Kurtar derneği sayesinde kurban bayramında Suriyedeydim. Ne işin var Suriye’de diye soranlar ve ayrıca yadırgayanlar, hatta iyi gezmeler diyenler oldu. ?
Tek kazancım hayra ortak olmak, dua almak değildi, ders niteliğinde çıkarımlarım da oldu.
Suriye’de henüz hayatın devam edebildiği -nasıl devam ettiğinden kısaca bahsedeceğim – bir kaç ilçe ve köy gördüm. Devletsiz bir toprak, üzerinde onlarca ayrı silahlı örgüt ve topluluk, mermi delikleriyle dolu duvarlar, bir kaç yıl önce yakınları gözleri önünde katledilmiş çocuklar, her köşe başında eli silahlı kamuflajlı askerler, gözlerini bile zor gördüğüm kıyafetleriyle dahi sokağa çıkamayan kadınlar, renksiz, solgun, üzgün, yoksul bir şehir..
Suriye’ye gidiyorum diye, beni çatışmanın ortasına gönderiyormuş gibi yolcu ettiniz ? Tedirgin ve ön yargılı gitmiştim. Çobanbey sınırından geçtikten sonra mayınlı topraklar başlıyor evet ama Türk Bayrakları’nı daha da sık görmeye başlıyorsunuz. ♥️ Kırık dökük minarelerden ezan sesleri, tekbirler.. Sokakta koşup kendince eğlenen çocuklar.
IŞİD büyük zarar vermiş, izleri silinmeyecek hikayeleri olmuş hayatta kalanların.. Ama o kadar güçlüler ve mutlular ki, bugünleri görebildikleri için şükrediyorlar.
Kurtar derneği gönüllüsü, Zeytindalı Harekatının ilk şehidi rahmetli Musa Özalkan’ın, Dernek Başkanımız Çağrı Reis’e bildirdiği vasiyeti üzerine, dernek Çobanbey’e bir kültür evi açıyor. Kütüphane, bilgisayar salonu, misafirhane, konferans salonu, anaokulu..
Kültür evinde Türkçe derslerin yanında, hiç arapça bilmeyen Türkmenlere okul derslerinde faydalı olması için arapça dersi de veriliyor. Hocalar, genç kurtlar, yavru kurtlar, gönüllüler, kitap okumaya gelenler, sınavlara hazırlananlar.. Tarih bilinciyle farkındalık oluşturarak, bir saatini bile boş geçirmeyen gençler yetişiyor. Kültür evi öyle bir yer ki, ilk girdiğimde “burda temizlik yapmak bile ibadet sayılır” dedim içimden.
ki üç gün kurban kesimi ve çeşitli dağıtımlar yapıldı. Çaldığımız kapılardan “Çok bayramlar göresiniz” diyerek uğurladılar bizi. Üstünde tavanı olmayan evler, yalın ayak kıyafetsiz gezen çocuklar da gördük, kahvaltıdan sonra giyinip kuşanıp şeker toplamaya çıkan cıvıl cıvıl çocuklar da. Gece 11’de sokakta yürüyerek kafeye gittik. Yıllardır gidenler bile bunu ilk defa yaşamış Çobanbey’de. Kadınların o saatte dışarda yürüyebilmesi.. Kadınlar kapıların önünde yine yalnızca gözleri görünen kıyafetleriyle ayaküstü sohbet edebiliyordu, buna da şaşırdık..
Reis anlattı, gezdirdi. Çobanbey organize sanayi bölgesine gittik. Üretim ve iş sahası. Ülkelerine dönsünler istediğimiz Suriyeliler dönsün diye, döndüğünde işsiz kalmasın diye, terör örgütleri üç beş liraya kendini patlatacak canlı bomba bulamasın diye vs.
