh, el-Hâfız, 499-504.
599 Tecrîdü esmâʾi’s-sahâbe, Maʿrifetü’l-kurrâʾi’l-kibâr, Tezkiretü’l-huffâz, el-Muʿîn fî tabakâti’lmuhaddissîn, Muʿcemü’ş-şüyûh, Mîzânü’l-iʿtidâl vb. eserler görüldüğü gibi Zehebî’nin sadece bir
başlığa münhasır kıldığı ricâl kitaplarındandır. Bkz: Altıkulaç, “Zehebî”, 44/186.
600 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/324.
99
Ebü’l-Kâsım’ın eserinde Yezîd’in daha geniş tercemesi mevcuttur.”601 Bilal b.
Rabâh’ın tercemesini zikrederken: “Bilal b. Rabâh’ın menâkıblarının olduğu geniş bir
içerik Hâfız İbn Asâkir’in eserinde mevcuttur.”602 Yezîd b. Muâviye’nin
biyografisinde “İbn Asâkir onun tercemesini ele almıştır. Aynı zamanda Târîhü’lİslâm’da daha detaylı bahsetmiştim.”603 demiştir. Yezîd b. Mühelleb’in (ö. 102/720)
tercemesini ele alırken “İbn Asâkir ve İbn Halliân Yezîd’in hayatını uzunca
anlatmıştır.”604 İyâs b. Muʿâviye’nin (ö. 122/740) tercemesinde “Hocamız Mizzî
Tehzîb’inde İyâs’ın hayatını detaylıca anlatmış, onun öncesinde İbn Asâkir ele
almıştır.”605 Râbia el-Adeviyye’nin biyografisinde “İbnü’l-Cevzî’nin eserinde onun
hayatı anlatılmaktadır.”606 Ali b. Muhammed b. Abdurrahman el-Abdî’nin
biyografisinde “İbn Neccâr (ö. 643/1245) onun hayatını kapsamlı bir şekilde
aktarmıştır.”607 Kemâleddin Enbârî’yi (ö. 577/1181) zikrederken “İbn Neccâr eserinde
onunla alakalı geniş bir tasnifte bulunmuştur.”608 tarzı ifadeler kullanarak daha geniş
bilgi almak isteyen okuyucuları daha kapsamlı bilgiler sunan müelliflere/eserlere
yönlendirmiştir.609
Siyeru a‘lâm’da içerik yönüyle uzun ve kısa tercemelerin var olduğu eseri
mütalaâ eden birisi tarafından açıkça görülebileceği yukarıda bahsedilmişti. Bazı
biyografiler birkaç satırla sınırlı kalırken bazıları ise sayfalarca yazılmıştır. Zehebî’nin
bu tutumu yani ele aldığı tercemelerin içeriğinin uzun veya kısa olması hususu onun
mezhebî taassup veya fikirsel düşüncesinden ötürü olduğu noktasında ciddi eleştiriler
yöneltilmiştir. Bu konudaki en büyük eleştiri öğrencisi Tâcüddîn es-Sübkî tarafından
gelmiştir. Nitekim o, hocası Zehebî’nin Hanbelî mezhebine bağlı olmasından dolayı
Şafiî ve Hanefî mezhebine bağlı olan âlimlerin hayatını Hanbelî bir âlimin hayatından
daha kısa tuttuğunu aynı şekilde Eş‘arî veya Mâtürîdî bir âlimin hayatının Selefî bir
601 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/329.
602 Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/347.
603 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/36.
604 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/506.
605 Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/153.
606 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/241.
607 Zehebî, Siyeru a’lâm, 13/131.
608 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/113.
609 Bu yönlendirme bazen başka müellif/esere olduğu gibi kendisinin yazdığı başka tabakât/terâcim
eserleri de olabilmektedir. Nitekim es-Sâmirî Abdullah b. el-Hüseyin b. Hasnûn’un hayatını ele alırken;
“Onun hayatını Tabakâtü’l-Kurrâ’da daha kapsamlı şekilde anlattım.” ifadesini kullanmaktadır. Bkz:
Zehebî, Siyeru a’lâm, 16/516.
100
âlim kadar uzun anlatılmadığı iddia etmiş ve bunu Zehebî’nin taassup dolayısıyla
uyguladığını ifade etmiştir.610 Ancak biraz araştırıldığında Sübkî’nin eleştirisinde bu
kadar sert bir tavır takınmasının onun Eş’ariliğe olan bağlılığından kaynaklandığı
görülmektedir. Nitekim Zehebî’nin gerek Siyeru a‘lâm’a gerekse diğer kitaplarına
bakıldığında çoğu zaman onun ele aldığı bir kişi için önceliği kıymet sahibi olması ya
da ilim ehli nazarında bir şöhretinin bulunmasıdır. Bu kişi ister kendisiyle aynı
mezhep, akide veya düşünceye sahip olsun ister olmasın. O bu tutumundan ödün
vermemiştir. Nitekim Siyeru a‘lâm’da Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe’nin
hayatına on dört sayfa yer vermiştir.611 Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik’in
hayatına seksen sekiz sayfa yer vermiştir.612 Yine Şafiî mezhebinin kurucusu İmam
Şafiî’nin hayatına613 ise doksan dört sayfa ayırmıştır.614
Farklı fikir ve düşünceye sahip olan birçok kişinin hayatını aktarmış olan
Zehebî bazen önde gelen şairlerin, nahiv ulemasının, sûfilerin önemli isimlerinin,
halifelerden bir kısmının, meliklerin ve sultanların hayatlarını uzunca ele almış ve
onlardan övgüyle bahsetmiştir. Bazı tercemelerde hakaret derecesinde eleştirilerde
bulunmuşsa da terceme sahiplerine ait güzel özelliklerden bahsetmekten de geri
durmamıştır. Örneğin Yezîd b. Muâviye’nin tercemesinde onun İstanbul’un fethine
katıldığını ve bu ordunun komutanı olduğundan bahsetmiştir. Daha sonra hilafet süresi
boyunca özellikle Medine halkına yaptıklarından dolayı Allah tarafından hesaba
çekileceğini vurgulamış ve onun hakkında “Ne onu severiz ne de onun hakkında kötü
söz söyleriz.” demiştir.615 Haccâc b. Yûsuf’un hayatını ele alırken ilk satırda “Allah
onu orta yaşlarında iken helak etti. O; zalim, zorba, kavgacı,
616
habîs ve çok kan döken
biriydi.” diyerek onun hakkındaki olumsuz sıfatları saymıştır. Daha sonra “Bununla
birlikte o; cesur, atılgan, hilekâr ve deha sahibiydi. Aynı zamanda fesahat ve belâgat
konusunda ileri seviyedeydi. Kur’an’a karşı saygılıydı.” gibi ifadelerle mümtaz
610 es-Sübkî, Tabakât, 2/22.
611 Zehebî, Siyeru a’lâm, 6/390-403.
612 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/48-135.
613 Zehebî, Siyeru a’lâm, 10/5-99.
614 Ayrıca daha önce de ifade edildiği gibi Zehebî, Ebû Hanîfe ve İmam Şafiî hakkında müstakil olarak
“Tercemetü Ebû Hanîfe” ve “Tercemetü’ş-Şafiî” isminde birer risale kaleme almıştır. Şayet Zehebî’nin
mezhep taassubu olsaydı bu âlimler hakkında hususen risale kaleme almazdı. Bkz: eş-Şeyh, el-Hâfız,
503.
615 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/36.
616 Burada Zehebî onun için ناصبيا كان ifadesini kullanmıştır. Bu kelime zalim, mukavemet gösteren ve
düşmanlık eden kimse manasında kullanılmaktadır. Bkz: İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1/761.
101
vasıflarını zikretmiştir.617 İsmail b. Sâlih’in biyografisini ele alırken onun felsefe ve
yıldızlarla ilgili burç ilminde mahir olduğu ifade ettikten sonra “Onun ilmi budur.
Cehalet yani cahil olmak onun bu ilme sahip olmasından daha hayırlıdır.” demiştir.618
Filozof olup düşünceleri sebebiyle öldürülen İşrâkî felsefesinin kurucusu Şihâbüddîn
es-Sühreverdî (ö. 587/1191) hakkında “Filozof, mantık âlimi ve gökbilimcisi dini
hassasiyeti az olmakla birlikte büyük bir zekâ sahibiydi.” demiştir. Sühreverdî’nin
tercemesinin başka bir yerinde de “Ortaya koyduğu tasnifâtlar İslâm ilimlerinden
değildi. Onun katledilmesi noktasında fetva verenler doğru bir karar vermiştir.”
demesine rağmen Sühreverdî’nin hayatını uzunca ele almıştır.619 Siyeru a‘lâm’da bu
yöntem üzere ele alınan terceme örneklerini çokça görmek mümkündür.
Her ne kadar Zehebî’nin Siyeru a‘lâm’a aldığı tercemelerin dengeli bir şekilde
tüm alanlardan alındığı ifade edilmiş olsa da muhaddislere ayrı bir ihtimam
göstermesi, onları yüceltmesi ve onlardan ayrı bir muhabbetle bahsetmesi gözlerden
kaçmamaktadır. Yaşadığı döneme kadar olan süre zarfında kelam, tasavvuf, felsefe,
edebiyat, nahiv, tefsir vb. ilimlerde temayüz etmiş yüzlerce isme yer veren müellif;
hadis ilmi ile iştigal eden âlimlere daha fazla yer vermiş ve sayı itibariyle bu kesimin
tercemesine olan hacim diğerlerine nazaran daha fazla olmuştur.
620 Elbette Zehebî’nin
bir beşer olduğunu ve bulunduğu fikri ortamlardan etkilendiği tabiî bir durumdur.
2.13. TERCEMELERİN ANA YAPISI ve İÇERDİĞİ BİLGİLER
YÖNÜNDEN SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ
Siyeru a‘lâm’da yer alan tercemelerin her biri diğerine göre farklılık
gösterebilmektedir. Tercemesi yapılan şahısların kişisel yapısı, ilmi birikimi, edebi
konumu veya siyasî duruşu farklı olsa da temel noktalarda birleşmektedir. Burada
herhangi bir çelişkinin olduğundan söz edilmez. Zehebî ele aldığı tercemelerin
ekseriyetinde terceme sahibinin ismini, nesebini, künyesini ve daha sonra doğum
tarihini veya kaç yaşında olduğunu aktarmaktadır. Ardından yetişmesini, eğitimini,
görüştüğü hocaları ve kimlerden rivayet edip istifade ettiğinden bahseder. Daha sonra
kendisinden hadis rivayet eden, ilminden faydalandığı ve yanında eğitimini
617 Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/343.
618 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/359.
619 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/207-211.
620 Saîd, “Menhecü’l-İlmî İnde’l-İmâm ez-Zehebî”, 96.
102
tamamladığı öğrencilerinden bahseder. Tercemenin devamında o şahıs hakkında ilmî,
edebî ve toplumsal görüşleri alır. Güvenilir âlimlerin sözleri ışığından o kişinin ilmi
konumunu ve akaidini ele alıp cerh ve ta’dil ilmi açısından değerlendirir. Daha sonra
tercemeyi şahsın vefat tarihiyle alakalı rivayetleri aktarıp sonlandırır.621
Zehebî, eğer ele aldığı şahıs sahâbe ise önce onun kaç senesinde doğduğunu,
kaç yaşında Müslüman olduğunu, fizikî ve ahlâkî özelliklerini aktarır. Daha sonra Hz.
Peygamber’in o kişi hakkında söylediklerini ve sahâbenin ileri gelenlerinin o kişi
hakkında söylediklerini aktarır. Zehebî tercemesini ele aldığı sahâbînin rivayet etmişse
kaç hadis rivayet ettiğini, Sahihayn’da yer alıp almadığını ve Buhârî ve Müslim’in kaç
tanesinde infirad ettiğini ifade eder. Ayrıca kendisinden hangi sahâbîlerin ve tâbiîlerin
rivayet ettiğini belirtir. Bazı sahâbiler eğer şiir söylemişse veya o sahâbî hakkında
söylenmişse Zehebî bu şiirleri de o sahâbînin tercemesinde aktarmıştır.622 Özellikle
hakkında âyet inen sahâbîleri inen âyetle birlikte zikretmiştir.623
Müellif bu genel süreci izledikten sonra aynı süre zarfında elinde bulunan
bilgilere dayanarak tercüme sahibi hakkında farklı hususları da sunar. Örneğin
halifelerin, kralların, valilerin ve diğer yetkili isimlerin hayatlarını ele alırken onların
yaydığı adaletten,
624 dayattığı zulümden625 ya da akıttıkları kanlardan bahseder. Şair
kimselerin şiirlerinden,
626 edebiyatçıların dili ve üslubundan, felsefecilerin
nakillerinden ve diğer ilimlerle uğraşanların durumuna göre aktarmalarda
bulunmuştur. Böyle yaparak o şahsın nasıl bir kişiliğe ve yetkinliğe sahip olduğunu
621 Bu durum birkaç noktadan müşahede edilmektedir. Cerh-taʿdil âlimleri şahsı değerlendirirken onun
hadis ilmindeki konumunu aktarmakla birlikte onun şiî, kaderî, mutezilî, cehmî, hâricî, sabiî vb.
düşüncelere sahip olduğunu da belirtmektedirler. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/187, 5/152, 6/125.
622 Talha b. Ubeydullah’ın tercemesini ele alırken er-Reyyâşî’nin (ö. 375/986) Talha hakkında söylediği
on iki beyitlik şiiri aktarmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/34.
623 Suheyb b. Sinân’ın tercemesini ele alırken Suheyb, Bilal, Ammâr hakkında En‘âm sûresinde nâzil
olan 51-58 nolu âyetlerden bahsetmiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/22.
624 Anadolu Selçuklu hükümdarlarından I. Mesud’un (ö. 550/1155) biyografisini ele alırken; O, adaletli,
yumuşak huylu ve büyük şahsiyet sahibi bir hükümdardı. Memleket topraklarını eşit bir şekilde
çevresindeki hak sahiplerine taksim etti ve kendisine karşı çıkan kimse olmadı.” demiştir. Bkz: Zehebî,
Siyeru a’lâm, 20/384-385.
625 Zehebî Süleyman b. Abdülmelik b. Mervân’ın tercemesini aktarırken Şerîk b. Kurre’den şöyle
bahsetmektedir: “O, Haccâc gibi zalim biriydi.” Dedikten sonra Ömer b. Abdülaziz’in şu sözünü
aktarmaktadır: “Velîd Dımaşk’ın halife, Haccâc Irak’ta kardeşi Yemen’de, Osman b. Hayyân Hicaz’da
ve Kurre b. Şerîk Mısırda Vallahi yeryüzü zulümle dolmuştur.” Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 5/113. Yine
Muizzüddîn Sencer b. Gâzî’nin hayatını ele alırken; “O, zalim, halkına ve ordusuna karşı despot
birisiydi.” ifadelerini kullanmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 21-507.
626 Esmâ bint. Hârice’nin biyografisini anlatırken Kutâmî (ö. 101/719-20) hakkında; “Usta şair,
şiirlerinde tatlı bir dil kullanır.” demiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/536.
103
gösterir. Nitekim Zehebî’ye göre her insan, bulunduğu konumdaki haline göre
değerlendirilir.
Tercemeleri ele alırken uyguladığı kalıp ve üslubuyla bu ilim sahasında
temayüz eden Zehebî, şahısların hayatı hakkında faydalandığı, bilgi aktardığı eserlere
nazaran daha farklı bir üslubu benimsemiştir. Bu durum, çoğunlukla onu önceki
kitaplardan nakledilmiş tarihî bilgileri kendine has yöntemiyle değiştirip/mezcederek
yeniden yazma yoluna itmiştir. Aktardığı sözlerin manalarında inceliği ve hassasiyeti
ön planda tutmuş olması hasebiyle yapılan değişiklikte herhangi bir sakınca
görmemiştir. Çünkü o, istifade ettiği eserlerdeki bilgileri olduğu gibi almak yerine onu
kendi zihninde ve ilmi birikiminde harmanlayarak eserine aktarma yolunu tercih etmiş
ve bunu eserlerine ustalıkla uygulamıştır. Kişilerin hayatlarını ele alırken kalıplarda
yaptığı bazı küçük nüanslar içerisinde; vefat tarihinin öne doğum tarihinin arkaya
alınması, o şahsın yaptığı bir işi/hareketi/faaliyeti tercemeye almaması veya
hocalarının isimlerinde bir kısaltmaya gitmesi vb. gibi durumlar mevcuttur. Yapılan
bu değişiklik ve eklemeler o tercemenin kıymetini düşürmemiş bilakis yeni bir üslubun
oluşmasını sağlamıştır. Bu durum müellifin tercemeleri ele alırken tek bir kaynağa
dayanmadığını, kendi dönemine kadar yazılan birçok tabakât ve terâcim kitaplarını
incelediğini göstermektedir. Ancak gerektiği yerlerde de lafızların birebir aynısını
aktarmayı da kendisi için gerekli görmüştür. Konuyla alakalı olarak cerh ve ta’dil
âlimlerinin sözlerini, nasları (âyet, hadis627) nesirleri, şiir ve kasideleri,
628 âlimler
arasındaki münakaşaları ve isnad edilen rivayetleri değiştirmeden aktarmıştır. Şayet
aktardığı bir bilgide bir değişiklik yapmışsa ilmin emanetine hürmeten veya o bilgide
bir oynanma yapılmasına engel olmak adına yapılan değişikliği mutlaka ifade etmiştir.
Tercemeleri sunmasındaki edebi sanatına gelince muasırlarına veya
öğrencilerine nazaran daha sade bir kullanmayı tercih etmiştir. Zehebî bu hususta
gerek kendisinden önce gerekse kendi dönemindeki ifade biçimlerini kavramış olup
genç yaştan itibaren eser kaleme alma fırsatı bulduğu için iyi bir dil örgüsüne sahipti.
627 Hadisleri aktarırken eğer ele aldığı terceme sahibi o hadisin râvisi ise veya hadis o kişiyle alakalı
vârid olmuşsa bunu mutlaka senediyle birlikte zikretmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi eserin büyük
çoğunluğu muhaddislerin tercemelerinden oluştuğu için bu tarz örnekleri eserin birçok yerinde görmek
mümkündür. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/10, 5/35, 13/232.
628 Ebü’l-Alâ’ el-Maarrî’nin (ö. 449/1057) biyografisini ele alırken onun kaleme aldığı bazı şiirleri,
pasajları olduğu gibi aktarmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 18/23-39.
104
Tercemeleri ele alırken kullandığı her cümle Zehebî’nin yanında ayrı bir yere sahiptir.
Kişilerin hayatlarını aktarırken uygun olan kelime veya cümleyi nerede kullanacağını
bilmesi eseri daha anlamlı kılmaktadır. Kişiyi cerh ve ta’dil ilmine göre kendi kalıbıyla
vasıflandırdığı bir ibareyle aktarır.629 Bu da her şeyden önce ilmî bir üslubun var
olduğunun kanıtıdır. Çünkü belâgat ve süslü bir dil kullanılarak yazılan eserlerde
okuyucu, lafızların delaletine ve manaların inceliğine dikkat edeceğinden tanıtılan
şahsiyetle ilgili önemli bilgiler geri planda kalacaktır. Bunun idrakinde olan Zehebî
eserinde sadece bir dil kullanma yoluna gitmiştir.
Zehebî’nin hayatına bakıldığında Arapça alanında sarf, nahiv ve belâgat
açısından büyük bir birikim elde ettiğini görmek mümkündür.630 Aynı zamanda
hayatının ilk dönemlerinde kıraat alanında eğitim almıştır.631 Zaten Arapça ilminin
sağlam bir şekilde okunması ve eserlerinde bu yetkinliğin ortaya çıkabilmesi için
Arapça’ya olan vukufiyet elzemdir.632 Zehebî Arap şiiriyle de ilgilenmiş ve bazı
nazımlar da kaleme almıştır. Şiirle ilgilendiği Siyeru a‘lâm ve diğer eserlerinde
görülmektedir. Aldığı bu ilimler sayesinde dili güçlenmiş ve bunun neticesinde Siyeru
a‘lâm eserinde ağır dilsel bir hata veya avam dilini kullandığı tespit edilmemiştir.
Eserin tamamı incelendiğinde çok az hatalar olmuş olsa da bu yanılmadan veya o anki
gafletten kaynaklanmıştır. Nitekim en seçkin âlimlerin de düştüğü bir durumdur.
Zehebî’nin hadis, tarih, edebiyat, kelam, fıkıh vb. ilimlerde okumuş olduğu büyük
hacimli kitap birikimi ve güçlü hafızası onu uzun asırlar boyunca birçok müellif ve
düşünürün eserlerinde takip ettiği üsluplarını öğrenmesine vesile olmuştur. Tüm
bunlar ona güçlü bir edebi tecrübe ve mükemmel bir ifade yetkinliği kazandırmıştır.
Ele alınan tercemenin Arapçaya vakıf olup sağlam bir yöntemle ve o dilin
629 Zehebî, Hâris el-A’ver’in (ö. 65/685 [?]) hayatını aktarırken onun hakkında âlimlerin sözlerini kısa
ve anlaşılır bir dille aktarmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 4/153.
630 Usâme b. Zeyd’in tercemesinde müellif, Usâme ve Hz. Muâviye arasında geçen bir diyalogda
‘الظنوب ‘ve ‘الخرجاء ‘kelimelerin manalarını zikretmiştir. Arapçaya olan hakimiyeti sayesinde garib
kelimeleri açıklamıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/507.
631 eş-Şeyh, el-Hâfız, 45.
632 Bu konuda Mizzî Tehzîbü’l-Kemâl adlı eserinde şu ifadeleri dile getirmektedir; “Bu kitabı okuyup
inceleyen birinin Arapçaya, onun sarf, nahiv ve belâgatına hâkim olması, usûl ve füru‘ ilmini bilmesi,
hadis, tarih vb. ilimlere vâkıf olması durumunda kitabımızdan alacağı istifade boyutu yüksek olacak
aynı zamanda sahih hadisin zayıftan ayırt edebilecek bir seviyeye ulaşacağı da kaçınılmaz olacaktır.
Tüm bu ilimleri ve şartları yerine getiren birisi bu ilimde söz sahibi olacaktır.” Bkz: Ebü’l-Haccâc
Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf el-Kelbî Mizzî, Tehẑîbü’l-Kemâl fî esmâi’r-ricâl, thk.
Beşşâr Avvâd Maʿrûf (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1400/1980), 1/156.
105
inceliklerinin içerdiği bir üslup ile ortaya koymak istifadesi yüksek iyi bir tercemenin
oluşması için kaçınılmazdır.633
2.14. SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ’DA TARİHSEL VERİLERİN
İŞLENMESİ
İslâm tarihi başta olmak üzere birçok ilimde tevarüs eden bilgilerin daha sonra
gelen âlimler tarafından tashih süzgecinden geçirildiği bilinen bir gerçekliktir. Çünkü
asırlar önce aktarılan haberler zaman geçtikçe farklı değişimler geçirmekle birlikte
bazen ilaveler yapılıp bazen de eksiltmelerle aktarılmıştır. Zehebî de kendi dönemine
kadar gelen bilgileri birçok kaynakla destekleyerek ilk etapta zihninde oturtmuş daha
sonra kaleme aldığı eserlerde bunları işlemiştir. Nitekim o, eleştiri metoduna tam
anlamıyla önem vermiş ve kaleme aldığı eserlerin birçoğunda bu metodu
uygulamıştır.634 Bu üslupla birçok faydalı eser kaleme alan Zehebî başta Siyeru a‘lâm
olmak üzere kitaplarında bu tashih usulünü benimsemiş ve ele aldığı her tercemede
uygulama gayreti içerisinde olmuştur.
Zehebî’nin böyle bir hassasiyete sahip olmasının en temel sebebi onun hadis
ilmiyle iç içe olması ve düşünce yapısının bu minvalde oluşmasıdır. Zira hadis ilminde
râvilerin hallerinin açık bir şekilde ifade edilmesi, rivayet eden şahsın güvenilirlik
derecesinin saptanması gibi durumlar güvenilir râvilerin yalancılardan ayıklanması
için gerekli olan bir durumdur. Özellikle ricâl ilmiyle meşgul olan âlimlerin isnad
sistemini hadis alanına işlemekle başlayan bu uygulama haberlerin içerik yönüyle daha
güvenilir bir hal almasını sağlamıştır. Zehebî hadis ilmindeki bu hassas tavrı tarih
alanında yazdığı eserlere taşıyarak bu sistemin sadece hadis alanıyla sınırlı kalmasını
engelleyerek diğer alanlarda da uygulamıştır. Eserde bu metodu uyguladığı şahsiyet
ister muhaddis ister başka bir kişi ister mütekaddimîn ister müteahhirîn olsun fark
gözetmemiştir.
Siyeru a‘lâm’da tashih metodunu uygulayan Zehebî, eleştiri yöntemlerini tek
bir alan ile sınırlı tutmamıştır. İlk olarak ele aldığı tercemeleri en ince ayrıntısına kadar
633 Zehebî, Necâşî’nin hayatını aktarırken Necâşî’nin kullanmış olduğu bir yemin lafzının Arapça
dilbilgisi açısından izahatına gitmiştir. هللا ها ال kullanılan bu yemin lafzının dilciler nezdinde ne manaya
geldiğini açıklamıştır. Şayet Zehebî Arap diline bu denli vâkıf olmasa veya ilgisi bu yönde zayıf olsaydı
bu tarz ifadelere değinmeden geçip gidecekti. Ancak müellifin bu tarz yorumlara gitmesi onun aynı
zamanda bu alandaki yetkinliğini göstermektedir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 1/435.
634 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 118.
106
değerlendirmeye tâbi tutmuş, onların hallerini açıklamış ve bunun neticesinde bazı
tarihi ölçütler ve hükümler ortaya koymuştur.635 Bununla birlikte istifade ettiği
kaynakları da bu metot bağlamında ele almış ve o eserlerde yer alan bazı bilgileri tarihi
verilerle uyuşmadığı için kendi eserinde bunlarda düzenlemeye gitmiştir. Bu konuyla
ilgili Siyeru a‘lâm’da birçok örneğe rastlamak mümkündür. Nitekim hadis ve tarihçi
âlimler olayları kendi ulaştıkları rivayetler üzerinden değerlendirmiştir. Konunun daha
iyi anlaşılması için birkaç örneğin zikredilmesinin gerekli olduğu görülmektedir. Hz.
Peygamber’in hanımlarından olan Ümmü Seleme’nin cenaze namazını Aşere-i
mübeşşereden Saîd b. Zeyd’in kıldırmasını vasiyet ettiği ve Saîd b. Zeyd’in de namazı
kıldırdığı aktarılmıştır.636 Oysa Ümmü Seleme h. 62 yılında vefat ederken637 Saîd b.
Zeyd h. 51 yılında yani Ümmü Seleme’den on bir sene önce vefat ettiği
bilinmektedir.638 Bu rivayette bir tenakuz olduğunu gören Zehebî, Ümmü Seleme’nin
namazı Saîd b. Zeyd’in kıldırması için vasiyette bulunduğunu ancak Saîd b. Zeyd vefat
edince bu vasiyeti Mervan b. Hakem’in yerine getirip namazı kıldırdığını
aktarmıştır.639 Zehebî aynı konuyla alakalı namazın Ebû Hüreyre tarafından kılındığı
görüşünü de aynı nedenden dolayı640 kabul etmediğini ifade etmiştir.641 Hz.
Meymûne’nin vefatıyla ilgili Vâkıdî, Hz. Meymûne’nin Yezîd’in hilafet döneminde h.
61 yılında vefat ettiğini söylemiştir. Zehebî, Hz. Meymûne’nin o tarihe kadar
yaşamadığını, Hz. Âişe’den önce vefat ettiğini, hatta Hz. Âişe Hz. Meymûne’nin
635 Bu hüküm ve ölçütler Zehebî’nin sahip olduğu birikimin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunlar
içerisinde Zehebî’nin özellikle üzerinde durduğu sened kavramı başta gelmektedir. Ele aldığı terceme
sahibinin hangi hocalardan ilim aldığını ve kendisinden kimlerin rivayette bulunduğu gibi noktalara
önem vererek o kişinin ilim silsilesini ortaya koymuştur. Bunu yapmanın birçok faydası olduğu gibi
İslâm ilim geleneğinde ilim talep etmenin bir geçmiş ve gelecek köprüsünün olduğu ifade edilmektedir.
Bir diğer ölçüt ise terceme sahibi hakkında ricâl âlimlerinin değerlendirmeleri birer cümleyle ifade
edilmesidir. Nitekim hadis ilminde bir kişinin ricâl değerlendirilmesi onun bu alandaki konumunu
ortaya koymaktadır. Bu sebeple Zehebî bu değerlendirmelere büyük ehemmiyet göstermiştir. Bir diğer
ölçüt söz konusu terceme hakkında dönemin önde gelen âlimlerinin veya kendisinden sonra gelenlerin
övgü veya yergi ifadelerinin birebir aktarılmasıdır. Bu da o kişi hakkında kendi döneminde nasıl bir
mevkiye sahip olduğu ve toplumda bıraktığı etkinin görülmesi için önem arz eden hususlardandır.
636 Ebû Abdullâh Muhammed b. Abdullâh b. Muhammed ed-Dabbî Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek
âle’s-Sahihayn, thk. Abdulkâdir Atâ Mustafâ (Beyrût: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1411/1990), 4/21.
637 M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Seleme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2012), 42/329; Suzan Yıldırım, “Ümmü Seleme”, Müminlerin Anneleri, ed. Adnan Demircan
- Ömer Sabuncu (İstanbul: Siyer Yayınları, 2017), 360.
638 Mehmet Efendioğlu, “Saîd b. Zeyd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2008), 35/581.
639 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/208.
640 Ebû Hüreyre Ümmü Seleme validemizden dört sene önce vefat ettiğinden dolayı namazın Ebû
Hüreyre tarafından kılınamayacağını ifade etmiştir. Bkz: M. Yaşar Kandemir, “Ebû Hüreyre”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/164.
641 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/208.
107
vefatında “Meymûne de gitti.” dediğini ifade etmiştir.642 Daha sonra Halîfe b.
Hayyât’ın Hz. Meymûne’nin h. 51 yılında vefat ettiği görüşünü aktarmıştır.643 Başka
bir örnekte Ebû Katâde’nin biyografisinde Hz. Âli’nin Ebû Katâde üzerine yedi tekbir
aldığını yani cenaze namazını kıldırdığına dair bir rivayet aktarılmıştır. Beyhâkî bunun
yanlış olduğunu çünkü Hz. Ali’nin644 Ebû Katâde’den645 önce vefat ettiğini
söylemiştir.646 Zehebî özellikle vefat tarihi konularındaki hataları gidermekte büyük
çaba sarfetmiştir. Yine bu konuyla alakalı Abdurrahman b. Ebû Bekir’in tercemesini
aktarırken onun h. 53 yılında vefat ettiği görüşünü aktarmıştır. Zehebî bu şekilde
tarihlendiğini ancak bunun hatalı olduğunu dile getirmiş ve daha sonra Müslim’in
Sahîh’indeki hadiseyi şu şekilde anlatmıştır: Abdurrahman, Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ın
vefat ettiği gün Hz. Âişe’nin yanına gelerek abdest aldı. Hz. Âişe de abdestini düzgün
bir şekilde al! Çünkü ben Hz. Peygamber’in “Yazıklar olsun o topuklara ki onlar
ateştedir.” hadisini işittim demiştir. Zehebî, Müslim’in abdestle alakalı bu hadisini
delil göstererek Abdurrahman’ın Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ın vefat ettiğinde hayatta
olduğunu dile getirmiştir.647 Bir başka yerde Zehebî, Bedir ashabından olan Şeybe b.
Osman’ın hayatını ele alırken kızının sahâbî olduğu görüş konusunda bunun bir
dayanağı olmadığını ve sahâbî olmadığını bildirmiştir.648 Sahâbeden Fudâle b.
Ubeyd’in tercemesinde muhaddis İbn Yûnus (ö. 347/958) Fudâle’nin Akabe biatlarına
katılanlar arasında yaşça en küçük olduğunu söylemiştir. Ancak Zehebî Fudâle’nin
Uhud’a katılanlar arasında olduğunu ve bu sebeple Akabe’de yaşça en küçüğün Fudâle
olmadığını ifade etmiştir.649 Bu örneklerde olduğu gibi bu tarz rivayetleri eserine alan
müelliflerin vehimlerini kendi eserinde zikrederek olayı daha sahih rivayetler
üzerinden değerlendirmeye çalışmıştır. Zehebî aynı zamanda hadis ilminde hem metin
hem isnad yönünden hükümler ortaya koyma noktasında ciddi bir yetkinliğe sahipti ve
kendi döneminde de âlimler tarafından takdir edilmekteydi. Zehebî bu yetkinliğini
642 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/245.
643 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/245.
644 Hz. Ali h. 40 yılında vefat etmiştir. Bkz: M. Yaşar Kandemir, “Ali”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2/377.
645 Ebû Katâde h. 54 yılında vefat etmiştir. Hz. Ali ile aralarında on dört yıllık bir süre var. Bu da
aktarılan görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Bkz: M. Yaşar Kandemir, “Ebû Katâde”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 10/175.
646 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/453.
647 Zehebî, Siyeru a’lâm, 2/472-473.
648 Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/13.
649 Zehebî, Siyeru a’lâm, 3/114.
108
hadis alanından tarih alanına taşımış ve yazdığı tarih kitaplarında bu metodu
uygulayarak bu alanda da önemli eserlerin yazılmasına öncü olmuştur.
2.15. SİYERU AʿLÂM’DA KAVRAMSAL DEĞERLENDİRMELER
Yukarıda Zehebî’nin eserdeki genel değerlendirmelerinden bahsedilmişti.
Burada ise kişisel bazdaki değerlendirmeleri, bu değerlendirmelerde hangi ilmin
kavramlarını kullandığı, dayanak olarak hangi ilmin âlimlerinden faydalandığından
bahsedilecektir. Zehebî ele aldığı biyografilerde şahsın durumu hakkında hadis alanı
içerisinde bulunan cerh ve ta’dil ilmi ışığında bilgiler vererek değerlendirmelerde
bulunmaktadır. Bu değerlendirmeyi de kendi asrında veya kendisinden önceki
güvenilir hadis ve tarih âlimlerinin o kişi hakkındaki görüşlerini, vermiş oldukları
hükümleri, yine o kişi hakkındaki bireysel eğilimleri ve bu eğilimler neticesinde hayatı
ve ilmi hakkında oluşan kanaatlerini aktarmakla yerine getirmiştir. Bu durumda bazen
o âlimlerin naklettikleriyle bazen o şahsı reddettikleri görüşleri aktarmakla bazen de
bu ikisi arasında bir tercihi benimsemekle yerine getirmiştir. Ele aldığı şahıs hakkında
verilen cerh veya ta’dil hükmü neticesinde Zehebî, hadis ilmindeki “Sika”, “Sadûk”,
“Süveylih”, “Deccâl”, Metrûk”, “Kezzâb” ve “Mechûl” ıstılahları kullanmıştır.650
Bu değerlendirme yönteminin ortaya çıkışındaki temel hedef; hadis ilmindeki
ricâlin hâllerinin bilinmesi ve zayıf hadisin sahih hadisten ayıklanmasıdır. Zehebî
hadis ilmindeki bu yöntemi Siyeru a‘lâm veya diğer eserlerinde ele aldığı şahsiyet
muhaddis olmasa dahi tercemelerin büyük çoğunluğunda uygulamıştır. Nitekim Siyeru
a‘lâm’a bakıldığında rivayet ile ilgisi olmayan kişilerin de bu yönteme tâbi tutulduğu
görülecektir. Bu konuyla alakalı birkaç örnek zikredilecektir. Siyer ve meğâzi
âlimlerinden Muhammed b. Âiz’in (ö. 233/847) hayatını ele alırken bazı ricâl
âlimlerinin değerlendirmeleri zikretmiştir. Bu konuda İbrahim b. Cüneyd “Yahya b.
Maîn’e İbn Âiz’in durumunu sorduğumda o, sika bir kâtiptir.” dediğini aktarmıştır.
Ebû Zür‘a (ö. 281/894) “Düheym’e İbn Âiz’i sordum. O, sadûk’tur.” dedi. Sâlih b.
Muhammed el-Cezere İbn Âiz sika’dır ancak kaderî’dir demiştir. Nesâî onun hakkında
“leyse bihi şey’un” demiştir.”
651 Kadılık görevi yapan Süveyd b. Abdülazîz (ö.
194810) Ba‘lebek kadısıydı. Yahya b. Maîn onun hakkında “Leyse hadisühü bişey‘in”,
650 Bu terimlerin detaylı tanımları için bkz: Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, 138, 132, 142, 46, 99,
83, 94.
651 Zehebî, Siyeru a’lâm, 11/105.
109
Ebû Hâtim “Leyse bi kaviyyin”, Darekutnî “Yu‘teberü bihi” demiştir.652 Ancak
uyguladığı bu yöntem sebebiyle muasırlarının bazıları bu metottan dolayı Zehebî’yi
tenkit etmişlerdir. Eleştiri konusu ise bu kavramsal değerlendirme yönteminin ilk
asırlarda âlimlerin Hz. Peygamber’in hadisinin tashihine ulaşmak için
uygulayageldikleri bir yöntemdi. Hadisin sahih olup olmadığı konusu da temel hadis
kitaplarında belirtilmiştir. O halde bu yöntemin uygulanmasına herhangi bir ihtiyaç
kalmamıştır. Nitekim bu uygulama h. 4. asrın başlarında fayda vermiş ve bu dönemden
sonra bu uygulamanın fayda vermeyeceğini dile getirmişlerdir.653 Bu eleştirinin yanı
sıra râvi olmayanların da bu tarz eleştirilere tâbi tutulmasının sadece gıybetten öteye
gitmediğini dllendirilmiştir.
654 Bu mevzu daha sonra gelen âlimler arasında da bir
münakaşa ortamını devam ettirmiştir. Sehâvî gibi bazı âlimler bu tarz bir yöntemin
râvi olmayanlar için de kullanılmasını câiz görmüşlerdir. Bu âlimler eleştirisi yapılan
-râvi olmayanlar- kişilere nasihat veya kendilerinden bir şey alınacağı zaman ihtiyatlı
olunsun diye bu yönteme tâbi tutmuşlardır.655 Değerlendirme yöntemi Zehebî’nin tarih
ilmindeki bakış açılarından biri olmuştur. Bu sebeple birçok kitabında bu metodu
uygulamıştır. Âlimlerin bir kısmı Zehebî’nin râvi olmayan kimseleri de -melikler,
valiler, vezirler vb.- nakdü’r-ricâl metoduna tabi tuttuğunu ifade etmişlerdir. Oysa
Zehebî onları tenkit bağlamında değerlendirmemiş bilakis onlar hakkındaki tarihsel
hükmü ortaya koymuştur. Âlimlerin bu yorumu da bir vehim olarak değerlendirilebilir.
Zehebî’nin her şahıs için ayrı bakış açısıyla değerlendirme yapmış olması ilk
bakışta bir çelişkinin olduğu vehmini vermektedir. Zehebî bu konuyla alakalı Sadakatü
İbn Hüseyin (ö. 573/1178) için “Allame, ferâiz ilminde âlim, mütekellim ancak dinsiz
olduğu hususunda itham edilmiştir.”656 Aynı şekilde Yemen emiri İbn Ziyâd hakkında
dinsizlikle itham edilmiş657 ifadelerine yer vermiştir. Burada kişinin ilmi ile dini inancı
noktasını ayırmıştır. Her konu için ayrı bölümlere yer vermiştir. Yani bu kişinin dini
inancı kendi inancıyla örtüşmediği için ilim noktasındaki yetkinliği göz ardı
652 Zehebî, Siyeru a’lâm, 9/19.
653 Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed es-Sehâvî, el-İʿlân bi’t-tevbîh limen zemme ehle’t-târîh (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1986/1407), 460.
654 es-Sübkî, Tabakât, 2/14.
655 es-Sehâvî, el-İʿlân, 462.
656 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/66.
657 Zehebî, Siyeru a’lâm, 11/537.
110
edilmemiştir. Yine aynı şekilde yukarıda verilen Sühreverdî örneği de bu konunun
daha iyi anlaşılması için örnek gösterilebilir.658
Farklı bakış açılarına sahip olması Zehebî’yi, ele aldığı şahsiyetleri belirli
vasıfları zikrederek sunmasına sevk etmiştir. Onlarla gerek inanç bakımından gerekse
fikri yönden uyum sağlayıp sağlamamayı önemsemeyerek her kişi için tarihteki
yaşantısı ve ön plana çıktığı özelliğini dikkate almıştır. Bu da eserin ilmî açıdan daha
objektif olmasını sağlamıştır. Zira Zehebî’nin Siyeru a‘lâm’ı inceleyen biri eserde her
türlü taifeden insanın olduğunu rahatlıkla görecektir. Ayrıca Zehebî için daha önce de
ifade edildiği gibi her insanı bulunduğu konuma göre değerlendirdiği ifade edilmişti.
Eserine aldığı halifeleri, melikleri, vezirleri ve valileri onların güç, zekâ, kuvvetzayıflık, siyasî becerisi, insanlara karşı âdil-zalim olma durumu, ilme ve âlimlere olan
muhabbeti vb. özellerine göre değerlendirmiştir. Bu konuyla ilgili Hüsrevşâh b.
Behrâm (ö. 555/1160) hakkında “Adil, güzel siretli, hayrı seven, ulemâya yakın,
onların sözlerine başvuran bir hükümdardı.”659 demiştir. Abbas b. el-Hüseyin eş-Şîrâzî
için “Zalim, despot çirkin işleri açıktan işleyen bir vezir”
660 I. Keykâvus (ö.
1220/1805) için “Zalim, zorba, çok kan döken ve mal sahibi bir sultandı.” demiştir.661
Takiyyüddîn Ömer (ö. 587/1191) hakkında “Cömert, öne atılan, övülen ve büyük işlere
imza atan bir komutandı.”662 ifadelerini kullanmıştır.
Âlimlere gelince hangi alanda ihtisas sahibi olmuşlarsa o alanda
gerçekleştirdikleri önemli işlere temas edilmiştir. Birçok alanda ön plana çıkmış olan
Taberî hakkında “ilim noktasında zamanın eşsizlerindendi, zeki, çok eser tasnif
etmişti. Gözler onun gibisini çok az görmüştür.”663 dedikten sonra “O, sika, sâdık,
hafız, tefsir ilminin başı, fıkıhta imam, müctehid, tarih konusunda âlim, kıraat ve dil
alanında bilgindi.” demiştir.664 Ebû Hanîfe’nin en önemli talebelerinden İmam Züfer
(ö. 158/775) hakkında “Fıkıhta deniz, dönemin en zekilerinden, Ebû Hanîfe’den fıkıh
öğrenen ve en büyük talebelerindendi. İlim ve ameli birleştiren âlimlerdendi. Hadisi
658 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/207-211.
659 Zehebî, Siyeru a’lâm, 20/389.
660 Zehebî, Siyeru a’lâm, 16/223.
661 Zehebî, Siyeru a’lâm, 22/138.
662 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/202.
663 Zehebî, Siyeru a’lâm, 14/268.
664 Zehebî, Siyeru a’lâm, 14/270.
111
iyi bilen ve bu ilimde itkân sahibiydi.” demiştir.665 Nahiv alanında ön plan çıkan
Sîbeveyhi (ö. 180/796) hakkında “İmamü’n-nahv, hüccetü’l-Arab lakaplarını
kullanmıştır. Bir müddet hadis ve fıkıh okudu daha sonra nahiv alanına yöneldi ve bu
alanda usta oldu. Kendi asrında Arapçanın önde gelen âlimlerinden oldu. Şanına
ulaşılamayacak büyük eserini -el-Kitâb- kaleme aldı.” demiştir.666 Yine şairlerin
yazdıkları şiirlerde eşsiz üsluba sahip olanları ve bu alanda ön plana çıkanları ele
almıştır. Edebiyatta, felsefede, astronomide, matematikte667 alanında ve diğer
alanlarda kendini gerçekleştirmiş âlimleri ve eserlerini inceleyerek o alandaki
yetkinliğine dikkat çekmiştir.
2.16. SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN İSLÂM TARİHİNDEKİ
ÖNEMİ VE İLMÎ DEĞERİ
İslâm ilim geleneğinde yazılan birçok eser bazen yazıldığı ilk dönemde bazen
de yüzyıllar sonra etkisini gösterebilmiştir. Geçmişten bu yana yazılan birçok eser hâlâ
güncelliğini korumakla birlikte toplumun ilmî gereksinimlerini karşılayabilmektedir.
Zira günümüzde ortaya konulan çalışmaların büyük bir kısmı geçmiş ilmî mirasın
yeniden farklı üsluplarla ortayakonulması şeklindedir. Ele alınan bu çalışmada Siyeru
a‘lâm’ın İslâm ilim geleneğinde ne gibi bir etkisinin olduğunu, toplumun biyografi
birikimi noktasında nasıl bir sorumluluk yüklendiğini vb. faydalar sağladığını görmek
kaçınılmazdır. Târihü’l-İslâm gibi kırk bin şahsiyetin hayatının anlatıldığı bir eseri
yazdıktan sonra hiç vakit kaybetmeden tekrardan eser kaleme almaya kalkması
gerçekten takdire şayandır. Zira bu eser, Zehebî’nin Târihü’l-İslâm eserinden sonra
yazmış olduğu en hacimli kitabıdır. Ancak şunu da belirmek gerekir ki Târihü’l-İslâm,
Siyeru aʿlâm’a kaynaklık eden en önemli eseridir.668 Müellif eseri kaleme aldıktan
sonra alanında söz konusu olan bir çalışmayı İslâm dünyasına kazandırmıştır. O
dönemden itibaren âlimler terceme ile ilgili bir malumat elde etmek istediğinde
665 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/39.
666 Zehebî, Siyeru a’lâm, 8/351.
667 Matematik, astronomi, mekanik ve tıp âlimi, filozof vb. alanlarda ön plan çıkan Sâbit b. Kurre’nin
(ö. 288/901) hayatını ele alırken onun hakkında; “Kuvvetli bir zekaya sahip, ilmü’l-evâil’de uzmandı.
Müneccimlikte kökleşti. Yazdığı eserler alanında üstün konumdaydı. Matematikte acayip derecede
üstün ve bu konuda en zirve seviyedeydi.” demiştir. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 13/485; Alparslan
Açıkgenç, “Evâil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11/513;
İhsan Fazlıoğlu, “Sâbit b. Kurre”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2008), 35/353.
668 Altıkulaç, “Zehebî”, 44/185.
112
Zehebî’nin bu eseri başvurulan ilk eserler arasındaydı. Safedî, İbn Şâkir el-Kütübî, İbn
Kesîr, Tâceddin es-Sübkî, Sehâvî gibi tarihçiler bu eserden çokça istifade etmişlerdir.
Sübkî, hocası Zehebî’nin yazdığı bu eserleri şöyle tarif etmiştir: “Ümmet sanki bir
ovada toplanmış ve Zehebî onlardan hazır olanların haberini vermiştir/hayatını
anlatmıştır.”669
Yaşadığı döneme kadar takriben yedi yüz yıllık bir dönemi ele aldığı eserinde
mekânsal çerçeve olarak da daha önce belirtildiği gibi İslâm devletlerinin ulaştığı geniş
bölgeleri ele almıştır. Batı’da Endülüs’ten Doğu’nun en uzak bölgelerine kadar tüm
nahiyeden meşhur olmuş isimlerin tercemelerini kitabına almıştır. Sadece belirli
gruplarla sınırlandırmamış her kesimden, cemaatten, mezhepten, gruptan,
toplulukların hayatlarından bahsetmiştir. Bahsettiği kişiler ister İslâm dini için fayda
sağlamış olsun isterse de zarar veren biri olsun kitapta zikretmekten geri durmamıştır.
Bu sebeple İslâm tarihinde benzerine az rastlanan bir kitap telif etmiştir. Bunun
neticesinde Zehebî, yedi yüz yıllık bir dönem içerisinde yaşamış bazı toplumsal olaylar
hakkında bilgiler vererek o dönemde bulunan hareketlerin portresini çizme gayretini
ortaya koymuştur. Çünkü fikirsel hareketlerin en temel unsuru bu önemli
şahsiyetlerdir. Müellif bu şahsiyetleri ele alması o fikirsel hareketlerin anlaşılması için
de önemli bir adımdır. Bilindiği üzere bir fikir hareketinin ayırt edici özellikleri, temel
yapı taşlarının oluşması ve çevreye olan olumlu ya da olumsuz etkisi ancak o hareket
içerisinde yer alan şahısları tanımakla bilinir. Zehebî bu eseri telif ederek bu faydanın
hasıl olmasını sağlamıştır.
2.17. SİYERU A‘LÂMİ’N-NÜBELÂ’NIN TOPLUMUN
İNCELENMESİNDEKİ ÖNEMİ
Zehebî eserini şahısların hal tercemeleri ile sınırlandırmıştır. Zehebî ve diğer
Müslüman tarihçiler yapmış oldukları bu yönelimle toplumdaki önemli kişilerin
hayatlarını kalıcı olmasını sağlamışlardır. Bu durum İslâm toplumunu incelemek için
önemli bir argümandır. Nitekim toplumu incelemeye alan bir kimse bu kitabı
incelediğinde toplumun yapısını, ekonomik durumunu, eğitim seviyesini, siyasi
otoritesini vb. birçok özelliğe de vâkıf olacaktır.670 Ayrıca Zehebî tabakalar halinde
669 es-Sübkî, Tabakât, 9/101.
670 Maʿruf, “Mukaddimetü Siyeru a’lâm”, 138.
113
ele aldığı tercemelerde kişilerin ilmî yönlerine değinmiş ve bu özelliği ön plana
koymuştur. Müellif şahısları ele alırken kişinin -ilmi yönü, bilgisi, dirayeti, kişiliğivb. toplum nezdinde muteber olan bu ölçütleri esas alarak eserin ilmî değerini
arttırmıştır. Eserin tamamı incelendiğinde bu ölçütlerin ne kadar dengeli bir biçimde
uygulamaya konulduğu görülecektir. Birçok yerde -duruma göre- fakiri methederken
zengini de eleştirmiştir. Bu konuyla alakalı Zehebî, Ebü’l-İz Muhammed b. Ali elBüstî’nin (ö. 543/1147) tercemesinde “O fakir ve iffet sahibiydi. Dilenmekten imtina
ederdi. Çevresindekiler kendisine yardım etmek istese de bunu reddederdi.”
demiştir.671 Başka bir örnekte İbn Ebî Habbe’nin tercemesinde “O fakir, kanaatkâr ve
iffetli bir insandı.” demiştir. İbn Ebî Habbe’nin fakirliği hakkında İbn Neccâr’ın
“Onun hiçbir şeyi olmamasına rağmen fakirliğe karşı sabırlı biriydi.” ve İbn
Dübeysî’nin “O fakir ve çok sabırlı biriydi.” sözlerini de aktarmıştır.672 Siyahi bir
köleyi övdüğü ancak varlıklı bir efendi hakkında ağır ifadeler kullanabilmiştir.
Eser geniş bir çerçevede ele alındığında toplum nezdinde kabul edilen, ilim
halkaları oluşturan ve topluma yön veren âlimlerin büyük bir çoğunluğunun meslek
sahibi bir babanın oğlu-kızı olduğu, yoksul ve fakir ailelerde yetişen kimseler olduğu
görülmüştür.673 İslâm dini ilim elde etme yönünden her kesime imkân sağlaması
neticesinde toplumun her tabakasından insan bu ilmi elde etmek için yola koyulmuştur.
Zira ilim talep etmek isteyen biri bu isteğini çok rahat bir şekilde yerine
getirebilmekteydi. Çünkü dersler mescitlerde oluşturulan halkalarda elde edinilir ve
kimseden bu dersler karşılığında ücret talep edilmezdi. Hatta toplumda yer alan avam
kesimde yaşayanlar dahi bu derslerden istifade edebilmekteydi. Yine aynı dönemlerde
Avrupa genelinde ilmin sadece belli kesimlere hasredildiği bir zaman diliminde
Müslümanlar dilediği gibi ilim elde edebiliyordu. Tüm bunları Siyeru a‘lâm’da yer
alan şahsiyetlerin hayatları okunduğu zaman çok rahat bir şekilde görülebilmektedir.
Zehebî, tercemelerde fırsat buldukça o kişinin yaşadığı yaşam koşulları da
aktarmaya çalışmıştır. Nitekim bazen yapılan ders meclisleri, rihleler, savaşlar, çarşı671 Zehebî, Siyeru a’lâm, 20/284.
672 Zehebî, Siyeru a’lâm, 21/228.
673 İbn Dâye Muhammed b. Ali el-Bağdâdî’nin (ö. 543/1147) tercemesinde babasının yöneticelerin
evinde temizlik işleriyle ilgilinen biri olduğu annesinin de o evde bakıcı olduğu aktarılmıştır. Bu
sebepten ötürü kendisine annesinin yaptığı bakıcılıktan dolayı (الداية ابن (manasına gelen bakıcının oğlu
lakabı takılmıştır. Bkz: Zehebî, Siyeru a’lâm, 20/175.
114
pazarlar vb. birçok alanda olaylar anlatılmıştır. Zehebî’nin bunu yapmasındaki
faydalardan biri de sonraki dönemlerde gelen ve bu eseri okuyanlar geçmiş tarihi ve
şahsiyetleri okumakla birlikte o dönemin sosyolojik temasını da kavrayacaktır.
115
SONUÇ
Terâcim çalışmalarının gelişim seyrini bir kitap üzerinden ele alan bu tezde,
Zehebî ve Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’sının cerh-ta‘dîl üslûbu, telif metodu, erken
dönemden kendi dönemine kadar yaşamış önemli şahsiyetleri, hemen hemen her
alandan öne çıkmış isimler ele alınmıştır. Ayrıca isnad kullanımı, terceme sahiplerinin
fıkhî, mezhepsel görüşleri, uzmanlık alanları, yaşadığı tabaka, doğum-vefat tarihleri,
hocaları ve talebeleri, rivayetleri vb. gibi birçok farklı konulara dair içeriklerin yer
aldığı biyografiler incelenmeye çalışılmıştır. Bir eseri ortaya çıkaran temel maddelerin
tespit edilebilmesi için yazıldığı ilim çatısı altındaki mütekaddim gelenekte yazılmış
eserleri gözden geçirip silsile halinde kronoloji takip edilmelidir. Bu metot sayesinde
eserin nasıl bir zeminde oluştuğunu görmek mümkün olduğu gibi içeriğinin
anlaşılması ve müellifinin nasıl maksatlara haiz olduğu da kavranacaktır. Bağdâd,
Dımaşk, Basra, Endülüs, Mekke, Medine, Horasan, Rey, Kûfe ve daha ismi burada
sayılamayacak kadar çok olan bu şehirlerden birçok isim; çalışmanın çeşitli
tabakalarında ele alınmış, bu noktada hususen rivayetlerin, terceme/biyografi tarihi
yönünden nasıl kullanıldığı, bu önemli şahsiyet hayatları üzerinden gösterilmek
istenmiştir.
Bu çalışma sonunda Siyeru a‘lâm’ın tarih ve hadis ilimlerini de ilgilendiren
terâcim alanında üzerine yapılacak çalışmalar için en temel kaynaklardan biri olduğu
kanaati iyice kesinleşmiştir. Zehebî dönem itibariyle daha müteahhir olduğundan
biyografisini ele alırken yeterli malumatla biraz daha kapsamlı ele alındı. Geç döneme
ait bir eser olması hasebiyle Siyeru a‘lâm, terâcim tarihi açısından büyük önem
taşımaktadır. Ancak bu kadar öneme sahip bir eserin yeterli şekilde ele alınmamış
olması, bu çalışmanın yapılmasının en önemli sebebini ortaya koymuştur. Çalışmada
öncelikle müellifin hayatı ardından eserin içeriği incelenmiş, tarih yazım geleneği
çerçevesinde Siyeru a‘lâm’ın ciddî bir yazılı geleneğe dayandığı dikkat çekmektedir.
Eserin muhteva tahlili yapılırken, ilk önce eserin tasnif sistemi tabaka düşüncesi
merkeze alınarak tabakât ve terâcim geleneği içerisinde tetkik edilmiştir. Anlaşıldığı
kadarıyla eser, sadece bir alan ve bölgeyle sınırlı kalmadan geniş bir yelpazeyi içinde
barındırarak kendi dönemine kadar gelen terâcim eserlerinden birçok yönüyle ayrılmış
ve literatüre farklı ve zengin bir katkı sağlamıştır. Nitekim rivâyetler ışığında râvinin
116
analiz edilme düşüncesi eserin başından sonuna kadar başta muhaddisler olmak üzere
ele alınan birçok tercemede dikkate alınmıştır. Bu üslup sayesinde eserin güvenilirlik
oranı yükselmiş ve ilmî değer noktasında eşsiz bir netice ortaya koymuştur. Eserin telif
tarzının ele alınmasından sonra rivâyetlerin nitelikleri, eserin farklı ilim dalları
açısından önemini göstermek adına belli başlıklar altında sunulmuştur. Her bir ilim
dalına ait bilgilerin verilmesi öncesinde, genel terceme bakışını gösterecek giriş
mahiyetinde bilgiler de arz edilmiştir. Tercemelerin iç kurgusu üzerinde yapılan
çalışma, o tercemenin hem dönemsel hem de bulunduğu çevre açısından bilgiler ihtiva
etmesi okuyucunun daha farklı kültürel zenginlik elde etmesini sağlamaktadır.
Eserde yer alan tercemeler hakkında veya onların aktarmış olduğu ilgili
rivayetlerin esere alınırken nasıl bir gaye taşıdığını kestirmek zor olmakla birlikte
haberlerin terceme içerisindeki dizilimlerine dair de herhangi bir malumat tespit
edilmemiş, burada müellifin kendi inisiyatifinin kullanıldığını düşünmek daha doğru
olacaktır. Ancak Siyeru a‘lâm’ı baştan sona mütalaa eden biri Zehebî’nin, eserine
aldığı her bir rivayete bir mantık silsilesi çerçevesinde yer verdiğini, ilgili haberlerin
terceme içerisindeki konumuna bir anlam yüklediğini mutlaka görecektir. Nitekim
eser terâcim alanında kaleme alındığı ve eseri oluşturan müellifin muhaddis kimliği
göz önünde bulundurulduğunda, güvenilir veya zayıf olduğuna kanaat getirilen bir râvi
hakkında biyografi içeriğini oluştururken yeterli bilgileri bir akış içerisinde
serdettikten sonra ricâl âlimlerinin o kişi hakkındaki görüşlerini aktarmıştır.
Çalışmamızın bazı yerlerinde hususen bu konu hakkında ele alınan başlıklarda bazı
örnekler verilerek konunun daha somut şekilde anlaşılması amaçlanmıştır.
Memlükler döneminin ortalarında yaşayan Zehebî ele aldığı terceme
sahiplerini bir yönden dine yaptıkları etkiler neticesinde değerlendirmekte, diğer
yönden de bir ricâl değerlendirmesi üzerinden o kişi hakkında kendi kanaatlerini de
okuyucuyla paylaşmış olmaktadır. Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir diğer
husus, ricâl eseri telif tarzlarının farklılığıdır. Hicrî 3. asrın başlarından itibaren
sistematik bir hüviyet arz eden ricâl eserlerinin temel ilgi alanı, müellifler arasında
farklılık arz etmektedir. Nitekim bazı âlimler eserini oluştururken sadece bir bölgede
yaşayan isimleri ele alırken bazıları sadece bir dönemi/devri esas alarak eserlerini
oluşturmuşlardır. Her eserin literatüre kazandırdığı farklı noktalar bulunmaktadır.
Zehebî kendi dönemine kadar yazılmış tabakât/terâcim kitaplarını titiz bir şekilde etüt
117
ederek kendine has bir metot geliştirdikten sonra ilgili alanda eserler ortaya koymuştur.
Bu metot ve eserlerin oluşmasında kendisinden önceki eserlerin etkisi Zehebî’nin
Siyeru a‘lâm başta olmak üzere eserleri incelendiğinde görülecektir. Çalışmamızın
muhtelif yerlerinde de bahsedildiği gibi Zehebî eski geleneği sağlam bir temele
oturttuktan sonra terâcim geleneğine yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
Ülkemizde Zehebî ile yapılan akademik çalışmalar genel olarak hadis alanında
ele alınmıştır. Ancak yukarıda da açıklamaya çalışıldığı gibi Zehebî çok yönlü bir âlim
ve farklı alanlarda eserler kaleme almıştır. Bu şahsiyet üzere çalışma yapmak
isteyenlerin kelam, kıraat, Arapça ve belâgat vb. gibi yönlerini ele alarak farklı
yönlerine değinilen çalışmalar ortaya koyabilir. Yine aynı şekilde İslâm tarihi alanında
yazılan farklı eserleri üzerine de çalışmalar yapılması alana farklı bir bakış açısı
kazandıracaktır.
Yaptığımız çalışmanın alana mütevazı bir katkı sağlaması bizleri ziyadesiyle
mutlu edecektir.
118
KAYNAKÇA
Abdullah b. İsa, Ahmed b. İbrahim b. Hammad b. Muhammed. Tevdihü’l-mekâsid. 2
Cilt. Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 3. Basım, 1406/1985.
Açıkgenç, Alparslan. “Evâil”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 11/513-
514. İstanbul: TDV Yayınları, 1995.
Ahatlı, Erdinç. “Terceme”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 40/483-484.
İstanbul: TDV Yayınları, 2011.
Akpınar, Cemil. “Bedreddin İbn Cemâa”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
19/388-392. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Aktan, Ali. “Memlûk-Haçlı Münasebetleri”. BELLETEN 63/237 (20 Ağustos 1999),
411-452.
Akyol, Edip. “İslâm Medeniyeti’nin Batı’ya Etkileri İle İlgili Bazı Değerlendirmeler”.
İSTEM 7 (01 Aralık 2006), 117-134.
Altıkulaç, Tayyar. “Hüseynî, Ebü’l-Mehâsin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 19/22-23. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Altıkulaç, Tayyar. “Zehebî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 44/180-188.
İstanbul: TDV Yayınları, 2013.
Âlûsî, Ebü’l-Meâlî Cemâlüddîn Mahmûd Şükrî b. Abdillâh b. Mahmûd. Gayetü’lEmânî fî’r-reddî ale’n-nabhânî. 2 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 1. Basım,
1422/2001.
Apaydın, H. Yunus. “İbn Kayyı̇m el-Cevzı̇yye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 20/109-123. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Arslan, Abdurrahim. İbn Seyyı̇dı̇nnâs ve ‘Uyûnü’l-Eser. İstanbul: Siyer Yayınları, 1.
Basım, 2019.
Arslantaş, Yüksel. “Memlûk-Moğol Mücadelesi ve Orta Doğu Tarihine Etkileri”.
BELLETEN 67/250 (01 Aralık 2003), 781-800.
Aslan, Muhammed. “Tabakat Kitapları ve Hadis İlmine Sağladıkları Faydalar”. Bingöl
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/10 (15 Aralık 2017), 269-290.
Âşıkkutlu, Emı̇n. “Tabaka Kavramı ve Muhaddislerin Tabaka Anlayışı”. Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 32 (14 Şubat 2014), 5-18.
Ateş, Ali Osman. “Dimyâtî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 9/310-312.
İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
119
Atmaca, Esra. “Hz. Peygamber’in Tebliğine Tepkileri Bakımından Abdülmuttalib’in
Çocukları -Asabiyet Bağlamında Bir Değerlendirme-”. Akademik Siyer Dergisi
4 (30 Haziran 2021), 32-57.
Atmaca, Esra. Memlûkler Dönemi’nde Halep’te Eğitim-öğretim Müesseseleri ve
Ulemâ. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora,
2014.
Avcı, Casım. “Haçlı Seferleri”. İslam Araştırmaları Dergisi 3 (01 Temmuz 1999), 283-
285.
Avcı, Casim. “Tabakat”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 39/297-299.
İstanbul: TDV Yayınları, 2010.
Ayalon, David. Memlük Ordusunun Yapısı Üzerine Araştırmalar I-II-III. çev.
Abdullah Mesut Ağır. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2015.
Ayaz, Fatih Yahya. Memlük - Kıbrıs ilişkileri. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1. bsk.,
2016.
Ayaz, Fatih Yahya. Memlükler. Ankara: İSAM Yayınları, 1. Basım, 2015.
Ayaz, Fatih Yahya. “Memlükler Döneminde Vezir-Ümera İlişkileri”. Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) 5/1 (01 Mart 2005), 45-93.
Ayaz, Fatih Yahya. “Memlükler Döneminin (648-923/1250-1517) Öne Çıkan Vefeyât,
Tabakât ve Terâcim Eserleri”. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
(ÇÜİFD) 16/2 (30 Aralık 2016), 1-38.
Ayaz, Fatih Yahya. Memlüklüler. Ankara: İSAM Yayınları, 1. Basım, 2015.
Aybakan, Bilal. “Sübkî, Tâceddin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
38/11-13. İstanbul: TDV Yayınları, 2010.
Aybakan, Bilal. “Sübkî, Takıyyüddin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
38/14-15. İstanbul: TDV Yayınları, 2010.
Aydınlı, Abdullah. Hadis Istılahları Sözlüğü. İstanbul: Timaş Yayınları, 1. Basım,
1987.
Bağcı, Mehmet. Zehebî’nı̇n Telhîsu’l-Müstedrek’inin Değerlendirilmesi (Kitâbü
Ma‘rifeti’s-Sahâbe Örneği). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2018.
120
Behâî, Emel Âdil Tâhâ el-. et-Türâsü’l-Terbevî fî ba‘di kitâbât el-İmâm Şemsüddin
ez-Zehebî hassaten kitâbühü Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ”. Bûr Saîd: Bûr Saîd
Üniversitesi, Doktora Tezi, 1438/2017.
Behâî, Emel Âdil Tâhâ el-. “Kadâyâ’l-İlmi ve’t-Ta‘lim ve’t-Taallüm İnde’l-İmâm ezZehebî Min Hilâli Kitâbü Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ”. Mecelletü Külliyetü’tTerbeviyye 24/24 (1439/2018), 229-260.
Belâzürî, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd el-. Ensâbü’l-Eşrâf. thk.
Süheyl Zekkâr, Riyad Zerkeli. 13 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1. Basım,
1417/1996.
Birışık, Abdülhamid. “Müfessir”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 31/496-
499. Ankara: TDV Yayınları, 2020.
Bostan, İdris. “Ba’lebek”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 5/9-11.
İstanbul: TDV Yayınları, 1992.
Bozkurt, Nebi. “Dârülhadis”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 8/527-529.
İstanbul: TDV Yayınları, 1993.
Boztepeli, Enes. Ebu’l-Mehâsı̇n el-Hüseynî (765/1364) ve “Kı̇tâbü’t tezkı̇re bı̇–
Ma’rı̇fetı̇ Rı̇câlı̇‟l-Kütübı̇’l-Aşere” Adlı Eserı̇. Şanlıurfa: Harran Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2019.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-. el-Câmiʿu’s-sahîh. Beyrut-Lübnan:
Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, 3. Basım, 1440/2019.
Buzpınar, Ş. Tufan. “Havran”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 16/539-
541. İstanbul: TDV Yayınları, 1997.
Büyüksoylu, Muhammed Ali. Zehebî’nin Mîzânü’l-İ’tidâl’inde Kaderî Râviler.
İstanbul: İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans, 2021.
Canan, İbrahim. “Enes b. Mâlik”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 11/234-
235. İstanbul: TDV Yayınları, 1995.
Canatar, Mehmet. “Muhasara”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 31/11-13.
Ankara: TDV Yayınları, 2020.
Caner, Abdurrahman. “Moğol İstilâsında Fukahanın Tavrı -Bağdat ve Şam Özelinde-
”. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 37 (30
Haziran 2021), 89-126.
121
Cühenî, Abdullah b. Avvâd el- - Muhammed, Mustafa Ahmed. “Min Kadâyâ İlmü’lKıraât fî Siyeru A‘lâmi’-Nübelâ Li’ş-Şemsüddin ez-Zehebî (748/673) Ardun ve
Münakaşe”. el-Mecelletü’l-İlmiyye li-Külliyeti’l-Kur’an 3/1 (2017), 156-210.
Çetı̇n, Altan. “Memlûk Devleti’nde Savaşın Kültürel Esaslarına Dâir”. BELLETEN
71/262 (26 Aralık 2007), 909-922.
Çetin, Altan. “Selçuklu Teşkilâtı’nın Memlûklere Tesiri”. BELLETEN 68/251 (01
Nisan 2004), 105-130.
Durmuş, İsmail. “Safedî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 35/447-450.
İstanbul: TDV Yayınları, 2008.
Durmuş, İsmail. “Tabakat”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 39/288-290.
İstanbul: TDV Yayınları, 2010.
Durmuş, İsmail. “Zeyil”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 44/339-342.
İstanbul: TDV Yayınları, 2013.
Ebü’l-Fellâh, Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed b. el-İmâd. Şezerâtü’z-zeheb fî
ahbâri min zeheb. thk. Mahmud el-Arnavûd. 11 Cilt. Beyrut: Dârü İbn Kesîr, 1.
Basım, 1406/1986.
Efendioğlu, Mehmet. “Saîd b. Zeyd”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
35/580-581. İstanbul: TDV Yayınları, 2008.
Efendioğlu, Mehmet. “Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 37/326-327. İstanbul: TDV Yayınları, 2009.
Efendioğlu, Mehmet. “Tabakat”. 39/291-292. İstanbul: TDV Yayınları, 2010.
Emiroğlu, Nagihan. Türk (Bahri) Memlükler Döneminde Hadis İlmi (Hicri VII-VIII.
Asırlar). Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora,
2019.
Emı̇roğlu, Nagihan. “VIII/XIV. Asırda Hadis Eğitimi: Mizzî, İbn Teymiyye, Birzâlî,
Zehebî Örneği”. Hadis Tetkikleri Dergisi 17/2 (31 Aralık 2019), 95-118.
Eruz, A. Fulya. “Memlükler”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 29/97-100.
Ankara: TDV Yayınları, 2004.
Fayda, Mustafa. “Halîfe b. Hayyât”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
15/301-303. İstanbul: TDV Yayınları, 1997.
Fayda, Mustafa. “İbn Saʻd”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 20/294-297.
İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
122
Fazlıoğlu, İhsan. “Sâbit b. Kurre”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
35/353-356. İstanbul: TDV Yayınları, 2008.
Fuâd, Abdullah Ahmed. eş-Şi‘ru fî Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ li’z-Zehebî. Kahire:
Kahire Üniversitesi Külliyetü’l-Ulûm, Yüksek Lisans Tezi, 1431/2010.
Güleç, Hasan. “Ebû İshak Fezârî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
12/539. İstanbul: TDV Yayınları, 1995.
Güleç, Hasan. “Fezârî, İbrâhim b. Abdurrahman”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 12/539-540. İstanbul: TDV Yayınları, 1995.
Güleç Topçu, Azime. Zehebi ve Mizanü’l-İtidal’indeki Cerh ve Tadil Metodu. Isparta:
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 1997.
Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Abdullâh b. Muhammed ed-Dabbî.
el-Müstedrek âle’s-Sahihayn. thk. Abdulkâdir Atâ Mustafâ. 4 Cilt. Beyrût:
Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1. Basım, 1411/1990.
Halebî, Nureddin Muhammed Itr el-. Ulûmü’l-Kur’ani’l-Kerîm. Dımaşk: Matbaatü’sSabâh, 6. Basım, 1417/1996.
Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr Halîfe b. Hayyât b. Halîfe eş-Şeybânî el-Basrî. Kitâbü’tTabakât. thk. Süheyl Zekkâr. Lübnan: Daru’l-Fikr, 1. Basım, 1414/1993.
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî. el-Câmı̇ li-ahlâki’rrâvî. thk. Mahmud et-Tahhân. 2 Cilt. Riyad: Mektebetü’l-Meârîf, 2. Basım,
1401/1981.
Hatiboğlu, İbrahim. “Ricâlü’l-Hadîs”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
35/83-86. İstanbul: TDV Yayınları, 2008.
Humeys, Muhammed Abdurrahman el-. Şerhü’r-risaleti’t-Tedmüriyye. Riyad: Dâru
Atlâsi’l-Hadrâ, 1. Basım, 1425/2004.
Hüseynî, Ebü’l-Mehâsin Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. el-Hasen ed-Dımaşkî. Zeylü
tezkireti’l-huffâz. Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1. Basım, 1419/1998.
İbn Abdülber, Ebû Ömer Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdillâh b. Muhammed b. Abdilber
en-Nemerî. el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-ashâb. thk. Alî Muhammed el-Becâvî. 4 Cilt.
Beyrut: Dârü’l-Cîl, 1. Basım, 1413/1992.
İbn Hacer, Ebü’l-Fadl Ahmed b. Alî b. Muhammed b. Ahmed el-Askalânî. Tehzîbü’ttehzîb. 12 Cilt. Hindistan: Dâiretü’l-Maarifi’n-Nizâmiyye, 1. Basım, 1326/1908.
123
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî. edDürerü’l-kâmine. thk. Muhammed Abdulmaid Dân. 6 Cilt. Haydarabad: Meclisü
Dâiretü’l-Meârif, 2. Basım, 1392/1972.
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî. el-İsâbe
fî temyîzi’s-sahâbe. thk. Alî Muhammed Muʿavvad - Âdil Ahmed
Abdulmevcûd. 8 Cilt. Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1. Basım, 1415/1994.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav b. Kesîr
el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şâfiî. el-Bidâye ve’n-nihâye. 15
Cilt. Beyrut: Daru’l-Fikr, 1. Basım, 1406/1986.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav b. Kesîr
el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkî eş-Şâfiî. Tefsîrü’l-Kur’ânı̇’l-azîm. 8
Cilt. Beyrut: Dâru Tayyibe, 2. Basım, 1420/1999.
İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem b. Alî Cemâluddîn b. Manzûr erRuveyfiî. Lisânü’l-Arab. 15 Cilt. Beyrût: Dâru Sâdır, 1. Basım, 1414/1993.
İbn Nasırüddin, Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Ahmed b.
Mücahid ed-Dımaşkî. er-Reddü’l-vâfir. thk. Züheyr eş-Şâvîş. Beyrut: elMektebetü’l-İslâmiyye, 1. Basım, 1393/1973.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed b. Sa’d b Meni’ ez-Zühri. et-Tabakâtü’l-kübrâ.
thk. İhsan Abbas. 8 Cilt. Beyrut: Dar’u Sâdır, 1. Basım, 1388/1968.
İbn Tağrîberdî, Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf b. Tağrîberdî el-Atâbekî elYeşbugavî ez-Zâhirî. en-Nücûmü’z-Zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kâhire. 17 Cilt.
Mısır: Vizâratu’s-Sikâfe, 1. Basım, 1383/1963.
İbn Tağrîberdî, Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf el-Atâbekî el-Yeşbugavî ez-Zâhirî.
el-Menhelü’s-sâfî ve’l-müstevfî baʿde’l-Vâfî. thk. Muhammed Muhammed
Emin. 13 Cilt. Kahire: Daru’l-Kutub ve’l-Vesâiki’l-Kavmiyye, 1. Basım,
1430/2009.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn
Abdisselâm el-Harrânî. el-Mesâil ve’l-ecvibe. thk. Abdü Ukkâşe Hüseyin.
Kahire: el-Fârûkü’l-Hadîsiyye, 1. Basım, 1425/2004.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed elBağdâdî. el-Mevdûât. 3 Cilt. Medine: el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1. Basım,
1388/1968.
124
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî elCezerî. el-Kâmil fi’t-Târîh. thk. Ömer Abdusselâm Tedmûrî. 10 Cilt. Beyrut:
Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, 1. Basım, 1417/1997.
İclî, Ebü’l-Hasen Ahmed b. Abdillâh b. Sâlih el-. Tarîhü’s-Sikât. Mekke: Daru’l-Bâz,
1. Basım, 1405/1984.
İstemi, Fuat. Hicret Bağlamında Tarih ve Hadis Metodolojileri. Ankara: Ankara Okulu
Yayınları, 1. Basım, 2017.
Kalın, İbrahim. Barbar, Modern, Medeni. İstanbul: İnsan Yayınları, 5. Basım, 2019.
Kallek, Cengiz. “Ukıyye”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 42/67-70.
İstanbul: TDV Yayınları, 2012.
Kandemir, M. Yaşar. “Ali”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 2/375-378.
İstanbul: TDV Yayınları, 1989.
Kandemir, M. Yaşar. “Ebû Hüreyre”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
10/160-167. İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
Kandemir, M. Yaşar. “Ebû Katâde”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
10/174-175. İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
Kandemir, M. Yaşar. “İbn Seyyidünnâs”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
20/316-318. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Kandemir, M. Yaşar. “Mîzânü’l-İ‘tı̇dâl”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
30/218-219. Ankara: TDV Yayınları, 2020.
Kandemir, M. Yaşar. “Mizzî, Yûsuf b. Abdurrahman”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 30/220-221. İstanbul: TDV Yayınları, 2005.
Kandemir, M. Yaşar. “Ümmü Seleme”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
42/328-330. İstanbul: TDV Yayınları, 2012.
Kandemir, Mehmet Yaşar. Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor? İstanbul: Tahlil
Yayınları, 6. Basım, 2020.
Karabellı̇, M. Kamel. “Zehebî’nin Mîzânu’l-İ’tidâl Kitabında Sahîh-i Muslim
Rivayetlerini Tenkitteki Metodu”. Kocaeli İlahiyat Dergisi 5/1 (25 Haziran
2021), 261-300.
Kazıcı, Ziya. Osmanlı Devleti Tarihi. İstanbul: Kayıhan Yayınları, 1. Basım, 2015.
Kehhâle, Ömer Rıza el-. Mu’cem’ül-müellifin. Dımaşk: Müessesetü’r-Risâle, 1.
Basım, 1376/1957.
125
Keskin, Tahir. İbn Hacer’in Mestûr Râvilerine Zehebî’nin Bakışı. Mardin: Mardin
Artuklu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2021.
Kıvâmü’s-sünne, Ebü’l-Kâsım İsmâîl b. Muhammed b. el-Fazl et-Teymî et-Talhî elİsfahânî. Siyerü’s-selefi’s-sâlihîn. Beyrut-Lübnan: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1.
Basım, 1425/2004.
Kızıl, Fatma. “Yûnînî, Ali b. Muhammed”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 43/595-596. İstanbul: TDV, 2013.
Koca, Ferhat. “İbn Teymiyye, Takıyyüddin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 20/391-405. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
Koçkuzu, Ali Osman. “Ebû İshak es-Sebîî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi. 10/170-171. İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
Küçük, Raşit. “Ebû Recâ el-Utâridî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
10/212. İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
Kütübî, Ebû Abdillâh Salâhuddîn Muhammed b. Şâkir b. Ahmed el-Kütübî ed-Dârânî
ed-Dımaşkî. Fevâtü’l-vefeyât. thk. İhsan Abbas. 4 Cilt. Beyrut: Dar’u Sâdır, 1.
Basım, 1394/1974.
Makrîzî, Ebû Muhammed Takıyyüddîn Ahmed b. Alî b. Abdilkadir b. Muhammed. elMevâizü ve’l-İ’tibaru bi’z-Zikri’l-Hitati. 4 Cilt. Beyrut: Daru’l-Kutubi’lİlmiyye, 1. Basım, 1418/1997.
Ma‘rûf, Beşşâr Avvâd. ez-Zehebî ve menhecühü fî kitâbihi târihü’l-İslâm. Kahire:
Matbaatu’l-Halebî, 1. Basım, 1396/1976.
Maʿruf, Beşşâr Avvâd. “Mukaddimetü Siyeru a’lâmi’n-nübelâ”. Siyeru a’lâmi’nnübelâ. 7-140. Beyrut-Lübnan: Müessesetü’r-Risâle, 1439/2018.
Meğâvî, Ebû Sehl Muhammed b. Abdurrahman el-. Mevsûatü mevakifü’s-selef. 10
Cilt. Kahire: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1. Basım, 1428/2007.
Mizzî, Ebü’l-Haccâc Cemâlüddîn Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yûsuf el-Kelbî. Tehẑîbü’lKemâl fî esmâi’r-ricâl. thk. Beşşâr Avvâd Maʿrûf. 35 Cilt. Beyrut: Müessesetü’rRisâle, 1. Basım, 1400/1980.
Muhammed, Ferrâs Muhammed Hüseyin. ez-Zehebî ve Menhecühü fî Kitâbihi Siyeru
aʿlâmi’n-nübelâ. Musul: Musul Üniversitesi,
.xxx
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
(DOKTORA TEZİ)
KUR’ÂN’IN ANLAŞILMASINDA GARÎBU’L-KUR’ÂN’IN
YERİ
(KURTUBÎ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
Mehmet DEMİR
ŞANLIURFA - 2020
T. C.
HARRAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
(DOKTORA TEZİ)
KUR’ÂN’IN ANLAŞILMASINDA GARÎBU’L-KUR’ÂN’IN
YERİ
(KURTUBÎ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
Mehmet DEMİR
Danışman
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
ŞANLIURFA - 2020
iv
ÖZET
KUR’ÂN’IN ANLAŞILMASINDA GARÎBU’L-KUR’ÂN’IN YERİ
(KURTUBÎ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
DEMİR, Mehmet
Tefsir Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Şubat, 2020, 272 sayfa
Bu çalışma, Kur’ân’daki çeşitli Arap lehçelerine ait, az kullanılması sebebiyle
manası pek bilinmeyen anlaşılması güç ve Arapçaya başka dillerden geçen lafızları
konu edinmiştir. Bu lafızların, Kur’ân’ın anlaşılmasındaki rolünü ve önemini ortaya
koymayı, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili bilgi vermeyi ve onu bilmeden yapılan izahların
önüne geçmeyi Kurtubî Tefsiri ekseninde amaç edinmiştir.
Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’ı anlamada önemli bir paya sahip olan ilimlerdendir.
Her dilin kelimeleri tek başlarına bir anlam ifade etse de terkip halinde çeşitli
konularda farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Kur’ân’daki lafızlar da yerlerine göre
farklı anlamlar yüklenebilmektedir.
Birçok müfessir, tefsirinde Garîbu’l-Kur’ân’a ayrı bir önem vermiştir.
Endülüslü Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farh el-Ensârî elHazrecî el-Kurtubî de “el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân ve’l-Mübeyyinu limâ
Tedammenehu mine’s-Sünneti ve Âyi’l-Furkân” adlı tefsirinde, Garîbu’l-Kur’ân
hakkında önemli bilgiler vermiştir. Kurtubî’ye göre Arapça olmayan özel isimler
dışında, Kur’ân’da Arapların anlatım üslubuna uygun düşmeyen herhangi bir söz
yoktur. Kur’ân Arapçadır; Kureyş dili ile indirilmiştir.
Bu çalışma, giriş ve iki ana bölümden oluşmuştur. Girişte, araştırmanın
konusu, önemi, amacı ve yöntemi hakkında bilgi verildikten sonra kavramsal
çerçevede Garîbu’l-Kur’ân’ın tanımı, önemi, konusu, gayesi, ortaya çıkışı ve
özellikleri ele alınmıştır. Bu alanda yazılan ilk eserlerden ve günümüzde yapılan
bilimsel çalışmalardan bahsedilmiştir. Ayrıca Garîbu’l-Kur’ân’ın, tefsir ilmindeki
v
yeri, Kur’ân’da olmasının hikmeti ve onu anlamanın başlıca kaynakları üzerinde
durulmuştur.
Birinci bölümde, “Kurtubî ve el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân adlı tefsiri”
başlığını taşımaktadır. Burada Kurtubî’nin hayatı, ilim tahsili ve eserleri hakkında
bilgi verildikten sonra Kurtubî’nin Tefsiri’nde istifade ettiği Garîbu’l-Kur’ân, tefsir,
Garîbu’l-Hadis, lügat ve Arapçaya ilişkin kaynaklar ele alınmıştır. Kur’ân lafızlarının
niteliği, niceliği ve içeriğiyle ilgili açıklamalarla beraber Kur’ân ve diller ile Kur’ân
ve Arap dili üzerinde durulmuştur.
İkinci bölümün başlığı ise, “Kurtubî’ye Göre Garîbu’l-Kur’ân”dır. Burada
Kurtubî’nin Kur’ân lafızlarına yaklaşımı ve Garîbu’l-Kur’ân’ı değerlendirme
yöntemi belirtilmektedir. Kurtubî’nin Garîbu’l-Kur’ân’ı, Kur’ân, Sünnet, sahabe
kavli ve tabiîlerin görüşleriyle, lügat ve şiirlerle izahlarına yer verilmiştir. Ayrıca
Kurtubî Tefsiri’nde, özellikle hakkında lehçe ve dillerin belirtildiği Garîbu’l-Kur’ân
ve açıklamaları ele alınmıştır. Nihayette bu lafızları gösteren bir tablo sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Garîbu’l-Kur’ân, Arapça, Lafız, Tefsir, Kurtubî.
vi
ABSTRACT
THE PLACE OF UNFAMILIAR WORDS IN UNDERSTANDING
QURAN
(THE EXAMPLE OF AL QURTUBI’S EXEGESIS)
DEMİR, Mehmet
Department of Hermeneutics
Advisor: Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
February, 2020, 272 pages
This study examines unfamiliar words in Quran which are derived from
various dialects of Arabic Language and some other languages, and whose meanings
are rather difficult to understand since they are of little use. The aims of the study are
to present some information about unfamiliar words in Quran within the framework
of Al-Qurtubi’s exegesis, to reveal the role and importance of these words in
understanding Quran, and to debunk the exegeses that are presented without referring
to these words.
Understanding unfamiliar words in Quran has a great role in comprehending
Quran. Although words in any language have a meaning on their own, when they are
combined in phrases, they may convey different meanings in different contexts. In
this respect, the words in Quran can also have different meanings, depending on their
places.
In their exegeses, many exegetes attach importance to unfamiliar words in
Quran. For example, in his exegesis named “al-Cami’il Ahkam’I Qur’an ve’l
Mubeyyinu lima Tedammenehu mine’s Sunnah ve Âyi’l Furkan”, the Andalucían
Abu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Abi Bekr b. Farh al-Ansari al Hazreci alQurtubi presents some valuable data on unfamiliar words in Quran. According to AlQurtubi, except for non-Arabic proper nouns, there are no words in Quran that are
inappropriate to narrative styles of Arabs. Qur’an is Arabic written in the Quraysh
dialect.
vii
This study consists of an introduction and two main chapters. In the
introduction, some information on the subject, importance, aims, and methods of the
study are given. Then, unfamiliar words in Quran are defined, and their importance,
purposes, and linguistic characteristics are examined. Former and current studies in
the literature are reviewed. In addition, in the study, the place of unfamiliar words in
exegesis studies is discussed, and why they are present in Quran is clarified.
Moreover, some remarkable sources that help understand them are presented.
The first chapter is titled “Al-Qurtubi and His Exegesis Called AlCami’liAhkâmi’l Qur’an.” In this chapter, first, some information about life of Al-Qurtubi,
his education, and works are given. Then, the unfamiliar words of Qur’an and
Hadiths, some exegesis sources, and lexical and semantic studies that Al-Qurtubi
benefited from in his work are examined. Also, within the framework of Quran and
Arabic language, the quantity, content and features of the words in Quran are
clarified.
The second chapter is on “The Unfamiliar Words of Qur’an in Al Qurtubi’s
Perspective.” In this chapter, Al-Qurtubi’s approach to Quranic words and his
methods in examining unfamiliar words in Quran are presented. Al-Qurtubi’s reading
of unfamiliar words in Quran is reviewed in the light of Qur’an, Sunnah, narrations
of Prophet’s companions, views of their followers, and lexical and poetical
interpretations. Besides, in Al-Qurtubi’s exegesis, from which dialects and languages
the unfamiliar words in Qur’an are derived is also clarified. Eventually, a table
containing these unfamiliar words is presented.
Keywords: Qur’an, Unfamiliar Words in Qur’an, Arabic, Word, Exegesis,
Al-Qurtubi.
viii
İÇİNDEKİLER
TEZ ONAY SAYFASI............................................................................................ ii
ORJİNALLİK RAPORU VE BEYAN BELGESİ ................................................... iii
ÖZET ..................................................................................................................... iv
ABSTRACT ........................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER..................................................................................................... viii
KISALTMALAR................................................................................................... xii
TABLOLAR LİSTESİ.......................................................................................... xiii
GİRİŞ .......................................................................................................................1
1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, AMACI VE YÖNTEMİ.........................1
2. GARÎBU’L-KUR’ÂN’IN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ ....................................11
2.1. Garîbu’l-Kur’ân’ın Tanımı......................................................................11
2.2. Garîbu’l-Kur’ân’ın Önemi.......................................................................14
2.3. Garîbu’l-Kur’ân’ın Konusu .....................................................................18
2.4. Garîbu’l-Kur’ân’ın Gayesi ......................................................................19
2.5. Garîbu’l-Kur’ân’ın Ortaya Çıkışı ve Özellikleri ......................................19
2.6. Garîbu’l-Kur’ân Hakkında Yazılmış Başlıca Eserler ...............................31
2.7. Günümüzde Garîbu’l-Kur’ân Çalışmaları................................................38
2.8. Garîbu’l-Kur’ân’ın Tefsir İlmindeki Yeri ................................................43
2.9. Garîb Lafızların Kur’ân’da Olmasının Hikmeti .......................................46
3. GARÎBU’L-KUR’ÂN’I ANLAMANIN BAŞLICA KAYNAKLARI .................52
3.1. Kur’ân.....................................................................................................52
3.2. Sünnet.....................................................................................................55
3.3. Cahiliye Şiiri...........................................................................................57
3.4. Arap Kabileleri ve Lehçeleri ...................................................................60
1. BÖLÜM
KURTUBÎ VE “EL-CÂMİ‘ Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN” ADLI TEFSİRİ
1.1. KURTUBÎ’NİN HAYATI, TAHSİLİ VE ESERLERİ......................................66
1.1.1. Hayatı ..................................................................................................66
1.1.2. İlim Tahsili ..........................................................................................74
1.1.3. Eserleri.................................................................................................76
1.1.4. Kurtubî’nin Tefsiri “el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân”..............................78
ix
1.2. KURTUBÎ TEFSİRİ’NİN KAYNAKLARI......................................................80
1.2.1. Garîbu’l-Kur’ân Kitapları.....................................................................80
1.2.1.1. Ebû Ubeyde ve “Mecâzü’l-Kur’ân”ı.........................................81
1.2.1.2. el-Ferrâ ve “Meâni’l-Kur’ân”ı..................................................82
1.2.1.3. Ahfeş el-Evsat ve “Meâni’l-Kur’ân”ı .......................................83
1.2.1.4. İbn Kuteybe ve “Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân”ı ile “Tefsir Ğaribi’lKur’ân”ı ........................................................................................................84
1.2.1.5. Zeccâc ve “Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu”su ..............................85
1.2.1.6. Nehhâs ve “Meâni’l-Kur’ân”ı ile “İ’râbu’l-Kur’ân”ı.................87
1.2.2. Tefsir Kitapları.....................................................................................88
1.2.2.1. Taberî ve “Câmiu’l-Beyân”ı.....................................................89
1.2.2.2. Nakkâş ve “Şifâu’s-Südûr”u.....................................................89
1.2.2.3. Sa’lebî ve “el-Keşf ve’l-Beyân”ı ..............................................90
1.2.2.4. Mehdevî ve “et-Tahsîl”i ...........................................................90
1.2.2.5. Ebu’l-Hasan el-Mâverdî ve “en-Nüket”i...................................90
1.2.2.6. İbn Atıyye ve “el-Muharrerü’l-Vecîz”i.....................................91
1.2.3. Garîbu’l-Hadis Kitapları.......................................................................93
1.2.3.1. Ebû Ubeyd ve “Garîbu’l-Hadîs”i..............................................93
1.2.3.2. Ebu’l-Ferec b. el-Cevzî ve “Fühûmü’1-Âsâr”ı..........................94
1.2.4. Lügatlar................................................................................................95
1.2.4.1. Ferâhîdî ve “Kitabü’l-Ayn”ı.....................................................95
1.2.4.2. Asmaî ve “Kitabü’1-Ef’âl”ı......................................................96
1.2.4.3. Ebû Ömer el-Mutarriz ve “Kitabü’l-Yevâkît”i..........................97
1.2.4.4. İbnü’l-Enbârî ve “Kitabü’z-Zâhir”i...........................................97
1.2.4.5. Cevherî ve “es-Sıhâh”ı .............................................................98
1.2.4.6. İbn Fâris ve “Mücmelü’Lüğa”sı ile “Mekâyîsü’1-Lüğa”sı ........99
1.2.4.7. İbn Sîde ve “el-Muhkem”i........................................................99
1.2.5. Arap Dili Ve Edebiyatına Dair Kitaplar.............................................100
1.3. KUR’ÂN’A GÖRE DİLLER .........................................................................101
1.4. KUR’ÂN VE ARAP DİLİ..............................................................................107
1.5. KUR’ÂN LAFIZLARI...................................................................................112
1.5.1. Kur’ân Lafızlarının Niteliği................................................................115
x
1.5.2. Kur’ân Lafızlarının Niceliği ...............................................................120
1.5.3. Kur’ân Lafızlarının İçeriği..................................................................121
2. BÖLÜM
KURTUBÎ’YE GÖRE GARÎBU’L-KUR’ÂN
2.1. KURTUBÎ’NİN KUR’ÂN LAFIZLARINA YAKLAŞIMI ............................124
2.2. KURTUBÎ’NİN GARÎBU’L-KUR’ÂN’I DEĞERLENDİRME YÖNTEMİ...128
2.3. KURTUBÎ’NİN ELE ALDIĞI GARÎBU’L-KUR’ÂN GÖRÜŞLERİ.............131
2.3.1. “Kur’ân Lafızları Sadece Arapçadır” Görüşü......................................132
2.3.2. “Kur’ân Lafızları Sadece Arapça Değildir” Görüşü ............................134
2.3.3. “Kur’ân’da, Muarreb Lafızlar Vardır” Görüşü....................................135
2.3.4. Zikredilen Bu Üç Görüşü Birlikte Mütalaa Eden Görüş......................136
2.3.5. “Kur’ân’da, Ortak Kullanılmış Bazı Lafızlar Vardır” Görüşü ............137
2.4. KURTUBÎ’NİN TERCİH ETTİĞİ GARÎBU’L-KUR’ÂN GÖRÜŞÜ.............138
2.5. KURTUBÎ’NİN GARÎBU’L-KUR’ÂN’I YORUMLAMA BİÇİMİ ...............140
2.5.1. Garîbu’l-Kur’ân’ı Kur’ân’la ve Hadislerle Yorumlaması....................140
2.5.2. Garîbu’l-Kur’ân’ı Sahabe Kavliyle Yorumlaması...............................142
2.5.3. Garîbu’l-Kur’ân’ı Tâbiûn Görüşüyle Yorumlaması ............................142
2.5.4. Garîbu’l-Kur’ân’ı Lügatlarla Yorumlaması ........................................143
2.5.5. Garîbu’l-Kur’ân’ı Şiirlerle Yorumlaması............................................143
2.6. KURTUBÎ TEFSİRİ’NDEKİ GARÎBU’L-KUR’ÂN VE İZAHLARI ............144
2.6.1. el-Fatiha Sûresi ..................................................................................145
2.6.2. el-Bakara Sûresi.................................................................................146
2.6.3. Âl-i İmrân Sûresi................................................................................164
2.6.4. en-Nisâ’ Sûresi...................................................................................168
2.6.5. el-Mâide Sûresi ..................................................................................176
2.6.6. el-En’âm Sûresi..................................................................................178
2.6.7. Hûd Sûresi .........................................................................................183
2.6.8. Yûsuf Sûresi.......................................................................................187
2.6.9. er-Ra’d Sûresi ....................................................................................189
2.6.10. el-Hicr Sûresi ...................................................................................191
2.2.11. en-Nahl Sûresi..................................................................................193
2.6.12. el-İsrâ’ Sûresi...................................................................................196
xi
2.6.13. el-Kehf Sûresi ..................................................................................197
2.6.14. Tâhâ Sûresi ......................................................................................200
2.2.15. el-Mü’minûn Sûresi..........................................................................202
2.6.16. en-Nûr Sûresi ...................................................................................205
2.2.17. el-Kasas Sûresi.................................................................................207
2.2.18. Sebe’ Sûresi .....................................................................................208
2.6.19. ed-Duhân Sûresi...............................................................................211
2.6.20. en-Necm Sûresi................................................................................213
2.2.21. er-Rahmân Sûresi.............................................................................216
2.6.22. el-Hadîd Sûresi.................................................................................217
2.6.23. el-Müzzemmil Sûresi .......................................................................218
2.6.24. el-Müddessir Sûresi..........................................................................220
2.6.25. en-Nâziât Sûresi...............................................................................223
2.6.26. Abese Sûresi ....................................................................................224
2.6.27. el-Mütaffifîn Sûresi..........................................................................227
2.6.28. el-Âdiyât Sûresi................................................................................229
2.6.29. el-Mâûn Sûresi.................................................................................231
SONUÇ................................................................................................................238
KAYNAKÇA .......................................................................................................240
xii
KISALTMALAR
AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b. Bin (oğlu)
Bkz, bkz. Bakınız
bs. / bsy. Baskı / Baskı sayısı yok
çev. Çeviren
İFAV M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı
h. Hicrî
iht. İhtisar eden
İLTED Atatürk Üniversitesi İlâhiyât Tetkikleri Dergisi
m. Miladî
m.ö. Milâttan önce
ö. Ölüm tarihi
p. Page (sayfa)
S. Sayı
Sad. Sadeleştiren
s. / ss. Sayfa / Sayfa sayısı
TDK Türk Dil Kurumu
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
Thk., thk. Tahkik eden
trc. Tercüme eden
ty. Tarih yok
vb. / vs. Ve benzeri / Vesaire
vd. Ve devamı, ve diğer(ler)i
v.dğr. Ve diğer(le)ri
xiii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Kurtubî Tefsiri’nde Geçen Garîbu’l-Kur’ân Lafızları 234
1
GİRİŞ
1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, AMACI VE YÖNTEMİ
Kur’ân, Arap diliyle indirilmiştir.1 Arap dilinin sarf, nahiv ve belâğat gibi
yapıları, lafızlarının birden fazla anlam ifade etmesi, kelimelerinin çokluğu ve Arap
toplumlarının muhtelif lehçelere sahip olması gibi özellikleri, diller arasında ona
müstesnâ bir yer kazandırmıştır. Arap dilindeki iştikâk ve i’râb kuralları, Arapçanın
mânâ zenginliği elde etmesine vasıta olmuştur.2 Arapça, Kur’ân’ın vahyedilmesi ve
İslamiyetin yayılmasıyla birlikte hem gelişmiş hem geliştirilmiş bir dildir.3 Kur’ân
Arap dili ile indirildiğinden dolayı kâfi derecede Arapçayı bilmek, nassları anlamak
için gerekli şartlar arasında yer almaktadır.4 Yeterli derecede Arap dilini bilmeyenler,
dini esas mecrasından saptırabilmektedir. Fesahatı ve belağatı ile mübin olan Kur’ân
ve Sünnet, Arapçanın edebî güzelliklerinin ve mânâ zenginliklerinin ortaya çıktığı bir
ortam hazırlamışlardır. Araplar, ta’rîb usûlüyle Arap diline pek çok lafız devşirip
onun zenginleşmesini sağlamışlardır. Arap dilinin yapısından doğan bu durum
vesilesiyle Arapça, et-Tatavvuru’l-Lüğavî olarak ifade edilen anlam zenginliğine,
çok ince mânâları ifade edebilme ve somut anlamları isimlendirme kabiliyetine sahip
bulunmaktadır.
5
Dünya dilleri arasında Arapçanın en zengin, en geniş ve en üstün dil olduğu
belirtilmektedir.
6 Aslında her lisan, kendi bünyesinde üstün meziyetlere ve farklı
güzelliklere sahiptir. Fakat Arapça lafızlardaki mânâ zenginliği ve ince anlamları
ifade edebilme hususiyeti neredeyse başka hiçbir dilde bulunmaz.
7
1 Yûsuf 12/2; en-Nahl 16/103; Tâhâ 20/113; eş-Şuarâ’ 26/195; ez-Zümer 39/28; Fussilet 41/3; eş-Şûrâ
42/7; ez-Zuhruf 43/3; el-Ahkâf 46/2.
2 Emanullah Polat, “Kur’ân Dili Arapçanın Yapısı ve Bazı Özellikleri”, International Periodical For
the Languages Literature and History of Turkish or Turkic 9/2 (Winter 2014): 1793.
3 Corci Zeydan, Târih Âdâbi’l-Lüğati’l-Arabiyye, thk. Şavkî Dayf, (Dârü’l-Hilâl, 2011), 2: 14.
4 Bedrüddin Muhammed b. Abdillah b. Bahadır ez-Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Yûsuf
Abdurrahman Mar’aşli vd. 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Ma’rife, 1990), 2: 302; Abdurrahman b. Ebi
Bekir Celâluddîn es-Süyûtî, el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Şuayb el-Arnaût vd., 1. bs. (Beyrût,
Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, 2008), 764; Corci Zeydan, Târih Âdâb, 2: 12.
5 Bkz. Polat, “Kur’ân Dili”, 1793.
6 Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî, er-Risâle, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, (Mısır, Matbaatu Mustafa elBâbî el-Halebî, 1940), 42; Süyûtî, el-İtkân, 288.
7 Ebu’l-Hasan Ahmed İbn Fâris, es-Sâhibî fî Fıkhı’l-Lüğati’l-Arabiyeti ve Mesâilihâ ve Sünenü’lArabi fî Kelâmihâ, thk. Ahmed Hasan Besc, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 19.
2
Yüce Allah’ın razı olduğu İslâm Dinini8
doğrudan öğrenmek, ancak Kur’ân
ve Sünnet’e başvurmakla mümkündür. Kur’ân ve Sünnet,
9 Arapçadır. Bu ikisinin
ilmine vakıf olmak için, Arapça bilgisine ihtiyaç vardır. Özellikle Kur’ân tefsiriyle
ilgilenen, Arapçayı öğrenmek mecburiyetindedir.
10
Arapçanın gelişmesi ve ilmî esaslara oturtulması, Kur’ân sayesinde olmuştur.
Kur’ân’ın indirilmesi üzerinden fazla bir zaman geçmeden nahiv kaideleri, âyetlere
göre yapılandırılmıştır. Sibeveyh’in (ö. 180/796), nahivle ilgili eserinde Kur’ân’dan
üç yüz misal verdiği görülmektedir.
11
Diğer taraftan Şafiî (ö. 204/820) ve İbn Fâris (ö. 395/1004), Arapça hakkında
dikkat çeken açıklamalarda bulunmuşlardır.
12 Birçok âlimle birlikte İbn Fâris ve
Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî (ö. 324/935-936), Arapçanın ilâhî menşeli bir lisan olduğu
görüşünü müdafaa ederken diğer taraftan Ebû Ali el-Fârisî (ö. 377/987), öğrencisi
İbn Cinnî (ö. 392/1002) ve bir grup Mu‘tezile âliminin başında yer aldığı farklı
düşünce sahiplerinin olduğunu belirtmek gerekir.13 Ayrıca “ وجَعِ ذيِ رَ
َغْي
ِياًّ
َع َرب
ناً
ٰ
ْرا
“قُ
“pürüzsüz (hiçbir eğriliği bulunmayan) Arapça bir Kur’ân” (ez-Zümer 39/28)
buyruğunda geçen “ج
َر ِذي ِعَو
يْغَ” “ pürüssüz” ifadesinin Kur’ân’ın sıfatı olduğu
hususunda müfessirler ittifak etmişlerdir.”
14
ِي ٌن”
ِ ٌّي ُّمب
,ise) ân’Kur (Bu ” “َو َهذَا لِ َسا ٌن َع َرب
gayet açık bir Arapçadır” (en-Nahl 16/103) ve “ن
ِي
ِ ي ُّمب
ن َع َرب
َسا
ِِل
ب” “Apaçık bir Arap dili
ile” (eş-Şuarâ’ 26/195) âyetlerinde geçen Arapçanın “نٌ يِ
َم ْعنَي” ,vasfı” mübîn ” “ُمب
ْ
ال
,“belirgin mânâsı ” “َوا ِض ُح
15
ُو ِل”
َمدْل
ْ
,“aşikâr anlamlar gösterdiği ” “َظا ِه ُر ال
16
ُهوِم”
َمفْ
ْ
ُّي ال
“ َجل
8 Âl-i İmrân 3/19, 85; el-Mâide 5/3.
9 Burada Sünnet’in, fiîlî, kavlî ve takrîrî nevilerinden genellikle kavlî sünnet (hadis) kasdedilmektedir.
10 Muvaffakuddin Ebi Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî, elMuğnî, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Turkî-Abdulfettah Muhammed el-Huluv, (Riyad, Dârü
Âlemi’l-Kütüb, 1997), 13: 151; Fahruddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer er-Râzî, el-Mahsûl
fî İlmi Usûli’l-Fıkıh, thk. Taha Câbir Feyyâd el-Alvânî, (Beyrût, Müessesetü’r-Risâle, ty.), 1: 34.
11 Bkz. Corci Zeydan, Târih Âdâb, 2: 15.
12 Şafiî, Arapçanın, ifade bakımından dillerin en genişi, lafız sayısı açısından en zengini olduğunu ve
Hz. Peygamber’den başka, Arapçayı bütün yönleriyle bilen herhangi birini bilmediklerini
söylemektedir. (Şâfiî, er-Risâle, 42; ayrıca bkz. Süyûtî, el-İtkân, 288). Burada, Sahabilerin,
anlamını bilmedikleri kelimeleri Hz. Peygamber’e sormuş olmaları ve Hz. Peygamber’in onlara
açıklamada bulunmuş olması dolayısıyla Hz. Peygamber’in her açıdan Arap diline vukufiyetini
gösterdiği söylenebilir. İbn Fâris de, Arap dilinin tümüyle bize ulaşmadığını, Araplardan dil olarak
bize intikal edenin sadece çoğun azı olduğunu, zira Arapçanın iyi bilenlerle beraber kaybolup
gittiğini ifade etmektedir (İbn Fâris, es-Sâhibî, 36). İbn Fâris de bu ifadesiyle, asırdan asıra,
nesilden nesile her dilin birçok kelimesinin değiştiğini ve değişiklik arzettiğini kasdetmiş olabilir.
13 Bkz. Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîh Âdâbi’l-Arab, (Kahire, Müessesetü Hindâvî, 2013), 47.
14 Polat, “Kur’ân Dili”, 1795-1796.
15 Nasirüddin Ebû Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beydâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’tTe’vîl, thk. Muhammed Abdurrahman Mar’aşli, (Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 4: 150;
3
“anlaşılması net”
َح ة” ve 17
َصا
ن َوفَ
“sahip akıcılığa ve açıklık” “ذُو بَيَا
18 olarak
açıklanmaktadır. Kur’ân’ın Arap diliyle indirilmiş olması, onu, fesâhat, belâğat ve
anlamlarının kuşatıcılığı cihetinden mükemmel kıldığı gibi, ondan önce gönderilen
ilâhî kitaplardan da daha mükemmel duruma getirmiştir.19
İbn Hazm (ö. 456/1064), İslâm âlimlerinin büyük kısmında görülen Arap
soyuna ve Arap lisanına yapılan üstünlük vurgusunu kabul etmemektedir. O, bu
anlayışa karşı çıkmaktadır. İbn Hazm, üstünlüğün birtakım sebepleri olduğu için
lisanda üstünlük aramanın boş bir iş olduğunu, bir lisanın başka bir lisana karşı
fevkiyetine dair herhangi bir nassın bulunmadığını söylemektedir. Bu görüşüne,
Yüce Allah’ın, insanlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklaması için her paygamberi,
ancak kendi kavminin diliyle gönderdiğini20 ve Hz. Peygamber’i, düşünüp öğüt
alsınlar diye Kur’ân’ı onun diliyle kolaylaştırdığını21 bildiren âyetleri delil olarak
getirmektedir. İbn Hazm, Kur’ân’ın Arap diliyle indirilmesinin, Hz. Peygamber’in
kavminin anlamasından başka bir gayesi olmadığını22 vurgulamaktadır.
“Kur’ân, Arap diliyle indirilmiştir” sözü, aslında Kur’ân’ı tarihle bağlantılı
hale getirmektedir. Bu sebeple Kur’ân, kendi içerisinde bazı özellikler taşımaktadır.
“Arapça Kur’ân” ifadesi, bir nassı hem okumanın hem anlamanın bir şartı olan
lisanın beşerî algının hududunu aşmadığını göstermektedir. “Kur’ân, Arap diliyle
indirilmiştir” sözü, anlamanın sadece Arapçanın özel yapısı ile olmadığını, insanın
yaşanılan tarihteki tüm kodlara ve onlara yapılan atıflara vakıf olmakla
gerçekleşeceğini ifade etmektedir.23 Kur’ân, Arap toplumları tarafından kullanılan
Arapça olmayan kavramlara önem vermektedir. Lafız, her ne kadar Arap olmayan bir
topluma ait ise de artık o, Arap kültürünün bir parçası haline gelmiş demektir. Yüce
16 Muhammed b. Muhammed el-Emâdî Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm,
(Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 6: 264.
17 Muhammed Cemalüddin el-Kasımî, Mehâsinü’t-Te’vîl, thk. Muhammed Bâsil Uyûn es-Sûd,
(Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 7: 475.
18 Celâluddîn el-Mahallî vd., Tefsîrü’l-Celâleyn, thk. Fahruddin Kabâva, (Beyrût, Mektebetü Lübnân
Nâşirûn, 2003), 279.
19 Bkz. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Sami b. Muhammed esSelâme, (Dârü Taybe, 1999), 4: 603; Polat, “Kur’ân Dili”, 1795-1796.
20 İbrahim 14/4.
21 ed-Duhân 44/58.
22 Bkz. Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm, el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm, thk. Ahmed
Muhammed Şâkir, (Beyrût, Dârü’l-Âfâki’l-Cedîde, ty.), 1: 33-34; Zafer Koç, Kur’ân Tefsirinde
Yöntem Arayışları, (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), 85.
23 Bkz. Macit Nadim, Kur'ân’ın İnsan-Biçimci Dili, (İstanbul, Beyân Yayınları, 1996), 34.
4
Allah inasanların akletmesi için Kur’ân’ı Arapça olarak indirdiğini bildirmektedir.24
Bu noktada “Kur’ân, tarihin belli bir döneminde, o dönemin somut tarihi ve
toplumsal gerçekliklerine atıfta bulunan mesajlar bütünü şeklinde Arap dilinde, ezelîebedî bir zâtın sözü olarak insanlara indirilmiş bir mesajdır”
25 denilebilir.
Herhangi bir maksad, duygu, düşünce ve olayı anlatmak, ancak belli bir
düzen içinde birbiriyle bağlantılı kelime, cümle, paragraf vs. ile mümkündür. İfade
edilen herhangi bir şeyin doğru anlaşılması, ondan bahseden lafızların yer aldığı ilgili
bütünlük içinde doğru mütalaa edilmesiyle gerçekleşebilir. Kur’ân, harf, kelime, âyet
ve sûrelerden oluşmaktadır. Kur’ân’ı doğru anlamak, ancak onun lafızlarını yer
aldıkları mevkileri itibarıyla bir bütünlük içinde ele almaya bağlıdır. Kur’ân’ın diğer
kavramları gibi Garîbu’l-Kur’ân açıklamalarında, işin bu boyutuna dikkat etmek
gerekmektedir.
Bilindiği gibi kelimeler telaffuz edilirken bulunduğu duruma göre anlam
kazanabilir. Başka bir ifadeyle farklı toplumlar tarafından kullanılan aynı lafızlar,
farklı mânâlara gelebilir. Dolayısıyla bir kimsenin kendi görüş ve hevâsına göre
Kur’ân lafızlarıyla ilgili konuşması doğru görülmemektedir.
26 Kur’ân’da, Şeytan’ın
bize çirkin ve murdar işleri emrettiği ve Allah’a karşı bilmediğimiz şeyler
söylememizi istediği27 belirtilmektedir. Ayrıca Kur’ân’da, hiç bilmediğimiz bir şeyin
ardınca gitmememiz gerektiği, sahip olduğumuz kulak, göz, gönül, bunların her
birinin ondan sorumlu tutulacağı28 bildirilmektedir. Yüce Allah, peygamberleri
apaçık belge ve kitaplarla gönderdiğini, Hz. Peygamber insanlara indirileni açıklasın
ve insanlar düşünsünler diye “Zikri” indirdiğini29 buyurmaktadır.
Hz. Peygamber, Kur’ân hakkında kendi görüşüne göre söz söyleyen kimsenin
isabet etse dahi hata etmiş olacağını30 ifade etmektedir. Çünkü bu durumda kişi,
24 Yûsuf 12/2; Tâhâ 20/113; eş-Şuarâ’ 26/195; ez-Zümer 39/28; Fussilet 41/3, 44; eş-Şûrâ 42/7, ezZuhruf 43/3; el-Ahkâf 46/2.
25 Turan Koç, “Kur’ân Dili Açısından Söz Anlam İlişkisi”, Kur’ân ve Dil, Dilbilim ve Hermenotik
Sempozyumu, (Van, 17-18 Mayıs, 2001), 25-26.
26 el-Furkân 25/43.
27 el-Bakara 2/169.
28 el-İsrâ’ 17/36.
29 en-Nahl 16/44.
30 Muhammed b. İsa b. Sevra et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, thk. Muhammed Nâsiruddin el-Elbânî, 1.
bs. (Riyad, Mektebetü’l-Maârif, ty), “Tefsirü’l-Kur’ân”, 1; Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as elEzdî es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvûd, thk. Şuayb el-Arnaût vd., Özel Baskı, (Beyrût, Dârü’rRisâletü’l-Âlemiyye, 2009), “İlim”, 5.
5
Kur’ân hususunda hakikatını bilmediği bir şeyi söylemiş, Kur’ân’la ilgili bilgileri
nakledenlerin görüşlerini bilmeden şahsî kanaatini belirtmiş olmaktadır.
31 Ancak İbn
Atiyye’nin (ö. 541/1147) ifade ettiği gibi Kur’ân’ın kelimelerini, dilbilimcilerin dil,
nahivcilerin nahiv bakımından izahları ve fukahânın mânâsını açıklamaları bu
kapsama girmez. Bu âlimler, ilim ve inceleme kurallarına göre kendi içtihadlarını
ortaya koymaktadırlar. Bu şekilde görüş beyân eden, sadece şahsî görüşüne
dayanarak görüş beyân eden gibi olmaz.
32 Kurtubî (ö. 671/1273), İbn Atiyye’nin bu
izahını doğru bulduğunu ve ilim adamlarından birçok kişinin tercih ettiği görüşün bu
olduğunu söylemektedir. Ayrıca Kurtubî, Kur’ân hakkında kendi hevasına göre keyfi
istidlalde bulunarak görüş beyan eden kişinin hata etmiş olduğunu, üzerinde ittifak
edilen muhkem esaslar ışığında izahlarda bulunarak Kur’ân’daki hususların mânâsını
ortaya çıkarmaya çalışan kimsenin övüldüğünü belirtmektedir.33
Kur’ân’ın yazılıdan çok sözlü bir metin olduğu özelliği dikkat çekicidir. Bu
özelliğin, Kur’ân lafızlarının kolay anlaşılmasında büyük rol oynadığı açıktır. Onun
için, âyetlerin arka planına nüfuz etmeden, onların nüzûl ortamına girmeden,
Kur’ân’ı anlamak mümkün görünmemektedir.
34 Kur’ân âyetlerini anlaşılır hale
getirmek, nüzûl ortamıyla ilgili tutarlı bir ilişki kurmakla gerçekleşebilir. Kur’ân
âyetleri iyice düşünüldüğünde, söz konusu edilen ilişkiyi kurmanın o kadar güç
olmadığı görülebilir. Bu, Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına büyük katkı sağlamaktadır.
Müfessirlerin, Kur’ân’ın doğru anlaşılması noktasında Esbâb-ı Nüzûl’e çok değer
verdikleri, hatta birçok âlimin bu konuda müstakil eser yazdığı bilinmektedir.35
Esbâb-ı Nüzûl ilmine vakıf olmadan Kur’ân’la ilgili konuşmak doğru görülmez.
Çünkü bu ilim, Kur’ân’ı tefsir etmede her müfessirde bulunması gereken şartlardan
31 Nizamuddin el-Hasan Muhammed b. Hüseyin el-Kummî en-Nîsâbûrî, Tefsir Garâibi’l-Kur’ân ve
Rağâibu’l-Furkân, thkç, Zekeriya Umeyrât, 1. Bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), 1: 60.
32 Bkz. İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhak, el-Muharraru’l-Vecîz fi Tefsiri’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. erRehhâle el-Faruk ve diğerleri, 2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Hayr, 2007), 1: 23.
33 Bkz. Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekir el-Kurtubî, el-Câmi‘, thk. Abdullah b.
Abdulmuhsin et-Turkî, 1. bs. (Beyrût, Müessesetü’r-Risâle, 2006), 1: 57-58.
34 Bkz. Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali Ebû Bekr el-Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, thk. Abdulalî Abdulhamid
Hâmid, (Riyad, Mektebetü’r-Rüşd, 2003), 3: 542.
35 Bkz. Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, thk. Kemal Besyûnî Zeğlûl,
(Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1991); Celalüddin es-Süyûtî, Esbâbü’n-Nüzûl, (Beyrût,
Müessesetü’l-Kütübi’s-Sakâfiyye, 2002); Atiyye b. Atiyye el-Echûrî, İrşadü’r-Rahmân li
Esbâbi’n-Nüzûl ve’n-Nâsih ve’l-Mensûh ve Tecvîdi’l-Kur’ân, thk. Ebu’l-Fazl ed-Dimyâtî Ahmed
b. Ali, (Beyrût, Dârü İbn Hazm, 2009).
6
biri kabul edilmektedir.36 Ancak Kur’ân’ın bütün âyetlerinin nüzul sebebi olmadığı
da bir gerçektir. Bunları anlamak için ise, Kur’ân’ın genel olarak nüzûl ortamına
bakmak gerekmektedir.
Kur’ân’da, Kureyş lehçesi dışındaki Arap lehçelerinden ve farklı dillerden
Arapçaya geçen muarreb (Arapçalaşmış veya Arapçalaştırılmış) kelimeler vardır.
Kur’ân’da pek kullanılmadığı için, mânâsı az bilinen anlaşılması güç lafızlar da
mevcuttur.37 Farklı Arap lehçelerinden ve başka dillerden geçen bu lafızlar, âlimler
tarafından Garîbu’l-Kur’ân olarak tanımlanmaktadır.38 Kur’ân’da yer alan muğlak,
anlaşılması güç, çeşitli Arap lehçelerine ait ve yabancı olup zamanla Arapçalaşan
lafızların açıklanmasına “Garîbu’l-Kur’ân’ın Tefsiri”, bu lafızların açıklanmasıyla
ilgilenen ilim dalına “Garîbu’l-Kur’ân İlmi”, bu lafızları toplayıp mânâlarını izah
eden tefsir kitaplarına da “Garîbu’l-Kur’ân Tefsirleri” adı verilmektedir.39
Kur’ân’daki lafızların garîb olup olmaması, göreceli bir durumdur. Birinin
bilmediği bir lafzı, bir başkası rahatlıkla bilebilir.
40 Çünkü bu, dile hâkimiyetle
ilgilidir.41 Mesela Kur’ân lafızları hakkında iyi bir bilgiye sahip olan İbn Abbâs (ö.
68/687-88), Kur’ân’daki “Fâtır” (طرِ اَف(
42 kelimesinin anlamını, kuyu başında iki
köylünün kendi aralarında tartışırken birinin diğerine “هاَ
نَا فَ َط ْرتُ
َ
َها” yani” أ
تُ
ْ
نَا اِبْ تَدَأ
َ
“أ
43
36 Zerkeşî, el-Burhân, 1: 115; Süyûtî, el-İtkân, 71.
37 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 239; Abdurrahman b. Ebî Bekr Celâluddîn es-Süyûtî, el-Mühezzeb fîmâ
Vekaa fi’l-Kur’ân min’el-Muarreb, thk. er-Râcî el-Hâşimî et-Tihâmî, (Matbaatu Fedâle Sundûku
İhyâi’t-Türâsi’l-İslâmî, ty.), 57-59; Ali Turgut, Tefsîr Usûlü ve Kaynakları, (İstanbul, Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1991), 159; “Şafiî, İbn-i Cerîr, Ebû Ubeyde, İbn-i
Fâris, Kadı Ebû Bekr gibi âlimler, Kur’ân’da Arapça dışında kelime bulunmadığını savunurken
büyük çoğunluk bu görüşün aksine diğer dillerden Arapçaya geçip Arapçalaştırılan kelimelerin
bulunduğunu ileri sürmektedirler.”
38 Bkz. Süyûtî, el-Mühezzeb, 58-59; A. Cüneyt Eren, “Kur’ân Metninin Dil Özellikleri”, Ekev
Akademi Dergisi 59 (2014): 143.
39 Bkz. Sadreddin Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân Tefsirinin Doğuşu”, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 5-6 (1987-1988)-(1993): 11.
40 Muhammed Ali et-Tehânevî, “Garîb”, Mevsûa Keşşâf İstilâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm, thk. Ali
Dahrûc, 1. bs. (Beyrût, Mektebetu Lubnan Nâşirûn, 1996), 2: 1251.
41 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, (Kâhire, Müessesetü Hindâvî, 2012), 218.
42 “Fâtır” lafzı, Kur’ân’da altı yerde geçmektedir: el-En’âm 6/14; Yûsuf 12/101; İbrahim 14/10; Fâtır
35/1; ez-Zümer 39/46; eş-Şûrâ, 42/11.
43 Bkz. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullâh b. Müslim ed-Dîneverî. Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, Thk.
es-Seyyid Ahmed Sakar, (Beyrût: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1978), 151; Ebû Bekr Muhammed b.
Uzeyz es-Sicistânî, Nüzhetü’l-Kulûb fi Tefsiri Ğarîbu’l-Kur’âni’l-Azîz, thk. Yusuf Abdurrahman
el-Mar’aşlî, (Devletu Katar, 2013), 352; Râgıb el-İsfahânî, “Fetara”, Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân,
thk. Safvân Adnân Dâvûdî, 4. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kalem, 2009), 640.
7
“onu (kuyuyu) ilk ben açtım” lafzını kullanıncaya dek bilmediğini belirtmektedir.44
“Fâtır” kavramıyla ilgili bu misal, Kur’ân’da garîb kelimelerin olabileceğini ortaya
koymaktadır.
Şu bir hakikattir ki, herhangi bir dili bilen bir kimsenin, o dille yazılmış
eserlerin hepsini anlaması mümkün değildir. Aynı dille telif edilmiş nice eserler
vardır ki onları ancak mütehassısları iyi anlayabilirler. Bu durum, bütün diller için
söz konusudur. Türkçe, İngilizce, Almanca vb. diğer dillerin hepsi böyledir. Bir eseri
anlayabilmek için, dilbilgisi kurallarının yanı sıra özel bir zekâ ve kabiliyet de
gereklidir. Kur’ân’ın karşısında Araplar da aynı durumdadırlar. Birçok âyet, detaylı
ve maksatları anlaşılır olduğu halde, Arapçayı konuşanların hepsi, âyetleri anlamada
aynı derecede değildirler. Onlar da kavrayış, akıl düzeyi ve fikir açısından
birbirinden farklıdırlar.
45 Kur’ân’da, anlamı her insan tarafından bilinen kelimeler
olduğu gibi ancak âlimlerin muttali olabilecekleri kelimeler de vardır. Arapçayı bilen
için bile, anlamı muğlak âyetlerin ve lafızların açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
İlk tefsirler, Arapça ile telif edilmiştir. Kur’ân’ı tefsir etmenin vazifesini ilk olarak
Hz. Peygamber yerine germiş ve ümmetine tefsir yapmalarını emretmiştir.46 Böylece
Kur’ân’ın statik değil, bilakis bütün çağlara ve bütün insanlara seslenen, ayrıca her
problemi çözebilen dinamik ilâhî bir kitap olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’ân’da bir lafzın garib olmasının, müşterek, müradif (vücûh ve nezâir), az
bilinen ve başka dillerden Arapçaya geçen lafız olması gibi birtakım sebepleri
vardır.47 Başka bir ifadeyle lafzın Kureyş lehçesi haricinde başka bir lehçeye mensup
olması, muarreb olması,48 bazı kelimelerin İslâm’ın zuhuriyle birlikte lügat mânâsı
44 İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 33; Zerkeşî, Burhân, 1: 368; Muhyiddin Muhammed b. Süleyman elKafiyecî, et-Teysîr fi Kavâid İlmi’t-Tefsîr, thk. Mustafa Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, 1. bs.
(Kahire, Mektebetü’l-Kudsî, 1998), 43; Süyûtî, el-İtkân, 239; Muhammed Ali Taha ed-Dürre,
Tefsiru’l-Kur’âni’l-Kerîm ve İ’râbühu ve Beyânühu, 1. bs. (Dimaşk-Beyrût, Dârü İbn Kesîr,
2009), 7: 634.
45 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 216.
46 Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Sad. İsmail Karaçam, Emin Işık,
Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel, bsy. (İstanbul, Azim Dağıtım/Umut Matbaası, ty.), 1: 9; H.
Mehmet Soysaldı, “Kur’ân Tefsirinde Hz. Peygamber’in Yeri”, Fırat Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Elâzığ 3 (1998): 267-268.
47 Bkz. Ebû Muammed Mekkî b. Ebi Tâlib el-Kaysî, Tefsîrü’l-Müşkil min Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azîm
Ale’l-Îcaz ve’l-İhtisar, thk. Hüdâ et-Tavîl el-Ma’raşlî, (Yüksek Liasns Tezi), 1. bs. (Beyrût,
Dârü’n-Nûru’l-İslâmî, 1988), mukaddime, 53-54; Râfiî, Tarih Âdâb, 406; Halid Abdurrahman
Akk, Usûlü’t-Tefsîri ve Kavâ’idühu, 2. bs. (Beyrût, Daru’n-Nefâis, 1986), 151.
48 Râfiî, Târîh Âdâb, 178-181 ve 405-407.
8
yanında dînî bir ıstılah olarak yeni mânâlar kazanmış olması,49 lafzın lügatte ve
cümle içinde farklı anlamlar kazanması50 gibi bazı nedenleri söz konusudur. Garîb
lafızdan maksat ise, kulağı tırmalayıp hoş olmayan lafız değildir. Kur’ân, tamamen
bundan münezzehtir. Zira Kur’ân, fesâhat ve belâğatte zirvede bulunan ilâhî bir
kitaptır. Böylece Garîbu’l-Kur’ân, birden çok anlamı kapsaması, az kullanılması
sebebiyle izah edilmesi ve yorumlanması kolay olmayan, ancak lisan hakkında
bilgisi olanların vâkıf olabilecekleri, başkalarının kolayca bilemeyecekleri bir konu
olduğu tezahür etmektedir.
51 Dolayısıyla Kur’ân meâli yazanların da Garîbu’lKur’ân’a muttali olmadan meâl yazmaları doğru görülmemektedir. Çünkü bu durum,
Kur’ân’ın yanlış anlaşılmasına sebep olabilir.
Âlimler, Kur’ân tefsiri çerçevesinde Garîbu’l-Kur’ân’ı açıklamada uyulması
gereken hususlardan olmak üzere şunlara dikkat çekmektedirler:
1. Kur’ân’ı iyi incelemek: Bir âyeti tefsir ederken onunla ilgili diğer âyetleri
bir araya getirmek gerekir. Çünkü âyetler, birbirini açıklamaktadır.52 Böylece
Kur’ân’ın âyet ve lafızları yanlış ve eksik anlaşılmaktan, ilgili konu da Kur’ân’ın
bütünlüğü içinde kalarak Kur’ân’dan uzak tutulma tehlikesinden korunmuş olur.
2. Âyetleri izah eden hadislere başvurmak:53 Kur’ân’ı beyan etme selahiyeti,
ilk önce Hz. Peygamber’e verilmiştir.54 Hz. Ali (ö. 40/661), İbn Abbas’ı (ö. 68/687-
88) Hâricîlere gönderirken aralarında geçen şu konuşmada Hadis’in önemine vurgu
yapmaktadır. “Hz. Ali, İbn Abbâs’a: Onlarla tartışırken Kur’ân’dan delil getirme. İbn
Abbâs: Niçin ey Mü’minlerin Emiri? Ben Kur’ân’ı onlardan daha iyi biliyorum.
Kur’ân, evlerimizde indi. Hz. Ali: Doğru söylüyorsun, ancak Kur’ân’da vücûh
(birden fazla anlam ifade eden lafızlar) vardır. Kur’ân ile onlara hitap etme. Sen
onlara Kur’ân’dan delil getirirsen, onlar da Kur’ân’dan sana delil getirirler. Sen
onlara Sünnet’i delil getirerek onlarla tartış. O zaman asla kaçacak yer bulamazlar.
İbn Abbas, Sünnet ile onlarla tartıştı, onların delil olarak getirecekleri hiçbir şeyleri
kalmadı.”
55 Neticede tarih kaynaklarının verdiği bilgiye göre bu tartışmada İbn
49 Ahmed Emîn (1886-1954), Duha’l-İslâm, (Kahire, Müessesetü Hindâvî, 2012), 579.
50 Râfiî, Târîh Âdâb, 182-183.
51 Şâfiî, er-Risâle, 42; Râfiî, Târîh Âdâb, 405; Akk, Usûlü’t-Tefsîr, 150.
52 Süyûtî, el-İtkân, 763.
53 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 292; Süyûtî, el- İtkân, 763.
54 Bkz. en-Nahl 16/44, 64.
55 Süyûtî, el-İtkân, 302.
9
Abbâs, Sünnet’ten deliller getirerek binlerce Hâricînin tövbe edip Hz. Ali’nin safına
geçmesine vesile olmuştur.
56 Bu muhavereden, Kur’ân lafızlarının bir kısmının
birden çok mânâya delâlet etmesi sebebiyle Hz. Peygamber’in beyanlarını, sahabenin
görüşlerini ve selef-i sâlihîn’in açıklamalarını gözardı ederek Kur’ân’ı doğru anlayıp
yorumlamanın mümkün olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
3. Kur’ân’ı tefsir etmede sahabenin görüşlerine müracaat etmek:57 Sahabiler,
öğrendiklerini bizzat Hz. Peygamber’den almışlardır. Kur’ân’ın indirildiği sırada
sahabiler, Kur’ân lafızlarının anlamlarını bilme durumuna sahiptirler. Onlar, vahyin
nâzil olduğu ortamın bizzat tanığıdırlar. Sahabilerin yüksek kavrama kabiliyetleri,
hükümleri uygulamadaki duydukları şevk ve başarıları gibi birçok meziyetleri
vesilesiyle son derece önemlidirler. Bu konuda ilk dört halife ve İbn Mes’ûd (ö.
32/652-53), İbn Abbâs, Übey b. Ka’b (ö. 33/654), Zeyd b. Sâbit (ö. 45/665), Hz. Aişe
(ö. 58/678), Abdullah b. Amr b. el-Âs (ö. 65/684-85) ve benzeri sahabi tefsirlerini
bilmek, büyük önem arzetmektedir.
58
4. Arap lügatını bilmek:59 Yüce Allah, Kur’ân’ı Arap diliyle indirdiğini
bildirmektedir.60 Onun için, Arapçayı bilmeden Kur’ân hakkında, dolayısıyla
Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili konuşmak tasvip edilmemektedir.
5. Lafzın anlamından ve Usûlü’d-Din’de değişmeyen esaslardan zuhur eden
sonuca göre Kur’ân’ı yorumlamak: Hz. Peygamber’in Allah’tan İbn Abbâs’a, onun
dinde fakih kılmasını ve ona te’vîli öğretmesini61 dilediği zaman, kastedilen tefsir
nevinin böyle bir tefsir olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ali, Müslüman kişinin gayret
ederek elde ettiği şahsî Kur’ân anlayışını onun temel mirası, en baştaki malı kabul
56 Bkz. İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. Menî’ ez-Zührî, et-Tabakâtü’l-Kubrâ, (Kahire, Mektebetü’lHâncî, 2001), 2: 314-321), 3: 30; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî,
Târîhu’l-İslâm, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 2003), 2: 334-
335.
57 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 292; Süyûtî, el-İtkân, 763.
58 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 2: 293. Süyûtî, el-İtkân, 763.
59 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 302; Süyûtî, el-İtkân, 771.
60 Bkz. eş-Şuarâ’ 26/192-195; en-Nahl 16/103; ez-Zümer 39/28.
61 Ebû Abdullâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrahim el-Cu’fî el-Buhârî, Sahihu'I-Buhârî, thk.
Muhibbuddin el-Hatîb vd. 1. bs. (Kahire, el-Mektebetu’s-Selefiyye, 1400 h.), “Vüdû”, 10; Ebu’lHüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî. el-Câmiu’s-Sahîh, Riyad: Dârü Taybe, 2006),
“Fedâilü’s-Sahâbe”, 138.
10
etmektedir. Sahabilerin Kur’ân tefsirinde bazen birbirinden farklı yorumları, bu
türden sayılabilir.