Bana “Gerçekten dönebilecekleri gibi değil mi?” diye sordunuz, bence değil.. Ben olsam şunu sorardım. Biz Suriye’de ne ifade ediyoruz, neden ordayız, şehitler verdik, askerimiz neden bölgede? Biz Suriye’de vatanını seven, rejim karşıtı Arapların ve Kürtlerin de sığındığı bir çınar ağacıyız. Ypg pyd sınır illerimizin içine kadar girmişti. Kendi ülke sınırlarımız içinde bu soysuzlar yol kesip sivil şehit ediyorlardı. Sıklıkla havan topları düşüyordu. Yaklaşık 900 km’lik sınırımız var Suriye ile. Terör örgütleri sınırı geçip, topraklarımızda hakimiyet kurmaya çalışırken biz neden sınır ötesi operasyondan kaçacağız? Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatıyla birlikte Suriye sınırındaki teröristleri 30 km daha dışarı atıp, güvenli alan oluşturduk. Şimdi bu bölgede nefes alabilen herkes Türk ordusuna şükrediyor, dua ediyor.
Allah esaret altında olan tüm soydaşlarımıza, faydası olan ve umursayan tüm müslümanlara azatlık nasip etsin. Devletimizin daima yardımcısı olsun. Yokluğunu göstermesin. Dünya Türkleri ve Müslümanlar için de gücümüze güç katsın.
Duygusal, gurur verici ve şaşkınlıkla geçen günler.. Genç kurtları ve kültür evini çok çok çok özleyeceğim. İnşallah yine geleceğim.
Türk, beklenendir. ??
-Bir Kurt-Ar Gönüllüs
.NE İŞİMİZ Mİ VAR SURİYE'DE?
#suriyede çıkarımız nedir #suriyede ne işimiz olur #süriyede ne yağtık #soruyoruz ne İŞİmİz mİ var surİyede #ne işimiz var suriyede
Yayınlanma :
01.03.2020 04:23
NE İŞİMİZ Mİ VAR SURİYE'DE?
Suriye'de olmasaydık neler olacaktı?
1- Güney sınırlarımızda bir PKK/YPG devleti kurulmuş olacaktı.
2- Onun yanında bir DEAŞ devleti olacaktı.
3- Güney kentlerimiz bu iki terör örgütünün saldırıları altında olacak; Ve daha fazla şehitlerimiz olacaktı.
4- En az 4 milyon Suriyeli daha sınırı geçip ülkemize sığınmış olacaktı.
5- Büyük kentlerimizde hala bombalar patlayacak, kitlesel ölümler olacaktı.
6- Türkiye, ABD ve Rusya başta olmak üzere Suriye'ye çöreklenmiş emperyalist devletlerin oyuncağına dönüşmüş olacaktı.
7- BAAS Rejiminin katlettiği Suriyeli sayısı bir milyondan bir buçuk milyona çıkmış olacaktı.
8- Suriye 4-5 parçaya bölünmüş olacaktı.
9- Sıra Türkiye'ye gelmiş olacaktı.
Bunları anlamayacak kadar andavallı olanlar Suriye'ye neden girmedik diye iktidarı suçluyor olacaktı.
Peki Esad'ı kim kışkırttı ve cesaretlendirdiyse kendi kendinin ayağına sıktı.
1-Türkiye'nin savaş gücünü tüm dünya gördü.
2- Mülteci sorununu görmezden gelen ve çözümü için kılını bile kıpırdatmayan Avrupa şimdi yusuf yusıuf.
1. Kavimler göçü Hunların baskısıyla başlamıştı.
3- Esad elinde avucunda silah, askeri tesis ne varsa en az dörtte birini kaybetti.
4- Hafter şimdi on değil, yirmi kez düşünecek.
5- Yunanistan sesini kısmak zorunda kalacak.
6- İsrail Türkiye ile anlaşma yolları arayacak.
7- ABD Türkiye'nin ne olduğunu Barış Pınarında nasıl gördüyse şimdi de Rusya görecek.
Zavallı bizim garibanlar ya. Onlar hala 'iş güç' derdindeler. Ne işimiz var orda, burda çekirdek çitleseydik di mi?