62
Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında büyük önemi haiz olan Garîbu’l-Kur’ân’la
ilgilenmeyen hemen hemen hiçbir müfessir yoktur. Dolayısıyla Kurtubî de
Tefsiri’nde, Garîbu’l-Kur’ân’a çok yer vermektedir. Bu sebeple “Kur’ân’ın
Anlaşılmasında Garîbu’l-Kur’ân’ın Yeri (Kurtubî Tefsiri Örneği)” ele alınmıştır.
Çalışmada, ağırlıklı olarak analoji yöntemi kullanılmaktadır. Tümdengelim
ve tümevarım yaklaşımlarına da yer verilmektedir. Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın doğru
anlaşılması noktasında tefsirle ilişkisi çerçevesinde ele alınmakta ve onunla ilgili
değerlendirmeler yapılmaktadır. Ayrıca Garîbu’l-Kur’ân’a farklı açılardan bakılması
gerektiği, onun yalnız bir cephesi üzerinde durmanın -lügavî gibi- doğru olmadığı
göstermeye çalışılmaktadır.
Çalışmada, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili başvurulan ilk temel kaynak, Kur’ân
olmuştur. Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’la açıklanırken Kur’ân’ın bütünlüğünde âyette
bulunduğu yer itibarıyla taşıdığı anlamı dikkate alınmaktadır.
Çalışmada başvurulan temel kaynaklardan biri de hadis külliyatıdır. Hadis
külliyatının Sahih-i Buhârî, Sahih-i Müslim gibi eserlerinden iktibasta bulunarak Hz.
Peygamber’in Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili açıklamalarına yer verilmektedir.
Başvurduğumuz diğer bir kaynak çeşidi ise, İslam tarihi eserleridir. Garîbu’lKur’ân’ın hangi anlama geldiğini tespit etmede, sahabilerin Hz. Peygamber’den
aldıkları ilâhî mesajı nasıl anladıkları önemlidir. Hz. Peygamber, Yüce Allah
tarafından bütün insanlara gönderilen bir elçidir. Sahabilerin tutumları, herkes için
bir örnek teşkil edebilir. Sahabilerin, Kur’ân lafızlarını, özelde Garîbu’l-Kur’ân’ı
açıklamaları ve bu konudaki tasarrufları, Garîbu’l-Kur’ân’ı anlamada büyük pay
sahibidir. Bu sebeple çalışmada, sahabenin, ayrıca öğrencileri tâbiîlerin dönemleri
üzerinde önemle durulmaktadır.
Ayrıca çalışmada, bazı Garîbu’l-Kur’ân eserlerine, birtakım tefsirlere ve
Garîbu’l-Kur’ân’ın lügat ve ıstılah anlamları için çeşitli lügatlara başvurulmuştur.
Böylece Garîbu’l-Kur’ân’la kastedilen mânânın ortaya çıkmasına gayret edilmiştir.
Burada Kurtubî’nin, Garîbu’l-Kur’ân olarak özellilkle hakkında Arap kabileleri
62 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 302; Süyûtî, el-İtkân, 772.
11
lehçelerini ve Arapça dışındaki dilleri söz konusu ettiği kelimeler ele alınmıştır.
Bununla birlikte çalışmanın üçüncü bölümünde “Kurtubî Tefsiri’ndeki Garîbu’lKur’ân ve İzahları” alt başlığı altında Garîbu’l-Kur’ân lafızları açıklandıktan sonra
bunların, bazı Türkçe meâllerde nasıl ifade edildiğine dair bir fikir vermek için,
meâllerine yer verilmektedir. Garîbu’l-Kur’ân’ın Türkçe meâlleriyle Kurtubî’nin
beyanları arasında bazen karşılaştırmalar da yapılmaktadır. Son olarak çalışmada yer
alan Garîbu’l-Kur’ân lafızları, Kurtubî’nin açıklamaları gözetilerek bir tablo halinde
takdim edilmiştir.
2. GARÎBU’L-KUR’ÂN’IN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
2.1. Garîbu’l-Kur’ân’ın Tanımı
Garîbu’l-Kur’ân ifadesi, “Garîb” (ريبِغَ ( ve “Kur’ân” (رآنْ
kelimelerinden) قُ
oluşan bir isim tamlamasıdır. Tamlamada yer alan “Garîb” ve “Kur’ân” lafızlarının
anlamı hakkında şu açıklamayı yapmak mümkündür:
“Garîb” lafzı, garâbet mastarından “Feîl” (فعيل (vezninde63 sıfatı müşebbehe
olup64 sözlükte, mânâsı kapalı, anlaşılması güç olan söz, uzak, vatanından uzak
kalan, yabancı, yaşadığı toplumun bireyi olmayan, kimsesiz insan,65 tek ve nadir
olan, bilinmeyen, müphem ve muğlak olan söz66 anlamlarına gelmektedir. Istılahta
ise çeşitli ilmî terimlerde farklı mânâlara gelen “garîb” lafzı, Arap edebiyatında
anlamı açık olmayan ve az kullanılan lafız67 demektir. Yabancı ve pek kullanılmadığı
63 Tehânevî, “Garîb”, Mevsûa, 2: 1250.
64 Ahmed b. Muhammed Ali, “Garabe”, el-Misbâhü’l-Münîr, (Beyrût, Mektebetü Lübnan, 1987), 169.
65 Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya, “Garabe”, Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, thk. Abdusselam
Muhammed Harun, (Beyrût, Dârü’l-Fikir, 1979), 4: 420-421; İsmâil İbn Hammâd el-Cevherî,
“Garabe”, Tâcü’l-lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulğafûr Attâr, 4. bs. (Beyrût, Dârü’lİlmi’l-Melâyîn, 1990), 1: 191-194; Râgıb el-İsfahânî, “Garabe”, Müfredât, 604-605; Abdulkadir
er-Râzî, “Garabe”, Muhtâru’s-Sihâh, (Beyrût, Mektebetü Lubnân, 1986), 197; İbn Manzûr,
“Garabe”, Lisânü’l-Arab, (Beyrût, Dârü Sadr, ty.), 1: 640; İbn Muhammed İbn Abdürrezzak elHüseynî ez-Zebîdî, “Garabe”, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, thk. Abdüssettar Ahmed Ferrac
vd., 1. bs. ve 2. bs. (Kuveyt, Dârü’l-Hidâye, 1965-2001), 3: 480; Abdulaziz İzzeddin es-Sîrevânî,
“Garabe”, el-Mu’cemu’l-Câmi’ li-Ğarîbi Müfredâti’l-Kur’ân, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-İlmi li’lMelâyîn, 1986), 8-9.
66 el-Bağdâdî, Ebû Ali İsmail b. Kasım el-Kâlî, “Garabe”, el-Bâri’ fi’l-Lüğa, thk. Hâşim et-Taân, 1.
bs. (Bağdâd, Mektebetu’n-Nahda-Beyrût, Dârü’l-Hadârati’l-Arabiyye, 1975), 301-310; İsmail b.
Abbâd, “Garabe” el-Muhîtu fi’l-Lüğa, thk. Muhammed Hasan âl Yâsîn, 1. bs. (Beyrût, Âlemü’lKütüb, 1994), 5: 73; İbn Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya el-Lüğavî, “Garabe”,
Mu’cem Mekâyisi’l-Lüğa, thk. Abdusselam Muhammed Harun, (Beyrût, Dârü’l-Fikir, 1979), 4:
420-421; İsfahânî, “Garabe”, Müfredât, 604-605; Carullah Mahmud b. Ömer b. Ahmed ezZemahşerî, “Garabe”, Esâsü’l-Belâğa, thk. Muhammed Bâsil Uyûn es-Sûd, 1. bs. (Beyrût, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, 1998), 1: 697; Râzî, “Garabe”, Muhtaru’s-Sihah, 197; İbn Manzûr, “Garabe”,
Lisân, 1: 640.
67 Tehânevî, “Ğarîb”, Mevsûa, 2: 1250.
12
için, sözlüklere başvurmadan anlaşılmayan kelimelere de “garîb” denilir.68 Başka bir
ifadeyle Kur’ân ve Hadis’te şerh ve açıklanmaya muhtaç kelimelere veya genel
olarak Arap dilinde lehçe farkı ya da az kullanılması gibi sebeplerle kolayca
bilinmeyen lafızlara “garîb” denilmektedir. Bu lafızlardaki garîblik, ya anlam
itibarıyla kapalı ve anlaşılmaktan uzak oluşu nedeniyle fesâhatı ihlal eden ya da az
kullanıldığından dolayı garîb olup fesâhatı ihlal etmeyen şeklinde iki kısımda
incelenebilir. Ancak Kur’ân’daki garîb lafızlar, bu ikinci kısıma girmektedir. Çünkü
Kur’ân’da yer alan kelimelerin garîbliği, onların mânâsındaki kapalılıktan değil,
kabileler arası lehçe farkından ve başka dillerden Arapçaya geçip muarreb olan
lafızlardan ileri gelmektedir.69
“Garabe” (غرب (anlamına gelen “garîb” kelimesi, uzaklığı, bu kelime eğer
herhangi bir kelimeye izafe edilirse, kapalı ve zihne yakın olmayan anlamı ifade
etmektedir. “Garabe” kelimesi, kökleriyle beraber Kur’ân’da 19 defa geçmektedir:
ْت) “Ğarabet“
,( َغ َربَ
70
,(تَ ْغُر ُب) “Teğrub“
71
ُرو ُب) “Ğurûb-el“
غُ
ْ
,(ال
72
ِ َها) “Ğurûbihâ“
ُروب
,(غُ
73
َم ْغِر ُب) “Mağrib-el“
ْ
,(ال
74
“el-Mağribeyn” (نِ
َم ْغِربَ ْي
ْ
,(ال
75
ِر ِب) “Meğârib-el“
َمغَا
ْ
,(ال
76
ِ َها) “Meğâribuhâ“
ِرب
َمغَا
),
77
“el-Ğarbî” (يُّ ِ
غَ ْرب
ْ
,(ال
78
ِيَّ ة) “Ğarbiyye“
.( َغ ْرب
79 Bütün bu lafızlar,
Batı cihetini ve güneşin batışını ifade etmektedir. “اًرابَ
,(Ğurâb” (غُ
80
“el-Ğurâb”
َرا ُب)
غُ
ْ
(ال
ِي ُب) “Ğarâbîb “ve 81
( َغ َراب
82 kelimeleri ise bilinen karga kuşunu belirtmektedir.
68 Râzî, Muhtâru’s-Sıhah, 197; Ali b. Muhammed b. Ali el-Huseynî el-Cürcânî, et-Ta’rifât, thk.
Muhammed Bâsil Uyûn es-Sûd, 2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002), 163.
69 Esîru’d-Dîn Ebû Hayyân en-Nahvî el-Endelûsî, Tuhfetü’l-Erîb bimâ fi’l-Kur’âni mine’l-Ğarîb, thk.
Semîru’l-Meczûb, 1. bs. (Beyrût, el-Mektebu’l-İslâmî, 1983), 21; Râfiî, Tarih Âdâb, 405-406;
İsmail Cerrahoğlu, “Tefsirde Ata b. Ebi Rabâh ve İbn Abbâs'tan Rivayet Ettiği Garîbu1-Kur’ân’ı”,
A.Ü.İ.F. Dergisi 22 (1978): 17; Tehânevî, “Ğarîb”, Mevsûa, 2: 1250-1251.
70 el-Kehf 18/17.
71 el-Kehf 18/86.
72 Kâf 50/39.
73 Tâhâ 20/130.
74 el-Bakara 2/115, 142, 177, 258; el-Kehf 18/86; eş-Şuarâ’ 26/28; el-Müzzemmil 73/9.
75 er-Rahman 55/17.
76 el-Meâric 70/40.
77 el-A’râf 7/137.
78 el-Kasas 28/44.
79 en-Nûr 24/35.
80 el-Mâide 5/31.
81 el-Mâide 5/31.
82 Fâtır 35/27.
13
“Garîb” anlamına gelen “garîb” lafzının, Kur’ân’da “garîb” sigasında geçmediği
fakat Araplarda şuyû’ bulduğu ve kullanıldığı görülmektedir.
83
“Kur’ân” (رآنْ
ُق (lafzına gelince; bu lafzın türetilmiş olup olmadığı ile ilgili
olarak âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda genel olarak hemzeli (Karae َ
َرأ
ve) قَ
hemzesiz (Kur’ân رآنْ
ُق (olmak üzere farklı iki görüş ileri sürülmektedir:
“Kur’ân” lafzının hemzesiz olduğu görüşündeki âlimlerin bir kısmına göre
Kur’ân lafzı, Allah kelâmına özel, hiçbir lafızdan türemiş olmayan hemzesiz alem bir
isimdir. Yani “karae” fiilinden türemiş bir isim değildir. Eğer “karae” fiilinden
türetilmiş olsaydı, her okunana Kur’an denilmesi icap ederdi. Tevrat ve İncil’e,
Tevrat ve İncil adları verildiği gibi, Kur’ân kelimesi de Kur’ân’a özel isim olarak
verilmiştir. Kısaca Kur’an lafzı, hiçbir kelimeden türememiştir. “Nûn” (ن (harfi de
Kur’ân kelimesinin aslındandır. Bu âlimlerin başka bir kısmına göre Kur’an lafzı, bir
şeyi diğer bir şeye katmak ve yaklaştırmak manasını ifade eden “karane” (نَ رَ
(قَ
fiilinden türemiştir. Çünkü Kur’ân’da sûreler, âyetler ve harfler yan yana dizilerek
birbirine eklenmiştir. Bu âlimlerin başka bir kısmına göre ise Kur’an kelimesi,
ِرينَ َة) “Karîne“
َق (lafzının çoğulu olan “karain” (ن رائَ
َق (lafzından türemiştir. Âyetler,
birbirini doğruladığı ve birbirine benzediği için Kur’ân kelimesi, Kur’ân’a alem
olmuştur.
84
“Kur’an” lafzının hemzeli olduğunu ileri süren âlimlerden bazısına göre
Kur’an lafzı, “ğufran” (رانَ
ْعََلن) “lân’fu “,gibi kelimeleri) ُر ْج َحان) “rüchân “ve) غُفْ
(فُ
vezninde bir sıfat olup toplamak anlamına gelen “el-kur” (رءْ
َالق (lafzından türemiş
hemzeli bir kelimedir. Zira Kur’an, sûreleri topladığı gibi geçmiş kitapların bütün
meyvelerini ve bütün ilimleri toplamış bulunmaktadır.
85 Bu âlimlerin başka bir
83 Bk. Muhammed Mekkî Ebû Tâlib el-Kaysî, el-Umde fi Ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Yûsuf Abdurrahman
el-Mar’aşlî, 1. bs. (Beyrût, Müessesetü’r-Risâle, 1981), mukaddime 13; bkz. Muhammed Fuad
Abdülbâkî, “Garabe”, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Kahire, Dârü’l-Hadîs
(Matbbatü Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye), 1364/1945), 496-497.
84 Bkz. Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ et-Teymî el-Basrî, Mecâzü’l-Kur’ân, thk. Muhammed
Fuad Sezgin, 1. bs. (Kahire,Mektebetü’l-Hâncî, 1954), 1: 1, 18; İsfahânî, “Karae”, Müfredât, 668-
669; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 1: 345-346; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, 1: 128-129; Zerkeşi, elBurhan, 1: 373-376-374; Suyuti, el-İtkân, 116; Muhammed Abdülazîm ez-Zürkânî, Menâhilü’lİrfân fi Ulûmi'l-Kur’ân, thk. Fevvâz Ahmed Zemerlî. 1. bs. (Beyrût: Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, 1995),
1: 15-16; Subhî es-Salih, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’ân, 10 bs. (Beyrût, Dârü’l-İlmi li’l-Melâyîn,
1977), 18-19; Mennâ’ el-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, 2. bs. (Kâhire, Mektebetü Vehbe,
ty.), 14-15.
85 Bkz. En-Nahl, 16/89; el-En’âm: 6/38; el-Kıyâmet 75/17; Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 1-
3.Zerkeşî, el-Burhan, 1: 374; Suyuti, el-İtkân, 116; Salih, Mebâhis, 16; Kattan, Mebâhis, 33
14
kısmına göre ise Kur’an kelimesi, “ğufran” (رانَ
eş ile ” ائَة َر الِق ” “kirae “,vezninde) غُفْ
anlamlı olup mastar anlamından ism-i mef’ûl anlamına nakledilmiştir.86 Kur’ân
kelimesi, Kur’ân’da 07 defa geçmektedir.
Istılahta ise “Kur’ân, Allah tarafından Cebrâil vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen
bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e vahyedilmiş olan, mushaflarda yazılan,
tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibâdet edilen, Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi
ile biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldıkları, Arapça mu’ciz bir
kelâm”
87 olarak tarif edilmiştir.
Neticede “Garîb” ve “Kur’ân” kelimelerinin terkibinden oluşan “Garîbu’lKur’ân”, Kur’ân’da garîb olarak değerlendirilen kavramların tefsirini konu edinen bir
ilim dalı olup bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır.
2.2. Garîbu’l-Kur’ân’ın Önemi
Garîbu’l-Kur’ân’ı önemli kılan husus, onun, Kur’ân lafızlarını açıklamasıdır.
تَ ِمسُوا َغ َرائِبَه” in’Peygamber .Hz
ْ
ْرآ َن َوال
قُ
ْ
ْعِربُوا ال
َ
أ” “Kur’ân’ın i’râbını yapınız (lafızlarının
mânâsını bilmeye gayret ediniz) ve onun garîblerini araştırınız”88 buyruğu, Garîbu’lKur’ân’ın önemine binaen onun hakkında çalışma yapmayı teşvik eden unsurlardan
biri olarak görülebilir. Bu hadisi, Hz. Peygamber’in Kur’ân’ın garîblerinin
bilinmesini emrettiği ve onları bilmeyenlerin Kur’ân’ı tefsir etmekten sakınmaları
gerektiği şeklinde anlamak da mümkündür. İbn Ömer’den (ö. 73/692) gelen bir
rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Kim Kur’ân’ı i’rab ederek
(anlayarak) okursa her harfine karşılık ona yirmi sevap, kim i’rab etmeden (onun
86 Bkz. el-Kıyâme 75/17; ayrıca Kurtubî, el-Câmi‘, 3: 161-162.
87 Bkz. Zürkânî, Menâhil, 10-11; Akk, Usûlü’t-Tefsîr, 36; Musa İbrahim el-İbrahim, Buhûsün
Menheciyye fi Ulûmi’l-Kur’ân, 2. Bs. (Ammân, Dâru Ammâr, 1996,), 14-15; İsmail Cerrahoğlu,
Tefsir Usûlü, 20. bs. (Ankara, Diyanet Vakfı Yayınları, 2011), 31-32; Abdulhamit Birışık,
“Kur’ân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 26: 383.
88 Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebi Şeybe el-Absî el-Kûfî, el-Müsannef, thk. Muhammed
Avvâme, 1. bs. (Cidde, Dârü’l-Kıble, 2006), 15: 431-432; Ebû Ya’la Ahmed b. Ali el-Müsennâ elMevsılî, Müsned Ebî Ya’la, thk. Hüseyn Selim Esed, (Dımaşk, Dârü’l-Me’mûn li’t-Türâs, 1987),
11: 436; Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsım el-Enbârî, Îzâhu’l-Vakf ve’l-İbtidâ’, thk. Muhyiddin
Abdurrahman Ramazan, (Dımaşk, Matbûâtu Mucemmai’l-Lüğati’l-Arabiyye, 1971), 1: 15; İbn
Atiyye, el-Muharrar, 1: 20; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 3: 546; Zerkeşî, el-Burhân, 2: 86; Süyûtî, elİtkân, 239.
15
anlamını bilmeden) okursa ona da on sevap vardır.”
89 Hadisin metninde geçen i’rab
lafzı, kelimelerin mânâsını bilmek anlamında kullanılmıştır.
90
Mücâhid (ö. 103/721), Allah’a ve âhiret gününe inanan bir kişinin Arapçayı
bilmeden Allah’ın kitabı hakkında konuşmasının helal olmayacağını91 söyleyerek
Garîbu’l-Kur’ân’ı öğrenmenin önemine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Kur’ân
tefsiriyle meşgul olanları bu konuda uyarmaktadır. Malik b. Enes (ö. 179/795), Arap
dilini bilmeyen kişinin Kur’ân’ı açıkladığı bilgisi ona ulaşması halinde mutlaka onu
cezalandıracağını”
92 belirterek Arapçayı bilmeden Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili yorum
yapmanın ceza gerektirecek kadar ağır bir mükellefiyet olduğunu vurgulamaktadır.
Zerkeşî (ö. 794/1392), Garîbu’l-Kur’ân’ı bilmeyenin Allah’ın kitabı hakkında
konuşmasının uygun olmayacağını ve müfessirin bu konuyu bilmesinin zaruri
olduğunu söylemektedir.93 Zira kaynaklarda müfessirin muhtaç olduğu ilimler
arasında Garîbu’l-Kur’ân ilmi yer almaktadır.
94 Ö. Nasuhi Bilmen (1883-1971) de
Garîbu’l-Kur’ân ilminin, Kur’ân’ın garîb olarak isimlendirilen bazı lâfızlarının
anlamlarını bilmeye hizmet ettiğini, Kur’ân’ın bazı lâfızlarının ve terkîblerinin Arap
fusahâsının edebî eserlerinde kullanılmış olmakla beraber halk arasında yaygın
olmadığını, bu açıdan “garîb” adını alan bu lâfızların ve terkîblerin anlamlarını
bilmenin müfessirler için gerekli olduğunu belirtmektedir.
95
Kur’ân’ın nazil olduğu dönemde, ilimleriyle tebarüz etmiş sahabenin Kur’ân
lafızlarının anlamlarını doğru bilme imkânına sahip oldukları halde bu konuda
konuşmaya ihtiyatla yaklaşmaları96 dikkat çekicidir. Kur’ân’da geçen “ebben” ( ا أب(
97
89 Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3: 548-549; Süyûtî, el-İtkân, 239.
90 Süyûtî, el-İtkân, 239.
91 Zerkeşî, el-Burhân, 1: 396, 2: 302; Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn,
(Kâhire, Dârü’l-Hadîs, 2012), 1: 232; Kattân, Mebâhis, 322.
92 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 3: 543; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 396; Akk, Usûlü’t-Tefsîr, 137.
93 Zerkeşî, el-Burhân, 1: 396.
94 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 240, 768-769; Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kelbî elGırnâtî İbn Cüzey, et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Muhammed Sâlim Haşim, 1. bs. (Beyrût,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1995), 1: 12; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 232; ayrıca bkz. Nurettin Turgay,
“Halil b. Ahmed ve Garîbu’l-Kur’ân (Khalil b. Ahmad and Garîb al-Quran)”, Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Çukurova University Journal of Faculty of Divinity) 13/2
(2013): 56.
95 Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi/Tabakâtü’l-Müfessirîn, (İstanbul, Bilmen Yayınevi,
1973), 1: 119.
96 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 1: 101-102.
97 Bkz. “Ebben” kelimesi Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: Abese, 80/31; İbn Abbas’a göre, “Ebben”
lafzı, “yonca gibi hayvanlara verilen yemler” anlamına gelmektedir (Muhammed AbdurrahimAhmed Nasrullah, Ğarîbu’l-Kur’ân fi Şi’ri’l-Arab (Suâlât Nafi’ b. el-Ezrak ila Abdillah b. Abbâs),
16
lafzının anlamı hakkında kendisine soru sorulması üzerine Hz. Ebû Bekr’in (ö.
13/634) “eğer ben Allah’ın kitabında olan bilmediğim bir şeyi söylersem, hangi gök
beni barındırır ve hangi yer beni taşır”98 ifadesi, bu konuda konuşmanın ne kadar ağır
bir mesuliyet olduğunu göstermektedir. Fakat buna rağmen Kur’ân lafızlarının
mânâlarının tespit edilmesine sahabe döneminde başlandığı söylenebilir.
99 Bilahere
hicrî II. asırdan itibaren Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân ilimleri arasında müstakil bir ilim
halini alır ve onunla ilgili çok sayıda eser telif edilir.100
Kur’ân’daki garîb lafızlar, ancak araştırma ve inceleme yapıldıktan sonra
mânâsı anlaşılan kapalı kelimelerdir ya da mânâsı, onu kullanan topluluk tarafından
bilindiği halde başka topluluklarca bilinmeyen kavramlardır. Kur’ân’da, her insanın
bildiği kelimeler olduğu gibi ancak derin ilim sahibi şahsiyetlerin bildiği garîb
lafızlar vardır. Yüce Allah, Kur’ân’ı apaçık Arapçayla indirmiştir lakin Arapça
konuşan ve onu iyi bilen sahabenin bir kısmı, Kur’ân’daki birtakım lafızların
anlamlarını bilmediklerini söyledikleri malumdur.101 Sahabe döneminden başlamak
üzere tâbiûn ve sonraki dönemlerde Garîbu’l-Kur’ân olarak ifade edilen lafızların
sayısında gittikçe artış olduğu görülmektedir. Bu nedenle Garîbu’l-Kur’ân ilmine
büyük ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak için Garîbu’l-Kur’ân eserleri
yazılmıştır. Telif edilen bu eserlerin çokluğu, Garîbu’l-Kur’ân’ın ne kadar gerekli,
önemli ve faydalı bir ilim olduğunu ortaya koymaktadır.
102
İsfahânî’ye (ö. V/XI. yüzyılın ilk çeyreği) göre “Kur’ân ilimlerinin en fazla
lazım olanı, kelimelere ilişkin ilimlerdir. Kavramların gerçek anlamlarını incelemek
de lafızla ilgili ilimlerdendir. Kur’ân kavramlarının mânâlarını öğrenmek, Kur’ân’ı
1. bs. (Beyrût, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sakâfiyye, 1993), 223); Sicistânî’ye göre ise “Ebben”
kelimesi, “hayvanların otlandığı şey” anlamına gelir. “Meyveler” nasıl ki insanlar için ise “Ebb”
de hayvanlar içindir (Nüzhetü’l-Kulûb, 109); Kaysî, el-Umde, 337.
98 Ebû İshâk es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsiri’l-Kur’ân, thk. Ebû Muhammed b. Âşûr, 1. bs.
(Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2002), 10: 134; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 3: 540-541; Kurtubî,
el-Câmi‘, 22: 87; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 399; Süyûtî, el-İtkân, 240.
99 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 220.
100 Bkz. Kaysî, el-Umde, mukaddime 17; Sıddîk b. Hasan el-Kannevcî, Ebcedü’l-Ulûm, thk,
Abdülcabbâr Zekâr, (Dımaşk, Vizâretu’s-Sakâfeti ve’l-İrşâd, 1978), 2: 502; İsmail Cerrahoğlu,
“Garîbü’l-Kur’ân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul, TDV Yayınları, 1996),
13: 379.
101 Bkz. Ferâhî; Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi sahabenin Kur’ân lafızlarının bazılarını bilmediklerine
dair haberlere karşı çıkar (Müfredâtü’l-Kur’ân, 110). Muhtemeldir ki Garîbu’l-Kur’ân’ın birden
çok anlam ifade etmesi, onun, hangi mânâyı kasdettiği hususunda tereddütler oluşturmuştur. Hz.
Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi sahabiler, bu sebeple böyle kelimeleri açıklamaktan çekinmiş olabilirler.
102 Muhammed Altuncî, el-Mu’cemü’l-Mufassal fi Tefsiri Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1. bs. (Beyrût,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmyye, 2003), 6.
17
anlamak isteyenler için, ilk yardımcı unsurlardandır. Bunlar tıpkı, bina yapmak
isteyen kişinin evvela ilk olarak kullanacağı kerpiçleri sağlamasına benzer. Bu,
yalnız Kur’ân ilimleri için değil, bütün şeriat ilimleri için faydalı ve geçerli bir
kuraldır. Çünkü Kur’ân lafızları, Arap kelamının özü ve zübdesidir, en mutedil, en
kıymetli olanıdır, fakihlerin ve âlimlerin, hüküm ve hikmetlerini çıkarmada temel
dayanağıdır, en büyük şairlerin ve belâğat ustalarının nazım ve nesirlerinde daima
müracaat ettikleri kaynaktır. Bu lafızların ve onlardan oluşan ve türetilenlerin
haricinde kalanlar, ona nispetle, meyvelerin içi ile kabuğu, hurmanın kendisi ile
çekirdeği, buğdayın özü ile kepeği gibidir.”
103
Kur’ân’ı anlamak için ilk adım, İsfahânî’nin söylediği gibi Kur’ân lafızlarının
anlamını bilmektir. Eğer Kur’ân lafızlarının anlamı bilinmezse, düşünme kapıları
kapalıdır demektir. Bu durumda âyetleri anlamak problemli bir hale gelir, âyetlerin
ve sûrelerin nazmı gizli kalır.104 Dolayısıyla dînî açıdan Garîbu’l-Kur’ân’ın lügat
olarak ayrı bir değere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın
nüzûlünden itibaren Arap dili lafızlarının hem şer’î-ıstılâhî hem lügavî hem yeni
İslâmî terimlerin mânâlarını temsil etmektedir. Böylece Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân’ı
anlamada önemli bir yer tutmaktadır. Bu sebeple Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân ilimleri
arasında en başta müstakil bir ilim halini almıştır.
Garîbu’l-Kur’ân ilmi, Kur’ân’ın anlaşılması güç kelimelerini anahtar gibi
açmaktadır, onları tefsir etmektedir. Kur’ân’dan hükümlerin çıkarılması ve
anlaşılması noktasında âlimlerin ve araştırmacıların yardımcısıdır. Kur’ân’daki
hükümlerle ilişkili garîb lafızların mânâlarının bilgisini vermektedir. Ayrıca garîb
kavramların anlamını öğrenmeye çalışan kimseyi Arap kelâmıyla temasa geçmesini
sağlamaktadır. O kişiye çeşitli lafızları kullanmada Arapların örf, âdet ve
geleneklerini öğretmektedir. Arapların takip ettikleri yolları ve hayat tarzlarını
göstermektedir.105 Bilindiği üzere sözün anlaşılmasında ilk adım, o sözde kullanılan
kelimelerin anlamını bilmektir. Kelimelerin anlamı bilinmezse, yer aldıkları söz,
103 Bkz. İsfahânî, Müfredât, mukaddime, 54-55; Zerkeşî, el-Burhân, 2: 313-314; Nurdan Mendeş vd.,
“Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe ibn Hişâm’ın Yeri ve Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ıyla
Mukayesesi”, 50-51.
104 Abdulhamid Ferâhî, Müfredâtü’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ecmel Eyyûb el-Islâhî, 1. bs. (Beyrût,
Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 2002), 95.
105 Ahmed Tâhâ Fellâl, Mukarrar Ğarîbi’l-Kur’ân, (Câmiatu Ummü’l-Kurâ, Mektebetu Meâb, 2018),
7.
18
söylenmemiş gibi olur, hatta sözün yanlış anlaşılması sonucu bazı sorunlara sebep
olabilir.
Garîbu’l-Kur’ân ilmi, kelimeden kastedilen mânânın zıttını anlamamayı da
sağlamakta, lafızla kastedilen yöne sevkettirmektedir. Bilindiği gibi lafza yanlış
mânâ vermek, basit bir hata değildir. Bu durum, sözün doğru anlaşılmasına mani
olur, lafzın vermek istediği bilgi ve hikmetin yanlış anlaşılmasına yol açar. Bir
lafızda yapılan yanlış, gittikçe Kur’ân’ı doğru anlamaktan uzaklaştırabilir,
106 batıl
görüş ve ekollerin ortaya çıkmasına, toplumların sapıtmasına ve dinin bölünüp
bozulmasına sebep olabilir.107 Dolayısıyla Kur’ân lafızlarına muttali olmadan
Kur’ân’ı anlamak mümkün değildir.108 Neticede Kur’ân kelimeleriyle ilgilenen
Garîbu’l-Kur’ân ilmi, Kur’ân’ı izah etmede hata yapmaya mani olduğu gibi Kur’ân’ı
doğru anlamaya da yardımcı olmaktadır.
2.3. Garîbu’l-Kur’ân’ın Konusu
Garîbu’l-Kur’ân’ın konusu, Kur’ân’da az kullanılıp anlamı nadir bilinen ve
pek çok kimse tarafından anlaşılması zor olan kavramlardır.
109 Böylece Kur’ân
lafızlarının bir kısmı, Garîbu’l-Kur’ân ilminin kapsamına girmektedir. Garîbu’lKur’ân, sırf lügavî tefsirdir. Lafızların kendisini ve delâlet ettiği mânâları ele
almaktadır. Şu kadarı var ki Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân lafızlarını ele alırken nahiv,
sarf ve onların tafsilatı gibi diğer lügavî taraflarına pek bakmamaktadır. O, Kur’ân
lafızlarının mânâları üzerinde durmaktadır. Onları tefsir etmekte ve neye delalet
ettiklerini açıklamaya çalışmaktadır.
Garibu’l-Kur’ân’ı ele alan kitaplar, tefsir eserlerinden çok lügat kitaplarına
daha yakın görüldüğü için lügatların bir parçası kabul edilebilir. Konusu itibarıyla
Garibu’l-Kur’ân’ın, Garîbu’l-Lüğa eserlerinden sayılması da mümkündür. Garîbu’lKur’ân kitapları -ki Garîbu’l-Hadis kitapları da öyledir- gerçekte konulu lügatlardır.
Garîbu’l-Kur’ân müellifleri, Kur’ân kelimelerini ya hece düzenine ya da sûre
düzenine göre tertip etmektedirler.
110
106 Ferâhî, Müfredâ, 96.
107 Ferâhî, Müfredâ, 98.
108 Ferâhî, Müfredât, 99.
109 İbrahim Muhammed el-Cermî, Mu’cemu Ulûmi’l-Kur’ân, 1. bs. (Dımaşk, Dârü’l-Kalem, 2001),
197.
110 Bkz. Fellâl, Mukarrar, 6-7.
19
2.4. Garîbu’l-Kur’ân’ın Gayesi
Garîbu’l-Kur’ân’ın gayesi, Kur’ân’ın doğru anlaşılması için Kur’ân lafızlarını
murâd-ı ilâhiyi gözeterek asıl mânâları dışında farklı anlama gelmeyecek şekilde
açıklamada bulunmaktır. Ayrıca Kur’ân’ı yanlış anlamaktan alıkoymak, Kur’ân’la
ilgili bilgisizlikleri gidermek ve Kur’ân lafızları hakkındaki her türlü şüpheyi bertaraf
etmektir. Burada Kur’ân kelimelerinin yanlış anlaşılması, ya lafzı doğru dürüst
bilmeden ve kavramadan onunla ifade edilmek istenen anlamı bırakıp ona başka
mânâ vermekten ya da lafzın keyfiyetini ve kemmiyetini, onun ne olduğunu
bilmemekten kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda, lafzın nazmının ve konumu
gereği tertibinin gösterdiği mânâlar, gizli kalmış olmaktadır. Kur’ân lafızları
hakkında oluşan şüphenin de, lafzın karışık olan vecihlerinden birini belirlemede
şaşkınlık yaşamaktan ya da lafzın umûm mu yoksa husûs mu ifade ettiği noktasında
tereddütte bulunmaktan neşet etmektedir. Kur’ân lafızlarını yanlış anlamaktan
kurtulmak için, lafızların anlamının ve muhtemel vecihlerinin bilinmesi gerekir.
Kur’ân lafızları hakkındaki şüpheyi savmak da ancak Kur’ân lafızlarının nazmına
vakıf olmakla mümkündür. Dolayısıyla Kur’ân lafızlarının anlamlarını bilmek ve
onların muhtemel vecihlerine vâkıf olmak sayesinde Kur’ân lafızlarıyla ilgili en
mükemmel irtibat sağlanmış ve en iyi te’vili yapma imkânı elde edilmiş
olmaktadır.111 Neticede “Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân lafızlarının yanlış açıklanmasına
meydan vermeden doğru anlaşılmasını sağlamayı amaç edinen bir ilimdir” demek
mümkündür.
2.5. Garîbu’l-Kur’ân’ın Ortaya Çıkışı ve Özellikleri
Kur’ân’ın indiği şekilde tespit edilmesi ve korunması ile ilgili çalışmalar, Hz.
Peygamber döneminde başlar. Hz. Peygamber, Kur’ân’ı yazmak için sahabeden bir
grubu vahiy kâtibi olarak görevlendirir ve Kur’ân’ı Hz. Cebrâîl’den aldığı gibi
sahabeye ezberlettirir ve yazdırır.
112 Hz. Peygamber, her yıl Kur’ân’ı Hz. Cebrâîl’e
111 Bkz. Ferâhî, Mufredât, 112.
112 Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî, Telkîhu Fuhûmi Ehli’l-Eser fi Uyûni’t-Tarih
ve’s-Siyer, 1. Bs. (Beyrûti Dârü’l-Erkam, 1997), 58; Ebû Abdullâh Alâüddîn Moğultay b. Kılıç b.
Abdillâh el-Bekcerî, el-İşâre ilâ Sîreti’l-Mustafa ve Tarih Men Ba’dehu mine’l-Hulefâ, thk.
Muhammed Nizamuddin el-Füteyyih, 1. bs. (Dımaşk, Dârü’l-Kalem/Beyrût, ed-Dârü’ş-Şamiyye,
1996), 402-404’de Hz. Peygamber’in isthdam ettiği ve içlerinde vahiy kâtiplerinin bulunduğu 39
kâtibin ismi zikredilmiştir. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Fedâilü’l-Kur’ân, 1. bs. (Kahire, Mektebetu İbn
Teymiyye, 1416/1996), 153-163; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9.
20
arzeder, vefat ettiği yılın Ramazan ayında ise Hz. Cebrâîl’e Kur’ân’ı iki defa
arzeder.
113 Böylece Kur’ân metni, hem yazı ile tespit edilmek hem hıfzedilmek
suretiyle korunmuştur. Bu durum, Arap dili ve filolojisi açısından yeni bir hareket,
dilin bütünü ile yazıya taşınmasına bir başlangıç, okumaya ve yazmaya teşvik edici
bir faktör, sonradan yapılan filolojik çalışmaların süratle gelişmesine bir vasıta
olmuştur.114 Bu arada Kur’ân’da çeşitli Arap lehçelerine ve farklı dillere nispet
edilen lafızların olması, Garîbu’l-Kur’ân’ı gündeme getirir.
Hz. Peygamber zamanında Kur’ân’ı anlamada problem yok denecek kadar az
idi. Zira o dönemde Hz. Peygamber’in açıklamaları, akla gelen sorulara cevap
veriyordu.
115 Hz. Peygamber, çeşitli Arap kabileleriyle konuşuyor, anlaşıyor ve
onların lehçelerini kullanıyordu. Sahabiler de anlamını bilmedikleri lafızları Hz.
Peygamber’e soruyorlardı.
116 Böylece Hz. Peygamber, vahyi tebliğ ediyor, sorulara
muhatap olduğunda cevaplar veriyor ve zihinlerde oluşan müşkilleri ortadan
kaldırıyordu.117 Arap dilini fasih konuşan ve Arap kabilelerinin lehçelerini bilen Hz.
Peygamber, anlaşılması güç ve sahabilerin kavrayamadığı âyetleri açıklayarak
Kur’ân’ın ilk müfessiri olmuştur.118
Hz. Peygamber’in vefatı, İslâmiyetin geniş coğrafyalara yayılması, İslâm
âleminde birtakım problemlerin ve farklı düşünce cereyanlarının ortaya çıkması gibi
durumlar, Kur’ân’ın maksadına zıt yorumların yapılmasına yol açtığı görülebilir.119
Hz. Peygamber’den sonra Kur’ân hakkında aklı meşgul eden soruların muhatabı
113 Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 7; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3: 520; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9-10.
114 Bkz. Sadreddin Gümüş, “Seyyid Şerîf Cürcânî”, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, (1984): 21-22;
Şahabettin Ergüven, “Arap Dilinde Lahn’ın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri”, Hitit Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 6/11 (2007/1): 156.
115 Bkz. Ebû Hayyân el-Endelüsî, Tuhfetü‟l-Erîb bima fi’l-Kur’âni Mine’l-Ğarîb, thk. Semîr elMeczûb, 1. bs. (Beyrût, el-Mektebetü’l-İslâmî, 1983), 21; Zerkeşî, el-Burhân, 2: 175.
116 Bkz. Tirmizî, “el-Birr ve’s-Sıla”, 71; Mecdüddin Ebi’s-Saadât el-Mübârek b. Muhammed el-Cezerî
İbnü’l-Esîr, en-Nihayetü fi Ğarîbi’l-Hadîsi ve’l-Eser, thk. Ali b. Hasan b. Ali b. Abdulhamid elHalebî, 1. bs. (Demmâm Suudi Arabistan, Dârü İbnü’l-Cevzî, 1421 h.), 10; Kâtip Çelebî, Keşfü’zZünûn, 2: 1203; Mustafa Sadık er-Râfiî, İ’câzü’l-Kur’ân, (Beyrût, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, 2005),
215.
117 Bkz. İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Abdülhalim, Mukaddime fî Usûli’tTefsir, thk. Adnan Zerzûr, 2. bs. (Dımaşk, 1972), 35-38; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 107, 252, 380; 2:
315, 322; Kâtip Çelebî (Hâci Halîfe- Mustafa b. Abdullah Efendi,, Keşfü’z-Zünûn, (Beyrût, Dârü
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 2: 1203; Nasirüddin Ebî’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed el-Mâlikî
İbnü’l-Müneyyir, et-Teysîru’l-Acîb fî Tefsîri’l-Ğarîb, thk. Süleyman Mollaibrahimoğlu, 1. bs.
(Beyrût, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1994), 5.
118 Bkz. İbnü’l-Esîr, en-Nihayetü fi Ğarîbi’l-Hadis, 10.
119 Bkz. Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3: 542.
21
olarak sahabiler, Kur’ân’ın gayesine aykırı olan yorumları önlemek için, Kur’ân’da
beyan edilmeye muhtaç görülen yerleri açıklama lüzumunu duyarlar. Sahabiler, Hz.
Peygamber’in sohbet ve ders halkasında bulunmuş, Hz. Peygamber’le birlikte
olaylara, âyetlerin nüzûl sebeplerine, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerine
vâkıf,
120 Arap dili ve kültürüne, örf, adet ve geleneklerine hâkim şahsiyetlerdir.121
Sahabiler, bilgi, birikim ve tecrübeleriyle Kur’ân ve Sünnet ışığında Kur’ân’ı tefsir
ederek dille ilgili önemli açıklamalar yapmışlar, ayrıca âyetlerin nüzul sebeplerini
belirterek tefsir alanında büyük katkı sağlamışlardır. Bazı lafızların mânâsına nüfûz
edemediklerini söylemişler ve onları araştırıp öğrenmişlerdir.122 Hz. Ebû Bekr’den
başka Hz. Ömer’in (ö. 23/644) “Ebben” (اً بَ
(أ
123 lafzının anlamını bilmediğini,
124 İbn
Abbâs’ın da “Ğislîn” (لينِسْ غِ( ,
125
,( َحَنانًا) “Hanânen“
126
َّواه) “Evvâh“
(أ
127 ve “Rakîm”
(َرقِيم)
128 lafızlarının anlamlarına muttali’ olmadığı129 malumdur. Zengin bir yapıya
sahip olan Arap dilinin çeşitli lehçelerine herkes vâkıf olamaz.130 Bir insan, bir dili
istediği kadar bilsin, o dildeki bütün kelimelerin alamını kavrayamaz. Bu durum,
Kur’ân dili için de söz konusudur.
Hz. Peygamber döneminde muhtelif nesnelere yazılmış olan Kur’ân, birinci
Halife Hz. Ebû Bekr devrinde tek nüsha olarak Mushaf haline getirilir.131 Kur’ân,
120 Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b.
Abdulmuhsin et-Turkî, 1. bs. (Kâhire, Dârü’l-Hicr, 2001), 1: 74-76; Kaysî, Tefsîru’l-Müşkil,
Mukaddime, 55; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3: 542; İbn Teymiyye, Mukaddime, 95; Zerkeşî, elBurhân, 2: 293; Süyûtî, el-İtkân, 763;
121 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 8; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 59-60; Kattân, Mebâhis, 322; Emîn
el-Hûlî, “Tefsir ve Tefsirde Edebi Tefsir Metodu-1”, çev. Mevlüt Güngör, İslâmi Araştırmalar
Dergisi 2/6 (1988): 33.
122 Bkz. İbnü’l-Esîr’in, en-Nihâye fi Ğarîbi’l-Hadis, 10; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 215-218.
123 Abese 80/31.
124 Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3: 541-542; Ebû Ömer Muhammed b. Abdulvahid el-Bağdâdî ez-Zâhid
Gulâm Sa’leb, Yâkûtetu’s-Sırât fi Tefsiri Ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Muhammed b. Yakub et-Türkistânî,
1. bs. (Medine, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, 2002), 556; Sa’lbî, el-Keşf ve’l-Beyân, 10: 134;
Kurtubî, el-Câmi‘, 22: 87; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 399-400; Süyûtî, el-İtkân, 239; İbnü’l-Esîr,
“Ebebe”, en-Nihâye fi Ğarîbi’l-Hadisi, 21; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 216; Huşeyim, Hel fi’lKur’ân A’cemiyyün? -Nazratün Cedidetün ilâ Mevzûin Kadîm-, 1. bs. (Beyrût, Dârü’ş-Şarki’lEvsat, 1997), 17.
125 “Ğislîn” lafzı Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: el-Hâkka 69/36. İsfahânî, “Gislîn” lafzını,
“kâfirlerin bedenlerinin ateşte yıkanması” şeklinde açıklar (“Ğasele”, Müfredât, 607).
126 “Hanânen” kelimesi Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: Meryem 19/13; İsfahânî “Hanne” lafzının
şefkât, merhamet, acıma, sevgi anlamlarına geldiğini söylemektedir (Müfredât, 259).
127 “Evvâh” lafzı Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: Hûd 11/75; İsfahânî, “Evvâh”, Müfredât, 101;
Süyûtî’ye göre “Evvâh” lafzı, Habeşçede “rahîm”, İbericede “duâ” demektir (el-İtkân, 291).
128 “Rakîm” Lafzı da Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: el-Kehf 18/9.
129 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 211; Süyûtî, el-İtkân, 240.
130 Bkz. Şâfiî, er-Risâle, 42; Süyûtî, el-Mühezzeb, 59; Süyûtî, el-İtkân, 288.
131 Buhârî, “Fedâili1-Kur’ân”, 3.
22
Râşid Halifeler bilhassa üçüncü Halife Hz. Osman (ö. 35/656) zamanında Kur’ân’ın
okunmasıyla ilgili ihtilafların önüne geçmek için, Kureyş lehçesi esas alınıp bu tek
nüshadan çoğaltılarak çeşitli vilayetlere gönderilir.132 Kur’ân’ın lafız bütünlüğünü
korumaya yönelik faaliyetlerle birlikte mânâsının doğru ve iyi anlaşılması için dil
çalışmaları yapılır. Bu esnada, Garibu’l-Kur’ân tefsirleri meydana gelir.133
İlk halife Hz. Ebû Bekr’in bazı âyetlerin yorumunu yapmış olmasına rağmen,
garîb lafızların tefsiri hakkında sorulara cevap vermediği bilinmektedir.134 İkinci
halife Hz. Ömer’in ise Garîbu’l-Kur’ân konusunda daha cesur, fakat temkinli ve
tedbirli bir tutum sergileyerek garîb kelimelerin anlaşılmasını sağlamaya çalıştığı
görülmektedir. Hz. Ömer, Kur’ân’da mânâsı kapalı bir lafız gördüğü vakit “Kur’ân
yedi harf üzerine indirildi”135 hadisine istinaden farklı kabilelerden bu alanda
selahiyetli olanları çağırırdı. Gelenlere, mânâsı kapalı lafızların geçtiği âyeti okurdu.
Âyette bulunan lafzın hangi anlama geldiğini sorardı. Sonra, verilen mânâların en
uygun olanını tercih ederdi.136
Hz. Ömer, genç bir delikanlı olan İbn Abbâs’ı sahabilerin önde gelen
yaşlılarıyla beraber meclislerine alır. Buna karşı çıkanlara, onun ehil olduğunu
göstermek için bir meclis tertip eder ve sahabeden Nasr sûresi ile ilgili fikirlerini
sorar. Bazıları çeşitli yorumlarda bulunur. Bazıları ise konuşmaz. İbn Abbâs’a “sen
ne diyorsun?” diye sorduğunda İbn Abbâs, onların yorumlarından farklı bir izahta
bulunur. Nasr sûresinin Hz. Peygamber’in vefâtının yaklaştığını haber verdiğini
söyler. Akabinde Hz. Ömer: “Ben de senin bildiğinden başkasını bilmiyorum”137
diyerek yapılan yorumlar arasında İbn Abbâs’ın yorumunu tercih eder.
Hz. Ömer’in bu faaliyeti, Garîbu’l-Kur’ân ilmine duyulan ihtiyacı ortaya
koyduğu ve geniş açıklamalı lügat kitaplarının yazılmasının yolunu açtığı kabul
edilebilir. Derli toplu ilk lügat eserlerinin, Kur’ân’daki yoruma muhtaç lafızları
132 Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 2; Ayrıca Hz. Osman’dan önce Hz. Ömer’in Abdullah b. Mes’ud’a
yazdığı bir mektupta bu konuya dikkat çektiği görülmektedir (bkz. Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 13);
Süyûtî, el-İtkân, 132.
133 Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9-10.
134 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 1: 399; Süyûtî, el-İtkân, 240.
135 Buhârî, “Husûmât”, 44/4; Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 66/5.
136 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 35, 56, 61-62.
137 Bkz. Buhârî, “Tefsir”, 110; Amed b. Hanbel. Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût vd., (Müessesetü’rRisâle, yy.), 5: 231-232; Kurtubî, el-Câmi‘, 22: 541-542; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 56; Gümüş,
“Garîbu’l-Kur’ân”, 16.
23
toplayıp mânâlarını açıklayan “Garibu’l-Kur’ân tefsirleri (lügatları)” ve telaffuzları
aynı fakat Kur’ân’ın değişik yerlerinde farklı anlamlar taşıyan mürâdif lafızları konu
edinen “el-Vücûh ve’n-Nezâir” adlı kitaplar138 olduğu bilinmektedir.
Kur’ân’a büyük hizmetleri olan üçüncü halife Hz. Osman’ın hilafet işlerini
üstlenmesi, çevresinde bulunanların Kur’ân’a muttali olması ve erkenden hayata
veda etmesi gibi sebeplerle kendisinden Kur’ân’ın tefsirine dair pek fazla bir şey
nakledilmediği görülmektedir.139
Dördüncü halife Hz. Ali, râşid halifeler arasında kendisinden en çok tefsir
rivâyet edilen halifedir.
140 Hz. Ali, Hz. Peygamber’in evinde büyümüş, onun
vefâtından sonra Hz. Osman’ın şehâdetine kadar uzun müddet hilâfet işleriyle
ilgilenmemiş ve diğer halifelere göre çok yaşayan halife olması; fesâhat, belâğat,
hitâbet ve şiirde yüksek bir mevki elde etmesi; akıllı, zeki, ilim ve fazilet sahibi
olması, ona Kur’ân’ı açıklama yetkisini vermiştir.141 Hz. Peygamber’in vahiy kâtibi
ve onun duâlarını almış olması da ona ayrı bir özellik kazandırmıştır.142 Hz. Ali’nin,
“Vallahi, nerede ve ne hakkında nâzil olduğunu bilmediğim hiçbir âyet yoktur.
Şüphesiz Rabbim bana iyi anlayan bir kalp ve çok soran bir lisân bahşetmiştir”,
143
“Bana sorunuz. Vallahi, bana soracağınız her şeyi size bildireceğim. Bana Allah’ın
kitabından sorunuz. Vallahi, inen her âyetin gece mi, gündüz mü, ovada mı yoksa
dağda mı indiğini bilirim”
144 söylediği rivayet edilmektedir. Hz. Ali’nin bu durumu,
onun sahabe arasında müstesna bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Garîbu’l-Kur’ân’ın, Kur’ân’ı anlamada güçlük çekilen lafızların açıklanması
sonucu ortaya çıktığı anlaşılıyor. Sahabe ve tâbiûn devrinde, Kur’ân’daki garîb
lafızların mânâlarının tespiti için Arap şiirine başvurulmuştur.145 Bu hususta İbn
Abbâs, Arap şiiriyle delil getirme faaliyetinin öncüsü kabul edilebilir. Zira Nâfi’ b.
el-Ezrak’ın (ö. 65/685) İbn Abbâs’a Kur’ân’da geçen anlaşılması güç ikiyüz kadar
138 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2: 1203 vd.; Râfiî, Târîh Âdâb, 406-407; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”,
15.
139 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 59; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 215. Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 15.
140 Ahmed b. Mustafa (Taşköprüzâde), Miftâhü’s-Saâde ve Misbâhü’s-Siyâde fi Mevzûâti’l-Ulûm, 1.
bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985), 2: 55.
141 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 59; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 15.
142 Bkz. Zehebî, et-Tefsîr, 1: 59, 80-81.
143 Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Saâde, 2: 55-56; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 81.
144 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 783; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Saâde, 2: 55-56; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 81;
Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 15.
145 Zerkeşî, el-Burhân, 1: 397; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 220.
24
lafzı sorduğunu ve İbn Abbas’ın her lafza dair Arap şiirinden deliller getirdiğini
içeren “Mesâilu Nâfi’ b. el-Ezrak” adlı bir kitabın ortaya çıktığı bilinmektedir.146
Süyûtî, “el-İtkân” adlı eserinde Garîbu’l-Kur’ân’ı ele almaktadır. İbn Abbâs’tan
gelen yediyüz kadar Kur’ân kelimesinin müradif lafızlarla izahını vermektedir.
Süyûtî, Ali b. Ebî Talha’nın İbn Abbâs’tan rivayet ettiği yediyüz kadar, Dahhâk’ın
(ö. 105/723) İbn Abbâs’tan rivayet ettiği ikiyüze yakın lafzı da açıklamaktadır.
Böylece Garîbu’l-Kur’ân alanında Süyûtî’nin önemli bir hizmette147 bulunduğu
görülmektedir.
Garîbu’l-Kur’ân hakkında katkı sağlayan belli başlı müfessir sahabileri, toplu
halde şöyle zikretmek mümkündür: Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali,
İbn Mes’ûd (ö. 32/652-53), İbn Abbâs, Ubey b. Ka’b (ö. 33/654), Zeyd b. Sâbit (ö.
45/665), Ebû Musa el-Eş’arî (ö. 42/662-63) ve Abdullah b. Zübeyr.
148 Ö. Nasuhi
Bilmen, Ebû Hureyre (ö. 58/678), Abdullah b. Ömer (ö. 73/693), Abdullah b. Amr b.
Âs (ö. 65/684-85), Cabir b. Abdillah (ö. 78/697) ve Enes b. Malik (ö. 93/711-12) gibi
bazı sahabileri bu isimlere ekleyerek müfessir sahabenin sayısını onbeş’e
çıkarmıştır.149 Zehebî de bu isimlere Hz. Aişe’yi ilave etmiştir.150
Müfessir sahabiler, muhtelif derecelerde Kur’ân’ı açıklamışlardır.151 Bunların
başında Kur’ân’ın tercümanı ve müfessirlerin başı İbn Abbâs gelir.152 İbn Abbâs, Hz.
146 “Mesâilu Nâfi’ b. el-Ezrak” adlı kitap, 250 kelimeyi konu edinmiştir. Ğarîbu’l-Kur’ân fi Şi’ri’lArab (Suâlât Nâfi’ b. el-Ezrak ilâ Abdillah b. Abbas) olarak Muhammed Abdurrahim ve Ahmed
Nasrullah’ın tahkikiyle, 1. baskısı, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrût, 1993’te yapılmıştır.
Ayrıca Muhammed Ahmed ed-Dâlî’nin, Ebû Bekr Ahmed b. Ca’fer b. Muhammed b. Selm elHuttelî ve Ebû Tâhir Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Yûsuf b. el-Allâf tarikleri ile gelen iki
rivayeti tahkikiyle de 1. baskısı 1993 yılında Limasol/Kıbrıs, el-Ceffân ve’l-Câbî matbaası
tarafından yayınlanmıştır. Daha önce M. Fuâd Abdulbâkî de, Dârü İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye’de,
1950 senesinde, “Mesâilu Nâfi’ b. el-Ezrak li-İbni Abbâs” olarak, “Mu’cem Ğarîbi’l-Kur’ân
Müstahrec min Sahîhi’l-Buhârî” adlı eserde, (s. 233-291) yayınlamıştır. Ayrıca bkz. Cerrahoğlu,
Tefsir Usûlü, 155; Turgut, Tefsir Usûlü, 158; Ömer Acar, Arab Dilinde Ta’rîb Olgusu Açısından
Garîbu’l-Kur’ân (Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), 269.
147 Garîbu’l-Kur’ân ile ilgili olarak Süyûtî, el-İtkân adlı eserinin 16. bölümünde (s. 239-281) “Fi
Ma’rifeti Ğarîbihi”, 17. bölümünde de (s. 282-287) “Fî Mâ Vekaa Fîhi bi Gayri Lugâti’l-Hicâz”,
38. bölümünde ise (s. 288-300) “Fî Mâ Vekaa Fîhi Bi Gayri Lügâti’l-Arab” konu başlıklarını
kullanmış bulunmaktadır; ayrıca bkz. Râfiî, Tarih Âdâb, 405-406; İsmail Aydın, Filolojik Tefsirin
Doğuşu ve Gelişimi (Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010),
116-133.
148 Süyûtî, el-İtkân, 783. (Kâtip Çelebi de Keşfu’z-Zunûn, 1: 428-429’da aynı isimleri kaydetmiştir.)
149 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 188.
150 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 59; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 17.
151 Bkz. Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, 1: 428-429; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 34, 55, 59-60; Bilmen, Büyük
Tefsir Tarihi, 1: 203-270.
25
Peygamber’in: “Allah’ım, ona Kitab’ı ve hikmeti öğret”,
153
“Allah’ım, onu dinde
fakih eyle ve ona te’vili öğret”
154 duâlarına mazhar olmuş bir sahabidir. İbn Abbas,
Yüce Allah’ın, “Allah, hikmeti dilediği kimseye verir. Kime hikmet verilmişse,
şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir”
155 âyetinin mânâsına da Hz.
Peygamber’in bu duâlarıyla mazhar olmuş kabul edilebilir.156 İbn Abbas’ın,
sahabenin önde gelenlerinin arasında yer alması, Arap dilini ve onun edebiyatını iyi
bilmesi ve nihayet kazanmış olduğu ilmî kişiliği, ona Kur’ân’ı yorumlama
selahiyetini bahşetmiştir.157 Ayrıca Arap dilinin inceliklerine, Arapların örf, âdet,
gelenek ve göreneklerine; âyetlerin nüzul sebeplerine, Hıristiyan ve Yahudilerin
hallerine vâkıf olan sahabeden biridir. Bütün bu özellikler, İbn Abbâs’a Kur’ân’ı
tefsir etmede büyük imkânlar sağlayarak onu, özellikle Garîbu’l-Kur’ân konusunda
en önde gelen müfessirlerden yapmıştır.
İbn Abbâs’ın, Arap lehçelerini birleştiren bir üst dil kullanarak Kur’ân’ı izah
etmesi ve insanlara öğretmesi ona, “Tercümanu’l-Kur’ân”, “Hibrü’l-Ümme” ve “elBahr”158 denilmesine vesile olmuştur. İbn Abbas’tan bize gelen eserler, bizzat onun
telifimidir yoksa talebelerinin ondan naklettiklerimidir? Bu hususta farklı görüşler
vardır.
159 Ancak bu görüş farklılıkları, İbn Abbas’ın Kur’ân tefsirindeki rolünü ve
gösterdiği çabasını etkilemez. Çünkü her iki halde de bu çığırın İbn Abbâs’a ait160
olduğu aşikârdır. İbn Abbâs’tan rivayet edilen bazı tefsirlerin ona aidiyetinin sıhhat
derecesiyle ilgili ihtilaf edilmiş161 ise de kaynaklar, İbn Abbâs’ın Kur’ân âyetlerinin
152 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, 1: 429; Fuat Sezgin, Târîhü’t-Türâsi’l-Arabî, Arapçaya trc. Mahmud
Fehmi Hicâzî, (Riyad: el-Mektebetü’l-Vakfiyye, 1991), 1: 63-68; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61-75;
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, (Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1988), 1: 103-112.
153 Buhârî, “Fadâilu Ashâbi’n-Nebî, 66/24; Buhârî, “İ’tisâm”, 96.
154 Buhârî, “İlim”, 3; Buhârî, “Vüdû”, 4; Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî, elCâmiu’s-Sahîh, Riyad, Dârü Taybe, 2006, “Fadâilu’s-Sahâbe”, 138; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 63.
155 Bakara sûresi, 2/269.
156 Bkz. Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 16.
157 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61-64.
158 İbn Sa’d, Tabakât, 2: 314-321); Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız, el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk.
Abdusselam Muhammed Harun, 7. bs. (Kahire, Mektebetu’l-Hâncî, 1998), 1: 331; Kâtip Çelebi,
Keşfu’z-Zunûn, 1: 429; Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 63; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61; Gümüş, “Garîbu’lKur’ân”, 17.
159 Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 64, 66; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 75.
160 Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 2: 314-321; İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi
Temyîzi’s-Sahâbe, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd vd., 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,
1995), 4: 121-131; Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 63-69; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 241-246;
Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61-75; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 18.
161 Ferâhî, Müfredât, 45; İbn Abbâs’a aidiyeti tartışmalı tefsirlerin başında, Kamus’l-Muhît müellifi
Fîrûzâbâdî’nin “Tenviru’l-Mikbâs min Tefsiri İbn Abbâs” adlı eser gelmektedir. Bu eserin 1.
26
bir kısımını yorumladığını162 göstermektedir. Mesâil Nâfi’ b. el-Ezrak adlı eser,
bunun en güzel örneğini163 teşkil etmektedir.
İbn Abbâs’ın tefsirlerinden pek çok kimse faydalanmıştır. Yararlanılan bu
tefsirlerin en sağlamı, Ahmed b. Hanbel’in övdüğü ve Buhârî’nin Sahîhi’nde yer
verip itimad ettiği Ali b. Ebi Talhâ’nın rivâyetidir. Buhârî, nakillerinde Ali b. Ebi
Talhâ’ya dayandığından dolayı güvenilirliği itibarıyla Ali b. Ebi Talhâ sikâ kabul
edilebilir.164 İbn Abbas’ın istifade edilen tefsirlerinin en zayıf olanı ise Ebu’n-Nasr
Muhammed b. Sâib el-Kelbî’nin Ebû Sâlih’den naklettiği tariktir.
165
İbn Abbâs, Garîbu’l-Kur’ân konusunda dirâyetini kullanarak Arap dili
inceliklerini ve re’yi esas almakla tefsirde yeni bir çığır açar. Bu dönemde tefsirde
hızlı bir gelişmeye öncülük eder. Bilahere talebeleri, onun açmış olduğu bu yolda
ileri adımlar atarak tefsire yeni boyutlar kazandırır.
166 İbn Abbâs’ın, Kur’ân’da
anlamı kapalı lafızları açıkladığı, mürâdifleri verdiği; ahiret, tarih ve şeriat ile ilgili
âyetleri izah ettiği görülmektedir. Özellikle Nâfi’ b. el-Ezrak’ın sorduğu ikiyüze
yakın lafza dair verdiği cevaplar, bir çığır sayılabilir. Hatta kelimelerin delâletleri
açısından ilk araştırma kabul edilebilir.167 Garîbu’l-Kur’ân’ı izahları ile İbn Abbâs,
gerek tabiûn devrinde gerekse sonraki dönemlerde, pek çok Garîbu’l-Kur’ân
tefsirinin yazılmasında müelliflere ışık tutar, onlara dayanak olur. Sonuçta bu tür
lügavî tefsir faaliyetleri, “Meâni’l-Kur’ân” gibi adlarla nahve dayalı Kur’ân’ın
tefsirlerinin meydana gelmesine yol açar.
168
Baskısı, Beyrût, 1992 yılında Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye tarafından yapılmıştır; Zehebî, et-Tefsîr, 1:
74-75.
162 Abdulaziz b. Abdullah el-Humeydi, Tefsir İbn Abbâs ve Merviyyâtuhu fi’t-Tefsiri min Kütübi’sSünne, (Mekke, el-Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Suûdiyye, Câmiatu Ümmü’l-Kurâ, ty.); Gümüş,
“Garîbu’l-Kur’ân”, 18.
163 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 258-281; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 16.
164 Buhârî bu eseri, Sahîhi’ne almış ve eser, Mısır’da 1950’de, M. Fuad Abdulbaki tarafından tahric
edilerek “Mu’cem Ğarîbi’l-Kur’ân Müstahrec min Sahîhi’l-Buhârî” adlı kitabın sonuna ilave
edilerek yayınlanmıştır. Ayrıca bkz. Süyûtî, el-İtkân, 240; Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 67; Gümüş,
“Garîbu’l-Kur’ân”, 17; Abdurrazzak b. İsmail Hermas, “Mesâilu Nâfi’ b. el-Ezrak fi Mîzâni’nNakd”, Mecelletü Külliyyeti’ş-Şeriati ve’l-Kanuni ve’d-Dirasati’l-İslamiyye, 16, (Câmiatu Katar,
1998), 11-61, erişim: 15.08.2018, https://tafsir.net/uploads/books/.
165 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, 1: 429; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Saâde, 2: 56-57.
166 Bkz. Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 64; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61-75; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 17.
167 Bkz. Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 64-65; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 17.
168 Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 63.
27
Sahabiler arasında garîb lafızlarla ilgili en fazla bilgiye sahip olanın İbn
Abbâs olduğu,
169 İbn Abbâs’ın garîb lafızların tefsiri, Atâ b. Ebi Rabâh tarafından
rivâyet edilen ve İbn Abbâs’a nispet edilen Ğarîbu’l-Kur’ân adlı eserde yer aldığı
bilinmektedir.170 Bu eseri rivâyet edenlerden biri, Muhammed b. Ali b. el-Muzaffer
el-Vezzân el-Hanefî’dir. Bunun başka bir nüshasının Ebû Muhammed Abdullah b.
el-Hüseyn b. Hasnûn el-Mukrî’ye nisbet edildiği görülmektedir.171 Zamanımızda
Ahmet Bulut tarafından üç yazma nüshaya dayanarak tahkik edilip yayınlanan bu
eser, bazı sûreler atlanmakla birlikte Bakara sûresinden başlayarak Mushaf sırasına
göre kaleme alınmış, lafızların hangi lehçeye ait olduğu gösterilmiş ve o lehçeye göre
mânâsı verilmiştir. Ayrıca bu eserin yer yer Kureyş lehçesinden bazı lafızları
açıklamış olması, Kureyş lehçesinden olsa bile, çok kullanılmadığı için anlamı
bilinmeyen kelimelerin varlığını göstermektedir.172
İbn Abbâs’a ait olduğu ifade edilen Atâ b. Ebî Rabâh’ın eser haline getirdiği
Garîbu’l-Kur’ân, bu sahada kayıt altına alınan ilk kitap olması bakımından
önemlidir.173 Kur’ân tefsiri ve Kur’ân’ın garîb lafızları hakkında İbn Abbâs’tan gelen
en kadim ve itimada şayan bilgilerin, Sahifetü Ali b. Ebi Talhâ adıyla bilinen eserde
nakledildiği174 belirtilmekdir fakat bu eserin günümüze tam olarak ulaşmadığı ifade
edilmektedir.