SURİYELİLER KİMDEN KAÇIYOR.?
Okumadan Geçme
SURİYELİLER KİMDEN KAÇIYOR.?
Muhalefetin işi zihinleri bulandırmak.
Bu ülkenin insanlarının kendi devletinden kuşku duymasını sağlamak.
Güvensizlik ve eziklik yaymak.
Her konuda negatifi savunmak.
Olmadı manipülasyon yapmak.
Yalana, dolana, çarpıtmaya sarılmak.
Karamsarlık pompalamak. Peki Orada ne işimiz var? Buyrun madde madde...
1. İnsan olmanın gereği oradayız... Öldürülen 170 bin çocuğa, tecavüze uğrayan en az 200 bin anneye, sınırlaın dışına çıkamadığı için artık hayatta olmayan 700 bin sivile ve 10 milyonlarca açlık ve hastalık sınrındaki insana duyarsız kalamadığımız için oradayız.
2. Sınırlarımız içindeki terörü dışarı taşımak çin oradayız. Bir oraya girdikten sonra canlı bomba eylemleri durdu. Masumlara kurşun sıkan teröristlerin merkezi dışarı taşındı. Terörü kovalamak için oradayız.
3. Orada olanlar ülkemize bulaşmasın diye oradayız. Oradaki olayların esas hedefinde olan bizdik. Defalarca darbe girişiminde bulundular, başarısız oldular. Kuşatılıyorduk. Bu kuşatmayı kırmak için oradayız.
4. Orası ABD, Rusya ve İsrail arasında zaten paylaşılmıştı. Oyun bozduk. Aleyhimize oyun kurdurmamak için oradayız.
5. Milli, ulusal yeminimize sadık kalmak için oradayız. Misakı Milli yani post modern kemalistlere göre ulusal yemin denilen haritanın sınırları, Halep'in 14 km güneyinden geçer. "Atatürk, ölüm döşeğinde iken Hatay'ı Türkiye'ye niye kattı?" unutmayalım diye oradayız.
6. PKK uzantıları bir terör devleti kurmuş ve bunu meşru hale getirirse, ülkemize uzanacaklardı. Müdahil olmak için oradayız.
7. Sessiz kalırsak bizden Hatay'ı geri istiyorlardı. Toprak vermemek için oradayız.
8. Orada Türk, Kürt ve Arap, kim olursa olsun Osmanlı Devleti içinde yüzlerce cephede beraber kan akıttık, beraber şehid olduk. Bin yıldan fazla beraber olduğumuz insanlardan emperyalist güçler istiyor diye ayrı durmak istemediğimiz için oradayız.
9. Orası sınırları cetvel ile çizilip kurulurken, yüzde 10'luk Nusayri azınlığın kalan yüzde 90'ı yönetmesi üzerine kuruldu. Hatta sünni Müslüman kardeşliğinden bahsetmenin cezasının idam olduğu bir kanunla yönetiliyordu. Mazlum halkın insani demokratik istekleri gereği, birilerinin Allah için orada olması gerekiyordu. Bazılarının çok önemsediği bu tür insani değerler adına oradayız.
10. Tüm bu şartlardan dolayı, kadın erkek veya çocuk, silahsız olduğu için; ölümden, açlıktan, tecavüzden ve işkenceden kaçmak için; anasını, bacısını, karısını veya kızını korumak için, ülkemize sığınan ve sayıları 5 milyona yaklaşan, memleketinden uzak halkın, hakları için oradayız.
11. Tüm bu sebepler varken "biz niye oradayız?" deyip de, oradaki stratejik konumu ve enerji kaynaklarını paylaşmak için dünyanın öbür ucundan gelenlere, "ABD ve Rusya niye orada?" sorusuna sessiz kalanların aklımızla alay etmemesi için, onların bu şerefsiz uşaklarına inat sömürülmeye ve uydu devlet olmaya mahkum olmamak için, zalimlere birinin "sus" demesi lazım geldiği için oradayız.
XXX
Suriye’de ne işimiz vardı?
Nuray Mert Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA
İşler iyice sarpa sarınca “Suriye’de ne işimiz var?” sorusu şimdilerde nihayet gündeme geldi. Badel harab-üs Suriye! 1
Öncelikle Suriye’de sadece bizim işimiz yoktu, başta ABD, yedi düvel Esad rejimine karşı ‘özgürlük mücadelesine’ karşı ellerini Suriye’ye attılar.
Şimdilerde bu soruyu soranlar, o zamanlar ‘ama’ diyene ‘aman’ verdirmiyordu. Hatta mevcut iktidarı, Suriye’de 2011’de başlayan sözde ‘Arap Baharı’na destek vermekte gecikmekle suçluyordu.
Suriye’nin başkentinin Şam olduğu dışında, bu ülkeye dair hiçbir şey bilmeyenler, Suriye’de eli silahlı adamlara ‘özgürlükçü’ tacı takmıştı.
Kimse, polis rejimi bir ülkede, birdenbire bunca silahlı ‘özgürlük savaşçısı’nın nereden çıktığı sorusunu sorma ihtiyacı hissetmedi.
Batı Avrupa ve bilhassa ABD dış siyaseti 2012 sonunda, Suriye siyasetini değiştirince, işler biraz değişti, sağ ve sol ‘liberaller’in sesi biraz kısıldı ama kesilmedi.
IŞİD sahneye çıkınca, konu bulandı o kadar. O kadar bulandı ki, Suriyeli muhalifleri Türkiye’de örgütleyen ABD, Türkiye’yi ‘cihatçı karayolu’ ilan etti.
O zaman ‘keşke, iktidar mensupları Pervez Müşerref’in anılarını okumuş olsaydılar’ diye düşünmüştüm, IŞİD sonrası çünkü Türkiye’nin durumu 11 Eylül sonrasında Pakistan’ın düştüğü duruma çok benzer hale gelmişti.
Şimdi tekrar geriye dönelim, tabii ki sadece 2011’de değil, öncesinde de Suriye’de rejime karşı, demokrasi ve özgürlük isteyenler vardı, öylesi bir rejimde zorlu bir demokrasi mücadelesi veriyorlardı, ama 2011 sonrasında kimse onlara kulak asmadı, silahlı mücadeleye itirazlar etmelerine de kulak veren olmadı.
Zira 2011 yılında başlayan süreç bir demokrasi mücadelesi değil, Batı karşıtı bir güç ittifakı olan İran, Suriye, Lübnan Hizbullah’ı cephesine karşı bir rejim değişikliği senaryosu idi.
Bu çerçevede, dünyanın dört bir yanından, Suriye ile alakası olmayan cihatçılar ve sempatizanları Suriye’ye dolduruldu, ülke savaş alanı oldu, bu savaşa ‘iç savaş’ deyip işin içinden sıyrılmak da mümkün değil.
Esad rejimi, diğer Arap ülkelerinden daha az demokrat falan değildi, onlardan biri idi.
Dahası, babasının ölümü ile başa geçen Beşşar Esad, ülkesindeki gerilimleri hafifletmek için ‘açılım’ siyaseti izlemeyi denedi, bu süreci engelleyenler de sadece eski rejimin bekçilerinin tavizsiz tutumu değil, ‘uluslararası toplum’un Lübnan’da Hariri suikastından Suriye’yi sorumlu tutması ve Uluslararası Mahkeme kurması oldu.
Sahi ne oldu o mahkemeye hatırlayan var mı?
Türkiye’nin Suriye meselesine dahli tabii ki başlı başına sorgulanması gereken bir soru, ama geçmişini de unutmadan!
Türkiye’de İslamcı iktidar, Suriye’de olanlara müdahale etmeye, önce Batılı müttefikleri tarafından teşvik edildi, sonra işler değişince bu iktidar, Türkiye’nin abilik yapacağı bir Müslüman Kardeşler iktidarı hayali ile rejim değişikliği siyasetinde ısrarcı oldu.