175 Bu sahifeyi İbn Abbâs’tan Ali b. Ebî Talhâ’nın, ondan Muaviye b.
Salih’in, ondan da Abdullah b. Salih’in rivâyet ettiği beyan edilmektedir.176 Taberî,
İbnü’l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim gibi müfessirler bu sahifeden yararlanmış
169 Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 63-64; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 64-65; İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin
Doğuşu, İsmail Cerraoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, (Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1968), 97-104.
170 Bkz. Bu eserin, Atıf Efendi Ktb. No: 2815/8’de bir nüshası mevcuttur. Bkz. Cerrahoğlu, “Tefsirde
Ata b. Ebi Rabah”, 17-104.
171 Bkz. Ahmet Bulut, “Kur’ân’a Dair Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 4
(1992): 133-134. (Salâhuddin el-Müneccid, tahkik etmek suretiyle İsmail b. Amr el-Mukri’, o da
Abdullah b. el-Hüseyin b. Hasnûn el-Mukri’den rivayetle İbn Abbâs’a isnad edilen “Kitâbü’lLüğât fi’l-Kur’ân min Evvelihi İlâ Âhirihi” adlı eseri Matbaatü’r-Risâle’de 1946 yılında
yayınlamıştır.)
172 Bkz. Mustafa Karagöz, Dilbilimsel Tefsir ve Kur’ân’ı Anlamaya Katkısı, (Ankara, Ankara Okulu
Yayınları, 2010), 141; Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 48.
173 Bkz. İsmail Cerrahoğlu, “İbn Hişâm ve Sire’sindeki Garîbu’l-Kur’ân’ı”, AÜİF İslâm İlimleri
Enstitüsü Yayınları 3 (1977): 4.
174 İsmail Cerrahoğlu, “Tefsirde Atâ b. Ebî Rabâh”, 17-104; İsmail Cerrahoğlu, “Ali b. Ebî Talhâ’nın
tefsir sahifesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (1969): 55-82.
175 Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 48; Bkz. Bu eser, Râşid Abdulmün’im erRaccâl’ın tahkikiyle “Sahîfetu Ali b. Ebî Talha an İbni Abbâs Min Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm”, 1.
bs. (Beyrût, Muessetü’l-Kütübi’s-Sakâfiyye, 1991) olarak yayınlanmıştır.
176 Süyûtî, el-İtkân, 241.
28
bulunmaktadırlar.177 Kurtubî de Garîbu’l-Kur’ân’ı açıklarken pek çok yerde Ali b.
Ebi Talhâ’dan istifade etmektedir.178 Ayrıca İbn Abbâs’tan rivâyet edilen Mesâil
Nâfi’ b. el-Ezrak adlı eser, garîb lafızların Arap şiirinden getirilen delillerle izah
edildiği önemli bir telif olup İbn Abbâs’ın yüksek seviyede bilgi sahibi olduğu Arap
şiirini, Garîbu’l-Kur’ân’ın izahlarında nasıl başarılı bir şekilde kullandığını ortaya
koymaktadır.
179 İbn Abbâs’a nispet edilen Sahîfetü Ali b. Ebî Talha ve Garîbu’lKur’ân180 adlı eserlerin, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili telif edilen ilk kitaplar olduğunu ve
sonraki dönemlerde yapılan çalışmalarda önemli rol oynadığını görmek
mümkündür.181 Özellikle İbn Abbâs’ın yazdığı tefsir,182 Taberî’nin Câmiu’l-Beyân
isimli eserinde dercedilmiştir.183 Bu eser, Tefsir İbn Abbâs el-Müsemma Sahîfetü Ali
b. Ebî Talhâ an İbn Abbâs min Tefsiri’l-Kur’âni’l-Kerîm olarak neşredilmiştir.
Abdulaziz b. Abdullah el-Humeydî de İbn Abbâs’tan gelen rivâyetleri toplayan
Tefsir İbn Abbâs ve Merviyyâtühu fi’t-Tefsir min Kütübi’s-Sünne adında bir çalışma
yapmıştır.
184 İbn Abbâs’a aidiyeti şüpheyle karşılanan tefsirlerin başında
Fîrûzâbâdî’nin Tenvirü’l-Mikbâs min Tefsir İbn Abbâs185 adlı eser gelmektedir.186
177 Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, 1: 95, 235, 310; Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim b. Münzir enNeysâbûrî İbnü’l-Munzir, Kitâbu Tefsiri’l-Kur’ân, thk. Sa’d b. Muhammed es-Sa’d, (Medine,
Dârü’l-Meâsîr, 2002), 1: 61, 88, 104, 117, 119, 122, 127, 129, 161, 221, 307, 318, 333, 419, 584,
600, 606, 617, 633, 655, 671, 676, 680, 683, 689, 714, 746, 765, 821; Abdurrahman b. Muhammed
İbn İdris er-Râzî İbn Ebî Hâtim, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Es’ad Muhammed et-Tayyib, 1. bs.
(Mekke, Mektebetü Nezzâr mustafa el-Baz, 1997), 1: 299, 332; 22: 371.
178 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 310; 4: 487; 5: 153, 238; 8: 438; 10: 197, 282; 11: 330; 12: 91, 138,
205; 13: 167; 14: 40, 355, 430, 454; 15: 344, 475; 16: 95; 17: 246, 375; 19: 64, 246, 507, 518; 20:
295; 21: 92, 238, 435; 22: 86.
179 Fuad, Târîhü’t-Türâsi’l-Arabî, 1: 67-68; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1: 109-110; Gümüş, “Garîbu’lKur’ân”, 19-20.
180 M. Fuâd Abdulbâkî de, Dârü İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1950 senesinde, “Mesâilu Nâfi’ b. elEzrak li İbni Abbâs” olarak, “Mu’cemu Ğarîbi’l-Kur’ân Mustehracan min Sahîhi’l-Buhârî” adlı
eserle birlikte (s. 233-291’de) neşretmiştir. Bu eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde
(Atıf Efendi, no: 2815/8 vr. 102a-107a) bulunmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. Cerrahoğlu,
“Tefsirde Atâ b. Ebî Rabâh”, 17.
181 Fuat Sezgin, Târîhü’t-Türâsi’l-Arabî, Arapçaya trc. Mahmud Fehmi Hicâzî, (Riyad, elMektebetü’l-Vakfiyye, 1991), 1: 63-68.
182 Fuad Sezgin’in, (Târîhü’t-Türâs, 1: 66’da) söylediğinin aksine, İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân
Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller adlı eserinin 99. sayfasında, İbn Abbâsın, bizzat
kendisi tarafından bir mecmua halinde meydana getirilmiş bir tefsiri olmadığını ifade etmektedir.
183 Süyûtî, el-İtkân, 253; Sezgin, Tarihü’t-Türâs, 1: 66.
184 Bkz. Abdulaziz b. Abdullah el-Humeydî, Tefsîr İbn Abbâs ve Merviyyâtühu fi’t-Tefsîr min
Kütübi’s-Sünne, (Mekke, Câmiatu Ümmü’l-Kurâ, ty.).
185 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61. “Tenvirü’l-Mikbâs min Tefsir İbn Abbâs” adlı bu eserin 1. baskısı, Beyrût,
1992 yılında, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye tarafından yapılmıştır.
186 Bkz. Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu, 100.
29
Tâbiûn devrinde, Kur’ân’daki kelimelerin sözlük anlamları önemle ele
alınmıştır. Mekke medresesi talebeleri, hocaları İbn Abbâs’tan etkilendikleri için
genellikle Garîbu’l-Kur’ân üzerinde durmuşlardır.187 Mesela; Mücâhid’den Kur’ân
tefsirine dair rivayet edilenlerin çoğunu, garîb lafızlar oluşturmuştur.188 Said b.
Cübeyr, İkrime ve Atâ b. Ebî Rabâh’ın da garîb lafızlarla ilgili pek çok açıklamaları
temel kaynaklarda yer almıştır.189
Garîbu’l-Kur’ân’ı tefsir etme yolu İbn Abbâs ile açıldığı söylenebilir. Ondan
sonra gelen müfessirler, ileri adımlar atarak birçok Garîbu’l-Kur’ân tefsiri telif
etmişlerdir.190 Mekke medresesinde Said b. Cübeyr (ö. 94/713), Mücâhid b. Cebr (ö.
103/721), İkrime (ö. 105/723), Tâvûs b. Keysân (ö. 106/725) ve Atâ b. Ebû Rabâh (ö.
114/732); Medine medresesinde Ebu’l-Aliye (ö. 90/709), Muhammed b. Ka’b elKurazî (ö. 108/726) ve Zeyd b. Eslem (ö. l36/754); lrak medresesinde Alkame b.
Kays (ö. 62/682), Esved b. Yezid (ö. 75/694), İbrahim en-Nehâî (ö. 96/714), Hasan-ı
Basrî (ö. 110/728), Katâde (ö. 117/735) ve benzeri âlimlerin Kur’ân tefsirinde
selahiyetli oldukları bilinmektedir.191 Bu müfessirler, Kur’ân, hadis ve sahabilerden
öğrendikleriyle Garîbu’l-Kur’ân’ı tefsir etmişlerdir. Bunlarda yorumunu
bulamadıkları Garîbu’l-Kur’ân’ı, bu kaynaklar ışığında içtihatlarıyla açıklamışlardır.
Bundan sonra artık tefsirde tedvin ve telif dönemi başlamıştır.192
Kur’ân’daki bir lafzı garîb kılan hususları şöyle beyan etmek mümkündür: O
lafzın, Kureyş lehçesi dışında başka bir lehçeye ait olması,193 Kur’ân’ın indirilmesi
َح ُّج) “Hac-el “,)ال َّز َكاة) “Zekât-ez “,)ال َّصََلة) “Salât-es “,birlikte ile
(العُ ْمَرة) “Umre-el “,)ال
lafızları gibi lügat anlamının yanında İslâmî bir terim olarak yeni anlamlar kazanmış
olması,194 lügatta ve âyet içinde farklı anlamlara gelmesi,
195 Arap ve Arap olmayan
187 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 223.
188 Bkz. Mücâhid b. Cebr, Tefsirü’l-İmâm Mücâhid b. Cebr, thk. Muhammed Abdu’s-Selam Ebu’nNîl, 1. bs. ( Nasr, Dârü’l-Fikri’l-İslâmiyyi’l-Hadîse, 1989).
189 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 7: 136, 137; İbn Ebî Hâtim, Tefsir, 6: 2068; İbnü’l-Cevzî, Telkîh, 334-335;
Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Abdullah, Fethu’l-Kadîr, Özel Baskı, (Kuveyt,
Dârü’n-Nevâdir, 2010), 5: 694.
190 Sezgin, Târîhü’t-Türâs, 1: 64; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 61-75.
191 Zürkânî, Menâhil, 2: 18-19; Bkz. Nurettin Turgay, “Tabiunun/Tabiilerin Tefsir İlmindeki Yeri”,
Bilimname 18 (2010/1): 93-113.
192 Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 225.
193 İbn Fâris, es-Sâhibî, 25-28; Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 573-575.
194 İmâmü’l-Haremeyn Ebu’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf el-Cüveynî et-Tâî
en-Nîsâbûrî, el-Burhân fi Usûli’l-Fıkıh, thk. Abduazim ed-Dîb, 1. bs. (Katar, 1399/1979), 1: 174;
Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 579; Râfiî, Tarih Âdâb, 178-181 ve 405-407.
30
toplumlar tarafından müşterek olarak kullanılması,196 başka bir dilden alınıp
Arapçalaşmış (muarreb) olması,
197 ayrıca “el-Ayn” (ينْ
عَ
ْ
لَا (kelimesi gibi198 Kur’ân’ın
çeşitli yerlerinde farklı anlamlar ifade etmesi veya müradif olması (el-Vücûh ve’nNezâir).
199
İfade edilen bu çerçevede Kur’ân’daki şu kelimeler misal olarak verilebilir:
( َسِفيه) “Sefîh“
200 Kinâne lügatında câhil, “Sâika” (ةَعقِ صاَ(
201 Ummân lehçesinde
(ِر ْج ًزا) “Ricz “,”ölüm“
202 Tayy lehçesinde “azap”,203
ْغي) “Bağy“
(بَ
204 Temîm
lehçesinde “hased” anlamına gelmektedir. Ayrıca “er-Rakîm” (يمِرقَّ ال(
205 Rûmcada
“kitap, levha veya mürekkep şişesi”, “Siccîl” (يل ِج سِ(
206 Farsçada “çamur”, “Tûr”
(طُور)
207 Süryânîcede “dağ”, “el-Yemm” (مُّ َي
ْ
(ال
208 Kıbt, Süryânî ve İbrânî dillerinde
“deniz”,209
( ِسنِين) “Sinîn“
210 Nabaticede “güzel”, “Mühl” (هلْمُ
(ال
211 de Berber dilinde
“kızgın yağ”
212
demektir.
195 Râfiî, Tarih Âdâb, 406.
196 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1: 15.
197 İbrahim b. Musa b. Muhammed el-Lahmî eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, thk. Ebû Ubeyde Meşhur b.
Hasan Âl Selmân, 1. bs. (el-Memleketu’l-Arabiyyetu’s-Suûdiyye, Dârü İbn Affân, 1997), 2: 102.
Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 577-578.
198 Bkz. İsfahânî, “Ayn”, Müfredât, 598-400; Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 139.
199 Bkz. Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2: 1203 vd.; Râfiî, Târîh Âdâb, 406-407.
200
“Sefîh” kelimesi Kur’ân’da iki yerde geçmektedir: el-Bakara 2/282; el-Cin 72/4.
201
“Sâika” lafzı Kur’ân’da on yerde söz konusu edilmektedir: “Sâıka”nın söz konusu olduğu âyetler:
el-Bakara 1/19, 55; en-Nisâ’ 4/153; el-A’râf 7/143; er-Ra’d 13/13; ez-Zümer, 39/68; Fussilet
41/13, 17; ez-Zâriyât 51/44; Tûr, 52/45.
202
“Riczen” kelimesi Kur’ân’da üç yerde geçmektedir: el-Bakara 2/59; el-A’râf 7/162; el-Ankebût
29/34.
203 Salâhuddin el-Müneccid, Kitâbü’l-Lüğât fi’l-Kur’ân el-Müsned ilâ İbn Abbâs. 1. bs. Kahire:
Matbaatü’r-Risâle, 1946, 20; Süyûti’ye göre “riczen” lafzı, Hüzeyl lehçesinde “azap” anlamına
gelmektedir (el-İtkân, 283).
204
“Bağy” lafzı Kur’ân’da beş yerde geçmektedir: el-Bakara 2/90, 213; Âl-i İmrân 3/19; eş-Şûrâ
42/14; el-Câsiye 45/17.
205 el-Kehf 18/9.
206
“Siccîl” lafzı Kur’ân’da üç yerde geçmektedir: Hûd 11/82; Hicr 15/74; Fîl 105/4.
207 “Tûr” lafzı Kur’ân’da on yerde geçmektedir: el-Bakara 2/63, 93; en-Nisâ’ 4/154; Meryem 19/52;
Tâhâ 20/80; el-Mü’minûn 23/20; el-Kasas 28/29, 46; et-Tûr 52/1; et-Tîn 95/2.
208 “Yemmü” kelimesi Kur’ân’da yedi yerde geçmektedir: el-A’râf 7/136; Tâhâ 20/39, 78, 97; elKasas 28/7, 40; ez-Zâriyât 51/40.
209 Ahmed b. Yûsuf b. Abduddâim es-Semîn el-Halebî, Umdetü’l-Huffâz fi Tefsîri Eşrafi’l-Elfâz, thk.
Muhammde Bâsil Uyûn es-Sûd, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), 4: 357.
210 “Sinîn” kelimesi Kur’ân’da dokuz yerde geçmektedir: el-Kehf 18/11, 25; Tâhâ 20/40; eş-Şuarâ’
26/18, 205; Yûsuf 12/42, 47; el-Mü’minûn, 23/112; er-Rûm 30/4.
211 “Mühl” lafzı ise, Kur’ân’da üç yerde geçmektedir: el-Kehf 18/29; ed-Duhân 44/45; el-Meâric 70/8.
212 Bkz. Müneccid, Kitâbü’l-Luğât, 20 vd.; Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 262-263; İsfahânî, “Raceze”,
Müfredât, 341-342; Abdulkahır el-Cürcânî, Dercü’d-Dürer fi Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Talat
Salah el-Farhân vd., 1. bs. (Amman, Dârü’l-Fikir, 2009), 2: 246; Süyûtî, el-İtkân, 282-300;
Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 155-156.
31
2.6. Garîbu’l-Kur’ân Hakkında Yazılmış Başlıca Eserler
Kur’ân, İslâm âleminde sadece tefsircilerin değil, diğer ilim adamlarının da
meşgul olduğu alandır. Her ilim ehli, kendi alanında Kur’ân’dan mesned aramıştır.
Çünkü Kur’ân, her ilmî faaliyetin kaynağıdır.213 Bilhassa Basra’daki ve Kûfe’deki
dilbilimcileri, teliflerinde, Kur’ân’ı birinci derecede kaynak kabul etmektedirler. İlk
dönemlerde hemen hemen her dilcinin, Kur’ân tefsirine ilgi duyduğu ve Garîbu’lKur’ân hakkında kitap yazdığı görülmektedir.214 Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili yazılan
eserlere “Meâni’l-Kur’ân”, “İ’râbu’l-Kur’ân”, “Mecâzü’l-Kur’ân” ve “Garîbu’lKur’ân” gibi isimler verilmektedir. Fakat bunların tümüne “Şerhu Lafzi’l-Kur’ânî”
denilebilir.215
Hicri II. yüzyılın ilk yıllarında Garîbu’l-Kur’ân hakkında birçok kitabın telif
edildiği, fakat çoğunun zamanımıza ulaşmadığı görülmektedir. Müelliflerinin ölüm
tarihlerine göre ilk dönemlerde yazılan belli başlı eserlerden olmak üzere, Ebû Rûk
Atiyye b. el-Hâris el-Hemedânî el-Kûfî et-Tâbiî’nin (ö. 105/723) Ğarîbu’l-Kur’ân,
Zeyd b. Ali b. el-Hüseyin’in (ö. 122/740) Ğarîbu’l-Kur’âni’l-Mecîd, Ebû Saîd Ebân
b. Tağlib b. Rebâh’ın (ö. 141/758) Ğarîbu’l-Kur’ân, Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî
el-Kûfî’nin Ğarîbu’l-Kur’ân ve Ebû Feyd Müerric b. Amr es-Sedûsî’nin (ö. 195/811)
Ğarîbu’l-Kur’ân adlı eserlerini zikretmek mümkündür. Mukatil b. Süleyman (ö.
150/765) da yazdığı Tefsiri’nin muhtelif yerlerinde, az da olsa, Garîbul-Kur’ân’a
değinmektedir.216
Garîbu’l-Kur’ân türündeki eserler, İslâm coğrafyasının genişleyip Arap
olmayan milletlerin Müslümanlığı kabul etmesine paralel olarak önem kazandığı ve
giderek arttığı görülmektedir.
217 Bu konuda Süyûtî, pek çok eser yazıldığını, eser
telif edenlerden Ebû Ubeyde, Ebû Dureyd ve Ebû Ömer ez-Zâhid’i zikrettikten sonra
213 Kaysî, el-Umde,, mukaddime 17; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 21.
214 Bkz. İbnü’n-Nedîm Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshâk, el-Fihrist, thk. İbrahim Ramazan, (Beyrût,
Dârü’l-ma’rife, ty.), 52-53.
215 Kaysî, el-Umde, mukaddime 18; İbnü’l-Muneyyir, et-Teysîrü’l-Acîb fi Tefsîri’l-Ğarîb, 6;
Muhammed b. İsmail el-Emir es’San’ânî, Tefîsîr Ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Subhi b. Hasan
Hallâk, 1. bs. (Beyrût, Dârü İbn Kesîr, 2000), 7; İbnü’l-Muneyyir, et-Teysîrü’l-Acîb fi Tefsîri’lĞarîb, 6.
216 Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsir Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmud Şahhâta, 1. bs.
(Beyrût, Müessesetü’t-Tarihü’l-Arabî, 2002), 1: 390-391; 3: 617, 798, 802; Ahmed b. Fâris, Efrâd
Kelimâti’l-Kur’âni’l-Azîz, thk. Hâtim Salih ed-Dâmin, 1. bs. (Dımaşk, Dârü’l-Beşâir, 2002), 5.
217 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 1: 388-393; Nurdan Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 44;
Cerrahoğlu, “Garîbü’l-Kur’ân”, 13: 380; Turgut, Tefsîr Usûlü, 159-163.
32
bu alanda yazılan en meşhur eserin, Uzeyzî ve hocası Ebû Bekr b. el-Enbârî
tarafından onbeş yılda tamamlanan Nüzhetü’l-Kulûb fî Ğarîbi’l-Kur’ân adlı eser
olduğunu ifade etmektedir.
218 Bu esere, Ğarîbü’l-Kur’ân ve et-Tibyân fî Tefsiri
Ğarîbi’l-Kur’ân219 denilmektedir. Süyûtî, Ebû Hayyân’ın da Garîbü’l-Kur’ân
konusunda iki risale telif ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Süyûtî, tefsir kitaplarında
“Meânî ehli şöyle demiştir” ifadesiyle Meânî’l-Kur’ân hakkında kitap yazan Zeccâc
(ö. 311/923), el-Ferrâ, Ahfeş ve İbnu’l-Enbâri’nin kasdedildiğini söylemektedir.
Garîbu’l-Kur’ân’ı konu edinen kitapların en çok değerli olanı ve en çok rağbet
göreni, şüphesiz Râgıb el-İsfahânî’nin Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân adlı eseridir.220 Bu
kitabın, takdir edilmesinin en önemli nedeni, Kur’ân lafızlarını yüksek, kapsamlı bir
bilgi ve itina ile ele alması, onda kesin yargı ve hükümler olmaması, ayrıca
kullandığı üslup ve ifade tarzının duyarlı ve bilinçli olmasıdır.221
Ayrıca Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/822), Ebu’l-Hasan Said b. Mes’ade
el-Ahfeş el-Evsat (ö. 215/830) ve İbnü’l-Enbârî (ö. 577/1181) gibi âlimler Meâni’lKur’ân, Ebû İshâk İbrahim b. es-Serî ez-Zeccâc Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbühu, Ebû
Ca’fer en-Nehhâs (ö. 338/950) ise Meâni’l-Kur’âni’l-Kerîm isimli eserlerin
müellifleridirler. Bu eserlere bakıldığında, sadece Garîbu’l-Kur’ân’la yetinmediği,
Kur’ân’ın diğer bazı lafızlarını da ele aldığı görülmektedir.
İbnü’n-Nedîm, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili olarak telifte bulunan müellifleri elFihrist adlı kıtabında eserleriyle birlikte şöyle zikretmektedir: el-Müerric es-Sedûsî
(ö. 174/790), Ebû Ubeyde (ö. 209/824), Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm el-Cumehî
(ö. 224/838), Muhammed b. Dînâr el-Ehval (ö. 250/864), İbn Kuteybe (ö. 276/889),
Ebû Abdurrahman Mübarek el-Yezîdî (ö. 237/851), Muhammed b. Selam el-Cemhî,
Ebû Ca’fer b. Rüstem et-Taberî, Ebû Zeyd el-Belhî (ö. 322/934), Muhammed b.
Uzeyz es-Sicistânî (ö. 330/941), Ebu’l-Hasan el-Arûdî. Bu müelliflerin her birinin,
Garîbu’l-Kur’ân adında bir eseri vardır. İbn Hâleveyh (ö. 370/980) İ’râbu Selâsîne
218 Bkz. Şemsuddin Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dâvûdî, Tabakatü’l-Mufessirin, 1. bs. (Beyrût,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1983), 2: 195-196.
219 Su’ûd b. Abdillah Fenîsân, Âsâru’l-Hanâbileti fî Ulûmi’l-Kur’ân: (Riyad, el-Matbu’ el-Mahtût elMefkûd, ty.), 49.
220 Süyûtî, el-İtkân, 239; Kannevcî, Ebcedü’l-Ulûm, 2: 502.
221 Mehmet Yolcu, “Râgıb el-İsfahânî ve el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân’ı”, Hikmet Yurdu, 1/1, (Ocak
2008): 128.
33
Sûreten Mine’l-Kur’ân, Ebû Bekr el-Verrâk (ö. 280/893) ise Ğarîbu’l-Mesâhif isimli
eserin müellifidir.
222
Kâtip Çelebî’nin Keşfü’z-Zünûn adlı kitabında ise Garîbu’l-Kur’ân’a dair eser
yazan belli başlı müellifler şöyle belirtilmektedir: “Ebân b. Tağlib b. Rebâh Ebû Saîd
el-Bekrî (ö. 141/758), Muerric b. Amr en-Nahvî es-Sedûsî el-Basrî, Ebû Feyd
Marsed b. el-Hâris b. Sevr b. Alkame b. Amr b. Sedûsî (ö. 195/811), el-Kaynebî,
Nadr b. Şumeyl el-Basrî, Ebu’l-Hasan Saîd b. Mes’ade el-Ahfeş el-Evsat (ö.
215/830), eserini tamamlamış olan Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan İbn Düreyd elLügavî (ö. 321/933), Muhammed b. Uzeyz es-Sicistânî, Ebû Bekr Ahmed b. Kâmil,
Ebû Abdillah Muhammed b. Yûsuf el-Kefertâbî (ö. 503/1109), Ebû Muhammed
Abdurrahman Abdulmun’im el-Hazrecî (ö. 564/1169), Alâuddîn Ali b. Osman etTurkmânî el-Mârdînî el-Hanefî (ö. 750/1349). Ayrıca bu isimlere şu şahsiyetler ilave
edilmektedir: Zeynüddîn Abdurrahîm b. el-Huseyn el-Irâkî, Ebû Ömer ez-Zâhid,
Muhtâru’s-Sihâh adlı kitabın müellifi Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b.
Abdulkadir er-Râzî (ö. 666/1268). Râzî’nin bu kitabında anlattığına göre ilim
taliplerinin ve hamele-i Kur’ân’ın kendisinden Garîbu’l-Kur’ân’ın tefsiri hakkında
bir eser yazmasını isterler. O da, Cevherî’nin düzenlediği gibi eserini i’râb ve
meânî’den bazı şeyler ekleyerek tertib eder ve hicrî 668 yılında bunu tamamlar. İbn
es-Semîn Ebu’l-Meâlî Ahmed b. Ali el-Bağdâdî el-Halebî’nin (ö. 756/1355)
Müfredâtu’l-Kur’ân isimli eseri ise bu hususta yazılan eserlerin en iyisidir.”223
Keşfü’z-Zünûn zeyli Îzâhu’l-Meknûn adlı eserde bu isimlere ek olarak Ebû Ca’fer
Muhammed b. Kâdim el-Kûfî, Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Musennâ el-Basrî (ö.
209/824), İbn Kuteybe Abdullah b. Muhammed ed-Dîneverî (ö. 276/889) ve
Fahruddin Turayh b. Muhammed en-Necefî (ö. 1085/1674) zikredilmektedir.
224
Ahmed b. Muhammed el-Herevî’nin (ö. 401/1011) Kitabü’l-Ğarîbeyn225
kitabı da Garîbu’l-Kur’ân konusunda önem arzeden eserler arasındadır. Ahmed b.
Fâris el-Lügavî’ye (ö. 395/1004) ait hacmi küçük fakat faydası büyük olan Efrâd
222 İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 52-53.
223 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, 2: 1207-1208.
224 Bk. İsmail Paşa b. Muhammed Emin b. Mîr Selim el-Bağdâdî, Îzâhu’l-Meknûn, thk. Rif’at Bilgi elKilîsî, (Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 2: 146-147.
225 Bkz. Ebû Ubeyd Ahhmed b. Muhammed el-Herevî, el-Ğarîbeyn fi’l-Kur’âni ve’l-Hadîs, thk.
Ahmed Ferid el-Mezîdî, 1. bs. (Mekke, Mektebetü Nezzâr el-Bâz, 1999).
34
Kelimâti’l-Kur’âni’l-Azîz226 adlı eser de Kur’ân’dan 34 lafzı ele alarak Garîbu’lKur’ân hakkında telif edilmiş ilk eserler arasında bulunmaktadır.
Bu eserlerin bir kısmı Kur’ân’da geçen lafızların Mushaf’ta olduğu gibi sûre
ve âyetlerin sırasını, bir kısmı alfabetik tertibini, bir kısmı da son harfini gözeterek
ele alırken bazısı ise lafızların okunuşunu, bazısı da lafızların ilk ve son harflerini
dikkate alarak alfabetik düzene göre ele almaktadır.
Kur’ân’da geçen lafızları Mushaf’ta olduğu gibi sûre ve âyetlerin sırasına
göre ele alan başlıca müfessirlerimiz ve eserleri şöyledir: Zeyd b. Ali b. Hüseyn’in
(ö. 122/740) Tefsir Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Mecîd, Ebû Zekeriyya Yahyâ b. Ziyâd elFerrâ’nın (ö. 207/822) Meâni’l-Kur’ân,
227 Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ etTeymî’nin Mecâzü’l-Kur’ân, Ebû Abdurrahmân Abdullah Yahya b. Mübârek elYezîdî’nin Ğarîbu’l-Kur’ân ve Tefsîruhu,
228 İbn Kuteybe’nin Tefsir Ğarîbu’lKur’ân, Ebû İshâk İbrahim es-Serî ez-Zeccâc’ın Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu,
229 Ebû
Muhammed Mekkî İbn Ebi Tâlib el-Kaysî’nin (ö. 437/1045) Tefsiru’l-Muşkil min
Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azîm ala’l-Îcâzi ve’l-İhtisâr, İbnu’t-Turkmânî Ali b. Osman elMârdînî’nin (ö. 750/1349) Behcetü’l-Erîb fî Tefsîri’l-Ğarîb.
230 Ayrıca asrımızda
Muhammed b. Abdulazîz el-Hudayrî tarafından yazılan es-Sirâc fî Beyâni Ğarîbi’lKur’ân231 ve Muhammed Selîm Muhaysin ile Şa’bân Muhammed İsmâîl tarafından
telif edilen el-Hâdî ilâ Tefsîri Ğarîbi’l-Kur’ân232 isimli eserler de, sûre ve âyetlerin
tertibi esas alınarak telif edilmişlerdir.
Kur’ân’daki garîb lafzlarla birlikte Kur’ân’da geçen birçok lafzı, köklerinin
ilk harfini esas alarak alfabetik sıraya göre düzenleyen eserlerden olmak üzere, Râgıb
el-İsfahânî’nin Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân adlı eserini misal olarak vermek
mümkündür.
226 Bkz. İbn Fâris, Efrâd Kelimâti’l-Kur’ân; Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 50.
227 Bkz. Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ’, Meâni’l-Kur’ân, 3. bs. (Beyrût, Âlemü’l-Kütüb,
1983).
228 Turgut, Tefsîr Usûlü , 164.
229 Bkz. Ebû İshâk İbrahim b. es-Serrî ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu, thk. Abdulcelil Abduh
Şelebî, 1. bs. (Beyrût, Âlemu’l-Kütüb, 1988).
230 Bkz. Ali b. Osman el-Mardînî et-Turkmânî, Behcetü’l-Erîb fi Beyâni mâ fî Kitâbillâhi’l-Azîz
mine’l-Ğarîb, thk. Dâhî Abdulbakî, (Kuveyt. Dârü İbn Teymiyye, ty.).
231 Bkz. Muhammed b. Abdulaziz el-Hudayrî, es-Sirâc fi Beyân Ğarîbi’l-Kur’ân, 1. bs. (Riyad,
Mecelletu’l-Beyân, 2008).
232 Bkz. Muhammed Sâlim Muhaysin vd.., el-Hâdî ilâ Tefsiri Ğarîbi’l-Kur’ân, (el-Gûriyye, Dârü’lİttihâdi’l-Arabî, ty.).
35
Kur’ân lafızlarının son harfini esas alarak alfabetik sıraya göre telif edilmiş
eserlere ise Cevherî’nin, Tâcü’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye233 isimli eseri örnek
olarak gösterilebilir. Abdulkadir er-Râzî’nin de yazdığı Ravdatü’l-Fesâha fî Ğarîbi’lKur’ân234 isimli kitabında bu sistemi uyguladığı görülmektedir.
Kur’ân kelimelerinin okunuşunu esas alarak alfabetik sıraya göre telif edilmiş
eserlere gelince; Ebû Bekr Muhammed b. Uzeyzî es-Sicistânî Nüzhetü’l-Kulûb fi
Tefsir Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azîz235 ya da Ğarîbu’l-Kur’ân236 ve Ebu’l-Abbâs
Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. İmâd el-Karâfî el-Mısrî’nin (ö. 815/1412) bu
kitaba haşiye olarak telif ettiği et-Tibyân fî Tefsîr-i Ğarîbi’l-Kur’ân237 adlı eserler, bu
sisteme göre yazılmıştır. Bu eserlerde mesela, “tedhünü” (تدهن (lafzı “te” (ت(
maddesinde, “yedhünü” (يدهن (lafzı ise “ye” (ي (maddesinde yer alır. Oysaki lafzın
aslî (kök) harflerine riayet edilseydi bu lafızlar, “د) “dâl) harfinin “دهن) “dehene)
maddesinde yer alırdı.238
Garîbu’l-Kur’ân’ın ilk ve son harflerine göre alfabetik sıralamayı esas alıp
yazılmış sadece bir eser görülmektedir. O da Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b.
Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelüsî en-Nahvî’nin (ö. 745/1344) telif ettiği Tuhfetü’lErîb Bimâ fi’l-Kur’âni Mine’l-Ğarîb239 isimli eseridir. Müellif bu sisteme göre
mesela “ق) “kaf) harfini, “karae, karabe, kavete” (قرأ, قرب, قوت (şeklinde
233 Bkz. Cevherî, Tâcü’l-lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulğafûr Attâr, 4. bs. (Beyrût,
Dârü’l-İlmi’l-Melâyîn, 1990).
234 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2: 1208; Hayruddin ez-Ziriklî, el-A’lâm Kâmûs Terâcim li Eşheri’rRicâli ve’n-Nisâ’ mie’l-Arab ve’l-Müsta’ribîn ve’l-Müsteşrikîn, 15. bs. (Beyrût, Dârü İlmi’lMelâyin, 2002), 6: 55; Râzî, Ravdatü’l-Fasâha fi Ğarîbi’l-Kur’ân, erişim: 09.07.2017,
http://arabicmega library.com/.
235 Bu eserin ve müellifin babasının adı hakkında ihtilaf edilmiştir. Heyet tarafından tahkîk edilerek
1963 yılında yapılan Mısır baskısında müellifin babasının adı Uzeyz, kitabın ismi ise Ğarîbü‟lKur‟an (Nüzhetü’l-Kulûb) şeklindedir. Muhammed Edîb Abdulvâhid Cemrân tarafından tahkîk
edilerek yayınlanan Şam 1995 tarihli baskısında ise müellifin babasının ismi Uzeyr, eserin adı da
Kitab Ğarîbi’l-Kur’ân diye verilmiştir. Bu kitap, Yûsuf Abdurrahman el-Mar’aşli tahkikiyle
Dârü’l-Ma’rife Beyrût (Özel Baskı Katar) 2013 tarihli baskısında ise “Nüzhetü’l-Kulûb fi Tefsiri
Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azîz” adıyla neşredilmiştir. Muhakkik, kitaba yazdığı mukaddimenin 10-18.
sayfalarında müellifin ismi ile ilgili görüşler üzerinde durmuş ve nihayet onun isminin Muhammed
b. Uzeyz Ebû Bekr el-Uzeyzî olduğunu tesbit etmiştir.
236 Sicistânî, “Nüzhetü’l-Kulûb, 23.
237 İbnü’l-Hâim, Şihâbuddin Ahmed b. Muhammed b. İmâd, et-Tibyân fi Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, thk.
Dâhî Abdulbâkî Muhammed, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 2003), 17, 21.
238 İbnü’l-Hâim, et-Tibyân, 20-21.
239 Ebû Hayyân el-Endelüsî, Tuhfetü’l-Erîb bima fi’l-Kur’âni Mine’l-Ğarîb, thk. Semîr el-Meczûb, 1.
bs. (Beyrût, el-Mektebetü’l-İslâmî, 1983), 36-37; Fevzi Yûsuf el-Habıt, Me’âcim Me’âni Elfâzı’lKur’ân, (Arabistan, 2000), 25-26.
36
sıralamaktadır.240 Garîbu’l-Kur’ân’ın ilk ve son harfleri dikkate alınarak yapılan
alfabetik sıralama, sadece bu eserde tatbik edilmiş olup başka bir eserde
uygulanmamıştır.
Garîbu’l-Kur’ân hakkında telif edilen ve zamanımıza kadar ulaşan kitapların
başında Ahfeş ve el-Ferrâ’nın Meâni’l-Kur’ân adlı eserleri gelmektedir. Ahfeş,
kitabında âyetleri genellikle sarf ve nahiv açısından konu edinmektedir. Bununla
birlikte âyet ve şiirle istişhad yöntemini kullanmaktadır.241 Ahfeş’in, az da olsa
Kur’ân lafızlarının anlamlarına yer vermektedir.242 el-Ferrâ ise Meâni’l-Kur’ân adlı
eserini Fatiha sûresinden başlayarak Nâs sûresine kadar Kur’ân’daki sıralamaya göre
düzenlemektedir.243 Bu eserde âyetler genelde sarf, nahiv ve kıraat bakımından ele
alınmaktadır. Yeri geldikçe de lafızların anlamları üzerinde durulmaktadır.244 elFerrâ bu eserinde, bazen lafzın anlamı hakkında geniş bilgiler yer vermektedir.245 elFerrâ, Ahfeş’e nazaran lafız anlamlarına daha fazla yoğunlaşır, üzerinde durduğu
lafızları çoğunlukla anlamı bakımından değil, sarf ve söz dizimi açısından
incelemektedir.246 Bu yönleriyle her iki kitap, diğer Garîbu’l-Kur’ân kitaplarından
farklılık göstermektedir. Fakat lafız mânâlarına az da olsa değindikleriden dolayı
Ahfeş ve el-Ferrâ’nın bu kitapları Garîbu’l-Kur’ân eserleri arasında anılmaktadır.247
Ebû Ubeyde’nin, bir âyetin anlamının ona sorulması üzerine verdiği cevaptan
sonra Mecâzü’l-Kur’ân adlı kitabını yazmaya başladığı belirtilmektedir.248 Bu eserde
Ebû Ubeyde, garîb lafızları âyetlerden istişhâdda bulunarak açıklamaktadır. Hz.
Peygamber’in hadislerine ve sahabeden rivayet edilen haberlere yer vermektedir.
249
Garîb lafızlar haricinde kıraat, sarf ve nahvi de ele almaktadır. Ebû Ubeyde, daha çok
240 Bkz. Ebû Hayyân, Tuhfe, 254-255.
241 Ebu’l-Hasen el-Mecâşiî el-Ahfeş el-Evsat, Meâni’l-Kur’ân, thk. Hediy Mahmûd Kırâa, (Kahire,
Mektebetü’l-Hâncî, 1990), 1: 26.
242 Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, 1: 215, 216, 318.
243 Bkz. el-Ferrâ’, Meâni’l-Kur’ân.
244 Yakût b. Abdullah er-Rûmî el-Hamevî, Mu’cemu’l-Udebâ, thk. İhsan Abbâs, (Beyrût, Dârü’lGarbi’l-İslâmî, 1993), 6: 2814; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 98-100; Ebu’l-Berakât Kemalüddin
Abdurrahman Muhammed b. el-Enbârî, Nüzhetü’l-Elibbâ’ fî Tabakâti’l-Udebâ’, thk. İbrahim esSamirâî, 3. bs. (ez-Zerkâ-Ürdün, Mektebetü’l-Menâr, 1985), 81-84; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1:
279-286.
245 Bkz. el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, 1: 37-38.
246 el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, 1: 46-48. Mesela, el-Ferrâ burada (صفراء (safrâ’, kelimesini açıklamak
yerine daha çok nahvî açıklamalarda bulunmaktadır.
247 Bkz. Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 49.
248 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 16; Hamevî, Mu’cemu’l-Udebâ, 6: 2707;
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1: 287-288.
249 Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 13-14, 19.
37
garîb lafızların anlamları üzerinde durmakta, anlam değişimine uğrayan lafızlara,
250
çok anlamlı lafızlara
251 ve deyimlerin anlamları gibi hususlara temas etmektedir.252
İbn Kuteybe, Kur’ân’daki garîb lafızlarla ilgili yazdığı Tefsîr Ğarîbu’lKur’ân adlı eserinin mukaddimesinde bu kitabı, garîb lafızlar hakkında yazdığını,
mânâsı malum lafızlara, hadislere, nahvî açıklamalara ve isnadlara pek
değinmediğini söylemektedir.253
Aslen İsfahânlı olup Bağdat’ta yaşayan Râgıb el-İsfahânî,
254 Garibu’I-Kur’ân
hakkında Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân adlı eseri yazmıştır. İsfahânî, Kur’ân lafızlarını
her yönden inceleyen yeterli alfabetik şekilde onları dizmiş bir kitap yazmak için
Yüce Allah’tan hayır dileğinde bulunduğunu, metot olarak önce “elif” (ا (ardından
“ba” (ب (harfini alfabetik sıraya göre dizeceğini, bu dizilişte lafızları ilk asli
harflerine göre sıralayacağını, ilave edilmiş harfleri dikkate almayacağını, bu arada
lafızların istiâre yoluyla kullanılanları ile türevlerini kitabın hacminin elverdiği
ölçüde ele alacağını söylemektedir.255
İsfahânî’nin bu eseri, Garibu’I-Kur’ân sahasında yapılan çalışmaların en
kıymetlisi ve en çok rağbet göreni olması sebebiyle tefsir alanında çalışan ilim
adamlarının el kitabı mahiyetindir.256 Eserinde İsfahânî, gayet iyi bir metot ve üstün
bir üslup kullanmaktadır. Kapsamlı bir ilmî vukûfiyete ve zengin bir bilgi hazinesine
istinaden Kur’ân’daki garîb kelimeleri alfabetik sıraya göre izah etmektedir. İsfahâni,
Kur’ân’ı anlamada evvela Kur’ân’daki lafızları bilmenin önemini vurgulamaktadır.
Garîb lafızların sülasilerini esas alarak onları alfabetik sıraya göre tertip etmekte,
lafızları sözlük cihetinden açıkladığı gibi dini açıdan da izahta bulunmaktadır.
İsfahânî, lafızları hakiki anlamlarıyla madde madde ele alıp onların türevlerini
belirtmekte, lüzumu halinde garîb lafızları sarf ilmine göre tahlil etmektedir.
Eserinde lafızlarla ilgili mecâzî anlamları söylemekte ve mecâz ile hakiki anlamların
250 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 58.
251 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 99.
252 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 228.
253 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbu’l-Kur’ân, Mukaddime, 3-4; Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân
Literatüründe”, 50.
254 Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, Mukaddimetu Câmii’tTefâsir, thk. Ahmed Hasan Ferhat, 1. bs. (Kuveyt, Dârü’d-Da’vâ, 1984), Mukaddime, 11.
255 Bkz. İsfahânî, Müfredât, mukaddime, 54-55; Yolcu, “Râgıb el-İsfahânî”, 129-130; Mendeş v.dğr.,
“Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 50.
256 Bkz. İsfahânî, Müfredât, mukadime, 18; Yolcu, “Râgıb el-İsfahânî”, 127.
38
birbiriyle olan irtibatını belirtmektedir. İsfahânî bunu yaparken önce garîb lafzın
geçtiği ilgili âyetlere, sonra hadislere, bilahere şiir, deyim ve atasözlerine yer
vermektedir.257 Dolayısıyla İsfahânî’nin, lafızların sadece lügat anlamı üzerinde
durmayı yeterli görmediği, mecâzî ve kinâyeli yönleriyle de alakalı bilgi verdiği258
görülebilmektedir. Böylece Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân adlı eser, ele aldığı mevzular,
beyan ettiği mânâlar ve mevzuyu işleme yöntemi ile takdir toplayan bir eser olmuş
ve Garîbu’l-Kur’ân alanında telif edilen en başta gelen kitaplardan kabul
edilmiştir.259 Fakat nedense Kurtubî’nin, İsfahânî’nin Müfredât Elfâzi’l-Kur’ân adlı
eserinden söz ettiği bir ibareye rastlayamadık.
Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili müstakil eserlerden başka, Garîbu’l-Kur’ân’a
değinen kitaplar da mevcuttur. İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-Nebeviyye adlı eseri,
bunlardan biridir.
260 Bu eserde İbn Hişâm, ele aldığı âyetlerde geçen bazı lafızların
mânâlarının üzerinde durmakta, bu lafızların kök ve çekimlerini söylemekte, lafızlara
verdiği mânâları âyet, hadis, sahabilerin ve tâbiûnun sözleriyle ve şiirlerle
delillendirmektedir. Ayrıca İbn Hişâm, Arapların kelimeyi kullanış şekline göre
açıklamalarda bulunmaktadr.261
2.7. Günümüzde Garîbu’l-Kur’ân Çalışmaları
Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da Garîbu’l-Kur’ân üzerinde çalışmalar
yapılmaya devam etmektedir. Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân lafızlarıyla ilgilendiği için her
zaman güncelliğini koruyup gündemde olan bir ilimdir. Bu bakımdan her asırda
onunla ilgili büyük veya küçük hacimli pek çok eser telif edilmiştir. Bu durum,
Kur’ân’ın diğer lafızları gibi Garîbu’l-Kur’ân’ın süreklilik arzettiğini göstermektedir.
Kur’ân kelimeleri, ilâhî iradenin tecelligâhı olan evrendeki bütün kevnî âyetlere her
an işaret etmektedir, insanların ilmî faaliyetlerine ve yaşantılarına ışık tutup yollarını
aydınlatmaktadır. İnsanlar, Kur’ân’ı öğrendikçe, hayatın fen ve sosyal bilimleri gibi
çeşitli alanlarına ait onun lafızlarından yeni şeyler keşfedebilmektedirler. Gerçek şu
257 İsfahânî, Müfredât, mukaddime, 54; Ömer Kara, “Râgıp el-İsfahânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 34: 398; İsfahânî, Müfredât, mukaddime, 13;
Yolcu, “Râgıb el-İsfahânî”, 129.
258 İsfahânî, Müfredât, mukaddime, 13; Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 50.
259 Bkz. Mecdüddin Ebû Tahir Muhammed b. Yakûb el-Feyrûzâbâdî, el-Bulğa fî Terâcimi Eimmeti’nNahvi ve’l-Lüğa, thk. Muhammed el-Mısrî, 1. bs. (Dımaşk, Dârü Sa’di’d-Din, 2000), 122; Zerkeşî,
el-Burhân, 1: 394; Süyûtî, el-İtkân, 239.
260 Bkz. İsmail Cerrahoğlu, “İbn Hişâm”, AÜİF İslâm İlimleri Enstitüsü Yayınları 3 (1977): 1-28.
261 Bkz. Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, 50-51.
39
ki Kur’ân, her zaman her konuda, hem dünya hem ahiret saadetini sağlayan ilk
kaynaktır. Garîbu’l-Kur’ân da bu kaynakta yer aldığı için, varlığını sürekli devam
ettirmektedir.
Günümüzde Garîbu’l-Kur’ân’ı doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren
kitap, doktora, yüksek lisans ve makale türü çalışmalardan olmak üzere şunları
zikretmek mümkündür:
Kitaplar:
Abdülaziz b. Ali el-Harbî. Vechü’n-Nehâri’l-Kâşif an Meâni Kelâmi’lVâhidi’l-Kahhâr.
262 Bu eserde müellif, Kurân kelimelerinin yorumu ile terkibi ve
mânâsı müşkil olan garîb cümleleri ele alıp onların anlamını vermeye çalışmaktadır.
Abdülvehhab Öztürk, Ansiklopedik Kur’ân-ı Kerîm Sözlüğü,
263
Ahmed Tâhâ Fellâl, Mukarraru Ğarîbî’l-Kur’ân.
264 Bu eser, hazırlanışı itibarı
ile müellifi tarafından üniversitelerde okutulmak üzere yazılmış bir ders kitabı
niteliğindedir.
Ali Fehmi Huşeyim, Hel fi’l-Kur’ân A’cemiyyün? -Nazratün Cedidetün ilâ
Mevzûin Kadîm-.
265 Bu eserde müellif, Kur’ân’da yer alan kelimelerin Arap dili
dışında olmadığını belirtmeye gayret etmektedir.
Ebû Zer el-Kalamûnî, Kelimâtü’l-Kur’âni’l-Kerîm min Kitab Eyseri’t-Tefâsir
li’l-Cezâirî.
266 Burada Kur’ân lafızları Kur’ân’ın tertibinde sûre ve âyetlerde yer
aldığı şekilde duruma göre ya müfred ya da terkib halinde ele alınarak anlamları
verilmektedir.
Hasaneyn Muhammed, Mahlûf, Kelimâtü’l-Kur’ân.
267 Bu kitap, Kur’ân
kelimelerini, sûrelerin sırasına uyarak izah eden bir lügattır.
262 Abdülaziz b. Ali el-Harbî, Vechü’n-Nehâr el-Kâşif an Meâni Kelâmi’l-Vâhidi’l-Kahhâr, 1. bs,
Beyrût, Dârü İbn Hazm, 2006.
263 Bkz. Abdülvehhab Öztürk, Ansiklopedik Kur’ân-ı Kerîm Sözlüğü, (İstanbul, Şamil Yayınları,
1995).
264 Bkz. Ahmed Tâhâ Fellâl, Mukarrar Ğarîbu’l-Kur’ân. Bu eser, ders kitabı olarak okutulmaktadır.
265 Bkz. Ali Fehmi Huşeyim, Hel fi’l-Kur’ân A’cemiyyün?
266 Bkz. Ebû Zer el-Kalamûnî, Kelimâtü’l-Kur’âni’l-Kerîm min Kitab Eyseri’t-Tefâsir li’l-Cezâirî, 1.
bs. Kahire, Dârü İbn Hazm, 2009.
267 Bkz. Hasaneyn Muhammed Mahlûf, Kelimâtü’l-Kur’ân, (Beyrût, Dârü İbn Hazm, 1997).
40
Lebîb Muhammed Cübrân Salih, İnâyetu Ulemâi’t-Tefsir bi Beyâni Ğarîbi’lKur’âni’l-Kerîm ve Menâhicühüm fi Zalike,
268
Muhammed b. Abdulaziz el-Hudeyrî, es-Sirâc fi Beyân Ğarîbi’l-Kur’ân. Bu
eser, kelimeleri Kur’ân’daki sûre ve âyetlerin sırasına göre ele almıştır.
Muhammed Hasan Hasan Cebel, el-Mu’cemu’l-İştikâkî el-Muassil li Elfâzi’lKur’âni’l-Kerîm.
269
Muhammed Sâlim Muhaysin-Şaban Muhammed İsmail, el-Hâdî ila Tefsir
Ğarîbi’l-Kur’ân.
270 Bu kitap, Kurân’daki sûre ve âyet sırasına göre lafızlar üzerinde
durmuştur.
Nebihe bint Abdullah Bâhışvîn, Ğarîbu’l-Kur’ân.
271
Doktora tez çalışmaları:
Arthur Jeffery, The Foreıgn Vocabulary Of The Qur’ân.
272 Yazar bu eserinde,
Kur’ân’ın, Arap dili dışında pek çok kelime ihtiva ettiğini; sadece Arapça
olmadığını; önceki ilâhî kitaplardan ve çeşitli milletlerden alınmış lafız kapsadığını
ifade etmekte; oryantalist bir bakış eçısını ortaya koymaktadır.
Hüseyin Akyüzoğlu, Taberî Tefsiri’nde Garîbu’l-Kur’ân,
273
Ömer Acar, Arab Dilinde Ta’rîb Olgusu Açısından Garîbu’l-Kur’ân,
Süleyman Mollaibrahimoğlu, İbnü’l-Müneyyir ve et-Teysîru’l Acîb fî
Tefsîri’l-Ğarîb,
274
Hüseyin Elmalı, Muhammed b. Ebû Bekr er-Râzî ve Tefsîru Ğarîbi’lKur’ân’ı,
275
268 Bkz. Lebîb Muhammed Cübrân Salih, İnâyetu Ulemâi’t-Tefsir bi Beyâni Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Kerîm
ve Menâhicühüm fi Zalike, Dârü’l-Fârûk, erişim: 12.03.2019, http://www.nooonbooks.com/.
269 Bkz. Muhammed Hasan Hasan Cebel, el-Mu’cemu’l-İştikâkî el-Muassil li Elfâzi’l-Kur’âni’lKerîm, 1. bs. (Kahire, Mektebetü’l-Âdâb, 2010).
270 Bkz. Muhaysin v.dğr., el-Hâdî ila Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, (Kahire, Dârü’l-İttihâdi’l-Arabî, ty.).
271 Bkz. Câmiatu Ümmü’l-Kurâ, erişim: 09.04.218.
https://drive.uqu.edu.sa/_/nabakhshwen/files/418.pdf.
272
Bkz. Arthur Jeffery, The Foreıgn Vocabulary Of The Qur’ân, (Doktora Tezi, Baroda, Oriental
Institute, 1938), erişim: 21.10.2017.
https://archive.org/details/foreignvocabular030753mbp/page/n4.
273 Bkz. Hüseyin Akyüzoğlu, Taberî Tefsiri’nde Garîbu’l-Kur’ân, (Doktora Tezi), Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004.
274 Bkz. Süleyman Mollaibrahimoğlu, İbnü’l-Müneyyir ve et-Teysîru’l Acîb fî Tefsîri’l-Ğarîb,
(Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1990).
41
Şükrü Arslan, İbnu’l-Yezidi ve Garibu’l-Kur’an-ı.
276
Yüksek Lisans tez çalışmaları:
Bekir Kantarcı, Gulâm Sa’leb ve Yâkûtetu’s-Sırât fî Ğarîbi’l-Kur’ân’ı,
277
Halil İbrahim Süslü, Celâleyn Tefsiri’nde Garîbü’l-Kur’ân Örnekleri,
278
Muhammed Bilgin, Garibu’l-Kur’an ve Amme Cüzü’ndeki garib Klimelerin
tefsiri,
279
Ali Rıza Kenanoğlu, Ferişteoğlu’nun (Lugat-ı Kanun-ı İlahi) adlı eserinin
Garibu’l-Kur’an yönünden incelenmesi,
280
Ali Özcan, Tevbe suresindeki garib kelimelerin tefsiri,
281
Muhammed Salim İsmail el-Melahme, Tehavvulâtu Bünyeti'l-Kelime fi
Ğarîbi’l-Kur’ân fi Dav’i İlmi’l-Lüğati’l-Muâsıra,
282
Mustafa Kurt, Ğarîbu’l-Kur’ân ve Ğarîbu’l-Kur’ân’a Dair Müstakil
Eserler.
283
Makaleler:
Ali Bulut, “Kur’ân Filolojisiyle İlgili Üç İlim Dalı (Garîbü’l-Kur’ân, Meâni’lKur’ân, İ’râbu’l-Kur’ân) ve Bu Dallarda Eser Veren Müellifler (Hicrî İlk Üç
Asır)”,
284
275 Bkz. Hüseyin Elmalı, Muhammed b. Ebû Bekr er-Râzî ve Tefsîru Ğarîbi’l-Kur’ân’ı, (Doktora Tezi,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1986).
276 Bkz. Şükrü Arslan, İbnu’l-Yezidi ve Garibu’l-Kur’an-ı, (Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi, 1978).
277 Bkz. Bekir Kantarcı, Gulâm Sa’leb ve Yâkûtetu’s-Sırât fî Ğarîbi’l-Kur’ân’ı, (Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1991).
278 Bkz. Halil İbrahim Süslü, Celâleyn Tefsiri’nde Garîbü’l-Kur’ân Örnekleri, (Yüksek Lisans Tezi,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2016).
279 Bkz. Muhammed Bilgin, Garibu’l-Kur’an ve Amme Cüzü’ndeki garib Klimelerin tefsiri, (Yüksek
Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi, 1984).
280 Bkz. Ali Rıza Kenanoğlu, Ferişteoğlu’nun (Lugat-ı Kanun-ı İlahi) adlı eserinin Garibu’l-Kur’an
yönünden incelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
1992).
281 Bkz. Ali Özcan, Tevbe suresindeki garib kelimelerin tefsiri, (Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996).
282 Bkz. Muhammed Salim İsmail el-Melahme, Tehavvulâtü Bünyeti'l-Kelime fi Ğarîbi’l-Kur’ân fi
Dav’i İlmi’l-Lüğati’l-Muâsıra, (Yüksek Lisans Tezi, Mutah Unıversty, Mutah/Karak/Jordan,
2004).
283 Bkz. Mustafa Kurt, Ğarîbu’l-Kur’ân ve Ğarîbu’l-Kur’ân’a Dair Müstakil Eserler, (Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Ünüversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1984).
42
Abdulmuttalip Arpa, “el-Lehecatü’lletî Nezele biha’l-Kur’ânü’l-Kerîm”,
285
Ali Eroğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’in Tefsiri ve Ma’âni’l-Kur’ân Müelliflerinin
Kur’ân Tefsiri’ne Getirdikleri”,
286
Bilal Gökkır, “Kur’ân-ı Kerîm’de Farklı Kültürlere Ait Kavramlar”,
287
Bilal Gökkır, “Kur’ân’da Yabancı Kelimeler Meselesine Oryantalist Bir
Yaklaşım”.
288 Bu makalesinde müellif, Arthur Jeffery’nin, The Foreıgn Vocabulary
Of The Qur’ân, adlı doktora çalışmasını, onun dediği gibi, eleştirel bir yaklaşımla
tahlil etmektedir.
Burhan Sümertaş, “Kavram Çalışmalarına Katkıları Açısından Belli Başlı
Kur’ân Sözlükleri”,
289
Hüseyin Muhammed Nassâr, “Kütübü Garîbi’l-Kur’ân”,
290
İsmail Cerrahoğlu, “İbn Hişâm ve Sire’sindeki Garîbu’l-Kur’ân’ı”,
291
İsmail Cerrahoğlu, “Tefsirde Atâ b. Ebî Rabâh ve İbn Abbâs’tan rivayet ettiği
Garîbu’l-Kur’ân’ı”,
292
Mesut Okumuş, “Arthur Jeffery ve Kur’ân Çalışmaları Üzerine”,
293
Nurdan Mendeş - Vehbi Karakaş, “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe İbn
Hişâm’ın Yeri ve Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ıyla Mukayesesi”,
294
284 Bkz. Ali Bulut, “Kur’ân Filolojisiyle İlgili Üç İlim Dalı (Garîbü’l-Kur’ân, Meâni’l-Kur’ân,
İ’râbu’l-Kur’ân) ve Bu Dallarda Eser Veren Müellifler (Hicrî İlk Üç Asır)”, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 20-21 (2005): 279-297.
285 Bkz. Abdulmuttalip Arpa, “el-Lehecatü’lletî Nezele biha’l-Kur’ânü’l-Kerîm”, EKEV Akademi
Dergisi 21/71 (Yaz 2017): 1-40.
286 Bkz. Ali Eroğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’in Tefsiri ve Ma’âni’l-Kur’ân Müelliflerinin Kur’ân Tefsiri’ne
Getirdikleri”, EKEV Akademi Dergisi 6/10 (Kış 2002): 41-51.
287 Bkz. Bilal Gökkır, “Kur’ân-ı Kerîm’de Farklı Kültürlere Ait Kavramlar”, 269-295, erişim:
15.01.2017, https://dergipark.org.tr/download/article-file/10080.
288 Bkz.Bilal Gökkır, “Kur’ân’da Yabancı Kelimeler Meselesine Oryantalist Bir Yaklaşım”, Ma’rife
2/3 (Kış 2002): 135-142.
289 Bkz. Burhan Sümertaş, “Kavram Çalışmalarına Katkıları Açısından Belli Başlı Kur’ân Sözlükleri”,
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 36 (2012/2): 131-168.
290 Bkz. Hüseyin Muhammed Nassâr, “Kütübü Ğarîbi’l-Kur’ân”, erişim: 15.05.2018.
https://ia800300.us.archive.org/7/items/ waq86911/86915-5.pdf.
291 Bkz. İsmail Cerrahoğlu, “İbn Hişâm”, 1-28.
292 Bkz. İsmail Cerrahoğlu, “Tefsirde Atâ b. Ebî Rabâh”, 17-104.
293 Bkz. Mesut Okumuş, “Arthur Jeffery ve Kur’ân Çalışmaları Üzerine”, AÜİFD, 43/2 (2002): 121-
150.
294 Bkz. Nurdan Mendeş v.dğr., “Garîbu’l-Kur’ân Literatüründe”, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5 (2014): 43-67.
43
Nurettin Turgay, “Halil b. Ahmed ve Garîbu’l-Kur’ân” (Khalil b. Ahmad and
Garîb al-Quran),
295
Osman Kara, “Ferâhî’nin Müfredatu’l-Kur’ân’ı ve Garîbu’l-Kur’ân İlmindeki
Yeri”,
296
Sadreddin Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân Tefsirinin Doğuşu”,
297
Süleyman M. Kayagil, “Meâni’l-Kur’ân’da el-Ahfeş’in Şiirle İstişhadda
Bulunduğu Ğarîb Kelimeler”,
298
Zeynep Nermin Aksakal, “Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’lKur’ân’ı ve Mukaddimesi Üzerine Bir İnceleme”.
299
Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi gibi hacimli eserlerde,
Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili pek çok madde mevcuttur. Diğer taraftan Kur’ân ilimlerini
ele alan kitaplar da, Garîbu’l-Kur’ân konusuna az veya çok değinmektedir. Bizim bu
çalışmamız ise, Garîbu’l-Kur’ân’ın önemini, gerekliliğini, tarihî seyrini, gelişmesini
ve Kur’ân’ın doğru anlaşılmasındaki rolünü, “Kurtubî Tefsiri Örneği” bağlamında
ele almaktadır.
2.8. Garîbu’l-Kur’ân’ın Tefsir İlmindeki Yeri
Garibu’l-Kur’ân, diğer Kur’ân ilimleri gibi Kur’ân’la doğrudan bağlantılı
olan bir ilimdir. O, Kur’ân lafızlarını ele alırken diğer Kur’ân ilimlerinden farklılık
gösteriyorsa da Kur’ân’ın anlaşılmasında en az onlar kadar önemli bir görevi ifa
etmektedir. Çünkü Garibu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın anlaşılması zor kelimeleri üzerinde
durmaktadır. Bu açıdan Garibu’l-Kur’ân, tefsir ilminde yüksek bir mevki sahibidir.
Tefsirde, Kur’ân’ın doğru anlaşılması için her Kur’ân ilmi kendi alanında açıklama
yaparken veya Kur’ân’la ilgili bilgi verirken lafızların hangi anlama geldiği
noktasında Garîbu’l-Kur’ân’dan yararlanmaktadır. Mesela “el-Vücûh ve’n-Nezâir”,
Kur’ân lafızlarının anlamlarını, onların bulundukları yerlere göre ele alırken Kur’ân
295 Bkz. Nurettin Turgay, “Halil b. Ahmed ve Garîbu’l-Kur’ân”, 55-79.
296 Bkz. Osman Kara, “Ferâhî’nin Müfredatu’l-Kur’ân’ı ve Garîbu’l-Kur’ân İlmindeki Yeri”,
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1/1 (2012/1): 189-216.
297 Bkz. Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9-26.
298 Bkz. Süleyman M. Kayagil, “Meâni’l-Kur’ân’da el-Ahfeş’in Şiirle İstişhadda Bulunduğu Ğarîb
Kelimeler”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1/2, (Oca 2013): 169.
299 Bkz. Zeynep Nermin Aksakal, “Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’l-Kur’ân’ı ve
Mukaddimesi Üzerine Bir İnceleme”, Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
(ERZSOSDER) VIII-II (2015): 83-104.
44
lafızlarının mânâları üzerinde duran Garîbu’l-Kur’ân’dan faydalanmaktadır. Başka
bir ifadeyle “el-Vücûh ve’n-Nezâir”, Kur’ân’daki lafızların farklı yerlerde farklı
mânâlara gelmesi sebebiyle hangi lafzın nerede hangi anlamı ifade ettiğini açıklarken
Garîbu’l-Kur’ân ona ışık tutmaktadır. “Hüda” (هدىُ
ْ
(ال ًّصَلة) “salât “,)ال ُّسوء) “sû “,)ال
lafızlarında olduğu gibi.300
Garibu’l-Kur’ân, Kur’ân tefsiriyle doğrudan ilişkilidir. Bilindiği gibi tefsir,
Kur’ân’da kapalı olan sözü açıklamak anlamına gelmektedir.301 Garibu’l-Kur’ân
tefsiri, Kur’ân tefsirinden daha özel ve daha dardır. Bu sebeple Kur’ân tefsiri,
Garibu’l-Kur’ân tefsirinden daha kapsamlıdır. Dolayısıyla Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân
tefsiri içinde yer almaktadır. Tefsir ilmi, Kur’ân lafızlarının ve âyetlerin mânâlarını,
esbâb-ı nüzûlü, nâsih ve mensûhu, Kur’ân kıssalarını, âyetlere dair çeşitli dînî
hükümleri, âyetler hakkında âlimlerin ortaya koyduğu benzer ve farklı görüşleri,
Kur’ân kıraatleri vs. konuları Hz. Peygamber’e, sahabe ve tabiîne dayandırarak ele
almaktadır.