Yetmedi, ABD’yi, askeri müdahaleye çağırdı. Suriye’nin kuzeyinde Kürt otonom bölgelerinin oluşması, bir yandan Kürt siyasetinin dikkatini Suriye’ye yoğunlaşmasına, diğer taraftan iktidarın Suriye’ye mücadelesini ‘terörle mücadele’ şeklinde yeniden pazarlamasına imkan verdi.
İdlib hikayesi de uzun ama özetleyelim. Gün geldi devran döndü, Rusya, Esad rejimini desteklemek üzere devreye girdi, özellikle ülkenin batısında ağırlık kazandı, İran zaten Esad tarafında savaşıyordu, bu arada Türkiye Rusya ile yakınlaştıkça yakınlaştı.
Bu yakınlaşmanın meyvesi, Türkiye’nin cihatçıları Şam ve Halep’te halen varlığını koruyan cihatçıları buralardan çıkarmak ve İdlib’e geçişlerini sağlamak görevi oldu.
Soçi Mutabakatı ve İdlib’de gözlem noktaları kurmanın hedefi, cihatçıları bu bölge sınırları içinde tutmayı hedefliyordu.
Türkiye, hala ılımlı, ılımsız muhalefet ayrımı yaparken, Rusya ve İran açısından bu bölgede olanları birbirinden farkı yok ve hepsinin zaman içinde teslim olması veya yok edilmesi gerekiyor.
İdlib’de işlerin karışmasının nedeni, Soçi Muatbakatı ülkeleri arasında bu görüş ayrılığı. Şimdilik, rejim ve Rusya tarafından cihatçılar daha küçük bir alana geriletildi, sonrası belirsiz.
Suriye’nin harabeye dönüşmesi sürecinin üzerinden dokuz yıl geçti, bir ülke mahvoldu. Oysa ta 2000’li yılların başlarından, özellikle Irak işgalinden sonra bölgede yaşananlar, bugünlerin habercisi idi.
Irak’ta savaşa hayır diyenler, sonra aynı şeyler Suriye’de yaşanmasın diye ses vermeye çalışanlardan biri bendim. Adım, “Baas muhaberatı destekçisi Radikal yazarı”na çıktı. 2
2011’de benim o tarihte yazdığım Milliyet gazetesinden atılmama düşünce özgürlüğü adına ses çıkarmayanlar, Suriye’de özgürlük mücadelesi tellallığı yapıyordu.
Mesele benim başıma gelenler değil, Suriye’nin başına gelenler tabi. Ama sonu Suriye’yi bugünlere sürükleyen süreç, sadece bugün harita üzerinde çubukla yer göstererek anlaşılabilecek bir konu değil, ayrıca savaş çığırtkanlığının düne kadar destekçisi çoktu, unutulmasın isterim.
1 ‘Suriye harap olduktan sonra’ Eski Türkçe, Badel harabül Basra’ deyimine izafeten Arapçasını kullandık.
2 Hadi Uluengin, Şambaba, Hürriyet, 16 Mart 2005
*Bu makalede yer alan fikirler
yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Suriye’de ne işimiz var?

27 Şubat akşamı, Suriye Rejiminin alçak saldırıları sonucu, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde çok sayıda vatan evlâdı şehâdet şerbetini içti.
Suriye Rejiminin Rusya destekli bu alçak saldırısı, Türkiye’nin Suriye politikası ile ilgili önemli dönüm noktalarından birisi olacaktır. Bu acı olay bir kere daha göstermiştir ki, “gâvurdan dost, hınzır derisinden post olmaz”.
Türkiye’ye ne ABD, ne Rusya, ne de başka bir emperyalist ülke dosttur. Bunlarla uluslararası ilişkiler çerçevesinde münasebet kurulur, görüşülür filan, ama kesinlikle bir dost gibi güvenilmez, güvenilemez.
Suriye Rejiminin alçak saldırısına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava ve kara unsurlarının gerekli cevabı verdiğini ve vermeye devam ettiğini düşünüyoruz.
***
Böyle zamanlar, hassas zamanlardır; kimin ne yaptığı asla unutulmaz. Maalesef millî birlik ve beraberlik görüntüsüne zarar vermek isteyen birtakım çevreler, milletin yüreğinde açılan yaralar üzerinden siyâsî menfaat elde etme ya da acıları istismar etme yönünden birtakım tutum ve davranış içerisine girebilmektedirler.
Askerlerimizin şehit oluşuna alenen sevinenler, şehit sayısının çok daha fazla olduğunu (olması arzusunu) dillendirenler ya da millî bir meseleyi salt siyâsî bir konu olarak görüp bu acı üzerinden muhalefet sergileyenler, milletin hâfızasından silinmeyeceklerdir.
Bu noktada şunu da ifade etmek gerekir ki, Suriye Rejiminin alçak saldırısını Meclis’te grubu bulunan partiler şiddetle ve nefretle kınarken, bir parti bu kınamaya katılmamıştır. Böyle bir zamanda bile üzüntümüzü paylaşmayan, alçak saldırıyı yapanları kınayamayan bir parti, hiç kusura bakmasın, Türkiye’nin bir partisi olamaz.
Bu partiye sormak lâzım: Türkiye’nin hangi acısına üzüldünüz, hangi sevincine ortak oldunuz? Milletin acılarına sessiz kalarak ya da içten içe sevinerek, sevinçlerine üzülerek kendinizi çaprazlama pozisyonda tutarsanız, millet nezdinde hiçbir zaman meşru bir siyâsî parti olmayacaksınız.
***
Suriye’den şehit haberi geldikçe güya savaş karşıtlarından, barışseverlerden “Suriye’de ne işimiz var?” gibi bir soru gelmektedir. Ana muhalefet partisi yöneticisi de aynı soruyu sık sık dillendirmektedir. En son hâdisede yine “İdlib’de ne işimiz var?” şeklinde bir cümle kullanmıştır.
Türkiye, sanki Suriye güllük gülistanlıkken operasyonlar yapmış, Suriye topraklarına girmiş ve İdlib’i kuşatmış da içeridekiler buna tepki gösteriyor…
Bu soru, dünya gerçeklerinden, uluslararası projelerden, emperyalist güçlerin hesaplarından ve tarihî olaylardan bîhaber olanların dillendireceği bir sorudur. Sanki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin unsurlarını sınırın bu tarafına alınca her şey düzelecek, saldırı olmayacak, biz de rahat edeceğiz!
“Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?” söylemini art niyetli düşman unsurları bile söyleyemez. Çünkü Rusya orada, ABD orada, İran orada, PKK/YPG orada, irili ufaklı farklı hesaplar yapan başka gruplar orada... Suriye’deki hangi olay bu ülkeleri ne şekilde etkiliyor da oralara üşüştüler? Onların kimisi petrol derdinde, kimisi sıcak denizlere inme hevesinde, kimisi mezhep yayılmacılığı için bir fırsat görmüş, bazıları da bir devlet kurma hayâline kapılmış… Leş kargaları gibi oralara üşüşmelerinin arkasında hepsinin kötü niyetli hedefleri olduğu belli. Peki, Türkiye neden orada, öyle mi?
***
Hatırlarsanız, 1998 yılında PKK’nın elebaşı Suriye topraklarında barınıyor ve Türkiye ciddî bir terör kuşatmasına maruz kalıyordu. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, Reyhanlı’da bir konuşma yaparak gerekirse askerî bir müdahale yapılacağını hissettirdi. Hafız Esed’in harekete geçmesine ve terörist elebaşının Suriye topraklarından çıkmasına vesîle olmuştu bu tehdit.
O zaman da denilebilir miydi “Bizim Suriye’de ne işimiz olur?” diye?