Tefsir ilmi Kur’ân’ı açıklamada, bünyesinde Kur’ân ilimlerinden istifade
etmektedir. Bu ilimler, Kur’ân’ın doğru anlaşılması noktasında birbirinin yanında
bulunmakta, adeta birbirinin eksik kalan taraflarını tamamlayarak birbirine destek
vermektedir. Mesela Kurtubî, Kur’ân’daki kelimelerin mübhem, mübdel, ihtisâr,
hazf, izmâr, takdîm ve te’hîr gibi konularında rivâyet ve nakle dayanmadan, sadece
Arapçanın zahirine bakmanın doğru olmadığını, söz konusu hususların çoğunun
nakille bilinebileceğini ve ancak bu sayede bir kısım hatalardan korunulabileceğini
söylemektedir.302 Kur’ân’ı tefsir etmek için, Arap dili ve edebiyatını bilmek önemli
olmakla birlikte, Kur’ân’ı anlamada tek başına yeterli görülmemektedir. Arapçadan
başka bir takım ilimlere ihtiyaç duyulmaktadır.303 Burada Kurtubî’nin özellikle
üzerinde durduğu rivayet ve nakil konusu önemlidir. Sahabiler, kendileri Arap
olmalarına rağmen Hz. Peygamber’e, bizim bilmediğimiz bir Arapça ile bize hitap
ediyorsun şeklinde bir serzenişte bulunmuşlardır.304 Demek ki sahabenin anlamını
300 Bkz. Süyûtî, yerine göre “el-Hüda” lafzının Kur’ân’da onyedi, “es-Sû” lafzının onbir, “es-Salât”
kelimesinin dokuz anlama geldiğini belirtmektedir (el-İtkân, 302-303).
301 Bkz. İbn Manzûr, “Fesera”, Lisân, 4: 369; Cevherî, “Fesera”, es-Sıhâh, 2: 686; Zebîdî, “Fesera”,
Tâc, 13: 323; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 210; Elmalılı, Hak Dini, 1: 19.
302 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 59.
303 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 2: 291; Eroğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri”, 41.
304 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2: 1203.
45
bilemedikleri, daha yeni duydukları bir takım lafızlar vardır. Sahabilerin, Hz.
Peygamber’den duydukları her şeyi anlayamadıkları bir hakikattir.
305 Bu, insanlık
hayatının gereği olarak normaldır.
Tefsir ilmi, “İ’râbu’l-Kur’ân”dan yararlanırken Garîbu’l-Kur’ân’dan istifade
etmektedir. Bu sebeple Zeccâc, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili yazdığı eserine Meâni’lKur’ân ve İ’râbuhu adını vermiştir. Kurtubî’nin Enbârî’den naklettiğine göre
sahabilerden ve tabiînden gelen bazı haberler, Kur’ân’ın i’râbının faziletine, i’râbını
öğrenmeyi teşvike ve yanlış harekeyle okumayı yerip bunun hoşlanılmayan birşey
olduğuna dair bilgi vermektedir. Bunlar, Kur’ân’ı okuyup ezberleyenlerin, i’râb
ilmini bilmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.
306 Hz. Peygamber, Kur’ân’ın i’rabını ve
lafızlarının anlamını bilmemizi, garîblerini araştırmamızı emretmektedir.307
Kurtubî, İbn Mes’ûd’un Kur’ân’ı tecvidli ve güzel sesle süsleyerek i’râblı
okumamızı istediğini, çünkü onun, Arapça bir Kur’ân olduğunu, Yüce Allah’ın,
Kur’ân’ın i’râblı (harekeleri doğru belirtilmiş) olarak okunmasını sevdiğini ifade
etmektedir. Kurtubî, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in, Kur’ân’ın bir kısmının i’râblı
okunmasını, harflerini ezberlemekten daha çok sevdiklerini, Mekhûl’e göre de
Kur’ân’ı i’râblı olarak okuyan kimsenin, i’râbsız olarak okuyan kimsenin iki katı ecir
alacağını söylemektedir. Kurtubî, Hasan-ı Basrî’ye bazı kimselerin lahn yapan (i’râb
kurallarına uymayan) bir imamları olduğunu söyleyince, Hasan-ı Basrî’nin onlara,
onu imamlıktan ayırmaları gerektiğini308 ifade ettiğini belirtmektedir.
Bu konuda şu rivayet manidardır: “Hz. Ömer devrinde bir bedevi Medine’ye
gelir. Hz. Peygamber’e indirilen Kur’ân’ın bazı yerlerini okumayı bana kim
öğretebilir? der. Bunun üzerine bir sahabi, ona Tevbe sûresini öğretmeye başlar. “ نَّ
َ
أ
ََّّللاَ بَ ِري
ُ
ُم ْشِر ِكي َن َو َرسُول
ْ
ال نْ ُه مِ ءٌ” “ Allah ve Resûl’ü, müşriklerden uzaktır” (et-Tevbe 9/3)
َو َرسُولَ ) “Veresûlühu “geçen âyetinde
ُه ( lafzını, o bedeviye, “Allah müşriklerden ve
Resûlü’nden uzaktır” anlamına gelecek şekilde, “lam” (ل (harfini esreli olarak
َو َرسُوِله) “Veresûlihi“
) biçiminde okutur. Bu sebeple bedevi, “Allah, Resulünden
305 Bkz. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fi Ğarîbi’l-Hadis, 10. Eroğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri”, 45.
306 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 41; ayrıca bkz. Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 14.
307 İbn Ebi Şeybe, el-Müsannef, 15: 431-432; Ebû Ya’la, Müsned Ebû Ya’la, 11: 436; Beyhakî,
Şuabu’l-Îmân, 3. 546; İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 20; Zerkeşî, el-Burhân, 2: 86; Süyûtî, el-İtkân,
239.
308 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 42.
46
uzaklaştı mı? Allah, Resûlü’nden uzaklaştıysa eğer, ben de ondan uzaklaşıyorum”
der. Bedevinin bu sözü, Hz. Ömer’e ulaşır. Hz. Ömer, o bedeviyi çağırıp aralarında
geçen konuşmada doğru okuyuşu ona öğretir. Bunun üzerine Hz. Ömer, dil bilgisini
bilenlerin dışında herhangi bir kimsenin insanlara Kur’ân’ı öğretmemesi talimatını
verir. Ebu’l-Esved ed-Dueli’ye de nahiv ilminin esaslarını koymasını emreder.309
İbn Atiyye, Kur’ân’ın i’râbının şeriatte asıl olduğunu, çünkü şeriatın kendisi
olan Kur’ân kelimelerinin mânâlarının, ancak i’rab ile öğrenilebileceğini ifade
etmektedir.310 İbnu’l-Enbârî de sahabenin ve tabiûnun Kur’ân’ın garîb ve müşkil
lafızları hakkında dil bilgisi kaideleriyle ve şiirle delil getirdiklerine dair pek çok
rivayet geldiğini belirtmektedir. Dolayısıyla bu rivayetler, Kur’ân lafızları hakkında
nahiv bilginlerinin izlediği yolun doğruluğunu, bu yolu izleyenlere karşı çıkanların
tavırlarının da yanlışlığını ortaya koymaktadır.311
Sonuç olarak denilebilir ki Garîbu’l-Kur’ân, Tefsir ilmiyle ve Tefsir ilminin
yararlandığı diğer ilimlerle doğrudan bağlantılı olan bir ilimdir. Tefsir ilminde,
birçok Kur’ân lafzını açıklamak için Garîbu’l-Kur’ân ilmine ihtiyaç duyulmaktadır.
2.9. Garîb Lafızların Kur’ân’da Olmasının Hikmeti
Bilindiği gibi Kur’ân’ın dili Arapçadır. Bu dilde, Kur’ân’ın yer verdiği, fakat
aslının Arapça olup olmadığı hakkında tartışmalı bazı lafızlar söz konusudur. Bu
lafızların Kur’ân’da olmasının hikmeti hakkında şunlar söylenebilir:
1. Kur’ân, Arapçada o lafzın anlamını karşılayacak başka bir kelime olmadığı
için o kavramı kullanmış olabilir. Kur’ân, Farsçada “yeryüzü”
312 anlamına gelen
(التَّنُّور) “Tennûr“
313 kelimesini asıl şekliyle kullanmıştır.314
2. Kur’ân’ın yer verdiği kelimenin yerine kullanılabilecek başka bir kavramın
aynı anlamı taşımaktan uzak olması ve birden fazla lafzın kullanılmasına ihtiyaç
309 Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 37-39; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 43.
310 İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 20; ayrıca bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 43.
311 Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 61; ayrıca bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 44.
312 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 110-111.
313 “Tennûr” lafzı Kur’ân’da iki yerde geçmektedir: Hûd 11/40; el-Mü’minûn 23/27.
314 Bkz. İbn Düreyd, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen, Cemheretü’l-Lüğa, thk. Remzî Ba’lbekî, 1.
bs. (Beyrût, Dârü’l-İlm li’l-Melâyin, 1997), 395; Ebû Mansûr Mevhûb b. Ahmed Muhammed b.
el-Hıdır el-Cevâlikî, el-Muarreb mine’l-Kelâmi’l-A’cemî, thk. Halil İmrân el-Mensûr, 1. bs.
(Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998), 47; Süyûtî, el-İtkân, 292.
47
duyulması. Bu ise fesâhat ve belâğatla alakalı kusurları doğurabilir.315 Farsça asıllı
“kalın ipek” anlamına gelen “İstebrak” (رقَ
(اِ ْستَْب
316 lafzını Arapçada tam anlamıyla
karşılayacak başka bir lafzın bulunmaması buna bir örnek teşkil edebilir. Süyûtî, bu
konuda Cüveynî’nin “dünyanın bütün fusehâsı bir araya gelerek o lafzı kaldırsalar,
fesâhat ve belâğat bakımından onun yerini tutacak hiçbir kelime bulamazlar”
317
söylediğini ifade etmektedir.
3. Kur’ân, hayatı ilgilendiren her konuya değinmekte ve önemli kurallar
ortaya koymaktadır. Bununla birlikte Kur’ân, öncekilerin ve sonrakilerin bilgisini
kapsamakta ve her şeyin haberini vermektedir.318 Dolayısıyla böyle bir kitabın pek
çok muhtelif toplumun diline ait bazı lafızları ihtiva etmesi doğaldır.319
4. Kur’ân’ın, diğer dillere ait lafızlara yer vermesi, evrensellik özelliğinin bir
göstergesi olabilir.320
5. Muarreb lafızların çoğunun müradifi Arapçada olmasına rağmen, bu
müradiflerin Kur’ân’da kullanılmaması. Bu lafızların İbrânîceden, Farsçadan,
Aramiceden, Rumcadan ve diğer dillerden gelmiş olma ihtimali vardır. Dikkat
edilirse bu lafızların, geçtiği âyetlerde ilgili toplumların dilleriyle alakalı olduğunu
görmek mümkündür. Mesela Kur’ân, iktisâdî alanı ilgilendiren bir değer birimi
olarak yer verdiği paradan söz ettiğinde, para hırsından bahsederken “ضة الف و هب الذ“
“Altın ve Gümüş”
321 Hz. Peygamber’e karşı dürüst ve samimi davranmayanları
“Dînâr” “ِدينَار” anlatırken
322 Hz. Yûsuf’un halinden bilgi verirken “همِ راَ
“دَ
“Dirhemler”
323 Ashâb-ı Kehf’i konu edinirken “رقِ وَ” “ Gümüş para”
324 kelimelerini
315 Süyûtî, el-Mühezzeb, 64-65; Râfiî, İ’câz, 55.
316 “İstebrak” lafzı Kur’ân’da dört yerde geçmektedir: el-Kehf 18/31; ed-Duhân 44/53; er-Rahmân
55/54; el-İnsan, 76/21.
317 Süyûtî, el-İtkân, 289-290; Süyûtî, el-Mühezzeb, 61-62; ayrıca bkz. İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 45.
318 Bkz. Tirmizî, “Sevâbü’l-Kur’ân”, 14; Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 5-7; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 10-11;
Muhammed Ebû Zehra, el-Mu’cizetü’l-Kübrâ el-Kur’ân, (Dârü’l-Fikri’l-Arabî, ty.), l5.
319 Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Müsannef, 15: 447-448; Süyûtî, el-İtkân, 289; Süyûtî, el-Mühezzeb, 60, 61
320 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 289; Süyûtî, el-Mühezzeb, 60-62.
321 “Altın ve Gümüş” ibaresi Kur’ân’da iki yerde geçmektedir: Âl-i İmrân 3/14; et-Tevbe 9/34.
322 “Dinâr” lafzı Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: Âl-i İmrân 3/75; İsfahânî, “Dînâr” lafzının aslının
“Dinnâr” (ارَّدنِ (olduğunu, iki “nûn”dan birisinin “yâ” harfine dönüşmesiyle “Dînâr”a dönüştüğünü
söyler, fakat bunun “رْ آ نٌ ديِ) “Dîn Âr) “kanun onunla geldi” anlamında Farsça bir lafız olduğu
söylendiğini de ifade eder (“Denera”, Müfredât, 318); Süyûtî, el-İtkân, 293.
323 “Derâhim” kelimesi, Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: Yûsuf 12/20; “Derâhim”, muamelelerde
kullanılan “gümüş para” demektir (Cürcânî, Dercü’d-Dürer, 2: 125).
324 “Verik” lafzı Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: el-Kehf 18/19; Gulâm Sa’leb, Yâkûtetu’s-Sırât,
319.
48
tercih etmiştir.325 Kur’ân’da geçen bu lafızlar, günümüzde farklı toplumların
kullandığı ayrı değerlere sahip para birimleri gibi, ilgili toplumlar tarafından o
lafızların her birine ait yüklenmiş kıymetler ve bir takım mânâlar dikkate alınarak
kullanılmış olabilir.326
Ayrıca asrımızda modern bilimlerin gelişmesi, muarreb veya garîb lafızların
daha muhtevalı ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bizzat Kur’ân’dan öğrenilecek
dolaylı bilginin yanında İslâm muhaliflerinin ciddi tenkidi ve itirazlarına cevap
verebilmek için bu husus kaçınılmazdır. Mesela, “همَ رْ دِ” “Gümüş para” lafzının
Kur’ân’da Hz. Yûsuf’un Mısır’da bir köle olarak satımında kullanılan para birimi
şeklinde yer alması, ansiklopedik bilgilere istinaden tenkit edilmektedir. O devirde
dirhemin kullanılmadığı öne sürülmektedir. Öyleyse müşkülin halli, kadim tefsir
eserlerinden çok tarih, arkeoloji ve nümizmatikte327 aranmalıdır. Neticede hakkında
soruların sorulduğu, tartışmaların yapıldığı her kavramın, mubîn olan Kur’ân’ın
açıklığına örtü değil, tam tersine onun ayrıntılarda takdim ettiği açıklayıcılığına birer
rehber olduğu bilimsel vakıalara dayanarak ele alınmalıdır.328 Dolayısıyla Garîbu’lKur’ân’ın anlamını bilmenin, Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında büyük rol oynadığı ve
önemli katkı sağladığı ortaya çıkmaktadır.
Garîb lafızların Kur’ân’da olmasının hikmeti çerçevesinde bazı kelimelerle
ilgili olarak şunları söylemek mümkündür:
ْسبَا ِط) “Esbât-el “1.
ْْلَ
:(ا
Kur’ân’da, Müslümanlara hitaben başkalarına karşı, kendilerine indirilene
(Kur’ân’a), Hz. İshâk, Hz. Ya’kûb ve “el-Esbât” (اطَسبْ َا‘(a indirilene, ayrıca Hz.
Mûsâ’ya (indirilen Tevrât’a), Hz. İsa’ya (indirilen İncîl’e), ve diğer peygamberlere
verilmiş olanlara inandık demeleri emredilmektedir.329 Âyette geçen “el-Esbât”
330
325 Bkz. İsmail Bayer. “İbn-i Kemâl’in et-Ta’rîb Risâlesinde Kur’ân’da Mu‘arreb Konusuna Bakışı”,
İLTED 44 (2015/2): 106-107.
326 Lafız ve mânâ arasındaki ilişki hakkında Said Nursî şöyle demektedir: “Müteşabihâtta, mânâyı
mecâzînin mânâyı hakikînin lafzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’luf ve
malûmları olmayan mânâları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir.
Meselâ ‘yed’in mânâyı mecâzîsi insanlara me’nus olmadığından, mânâyı hakikînin şekliyle,
lafzıyla gösterilmesi zarureti vardır. (Said Nursî, İşâretü’l-İ’câz Fi Mezânni’l-Îcâz, 3. bs. (Kahire,
2002), 2; Said Nursî, İşâretü’l-İ’câz, trc. Abdulmecid Nursi, İstanbul, Envar Neşriyat, 1995, 16.)
327 Nümizmatik: “Eski para uzmanlığı, meskûkât” veya “Geçer akçe, resmi para” demektir.
328 Bayer, “İbn-i Kemâl”, 106-107.
329 el-Bakara 2/136.
49
lafzı İbrânîcede kabileler veya torunlar anlamına gelmektedir.331 Arapçada bu lafzı
ْجيَال) “ecyâl “karşılayan
َ
ْحفَاد) “ahfâd “ve) أ
َ
أ (gibi kelimeler olduğu halde âyette Hz.
Ya’kûb’un torunlarından söz edildiğinden dolayı o kavmin dilinden bir kelime
kullanılmaktadır.
ُرسُو َن) “Tedrüsûn “2.
:(تَدْ
Kur’ân’da, “Allah’ın kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği
verdiği hiçbir insanın, Allah’ı bırakıp bana kullar olun, demesi düşünülemez. Fakat
(şöyle öğüt verir:) ‘Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte’ (نَ وُرسُ
olduğunuz) تَدْ
Kitap uyarınca rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun” (Âl-i İmrân
3/79), buyurulmaktadır. Âyette geçen “Tedrüsûn” (نَ وُرسُ
(تَدْ
332 kelimesi hem
İbrânîcede hem Arapçada kökü olup müşterek olarak kullanılan bir lafızdır.333 Bu
kelime, her ne kadar İbrânîce olduğu belirtilmişse de onun Arapça fiil kalıbına
sokulabilmesi nedeniyle geçmişten beri Arapçada varolduğu anlaşılmaktadır.334
يَِ م) “Yemm-el “3.
ْ
:(ال
Kur’ân’da, âyetlere yalan dedikleri ve onlara kulak vermedikleri için, o
kimselerden intikam alınıp “el-Yemm” (م َِي
ْ
ال” (deniz”de boğduruldukları ifade
edilmektedir.335 Âyette geçen “el-Yemm” kelimesi, İbrânîcede “deniz” anlamına
gelmektedir.336 Arapçada da “deniz” anlamını ifade etmektedir.337 Kıbtî, Süryânî ve
330 “Esbât” lafzı Kur’ân’da dört yerde geçmektedir: el-Bakara 2/ 140; Âl-i İmrân 3/84; en-Nisâ’ 4/163:
el-A’râf 7/160. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Mursel Ethem, Kur’ân’da İbrânîce Kelimeler, 1. bs.
(Ankara, Gece Kitaplığı, 2017), 61-80.
331 Bkz. Sicistânî, Nüzhetü’l-Kulûb, 62; Cevherî, “Sebeta”, es-Sıhâh, 3: 1129; İsfahânî, “Sebeta”,
Müfredât, 364; Ebû Hayyân, “Sibt”, Tuhfe, 166; Süyûtî, el-İtkân, 291.
332 Bkz. Âl-i İmrân 3/79; el-En’âm 6/105; el-A’râf 7/169; Sebe’ 34/44; el-Kalem 68/37.
333 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, 5: 531; Cevherî, “Derase”, es-Sıhâh, 3: 927; İsfahânî, “Darese”,
Müfredât, 311; İbn Manzûr, “Derase”, Lisân, 6: 79; Süyûtî, el-İtkân, 292; Zebîdî, “Derase”, Tâc,
16: 64-65; Geniş bilgi için bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 121-140.
334 Bkz. Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsım el-Enbârî, ez-Zâhir fi Meânî Kelimâti’n-Nâs, thk. Hâtim
Salih ed-Dâmin, 2. bs. (Bağdat, Dârü’ş-Şuûni’s-Sakâfiyyeti’l-Âmme, 1987), 2: 137.
335 el-A’râf 7/136.
336 Geniş bilgi için bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 309-325.
337 İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 171; Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan b. Düreyd,
Cemheretü’l-Lüğa, thk. Remzi Münir Baalbekkî, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-İlmi’l-Melayin, 1987), 1:
171; Cevherî, “Yememe”, es-Sıhâh, 5: 2065; İsfahânî, “Yemm”, Müfredât, 893; İbn Manzûr,
“Yememe”, Lisân, 12: 647; Zebîdî, “Yememe”, Tâc, 34: 139; Ayrıca geniş bilgi için bkz. Ethem,
Kur’ân’da İbrânîce, 309-325.
50
İberî lehçelerinde de “deniz” mânâsında kullanıldığı338 görülmektedir. Dolayısıyla
“el-Yemm” lafzı, farklı dillerde müşterek olarak bulunmaktadır.
َربَّانِيُّو َن) “Rabbâniyyûn-er “4.
:(ال
Yüce Allah, Tevrât’ı indirdiğini, onda hidâyet ve nûr bulunduğunu, Allah’a
teslim olmuş nebîlerin, onunla hüküm verdiklerini, ayrıca “er-Rabbâniyyûn” (نَ وُّيِانَّربَ
(ال
“kendilerini Rabb’e adamış kişilerin ve ahbârın (âlimlerin)” da öylece onunla hüküm
verdiklerini, zira bunların, Allah’ın Kitabı’nı korumakla görevlendirilmiş ve
Tevrât’ın hak olduğuna şahit olmuş kimseler olduklarını beyan etmektedir.339 Âyette
yer alan “er-Rabbâniyyûn”340 kelimesinin İbrânîce bir lafız341 olduğu ifade
edilmektedir. Fakat bu lafzın tekili olan “Rabbânî” ( رَ
ي َّبانِ
) kavramının Arapçada
“kendini Rabb’e ibâdete vermiş, Rabb’e mensup olan”342 anlamına geldiği
düşünülürse, “er-Rabb” (بُّ رَّ ال (lafzından türeyen “Rabbânî” lafzının Arapça kökenli
olduğu görülmektedir.343 Ayrıca “Rabbânî” kelimesi, İbrânîcede birbirine yakın olan
“âlim” ve “fâkih” gibi anlamlara gelmektedir.344
:(اَ ْخلَدَ) “Ahlede “5.
Kur’ân’da Yüce Allah, kendisine âyetlerini verdiği halde onlardan sıyrılıp da
şeytanın kendisini peşine taktığı, bu sebepten azgınlardan olan adamın haberinin
insanlara anlatılmasını istediği345 kimse hakkında, eğer dileseydi o âyetlerle onu
elbette yükselteceğini, lakin o adamın, dünyaya “saplanıp kaldığını” (َدَخلْ
َ
kendi ,)أ
hevâ ve hevesine uyduğunu346 bildirmektedir. Âyette geçen “(yere) saplandı,
dayandı” gibi anlamlara gelen “Ahlede” (َدَخلْ َا(
347 lafzını muarreb kabul edenler vardır.
Fakat kelimenin köküne bakıldığında bunun, Arapçada “ölmemek, sonsuz olmak,
338 Süyûtî, el-İtkân, 36.
339 el-Mâide 5/44.
340 “Rabbânî” kavramı, Kur’ân’da üç yerde geçmektedir: Âl-i İmrân 3/79; el-Mâide 5/44, 63.
341 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 293.
342 Bkz. Cevherî, “Rabebe”, es-Sıhâh, 1: 130; İsfahânî, “Rab”, Müfredât, 336; İbn Manzûr, “Rabebe”,
Lisân, 1: 403; Süyûtî, el-İtkân, 293; Zebîdî, “Rabebe”, Tâc, 2: 480;
343 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 107; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 5: 526-531; 8: 451-452.
344 Geniş bilgi için bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 159-177.
345 el-A’râf 7/175.
346 el-A’râf 7/176.
347 “Ahlede” kelimesi iki âyette geçmektedir: el-A’râf 7/176; el-Hümeze 104/3. Ayrıca (د
ْ
ُخل
ْ
“Huld) “ال
lafzı da şu âyetlerde geçmektedir: Yunus 10/52; Tâhâ 20/120; el-Enbiyâ’ 21/34; el-Furkân 25/15;
es-Secde 32/14; Fussilet 41/28. (دُ
ْخل
َي” (Yehlud” lafzının geçtiği âyet de şudur: el-Furkân 25/69.
ُدُون)
خلْ َت” (Tahludûn” kelimesi şu âyette geçmektedir: Şuarâ’ 26/129. (ونُد
َّ
lafzının” Muhalledûn ) “ُم َخل
geçtiği âyetler şöyledir: el-Vâkıa 56/17; el-İnsan 76/19.
51
sürekli kalmak”348 gibi mânâlara geldiği görülebilir. “Hâlidûn” (ون ُلدِا َخ (lafzı
Kur’ân’da yirmibeş defa geçmektedir.349 Dolayısıyla bu kelimenin Arapçadaki
“halede” (دَل َخ (lafzının köküyle bir ilişkisi vardır.350 Neticede bu kelime, hem
İbrânîcede hem Arapçada mevcuttur denilebilir. Bu âyette İbrânîcede yer alan
“ahlede” kelimesinin kullanılış sebebi ise dünya hayatını ahirete tercih eden bir
Yahudi âlimden bahsedilmesidir.
ًوى) “Tuvâ “6.
:(طُ
Kur’ân’da, Yüce Allah’ın Hz. Mûsâ’ya hitap ederek onun, mukaddes vadide,
“Tuvâ”da olduğunu ve bundan dolayı hemen papuçlarını çıkarmasını istediği351
buyurulmaktadır. Âyette geçen “Tuvâ” (وىً
(طُ
352 kelimesi Hz. Mûsâ’nın geçtiği
vadinin adıdır.353 Hz. Mûsâ ise Yahudilere gönderilen Ulü’l-Azm peygamberlerden
biridir.
َوات) “Salavât “7.
:( َصلَ
Kur’ân’da, mü’minler, sırf Rabbimiz Allah’tır dedikleri için yurtlarından
haksız yere çıkarılmış kimselerden olduğu bildirildikten sonra, eğer Allah’ın,
insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok
anılan manastırların, kiliselerin, havraların “Salavât” (واتَ
َصلَ ( ve mescitlerin
muhakkak yıkılacağı354 ifade edilmektedir. Âyette geçen “Salavât”355 kavramının
İbrânîce bir lafız olduğu belirtilmektedir ancak bu, onun Arapça olmadığı anlamına
gelmez. Çünkü küçük lehçe farklılıkları olsa da her iki dilde ortak kullanılan birçok
kelime olduğu bilinmektedir. “Salavât” kavramının İbrânîcede “sinagoglar” veya
“havralar”, Arapçada ise “namazlar” anlamına gelmesi, kökünün her iki dilde var
olduğunu, herhangi bir dilden diğerine geçmediğini göstermektedir. Dolayısıyla
348 Bkz. Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 59; Sicistânî, Nüzhetü’l-Kulûb, 74; Cevherî, “Halede”,
es-Sıhâh, 1: 469; İbn Manzûr, “Halede”, Lisân, 3: 164; Süyûtî, el-İtkân, 290; Zebîdî, “halede”,
Tâc, 8: 61.
349 Bkz. el-Bakara 2/25, 39, 81, 82, 217, 257, 275; Âl-i İmrân 3/107, 116; el-Mâide 5/80; el-A’râf
7/36, 42; et-Tevbe 9/17; Yunus 10/26, 27; Hûd 11/23, er-Ra’d 13/5; el-Enbiyâ’ 21/34, 99, 102; elMü’minûn 23/11, 103; ez-Zuhruf 43/71, 74; el-Mücadele 78/17.
350 Geniş bilgi için bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 41-60.
351 Tâhâ 20/12.
352 “Tuvâ” kelimesi Kur’ân’da iki yerde geçmektedir: Tâhâ 20/12; en-Nâziât 79/16.
353 Bkz. Cevherî, “Tuvâ”, es-Sıhâh, 6: 2416, İsfahânî, “Tuvâ”, Müfredât, 534; Ayrıca geniş bilgi için
bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 216-226.
354 el-Hac 22/40.
355 “Salavât” lafzı “havralar” anlamında Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: el-Hac 22/40.
52
“Salavât” lafzı, Yahudilerin ibâdet yerlerini (sinagog veya havraları) ifade ettiği için
Kur’ân’da İbrânîcedeki anlamıyla kullanılmış olabilir. “Salavât” kelimesi, Arapçada
ve İbrânîcede “duâ”356 anlamına da gelmektedir.
Sonuçta bu ve benzeri lafızların farklı toplumlar tarafından müşterek olarak
kullanılmış olma ihtimali yüksektir. Bu kelimelerin anlamlarının, ilgili toplumların
komşuluk, ticaret, sosyal ilişkiler, kültür ve medeniyet benzerliği gibi durumları
vesilesiyle bilinmesi doğaldır. Bu tür kelimeleri Kur’ân, muarreb çerçevesinde,
maksadı en iyi anlatan bir bağlamda lafızlar arasından seçerek kullanmış olabilir.
3. GARÎBU’L-KUR’ÂN’I ANLAMANIN BAŞLICA KAYNAKLARI
Burada Garîbu’l-Kur’ân’ı anlamada rol oynayan başlıca kaynaklardan olmak
üzere Kur’ân, Sünnet, cahiliye şiiri ve Arap kabileleri lehçeleri ele alınacaktır.
3.1. Kur’ân
Kur’ân, Yüce Allah katından, mü’minlere sebat vermek, Müslümanlara bir
hidayet ve bir müjde olmak için, Rûhü’l-Kudüs (Cebrâîl) vasıtasıyla indirilen ilâhî
bir kitaptır.357 Yüce Allah, Kitab’ı (Kur’ân’ı) Hz. Peygamber’e indirdiğini, bu kitabın
bazı âyetlerinin muhkem ve Kitab’ın anası (ümmü’l-kitab), diğerlerinin ise
müteşâbihât olduğunu; kalblerinde bir eğrilik olanların, fitne çıkarmak ve onun
olmadık yorumlarını (te’villerini) yapmak için müteşâbih âyetlerinin ardına
düştüklerini, hâlbuki onun gerçek mânâsının (te’vilinin) ancak Yüce Allah tarafından
bilineceğini, ayrıca ilimde derinleşmiş kimselerin ona inandıklarını ve hepsinin
Rabbleri katından olduğunu belirttiklerini, bu inceliği de ancak akıl sahiplerinin
düşünüp anladıklarını beyan etmektedir.358 Dolayısıyla Kur’ân’da bir kısım âyetlerin
356 Bkz. Cevherî, “Salâ”, es-Sıhâh, 6: 2402; İsfahânî, “Salâ”, Müfredât, 391; Süyûtî, el-İtkân, 295;
Zebîdî, “Saleve”, Tâc, 38: 437; Ayrıca geniş bilgi için bkz. Ethem, Kur’ân’da İbrânîce, 204-215.
357 en-Nahl 16/102.
ِ ِهْم َزْي ٌغ ) 3/7: İmrân i-Âl 358
ُوب
ل
۪ذي َن ۪في قُ
َّ
َّما ال
فَاَ
ِ َها ٌتٌۜ
َخ ُر ُمتَ َشاب
ِكتَا ِب َواُ
ْ
ُّم ال
َما ٌت هُ َّن اُ
يَا ٌت ُم ْحكَ
ٰ
ِكتَا َب ِمنْهُ ا
ْ
ْي َك ال
۪ذ ي اَْن َز َل َعلَ
َّ
َو ال
هُ
ه
اَِّْل َّّللاُ
۪ويلَهُ
ْ
َو َما يَ ْعلَمُ تَأ
۪ويلِ۪ه۪ۚ
ْ
َء تَأ
ا
َواْبتِغَ
ِفتْنَ ِة
ْ
َء ال
ا
ِعُو َن َما تَ َشابَهَ ِمْنهُ اْبتِغَ
َم فَيَتَّب نَّ
ٰ
ُو َن ا
ِم يَقُول
ْ
ِعل
ْ
َوال َّرا ِس ُخو َن فِي ال
۪ه
ِ
َو َم ا ب ا
۪ۚ
ِنَا
كُ ٌّل ِم ْن ِعْنِد َرب
بَابِ
ْ
ْْلَل
ُوا ا
اُ۬ول
لَِّْا رُ كَّ َّذَي” (O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar
kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun
olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek
manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’
derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (Halil Altuntaş vd., Diyanet İşleri
Başkanlığı yayınları, Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’ân-ı Kerîm Meâli, 22. bs. (Ankara, Yenigün
Matbaacılık, 2012)) Ali b. Hamza el-Kisâî, Meâni’l-Kur’ân, thk. İsa Şahhata İsa, (Kahire, Dârü
Kubâ, 1998), 96; Burada şunu belirtmekte yarar vardır: Kurtubî, Yüce Allah’ın “مِ
ْ
ِعل
ْ
“َوال َّرا ِس ُخو َن فِي ال
“ilimde derinleşmiş olanlar” buyruğunun öncesindeki kısımla ilişkisi olmayan yeni bir söz
başlangıcı mıdır, yoksa önceki buyruğa atfedilmiş ve buna göre burdaki “vav” (و (harfi cem için
53
gösterdiği mânâların açık ve anlaşılır (muhkem),359 bir kısım âyetlerin ise birbirine
benzer, müteşâbih, yani kapalı ve anlaşılması güç olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’an âyetlerinin, hüküm ve hikmet sahibi (her şeyden) hakkıyla haberdar
olan Yüce Allah tarafından muhkem (hükümler, kıssalar, öğütler ile,360 eksiksiz,
sağlam ve açık) kılındığı, Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim diye ayrı ayrı
açıklandığı,361 bu Kitab’ın bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri
genişçe beyan edilmiş ilâhî bir kitap362 olduğu belirtilmektedir. Yüce Allah, indirdiği
apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıkladığını, onları gizleyenleri hem Allah’ın
lânetlediğini hem lânet etme konumunda olanların lânetlediğini,
363 ancak tövbe edip
durumlarını düzeltenlerin ve gerçeği açıkça ortaya koyanların, Yüce Allah’ın onların
tövbelerini kabul etmesi ve onlara merhamette bulunmasıyla (lânetlenmekten)
kurtulduklarını364 beyan etmektedir. Diğer taraftan Yüce Allah, Hz. Peygamber’e,
vahyi açıklamanın Allah’a ait365 olduğunu bildirmektedir. Bu da Kur’ân’ın, Yüce
Allah’ın kelamı olması hasebiyle, bizzat kendi kendini açıkladığını göstermektedir.
Burada önemli olan, doğrudan veya dolaylı olarak birbirini izah eden âyetlerin
hangileri olduğunu tespit etmek ve aralarındaki irtibatı bilmektir. Bu bakımdan
Kur’ân’ın tefsir edilmesi, kelimelerinin açıklanması hususunda âlimlere büyük
görevler düşmektedir.
mi kullanılmıştır? hususunda ilim adamlarının farklı görüşlere sahip olduklarını söylemektedir.
Kurtubî, kendisinin de kabul ettiği görüş olarak ilim adamlarının ekseriyetine göre âyette tam vakf,
Yüce Allah’ın “ه
اَِّْل َّّللاُ
۪ويلَهُ
ْ
ُم تَأ
َلْعَي ماَ وَ” “Oysa onun gerçek te’vilini ancak Allah bilir” buyruğu üzerinde
ve bundan sonraki buyruğun ise yeni bir söz başlangıcı olduğu şeklindedir. Bundan sonra gelen
buyruk ise, “۪ۚ
ِنَا
۪ه كُ ٌّل ِم ْن ِعْنِد َرب
ِ
َمنَّا ب
ٰ
ُو َن ا
ِم يَقُول
ْ
ِعل
ْ
,inandık ona ‘,olanlar derinleşmiş ilimde” “َوال َّرا ِس ُخو َن فِي ال
hepsi Rabbimiz katındandır’ derler” buyruğudur. Ancak Kurtubî, bazı âlimlerin, “ilimde
derinleşmiş olanlar” buyruğunu kendisinden önceki buyruğa nesak atfı yaptığını ve ilimde
derinleşmiş olanların da te’vili bildiklerini iddia ettiklerini belirtmektedir. Bu âlimler, bu görüşün
lehine kimi dilcileri de delil göstererek bunun, “ilimde derinleşmiş olanlar, ‘ona inandık, hepsi
Rabbimiz katındandır’ diyerek” şeklinde beyan ettiklerini, dolayısıyla “نَ وُ
kelimesini” derler” “يَقُول
hal olmak üzere nasb mahallinde bulunduğunu iddia ettiklerini ifade etmektedir. Ancak dilcilerin
büyük çoğunluğunun bu açıklamayı reddettiğini ve uzak bir ihtimal olarak gördüklerini
söylemektedir. Çünkü Araplar hem fiili, hem mef’ûlü bir arada hazf etmezler. Hali de fiil açıkça
söylenmedikçe zikretmezler. Eğer fiil açıkça söylenmemiş ise hal sözkonusu değildir (el-Câmi‘, 5:
25-26).
359
Mahallî v.dğr., Tefsirü’l-Celâleyn, 50.
360 Mahallî v.dğr., Tefsirü’l-Celâleyn, 221.
361 Hûd 11/1.
362 Fussilet 41/3.
363 el-Bakara 2/159.
364 el-Bakara 2/160.
365 El-Kıyâme 75/19.
54
Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirine dair, biri diğerini açıklayan şu âyetleri misal
olarak göstermek mümkündür:
1. Kur’ân’ın, “iman edip de imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar
var ya, işte güven onların hakkıdır, doğru yolu bulmuş olanlar da bunlardır” (elEn’âm 6/82) âyeti inince sahabiler telaşa kapılırlar ve Hz. Peygamber’e giderek
hangimiz kendi nefsine zulmetmiyor ki? derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber “ نَّ
ِ
إ
ٌم
ٌم َع ِظي
ْ
ل
ُظَل كَ رْ ش ِ ال” “çünkü şirk çok büyük bir zulümdür” (Lokman 31/13) buyruğunu
delil getirerek sahabilere, âyetteki “م
ْ
ل
ُظ” “Zulüm” kelimesinin “ركْ شِ” “ Şirk, Ortak”
anlamına geldiğini366 ifade etmektedir.
2. Kur’ân’da, “
ُو ًعا
ْن َسا َن ُخِل َق َهل
ْْلِ
ا نَّ ِا” “şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak
yaratılmıştır” (el-Meâric 70/19) buyurulmaktadır. Âyette geçen “Helû” (عاً وُ
( َهل
367
lafzının ne anlama geldiği bilinemediğinden, sonradan gelen âyetler bunun, “ ُسهَّ مَ
اِذَا
عاً زوُ جَ رُّ شَّ ال” “insana kötülük dokunduğu zaman sızlanır (cezû’)” (el-Meâric 70/20) 368
َم َّسهُ ”
َواِذَا
َخْي ُر َمنُو ًعا
ْ
ال” “ ona bir hayır dokunduğunda ise menedici, eli sıkıdır (menû’)”
(el-Meâric 70/21) anlamına geldiğini beyan etmektedir.
369
3. Târık sûresinde, “Târık” (قُ رِ
َّطا
ال (lafzının ne anlama geldiği hakkında soru
sorulduktan hemen sonra bunun, “بُ ِاق
َّ
ْج ُم الث
َّالن)” “ışığıyla karanlığı) delen yıldız”
370
olduğu belirtilmektedir. Kur’ân’da, bunun gibi başka misaller de yer almaktadır.
371
ِم ْن ِس۪ جي ل ” ,da’ân’Kur 4.
َرةً
جاَ حِ” “ işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar”
372 ve
َرة ِم ْن ِس۪ جي ل”
ِ ِح َجا
ب” “balçıktan pişirilmiş taşlar”
373 buyurulmaktadır. Bu iki âyette geçen
ن ” sûresinde Zâriyât-ez ,lafzının ) ِس جِ ي ل) “Siccîl“
ِم ْن ۪طي
َرةً
“taşlar çamurdan ” “ِح َجا
374
âyetinde bulunan “Tîn” (طينِ ( anlamına geldiği ifade edilmektedir.
375
366 Buhârî, “Tefsîr”, 6; İsfahânî, Müfredât, 537-538; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 107.
367 “Helû” lafzı, Kur’ân’da bir yerde geçmektedir: el-Meâric 70/19. “Helû” lafzı, Haş’am lehçesinde
“Zacûr” çok üzüntülü anlamına gelmektedir (Müneccid, Kitâbü’l-Lüğât, 51; Ebû Hayyân, “Helea”,
Tuhfe, 309).
368 Bkz. Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 205; İbn Fâris, Mu’cem Mekâyisi’l-Lüğa, 3: 62.
369 Kurtubî, el-Câmi‘, 21: 236.
370 et-Târık 86/1-3; bkz. Enbârî, ez-Zâhir, 1: 338; İsfahânî, “Taraka”, Müfredât, 518; Ebû Hayyân,
“Taraka”, Tuhfe, 212.
371 Bkz. el-Hâkka 74/26-30; el-Müddessir 77/12-15; el-İnfitâr 82/17-19; el-Mutaffifîn 83/7-9, 18-20;
el-Beled 90/11-16; el-Kadr 97/1-5; el-Kâria 101/1-5; el-Hümeze 104/4-6.
372 Hûd 11/82; el-Hicr 15/74.
373 el-Fîl 105/4.
374 ez-Zâriyât 51/33.
375 Bkz. İsfahânî, “Siccîl” lafzının Farsça olan muarreb bir kelime olduğu söylendiğini belirtmektedir
(Müfredât, 398); “Siccîl” kelimesi, taşlaşmış çamur anlamına gelmektedir. (Kurtubî, el-Câmi‘, 11:
55
Bu misallerde görüldüğü gibi Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinin bizzat kendisi
tarafından kullanılan bir metot olduğu anlaşılmaktadır. Kur’ân, bir âyette kapalı,
anlaşılması güç bir lafzı, bir ifadeyi, bazen aynı âyette, bazen bir sonraki âyette ya da
farklı sûrelerdeki âyetlerde açıklamaktadır.376
3.2. Sünnet
Sözlükte sünnet, izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek
anlamlarına gelir. Terim anlamı ise çeşitli ilimlerde farklılıklar göstermekle birlikte
bunların hepsi Hz. Peygamber ile ilişkili olma veya onun yolunu izleme noktasında
birleşir.377 Sünnet, Hz. Peygamber’in Müslümanlarca uyulması gerekli görülen
davranışları, her konudaki buyruklarının tümü, koyduğu kurallar ve Müslümanlara
gösterdiği yol demektir. Burada “sünnet” lafzı kullanıldığında bu anlam çerçevesi
kastedilmektedir.
Hz. Peygamber’e, Kur’ân’ı beyan etme görevi verildiği378 malumdur. Yüce
Allah, bize âyetlerini okuyan, bizi her kötülükten arındıran, bize Kitab’ı ve hikmeti,
ayrıca bilmediklerimizi öğreten bir Resûl gönderdiğini379 bildirmektedir. Kur’ân,
apaçık bir Arapça ile indirilmiştir380 fakat onun edebî seviyesinin yüksek,
muhtevâsının geniş ve hitâp ettiği kimselerin ümmî olması gibi sebeplerle, onun bazı
yerleri anlaşılamıyor, dolayısıyla açıklanmaya ihtiyaç duyuluyor. İzaha muhtaç olan
bu kısmın anlaşılması, Hz. Peygamber’in beyânı olmadan mümkün değildir.
381 Şu bir
gerçektir ki bir eseri anlamak için sadece o eserin yazıldığı dili bilmek yetmez.
Ayrıca eserin içeriğini anlayabilecek bir kültür ve bilgi birikimi gereklidir. Arapların
Kur’ân karşısındaki durumu bu idi. Onlar, Kur’ân’ı aynı derecede anlayamıyorlardı.
Kur’ân’ı kavrama düzeyleri farklı idi.
382 Mesela, el-Bakara sûresi 187. âyetinin,
187); İbn Manzûr, “Secele”, Lisân, 11: 327. “Siccîl” kelimesi, “Kurtubî Tefsiri’nde Garîbu’lKur’ân ve İzahları” başlığı altında genişçe ele alınacaktır.
376 Bkz. Hüseyin Çelik, “Hz. Peygamber (sas)’in Kur’ân’ı Tefsir Etme Şekilleri”, MANAS Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 5/3, (2016): 119-137.
377 Bkz. İbn Fâris, Mu’cem Mekâyisi’l-Lüğa, 3: 61; İsfahânî, “Senene”, Müfredât, 429; Cevherî,
Tâcü’l-lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, 2139; İbn Manzûr, “Senene”, Lisân, 13: 226; Talat Koçyiğit,
Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1967, 14; Murteza Bedir, “Sünnet”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 38: 150.
378 İbrahim 14/4; en-Nahl 16/43, 64; eş-Şûrâ 42/7; el-Cuma, 62/2.
379 el-Bakara 2/151.
380 eş-Şuarâ’, 26/195; Fussilet, 41/3; Şûrâ, 42/7.
381 Bkz. Buhârî, “Cihad ve Siyer”, 57, 4; Tirmizî, “Tefsir”, 24; Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 395-396.
382 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2: 1203; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, (Kahire, Müessesetü Hindâvî,
2012), 217-218.
56
“fecrin beyaz ipliği (
َخْيطُ
ْْل ال َ ْبيَ ُض ْ
ْسَوِد) iplikten siyah ) ا
ْْلَ
َخْي ِط ا
ْ
ال (ayırt edilinceye kadar
yiyin, için”
383 bölümü inince Adiy b. Hâtim (ö. 67/686), Hz. Peygamber’e gelerek ya
Resûlallah! geceyi gündüzden farketmek için yastığımın altına siyah ve beyaz iki
iplik koyuyorum, der. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona, senin kafan geniştir, o
ancak gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır384 açıklamasını yapar. Böylece Hz.
Peygamber âyette geçen, siyah ipliğin gecenin karanlığı, beyaz ipliğin ise gündüzün
aydınlığı, anlamına geldiği bilgisini verir.385
Âyetleri Kur’ân ve Hz. Peygamber’in hadisleri ile açıklayan birçok rivâyet
tefsiri vardır. Bunlardan olmak üzere, İbn Cerîr et-Taberî’nin Câmiu’l-Beyân, Ebu’lLeys es-Semerkandî’nin Tefsirü Ebî Leys, Vahidî’nin el-Veciz fi’t-Tefsir, Beğavî’nin
Meâlimu’t-Tenzîl, İbn Atiyye’nin el-Muharraru’l-Vecîz, İbn Kesîr’in Tefsiru’lKur’âni’l-Azîm, Celaleddin es-Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-Mensûr, Cemalleddin
Kasimî’nin Mehâsinu’t Te’vîl adlı tefsirlerini zikretmek mümkündür. Kurtubî de
Kur’ân’ı açıklarken büyük ölçüde Kur’ân’a ve Sünnet’e başvurmaktadır.
Ayrıca Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Haberiniz olsun ki bana, Kitap
ve onunla beraber onun benzeri verilmiştir. Haberiniz olsun ki aradan fazla zaman
geçmeden karnı tok bir adam koltuğuna oturup şunu diyecektir: Siz, yalnız Kur’ân’a
bakınız. Kur’ân’da helâl gördüğünüzü helâl, harâm gördüğünüzü de harâm kabul
ediniz.”
386 Hattâbî, bu hadisle ilgili bazı açıklamalarda bulunduktan387 sonra şunu
söylemektedir: “Bu hadiste, hadisin Kur’ân’ın nasslarına arzedilmesini gerektiren bir
ihtiyacı olmadığına delâlet vardır. Hz. Peygamber’den olduğu sabit olan bir buyruk
383 el-Bakara 2/187.
384 Buhârî, “Tefsîr”, 2/ 28; Kurtubî, el-Câmi‘, 3: 196. İbn Abbas, “beyaz iplik” ile “siyah iplik”
hakkında şunu söyler: “Gece karanlığı bitişi, gündüz aydınlığı başlaması, yani fecir, tanyeri
ağarması sabah vaktidir.” (Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 163); Sicistânî, Nüzhetü’l-Kulûb,
216.
385 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 68; Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 77; Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 2:
79-80; Mâverdî, “beyaz iplik” ve “siyah iplik” ile ilgili şu üç görüşü nakleder: 1. Hakiki anlamda
beyaz ipilk ve siyah iplik. 2. Beyaz iplik, tanyerinin ağarması gündüz aydınlığı, siyah iplik de
ikinci fecrin öncesindeki gece karanlığı, gizli gece rengi. 3. Beyaz iplik, güneş aydınlığı, siyah
iplik ise gece aydınlığından önceki karanlık. (Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Hubeyb elMâverdî el-Basrî, en-Nüket ve’l-Uyûn, thk. es-Seyyid b. Abdulmaksûd b. Abdurrahim, (Beyrût,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, ty.), 1: 245-247).
386 Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6; Tirmizî, “İlim”, 10; İbn Mâce, Muhammed b. Yezid el-Kazvînî, Sünen
İbn Mâce, thk. Şuayb el-Arnaût vd., 1. bs. (Beyrût, Dârü’r-Risâletü’l-Alemiyye, 2009), “Sünnet”
2; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 65.
387 Ebû Süleyman Hamed b. Muhammed el-Hattâbî el-Büstî, Meâlimü’s-Sünen, thk. Muhammed
Râgıb et-Tabbâh, 1. bs. (Halep, Matbaatu’l-İlmiyye, 1933), 4: 298-299; ayrıca bkz. Kurtubî, elCâmi‘, 1: 65-66.
57
da bizatihi bir hüccettir. Bazı kimselerin, ‘size hadis geldiği zaman onu Allah’ın
Kitabı’na arz ediniz, eğer Allah’ın Kitabı’na (Kur’ân’a) uygun düşerse alınız, uygun
düşmezse onu kabul etmeyiniz’ şeklinde hadis diye yaptıkları rivayet bâtıldır, aslı
yoktur.”
388 Burada Hattâbî, Kur’ân’ı açıklamada, hakkında şüphe olmayan Hz.
Peygamber’in hadislerinin reddedilemeyeceğini ve gerekliliğini ifade etmiş olabilir.
3.3. Cahiliye Şiiri
Cahiliye şiiri, Kur’ân kavramlarını ve bilhassa Garîbu’l-Kur’ân’ı anlamada,
Kur’ân ve Sünnet’ten sonra âlimlerin başvurdukları önemli kaynaklardan birisidir.
Bu sebeple Garîbu’l-Kur’ân’ı yorumlamada önemli bir unsur olarak görülmektedir.
Garîbu’l-Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında, cahiliye389 Araplarında sözlerin en
etkilisi, tabiatıyla hislere hitabeden, hamaset duygularını uyandıran ve silah kadar,
hattâ bazen ondan daha tesirli olan, istendiğinde onunla alelâde birisini insanların
nazarında büyük gösteren ya da saygın birisini toplumun gözünden düşürüp onu
toplumun içine çıkamaz hale getiren390 şiirin oynadığı rol büyüktür. Câhiliye
Araplarında şiirin, kabilelerin kendilerini övmek, başkalarını yermek, kahramanlık
vb. sebeplerle hayli geliştiğini391 görmek mümkündür. Arap kabilelerinin birbiriyle
yıllarca süren ve Eyyâmü’l-Arab392 diye bilinen savaşlarıyla ilgili şiirler ünlüdür. O
günün şairleri ve şiirleri, günümüzdeki gazeteci-yazar, basın-yayın organları gibi
toplum hayatında etkili olmakla birlikte kısmen de olsa o toplumun yaşayışını,
yapısını ve durumunu yansıtmaktadır.
Arap toplumlarında şairler, güzel ve etkili konuşma kabiliyetleri ve şiirleri
sebebiyle önemli bir mevkiye sahiptirler.393 Bir kabilede şair yetiştiğinde o kabilede
şenlikler yapılır, diğer kabileler de onları kutlarlardı. Haram ayları olarak bilinen
388 Hattâbî, Ebû Süleyman Hamed b. Muhammed b. İbrahim el-Hattâbî el-Büstî, Meâlimü’s-Sünen,
thk. Muhammed Râgıb et-Tabbâh, 1. bs. (Halep, Matbaatü’l-İlmiyye, 1933), 4: 299; Kurtubî, elCâmi‘, 1: 66.
389 Şavkî Dayf’ın dediği gibi burada “cahiliye” lafzı, ilmin zıttı ve onu ortadan kaldıranı anlamında
değil, bilakis Yüce Allah’a içinde güzel ahlak hasletlerinin bulunduğu boyun eğmeyi ve itaat
etmeyi ifade eden “İslâm” kelimesinin zıttı olarak sefâheti, kızgınlığı ve her çeşit taşkınlığı ifade
eden bir kelime anlamında kullanılmaktadır (bkz. Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, -Asru’l-Câhilî- 1: 39).
390 Cevâd Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm, 2. bs. (Câmiatu Bağdâd, 1993), 9: 63-64.
391 Ahmed b. Ebi Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb el-Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, thk. Abdulemir Mehennâ, 1.
bs. (Beyrût, Şeriketü’l-A’lâmî li’l-Matbuât, 2010), 1: 315; Karl Brokelman, Tarihu’l-Edebi’lArabî, 1: 49; Corci Zeydan, Târih Âdâb, 1: 59.
392 Cevâd Ali, el-Mufassal, 5: 341; Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, 14. bs. (Beyrût, Dârü’l-Cîl,
1996), 1: 47.
393 Câhız, el-Beyân, 1: 241; Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, 1: 315.
58
aylarda her yıl Zülmecâz, Zülmecenne, Ukâz ve Dûmetü’l-Cendel gibi önemli
panayırlarda şiir yarışmaları düzenlenirdi.
394 İslâm tarihi ve Edebiyat tarihi gibi
kaynaklarda bilhassa İslâm öncesi Arap kasideleri arasında, Muallkât-ı Seb’a (Yedi
Askı)
395 diye bilinen kasideler meşhurdur. Bu kasideler, Ukâz Panayırı’nda derece
alır ve altın yapraklara yazılarak Kâbe duvarlarına asılırdı. Bilhassa Nahle ve Taif
arasındaki Ukâz’da her yıl kurulan panayır, edebî bir kongre niteliğindeydi. Bu
panayırda şairler, şiirleriyle yarışırlardı. Dereceye girenler, şeref kazanırlardı.396
Burada şiir dilinin bir üst dil olması, İslam’dan önce ve vahyin indiği süreçte bu
bölgelerde Hıristiyanlık, Yahudilik, Putperestlik gibi farklı inançlara sahip muhtelif
Arap kabilelerini biraraya getirmede önemli rol oynar.397 Böylece çeşitli topluluklar
arasında gerçekleşen görüşmeler, kültür ve medeniyet buluşmaları, kelime alış
verişine, kelimelerin farklı toplumlara geçişine imkân sağlamış olmaktadır. Ayrıca
Arapların sosyal yapıları, iklim ve yaşam şartları, belki aynı anlama gelen birçok
lafzın varlık sebebidir. Klasik kaynaklar, Araplarda şiirin doğuşunu, deve
adımlarının ritmik ve ölçülü hareketleri esnasında sürücünün şarkı söylemeye
başlamasıyla açıklamaktadır.
398
Sahabenin önde gelenleri, Kur’ân’daki garîb lafızların hangi mânâya geldiğini
tespit etmek için Arap şiirine başvurmayı tavsiye ettikleri bilinmektedir. Fakat bazı
kimseler, nahivcileri şiiri Kur’ân için bir ölçü yapmakla suçlamışlar, Kur’ân ve Hadis
ile ilgili meselelerde şiirle istişhad edilmesini eleştirmişlerdir. Onlara karşı
nahivciler, şiiri Kur’ân’a bir ölçü olarak değerlendirdikleri iddiasını reddettiklerini,
amaçlarının sadece Kur’ân’da anlamı kolayca bilinmeyen lafızları açıklamak
olduğunu söyleyerek kendilerini savunmuşlardır.
399 Başka bir ifadeyle Kur’ân’ın
şiirle izahına karşı çıkanlar olmuştur, fakat onlara karşı Kur’ân’ın anlaşılması zor
kavramlarını şiirle açıklayanlar başarılı olmuşlardır. Bunlar, böyle bir durumda şiir
394 Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, 1: 325-326; Corci Zeydan, Târih Âdâb, 1: 83.
395 Derlenen bu şiirler, “Muallakat -Yedi Askı-” diye M. Şerafettin Yaltkaya tarafından tercüme
edilmiş ve kitap halinde Millî Eğitim Bakanlığınca 1989 yılında yayınlanmıştır.
396 Şavkî Dayf, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, (Kahire, Dârü’l-Maârif, ty.), 1: 140; Hüseyin Algül, “Cahiliyet
Dönemi Arap Kültürü”, erişim: 22.04.2018, http://www.zuhurdergisi.com/yazi.
397 Carl Brockelman, Tarihu’l-Edebî’l-Arabî, 1: 42.
398 Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, trc. Salih Tuğ, 1. bs. (İstanbul, İFAV, 2011), 138;
Mahmud Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (İslâm Tarihi), İstanbul, Divan Yayınları, 1983, 1:
198.
399 Bkz. Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 61; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 44; Acar, Arab Dilinde Ta’rîb olgusu
Açısından Garîbu'l-Kur'ân, 271.
59
Kur’ân için bir asıl yapılmış olur, Kur’ân ve Hadis’te kötülenmiş olmasına rağmen,
Kur’ân’ı açıklamak için şiiri delil göstermek nasıl caiz olur? demişlerdir. Gerek
sahabe devrinde -İbn Abbâs’ın yaptığı gibi400 gerekse sonraki dönemlerde, -
Kurtubî’nin tefsirinde olduğu gibi- Kur’ân’daki garîb lafızların açıklanmasında şiirin
delil olarak kullanıldığı görülmektedir.
401
Hz. Ömer’in, “divanınıza sarılınız, bunu yaparsanız sapmazsınız” dediği,
orada bulunanların ona, divanımız nedir? diye sormaları üzerine Hz. Ömer’in onlara,
divanlarının cahiliye şiiri olduğunu, onda Kur’ân’ın tefsirini ve kelamın mânâsını
bulabileceklerini söylediği402 belirtilmektedir. İbn Abbâs’ın da şöyle dediği rivayet
edilmektedir: “Şiir, Arabın divanıdır. Yüce Allah’ın Arap diliyle indirmiş olduğu
Kur’ân’dan herhangi bir lafzın mânâsı bize kapalı kalırsa şiir divanına müracaat eder,
o lafzın mânâsını oradan öğrenmeye çalışırız.”
403 Garîbu’l-Kur’ân’ın şiirle
yorumlanmasına, “Mesâilu Nâfi’ b. el-Ezrak” adlı eser misal olarak verilebilir. Ömer
Nasuhi Bilmen de tefsirlerde, bazı garib lafızları izah maksadıyla Arap
edebiyatçılarının şiirlerinin yazılmış olduğunu, Kur’ân’ın Arap dili üzere inmiş
olması sebebiyle ondaki lafızların Arapçada nasıl kullanıldığını göstermek için Arab
şiirine başvurulduğunu söylemektedir. Ö. N. Bilmen de İbn-i Abbas’ın, şiiri Arabın
dîvânı olarak kabul ettiğini, Yüce Allah’ın Arap dili üzere indirdiği Kur’ân’ın bir
lafzı gizli kalınca Arabın dîvânına başvurduklarını, o lafzın anlamını orada
aradıklarını belirttiğini ifade etmektedir. Sonra Bilmen, bu halde şiir asıl sayılmış,
şiir ile Kur’ân üzerine ihticac edilmiş olmadığını, belki bu şiir vasıtasıyla Kur’ân
kelimelerinin tasrîh ve tebyîn edilmesinin kastedilmiş olduğunu ifade etmektedir.
404
Bu konuda şu şiirleri misal olarak vermek mümkündür:
Nâfi’ b. el-Ezrak, İbn Abbâs’a, bana Yüce Allah’ın, “ٌومْ
َوْلَ نَ
ُخذُهُ ِسنَةٌ
ْ
nu’O” “ْلَ تَأ
ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku” (el-Bakara 2/255) buyruğunda geçen “ٌةَسنِ “
(Sinetün) lafzının ne demek olduğunu söyleyiver dediğinde İbn Abbâs ona,
“Sinetün” lafzının “سُ عاُّالن” “uyuklama” olduğunu söyler ve muallaka şairi Züheyr b.
400 Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Müsannef, 15: 452.
401 Bkz. Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 100-101; Süyûtî, el-İtkân, 258; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 70-71.
402 İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 33; Kurtubî, el-Câmi‘, 12: 332; Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2: 139-140;
Zehebî, et-Tefsîr, 1: 69.
403 Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 62, 100-101; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 396; Süyûtî, el-İtkân, 258; Zehebî, etTefsîr, 1: 35, 70.
404 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 119-120; Zehebî, et-Tefsîr, 1: 70-71.
60
Ebî Sülmâ’nın (ö. 609 m.) şu beytini delil olarak getirir:
ُخ ُذهُ
ْ
لْي ِل تَأ
َّ
ِل ال
َطَوا
فيِ
ْمِرِه َْل *** َفنَدُ ِسنَةٌ
َ
َوَْل يَنَامُ َوَْل فِي أ
Gece boyunca onu uyuklama almaz;
Uyumaz da, işinde aciz (ve zayıf görüşlü) değildir.
405
Kurtubî, el-Müddessir sûresinin 51. âyetinde geçen “Kasvera” ( رةَ وَسْ َق (lafzının
izahında Arapların güçlü kuvvetli olan kimselere, “Kasvera” ve “Kasver” dediklerini
ifade ettikten sonra bu yoruma, cahiliye devrinde de yaşamış muallaka sahibi İslâm
şairi Lebid b. Rabia’nın (ö. 40 h.) şu beytini delil getirir:
ِو ُر
ِنَا *** أتانا الرجال العائدون الَقسَا
نَا َه ْتَف ًة في نَ ِدي
إذا ما َهتَفْ
Eğer biz, meclisimizde bir defa seslendik mi,
Güçlü, kuvvetli dönen o kasvereler (yiğit adamlar) bize gelir.
406
Yine Kurtubî, “mâûn” lafzını açıklarken cahiliye devri şairlerinden A’şâ’nın
(ö. 7/629) şu şiirini delil getirir.
َماعُونِه *** إذا ما سماؤهم لم تَ ِغِم
بأجود منه ب
Mâûnu ile ondan daha cömert değildir.
Onların semaları bulutlanmayacak olursa.
“el-Mâûn” lafzı, kazan, ateş ve benzeri nesneleri kapsayan bir lafızdır.
407
3.4. Arap Kabileleri ve Lehçeleri
İslâm’dan önce ve İslâm’ın yayıldığı dönemde birbiriyle temas halindeki
Arap kabileleri ile diğer toplulukların durumlarının bilinmesi, Garîbu’l-Kur’ân’ın
anlaşılmasında büyük önem arzeder. Garîbu’l-Kur’ân’ı anlayabilmek için, onun
ortaya çıktığı coğrafî bölgenin yapısına, İslâm öncesi ve Kur’ân’ın indiği süreçte
405 Bkz. Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 88; Enbârî, Îzâhu’l-Vakf, 1: 77-78; Sicistânî, “Sinetün”
lafzı hakkında şunu söylemektedir: “Başta başlayan uyuklama haline “nüâs” (نعاس” (uyuklama”,
eğer bu, kalbe karışırsa “nevm” (ومْ َن” (uyku” adını alır.” (Nüzhetü’l-Kulûb, 279-280); Kurtubî, elCâmi‘, 1: 45-46.
406 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, 23: 458; İbn Atiyye, el-Muharrar, 8: 466-467; Kurtubî, el-Câmi‘, 21:
401.
407 Bkz. Zeyd b. Ali b. Hüseyin, Tefsîr Ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Cevâd el-Hüseynî el-Celâlî,
(Beyrût, Dârü’l-Va’yi’l-İslâmî, ty.). 502; Enbârî, ez-Zâhir, 1: 416; İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’lKur’ân, 540; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 24: 666; İbn Atiyye, el-Muharrar, 8: 696; Kurtubî, el-Câmi‘,
22: 515.
61
Arap Yarımadası’nda yaşayan insanların hayatlarına çeşitli yönleriyle vâkıf olmak
gerekir. Çünkü tefsir ilminin yapı taşlarından biri olan Garîbu’l-Kur’ân, farklı
kabilelerin kullandıkları kelimelerle doğrudan ilgilidir. Kelimeler ise ait olduğu
kabileler tarafından muhtelif anlamlar kazanabilir. Bu bakımdan Garîbu’l-Kur’ân
çalışmalarında, Kur’ân inmeden hemen önceki Cahiliye dönemi ve Kur’ân’ın indiği
dönemde Arap Yarımadası’nda yaşayan kabileler ve lehçeleri, önemli bir kaynak
durumundadır. Kur’ân, Arap Yarımadası’nda hayatlarını sürdüren toplumların hayat
şartlarını ve yapılarını çeşitli açılardan dikkate alarak herkese hitap eden ilâhî bir
kitaptır.
Kur’ân lafızları hakkındaki çalışmalarda, Arap dilinin o zamanın sadece
konuşma aracı olarak görülmesi tasvip edilemez. Arapça aynı zamanda Arap
kabilelerinin sahip olduğu inanç, düşünce, anlayış ve yaşam tarzını gösteren bir
vasıtadır. Bilindiği üzere her dil, onu kullanan toplumun özelliklerini ortaya koyar.
Toplumun nasıl bir yapıya sahip olduğunu, ancak kullandığı dil sayesinde daha iyi
anlaşılabilir. Neticede “her dil, kullanıldığı toplumun aynasıdır, onun yansıtıcısıdır”
denilebilir. Bu sebeple Garîbu’l-Kur’ân ele alınırken işin bu boyutu ayrı bir önem
taşımaktadır.
Kur’ân, Arap yarımadası’nda indi ve dünyada önemli gelişmelere vesile oldu.
Putperestlik, Sabiîlik, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi din ve inançlara sahip olan
Arapları İslâm bayrağı altında topladı.
408 Bu ise onlarda fikir, kültür ve edebiyat
birliği meydana getirdi. Artık onlar, İslâm’ın zuhûrundan sonra Kur’ân ve hadis
okuyup ezberlemeye, bunların anlamını öğrenmeye başladılar. Böylece Araplarda
ilim, fikir ve edebiyat alanlarında önemli gelişmeler oldu. Erşilmez yüksek ve üstün
edebî meziyetin sahibi olan Kur’ân, lafız ve üslup açısından Arap kâhinlerinin şiirsel
sözlerine, şairlerin vezin ve kafiyeli şiirlerine benzemiyordu.409 Nitekim Hz.
Peygamber’in azılı düşmanı Velid b. Muğîre, Hz. Peygamber’den Kur’ân âyetlerini
dinleyince, Kureyş’e gidip “vallahi Muhammed’den öyle bir söz işittim ki o, ne insan
408 Âl-i İmrân, 3/103; Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, 1: 60-64; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9.
409 Bkz. Yasin 36/69. Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 9.
62
ne de cin sözüdür. Onun bambaşka tadı ve güzelliği vardır” demekten kendini
alamamıştır.410
Arap Yarımadası’nın coğrafî ve stratejik konumu,411 komşu medeniyetler,412
çeşitli yerlerle yapılan ticarî faaliyetler,413 geçmişten intikal eden ve hâlihazırdaki
bölgenin örf, âdet ve geleneklerinin,
414 câhiliye dönemi Arap toplumları kültürünün
oluşumunda büyük payı vardır. Şehirlerde ticâretle uğraşanların pek çoğu okuma
yazma biliyorken415 çölde göçebe hayatı yaşayanlar bilmiyorlardı. Onlara göçebe
hayatın kazandırdığı tecrübe, örf, âdet ve geleneklerin meydana getirdiği bir bedevî
kültürü hâkimdi. Bu dönemlerde stratejik mevkii itibarıyla Hicaz bölgesi, kervan
yollarının kavşak noktasında bulunduğu için ticâret alanında önemli bir yere
sahipti.416 Dolayısıyla Mekke’de önemli zenginler oluşmuştu. Kureyş sûresinde
belirtildiği gibi Kışın (Yemen’e) ve yazın (Şam’a) ticârî seyâhatler yapılıyordu.