Asıl diğer ülkelere sormak lâzım: Sizin orada ne işiniz var?
İran’ın ne işi var? Rusya’nın ne işi var? ABD’nin ne işi var?
Bu soruları soramayanların, “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?” demeleri gerçekten de ya gafletten ya da ihanetten kaynaklanıyor.
Suriye’de olmamızı gerektiren onlarca sebep var.
İşte size bunlardan birkaç tanesi:
1. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç karışıklıktan en fazla etkilenen ülke, Türkiye!
Suriye’nin en uzun sınırı Türkiye ile… Şu an Türkiye’de 4 milyon civarında Suriyeli var. Olaylar kontrol edilemezse bu göç hareketinin artarak devam etme potansiyeli var.
Türkiye hem insanî, hem de ekonomik ve sosyal gerekçelerle bu nüfus hareketini durdurmak, savaş mağduru insanların Suriye’nin kendi topraklarında oluşturulacak güvenli bölgelerde tutulmasını sağlamak istiyor. Suriye’de olmadan bu mümkün olur mu acaba?
2. Türkiye’yi bölmeye çalışan terör örgütleri Suriye’deki karışıklıklardan istifade ederek oralarda korsan devlet kurma peşindeler. “Suriye’de bizim işimiz olmaz” demekle, “Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG devleti kurulmasının Türkiye’ye bir zararı olmaz” demek, aynı anlama gelir.
Türkiye sınırlarını da tehdit eden ikinci bir İsrail devleti istemiyorsak, Suriye’de olmak zorundayız.
3. Rahmetli Necmettin Erbakan’a atfedilen, “Eğer bir gün mesele Suriye olursa, bilin ki hedef Türkiye’dir” sözü, emperyalistlerin uzun vadeli hesaplarını ifade ediyor. Siyonistlerin “Arz-ı Mev’ud”u, Evanjelistlerin “İsa Mesih’in dünyaya hâkim olacağı” inancı, Kudüs’ten başlayarak Nil ile Fırat, Fırat ile Dicle arasının dizaynına yönelik teolojik düşünceler, bölgeye üşüşenlerin basit uluslararası gerekçelerle burada olmadığını gösteriyor.
Bir ucunda Türkiye’nin bölünmesi ya da dağılmasına yönelik hesapların bulunduğu bu projelere “Savaşa hayır!” gerekçesiyle göz yummak, ülkemizi göz göre göre tehlikeye atmaktır.
4. Türkiye sınırının bu tarafının güvenliği, sınırın diğer tarafının güvenliği ile bağlantılıdır. Terörist saldırılar insan kaynağını, lojistik ve psikolojik desteğini hep sınır ötelerinden almışlardır.
Sınırların ötesinde bir devlet otoritesi olmadığında, Türkiye dış kaynaklı terör saldırılarına daha çok maruz kalacaktır. Bu sebeple gerek gördüğü zamanlarda ülkemiz Suriye’de de, sınır ötesi başka yerlerde de bulunmak zorundadır.
***
Son İdlib saldırısında şehit olan Piyade Uzman Onbaşı Nihat Kara’nın ağabeyine yazdığı mesajı unutmayalım:
“Sizden ricam, sakın ‘Suriye’de ne işimiz var?’ diyenlerden olmayın! Gittim, gördüm, tam da olmamız gereken yerdeyiz. Yedi düvel bir olmuş, rejimi, Rusya’sı… Dua edin yeter, selâmetle…”
***
Allah bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin; içeriden ve dışarıdan ülkemize zarar vermek isteyenlere fırsat vermesin!
Yavuz Bahadıroğlu'ndan: "Suriye'de ne işimiz var"mış?


"Büyük devletlerin her yerde işleri olur."
Nitekim Sayın Başbakan da benzer bir cevap vermiştir.
Bu bir ufuk meselesidir: Herkes ancak ufku kadar vardır.
"Orada ne işimiz vardı?" diyerek varlığımızı sorgulayanlar, "Küçük Türkiye" ile "Büyük Türkiye" arasında artık bir karar vermek zorundadırlar...