417 O
zamanın en ünlü panayırı Tâif ile Nahle arasındaki Ukâz Panayırında418 sadece
ticâretle meşgul olunmazdı. Aynı zamanda dâvalara bakılıyordu, şiir ve hitâbet
yarışmaları düzenleniyordu.
419 Ukâz Panayırından Mecenne, oradan da Zü’l-Mecâz
Panayırı’na geçiliyordu.
420 Günümüz tabiriyle süresi biten bir fuardan süresi yeni
başlayan başka bir fuara geçiliyordu. Bu dönemde özellikle Arabistan’ın Güneyinde
ve kuzeyinde kurulan Arap devletleri, temas halinde bulundukları yabancı devlet ve
toplumlardan etkilenerek oluşturdukları kültür, medeniyet ve uygarlıklarıyla Hicaz
bölgesini etkilemişlerdir. Ancak göçebe hayatı yaşayan bedevîler, yaşadıkları hayatı
dışarıdan gelen tesirlere karşı her zaman kapalı tutmuş ve korumuşlardır. Ayrıca
410 Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi’ es-San’ânî el-Himyerî (ö. 211/826-27), Tefsirü’lKur’ân (Tefsîru’s-San’ânî), thk. Mustafa Muslim Muhammed, 1. bs. (Riyad, Mektebetü’r-Rüşd,
1989), 2: 328-329; Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî el-Beyhakī, Delâilü’n-Nübüvve, thk.
Abdulmu’ti Kal’acî, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1988), 2: 198-199; Ebû Abdillâh
Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ala’s-Sahîheyn, thk.
Mustafa Abdulkadir Ata, 2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002), 2: 550-551, Hadis no:
1009 (3872); Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 2: 154-155.
411 Dayf, Târîhu’l-Edeb, 1: 17-21.
412 Dayf, Târîhu’l-Edeb, 1: 81-82.
413 İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 42; Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, 1: 54.
414 Dayf, Târîhu’l-Edeb, 1: 50, 76-78.
415 Dayf, Târîhu’l-Edeb, 1: 139; Ayrıca Kur’ân’ın en uzun âyeti olan Bakara sûresinin 282. âyeti olan
“Müdâyene” âyeti bu konuda bize önemli bir fikir vermektedir.
416 Safiyyurrahman el-Mübârekfûrî, er-Râhîku’l-Mahtûm, 21. bs. (Mansûra/Mısır, Dârü’l-Vefâ, 2010),
21.
417 Kureyş 106/1-2.; Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, 1: 54-55.
418 Râfiî, Târîh Âdâb, 83-85.
419 Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, 1: 326.
420 Ömer Ferrûh, Târîh Edebi’l-Arabî, 4. bs. (Beyrût, Dârü’l-Melâyîn, 1981), 1: 73-74.
63
yabancı topluluklardan ihtiyaç duyup çöl yaşantısına giren kimselerin olmaması,
bedevîlerin yaşama biçimlerini ve kültürlerini korumaya yaradığı söylenebilir.421
Neticede farklı topluluklar bir araya gelerek karşılıklı konuşmaları sayesinde
lügat bakımından birbirini etkilerler, lehçeler ve diller arasında lafız alış verişi olur.
Bir topluluktan diğer bir topluluğa geçen her kelime, doğal olarak kendi lügatını
konuşan her fert tarafından bilinemez. Bu durum, Garbu’l-Kur’ân’ın oluşumunda
büyük rol oynamıştır denilebilir. Çünkü Kur’ân, böyle bir ortamda inmiş, o sırada
konuşulan Arapçayı kullanarak tüm insanlara seslenmiştir. Bu sebeple her bireyin
Kur’ân’daki bütün lafızları anlaması beklenemez. İnsanlar, maksadın hasıl olması
için, bilmedikleri kelimeleri birbirinden sorarak öğrenirler.
Kur’ân, genellikle Kureyş kabilesinin lafızlarını ihtiva etmektedir.422 Bu,
doğaldır. Çünkü Kureyş dili, Kureyş’in kabileler arasında büyük otorite, etkili
siyaset, ticaret ve ibâdet mekezi sahibi ve lügat bakımından fasih olması gibi
sebeplerle İslâm’dan hemen önce Arap beldelerinde neredeyse tüm Arapların
nezdinde üstünlüğü kabul edilmiş423 ve daha sonra egemenliğini devam ettirmiş bir
dil424 konumuna gelmiştir. Kureyş kabilesinin bu durumu, lehçeleri birbirinden farklı
Arap kabileleri içinde Kureyş dilinin yayılmasına vesile olmuştur. Kureyşliler de
doğal olarak bu kabile ve toplumlardan birtakım lafızlar almışlardır.
425 Kureyş
kabilesinin mevkii, hem Arap kabilelerinin, hem diğer komşu ve uzak toplumların
gelip geçtiği önemli bir kavşak noktasıdır.426 Bu dönemde Kureyş kabilesi, dere ve
çayların ırmak ve nehirlere aktığı gibi farklı Arap kabilelerinin ve Arap olmayan
toplumların çeşitli kültür ve medeniyetlerinin bir araya gelip birleştiği bir toplanma
yeri özelliğine sahip427 olmuştur.
Vahyin indiği dönemde, kelimeleri Kur’ân’da geçen başlıca Arap kabileleri
şöyle zikredilebilir: Kendilerine Kahtânîler denilen Ezd, Ezdşenûa, Eş’ar, Evs,
421 Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 575 vd.
422 Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Müsannef, 15: 446-447; Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî el-Basrî,
Ahbârü’l-Medîneti’n-Nebeviyye, thk. Abduaziz b. Ahmed el-Muşeykıh, Dârü’l-Aliyyân, 3: 227;
Zerkeşî, el-Burhân, 1: 108, 310, 378-379.
423 Râfiî, Tarih Âdâb, 400-401.
424 İbn Fâris, es-Sâhibî, 28; Hasan, İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslâm, 1: 56.
425 İbn Fâris, es-Sâhibî, 28.
426 Mübârekfûrî, er-Râhîk, 21.
427 Müneccid, Kitâbü’l-Lüğât, 5-6; Şavkî Dayf, Târîihu’l-Edeb, 1: 50; Hannâ el-Fâhûrî, el-Câmi’ fi
Târîhi’l-Edebi’l-Arabî, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Cîl, 1986), 51-52.
64
Cürhüm, Himyer, Hadramavt, Has’am, Huzâa, Hazrec, Sebe’, Sedûs, Sa’du’l-Aşîra,
Tay, Kinâne, Kinde, Lahm, Mezhic, Hemedân gibi kabileler, Arap Yarımadası’nın
Güneyinde yaşayordu. Kendilerine Adnânîler denilen Kureyş, Tağlib, Enmâr,
Temîm, Sakîf, Benu Hanîfe, Müzeyne, Benu Âmir, Kays Aylân, Huzeyl gibi
kabileler ise Arap Yarımadası’nın Kuzeyinde yaşıyordu..
428 Her kabileyi diğerinden
ayıran bazı meziyetleri vardır. O meziyetlerden biri ve belki en başta geleni ona ait
lehçesidir.
İbn Abbâs’a isnad edilen Kitâbu’l-Lügâti fi’l-Kur’ân adlı eserde, Kur’ân’ın
yer verdiği Arap kabilelerine ait garip lafızların sayısı ve dağılımı hakkında şu bilgi
verilmektedir: Kureyş 104, Huzeyl 45, Kinâne 36, Himyer 23, Cürhüm 21, Temîm ve
Kays Aylân 13, Ehlu Ummân, Ezdşenûa ve Has’am 6, Tay, Mezhic, Medyen ve
Gassân 5, Benu Hanîfe, Hadramavt ve Eş’ar 4, Enmâr 3, Huzâa, Benu Âmir, Lahm,
Kinde, Sebe’, Ehlü’l-Yemâme, Müzeyne ve Sakîf 2, el-Amâlika, Sedûs ve Sa’du’lAşîre 1. Buna göre Kur’ân’da toplam 263 garîb lafız bulunmaktadır.429 Ancak bu
lafızlar, Kur’ân’da geçen kabilelerin lafızlarının hepsidir denilemez. Bunlardan başka
kelimeler de vardır.430 Süyûtî, el-İtkân adlı eserinde -tesbit edilebildiği kadarıylasûrelere göre düzenleyerek İbn Abbâs’dan rivayet edilen ve Buhârî’nin itimad edip
Sahih’inde yer verdiği İbn Ebi Talhâ sahifesi431 olarak bilinen kitaba ait Taberî, İbn
Ebi Hâtim ve Dahhâk’ın tefsirlerinden derlediği 740 kadar Garîbu’l-Kur’ân lafzı
hakkında bilgi vermektedir.432 Ayrıca Süyûtî’nin, İbn Abbâs’ın 190 kadar lafzı şiir
istişhadıyla açıklayan Mesâilü Nâfi’ b. el-Ezrak adlı eserini “el-İtkân”da dercettiği
görülmektedir.433
Kur’ân, muhtelif Arap kabilelerinin lafızlarını kullanarak Hz. Peygamber’in
hedeflediği dağınık Arap topluluklarının birlik ve beraberliğini İslamiyet potasında
sağlama siyasetine işaret etmiş olabilir. Bu sebeple Kur’ân’ın, her kabilenin ona ait
428 Bkz. Müneccid fi’l-Kur’ân, 7; Süyûtî, Ebû Bekr el-Vâsiıtî’den rivayet ettiğine göre 50 kabilenin
adını zikrederek onların lehçelerinin Kur’ân’da yer aldığını (el-İtkân, 286), Taşköprüzâde de 50
kabile ismini vererek bunların kullandığı bazı lafızların Kur’ân’da yer aldığını söylemektedir
(Miftâhü’s-Saâde, 2: 374-375); Şavkî Dayf, Târîhu’l-Edeb, 1: 26-32.
429 Bkz. İbn Abbas, Kitâbü’l-Lügâti fi’l-Kur’ân, 6.
430 İbn Müneccid, Kitâbü’l-Lüğât, 7; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 378-381; Süyûtî, el-İtkân, 282-287.
431 Bu eser, Mısır’da 1950 tarihinde Muhammed Fuad Abdulbaki tarafından tahric edilerek Mu’cem
Ğarîbi’l-Kur’ân Müstahrec min Sahîhi’l-Buhârî adıyla neşredilmiştir.
432 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 241-256.
433 Süyûtî, el-İtkân, 258-281.
65
lafızlarını içinde bulacağı bir kitap şeklinde kılınmış olma ihtimali vardır. Hz.
Peygamber’in bütün Arap kabileleri için ortak (resmî) bir dil birliğini oluşturmayı
gözetlemiş olması da mümkündür. Bu ortak dilin, en mükemmel şekilde Kur’ân’da
yer aldığı görülebilir.434 Kur’ân’da geçen farklı Arap kabilelerine ait kelimelerden
bazısını şöyle ifade etmek mümkündür:
ُروا”
ِذي َن َكفَ
َّ
ُم ال
تِنَكُ
ْن يَفْ
َ
ْم أ
تُ
ْن ِخفْ
ِ
إ’ “Kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız…” (enNisâ 4/101) âyetinde geçen “مُ
تِنَكُ
كُم” lehçesinde Hevâzin ,kelimesi” saldırma” “يَفْ
ُّ
“ي ِضل
“saptırma” anlamına gelmektedir.435
ْع ِص ُر َخ ْمًرا”
َ
َرانِي أ
َ
ِي أ
ِن
َما إ
َحدُهُ
َ
iki O” “(قَا َل أ
delikanlıdan) Biri: Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm, dedi” (Yûsuf
12/36) âyetinde yer alan “Hamr” (راًمْ خَ” ( şarap” lafzı, Umman lehçesinde “üzüm”
anlamında kullanılmaktadır.436
ْم َشْيئًا”
ْع َماِلكُ
َ
ِطيعُوا ََّّللاَ َو َر ُسولَهُ ال يَِلتْ ُكْم ِم ْن أ
ْن تُ
ِ
وإَ” “ Eğer Allah’a
ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez” (Hücurât
49/14) âyetinde bulunan “Yelitküm” (مْكُ ْلتَِي” (eksiltme” lafzı, Benî Abs lehçesinde
“noksanlık” demektir.
437
َخاِلِقي َن”
ْ
ْح َس َن ال
َ
ُرو َن أ
تَ ْد ُعو َن بَ ْعال َوتَذَ
َ
أ” “Yaratıcıların en güzelini, -
sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah’ı- bırakarak Ba’l’e mi tapıyorsunuz?”
(Sâffât 37/125) âyetinde geçen “Ba’l” (عالْ َب (lafzı, Yemen ve Ezdşenûa lehçelerinde
‘rabb’ anlamına gelmektedir.438
َرهُ”
قَى َمعَاِذي
ْ
ل
َ
ْو أ
َولَ” “Hatta mazeretlerini ortaya koysa
da…” (Kiyâme 75/15) âyetindeki “Meâzire” (ََذيرةِاَمعَ” (özürler”
439 lafzı, Yemen
lehçesinde “örtüler” demektir.
440
434 Bkz. Müneccid, Kitâbü’l-Lüğât, 8; Râfiî, Tarih Âdâb, 400-401.
435 Bkz. Cevherî, “Fetene”, es-Sıhâh, 5: 2176.
436 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 217.
437 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 416; Sicistânî, Nüzhetü’l-Kulûb, 503; Kaysî, el-Umde,
278; Gulâm Sa’leb, Yâkûtetü’s-Sırât, 432; Ebu’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed elHârezmî ezZemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Akâvîli fi Vucûhi’tTe’vîl, thk. Abdulmevcûd v.dğr., 1. bs. 6 Cilt. Riyâd: Mektebetü’l-Abikân, 1998), 5: 588.
438 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 374; Sicistânî’ye göre, Hûd 11/72. âyetinde (bununla
birlikte el-Bakara 2/228, en-Nisâ 4/128, ve en-Nûr 24/31. âyetlerinde) geçen “Ba’l” kelimesi
“Eş/Koca” anlamına gelmektedir. Ayrıca “Ba'l” lafzı, Hz. İlyas kavmine ait altından yapılış bir put
olarak ifade edilmektedir (Nüzhetü’l-Kulûb, 142); Gulâm Sa’leb, Yâkûtetü’s-Sırât, 475; Süyûtî, elİtkân, 282.
439 Bkz. Cevherî, “Azere”, es-Sıhâh, 3: 739.
440 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 282-287 (“Hicaz lügatı dışında kalan Arap kabileleri kelimeleri” başlığı).
66
1. BÖLÜM
KURTUBÎ VE “EL-CÂMİ‘ Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN” ADLI TEFSİRİ
Garîbu’l-Kur’ân’a çok değer veren Kurtubî’nin, İslâm âlimleri arasındaki yeri
tartışılmaz. O, en başta tefsir olmak üzere hadis, fıkıh, kırâat, nahiv gibi ilimlerde
tebarüz etmiş velûd bir şahsiyettir. Tabakât, terâcim kitaplarında ve ansiklopedik
eserlerde hayatı, ilmî mevkii ve telifleri hakkında bilgiler verilmiştir.441 Kurtubî’nin
hayatı, ilmî mevkii ve eserleri hakkında verilen bilgiler, onunla alakalı yapılan özel
çalışmalarda yer almıştır.442 Mevzûî araştırmalarda mutad olduğu üzere Kurtubî’yi
tanımak için burada, onun hayatı, kişiliği, ilmî mevkii, eserleri, Tefsiri ve etkileri
hususunda bilgi verilecektir. Ayrıca Kurtubî’nin Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili istifade
ettiği başlıca kaynaklar (müellifler ve eserleri), Kur’ân lafızlarının niteliği, niceliği
ve içeriği üzerinde durulacaktır.
1.1. KURTUBÎ’NİN HAYATI, TAHSİLİ VE ESERLERİ
1.1.1. Hayatı
Kurtubî’nin asıl adı, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farh
el-Ensârî el-Hazrecî el-Endülüsî el-Kurtubî’dir (ö. 671/1273).443 Onun hakkında eşŞeyh, el-İmam, el-Âlim, el-Allâme, el-Muhaddis, el-Müfessir, el-Muhakkik ve
Şemsüddin lakapları kullanılmaktadır.444 Kaynaklar, onun Kurtuba’da doğduğunu
441 Kurtubî’nin hayatı ve telifleri hakkında bilgi veren eserlerden bazısı şöyledir: İbn Ferhûn el-Malikî
(ö. 799/1397), ed-Dîbâcü’l-Müzehheb fi Mar’ifeti Ulemâi A’yâni’l-Mezheb, thk. M. Ahmed
Ebü’n-Nûr, (Kahire, Dârü’t-Türâs, ty.), 2: 308-309; Celaluddin Abdurrahman es-Süyûtî,
Tabakâtü’l Müfessirîn, thk. Ali Muhammed Ömer, 1. bs. (Kahire, Mektebetu Vehbe, 1976), 92;
Dâvûdî, Tabakât, 2: 69-70; İbnü’l-İmâd Şihabuddin Ebû Felah Abdulhay Ahmed b. Muhammed
el-Akrî el-Hanbelî ed-Dimaşkî, Şezerâtü’z- Zeheb fi Ahbâri Men Zeheb, thk. Abdulkadir el-Arnaût
vd., 1. bs. (Beyrût, Dârü İbn Kesir, ty), 7: 584-585; Ahmed b. Muhammed el Mukkarî etTilmisânî, Nefhu’t-Tîb min Ğusni’l-Endelüsi’r-Retîb, thk. İhsan Abbas, (Beyrût, Dârü Sâdır,
1968), 2: 210-211; Tayyar Altıkulaç, “Kurtubî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
(Ankara: TDV Yayınları, 2002), 26: 455-457.
442 Kasabî Mahmut Zelat, el-Kurtubî ve Menhecühu fi’t-Tefsir, (Beyrût, el-Merkezu’l-Arabî li’sSekafeti ve’l-Ulûm Baskısı, ty.), 6-31; Meşhûr Hasan Mahmut Selman, el-İmam el-Kurtubî Şeyhu
Eimmeti’t-Tefsîr, 1. bs. (Dımeşk, Dârü’l-Kalem, 1993), 63-96; ayrıca bkz. Ebû Abdillah
Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekir el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân (Kurtubî Tefsiri), trc.
ve notlar: Beşir Eryarsoy, (İstanbul, Buruc Yayınları, 2005), 1: 13-68.
443 Salahuddîn Halil b. Eybek es-Safedî (ö. 764/1363), el-Vâfî bi’l-Vefeyât, thk. Ahmed el-Arnavût
vd., 1. bs. (Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2000), 2: 87; İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 308;
Dâvûdî, Tabakât, 2: 69-70; Süyûtî, Tabakât, 92; Meşhûr Hasan Mahmûd Selmân, el-İmâm elKurtubî Şeyh Eimmeti’t-Tefsîr, 1. bs. (Dımaşk, Dârü’l-Kalem, 1993), 11-14.
444 Bkz. Safedî, el-Vâfî, 2: 87; Selman, Kurtubî’nin bu lakapla anılmayı, tevazu sahibi olması ve
“Kendinizi temize çıkarmayın” (Necm, 53/32) âyetinin itabta bulunduğu zümreden olma endişesi
sebebiyle hoş karşılamadığını belirtmektedir. (el-İmam el-Kurtubî, 13).
67
söylemekte, fakat ne zaman doğduğu hakkında kesin bilgi vermemektedir.445 Doğum
tarihi, VI./XII. asrın sonları ya da VII./XIII. asrın başları olarak tahmin
edilmektedir.446
Kurtubî’nin hayatı, ilim tahsili ve eserleri hakkında yapılmış çalışmalardan447
bazısını şöyle zikretmek mümkündür:
Kitaplar:
1. Miftâh es-Senûsî Bel’am, el-Kurtubî -hayâtühu ve Âsârühü’l-İlmiyye ve
Menhecühu fi’t-Tefsîr-,
2. Muhammed Benşerife, el-İmam el-Kurtubî Sîretühu min Te’lîfihi,
3. Yûsuf Abdurrahman el-Fart, el-Kurtubî el-Müfessir,
4. Meşhûr Hasan Mahmûd Selmân, el-İmam el-Kurtubî -Şeyh Eimmeti’tTefsîr-,
5. Mesnâ Ulvan ez-Zebîdî, Muhtasar ani’l-Cânibi’l-Lüğavî İnde’l-İmam elKurtubî fi Tefsirihi el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,
6. Âmir b. İsa el-Lehv, Menhecü’l-İmam el-Kurtubî fi Tefsîri Âyâti’l-Ahkâm fi
Kitabihi’l-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân.
Doktora tez çalışmaları:
1. Kasabî Mahmûd Zelat, el-Kurtubî ve Menhecühu fi’t-Tefsir,
2. Bû Şuayb Mihmâdî, et-Tefsîrü’l-Fıkhî İnde’l-Kurtubî,
448
445 el-Kasabî Mahmut Zelat, el-Kurtubî ve Menhecühu fi’t-Tefsîr, Beyrût, el-Merkezü’l-Arabî li’sSekâfeti ve’l-Ulûm, ty.), 6.
446 Miftâh es-Senûsî Bel’am, el-Kurtubî Hayâtuhu ve Asâruhü’l-İlmiyye ve Menhecühü fi’t-Tefsir, 1.
bs. (Bingazi, Dârü’l-Kütübi’l-Vataniyye, 1998), 85; Cemâl Abdullah Ebû Sehlûb, Menhecü’lKurtubî fi’l-Kıraati ve Eserühâ fi Tefsîrihi (Yüksek Lisans, Medîne-i Münevvere, el-Câmiatü’lİslâmiyye Külliyyetu Usûliddîn, ty.), 23-24; Nahid bint Ahmed bin Abdulbâsıt bâ Cüneyd,
Tercihâtü’l-İmamu’l-Kurtubî fi’t-Tefisîr (Yüksek Lisans, Câmiatu Ümmü’l-Kurâ, 2009), 23-24;
Selman, el-İmam el-Kurtubî, 14-15; Cemal Abdullah Ebû Sehlûb, Tercemetü’l-İmami’l-Kurtubî
(Yüksek Lisans, Medine, el-Câmiatu’l-İslâmiyye, ty.), 23; Kasabî, el-Kurtubî, 6 vd.
447 Bkz. İbnü’l-İmâd Şihabuddin Ebû Felah Abdulhay Ahmed b. Muhammed el-Akrî el-Hanbelî edDımaşkî, Şezerâtü’z-Zeheb, 7: 584-585; Zehebî, et-Tefsîr, 2: 401-407; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 9-21);
Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 13-175; Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457; Bedreddin Çetiner,
“Kurtubî”, ŞİA, (İstanbul, 1991), 3: 417-418) Ayrıca müfessirlerle ilgili yazılmış tabakât kitapları
da, Kurtubî ve onun tefsiri hakkında hacimleri oranında bahsetmişlerdir.
448 Bkz. Bû Şuayb Mihmâdî, et-Tefsîrü’l-Fıkhî İnde’l-Kurtubî, (Doktora Tezi, Fas, Câmiatu Seyyidî
Muhammed b. Abdullah, 1992).
68
3. Arif Gezer, Kurtubî’nin Hadis İlmindeki Yeri,
449
4. Abdullah Bayram, Kurtubî ve Fıkhî Tefsiri,
450
5. Mehmet Demirci, Kurtubî’nin el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin
Tefsir Usulü Açısından Değerlendirilmesi,
451
6. İhsan İlhan, Kurtubî Tefsiri’nde Kırâat Olgusu,
452
7. Nefise Karaca Efe, Kurtubî’nin Kur’ân İlimleri’ne Yaklaşımı.
453
Yüksek lisans tez çalışmaları:
1. Ali b. Süleyman el-Abîd, el-Kurtubî Müfessir,
454
2. Abdullah İdân Ahmed ez-Zehrânî, Tercîhatü’l-Kurtubî fi’t-Tefsîr,
455
3. Nahid bint Ahmed bin Abdu’l-Basıt bâ Cüneyd, Tercîhatü’l-İmam elKurtubî fi’t-Tefsîr,
456
4. Cemal Abdullah Ebû Sehlûb, Menhecü’l-Kurtubî fi’l-Kırâat ve Eserüha fi
Tefsîrihi,
5. Hâcid b. Abdullah el-Usaymî, Tercîhatü’l-Kurtubî fi Tefsirihi,
457
6. Ahmet Özbay, Kurtubî Tefsiri’nde Müşkili’l-Kur’ân,
458
449 Bkz. Arif Gezer, Kurtubî’nin Hadis İlmindeki Yeri, (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 1999).
450 Bkz. Abdullah Bayram, Kurtubî ve Fıkhî Tefsiri, (Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2008).
451 Bkz. Mehmet Demirci, Kurtubî’nin el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin Tefsir Usulü
Açısından Değerlendirilmesi, (Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
2009).
452 Bkz. İhsan İlhan, Kurtubî Tefsiri’nde Kırâat Olgusu, (Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2009).
453 Bkz. Nefise Karaca Efe, Kurtubî’nin Kur’ân İlimleri’ne Yaklaşımı, (Doktora Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012).
454 Bkz. Ali b. Süleyman el-Abîd, el-Kurtubî Müfessir, (Yüksek Lisans, Câmiatu’l-İmâm Muhammed
b. Suûd el-İslâmiyye, 1402), bkz. Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457.
455 Bkz. Abdullah İdân Ahmed ez-Zehrânî, Tercîhatü’l-Kurtubî fi’t-Tefsîr, (Yüksek Lisans, Câmiatü
Ümmi’l-Kurâ, 2008).
456 Bkz. Nahid bint Ahmed bin Abdu’l-Basıt bâ Cüneyd, Tercîhatü’l-İmam el-Kurtubî fi’t-Tefsîr,
(Yüksek Lisans, Câmiatu Ümmü’l-Kurâ, 2009).
457 Bkz. Hâcid b. Abdullah el-Usaymî, Tercîhatü’l-Kurtubî fi Tefsirihi, (Yüksek Lisans, Câmiatu
Ümmü’l-Kurâ, 1428 h.).
458 Bkz. Ahmet Özbay, Kurtubî Tefsirinde Müşkili’l-Kur’ân (Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003).
69
7. Ahmet Oğuz, Kurtubî’nin ‘et-Tezkire bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-âhire’
adlı eseri Bağlamında Kabir Hayatı ile İlgili Hadislerin İncelenmesi.
459
Makaleler:
1. Muhyi Hilal es-Serhân, “el-Kurtubî, -Hayâtühu ve Âsârühu-,”
460
2. Mustafa Kayhan, “Şiirle İstişhad Açısından Kurtubî Tefsiri (Ankebut
Sûresi Örnekliği)”,
461
3. Gökhan Atmaca, “Kurtubî Tefsiri’nde Tasavvuf”,
462
4. Abdulmuttalip Arpa, “Şiirle İstişhad Yöntemi Açısından Kurtubî’nin elCâmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân tefsiri.”
463
Kurtubî’nin hayatı ile ilgili ilk bilgiler, kendi eserlerinden öğrenilmektedir.
Kurtubî, kendisinin gençlik döneminde diğer insanlarla mahallelerinde bulunan
Makberet-i Yahûd diye adlandırılan bir kabristandan hayvan sırtında Kurtuba’nın
dışına toprak taşıdıklarını, böylece kerpiç ustalarının, kabristandan kendilerinin
taşıdığı et, kemik, tüy gibi unsurlarla karışmış toprağı kerpiç yapımında
kullandıklarını belirtmektedir.464 Kurtubî’nin verdiği bu bilgiye dayanarak onun,
Kurtuba şehrinin dış mahallesinde oturmuş olabileceği, mütevâzi bir hayata sahip
orta halli, dikkatlerden uzak ve çiftçilikle uğraşan bir aileye mensup olduğu
söylenebilir. Kurtubî’nin, 3 Ramazan 627 yılında Kurtuba’da ikamet ettiği ve o
dönemde babasının himayesinde -tahminen yirmi veya yirmibeş yaşlarında- gençlik
çağında bulunduğu, gençlik yıllarında çömlek yapımında kullanılan toprak
459 Bkz. Ahmet Oğuz, Kurtubî’nin ‘et-Tezkire bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-âhire’ adlı eseri
Bağlamında Kabir Hayatı ile İlgili Hadislerin İncelenmesi, (Yüksek Lisans, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014).
460 Bkz. Muhyi Hilal es-Serhân, “el-Kurtubî, Şemsüddin Ebî Abdillah b. Ebî Bekr b. Farh el-Ensârî
Hayatühu ve Âsârühu”, erişim: 20.04.2017, https://www.iasj.net/iasj?func=fulltext&aId=48181.
461 Bkz. Mustafa Kayhan, “Şiirle İstişhad Açısından Kurtubî Tefsiri (Ankebut Sûresi Örnekliği)”,
International Periodical for the Languages Literature and History of Turkish or Turkic 12/27:255-
280. DOI Number, erişim: 10.02.2019, http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.12593.
462 Bkz. Gökhan Atmaca, “Kurtubî Tefsiri’nde Tasavvuf”, Tarih Okulu Dergisi (TOD) 7/17 (Mart
2014): 293-319.
463 Bkz. Abdulmuttalip Arpa, “Şiirle İstişhad Yöntemi Açısından Kurtubî’nin el-Câmiu li-Ahkâmi’lKur’ân Tefsiri”, The Journal of Academic Social Science Studies, International Journal of Social
Science Doi number: http://dx.doi.org/10.9761/JASSS1768, 6/7 (Temmuz 2013): 91-119, erişim:
20.04.2017, http://www.jasstudies.com/Makaleler.
464 Kurtubî, et-Tezkiretü bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhire, thk. es-Sâdık b. Muhammed b. İbrahim,
(Riyad, Mektebetü Dârü’l-Minhâc, 1425 h.), 24, 27-28.
70
taşımacılığı yaparak ailenin geçimine katkı sağladığı ifade edilmektedir.465 Ayrıca
Kurtubî’nin, Bakara sûresi 245. âyetin nüzûl sebebi ile ilgili verdiği bilgiye göre,
466
Rabiu’l-Âhir hicrî 628. yılı itibarıyla o anda Kurtuba’da olduğu anlaşılaşılmaktadır.
Hayatından bir kesit olarak Kurtubî, babasının çiftçilikle uğraştığı ve
köylerine yapılan bir düşman saldırısında babası dâhil olmak üzere birçok kişinin
şehit edildiği bilgisini şöyle vermektedir: “Bir toplum, evlerinde bulunup da
kendilerinin haberi olmadan, düşman onlara sabahleyin bir baskın düzenleyip
onlardan bazı kimseleri öldürecek olursa, bu öldürülenlerin hükmü, savaş
meydanında öldürülenlerinki gibi mi olur, yoksa diğer ölülerin hükmünde mi olur?
Bu problem, Yüce Allah’a tekrar Müslümanların oraya dönmesi için niyaz ettiğimiz
Kurtuba’da bizim başımıza geldi. Düşman, hicrî 627. yılı Ramazan ayının üçüncü
günü sabahında, insanlar tarlalarında işleriyle uğraşırken baskın yaptı. Kimini
öldürdü, kimini esir aldı. Öldürülenler arasında rahmetlik babam da vardı. Hocamız
kırâat âlimi Ebû Hücce olarak bilinen Üstad Ebû Ca’fer Ahmed’e babamın
durumunu sordum. Bana, ‘onu yıka ve namazını kıl, çünkü baban, müslüman ve kâfir
saflar arasındaki meydan savaşında öldürülmüş değildir’ dedi. Daha sonra, hocamız
Rebi’ b. Abdurrahman b. Ahmed b. Kabi’ b. Ubey’e sordum. O da: ‘O, meydan
savaşında öldürülenler hükmündedir’ dedi. Arkasından Kadı el-Cemaa olarak bilinen
Ebu’l-Hasen Ali b. Katral’a -etrafında bir grup fukaha bulunduğu halde- babamın
durumunu sordum. Bunlar da: ‘Onu yıka, kefenle ve namazını kıl’ dediler. Ben de
öyle yaptım. Bundan sonra ise babamın şehit olup olmadığı meselesini Ebu’l-Hasen
el-Lahmî’nin et-Tebsira adlı eserinde ve başka kitaplarda gördüm. Eğer bunu
önceden görmüş olsaydım babamı yıkamazdım, kanıyla ve elbiseleriyle onu
gömerdim.”467
Ayrıca Kurtubî doğduğu, çocukluk ve gençlik döneminin geçtiği Kurtuba’dan
hicret ederken başından geçen şöyle bir olayı anlatmaktadır: “Ülkemiz Endülüs’te
465 Bkz. Selmân, el-İmam el-Kurtubî, 17-19.
466 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 4: 220.
467 Kurtubî, el-Câmi‘, 5: 412-413 (Âl-i İmrân sûresi, 169. âyetin açıklamasının 5. meselesi); Kasabî,
el-Kurtubî, 7; Bel’am, el-Kurtubî, 85 vd.; bkz. Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 14-15; İhsan İlhan,
Kurtubî Tefsirinde Kıraat Olgusu, (Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
2009), 3-4.
71
Kurtuba’ya bağlı (منثور Mensur adındaki) bir kalede468 başımdan şöyle bir olay
geçmiştir: Düşmanın önünden kaçarken yana doğru bir başka tarafa çekildim. Aradan
fazla zaman geçmeden arkamdan beni yakalamak üzere iki atlı yola koyuldu. Düzlük
bir arazide oturuyordum. Beni takib eden bu iki atlıya karşı beni gizleyecek hiçbir
şey yoktu. O esnada Yasin sûresinin baş taraflarını ve Kur’ân’ın başka bölümlerini
okumaktaydım. Beni izleyen iki kişi yanımdan geçtiler. Sonra geçtikleri aynı yerden
geri döndüler. Bu sırada onlardan birisi diğerine: ‘Bu bir Dibeyluh’dur’ (cin veya
şeytan) dedi. Allah onların basiretlerini kör etti ve beni göremediler. Bundan dolayı
Allah’a çok hamd-ü senalar ettim.”469
Kasabî, Kurtubî’nin bahsettiği bu kalenin h. 632. yılında Kurtuba çevresinde
Hıristiyanlar tarafından düşürülen kalelerden biri olabileceğini, 23 Şevval 633.
yılında ise Kurtuba’nın düştüğünü, bunun üzerine ahalinin şehri terk ettiklerini,
Kurtubî’nin de Mısır’a gelmek üzere İspanya’dan ayrılmasının h. 633’lü yıllardan
sonraya rastladığında şüphe olmadığını söylemektedir.470 Kasabî, Endülüs’ten
Mısır’a gelmek isteyip de Said veya Kahire’ye doğru gitmek isteyenlerin, ister kara
ister deniz yoluyla gelsinler, mutlaka İskenderiye’ye uğramak zorunda kaldıklarını,
ayrıca Kurtubî’nin bazı hocalarının İskenderiye’de yaşadıklarından hareketle,
Kurtubî’nin önce İskenderiye’de bir süre kaldığını, sonra, Said’deki Minye’ye gitmiş
olması gerektiğini belirtmektedir.471 Kurtubî’nin, İskenderiye’nin yanı sıra Feyyûm,
Mansûra, Kahire ve Minye’de bulunduğu da ifade edilmektedir.472
Kurtubî’nin hayatı hakkında bilgi veren bütün tarihçiler ve biyografik eser
müellifleri, Kurtubî’nin kişiliğinden övgüyle bahsetmektedirler. Kurtubî’nin güzel ve
üstün meziyetlerle mücehhez ahlâkını övmektedirler. Kurtubî’yi anlatan eserlerin
hemen hemen hepsi ittifakla onun kişiliğini şöyle dile getirmektedir: “Allah’ın salih
kullarından, dünyaya karşı vera’ ve zühd sahibi, âhiret işlerinden kendisini
ilgilendiren şeylerle meşgul olan, zamanını Allah’a yönelmek, ibâdet etmek ve eser
yazmakla değerlendiren, kimseye yük olmayan, aynı zamanda dış görünüşe değer
468 Bkz. Selman’ın tespitine göre “Mensur”, Kurtuba’nın kuzey doğusunda bulunan bir kaledir (elİmam el-Kurtubî, 19).
469 Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 94; bkz. Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 14-15; İlhan, Kurtubî Tefsirinde,
5-6.
470 Kasabî, el-Kurtubî, 20.
471 Kasabî, el-Kurtubî, 20-21.
472 Selman, el-İmam el-Kurtubî, 38-39.
72
vermeyip doğal yaşamayı tercih eden, başında bir takke ve tek bir kat elbiseyle
yetinen ârif âlimlerdendir.”473
Kurtubî’nin eserlerinden, onun fıkıhta Mâlikî, itikatta Eş’arî mezhebine bağlı
bir ortamda ve selef-i salihîn, ehl-i sünnet yolunda olduğu anlaşılıyor.474 Kurtubî,
eserlerinde Ehl-i Sünnet’i savunmaktadır. İmâmiyye, Râfiziyye, Kerrâmiyye gibi
fırkaları, bilhassa Mu’tezile’yi eleştirmekte ve onlara karşı çıkmaktadır,
475 onların
görüşlerini çürütmeye çalışmakta ve onları reddetmektedir. Muhalifleriyle yaptığı
tartışmalarda hakaret, aşağılama gibi tavırlardan sakınmaktadır. Onlara karşı nazik
davranmaktadıır.476 Ayrıca Kurtubî, rivâyetleri değerlendirmeye tabi tutmaktadır,
fakat herhangi bir açıklama yapmadan bazen mevzû hadislerle İsrâiliyât’a yer verdiği
görülmektedir. Kurtubî, Mâlikî mezhebine mensuptur lakin mezhep taassubunda
bulunmamakta, bilakis buna karşı çıkmaktadır.
477 Taklitçiliği bir metot olarak
benimsemektedir. Kitap ve Sünneti takip etmeyen, telakkileri cehâlet ve hurafeye
dayanan sûfîleri de açıkça tenkid etmektedir.478 Öte yandan Kurtubî’nin, devlet
adamlarını çekinmeden eleştirdiğini, zamanın idarecilerinin rüşvet alarak hukuka
uygun davranmadıklarını, şahsî çıkarları için hükmettiklerini, böylece Allah’ın dinini
değiştirdiklerini ileri sürdüğü479 belirtilmektedir.
Doğduğu, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Kurtub’a şehrine nisbetle
“Kurtubî” olarak anılan müfessirimiz, eserleri -özellikle Tefsiri- ile şöhret bulmasına
rağmen, kaynaklarda yaşadığı dönem ve şartları hakkında detaylı bilgi
verilmemektedir. Muhtemelen önceki âlimler, sonraki âlimlerin yaptığı gibi hayatını
ele aldıkları âlimin doğum ve ölüm tarihlerine ve özel mevzulara pek ilgi
duymamakta, sadece onun ilmî mevkiini ve eserlerini dikkate almaktadır. Dolayısıyla
473 Bkz. İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 308; Dâvûdî, Tabakât, 2: 70; Tilmisânî, Nefhu’t-Tîb, 2: 211; Ziriklî,
el-A’lâm, 5: 322; Zehebî, et-Tefsîr, 2: 401; İlhan, Kurtubî Tefsirinde, 8-9.
474 Bkz. Kurtubî, et-Tezkira bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira, thk. es-Sâdık b. Muhammed b.
İbrahim, 1. bs. (Riyad, Mektebetü Dâri’l-Minhâc, 1425/2004), 42-50; Kasabî, el-Kurtubî, 54.
475 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 7, 156, 367; 5: 243 vs.
476 Bkz. Kurtubî, el-Câmi’, 3: 37-39.
477 Kurtubî, el-Câmi‘, 3: 199-200. Bakara, 2/187. âyetin tefsirinde 12. meselede, unutarak yeyip içenin
orucu hakkında, mensubu olduğu Mâlikî mezhebine muhalefet etmiştir.
478 Kurtubî, el-Câmi‘, 8: 118-119; 12: 148; Kurtubî, İbrahim 14/37. âyetin tefsirinde Hz. İbrahim’in
kendi ailesini o mukaddes mekânda bırakıp tevekkülde bulunduğu gibi hareket etmek isteyen
sûfilere karşı çıkmıştır (bkz. el-Câmi‘, 13: 128-129);. İsrâ’ 17/70. âyetin yorumunda da sûfilerin
birtakım gıdaları kendilerine yasaklamasına karşı çıkmıştır (bkz. el-Câmi‘, 13: 128); ayrıca bkz.
Kasabî, el-Kurtubî, 33-34.
479 Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457.
73
tarihe mal olmuş birçok âlimin doğum tarihi bilinememektedir. Ancak sonradan
birtakım karinelerden hareketle detaylı bilgiler tespit edilmeye çalışılmaktadır.480
Bununla beraber Kurtubî’nin ailesinin toplumda dikkat çeken önemli bir özelliğe
sahip olmaması nedeniyle tarihçiler ve biyografik eser müellifleri, Kurtubî’nin bu
yönüyle ilgilenmemiş, sadece onun ilmî yönünü, kültürünü kazandığı hocalarını ve
hocalarının ilmî konumlarını ele almışlardır.481 Bu sebeple müfessirimiz Kurtubî ile
ilgili detaylı bilgi verilmemiş olabilir.
Şu anlaşılıyor ki ana kaynaklarla birlikte Kurtubî ve eserleri hakkında yapılan
çalışmalar, Kurtubî’nin Endülüs’ün en büyük ve en önemli şehirlerinden biri olan
Kurtuba’da doğduğunu482 ittifakla kabul etmektedir. Fakat aynı kaynaklar,
Kurtubî’nin kişiliği hakkında tüm yönlerini aydınlatacak doğum tarihi, çocukluğu,
gençliği, yetişmesi, ailesi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatıyla ilgili yeterli bilgiyi,
gerek doğrudan gerekse dolaylı yollardan olsun vermemektedir.483
Kurtubî, dini hükümlere önem vermektedir. Fıkhî meseleleri teferruatına
varıncaya kadar araştırıp incelemekte ve hayatını buna göre şekillendirmeye
çalışmaktadır. Kurtuba’da iken zamanın meşhur bilginlerinden fıkıh, nahiv, kırâat
gibi dînî ilimleri tahsil etmiştir. İlimle ve ilim ehliyle büyük bir bağlantı
kurmuştur.
484 Ancak Kurtubî’nin, bu dönemde henüz ilmî seviyesinin herhangi bir
dînî meselede tek başına görüş ortaya koyabilecek, tercihte bulunabilecek seviyede
olmadığı anlaşılmaktadır. Araştırmacı ve tahlil edici meziyete sahip olan
Kurtubî’nin, babasının durumuyla ilgili konuyu hocası Ebu’l-Hasan el-Lahmî’nin etTebsira adlı kitabına muttali olunca, daha evvel bu bilgiye nasıl ulaşmadığına ve
babasını neden şehit olarak defnetmediğine yakındığı485 görülmektedir.
Kurtubî, 9 Şevval 671/29 Nisan 1273 yılında, Minyetu Benî Hasîb’de vefat
etmiş ve burada defnedilmiştir.486
480 Bkz. Selman, el-İmam el-Kurtubî, 14.
481 Bkz. Selman, el-İmam el-Kurtubî, 14.
482 Bkz. İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 308-309; Süyûtî, Tabakât, 92; Dâvûdî, Tabakât, 2: 69-70; Kasabî,
el-Kurtubî, 8; Selman, el-İmam el-Kurtubî, 13; Hasan İbrahim Hasan, Târîhu’l-İslâm, 3: 446; 4:
555-556.
483 Bkz. Bel’am, el-Kurtubî, 85.
484 Selman, el-İmam el-Kurtubî, 15.
485 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 5: 413; İlhan, Kurtubî Tefsirinde, 4.
486 Bkz. Dâvûdî, Tabakât, 2: 65-66; İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 308-309; Tilmisânî, Nefhu’t-Tîb, 2: 210.
74
1.1.2. İlim Tahsili
Kurtubî, tefsir, hadîs ve fıkıh alanında yetişen Endülüslü büyük âlimlerden
biridir.487 Zehebî (ö. 748/1348), onu “ilimde derya” olarak nitelendirmektedir.488
Kurtubî hakkında bilgi veren diğer müellifler de onun hakkında benzer ifadeler
kullanmışlardır.489
Kurtubî, tahsilinin ilk yıllarını Kurtuba’da geçirir. Burada, İbn Ebî Hücce
olarak tanınan Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed el-Kaysî (ö. 643/1245), Rebî’ b.
Abdurrahman b. Ahmed el-Eş’arî (ö. 632/1234), Ebû Âmir Yahya b. Abdurrahman
b. Ahmed b. Rebi’ el-Eş’arî (ö. 639/1241), Ebu’l-Hasan Ali b. Kutrâl el-Ensârî (ö.
651/1253), Ebû Muhammed b. Havtellah (ö. 612/1215) gibi âlimlerden ilim tahsil
eder. Kurtuba’nın 633/1235 yılında düşman güçleri tarafından ele geçirildikten sonra
Mısır’a geçer. Burada, İbnu’l-Müzeyyen olarak bilinen Ebû Abbas el-Kurtubî (ö.
656/1258), Ebû Muhammed Abdulvehhâb b. Revâc (ö. 648/1250), Ebû Muhammed
Abdulmu’tî Ebu’s-Senâ’ el-Lahmî (ö. 638/1240), Ebû Ali el-Hasan b. Muhammed
el-Bekrî (ö. 656/1258, Ebu’l-Kâsım Abdullah b. Ebu’l-Hasan Ali b. Halaf b. elMa’zûz el-Kümî et-Tilmisânî ve Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ali b. Hafs elYahsûbî gibi âlimlerden ilim öğrenir.490
Kurtubî’nin, Şihâbuddin el-Karâfî (ö. 684/1285) ile Feyyûm’a seyahat
ettiği,491 ayrıca Ebû Abdillah el-Kasrî ile arkadaşlık yaptığı rivayet edilmiştir.
492
Diğer taraftan Kurtubî ile Mecâzü’l-Kur’ân493 müellifi İzzeddin Abdulaziz b.
Abdusselam’ın (ö. 660/1262) çağdaş olduğu görülmüştür. Ancak bu iki âlimin
birbiriyle karşılaştığına dair herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Belki bu ikisinin
biribiriyle buluşamamasının sebebi, o dönemde İslam âleminin içinde bulunduğu
sıkıntılı durum ve yaşadıkları zor şartlardır.
487 Safedî, el-Vâfî, 2: 87; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2: 523-524; Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457.
488 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 15: 229.
489 Bkz. İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 308; Süyûtî, Tabakât, 92; Ahmed b. Muhammed el-Edenâvî,
Tabakâtü’l-Müfessirîn, thk. Süleyman b. Salih el-Hazzî, 1. bs. (el-Medînetü’l- Münevvere,
Mektebetu’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1997), 247.
490 Dâvûdî, Tabakât, 2: 70; İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 309; Selmân, el-İmam el-Kurtubî, 63-83;
Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457; ayrıca bkz. Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 17-22.
491 Safedî, el-Vâfî, 2: 87.
492 Bkz. Selmân, el-İmam el-Kurtubî, 84.
493 İzzeddin Abdulaziz b. Abdusselam, Mecâzü’l-Kur’ân, thk. Mustafa Muhammed Hüseyin ezZehebî, (Londra, Müessesetü’l-Furkân li’t-Türâsi’l-İslamî, 1999).
75
Başta oğlu Şihâbuddin Ahmed olmak üzere, Ebû Ca’fer Ahmed b. İbrahim b.
ez-Zübeyr, İsmâil b. Muhammed b. Abdülkerîm, Ebû Bekr Muhammed b.
Kemaluddin, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Emînuddin, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b.
el-Hasan b. Abdillah b. el-Meymûnî el-Kastalânî ve es-Satrîcî olarak bilinen
Ziyâuddîn Ahmed b. Ebü’s-Suûd b. Ebü’l-Meâlî el-Bağdadî ondan ilim tahsil
etmişlerdir.494
Bilindiği üzere her âlim, kendisinden önceki ve çağdaşı bilginlerden bilgi
almaktadır. Kendisinden sonra gelenler de ondan ilim öğrenmektedir. Dolayısıyla
pek çok âlimden yararlanıp kısmen de olsa bazılarının etkisinde kalan Kurtubî’nin
tesir ettiği âlimler olacaktır. Kurtubî’den etkilenen ve istifade eden başlıca âlimleri
şöyle zikretmek mümkündür:
1. Kutbuddîn Mahmud b. Mes’ûd b. Muslihi’l-Fârisî el-Alâmî eş-Şâfiî (ö.
710/1310). Fethü’l Mennân fi Tefsîri’l-Kur’ân adlı eserin müellifidir. Muteber tefsir
kitaplarından seçerek telif ettiği bu eser, kırk ciltlik büyük bir kitap olup Tefsirü’lAlâmî olarak meşhur olmuştur.495
2. Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Yûsuf b. Hayyân Hâtim
Muhammed b. Hibbân b. Ahmed b. Hıbbân (ö. 745/0344). el-Bahrul Muhît adlı
tefsirin müellifidir.496
3. İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350). es-Savâiku’l-Mürsele ala’lCehmiyyeti’l-Muattile adlı eserinde, “istivâ” lafzı hakkında Kurtubî’den nakilde
bulunmuştur.497
4. İmâdüddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. el-Hatib Ebû Hafs Ömer b. Kesîr (ö.
774/1372). Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azîm adlı tefsirin sahibidir. Kurtubî’den pek çok
nakilde bulunmuştur.
5. el-Mısrî olarak tanınan Muhammed b. Abdirrahman el-Mısrî, Salih b.
Ömer el-Kenânî el-Askalânî el-Kâhirî (ö. 848/1444). Bu müellif, Kurtubî’den pek
çok nakilde bulunmuştur.498
494 Selmân, el-İmâm el-Kurtubî, 89-94.
495 Bel’am, el-Kurtubî, 291.
496 Bel’am, el-Kurtubî, 292.
497 İbn Kayyim el-Cevziyye, es-Savâikü’l-Mürsele ala’l-Cehmiyyeti’l-Muattile, thk. Ali b.
Muhammed ed-Dahîlallah, (Riyad, Dârü’l-Âsime, ty.), 1292-1293.
76
6. Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Ali b. Âdil el-Hanbelî ed-Dımaşkî (ö. 880
h.). el-Lübâb fî Ulûmi’l- Kitâb isimli altı (sekiz) ciltlik eseri telif eden âlimdir.499
7. Muhammed b. Ahmed eş-Şirbînî el-Hatib (ö. 977/1569). es-Sirâcü’lMünîr fi’l İâneti alâ Ma’rifeti Ba’di Meânî Kelâm Rabbina’l- Hakîmi’l Habîr adlı
eserin müellifidir. Bu eser, Tefsirü’l-Hatîbi’ş-Şirbinî olarak meşhurdur.500
8. Şihâbuddîn el-Hafacî (ö. 1069/1659). Haşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsiri’lBeydâvî isimli kitabın müellifidir.501
9. Süleyman b. Ömer b. Mansûr el-Uceylî eş-Şâfiî (ö. 1204/1790). elFütuhâtü’l-İlâhiyye bi Tevzîhi Tefsîri’l-Celâleyn li’d-Dakâiki’l-Hafiyye adlı eserin
sahibidir. Bu eser, Hâşiyetü’l-Cemel olarak bilinir.
502
10. Muhammed b. Ali eş-Şevkânî (ö. 1250/1834). Fethu’l-Kadîr el-Câmiu
Beyne Fenneyi’r-Rivâyeti ve’d-Dirâyeti min İlmi’t-Tefsir adlı eserin sahibidir.
11. Mehâsinü’t-Te’vîl adlı tefsirin müellifi Cemâluddîn b. Muhammed elKâsimî (1283-1332 h./1866-1914 m.).
503
12. Ebu’t-Tîb Sıddîk Hasan Hân el-Kannevcî el-Hindî (ö. 1307/1890).
Fethü’l Beyân fî Mekâsidi’l Kur’ân adlı tefsîri yazmıştır.504
13. Muhammed el-Emîn b. Muhammed el-Muhtar eş-Şankîtî (ö. 1393/1974).
Fâtihâ’dan Mücadele sûresinin sonuna kadar telif edilen Edvâu’l-Beyân fi Îdâhi’lKur’ânî bi’l-Kur’ân adlı tefsirin müellifidir.505
14. Hak Dinî Kur’ân Dili adlı tefsirin müellifi Elmalılı Muhammed Hamdi
Yazır (1878-1942).
1.1.3. Eserleri
Birçok eser yazan Kurtubî’nin, tefsirinde zikredilen ve bibliyografik eserlerde
tespit edilen başlıca eserleri şöyledir:
498 Bel’am, el-Kurtubî, 291-292.
499 Bel’am, el-Kurtubî, 292.
500 Bel’am, el-Kurtubî, 292.
501 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 2: 299.
502 Bel’am, el-Kurtubî, 293; Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 162-163.
503 Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 164.
504 Bel’am, el-Kurtubî, 293.
505 Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 164.
77
1. el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân,
506
2. el-Esnâ fî Şerhi Esmâ’illâhi’l-Hüsnâ,
507
3. el-İ’lâm bimâ fî Dîni’n-Nasârâ mine’l-Fesâd ve’l-Evhâm ve İzhâri
Mehâsini Dîni’l-İslâm ve İsbâti Nübüvveti Nebiyyinâ Muhammed aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm,
508
4. el-İ’lâm fî Ma’rifeti Mevlidi’l-Mustafâ aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm (el-İ’lâm
bi Mevlidi’n-Nebî aleyhi’s-selâm),
5. Urcûze fî Esmâi’n-Nebî sallallâhü teâlâ aleyhi ve selem,
6. et-Tezkire fî Ahvâli’l-Mevtâ ve’l-Âhire,
7. Kam’u’l-Hırs bi’z-Zühdi ve’l-Kanâ’a ve Reddü Zülli’s-Süâli bi’l-Kütübi
ve’ş-Şefâ’a,
509
8. et-Tezkâr fî Efdali’l-Ezkâr,
510
9. Kasîde fi İstılâhi’l-Hadîs,
10. el-Misbâh fi’l-Cem’ Beyne’l-Ef’âl ve’s-Sıhâh (Muhtasarü’s-Sıhâh),
11. et-Takrîb li-Kitâbi’t-Temhîd,
12. Şerhu’t-Tekassî,
13. Risâle fî Elkabi’l-Hadîs,
14. el-Lümau’l-Lü’lü’iyye fî Şerhi’l-İşrînâti’n-Nebeviyye,
15. Menhecü’l-Ubbâd ve Mahaccetü’s-Sâlikîn ve’z-Zühhâd,
16. el-Muktebes fî Şerhi Muvatta Mâlik b. Enes,
506 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 1: 534. Kitap, Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî’nin tahkikiyle “elCâmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân ve’l-Mübeyyinü limâ Tedammenehü mie’s-Sünneti ve Âyi’l-Furkân”
adıyla 1. baskı 24 cilt halinde, Beyrût Müessesetü’r-Risâle tarafından, 2006 yılında yayınlanmıştır.
507 Kitap, Beyrût, el-Mektebetü’l-Asriyye tarafından, 2005 yılında, İrfan b. Selim el-Aşâ Hassuna’nın
tahkikiyle “el-Esnâ fi Şerhi Esmâillahi’l-Hüsnâ ve Sifâtihi” diye yayınlanmıştır.
508 Kitap, Ahmed Hicâzî es-Seka’nın tahkikiyle “el-İ’lâm bimâ fi Dini’n-Nasârâ mine’l-Fesasdi ve’lEvham ve İzhâri Mehâsini Dini’l-İslâm ve İsbati Nübüvveti Nebiyyinâ Muhammed aleyhi’s-Salâtu
ve’s-Selâm” adıyla Dârü’t-Türâsi’l-Arabî tarafından yayınlanmıştır.
509 Kitap, Muhammed Fethi es-Seyyid’in tahkikiyle, “Kam’u’l-Hırs bi’z-Zühi ve’l-Kanâ’a ve Reddü
Zülli’s-Süâli bi’l-Kütüb ve’ş-Şefâ’a” diye 1. Baskı Tanta, Dârü’s-Sahâbeti li’t-Türasi tarafından,
1989 yılında yayınlanmıştır.
510 Kitap, Beşir Muhammad Ayyûn’un inayetiyle, “et-Tizkâr fi Efdali’l-Ezkâr” diye 3. Baskı olarak
Dımaşk, Mektebetü Dârü’l-Beyân tarafından, 1987 yılında yayınlanmıştır.
78
17. el-İntihâz fî Kurrâi Ehli’l-Kûfe ve’l-Basra ve’ş-Şâm ve Ehli’l-Hicaz,
18. Fıkıh usulüne dair bir eseri (el-Akdiye),
19. et-Takrîb li Kitabi’t-Temhîd
20. Esmâü’n-Nebî.
511
1.1.4. Kurtubî’nin Tefsiri “el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân”
Kurtubî’nin zikredilen eserlerinin başında tefsiri gelir. Tefsiri’nin adı, elCâmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân ve’l-Mubeyyinu limâ Tedammenehu mine’s-Sünneti ve
Âyi’l-Furkân’dır.512 Bu tefsir, Kurtubî’nin en hacimli ve en önemli eseridir. Tefsir
kaynakları arasında seçkin bir yere sahiptir.513 Bu tefsiri, Sirâcuddîn Ömer b. Ali b.
el-Mulakkin eş-Şâfiî (ö. 804/1402) ihtisar etmiştir.514 Günümüzde de Bessâm b.
Abdullah el-Mubdi en-Ni’met onu ihtisar etmiştir.515
Kurtubî, Tefsiri’ne Kur’ân’ın fazileti, Kur’ân okunuşunun keyfiyeti, tefsiri,
i’câzı, toplanması ve tertibi, kınanan re’y tefsiri, yedi harf, tefsirde sünnetin yeri,
Kur’ân’ın fazileti hakkında uydurulmuş olan hadisler, müfessirlerin dereceleri ve
tefsirle alakalı daha birçok mevzuya tahsis ettiği kapsamlı bir mukaddimeyle
başlamaktadır. İstiâze ve besmelenin tefsiriyle de asıl tefsire giriş yapmaktadır.
Sûreleri, Kur’ân’daki sıraya göre ele almaktadır.
Kurtubî, Tefsiri’nin mukaddimesinde, Kur’ân’ın, şer’î ilimlerin hepsini ihtiva
ettiğini, onun için ömrü boyunca Kur’ân’la igilenmeyi ve bütün gücünü Kur’ân’a
harcamayı muvafık gördüğünü, Kur’ân hakkında özlü bir açıklama yazmak
istediğini, bu açıklamada tefsire, lisâna, i’rab ve kırâatlarla ilgili nüktelere yer
verdiğini söylemektedir. Ayrıca dalâlet ehlini reddettiğini, zikrettiği hükümlere ve
âyetlerin inişi hususunda pek çok hadisi belge olarak gösterdiğini, hükümlerin ve
âyetlerin mânâlarını bir arada ifade ettiğini, bunların anlaşılmasında güçlük çekilen
yerleri açıkladığını, bu açıklamalarını selefin ve sonradan gelip onlara uyan halefin
511 Bkz. Dâvûdî, Tabakât, 2: 70; İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 309; et-Tilmisânî, Nefhu’t-Tîb, 2: 211;
Ziriklî, el-A’lâm, 5: 322; Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-457; Kurtubî Tefsîri, trc. Eryarsoy, 1: 63-
68.
512 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 8.
513 İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, 2: 309; Edenâvî, Tabakât, 246.
514 Edenâvî, Tabakât, 246.
515 Bkz. Kurtubî, Muhtasar Tefsir el-Kurtubî, iht. Bessâm b. Abdullah el-Mubdi en-Ni’met, 1. bs.
(Beyrût, Dârü İbn-i Kesir, 2006).
79
sözleriyle teyid ettiğini beyan etmektedir. Bundan başka Kurtubî, sözleri sahiplerine,
hadisleri musanniflerine dayandırdığını, müfessirlerin anlattığı kıssalardan,
tarihçilerin verdiği haberlerden -lüzumlu görülenler hariç- yüz çevirdiğini, buna
mukabil, mesele olarak adlandırdığı ahkâm âyetlerinin izahlarını yerleştirdiğini ifade
etmektedir. Kurtubî, bir, iki veya daha çok hüküm kapsayan her âyete birtakım
meseleler ilave ederek o meseleler içinde esbâb-ı nüzûlü, garîb lafızları ve hükümleri
açıkladığını, eğer âyet bir hüküm ihtiva etmiyorsa, tefsir ve te’vilini vermekle
yetindiğini belirtmektedir.516
Kurtubî, bu eserin telifinde, tefsir, hadis, fıkıh gibi muhtelif ilimlere ait pek
çok kaynağa başvurmuştur. Ele aldığı görüşleri bazen aynen nakletmekle yetinirken
bazen de tartışmaktadır. Ortaya koyduğu delillerle görüşler arasında tercihlerde
bulunmaktadır. Safedî, İbn Ferhûn ve Dâvûdî gibi âlimler, “Kurtubî Tefsiri”nden
övgüyle bahsetmektedirler.517
Kurtubî Tefsiri’nin itimad edilen mahtût nüshaları şunlardır: 1. Esed
Kütüphanesinde korunan Zahiriyye Kütüphanesi nüshası. 2. Ezheriyye Kütüphanesi
nüshasının tıpkı basım Mekke-i Mükerreme Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi İlmî
Araştırmalar Merkezi nüshası. 3. Mısır Hüdeyviye Kütüphanesinde korunan birkaç
nüshanın tıpkıbasım nüshaları.518 Ayrıca Kurtubî Tefsiri’nin, Kral Abdülaziz genel
kütüphanesinde bir yazma nüshasının olduğu belirtilmektedir.519
Kurtubî Tefsiri’nin büyük hacmine rağmen, ilim çevrelerince büyük ilgi
gördüğü ve muhtelif baskıları yapıldığı görülmektedir. İlk defa Dârü’l-Kütübi’lMısriyye, 1933-1950 yılları arasında 20 cilt halinde neşretmiştir. Dârü İhyâi’tTürâsi’l-Arabî, 1985 yılında 20 cilt halinde bu tefsirin birinci baskısını yapmıştır.
Riyad Dârü Âlemi’l-Kütüb, Hişam Semir el-Buhârî’nin tahkiki ile 2003 yılında bunu
22 cilt halinde yayınlamıştır. Türkiye’de Kurtubî Tefsiri, Buruc Yayınları tarafından,
M. Beşir Eryarsoy’un Türkçe tercüme ve notlarıyla birlikte ilk defa 1997-2006 yılları
arasında 20 cilt halinde basılmıştır. Müessesetü’r-Risâle de Abdullah b.
516 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 7 ve 8.
517 Bkz. Kurtubî’nin hayatı ve telifleri hakkında bilgi veren eserlerden bazısı şöyledir: İbn Ferhûn, edDîbâc, 2: 308-309; Süyûtî, Tabakât, 92; Dâvûdî, Tabakât, 2: 69-70; İbn İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb fi
Ahbâri Men Zeheb, 7: 584-585; Tilmisânî, Nefhu’t-Tîb, 2: 210-211; Altıkulaç, “Kurtubî”, 26: 455-
457.
518 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 25-34.
519 Bkz. Erişim: 21.04.2015. https://www.alweeam.com.sa/.
80
Abdulmuhsin et-Turkî ve diğerlerinin tahkikiyle birinci baskısını 2006 yılında 24 cilt
halinde neşretmiştir. Çalışmada, Müessesetü’r-Risâle’nin bu baskısı esas alınmıştır.
1.2. KURTUBÎ TEFSİRİ’NİN KAYNAKLARI
Kurtubî, el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân adlı eserinde Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili
rivayetlere ve müfessirlerin görüşlerine büyük ölçüde yer vermektedir. Yararlandığı
görüşlerin çoğunlukla sahiplerinin ismini, bazen de kaynak adını belirtmektedir. Bu,
Kurtubî’nin kendilerine görüş atfedip doğrudan veya dolaylı olarak eserlerinden
istifade ettiği âlimlerin isimlerinin kitap isimlerine oranla daha çok olduğunu
göstermektedir.520 Böylece Kurtubî, sonradan gelenlere Garîbu’l-Kur’ân hakkında
büyük miras bırakmış bulunmaktadır.
Kurtubî’nin yaşadığı dönemde hayatın ağır şartları altında tefsirini yazarken
pek çok kaynağa ulaşması ve onlara vâkıf olması, özel olarak araştırılması gereken
bir konudur. Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili bilgi verirken yararlandığı kaynaklar
arasında Garîbu’l-Kur’ân’ı ele alan eserleri zikretmektedir. Kurtubî’nin yararlandığı
bu kaynaklar, özellikleri itibarıyla birbirinden farklılık göstermektedir. Bunlar: 1.
Garîbu’l-Kur’ân kitapları. 2. Tefsir kitapları. 3. Garîbu’l-Hadis kitapları. 4. Lügatlar.
5. Arap dili ve Edebiyatına dair kitaplardır.
1.2.1. Garîbu’l-Kur’ân Kitapları
Kurtubî, Garibu’l-Kur’ân’a dair yazılmış pek çok âlimden, en başta İbn
Abbâs ve onun talebelerinden önemli ölçüde yararlanmıştır. Kurtubî, Ebû Ubeyde
Ma’mer b. el-Müsennâ, Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Ebû Bekr Muhammed elEnbârî (ö. 328/940) ve önemli eserler yazmış diğer âlimlerin genellikle isimlerini
belirterek görüşlerini aktarmakta, onlara atıfta bulunmaktadır. Kurtubî’nin, Ebû
Kasım Abdurrahman b. Abdillah es-Süheylî’ye (ö. 581/1185) ait et-Ta’rif ve’l-İ’lâm
fîmâ Ebheme fi’1-Kur’ân mine’l-Esmâ ve’l-A’lâm521 adındaki kitaptan sözettiği ve
buna atıfta bulunduğu görülmektedir.522
Ayrıca Kurtubî, yeri geldikçe, yararlandığı müfessirlerin yorumlarını mutedil
520 Bkz. Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 123.
521 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 421. et-Ta’rif ve’l-İ’lâm fîmâ Ebheme fi’1-Kur’ân Mine’l-Esmâi ve’lA’lâm adlı bu kitap, Ğavâmidu’l-Esmâi’l-Mübheme ve’l-Ehâdîsi’l-Müsnede fi’l-Kur’ân olarak 1.
Baskısı Beyrût Dârü’l-Fikri’l-Arabî tarafından 1988’de yapılmıştır.
522 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 269.
81
bir şekilde eleştirmekte, doğru olan görüşü delilleriyle göstermeye çalışmaktadır.
523
Bu açıklamadan sonra Kurtubî’nin istifade edip tefsirinde bahsettiği başlıca
Meâni’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân, İ’râbu’l-Kur’ân ve Garîbu’l-Kur’ân olarak
belirtilen “Garîbu’l-Kur’ân” eserlerini ve müelliflerini şöyle ele almaya çalışacağız:
1.2.1.1. Ebû Ubeyde ve “Mecâzü’l-Kur’ân”ı
Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ et-Teymî el-Basrî (ö. 209/824), 110/728
yılında Basra’da dünyaya gelir ve 209/824 yılında Basra’da vefat eder. Yahudi asıllı
olduğu söylenmektedir.524 Ebû Ubeyde, hicrî ikinci ve üçüncü asırlarda kendi
döneminin lügat, nahiv, edebiyat, hadis, ensâb-ı Arab ve ahbâr ilimlerinde önde
gelen ilim adamlarındandır. Onun hakkında Câhız, “yeryüzünde, ilimleri
Ma‘mer’den daha iyi bilen ne bir Hâricî ne de bir İcmâî (Sünnî) vardır” ifadesini
kullanmaktadır.525
Ebû Ubeyde’nin Mecâzü’l-Kur’ân adlı eseri, Garîbu’l-Kur’ân konusunda
bilinen ilk eser olarak kabul edilmektedir.526 Bu kitap, ilk defa Fuad Sezgin’in geniş
bir mukaddime ve incelemesiyle birlikte Kahire’de iki cilt halinde Mektebetü’lHâncî tarafından neşredilmiştir.
Ebû Ubeyde, Kur’ân’da sadece Arapça lafız bulunduğunu, onda Arap dili
dışında kelime olmadığını söylemektedir.527 Sahabe ve tâbiûnun, Kur’ân’ın
Arapçasına vakıf olduklarını, bu sebeple onların Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili pek soru
sorma ihtiyacını duymadıklarını belirtmektedir.528
Bu eser, Kur’ân’ın lügat yönünden bize ulaşan ilk önemli kaynak olma
özeliğine sahip lügavî tefsirin en önemlilerindendir. Bu ise eserin, dirâyet (re’y)
tefsiri sayılabileceğini göstermektedir. Ebû Ubeyde’nin Kur’ân’ı kendi re’yi ile tefsir
ettiği gerekçesiyle el-Ferrâ, Asmaî (ö.216/831), Ebû Hâtim (ö. 257/871), hatta
523 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 7, 156, 367; 2: 119-120; 5: 243.
524 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 9; İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, 79-80; Dâvûdî,
Tabakât, 2/326-328; İA. Ebû Ubeyde md. 4/58; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 320-322.
525 Bkz. Câhız, el-Beyân, 1: 347; Aksakal, “Ebû Ubeyde”, 86.
526 Bkz. İbn Hayr el-İşbîlî, el-Fihrist, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf vd., 1. bs. (Tunus, Dârü’l-Ğarbi’lİslâmî, 2009), 93; Adem Yerinde, “Mecâzü’l-Kur’ân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
(Ankara: TDV Yayınları, 2003), 28: 225-227.
527 Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 17; Cevâlikî, el-Muarreb, 117.
528 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: 8.
82
Zeccâc, Nehhâs ve Ezherî’nin (ö. 370/980) aralarında bulunduğu birçok lügat âlimi
tarafından şiddetle tenkid edilmiştir.529
Ebû Ubeyde imkân ölçüsünde önce âyeti âyetle, sonra hadisle, daha sonra
kadim Arap şiirleriyle veya fasih Arap kelamiyle açıklamaya çalışmaktadır.
Kur’ân’ın üslûbunu ve edebî sanatını, Arap üslûb ve sanatı ile bağlantısını kurmaya
gayret etmektedir. Kur’ân’daki garip kavramaları malum sûre tertibine göre
düzenleyerek açıklamaktadır. Açıklamalarında Arap ata sözleri, darb-ı meseller,
birçok Cahiliye ve ilk İslâm dönemi şiirlerine yer vermektedir.530 Kendisini eleştiren
Asma’î’ye verdiği cevapta, Kur’ân’ı, kendi görüşü ile değil, Arap dili nokta-i
nazarından yorumladığını ve bu mânâların dilbilimceler arasında bilinen ve
kullanılan mânâlar olduğunu ve buna göre izah ettiğini söylemiştir.531
Kurtubî, Tefsiri’nin birçok yerinde Ebû Ubeyde’yi zikretmektedir.532
1.2.1.2. el-Ferrâ ve “Meâni’l-Kur’ân”ı
Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyad b. Abdillah el-Ferrâ (ö. 207/823), Kûfe’de
doğmuş ve burada yetişmiştir. Lügat, nahiv, fıkıh, astronomi, tıp, Arap savaşları,
haberleri ve şiirlerinde bilgi sahibi olmada şöhret bulmuş, Mutezileye meyletmiş ve
eserlerinde felsefî ifadelere yer vermiş bir âlimdir. Hocası Kisâî’nin (ö. l89/804) en
gözde iki öğrencisinden biridir.533 Hocasından sonra Kûfe dil medresesinin başına
geçmiştir. el-Ferrâ, dille ilgili verimli faaliyetlerinden dolayı “nahivde mü’minlerin
emiri” unvanını kazanmıştır.534
el-Ferrâ, Kur’ân hakkında birçok çalışma yapmıştır.535 Telif ettiği Meâni’lKur’ân536 adlı kıtabında, Kur’ân’daki garip lafızlar üzerinde durmaktadır. Eserinde,
mushaf sıralamasına göre sûreler Fatiha’dan başlayıp Nâs sûresinin sonuna kadar ele
529 Bkz. Ebû Ubeyde, Mecâzü’l-Kur’ân, 1: Mukaddime, 16-17.
530 Ayrıca bkz. Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 23.
531 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 321; bkz. Ebû Ubeyde ve tefsiri hakkında bilgi için Cerrahoğlu,
Tefsir Tarihi, 1: 286- 294.
532 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 153, 391; 2: 312; 3: 52; 11: 308, 309; 14: 379; 18: 129.
533 Hamevî, Mu’cemu’l-Udebâ’, 6: 2812-2815; Ahmed Şevkī Abdüsselâm Dayf, el-Medârisü’nNahviyye, 3. bs. (Irbıd-Ürdün, Dârü’l-Emel, 2001), 156-158.
534 Bkz. Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 626; Dayf, el-Medâris, 156-157; Zülfikar Tüccar, “el-Ferrâ,
Yahya b. Ziyâd”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 12:
406-408.
535 Bkz. el-Ferrâ’, mesela el-Mesâdir fi’l-Kur’ân, el-Vakf ve’l-İptidâ’, el-Cem’ ve’t-Tesniye fi’l-Kur’ân
gibi birçok kiymetli eseri telif etmiştir (bkz. Hamevî, Mü’cemü’l-Udebâ’, 6: 2815).
536 el-Ferrâ’, Meâni’l-Kur’ân.
83
alınmıştır. Müellif, Kur’ân’daki garib lafızları ele almakla beraber onların kıraat
farklarını, i’râb ve vecihlerini açıklamaktadır. Ayrıca eserinde Kur’ân’dan, Arap
atasözlerinden, darb-ı mesellerden ve şiirlerden istişhadda bulunmaktadır.537
Kurtubî’nin, el-Ferrâ’dan çok istifade ettiği görülmektedir.
538
1.2.1.3. Ahfeş el-Evsat ve “Meâni’l-Kur’ân”ı
Ebu’l-Hasen Saîd b. Mes’ade el-Mücâşiî el-Belhî el-Basrî el-Ahfeş el-Evsat
en-Nahvî (ö. 215/830), Basra’nın ileri gelen nahiv imamlarındandır. Doğum yeri
bilinmemektedir. 130-140 hicrî yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir.
Ahfeş’in yetiştiği ve ilim tahsilini yaptığı yer, onun döneminde kültür ve medeniyet
merkezi olan Basra Ahfeş’in ilim tahsil ettiği yerdir. Nahiv, lügat, kıraat, tefsir,
garîbu’l-Kur’ân âlimlerinden ve mu’tezile’ye mensup yaklaşık olarak 16 bilginden
ders almıştır. Bu âlimler içinde en meşhur hocası (ve arkadaşı) Basra dil mektebinin
en ileri gelenlerinden olan Amr b. Osman b. Kanber Sîbeveyh’tir (ö. 180/796).
539
Ahfeş’in yaklaşık olarak 12 kadar öğrencisi vardır. Ebû Ömer Sâlih b. İshâk elCermî (ö. 225/840), Ebû Muhammed et-Tevvezî (ö. 230/245), Ebû Osman el-Mâzinî
(ö. 249/863), Ebû Hâtim Sehl b. Muhammed es-Sicistânî el-Abbas b. Farac Ebu’lFadl er-Rayyâşî540 bunlardandır.
Ahfeş, Mu’tezile veya Kaderiyye ekolüne mensuptur.
541 Ahfeş’in Meânî’lKur’ân542 adlı kitabı, bütün lügavî yönlere önem veren en şümullü lügavî incelemeler
kapsayan eski bir tefsir kabul edilmektedir. Bu eserde seslere, sarfa, nahve ve
delâlete önem verilmektedir.543
Kurtubî, Tefsiri’nin birçok yerinde Ahfeş’ten söz etmektedir.544
537 İbnu’n-Nedim, el-Fihrist, 98 vd; Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 626; Dayf, el-Medâris, 158; İbnü’lEnbârî, Nüzhetü’l-Elibbâ’, 1: 83; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 1: 319; Cerrahoğlu İsmail,
TefsirTarihi, 1: 279-286; Gümüş, “Garîbu’l-Kur’ân”, 22.
538 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 228; 2: 106; 5: 11; 9: 273.
539 Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 9-12; bkz. Kayagil, “Meani’l-Kur’ân’da”, 169.
540 Bkz. Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 12-14; Ayhan Kaya, el-Ahfeş el-Evsat ve Meʻâni’lKur’ân Adlı Eseri Işığında Arap Dili Gramerindeki Yeri, (Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014).
541 Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, Mukaddime, 1: 16-18.
542 Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, thk. Huda Mahmud Kırâa, 1. bs. (Kahire, Mektebetu’l-Hâncî, 1990).
543 Bkz. Durmuş Ali Kayapınar, “Me’ânî’l-Kur’ân ile İ’râbu’l-Kur’ân’ların Karşılaştırılması”, S.Ü.İ.F.
Dergisi 4 (1991): 98.
544 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 154, 247, 317, 321, 335, 355; 6: 469; 8: 469.
84
1.2.1.4. İbn Kuteybe ve “Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân”ı ile “Tefsir Ğaribi’lKur’ân”ı
Ebû Abdillah Muhammed b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî (ö. 276/889),
Kûfe’de veya Bağdat’ta doğmuştur.545 Bağdat medresesinin önde gelen
temsilcilerindendir. Dil, edebiyat, Kur’ân ilimleri, hadis ve tarih sahalarındaki
eserleriyle tanınmaktadır.546 Garibu’l-Kur’ân hakkında Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân ve
Tefsir Ğaribi’l-Kur’ân adında iki kitap yazmıştır.
547
İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân isimli eserinde kullandığı yöntemde,
Kur’ân’da yer alan lafızları lügavî yönden ele almaktadır. Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân
adlı eserinde, Kur’ân lafızlarını te’vil etme yötemini kullanmaktadır. Te’vîl Müşkili’lKur’ân adlı kitabını, “Kur’ân’da lahn548 vardır, Kur’ân’da tenakuz vardır” gibi
Kur’ân’a yapılan bazı saldırılara karşı cevap mahiyetinde telif etmiştir.549 Eserde İbn
Kuteybe, Kur’ân belâğatı ve ihtiva ettiği müteşâbih, istiâre, mecâz, kinâye, hazf,
ihtisâr, kelâmın tekrarı, maklûb ve lafzın zahirinin mânâya muhalefeti gibi çeşitli
konular, bilahere âyetlerde görülen müşkiller üzerinde durmaktadır. Onlardaki
kapalılığı açıklığa kavuşturmaya çalışmaktadır. Gramer, kıraat ve lügat yönlerini
konu edinmektedir. Bu eserinde İbn Kuteybe, konuyla ilgili âyet, hadis ve şiirlerle
istişhadda bulunmaktadır. Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân adlı eserini de Te’vîl Müşkili’lKur’ân adlı kitabın devamı olarak telif etmiştir.
550 İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’lKur’ân adlı eserin mukaddimesinde Allah’ın isim ve sıfatlarının te’vili ve iştikakına
545 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullāh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Te’vîl Müşkili’lKur’ân, thk. Seyyid Ahmed Sakar, 2. bs. (Kahire, Dârü’t-Türâs, 1973), Mukaddime, 2.
546 Bkz. Hüseyin Yazıcı, “İbn Kuteybe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV
Yayınları, 1999), 20: 145.
547 Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân ile Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân adlı her iki eser, İbn Mutarrif el-Kinânî
tarafından ilk defa Matbaatü’l-Hâncî, Kahire, 1355/1936’da el-Kurtayn adıyla bir araya getirilip
yayınlamıştır.
548 Lahn, “Hatalı okumak, hatalı konuşmak, i’râb ve tecvidde hata etmek” gibi anlamlara gelir. Bkz.
Abdurrahman Çetin, “Lahn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: TDV Yayınları,
2003), 27: 55.
549 Bkz. İbn Kuteybe, Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân, 22-23; Abdulhamit Birışık, “İbn Kuteybe’nin Tefsir
İlmindeki Yer”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 20:
149-150.
550 Bkz. İbn Kuteybe, Te’vîl Müşkili’l-Kur’ân, Mukaddime, 14.
85
dair birçok lafzı açıkladıktan sonra kitapta Fatiha sûresinden başlayıp Nâs sûresinin
sonuna kadar Mushaf tertibine göre sûrelerdeki garib kelimeleri izah etmektedir.551
Kurtubî, İbn Kuteybe’yi pek çok yerde zikretmiştir.552
1.2.1.5. Zeccâc ve “Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu”su
Ebû İshâk İbrahim b. es-Serî b. Sehl ez-Zeccâc el-Bağdâdî553 (ö. 311/923), h.
230 veya 241 yılında Bağdat’ta doğmuş ve burada yaşamıştır. Cam işleriyle uğraştığı
için “Zeccâc” (camcı) lakabıyla tanınmaktadır.554 Zeccâc, başlangıçta Kûfe
mektebinin önde gelen ismi Sa‘leb’den (ö. 291/904), sonra Basra mektebinin önde
gelen ismi el-Müberrid’den ders alır.
555 Zeccâc, el-Müberrid’in ölümüne kadar onun
yanından ayrılmaz. Zeccâc’ın söylediğine göre Müberrid parasız okutmuyor, aldığı
ücretin karşılığı kadar ders veriyordu. Günlük geliri 1,5 dirhem olan Zeccâc,
Müberrid’e kendisini yetiştirmesi şartıyla her gün 1 dirhem vermeyi vaad eder ve bu
vaadini yerine getirir. Müberrid’den Kitâbu Sîbeveyhî’yi öğrenir ve hocası ile
arasında güçlü bir bağ oluşur.
556 Müberrid de Zeccâc’ı diğer öğrencilerinden üstün
tutuyor, onun hazır bulunmadığı meclislerde ders yapmazdı.
557 Sağlam bir inanca
sahip olan ve Hanbelî mezhebini benimseyen Zeccâc, 311/923 yılında Bağdat’ta
vefat etmiştir.558
Zeccâc, Arap grameri ve lügatı ile Arap edebiyatı alanındaki öğrenimini
bizzat Sa‘leb ve Müberrid’den aldığı559 için, Kûfe ve Basra mekteplerini ilk
kaynaktan öğrenme fırsatını bulur. Kendisi de Bağdat’ta büyük şöhrete ulaşır.
551 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsir Ğarîbi’l-Kur’ân, 3, 5; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, 1: 294-302; Hüseyin
Yazıcı, “İbn Kuteybe”, 20: 145-149; Birışık, “İbn Kuteybe’nin Tefsir İlmindeki Yeri”, 20: 149-
150.
552 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 125; 3: 154; 4: 254; 8: 393; 12: 40; 13: 290, 426; 14: 185; 17: 371; 18:
85, 139, 449; 20: 82, 153; 21: 288, 311.
553 Dâvudî, Tabakât, 1: 7-10.
554 Bkz. Ebu’l-Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekr b. Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yân,
thk. İhsan Abbas, (Beyrût, Dârü Sâdır, 1978), 1: 49; Dâvûdî, Tabakât, 1: 9; Emrullah İşler,
“Zeccâc”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 44: 173-
174.
555 Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, mukaddime, 1: 5, 18.
556 Hamevî, Mü’cemü’l-Udebâ’, 1: 52; Dâvûdî, Tabakât, 1: 9-10.
557 Bkz. İbn Hallikân, Ebu’l-Abbâs Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. İbrahim b. Ebî Bekr b.
Hallikân el-Bermekî el-İrbilî, Vefeyâtü’l-A’yân, thk. İhsan Abbas, (Beyrût, Dârü Sâdır, 1978), İbn
Hallikân, 1: 49-50.
558 Hamevî, Mu’cemu’l-Üdebâ’, 1: 51-52.
559 Dâvûdî, Tabakât, 1: 12.
86
Zeccâc; İbnü’s-Serrâc (ö. 316/929), Nehhâs (ö. 338/950), Ebû Ali el-Kâlî (ö.
356/967) gibi önde gelen birçok öğrenci yetiştirmiştir.560
Zeccâc’ı, Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu adlı eseri meşhur etmiştir. Zeccâc, bu
kitabı onaltı yılda (285-301/898-914) tamamlamıştır. Eserinin mukaddimesinde
mâna ve i‘rab ilişkisinin zaruretini, i‘rabın esas olduğunu, anlam ve yorumun bu
esasa dayanması gerektiğini vurgulamaktadır. Müellif, çoğunlukla aynı harflerden
meydana gelen kelimeler arasında etimolojik ilgi bulunduğuna dair özgün görüşünü
bu eserinde uygulamaktadır. Kur’ân’da geçen kelimeleri lügat ve i‘rab yönünden
tahlil ederken etimoloji bakımından ilgili gördüğü diğer kelimeleri de zikretmekte ve
zengin misaller vermektedir. Bu eserinde Zeccâc, lehçe ve kıraat farklılıklarına temas
etmektedir. Nahivde Bağdat ekolüne mensup olmakla birlikte genelde Basra
mektebinin, özelde Halîl b. Ahmed, Yûnus b. Habîb (ö. 182/798) ve Sîbeveyh’in
görüşlerine bağlı kalmıştır.561
Kurtubî, Zeccâc’dan pek çok yerde söz etmekte, Zeccâc’ın Meâni’l-Kur’ân
adlı eserinden faydalanmaktadır. Mesela Kurtubî, Zeccâc’ın Mucâhid’den rivayet
ettiği bilgiye göre bir şeyin yer altından kaynaması, fışkırması anlamına gelen
ْنبُو ًعا) “Yenbû“
(يَ
562 lafzının “su gözü, su pınarı” demek olduğunu ifade etmektedir.
Bunun çoğulunun “Yenâbî” (عُ ِ
(يَنَاب
563 şeklinde geldiğini belirtmektedir.564
Kurtubî, Enbârî’nin “ez-Zâhir” adlı eserinde zikrettiğine göre Müberrid’in,
“er-Rahmân” (مانَ حْ ر ال (lafzının İbrânice bir isim olduğunu, bu sebeple “er-Rahîm”
(حيمِ رَّ ال (isminin bununla birlikte anıldığını söylediğini ve buna dair şiirden delil
getirdiğini belirtmektedir. Zeccâc’ın da “Meâni’l-Kur’ân” isimli eserinde Ahmed b.
Yahyâ’dan rivayet ederek “er-Rahîm” lafzının Arapça, “er-Rahmân” lafzının ise
İbrânice bir kelime olduğunu ifade ettiğini, böylece bu iki ismin arasını cemettiğini
belirtmektedir. Ancak Kurtubî, Zeccâc’ın bu görüşünün rağbet görmediğini
söylemektedir.565
560 İşler, “Zeccâc”, 44: 173.
561 Bkz. Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, mukaddime, 1: 21-24; İşler, “Zeccâc”, 44: 173.
562 İsrâ’, 17/90.
563 Zümer, 39/21.
564 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 174-175; 18: 263.
565 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 160-161.
87
Kurtubî, Ebû Ubeyde’den “İblîs” (إبليس (kelimesinin “if’îl” (عيلِ
ِفْ
,vezninde) إ
ْب ََلس) “iblâs“
ِ
إ “(lafzından türemiş bir isim olduğunu, bu isimin, Yüce Allah’ın
rahmetinden ümit kesmek anlamında, ma’rife olması ve isimlerde onun gibisi
bulunmaması sebebiyle munsarif olmayan ve yabancı isimlere benzeyen bir isim
olduğunu beyan ettikten sonra, Zeccâc’a göre bunun, iştikâkı olmayan (Arapça bir
kökten türemeyen) yabancı bir ad olduğu, ma’rife ve yabancı bir isim olması
dolayısıyla munsarif olamayacağı bilgisini vermektedir.
566
1.2.1.6. Nehhâs ve “Meâni’l-Kur’ân”ı ile “İ’râbu’l-Kur’ân”ı
Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl el-Murâdî el-Mısrî (ö. 338/950),
Mısır’da muhtemelen 270/883’lü yıllarda doğmuş ve orada yetişmiş, aslen Yemenli
Murâd kabilesine mensup olduğu için Murâdî nisbesiyle bilinmektedir. Dâvûdî, onu
İbnü’l-Murâdî olarak zikretmektedir.567 Onun “Nehhâs” (bakırcı) lakabıyla anılması,
muhtemelen bakırcılık yapması sebebiyledir.
568 Nehhâs’ın, hicri 5 Zilhicce 338’de
veya hicri 337’de Nil nehri kıyısında bazı şiirlerin vezinlerini tahlil ederken Nil’in
suyunun çekilmesi ve fiyatların yükselmesi için büyü yaptığını sanan bazı kişiler
tarafından nehre itildiği ve boğularak öldüğü belirtilmektedir.569
Nehhâs, yazdığı Meâni’l-Kur’ân570 adlı eserinde Kur’ân’ın garîb lafızlarını,
âyetlerin, kelime ve cümle yapılarını, mânalarını, kıraat farklılıklarını, nâsih ve
mensuh âyetlerle ahkâm âyetlerini ele almaktadır. Bu konular hakkındaki rivayet ve
görüşleri tartışmakta, bunlar arasında tercihler yapmaktadır.
571 Arap divanından ve
Hz. Peygamber’in hadislerinden deliller getirmektedir. Nehhâs’ın, en başta Kur’ân
ve Hz. Peygamber’in hadislerinden, Sîbeveyh’in el-Kitâb, el-Ferrâ ve Zeccâc’ın
Meâni’l-Kur’ân’larından ve diğer hocalarının kitaplarından yararlanmıştır.572
Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân konusunda çeşitli vesilelerle Nehhâs’ın Meâni’l-
566 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 440.
567 Dâvûdî, Tabakât, 1: 68-69; Muhammed Eroğlu, “Nehhâs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2006), 32: 542.
568 Ebu’l-Abbas Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekr b. Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yân, thk.
İhsan Abbas, (Beyrût, Dârü Sâdır, 1978), 1: 100.
569 Bkz. İbn Hallikân, Vefeyât, 1: 100; Dâvûdî, Tabakât, 1: 70.
570 Nehhâs, Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl el-Murâdî el-Mısrî, Meâni’l-Kur’ân, thk.
Muhammed Ali es-Sâbûnî, 1. bs. (Mekke, Câmiatü Ümmü’l-Kurâ İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 1988).
571 Bkz. Eroğlu, “Nehhâs”, 32: 543.
572 Bkz. Fikri Güney, “Ebû Ca’fer en-Nehhâs, Hayatı, Eserleri ve Meâni’l-Kur’ân’ı”, Gümüşhane
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 4/7 (2015/4): 156-176.
88
Kur’ân ile İ’râbu’l-Kur’ân kitaplarından yararlanmıştır. Kurtubî’nin, lehçeye ve
lafza yüklenen mânâ bakımından Nehhâs’tan naklettiği bilgiye dair şu iki misali
vermek mümkündür:
1. Kurtubî, el-Bakara sûresi 60. âyetin yorumunda Nehhâs’ın naklettiğine
göre âyetteki “Aşrate” (رةَ شْ عَ ( lafzını Mücâhid, Talha ve İsa, “Aşirate” (َرةَ شِ عَ) ( şîn
harfini esreli) olarak okuduklarını, bunun Temimoğullarının lehçesi olduğunu,
Temimoğullarının konuşmalarında bunu nadiren kullandıklarını, çünkü onların
izledikleri yolun, lafızları hafifletmek, Hicaz halkının izledikleri yolun ise lafzı ağır
okumak olması sebebiyle bu lafzı “aşrete” olarak okuduklarını ifade etmektedir.
573
2. Kurtubî “Hani, doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrât’ı) ve
ْرَقا َن) ı’Fürkân
فُ
ْ
ال (vermiştik” (el-Bakara 2/53) âyetinde geçen Kitab’ın, müfessirlerin
icmaı ile Tevrat olduğunu, ancak Furkân’ın ne olduğu hakkında farklı görüşlerin
bulunduğunu söylemektedir. el-Ferrâ ve Kutrub’un bu âyete “Biz Musa’ya Tevrat’ı,
Muhammed’e de Furkân’ı verdik” şeklinde yorumladıklarını, fakat Nehhâs’a göre bu
yorumun, i’râb ve anlam bakımndan bir hata olduğunu belirtmektedir. İ’râb
bakımından hatalı olması, birşeye (و ile) atfedilen, atfedildiği şeyin bir benzeri
olması gerektiğini, dolayısıyla ondan farklı birşey olması lazım geldiğini ifade
etmektedir. Anlam bakımından yanlış olmasına da “نَ قاَرْ
فُ
ْ
ُمو َسى َو َها ُرو َن ال
“ َولَقَدْ آتَْينَا
“Andolsun, Biz Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gekmekten sakınanlar için o
Furkân’ı (Tevrât’ı) verdik” (el-Enbiyâ’ 21/48) âyetini delil olarak göstermektedir.
Sonra Kurtubî, Zeccâc’a göre Furkân’ın, Kitab’ın kendisi olabileceğini, böylece
te’kid olması için iki ayrı adla ondan söz edildiğini, bu görüşün el-Ferrâ’dan da
nakledildiğini belirtmekte ve buna dair şiir istişhadında bulunmaktadır.574
1.2.2. Tefsir Kitapları
Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân yorumlarında tefsirlerden büyük ölçüde istifade
etmektedir. Kurtubî, yazdığı eserine el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân ve’l-Mubeyyinu
limâ Tadammenehu min’s-Sünneti ve Âyi’l-Furkân adını vererek gerçek haberlere ve
doğru rivayet tefsirlerine önem verdiğini belirtmiş olmaktadır. Kurtubî’nin Taberî,
573 Kurtubî, el-Câmi‘, 2:139; bkz. Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl el-Murâdî el-Mısrî enNehhâs, İ’râbu’l-Kur’ân, thk. Halid el-Ali, 2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Ma’rife, 2008), 1: 44.
574 Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 106-107; ayrıca bkz. Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, 1: 134; Nehhâs, İ’râbü’lKur’ân, 1: 41-42; Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 106-107.
89
Sa’lebî, İbn Atiyye gibi müfessirlerden çok faydalanmış olması, bunu açıkça
göstermektedir. Kurtubî’nin yararlandığı başlıca tefsir kaynakları şunlardır:
1.2.2.1. Taberî ve “Câmiu’l-Beyân”ı
Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd et-Taberî (ö. 310/923), Câmiu’lBeyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân adlı tefsirin müellifidir. Bu eser, müfessirlerin çok
itimat ettiği temel kaynaklardandır. Kur’ân âyetleriyle ilgili Hz. Peygamber, sahabe,
tâbiûn ve tebeü’t-tâbiînden gelen rivayetleri toplamasıyla şöhret bulmuş hacimli bir
tefsirdir. Ayrıca müellifin kendi görüşleri yanında daha önceki yorum ve tercihleri de
kapsamaktadır.575
Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân konusunda Taberî Tefsiri’nden faydalanmıştır.
Taberî Tefsiri, Garîbu’l-Kur’ân’la ilgili olarak pek çok öneme haiz bilgiler ihtiva
etmektedir. Rivayet tefsirlerinin anası kabul edilen576 bu tefsirin, tefsir tarihi ve tefsir
ilmindeki yeri, önemi ve değeri, bilgi sahibi olanlar nezdinde büyüktür. İbn
Teymiyye, Taberî Tefsiri hakkında şunu söylemektedir: “İnsanların ellerindeki
tefsirlerin en sahihidir. O öncekilerin görüşlerini sabit senetlerle beraber zikretmiştir.
Taberî Tefsiri’nde herhangi bir bid’at yoktur. Bununla birlikte Taberî, itham altında
kalan kişilerden rivayette bulunmamıştır.”577 Kurtubî’nin, Garîbu’l-Kur’ân hakkında
Taberî Tefsiri’nden pek çok faydalanmış olmasının misallerini rahatlıkla görmek
mümkündür. Mesela Kurtubî, “Tâhâ” (طه(
578 lafzı hakkında bilgi verirken Taberî’ye
göre Süddî, Saîd b. Cübeyr ve İbn Abbâs’ın görüşü olarak bunun Nabaticede “ey
adam!” anlamınageldiğini söylemektedir.579
1.2.2.2. Nakkâş ve “Şifâu’s-Südûr”u
Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed en-Nakkâş el-Mevsılî elBağdâdî’nin (ö. 351/962) Şifâu’s-Sudûr580 adlı tefsiri, Nakkâş’ın günümüze ulaşan
tek eseridir. Şifâʾü’s-Sudûr el-Mühezzeb fî Tefsîri’l-Kur’ân ve Kitâbü’t-Tefsîri’l-
575 Bkz. Mustafa Fayda, “Taberî, Muhammed b. Cerîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
(İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39: 314-317.
576 Zehebî, et-Tefsîr, 1: 180-181.
577 İbn Teymiyye, Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm, Mecmû’ Fetâvâ Şeyhu’l-İslâm Ahmed İbn
Teymiyye, thk. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, (Medine, Mucemmaü’l-Melik Fahd
Baskısı, 2004), 13: 385; ayrıca bkz. Zehebî, et-Tefsîr, 1: 183.
578 Tâhâ 20/1.
579 Kurtubî, el-Câmi‘, 14: 8-9; ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, 16: 5-7.
580 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, 1050; Kasabî, el-Kurtubî, 134.
90
Kebîr olarak bilinmektedir. Bunda, rivayet metodu takip edilmiştir. Ayrıca kıssalar
anlatılırken yer yer İsrâiliyat’a ve bazen lügavî tahlillere yer verilmiştir.581 Bu tefsir,
Kurtubî’nin Garîbu’l-Kur’ân hakkında yararlandığı önemli tefsirlerdendir. Mesela
Kurtubî, “Aslad”
582 kelimesinin Nakkâş’a göre Huzeyl lehçesinde “ecrad” (dazlak,
çıplak, üzerinde birşey bulunmayan) anlamına geldiğini belirtmektedir.583
1.2.2.3. Sa’lebî ve “el-Keşf ve’l-Beyân”ı
Ebû İshâk Ahmed b. İbrahim es-Sa’lebî (ö. 427/1036), el-Keşf ve’1-Beyân
olarak bilinen el-Keşf ve’1-Beyân an Tefsiri’1-Kur’ân adlı tefsirin müellifidir.
Sa’lebî, yararlandığı kaynakların müelliflerinden kendisine kadar ulaşanları
zikretmektedir. Sa’lebî, Kur’ân’ı Kur’ân, sahâbe ve tâbiînden gelen rivayetlerle
yorumlamakta, sûrelerin âyet, lafız ve harf sayılarını vermektedir. Sûrelerin fazileti
hakkındaki rivayetler ve kıraat vecihleri üzerinde durmakta, bununla birlikte fıkha ve
nahve dair izahlarda bulunmaktadır.584 Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân izahlarında bu
tefsirden yararlanmştır. Mesela Kurtubî, Sa’lebî’nin beyanına göre “Tevrat” ve
“İncil” lafızlarının Süryanice birer kelime olduğu, “İncil”e Süryanice “İncilyon”
denildiği bilgisini vermektedir.585
1.2.2.4. Mehdevî ve “et-Tahsîl”i
Kurtubî, Garîbu’l-Kur’ân hakkında Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ammâr elMehdevî’nin (ö. 440/1048) telif ettiği et-Tahsîl li-Fevâidi Kitabi’t-Tafsîl el-Câmi‘ liUlûmi’t-Tenzîl586 adlı eserinden faydalanmıştır. Fakat Kurtubî, bu tefsirin adını
vermek yerine Mehdevî’nin ismini zikretmektedir.587
1.2.2.5. Ebu’l-Hasan el-Mâverdî ve “en-Nüket”i
Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Maverdî (ö. 450/1058), en-Nüket ve’l
581 Ayrıca bkz. Abdulhamit Birışık, “Nakkâş, Muhammed b. Hasan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 2006), 32: 329.
582 el-Bakara, 2/264.
583 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 4: 333; ayrıca bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 227-228; 8: 107
584 Bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 1: 73-87; Ayrıca bkz. M. Suat Mertoğlu, “Sa’lebî”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 36: 29.
585 Kurtubî, el-Câmi‘, 5: 12; ayrıca bkz. el-Câmi‘, 6: 41.
586 Bkz. Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ammâr el-Mehdevî, et-Tahsîl li Fevâidi Kitâbi’t-Tafsîl el-Câmi’ li
Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Muhammed Ziyad Muhammed Tahir Şa’ban vd., 1. bs. (Katar, Vizâratü’lEvkâf, 2014), 1: 182-183; ayrıca bkz. Dâvudî, Tabakât, 1: 56; Şemsuddîn el-Cezrî, Ğâyetü’nNihâye fi Tabakâti’l-Kurrâ’, thk. G. Bergtraesser, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2006),
1: 86.
587 Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 7; 14: 9; Kasabî, el-Kurtubî, 128-130.
91
Uyûn adlı tefsirin müellifidir. Mâverdî, Kur’ân’ın tamamını tefsir etmemiş, sadece
gerekli gördüğü yerleri açıklamıştır. Mâverdî, hadis, sahâbe ve tâbiînden, ayrıca
Yahyâ b. Sellâm, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, İbn Ebî Hâtim, Muhammed b.
Hasan en-Nakkâş, Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, İbn Kuteybe, Câhız, Zeccâc, Ma’mer b.
el-Müsennâ gibi âlimlerden, Nehhâs, Muhammed b. Ahmed el-Ezherî gibi
dilcilerden yararlanmıştır. Bu eser, dirâyet ve rivâyeti bir araya toplamıştır.
Rivâyetlerin çoğunun isnadı verilmemiştir. Eserde, âyetlerin esbâb-ı nüzûlü
belirtilmiş, kapalı lafızlar ve veciz ifadeler açıklanmıştır. Mücmeller tefsir,
müteşâbihler te’vil edilmiş, ihtilâflara, kıraat farklılıklarına ve fıkhî hükümlere de yer
verilmiştir. Müellifin hukukçuluğu ahkâm âyetlerinin yorumuna, dilciliği de edebî ve
lugavî açıklamalarına yansımıştır.588
Kurtubî, Mâverdî’den pek çok bilgiyi rivayet ederken Mâverdî’nin adını
zikretmektedir.
589 Mesela Kurtubî, Maverdî’ye göre İbrahim isminin Süryanicede,
“şefkatli, merhametli, sevecen baba” anlamına geldiğini ifade etmektedir.590
1.2.2.6. İbn Atıyye ve “el-Muharrerü’l-Vecîz”i
Ebû Muhammed Abdulhak b. Ebû Bekr b. Atiyye, el-Muharrerü’1-Vecîz fi
Tefsîri’1-Kitâbi’l-Azîz adlı eserin müellifidir. Bu tefsir, Kurtubî’nin en çok istifade
ettiği tefsirler arasında yer almaktadır.591
İbn Haldûn, İbn Atıyye’nin el-Muharrerü’1-Vecîz isimli eserinde kendisine
kadar gelen tefsir mirasını özetlediğini ve doğruya en yakın bilgileri ortaya
koyduğunu, müfessir Kurtubî’nin de aynı yöntemi uyguladığını592 ifade etmektedir.
Bu eserde, rivayet ve dirayet usulü birlikte uygulanmıştır. Hadis kaynaklarından ve
tefsirlerden alınan rivayetler, tenkit süzgecinden geçirilmiş, bazen sened ve metin
kritiği yapılmış, çok defa rivayetlerin senedleri hazfedilerek ilk râvisinden rivayet
edilmiştir. Eserde, kıraat farklılıkları ve cümle tahlilleri hakkında pek çok bilgi
verilmiştir. Ahkâm âyetleri, Mâlikî mezhebine göre yorumlanmış, yeri geldikçe diğer
588 Cengiz Kallek, “Mâverdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (Ankara: TDV Yayınları,
2003), 28: 185.
589 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 265, 349, 405, 421; 4: 333; 11: 205; 12: 209; 20: 68.
590 Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 349.
591 Abdulhak b. Atiyye el-Muhâribî el-Endelusî, Fihris İbn Atiyye, thk. Muhammed Ebu’l-Ecfân vd.,
2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1983), 34; Kasabî, el-Kurtubî, 429 vd.
592 Veliyyuddîn Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldûn, Mukaddime, thk. Muhammed Abdullah edDervîş, (Dımaşk, Dârü’l-Belhî, 2004), 2: 176.
92
mezheplerle mukayeseler de yapılmıştır. Ayrıca eserde, İsrâiliyyat’tan uzak
durulmakla beraber başka bilgilerin olmadığı hallerde bazı İsrailî rivayetler
kullanılmıştır. İşârî ve bâtınî yoruma da şiddetle karşı çıkılmıştır.593
Kurtubî, bu eserden geniş çapta istifade ederken faydalandığı diğer tefsirlere
karşı takındığı ilmî ve tarafsız tavrını burada da sergilemekte, ilmî gerekçelerle
kanaatini belirtmekten çekinmemektedir.
(ال سلوي) “selvâ “,Mesela 594
595 kelimesini
açıklarken bunun hakkında farklı görüşlerin bulunduğunu ifade etmektedir.
Dahhâk’ın, “selvâ”yı bıldırcın kuşu, İbn Atiyye’nin ise, müfessirlerin icmâı ile
“Selvâ”nın (herhangi) bir kuş olduğu görüşünü ileri sürdüğünü ve Hüzelî’nin şu
beytini delil getirdiğini belirtmektedir:
َمَه ِ قاَسَ َو *** أل ن ال سلوي إذا ما نَشُو ُرها ذ ِم
اهلل َج ْه ا ب
دا َلْنتُم َ
Allah’a yemin ederek ona dedi ki: Şüphesiz ki sizler;
Onu mumundan ayırdığımız vakit selvâdan (baldan) daha lezzetlisiniz.
Kurtubî, bu beyitle İbn Atiyye’nin “selvâ”ya “bal” mânâsının verilmesini
kabul etmediğini, dolayısıyla “selvâ”nın bal olmadığı hatasına düştüğünü, İbn
Atiyye’nin sözünü ettiği müfessirlerin icmaı iddiasının da doğru olmadığını
söylemektedir. Sonra dil ve tefsir âlimlerinden olan Müerric’in “selvâ”ya bal
anlamını verdiğini, buna Hüzelî’nin yukarıda geçen beytini delil getirdiğini,
Kinânelilerin lehçesinde bunun “bal” anlamında kullanıldığını beyan etmektedir.
Bunun yanısıra “bal”a, onunla teselli olunduğu için “selvâ” adının verildiğini,
Beytu’l-Makdis’te bulunan ve mübarek kabul edilen “Aynu’s-sulvân”nın adının da
buradan geldiğini ifade etmektedir. Sonra şu beyti delil getirmektedir:
ًي عنك و إ ْن غني ُت
وان ما سلي ُت *** ما بي غن
ْ
ل ْو أشر ُب ال سل
Eğer ben “Sulvân” pınarından içsem dahi teselli bulmam.
İhtiyaçtan kurtulsam bile sana olan ihtiyaçtan kurtulmam.
596
Kurtubî, Cevherî’nin “selvâ” lafzına “bal” anlamını verdiğini ve Hüzelî’nin
593 Bkz. İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 20-28; İbn Haldûn, Mukaddime, 2: 176; Abdulhamit Birışık, “İbn
Atıyye el-Endelüsî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV İslam
Ansiklopedisi, 1999), 19: 339.
594 Bkz. Kasabî, el-Kurtubî, 427 vd.
595 Bakara, 2/57.
596 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 119-120.
93
yukarıda geçen, “mumundan ayırdığınız vakit selvâdan (baldan) daha lezzetlisiniz”
beytini delil getirdiğini, bu arada Cevherî’nin hiçbir hatadan söz etmediğini
belirtmektedir. Kurtubî, “sulvân” (لوانُس (lafzının (sin harfi ötreli olarak) üzerine
yağmur suyu dökülüp âşık tarafından içilmesi halinde aşığın teselli bulacağını
sandıkları bir boncuk adı olduğunu söylemekte ve bu izaha şairin şu beytini delil
getirmektedir:
ُو
ْسل
َ
َم ُّي ما أ
ْيش يَا
شرب ُت على سُلوان ة ماءَ ُمْزنَ ة *** َفَل َو َجِديِد العَ
Bir bulutun sulvâne üzerindeki suyunu içtim
Ey kadın, bu yeni yaşayışın faydası yok, teselli bulamıyorum.
Kurtubî, boncuk üzerinde akan bu suya “sulvân” denildiğini, bazı dilcilere
göre “sulvân”ın, üzüntülü birisine içirilip teselli bulmasını sağlayan bir ilacın adı
olduğunu ve tabiplerin buna “رح ِ
ُمفَ
ال” “ferahlatıcı” dediklerini belirtmektedir. Ebû
Zeyd’e göre “selîtü” (تُ ليِسَ ( ve “selevtü” (تُ وْ
َوة) “selvâ “,lafızlarının ) َسلَ
rahat ) “َسل
hayat, rahat yaşayış” ve “غدَ رَ” “ bolluk içerisindeki geçim” anlamına gelen iki farklı
kelime597 olduğunu beyan etmektedir.
1.2.3. Garîbu’l-Hadis Kitapları
Hadis’te olup Arap dili olmakla beraber pek çok kimse tarafından hangi
anlama geldiği bilinmeyen lafızlara Garîbu’l-Hadis denilmektedir.598 Kurtubî’nin,
anlaşılmasında güçlük çekilen Kur’ân kelimelerini Garîbu’l-Hadis eserlerinden
yararlanarak izah etmeye çalıştığı görülmektedir. Bu konuda şu iki eseri zikretmek
mümkündür:
1.2.3.1. Ebû Ubeyd ve “Garîbu’l-Hadîs”i
Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm (ö. 154/771), Ğarîbu’l-Hadîs599 adlı eserin
müellifidir. Kurtubî bu eserden yararlanmıştır. Bu eser, hadislerde az geçen lafız ve
tabirlerin izahı hakkında yazılan önemli bir kitaptır. Bu kitapta kelimeler, alfabetik
597 Kurtubi, el-Câmi‘, 2: 119-120.
598 Bkz. Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm el-Herevî, Ğarîbu’l-Hadîs, thk. Muhammed Abdulmuîd Han,
2. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kitabi’l-Arabî, 1976), Mukaddime, 5-8; Ebû Süleyman Hamed b.
Muhammed b. İbrahim el-Hattâbî el-Büstî, Ğarîbu’l-Hadîs, thk. Abdulkerîm İbrahim el-Azbâvî,
(Beyrût, Dârü’l-Fikir, 1982), 1: Mukaddime, 47; Ebu’l-Ferec Cemalüddin Abdurrahman b. Ali b.
el-Cevzî, Ğarîbu’l-Hadîs, thk. Abdulmu’ti Emin Kal’eci, (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004),
1: 1-4.
599 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 1204.
94
sıraya göre ele alınmamıştır. Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071), Ebû Ubeyd’in, bu
eserinde, garîb lafızları açıklayacağı hadisleri müsned tertibinde bir araya getirdiğini
söylemiştir.
600 Lakin Garîbu’l-Hadîs’ adlı eserin eldeki baskılarında Hz.
Peygamber’in hadislerine ait bölümde müsned tertibine göre bir sıralama yer
almadığı görülür.601 Bu eserinde Ebû Ubeyd, önce Hz. Peygamber’in hadislerinde,
sonra Hz. Ebû Bekr’den başlamak üzere bazı sahabilerin ve tanınmış bazı tâbiîlerin
sözlerinde, daha sonra ise kime ait olduğu bilinmeyen bazı sözlerde yer alan garîb
lafızları izah etmektedir.602
Kurtubî, Tefsiri’nin birçok yerinde eser adını anmadan Ebû Ubeyd’e atıfta
bulunmaktadır. Birçok Kur’ân kelimesinin sözlük anlamını ona nispet ederek
ْخ َرى” ,Mesela .açıklamaktadır
َما الُ
ْحدَاهُ
ِ
َر إ
َما فَتُذَ كِ
ْحدَاهُ
ِ
ِض ل إ
diğeri unutursa biri” “أ ْن تَ
hatırlatsın”
(el-Bakara 2/282) buyruğundaki “ل ضِ
َت نْ أ) “en tedille) lafzının, Ebû
Ubeyd’e göre “ نْ
َ
أ سَ ي نَْت” “ unutursa” lafzıyla aynı anlama geldiğini belirtmektedir.
Şehâdetten “sapmak” (للََضَّ ال (kelimesinin de “onun bir kısmını unutup diğer bir
kısmını hatırlamak” anlamına geldiğini, bu durumdaki kişinin, bu ikisi arasında
şaşırıp kaldığını, bilahere şâhitliği tümüyle unutan kimse hakkında “dalâl”
kavramının kullanılmadığını söylemektedir.
603 Ayrıca Kurtubî’nin, az da olsa Ebû
Ubeyd’in Ğarîbu’l-Hadîs adlı eserini zikrettiği görülmektedir.
604 Yine Kurtubî’nin
Ebû Ubeyd’den naklettiğine göre “endâd” (اداَندْ
َ
(أ
ْضدَادا” ,lafzı 605
َ
أ” “zıtlar” anlamına
gelmektedir.606
1.2.3.2. Ebu’l-Ferec b. el-Cevzî ve “Fühûmü’1-Âsâr”ı
Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî (ö. 597/1201), Zâdü’l-Mesîr fi İlmi’tTefsir,
607 Nüzhetü’l-A’yüni’n-Nevâziri fi İlmi’l-Vücûh ve’n-Nezâir,
608 el-Musaffâ bi
600 Ebû Bekr Ahmad b. Ali b. Sabit Hatîb el-Bağdâdî, Tarih Medîneti’s-Selâm (Târîh Bağdâd), thk.
Beşşâr Avvâd Ma’rûf, 1. bs. (Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 2001), 14: 394.
601 Mesela bu eserin, Beyrût Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî tarafından 1976 yılında yayınlanan baskısına
bakılabilir.
602 Ayrıca bkz. M. Yaşar Kandemir, “Garîbü’l-Hadîs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
(İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 13: 378.
603 Kurtubî, el-Câmi‘, 4: 451.
604 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 12.
605 Bakara, 2/22.
606 Ebû Ubeyd, Ğarîbu’l-Hadîs, 3: 199, 481; İsfahânî, “en-Niddü” kelimesinin, cevherde (özde)
ortaklık anlamına geldiğini söylemektedir (“Nedede”, Müfredât, 796); Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 348.
607 Bu tefsir kitabı, Beyrût el-Mektebu’l-İslâmî tarafından 2002 yılında yayınlanmıştır.
608 Bu eser, Muhammed Abdulkerîm Kâzım er-Râzî tahkikiyle Beyrût Müessesetü’r-Risâle tarafından
1984 yılında neşredilmiştir.
95
Ekeffi Ehli’r-Rüsûh min İlmi’n-Nâsihi ve’l-Mensûh,
609 Rûhü’l-Ervâh,
610 ed-Dâu ve’dDevâu611 gibi pek çok eser telif eden bir âlimdir. Kurtubî, genelde İbnü’l-Cevzî’nin
adını vererek eserlerinden faydalanmıştır. Kurtubî’nin istifade ettiği onun
kitaplarından biri Fühûmü’1-Âsâr612 adlı eserdir. Mesela Kurtubî, İsrâîl’in, Hz.
İbrahim’in oğlu Hz. Yakub olduğu ve diğer peygemberlerin bir ismi olduğu halde
onun iki ismi olduğu, sadece Hz. Paygamber’in isimlerinin çok olduğu bilgisini
verirken Cevzî’nin bu eserinin adını zikrederek bilgi vermektedir.613
1.2.4. Lügatlar
Lafızların aslını ve mânâsını bilmek, Kur’ân’ı açıklamanın temel şartlarından
birisidir. Bundan dolayı müfessirler, Kur’ân’ın nüzulünden itibaren kelimelerin kök
bilgisi (etimoloji) ve anlam bilgisi (semantik) üzerinde önemle dururlar. Bu âlimler
arasında Kurtubî, Kur’ân lafızlarını açıklarken Garîbu’l-Kur’ân, Tefsir ve Garîbu’lHadis eserlerinden başka Arap dili hakkında yazılmış sözlüklerden de istifade eder.
Bu sözlüklerin başlıcalarını şöyle zikretmek mümkündür:
1.2.4.1. Ferâhîdî ve “Kitabü’l-Ayn”ı
Kurtubî, Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’nin (ö. 175/791)
Arap lügatçılığı alanındaki Kitabü’l-Ayn614 adlı eserinden istifade etmiştir.615
Ferâhîdî, Kur’ân’ın harekelenmesi ve noktalanması hakkında Naktü’l-Mesâhif ya da
Kitâbü’n-Nakt ve’ş-Şekl, Arap dilinin gramerinin büyük ölçüde genişletilip
geliştirildiği Kitabü’l-Cümel fi’n-Nahv,
616 Araplar’ın izâfe ettiği mânâlardan
bahseden Meâni’l-Hurûf ya da el-Hurûf (Risâle fî Meâni’l-Hurûf)617 gibi eserlerin
müellifidir. İbn Düreyd el-Cemhere’sinde, Ebû Ali el-Kâlî el-Bâri’ adlı eserinde,
609 Bu telif, Hatim Salih ed-Dâmin tahkikiyle Beyrût Müessesetü’r-Risâle tarafından 1986 yılında
yayınlanmıştır.
610 Bu eser, Beyrût Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye tarafından 1990 yılında neşredilmiştir.
611 Bu eser, Muhammed Ecmel el-İslahi tahkikiyle Dârü âlemi’l-Fevâidi yayınevi tarafından
1429/2008 yılında neşredilmiştir.
612 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 5; 9: 131. .Ayrıca bu eser, “Telkîhu Fuhûmi Ehli’l-Eser fi Uyûni’tTârihi ve’s-Siyer” olarak Dârü’l-Erkam tarafından 1997 yılında yayınlanmıştır.
613 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 5.
614 Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, Kitabü’l-Ayn, thk. Abdulhamid
el-Hindâvî, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003).
615 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 242; 2: 387, 416; 7: 53; 9: 104; 17: 482.
616 Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, Kitabü’l-Cümel fi’n-Nahv, thk.
Fahruddin Kabâva, 1. bs. (Beyrût, Müessesetü’r-Risâle, 1985).
617 Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî, el-Hürûf, thk. Ramadan
Abduttevvâb, 1. bs. (Kahire, Matbaatu Aynü’ş-Şems, 1969).
96
Muhammed b. Ahmed el-Ezherî Tehzîbü’l-Lüğa’sında ve İbn Sîde el-Muhkem isimli
kitabında, Kitabü’l-Ayn’ı örnek alarak Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’yi takip
etmişlerdir.618
Ferâhîdî’nin yazdığı Kitabu’l-Ayn adlı eser, Arap dili sahasında yazılan ilk
lügat çalışması olarak kabul edilmektedir. Bu lügatta Ferâhîdî, lafızları açıklarken
pek çok yerde Kur’ân’daki kelimeleri misal vermektedir. Ferâhidî’nin Kur’ân
lafızlarını yorumlaması, İbn Abbas’ın izahlarına benzemektedir. Lafızlar hakkında
yapılan bu tür faaliyetler, Garîbu’l-Kur’ân sahasına girdiğinden dolayı Ferâhîdî’nin
Kitabu’l-Ayn adlı eseri Garibu’l-Kur’ân’ı ilgilendirmektedir. Bu lügat, âyetlerdeki
lafızlarla ilgili yorumları nedeniyle Garîbu’l-Kur’ân hakkında temel kaynaklardan
biri kabul edilebilir. Etimoloji ve semantik alanlarında gerçekleşen bu çalışmalar,
tefsir ilmi açısından büyük ölçüde önem arzetmektedir. Ayrıca bu faaliyetler, insanın
yorum dağarcığına katkı sağlamaktadır.619
Kurtubî, Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’nin adını belirterek ondan yararlandığı
görülmektedir. Mesela Kurtubî, “Tevrât” lafzı hakkında bilgi verirken Ferâhîdî’ye
göre bunun aslının “fev’ale” (ةَعلَ وْ
َف (vezninde olduğunu, bu durumda “Tevrât”
َو ْو َريَة) “Vevreye “,aslının lafzının
) lafzı olduğunu ifade etmektedir.
620 Ayrıca
َّم) “Helümme “,622 )َع َر َض) “Araz “,621 )َكَللَةً) “Kelâle “,Kurtubî
ُ
هلَ( ,623” eş-Şi’r” (رَ
(ال ِ شعْ
624
gibi lafızları açıklarken Ferâhîdî’nin Kitabu’l-Ayn adlı eserinin adını zikretmektedir.
1.2.4.2. Asmaî ve “Kitabü’1-Ef’âl”ı
Kâtip Çelebi’nin Kitab Ef’alu ve Ef’ale ya da Kitab Ef’ale ve Feale625 olarak
ismini belirttiği bu eser, Ebû Saîd Abdülmelik b. Kureyb el-Asmaî el-Bâhilî’ye (ö.
216/831) aittir. Asmaî, Edebiyatçı, nahivci, fıkıh ve hadis bilgini, aynı zamanda
usulcü olarak da bilinmektedir.626 Asmaî’nin bu eserden Kurtubî, Kitabü’1-Ef’âl diye
618 Bkz. Ferâhidî, Kitabü’l-Ayn, mukaddime 1: 15-19; Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Ebû Abdirrahmân elHalîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî (el-Fürhûdî)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15: 309-312.
619 Bkz. Nurettin Turgay, “Halil b. Ahmed”, 75.
620 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 5: 11.
621 en-Nisâ, 4/12. Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 6: 126.
622 en-Nisâ, 4/94; bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 7: 53.
623 el-En’am, 6/150; bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 17: 471-472.
624 Yâsîn, 36/69; bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 9: 104.
625 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 1395.
626 Kehhale, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Müellifîn, (Beyrût, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 6: 187.
97
zikrederek bilgiler aktarmıştır.
Mesela Kurtubî, “sâğiyetü’r-racül” (جلُ رَّ ال ةَغيِ صاَ ( sözünün “kişiye meyleden,
onun yanına gelen kimseler” anlamına geldiğini, “sâğiye” (ةَغيِ صاَ ( kelimesinin
“meyletmek” mânâsındaki “sağâ, yasğû, yasğa” (اَصغَ
türemiş fiilinden) يَ ْصغَي , يَ ْصغُو ,
olduğunu, “bir şeye meyil gösteren” veya “onunla beraber olan” her şey için “sağâ”
fiilinin kullanıldığını belirtirken bu izahı, Asmaî’ye ait Kitabü’l-Ef’âl adlı eserden
aldığını söylemektedir.627
1.2.4.3. Ebû Ömer el-Mutarriz ve “Kitabü’l-Yevâkît”i
Kurtubî, Ebû Ömer Muhammed b. Abdulvahid el-Mutarriz’in (ö. 345/956) elYevâkît628 adlı sözlüğünden yararlanırken eserinde bu lügatın adını vermiştir.
629 Bu
eserde Garîbu’l-Kur’ân lafızları, Kur’ân’daki sûre tertibine ve âyet sırasına göre ele
alınmıştır.
1.2.4.4. İbnü’l-Enbârî ve “Kitabü’z-Zâhir”i
Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsım b. Muhammed el-Enbârî (ö. 328/940), ezZâhir adlı lügatın müellifidir. Bu eserinde Enbârî, insanların namaz, duâ, tesbih ve
günlük konuşmalarında mânâlarını anlamadan kullandıkları söz, anlatım, deyim ve
atasözlerinin anlamlarını açıklamaktadır. Kurtubî, halkın kullandığı kelimelerin
anlamını açıklayan İbnü’l-Enbârî’nin bu eserinin adını vermektedir.
Kurtubî, Enbârî’den rivayet ederek Müberrid’e göre “Rahmân”ın İbrânîce bir
lafız olduğunu ve beraberinde “Rahîm” lafzının kullanıldığını belirtmektedir.630
Kurtubî, Enbârî’nin Ahmed b. Yahya Sa’leb en-Nahvî’den naklettiği bilgiye
göre Arapların, “zan” (الظن (lafzını bilgi, şüphe ve yalan anlamında kullandıklarını
ifade etmektedir. Kurtubî, Enbârî’den şunları da rivayet etmektedir: “Eğer bilgiye
dair deliller şüphenin delillerinden çok ise zan, yakîn anlamına gelir. Eğer yakîn ile
şüphenin delilleri birbirine eşit ise bu durumda zan, şüphe demektir. Şayet şüphenin
delilleri yakînin delillerinden fazla ise o vakit zan, yalan mânâsına gelir. İşte Yüce
627 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 238; 16: 278.
628 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 2053-2054.
629 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 233. “el-Yevâkît” adlı bu eser şu şekilde yayınlanmıştır: Ebû Ömer
Muhammed b. Abdulvahid el-Bağdâdî ez-Zâhid Gulâm Teğlib, Yâkûtetu’s-Sırât fi Tefsiri Garîbi’lKur’ân, thk. Muhammed b. Yakub et-Türkistânî, 1. bs. Medine’de Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem,
2002.
630 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 160-161.
98
َم ” :Allah
َ
ِْل أ
َب إ
ِكتَا
ْ
ُمو َن ال
ِ ميُّو َن ْل يَ ْعلَ
ُ
نُّو َن َو ِمْن ُهْم أ
ِْل يَظُ
ْم إ
ْن هُ
ِ
َّي َوإ
ِان” “ Bunların bir de ümmî takımı
vardır; Kitab’ı bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar
sadece zanda bulunurlar”
نُّو َن” buyruğundaki 631
ِْل يَظُ
إ” “Onlar sadece zanda
bulunurlar” kavliyle “ancak yalan söylüyorlar” demeyi murad etmiştir.”
632
1.2.4.5. Cevherî ve “es-Sıhâh”ı
Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî (ö. 400/1009), kısaca es-Sıhâh olarak
bilinen Tâcü’1-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye633 adlı sözlüğün yazarıdır. Bu sözlük,
Kurtubî’nin genellikle Cevherî’nin adını zikrederek bazen de es-Sıhâh adını
belirterek634 faydalandığı önemli bir kaynaktır.
Bu lügat, kelimelerin anlamını tespit etmek üzere müellifin Arab-ı aribenin
badiyelerinde bizzat onlarla şifahi görüşerek yazılan bir sözlüktür.
635 Bu özelliğiyle
sözlük, ondan sonraki lügat çalışmalarında ve lügata başvurmayı gerektiren hallerde
en başta müracaat edilen kaynaklardan biri olmuştur. Kurtubî’nin, bu sözlüğe önem
verip Tefsiri’nin pek çok yerinde ondan faydalandığı görülmektedir.
Kurtubî, Cevherî’nin es-Sıhâh adlı eserinden bidirdiğine göre “Mühl” (هلْمُ
(ال
lafzına “erimiş bakır”, İbnu'l-A’râbî’nin “eritilmiş kurşun”, Ebu Amr’ın “zeytinyağı
tortusu” anlamını verdiklerini, ayrıca “mühl” kelimesinin “kan ve irin” demek
olduğunu belirtmektedir. Hz. Ebu Bekir’in şu ifadesini de zikretmektedir: “Beni, şu
iki elbisemle defnediniz. Çünkü bu ikisi, kan ve irine (el-mühl) ve toprağa aittir.636
Kurtubî, Ebû Ubeyde’den “Endâd” (اداَندْأ(
ْضدَادا) “azdâd “lafzının 637
َ
“zıtlar) “أ
demek olduğunu belirttikten sonra Cevherî’ye göre “دَّالن) “nedd) kelimesinin
“yukarıya doğru yükselen tepe” anlamına geldiğini, “bir koku ismi” olan “nedd”
lafzının Arapça bir sözcük olmadığını, yüzü doğrultusunda kaçarak giden deve
hakkında bu lafızdan türeyen “nedde” (َّد ن (fiilinin kullanıldığını ifade etmektedir.
Ayrıca Kurtubî, bazılarının “َّد ن) “nedd”) kökünden gelen lafzı bu sebeple “Yevme’t-
631 Bakara 2/78.
632 Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 219.
633 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, 1071-1072; Kasabî, el-Kurtubî, 176-178; Ayrıca Cevherî’nin bu
kitabı, “es-Sıhâh -Tâcü’l-lüğa ve Sıhâhü’l-Arabiyye-” olarak Muhammed Mıuhammed Tâmir ve
diğerlerinin tahkikiyle Dârü’l-Hadis, Kahire, 2009 tarihinde hece harfleri esas alınarak
yayınlanmıştır.
634 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 211, 259, 453; 2: 6; 3: 173.
635 Cevherî, es-Sıhâh, 1: 33; Cevherî, es-Sıhâh, Mukaddime, 1: 21-22.
636 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘,13: 263.
637 el-Bakara, 2/22.
99
التَّنَاِد ) “tenâd
َ
(يَ ْوم
638
“o kaçışma günü” şeklinde okuduklarını, bir kimseyi teşhir etmek
ve kusurlarını göstermek için de aynı kökten gelen “neddede bihi” (ه َدَّند ِ
ifadesinin ) ب
kullanıldığını söylemektedir.639
1.2.4.6. İbn Fâris ve “Mücmelü’Lüğa”sı ile “Mekâyîsü’1-Lüğa”sı
Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris (ö. 395/1005), dönemin en önde gelen Arap
dili lügat âlimlerindendir.640 Kurtubî, genelde İbn Fâris’in adını zikrederek atıfta
bulunmuştur. el-Mücmel adlı kitabın adını verdiği de vakidir.641 Kurtubî, İbn Fâris’in
Mekâyîsu’1-Lüğa isimli eserinden de faydalanmış olabilir.
642
Kurtubî, “el-fadl” (ضلْ َف
ْ
ال (kelimesinin “gerekenden fazlasını vermek”, “ifdâl”
(إفضال (lafzının “gerekmeyeni yapmak” anlamına geldiğini belirttikten sonra İbn
Fâris’in Mücmelü’-Lüğa adlı eserinde “fadl”ın “fazlalık ve hayır” “ifdâl”ın ise
“ihsanda bulunmak” anlamında açıklandığını söylemektedir.643 Kurtubî, İbn Fâris’in
el-Mücmel adlı kitabından bildirdiğine göre “Hıtta” (طةَّ حِ ( kelimesinin
İsrailoğullarına söylemeleri emredilen bir söz olduğunu, onların bunu söylemiş
olmaları halinde günahlarının döküleceğini ifade etmektedir.644 Kurtubî, İbn Fâris ve
Cevherî’den bilgiler aldıktan sonra bazen onların kanaatlerine karşı eleştirilerde
bulunmaktadır.
645
1.2.4.7. İbn Sîde ve “el-Muhkem”i
İbn Sîde olarak bilinen Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail (ö. 458/1066), büyük dil
âlimidir. İbn Sîde’nin en önemli kitabı, el-Muhkem ve’1-Muhîtu’l-A’zam646 adlı
eseridir. Bu eser, harflerin mahreçleri sistemine göre yazıldığı, lafızların ilk harfi
esas alınarak düzenlendiği bir lügattır. Sözlük, hançerenin boğaz tarafından çıkan
638 el-Mü’min, 40/32.
639 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 348; 5: 13; ayrıca bkz. İbn Abbas, “Endâd” lafzının, “benzer ve emsal”
anlamına geldiğini söylemektedir (Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 63).
640 İbn Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya el-Lüğavî, Mücmelü’l-Lüğa, thk. Züheyr
Abdulmuhsin Sultan, 1. bs. (Beyrût,, Müessesetü’r-Risâle, 1986), mukaddime 12-13; İbn Fâris,
Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, mukaddime 1: 21; bkz. Kurtubî Tefsiri, trc. Eryarsoy, 1: 126.
641 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 173.
642 Kasabî, el-Kurtubî, 174-176.
643 Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 167-168; İbn Fâris, Mücmelü’l-Lüğa, 2. bs. (Beyrût, Müessesetü’r-Risâle,
1986), 722.
644 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2:125.
645 Bkz. Kasabî, el-Kurtubî, 178..
646 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, I6l6; Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Müellifîn, (Beyrût, Dârü
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ty.), 7: 36.
100
harflerle başlar ve dudak harfleriyle son bulur. Bu lügatta Halîl b. Ahmed’in taklîb
sistemi uygulanmaktadır. Bir kökü oluşturan harflerin muhtelif dizilişleriyle ortaya
çıkan kökler ve türevleri aynı yerde toplanmıştır.647 Kurtubî, bu lügattan onun adını
vermekten çok yazarının adını zikrederek yararlanmıştır.
Kurtubî, Âl-i İmrân sûresi 14. âyetin tefsirinde “ةِرَ طَ نْ َمقُ
ْ
ِر ال
قَنَا ۪طي
ْ
birikmiş ” “َوال
hazineler” buyruğunu açıklarken Ebû Said el-Hudrî’nin “bir kimse, bir gecede on
âyet okursa zikir ehlinden, yüz âyet okursa kânitlerden yazılacağını, beşyüz ile bin
âyet arası okursa, onun bir “kıntar” (طارَ نْ
ِق (ecir almış olarak sabahlayacağını”
söylediğini, bunun üzerine Ebû Said el-Hudrî’ye kıntar nedir? diye sorulunca Ebû
Said el-Hudrî’nin “kıntarın, bir öküzün derisini dolduracak kadar altındır”
648 şeklinde
cevap verdiğini rivayet eder. Kurtubî, bu hadisin mevkûf olduğunu belirttikten sonra
İbn Sîde’den “kıntar” lafzının Süryanicede “bir öküzün derisini dolduracak kadar
altın” anlamında kullanıldığını, Nakkaş’ın İbnu’l-Kelbî’den naklettiğine göre bu
lafzın Rumcada da bu anlama geldiğini söyler. Bu açıklamanın akabinde Kurtubî, İbn
Side’den Mekkî’nin bildirdiği bir görüşte “kıntar”ın, altın veya gümüş olsun, “kırk
bin ukıyye” anlamına geldiğini belirtir.649
1.2.5. Arap Dili Ve Edebiyatına Dair Kitaplar
Bilindiği gibi Kur’ân Arap diliyle indirilmiş olduğundan onu anlayabilmek
için, Arapçanın lafızlarının anlamlarını, gramer kaidelerini, üslubunu ve anlatım şekil
ve tekniklerini bilmek gerekmektedir. Kur’ân tefsiriyle ilgili bu ve benzeri konular
ne kadar iyi bilinirse, o derecede Kur’ân’ı iyi anlama ve doğru yorumlama imkânına
sahip olacağız. Kurtubî, Hammad b. Seleme’nin “herhangi bir kimse, nahiv ilmini
bilmeden hadis öğrenmeye çalışırsa, o kişinin hali, boynuna içinde arpa olmayan bir
yem torbası asılmış eşeğe benzer”650 sözünü bildirmekle bu konunun önemine vurgu
yapmaktadır. Bütün müfessirler, Arap dili ile ilgili bütün mevzuları gözeterek
647 Bkz. Sahbân Halifât, “el-Muhkem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV
Yayınları, 2006), 31: 45.