"Küçük Türkiye" olarak mı kalalım, yoksa etkinliğimizi her anlamda artırarak "Büyük Türkiye"ye mi dönüşelim?
İktidar Türkiye'yi büyütmek, etkinliğini artırmak, figüranlıktan baş aktörlüğe yükseltmek istiyor. Böyle bir hedefi var. Bu hedefe yürürken pek tabii bazı riskler alınacak, muhtemelen bazı hatalar da yapılacaktır.
Bu coğrafyada kaplumbağa gibi yaşanmaz!
Bilirsiniz, kaplumbağalar kabuklarının içinde güvencededirler, üzerlerinden kamyon geçse zarar görmezler. Ancak beslenip gelişebilmek, bir yerden bir yere gidebilmek için baş ve bacaklarını kabuktan dışarı çıkarmak zorundadırlar. Bu ise kaplumbağalar açısından büyük bir risktir; ama risk almadıkları takdirde hayatlarını sürdürmenin imkânsızlığını bilirler ve bu riski üstlenirler.
Belli ki Sayın Erdoğan kabuğuna çekilmiş, etkisizleşmiş bir Türkiye istemiyor. İşte bu yüzden kâh Bosna'ya, kâh Afganistan'a asker gönderiyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, herkes dünyayı geziyor. Yeni ilişkiler kuruluyor. Ankara'ya diplomatlardan biri geliyor, biri gidiyor. Türkiye git gide hem kendi bölgesinin etkin aktörü, hem de dünyanın sözü dinlenir devleti oluyor.
Bu canhıraş yürüyüşün elbette bazı "yol kazaları" olacaktır. Suriye olayı bir yol kazasıdır. Türkiye bu "kaza"dan güçlenerek çıkacaktır. Verilen ölçülü tepki dünyada yankı bulmuş, ilk aşamada 4. madde işletilmek suretiyle NATO'nun kayıtsız-şartsız desteği sağlanmıştır. Bazılarının hararetle ve hasretle beklediği gibi, Türkiye bu olayda yalnız bırakılmamıştır. ABD'nin AB'nin, NATO'nun ve Arap âleminin açıklamaları ortadadır.
"Anında aynı şiddette cevap vermemiz lâzımdı" diyenler de cadı kazanı bir coğrafyada yaşadığımızı unutmasınlar. Bu coğrafyada yaşanacak bir çatışma tüm bölgeye, hatta dünyaya sıçrar: Bunun sorumluluğunu kimse taşıyamaz.
"Bunu Esed düşünsün" diyemeyiz: Zira Esed'in kaybedecek bir şeyi kalmadı: Bugün yarın gidici olduğunu biliyor ve giderayak bölgeyi ateşe vermeye çalışıyor. Türkiye'ye bulaşmasının izahı budur.
Türkiye "büyük devlet"e yaraşır biçimde davrandı. Tepkilerini ölçülü tuttu. Savaş çığırtkanlığı yapmadı. Dünyayı kendisiyle birlikte hareket etmeye zorladı ve bunu başardı. Bu yakın tarihte belki ilk kez gerçekleşiyor. Şimdiye kadar haklı davalarını bile anlatamayan ve müttefik bulamayan Türkiye, Suriye krizini çok iyi yönetti. Sonuç da aldı.
Kriz münasebetiyle iktidarın muhalefete, muhalefetin olaya yaklaşımının son derece isabetli olduğunu kaydederek yazımızı noktalayalım
.XXXXXX
"Suriye'de ne işimiz var" diyenlere Abdulkadir Selvi'den cevap!
İdlib'den gelen kahreden şehit haberleri 'Suriye'de ne işimiz var?' tartışması yeniden alevlendi. Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi köşesinde bu soruyu cevaplayarak "Türkiye, Suriye’de değildi. Ama Suriye, Türkiye’nin içindeydi." diyerek yazısını noktaladı.