648 Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman, el-Müsnedü’l-Câmi’, thk. Nebil b. Haşim b. Abdullah elĞamrî, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Başâiri’l-İslâmiyye, 2013), “Fedâilü’l-Kur’ân”, 30.
649 Kurtubî, el-Câmi‘, 5: 47; bkz. İbn Abbas, Ehl-i Beyt olarak “kıntar” lafzını, onbin miskal ağırlığı,
Benû Cedd’in ise, öküzün derisini dolduracak kadar altın veya gümüş anlamında kullandıklarını
söylemektedir (Abdurrahim v.dğr., Ğarîbu’l-Kur’ân, 265); Kaysî, Tefsirü’l-Müşkil, 125; Ebu’lHasan Ali b. İsmail, “kıntâr”, el-Muhkem ve’l-Muhîtü’l-A’zam, thk. Abdulhalim Hindâvî, 1. bs.
(Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), 6: 621; Süyûtî’ye göre “kıntâr” kelimesi, Rûmca,
Süryânice, Berberîce ve İfrikiyelilerin dillerinde müşterek kullanılan bir lafızdır (el-İtkân, 296).
650 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 43.
101
Kur’ân’ı açıklamaya çalışırlar. Kur’ân’ı yorumlamak için Arapçayı bilmek, her
müfessirde olması gereken en önemli şartlardan biri olduğu bilinmektedir. Kurtubî,
Tefsiri’nde buna çok önem vermekte, Arap dilini ilgilendiren pek çok açıklamada
bulunmaktadır. Dolayısıyla bu konuda yazılmış birçok kaynaktan, söz sahibi birçok
âlimden istifade etmektedir.
Kurtubî, Sibeveyh olarak bilinen Ebû Bişr Amr b. Osman’dan (ö. 180/796)
çok istifade etmiştir.651 Müberrid olarak tanınan Ebû Abdillah Muhammed b.
Yezid’den (ö. 285/898) de yararlanmıştır.652 Ayrıca nadiren, İbn Keysân en-Nahvî
(ö. 320/932),
653 Hişam b. Muaviye en-Nahvî (ö. 209/824),
654 Ahmed b. Yahya enNahvî (ö. 291/904),
655 Ebû Ğanım Ahmed b. Hamdân (ö. 333/945),
656 Ebû Abdillah
el-Kefîf el-Mâlikî,657 el-Mukri’ en-Nahvî Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammad el-Kaysî
el-Kurtubî İbn Ebî Hücce (ö. 643/1245),
658 İbn Ebî İshâk en-Nahvî (ö. 117/735),
659
el-Hur en-Nahvî660 ve Yunus en-Nahvî (ö. 206/821)661 gibi pek çok âlimden istifade
etmiştir.
Kurtubî’nin yararlandığı kaynaklar, sadece bunlardan ibaret değildir. Ancak
faydalandığı kaynakların büyük bir bölümünü bunların teşkil ettiğini söyleyebiliriz.
Kurtubî’nin, hayatta karşılaşmış olduğu ağır şartlara rağmen Tefsiri’ni yazarken
zengin bir litaretürü kullandığını, büyük çaba harcadığını, kazanımlarını sonrakilere
miras bırakarak büyük hizmette bulunduğunu söylemek mümkündür.
1.3. KUR’ÂN’A GÖRE DİLLER
Kur’ân’a göre insanların dillerinin ve renklerinin farklı oluşu, Yüce Allah’ın
kudretinin âyetlerindendir.662 Bilindiği üzere organ olarak dil, ağızdadır. Nasıl ki
insan renkleri, beyaz, siyah ve kırmızı tenlik gibi şekillerde kendini deride
651 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 156, 209, 282, 283, 310, 318, 332, 340, 353, 389, 424, 488; 2: 10, 75,
159, 188 vs.
652 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 206, 244, 337, 391; 2: 112, 176, 188, 249, 404 vs.
653 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 242.
654 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 308.
655 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 2: 78.
656 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 9: 42.
657 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 10: 397.
658 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 10: 434.
659 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 11: 306.
660 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 15: 56.
661 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 16: 361.
662 er-Rûm 30/22.
102
gösteriyorsa, Arapça, Acemce, Türkçe ve Rûmca gibi farklı diller, organ olan dilde
kendini göstermektedir. Dolayısıyla insanları birbirinden ayıran fark tesbit
edilebilmektedir. Aslında bunların hepsi, ne nutfenin yaptığı bir iştir ne de anne
babanın eseridir. Mutlaka bunları yapan birisi vardır ki O da Yüce Allah’tır. Bu ise
her şeyi idare eden mutlak yaratıcının varlığının en açık delillerindendir.663 İnsanı
diğer varlıklardan ayıran özelliklerden biri ve belki en önemlisi, doğuştan onda
bulunan dil ve konuşma yeteneğidir. Yüce Allah, diğer varlıklara nazaran üstün bir
meziyet olarak duygu, düşünce, istek ve gayesini lafızlarla ifade edebilme melekesini
insana vermiştir.
Dilbilimciler, dil hakkında içeriği hemen hemen aynı olan çeşitli tarifler
yapmışlardır. Bunlardan İbn Cinnî, dili “her milletin, kendi maksatlarını arz etmek
için kullandıkları seslerdir”
664 şeklinde tanımlamaktadır. İbn Hâcib, dili “mânâlar
için vazedilmiş lafızlardır”
665 diye tarif etmektedir. Esnevî’ye göre dil, “çeşitli
mânâlar için vazedilmiş lafızlardan ibarettir.”
666 İbn Haldûn’a göre dil, “söz
söyleyenin amacını anlatmasıdır. Bu anlatış, sözü anlatma amacından dilsel bir
eylemdir. O halde onu yapan organda, yani dilde mevcut bir meleke olması gerekir.
O da lisândır. Lisan ise her toplumun kendi terimlerine göre olmaktadır.”
667 Ayrıca
İbn Haldûn, dillerin hepsinin sanatlara benzeyen melekeler olduğunu, çünkü dillerin,
melekelerin tam veya yetersiz oluşuna göre mânâların mükemmel veya noksan
şekilde ifade edilmesini temin eden dil organındaki melekeler olduğunu
belirtmektedir.668 Muharrem Ergin de dili, “insanlar arasında anlaşmayı sağlayan
tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde
gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar
sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesesedir”
669 şeklinde tanımlamaktadır.
Bu açıklamalardan sonra dil için, icra ettiği faaliyeti çerçevesinde, şunu
söylemek mümkündür: “Ruhsal olayları insanın yaşantısı haline sokan ve bütün
663 Bkz. İbn Hazm, el-İhkâm, 1: 30; Kurtubî, el-Câmi‘, 16: 413.
664 İbn Cinnî, el-Hasâis, thk. Muhammed Ali en-Neccar, (Mısır, Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye, 2006), 1:
33.
665Celalüddin es-Süyûtî, el-Müzhir fi Ulûmi’l-Lüğati ve Envâiha, thk. Muhammed Ahmed Câd elMevlâ Bek vd., (Beyrût, el-Mektebetü’l-Asriyye, 1986), 1: 8.
666 Süyûtî, el-Müzhir, 1: 8.
667 İbn Haldûn, Mukaddime, 2: 367.
668 İbn Haldûn, Mukaddime, 2: 378.
669 Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, (İstanbul, 1983), 3-5.
103
insan kültürünün temelini ve insan topluluğunu oluşturan dildir. Bu bakımdan,
matematik nasıl bütün fen bilimleri için temel bilim ise dil bilimi de aynı anlamda
sosyal bilimler için temel bilimdir.”670
İnsanlar, ilk çağlardan beri dillerin nasıl oluştuğu hakkında ilgi duymaktadır.
Kur’ân’da, Yüce Allah’ın Kur’ân’ı öğrettiği, sonra insanı yarattığı ve ona beyânı
öğrettiği bildirilmektedir.671 Burada, Yüce Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş
olduğu, insanlara bahşedilen nimetlerin öğretildiği, sonra yaratılış sebebi ve amacı
dine uymak672 olan irâde sahibi insanın yaratıldığı ve yaratılmışlar arasında ona has
kıldığı beyânı talim ettiği belirtilmektedir.
673
İnsandaki en önemli nimet ve özellik, onun konuşabilme ve açıklayabilme
kabiliyetidir. Bu, öğrenip anlamayı gerektiren bir husustur. Burada Yüce Allah’ın
verdiği nimetin, idrak ve ifade istidadı olduğu söylenebilir. İnsanın evvela Yüce
Allah’a karşı kulluğunu anlayıp ifade etmesi, insanlarla olan muamelelerinde hak ve
ödevlerini kavrayıp bunların icabını yerine getirmesi, onun öğrenme, anlama ve
anlatma yeteneğine bağlıdır. Toplumların uygarlıklarını, kültür ve medeniyetlerini
oluşturan temel faktör, bu olsa gerek. İnsanın gülmek, ağlamak, sevgi ve nefret;
bakmak, anlamlı söz söylemek, düşündüklerini eyleme dönüştürmek ve bir sanat
eserine biçim vermek, hep öğrenme ve bilme faaliyetinin neticesidir, birer ifade
şeklidir. Güzel, düzgün ve tesirli söz söylemeyi, bir mânâyı belli yöntem ve kaidelere
göre çeşitli yollarla söylemeyi, kısaca anlatım olayını kendisine mevzu edinen
belâğat, hitabet, beyân vs. insanın bu kabiliyetinin önemini müşahhas biçimde
gösteren ürünler ve ibreler olarak değerlendirilebilir.674
el-Bakara sûresinin 36. âyetinde, Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e bütün varlıkların
isimlerini öğrettiği bildirilmektedir.675 Âyette, (Yüce Allah’ın bir bakıma insanların
dil hakkındaki merakını gidermeye yönelik olarak) beyanda bulunup eşyaya isim
670 Walter Porzıg, Dil Denen Mucize, trc. Vural Ülkü, (Ankara, T.D.K. Yayınları, 1995), 3.
671 er-Rahmân 55/1-4.
672 Bkz. ez-Zâriyât 51/56.
673 Zemahşerî, el-Keşşâf, 6: 5.
674 Sabri Kocabay, Sûrelerin İniş Sırasına Göre Kur’an-ı Kerm’in Bilimsel Olarak İrdelenmesi,
Editör: Murat Ukray, www.ekitaporojesi (İstanbul, 2019), erişim: 30.04.2019,
https://books.google.com.tr/books? id=IfyRDwAAQBAJ&pg=PT2533&lpg=PT2533&dq=.
675 Bkz. el-Bakara 2/31.
104
verilmesi, varlıkların belli adlarla zikredilmesi, Yüce Allah’ın iradesiyle insanın
konuşabilme yeteneğinin bir ürünü olduğu ortaya konmaktadır.676
Bu âyet çerçevesinde, eşyaya isim verme ve isim bulma ile ilgili olarak
dilbilimcilerinin farklı görüşler ileri sürdüğü görülmektedir. Konuşmayı bilmeden
dünyaya gelen insan, her şeye bir ad vermeyi nasıl akletmekte, bu isimleri nasıl
belirlemektedir? gibi sorulara çeşitli cevaplar verilmiştir. Müslüman dilbilimciler,
dilin ortaya çıkışı meselesinde iki farklı temel görüşe sahiptirler. Bu görüşlerden biri,
dilin her şeyiyle Yüce Allah tarafından insanlara öğretildiği (vahiy ve ilham
nazariyesi), yani dilin tevkîfî olduğu görüşüdür.677 Diğeri ise dilin, insanlar
tarafından icat edildiği (uzlaşma ve uyuşma) görüşüdür.678 Bu ikinci görüşe göre
Yüce Allah, insanlara lisân icat etme yeteneğini vermekte, böylece insanlar, bir dil
icat etmektedirler. Yani diller, ıstılah ve tevâtu’ yoluyla oluşmaktadır. Bu iki
görüşten başka üçüncü bir görüş daha vardır ki o da, dillerin, ses çıkaran eşyaları ve
varlıkları taklit yoluyla oluştuğunu ifade eden görüştür.679
Kurtubî, İslâm âlimlerinin Yüce Allah’ın bütün isimleri Hz. Âdem’e öğretmiş
olmasının ne anlama geldiği hakkındaki görüşlerine özetle şöyle yer vermektedir: İbn
Abbâs, İkrime, Katade, Mücâhid ve İbn Cübeyr (ö. 94 h.), Yüce Allah’ın Hz.
Âdem’e önemli önemsiz her eşyanın ismini öğrettiğini belirtirler. Bir rivayette İbn
Abbâs’ın yanında kapkacağın ve kamçının isimleri söz konusu edilir. Bunun üzerine
İbn Abbâs, Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e bütün isimleri öğrettiğini söyler. Kurtubî,
âyette geçen “ها
كل” “bütün” lafzının gerektirdiği anlamın bu olduğunu ifade ederek
İbn Abbâs’ın görüşünü tercih eder. Zira Kurtubî’ye göre âyetteki “bütün” kelimesi
kuşatıcılık (ihata) ve genellik (umûm) ifade etmek için kullanılır. Sonra Kurtubî, Hz.
Peygamber’in şu hadisini zikreder: “Kıyamet gününde mü’minler bir araya gelerek
Rabbimizin huzurunda bize şefaat edecek birisini bulsak, diyecekler. Bunun üzerine
Hz. Âdem’e gidecekler ve ona, sen insanların atasısın, Yüce Allah seni kendi eliyle
yarattı, melekleri sana secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğretti, diyecekler.”680
Kurtubî, âyette dilin tevkifî olarak öğrenildiğine dair delil bulunduğunu, dilin
676 İbn Hazm, el-İhkâm, 1: 29-30.
677 İbn Hazm, el-İhkâm, 1: 29-31; Süyûtî, el-Müzhir, 1: 8-10.
678 İbn Cinnî, el-Hasâis, 1: 33.
679 İbn Cinnî, el-Hasâis, 1: 65-66.
680 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 420; ayrıca bkz. Buhârî, “Tefsir”, 2; “Tevhid”, 19.
105
Yüce Allah tarafından vahiy yoluyla öğretildiğini, Yüce Allah’ın lisânı Hz. Âdem’e
umumiyle hususiyle bütün teferruatıyla talim ettiğini söylemektedir. Bu görüşüne
Kurtubî, İbn Abbâs’ın Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e, tencereye, süt sağılan kaba
varıncaya kadar her şeyin adını öğrettiği, açıklamasını delil getirmektedir. Kurtubî,
Şeybân’ın Katade’den rivayet ettiğine göre yine İbn Abbâs’ın, Yüce Allah’ın Hz.
Âdem’e, meleklerin bilmediği mahlukatının bazı adlarını öğrettiği, her şeyi kendi
ismiyle söylediği ve şeyin yararını kendi cinsine nisbet ettiği, açıklamasına yer
vermektedir. Kurtubî, Nehhâs’a göre bu izahın, bu hususta gelen rivayetlerin en iyisi
olduğunu ifade etmektedir. Yani Yüce Allah, türlerin adlarını Hz. Âdem’e öğretmiş
ve neye yaradıklarını bildirmiştir.681 Taberî, Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e meleklerin
ve onun neslinden gelecek olanların adlarını öğrettiğini belirtmektedir. Taberî bu
görüşünü, “sonra onları meleklere gösterdi” (el-Bakara 2/31) âyetine
dayandırmaktadır.
682 Sonuçta Kurtubî, Kutebî’ye göre Yüce Allah’ın, yeryüzünde
yarattığı eşyanın ya da cins ve türlerin adlarını Hz. Âdem’e bildirdiğini söyleyerek
Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e her eşyanın isimini öğrettiği görüşünü daha doğru kabul
etmektedir.683
İbn Hazm da şunu söylemektedir: “Dil, Yüce Allah’ın bir ilhamıdır. Yüce
Allah Hz. Âdem’e bir lisân öğretmiştir. Sonra Yüce Allah’ın Hz. Âdem’e öğrettiği
bu tek lisândan insanların uzlaşmalarıyla başka lisânlar oluşmuştur.
684 Yüce Allah’ın
öğrettiği ilk lisan kesinlikle bilinemez. Çünkü Yüce Allah’ın, bütün lisânları Hz.
Âdem’e öğretmiş olması mümkündür. Hz. Âdem’e öğretilen bu ilk lisânın hangisi
olduğunu tespit etmeye çalışmak boş bir iştir. Fakat öğretilen bu lisânın tam
anlamıyla mükemmel bir lisân olduğu hususunda şüphe yoktur.”
685
İnsanın birçok hususta anlatmada zorlandığını, yeterince lafız bulamadığını
ve ona ait dilin lafızlarının bütün mânâları havi mahiyete sahip olmadığını görmek
mümkündür. Böyle durumlarda, bütün dillerde farklı anlamlar için birden çok mânâ
ifade eden emanet lafızlar (istiâre) kullanıldığı görülebilir. Çünkü sınırsız anlamlar
için, sınırsız isimlendirmelerin olmadığı bir hakikattir. İnsanın edebi sanat yapma
681 Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 421; bkz. Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, 1: 111.
682 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1: 517-522; Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 421.
683 Kurtubî, el-Câmi‘, 1: 421.
684 İbn Hazm, el-İhkâm, 1: 32.
685 İbn Hazm, el-İhkâm, 1: 31.
106
çabası ve muhatabın anlayış düzeyine göre konuşma gayreti, ifadelerde zenginliği
veya kısıtlamayı gerektirebilir. Dolayısıyla anlamlarda açıklık ve kapalılık meydana
gelir ki bu, her lisân hakkında normal karşılanan bir vakıa olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca her dilin husûsî bazı özellikleri vardır. Bir dilde bulunan lisânî zenginlikler
veya eksiklikler, o dilde yazılan bütün eserlere doğal olarak aksedebilir. Eserleri
doğru anlayabilmek için, onların telif edildiği lisânın zenginlik ve noksanlıkları iyi
bilinmelidir. Bu, Kur’ân hakkında da söz konusu olabilir. Kur’ân, Yüce Allah’ın
kusursuz, mükemmel ve eksiksiz kelamı olduğu halde, insana ait bir lisân olan Arap
dili ile indiğine göre Arapçanın, lisân zenginlik ve eksikliklerini içinde barındırır.
Kur’ân, mesajını Arap dilinin özellikleri çerçevesinde insanlara tebliğ etmektedir686
ancak şu kadarı var ki Kur’ân, Yüce Allah’ın sözü olması bakımından insan ürünü
eserlere dair akla gelebilecek her çeşit olumsuzluktan münezzehtir.687
Bilindiği gibi Kur’ân, yaklaşık 23 yıl zarfında, belli bir bölgede yaşayan,
okuma-yazma oranı az ve sözlü kültürün hâkim olduğu ümmî bir toplumda inmiştir.
Kur’ân, amacına ulaşmak ve muhatap aldığı toplumla sağlıklı bir iletişime geçmek
için, mu’ciz edebî özellikleri sayesinde o Arap dilini ve üslûbunu tesiri altına alıp
onu etkileyerek konuşma şekline yön vermiştir. Kur’ân, diğer ilâhî kitaplar gibi bir
defada inmemiştir. O, nâzil olduğu müddet içinde farklı olaylara ve gelişmelere bağlı
olarak inmiş ilâhî bir kitaptır. Bundan dolayı Kur’ân, yazılı kültürün bilinen giriş,
gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan bir metin yapısını aksettirmez. Kur’ân, hitap
ettiği toplumun dilini kullanarak üslûp itibarıyla sözlü kültüre yabancı olmayan bir
tarzı tercih etmiştir. Hakikaten Kur’ân, dille alakalı ve dilsel bir olgudur. Bu nedenle
lisân, belki Kur’ân’ın gayesi değildir, fakat amacının ifadesidir, bu ifade şeklinin
kendisidir.688 Dolayısıyla Kur’ân’ı anlamak için önce onun takdim edildiği ve zarfı
niteliğindeki dili olan Arapçayı anlama mecburiyeti vardır.689
Kur’ân’ı doğrudan anlamak isteyenler, onu ancak Arapçayla anlayabilirler.
Kur’ân’ın, Arap diliyle indiğinin bildirilmesinin maksadı bundan başka birşey
686 Bkz. Koç, Kur’ân Tefsirinde, 84.
687 Bkz. el-Hicr 15/9; Fussilet 41/42.
688 Bkz. Dücane Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlamanın Anlamı, 5. bs. (İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2005),
18.
689 Bkz. Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 3: 543, 546; Zerkeşî, el-Burhân, 1: 396; Kattân, Mebâhis, 322;
Zehebî, et-Tefsîr, 1: 232; Cerrahoğlu, “Garîbü’l-Kur’ân”, 13: 379.
107
değildir.
690 Fakat Kur’ân’ı yorumlamak için sadece Arapçayı bilmek yeterli değildir.
Ayrıca dilbilimini (nahiv’i), fıkh’ı, fıkıh usûlünü ve fıkhın delilleri olan Kur’ân,
Sünnet, İcmâ’, Kıyas ve ilgili diğer ilimleri bilmek gerekir.691
Her dilin ifade etme şekli ve bir kalıbı vardır.692 Bilindiği gibi dil, lafızlara
dayanır. Bu lafızların oluşumunda, toplumun sahip olduğu din, ahlâk, örf, âdet,
gelenek ve görenek; tarih, coğrafya, iklim, bölge gibi faktörler önemli rol
oynayabilir, kelimeleri biçimlendirip onlara anlam kazandırabilir. Eğer bu ve benzeri
unsurlar dikkate alınmazsa, o dilin kelimelerinin doğru anlaşılması mümkün olmaz.
Dolayısıyla her dili, onun doğduğu ortamda, ait olduğu kültürü ve arka planı
çerçevesinde birçok yönden ele almak gerekir. İnsanlığın tarihî seyrine bakıldığında
her dilin, yapılıp bitmiş bir eserden ziyade bir faaliyet, bir eylem olduğu
görülmektedir. Başka tabirle her lisanın hazırlanmış, artık son şeklini almış, pasif ve
donuk bir eser olmadığı, bilakis neşet ettiği toplum, varlığını sürdürdükçe, daima bir
oluş, bir değişim halinde devam eden canlı bir varlık olduğu müşahede edilmektedir.
Neticede şunu söylemek mümkündür: Yüce Allah’ın yarattığı lisânların Yüce
Allah’ın delillerinden olması693 itibarıyla hiç bir lisânın başka bir lisâna üstünlüğü
yoktur. Ancak Kur’ân, Yüce Allah tarafından Arapçayla indirilmiş olduğundan
dolayı diğer dillere nazaran Arap diline kutsiyet kazandırmıştır. Kur’ân’ı doğrudan
anlamak isteyenler, bu arzularını ancak Arap dili sayesinde gerçekleştirebilirler.
1.4. KUR’ÂN VE ARAP DİLİ
Yüce Allah’ın, eş-Şuarâ sûresinin 192-195. âyetlerinde Kur’ân’ı apaçık Arap
dili ile indirdiği, ayrıca Kur’ân’ın, gönderildiği toplumun anlaması ve bir mazeret
ileri sürüp itirazda bulunmaması için, o toplumun konuştuğu Arapça ile indirildiği
bilinmektedir.694 Böylece Mekkelilere, Kur’ân’ı anlayamadıklarına dair mazeret ileri
sürüp itirazda bulunma hakkı tanınmamıştır.
695 Malum olduğu üzere iletilmek istenen
mesaj, muhatabın konuştuğu dille ulaştırılabilir. İlâhî her kitap, gönderildiği
690 Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2: 102; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 216.
691 Abdullah b. Ahmed Kadı Abdulcebbâr, Şerh Usûli’l-Hamse, thk. Abdulkerîm Osman, 3. bs.
(Kahire, Mektebetü Vehbe, 1996), 606.
692 Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2:104.
693 er-Rûm, 30/22.
694 Bkz. Yûsuf 12/2; en-Nahl 16/103; eş-Şuarâ’ 26/195; Fussilet 41/43-44.
695 Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2: 111-112; 4: 224.
108
toplumun diliyle vahyedildi.
696 Müfessirler, Meryem sûresinin 97. ve ed-Duhân
sûresinin 58. âyetlerinde geçen “بلسانك” “senin dilinle” ifadesinden kasdın Arap dili
olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.697 Arap dili, Kur’ân bütünlüğünün bir rüknü ve
onun bir özelliğidir.698 Kur’ân’ın yapılan tanımlarının birinde onun, “Yüce Allah
tarafından başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldıkları Arapça mu’ciz bir
kelâm”
699 olduğu belirtilmektedir.
Kurtubî, Kur’ân’ın Kureyşlilerin diliyle indiğini, ilk önce onlara hitap ettiğini,
böylece insanların onlara muhtaç olduklarını ve Kur’ân’a inanan herkesin, onların
dilini öğrenmesi gerektiğini söylemektedir. Ayrıca diğer dilleri konuşanların emir,
nehy vb. Kur’ân’daki bütün mesajların anlamını öğrenebilmeleri için, Kureyşlilerin
dilini bilmeye lüzum hissettiklerini, böylece Kureyşlilerin, başka dilleri konuşanlara
nazaran şerefli kılındıklarını, dolayısıyla Kureyş diline “Arapça” denildiğini ifade
etmektedir.700
Müslüman dilbilimciler, Arapçayı genelde, sarf ilmi (kelime bilgisi), nahv
ilmi (cümle bilgisi), delâletü’l-elfâz ilmi (kelimelerin delâletleri bilgisi) ve meânîbeyân-bedî’ ilmi (dilin kullanımı bilgisi) olmak üzere dört alanda incelemektedirler.
Sarf ilmi, lügat ve sarf alanını kapsamaktadır. Bu hususta hem lisânın kelime
hazinesi derlenmiş hem lisânda kelime üretme yolları üzerinde sistematik bir
düşünce geliştirilmiştir. Nahv ilmi, kelimelerin cümle içinde kullanımını, yani söz
dizimini, sentaksı konu edinmektedir. Delâletü’l-elfâz ilmi, sözcüklerin anlamı
üzerinde durmaktadır, lafızların çeşitli anlamlarını vermektedir. Meânî-beyân-bedî’
(belâgat) ilimleri mütekellim-söz-makam ve muhatap konularını ele almaktadır.
701
Tefsir, öncelikle dilbilimin çerçevesine konulabilecek yöntem ve bilgileri
kullanmaktadır. Bir âyetin hakikî/zahirî anlamına, ancak âyette kullanılan lafızların
696 Bkz. İbrahim 14/4; eş-Şuarâ’ 26/192-195.
697 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, 15: 645; 21: 70; Zemahşerî, el-Keşşâf, 4: 62; Cemaluddin
Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr fi İlmi’t-Tefsîr, 3. bs. (Beyrût, elMektebü’l-İslâmî, 1983), 5: 267; Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 528; 19: 141-142; Şevkânî, Fethü’l-Kadîr,
3: 353; Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2: 102.
698 Muhammed el-Huderî, Usûlü’l-Fıkıh, 6. bs. (el-Mektebetu’t-Ticâriyyetu’l-Kübrâ, Mısır, 1969),
209.
699 Zürkânî, Menâhil, 10-11; Birışık, “Kur’ân”, 26: 383.
700 Bkz. el-Enbiyâ 21/10; ez-Zuhruf 43/44; Kurtubî, el-Câmi‘, 14: 180; 19; 51-52; ayrıca bkz. İbn Ebi
Şeybe, el-Musannef, 15: 447-448.
701 Bkz. Sekkâkî, Ebû Yakub Yûsuf b. Ebi Bekr b. Muhammed b. Ali, Miftâhu’l-Ulûm, 1. bs. (Bağdad,
Dârü’r-Risâle, 1982); Koç, Kur’ân Tefsirinde, 112.
109
anlamlarını bilmekle ve âyetin cümle yapısını “sarf-nahiv-belâğat” gibi klâsik dil
bilimlerinin kaidelerine göre doğru çözümlemekle ulaşılabilir.
702
Arap dilinin yapısı ve birçok edebî sanatı, lafızlarının kullanımında anlam
farklılıkları oluşturmaktadır. Kur’ân’ı anlamak için, Kur’ân lafızlarının hakikatmecâz, âmm-hâss, mutlak-mukayyed, muhkem-müteşâbih, mücmel-mübeyyen,
mantûk-mefhûm, îcâz-itnâb, vücûh-nezâir, hatta esbâb-ı nüzûl gibi konuların
özellikle müfessirler tarafından bilinmesi gerekmektedir. Ayrıca i’râb konusunu
öğrenmeden mânâyı anlamak mümkün değildir. Zira cümlenin (fiil, fâil, mübteda,
haber vs.) öğeleri, ancak i’râb ile tespit edilebilir.703 İ’râbın, lafızların kapalı
mânâlarını açtığı, gizli saklı maksatlarını ortaya çıkardığı, sözün noksanlığının ve
tercih edilmesinin kendisiyle belirlendiği bir ayar, kelâmın sahihinin ve sakîminin
onunla tartıldığı bir ölçü olduğu aşikârdır.704
İsfahânî, lafız-Anlam bütünlüğü itibarıyla lafzın mânâyla birlikte beş halini
şöyle zikretmektedir: Hem lafız hem mânâ aynı (ittifak). Ali ve Veli için kullanılan
“insan” kelimesi gibi. Hem lafız hem mânâ farklı (mütebâyin). “Adam” ve “at”
lafızları gibi. Lafız farklı mânâ aynı (müterâdif). “Lisan” ve “dil” kelimeleri gibi.
Lafız aynı mânâ farklı (müşterek). Organ olarak “göz” ve pınar olarak “göz”
kelimesi gibi. Hem lafızda hem mânâda kısmî ittifak (muştâk). Oku lafzından
türeyen “okuyan” ve “okudu” kelimeleri gibi.705
Kur’ân’da geçen bir lafız, birden fazla mânâya geliyorsa, bunun anlamını
belirlemek, âlimlerin, soyut görüşlerini bir tarafa bırakıp delillere dayanarak yerine
getirmeleri gereken önemli bir iştir. Âlim olmayanların bu işi tutmaları doğru
değildir. Delilin başkasının iradesine ikame edilmiş olması hariç olmak üzere
lafızdaki mânâlardan biri diğerine göre daha açıksa, mânâ ona hamledilir. Lafızdaki
hakiki kullanımlı mânâlar eşitse, birinde lügat veya örf, diğerinde şeriat varsa,
(mânânın) şeriata hamledilmesi evlâdır. Ancak delilin lügavî iradeyi göstermemesi
gerekir. “Bir de haklarında duâ ediver, çünkü senin duân (كَ َتَلَصَ( , onların kalplerini
702 Bk. Yılmaz, Hasan, “Modern Dönem Kur’ân Yorumunda Dilbilimsel ve Semantik Yöneliş”,
Kafkas niversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7 (2017): 15; Zürkânî, Menâhil, 2: 44-45.
703 Süyûtî, el-İtkân, 384.
704 Abdülkahır el-Cürcânî, Delâilü’l-İ’câz, thk. Muhammed Rıdvan ed-Dâye v.dğr., 1. bs. (Dımaşk,
Dârü’l-Fikir, 2007), 82-83; bkz. Koç, Kur’ân Tefsirinde, 114.
705 Bkz. İsfahânî, Mukaddimetu Câmii’t-Tefâsîr, 29.
110
yatıştırır.” (et-Tevbe 9/103) buyruğunda olduğu gibi. Lafızdaki mânâlardan biri
lügat, öbürü örf olursa, mânânın örfe hamledilmesi evlâdır. Her ikisi eşit (ittifak) ve
birbirine munafî olup her iki anlamın bir lafızda olması mümkün değilse hem hayız
hem tahâret anlamına gelen “kur” (رءْ
ُر ُوء ‘Kurû :çoğulu) (قُ
(قُ
706 lafzında olduğu gibi,
o zaman anlamı gösteren emârelerle ondaki muradı tespit edilir. Birbirine zıt
düşmezlerse, araştırmacılar tarafından mânâ her ikisine hamledilebilir. Îcâz ve
fesâhatta bu daha beliğdir. Ancak o ikisinden birisinin iradesini gösteren bir delil
olması hariç.707
Lafzın tefsiri üzerinde durulurken onun lügat anlamını, Arap kelâmı ışığında
ve ölçüsünde, ayrıca kelâmın iktiza ettiği ve şeriat kanununun gösterdiği mânâda
almak gerekir.708 Bu konuda İsfahânî’nin, dil-anlam ilişkisine değindiği, lafızların
mahdut, mânâların sonsuz olması fikrinden hareketle lafız kısımları ile iştirakmüşterek konusuyla ilgili geniş bilgi verdiği görülmektedir.709 Ayrıca İsfahânî’nin,
modern çağda hermenötik sahasında tartışılan metin-özne-nesne ilişkisine getirdiği
açılım, dikkat çekicidir. İsfahânî, tefsirdeki ihtilâfın ya lafzın çok anlamlılığından
(müşterek lafızlardaki benzetmenin olmasından), ya müfessirlerin mezheplerinden ya
da müfessirlerin lafızdan mânâya veya mânâdan lafza doğru yaklaşımlarındaki
farklılıktan kaynaklandığınısöylemektedir.710 İsfehânî, büyük önem arzeden tefsir ve
te’vil kavramlarını da karşılaştırmaktadır. Tefsirin daha çok lafız ve müfredâtta metin
düzeyinde anlama, te’vilin ise anlam ve terkiplerde daha geniş ve derine inme
olduğunu ifade etmektedir.711
Burada, lafızların Kur’ân’ın nüzûlü sırasında kastetmiş olduğu mânâlarının
tespit edilip edilememesi problemi söz konusudur. Kur’ân’ın belli bir zamanda,
mahdut bir mekânda ve bilinen bir ortamda indirilmiş ve muhtelif sebeplerle farklı
topluluklara hitap etmiş evrensel bir kitap olması, lafızlarda kastedilen mânâların
tespit edilebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla tefsir, hadis, fıkıh; çeşitleriyle
lügat, siyer, tarih, ayrıca şiir, nesir vs. alt birimleriyle edebiyat gibi kaynaklar, bu
konuda esası teşkil edebilir. Bu kaynaklar’ın, kelimelerin kullanımı ve onların anlamı
706 Bkz. el-Bakara 2/228.
707 Bkz. Mâverdî, en-Nüket, 1: 38-39; Zürkânî, Menâhil, 2: 51.
708 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 302; Süyûtî, el-İtkân, 771.
709 Bkz. İsfahânî, Mukaddimetu Câmii’t-Tefâsîr, 29-38.
710 İsfahânî, Mukaddimetu Câmii’t-Tefâsîr, 40.
711 Bkz. İsfahânî, Mukaddimetu Câmii’t-Tefâsîr, 47; Kara, “Râgıb el-İsfahânî”, 34: 398.
111
hakkında kapsadığı bilgilerle Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında büyük rol oynadığı
görülebilir. Dolayısıyla birçok temel kaynaktan yararlanarak kavramların kendi
dönemlerindeki mânâlarını, zamanla oluşan anlam kaymalarını ve sonradan
yüklendikleri mânâlarını tespit etmek mümkündür.712 Bu hususta gösterilen her
çabanın ayrı bir değeri vardır.
Bir lafzın Arap dilinde belli bir vakitte yüklendiği anlamını bilmek, o lafzın
Kur’ân’daki mânâsını ve maksadını tespit etmek için kâfi midir? Haliyle o lafzın,
Kur’ân’da olduğu şekilde nasıl bir anlam kazandığını kavramak gerekir. O lafzı
kullananın onunla neyi kastettiğini, muradının ne olduğunu bilmek, önemlidir. Bir
lafzın doğduğu dönemde anlamı belirlenmiş olsa bile, o lafzın sahibinin onunla neyi
kastettiği bilinmedikçe onun anlamını kavramak, tek başına yeterli değildir.
Kur’ân’daki bir lafzın vahyedildiği zamanda mânâsını öğrenmek, o andan itibaren
kazandığı anlamı araştırmak, günümüzde onunla ne söylendiği bilgisini takdim
etmektedir. Dolayısıyla Kur’ân lafızlarının keyfî, her çeşit fikir, meşreb ve mezhebe
göre kullanılması ve Kur’ân hakkındaki yanlış telakkiler engellenmiş olmaktadır.
713
Kur’ân’daki bir lafzın indirildiği dönemde anlamını tespit etmek, Kur’ân’ı o
zamana hasretmek şeklinde algılanamaz. Çünkü Kur’ân’ın bütün zamanlara ve
mekânlara, herkese hitap eden cihanşümul vasfı,
714 bunu kabul etmez. Kur’ân’daki
bir lafzın ilk ifade ettiği mânânın tespiti, o anlamı günümüze taşır. O lafzın ilk
mânâsı tespit edilmezse, her ferdin aklına bir anlam görünür. Aynı lafızdan birbirini
teyid etmeyen hatta birbirine zıt anlamlar, sonu gelmeyen yıkıcı ihtilaflar meydana
gelir. Bu bakımdan Kur’ân’ı açıklamada, Kur’ân’ın diğer lafızlarında olduğu gibi
Garîbu’l-Kur’ân kapsamında değerlendirilen lafızlardaki Yüce Allah’ın muradının ne
olduğunu, onunla neyin kasdedildiğini bilmek gerekir. Yüce Allah bu konuda şöyle
buyurmaktadır: “Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde
bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, ‘bu, Allah’tandır’
derler. Onlara bir kötülük gelirse, ‘bu, senin yüzündendir’ derler. (Ey Muhammed!)
De ki: ‘Hepsi Allah’tandır.’ Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü
anlamıyorlar!” (en-Nisâ 4/78) Kur’ân, Arap dili ile indirildiği için, “bu topluma ne
712 Bkz. Koç, Kur’ân Tefsirinde, 106-107.
713 Bkz. Koç, Kur’ân Tefsirinde, 108.
714 Bkz. Enbiyâ 21/107; Sebe’ 34/28.
112
oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!” buyruğu, “onlar, kelâmı
anlamıyorlar” mânâsına değil, “onlar, Yüce Allah’ın hitabının ne istediğini
anlamıyorlar” mânâsına gelmektedir. Böylece âyet, Arap toplumunun aslında hitabı
anladığını, ancak kelâmdan Yüce Allah’ın muradının ne olduğunu anlamada
herhangi bir gayret göstermediklerini ifade etmektedir.715
Sonuçta denilebilir ki Kur’ân, Arapça ile Kur’ân’dır. Garîbu’l-Kur’ân, Kur’ân
lafızlarının bir kısmından ibarettir. Kur’ân lafızlarının sadece lügavî yönüne bakmak
yeterli değildir. Kur’ân lafızlarının indiği dönemde nasıl anlaşıldığını bilmek gerekir.
Yoksa Kur’ân lafızlarının anlamları, büyük ölçüde bozulur ve sayısız ihtilaflara
sebebiyet verilmiş olur.
1.5. KUR’ÂN LAFIZLARI
“Lafız” kelimesi lügatta “atmak, ağızdaki bir şeyi dışarı atmak, çıkarmak”
anlamında bir mastardır. Bu, “ َل
ًظ فْ
َطع ام ال” “ ağızdaki yemeğin dışarı çıkarılması”
sözünden alınmıştır. İsm-i mef‘ûl olarak “وظُف
ْ
ملَ” “ atılan şey” anlamındadır.716 İnsanın
ağzından çıkan anlamlı-anlamsız ses ve ses gruplarıyla onları belirten harf ve harf
gruplarının oluşturduğu remizlere, lafız denilmektedir. Bu sesler, bir mânâyı
simgeliyorsa kelime ve kelâm ismini almaktadır. Ayrıca lafız tür, kelâm ise ona dâhil
olan çeşit olduğu için, lafız kelâma göre daha kapsamlıdır. Başka bir ifadeyle lafız,
mânâların ses türünden remiz ve şekillerini ifade eden bir terimdir.
717 Kur’ân’da bu
َّْل لَدَْي ِه َرقِي ٌب َعتِيدٌ” :geçmektedir şöyle kelime
ِ
ْو ل إ
ِمن قَ
ِفظُ
ْ
لَي ماَ” “ İnsan hiçbir söz söylemez
ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek
bulunmasın.” (Kaf 50/18). Âyetteki “ظُ فِ
ْ
لَي) “Yelfizu) kelimesine göre insanın ağzından
çıkan hayır ve şer kavramlarının, yedim, içtim, gittim, geldim, gördüm vb. sözlerinin,
hatta sızlanmaya varıncaya kadar bütün iniltilerinin yazılıyor718 olması sebebiyle
715 Bkz. Şâtibî, el-Muvâfakât, 4. 208; Koç, Kur’ân Tefsirinde, 109.
716 İbn Abbâd, el-Muhîtu fi’l-Lüğa, 10: 29-30; İbn Fâris, “Lefeza”, Mu’cem Mekâyisü’l-Lüğa, 5: 259;
Cevherî, “Lefaza”, es-Sıhâh, 3: 1179; Mâverdî, en-Nüket, 5: 347; İsfahânî, “Lefeza”, Müfredât,
743-744; Râzî, “Lefeza”, Muhtâru’s-Sihâh, 250; Kurtubî, el-Câmi‘, 19: 439;Ahmed b. Muhammed
Ali el-Feyyûmî, “Lefeza”, el-Misbâhü’l-Münîr, (Beyrût, Mektebetu Lubnan, 1987), 212; Zebîdî,
“Lefaza”, Tâc, 20: 274.
717 Bkz. Sedat Şensoy, “Lafız”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: TDV Yayınları,
2003), 27: 42.
718 İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ’ İsmail b. Ömer b. Kesîr el-Kureşî ed-Dımaşkî, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim,
thk. Sâmî b. Muhammed es-Selâme, 1. bs. (Riyad, Dârü Taybe, 1999), 7: 399.
113
insanın ağzından çıkan ne varsa, onların hepsinin lafız olarak belirtilmesi
mümkündür.
Kur’ân’da Hz. Âdem’e eşyanın isimlerinin öğretildiği,
719 insana beyân etme
kabiliyetinin verildiği bilinmektedir.720 Lafızlar, herhangi bir şeyi ifade etmede en
büyük vasıta; insanlar arasındaki iletişimi sağlayan ve onları birbirine bağlayan en
önemli köprüdür. Başka bir ifadeyle kelimeler, insanın duygu, düşünce, gaye ve
isteklerini başkasına ifade etmesi ve muhatabını anlaması için büyük rol oynayan
faktörlerin başında gelmektedir.
Yüce Allah ile kulları arasında iletişim daima olmuştur. Kul ile Yüce Allah
arasında iletişimsizlik asla düşünülemez. Yüce Allah, insanı yarattığını, nefsinin ona
verdiği vesveseyi bildiğini, ona şah damarından daha yakın721 olduğunu beyan
etmektedir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır: “Sizden hiçbir kimse yoktur ki
Yüce Allah, onunla konuşacak olmasın. Hem de aralarında ne tercüman ne de onu
engelleyecek bir perde vardır.”
722
Kur’ân, indiği süreçte Hicaz bölgesinde yaşayanların şahsında herkese hitap
etmektedir. Bu açıdan Kur’ân kelimelerinin anlaşılabilmesi için muhâtabın kim
olduğunun tespit edilmesi önemlidir. Zira lafzın anlamı, muhâtabın durumuna göre
değişebilmektedir. Kur’ân’ı anlamada sadece lafzı bilmek kâfi gelmez. O lafzın
sahibi Yüce Allah’ın maksadını bilmek büyük önem arzetmektedir. Ayrıca Kur’ân,
hiçbir değişime uğramadan, onda ilave ve eksiltme olmadan, Yüce Allah’a ait olan
ْوح َم ْحفُوظ”
َل” “korunmuş arşivden”
723 Arap dilini konuşan Hz. Peygamber’e Arapça
olarak indirilmiş ve Hz. Peygamber tarafından insanlara Arapça bir Kur’ân olarak
tebliğ edilmiştir. Böylece Kur’ân, zamana ve mekâna dâhil olmuştur. İlâhî Kelam
olarak Kur’ân, artık tarihte olmanın getirdiği durumlarla karşı karşıyadır.724 Fakat şu
kadarı var ki “Zikir” ismi ile Kur’ân, Yüce Allah’ın koruması altındadır.725 Onun için
Kur’ân’ın bizzat kendisine herhangi bir müdahele söz konusu olamaz.
726 Kur’ân’ın
719 el-Bakara 2/31.
720 er-Rahmân 55/3.
721 Kaf 50/16.
722 Buhârî, “Tevhid”, 24.
723 el-Bürûc 85/22.
724 Mehmet Paçacı, “Kur’ân’ın Neliğine Dair”, Bilimname 11 (2006/2): 16.
725 el-Hicr 15/9.
726 Fussilet 41/42.
114
Mekke’de ve Medine’de, yazın ve kışın, gece ve gündüz, Hz. Peygamber uyku
halinde iken ve uyanıkken, barış ve savaş, darlık ve bolluk, sevinç ve hüzün
esnasında indirilmiş olması,
727 Kur’ân’ın muayyen bir zamanda, mahdut bir
mekânda, malum insanlara hitap ettiğini göstermektedir. Bu durum, Kur’ân’ın
evrensel ilâhî bir kitap oluşuna engel değildir. Bilakis onun cihanşümûl ilâhî bir kitap
olduğunun ifadesidir. Bilindiği üzere herkesi ilgilendiren beyannameler, benzeri olan
bağlayıcı özelliğe sahip bütün sözleşme ve antlaşmalar, mekân, zaman ve taraflar
olmadan gerçekleşemez. Burada Kur’ân lafızlarının ilâhî hüviyeti, oldukça
önemlidir.
Kur’ân kavramlarının doğru anlaşılabilmesi için yazılan ilk Garîbu’l-Kur’ân
kitapları, önceleri az sayılı lafızları ele alırken sonraki Garîbu’l-Kur’ân eserlerinin
telif edildikleri dönemlere göre gittikçe lafızları çoğalttığı, hatta bunların bazısının,
Kur’ân lafızlarının neredeyse tümünü ele aldığı görülmektedir. Kur’ân’ın temas ettiği
alan genişledikçe, Kur’ân lafızlarının açıklamalarına duyulan ihtiyaç da o oranda
artmıştır. Kur’ân’daki bir lafzın garîb olmasının sebebi olarak şunları ifade etmek
mümkündür:
1. Kur’ân’ın, Kureyş dili üzere indirilmiş olduğu halde, diğer Arap
kabilelerinin lehçelerine yer vermesi.
728
2. Kur’ân’ın, Arap olmayan toplumlara ait birtakım kelimeleri, Araplar onları
benimsediği ve bildiği için Arapçadan kabul ederek kullanmış olması. “لينِسْ غِ“
(Gislîn)
َرق” ve 729
(İstebrak” (اِ ْستَْب
730 kelimeleri gibi.
3. Kur’ân’ın, Arap dilinin müşterek, mürâdif ve zıt anlam ifade eden lafzlarını
َسف” .kapsaması
َ
(Esef” (أ
ُروء” ve 731
ُق) “Kurû’)732 kelimeleri gibi.
4. Kur’ân’ın, nâzil olduğu dönemde yaşayanların şahid olduğu Arap
lügatındaki kelimelere mevcut mânâları yanında yeni anlamlar kazandırmış olması
َحج) “Hac-el “,)ال َّصََلة) “Salât-es“
ال (ve “ez-Zekât” (كاةَ زَّ ال (kavramları gibi.733
727 Bkz. Süyûtî, el-İtkân, 31-60.
728 Bkz. İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 35; Süyûtî, “Hcaz lügatı dışında Kur’ân’da geçen kelimeler” diye
bir başlık kullanmıştır (el-İtkân, 282-287).
729 el-Hâkka, 69/36; Teberî, Câmiu’l-Beyân, 23: 240-241; Kurtubî, el-Câmi‘, 21: 210-211.
730 el-Kehf, 31; Kurtubî, el-Câmi‘, 13: 266-267.
731 ez-Zuhruf, 55; Kurtubî, el-Câmi‘, 19: 64.
732 el-Bakara, 2/228; Kurtubî, el-Câmi‘, 4: 37.
115
5. İslâmî fetihlerden sonra Arap olmayanların dillerinden birçok kelimenin
Arapçaya geçmiş olması, lahnın oluşması, vahiy çağının şahid olduğu fesâhattan
uzaklaşılması734 ve Arapçaya vakıf olmayan kimselere müşkil lafızların varlığı.
735 Bu
durum, Garîbu’l-Kur’ân ilmine pek çok ihtiyaç hissettirdiği gibi, aynı zamanda
Kur’ân lafızlarının -özellikle Garîbu’l-Kur’ân’ın- doğru anlaşılmasını engelleyen en
büyük unsurlardan biri olarak görülebilir.
1.5.1. Kur’ân Lafızlarının Niteliği
Kur’ân, âyetlerin yapısı ve lafızlarının seçilmesi hususunda kendine has bir
üslup kullanır. Kur’ân, ona ait özellikleriyle sadece Arap toplumuna değil, tüm
insanlara hitap eden,736 hidâyet yolunu gösterip dikkatleri üzerine çeken ilâhî bir
kitaptır.737 Kur’ân, hem lafzıyla hem mânâsıyla bir benzerini getirmeleri konusunda
herkese meydan okumuştur.738 O günden beri hiç kimse ona cevap verememiştir.
739
Kur’ân’ın, herkesten bir benzerini getirmelerini istediği halde şu zamana kadar
herhangi bir kimsenin ona cevap verememiş olması, bütün insanları ve cinler gibi
diğer varlıkları kesinlikle aciz bıraktığını göstermektedir.740 Kur’ân, Arap dili ile
indirilmiş mu’ciz ilâhî bir kelâmdır. Kur’ân’da, Garîbu’l-Kur’ân olarak görülen
lafızlar söz konusudur. Ayrıca Kur’ân, Hz. Peygamber’in ürünü veya eseri değildir.
Onu böyle sunmaya çalışanı, kesinlikle reddetmektedir.
741 Kur’ân, doğru görmediği
bu tür inanç ve düşüncelerle verilen hükümlere, batılı ve oryantalist bakış açısıyla
ileri sürülen iddialara şiddetle karşı çıkmaktadır.742
Hz. Ömer İbn Mes’ûd’a gönderdiği mektupta, şüphesiz Allah’ın, bu Kur’ân’ı
Kureyş diliyle indirdiğini ve onu apaçık bir Arap lisânıyla kıldığını, dolayısıyla
733 Cüveynî, el-Burhân, 1: 174; Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 579; Râfiî, Tarih Âdâb, 178-181 ve 405-
407.
734 Ahmed Emîn, Duha’l-İslâm, 580 vd.
735 Bkz. Ferâhî, Müfredât, 95-98.
736 Bkz. el-Bakara 2/21, 168; en-Nisâ’ 4/1, 170, 174; el-A’râf 7/158; Yûnus 10/57, 104, 108; en-Nahl
16/44; el-Enbiyâ’ 21/107; el-Hac 22/1, 5, 49, 73; Lokmân 31/33; Sebe’ 34/28; Fâtır 35/3, 5, 15; elHücurât 49/13.
737 el-Bakara 2/185; el-En’âm 6/88.
738 Yûnus 10/38.
739 el-Bakara 2/23-24; Hûd 11/13; İsrâ’ 17/88; Zürkânî, Menâhil, 2: 260.
740 el-Bakara 2/23; Yûnus 10/38; Hûd 11/13; Zürkânî, Menâhil, 1: 253.
741 Bkz. Yûnus 10/38; Hûd, 11/13, 35.
742 Bkz. el-Hâkka, 69/40-47.
116
insanları, Huzeyl lügatı ile değil, Kureyş lügatı ile okutmasını emreder.743 Hz.
Osman’ın Kur’ân’ı istinsah kurulunda olan Kureyşli üç kişiye “eğer siz ve Zeyd b.
Sabit, Kur’ân’la ilgili bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Kureyş’in lügatı üzere
yazınız. Çünkü (Kur’ân) onların diliyle indi”
744 söylemesi de Kur’ân kelimeleri
hususunda Kureyş lehçesinin diğer Arap lehçelerine göre üstünlük arzettiğini ortaya
koymaktadır.745 Kureyş kabilesinin mevkii ve üstlendiği sosyal aktivitesi sebebiyle
diğer Arap kabilelerine ait lafızları kendi lügatında kullanmış olması,746 lügatını
zenginleştirmekle birlikte bütün Arap kabilelerinin dillerini birleştiren bir üst dil
haline getirmiştir.747 Dolayısıyla Kureyş lügatı, bütün Arapların kabul ettiği ortak bir
lügat konumundadır.748 Kureyşlilerin başka bir Arap kabilesine ait bir lafzı kullanmış
olması, o kelimeyi garîb bir lafız durumuna getirebilir.
Kur’ân lafızlarının niteliği çerçevesinde Kur’ân’ın nasıl bir kitap olduğu
hakkında şunları söylemek de mümkündür:
Kur’ân, tüm zamanlara ve mekânlara şâmil olup Arap diliyle hem anlayanlara
hem anlamayanlara hitap etmektedir. Her insan, çok karmaşık yapısıyla Yüce
Allah’ın kelâmının muhatabıdır. Yüce Allah, insanın bu yapısını bildiğinden dolayı
onun gönlüne, aklına, duygularına, ruhuna ve nefsine seslenmektedir.749 Kur’ân’da,
ortalama insanın kavrayabileceği, sade, açık-seçik ve anlaşılabilecek bir dil
kullanılmaktadır. Kur’ân, konuları herhangi bir ilmin terminolojisi ve sistematiği
içinde ifade etseydi, insanların büyük kısmı Yüce Allah’ın sözlü müdahelesinin
muhatabı olamazdı.750 Her insan, Yüce Allah’ın gökten su indirip de derelerin kendi
ölçülerince dolup aktığı gibi,751 Kur’ân’dan birşeyler alabilir. Böylece selahiyetli
743 Ebû Zeyd Ömer en-Nümeyrî el-Basrî İbn Şebbe, Ahbârü’l-Medîneti’n-Nebeviyye, thk. Abduaziz b.
Ahmed el-Muşeykıh, (Dârü’l-Aliyyân, ty.), 3: 227.
744 Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 2; Nizamuddin el-Hasan b. Muhammed b. Huseyin el-Kummî enNîsâbûrî. Tefsîr Ğarâibi’l-Kur’ân ve Rağâibu’l-Furkân, thk. Zekeriya Umeyrât, 1. bs. (Beyrût,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), 1: 27.
745 Yüce Allah, her peygamberi, (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın diye ancak kendi kavminin diliyle
gönderdiğini bildirmektedir. (İbrahim 14/4).
746 Carl Brockelman, Tarihu’l-Edebî’l-Arabî, Arapça trc: Abdulhalim en-Neccâr, 5. bs. (Kahire,
Dârü’l-Maârif, ty.), 1: 42.
747 Ferâhî, Müfredât, 111.
748 Râfiî, Târîh Âdâb, 400-401.
749 Albayrak, Halis, Tefsir Usûlü, (İstanbul, 1998), 53.
750 Bkz. Albayrak, Halis, Tefsir Usûlü, 51.
751 er-Ra’d, 13/17.
117
olanlar, Kur’ân lafızlarını, kendi seviyelerine göre birbirinden farklı anlayıp
yorumlayabilirler.
Kur’ân dilini anlamayan bir yabancı ve dilini anlayıp da üzerinde uğraşmamış
veya genel mânâda avam da dâhil olmak üzere sosyal hayattaki her insan, kendi
istidadı oranında Kur’ân’dan payını alabilir. Bu, her ferdin Kur’ân’dan aynı dersi
alacağı anlamına gelmez. Tahsil görmemiş bir Arabın ve dili Arapça olmayan bir
başkasının soyut Kur’ân âyetlerinden istinbatta bulunmaları herhalde beklenemez.
Nasıl ki herhangi bir branşta söz sahibi olmak için yeterli eğitimi almak gerekli ise
Kur’ân gibi belâgatta zirve olan bir kitabın inceliklerine vâkıf olmak için yeterli
tahsili almak gerekir. Asr-ı saâdette Arapça konuşulduğu halde, Kur’ân’ın birtakım
kelimeleri anlaşılmıyordu. Anlaşılmayan kelimeler Hz. Peygamber’e soruluyordu.
Çünkü Kur’ân âyetlerinin derinlemesine anlaşılması ihtisas gerektiren bir iştir.752
Ayrıca Kur’ân, lafızlarıyla muktezây-ı hali esas alıp insanlara hitap eder. Belâgatta
buna, kelâmın belâğatı denilir. Kelâmın belâgatı, sözün fasih olmasıyla beraber
makama, muktezâyı hâle muvafık olmasıdır.753 Burada, “الَمقَ
her ,yere her” “ِلكُ لِ َمقَا م
ortama göre uygun bir söz vardır” ifadesi büyük önem arzeder.
Kur’ân, muayyen bir örgüde bir bütünlük gözeterek “giriş”, “gelişme” ve
“sonuç”tan meydana gelen yazı dilinin özelliklerini taşımamaktadır. O, içinde sözlü
kültürün hakim olduğu bir toplumun konuşma dilinin özelliklerine sahip ilâhî bir
kitap olarak inmiştir. Sahabe bu Kitab’ı Hz. Peygamber’in ağzından dinlemişlerdir.
Sahabe, vahyin bizzat şahididirler. Bilindiği üzere yazı dili ile konuşma dili
birbirinden bazı farklılıklar göstermektedir. Yazı dili kuru, soğuk ve donuktur,
okuyucuya daha çok bilgi vermektedir. Konuşma dili ise canlı, sıcak ve interaktiftir,
muhatabına tesir etmektedir. Kur’ân’ın konuşma diliyle indirilmiş olması, onun
etkileyici olmasının en mühim özelliklerinden biridir. Lafızların anlamlarının
oluşumunda, yazı dilinin ve konuşma dilinin kendi yapılarına uygun farklı unsurlar
barındırması tabiidir. Yazı dilinde lafızların anlamı okuyucudan bağımsızdır.
752 A. Cüneyt Eren, “Kur’ân Metninin Üslûb Özellikleri”, (Turkish Studies - International Periodical
For The Languages Literature and History of Turkish or Turkic 9/5 (Spring 2014): 871.
753 Celâluddin Muhammed b. Abdirrahman, b. Ömer Hatîb el-Kazvînî, el-Îzâh fî Ulûmi'l-Belâğa, thk.
İbrahim Şemsuddin, 1. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 139; Ahmed Mustafa elMerâğî, Ulûmu’l-Belâga, el-Beyân, el-Meânî, el-Bedî’, 3. bs. (Beyrût, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,
1993), 35; Abdurrahman b. Hasan Habanneke el-Meydâni, el-Belâğatü'l-Arabiyye, (Beyrût,
Dârü’l-Kalem, 1996), 1: 129.
118
Cümlenin sınırları içinde kalmaktadır. Okuyucu sadece bir yazı diliyle karşı
karşıyadır ve her şeyi yazı dilinin sınırları içinde anlamak durumundadır. Bu sebeple
yazı dilinde anlamın tayininde yazı dili dışında kalan unsurlar ya da bağlam pek
dikkate alınmamaktadır. Anlamın bütün yükünü yazı dili taşımaktadır. Fakat
konuşma dilinde ise muhatap dinleyicidir. Lafızların anlamları, onu hesaba katarak
teşekkül etmektedir. Genelde konuşma dilinin sınırlarını aşmaktadır. Burada anlamın
belirlenmesinde sözü kimin, kime, nerede, ne zaman, niçin, ne ve nasıl söylediği çok
önem arzetmektedir. Ayrıca konuşmacının beden dili, ses tonu, jest ve mimikleri,
anlamın tayininde önemli ölçüde rol oynamaktadır. Dolayısıyla konuşma dilinde
anlam, sadece lafzın muhtevasında değil, bir bağlam içerisinde tezahür etmektedir.
Konuşma dilinde, anlamı ve bağlamı oluşturan ve yazı dilinde pek olmayan lafız dışı
birçok faktör söz konusudur. Bu nedenle bağlamı bilen ve onun bir parçası olan
muhatabın rahatlıkla anlayabildiği bir konuşma dili, yazı diline aktarıldığında
bağlamın dışında kalan ve bağlamı bilmeyen okuyucu tarafından anlaşılmayabilir
yahut yanlış anlaşılabilir. Başka bir ifadeyle sözü kimin, kime, niçin, ne zaman,
nerede, ne ve nasıl ifade ettiği, sözün hangi ses tonuyla, hangi jest ve mimiklerle
söylendiği bilinmedikçe bazen anlam tam ve doğru anlaşılmayabilir. Bu durumda,
muhataba söylenmek üzere seçilen lafızlar hisselerine düşeni alır.754
Muhatabın durumuna değer veren bir dil, sosyal hayatta seslendiği kişiyi
sosyolojik bağlamda dikkate alıp dil biçimini ona göre kullanması, belâgatının
karakteristik özelliği gereğidir. Kur’ân’ın, mesajının anlaşılması için bu hitap tarzını
kullanmış olması, son derece doğal ve gereklidir. Kur’ân’ı Hz. Peygamber’den
dinleyen Kur’ân’ın ilk muhatapları sahabe, yazı diline aktarılan konuşma dilini
anlamada önemli herhangi bir problem yaşadıklarına pek rastlanmaz. Kur’ân’ın
sonraki muhatapları ise konuşma dilinin dinleyicileri olmadıkları ya da yazı dilinin
okuyucuları oldukları için, pek çok anlama sorunuyla karşılaşmaktadırlar. Hangi
âyetin ne zaman ve nerede indiği, kime hitap ettiği ve neyi kastettiği gibi hususlar,
başka bir tabirle âyetin bağlamı, nüzûl sebebi ve ortamı bilinmediği zaman Kur’ân’ın
doğru anlaşılması neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Hülasa, okuyucu ile âyet ve
lafız bağlamı arasındaki mesafe arttıkça, okuyucu ile âyet ve lafzın anlamı arasındaki
754 Ayrıca bkz. Mürsel Ethem, “Iyık Kuran: Maanilerinin Kırgızça Kotormosu Menen İsimli Mealin
Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
55/2 (2014), 177-178.
119
mesafe de artmaktadır. Elimizdeki tefsir kaynakları, Kur’ân’ın ilk muhatapları olan
sahabenin âyet ve lafızların anlam ve bağlamlarını korumaya ve sonrakilere
aktarmaya gayret ettiklerini, tâbiîlerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin hassasiyetle
bu iş üzerinde en önemli emanet olarak durduklarını göstermektedir. Hatta bu babtan
olmak üzere müstakil “Esbâb-ı nüzûl” eserleri yazılmış bulunmaktadır.755 Âyetlerin
ve lafızların bağlamını, Esbâb-ı nüzûlü yansıtan bu çeşit rivayetler, bugün pek çok
âyeti ve lafzı anlamada büyük katkı sağlamaktadır. Kur’ân lafızlarını anlamaya ve
anlamlandırmaya çalışmak, anlamın bağlamla ilişkisini göz önünde bulundurmayı
gerektirir. Çünkü kendi bağlamından koparılıp bağımsız olarak anlaşılmaya çalışılan
pek çok âyet ve lafız, bir lügatta yer alan, fakat cümlede yer almayan kelimeler gibi
birbirinden farklı anlamlara gelmeye devam edecektir.756 Bu, zamanımızda Kur’ân’ın
muktezây-ı hali esas alarak insanlara hitap etmesini anlamada büyük bir sorun
oluşturmaktadır.
Kur’ân kelimeleri mükemmeldir. Mânâyı hem lafız hem anlam itibarıyla
noksanlık ve ziyadelik olmadan, en güzel terkip ve ölçüde ifade etmektedir.757
Kur’ân, mânâyı anlatmak için lafızlardan hangisi gerekiyorsa aslî veya tamamlayıcı
hiçbir unsuru eksik bırakmadan ve ona birşey katmadan kullanmaktadır. Bilindiği
gibi kelam, taşıyıcı lafız, lafızdaki mânâ ve her ikisini birbirine bağlayan nazım ile
kaimdir.758 Dolayısıyla Kur’ân’da kullanılan kavramlar ve terkipler, ilgili konuya ve
işaret ettiği anlama tamamen uygundur. Bu uygunluk, kavramın anlamıyla ahenklik
arzetmektedir. Kur’ân’daki herhangi bir lafzın yerine başka bir lafız getirilirse, ya
kelâmı bozar, mânâsını değiştirir ya da onun gözalıcı belâgatını giderir. Çünkü her
lafız, başka bir lafızla bazı anlamlarda müşterek olsa bile onu diğerinden ayıran
özellikler taşımaktadır.759 Kur’ân’daki kelimelerden biri, mürâdif olsa dahi
başkasıyla yer değiştirirse çekiciliği gider ve tadı kaçar.760 Kur’ân’dan herhangi bir
lafız çıkarılacak olursa, Arapçanın tümü alt üst edilse bile, onun yerini tutabilecek
tek kelime bulunamaz.761 Kur’ân lafızlarının dizilişi harika ve eşsiz bir güzellikte
755 Bkz. Kâtip Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, 1: 76-77.
756 Bkz. Mustafa Yıldız, “Kur’an’ı Anlamada Bağlamın Rolü”, erişim: 03.08.2017,
http://mmustafayildiz.blogspot.com/2012/12/kuran-anlamada-baglamn-rolu.html.
757 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 228.
758 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 233.
759 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, 2: 235; Ferâhî, Müfredât, 100-107.
760 Zerkeşî, el-Burhân, 2: 245.
761 İbn Atiyye, el-Muharrar, 1: 45; Süyûtî, el-İtkân, 289.
120
olup onların nazmı, siyakı, mecrâsı, mevkii ve konuları ele alışı itibarıyla onların
yerinde kullanılabicek hiçbir lafız yoktur.762
Neticede denilebilir ki Kur’ân lafızlarının keyfiyeti, kendilerine özgüdür.
Hiçbir kelime, Kur’ân kelimelerinin yerini tutamaz. Kur’ân, mükemmel ve evrensel
ilâhî bir kitaptır. Kur’ân, herkese Arap diliyle hitap etmektedir.
.
|